modernleŞme İkİlemİ Üzerİne bazi...
TRANSCRIPT
isliimi İlimler Dergisi, Yı14, Sayı 1-2. Bahar-Güz 2009 (371-384)
MODERNLEŞME İKİLEMİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER*
Yazan: Hakan ARVIDSSON"
Çeviren: Adnan Bülent BALOÖLU'''
Modernleşme müphem, fakat popüler bir kavramdır. O, endüstrileşme, şehirleşme, sekülerleşmeye ilave olarak, insanların örtleri, hayat amaçlan ve düşünce tarzlarıyla alakah olan geçici yan tesirler gibi bir takım devrimci görüngüleri özetierne teşebbüsünde bulunan mücmel bir terimdir. Modernleşme, modernite ve modernizm aynı zamanda izafidirler; yani kendilerinin karşı savı olan 'gelenek'in karşısına yerleştirilmedikleri takdirde boş kavramlardır. Nihayette modernite, çabucak geçer ve değişebilirdir. Modem olan hiçbir şey uzun sürmez. Dünün dünyasına ait olan her şey gerçekte gelenekseldir ve yalnızca 'hemen şimdi'yi karakterize eden şey modemdir.
Dünyanın modemleşiyor olduğu fikrinin izlerini tarihte bulmak kesiİılikle mürnkı;indür, fakat bilimsel ve sistemli şekliyle bu fikir on dokuzuncu yüzyıl sosyal düşüncesinin ürünüdür. O çağda insanlar, Avrupa'nın değişim sürecinin yeni şekillerde ve temposu gittikçe artan bir biçimde olduğunu gözlemleyebiliyorlardı. Her şeyden önce onların gördükleri ve sürekli tahlil etmeye çalıştıklan şey, yalnızca zengin-fakir ve işçi-işçi olmayan arasındaki gibi bir geleneksel ayrımdan öte toplumsal hayatın ayrışması idi. Bu ayrışma yeni şec killer almasına rağmen kesinlikle devam etmiştir. Yeni ayrışma sadece yatay değildi, fakat aynı zamanda ve her şeyden öte o, insanların değerlerini, hayata bakışlarını ve kendi imajlarını da etkileyen dikey bir ayrışmaydı.
Bu görüş, farklı kavramlar kullanmalarına ve farklı sonuçlara ulaşmalanna rağmen büyük tarih sosyologlan tarafindan geliştirilmiştir. Karl Marx, bu ayrışmayı yeni, ekonomi ve siyasetin daha önce bilinmeyen bir ayrışması olarak sunar. Ekonomi, monarşik devletin siyasi bürokrasisinden bağımsız hale gelir. O, kendisini bir pazar/piyasa olarak tesis eder ve ardından, toplumun yönetilmesiili daha da güçleştiren siyasi kararlan veya düzenlemeleri dikkate almaksızın kendi kurallarını takip eder. Mevcut/görünen gücün arkasında gizli, ancak sırasıyla bürokrasiyi ve yöneten imtiyazlı hiyerarşiyi kenara iten gerçek güç vardır.
• Bu makale, Kurt Almkvlst ve Kay Glans'ın edltörlüğünü yaptıklan The Swedish Success Story? lslrnll eserin 47-61 sayfalan arasında yer almakta olup özgün adı, "Reflections on the Dilemma of Modem!satlon"drr (Axel and Margaret. Ax:son Johnson Foundation: 2004, Stockholm).
•• Roskilde Üniversitesi Tarih bölümü öğretim görevlisi. Aıvldsson'un çalışma sahası esas itibariyle, mukayeseli, ideolojik ve sosyo-tarihi perspektiften Avrupa'nın modernleşme süreci lle ilgilidir.
••• Prof. Dr., Stockholm Sosyal işler ve Dlrı Hizmetleri Müşavlrl. .
372 İsLAMi İUMLER DERGisi
Ekonomi ve siyaset arasındaki bu aynşma, Marx'ın hem devrtm hem de yabancılaşma teartlerinin bizzat temelidir. Modem kapitalizm, kısmen yöneten zümrenin İcraatlarının 'güç' realitesiyle arbk uyuşmaması, kısmen de modemi tenin bireyler arasındaki organik bağları çözmesi, arıları birbirlerinden tecrit etmesi ve bireysel hayatlarını uyuşumsuz rollere bölmesi sebebiyle başarısızlığa mahkümdur. İnsarılar, hayatlarını hem genel hem de özel yaşarlar; onlar hem bireydirler hem de toplulukturlar, dahası arılar hem üreten hem de tüketendirler. Neticede bütüncül/yekpare hayat imkansızdır ve insarılar hem diğerlerine (toplum) hem de kendilerine yabancı kılınmışlardır. 1
Alexis de Tocqueville gibi daha az spekülatifbir düşünür bile modemitenin imajını toplumun aynşması olarak sunar, fakat kitleler ve devlet bağlamında onu bazen de sivil toplum ve devlet olarak formüle eder, Gözlem, Marx'a yabancı olmamakla birlikte onu farklı neticelere ulaştırır. Marx'ta devrtm nasıl bir saplantı idiyse. aynı derecede Tocqueville'de de ondan sakınmak bir saplantıydı. Tocqueville için bunu başarmanın yegane yolu, kitleleri etkilemekten, eşitlik ve demokrasiyi kabul etmekten geçiyordu. Ne var ki burada da bir tehlike yatmaktadır. Söz konusu yeni ikili bölünmenin, toplumda önceleri devletin gücünü yumuşatan ve sınırlayan bütün özerk güçleri (mesela aristokrasi) yok etme tehlikesi vardır. Modem toplum, her şeyi gözetleyen, düzerıleyen, -devlet her ne kadar yardımsever olsa da- .kitlelerin hayatlarını sevk ve idare eden ve aynı zamanda arıların görüşleri ve değerleri üzerinde hakimiyet kuran yeni bir despotizm tipi olma tehlikesini taşır. 2
Alman sosyolojisi de benzer düşünce silsilesini takip etıniştir: Özellikle Ferdinand Tönnies, "Gemeinschaft ve Gesellschaft" ikili kavramıyla ilk modemite tartışmalarını derinden etkilemiştir.3 Bu iki kavramı esasen tercüme etmek mümkün değildir. İsveç ve Angio-Sakson araştırmalarında bu iki kavrama sık.lıkla "sivil toplum ve devlet" olarak atıfta bulunulur, fakat burılardan "küçük dünya ve büyük dünya" şeklinde bahsetmek veya Habermas'a hürmetenorılan "hayat dünyası ve sistem dünyası" olarak adlandırmak belki daha da uygun olabilir. Aynı şekilde burada da problem bu ikili tasnifin bizzat kendisindedir; kavramların. zamanın yeniliğini en iyi yakalayacak şekilde nasıl arılaşılması gerektiği hususundadır. Alman toplumbilim terminolojisinde gesellsch.ajt.
