mÜ' minrampur, sahsavan, cihangirabad ve seha renpur'a seyahat etti. pencap'ta...

2
Konuyla ilgili olarak ortaya gö- özetlenebilir: 1. Biri nin yerine geçebilen ve fonksiyonu icra eden iki birbirinin benzeridir. mensup bu dir. Bu telakkiyi isabetsiz bulan alimiere göre ise iki birbirine benzemesi için hiçbir yönden bu- gerekir; mesela siyah ve be- yaz gibi birbirinin yeri- ne halde bir yönden bulunan iki benzer olamaz. z. En özel niteliklerde ortak olan iki benzerdir. Mu'tezile bu Ebu ei-Cübbal bunu zat! ortak olmak ifade 3. ben- zerlik sübütl gerçek- Bu sebeple Allah'a sübütl an- cak sel bl nisbet edilebilir. Mesela, "Allah "Allah yok denmelidir. bu Bu telakki yokluk üçüncü bir kategorinin mevcut in 4. var- benzerlik isimler, kavram- lar, ifade ve zat ve mahiyete sahip ol- makla Mesela, ve alimdir". "Allah da ve alim dir" öner- melerinden yola Allah ile insan ileri sü- rülemez. Zira insan sonucu var olan bir Allah ise muhtaç olmayan bir insan nerek ve bilgi üreterek bilen bir Allah ise ve bilgi üretmeye ih- tiyaç duymadan bilen Buna göre var olmak ve bilmekle nitelen- rnek Allah'a benzemesini gerek- tirmez. Mümaselet bir cins ismi olup dört türü içine Bunlar muda- hat, ve iki renk vb. kabul etmesi gibi keyfiyetin bir gösteren benzer- dairdir. Mudahat iki ba- baya nisbet edilmesi gibi nisbet veya iza- fet yönünden benzerlikle ilgilidir. kelet elbisenin pamuk veya keten gibi iki cevherin öz yönünden ne dairdir. Müsavat ise iki miktar ve hacim yönünden benzer alaka- Mümaselet bu türlerin hepsini içine ve her bir tür bir benzeri ve dengi yoktur; çün- kü cevher ve araziardan maddi ve türünden Ma- türldiyye' ye mensup bu tedir (Nesefl, 142- 155) Sonuç olarak alimler mümaselete "iki mahiyeti ve mahi- yeti unsurlarda ortak bu hare- ketle Allah'a, da ya- benzemesinin bulun- Zira Allah'tan her mevcudiyetini tü- rüne ait temel unsurlara sahip olmakla ve bununla halde ilahiyye için tür ve ma- hiyet söz konusu Bu sebeple mü- maselet Allah muhal olan ve on- dan nefyedilmesi gereken bir : el-Mü{redat, "ndd", "kfv" md.leri; et-Ta'rf{at, md.; Tehanevl, ll, 1451-1452; (Ritter). s. 207-214, 518-521; Matüridi. Kitabü't- Bekir Aru- çi), Ankara 1423/2003, s. 45-46; Kadi Abdülceb- bar, s. 2 7 -232; Nesefi. (Selame). 142-155; nl. {f 'ilmi'l-kelam A. Guil- laume). London 1934, s. 128-129; es- Sabun!. el-Bidiiye {f Bekir Topa- 1399/1979, s. 31-32; Fahreddin er-Razi. XXVII, 150; a.mlf., el- Metalibü'l-'aliye Ahmed Hi caz! es -Sekka), Beyrut 1407/1987, ll, 23-24; Seyfeddin ei-Amid1. Gayetü'l-meram Hasan Mahmud Abdülla- tlf). Kahire 1391 / 1971, s. 197-198; Teftazani, istanbul 1305, ll, 68; Ru- XXV, 19; Metin Yurdagür. istanbul1984, s. 161-163. L L L li] METiN YURDAGÜR (bk. (bk. ( ) isimlerinden (esma-i s na) biri. _j _j _j Sözlükte "güven içinde bulunmak, kor- kusuz olmak" emn (eman, emanet) kökünün "if'al" türe- yen mü'min kelimesi tasdik eden ; güvenli va- adine güvenilen" gelir. Kelime- nin esrna-i hüsnadan biri olarak mana da bu çerçevededir. Mü'min on fazla ilahi ismin geç- süresinin son ayetlerinde yer (59/ 23) . "emn" kökü üç ayette "kor- ku ve emin ilahi fiil olarak (el-Bakara 2/ MÜ' MiN 125: el-En'am 6/82 : en-NOr 24/ 55). Mü'- min ismi Mike ve Tirmizi ("Du<a,", 10: "Da<avat", 82). Hz . Peygamber, kendisini yeryüzünde güvenilen bir yolun- daki ifadesi "emin" ilahiyyeye nisbet (Buhar!, "Enbiya,", 6: Müslim, "Zekat", 143-144) . Alimler mü'min isminin "eman" köküne veya "lman" Mü'min, birinci göre korku ve emin lan, güvenli demektir ve bu, dünya gibi ahiret için de söz konusudur. Bir ayette ifade üzere sa- hip nimetler kadar çoktur 14/34). Nimetierin ti genellikle elden sonra sevincinin gel- söylemek mümkündür. Allah, isminin tecellisi olarak gi- bi mü'min isminin tecellisiyle ida- mesini de Gazzall insan dan örnekler vermek suretiyle bu hususu ( dü'l-esna, s. 74-75) . Mü'min ismi, "Allah demek olan müminlerin (Al-i im- ran 3/68) ahiret güvencesinin da içermektedir. Mü'min iman takdirde onayiayan konumunu Buna göre kelime ve sami- rniyetini tasdik eden, onay- layan. mucize vermek suretiyle pey- gamberlerin ispat eden" ma- gelir. Alimierin muhteva mü'minin da dikkat çeker: Al-i süresinde (3118) bizzat kendisinden etmesi lindeki hareketle O'nun da bir mü'min ve muvahhid söylemek mümkündür . Bu da ilm-i ilahinin tevhid ilkesine taalluk etmesi yorumla- nabilir; bu Allah kendisini tasdik etmektedir. Gazzall. kulun mü'min isminden alabi- nasibin herkesin kendinden emin konumunda bulunmaya söyler. içinde mü'min ismine en çok olan in- ebedl azaptan ve- sile olan kimsedir, bu ise peygamberlerin ve alimierin (a.g.e., s. 75-76). Mü'min ismi, kendi etmesi" zat!, kul- ise fiili grubu içinde yer ve "iyilik eden , vaadini yerine geti- ren" ber, bütün 557

