misak · 2020. 9. 1. · misafir misafirini gücü yettiğince özel ikramlar la ağırlar, ikinci...

2
MiSAFiR misafirini gücü özel ikramlar- la ikinci ve üçüncü gün aile ne yiyip içiyorsa onu ikram eder. Misafir üç günden fazla ev sahibinin onu mecburiyeti kalmaz ve ye- diri p irdikleri sadaka yerine geçer. Ha- disteki caize kelimesi, misafir yer- den veya oraya geçen mi- safi re verilen bir günlükyol de alimi ere göre üç günden sonraki sadaka kelime- siyle ifade edilmesi, misafirin hali vakti yerinde ise ev sahibini daha fazla uygun etmektedir Hacer, XXII, 335-340). Bilhassa Tebük Seteri'nden sonra "el- çiler diye hicre- tin 9. (630) Medine'ye gelen kala- heyetterin misafirli k konusunda birçok tecrübenin ya- ves ile Onlar için ba- zan bazan da sahabe- den evleri olanlar bu konuda yar- (Abdülhay ei-Kettant ll , 20 207). Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf, ensardan Remle bint Haris evle- rinde elçileri misafir edenlerin gelir. evi "darü'd-difan" olarak I, 235). Hz. Ömer misafirler için "darü'r-rakik" (da- rü'd-dakik) denilen evler Bu- ralarda un, hurma, kuru üzüm ve ihtiyaç maddeleri bulunurdu Sa ' d, III, 283). Hz. Osman döneminde de darü'd- devam (Ya- küt, IV, 355). Bu gelenek daha sonra ve ortaya zemin Yolculuk zorluk- lar sebebiyle misafirler oruç ve namaz gibi ibadetler konusunda hafifletici hüküm- lere tabi (bk. ORUÇ; SEFER). islam alimterinin dinen edilen ah- laki erdemlerden hususunda fikir misafiri hükmü iki temel Ebu Hanife, Malik, ve ulema- göre misafiri sün- nettir. Ahmed b. Hanbel'den gelen bir ri- vayete ve Leys b. Sa'd'a göre ise misafiri bir gün bir gece vaciptir (Ne- vevl, Xl!, 30, 31). Leys b. Sa'd, bu konuda Nisa süresinin 148. ayetiyle Hz. Peygam- ber'in, "Kim bir kavmin inerse onu üzerinedir" hadisini (EbO DavOd, "Sünnet", 5) delil getirmek- tedir Abdülber, XXI, 45) olsun olsun misafiri rne- karim-i ahlak çerçevesinde ye- rine getirilmesi gereken bir görev sayar 172 (a.g.e., XXI, 43). Hadis alimleri misafir veber) için ol- hadar) için bunun yolunda Hz. Peygamber' e nisbet edilen sözü uydurma kabul lerdir (a.g.e., XXI, 44; Nevevl, ll, 19) . An- cak çölde yolculuk yapan, zor durumda kalan ve hayati tehlikeye korkulan kimsenin farz yoktur. Kalacak yer ve yeme içme hususunda çe- ise durum daha Bu gibi yerlerde dahi güç durumlarda kalabile- ve Hz. Peygamber'in misafiri lamayan dair sözlerini dikkate almak gerekir b k. Abdülber, XXI, 42- 48; Nevevl, ll, 18, 19; Bedreddin el-Ayni, XVIII, 220-226; Mv.F, XXVIll, 316-319). ei-Harbi, misafire ikramla ilgili 132 hadisi eserinde bir araya literatürde misafirlik konusu ahlaki yönüyle daha çok Kuteybe'nin Abdülber en-Nemerl'nin