muhteşem gatsby / f. scott fitzgerald

24

Upload: omer-erduran

Post on 11-Mar-2016

330 views

Category:

Documents


15 download

DESCRIPTION

Çağdaş edebiyatın kült romanı… “Dünya yalpalaya yalpalaya güneşten uzaklaştıkça malikâne aydınlanır; orkestra şimdi sarı bir kokteyl müziği çalıyordur, insan sesleri bir perde yükselir. Kahkahalar giderek kolaylaşıp bol keseden dağıtılır, şen bir sözcük yeter patlamasına.” Bir kitaba ölümsüzlük katan, onun zamana meydan okuyan doğasıdır. F. Scott Fitzgerald’ın “Muhteşem Gatsby”sini klasikler arasında bile ayrıcalıklı bir konuma yerleştiren de budur. Eskimeyen dili, anlatımı ve konusu... Muhteşem Gatsby, okuru 1920´lerin her daim gönülçelen, yürek burkan dünyasına çağırıyor... Can yakarken göz kırpan, dans ederken yas tutan ışıl ışıl karanlıklar sofrasına, o bir türlü gerçekleşemeyen “Amerikan Rüyası”na… Orkestranın caz adımları eşliğinde yarınsız ve dünsüz bir zamandan bakmak için…

TRANSCRIPT

Page 1: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald
Page 2: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

2

Page 3: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

3

F. Scott Fitzgerald

MUHTEŞEM GATSBY

Türkçesi:Figen Yanık

Page 4: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

4

MUHTEŞEM GATSBY / F. Scott FitzgeraldÖzgün adý: The Great Gatsby

© Remzi Kitabevi, 2013

Her hakkı saklıdır. Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibininyazılı izni alınmadan kullanılamaz.

Editör: Pelin ÖzerKapak tasarımı: Murat Özgül

ısbn 978-975-14-1552-3

birinci basım: Nisan 2013

Kitabın basımı 2000 adet basılmıştır.

Remzi Kitabevi A.Ş., Akmerkez E3-14, 34337 Etiler-İstanbulTel (212) 282 2080 Faks (212) 282 2090www.remzi.com.tr [email protected]

Baskı ve cilt: Remzi Kitabevi A.Ş. basım tesisleri100. Yıl Matbaacılar Sitesi, 196, Bağcılar-İstanbul

Page 5: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

5

Yine ZELDA’ya,

Page 6: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

6

Page 7: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

7

Tak altın şapkanı, fethedecekse gönülden o güzeliZıplayabiliyorsan zıpla onun için en yükseklereKi haykırsın o güzel “Ey altın şapkalı sevgili,Sen benim olmalısın!” diye…

Thomas Parke d’Invilliers(*)

(*) Aslında bu isimde bir şair yok. Thomas Parke d’Invilliers, S. Fitzgerald’ın ilk romanı This Side of Paradise’daki (Cennetin Bu Yakası) karakterlerden biri. (Ç.N.)

Page 8: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

8

Page 9: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

9BİRİNCİ BÖLÜM

Ç ok daha genç ve toy olduğum yıllarda, babamın hiç ak-lımdan çıkmayan bir öğüdü olmuştu:

“Birini eleştirmeye niyetlendiğinde,” demişti, “yeryüzün-deki herkesin senin imkânlarınla doğmadığını hatırla, yeter.”

Başka bir şey dememişti, ama babamla her zaman bize has bir ketumlukla az konuşarak anlaştığımız için, söylediğinden çok daha fazlasını kast ettiğini anlamıştım. Babamın bu öğü-dünden sonra insanlarla ilgili bütün yargılarımı kendime sakla-mayı huy edindim, bu sayede pek çok ilginç insan tanıdım, ama sıkıcılıkta kimsenin eline su dökemeyeceği nicelerinin de mağ-duru oldum. Çarpık bir zihin, yargılayıcı olmayan normal bir zihni hemen tanır ve ona askıntı olur; okul yıllarında, beni giz-li dertlerine ortak eden bu hiç samimiyetim olmayan tuhaf, ya-bani tipler yüzünden haksız yere politik davranmakla suçlan-dım. Çoğu, öğrenmeye hevesli olmadığım sırlardı –mahrem bir açıklamanın gelmekte olduğunun şaşmaz işaretleri ufukta belirdiği an genellikle uyuyormuş veya kafam bir şeyle meşgul-müş gibi yapar ya da düşmanca denecek kadar aldırmaz dav-ranırdım, çünkü o yaş delikanlıların bu tür ifşaatları –en azın-dan bunu ifade ediş biçimleri– çoğunlukla oradan buradan aşı-

Page 10: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

10

rılmış ve bazı kısımlarının üstü bariz şekilde örtülerek çarpıtıl-mış şeylerdir. Yargılamaktan kaçınmak tükenmez bir ümit ister. Babamın biraz tepeden bakarak ileri sürdüğü ve benim de aynı yukarıdan bakışla tekrarladığım gibi, temel erdemler insanlara doğuştan eşit dağıtılmamıştır ve ben bunu unutursam bir şey-leri kaçıracağımdan hâlâ bir miktar endişe duyarım.