1 Bu konu, Marx'ın hemen hemen bütün eseı:leıinde işlenmekle birlikte en belirgin biçimde şu eserde yer almaktadır: &onomic and PhUosophical Manuscripts of 1844 (Moscow 1967).
2 Alexls de Tocquevllle, Democracy in America. Ed. J.P. Mayer ve Maw Lemer; London: Fontana 1994.
3 Ferdlnand Tönnies, Gemeinschajl: und Gesellschajl:: Grııııdbegri.ffe der reinen SoziDlogie. Darmstadt: Wissenschaftllche Buchgesellschaft 1979. (Gemeinschajl: = cemaat/topluluk, gesellschajl: = cemiyet/toplum. Gemeinschajl:. geleneksel toplum anlayışını Ifade eder. Yani 'sıcak'. samiml, bir nevi köy tipi toplumsal ilişki ve iletişim tarzına denk gelmektedir. Gesellschajl: Ise 'soguk', rasyonel ve büyük şehir tipi toplumsal ilişkilerine verilen addır. Tönnies'e göre. adına bugün 'modemite' dediğiı:İıı:z. gemeinschafttan gesellschafta dogru bir evrim gerçekleşmektedir.) Söz konusu kavramların daha net bir biçimde anlaşılabilmesi için katkıda bulunan değertl kardeşim Yrd. Doç. Dr. Süheyl Ünal'a teşekkür borçluyum. Parantez Içindeki biigı notu kendisine alttlr. (ç.n.)
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 373
devletten çok daha öte bir anlama sahiptir. Bu kavram, kurumlarm (hem özel hem devlet) doğal, organik toplumu gözden çıkarma pahasına büyümesine izin veren bir modemite temayülünü ifade eder. Gesellschaft, toplumsal işlevIerin bütün rasyonel düzenlemesini kapsar. Bu, modernleşmede, insaniann sadece toplumsal rollerinde değil, fakat aynı zamanda bireysel yaşamlannda da rasyonelleşmeye, bürokratikleşmeye doğru bir gelişmenin bulunduğunu gören Max Weber'in de yorumuydu.4
Bu güçlü düşünce geleneğinde -ki burada sadece temas edilmiştir- mevcut aynşma fıkri her halükarda yegane ortak özellik değildi. Bütün bu düşünürler modemiteyi aynı zamanda acımasız bir güç olarak algılamışlarclır. Bu acımasız güç, insan iradesiyle veya eylemiyle durdurulamazdı. Arka planda, modernizmin on dokuzuncu asrın sonlannda ve yirminci yüzyılın başlanndaki acımasızlığına olan inancı ve de bunun uyandırdığı endişeyi anlamak zor değildir. En önemli neden elbette ki sadece değişim korkusuydu. Şu anda neye sahip olduğunuzu biliyorsunuz, ancak gelecekte ne elde edeceğiDizi biliyor musunuz? Neticede, ilk işçilerin protestolan bizzat modemleşmeye yönelikti. Kendi çalışma şartlannda köklü değişiklikler meydana getiren canavan yok etmek isteyen İngiliz işçilerin durumu buydu ve aynısı, 1870 yılında İsveç'in Sundsvali şehrinde greve giden kereste fabrikası işçileri için de geçerliydi (İsveç:in ilk ciddi işçi anlaşmazlığı). İşçiler, efendinin sözleşmeyle işe aldıkları da dahil, kendi hane halkının tamamının geçimini sağlamayı hükme bağlayan eski köle kanunlarının iptalini protesto etmişlerdir. Sundsvall'daki işçiler de kendi beşer haysiyetleiinin iadesini talep etmekteydiler, ne var ki bu mücadeleyi eski düzeni yeniden ikame edecek bir tarzda yapmışlardır.
Bu dönemde yöneten muhafazakar tabakanın bizatihi kendisinin modernleşmenin ateşli muhalifi olduğu gerçeği dikkate alındığında, işçilerin ciddi bir kararWıkla bastırılmaları oldukça ilginçtir. Bu tabaka, en azından alt tabaka gibi, aynı oranda endüstrinin anti-kapitalist muhalifiydi. Sadece birkaç kişi bu anormalliği fark etmiştir. Özellikle, Alman işçi lideri Ferdinand Lasalle bu durumu görmüş ve Bismarck'a, tamncı muhafazakar Alınan aristokrasisi (Junlcers) ile sosyal demokrasi arasında anti-kapitalist bir ittifakın oluşturulması teklifinde bulurımuştur.
Şu ana kadar söylenen şeyler modernleşme probleminin özünün, toplumun iki temel işleVini birbiriyle kapıştırmak ve aralanndaki anlaşmazlığı abartmak olduğunu göstermek için tasarlandı. Bu iki işlevden biri siyasi olup görevi düzeni muhafaza etmektir. Diğeri ise iktisadidir, bunun vazifesi de insanlarm maişetlerini teminat altına almaktır. Toplumun kendi varlığını güvence altına alabilmesi, ancak bu ikisi arasında bir dengenin kurulması ile mümkündür.
4 Max W eber. Economy and Society: An outline ofinterpretive sociology. Berkeley ve London: University of Californla Press 1979.
374 İsı..AMi İLIMLER DERGISI
Marx, modernleşmenin siyaset ve ekonomi arasında bir bölünme anlamına geldiği hususunda haklıdır; ancak modernleşme problemini salt iktisadi bir problem olarak görmede haklı değildir. Diğer taraftan Tocqueville, modemleşmeyi sadece siyasi bir meydan okuma olarak algılama eğilimindedir. Bu klasik sosyologlar, gelenek ve modernizm arasındaki anlaşmazlığın hallini imkansız görerek bu zıtlığın pekişınesine katkıda bulunmuşlardır. Bununla birlikte, yeni tarihsel görüngüler hakkındaki genel gözlemleri dikkate alındığında onların her birinin kendi zaYiyelerinden haklı olduklarını söylememiz mümkündür.
