İÇİndekİler...nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli...

80
İÇİNDEKİLER ADABELEN -1- EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE Bekir ÖZGEN Düş Adam.......................................2 Ahmet CENGİZ Ahmet Cengiz Çeşitlemeleri .............3 Tahsin ŞİMŞEK Bilen Konuşmaz Konuşan Bilmez .....4 Prof. Dr. Şevket TOKER Deniz Gezmiş’i Yakından Tanıdım .....7 Prof. Dr. Cahit KAVCAR Muammer Özler’in Adabelen Düşü...9 Emin UĞUNLU Sözcüklerin Kavgası ......................10 Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ Gönen Köy Enstitüsü .....................11 Gökhan ADALI Yitik Aydınlar .................................12 Prof. Dr. Osman GÖKÇE Zeytin Bir Başka Sözdür.................13 Av. Hüseyin ÖZBEK Ama Ölmemiş Değil mi Baba? .......14 İbrahim ERDİNÇ Nötrino Devrimleri .........................15 Faik AY Ubuntu..........................................16 Etem ORUÇ Bademler ......................................17 Kadri GÜLHAN 94. Yılında Lozan Konfrenası .........19 Turgut DERELİ Neden Türkçe Sözlük?...................20 Hüseyin YAŞAR Eğitimde Ekim ve Hasat .................21 Rıza YETİM Mançar .........................................22 Şadiye DÖNÜMCÜ Salgın Bir Hastalık .........................24 Yılmaz BOZKURT Benim Zeytinim .............................25 Prof.Dr. İsmet GÜRGEY Merkez Efendi Üzerine ...................26 Mehmet GENÇ Ucube Bir Yazı ...............................31 Cevat TURAN Çağrı.............................................33 Av. Hasan Tahsin ÜNER Adaletin Alt Başlığı Denge ..............34 Salih GÖZEK Gidiyorsun ....................................35 Ali KAYA Orfoz ............................................36 Azmi ERMİŞ Otobüsler Dile Gelse ......................39 Kıvanç FİLİZCİ Bir Çam İğnesi ..............................43 Birol TEMELKURAN Kısadan ........................................45 Abdullah TAŞÇIOĞLU Emperyalizimin Yeni Silahı .............48 Nazmi ÖREN Emret Müfettiş Bey ........................49 Bahtiyar TAKKALI Kurban Olduğum ...........................50 Engin ÇAMUROĞLU Bu Kitap Okunmalı .........................51 Ahmet M. EGEMEN Sağlıksız Sağlık .............................53 Saffet ÖZCAN Çocuk ...........................................55 Öner YAĞCI Rıfat Ilgaz......................................58 Hüsnü ERTUNG Hesap Hesaplılar ...........................59 Metin GÜVEN İnek ..............................................60 Zeki SARIHAN Fatsa Deyince ..............................61 Zekeriya YAVUZ Çardak ..........................................63 Süleyman ÖNER O Benim Öğretmenim ....................66 Abdullah BOLULU Sinme Hiçbir Zaman ......................67 Çetin ARDIÇ Çocukluğum .................................68 Ali ÇAKIR Yaşadıklarımdan IV ........................70 Ayla KAVRUKKOCA TARHAN İsmini Arayan Şiir ..........................72 Nahide ZEDEF Bugün ...........................................72 Ümran EROL Önce Sev ......................................72 Hüseyin ERSÖZ Madran Dağı .................................73 Salih EROĞLU Özgürlük .......................................73 Müjgan Tutan KATLAN Düş ..............................................73 Ahmet Nuri DOĞAN Bilim ve Gelecek Dergisi ................74 İsmail TUNA Bilim ............................................76 Haberler ....................................................78 Okumak özgürlüktür

Upload: others

Post on 29-Jul-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

İ Ç İ N D E K İ L E R

A D A B E L E N

-1-

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Bekir ÖZGEN Düş Adam.......................................2

Ahmet CENGİZ Ahmet Cengiz Çeşitlemeleri .............3

Tahsin ŞİMŞEK Bilen Konuşmaz Konuşan Bilmez .....4

Prof. Dr. Şevket TOKER Deniz Gezmiş’i Yakından Tanıdım .....7

Prof. Dr. Cahit KAVCAR Muammer Özler’in Adabelen Düşü...9

Emin UĞUNLU Sözcüklerin Kavgası ......................10

Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ Gönen Köy Enstitüsü.....................11

Gökhan ADALI Yitik Aydınlar .................................12

Prof. Dr. Osman GÖKÇE Zeytin Bir Başka Sözdür.................13

Av. Hüseyin ÖZBEK Ama Ölmemiş Değil mi Baba? .......14

İbrahim ERDİNÇ Nötrino Devrimleri .........................15

Faik AY Ubuntu..........................................16

Etem ORUÇ Bademler ......................................17

Kadri GÜLHAN 94. Yılında Lozan Konfrenası .........19

Turgut DERELİ Neden Türkçe Sözlük?...................20

Hüseyin YAŞAR Eğitimde Ekim ve Hasat.................21

Rıza YETİM Mançar .........................................22

Şadiye DÖNÜMCÜ Salgın Bir Hastalık .........................24

Yılmaz BOZKURT Benim Zeytinim .............................25

Prof.Dr. İsmet GÜRGEY Merkez Efendi Üzerine ...................26

Mehmet GENÇ Ucube Bir Yazı...............................31

Cevat TURAN Çağrı.............................................33

Av. Hasan Tahsin ÜNER Adaletin Alt Başlığı Denge..............34

Salih GÖZEK Gidiyorsun ....................................35

Ali KAYA Orfoz ............................................36

Azmi ERMİŞ Otobüsler Dile Gelse......................39

Kıvanç FİLİZCİ Bir Çam İğnesi ..............................43

Birol TEMELKURAN Kısadan ........................................45

Abdullah TAŞÇIOĞLU Emperyalizimin Yeni Silahı .............48

Nazmi ÖREN Emret Müfettiş Bey........................49

Bahtiyar TAKKALI Kurban Olduğum ...........................50

Engin ÇAMUROĞLU Bu Kitap Okunmalı.........................51

Ahmet M. EGEMEN Sağlıksız Sağlık .............................53

Saffet ÖZCAN Çocuk...........................................55

Öner YAĞCI Rıfat Ilgaz......................................58

Hüsnü ERTUNG Hesap Hesaplılar ...........................59

Metin GÜVEN İnek ..............................................60

Zeki SARIHAN Fatsa Deyince ..............................61

Zekeriya YAVUZ Çardak..........................................63

Süleyman ÖNER O Benim Öğretmenim ....................66

Abdullah BOLULU Sinme Hiçbir Zaman......................67

Çetin ARDIÇ Çocukluğum .................................68

Ali ÇAKIR Yaşadıklarımdan IV ........................70

Ayla KAVRUKKOCA TARHAN İsmini Arayan Şiir ..........................72

Nahide ZEDEF Bugün...........................................72

Ümran EROL Önce Sev ......................................72

Hüseyin ERSÖZ Madran Dağı .................................73

Salih EROĞLU Özgürlük .......................................73

Müjgan Tutan KATLAN Düş ..............................................73

Ahmet Nuri DOĞAN Bilim ve Gelecek Dergisi ................74

İsmail TUNA Bilim ............................................76

Haberler ....................................................78

Okumak

özgürlüktür

Page 2: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-2-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Yanınızda, yörenizde size yakın bilge kimseleryoksa, gölgenizi asla doğrultamazsınız. Hele de birDüş Adam... Hani ak yerini dışarı, kara yerini içeribüküp kıblesini insan yapmaya çalışan biri. Başındabit, yanında it, aklı kıt olanlara uzak durmasınıbilen, aydın vicdanının bağımsız olması gerektiğinikendi benliğinde yaşayan ve yaşatan biri. Kimseyikırmamaya çalışan, duyarlı, tutarlı ve düşüncelibiri. Herkesin her işine koşan, yardımsever biri.Dedikodudan uzak duran, kimseyi kırıpçekiştirmeyen, yumuşacık biri. Kine değil, sevgiyeyakın; sır saklamasını bilen, güvenilir biri.Varlığından dirim fışkıran; tokgözlü, sevecen biri.Yaşamın direnmek, sabrın ise en önemli erdemolduğunun ayrımında olan; "Yaparım," dediği işimutlaka yapan, sözünün eri biri. Bırakın sağlığında,ölümünde bile kadavrasını üniversiteyebağışlayabilen ve iyilik uğruna tüm tabularıkırabilen biri.

Bütün bunların sonucu olarak da hatır bilir,hatırlı biri.

*

Yaşamın cıvatası var mı bilinmez ama, bir düşadamını, çevresindekilere bağlayan, istençli kişiliğiolmalı.

Yaşamı dönüştürmek öylesine zor iken, onunher türlü güçlüğü aşıp az rastlanır bir derinliğikuşanıyor olması kendisinden çok çevresindekilerigönendirir kuşkusuz. Hele, kendini bilmezliğiniyice azgınlaşıp sele dönüştüğü bugünkü ortamda,yeni dostluklara kucak açabilmek böylesinezorlaşmışken. Ne yana sapsanız yalan, dolan;reklam, övünme, böbürlenme almış başınıgiderken... Boldan atıp, yukarıdan tutanlarınkalabalığından ve kabalığından geçilmezken...Parçalanan algıların, parçalanan duygulara karıştığıçöplükler alabildiğini artış gösterirken...

Böylesi bir ortamda, böylesi bir duruş, olsa olsa

bir düş adamına yakışır.

Bunca yıl... Dile kolay. Böylesi biriyle birtanışma, sonra da yanından hiç ayrılmama. O gün bugündür birlikteliği hiç mi hiç koparmama...

"Demek ki!" diyorum. "Yalnızlığımın içindeüşüyüp titrerken ben, sığınacak bir insan sıcaklığıbulmuşum; onun, hemen yanı başımda bittiğinibilmeden."

Bal yiyen baldan usanır deseler de, ben onunbirlikteliğine doydum diyemem. Salt ben değil,yakın çevrem hatta uzaktakiler bile.

Gün geçtikçe onu daha yakından tanıyor,tanıdıkça daha çok seviyor, daha çok kendimizdensayıyoruz. Başka nerede bulabiliriz ki onun gibi,sevincine ortak ararken, acılarını kendi çeken;görünür olmaktan uzak dururken, aydınlık yayıpçevresini ışıtan birini?

Şöyle bir bakıyoruz da çevremize, birbirini vekendini yiyip bitirmeye susamış yığınlarca insanarasında kaybolmak üzereyiz. Ve bu susuz çöldeayakta kalmayı becermiş bir yeşil hurma ağacı gibiboy gösteriyor yılların ı "HerDüş Adam' .olumsuzluğa inat, insanlık ölmedi," der gibi ayakta,dimdik bizlere kucak açıyor. Onun ayak izleri var,iyiliklerin en kuytu yerinde. Bakmasını bilenherkesin görebileceği. Yaşanmışlıkların her yerinde.Kıyısında, köşesinde, bucağında...

Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı,derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynakgibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendinegeliştirdiği algılama yeteneği! Bir o kadar da içindeyoğrulduğu o eşsiz eğitim kaynağı! Okulu,öğretmenleri, kitapları...

Genç Cumhuriyetin tüm gençlere yüklediğiyüksek sorumluluk duygusunu orada edinmiş olmalı.Bunu aklı ve yüreğini birlikte kullanarak yaşamageçirebilmekte ne kadar da hünerli.

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Bekir Ö[email protected]

DÜŞ ADAM

Özlemimiz

Page 3: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-3-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Hele de sürekli üreterek... Onlarca kitap yazıpyan yana dizerek... "Yaşadın mı büyükyaşayacaksın kardeşim," diyen sanatçının sözüneuyarak... Çoğaltmaktan ve paylaşmaktan bir adımolsun geri durmayarak...

Bilinçli bir yurttaş olmanın hepimize yüklediğisorumluluklarla birlikte, bir de doyulmazmutluluğu varsa eğer, bunu en çok hakDüş Adam,eden ve tadanlardan biri olmalı.

Onun bir ucu erdeme uzanan bütün bu olumluözelliklerini evirip çeviriyorum da kafamda, varıpdayandığım, "Kahraman kime denir?" sorusuoluyor. Gerçekten, "Kime denir kahraman?"

Başkalarında olmayan ya da az görülenözellikleri taşıyana mı? Vurana kırana, taş üstündetaş, baş üstünde baş bırakmayana mı? Cesaret,erdem, dostluk ve özveri gibi insana yakışırdinamikleri üstünde toplayana mı? Kime?

Tanıdığımız kadarınca, dünden bugüne kendiözgürlüğünün sorumluluğunu üstlendiğine vebunun gereğini tam olarak yerine getirdiğine görebizim mız neden bir kahramanDüş Adamı'olmasın? İyilikten, güzellikten yana kendi seçiminikendinin yapmış olması ve bu seçiminsorumluluğunu kabullenmesi bunu göstermiyormu?

"Mış..."gibi yaşamanın geçer akçe sayıldığı bubozuk düzende, bir kişisel bütünlük anıtı olarakönümüzde durabilmesi, onu kahraman yapmayacakda kimi yapacak?

Yapamadıkları bir yana da! Ya yaptıklarıylayaşamı yaşanabilir kılabilmesine ne demeli?

Onun kendi yaşamında gerçek anlamda varolması; orada kendi olarak kalabilmesi, her şeydenönce yürek ister. Bilinç ister. Yaşam sevgisi ister.Özveri ister. Direnç ister.

Bütün bu göstergeler de gerçek birkahramanlığa uzanan yolun önemli kilometretaşlarından başka nedir ki!

Belleğinizi bir yoklayın hele! Bu nıDüşAdamı'sizler de tanıyor olmayasınız?

Ahmet CENGİZ

AhmetCENGİZÇeşitlemeleri

[email protected]

y.i-13

çilinngg

açıldı işte

iç içe bir parantez

içine kasa koyuyor herkes

bir serçe kondur sen

yeter

keklik ötüşü

y.i-60

bir yaprağın yalnızlığı

ormanda

çekilecek gibi değil

sen gel şiire iliş

dalgın

semada yürür tüm dalgınlar

bir de deryada

dalgın bir kadın işte

kıyı istiyor ayakları / gönlünce

bir adam geliyor beriden / yok gibi

düşünde

iki fildişi tepe

dalgın

Page 4: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-4-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Tahsin ŞİMŞ[email protected]@mynet.com

“BİLEN KONUŞMAZ,KONUŞAN BİLMEZ”

Yazımın başlığı bir alıntı. Çinli düşünür Laozi'ninbir özdeyişi:“Bilen Konuşmaz, konuşan Bilmez.”İletişimin bunalımda, “Bulantı”da olduğu bir çağdayaşamaktayız. Önyargılara kapı dayaklarken herzaman başkasına gereksinimiz var. Sağlıklı iletişime.

İletişim, çok boyutlu bir işlem. İletişimsizlik, çoknedenli bir olgu. Elbette her neden üzerinde durmamınolanağı yok. Zaten bildiklerim, kendimce doğrusandıklarım, koca okyanusta bir habbedir. Keşke herbiri kolayca yutulacak bir kara üzüm habbesi olsaydı.İşte bana göre öne çıkan üç neden:

İleri teknolojiye karşın iletişimde yaşanantıkanıklık

Nice doğrunun, demokrasinin sığlığındaboğulması

Bulantı çağında, sanatın insanı kaybetmesi…

Sanırım, bu kadarı yeter. Konuyu dağıtmadan, buüç ara başlıkla konuyu somutlayıp irdelemem iyi olur.

***

İleri teknolojinin insanları getirdiği yer ortada.

Twit ter 'da 140, SMS'de 160 karaktersınırlamasıyla kendimizi anlatmak zorundayız. Dili,bütün bürününden (prozodi) soyarak anlaşmamızgerekiyor. Bu tür iletişimde, vurgu, tonlama, ulamaya;çağrıştırım, duygu değeri, sanatsal kurguya yer yok.Bu olgu, kuşkusuz kendine özgü bir dil yaratıyor.Duyguları alınmış, klonlanmış bir dil. Sesli harfsizbir iletişim.Üstelik “de”leri, “mi”leri, “ki”leri hiçayırmadan yazma zorunluluğu getiren. Belki tekyararı, son günlerin modası Arapça'nın öğrenilmesinikolaylaştırmak olacak. İşte günümüz iletişiminden biriki örnek: bn bu msjiornkolrkyzyrm. nktlmaisrtlrndnsnrdabslkbrkmdm. (Ben bu mesajı örnek olarakyazıyorum. Noktalama işaretlerinden sonra da boşlukbırakmadım.) Hitler'in “ss”leri de “seni seviyorum”demekmiş, yeni öğrendim. Yapmayın, SMS'çe“teşekkür” böyle mi edilir, demeyin: “thanxyaw,thanxyha, thanxyoq”… Bu konuyu daha fazladeşmeyeyim, deşersem alacağım yanıtın ne olduğunuiyi biliyorum: “hastir”le eşdeğer bir “oka” (o kadar).

İşin buraya varacağını görenlerin başında, elbette

öngörü ve sezgi ustası sanatçıları görüyoruz. Onlardanbiri de “Yönelişler”in yaratıcısı NathaileSarraute. Bakınne diyor: “Radyo ve televizyon… bayağılık üretmeyizanaat olmaktan çıkarıp büyük bir sanayi halinegetirmeyi başardı.” O sanayi, her gün kendini yeniliyor;ama insanoğlu “geri bas geri dön”lerle uzunyolculuğuna devam ediyor.

Komşusuyla selamlaşmayı unutan, ana babasıylakonuşacak iki sözü olmayan, AVM'lerin kibirliördekleriyle nereye kadar?

Ben o “ r”denim, siz hangiVurgunCente“ ”densiniz?SoygunCity

***

Demokrasi, kuşkusuz bir kültürel taban ve birikimişi.

Demokrasi, soylu bir mücadele tarihinin birikimiüstüne kurulan bir yapıdır. Öyle olmalı. Yani salt yasa,anayasa işi de değil.

“Söz gümüşse sükût altındır.”, “Bülbülün çektiğidili belasıdır.”, “İki dinle, bir söyle.”, “Dilini tut, danayıgüt.”… diyen bir kültür yapısına sahip bir toplumuz.Susmayanı, “Dilini eşek arası soksun!” ilenciylesusturduğumuz bir toplumda yaşamaktayız.

Ayrıklıklar bir yana, bu toprakların hem tarihiyle,hem coğrafyasıyla iletişimimiz kopuk. Biz, Homeros'uTürkçede ilk kez 1957'de okuyabildik. Meyveli ağacıtaşlayıp giden “göçebe”nin toprakla da bağı bu kadarancak.

Bireyin yok sayıldığı, yetkenin (otorite) ve katıksızitaatın (biat) egemen olduğu bir toplumda, birbirimizemasal anlatmaktan ya da gücümüzün yettiğine mavalokumaktan başka bir şey yapılabilir mi? Dans edebilirmiyiz, çok sesli müziğe sevdalanabilir miyiz,sevgilimizle Dolmabahçe'nin önündeki parkta oturabilirmiyiz, insanı sarıp sarmalayan bir yazınımız, şiirimizolabilir mi? Tarihi ve coğrafyasıyla bütünleşen biranavatanı, şiirlere hapsetmekten kurtulabilir miyiz?Özetle kurallarına saygı duyulan çağdaş birdemokraside yaşayabilir miyiz?

Şu da bir gerçek,demokrasi de göreceli bir kavram.Salt “oy”a indirgendiğinde toplum ortalamasından bir

Page 5: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-5-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

milim üstte iyi bir sonuç vermiyor; vermesibeklenemez. Oyların dökümü, bir sınavın çan eğrisigibidir. Demokrasilerde iktidara gelenler, 4,5'tan 5alanlardır daima.