Behcetü'l- mecalis'i gibi edep türü eserlerde ele kültürünün ve terbiyesi- nin en önemli bu tür eserlerde konuya dair hadislerle alim, edip ve ait özlü sözlere yer veril- görülür. Ma'mer b. Müsenna'- Kitabü'c;i-Pifan bir eseri s. 80; II, I435) . BiBLiYOGRAFYA : Wensinck, el-Mu'cem, "c,lyf" md .; el-Muvat- ta', 4; Müsned, IV, 31; VI, 385; Buhilri. "Ni.kal)", 83 , "Bed'ü'l-val)y", 1, 54 , 55, "Edeb", 31, 84, 85 , 87, "Tefsir", 59/6, '·' Ri}5a}5". 23, lO; Müslim, "lman", 74, 75, 76, 77,252 , 182, 192, 140,143,172 , 14, 15, 16, 92; Ebü "Sünnet", 5; Sa' d, et- 73; III , 283; V, 61; Taril]u 'l-Medineti'l-münevvere, 235; Pakihi, Al]baru Mekke, Beyrut 1414 , II, 6; Ebü'd-Dünya, Mecdl Seyyid lbrahim). Kahire 1411/1990, s. 26; Tabe- ri, Cami'u'l-beyan, II , 97; III, 6; el-Fihrist, s. 80; Kudai, Harndi Abdülmedd es -Selefi), Beyrut 1407/1986, I, 445; Abdülber, et-Temhid Mustafa b. Ahmed el-Alevi - M. Abdü lkebir el-Bekrl), rib 1387/1967, XVIII , 287; XXI, 42-48; Divanü lugati't-Türk Tercümesi, I, 46, 85, 384 ; Gazza- li, II, 8-18; Yaküt, Mu'cemü'l-büldan, IV, 355; Kurtubi, el-Cami', XIV, 38 ; Nevevi. Müslim, ll , 18, 19; XII, 30, 31 ; Kesir. Te{sirü '1- Kur'an, I, 298; Dedem Korkudun Orhan Gökyay), 1973 , s. 2, 3; Ak- fehsi , Adabü '1-ekl Ab- dülil ah Nebhan- Mustafa el-Hadari), H alep 1994, s. 63-76; I, 466 , 467; Hacer. XXII, 335-340; Bedreddin el-Ayni, Kahire 1392/1972, XVIII , 220-226 ; Hacer ei-Heysemi, {ima ve'z- M. Abdülkadir Ahmed Ata). Beyrut 1411/1991, s. 60-71 ; ll, 1435; Nu'mani, Tarihi: 1/(trc. Ömer 1 134 7/1928, I, 311, 514; Abdülhay ei-Kettani, et-Teratibü'l- idariyye (Özel), Il, 201-207; Mv.F, XXVIII, 316-319. MUSTAFA ÇAGRICI r L MiSAK bir terim. _j Sözlükte "güvenmek, itimat etmek" sika ( k) veya ve muhkem olmak" gelen vesaka kökünden bir isim olan misak "kuwetli ahid ve demektir. Di- ni metinlerde "Allah ile peygamberler ve kullar Gerek ve kabileler gerekse hüküm- dar ile cereyan siyasi manada eski Me- zopotamya kültürlerinde rastlanan bir Ancak ve insanlar olan eski rail dinine has bir kavram olarak ortaya kabul edilmektedir (EJd., V. 1022). insanlar ve fikri, özellikle törenler kültürlerde de (ERE, IV, 208-209). ve ahid merkezi konumda Tevrat'ta siyasi türünün biri va- ad, olmak üzere iki ilahi bahsedilmektedir (ER, 134-135). Nuh, ve Davüd ile onlara yönelik vaadini ifade eden ilk türden ahid yer (Tek- vln. 9/8-17; 17/2-22; Samuel, 7 /8-16) Tan- ile ikinci türü (Tesniye, 26/!6-19) . Tevrat'ta ahid veya misak berit edut 25/16; Levililer, 16/1 3) vealah (Tekvln. 26/28) kelimeleri de ve Pavlus'un Isa Mesih'in yeni bir dö- nemden ve ile da cereyan edip ile ahdin yerine geçen yeni bir ahidden bah-