Evet, hoşgörümle böylece övündükten sonra onun da bir sınırı olduğunu artık itiraf edebilirim. İnsan davranışlarının yaslandığı yer sağlam kayalar da olabilir, kaygan bataklıklar da; ama neye yaslandığı bir yerden sonra çok da umurumda de-ğil. Geçen sonbahar Doğu’dan(*) döndüğümde, arzuladığım şe-yin, dünyanın üniformasını giyip sonsuza kadar bir çeşit ahlaki “hazır ol”da beklemesi olduğunu anladım; seçkinci bir tutumla insan yüreğine öylece bakıp geçiverilen o hengâmeli yolculuk-ları istemiyordum artık. Bir tek Gatsby, adını bu kitaba veren adam, bu tepkimin dışındaydı –kalpten küçümsediğim ne var-sa, hepsini temsil eden Gatsby. Kişilik denen şey başarılı hamle-ler silsilesiyse eğer, bu onda göz kamaştırıcı boyutlardaydı; ha-yatın vaat ettiklerine karşı, binlerce kilometre ötedeki deprem-leri bile kaydeden şu çetrefil makineler misali, son derece du-yarlıydı. Bu duyarlılığın “yaratıcı mizaç” diye yüceltilen şu gev-şek, kof duyarlılık haliyle hiçbir benzerliği yoktu. Kimselerde rastlamadığım ve rastlayacağımı da sanmadığım olağanüstü bir umut etme yeteneği, hayatın vaatlerine karşı şairane bir ha-zır bekleyiş hali vardı onda. Yok, hayır; Gatsby yüzünü kızart-madan çıktı bu işin içinden; ama onu ağına düşüren şey, düşle-rini boğan o iğrenç toz insanların güdük kederlerine ve saman alevi sevinçlerine olan ilgimi bir süre için de olsa yok etti.

• • •

(*) Doğu: ABD’nin doğu kıyısı. Bu cümlede New York kast ediliyor. (Ç.N.)

Page 11: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

11

Üç kuşaktır Orta Batı’daki bu kentte yaşayan, hali vakti ye-rinde, tanınmış bir aileden geliyorum. Carraway’ler kabile gi-bidir; aile içinde soyumuzun Buccleuch düklerine dayandığına dair bir rivayet dolaşsa da, baba tarafından soyumun daha yakın tarihteki gerçek kurucusu büyükbabamın ağabeyidir. Elli birde buraya gelmiş, İç Savaş’ta yerine başkasını askere göndermiş ve bugün babamın devam ettirdiği toptan hırdavat işini kurmuş.

Bu büyük amcamı hiç tanımadım, ama ona benzediğim söylenir; sağlaması da babamın bürosunda asılı duran sert ba-kışlı resmiyle yapılır. 1915 yılında, babamdan çeyrek yüzyıl sonra New Haven’dan(*) mezun oldum; çok geçmeden de o Büyük Savaş denen gecikmiş Cermen seferine katıldım. Bu se-ferden öyle keyif aldım ki, dönünce huzursuz oldum. Orta Batı artık gözüme, değil dünyanın kıpır kıpır merkezi olmak, yer-yüzünün en ücra köşesi gibi göründü –böyle olunca, Doğu’ya gidip borsacılık öğrenmeye karar verdim. Tanıdığım herkes borsa işindeydi, demek ki bu meslek bir bekâr adamı daha do-yurabilirdi. Amcalarım, teyzelerim toplanıp konuyu, sanki ba-na kolej seçiyormuş gibi, enine boyuna tartıştı ve sonunda bir hayli karamsar, ikircikli bir yüz ifadesiyle, “Madem istiyorsun, öyle olsun bakalım,” dediler. Babam bir yıllığına masrafları-mı karşılamayı kabul etti; hemen gitmemi engelleyen bazı du-rumlardan sonra yirmi iki yılının baharında, temelli yerleşmek niyetiyle Doğu’ya geldim.

Yapılacak en akıllıca iş kent merkezinde bir yer bulmaktı, ama hem sıcak bir mevsimde gelmiş, hem de memleketimin geniş çayırları ve dost ağaçlarından henüz kopmuştum; bu se-beple, işyerindeki delikanlılardan birinin kent dışında birlikte

(*) University of New Haven 1920 yılında kuruldu. Burada kast edilen okul New Haven’daki Yale Üniversitesi. (Ç.N.)