Her sınıfın, her toplumun 4,5'tan 5'i değişkendir.İnsani gelişmişlik endeksi değiştikçe o rakamın değeride değişir. Bu arada anımsatayım,İnsani gelişmişlikendeksinde dünyada 90. sıradayız. “Çocuk gelin”deise dünya beşincisi . Sıf ı r sorunlu bütünkomşularımızdan çok ama çok ilerdeyiz(!). Kuşkusuzdemokrasimizin çan eğrisi de çok farklı değil.

Ülkemizde iktidar“Cahil”, muhalefet sığ.

Dünya demokrasi tarihi “Cahil”lerle dolu. Hiçunutmayalım, Mussoloni 1924'te % 64, Hitler 1933'te% 44'le iktidara geldiler. Kenan Evren'inc u m h u r b a ş k a n l ı ğ ı n ı 1 9 8 2 ' d e % 9 2 i l eonayladık.Ferdinand Marcos – İmelda Marcos(Korkunç Yenge) gibi niceleri de sandığınkahramanlarındandır. Çok yakın bir tarihte,budünya,ne yazık ki demokrasi adına G.W.Bush,Berlusconi, Sarkozy, Mursi gibi adamları da baş tacıetti. Demokrasinin iletişimi de ivmesi de bu kadar.

Olağanüstü koşulların önderlerini, Atatürk veLenin düzeyindeki öncülerini, demokrasi masallarıiçinde boğmamak, boğdurmamak gerekir.

Gelelim bizim demokrasimize. İktidar, zaten dörtdörtlük Gazali hayranı, Osmanlı sancaktarı. Gazali(1058 – 1111) kim mi? Vahhabilik'e çıkan yolun ilkişaret taşı. Dinde yorumu yasaklayan, biat ve cihatkapısını ardına kadar açan; Haçlı'ya karşıkoyabilmeninyolunu, sorgulamayan cihatçılardabulmuş kişi.

Soru gelip şurada düğümleniyor. Hem Osmanlısancaktarlığı yapmak, hem Osmanlı'ya ihanetle sicilliVahhab i l i ğ i ku t samak nas ı l b i r ş eyd i r ?KutsadığınızVahhabileri, 1819'da İstanbul'da sıra sırasallandıran Osmanlı değil midir? II. Mahmud, buyüzden mi sevilmez? Tosun Paşa, yalnızca bir KemalSunal tiplemesi midir? Evet, kutsadıklarınızısallandıranların sancaktarlığını yapmanızda hiçbirçelişki yok mu?

Osmanlı sancaktarlığıyla, demokrasi yaşamaz,yaşatılamaz. Osmanlı kültürü üzenine oturtulacak birdemokraside, “Fetret” pir ü pak kalır. O on bir yıllıkdönem (1402-1413), sözcük anlamıyla gerçektenFetretmidir?Yoksa onca baskıdan, kandan katliamdan,Ankara Savaşı'nın yarattığı örselenmeden sonra gelenbir özgürlük arayışı mıdır? İyi tartışılmalı. O fetretyaşanmasaydı, Şeyh Bedreddin, daha ilk gündendarağacına gönderilmez miydi? Bedreddin düşüncesi,bu toplumda kök salabilir miydi; Nâzım o güzelim

Şeyh Bedreddin Destanı'nı yaratılabilir miydi? DahasıFatih'in kimliği farklı oluşmaz mıydı?

Demek ki Ferit Edgü, “Cahil”e boşuna kafayormamış. Cahil saptamaları Ferit Edgü'nün /Eklemeleri benden:

“Cahilin köpeği olsa bile gene de kendisi havlar.” /Cahilin olduğu yerde başkasına söz hakkı yoktur.

“Cahil, manzume okumayı pek sever.” /Manzumeyi şiir sanır.

“Cahilin yarını dündür.” / Durmadan eski defterlerikarıştırır.

“Cahil, zenginliği parayla ölçer.” / Heykel ve sanatonun için ucubedir.

“Cahillerin menkîbeleri yanında âriflerinmenkıbeleri hiç kalır.” / Tarih de demokrasi de onlar içinbir menkîbedir.

Ya muhalefet? Olabildiğince sığ. Derditasası,iktidara laf yetiştirmek. Bari doğru dürüstörneklerle yetiştirseler. Muhalefet lideri, her salı olduğugibi o gün de avazını aldırıyor, örneklemesine “Gazalihayatta olsaydı…” sözleriyle başlıyor (25.06.2013).İbniRüşd ile İbniHaldun'un akıllarına geleceğini hiçsanmam. Ama Mevlana'yla Yunus da mı gelmez?Fatih'le Mustafa Kemal yok mu?… O konuşmayıdinlediğim gün kahroldum, uyuyamadım.

***

Sanata vedüşünceye baskı, her zaman içe kapanışıdoğurur.

Yazını, sanatı, düşün yaşamını bu olgudansoyutlamak olası değildir. Kötü gidişi sezenler, ilkipuçlarını verenler, olacakları çok önceden görenlersanatçılardır. F. Kafka'nın “Dava”sı, sonu savaşa çıkanb i r t o p l u m s a l ç ü r ü m ü ş l ü ğ ü n o l a ğ a n ü s t üsomutlamasıdır. 'in ü DPAziz Nesin “Zübük”despotizminin, inLeyla Erbil' “Karanlığın Günü”bugüne döşenen kara taşların…

Nedensiz ve saçma (absürt) davalarla karanlığanasıl mahkûm edildiğimize, Kafka ve Erbil'den sonrabiz de tanık olduk.

Çağımızın bu tablosunu, en iyi somutlayan NorveçliressamEdvardMunch'tur. Munch,“Çığlık”'ta, gelenbüyük iletişimsizliği, çöken iletişim köprüsünüsimgeler.Bernard Shaw, o çığlığı duymamanınözetlemesini şöyle yapar: “İletişimde tek ve en büyüksorun, iletişimin sağlandığını sanmamızdır.”

Benim yaşımdakiler, DP despotizmiyle II. Yeni;bugünün kökten dinci yönetim yapısıyla edebiyattayaşanan sığlık ve iletişimsizlik arasında bir koşutlukgöremiyorlarsa, hâlâ şiirlerindeki o söz oyunlarıyla

Page 6: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-6-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

oynamayı ve “Kullanılmış Hayat”larını kutsamayısüreğenleştirsinler.

Mucize Özünal, Kullanılmış Hayat'ta Antepyöresinin Yesemekli kadınlarından söz ederken bir“kız dili” olgusundan söz eder. Ezilen kadının iletişimdilidir bu. Bu hale gelen bir iletişim, kimilerine çokçekici ve büyüleyici gelebilir. Kuşköy'ün “kuş dili”yleeşleyebilirler. II. Yeni'nin “"bakışsız bir kedi kara"sıdabirilerince sevimli bulunabilir. Doğrusu ortada birsanat emeği vardır. Ama o emek, ne denli sağlıklı vekalıcıdır?

Günümüzün yapay ve sanal ilişkiler düzenine,i l e t i ş i m s i z / l i k d ü n y a s ı n a d i k k a t i ç e k e nyazarlarımızdan biride Tahsin Yücel'dir. “Komşular”adlı nefis öyküsüyle, “Yalan” ve “Gökdelen” adlıromanlarıyla. ÖzetleII. Yeni'den sonra da - üç beşistisna bir yana - aydınlar da çoktandır yılkıda.

Sait Faik, “Bir insanı sevmekle başlar her şey.”diyordu. Sevgiye açılan kapı iletişimdir. Günümüzyazını, şiiri insanı seviyor mu? Narsizm, onanizm osevginin neresinde? Sevmek, yoksa salt sevişmekolarak mı algılanıyor? Sevgiyi paylaşan, payını alıpgidiyor mu?Bunu daha çok Ahmet Altan'lara sormakgerekir. Popüler kültürün “Sudaki İz”inde bile, o sapıkve “Tehlikeli Masallar”la karşılaşabilirsiniz.

Böylesi yetinmeler, kutsamalar ve “TehlikeliMasallar” karşısında benim diyebileceğim çok şeyyok. Söyleneceklerimin özetini, çok uzaklardanZhuangzi, 2400 yıl önce şöyle yapmış: “Kuyukurbağasına okyanustan söz etsen aklına sığmaz, yazböceğine kardan söz etsen havsalası almaz.”

Gezi Direnişi'ninbibergazında boğulmasının,doyurucu bir “Gezi Edebiyatı”nın ortayaçıkmamasının nedeni de ne yazık ki bu otizmli yapı, builetişimsizliktir.

Hüseyin Peker, anımsar mı bilmem, 2013Haziran' ında telefonda kendisiyle Gezi 'yikonuşmuştuk. “Ne olur?” sorusuna verdiğim yanıtınözeti şuydu: “Ortak dilleri, aşamalı hedefleri, dahasıönderleri yok. Bir boğulmanın dışavurumu. Benumutsuzum.” Ama umut kuşu geveze, susar mı? Yinede oturdum, birkaç Gezi şiiri yazdım.

J. P. Sartre'nin “Biz Alman işgalinde dahaözgürdük.” sözü, işte tam da böyle bir boğulmanındışavurumudur. İşgalde, ülküleriniz vardır, kurtuluşiçin bir çıkış yolu ararsınız, bu işi kimlerlebaşarabilirim sorusu size yeni iletişim kapıları açar. J.P. Sartre bu dünyadan göçeli(1980) kaç yıl oldu. Biz, ogünlerde 12 Eylül'ün zifirkaranlığına girmiştik. Sartre,bilge bir yazardı.

Bilge yazarların sayısı , bütün dünyadaazalıyor.Bizim bilge yazarlarımızın sayısı ise iyiceazaldı. Özlüyorum yitirdiklerimizi. En çok da MelihCevdet Anday, Haldun Taner, Salah Birsel ve LeylaErbil'i. Yaşadığımız her şeyin özeti, bütün çağı yorumu,Leyla Erbil'in “Kalan”ında. Kaç yılda bir çıkar böyle birroman? O bilgelerden Çetin Altan'la Tahsin Yücel de dayakınlarda çekip gitti. Kala kala bir Ferit Edgü kaldı.Edebiyatçı olmasa da ufuk açan söyleşilerinedoyamadığım İlber Ortaylıbir de.

Türk şiirinin de kan kaybetmesi süreğenleşti. Türkşiiri, Oktay Rifat, Attila İlhan, Can Yücel, MetinDemirtaş gibi duyarlı yüreklerini yitirdikten sonra,şiirimiz dekamuoyuyla bağını neredeyse tümden yitirdi.Sonunda Gülten Akın da çekip gitti!… “Ah, kimselerinvakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya”

Tarih, elbette hiçbir şeyi kalıcılaştırmaz. Toplum nezaman rahatlarsa, sanatçı ve düşünür de rahatlar. III.Selim döneminde şen şakrak bir Nedim'in, Abdüllazizdöneminde gür sesli Tanzimat yazar ve şairlerinin ortayaçıkmasını, bu bağlamda düşünmek gerekir. Cumhuriyetaydınlanmasının ve köy enstitüsü koşullarınınyetiştirdiklerini de…

Sanat ve insanlar arası iletişim bağlamında,ülkemizde yaşananlarla dünyada yaşananlarıbirbirinden soyutlamak pek olası değil. Beş on ya da ellialtmış yıl arayla bu mavi portakalda, coğrafyalar değişsede hep benzer şeyler yaşandı. !3. - 14. yüzyılda Danteile Bocaccio Batı'nın, Mevlana ile Yunus Anadolu'nuninsanl ığa armağanıdır. 16 yüzyılda L. daVinci,Michelangelo ile Mimar Sinan'ı yan yanagörmemiz yalnızca rastlantıyla açıklanamaz. Onlarıuzaktan izleyen Tac Mahal'in ışıltısını da…68 Kuşağı,bütün dünyanın heyecanıydı; Che Guevara, bütündünyanın gizilgücü. Önümüzde bütün olanaklarıylaaşılması gereken koca bir “Deniz” var…

Bu konuda, daha fazla iğneyle kuyu kazmanın,karamsarlığa kapılmanın bir gereği yok. Ferit Edgü:“İğneyle kuyu kazan suyu bulamadan göçer.” diyor.

Dileyelim, Yeni ortaçağ'ı sona erdirecek bir neden,ışıltılı bir umutdaha fazla gecikmeden ortaya çıkar.

-----------------------------------------------------------Yazıyı esinleyen kaynakça:Cahil, Ferit Edgü, Sel Yayıncılık 2015Dilimizi Eşekarısı Soktu, Deniz Som, Güncel Yayıncılık

1996İnsanlık Halleri, Ferit Edgü, Sel Yayıncılık 2003Kadın, Yılmaz Özdil, Kırmızı Kedi Yayınları 2015Kullanılmış Hayat, Mucize Özünal, Can Yayınları 2005Sözün Özü, Celâl Üster, Can Yayınları 2. Baskı 2010Şiir Yaşantısı, Melih Cevdet Anday, Everesit Yayınları

2015

Page 7: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-7-

Prof. Dr. Şevket [email protected]

DENİZ GEZMİŞ'İYAKINDAN TANIDIM

28 Kasım 1968. İstanbul'da sonbaharın songünleri. Havalar soğumaya başladı. İstanbulÜniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili veEdebiyatı Bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim. Sabahderslerini tamamlamış, öğle yemeğini yemiş,öğleden sonra başlayacak dersleri bekliyoruz.Nerede? Edebiyat ve Fen Fakültelerinin ortasındabulunan geniş kapalı mekânda. Birden salonda gençbir devrimci kardeşimizin sesi patlıyor:“Arkadaşlar, Vietnam kasabı ODTÜ'lüKomer,arkadaşlarımızın verdiği dersi yeterli bulmamış.Şimdi de İstanbul'a geliyormuş. YeşilköyHavaalanına karşılamaya gidiyor muyuz ?”Salonda birden bire bir dalgalanma… ve yüzlercegenç, Komer'i karşılamak için otobüslere,minibüslere doluşarak Yeşilköy'e doğru yolaçıkıyor. Yeşilköy havaalanı öfkeli genç öğrencilerledolu. Komer'in uçağı piste inişe geçiyor. Herkestendaha uzun boylu Deniz'in bir işaretiyle de bütünpist, “Kahrolsun Amerikan emperyalizmi!”sloganıyla inliyor ve piste inen Komer'in uçağıyumurta yağmuruna tutuluyor.

O zamanlar toplumsal olayları ve özellikle dedevrimci gençlerin eylemlerini bastırmak amacıylapolis içinde adı verilen bir birim“Toplum Polisi”oluşturulmuştu. Anti-emperyalist gençlik selinidurduramayan toplum polisi, pistte eyleme katılangençlerden bazılarını ve elbette liderleri Deniz'iyakalayıp, toplum polisi araçlarına dolduruyor.

Tutuklanan öğrenciler Deniz Gezmiş dışında 11kişidir ve onlar Beşiktaş'taki Toplum PolisiMerkezi'ne götürülüyor. O zamanlar, haklı ve önemlibir şöhrete kavuşmuştur Deniz, öğrenci eylemlerininlideri olarak. Bütün toplum polisleri, bu yiğit öğrenciliderini; “ ”i görmek için âdetaDENİZ GEZMİŞyarışıyorlar. .(CanBu 12 kişiden biri de bendimDündar'ın yayına hazırladığı, olayların HamdiGezmiş'in ağzından ve Can Dündar'ın yorumlarıylaanlatıldığı adlı kitapta Komer Olayı,Abim Deniz144, 145, 149 ve 150. sayfalarda yer alır.) Vakitakşama yaklaşmıştır. Merkez'de hepimizi geniş birodaya alırlar. Başımızdaki komisere veDenizMustafa Gürkan, eylemimizin nedenini anlatırlar.“Vietnam Kasabı” namıyla tanınan Amerika'nınVietnam elçisinin şimdi de ülkemizde görev almasınıistemediğimizi, bu yüzden eyleme geçtiğimizisöylerler. Akşam olmuş, herkes acıkmıştır. Aramızdapara topladığımız takdirde yiyecek bir şeyleralabileceklerini söylerler. Hemen para toplanır vekomisere verilir. Peynir, ekmek ve helva siparişedilmiştir.

Saatler geçer, yiyecekler bir türlü gelmez. Sigarapaketleri de boşalmıştır. Bu manevî işkence dışında,o gün hiçbirimiz fiziksel bir işkence görmedik. Gece11.00'e doğru bizim için tahsis ettikleri “MerdivenAltı Palas” ta sabahlamak için mekân değiştirilir.Merdiven altında 12 kişinin sabaha kadar ne kadarsıkıntılı saatler geçirdiğini tahmin edebilirsiniz.Sabaha kadar süren sohbetler ve bu sohbetleri bölen,Akın Çıtakoğlu'nun sık sık söylediği, o günlerde pekmeşhur olan “Java aldım kendime/ Çare buldumderdime” sözlerinden oluşan motosiklet reklamıspotudur.

Deniz'in hep soylu bir duruşu vardı. BernaMoran'ın, Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'unudeğerlendirirken yaptığı nitelemeye ne kadar dabenziyordu Deniz. O, dostlarına yüreği sonuna kadaraçık bir dost, düşmanlarına karşı ise bir “soyluvahşi” idi. Benim için ilginç bir durum da 12 gençtenbirinin, Isparta'dan ilkokul 3. sınıf arkadaşım Cemal

S. Demirel ve AP grubu Deniz Gezmiş vearkadaşlarının idam edilmesi için"EVET" oyu kullanırken

Page 8: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-8-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Erdi Uyar olmasıydı. Komiser kimlik yoklamasıyaparken onun adını duyunca ona yönelmiş vekendimi hatırlatmıştım. Gözaltı koşullarında daolsa, sınıf arkadaşımla 11 yıl aradan sonra yenidengörüşmek, sohbet etmek güzeldi.

Sabahleyin yine bir şey yemeden, öğleye doğru,Bakırköy Adliyesi'ne suçüstü duruşması içing ö t ü r ü l ü y o r u z . A d l i y e b i n a s ı ö n ü n d earkadaşlarımız, “Deniz, Gürkan beş kurban /Kahrolsun Faruk Sükan” sloganlarıyla hükümetiprotesto ediyorlardı. Faruk Sükan, o günlerin“ unvanıyla da tanınan içişleriZehir hafiye”bakanıydı.

Duruşma hâkimi orta yaşlı, babacan bir hukukadamı. Toplum polisleri, ezberletilmiş bir örnekifadeler veriyorlar. Gençlerin marşlar söyleyerekpiste girdiklerini anlatıyorlar. Hâkimin,” Şarkı vetürkü de söylediler mi ?”sorusuna ise ne cevapvereceklerini bilemiyorlar. Sanıklara tek tek nedenYeşilköy Havaalanı'nda bulundukları soruluyor.Sıra Deniz'e geldiğinde, Deniz gür bir sesle, “Sayınhâkim, ben, devrimci, sosyalist ve Kemalist birgenç olarak Vietnam kasabı olarak ünlenmiş birkişinin, ülkeme büyükelçi olarak atanmasınıprotesto etmek için havaalanındaydım. Bin keregelse, yine bin kere protesto etmeye giderim.”

sözleriyle, bir kez daha gönüllerimizde tahtkuruyordu. Karar, “Deniz Gezmiş'le MustafaGürkan'ın tutukluluk hallerinin devamına,diğerlerinin tahliyesine…” biçiminde çıktı. Tahliyesonrası, mahkeme kararını adliye önünde bekleyenarkadaşlarımızın bize sundukları “ekmek arasıköfte”nin tadı, uzun süren açlıktan mıdır nedir, hâlâdamağımdadır. 17 Aralıkta onlar da özgürlüklerinekavuşarak aramıza katıldılar.