On dokuzuncu asrın sonlarındaki modernleşme bütün Avrupa ülkelerini boğan bir sele benzer; o, her ne kadar farklı zamanlarda gerçekleşse de her yerde tamamıyla şu aynı ikileme yol açmıştır: düzenin ve kaynakların (veya çağdaş kavramıyla, büyümenin) sağlanmasının nasıl dengeleneceği. Modernleşmenin bizzat kendisindeki itici güç, yeni teknoloji ve daha etkin bir organizasyon vasıtasıyla refah artışının ve sermaye birikiminin imkanı olduğundan, kaçınılınaz olarak dengeli paylaşım alarıma da tecavüz edecektir. Modemleşme hem yöneten sırııflara hem de toplumun öteki kitlelerine bir tercih sunar. Bu tercih [modemleşmek), çok büyük riskierin yanında aynı zamanda sınırsız fırsatlar anlaniına da gelen hesaplanamaz sonuçlar taşır. Dolayısıyla bu onun, sosyal toplumu kaçırulınaz olarak iki kampa bölınesi demektir. Bu iki kamptan birincisi, güvenliğe öncelik verip böylece eski ve yeni olanı muhafaza altına almayı anrularken, ilerlemenin yegane yolunun risk almaktan geçtiğini kabu1 eden ikincisi ise refahın sürekli artmasını talep eder.5
Modernleşmenin aşikar eğilip bükülmez tabiatı bu hakikatle alakalıdır. Fransız Devrimi gibi erken sayılabilecek bir tarihte, güvenlikten ve eski rejimden (ancien regime) kazanacağı hiçbir şeyin olınadığını. fakat geleceğe yeni adımlar atmaktan çok şeyler kazanacağını hisseden bir toplumsal kitlenin mevcut olduğu açıktı.
Değişime yol açan ve uyuma zorlayan bütün olaylarda olduğu gibi, modemleşmenin kendisi de hem bir nimet hem de bir beladır. Birçok maddi hususta hayatı daha konforlu yapar ve refahımızı arttırır. Ayrıca o, toplumun ihtiyaçlarını temin etmede zorunlu olan emek girdisini kolaylaştırır ve süresini kısaltır. Her halükarda bu, modernleşmenin bizim toplam emek girdimizi azalttığı anlamına gelınez. Zira bu, insanların ihtiyaçlarını arttıracağı veya onları karşılama vasıtası olarak aynı oranda yenilerini icat edeceği şeklinde otomatik bir tepkinin gelişiyor görümnesi sebebiyledir. İnsanlar bugün oldukça
5 Bu toplumsal çekişmenin gözleml. çok derin taıihsel köklere sahiptir. Bu en erken Plato'nun Cumhuriyet (Republic)'lnde yer alır ve klasik siyaset felsefesinde merkezi bir rol oynar. Bu konu son yıllarda Amerikalı şehir taıihçisi Jane Jacobs tarafından şu eserde gündeme getlrilıniştlr: Systems of Survival: A dialogue on the moralfoundations of commerce and politics. New York: Randam House 1993.
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 375
endüstrileşmiş bir dünyada, geçmişteki insanlardan daha az çalışmamaktadırlar. Bugün biz boş zamarn bile bir tür çalışmaya dönüştürdille Boş zaman dahi dikkatlice planlanır ve hiçbir şey şansa bırakılmaz. Bununla birlikte modernleşmenin gerçek tehlikesi, onun toplumsal düzeni ve toplumun istikrannı tehdit etmesinde yatmaktadır. Modernleşmenin sakin dönemleri, onun düzenli bir tempoda devam ediyor göründüğü, değişimierin önceden tahmin edilebilir ve siyasi olarak kontrol edilebilir olduğu anlardır; fakat belli aralıklarla o, toplumu bir tür şok muamelesine de maruz bırakır.
On dokuzuncu yüzyılda ve yirminci asnn ilk orılu yıllarında Avrupa'yı baştanbaşa süpüren muazzam modernleşme dalgasında durum bu minval üzereydi. Modernizmin etkisi toplumdan topluma değişmekle birlikte, her toplum güç ve mutabakat noktasında ortak bir problemle karşı karşıya kalıyordu. Geleneksel güç nüfuzunu elinde bulunduran sınıflara göre modernleşme, yeni teknoloji ve üretim biçimlerinin mülkiyetini elde edebilmek için kabul edilmesi zorunlu bir musibetti. Bu musibet, kısmen modernleşmenin bir şartı, kısmen de bir sonucu olan sosyal, siyasi, hukuki ve zihni bir alt üst oluşu ifade ediyordu. Söz konusu sınıflar birbiriyle çelişen hedefler arasında bir seçim yapmakla yüz yüzeydiler. Bütün bu dönem boyunca onların siyasi gayretleri bir tercihte bulunmaktan kaçınmaya veya onun arzu edilmeyen etkilerinden sakınriıaya yönelikti.
Her yerde geçiş süreçlerini denetim altına almak ve sınırlar içinde tutmak suretiyle ikilemi çözmek, modernleşmeden endüstrileşmek, sosyal, siyasi ve zihni sonuçlar olmaksızın teknolojiyi, üretim kapasitesini, mal fazlalılığını ve zenginlikleri elde etmek için teşebbüsler vardı. Birkaç istisnası dışında bu teşebbüsler başansız oldu. Bunun sebebi şudur: modernleşme, bir kez başladığında endüstriyel ve kentsel sektörlerin yeni ve sürekli artan beklentileriyle yaratılan baskıyla hareket eder. O, ne değişimlere yön veren soyut biryapı olarak bir ekonomi meselesinden, ne de kendisi vasıtasıyla iradelerini [başkalanna) mecbur eden [bir grup) münferit zengin sanayiciden ibarettir. Dahaziyade o, modemite ile şekillenen bir gelecek için çaba sarf eden, sanayileşmeye ve şehir hayatına bağımlı olan/kılınan -zengin ve fakir- bütün grupların bir bileşkesidir. Her şeyden öte işçi hareketi, üretken güçlerin gelişmesini yöneten kurallar teorisini benimsemiştir.