Page 12: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

12

ev tutma teklifini hemen kabul ettim. Evi o buldu, ayda sek-sen dolara, tek katlı, derme çatma, eski bir kır evi; fakat şirket son dakikada bu arkadaşı Washington’a gönderdi ve ben mec-buren tek başıma taşındım kent dışına. Bir köpeğim vardı –en azından hayvan kaçıp gidene kadar– birkaç günlüğüne; es-ki bir Dodge arabam ve bir de yatağımı toplayan, kahvaltımı hazırlayan ve elektrikli sobanın başında kendi dilinde vecizeler mırıldanan Finli bir kadın.

İlk birkaç gün yalnızlık çektim, sonra bir sabah, belli ki bu-ralarda benden bile yeni olan bir adam beni yolda durdurdu.

“West Egg köyüne nasıl gidilir?” diye sordu çaresizce. Tarif ettim. Yoluma devam ederken yalnızlık çekmiyordum

artık. Bir anda, insanlara rehberlik eden, yol tarif eden biri olup çıkmıştım. Adam farkında olmadan, oraların kırk yıllık yerlisi gibi hissettirmişti bana kendimi.

Güneşten yayılan ışık ve tıpkı hızlı çekim filmlerdeki gibi muhteşem bir hızla ağaçları bürüyen yapraklar da içimde o ta-nıdık inancı uyandırdı: Hayat, yazla birlikte bir kez daha yeni-den başlıyordu.

Bir kere, okunacak o kadar çok şey vardı ve o taze, o can-landırıcı havadan içinize çekeceğiniz öyle bir sıhhat bollu-ğu fışkırıyordu ki… Bankacılık, krediler ve menkul kıymetler üzerine bir düzine kitap almıştım; kırmızı ve darphaneden ye-ni çıkmış banknotlara benzeyen altın sarısı ciltleriyle kitaplı-ğımda bekliyor, yalnızca Midas, Morgan ve Maecenas’ın(*) bil-diği o olağanüstü sırları önüme sermeyi vaat ediyorlardı. Hem

(*) Midas, Morgan ve Maecenas: Üçü de maddi zenginlikle ilgili. Efsanevi Frigya Kralı Midas dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle ünlü; Morgan, Amerika’nın bankacılık ve finans sektörünün önde gelen ailelerinden bi-rinin soyadı; Maecenas, Roma İmparatoru Augustus’un danışmanı zengin bir Romalı, cömert bir sanat hamisi. (Ç.N.)

Page 13: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

13

daha okumayı kafaya koyduğum bir sürü başka kitap vardı. Üniversitedeyken edebiyata meraklıydım –okul dergisine bir yıl boyunca gayet ağırbaşlı, beylik başmakaleler yazmıştım– işte şimdi bu tür meraklarımı yeniden hayatıma sokacak, yi-ne şu uzmanlar arasında en zor bulunan, “çok yönlü” adam-lardan biri olacaktım. Derdim nükte yapmak değil, ne de ol-sa hayata tek bir pencereden baktığınızda daha başarılı oluyor-sunuz.

Kuzey Amerika’nın en tuhaf insanlarının oturduğu bir böl-gede ev tutmuş olmam tamamen rastlantıydı. New York’un doğusuna doğru uzanan şu incecik, sefih adadaydı evim. Tabiatındaki öteki garipliklerin yanı sıra, üzerinde iki acayip kara oluşumu bulunan adada. Bu ikisi, kentin yirmi mil uzağın-da, bir çift dev yumurta, gibi durur. Dar bir koyun nazikçe ayır-dığı, kontürleri birbirinin aynısı bu iki yumurta, Batı yarımkü-resinin en ehlileştirilmiş tuzlu suyuna, Long Island Boğazı’nın kocaman, ıslak avlusuna doğru çıkıntı yapar. Biçimleri kusur-suz bir ovallikte değildir –Kristof Kolomb’un öyküsündeki yumurta gibi, ikisinin de alt kısımları yassıdır– fakat birbir-lerine bu kadar çok benzemelerine tepelerinde uçan martılar durmadan hayret ediyordur herhalde. Kanatsızlar içinse, bi-çim ve büyüklükleri dışında hiçbir benzerliklerinin olmaması gayet ilginç bir durum.