Upload: others

Post on 09-Oct-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MiSAK · 2020. 9. 1. · MiSAFiR misafirini gücü yettiğince özel ikramlar la ağırlar, ikinci ve üçüncü gün aile efradı ne yiyip içiyorsa onu ikram eder. Misafir üç

MiSAFiR

misafirini gücü yettiğince özel ikramlar­la ağırlar, ikinci ve üçüncü gün aile efradı ne yiyip içiyorsa onu ikram eder. Misafir üç günden fazla kalırsa artık ev sahibinin onu ağırlama mecburiyeti kalmaz ve ye­dirip içirdikleri sadaka yerine geçer. Ha­disteki caize kelimesi, misafir olduğu yer­den ayrılan veya oraya uğrayıp geçen mi­safire verilen bir günlükyol azığı şeklinde de açıklanmıştır. Bazı alimiere göre üç günden sonraki ikramın sadaka kelime­siyle ifade edilmesi, misafirin hali vakti yerinde ise ev sahibini daha fazla sıkıntıya sokmasının uygun olmayacağına işaret etmektedir (İbn Hacer, XXII, 335-340).

Bilhassa Tebük Seteri'nden sonra "el­çiler yılı" (senetü' ı-vüfOd) diye anılan hicre­tin 9. (630) yılında Medine'ye gelen kala­balık heyetterin ağırlanması misafirlik adabı konusunda birçok tecrübenin ya­şanmasına vesile olmuştur. Onlar için ba­zan çadırlar kurulmuş, bazan da sahabe­den evleri geniş olanlar bu konuda yar­dımcı olmuştur (Abdülhay ei-Kettant ll , 20 ı-207). Muhacirlerden Abdurrahman b. Avf, ensardan Remle bint Haris evle­rinde elçileri misafir edenlerin başında gelir. Abdurrahman'ın evi "darü'd-difan" olarak anılırdı (İbn Şebbe, I, 235). Hz. Ömer misafirler için "darü'r-rakik" (da­rü'd-dakik) denilen evler yaptırmıştır. Bu­ralarda un, hurma, kuru üzüm ve diğer ihtiyaç maddeleri bulunurdu (İbn Sa'd, III, 283). Hz. Osman döneminde de darü'd­diffınların kurulması devam etmiştir (Ya­küt, IV, 355). Bu gelenek daha sonra vakıf yapılarının ve kervansarayların ortaya çık­masına zemin hazırlamıştır.

Yolculuk sırasında karşılaşılan zorluk­lar sebebiyle misafirler oruç ve namaz gibi ibadetler konusunda hafifletici hüküm­lere tabi tutulmuştur (bk. ORUÇ; SEFER) .

islam alimterinin dinen teşvik edilen ah­laki erdemlerden olduğu hususunda fikir birliğine vardıkları, misafiri ağırlamanın fıkhi hükmü hakkında iki temel yaklaşım vardır. Ebu Hanife, Malik, Şafii ve ulema­nın çoğuna göre misafiri ağırlamak sün­nettir. Ahmed b. Hanbel'den gelen bir ri­vayete ve Leys b. Sa'd'a göre ise misafiri bir gün bir gece ağırlamak vaciptir (Ne­vevl, Xl!, 30, 31 ). Leys b. Sa'd, bu konuda Nisa süresinin 148. ayetiyle Hz. Peygam­ber'in, "Kim bir kavmin yanına inerse onu ağırlamak onların üzerinedir" hadisini (EbO DavOd, "Sünnet", 5) delil getirmek­tedir (İbn Abdülber, XXI, 45) İmam Şafii. bfıdiyede olsun şehirde olsun misafiri rne­karim-i ahlak çerçevesinde ağırlamayı ye­rine getirilmesi gereken bir görev sayar

172

(a .g.e., XXI, 43). Hadis alimleri misafir ağırlamanın çadır halkı (ehı-i veber) için ol­duğu , şehir halkı (ehı-i hadar) için bunun gerekınediği yolunda Hz. Peygamber' e nisbet edilen sözü uydurma kabul etmiş­lerdir (a.g.e., XXI, 44; Nevevl, ll, 19) . An­cak çölde yolculuk yapan, zor durumda kalan ve hayati tehlikeye düşmesinden korkulan kimsenin ihtiyacının karşılan­masının farz olduğunda şüphe yoktur. Kalacak yer ve yeme içme hususunda çe­şitli imkanların bulunduğu şehirlerde ise durum daha farklıdır. Bu gibi yerlerde dahi insanların güç durumlarda kalabile­ceğini ve Hz. Peygamber'in misafiri ağır­lamayan kişilerde hayır olmadığına dair sözlerini dikkate almak gerekir (ayrıca b k. İbn Abdülber, XXI, 42-48; Nevevl, ll , 18, 19; Bedreddin el-Ayni, XVIII, 220-226; Mv.F, XXVIll, 316-319).