Yazık oldu o devrimci, Atatürkçü, anti-emperyalist, yurtsever, yiğit gençlere. O yıllardaüç fidan ve yüzlerce devrimci genç eğer yokedilmeseydi, Türkiye bugün bu koşullardaolmazdı diye düşünüyorum.

(21 Mayıs 2017, Karşıyaka-İzmir)

UMUT

Kara bulutlar var yaTarıyor şimdi özgürlüğün kızıl saçlarınıGünbatımı renginde bir yaşamKaldı kara bulutların ardında

Umut ardında yenilgininArdında namlunun, özgürlüklerin,İnsanca yaşamanın, martıların

Olasılıkların

Umut da yasakladı. Andre Malraux, GüneyKaranlık saçaklar altındaYürünmez ki bilinmezliklereKaramsarlık masada, yorgunluktaSokakta ve vitrinlerde, kitaplarda

Güneş bir parça, ışık, yıldızAlışmıştık.Boğulmak güpegündüz karanlıklarda

Acı. Yaşamın anlamıUğraşı genç yüreklerce uğraşı

5 Ağustos 1971-Aydın

"O günlerde yazdığım bir şiirimleyazımı sonlandırıyorum."

Page 9: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-9-

Adabelen adıyla da çok anılan ve tanınanOrtaklar Köy Enstitüsü ve Öğretmen Okulu'nunyetiştirdiği mezunların başında çok değerliöğretmenler gelir. Hem de yetenekli, nitelikli vegerçek Cumhuriyet öğretmenleri. Ama bununlabirlikte güzel sanatlar alanında şairler, yazarlar,ressamlar, müzisyenler, ayrıca sporcular,eğitimciler, yüksek öğretmen okulu adayları, biliminsanları, yöneticiler, siyasetçiler de yetiştirdiAdabelen.

İşte Muammer Özler Adabelen'in önde gelenşairlerinden biridir. Onu pek çok Adabelenli iyibilir.

Muammer Özler Adabelen'debenim sınıf arkadaşımdır. 1955-1960arasında birlikte aynı sınıfta okuduk. Ogündüzlüydü, sabah gelir akşamüzerigiderdi. Zaman zaman zorluklar,sıkıntılar çekerdi elbette. Ama azimli,çalışkan bir arkadaş olarak düzenli biröğrenciydi. Anımsadığım kadarıyla tekbaşına gider gelirdi. Son derece sessiz,sakin ve kendi halinde bir arkadaştı.Bizim aramız da iyiydi onunla.Doğrusunu söylemek gerekirse,sonradan böyle bir şair olacağınıdüşünemezdim. Belki kendi dedüşünemiyordu o zaman.

Cumhuriyet'in ilk dönem genç şairlerindenRüştü Onur'un “Memnuniyet” adlı çok güzel birşiiri vardır. İlk kısımda şöyle diyor şair:

“Benden zarar gelmez

Kovanındaki arıya

Yuvasındaki kuşa

Ben kendi halinde yaşarım

Şapkamın altında”

Şimdi iki güzel şiir kitabı olan ve çeşitli sanatdergilerinde çok sayıda güzel şiiri yayımlanan

Muammer Özler de öğrenci iken, “şapkasının altındakendi halinde yaşayan” bir arkadaşımızdı. 62 yıllıkcandan bir arkadaş şimdi.

Evet “Zeytin Delicesi, Adabelen Düşü” adlı ikişiir kitabı var M. Özler'in. Ve çeşitli dergilerdeyayımlanan çok sayıda şiiri. üçAdabelen Düşübölüm ve 23 şiirden oluşuyor, 65 sayfa. Kapakresminde Ortaklar Öğretmen Okulu'nun ana girişyolu, sevimli ağaçlarından birkaçı ve arka plandaidare binası var. İnsan o resmi görünce bir hoş oluyor,duygulanıyor, içi burkuluyor. Kapağı, rengi vebiçimiyle birlikte çok sevimli bir kitap.

Kitap baştan sona Adabelen (öğretmen okulu)havasıyla, kokusuyla dolu. Binaları,öğretmenleri, derslikleri, müdürleri,yatakhaneleri, sebze ve meyvebahçeleri, zeytinlikleri, pamuk tarlaları,okulun komşu bahçeleri ve yakınçevresi, Naipli Çayı, uzak çevresi,Kaplan Dağı, harabeler vb. şiirle dilegetiriliyor. Adabelen'e gönülden birbağlılık, gönül bağı, özlem duygusuçarpıcı bir biçimde canlandırılıyor.

Kitaba adını veren AdabelenDüşü'nde (s. 13), düşlerde Adabelen'igörüş, beşliklerin sonunda bunutekrarlayış, çocukluk köyü imgesi ve

“ya”lı bağlantılar çok güzel olmuş.

Sözcükler Dilimizde Tatlandı (s. 17) şiirindeokul, çevresiyle birlikte yaşatılıyor, “Şair babamız”diyerek Mesut Tarcan öğretmenimize göndermeyapılıyor, okulun şimdiki perişan manzarası dilegetiriliyor:

İncirler dalında sözcükler dilimizde tatlandı

Şiirler okuduk 16 Mart'lara 17 Nisan'lara

Şair babamız Mesut Tarcan tarzında

Adabelen Tepesi (s. 21) şiirinde okul,coğrafyası ve öğretmenleriyle birlikte anılıyor,

MUAMMER ÖZLER'İN“ADABELEN DÜŞÜ”

Prof. Dr. Cahit KAVCARAnkara ÜniversitesiEm. Öğretim Üyesi

Muammer Özler

Page 10: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-10-

canlandırılıyor. Bekleyeceğim BekleyebildiğimKadar'da (31) çarpıcı bir imge zenginliği gözeçarpıyor.

Şairin sınıfının okulu bitirdiği 1961 yılımezunlarına adanan (s.Yaşımız ElliYolumuz Belli33) şiirinde öğretmenlik duygusu, coşkusuvurgulanıyor. Adabelen Tepesi'ne saygı ve övgüdile getiriliyor:

Yıllar geçti aradan

Aydınlığa çıktık karanlıktan

Engin coşkularla geldik 1961'lere

“Alnımızda bilgilerden bir çelenk” ile

………

Sana saygımız övgümüz var

Adabelen Tepesi

Cep Dolusu Öyküler (s. 41) şiiriAdabelen'de yaşanan edebiyat günlerini, özellikleöykü, şiir, türkü yaşantılarını, Varlık Yayınlarını,pamuk tarlalarını, ceplerde taşınan kitapları anıyor:

Cepler dolusu taşıdığımız öyküler şiirler

Doymadığımız doyamadığımız o edebiyatgünleri

Öykü'nün Öyküsü (s. 47) şiiri, çok özgün,anlamlı şiirlerden biri ve ayrı bir özellik taşıyor. ŞairÖzler'in torunu Öykü'nün doğuşu, dünyaya onurverişi üzerine, büyük bir mutluluk üzerine bir şiir.Kitabın başında, s. 7'de bu kitap, “Biricik torunumÖykü'ye” sözüyle, torununa adanıyor:

Ilım ılım ısındı içimiz

Mutluluğumuzun enginliğinde

Eylül Mutluluğu, (s. 53) bence kitabın engüzel şiirlerinden biri. Şairimiz öğrencilik yıllarını,eylülde açılan okulunu, Adabelen'i özlüyor. Şimdi73 yaşında olan şair, “Ne büyük mutluluklarladönerdim sana” diyor okuluna. “Yeni gelen bütüneylüllerde / Benim güzel okulum” diyor.

Aynı zamanda öğretmenlik yaparkençalıştığı okulları ve öğrencilerini anımsıyor, onlarıda özlüyor. Öğrencilerinin cıvıl cıvıl seslerikulaklarında çınlıyor, artık gül yetiştirdiğibahçesinden, her sabah çocukların okula gidişleriniçocuklar gibi sevinerek seyrediyor.

Datça'da Gün Batımı (s. 55) şiiri, büyük

ş a i r A h m e t H a ş i m ' i nakşamüzeri güneşin batışına,o kızıllığa hayran oluşunuandıran bir şiir.

A d a b e l e n D ü ş ükitabındaki kimi şiirlerinadlarını ve içeriklerini kısacabelirtmeye çalıştım. Adınıanamadığımız şiirlerin dekendi le r ine özgü ayr ıgüzellikleri var. Türkçemizinolağanüstü güzelliklerini veözelliklerini de yansıtan çarpıcı şiirleri dolayısıylaMuammer Özler'i gönülden kutlarım. Daha niceAdabelen Düşü kitaplarını bekleriz.

Sözcükler kavga ediyorlarGirmek için şiirimin bir içli tenhasınaBirbirlerini iteliyorlar en hazin yerlerindenÇelme takıyorlar birbirlerinin hüzünlerineMaalesef iyi öğrenmişler insan işlerinden

Onlar bile torpil istiyorlar bendenBazen araya salağa kaymış aldanmışlığımıEn çok da en iyi bildikleri içinSana dayanılmazlığımıSenin gözlerindeki nisan yağmurlarına tutulmuşHülyalarımıAraya koyuyorlar

Ve avlıyorlarSana dayanılmazlığımın sancılarından beni

Haksız da değiller sanki sözcüklerÇünküŞiir,Her sözcüğün Cennetinin başköşesiEn çok olmak istediği yerdir

Emin [email protected]

SÖZCÜKLERİNKAVGASI

Page 11: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-11-

“…Çıktım da gurbet ele geri gelinmez/Kimler öldü kimler kaldı bilinmez/ Ölsemburalarda gözüm yumulmaz/ Eğil dağlar eğilsılam göreyim/ Sılamda güller açmış nasıldurayım/ Dumanlı dağların başı baş değil/Gülsem oynasam da gönül hoş değil/ Gahbe degurbet çekilecek iş değil/ Eğil dağlar eğil sılamgöreyim/ Sılamda güller açmış nasıl durayım/Gahbe de gençlik geldi geçti yel gibi/ Adı dadamağımda galdı bal gibi/ Boynu da garanfilliyar sevmedim el gibi/ Saran yiğitlere helallarolsun/ Eser de eser sam yelleri kesilmez,/Güzellerin kem sözüne küsülmez/ Bir güzelsevmeylen adam asılmaz/ Severim güzeli,korkmam ölümden.” Sal ihURHAN

Gönen Köy Enstitüsü, bizzatilköğretim genel müdürü İsmailHakkı Tonguç tarafından yeribelirlenen, kurucu müdür ÖmerUzgil tarafından şekillendirilen1940'lı yıllarda Isparta, Denizli,Burdurlu öğrencilerin aydınlanma,özgürleşme, birey olma süreçlerini işve emekle ürettikleri bir eğitimkurumu. Gönen, bu anlamda 1954yılına kadar Köy Enstitüsü, 1974yılına kadar İlköğretmen Okulu,2014 yılına kadar Öğretmen –Anadolu ÖğretmenLisesi olarak öğretmen yetiştirme geleneğine evsahipliğini onurla yerine getirmiş bir kasaba…

Gönen Köy Enstitüsü yerleşkesi, başkanlığınıyaptığım Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği(YKKED) tarihi anlamında Süleyman DemirelÜniversitesi ile ilk kez bir enstitü yerleşkesindeproje ürettiğimiz, enstitü mekânlarının korunduğu,binalarının restore edildiği, Gönen Köy Enstitüsükültür evinin gerçekleştirildiği, üç yıl boyunca 17Nisan Köy Enstitüleri Eğitim Bayramı'nıarkadaşlarımızla, dostlarımızla kitlesel olarakkutladığımız bir yer.

Gönen Köy Enstitüsü-Gönen İlköğretmen Okuludenildiğinde öne çıkan vardır.simgesel isimlerFakir Baykurt, Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı, TÖSbaşkanlığı yapmış, bir yazar ve demokratik öğretmenhareketinin simgesel isimlerindendi. MehmetKahvecioğlu, 1962 sonrası 1972 yılına kadar Gönenİlköğretmen Okulu müdürlüğünü onurla yapmış,öğretmen yetiştirmeye kendini adamış bireğit imcidir. Gönen KöyAhmet YamacıEnstitüsü'nde kendini var etmiş bir halk müziğisanatçısı, derlemecisi, Ressam Yalçın GökçebağGönen İlköğretmen Okulu çıkışlı bir sanatçı,dostlarımız Dr. Niyazi Altunya, Mustafa GazalcıGönen İlköğretmen Okulu çıkışlı eğitimci

aydınlardır. Şair, yazar HidayetK a r a k u ş , E m a n e t Ç e y i z ,Haymatlos kitaplarının yazarıKemal Yalçın ve Sevgili AğabeyimProf. Dr. Ali Kocabaş Gönenİlköğretmen Okulu çıkışlıdırlar.Adını sayamadığım pek çok değerliaydın, sanatçı ve öğretmeninyaşamlar ı Gönen 'de yakı lanaydınlanma ışığı ile şekillenmiştir.

*

7 Haziran 2017 Çarşamba günüGönen Köy Enstitüsü 1945 çıkışlı

çok değerli bir sanatçıyı, öğretmeni kaybettik. 1926Burdur-Yeşilova doğumlu Sayın 8Salih UrhanHaziran 2017 günü Yeşilova'da sonsuzluğauğurlandı. Yakından tanıma olanağı bulmaktan onurduyduğum, Balçova'da oturan, Balçova Belediyesiile birlikte düzenlediğimiz her 17 Nisankutlamasında bizi yalnız bırakmayan Salih UrhanÖğretmenim bir halk kültürü insanıydı. Yeni KuşakKöy Enstitülüler Derneği etkinliklerinde,gecelerinde hep yanımızda olan Salih Urhan, kabakkemani ustası, Teke yöresinin gurbet havalarınıntınılarını kulaklarımıza kazandıran, 1969'da girdiğisınavla , olarak görev yapmış birTRT'de sanatçı şefsanat insanıydı. YKKED imecesinin dostu enstitülü

Prof. Dr. Kemal KOCABAŞ[email protected]

Gönen Köy Enstitüsü veSALİH URHAN

Page 12: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-12-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

bir sanat insanıydı. Teke yöresinin türkülerini,yaslarını TRT repertuvarına kazandırdığı gibiöğretmen olarak, kültür insanı olarak, halkmüziğine katkılarıyla Salih Urhan özel birinsandı ve "Öyküleri ve notalarıyla GurbetHavaları" adlı yapıtını da kültür dağarcığımızaarmağan etmişti.

Salih Urhan, 6 yaşında babası Ali Urhan'ınbağlamasıyla tanışır. Babasının kabaktanyaptığı bağlamayı kısa sürede çalmayı öğrenir.Gönen Köy Enstitüsü öğrenciliği dönemindebağlamanın yanı sıra keman, ud, mandolin,akordeon, kaval çalmayı da öğrenir. 1945yılında mezun olunca doğum yeri Yeşilova'nınNavlu köyü İlkokulu'na başöğretmen olarakatanır. Bu yıllarda Türk Sanat Müziği ile tanışanSalih Urhan, Türk müziği beste çalışmaları dayapar. Müzik dağarcığımıza 20'nin üzerindeTürk müziği bestesini, yüzün üzerindederlemeyi, okul şarkılarını ve marşlarınıkazandırmıştır. Kabak kemani, TRT'de, onunlabirlikte bir anlam ve işlev kazanır. 1994 yılındaTRT'den ayrılır, 2009 yılına kadar EgeÜniversitesi Türk Müziği Konservatuvarındaöğretim görevlisi olarak çalışır, kabak kemanimetodunu hazırlar.

Salih Urhan'ın çok sayıda notaya aldığı,kaynak kişi olduğu türküler dışında derlediğipek çok türkülerden bazıları: “Ağır TavasZeybeği, Ali Beyim Taş Başında Oturur,Alt'Ay Oldu Ben Bu Dağları Aşalı, AşağıYoldan Çıktı Aldıramadım, AyağındaPijama, Ben Bir Köroğluyum, DağdaGezerim, Bezirgan Basmasına, BucakSerenleri, Deniz İçi Balıklı, Devesi GaterGater, Dirmil Efe Oyunu, Endim HaymanaOvasına, Fethiye Oyun Havası, GelinAğlatma Ve Götürme Havası, Goyu M'olurGabardıc ın Gölges i , Güle DüştümGülmedim, Gülistan Oyun Havası, MeşesiMeşesi Yayla Meşesi, Suya Giden Al YazmalıGelin, Şu Curamı Telinden (Kezban Yenge),Şu Dere Aka Aka, Tahtalıkta Galbır Var,Tarlaların Söğüdü, Yaylaların Ayranı , YüceDağların Başında Bir Ulu Kartal”

Öğretmen, kültür ve sanat insanı, GönenKöy Enstitülü Salih Urhan Öğretmeniminanısına saygıyla…

Yoğun sis içindeyizBilmem ki ne etmeliBiz bu görmezliği aşarız aşmasınaÖnce ellerimiz kenetlenmeli

Ağır bir kalıttır ölülerimizİnançlı gözleriyle bizlere bakanAnımsayın kurduğunuz hayalleriEvreni kucaklayacak denli kocaman

Çirkin bir çağda yaşıyoruzDoğruluk, tu kaka; eğrilik, baş tacıHak, dağın ardında kalmış; Köroğlu göçükteKör boğaz uğruna susmuş aydınlar, hepsinden acı

Sorsan ellerine su döken olmaz hiçbirininDirengendirler, en iyisi olduklarında alanlarınınOysa içlerinden söylerler, "yı, "i"Hân-ı Yağma "SisÜstelik bilirler, diyen Perikles'i"Yüreğinin ölçüsünde özgürsün."

Ahlar çekerler gizli gizli, anımsarlar ikide bir"Virân olası hânede evlâd ü ıyâl var"ıKimileri onları da bilmez, yanarım hallerineDışa giderlerse aşacaklarını sanırlar içlerindeki duvarı

Bombalardan, işe son vermelerden bir avuntu bulup daAnneler babalar bir görümlük giderler çocuklarına"Sağ olsun da ırak olsun"larla dönerlerBastırıp özlemlerini, övünçle anlatırlar komşularına:

İşi iyi, kazancı yerinde, yaşadığı yer güzel, seviyor hocaları…Gurbet bir acı ekmek belki, yine de tok ve sağ tutanUslanmış da iki gözü iki çeşme oluyormuş bir türkü duyuncaBüyürken 'den başkasını dinlemeyen oğlanheavy metal

Yoğun sis içindeyizBilmem ki ne etmeliBiz bu görmezliği aşarız aşmasınaÖnce ellerimiz kenetlenmeli

Gökhan [email protected]

YİTİKAYDINLAR

Page 13: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-13-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Prof. Dr. Osman GÖKÇ[email protected]://www.osmangokce.com/

ZEYTİN BİR BAŞKA SÖZDÜREGELİNİN DİLİNDE*

SUNUM:

Ucuz emek, ucuz toprak, ucuz girdi ve bol kazanç ustası olan ucuzcu iş çevrelerinin ve bu çevrelerin çoğuzaman sadık hizmetlisi durumunda olan iktidarların hep iştahını çekmiştir zeytin alanları, orman alanları.Dil uzatmışlar, el uzatmışlar ve hep sarkmışlardır her fırsatta. Zeytin alanları şimdilerde de yine gündemegelmiştir. Nasıl el koyarız, talan ederiz diye tartışılıyor. Tarım ve toprak politikaları konusunda emeği geçmişbir emekli akademisyen olarak bu tartışmaya bir şiirle katkıda bulunmak istedim. Çünkü aklı dışlayarak,inançsal söylemlerin bilim ve bunlarla uğraşanların ulemâ yani âlimler yani bilim adamları sayıldığı ve buanlayışın toplumu ve toplumsal yaşamın her alanını etkisi altına aldığı bir ortam ve zamanda benim bilimadamlığımın değeri kalmamıştır kanımca. Ben de şiir sunayım dedim okurlara.