Bununla birlikte, modernleşme ilerledikçe, kontrol edilemeyen endüstrileşme ve modernleşmenin neden olduğu karmaşa ve mutsuzluğu görmezlikten gelmek gittikçe imkansızlaşıyordu. Yeni toplumsal hayatın ve yeni çalışma düzeninin nasıl organize edileceği sorusu, siyasi huzursuzluğun daimi nedeni olan acil bir problem haline geldi. Bu aşamada bile biz, Avrupa siyasetindeki müteakip gelişmeler üzerinde can alıcı etkiler icra etmeye başlayan iki temel model buluyoruz. Daha iyi bir tabir olmaması sebebiyle ben arılan AngloSaxon ve Alman modeli olarak niteleyeceğirn. Bu iki temel model arasındaki
376 İ~ı..t\Mi İıJMLER DERGISI
en dikkat çekici fark şudur: İngiltere, siyasi uzlaşmayı sağlamak ve ekonomik gücün bölünmesini engellernek suretiyle modernleşmenin toplumsal taleplerini karşılama yolunu seçmiştir. Alınanya ise gerçekte karşıt tatzı benimsemiş ve bir taraftan geleneksel siyasi düzen üzerinde denetimi sıkı tı,ıtarken, diğer taraftan da sosyal reformlar biçiminde ekonomik tavizler vermeyi tercih etmiştir.
Başka bir ifadeyle, İngiltere on dokuzuncu yüzyılın soruarına doğru kapitalist demokrasiye benzer bir görüntü sergilerken, Almanya, otoriter ve bürokratik sosyal kapitalizmi başarmıştır. Sonuç ise, billurlaşan sınıf çabşrnalarının, birinci dururnda ekonomik talepler vasfını, ikinci dururnda ise siyasi talepler vasfını alrnasıydı. Bu sebeple, İngiliz işçi hareketi bir sep.dika baRış açısıyla yönetilirken, Alınan hareketine siyaset hakim olmuştur.
Alınanya'da modernleşme travma vasfını aldı. Avrupa' dak< büyük ülkelerin hiç biri Alınanya kadar başarılı bir biçimde sanayileşmedt Elli yılda ülke kendini. milli parçalanmışlıktan ve ekonomik az gelişmişlikten kurtararak hem iktisadi hem de askeri bakırndan Avrupa'nın en güçlü milleti seviyesine çıkardı. Bunu, eski hakim seçkin sınıfları, yani arazi sahibi asilzadeleri (landed junlcers). bürokratları ve orduyu tahtlarından indirrneden başardı. Alınan kültürünün klasik romantik imajı da güçlü ve carılı kaldı. Eğitimli sınıflar ve aydın kesimi arasında, toplurnun geleneksel değerlerini.sanayileşmiş toplurnun avantajlarıyla birleştirebilecek yeni ve farklı bir rnodernite patikası bulmak için Alınanya'nın 'seçilmiş' olduğu fikri gelişti.
Modern olan şeylere karşı bu ikicil/ düa.J.i~t yaklaşım, on dokuzuncu asrın sorılan ve yirminci asrın başları boyunca n~redeyse bütün Alman düşüncesine yansırnıştır. Bunun en belirgin olanı, temel konuları ve kavram dizini es~ kiyle yeninin ortakyaşar (symbiotic) birliğj.nin hillyası üzerine dayanan Alınan sosyolojisindedir. Ne var ki yirminci asır sona ermek üzereyken bu ümit yerini urnutsuzluğa bırakmıştır. Geleneksel değerler ve sosyal biçimler sanayileş-
.· . '
me, şehirleşme ve pazarın acımasız dinamikleri tarafından kökünden sökü-lÜp ablrnalıdır. Bu umutsuzluk, Ainianya'da modernleşmenin öncü güçleri -endüstriyel bınjuvazi ve endüstriyel emekçi sınıflar- arasındaki tarihsel uzlaşmanın engellenmesi şeklinde bir travmaya sebebiyet verdi. Bu yol Weimar Cumhuriyeti döneminde bile kapalı kaldığında, bunun yerine Alınanya'nın, modernleşmenin dinamiklerini geleneğin istikrarıyla birleştirmek için yeni ve eşsiz bir tarzı belirleyecek bir karizrnatik devrim içinde yenilenmeyi başarması gerektiğine dair çaresiz bir umut doğdu. Böylece savaş arası yıllarda bir I?tle hareketi olarak Nazizrnin temelleri atıldı.
Şayet Alınanya modernleşmenin bir travmaya dönüşünün bir örneği ise, o halde Rusya da modernleşmenin zıvanadan çıkışının tipik bir örneğidir. Rusya, sanayileşmeye yaka-paça girmeye zorlanan bir ülkedir. Kırını savaşı vası-
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 377
tasıyla Çarlık, ülke endüstriyel ve teknolojik yenilenmeye başlamadığı sürece, kendi büyük güç statüsünü koruyamayacağını anlamak zorunda kalmıştır. Rejim tarafından seçilen patika, modemleşmeyi gerçekleştirmeden sanayileşmenin aşın bir başka türü idi. l86l'e kadar aristokratik bürokrasi ve özgür olmayan köylüler sınıfı üzerine inşa edilmiş olan Çarlık devleti, liberal buıjuvazinin doğmasından ne pahasına olursa olsun kaçınınayı arzulamıştır, Bu sebeple o, bağımsız girişimciler kadrosunun yerine devlet kurumlan ile yabancı sermayenin bir karışımını ikame etmeye çalışmıştır. Ortaya çıkan tablo, imtiyazlarını elde tutmak isteyen aristokrasinin talepleriyle sanayinin yatınm ihtiyacı ve hareketli işçi sınıfı arasında sürekli uzlaşıyı esas alan siyaset-denetimli bir devlet kapitalizmi idi. Birinci Dünya Savaşı'nın siyasi gerilimi altında bu proje çöktü.
Bolşevik rejim. eski rejimin ataerkil fikirleriyle köprüleri atan bir ideolojiye mutlaka sahipti, fakat aynı zamanda o, bu fikirlere şaşılacak derecede benzer yaklaşırnlara da sahip olmuştur. Bolşevikler, sanayileşmeyi ve üretken güçlerin büyümesini ilerlemenin yegane yolu görmekle birlikte eski rejimin. buıjuva toplumunun değerlerine ve ideallerine soğuk durma hissiyatını paylaşmışlardır. Onlar Çarlık gibi. fakat farklı nedenlerle, Rusya'yı kapitalizm, piyasa ve buıjuvazi olmaksızın modemleştirmeyi arzulamışlardır. O halde onların siyaseti -ideolojik amaçlarından tamamıyla bağımsız olarak- Çarın öngördüğü devlet sanayi programını tamamlamak üzerine kurgulanmıştı. Ne var ki onlar bunu Çarlığın bile başaramadığı daha fazla bir kararlılık ve acımasızlıkla yapmİşlardır.