İbrahim ei-Harbi, misafire ikramla ilgili 132 hadisi İkramü'c;l-c;layf adlı eserinde bir araya getirmiştir. İslami literatürde misafirlik konusu ahlaki yönüyle daha çok İbn Kuteybe'nin <uyunü'l-al)bar'ı, İbn Abdülber en-Nemerl'nin Behcetü'l­mecalis'i gibi edep türü eserlerde ele alınmıştır. İslam kültürünün ve terbiyesi­nin en önemli kaynaklarını oluşturan bu tür eserlerde konuya dair hadislerle alim, edip ve şairlere ait özlü sözlere yer veril­diği görülür. Ayrıca Ma'mer b. Müsenna'­nın Kitabü'c;i-Pifan adlı bir eseri vardır (İbnü'n-Nedlm, s. 80; Keşfü '?·?Unün, II, I435).

BiBLiYOGRAFYA :

Wensinck, el-Mu'cem, "c,lyf" md.; el-Muvat­ta', "Şıfatü'n-neb!", 4; Müsned, IV, 31; VI, 385; Buhilri. "Ni.kal)", 83, "Bed'ü'l-val)y", 1, "Şavm",

54, 55, "Edeb", 31, 84, 85, 87, "Tefsir", 59/6, '·' Ri}5a}5". 23, "Mena}5ıbü'l-enşar", lO; Müslim, "lman", 74, 75, 76, 77,252, "Şıyam", 182, 192, "Eşribe", 140,143,172, "Lu}5a~a", 14, 15, 16, "Fe:i:a'ilü ' ş-şal)abe". 92; Ebü DavCıd, "Sünnet", 5; İbn Sa' d, et-Taba~at, ı , 73; III , 283; V, 61; İbn Şebbe. Taril]u 'l-Medineti 'l-münevvere, ı , 235; Pakihi, Al]baru Mekke, Beyrut 1414, II, 6; İbn Ebü'd-Dünya, Mekarimü 'l-al]la~ (nşr. Mecdl Seyyid lbrahim). Kahire 1411/1990, s. 26; Tabe­ri, Cami'u'l-beyan, II , 97; III, 6; İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 80; Kudai, Müsnedü'ş-şihab (nşr.

Harndi Abdülmedd es-Selefi), Beyrut 1407/1986, I, 445; İbn Abdülber, et-Temhid (nşr. Mustafa b . Ahmed el-Alevi - M. Abdü lkebir el-Bekrl), Mağ­rib 1387/1967, XVIII , 287; XXI, 42-48; Divanü lugati't-Türk Tercümesi, I, 46, 85, 384; Gazza­li, i~ya', II, 8-18; Yaküt, Mu'cemü'l-büldan, IV, 355; Kurtubi, el-Cami', XIV, 38; Nevevi. Şer~u Müslim, ll , 18, 19; XII, 30, 31 ; İbn Kesir. Te{sirü '1-Kur'an, I, 298; Dedem Korkudun Kitabı (nşr.

Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1973, s . 2, 3; Ak­fehsi, Adabü '1-ekl ve 'ş-şürb ve 'z-zıya{e (nşr. Ab­düli lah Nebhan- Mustafa el-Hadari), H alep 1994, s . 63-76; Kalkaşendi, Şubf:ıu'l-a'şa (Şemseddin),

I, 466, 467; İbn Hacer. Fetf:ıu'l-bari(Sa 'd). XXII, 335-340; Bedreddin el-Ayni, 'Umdetü'l-~ari, Kahire 1392/1972, XVIII , 220-226; İbn Hacer ei-Heysemi, el-İnafe {ima ca~ fi 'ş-şada~a ve'z­zıya{e (nşr. M. Abdülkadir Ahmed Ata). Beyrut 1411/1991, s . 60-71 ; Keş{ü'?·?unCın, ll, 1435; Şibli Nu'mani, İslam Tarihi: Sadrü 'l-İslam 1/(trc. Ömer Rıza ı Doğru 1 ı). İstanbul 134 7/1928, I, 311, 514; Abdülhay ei-Kettani, et-Teratibü'l­idariyye (Özel), Il, 201-207; "J;Jıyafe", Mv.F, XXVIII, 316-319.

~ MUSTAFA ÇAGRICI

r

L

MiSAK (J~f)

Antlaşma, sözleşme anlamında bir terim.