Upload: others

Post on 30-Mar-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: MÜ' MiNRampur, Sahsavan, Cihangirabad ve Seha renpur'a seyahat etti. Pencap'ta müslü manlara zulmeden Sihler'e karşı Seyyid Ahmed-i Birelvi önderliğinde yürütülen ci had

Konuyla ilgili olarak ortaya çıkan farklı gö­rüşler şöylece özetlenebilir: 1. Biri diğeri­nin yerine geçebilen ve aynı fonksiyonu icra eden iki varlık birbirinin benzeridir. Eş'ariyye'ye mensup 2ılimler bu görüşte­dir. Bu telakkiyi isabetsiz bulan alimiere göre ise iki varlığın birbirine benzemesi için hiçbir yönden aralarında farklılığın bu­lunmaması gerekir; mesela siyah ve be­yaz örneğinde olduğu gibi birbirinin yeri­ne geçebildiği halde aralarında bir yönden farklılık bulunan iki varlık benzer olamaz. z. En özel niteliklerde ortak olan iki varlık benzerdir. Mu'tezile kelamcılarının çoğun­luğu bu görüştedir. Ebu Haşim ei-Cübbal bunu zat! sıfatiarda ortak olmak şeklinde ifade etmiştir. 3. İki varlık arasında ben­zerlik sübütl sıfatiarda ortaklıkla gerçek­leşir. Bu sebeple Allah'a sübütl değil an­cak sel bl sıfatlar nisbet edilebilir. Mesela, "Allah vardır" değil, "Allah yok değildir" denmelidir. Batıniyye bu görüştedir. Bu telakki varlıkla yokluk arasında üçüncü bir kategorinin mevcut olmasını gerektirdiği