Ben West Egg’de yaşıyordum, yani daha az revaçta olanın-da; gerçi bu niteleme ikisi arasındaki o tuhaf ve hiç de ma-sum olmayan karşıtlığı anlatmakta kifayetsiz kalıyor. Evim yumurtanın tam ucunda, Boğaz’a sadece elli metre uzaktay-dı ve sezonluk kirası on iki, on beş bin dolar eden devasa iki binanın arasına sıkışmıştı. Sağımdaki, göreni hayrete düşüre-cek bir şeydi; Normandiya’daki bir belediye sarayının birebir taklidiymiş. Bir yanında kulesi olan, henüz büyümeye başla-

Page 14: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

14

mış cılız sarmaşıkların altında yepyeni bir bina; mermer bir yüzme havuzu ve yüz elli dönümden büyük çayır-çimen, bah-çe… Gatsby’nin malikânesiydi bu. Ya da, kendisini o sıralar henüz tanımadığım için, Bay Gatsby adında bir beyefendinin malikânesi demem daha yerinde olur. Benim evimse insanın göz zevkini okşamaktan çok uzaktı, ama Allahtan küçüktü de fazla dikkat çekmiyordu; denizi ve az biraz komşumun çimle-rini görüyordu; milyonerlere yakın olması da teselli armağa-nıydı sanki – bunların tümü ayda sadece seksen dolara.

Dar koyun karşısında, daha sükseli olan East Egg’in be-yaz sarayları kıyı boyunca ışıl ışıl parlardı ve yazın asıl hikâyesi de oraya, Tom Buchanan’lara yemeğe gittiğim akşam başladı. Daisy ile ikinci göbekten kuzendik, Tom’u da kolejden tanır-dım. Savaştan hemen sonra Şikago’da, iki gün evlerinde kal-mıştım.

Daisy’nin kocası, öteki sportif başarılarının yanı sıra, New Haven futbol takımının gelmiş geçmiş en güçlü hücum oyun-cularından biriydi; bir bakıma milli bir kahraman; şu, da-ha yirmisinde belli bir alanda müthiş bir başarı kazandıktan sonra el attığı her şeyde hayal kırıklığı yaşayan erkeklerden-di Tom. Ailesi Karun kadar zengindi; su gibi para harcama-sı okuldayken bile ayıplanırdı ama şimdilerde Şikago’dan ay-rılıp Doğu’ya yerleşirken akıttığı para insana dudak ısırtıyor-du: Lake Forest’tan bir sürü polo midillisi getirmişti mesela. Benimle aynı kuşaktan bir adamın bunu yapabilecek kadar zengin olmasını aklım bir türlü almıyordu.

Doğu’ya neden geldiler, bilmiyorum. Belli bir amaçla-rı yokken bir yıl Fransa’da kaldılar, sonra da insanların po-lo oynadığı zengin çevrelerde oradan oraya huzursuzca sü-rüklenip durdular. Daisy telefonda, bu sefer artık temelli ta-şındık, demişti ama inanmamıştım. Daisy’nin kalbinden ge-

Page 15: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

15

çenleri kestiremiyordum, fakat bana öyle geliyordu ki Tom, biraz da özlemle, bir daha geri gelmeyecek o futbol maçla-rının coşkulu hengâmesini arayarak bir ömür oradan oraya sürüklenecekti.

İşte böylece ılık, esintili bir akşam, aslında pek de iyi tanı-madığım bu iki eski dostu görmek için arabamla East Egg’e gittim. Evlerine beklediğimden de büyük bir özen göstermiş-lerdi; sömürge dönemi mimarisinin George üslubuna göre in-şa edilmiş; koya bakan, kırmızı-beyaz renkte, hoş, iç açıcı bir malikâne. Çimler kumsalda başlıyor, tuğla döşenmiş yürüyüş yollarının, güneş saatlerinin, alev alev çiçek tarhlarının üstün-den atlayarak yaklaşık beş yüz metre yol kat ettikten sonra evin ön kapısına kadar geliyordu – nihayet eve ulaştığında da, hı-zını alamamış gibi, yan duvarı örten ışıl ışıl sarmaşıkla kucak-laşıyordu. Evin ön cephesini bir dizi Fransız tarzı kanatlı pen-cere süslüyordu; gittiğimde altın sarısı yansımalarla parılda-yan camlar o ılık, esintili ikindiye karşı ardına kadar açılmıştı. Tom Buchanan, üzerinde binici kıyafeti, ayaklarını iki yana aç-mış sundurmada dikiliyordu.

New Haven’dan bu yana değişmişti. Dik saçlı, haşin ağızlı, insanlara tepeden bakan, güçlü kuvvetli, otuzunda bir adamdı artık. Yüzüne damgasını vuran bir çift kibirli parlak göz, ona, her an öne doğru hamle edip saldıracakmış gibi bir hava veri-yordu. Binici kıyafetinin kadınsı şıklığı bile bu bedenin muaz-zam gücünü saklayamıyordu. Bacakları o ışıldayan çizmeleri öyle bir doldurmuştu ki, bağcığını zor bela bağlayabilmiş gi-biydi; omuzlarını her oynatışında ince ceketinin altında kaba-ran haşmetli adalelerini seçebiliyordunuz. Tonlarca ağırlık kal-dırmaya muktedir bir vücuttu bu, insafsız bir vücut.