_j

Sözlükte "güvenmek, itimat etmek" manasındaki sika (vüsük) veya "sağlam ve muhkem olmak" anlamına gelen vesaka kökünden türemiş bir isim olan misak "kuwetli ahid ve antlaşma" demektir. Di­ni metinlerde "Allah ile peygamberler ve kullar arasında gerçekleşen antlaşma"

anlamında kullanılmaktadır.

Gerek kişi ve kabileler gerekse hüküm­dar ile tebaası arasında cereyan ettiği şekliyle siyasi manada sözleşme eski Me­zopotamya kültürlerinde sıkça rastlanan bir uygulamadır. Ancak tarafları Tanrı ve insanlar olan ahidleşme inancının eski İs­rail dinine has bir kavram olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir (EJd., V. 1022).

insanlar ve tanrılar arasında ahidleşme fikri, özellikle adağa dayalı törenler bağ­lamında Yakındoğu dışındaki kültürlerde de bulunmaktadır (ERE, IV, 208-209).

İlahi seçilmişlik ve ahid temalarının merkezi konumda bulur.ıduğu Tevrat'ta siyasi sözleşme türünün yanı sıra biri va­ad, diğeri ahidleşme şeklinde olmak üzere iki ilahi sözleşmeden bahsedilmektedir (ER, ıv. 134-135). Tanrı'nın Nuh, İbrahim ve Davüd ile yaptığı. onlara yönelik karşı­lıksız vaadini ifade eden sözleşmeler ilk türden ahid kapsamında yer alırken (Tek­vln. 9/8-17; 17/2-22; ı. Samuel, 7/8-16) Tan­rı ile İsrailoğulları arasında gerçekleşen sözleşme ikinci türü oluşturmaktadır (Tesniye, 26/!6-19) . Tevrat'ta ahid veya misak karşılığında İbranice berit dışında edut (Çıkış, 25/16; Levililer, 16/1 3) vealah (Tekvln. 26/28) kelimeleri de kullanılmak­tadır.

İnciller'de ve Pavlus'un Mektupları'nda Isa Mesih'in gelişiyle başlayan yeni bir dö­nemden ve Tanrı ile hıristiyanlar arasın­da cereyan edip İsrailoğulları ile yapılan ahdin yerine geçen yeni bir ahidden bah-

Page 2: MiSAK · 2020. 9. 1. · MiSAFiR misafirini gücü yettiğince özel ikramlar la ağırlar, ikinci ve üçüncü gün aile efradı ne yiyip içiyorsa onu ikram eder. Misafir üç

sedilmektedir (Luka, 22/20; Koriritos lu­lara Birinci Mektup, I 1/2 5; Kori ntoslula­ra İkinci Mektup, 3/12- I 8). Ahid kavramı­

nın yanında reformist (Calvinist) Hıristi­yanlık içinde gelişen ve "ahid teolojisi" ola­rak isimlendirilen diğer bir inanışa gö­re Tanrı en başta bütün insanlık adına Adem'Ie bir ahid yapmış. bu ahdin ihlal edilmesi üzerine seçilmişler adına ikinci Adem konumundaki Isa ile yeni bir ahid gerçekleştirmiştir. Kurtuluş ise bu son ahde girmeye bağlı görülmüştür (ERE, IV, 216)

Kur'an-ı Kerim'de sika kavramı dokuz ayette yer almakta, yirmi beş ayette de misak kelimesi geçmektedir (M. F. Abd ü I­baki, ei-Mu'cem, "vş~" md.). Kur'an'da ah id ve misak kelimeleri genellikle birbi­rinin yerine geçecek şekilde kullanılmakla birlikte ahid geniş manada her türlü di­ni, siyasi ve sivil anlaşmayı ifade etmekte (bk.AHİD ). misak ise daha ziyade dini ma­hiyette ve bir nevi kayda bağlanmış veya pekiştirilmiş sözleşmeye işaret etmekte­dir. Nitekim Allah'ın, tevhid dinini yay­mak ve kendilerinden sonra gelecek pey­gamberi tasdik etmek üzere bütün nebi­Ierden -ve ümmetlerinden- aynı şekilde