için kelamcılarca reddedilmiştir. 4. İki var­lık arasındaki benzerlik isimler, kavram­lar, ifade ve anlatımlarla değil zat ve sı­

fatları bakımından aynı mahiyete sahip ol­makla gerçekleşir. Mesela, "İnsan vardır ve alimdir". "Allah da vardır ve alim dir" öner­melerinden yola çıkarak Allah ile insan arasında benzerliğin bulunduğu ileri sü­rülemez. Zira insan yaratılması sonucu var olan bir varlıktır. Allah ise yaratıcıya muhtaç olmayan bir varlıktır ; insan öğre­nerek ve bilgi üreterek bilen bir varlıktır. Allah ise öğrenmeye ve bilgi üretmeye ih­tiyaç duymadan zatı gereği bilen varlıktır.

Buna göre var olmak ve bilmekle nitelen­rnek insanın Allah'a benzemesini gerek­tirmez. Mümaselet bir cins ismi olup dört türü içine alır. Bunlar müşabehet, muda­hat, müşakelet ve müsavattır. Müşabehet, iki "zat"ın renk vb. arazları kabul etmesi gibi keyfiyetin bir şeklini gösteren benzer­liğe dairdir. Mudahat iki kardeşin aynı ba­baya nisbet edilmesi gibi nisbet veya iza­fet yönünden benzerlikle ilgilidir. Müşa­kelet elbisenin pamuk veya keten olması gibi iki cevherin öz yönünden benzerliği­ne dairdir. Müsavat ise iki şeyin miktar ve hacim yönünden benzer olmasıyla alaka­lıdır. Mümaselet bu türlerin hepsini içine alır ve her bir tür hakkında kullanılabilir.

Allah'ın bir benzeri ve dengi yoktur; çün­kü cevher ve araziardan oluşan maddi ve yaratılmış varlıklar türünden değildir. Ma­türldiyye'ye mensup kelamcılar bu görüş­tedir (Nesefl, ı. 142- 155)

Sonuç olarak alimler mümaselete "iki varlığın aynı mahiyeti taşıması ve mahi-

yeti oluşturan unsurlarda ortak olması" anlamını vermişler, bu anlayıştan hare­ketle yaratıkların Allah'a, Allah'ın da ya­ratıklara benzemesinin imkansız bulun­duğunu kanıtlamaya çalışmışlardır. Zira Allah'tan başka her şey mevcudiyetini tü­rüne ait temel unsurlara sahip olmakla kazandığı ve benzeşme bununla teşekkül ettiği halde zat-ı ilahiyye için tür ve ma­hiyet söz konusu değildir. Bu sebeple mü­maselet Allah hakkında muhal olan ve on­dan nefyedilmesi gereken bir kavramdır.

BİBLİYOGRAFYA :

Ragıb eı-isfahanl, el-Mü{redat, "mş1", "şbh ", "şrk", "ndd", "kfv" md.leri; et-Ta'rf{at, "mşl" md.; Tehanevl, Keşşa{. ll, 1451-1452; Eş'ari. Ma~alat (Ritter). s. 207-214, 518-521; Matüridi. Kitabü't­Tevf:ıid (nşr. Bekir TopaJoğlu-Muhammed Aru­çi), Ankara 1423/2003, s. 45-46; Kadi Abdülceb­bar, Şerf:ıu '1-Uşuli'l-l]amse, s. 2 ı 7 -232; Nesefi. Tebşıratü'l-edille (Selame). ı , 142-155; Şehrista­nl. Nihiiyetü 'l·i~dam {f 'ilmi'l-kelam (nşr. A. Guil­laume). London 1934, s. 128-129; NCıreddin es­Sabun!. el-Bidiiye {f uşuli 'd-dfn (nşr. Bekir Topa­loğlu) . Dımaşk 1399/1979, s. 31-32; Fahreddin er-Razi. Me{atff:ıu'l-gayb, XXVII, 150; a.mlf., el­Metalibü 'l-'aliye (nşr. Ahmed Hicaz! es-Sekka), Beyrut 1407/1987, ll, 23-24; Seyfeddin ei-Amid1. Gayetü 'l-meram (nşr. Hasan Mahmud Abdülla­tlf). Kahire 1391/ 1971, s. 197-198; Teftazani, Şer­f:ıu'l-Ma~aşıd, istanbul 1305, ll, 68; AICısi, Ru­f:ıu'l-me'anf, XXV, 19; Metin Yurdagür. Allah'ın Sıfatları, istanbul1984, s. 161-163.