Konuşurkenki aksi, kısık ses tonu yarattığı o kavgacı izle-nimi iyice pekiştiriyordu. Hoşlandığı insanlarla bile biraz te-

Page 16: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

16

peden bakan bir baba edasıyla konuşurdu; New Haven’da pek çok kişi nefret ederdi ondan.

“Bak, sırf senden daha güçlüyüm, daha erkeğim diye benim görüşlerimi kabul etmen gerekmiyor,” der gibiydi. Son sınıfta aynı öğrenci derneğine üyeydik; hiçbir zaman sıkı fıkı dost ol-madık ama gözünün beni tuttuğunu ve o kendine has haşin, cüretkâr tarzıyla ondan hoşlanmamı sağlamaya çalıştığını hep hissetmişimdir.

Güneşli sundurmada birkaç dakika hoşbeş ettik. “Güzel bir evim var burada,” dedi gözleriyle etrafı aralık-

sız tararken. Kolumdan tutup beni döndürdü ve elini en alt setteki

İtalyan bahçesini, iki dönümü kaplayan ve baş döndürücü bir koku yayan gül bahçesini, kıyıdan açıkta gelgitle sallanan küt burunlu motorlu tekneyi de içine alacak şekilde, önümüzde uzanan manzarada dolaştırdı.

“Demaine’ninmiş daha önce, şu petrolcünün.” Beni nazik-çe ama palas pandıras bir daha döndürdü ve “İçeri girelim,” dedi.

Yüksek tavanlı bir holden geçip aydınlık, gül rengi bir oda-ya girdik; burası kanatlı, döşemeye kadar inen iki uçtaki pen-cerelerle zarifçe eve bağlanıyordu. Pencereler aralıktı ve içeri girmelerine ramak kalmış gibi görünen dışarıdaki taze çimle-rin yeşiline karşı bembeyaz parlıyorlardı. Odanın içinden bir esinti geçti ve bir uçtaki perdeleri içeri, öteki uçtakileri de dışa-rı doğru soluk bayraklar gibi havalandırıp düğün pastalarının bezemeli kremalarını andıran tavana doğru savurdu, sonra da şarap rengi halıyı hafifçe dalgalandırdı ve üzerine rüzgârın de-nize yaptığına benzer bir gölge düşürdü.

Odadaki tamamen hareketsiz tek şey, iki genç kadının ye-re sabitlenmiş bir balondaymışcasına tünedikleri kocaman se-

Page 17: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

17

MG 2

dirdi. İkisi de beyazlar giymişti; sanki evin çevresinde kısa bir uçuş yapıp az önce yere inmişler gibi, elbiseleri titreşiyor, uçu-şuyordu. Rüzgâr perdeleri döverken çıkan sesleri ve duvarda-ki resmin iniltisini dinlemeye dalıp kısa bir süre öylece dikil-miş olmalıyım. Sonra bir güm sesi geldi. Tom Buchanan arka camları kapamıştı, köşeye sıkıştırılan rüzgâr böylece son ne-fesini verdi; perdeler, halılar ve iki genç kadın balondan inip usulca yere kondular.

Kadınların daha genç olanını tanımıyordum. Sedirin bir köşesine boylu boyunca uzanmış hiç kıpırdamadan öylece duruyordu; çenesini, sanki üzerinde ha düştü ha düşecek bir şey var da, o şeyi dengede tutmaya çalışır gibi hafifçe yuka-rı kaldırmıştı. Göz ucuyla beni gördüyse bile hiç tepki verme-di. Doğrusu, o kadar şaşırdım ki, içeri girip onu rahatsız etti-ğim için özürler mırıldanmaya kalktım.

Öteki kız, Daisy, doğrulmak için hamle etti; görevlerinin farkında olduğunu ima eder gibi azıcık öne eğildi; sonra ma-nasız, sevimli, küçük bir kahkaha attı; ben de kahkahayla kar-şılık verdim ve odanın ortasına doğru ilerledim.

“Se-se-sevinçten elim ayağım kesildi.” Çok esprili bir laf etmiş gibi yine güldü, bir an elimi tutu ve

yüzüme bu dünyada görmeyi en çok istediği insan benmişim gibi baktı. Tarzı böyleydi onun. Sonra mırıldanarak dengeci kızın soyadının Baker olduğunu çıtlattı (Daisy, insanlar ona doğru eğilmek zorunda kalsın diye böyle mırıltıyla konuşur diyenler vardı; bence, yaptığı şeyin sevimliliğini hiç de azalt-mayan lüzumsuz bir eleştiri bu).