peygamberlere ve ilahi emir ve nehiylere uymakonusunda inananlardan aldığı söz­den bahseden, ayrıca ilgili sözleşme hü­kümlerini de zikreden ayetlerde çoğun­lukla misak kelimesi kullanılmaktadır (el­Bakara 2/83-84; Al-i im ran 3/8 ı ; el-Maide 5/ 12- ı 3). Bazı hadislerde insanlar arasın­daki yemin (D ari ml, "Ri~a~". 92; Müslim, "Tevbe", 27) veya anlaşma (Buhar!," Me­gaz!", 10; Müslim, "Cihad", 98) veAllah'a verilen söz (Buhar!, "Megaz!", 14; Müs­lim, "İman", 299 ) kapsamında olmak üze­re misakla ahid yan yana zikredilmekte, fakat Allah'ın Adem'in zürriyeti, peygam­berler, Ehl-i kitap ve alimlerle ahidleşme­sine atıf yapılan yerlerde genellikle sadece misak kullanılmaktadır (Müsned, ı , 272; V. 135; Dariml, "Mu~addime", 56, 57).

Bazı müfessirlere göre ahid kelimesiyle Allah'ın kullarını sorumlu tuttuğu bütün emir ve nehiyler, misak ile de bunları te­kit eden deliller kastedilmektedir (Fah­reddin er-Razi, XIX, 46; Kurtubl, IX, 307-308) . Elmalılı Muhammed Harndi'ye gö­re Allah başlangıçta Adem'in zürriyetiyle iman ve kulluk üzerine ezell bir anlaşma yapmıştır: insan aklı ve yaratılışı da bu anlaşmayı desteklemektedir (Hak Dini, 1, 245; b k. BEZM-i ELEST) Bilhassa "Allah ile insanlar arasındaki sözleşme" mana­sında kullanıldığında ahidie misak arasın­da ince bir anlam farkı göze çarpmakta-

dır. Buna göre ahid aralarındaki anlaş­maya dayanarak Allah 'ın insanlar üzerin­deki hakkına, onlara yönelik vaad, emir ve bilgilendirmesine (el-Bakara 2/40; er- . Ra'd 13/20; en-Nahl 16/9 1; Yasin 36/60),

misak ise insanların Allah'a verdikleri sağ­lam söze (el-Bakara 2/93; en-N isa 4/155; el-Ma ide 5/7) işaret etmektedir. Kur'an'­da Allah'a karşı gelmekten sakınan mü­minlerin vasıfları sayılırken ahde vefa gösterme özellikleri de belirtilmektedir (el-Bakara 2/1 77; Al-i im ran 3/76; er-Ra'd ı 3/20; krş. el-Mearic 70/32). Ayrıca inanan­ların, antlaşmaların hükümlerine riayet ettikleri müddetçe müslüman olmayan tarafiara da verilen söze göre uygulama­da bulunmaları emredilmektedir (et-Tev­be 9/4, 7). Kur'an'da bunlardan başka Al­lah adına verilen ahdin bozulmaması is­tenmekte (en-Nahl 16/91 ), muahedele­rine sadık kalanlara büyük mükafat vaad edilmekte (el-Feth 48/10) ve Allah'a karşı ahidierini hiçe sayanların ahirette hiçbir pay alamayacakları haber verilmektedir (Al-i im ran 3/77)

BİBLİYOGRAFYA :

Ragıb el-isfahani, el-Mü{redat, "vş]5" md.; Lisanü 'l-'Arab, "vş]5" md.; M. F. Abdülbaki, el­Mu'cem, "vş]5" md.; Müsned, 1, 272; V, 135; Darimi, "Mu]5addirne", 56, 57, ~'Ri]5a]5", 92; Bu­hari, "Megazi" , 10, 14; Müslim. "!man", 299, "Cihad", 98, "Tevbe", 27; Fahreddin er-Razi, Me{atil:ıu'l-gayb, ll , 148; lll, 142; XIX, 46; Kur­tubi, el-Cami', IX, 307-308; Elmalılı, Hak Dini, 1, 245; Salih Uzeyme, Muştalaf:ıiit f5ur'iiniyye, Beyrut 1414/1994, s. 394-397; F. M. Denny, "Sorne Religio-Cornrnunal Terrns and Concepts in the Qur'an", Numen, XXIV, Leiden 1977, s. 47-59;C. E. Bosworth, "Mitha]5", Ef2(1ng.), VII, 187-188; M. Weinfeld, "Covenant", EJd. , V, 1012-1022;J. A. MacCulloch, "Covenant", ERE, IV, 206-209; W. A. Brown. "Covenant Theology", a.e., IV, 216-224; D. R. Hillers. "Covenant", ER, IV, 134-136.

r

Iii SALiME LEYLA GüRKAN

MiSAK-ı MiLLi ( ~J~ )

Osmanlı

Mebusan Meclisi tarafından ilan edilen ve barış şartlarını açıklayan bildiri.