İspanya. tabir caizse. hapsedilen/durdurulan/zaptedilen modemleşmenin (arrested modemisation) vuku bulduğu nadir bir Avrupa ülkesi örneği olarak ilginçtir. Aynı şekilde İspanya için de modernleşme. l898'de Küba'nın kaybedilmesinin ardından İspanyol sömürgeciliğinin çöküntüye uğramasıyla karar verilen bir harici zorlama olarak ortaya çıkmıştır. l898'den l936'daki iç savaşın başlangıcına kadar olan dönem, ümitsiz ekonomik durgunluk dönemidir. Dünya piyasasında İspanya. İsveç de dahil olmak üzere kendi geleneksel sanayi sektörlerinde bile yeni, endüstriyel olarak daha ileri toplumlarla yanşmak mecburiyetindeydi. Hiçbir hükümet arazi dağılımı veya sanayi krizi meselesini ele almayı başaramadı. Modernleşme yönündeki çabalar Kilise'nin ve aristokrasinin gücüyle daha doğarken bastınldı. Muhalif sınıfların hiçbiri inisiyatifi elde tutamadı. Aristokrasi başarısız oldu zira o, modemleşmeyi, buıjuvaziyi ve Sol'u ne kabullenebiliyor ne de reddedebiliyordu; çünkü onlar yenilenmenin nasıl yapılması gerektiğini ortaya koymaktan acizdiler. Gerçekte, yasal Cumhuriyet dahi aynı kategoriye düŞmüş, çaresizlik içinde bir sürü köklü çözümler aramış, geleneksel bir tepkinin temellerini atmıştır.
İç savaşta muzaffer olan İspanyol faşizmi, özde geleneksel bir hareketli. O, İtalyan faşizminin sözüm ona modem ililirasından tamamıyla yoksundu;
378 isLAMi iLIMI.ER DERGISI
Alman Nazizrninin mütecaviz yayılmacılıgından ve aşın ırkçılıgından ise çok uzaktı. Onun hedefleri sınıf çatışmalannı sona erdinnek, bölünmüşlügün üstesinden gelmek ve tarihin sonianmasını gerçekleştinnekti. Frankoculuk, geçmişe dönmek ve eski İspanya'nın erdemlerini ve degerierini yok etıne tehdidinde bulunan modernleşmeden vazgeçmek suretiyle İspanya'yı yeniden eski büyüklügüne kavuşturmak istiyordu.
*
İskandinavya hariç, Avrupa'daki ikinci endüstrileşme dalgası, bazen iç savaşa kadar varan, digerlerinde ise devletler arasındaki savaşlara katkıda bulunan keskin çatışmalarla damgalanmıştı, Her şeyden öte Rusya'da ve Dogu Avrupa'da modernleşme azıtınıştı; devlet eliyle planlanan, toplum mühendisliginde despotça uygulanan bir tecrübe olarak korkuyla kabul ettirilınişti ve gerçekte toplumun bütün kesimlerinin menfaatleriyle de çalışmaktaydı. Uzlaşma ve görüş birligi, kalkınmada sonraki bir döneme kadar -savaşın tah
ribatından ve hayali tecrübenin başarısız olmasından sonra- siyasi olarak mümkün çözümler olmamışlardır.
Bu arka plana mukabil, İskandinavya ve özellikle de İsveç modernleşmesi başarılı görünmektedir. Burada biz ne iç savaş ne de diger travmaları yaşadık. Aksine modernleşme, barışçıl bir müzakere süreci olarak gelişti. Bir dereceye kadar bu, tarihin şık bir sunumudur (streamlinedpresentation), fakat yine de İskandinavya'nın takip ettigi modernite patikasının huzurlu göründügü inkar edilemez. İsveç söz konusu oldugunda bunun açıklaması, tek tek endüstriyel menfaat gruplarının erken bir tarihte ve dogru zamanda uzlaşmayı başarmalarıdır.
Başlangıçta İsveç modernleşmesi, tabii olarak bazı önemli farklıliklar arz etse de Alman modeline dikkate deger benzerlikler göstermiştir. Esas benzerlik, hızlı sanayileşme ve toplum içinde sosyal ilişkilerin beklenmedik bir taı-zda yeniden yogrulmasıydı. Bir başka benzerlik ise, geleneksel, anti-liberal zengin arazi sahipleri tabakasının, memurların ve ordunun siyasi güç üzerinde güçlü bir nüfuza sahip olmalarıdır. Gerçi, İsveç arazi sahiplerinin gücü, Alman asilzadelerinin gücüyle asla kıyaslanamaz.
İkisi arasındaki asıl fark, milli devlet konusunun İsveç'in gelişmesini güçleştinilemiş olmasıdır. Almanya'da milli birleşme on dokuzuncu asrın esas siyasi meselesi haline gelıniş ve bu, Almanya'nın 187l'deki son birleşmesinden sonraki dönemde bile hakim konu olmaya devam etmiştir. İsveç ise tam tersine, Avrupa'nın en eski ve en homojen bölgesel devletlerindendir ve nispeten az problemle etrıik milli devlet rolüne soyunmuştur. Bu sürece köstek olan yegane zorluk, Norveç'le olan birleşmeyili ve nitekim bu birleşme oldukça dramatik bir biçimde modernleşmenin erken bir döneminde (1905'te) sona ermiştir.