Her neyse… Bayan Baker’ın dudakları kıpırdadı, başıyla beni belli belirsiz selamladıktan sonra başını çarçabuk eski ko-numuna getirdi – belli ki dengede tuttuğu o şey azıcık kaymış-tı ve kız da korktu. Dudaklarıma bir özür daha geldi oturdu.

Page 18: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

18

Dört başı mamur her türlü kendine yeterlilik hali bende şaş-kınlıkla karışık bir saygı uyandırır.

Kuzenime döndüm tekrar. O nefes kesen, alçak sesiyle bana bir şeyler sormaya başladı. Kulağınızın, her söz bir daha hiç ça-lınmayacak bir melodiymişçesine iniş çıkışlarına dikkat kesil-diği türden bir sesti bu. Yüzü hüzünlü ve güzeldi, ışıklı şeylerle; ışıl ışıl gözleri ve parlak, ateşli ağzıyla. Fakat sesinde ona kapı-lan erkeklerin kolay kolay unutamayacağı bir coşku hali vardı: Ahenkli bir dürtü, fısıltılı bir “dinle”, biraz önce neşeli, heye-can verici şeyler yapmış ve biraz sonra yine yapacak olma vaadi.

Doğu’ya gelirken bir gün de Şikago’da kaldığımı ve bir sürü insanın ona sevgilerini yolladığından söz ettim.

“Beni özlüyorlar mı?” diye mest olmuş halde çığlık attı. “Sorma, bütün şehir perişan. Matemde olduklarını göster-

mek için bütün arabaların sol arka tekerleklerini siyaha boya-mışlar ve kuzey kıyısı boyunca sabahlara kadar durmadan ağıt yakıyorlar.”

“Muhteşem! Hadi geri dönelim Tom. Hem de yarın!” Bana döndü ve alakasız bir şekilde ekledi: “Bebeği görmen lazım.”

“Tabii. Çok İsterim.”“Uyuyor şu anda. Üç yaşına girdi. Daha hiç görmedin mi

yoksa?“Görmedim.”“Bir görsen. O…”Odada huzursuzca dolanıp duran Tom Buchanan durdu ve

elini omzuma koydu. “Ne iş yapıyorsun Nick?”“Borsa işindeyim.” “Hangi şirkette?”Söyledim. “Hiç duymadım adlarını,” dedi gayet kesin bir dille.

Page 19: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

19

Keyfim kaçtı.“Yakında duyarsın,” diye kestirip attım. “Doğu’da kalırsan

tabii.”“Hiç merak etme, kalacağım,” dedi. Vereceğimiz tepkiyi

kestirmek ister gibi önce Daisy’yi, sonra beni yokladı. “Başka bir yerde yaşamak için ahmak olmak lazım.”

Tam bu sırada Bayan Baker öyle ansızın “Çok doğru!” dedi ki, doğrusu irkildim. Odaya girdiğimden beri ettiği ilk laftı bu. Benim kadar kendisi de şaşırmış olacak ki, esnedi ve bir dizi se-ri, becerikli hareketle yerinden kalkıp bize katıldı.

“Her tarafım tutulmuş,” diye yakındı. “Kim bilir kaç saattir o sedirde uzanıyorum.”

“Duyan da benim yüzümden sanır,” diye cevabı yapıştır-dı Daisy. “Öğlenden beri seni New York’a götürmek için uğ-raşıyorum.”

“Almayayım, teşekkürler,” dedi Bayan Baker, mutfaktan önüne getirilen kokteyllere. “Sıkı bir antrenmana girdim.”

Ev sahibi inanmaz bir bakış fırlattı.“Tabii ya!” Dibinde bir iki damla kalmış gibi kadehi başı-

na dikiverdi. “Zaten senin bir iş becermeni aklım almıyor.”“Becerdiği iş” ne acaba diye merak ederek Bayan Baker’a

baktım. Ona bakmak hoşuma gidiyordu. İnce, uzun, küçük göğüslü bir kızdı; genç bir subay adayı gibi omuzlarını geri-ye atarak yürümek dimdik duruşunu daha da vurguluyordu. Solgun, sevimli, hoşnutsuz yüzündeki kül rengi, güneş kısığı gözleri bakışıma edepli bir merakla karşılık verdi. İşte o za-man, kendisini ya da resmini daha önce bir yerlerde görmüş olduğum kafama dank etti.