Saygılarımla.

Zeytin bir başka sözdür Egelinin dilindeO bir bitkiO bir ağaçO bir meyve değildirO yaşamının bir parçasıYaşamının en özlü ifadesiO sihirli bir dildir

Zeytin bir başka sözdür Egelinin dilindeZeytinli pınardan su içer EgeliZeytinli derede ot biçerZeytinli yamaçlarda söyler türküyüZeytin altında uyurZeytin altında çeker tetiği

Zeytin bir başka sözdür Egelinin dilinde

Zeytinli semtte otururZeytinli yolda yürürEvi zeytin apartmanındadırSofrası zeytinliDoktoru zeytindir Egelinin

Zeytin bir başka sözdür Egelinin dilindeSevdası zeytin tomurcuğunda çiçeklenirSevgilisi zeytin dalında kurar salıncağıZeytin gözlü çocuklarZeytinli parkta oynarlar oyuncağıBüyüyünce zeytine çıkacaklar

Zeytin toplarken sevdalanacaklarKız erkekBakışarak ürkek ürkekKaçacaklar vermezlerse

Zeytin bir başka sözdür Egelinin dilindeZeytin aşıdır işidir eşidir Egelinin

*Sabah Gülü, Zeus itabevi, 2014, İzmirK"http://www.osmangokce.com/"

Page 14: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-14-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Develerin tellal, pirelerin berber olduğu,ananızın beşiğini tıngır mıngır salladığınız,zamanın evvel, mekânın muhayyel olduğu masaldünyanızın perdelerini çoktan kapatmışsınızdır.Ben kapatmadım. Bu yaşımda hala masal okurum.Arada bir vurgunsuz, soygunsuz, nı daKaf Dağı'aşsanız, yorgunsuz o dünyaya dalıveririm.

Çocukluğumun uzannamacıları -masalcı-terki dünya edeli yıllar oluyor. Tasasız çocuklukgünlerimin uzannamacılarının yerini çoktandırkitaplar aldı. Masalcı ninelerden, uzannamacıemmilerden dinlediklerimden belleğimde kalanlarise benimle birlikte ömür yolculuğuna devamediyorlar. Belleğimin hazine odası, Keloğlan'ın,Beyoğlu'nun Peri Padişahının, Dev Analarının,Sarı Kızların değişmez ikametgâhıdır. Allahnazardan saklasın, Kerem ile Aslı, Ferhat ileŞirin, Garip ile Şahsenem, Köroğlu ile TelliNigar, bunca yıl aynı odada gül gibi geçinipgidiyorlar. Bu aziz konuklar, son nefesime kadarbenimle birlikte zamanı eleyip duracaklar.

Köy çocuklarının her hastalığına; “ Geyreğibatmış, kasığı yazma olmuş, besmelesiz yerebasmış” türünden aynı tanıyı koyup, aynı tedaviyiuygulayan koca karılar devriydi. Tavada eritilenkurşun, su dolu tasa dökülüp nazar çıkarılır; “Elbenim elim değil, Fatıma Anamızın eli” denerekiki elle esnetilen kaburgalarla batan geyrekdüzeltilirdi.

Başta babam Tahsin Çavuş olmak üzereustalarımdan el almış olmalıyım ki belleğimdekalanları önce çocuklarıma, onları yuvadanuçurduktan sonra da torunlarıma nakledip durdum.Çocuklarımla, torunlarımla birlikte yılı yıla ularkenAnka Kuşu'nun kanadında Kaf Dağını,Kamertay'ın sırtında giden gelmez çölleri kim bilirkaç kez aşmışımdır.

Kızlarım Aslı ile Şirin, akşam eve gelir gelmezen yakın koltuğa zora cebir sürükleyip dizlerimekurulunca masal dünyamızın kapıları ardına kadar

açılırdı. Kısadan kestirmez, bir iki masalla yakamıbırakmazlardı. Neden sonra gözler kapanmaya,kafalar öne düşmeye başlayıncaya kadar;“Keloğlanla Dev Karısını, Tıktık Eden Kabacığım'ı,Seyrek Basan'ı, Ercüm İle Cürcüm'ü” birbirineulayıp uzatır ha uzatırdık.

Baştan sona ezberlerine aldıkları uzannamayıbenim ağzımdan dinlemek hoşlarına giderdi. Bunubildiğim için bazen anlatımı değiştirmek, masalayeni karakterler eklemek istediğimde ossaat farkederler, değişmesine asla izin vermezlerdi. Dizimindibinde kendinden geçmişçesine dinlerken, anlatımısaptırdığımda iki ağızdan aynı anda çıkan “ Baba!”nidasıyla, masalı ilk dinledikleri haliyle, katkısız,katışıksız nakletmem uyarısında bulunurlardı.

Masal kitaplarını okurken de aynısı olurdu.Okula başlamadıkları dönemlerde bile sayfadan,başlıktan, resimlerden hangisi olduğunu bilirler, bendaha okumadan söylerlerdi. Yazılı metni yerelşiveyle okumaya başlayıp, maytaplık kabilindenaraya argo kattığımda iki ağızdan birden kızgıncaçıkan kelimesi bir satırın bile değişmesine“Baba!”rızaları olmadıklarının ihtarı olurdu.

Keloğlan'ın Padişahın kızına talip olması,Köseleri alt edip devlerin hakkından gelmesi,olmazları oldurup Kaf dağını aşıvermesi belirsizzamanın bilinmez ülkesinde olağan işlerdendi.Günlük yaşamda özlemini çektiği adalet, yoklukiçinde varsıllık düşü, o dünyada mutlaka gerçekleşir,murada erilip kerevete çıkılırdı. Halkın müşterekvicdanının özlediği adaleti gerçekleştiren Keloğlan,gurbetle sılayı buluşturan, yelden hızlı Kamertay,Padişahın oğluna varan yoksul kızı, masaldünyamızın sıradan gerçekleriydi.

Ben, çocukların hayal dünyasının zenginliğini,merhametini, saf adaletini uzannamacılığımda farkettim. Öksüz kızın, yetim oğlanın kadersizliğineisyan eden çocuk safiyetini, sabi adaletini masalanlatırken öğrendim.

Aslı, Şirin her anlatımda, her okuyuşta beni

AMA ÖLMEMİŞDEĞİL Mİ BABA?

Av. Hüseyin ÖZBEK*[email protected]

Page 15: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-15-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

masalları yeniden kurgulamaya zorladılar.Öksüzlerin, yetimlerin, yoksulların, kadersizlerinalın yazılarını sil baştan yazdırdılar. Bin kezdinledikleri, baştan sona ezbere aldıkları masalınhangi satırında ölüm, hangi sayfasında zulümolacağını bilirler, oraya gelmeden; “Ama ölmemişdeğil mi baba? Ama zindandan çıkıvermiş,cellâdın kılıcından kaçıvermiş değil mi baba?”gibi yönlendirici müdahalelerle bahtsızlarınkurgusal kaderini değiştirtirlerdi.

Masallar, halkın hayal gücünün yarattığı düşlerülkesine yapılan doyumsuz yolculuklar değilmidir?. İyiliğin ödül, kötülüğün ceza gördüğü,Keloğlan'ın padişahın kızını atının terkisine attığı oadil dünyanın kapılarını siz siz olun ergenlikte dekapatmayın derim. Çocuklarınızın, torunlarınızınKamertay'ı, Anka Kuşu olun. Al Allah delini, zapteyle kulunu deyip, uşak devşeğiniz, toruntorbanızla Kaf Dağını yeniden aşın. Yerin yedi kataltına birlikte inip, gökyüzünün tavanına birlikte

çıkın.

Yiyecek ekmeğe muhtaç yoksulun, Şahmaran'ın,Rüzgar Dev'in yardımıyla padişahla aşık atacakvarsıllığa kavuşmasının tanığı olun. Bey kızınınyetim oğlana, bey oğlunun, öksüz kıza gönüldüşürdüğü o büyülü dünyada nikâhlarını siz kıyın.Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçip, altıayda bir arpa boyu yolu siz kat edin. Ara bozucucadıları, insan yiyen devleri, cümle alemi aldatanköseleri alt, iyileri abad, kemleri berbat edin.

Her zaman metne sadık kalmak zorundadeğilsiniz ya. Yavrularınıza kulak verin. Onlaradildir: demelerini“Ama ölmemiş değil mi baba”beklemeyin. Öldürmeye değil, yaşatmaya kurgulayınmasalları. Çocuklarınızın Anka' sı olun. Zamansız,mekânsız, o düşler dünyasının adaletini yüklenipsırtınıza Anka misali kanat çırpın yaşadığımızdünyaya doğru. (5 Temmuz 2017)

*İstanbul Barosu

koyunların çanlarında yorgundu mısır tarlalarıbıkkındı ay ışığı yoksul kepenek asiliğinde

işte anın burasında anız topluyordu keçilerbirden yosunların arasından çıkıp geldi çocukluğumve orada gözlerim koştu yıldızların uzaklığınaokul kitaplarındaki yön bilgileri yetmedi o sonsuz zamanailerlemişti gece kara kuzunun ağlamsı meleşmesiyleçobanlar birer yıldız gibiydi yaktığı ateşlerdeyanı başımda aşksız çavdar tarlaları sessiz ölülerdi

ve anın sonrasında uyumuştu porsuklar tuzaklar arasındameşe ağaçları arasında zifiri yollar bensiz hayalin dolaşıklığındahani bir kuş gelse yanıma o an uçacağım çılgın boyutlarakoşacağım ağaç ve taşların yosun tutan tarafında yönsüz gecelereusulcuktan ağlıyordu gözlerim kepenek sıcaklığındasabahı bekleyen hayallerim gidiyordu sanki proton mezarlığınayürüyüşçüler arasında otuz yaşıma rastladım ankara kızılay meydanı'nda

tekrarlayan sloganlarda yorgundu caddelerin başkaldırılarıaşk öğrenilmiş olumsuzluk sendromu boyutsuzluğunda nötrino devrimleri gibiydi

İbrahim ERDİNÇ[email protected]

NÖTRİNO DEVRİMLERİ

Page 16: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-16-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Faik [email protected]

UBUNTU

BEN yerine BİZ olunca asıl o zaman BENolurum.”

Afrikalılar için anlatılan meyve oyunununkuralıdır bu. Öykü şu:

Afrika'nın iç kesimlerinde çalışan bir antropolog -insanın kökenini, biyolojik özelliklerini, toplumsal vekültürel yönlerini inceleyen bilim adamı- kabileninçocuklarına birlikte oyun oynamayı önermiş. Oyun şu:

Bir ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanınödülü, o meyveyi yemek olacak.

Onlara:“Haydi şimdi koşmaya başlayın birinci olan ödülü

alacak ve meyveyi yiyecek.” demiş.O an bütün çocuklar el ele tutuşup ağaca doğru

koşmaya başlamışlar. Ağacın altına birlikte varmışlar vehep birlikte meyveleri yemeye başlamışlar. Beyaz adamş a ş ı r m ı ş v e n e d e n b ö y l eyaptıklarını sormuş.

“Biz yaptık.” demiş'Ubuntu'çocuklar. “Yarışsaydık, yarışıkazanan tek kişi olacaktı.Ötekiler mutsuzken yarışıkazanan kişi ödül meyveyiyiyebilir mi? Oysa biz 'Ubuntu'yaptık ve hepimiz yedik.”

*“İMPALA”

Evet-hayır referandumunagünler kala, yanıma gelen birvatandaş medyada çıkan devletbüyüklerinin hesapsız harcamalarını dile getiren internethaberlerini incelerken, yandaş bir vatandaşın“Atatürk'ün de lüks içinde yaşadığını, kendisi için1943 yılında Amerika Birleşik Devletlerinden özelolarak impala araba getirtip bindiği” bilgisini görmüşve bu bilgiyi doğrulamak için bana sordu.

-Doğru mu hoca, dedi. Dedim ki:-Arkadaş sen kaç yaşındasın?-70, dedi. Yine dedim ki:- Sen gerçekten yaşadın mı?Kızar gibi oldu. Ekledim:

-İlkokula gittin, askerlik yaptın, bu süre içindeyüzlerce bayram ve anma yaşadın. Atatürk'ün 10Kasım1938'de öldüğünü öğrenemedin mi?

-Ya öyle mi!Ama öyle diyorlar, dedi.

Tabii ki beynini kiraya verirsen her türlü iftiranınesiri olursun.

*“HELİKOPTER”

1990'lı yılların başında İzmir 9 Eylül Ortaokulu'ndaTürkçe öğretmenliği yapmaktaydım. O yıllarda yeterli DinKültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olmadığından,özellikle Türkçe öğretmenlerine ücretli ders olarak dinkültürü dersi veriliyordu. Bana da iki sınıfın dersi verildi.Yazılı sorularını genelde çok sorulu, kısa cevaplıyapıyordum. , , şeklindekiSeçmeli tercihli doğru-yanlışdeğerlendirme kolayıma geliyordu. Şablonu hazırladığımzaman bir sınıfın değerlendirmesini yarım saatte yapmakmümkün oluyordu. Yıl sonuna doğru yaptığım, yineseçmeli bir sınavın sorusu şöyleydi:

-Hazreti Muhammed Mekke'den Medine'ye hicretederken aşağıdaki araçlardanhangisini kullanmıştır?

A- At, B- Eşek, C- Katır,D- Deve, E- Helikopter.

Cevap kâğıtlarını topladım. Ogünün akşamında değerlendirdim.Bir cevap ilgimi çekti. Cevaphelikopter'di. Ertesi gün sınıfagirdim, ilgili öğrenciyi kaldırdımve dedim ki:

- O ğ l u m P e y g a m b e r iM e k k e ' d e n M e d i n e ' y ehelikopterle göndermişsindoğru mu?

-Tabii ki doğru hocam, koskoca peygamber deveyebinecek değil ya!

**Sözün Özü, okuduğunu anlayan, anladığını aktaran,

anlatılanı akıl terazisinde tartan nesillere ihtiyacımız var.-Ne 5 yıl önce ölmüş, Türkiye'nin kurucusu ve

kurtarıcısıAtatürk'ün öldüğünü bilmeyen;- Ne de Hicret'te peygamberi helikoptere bindiren

düşünceye yer vardır.*

UBUNTU'yu ilke edinmiş yurttaşlar için,dayanışmaya, burslu öğrencileri çoğaltmaya ihtiyacımızvardır. Elimizden geldiğince kendilerine el uzattığımızgençleri çoğaltma amacımızı sürdürmeliyiz!..

Page 17: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-17-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

BademlerEtem ORUÇ

[email protected]

Ege'nin pek çok yerini araştırmaamacıyla gezdim, ama Bademler Köyü'negidememiştim. Yol arkadaşım ressam M.Ali Kasap'la Bademler köyüne ilkgirişimizde beni en çok etkileyen yollarıntemizliği, Atatürk büstü ve her yerde–kahvede, bakkalda, berberde, evde-gördüğüm Atatürk resimleri ve özlüsözleri oldu. Atatürk'ün devrim veilkelerinin örselenmeye çalışıldığı birdönemde böylesi bir Atatürk sevgisi beniçok duygulandırdı.

Adabelenli dosttum 'e:Hasan Şekgül“Saat 11 dolayında geliriz,” demiştim;ama biz onda Bademler köyüne giriverdik.Arabamızı Mahmut Türkmenoğlu parkının önüne parkederek bir kahveye gidiyoruz. Yerler pırıl pırıl, berberinkapısının iki yanında sardunyalar sarkıyor. Hiç kimsebize yabancı gibi bakmıyor. Sanki yıllardır oradayaşayan insanlardan biriyiz. Selam vererek kahveyeg i r iyo ruz se le r i yükse l iyo r“günaydın!”gülümseyerek. Kahveci gelerek içecek bir şey isteyipistemediğimizi soruyor, diyoruz.“çay”

Hasan arkadaşı arıyorum; esneyerek açıyortelefonu.Anlaşılan uykudan uyarmışım.Ama suç bizde,saat 11'de geleceğimizi söylemiştik. Usumdan HasanBey gelesiye değin yakın yerleri gezmek geçiyor.Kahvedekilere bu konuda bizi yardıncı olabilecek varmı? der demez yan masada Sözcü Gazetesini okuyan,adının Kasım Abi olduğunu öğrendiğimiz birbeyefendi, “Ben berbere gidip güzelleşecektim amaertelerim. Ben yardımcı olayım,” diyor.

Önce oyuncak müzesini geziyoruz. Zekâ ürünü ilk

Türk oyuncaklarında pek çok örnekinceliyoruz. Sonra da tiyatro binasınagidiyoruz. Camisi ve cemevi olmayan buköyde 30'lu yıllardan beri tiyatrooynanıyormuş. Köyün kadınları, erkekleritiyatro sanatçısı. Susuz Yaz filmyle de köyiyiyce ünlenmiş. Çok güzel bir tiyatrobinası var. Duvarına Atatürk portresi veözdeyişi süslüyor. Tiyatro binasının içipırıl pırıl, duvarlarını oynanan oyunlarınafişleri süslüyor. Susuz Yaz, PembeKadın, Şeyh Bedreddin gibi pek çok afiş.Aynı binanın içinde kütüphane vekostümlerin segilendiği yerler var.G ü l e r y ü z l ü b i r k ı z ı m ı z b i z i m

fotoğrafımızı çekiyor.

Oraya yeni gelen iki gençle söyleşip, MuhmutTürkmenoğlu'ndan fıkralar anlanttıktan sonra köykütüphanesine geçiyoruz. Bazı küküphaneler için kitaphapisanesi denir ya burası öyle değil. Güleryüzlü birgörevli her yeri pırıl pırıl etmiş. Bizi görür görmezelindeki işi bırakarak yanımıza geliyor. Benim yazar, M.Ali Kasap'ın ressam olduğunu duyunca yüzü daha daaydınlanıyor. Kitaplarımızdan birer tanesini imzalayarakbırakıyoruz.

Sonra da Hasan Bey'in geleceği kahveye geliyoruz.O da çoktan gelmiş bizi bekliyor. Adabelen arkadaşıolduğu gibi aynı zamanda asker arkadaşıyız. Isparta'dan,Denizli'den söz ediyoruz. İstediği kitapları çıkarıpuzatırken “Ege'de Börklüce ve Bedreddin” kitabını görengençler kitapan almak istiyorlar. Fazla olan üç tanesinialıp imzaladıktan sonra zorla parasını veriyorlar. İnsanlarne kadar okumaya sevdalı, düşünen, sorgulayan insanlaroldukları davranışlarından belli.

Kahvede yöresel gelenek ve görenekleri anlatıyorHasan arkadaş. Denizcilik bayramından, şamangeleneklerinden, ölü gömme törenlerinden söz ediyoruz.Örneğin camisi ve cemevi olmayan bu köyde hırsızlık,kavga gibi olaylar yaşanmazmış. Gerçi önceleri toprak vesu yüzünden bazı sorunlar yaşanmış. Urla'yagittiklerinden onların avukatlığınıNecati Cumalıyapmış. Kendisi yazar olduğu için bunların yaşamlarınıöyküleştirmiş, Susuz Yaz gibi kitaplar yazmış, amaşimdilerde pek mahkemlik olay da olmaz olmuş.