L

L

L

li] METiN YURDAGÜR

MÜMEYYİZ

(bk. TEMYİZ).

MÜMİN

(bk. İMAN).

MÜ'MİN ( ~;.o.ı ı )

Allah'ın isimlerinden (esma-i hüsna) biri.

_j

_j

_j

Sözlükte "güven içinde bulunmak, kor­kusuz olmak" anlamındaki emn (eman, emanet) kökünün "if'al" kahbından türe­yen mü'min kelimesi "inanıp tasdik eden; başkalarının güvenli olmasını sağlayan, va­adine güvenilen" manalarına gelir. Kelime­nin esrna-i hüsnadan biri olarak içerdiği mana da bu çerçevededir.

Mü'min on beşten fazla ilahi ismin geç­tiği Haşr süresinin son ayetlerinde yer alır (59/23) . Ayrıca "emn" kökü üç ayette "kor­ku ve endişeden emin kılmak" anlamında ilahi fiil olarak zikredilmiştir (el-Bakara 2/

MÜ' MiN

125: el-En 'am 6/82 : en-NOr 24/55). Mü'­min ismi İbn Mike ve Tirmizi tarafından rivayetedilmiş ("Du<a,", 10: "Da<avat", 82).

ayrıca Hz. Peygamber, Allah'ın kendisini yeryüzünde güvenilen bir kişi kıldığı yolun­daki ifadesi sırasında "emin" kavramını zat-ı ilahiyyeye nisbet etmiştir (Buhar!, "Enbiya,", 6: Müslim, "Zekat", 143-144) .

Alimler mü'min isminin manasını "eman" köküne veya "lman" masdarına dayandır­maktadır. Mü'min, birinci anlayışa göre "başkalarını korku ve endişeden emin kı­lan, onların güvenli olmalarını sağlayan" demektir ve bu, dünya hayatında olduğu gibi ahiret hayatı için de söz konusudur. Bir ayette ifade edildiği üzere insanın sa­hip olduğu nimetler sayılamayacak kadar çoktur (İbrahim 14/34). Nimetierin kıyme­ti genellikle elden çıktıktan sonra anlaşılır. Bunların başında yaşama sevincinin gel­diğini söylemek mümkündür. Allah, hali~ isminin tecellisi olarak hayatı yarattığı gi­bi mü'min isminin tecellisiyle hayatın ida­mesini de sağlar. Gazzall insan hayatın­dan örnekler vermek suretiyle bu hususu açıklığa kavuşturmaya çalışır ( el-Ma/5:şa­dü'l-esna, s. 74-75) . Mü'min ismi, "Allah dostları" demek olan müminlerin (Al-i im­ran 3/68) ahiret hayatındaki güvencesinin sağlanması anlamını da içermektedir.

Mü'min iman kavramına dayandınldığı takdirde onayiayan konumunu alır. Buna göre kelime "kullarının imanını ve sami­rniyetini tasdik eden, onların sıdkını onay­layan. ayrıca mucize vermek suretiyle pey­gamberlerin doğruluğunu ispat eden" ma­nalarına gelir. Alimierin çoğu onaylayıcı muhteva taşıyan mü'minin şu anlamına da dikkat çeker: Al-i İmran süresinde (3118)

bizzat Allah'ın kendisinden başka tanrı­nın bulunmadığına şehadet etmesi şek­lindeki beyanından hareketle O'nun da bir mü'min ve muvahhid olduğunu söylemek mümkündür. Bu da ilm-i ilahinin tevhid ilkesine taalluk etmesi şeklinde yorumla­nabilir; bu açıdan Allah kendisini tasdik etmektedir.