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 379
Almanya, İsveç üzer:inde Birinci Dünya Savaşı'na kadar dikkate deger bir nüfuzasahip olmuştur. Gerçekte Almanya, yönetimi elinde bulunduran gelenekçiler için bir ideali temsil ediyordu. İsveç'in bilhassa sosyal reformlar ve otoriter siyaset birleşimi Almanya'yı kendine numune olarak almıştı. İkisi arasındaki benzerlik ise yöneten muhafazakar blok karşısında sanayiciler:in zq.yıf oluşudur. Bu, liberal güçler:in muhafazakarlık ile sosyalizm arasındaki tercihte kararsızlıga devam etmekle felce ugrama tehlikesine maruz kalmaları demekti. Bunu Gramsci'nın kavramlarıyla ifade etmek gerekirse, milli muhafazakar gruplar, ideolojik önderlikleri yüzünden siyasi gücü eller:inde tutmuşlar ve bu dönemde İsveç, başka hiçbir sosyal yapı ideolojik önderlik rolünü üstlenemedigmden hapsedilen/durdurulan/zaptedilen modernleşmenın tehdidi altında olmuştur.6
Bununla birlikte savaş esnasında, dünya siyasetinde İsveç'teki güç denge~ sini de etkileyen bir degişme vukua geldi. ı 9 ı 7 Rus Devrimi ile Almanya'nın ıeıS'deki yenilgisi İsveç siyasetini der:in bir taban kaymasına zorladı.7 Bunun akabinde meydana gelen şey, milli muhafazakar grupların tedrici bir moral çöküntüsüne ugraması ve aynı şekilde, liberal yönelimli sanayiellerle sosyal demokrat sanayi işçileri arasındaki ilişkilerde tedrici bir iyileşmenın gerçekleşmesiydi. Almanya'nın çökmesinden sonra, Bolşevik Devrimi'nın tehditkar gölgesi altında, eski güç ittifakı karaya oturdu. İttifak üyeleri artık kenc:İilerinin demokrasinin güçlerini elinde tutma kudretine sahip olmadıklarını anladılar. Aynı zamanda -aynı nedenlerle- sosyal demokratlar demokraside ve henüz sadece müphem bir biçimde ifade edilen bir endüstri vizyonunda ortak bir platform buldular.8
Nils Eden'in liderligindeki ilk sosyal demokratik-liberal yönetimi karakterize eden bu çözüm, ne var ki, istikrarlı olmaktan uzaktı. ı920'ler boyunca, sosyal demokrattarla muhafazakarlar arasında liberaller:in lehine olacak şekilde şiddetli bir mücadele sürdü gitti. Bu çekişme, ı930'ların başlarında etkileri İsveç'i bayagı ciddi bir biçimde vuran dünya ekonomi krizine kadar bir hal yoluna girmedi. Bu zaman itibariyle sosyal demokrasi, en azından uygulamalı siyaset açısından, sosyalleşme ögretisinden kendisini kurtarmış ve endüstriyel aktörler:in görev dagılımında daha faydacı bir yaklaşımı benimsemişti. ı920'ler:in sonlarında bir parça güç kazanan Komünist nüfuz da maıjinal konuma düşmüş ve parçalanmış vaziyette ı930'lar boyunca devam eden bir temayili olmuştur.
6 Gramsci'nin hakimlyet/hegemonya kavramıyla demek ıstediğim şey. sosyal tabakanın. yöneten tabaka haline gelmeden önce. kültürel. sosyal ve zihinsel anlamda önderltk yapan tabaka olması gerektiği dir. Anton! o Gramsci. The Modem Prince and Other Writings. London: Lawrence and Wishart 1957.
7 Mesela şu eserde şahit olundugu gibi: Eric Palmstiema. Orostid I 1914-1916 Politislca dabboksanteclmingar. Stockholm: Tictemas förlag 1952.
8 Sven Anders Söderpalm. Stoıjöretagama och det socialdemolcratislca genombrottet. Lund: Lund University Press 1969.
380 İslAMI İLiMLER DERGISI
Bununla birlikte, faydacılık (pragmatism), isveç siyasetinde l930'lann ortalannda başlayan sosyal demokrat hegernonyayı tek başına açıklayamaz. Sosyal demokrasinin erken bir tarihte, eksi bakiyeli bir bütçeyle işsizliğe karşı ana silah olarak Keynesci politikayı benimsediği şeklindeki geleneksel açıklama çok az bir ihtimalle de olsa tutarlıdır. Şüphesiz bu, açıklamarım bir parçasıdır, ancak bu siyaset hiçbir surette İsveç sosyal demokrasisinehas değildir -kriz yönetimi için benzer modelleri birkaç ülkede bulmak mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Yeni Düzen (New Deal) ve Almanya'daki Ulusal Sosyalist ernek piyasası siyaseti aynı yolu takip etmiştir.
Daha önemli bir amil olarak, ekonomistler Alva ve Gunnaı:: My:ı:dal'ın sosyal siyaset ve özellikle de aile ve nüfus konusundaki çabaları görünmektedir. Onlar, inisiyatifi gayri sosyalist partilerden alan güçlü bir pratik siyaset olarak geleneksel Marksist tahlili yeniden geliştirdiler. l920'lerin başlangıcından itibaren, nüfus konusu siyasi tartışmalarda hakim konu olmuştur. Bu konu, onu Götterdii.mmerung senaryosunu boyamak için kullanan gayri sosyalist partilerin de bir teması haline gelmişti. Milli çözülme ve kültürel inkıraz, İsveç halkını ayakta kalma gücünden yoksun bırakrnıştı; daha bir gelenek temeline oturmuş bir siyasete dönüş olmadığı takdirde İsveç'in geleceğinin elden gitmesi söz konusuydu. Bu sorun, sosyal demokrasi için önemli ve bir o kadar da rneşakkatli bir mesele olmakla birlikte, savunrnacı yaklaşımlar onu neredeyse görmezlikten gelmiştir. 9
Myrdals'ın dalıice darbesi meseleyi gayri sosyalistlerin elinden çalacak ve daha sonra onu geniş kapsamlı bir sosyal reform için bir manivela olarak kullanacaktı. Sosyal demokratlar, kendi içlerinden yükselen bazı muhalif sesiere rağmen, gayri sosyalist partiler tarafından ileri sürülen analizi kabul ettiler, fakat aynı zamanda bu analizin yapıcı bir çözüm sunduğunu da ortaya koydular. Onlar, kapitalist modernleşmenin krizin kaynağı olduğu hususunda da görüş birliğine vardılar.
Kırsal bölgelerden şehirlere kayma uyumlu bir aile hayatı için gerekli şartları değiştirdi, yüksek ve sürekli bir doğum oranının teminatı olan toplumsal yapıyı parçaladı. Myrdals bundan şu sonucu çıkardı: sürekli kapitalist modernleşme, devletten veya kamu sektöründen, aileye kaybettiği güvenliği geri döndürebilecek yeni tip bir kuruma aktif destek vermelerini talep eder. 10 Myrdals'ın fikirleri sosyal demokrasinin hem içinden hem de dışından bir parça muhalefetle karşılaştı, fakat muhaliflerin hiç biri başka herhangi somut, pratik bir çözüm sunamadılar. Sonuçta Myrdals'ın teklifleri başarılı bir biçimde rağbet buldu ve geniş bir siyasi ittifakın yardımıyla işleme kondu. ı ı Fakat en önemli şey fikrin
9 Jan Olof Nilsson. Alva Myrdal -en virel i den modema strörrunerL Stockholm 1 Stehag: Bıutus Östlings Bok!Orlag Symposion ı 994.