Atatürk Kokan Bir Köy:

Page 18: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-18-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Yine Bademler 'deo t u r a n A d a b e l e n l iarkadaşımız Sevgili FatmaKaya ile dün telefonlakonuşmuş tum. “Bizeyönderlik yapabilir misin?”d e d i ğ i n d e , “ S e v e r e kyapardım abi ama babamınölüm yıldönümü. Evdeonun sevdiği yemeklerlehayırını yapacağız. Sizi debekleriz. Ama işimiz erkenbiterse yine de yardımcı

olurum,” demişti. Hasan Bey de, “Haydi siz Fatmalarauğrayıp gelin de sizi koopretife götüreyim,” dedi. Biz deyine Kasım Abi yönderliğinde Fatma Kayaların evinedoğru yola çıktık.

Bir ara ben Kasım abiye, “Buralarda tuvalet varmı?” dedim. Hemen eliyle işaret etti. Sanki beş yıldızlıbir otelin tuvaleti gibi. Kadın, erken ve engelliler içinayrı ayrı, geniş ve tertemiz bir tuvalet. Bana göre biryerin kültür yapısını, tuvaletini, sokağını ve mezarınıbakarak değerlendireceksin. Bademler Köyünde herüçü de tam puan. Kazım Abiye soruyorum; “Nasılsağlıyorsunuz sokakların bu denli temiz tutumaya,”diyorum. Kazım abi de, “Benim küçük torunum var.Ona bile yerleri kirletmemesini, çöp kutularınıkullanmayı öğretiyorum,” diyor. Ağaç yaş iken eğilirderler ya…

Fatma Kayalara vardığımızda evin önü kadınlıerkekli insan kaynıyor. Kadınların daha etkin, dahagüçlü oldukları davranışlarından belli. SankiAnadolu'nun Kbele'si, Artemis'i, Afrodit'i buradatoplanmışlar. Ellerini sıkarak iç odaya geçiyoruz.Oturur oturmaz masaya yemekler geliyor. HüseyinKaya Amcanın sağlığında sevdiği yemekler.Yemeklerimizi yerken Fatma hanımın anası Döne Anageliyor odaya. Kıskandım bu kadını. Kendinden o denliemin ki. Sanki Dünya'nın damına oturmuş, Bademler'inyüksek bir yerinden gökyüzü derinliklerine bakıyor.Anadolu'nun koca Kibelesi, bulutlara değen gözleriufuklarda geziyor, dağlara dokunuyor, vadilerde sularlaakıyor, pasaportsuz uçan kuşların göçüne karışıyor. Bir

yandan da içine bakıyor. Yaralarını, sevinçlerini,hatırlıyor. İç çekişlerinin değdiği geceleri. Pınarlarınayürüyen ılıklara açıyor kalbini... Anam denli güzel,ananm denli sıcak. Ardından Döne Ananın erkek kardeşiHasan Kemal, Mahmut Türkmen oğlunun kızı HülyaHanım ve daha pek çok güzel insan geliyor.

Fatma Kaya'ya getirdiğim andaç kitapları verirkenkitaplardan almak isteyenler çıkıyor ama yanımızda fazlakitap yok. Kuşadası'na yolları düşerse verebileceğimi,yoksa internetten ya da kitapevlerinden alabileceklerinisöyleyip ayrılıyoruz eveden. Kahveye döndüğümüzdeHasan Bey, “Kooperatife gidelim” diyor. Arabayabinerek Kooperatife gidiyoruz. Çiçekçilik yaptıklarıserelar uzanıyor boydan boya. Göleti, yeni yapılankonaklama yerlerini, dikilen bademleri, erikleri,ayçiçeklerini dolaşarak yönetin evine geldiğimizdeFatma Hanım telefon ediyor. “Neredesiniz?” diye.Yerimizi bildirince hemen geliyor. Yapacaklarıprojelerden söz ediyorlar.

Zaman dediğin su gibi akıp geçiveriyor. Hasan Beyleorada vedalaşarak Fatma Hanımı yanımıza alarakmezarlığa gidiyoruz. Bedemlere gideceğimi facebookayazdığımda bir arkadaşım, “ mezarlığını görmeyiunutma” demişti. Fatma Hanımın yönderliğindeMezarlığa giriyoruz. Sanki bir sanat abidesi. İnsanlarınsağlığında sevdiği şeyler, lakapları yazılmış mezartaşlarına. Fatma Hanım mezar taşlarını göstererek bir biranlatıyor. “Bizde ölenler evinde yıkanır, tabutun içinekonur, tabutla beraber gömülür. Sevdiği giysileri vekullandığı eşyalar da tabutun yanına bırakılarakgömülür….

Bizleri hayrete düşürecekneler anlattı neler. Şu andatümünü anlatmak olanaksız.Zaten güneş de dağların ardınad o ğ r u u z a t t ı b o y n u n u .“ D u d a k l a r ı ı s ı r a ı s ı r aeksilmiyor acı, sevgidir tümacıların ilacı,” diyerek FatmaHanım'ı evine bırakmak içinbiniyoruz arabaya. Evinegeldiğimizde Doktor AyşeTaran İkizoğlu'nu çeviz ağacıaltında beklerken buluyoruz.“Olmaz.” diyor Fatma Hanım. “Bir fincan kahve vesoğuk su içirmeden yollamam…”

Evinin balkonuna oturuyoruz, firil firil esiyor.Balkonun kenarları çiçek saksılarıyla dolu. Buz gibisuyumuzu içerken Adabelen kökenli Ayşe Hanım benimkitapların tümünü severek okuduğunu söylüyor. OrtaklarÖğretmen Okulu arkadaşlarımızdan, buluşmalardan sözediyoruz. Sevgiyle kucaklaşıp yollara düşüyoruz.Sevgiden, sevdadan artakalan buruk bir tatla Kuşadası'nadönüyorum.Bademler Köy Kitaplığı

Page 19: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-19-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Kadri GÜLHAN

24 Temmuz 1923 yılında İmzalanan Lozan BarışAntlaşması'nın Kahramanı İSMETİNÖNÜ'YÜanlatmaya çalışacağım.

Küçük boyu ve kendilerini dev aynasında gören,dünyayı kanla sömüren emperyalist çakallarına köksöktüren 'in kardeşim dediği büyükMustafa Kemaldevlet adamı, ölümsüz adam, o zamanın dışişleri bakanı,bu günkü milli hudutlarımızı çizdiren, Türk'ü veTürklüğün onurunu koruyup Türk'ün yenilmez gücünüdünyayaAmerika hariç kabul ettiren İsmet Paşadır O.

Can alan kanımızın, insanların can düşmanıemperyalist sırtlanlarının torunlarınca “iki ayyaş”(!)diyerek aşağılamaya çalıştıkları ayyaşlardan(!) birisidirO...

Birincisi, 21. asrın DEV DEHASI pek çok yabancıülkenin heykellerini dikip park ve caddelerine adınıverdiği, saygıyla anılan, Çanakkale de destanlar yaratan,ülkeyi yağmalayan soysuzları ülkemden kovup dünyadailk kez Türk devletini ve laik cumhuriyetimizi kuran veikinci sarhoşa kardeşim diyenYüce Mustafa Kemal'dir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini beraber kurduklarıonurumuz ve demokrasi geçişimizi sağlayan, KöyEnstitülerinin kurulup yeşermesine büyük katkısağlayan, Köy Enstitülerinin yıkılması acısını mezarındad a h i “ B u r u k s u a n a c a ğ ı m . ” d i y e n i k i n c iCumhurbaşkanımızdır O....

İzmir'de SHP il yönetimi yönetim kurulu üyesi ikenKonak merkez ilçe sorumlusu olarak İsmet İnönü'nündoğduğu 842 sokak ARAPFIRINI civarındaki evi, 10gün içerisinde temizletip çocukları Ömer, Erdal, ve KızıÖzden'i, evin açılış gününe il yönetim kurulu olarakdavet etmiştik. Doğduğu evin önünde çocukları vebinlerce seveniyle doğum gününü kutlayıp onu anmıştık.

İsmet İnönü'nün babası Mehmet Reşit Bey İzmir'de sorguyargıcı olarak görev yaparken 1884 yılında ŞemsineMahallesi'ndeki (bu mahalle sonradan İsmet PaşaMahallesi olarak değiştirilmiştir) bu evde doğmuştu.

Lozan, denilince yüce Atatürk'ün dediği enkardeşimyakın silah ve siyaset arkadaşı İnönü, kurtuluş savaşı vebirinci, ikinci İnönü utkularının kahramanı, dışişleribakanı, başbakan ve ikinci cumhurbaşkanımız, büyükdevlet adamı, örnek aile reisi, ikinci dünya savaşındaülkeyi savaşa girmememiz için emperyalistlerinbaşkanlarını ayağına getiren (Roosevelt, Churchill) tekTürk evladının kanının akmasını önleyen çok sabırlıbüyük devlet adamıdır İnönü. Türkiye'nin tapusu Lozanbarış antlaşması ile yeni Türk devletini tanıtıp Amerikahariç büyük mimarı ve kahramanıdır O...

Atatürk'e göre Lozan, Türk devletine karşıyüzyıllardan beri hazırlanmış "Sevr," antlaşması iletamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuzkaldığını bildiren tarihi bir onur belgesidir ve siyasi birzaferdir LOZAN.

Lozan barış konferansını anlatmam çok uzun zamanalacağından sevgili kızı ve onun tek canlı armağanı İnönüVakfının genel başkanı Özden hanımefendi vakfın genelsekreteri sayın EmekliAlbay CemilYıldız eliyle babasının1932-1972 yıllarını anlattığı konuşması ve konferanslarınıiçeren 6 cilt kitap LOZAN 70. YIL Albümünügöndermişti. Büyük onur duyduğum bu eserlerkütüphanemin şeref köşesindedir. Bu albümü vakıftanalabilirsiniz. Lozan zaferini de öğrenebilirsiniz!

Çünkü benim anlatmam Adabelen dergimizintamamını kapsayacaktır. Yazmak ve anlatmaklaolamayacağından antlaşmanın büyük mimarı inançlıbüyük devlet adamı ölümsüz insanımızı birazcıkanlatmaya çalıştım.

Albüm ve kitapları gönderen Sayın Cemil YILDIZyüzbaşı iken İsmet Paşa'nın Heybeli Adasındaki evindekoruma görevlisi imiş.

Yıllarca LOZAN anma gününe de defalarca katılımcıolmamı Özden Hanım istemişse de kalça kırığımnedeniyle katılamama yıkkınlığı içinde, büyük mimarıİsmet Paşayı rahmetle, saygıyla anıyorum.

*Kadri GÜLHAN 90 yaşında bir köy enstitülü

[email protected]

94. yılındaLOZAN KONFERANSI

ve İSMET PAŞA

Page 20: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-20-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

NEDENTÜRKÇE SÖZCÜK?

Turgut DERELİ[email protected]

Son yıllarda çok sayıda yabancı sözcük Türkçemize,çağrısız konuk olarak katılıyor. Çoğunluğu batıdillerinden özellikle İngilizceden gelen bu sözcükler,giderek dilimizi daha çok etki altına alıyor. AVM'lerin,konut sitelerinin, işyerlerinin adlarını yabancı dillerdekisözcüklerden seçmek adeta modern olmanın gereğisayılıyor; Türkçe ad koyarsak o yerleri sıradanlaştırmışoluyoruz sanki…

Dil konusuna önem veren sanatçılarımız,yazarlarımız, edebiyatçılarımız; işyeri adlarındaki bututarsızlığı ve anlamsızlığı, çeşitli ortamlarda sergiledilerve sergilemeyi sürdürüyorlar.

Türkçeleri olduğu halde günlük yaşamımızdagereksiz yere kullandığımız sözcüklerden listeleryapılıyor, toplum uyarılıyor. Ne yazık ki sonuçlar olumludeğil.

Bir zamanlar Türk Dil Kurumu'nun dilimizi“özleştirme” yönünde harcadığı çabalar alaya alınıyordu.Yok efendim, hostese: “ ulusalgök konuksal avrat”,marşa: deniyormuş. ““ulusal düttürü” Böyle saçmasapan iş olur mu?” ymuş; gibi örneklemeler… Bu gerçekdışı suçlamalar, sonunda sonuç verdi sayılır. 12 Eylül1980'den sonra böyle nedenlerle Kurum'a el kondu.Kurum kamusallaştırıldı. Bu tür çalışmalar atanmış yeniyöneticilerce donduruldu. Oysa dilimizin yeni sözcüklerkazanmaya, halkımızca söylenmesi zor sözcüklerdenkurtulmaya ne kadar da çok gereksinimi vardı.

KISABİR ÖYKÜSize yeri gelmişken dilimizin yabancı sözcüklerden

arındırılması gerektiğine kanıt olarak öğretmenliğimsırasında yaşadığım bir kısa öykü anlatacağım, bunayaşanmış bir fıkra da diyebiliriz.

İzmir'de bir lisede öğretmendim. Derse girdiğimSınıflardan birinde Güney Ege illerinin birinden biröğrencim vardı. İli önemli değil, ağızları pek farklıdeğildir… Kâğıt, kâtip, dükkân… gibi sözcüklerdekiyabancı dillerin yazımında kullanılan “a” harfindeki incesesi çıkaramıyor, bu sözcükleri: Kağıt, katip, dükkan…şeklinde okuyor ve söylüyordu. Sözcüklerin her üçü deArapça kökenliydi ve burada kullanılan sesler Türkgırtlak yapısı ve ses alışkanlıklarına uygun değildi.Öğrencinin adına “Hasan” diyelim.“Hasan bak şöylesöyleyeceksin: “Kâğıt, kâtip dükkân…” Hasan tekrarediyordu: “Kağıt, katip, dükkan…”

Ne yapsam Hasan'a doğru söyletmeyi başarama-

mıştım. Sonunda vazgeçtim. “Varsın öyle söylesin, buonun suçu değil, bu sözcükleri getirip dilimize yerleştirenve gene de bu sözcükleri kitaplarında, yazdıkları eserlerdekullananlarda” diyerek işin içinden sözde kendimisıyırmıştım. Ne var ki Hasan bir gün beni şaşırtan, dersniteliğinde bir söylemle çıkageldi.

“Öğretmenim ben o işi çözdüm.”“Çözdüğün nedir Hasan?” dedim.“Hani söyleyemediğim sözcükler vardı ya onlar.”“Nasıl Çözdün?”“ yerine diyorum. yerineKatip 'yazman' Dükkan

' diyorum, ama kağıda gelince bir şeyişyeri'yapamıyorum.”

Hasan'ın çözümü veya çözümsüzlüğü gösteriyordu kidilimizdeki birçok yabancı sözcüğün yerine Türkçesinikoyamamışız. Kâğıt da onlardan biri… Oysaki “Tayyare”ye uçak, bir süre “frijider” dediğimiz soğutucuya,buzdolabı; “kompüter”e bilgisayar demiş ve halkımız dabu sözcüklere kısa sürede alışmıştı. Dilimize özengöstermeyi sürdürseydik bugün sonuç çok farklı olabilirdi.

“EFEMİNE”Görevli olduğum özel kurumda çalışanların yılsonu

değerlendirmesini yapıyorduk. Sıra “Erol” adlı çalışanagelince, müdürümüz değerlendirme sırasında “Ne kadar daefemine tavırları var.” demez mi… Oysa Erol tam aksinekabadayı tavırlı, konuşmalarını külhani bir ağzayaklaştıran değişik bir karakterdi.

Müdür yardımcıları olarak anlamıştık. Müdür,Fransızca kökenli “kadınsı” anlamına gelen bu sözcüğüTürkçe kökenli sanıyor ve “efe” sözcüğü ile bağlantıkuruyordu. Efe gibi davranan, anlamında kullanıyorduefemine sözcüğünü…

Her ikimiz de doğrusunu söylemeye cesaretedememiştik, çünkü müdürümüzün sağı solu hiç belliolmazdı. Bakarsınız kaldıramayacağınız bir ağır sözükullanıvermiş.

Toplantı dağıldığı sırada bir de baktık ki Erol, o bilinentavrıyla koridorun öteki ucundan geliyor. Ben arkadaşımatebessümle baktım. Zeki bir arkadaştı. “Ya ne sandın?”dedi ve sürdürdü: “Müdürümüz Erol için, diye'Efe mi ne?'soruyla bir değerlendirme yaptı. Umarım yanlışanlamamışsındır.” dedi. Gülüştük.

(Temmuz-2017-ÇEŞME)

Dilimiz, Türkçemiz:

Page 21: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-21-

Eğitimde Ekim ve HasatHüseyin YAŞAR

[email protected]

Çiftçi olarak, ne ektik ise, az veya çok, yılsonunda onu hasat ederiz. Arpa ektiğimiz tarladanhiçbir zaman nohut yolmadık. Eğitim çalışmaları daçiftçiliğe benzemektedir: Ektiğini hasat edersin.

Okullarımızda bugün veya ilerde, aşağıdakisonuçları hasat edebiliyor muyuz?

Üretim araçları üretirler. Kendilerine göre birdüşünce ve yaşam tarzları vardır. Söyledikleri veyaptıklarıyla kişiye özel tavır içinde bulunurlar.Kendilerine söylenenleri mutlaka irdelerler.Bilinçleri her an açık ve uyanıktır. Bu cümledenolmak üzere, bir partiye, bir cemaate bir dinyorumuna kendini kaptırmaz; sorgulayıcıdırlar.“İdeolojiler idrakimize giydiri lmiş deligömlekleridir.” derler. Onun bunun yardakçılığınıyapmazlar. Akıl, hak hukuk ve adaleti bir kenarabırakmazlar. Ürkek ve aciz oldukları için yırtıcılarlaiyi geçinmeye çalışmazlar. Tehlikeyi görmezdengelip devekuşu aklının çukuruna inmezler. Kuyruksallayarak mercimek ve nohut kuyruklarına girmezve tavşan gibi korktuğu için kaçan ve hem de kaçtığıiçin korkan biri olamazlar. Kaderci ve karamsar biriolarak çevresinin merak ve heyecanınısöndürmezler. Mutlak ve tek doğruları kabuletmezler. Tek doğrunun olduğu herkesin kendidoğrularıyla bir arada yaşayamadığı düzenlerisevmezler. Gerçek ile hayali birbirine karıştırarak,düşünmeden inanmaya hazır bir toplumyaratanların yanında olamazlar. Düşünmedeninanan toplumlara anlatılan korkunç masallarainanmazlar. içinde olmadıklarıİdeolojik körlükiçin, çevresine düşman gözüyle bakmazlar. Diğerideolojileri dinlemezlik, onları derinlemesinearaştırmazlık etmediler.

Kendi dünyalarından kaçarak televizyondizilerine sığınmazlar. Onların giyim, söylem vedavranışlarıyla bütünleşmezler.

Olumsuzluklar karşısında suskun kalmazlar;çünkü suskunluğun şiddetin başka araçlarlasürdürülmesi, inancına sahiptirler.

Eski Anayurdumuz olan Türkistan'ı, Buhara'yı

ve Horasan'ı işgal ve talan eden Araplar'ınyaptıklarını “fetih”, kendi inançlarını kılıç zoruyladayatmalarını ''hidayete erme'' olarak görmegafletine düşmezler.

Tanrıya kendi dilinde yakaramamayı, yanidilimizin bir alt dil sayılmasını onursuzluk sayarlar.Başka dillerin din yoluyla dilimize egemen olmasınakarşıdırlar ve bu durumdan üzüntü duyarlar.