“West Egg’de oturuyormuşsunuz,” dedi küçümser bir ton-da. “Orada birini tanıyorum.”

Page 20: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

20

“Ben henüz kimseyi tanımı…”“Gatsby’yi tanıyorsunuzdur ama.”“Gatsby mi?” diye sordu Daisy. “Hangi Gatsby?”Komşum olduğunu söylemeye fırsat olmadı, sofraya davet

edildik; Tom Buchanan gergin kolunu emrivaki yaparak kolu-ma doladı ve beni odadan dama tahtasındaki bir taşı başka bir kareye sürer gibi çıkardı.

Elleri hafiften kalçalarına dayalı iki genç kadın; ince, uzun, süzgün önümüz sıra yürüdüler ve bizi günbatımına bakan gül rengi bir verandaya çıkardılar. Masada yanan dört mum sakin-lemiş rüzgârda titreşip duruyordu.

“Ne diye mum koymuşlar ki!” diye kaşlarını çattı Daisy. Mumları parmaklarıyla bir çırpıda söndürdü. “İki hafta son-ra yılın en uzun günü.” Işıl ışıl baktı hepimize. “Siz de yılın en uzun gününü bekleyip durduktan sonra o günü atlar mısınız? Ben her yıl en uzun günü bekler, sonra da unuturum.”

Bayan Baker esneyerek, yatağına giriyormuş gibi sofraya oturdu ve “Bir şeyler planlayalım,” dedi.

“Olur,” dedi Daisy. “Ne planlayalım?” Çaresiz bir ifadeyle bana baktı. “İnsanlar ne planlar?”

Cevap vermeme fırsat kalmadan gözleri korku dolu bir ifa-deyle serçe parmağına ilişti.

“Bak!” diye sızlandı. “İncitmişim.”Hepimiz baktık, eklem yeri mosmordu. “Sen yaptın Tom,” diye suçladı. “İsteyerek yapmadığını bi-

liyorum ama yaptın işte. Böyle kaba bir adamla evlenirsen ola-cağı bu; kocaman, iri kıyım, hantal…”

“Şu hantal lafından nefret ediyorum, şakasından bile.” di-ye öfkelendi Tom.

“Hantal,” diye ayak diredi Daisy. Arada bir o ve Bayan Baker hep bir ağızdan hoşbeş ediyor-

Page 21: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

21

lardı; kimseyi rahatsız etmeden, gelişigüzel şakalaşmalarla sü-ren konuşmaları beyaz elbiseleri, arzudan, hevesten yoksun ka-yıtsız gözleri kadar soğuktu ve bir türlü muhabbete dönüşemi-yordu. Oradaydılar; Tom’la benim varlığıma bir itirazları yok-tu, eğlenmek ve eğlendirilmek için nazik, hoş bir zahmete kat-lanıyorlardı. Birazdan yemeğin, kısa bir süre sonra da akşamın sona ereceğini, bu akşamın da gelişigüzel kaldırılıp bir kena-ra konacağını biliyorlardı. Batı’dan tamamen farklıydı burası; orada akşamlar, ya durmadan boşa çıkan umutların hayal kı-rıklığı ya da sadece o ânın kendisine duyulan dehşetli korkuyla sona erene dek telaş içinde konudan konuya atlanarak geçerdi.

Mantarımsı ama gayet çarpıcı bordo şarabın ikinci kade-hinde itiraf ettim: “Yanında kendimi gayrimedeni hissediyo-rum Daisy. Ekinden, hasattan filan konuşamaz mısın?”

Öylesine söylemiştim, ama sözlerim umulmadık bir yöne çekildi.

“Medeniyet çöküyor,” diye iştahla lafa girdi Tom. “Bu gidişat beni korkunç karamsar yapıyor. Beyaz Olmayan İmparatorlukların Doğuşu’nu okudun mu? Şu Goddard denen adamın kitabını.”

“Yo, okumadım,” dedim; ses tonu şaşırtmıştı beni. “Çok iyi bir kitap, herkesin okuması lazım. Gözümüzü aç-

mazsak beyaz ırk tümüyle yenilecek, diyor. Hepsi bilimsel söy-lediklerinin, kanıtlara dayanıyor.”

“Tom gittikçe derinleşiyor,” dedi Daisy, yüzünde anlayışsız bir kederle. “Uzun, karmaşık cümlelerin olduğu derin kitaplar okuyor. Neydi şu sözcük, geçen gün…”

“Hepsi bilimsel bu kitapların,” diye diretti Tom, Daisy’ye sabırsız bir bakış fırlatarak. “Şu adam, Goddard, meseleyi ta-mamen çözmüş. İş, egemen ırktan olan bizlerin arkamızı kol-lamamıza bağlı, yoksa öbür ırkların eline geçecek dizginler.”