ı o Alva and Gunnar Myrdal. Kris i befoUcningsfn:igan. Nora: Nya Doxa ı997 ı ı Emi! Udhammar. Partiema och den stora staten. Stockholm: City University Pres ı 993.
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 381
kendisiydi: güçlendirilen ve sürekli büyütülen bir devlet, zayıf düşürülmüş ve. parçalanmış bir toplumun desteklenmesinde yegane yoldu.
Sosyal demokratik hegemonya şu üç kesin unsura bağlı olarak ortaya çık:mışhr: dünya ekonomik krizi; pratik tecrübeye dayalı sosyalist faydacılık:; ve nihayet Myrdals tarafından temsil edilen devletçilik (etôtism).'" Bu hegemonyanın gücü, meseleleri açık ve kesin olarak ortaya koyma inisiyatifini gajri sosyalist partilerin elinden almasında ve bütün endüstriyel menfaatler/menfaat gruplan arasında geniş işbirliğini doğuran ve böylece dengeli modern gelişmenin hüküm sürmesine imkan tamyan uzun vadeli tarihi uzlaşmayı başarmasında yatar.
l930'ların ortalarından itibaren; sanayiciliğin birleşik güçleri hem ideolojik hem de siyasi olarak hegemonyalarını kurmuşlar ve sadece modernitenin temel ikilemme siyasi bir çözüm önermelen sebebiyle hem sosyal düzeni hem de ekonomik hareketliliği sağlamayı başarmışlardır. Bu uzlaşma l970'lerin ortalanna kadar tartışmasız bir biçimde devam etti. Bu yıllar, endüstrinin iş yaratma kapasitesinin birkısmını kaybettiği, siyasi alandaki hakiriıiyetin öyle sürekli sanayileşmeyle, sanayi toplumunun rızasıyla kolayca denetim altında tutulamayacağının gittikçe aşikar hale geldiği }rıııardı. . .
Dengeli İsveç uzlaşmasının, şüphe· götürmez siyasi benzerlikler dikkate alındığında, niçin Almanya'da gerçekleştirilemediği hususu sorulmaya değerdir. Tabii olarak bunun birkaç sebebi vardır. Burada ben buİlların yalmzca bağlamla en alakah görünenlerini zikredeceğim. Almanya'nin Birinci Dünya Savaşı'nda yenilmesi demokratik bir cumhuriyete ve sosyal demokrat bir egemenliğe zemin hazırlamışhr. Ne. var ki Alman sosyal demokrasisi, sürekli olarak, devrimci komünizmin hücumlannın ve darbe girişimlelinin tehdidi ale tındaydı. Alman işçi hareketi derin bir ayrılık içindeydi, dolayısıyla sana}riciler için, büyük bir uzlaşmarıın temininde asla cazip bir ortak olamayacak derecede zayıf düşmüştü; Modernizm ve gelenekçiliğin karizmatik bileşimiyle Ulusal Sosyalizm, Alman toplumunun farklı sosyal katmanlarını kendirıe çekmede başarılı oldu; Takip ettiği çizgi, çiftçiler arasında olduğu gibi intikamcıtutucular arasında da rağbet gördü, hatta emekçi sınıflar arasından önemli gruplan cezbetti ve nihayet sanayicilerin ve ordunun da desteğini kazandı. İsveç'te ve İskandinavya'da iki savaş arasında güçlendirilen ve hakim konumuna yükselen işçi hareketi, artarı bölürımüşlük sebebiyle Almanya'da zayıfladı ve sonuçta yeni ulusalcı ittifak tarafından ezildi.
Tabii olarak, Almanya'daki iklime hakim olan, savaştaki mağlubiyetle ve Versailles Antlaşmasıyla şiddetlerren aşırı ateşli milliyetçiliği dikkate almak da zaruridir. Fakat bu son iki sebebin hiç biri Almanya'nın kaderinin niçin
• Bir memleketin tanm, sanayi ve ekonomisinin devlet eliyle yürütülmesi ve yönetilmesi; devletçilik ilkesi. (ç.n.)
382 İsı.AMI İLIMLER DERGisi
Nazicilik, savaş ve yıkım oldugunu tek başına açıklayamaz. Almanya·yı~ hiçbir siyasi aktörün çözemeyecegi problemlerle yüz yüze gelmeye zorlayan aslında modernleşmeydi. Aynısı,Rusya ve bir dereceye kadar İspanya ve İtalya için de geçerlidir.
Buraya kadar modernleşme sürecinin raydan çıkmasına katkıda bulunan bazı durumlara temas ettim. Söylediklerimi netleştirmek adına onları nokta nokta özetleyecegim:
Birincisi, sürecin temposunun kendisi bir amil olarak görürımektedir. Modernleşme süreci ne kadar hızlı ve daha sıkıştırılmış bir tarzda gerçekleşirse, eski ile yeni, geleneksel degerler ile toplum biçimleri, sanayileşme ve şehirleşmenin ayak izlerini takip eden yeni ve bilinmeyen hayat arasındaki ihtilaflar da patlamaya o kadar hazırdır.
İkincisi, modernleşmenin harici bir zorlamanın akabinde, yeni fikirlerlll taşıyıcılan olarak işlev görebilen sosyal katmanların, normların ve kurumların büyümesiyle hazır hale gelen toplumsal yapı ve siyasi organizasyon olmadan gelip gelmedigi önemlidir. Harici zorlama, Rusya ve İspanya ömeginde oldugu gibi, bir milli yıkımdan dolayı oldugunda, gelişme özellikle problemlidir.
Üçüncüsü, modernleşmenin zamanlaması büyük önem taşır. Geleneksel güçlerin çok baskın oldugu toplumlarda, modernleşme salt entelektüel bir biçim alma temayülündedtr. Ömegin Rus sosyalizminin aşırılık özelliginin büyük oranda siyasi nüfuzun aydın kesimden tamamen esirgenmesinden kaynaklandıgı iddia edilmiştir. Onun sosyal eleştirisi, merkezi bir alandaki tecrübeden yoksundur -idare sanatı ve gücün tatbiki. Bu eksiklik, digerlerinden daha ileri bir düzeyde, idareyi basite indirgeyen ve olgunlaşmamış bir sosyal degişim görüşüne sahip olan bir sosyalist teoriye götürmüştür.