Toplumun gündeminde bilim olmalıdır, inancınıtaşırlar: Okuldan çok cami, bilginden çok imam, okulçeşitliliğinden çok tarikat bulunmasına karşıdırlar.

Ülkenin kalkınması ve ekonomik bağımlılıktankurtulması bilimsel buluşlara bağlıdır. 2003'tesayıları 450 olan ve şimdi sayılarının 2074 'eçıkarıldığı İ.H.Okullarıyla ekonomik kalkınma vea y d ı n l a n m a n ı n m ü m k ü n o l a m a y a c a ğ ıgörüşündedirler. Bilim merak, gözlem, deney vekuşku duymayı gerektirir. Bu okullarda bunlardanvar mı?

Bu anlatılanlar ipekli bir kumaşın özellikleridir.Nohut ektiğin tarladan pamuk hasadı yapamazsın.Fabrikanın ön kapısından pamuk vererek, arkakapısından yukarıdaki kumaşı bekleyemezsin.Üniversitenin ön kapısından imam verip, arkakapısından Einstein'i mezun edemezsin.

Page 22: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-22-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Bugün gibi usumda. Hiç çıkar mı, mıh gibi çakılıduruyor.

Beşevler Köyü'nden çıkmış, YalınayaklarKöyü'ne gidiyordum. Kasım ayı sona ermek üzereolmasına karşın ortalık, günlük güneşlikti. Önümdeta Yalınayaklar yanlarından akıp gelen küçük birderecik vardı ve ben 'a dek işte buYalınayaklarküçük derecik boyunca yürüyecektim. Ne güzel!Suyun türküsüne uyarak, yokuşa doğru… İlkyazdanbir kuş sesleri eksikti.

Buralar, nedense, köyümü ve çocukluğumuanımsattı bana. Tıpkı benim köyüm de çamlık veormanlıktı burası gibi. Benim köyümde de akansular, dereler, çaylar, pınarlar çoktu. Ne ki, böylebulutlara değen ak çamlar, köknarlar, ladinler yoktu;bizim ormanlarımız, kızılçamlarla kaplıydı. Keçikoyun melemesinden, sığır böğürmesinden,türkülerden, çan ve kaval seslerinden geçilmezdi hermevsim. Ama buralar, ıssızlıktan çın çın ötüyordu;içim burkuldu.

Dalmışım. Başımı kaldırdığımda hem epey biryol gittiğimi, hem de terlediğimi duyumsadım.Yürüyen gider, giderken de yorulup terlerdi. Bundanhoşnuttum.

Yokuş yukarı, Yalınayaklar Köyü'ne doğru ilkindumanları gördüm, sonra da sesleri duydumgündüzün sessizliği ve saklığı içinde. Ardından aklıallı renkler ilişti gözlerime. Dumanlar içinde birküme kadın, bıcır bıcır konuşa konuşa bir şeyleryapıyordu ama kesinlikle çamaşır yıkamak değildiyaptıkları.

Öyle bir şey yıkasalar, serip kuruttuklarıçamaşırlar ilişirdi gözlerime. Dur hele, çamaşır değilde tepeleme yığılmış ak ak bir şeyler vardı önlerinde.Yaklaştım, gördüm ki, yığılmış ak şeyler, küçükküçük lahanalardı.Yaklaşıp:

“ Kolay gelsin, “ dedim, “ N'apıyorsunuz? “

İçlerinden en yaşıl olanı:

“Allah razı olsun. Mançar yapıyok, gışa hazırlık.Ya sen nereye gidiyon, okula mı?”

“ Evet, okula…”

“ Senin anan mançar hazırlamaz mı kış için sizinköyde? “

“ Hazırlamaz. Çünkü biz, öyle sizin gibi mançaryemeyiz.”

“AllahAlah, mançar yenilmez de ne yenir ki?”

“Neler yenilmez ki? “ demeliydim, diyemedim.

Olacak gibi değildi. Gördüm, baktım oluyordu. Neyapayım, yürüdüm.

Az gitmeden vardım Yalınayaklar Köyü'ne.Ahşaptan evler ve elli altmış bacadan da dumantütüyordu. Yokluk yoksunluk, ayan beyan ortada.Aydınlığın şavkı bile vurmamış buraya, burainsanlarının gözlerine…

Beni bir ahşap eve konuk ettiler. Köyde okulyapılmamış, öğretmenin evi yok. Oturduğum odadateneke soba var, önünde çıralı çam odunu yığılı. Evsahibi tutuşturdu sobayı. Sağ olsun iyi etti, çünkü terimsoğumaya başlamıştı. Dinlenirken ev sahibi yemekgetirdi önüme. Çok açtım, ama zor yedim o yemeği.Adı ydı, mançar pastırmasından yapılmıştı,mıhlamamüthiş kokuyordu. Bu yörenin en önemli, en baştagelen yemeğiymiş. Hoşlanmadığımı belli etmemekiçin ne kadar dişimi sıktım, size anlatamam.Dinlenirken öğretmen geldi yanıma. Okulu bu yılbitirmiş. Daha çok gençti. Köyü, köylüyü tanıttı bana.Okulunda okuyup yazan çocuk yokmuş, ondanyakındı; yardım istedi benden. Neler yapılabileceğiüzerine söyleştik onunla. Günler kısa, geceler uzundu.Karanlık tez çöktü, gece erken bastırdı. Öğretmen gitti,ben de yattım.

Yattım, ama sabahı edemedim. Soba sönüp de odasoğumaya başlayınca yalınkat yatağın içinde üşümeyebaşladım. Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorumumar yok, oflaya puflaya yatağı sarıp oturdum, yararıyok; ne yapayım, kalkıp giyindim, çektim montumuüstüme, büründüm havı uçmuş battaniyeye; geçtimsekiye. Bekledim sabah olsun da ekmek versinler diye.

Sabah oldu da iyi mi oldu? Baktım her yaka apakkar. Baktım, horozlar tavuklar, kediler köpeklerüşümüş, “ Dayan!” dedim kendi kendime.

“Okul” demeyeyim de çocukların okuduğu yer,

Rıza YETİ[email protected]

MANÇAR

Anı - Öykü

Page 23: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-23-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

diyeyim; işte orası beş adım ötemde bulunuyordu.Giyinip sarınınca dışarı çıkıp çocukların okuduğuyere doğru yürümeye başladım. Baktım önümde,karın içinde biri dikiliyor. Anlaşıldı bir şeysöyleyecek.

“Hoş geldin beyim. Kusura bakma, sana bir şeysoracağım. “

“ Sor,” dedim.

“ Amerikalılar, aya çıktı diye bir söz dolaşıyorortalarda, doğru mu?”

Kan beynime sıçradı. Bu karda kışta, bu açlıktayoklukta adamın başka işi, sorunu kalmamış; aya,uzaya takmıştı aklını. Gerçekte onun aklı aydauzayda değil, beni sınamaktı kendince. Benim, “Hiçolur mu, ay Allahın nuru; ona insan erebilir, varabilirmi? Varılabilse Kuran yazar, Peygamberimizsöylerdi.” gibi bir karşılık bekliyordu.

Doğru, hem de çok doğru!” dedim. “Yalnızaya varıp ayak basmakla kalsalar iyi, bir de ayınüstüne işediler. Sen, 'Ne durumdayım', diye kendinebakacağına; düğüm düğüm olmuş sorunlarınıçözmeye uğraşacağına, tutmuş boyundan büyükaklın ermez işlerle uğraşıyorsun. O kadar Müslümanve dindarsan ya sen de daha uzaklara çık, ya da ayaçıkan kâfirleri yok et de görelim.”

Dondu kaldı. Geçtim önünden vardımöğrencilerin ve öğretmenin yanına. İyice birolmuştum, yüreğim küt küt atıyordu.

“Günaydın çocuklar!” dedim, “Sağ ol!” dediler,yüreğim yatıştı.

Sol başta sarı saçlı, benzi uçuk bir kız çocuğuvardı, ona sordum:

“Adın ne senin kızım?”

“ Emine Bayrak öğretmenim.”

“ Emine, sabah kahvaltı ettin mi?”

“ Ettim öğretmenim.”

“ Peki, ne yedin kahvaltıda?”

“ Mançar yedim öğretmenim.”

“ Mançardan başka bir şey yemedin mi, süt,yumurta, peynir-zeytin, çay falan? “

“Yok öğretmenim, yalnızca mançar yedim.”

“ Öğlen ne yiyeceksin?”

“ Mançar.”

“Akşama da mı mançar yiyeceksin?”

“ Evet, öğretmenim, başka ne yenir ki, hepmançar.”

Sınıfa döndüm, her öğrenciye tek tek sordum.Yanıtlar, Emine'ninkinin tıpkısıydı. Ellerim böğrümdekalakaldım. Ben burada ne ummuştum, ne buldum?Usum, dışarıda beni sorguya çeken adama takılı kaldı.Onun da çocuğu okuyordu burada. Daha niceçocuklar mançara tutsak olmuş; bu çocuklar gibiumarsızlık içindeydiler, biliyorum. Daha nice babalar,tıpkı beni bu kışta kıyamette, karda ayazda, yokluk veyoksunluk içinde sorguya çeken adam gibi gözlerikapalı başka dünyalarda yaşıyorlardı. Görmüş,duymuştum. Bunları düşününce suçluluk içindeuğundum kaldım.Aya ayak basmak mı önemli, mançarmı önemli, durup düşünmek gerek.

UNUTMAYALIM!.. GAZETECİ HASANTAHSİN...

15 MAYIS 1919... İŞGALCİYUNAN'A KURTULUŞSAVAŞIMIZI ATEŞLEYEN İLKKURŞUNU SIKTIĞI GÜNÜN 98.YILDÖNÜMÜDÜR

ONU O GÜN ŞEHİTETTİLER...

AZİZ ANISI ÖNÜNDE SAYGIİLE EĞİLİYORUZ...

Turgut DERELİ

Page 24: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-24-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Şadiye DÖNÜMCÜ[email protected]

Salgın Bir Hastalık,O Büyülü Mutad Duygu

“Kendini her şeyden ırak, mahrum yakaladınmı hiç" Yaşadığın bu duygu"diye sordu. İçimdenbulaşıcı bir salgın hastalık. Tedavisi var gibi, yokgibi. Sebebin olsun sabahları uyanmak için." diyesöylemek istediklerimi geçirirken salondan çıktı.

*

Kedim ve benÖlüyoruz yavaş yavaşKarşılıklı, köşemizdeElenirken eleğinde sıkıntının saatlerMutad olduğu üzreBazen o benim kucağımdaBazen ben onunAvutuyoruz birbirimiziÖzlerken aynı şeyleri gizliceNasıl tırmalardık hayatıBir zamanlar şehvetle(...)

,İsmail Uyaroğlu:

"Kedileri Severken Ağlayınız"dan

“ " dedi "Sen Hiç cep telefonundan ev telefonunuçaldırdın mı?”

“Hay ı r" derces ine yüzüne bak ınca ,"Çaldırmazsın tabii. Eşin var, çocukların var... Birde torunun var, artık.”

Konunun nereye bağlanacağını bilemediğimden"Eeee" dercesine yüzüne baktım yine.

“Peki; hiç duvarlarla konuştuğun oldu muevde?...”

Omzumu silkerek "Hayır" deyince "Peki sırtınkaşındığında ne yaparsın?" diye sordum.

Cevaben elimdeki örgü şişinin tekiyle haricensırtımı kaşımağa başlayınca, kafasını önüne eğdi.

Dakikalar süren sessizliği kıran o oldu: "Havakarardığında omuzların çöker mi aşağıya?."

"Yok, hayır; ben akşamları severim" dememefırsat vermedi: "Ya geceler korkutur mu seni?"

Gözlerimle iletişime geçmediğinden "Evet"

dediğimi görmedi. Görseydi ardından "Korktuğumiçin eve, bin YTL'ye alarm sistemi kurdurdum; şuolmayan halimle!" diyecektim.

“Apartman görevlisinin servis saatlerini dörtdeğil, sekiz gözle beklediğimi söylesem; gülmezsindeğil mi?”

"Haddime mi düştü gülmek? Gülümseyemembile" diyemeyeceğimden boş boş bakındımpencereden dışarı. Fark etmeyip devam etti:"Sokaktaki birikintilere düşen yağmur damlaları içinsevindin mi hiç?”

Niye sevinmem gerektiğini anlayamadığımıanlamış olmalı ki devam etti: "Yüzlerce damlaylabuluşup, onlarla iç içe yaşayacağı için sevindin miyani?”

Saatler süren sessizliği kıran yine o oldu:"Sokakta, ardından gelmeyen gölgeni bulamadığındaaranır mısın?"

diyemezdim"Hiç böyle bir arayışa girmedim."ona. Diyecek olsam da duymazdı zaten. "Bari;topuk seslerim bana eşlik etsin diye, topuklu ayakkabıgiymek istediğimi söylesem!"

"E, artık bu kadarı da çok ağır" diyemeyip,kendime gömüldüm.

Günler süren sessizliği kıran yine o oldu;"Kendini her şeyden ırak ya da mahrum yakaladın mıhiç?"

İçimden: "Bak anne! Yaşadığın bu duygubulaşıcı bir hastalık. Üstelik salgın bir hastalık.Her insan hayatı boyunca defalarca bu hastalığayakalanır. Tedavisi var gibi, yok gibi. O büyülüduygu insanı huzursuz kıldığı kadar, zenginleştirirde. Hatta dinlendirici etkisi bile var. Hayatı çileyedöndüreceğine, o duygunu tanımlamaya çalış,lütfen! Sebebin olsun sabahları uyanmak için"diye ona söylemek istediklerimi geçirirken -yanılmıyorsam gözündeki yaşla birlikte- ayağakalkıp, salondan çıktı.

Sessizlikle birlikte kaldım, ortalıkta.

Page 25: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-25-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Kendimi bildiğim andan itibaren zeytintoplamaya başladım. Zeytin gerek yağ olarak,gerekse sofralarımızın katığı olarak hayatımızınvazgeçilmeziydi. Evde yiyecek hiçbir şey yoksatabağa bir miktar zeytin yağı koyar, üzerine birmiktar tuz serper, -varsa kırmızı toz biber de ekler-ekmeği banarak yer ve karnımızı doyururduk.

Bunun yanında 'ndeBodrum Mazı Köyüevimizin hemen yanı başında yer alan asırlık zeytinağacı -ki 1997 Atlas Dergisi, Temmuz sayısında yeralmıştı.-gölgesinde serinleyip komşu çocuklarlaçeşitli oyunlar oynadığımız,d a l l a r ı n d a s a l ı n c a k l a rkurduğumuz bir ulu ağaçtı.

KAÇ KİŞİNİN ''BENİMDEDİĞİ'', GERÇEKTE İSEK İ M S E N İ N O L M AYA NZEYTİNAĞACI...

Kim bilir bugüne kadar kaçkişi benim dedi bu ağaca.Sonbaharda rüzgarla ağaçlarındibine dökülen zeyt inler itoplamak , biz çocukların temelgörevlerinden biriydi. Herbirimizin elinde küçük birersepet, rüzgarla dallarındandüşmüş zeyt in ler i toplar,büyüklerimizden aferin veödüller alırdık.

H u k u k i o l a r a k s a h i b iolmasam da o, benim dezeytinimdi.

GÖLGESİ SOHBET VE SERİNLEMEYERİ OLAN ZEYTİNAĞACIM

Soluktaşı olarak adlandırılan yassı bir kayanınüzerinde yer alan asırlık zeytin ağacının gölgesindeinsanların sohbet ettiği, serinlediği, tütün dizdiği,köy bekçilerinin bağırarak ilanda bundukları birmekandı. Bu yüzden mekan açısından sosyallikiçermekteydi. Zeytin ağacı olmasa oraya kimse

gelmezdi.

KURTULUŞ SAVAŞI HİKAYELERİNİ BUZEYTİNAĞACININALTINDADİNLEDİM.

Biz çocuklar ağacın gölgesi altında oynarkenihtiyarlar da zeytinin altındaki kayanın üzerineoturarak serinlerler ve hemen hemen hepsi KurtuluşSavaşı gazisi olduğu için birbirlerine savaş anılarınıanlatırlardı. Bizler de bazen oyunu bırakır, bizim içinmasal gibi gelen bu hikayeleri can kulağıyladinlerdik. Bir çoğu hala belleğimde olan bu

hikayeler, bende özellikleAraplara karşı bir önyargıoluşmasına neden oldu.

Amcam rahmetlinin deiçlerinde yer aldığı yaşlılar,1960'lı yılların ortalarında aradan40 yıldan fazla bir zamangeçmesine rağmen başlarındang e ç e n l e r i a n l a t ı r k e nyaşadıklarının etkisinde kalarakgöz yaşlarını tutamazlardı.

Onları üzen ne açlık, ne deyokluktu. Onları kahredenArabistan çöllerinde, insanlık dışıdavranışlarına tanık olduklarıkendilerini ''Kavm-i Necip''o l a r a k n i t e l e n d i r e n d i nk a r d e ş l e r i m i z A r a p l a r ı nihanetiydi.

Z E Y T İ N A Ğ A C IKİMSEYE AİT DEĞİLDİR,ONUN İÇİNZEYTİNİME DOKUNMA.

Zeytinliklerin imara açılması yasa tasarısı meclisgenel kurulundan yedinci kez geri çekildi. Umarımaklı selim galip gelir, tasarı yasalaşmaz. Yitip gidenve bir daha geri gelmeyecek tarım arazilerimiz gibizeytinliklerimiz de heder olmasın. Onun içinZEYTİNİME DOKUNMA...

(08.06.2017)

Yılmaz BOZKURT

BENİM ZEYTİNİM...

Sağlık ve Barış simgesi

Page 26: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-26-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Giriş

Osmanlı dönemiyle ilgili herhangi bir konuüzerine kaynak arama yoluna girildiğinde büyükgüçlüklerle karşılaşılır. Kaynakların azlığı yanında'anlamak' zorluğu sizi beklemektedir. Farsça, Arapçaiskeletin, Türkçe harcıyla harmanlanmasından oluşanOsmanlıcayla Arap abc'si kullanılarak yazılmışyazıları sökmek, Türkçe öğrenim görmüş biri içinnerdeyse olanaksız bir iştir; üstesinden gelinmesizorlu bir çaba ister. Bu yüzden dil ve yazım güçlüğü,Osmanlı toplumunda bir yazma alışkanlığı oluşumunuengellemiş; bir ezber alışkanlığı,geleneği yaratmıştır. Bu yüzden OsmanlıTarihi, Hammer gibi yabancı tarihçilertarafından yazılmış, Bu yüzden MimarSinan'dan günümüze bir çizgi bilekalmamış, bu yüzden koskoca DivanEdebiyatı unutulmaya bırakılmıştır. Buyüzden Merkez Efendi'den günümüze,kendi kaleminden çıkmış herhangi yazılıbir metin gelmemiştir. Bu yüzden kutsalkitap Kuran, içeriği anlaşılmadanezberlenmiş; toplumun bireyleri'ulema'nın yorumlarına bağlı olarakbilgilenmiştir. Yorumlardaki kaçınılmaza y r ı m l a r a d a y a l ı t a r t ı ş m a l a r ,anlaşmazlıklar, geçmişten günümüzeolanca şiddetiyle sürmüştür. Öylegörünüyor ki yakın bir gelecekte çözümeulaşmayacaktır.

Yaklaşık beş yüz elli yıl önce...