Gazzall. kulun mü'min isminden alabi­leceği nasibin herkesin kendinden emin olması konumunda bulunmaya çalışma­sı olduğunu söyler. Allah'ın kulları içinde mü'min ismine en çok layık olan kişi in­sanların ebedl azaptan kurtulmasına ve­sile olan kimsedir, bu ise peygamberlerin ve alimierin yaptığı iştir (a.g.e., s. 75-76).

Mü'min ismi, "AIIah'ın kendi birliğine

şehadet etmesi" anlamında zat!, diğer kul­lanılışiarında ise fiili sıfatlar grubu içinde yer alır ve "iyilik eden, vaadini yerine geti­ren" manasındaki ber, "kainatın bütün iş-

557

Page 2: MÜ' MiNRampur, Sahsavan, Cihangirabad ve Seha renpur'a seyahat etti. Pencap'ta müslü manlara zulmeden Sihler'e karşı Seyyid Ahmed-i Birelvi önderliğinde yürütülen ci had

MÜ'MiN

lerini gözetip yöneten" anlamındaki mü­heymin isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA :

Ragıb eı-isfahanl, el-Müfredat, "emn" md.; İb­nü'I-Eslr. en-Nihaye, "emn" md.; Lisanü'l-cArab, "emn" md.; Buharl. "Enbiya"', 6; Müslim, "Ze­kat", 143-144; İbn Mace, "Du'a"', 10; Tirmizi, "Da'avat", 82; Zeccac. Tefsiru esma'illahi'l-hüs­na (nşr. Ahmed Yusuf ed-Dekkak). Beyrut 1395/ 1975, s. 31-32; Matürldl. Ayat ve süver min Te'­v11ati'l-f)ur'an (nşr. Ahmet Vanlıoğlu- Bekir To­paloğlu) , istanbul 2003, s. 52; Ebü'I-Kasım ez­Zeccad, iştil):aku esma' illah ( nşr. Abd ü 1 hüseyin el-Mübarek). Beyrut 1406/1986, s. 221 -223; Hattabl. Şe'nü'd-du'a' (nşr. Ahmed Yusuf ed­Dekkak). Dımaşk 1404/1984, s. 45-46; İbn FO­rek, Mücerredü '1-Makalat, s. 51-52; Abdülkahir ei-Bağdadl. el-Esma' ve'ş-şıfat, Kayseri Raşid

Efendi Ktp., nr. 497, vr. 178•·'; Kuşeyrl, et-Taf:ıbir fl't-te?kir (nşr. İbrahim Besyun1), Kahire 1968, s. 29-30; Gazzall. el-Makşadü'l-esna (Fazluh). s. 74-76; Ebu Bekir İbnü'I-Arabl, el-Emedü'l-akşa, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 92"-93'.

L

Iii BEKiR TOPALOGLU

MÜ'MİN (~;,ol

Hakim Muhammed Mü'min Han (1800-1851)

Urdu edebiyatında gazelleriyle tanınan şair.

_j

1215 (1800) yılında Delhi'de doğdu . Ken­disine Mü'min ismi Şah Veliyyullah'ın oğlu Abdülaiiz ed-Dihlevi tarafından verilmiş ve ailesinin kendisine Habibullah adını koy­masına rağmen yine de Mü'min adıyla şöh­ret bulmuştur. Ailesi Babürlüler'in son dö­nemlerinde Keşmir'den Delhi'ye gelmiş, dedesi Hekim Namdar Han ve kardeşi Kamdar Han saray hekimliği yapmışlardı. II. Şah Alem zamanında ( 1759-1806) de­desine ve kardeşine hizmetlerinden dolayı Narnul pergenesine bağlı Bulaha bölgesi cagir olarak tahsis edilmiş, ancak İngiliz­ler'in Cehcer (Chachar) valiliğini Feyztalib Han'a vermeleri üzerine Feyztalib Han, Hekim Namdar Han'ın cagirini zaptetmiş, bunun karşılığında ona yıllık bir maaş bağ­lamıştı. Bu maaş dedesinin ölümünden sonra babasına, ondan da Mü'min'e inti­kal etmiştir.