Dördüncüsü, modernleşme fikirlerini taşıyan [gruplar arasında) bir ittifakın oluşması önemlidir. Barrington Moore, güçlü arazi aristokrasisi ile za~ yıflatılmış bınjuvazi arasında mukadder bir ortaklıgın dogmasını önlemenin hayati önem taşıdıgını söyler. 12 Almanya'nın gelişmesi söz konusu oldugunda, Alman asilzadelerinin sanayici bınjuvazi üzerindeki siyasi hakimiyetinin burjuvazi ve işçi sınıflan arasındal\i herhangi bir tarihsel uzlaşmayı engelledigi açıktır -ki uzlaşma mümkün olabilseydi belki faşizmin zaferi önlenebilirdi.
Sonuncu olarak, dini tavırların ve Kilise kurumlannın modernleşme mefhumundan etkilenmedigi ülkelerde modernleşmenin bir etkiye sahip olması daha zordur. Bu durum, özellikle, Kilisenin sırf devlet karşısındaki bagımsızlıgı sebebiyle, sivil altyapının (egitimde, tıbbi ve sosyal bakımda/yardımda) devlet destekli altyapı ile yan yana ayakta kaldıgı Katelik ülkeler için geçerlidir.
12 Barrington Moore. Jr., Social Origins of Dietatarship and Democracy: Lord and Peasant in the Malcfng of the Modem World, Bostan: Beacon Press 1993.
Modernleşme İkilemi Üzerine Bazı Düşünceler 383
Ne var ki uzun vadede, süreç büyük farklılıklar gösterse de modernleşme her yerde benzer sonucu üretir. Eski statü gruplan ve cemiyet biçimleri, özel hayatın bireyselleşmesiyle el ele giden etaüst bir toplumsal hayat kurumsalIaşmasına yol açmışlardır. Aynı zamanda, dinı. kavramlar ve ahlaki algılar, ilerleme hususunda insanlığa toplum ve tabiat üzerinde neredeyse sınırsız bir güç veren rasyonel iyimserlik tarafından alaşağı edildiler. Bununla birlikte modernleşme sürecindeki salt benzeşmezliklerin ehernmiyetini vurgulamak öneınlidir. Geleneksel kurumlar, güçlerini modemizinle çarpıştırdıklan hiçbir yerde başanlı olarnamakla birlikte, kültürün öneınli alanlannın bazılannın modernizme karşı daha katı bir mukavemet sergilemede, eski kurumsal yapının parçalarını korumada veya dönüştürıııede başarılı oldukları açıktır.
Dolayısıyla başarılı bir modernleşme-banşçıl ve mutedil anlamında-, uzun· vadeli olan ve herkesi kucaklayan. toplumsal istikrar ve artan ekonomik büyüme şeklindeki ikili ihtiyacı güvence altına alma görevini ifa eden bir tarihi uzlaşma üzerine ancak temellenebilir. Aynı zamanda böyle bir uzlaşma, modernizmin güçlerini, serbest bırakılan kuwetin makul faydacılık ruhu içinde devralınması hedefi etrafında bir araya getirirken. bilumum siyasi eylem imkanlarını ellerinden almaksızın geleneksel statü gruplarının gücünü de azaltmalıdır.
Mutedil ve banşçıl modernleşme, tarihsel gelişmenin ana damarına ait değildir. Bu tip modernleşme, mutlu tesadüflerle oluşan durum ve şartların birleşiminden doğan bir tür niş görüngüctür (niche phenomenon). Bu sebeple tipik olarak o, Avrupa medeniyetinin çeperinde, İskandinavya'da bulunmak durumundadır. Ne var ki barışçıl bir değişmeninf geçişin de hemen ödenmek durumunda olmayan bir maliyeti vardır. Uzun vadede o, kendisini tekrar dönüştürdüğünde veya yön değiştirdiğinde, daha fazla modernleşmenin önüne bir engel olarak çıkmak suretiyle haracını ister.
Hiçbir modernleşme bedelsiz değildir. Bu anlamda, on dokuzuncu asrın kötümser sosyal filozoflan haklıydılar. Her radikal değişim, bir takım gelişme biçimlerinin yarıında bir takım kayıplara da eşlik eder. Yirminci asrın büyük çaplı modernleşmesi, her şeyden önce toplumun, sivil hayatın bireysel ilişkilerini ve sosyal denetimlerini yitirmesi anlamına geliyordu. Modern hayat parçalanmış, anonim ve sürekli akış halindedir. Bu sebeple modern hayat, özgürlük ve değişimden faydalarımayı başarabilen, onu tek başınalık ve kaygı/korku olarak değil bir özgürleşme ve gelişme olarak tecrübe edebilen yeni tür bir kişiliği ar.ru eder. Biz hepimiz aynı kalıptan gelmiyoruz ve modernite gittikçe artan sayıda insanı arkasında bırakıyor. Cemiyet için yoğun bir özlem yaratıyor, fakat geçen asrın dönümündeki patlayıcı değişimler esnasında olduğu gibi şimdi de bu ihtiyaçlan karşılamayı çok az başarabiliyor. Klasik sosyal düşüncenin konulan, o zaman olduğu gibi bugün de gündemdedir.
384 isı.A:ı.ıi İLIMLER DERGisi
İsveç modernleşmesinin mutedtl ve barışçıl sürecine baglı olarak, İsveç'in bugün dünyanın en modem ülkelerinden biri oldugunu iddia eden bir kimse haklı görülecektir. Patlayıcı uluslararasılaştımıa biçiminde yeni bir modemislik başkalaşma Ue karşılaştıgırnız şu anda, ona gögüs germek için özellikle çok iyi teçhizatlandıgırnız kesin degildir. Tam modernleşme ve belki de özellikle başarılı modernleşme, muhafazakarlıga ve gele:p.ekçilige dönmeye mahkürndur. Bugünün İsveç'inde, modernleşme sürecinin artık tamamlanmış, onun dünyayı ve dünün degerierini kucaklayan bir özellik:te olmasını arzu eden bir genelkanaatin bulundugu yönünde açık işaretler vardır. Böyle bir özlem, modernizmin ruhuyla bagdaşmaz.