Page 22: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

22

“Onları yere sermek zorundayız,” diye fısıldadı Daisy, kız-gın güneşe doğru şiddetle göz kırparak.

“Senin Kaliforniya’da yaşaman lazım…” diye söze başla-dı Bayan Baker ama Tom iskemlesinde sertçe dönerek sözü-nü kesti.

“Konu şu: Biz İskandinav asıllıyız. Ben, sen, sen ve…” Çok kısa bir tereddütten sonra başını belli belirsiz sallayarak Daisy’yi de dahil etti. Daisy de bana yeniden göz kırptı. “… ve medeniyeti oluşturan her şeyi biz yarattık; bilimdir, sanattır, hepsini. Anlıyor musunuz?”

Kendini kaptırışında acıklı bir şey vardı; eskisinden de va-him bir hal alan kendini beğenmişliği artık ona yetmiyor gi-biydi. Tam o sırada içerideki telefon çaldı, kâhya bakmaya gi-dince Daisy bu kısa kesintiden yararlanıp bana doğru eğildi.

“Sana bir aile sırrı vereceğim,” diye fısıldadı hevesle. “Kâhyanın burnuyla alakalı. Kâhyanın burnunu dinlemek is-ter misin?”

“Zaten bunun için geldim bu akşam.”“Şöyle: Bu adam daha önce kâhya değilmiş. New York’ta,

iki yüz kişilik gümüş takımı olan birilerinin yanında gümüş parlatıyormuş. Sabahtan akşama dek gümüş parlatırmış; der-ken, bu iş burnunu kötü etkilemeye başlamış.”

“Giderek kötüleşmiş,” diye katkıda bulundu Bayan Baker.“Evet. Burnu giderek kötüleşmiş ve sonunda işini bırakmak

zorunda kalmış.” Bir an, güneşin son ışıkları ateşli bir şefkatle ışıl ışıl yüzü-

ne vurdu; sesi soluksuzca öne eğilmeye zorluyordu beni; son-ra ışıltı soldu, akşam çökünce eğlenceli sokakları terk eden ço-cuklar gibi, ışıklar da gönülsüzce, oyalanarak birer birer bıra-kıp gittiler onu.

Kâhya geri döndü, Tom’un kulağına bir şeyler fısıldadı;

Page 23: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald

23

Tom’un suratı asıldı, iskemlesini arkaya itip hiçbir şey deme-den içeri girdi. Daisy, kocasının yokluğu, içindeki bir şeyi can-landırmış gibi yeniden öne doğru eğildi; sesi ışıldıyor, cıvıldı-yordu.

“Seni soframda görmek ne hoş Nick. Sen bana şeyi… bir gülü, mükemmel bir gülü hatırlatıyorsun. Öyle değil mi?” Onaylaması için Bayan Baker’a baktı. “Mükemmel bir gül gi-bi, değil mi?”

Alakası yoktu tabii. Güle benzer bir halim yoktu. Uyduru-yordu işte ama heyecan veren bir sıcaklık yayılıyordu ondan; yüreği o soluk kesen, coşup taşan sözcüklerden birine gizlen-miş de yerinden fırlayıp size gelmek istiyordu adeta. Birden peçetesini masaya fırlattı, özür dileyip kalktı, içeri girdi.

Bayan Baker’la boş yüz ifadeleriyle, usulen, şöyle bir bakış-tık. Tam bir şey söyleyecektim ki, telaşla kalkıp “Şişşşt!” diye ikaz etti. Arkadaki odadan hafif, heyecanlı bir mırıltı geliyor-du; Bayan Baker öne doğru eğildi ve hiç utanıp sıkılmadan ku-lak kabartmaya başladı. Mırıltı, ahengin eşiğinde dolaştı, alçal-dı, heyecanla yükseldi, sonra bütünüyle kesildi.

“Şu bahsettiğiniz Gatsby benim komşum…” diye başla-dım.

“Susun. İçeride neler olduğunu duymak istiyorum.”“Bir şeyler mi oluyor ki?” diye safça sordum. “Bilmiyor musunuz yani?” dedi. Sahiden şaşırmıştı. “Duy-

mayan kalmadı sanıyordum.”“Ben bir şey duymadım.”“Nasıl yani…” diye bir an tereddüt etti. “Tom kendine New

York’ta bir kadın bulmuş.”“Kadın mı bulmuş?” diye tekrarladım şaşkın şaşkın. Bayan Baker başıyla onayladı.“Yemek vakti de aranmaz ki ama. Öyle değil mi?”

Page 24: Muhteşem Gatsby / F. Scott Fitzgerald