Mü'min, babası Gulam Nebi Han tara­fından Rahmaniyye Medresesi'ne gönde­rildi. Burada Şah Abdülkadir ed-Dihlevi'­nin nezaretinde dini ilimleri tahsil etti. Arapça'yı öğrendikten sonra babasından ve amcaları Gulam Haydar ile Gulam Ha­san'dan tıp, riyaziye, remil, nücum, mu­siki ve santranç ilimlerini öğrendi. Özel­likle nücum ilminde maharet sahibi olup

558

yıl başında takvime bakarak bütün yıl bo­yunca yıldızların hareketini tesbit ettiği ve bunları hafızasında tuttuğu, kendisine re­mille ilgili bir şey sorulduğunda zice bak­madan cevap verdiği nakledilmektedir. Genç yaşta şiir söylemeye başlayan Mü'­min, şiirlerini bir süre dönemin üstatların­dan Şah Nasir'e götürerek tashih ettirdi. Hayatının büyük kısmını Delhi'de geçirdi; Rampur, Sahsavan, Cihangirabad ve Seha­renpur'a seyahat etti. Pencap'ta müslü­manlara zulmeden Sihler'e karşı Seyyid Ahmed-i Birelvi önderliğinde yürütülen ci­had hareketini destekleyen Mü'min, 1818-1819 yılları arasında Birelvi'ye biat etti ve bu harekete desteğini ifade etmek için bir mesnevi kaleme aldı. Mü'min 1834 yılın­dan itibaren ölümüne kadar inzivaya çe­kildi. Geçirdiği bir kazadan beş ay sonra 1267 Ramazanında (Temmuz 1851) vefat etti ve Abdülaziz ed-Dihlevi'nin Medhpure'­deki (Delhi) haziresinin dışına defnedildi.

Urfi-i Şirazi, Naziri ve Kelim-i Kaşani ile başlayıp Bidil ile zirveye ulaşan, ancak ar­tık yıkılınaya yüz tutmuş olan sebk-i Hin­di'nin bir temsilcisi olan Mü'min, klasik tarzın hemen bütün nazım şekillerinde şiir yazmakla birlikte özellikle gazel türünü be­nimseyerek bunda kendisine has bir tarz geliştirmiş, çağdaşı ve rakibi Galib Mirza Esedullah gibi kendinden önceki şairleri taklitten kaçınmış ve yeni mazmunlar kul­lanıp şiire farklı bir muhteva kazandırma­ya gayret göstermiştir. Galib'in şiirlerin­deki konu çeşitliliğinin aksine Mü'min'in gazellerindeki ana tema mecazi aşktir. Şair ince hayalleri, ifadesinin güzelliği ve dile hakimiyeti sebebiyle oluşturduğu yeni üs­lupta Farsça kelime ve terkipiere yer ver­miş, ancak aşırılığa kaçmayarak kelime­lerin tekrarıyla şiirlerine bir güzellik kat­mıştır. Mü'min'in kullandığı bir diğer na­zım türü kasidedir. Bu alanda gazeldeki başarısına ulaşamamışsa da Urdu edebi­yatında kasideciliğin diğer büyük temsil­cileri olan Sevda-yı Dihlevi ve Muhammed İbrahim Zevk'ten sonra önde gelen bir ka­side şairi olmuştur.