1460'lı yıllarda, Denizli Sancağı'nın SarıMahmutlu (Sarhanlı) Köyünde (Buldan) HafızMustafa Efendi'nin bir oğlu olur. Adını Musa koyar.İleri yaşlarında adı 'Musa bin Mustafa bin Kılıç Beybin Haydar', künyesi 'Ebu's saka', lakabı 'Muslihiddin'olacaktır! Dinsel kökenli ilk eğitimini babasından alır.Genç yaşında öğrenci yetiştirecek bir bilgi düzeyineerişir.

'Musa Efendi bir gün öğrencisiz kalmış ve öğretimaşkıyla tutuşmuş bir müderris edasıyla odasınıniçindeki kırk kadar testinin üstünü beyaz bezle örtmüşve ortalarına geçerek onlara takrire (anlatma)başlamıştır. Bu sırada birisi onu ziyarete gelmiş, seyre

dalmıştır. Karanlık odada, örtülü testileri cem olmuşhatunlar sanarak fitneliği kabarmıştır. Doğruca şehrekoşarak' Musa Efendiyi şikâyet etmiş. Bu söylenti okadar dal budak salmış ki, devrin padişahı dahi duymuş.Padişah gazaba gelerek ferman buyurmuş: Tez anıgetirin buraya!

Musa Efendi kendini müzevirleyenlere o denliiçerlemiş ki Denizlililere beddua etmiş: 'Yerlisionmasın, yabancısı doymasın!' Gerçekten bu duruma odenli üzülmüş, o denli de içerlemiştir ki, bir dahaDenizli'ye gelmemiştir.

Padişaha yakınma söylentisi, Denizliyöresinde 'Merkez Efendi'nin kız-erkeköğrencileri bir arada okuttuğu' biçimindede bilinir: Böyle bir olağandışısöylentinin gerçek olması, padişahakadar gitmesi, akla daha yakıngelmektedir. Denizli Halkı tarafındancanl ı tutulması da anlamlı birkanıttır.İstanbul'a gelen Musa EfendiHızırbeyzadeVelayettin ya da Velayettinoğlu Ahmet Paşa'dan öğrenim görür.Daha sonra gittiği Karaman'da halvetişeyhlerinden Habib-i Karamani'ye müritolma yolunda yaptığı girişimden birsonuca ulaşamaz. Molla Habib, “Seninşeyhin henüz postnişin değildir.” diyerekirşadının (doğru yolu gösterme)başkasının elinden olacağına işaret eder;kisve (özel giysi) giydirir, vaazicazeti(izin) ve de 'Muslihiddin' lakabınıverir. İstanbul'a dönünce tekrar

medreseye yerleşir, başta Ayasofya olmak üzereİstanbul'un çeşitli camilerinde vaazlar verir... EtyemezŞeyhi'nin kızıyla evlenir ve Etyemez Zaviyesi'nde(Küçük Tekke) matematikle ilgilenmeye başlar...Gördüğü bir rüyanın yorumu için gittiği SünbülSinan'dan (Farsça Sünbül; Arapça Sümbül) etkilenir,ona kapılanır... Musa Efendi her gün Sünbül Sinan'ındergâhına gelip ondan ders almaya, hizmete başlar. Birgün Sünbül Efendi Musa Efendi'ye 'Âlemi senyaratsaydın, nasıl yaratırdın?' diye bir soru yöneltir.Musa Efendi'nin yanıtı 'Bu mümkün değil, amaolsaydı,her şeyi merkezinde bırakırdım. Âlem öyle tatlı

MERKEZ EFENDİÜZERİNE BİR İNCELEME

Prof. Dr. İsmet GÜRGEYİ.Ü. Müh. Fak. Emekli Öğr. Üyesi

Açıklama: Prof. Dr. İsmetGürgey'in bu yazısının birincibölümünü 41. sayımızdayayımlamıştık. İkincibölümünü ise 42. sayımızdayayımlamayı gözdenkaçırmışız. O nedenle busayımızda yazının tamamınıyayımlıyoruz. Özrümüzyazarımız ve sizokuyucularımızadır.-Adabelen

Page 27: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-27-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

bir düzen içinde ki buna bir şey eklemek ya da bir şeyieksiltmek düşünülemez.' şeklinde olur. Sünbül Efendibu yanıtı beğenir, 'Aferin Musa Efendi, demek her şeyimerkezinde bırakırdın, öyleyse bundan sonra adınMerkez Müslihittin olsun.' der.

Musa Efendiye 'Merkez' adının takılmasıyla ilgiliöyküler çoktur. Sünbül Efendinin dergâhına gelen birveli, Musa Efendiye 'Evladım, siz 'merkezinizi'bulmuşsunuz' diyerek Sünbül Efendi'nin büyüklüğüneve onun müridi olmanın anlamına işaret eder. Busözün üzerine 'Merkez Efendi' diye çağrılmayabaşlanır. Bir başka öykü de: Bir gün Sünbül Efendimüridleriyle birlikteyken, birisi gelip 'HızırAleyhisselam geldi.' der. Musa Efendi dışında tümmüridler bakmaya gider. Sünbül Efendi 'Evladım senniye gitmedin?' dediğinde O, 'Benim irşad olmam,manevi makamlara ermem için Hazreti Hızır vazifelideğildir, benim hızırım da, merkezim de sizsiniz.' der.Bu yanıttan memnun olan Sünbül Efendi,'İşte şimdimerkezini buldun.'der. O günden sonra 'MerkezEfendi'diye çağrılmaya başlar. Merkez Efendi SünbülEfendinin kızı Rahime Hatun'la evlenir. Çilesinibitirdikten sonra, Kovacı Dede diye tanınan halvetitarikatı Şeyhi Sevindik-Sunduk Dede'nin ölümüüzerine, Dede'nin Aksaray'daki zaviyesine (Birsufinin ibadet için çekildiği tenha yer, küçük tekke)şeyh olur.

*Merkez Efendi'nin öyküsüne devam etmeden

önce, içinde bulunduğu ortamın günümüzdeanlaşılabilmesi için bazı kavramların açıklayalım:

Halvetilik Halvetiyeya da , tanrısal gerçeğe gizlizikir ile (Tanrı'nın adını art arda söyleme)ulaşılabileceği düşüncesini benimseyen, XIV.yüzyılda Şeyh Ebu Abdullah Sıracettin Ömer el-Ehcitarafından kurulan bir tarikattır. Halvetilik inancınagöre, Şeyh EbuAbdullah, Hz. Muhammet ile başlayantarikat zincirinin 21. halkasını oluşturur. Halvetiliktarikatını tam bir düzene sokan ve islam ülkelerindeyayılmasını sağlayan Şeyh Yahya Şirvani (öl.1464)oldu... Tarikatın temel ilkesi zikrullah'tır (Allah'ıanma). Salikin (tarikat yolcusu) başta gelen görevikalp temizliği, gönlünü dünyadan ve dünyadaki herşeyden (masiva) uzak tutarak yalnızca Allah'ayönelmektir. Zikrin amacı, salikin olabildiğincekendisini Allah'a vererek O'ndan başkasını bilincinindışına atması, kendisini Allah'ın mutlak varlık vebirliğinde eritmesidir. Halvetilikte biçimsel bakımdanüç türlü zikir vardır: İstiğfar (Tanrı'dan suçlarınınbağışlanmasını dileme), salavat (Hz. Muhammet içinokunan dualar), esmayı seba(yedi ad). Halvetiliktetoplu zikirler ayakta ya da oturarak yapılır. Tarikatzamanla Ruşeniye, Cemaliye, Ahmediye, Şemsiye

adlarıyla dört kola ayrıldı...

Şeyh, bir tarikat kurucusudur, bir tekke ya dazaviyede müritlerine reislik eden kişidir. Müslümanlığınilk dönemlerinde Arap geleneklerini canlı tutmakisteyen hükümdarların yanında çalışan üst düzeydekigörevlilere, hanedan kurucularına, yüksek düzeydekidin görevlilerine (şeyhülislam gibi), din bilginlerine,müderrislere, yaş farkı gözetilmeksizin tarikat kurucusuya da reislerine bu ünvan verilmiştir. Tarikat kurucu veşeyhleri, kendilerine bereke (uğur) verilmiş, Tanrı ile kularasında bir aracı olarak kabul edilir. Şeyhin, tarikatlailgili bilgilerin varisi olarak kendi iradesinin (istencinin)Tanrı'nın istenci ile doymuş duruma gelmesi demek olan'sırr'a sahip olduğuna inanılır.

Şeyhliğe giden yol' keramet 'sahibi olmaktan geçer.Keramet, ermiş olduğuna (sırra sahip) inanılankimselerde bulunduğu var sayılan doğaüstü güç olaraktanımlanabilir: Bu güçle gerçekleştirildiği sanılandoğaüstü olay, durum, iş. Keramet, peygamber olmayanAllah dostu müslümanlara özgüdür. Peygamberlerdegörülen olağanüstü özellik 'mucize', veli ve yaşayışısalih(iyi) olmayan kişilerde görülen ise, 'istidraç' olarakadlandırılır. Mütezile Mezhebi (kaderciliği yadsıyanlar)dışındaki tüm islam bilginleri ve müslüman topluluklarkerametin olabileceğini benimser. Mütezile bilginleridoğada hiçbir sır bulunmadığını, kelam (Tanrı'nınvarlığını ve islam dininin doğruluğunu konu edinenbilim) sorunlarına aklı uygulamalarının kendileri içinyeterli olduğunu benimseyerek keramet olayına karşıçıkarlar. Ehl-i sünnet (peygamber yoluna ve dostlarınauyanlar) bilginleri kerametin hak olduğunu kabuletmekle birlikte, velinin(ermiş) kerametinin ancakkendisini bağlayacağını, kendisi için bir gerçekliktaşıyacağını, bunun ötesinde kerametin bilimsel birkanıt, dolayısıyle 'bağlayıcılık' taşımayacağınısavunurlar. Tasavvuf önde gelenleriyse, kerametin ötekibilgi alanları gibi kesin ve bağlayıcı olduğunu öne sürer.Bununla birlikte tüm ılımlı sufiler (tasavvuf ehli),kerametin sufiye ek bir değer katmayacağını, sufininayağını kaydırmak için, bir deneme ya da musibetolabileceğini, bu nedenle sufinin kerametini saklamasıgerektiğini önemle belirtirler.

Tasavvuf kaynaklarında kerametler, genelliklekevni(kozmik), maddî (maddesel), surî (biçimsel)olarak manevî; bilimsel, gerçek kerametler olmak üzereiki bölümde incelenir. Çok kısa zamanda uzak yerlereulaşmak (tayy-ı mekan), geçmiş ya da gelecekteki birzamanı yaşamak (tayy-ı zaman), su üzerinde yürümek,bir anda umulmadık yerden yiyecek içecek sağlamak,uzun süre aç kalmak vb. kerametler birinci bölümkerametleridir. Bilim, irfan (Tanrı sır ve geçeklerinikavrama), ahlak gibi ikinci bölümden kerametler, dahadeğerli sayılır.

Page 28: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-28-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

N. Kılınç, Mehmet Erbil'le...

*

Bir ermiş, bir şeyh payesine erişmiş MerkezEfendi'nin de kerametlerinin olması gerekli vekaçınılmazdı. Denizli halkından kimilerinin padişahaşikâyeti üzerine çağrıldığı başkente, kendinden önceyola çıkan atlılardan tez varması... Padişah namazkılarken, selam vermesi, padişahın onu paylamasıkarşısında “Siz namaz kılmıyordunuz ki, zihnensarayınızın saçaklarının onarımı ile meşguldünüz.”demesi. Daha sonra padişahın şikâyet konusuna geçip,'Sen Denizli'de kırk kadar hatunla (ya da kızlar veerkeklerle) cem olup, zikir ve ibadet edermişsin; hiçateşle barutun oyunu mu olur?' demesi karşısında,'Olur.' deyip kavuğunu çıkarması, içine pamuk vebahçedeki kümbetten aldığı bir koru koyup padişahagöstermesi ve kor ile pamuğun hiç etkileşimgöstermemesi; bir kerametler zinciridir.

Emekli Müftü Sayın Rahmi Serin'den MerkezEfendi'nin Sümbül Sinan'a kavuşmasını dinleyelim:'Merkez Efendi bir gün rüyasında Sümbül SinanHazretleri'nin, kendi evine geldiğini gördü. SümbülEfendi Hazretleri'ni içeri almamak için arkadaşları ilebirlikte kapının arkasına pek çok eşya dayadılar veüzerine de oturdular. Fakat Sümbül Efendi Hazretlerikapıyı zorlayınca, kapı arkasına kadar açıldı vearkasındakiler yere yuvarlandılar. Bu sırada aklıbaşına gelen Musa Efendi, yaptığı hatayı anladı vesabahleyin erkenden Sümbül Sinan EfendiHazretleri'nin huzuruna gitmeye karar verdi.Sabahleyin Sümbül Sinan Efendi'nin bulunduğucamiye gidip va'z ettiği kürsünün arkasına Ogörmeden oturdu. Sümbül Efendi Hazretleri camiyegelip va'z esnasında Taha Suresi'nin bazı ayetlerinitefsire başladı. Tefsir bittikten sonra, ' Ey Cemaat! Butefsirimi sizler anladınız. Hatta Musa Efendi deanladı!' buyurdu. Sonra aynı ayetleri daha yüksekmanalar vererek tefsir ettikten sonra tekrar 'Eycemaat! Bu tefsirimi sizler anlamadınız. Musa Efendide anlamadı.' buyurdu. Musa Efendi, gerçekten de buson anlatılanlardan bir şey anlamamıştı. SümbülEfendi Hazretleri, o gün Taha Suresi'ni yedi türlü tefsiretti. Musa Efendi'nin kürsü arkasında olduğunu,zahiren görmediği halde anlamıştı. Va'z bitti,arkasından namaz kılındı. Herkes camiden çıktı.Sadece Sümbül Efendi Hazretleri kalınca, MusaEfendi huzuruna varıp elini öptükten sonrakendisinden af diledi. Sümbül Efendi Hazretleri de,'Ey Musa Efendi! Biz seni delikanlı ve güçlü bir kimsesanırdık. Meğerse sen de, yardımcıların da, çokyaşlanmışsınız. Akşam bizi kapıdan içeri sokmamakiçin gösterdiğiniz gayrete ve sonucuna ne dersiniz?Fakat sonuçta kapı açıldı. Sizler de yereyuvarlanıverdiniz.' Buyurunca, Musa Efendi iyiceşaşırdı. Pek çok özürler dileyerek ağlamaya başladı.

Affının kabulü ve evlatları arasında yer alması içintalepte bulundu. Sümbül Efendi Hazretleri, O'nu kabulettiğini, dergâhta hizmete başlamasını söylediktensonra, 'Artık Allah Teala'nın zat ve sıfatları hakkındamarifet sahibi olmak zamanıdır.' buyurdu.

Kerametler çok.. Kerametlere inanan var,inanmayan çoktur; ancak kerametlerin geneldepeygamberlere, şeyhlere inandırıcılık sağladığı birgerçektir. Keramet yoluyla dinin soyut gerçekliğininanlaşılması ve kabulü kolaylaşmaktadır.

Sevindik Dede Zaviyesi'ne şeyh olduktan kısa birsüre sonra Merkez Efendi, Manisa'da Kanuni S.Süleyman'ın annesi Hafsa Sultan'ın yaptırdığı imaretin(Sultan Camisi ve Külliyesi) yanındaki zaviyeyeSultanın isteği ve Sünbül Efendi'nin tenbihi üzerineşeyh oldu. Külliyye (bütünlük,genellik) Medrese,Sıbyan (çocuk) Okulu, İmarethane ve Hamamdanoluşur. Merkez Efendi hekimliğe ilgi duyar, halkınsağlık sorunlarıyla dertlenir. Çeşitli otlardan ilaç yapar.İmarethanenin bir bölümünü bimârhaneye (hastahane)dönüştürür. 1526 da bugünkü yerinde Bimârhanenin,Darüşşifanın bir bölümü yapılır. Tımarhane, Şifahaneadlarıyla da anılır.Yalnız akıl hastaları değil her türlühasta iyileştirilmeye çalışılır Bu sıralarda Manisa ValisiŞehzade Mustafa'ya ivedi bir mektup gelir. Hafza Sultanhastadır, İstanbul'daki hekimler çaresiz kalmıştır.Durum Merkez Efendi'ye duyurulur. O da 41 türbaharattan ya da bahar çiçeklerinden macun kıvamındabir ilaç yapar. Hafza Sultan iyileşir. Bunun üzerineMerkez Efendi, ilacın halka ulaşması amacıyla her yılbir sergi, bir şenlik düzenlemeye karar verir. İlki 1527-1528 yılında yapılan şenlik için gün olarak 22 Martdüşünülür: Bahar Bayramı (Nevruz), Hazreti Ali'nindoğum günü. Şenliğin yapılmasının, çevreden gelenhalkın Manisa'ya ekonomik ve sosyal canlılık getirmesi,Spil Dağı eteklerinde kurulmuş şehrin Gediz Ovasınakayarak büyümesi gibi faydaları da olacaktır. İlacınhalka bir gezinti yerinde dağıtılmasına bağlı olarak adı'Mesir (gezinti yeri)' olduğu, halkın yakıştırdığı bir adolduğu şüphe götürmez. Kimi kaynaklar bu adın İbniSina'nın 'mesr-ositos' adlı panzehirindan, kimikaynaklar da Pontos kralı Mithridates'in 54 maddeyikarıştırarak yaptığı panzehirden esinilerek verildiğiniileri sürerler.

Mesir macunu karışımına giren 41 tür baharat:anason, çivit, çamsakızı, çiçekotu, çöpçini, darıfülfül,eksir, günbalı, hardal, havlican, hindistan cevizi,hindistan çiçeği, hiyersambe, kalanga, karabiber,karanfil, kebabiye, kimyon, kişniş, kremtartar, kakule,limon kabuğu, limon tuzu, meyanbalı, portakal kabuğu,ravend, raziyane, sarı helile, şamlı, şeker, tarçın, tarçınçiçeği, tekemercini tohumu, tiryak, udül kahr, vanilya,yeni bahar, zağferan, zencefil, zerdecal, zuhunba.

Page 29: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-29-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Kuşkusuz bu karışım, maddelerin bulunurluğunabağlı olarak değişebilir.

Halk inanışlarına göre, mesir macunu alan kişileri:

-O yıl boyunca hiçbir zehirli yılan sokmaz.

-Nevruz günü ağır hastalar bile yese iyi olur.

-Gelinlik çağındaki kızlar o yıl içinde evlenirler.

-O yıl boyunca bütün hastalıklardan korunurlar.

-Cinsel kuvveti arttırdığına inanılır.

-Çocuğu olmayanlar çocuk yapar.

-Çocuk hastalıklarına iyi gelir.

Bu özellikler göz önüne alındığında, eski BMMBaşkanı sayın Bülent Arınç'ın bir şenlikte 37 tanemesir macunu kaptığına şaşmamak gerekir.

Sünbül Efendi, İstanbul'da 1529 yılı Muharremayında ölür.Kendi tekkesine şeyh olarak damadıMerkez Muslihittin Musa'yı postnişin (posta-seccadeye oturan) olarak bırakır. Merkez Efendi,ölümü sezmiş, yola çıkmış, on gün içinde İstanbul'aulaşmış, cenazeye yetişmiştir. Sünbül Efendi'ninyerine şeyh olur. Merkez Efendi, dergâhtaki müritlerinyetişmesiyle uğraşırken bir yandan da Ayasofya veFatih Camilerinde vaazlar verir. Sultan SelimCamisinde kürsü şeyhliği yaptığı da söylenmektedir.