L ~

Ahd-i Milll ve Peyman-ı Milll olarak da ifade edilir. Hazırlanmasına Erzurum ve Sivas kongrelerinde başlanmıştır. Musta­fa Kemal Paşa, 12 Ocak 1920'de çalışma­larına başlayan Meclis-i Meb'Gsan'ın seçi­len bazı üyelerine bir grup oluşturmala­rını ve kongrelerde alınan kararlar doğ­rultusunda milll istekleri karşılayacak bir program hazırlamalarını tavsiye etti. Baş­ta Rauf Bey (Orbay) olmak üzere Kuva-yi

MISAK-ı MiLLI

Milliye taraftarı mebuslar istanbul'a gel­diklerinde meclis ikinci başkanı Hüseyin Kazım Kadri Bey'in öncülüğünde düzen­lenen bir metinle karşılaştılar. Bu sebeple Ahd-i Milli adıyla bir komisyon kurularak değişik m etinierin birleştirilmesine karar verildi. Komisyon çalışmalarını sürdürür­ken Mustafa Kemal Paşa sekiz maddeden oluşan bir metni Rauf Bey' e gönderdi. Ko­misyon. ana ilkeleri itibariyle Erzurum ve Sivas kongreleri kararlarını yansıtan ve mecliste oluşturulan Felah-ı Vatan grubu­nun programı olarak düşünülen bu met­ni bütün meclis üyelerinin kabul edebile­ceği şekilde yeniden düzenledi. Mustafa Kemal'in metninde, Sivas Kongresi karar­larının birinci maddesindeki gibi, 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'nin imza­lanması esnasında Türk ordularının bu­lunduğu hattın içinde kalan, müslüman çoğunluğun yaşadığı toprakların fiilen ve­ya hükmen hiçbir sebeple ayrılma ve bö­lünme kabul etmez bir bütün olduğu (md. ı ) . Arap çoğunluğun yaşadığı toprakla­rın geleceğinin tayini hakkının Arap hal­kına ait bulunduğu (md. 3) açıklanıyordu

(Atatürk'ün Bütün Eserleri, VI, 163-166).

Wilson prensiplerini esas alan komis­yon, "mütareke hattının içinde ve dışında kalan topraklar" kaydını koyarak 1 914 yı­lındaki Osmanlı topraklarının bölünmez olduğunu ortaya koydu. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson'un ba­rış şartlarına göre Osmanlı toplumlarının geleceği halkın serbest oyu ile belirlene­cekti. Osmanlı hükümeti bu prensibi esas alarak mütarekeyi imzalamıştı. Komis­yon, mütarekenin imzalandığı sırada Türk askerinin hakim olduğu toprakların bize ait olduğunu söylemek yerine işgal edilen yerlerin dışında kalan topraklara sahip çıkarken işgal altındaki topraklar­dan da vazgeçmediğini açıklamaktaydı. Ahd-i Milll Beyannamesi adı verilen me­tin, 28 Ocak'ta Meclis-i Meb'Gsan'da ya­pılan özel bir toplantıda 121 me b us tara­fından imzalandı. Bazı kaynaklar bu met­nin meclisin gizli oturumunda kabul edil­diğini yazarsa da meclis o gün herhangi bir oturum yapmamıştır. Konu dış mese­leleri yakından ilgilendirdiği için yayım­lanmadan önce hariciye memurları tara­fından incelenmesi ve tercüme edilmesi, bunların tamamlanmasına kadar gizli tu­tulmasına karar verildi. Mustafa Kemal Paşa. Rauf Bey'e gönderdiği bir yazıda "mütareke hattının içinde ve dışında" ifa­desiyle sınır konusundaki prensiplerden bir hayli uzaklaşıldığını hatırlattı. "Sınır konusunda esas milliyettir" diyen Rauf

173