Eserleri. 1. Divan-ı Urdu. Talebesi Şifte tarafından 1843 yılında tertip edilen diva­nında gazel, kaside, rubai, kıta, müstezad, musammat. terciibend, terkibibend, mes­nevi ve ferdler bulunmaktadır. Ziya Ah­med Bedayuni'nin düzenlediği Divan-ı Mü'min (Allahabad ı 934) ve Kaşa'id-i Mü'min'den (Leknev 1925) başka Külliy­yat'ı önce Mevlevi Kerimüddin Dihli (Del­hi 1262/ 1846), daha sonra ibadet Birelvi (Kara çi- Lah or 1955) tarafından yayımlan­

mıştır. z. Divan-ı Farsi. Altı kaside, 11 S

gazel, seksen beş kıta, 171 rubainin yer al­dığı eser Hekim Ahsenullah Han'ın isteği üzerine tertip edilerek Delhi'de basılmış­tır (1271/1855). 3. İnşa-yi Mü'min Jjan. Mektup, takriz ve dibacelerini ihtiva et­mektedir (nşr. Hekim Ahsenullah Han, Delhi 1271/1855) . Kaynaklarda adı geçen eserleri arasında Can-ı <An1Z, ŞerJ:ı-i Se­didi ve Netisi ile Jjavaşş-ı Pan bulun­maktadır. Mü'min'in basılmamış mektup ve gazellerinin yer aldığı bir yazma Alvar Riyaseti Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

Mü'min, Külliyyat-i Mü' min (nşr. Kal b Ali Han Faik). Lahor 1964; T. G. Bailey, A History of Ur­du Literature, Lahore, ts., s. 72; M. Mustafa Han Şifte, Gülşen-i Bi-l]ar (nşr. Kal b Ali Han Faik), La­hor 1973, s. 537-568; Zahlr Ahmed Sadlki, Mü'­min ki f)aşlde Nigari: Urda f)aside Nigari (nşr. ümm-i Hani Eşref), Aligarh 1982, s. 249-275; Seyyid M. Akil Rizv1. Urda Meşnevi ka irtika, Lek­nev 1983, s. 155-158; Muhammad Sadiq, A His­tory of Urdu Uterature, Del hi 1984, s. 238-241; Mahmud Birelvl. Mul]taşar Taril]-i Edeb-i Urda, Lahor 1985, s. 149-150; M. Camii Ahmed, Urda Şa'iri par Eyk Na;:ar, Karaçi 1985, s. 175-191; Ferzane Seyyid, Nukaş-i Edeb, Lahor 1986, s. 107-114; Siracülislam. Te?kire ve Tebşıra, Kara­çi 1989, s. 95-101; M. Hüseyin Azact. Ab-ı Hayat, Lahor 1991 , s. 342-344; M. Hüseyin Tesblhl. Mü'­minname, islamabad 1993; Ram Babu Sekslne. Taril]-i Edeb-i Urda (tre. Mirza M. Askeri), Kara­çi 1995, s. 271-274; Halil Toker, Hindistan'da Farsça ve Urduca Şiir ve ll. Bahadır Şah Devri Şairleri (doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 169-178; J. A. Haywood. "Mu'min", Ef2 (İng.), VII, 555-556; Vahld Kureyşl, "Mü'min", UDMi, XXI, 835-837. ~

IJliii!J HALiL TOKER

MÜ'MİN SÜRESİ ( ~;...ıı Q),...,)

ı

Kur'an-ı Kerim'in kırkıncı sfiresi. L _j

Mekke döneminde nazil olmuştur. Sek­sen beş ayettir. Sure Firavun'un ailesine mensup olan mürnin bir kişiden bahsedil­diği için bu adı almıştır. Mukattaa harfle­rinden "ha mim"lerle başlayıp ardarda de­vam eden yedi sCırenin ilkidir. Üçüncü aye­tinde Allah'ı niteleyen iki kavramdan hare­ketle Gafir ve Tavi suresi olarak da adlan­dırılır. Fasılası ~ c f c J c J , t. , J , ~ , -,.. harf­Ieridir.

Mü'min suresinin temel konusunun İs­lam'a karşı direnmeyip ona samirniyetle bağlanmaya davet etmekten ibaret oldu­ğunu söylemek mümkündür. Surede bu­nun için insanlara bahşedilen imkan ve ni­metler, ahirette iyilerle kötülerin karşılaşa­cağı hayat tarzı, insanlık tarihinde imanla küfür arasındaki mücadele vb. konular ib­ret amacıyla zikredilir. Surenin ilk üç aye-