Bir gün, günümüzde kendi adını taşıyanSilivrikapı ile Topkapı arasındaki semtte gezerken,söylendiğine göre, yer altından gelen bir su sesi duyar.Toprağı kazdırdığında karşısına içi su dolu bir havuzçıkar. Burada bir cami ile bir hamam yaptırır. VezirLütfi Paşa'nın eşi Şah Sultan, bu camiye vakıflarbağlar ve Eyüp'te Bahariye semtinde Merkez Efendiadına cami yaptırır. Şah Sultan'ın kocası LütfüPaşa'nın ölümü üzerine ya da ondan boşanarakMerkez Efendi'yle evlendiği, bu evlilikten AhmetÇelebi'nin doğduğu kimi kayıtlarda görülüyor.Kazdırarak bulduğu suyun sıtmaya iyi geleceğikerametinde bulunduğu söylenir. Ancak MerkezEfendi Camisinin avlusundaki su, kuyu durumunda'niyet kuyusu' olarak günümüze dek işlevinisürdürmüştür... Evliya Çelebi, Seyahatname'sinin 'PirMerkez Efendi'nin Menkıbeleri' bölümünde kuyununbulunuşunu şöyle anlatmaktadır: 'Bu aziz ihtiyar,hayatta iken kendi dervişlerine buyurur ki, şuradasecde ederken bir ses işittim:'Ya Şeyh! Ben buradayedi bin yıl bir kırmızı renkli, sedef lezzetli hayatpınarıyım. Emrinle dünya yüzüne çıkmaya memurum.Beni Cenabı Hak humma illetine yakalananlara ilaçkılmış. El et de beni bu hapisten kurtar!'şeklindeyalvarır. 'Gelin ahbablar, şu seccadenin bulunduğuyerde bir kuyu kazalım.' diye 'Bismillah' ile evvelakendileri yere bir ayak tabanı vurur. Bütün dervişler

üşüşerek bir su kuyusu kazarlar. Hâlâ kırmızı renkli birbüyük pınardır. Her kim bu hoş lezzetli sudan sabahleyinbir şey yemeden üç kere içseAllah'ın emriyle hummay-ımuhrikadan (yakıcı ateşli hastalık, sıtma) kurtulurmuş.'Merkez Efendi ' adıyla şöhreti dünyayı tutan bir sukuyusudur.’

Kanuni Sultan Süleyman'ın Merkez Efendi'yesevgi, saygı beslediği, toplantılarına katılıpkonuşmalarını dinlediği, duygulanıp ağladığı, O'ndansöz edildiğinde 'Bizim Merkez' dediği söylenirmiş.Korfu adasına yapacağı sefere,askerin özgüveninikuvvetlendirmek amacıyla bir 'ordu şeyhi' götürmeyekarar verdiğinde Merkez Efendi'yi uygun görür,kedisine bir hatt-ı hümayun (padişah buyruğu)gönderir. Bu sırada bir camide vaaz vermekte olanMerkez Efendi 'Sultan bizi Korfu gazasına (din uğrunasavaş) götürmeyi irade (emir) etmektedir; hemen yolhazırlıklarına başlayın ki gazaya çıkalım.' diyerek budurumu keşfettiğini belli eder. Sefere katılır(l536).

Merkez Efendi, 1551(h.959) yılı Rabiyül-ahir(küçük mevlit ayı) ayının 17. gününe denk gelenperşembe günü ölür. Cenazesini Şeyhülislam EbussuutEfendi yıkar; namazını Fatih Camisi'nde EbussuutEfendi, misli görülmemiş bir kalabalıkla kıldırır.Cenazesi kendi adıyla anılan cami avlusunda toprağaverilir. Şeyhülislam Ebussuut Efendi, Merkez Efendininölümü için 'Dairesin, Merkezin nur ide Allah' tarihinidüşürür... Yerine oğlu ve postnişini Ahmet Efendi şeyholur...

Ve Merkez Efendi Vakfiyesi

27 Eylül 1552 tarihinde düzenlenen, Vakıflar GenelMüdürlüğü Kültür ve Tescil Daire BaşkanlığıArşivi'ndeki Merkez Efendi Vakfiyesi , 623 numaralıd e f t e r i n , 3 2 9 . s a y f a s ı n ı n 3 3 3 . s ı r a s ı n d akayıtlıdır.Vakfiye bir vakfın koşullarını bildiren birbelgedir.

Merkez Efendi Vakfiyesinde, İstanbul Yenikapıdışında bulunan,'Çifte Hamam' diye bilinen ve fıskiyelibir bahçesi olan hamam ile bitişiğindeki dükkânlarıvakfettiğini belirtmiştir.

Hamamın kiraya verilmesinden elde edilen gelirle,biri Hz. Muhammed'in, biri kendisinin, biri oğlu AhmetÇelebi'nin annesi Şah Sultan'ın, biri oğulları DervişÇelebi ve Ali Çelebi'nin ruhu için, günde dörder cüzdenayda dört hatim indirilmesini; Kuran-ı Kerim okuyankişiye her cüz için bir akçe verilmesini istemiştir.Merkez Efendi Vakfiyesinin sonuna doğru, vakfınyönetimiyle ilgili koşulları açıklamıştır. Kendisinin veoğlunun ölümünden söz ederken, 'ölüm' sözcüğü yerine'dehr elinden şerbet-i mevt nuş ile mest ü medhuş olam've 'asude-i civar-ı rahmet oldukta' demektedir. Vakıfyönetimini kız-erkek ayrımı yapmadan çocuklarının en

Page 30: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-30-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

büyüğüne bırakması dikkat çekicidir. Bu da,Denizli'de kız erkeği bir arada okutmasının birsöylenti olmayıp bir gerçek eylem olduğununkanıtıdır... Vakfiye, Bakara suresinin 181. ayetiylebitmektedir: 'Kim vasiyeti işittikten sonra değiştirirseböyle davranmanın günahı yalnızca onudeğiştirenedir. Doğrusu, Allah her şeyi işitendir, herşeyi bilendir.’

Merkez Efendinin Sandukası, Merkez EfendiMezarlığı içindeki Merkez Efendi Camisi avlusundakitürbede kendi aile yakınları ile kendinden sonra gelentekke büyüklerinin

sandukalarıyla birlikte bulunmaktadır. Sedefkakmalı sandukasının başında,

'Merhaba ey merkez-i devran-ı can

Merhaba ey kutb-u kevneyn-i mekân'

Türbesinin kubbesinde,

'Beztevessül sana bu türbe-i iksirn türab

Bundandır sür yüzünü merkez-i kudbul ahtab

Sonuç: Merkez Efendi yaşıyor!...

92 yıllık çok renkli, çok yönlü bir yaşam.. Dahaergenliğe yeni eriştiği bir dönemde kız ve oğlanlarıbirlikte okutmak, günümüzde bile tartışma konusuolurken bunu uygulaması onun ne denli inanmış, nedenli cesaretli, ne denli yüksek eğitim anlayışıolduğunu göstermektedir. Merkez Efendi'nin yine buyaşlardan başlayarak yaşamının sonuna dek cemaatsiznamaz kılmaması onun ne denli halka yakın olmakistediğinin belirtisidir.

Merkez Efendi'nin bir beyaz eşeği vardır.Terkisinde günün meyvesi, kırıntısı nelerse onlarladolu bir heybesi bulunur. Yolda ister emir, ister fakirbir kimse olsun selam verip hal hatır sorar, gerekligördüklerine yiyecek dağıtır. Bu eşeği daha sonralarıKudüslü bir sakaya hediye eder.

Şeyhülislam Ebussuut Efendi, onun hakkında'Zamanımızda bu zat kadar riyadan (iki yüzlülük) uzakkimse görmedim.' der. Bu düşüncesini cenazetöreninde yineler.

En güçlü padişahlar, onun için camiler, imaretleryaptırırlar.. Mesir için Yavuz Sultan Selim'inbaşkadını, Kanuni'nin annesi Hafsa Sultan bir çıkışyaratmıştır; ancak o, halkı düşünmüştür gerçekte.Günümüzde onun adının verildiği okullar, ilçeler,mahalleler, dernekler vardır..

Merkez Efendi ne yapmışsa halk için yapmış. Dinadamının görevinin yalnız dua etmek, dua öğretmekolmadığını, beden ve ruh sağlığının önce geldiğinibelki vaazlarında söylememiş, ama yaşayarak ortayakoymuştur..Vakfiyesinde kadın-erkek eşitliğine

inandığını çok anlamlı bir şekilde işaret etmiştir.

Destanlarda, halk söylencelerinde olağanüstülüklerbulunsa da gerçeğin izleri vardır. Bu anlayışla, HeinrichSchliemann, Homeros destanlarında adı geçen yerleribulmak amacıyla Truva'nın yeri olduğu sandığıHisarlık'ta düzenli kazılara başlamıştı (1870). YunusEmre, Karacaoğlan, Kerem ile Aslı, Battal Gazi,Köroğlu ve daha niceleri; ilahileri, koşmaları,yiğitlemeleri, öyküleri, destanlarıyla halkın belleğinegiren gerçeklikleriyle orada yaşayıp yüzyıllarıaşmışlardır.

Merkez Efendi, kız ve oğlanı bir arada okutmasaydıböyle bir söylencenin ortaya çıkma olasılığı var mıydı?

Denizli halkı da onun bu davranışını benimsemiş;onu sevmiş, yaşatmış. Bugün Merkez Efendi adınıduymuş, Denizli halkından birine “Nereden tanıyorsunsen, Merkez Efendi'yi?” diye sorulsa, “Kızla erkeği birarada okutmuş.” diyebilir.

Merkez Efendi daha çok yüzyıllar görecek...

Merkez Efendi'nin adını taşıyan yer vekurumlar:

Denizli'de: Deretekke mevkiinde bir çeşme (MusaEfendi'nin asasını sapladığı yerden su fışkırmış..) ;İlköğretim Okulu, Mahalle, Cadde, İlçe.

Manisa'da: İlköğretim okulu, Mahalle, Heykel(Sultan Camisi karşısında, kendi merkezinde dönüyor!)

İstanbul'da(Zeytinburnu): Mezarlık, Cami,Çeşme,Türbe (Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle MimarSinan tarafından yaptırıldığı söyleniyor.), Mahalle,Ortaöğrenim Yurdu, Merkez Efendi Geleneksel TıpDerneği, Vakfiye.

----------------------------------------------------------KAYNAKÇA:20.Yüzyıl Başlarında Denizli, Cevdet Şemsioğlu, Sanatseverler

Derneği Yayınları,No:3(2004)Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi(1986)Osmanlı Türkçe Sözlük, Bilgi Yayınevi (1977)Sünbül Efendi ve Merkez Efendi, Rahmi Serin, Pamuk Yayıncılık,

(2004)Yeni Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları-Sayı:309, (1977)Merkez Efendi. Mekezefendi Geleneksel Tıp Derneği, Editör:

Murat Çekin, İstanbul 2007Merkez Efendi, Editör: Murat Çekin, Hazırlayan: Efsun Sertoğlu,

Merkez Efendi Geleneksel Tıp Derneği Yayını, ISBN: 97500002434,(2007)

Notlar1. Kaynakçada, Merkez Efendi'yi kerametlerine dayalı bir din

büyüğü olarak anlatmaya çalışan makalelerdeki kaynaklarverilmemiştir.

2. Şah Sultan'ın Merkez Efendi adıyla Eyüp Bahariye'deyaptırdığı cami, Eyüp Belediyesi ve Eyüp Müftülüğü katındayaptığım soruşturmaya karşın bulunamamıştır.

3. Merkez Efendi soyu, Denizli'de Hacı Şakirler Sülalesi olarakanılan Tüccar Nedim Öz, Dr. Hasan Öz. İnşaat MühendisiNafiz Öz'le sürmektedir.

Page 31: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-31-

Ucube Bir YazıMehmet GENÇ[email protected]

Yıl 1906, Wilhelm Voigt adlı bir kişi yüzbaşırütbesiyle en önde, hemen ardında bir grup askersokakları inletircesine rap yürümektedir. Tabiirapbu arada vatandaşlar askerin bu görkemliyürüyüşünü alkışlamakta, bir kısmı da hayranlıkiçinde izleyip askere yol açarken, bir grup selamadurmaktadır.

Köpenick Belediye binasının önünegelindiğinde, komutan Wilhelm “Hedefinizbelediye, marş marş Rap rap!” komutu verir. seslerive alkışlar arasında belediye başkanın odasınakadar çıkarken, halk sağa sola çil yavrusu gibidağılmaktadır. Bu olağanüstüdurumu gören diğer memurlarayağa ka lk ıp ceke t le r in indüğmelerini ilikleyerek hazır olvaziyetine geçmişlerdir.

Belediye başkanın odasınagelindiğinde, komutan bir tekmedarbesiyle başkanın odasını açar,eli silahlı iki asker kapı dışındakalır, diğerleri hurra içeri dalar…

Afallayan belediye başkanıa y a ğ a f ı r l a y ı p c e k e t i n i ndüğmesini ilikler ve başınagelecekleri büyük bir kaygıylabeklemeye koyulur. Komutanb a ş ı y l a i ş a r e t e d e r ,“ Kasadaki 4.000Tutuklayın!..”mark civarındaki para bir güzelçuvala doldurulur ve komutan veaskerler geldikleri gibi rap rapsesleriyle belediye binasını terkederler.

Sadede gelelim: Wilhelm, yüzbaşı giysisini bireskiciden almıştır, askerin askeri elbiseleriçalıntıdır, yapılan basit bir soygundur.

Çok geçmez, sahte komutan yakalanır, 4 yılceza yer. Çete reisi yüzbaşı ne kadar işkence görsede ardındaki askerlerinin hiç birinin adınıvermediğinden, arkadaşları elini kolunu sallayarak

halkın arasında dolaşmaya devam ederler.

“Bu konunun, yazının başlığıyla ne ilintisi var?”dediğinizi duyar gibiyim. Madem bu yazıyı burayakadar okudunuz, e haydi biraz daha ya sabır, ya sabırlütfen…

Tam o sırada kral değişikliği olur, yeni kral buzeki sahtekârı, demem o ki, belediye binası içinde vesokakta hiç kimsenin demediği'Sen de kimsin?'soyguncuyu af ettiği yetmezmiş gibi, belediyebinasının önüne heykelini diktirir.

*

“Kültür denilince, söyleyeninbeynine bir kurşun sıkasımge l i yor.” d iyen , ün lü b i rdanışmana sahip Hitler, Kölnşehrine bir belediye başkanıatamıştır. Başkan, Hitlerin atadığıbir adam olduğuna göre, nasıl birbelediye başkanı olduğunu varınötesini siz düşünün.

Belediye binasının tamkarşısındaki tek katlı, bahçeli birevde, kimi kimsesi olmayankambur, sinir hastası yaşlıca biradam oturmaktadır. Dedesindenkalma bu tek katlı evde, pek çokevde olduğu gibi tuvalet yoktur.Pek çok kişinin yaptığı gibi, buadam da akşam yediğini öncelikleleğene boşaltmakta, sonra dagelişi güzel bahçeye, yolaserpmektedir.

Bahçesine adam gibi tuvaletyaptıran komşular bu durumdan şikayetçidir.Nihayet bir gün komşunun biri, uygun bir dilledurumu anlatır. Kambur ve yarı deli ev sahibibahçesinin bir köşesine derme çatma da olsa birtuvalet yapar, ama tuvalete yakın olan komşubelediyeye şikayet eder. Kamburun tuvaletinibelediye yetkilileri yıktığı yetmiyormuş gibi, cezakeserler.

Heykele dair ilginç öyküler:

Page 32: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-32-

Bahçesinin hangi köşesine yeni bir tuvaletyapsa, aynı suçu birden fazla işlediği için kesilenceza artmaktadır. Adamcağız, yarı deliyken tamdeli olur ve deliliğin en güzel örneğini sergilemeyebaşlar.

Ne mi yapar?

Çıkar çatıya, pantolonunu bir güzel indirir,belediye başkanın odasından görünecek biçimdeşarıl şarıl çişini yapar. Böylesine kabarık öfke bubasit protestoyla bitecek değil ya! Öfkesinialamayan ev sahibi, büyük abdestini de çatır çatırçatıdan aşağı bir güzel yapar…Önce yoldangeçenler, sonra da belediye başkanının gözleri faltaşı gibi açılmıştır.

Tahmin ettiğiniz gibi, zavallı adam yaka paçabelediye başkanın huzuruna çıkarılır, amabaşkandan korkan kim? Adam, bacak kadarboyuyla belediye başkanın yüzüne olanca gücüyletükürdükçe tükürmekted i r.Kamburun eli ayağı bağlanıp birkilere atılır. Bu arada kim olduğuda araştırılmaktadır. Araştırmasonucu ilginçtir; adam yirmi dörtayar Almamdır. Hele bir Yahudiçıksaydı, vay haline!..

Belediye başkanı, kendisinesaygısızca davranan Kambur'utımarhaneye teslim ettirerekkurtulduğunu sanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı'ndan yeni çıkan birtoplumda herkes en az bizim Kambur kadardelidir, böylesine tatlı bela delilere ayıracaklarıyatak olmadığından “Bu adam içerdekilerin enakıllısı, akıl hastası hiç değil.” diye bizimKambur'u salıverirler. Belediye başkanı artıkkendisinden daha deli bir adamı kendi eliyleyaratmıştır.

Kambur, serbest kalır kalmaz yine çıkar çatıya.“Sen misin üç tuvaletimi de yıktırıp, beni bu hâlleresokan?” Artık çatıda donsuz gezmektedir vebüyük bir iştahla hangi gereksinimi varsa, büyükküçük fark etmeksizin dilediği pozisyondayapmaktadır.

Yoldan geçmek zorunda olanların bir gözü artıkkamburun çatısındadır. Adam çatı kenarınayaklaştığında herkeste başlar bir korku, "Habaşıma yaptı, ha yapacak", diye. Herkeskaçışırken, biri vardır ki, kaçmadığı gibi, incelemeyapıyormuş gibi yukarıdaki donsuz Kambur'u

incelemektedir.

Oturuşu, pipisini tutuşu, yüzünün mimiklerini,kamburunu adeta beynine kazımaktadır.

Çatıdaki deliye bakan sanmayın ki, ikinci birdeli, o dünyaca ünlü bir heykel sanatçısı, HeinrickKrippel'den başkası değildir. ( 1883-1945) Bu' tüm Atatürkçülerin iyi tanımasıucube anatçıyıs 'gerekir. Tanımıyorlarsa bile bundan sonra eminimakıllarından hiç mi hiç çıkarmayacaklardır:

Atatürk'ün sağlığında meydanlara dikilentüm Atatürk büstü ve heykelleri bu sanatçınıneseridir.

*

Yıllar geçer, Krippel, öldükten sonra özel defteritorununun eline geçer. Dedesinin aldığı notları,minyatür ev resmini, çatıda tuvalet gereksiniminigören kamburun taslak heykel tasarımlarını o gününyeni belediye başkanına gösterir. Başkan, o yörenin

bir insanı olarak bu söylenceyibilmektedir, kafasından geçeniderhal uygular:

O ev sahibinin evi yerinedikilen beş katlı evi satın alır,yıktırır. Sanatçının kabataslakçizimini yaptığı o tek katlı evinaynısı yapılır. Çatıya kakasınıyapan üç ayrı heykel oturtulur.

“Ben böyle sanatın içine tükürürüm.” diyen, çokmuhterem Ankara Belediye Başkanı acaba Kölnşehrindeki böyle bir heykelden haberi var mıdır?

Gelelim bir başka büstün öyküsüne:

Sanatçı Doug Coupland'ın yaptığı iki metreyüksekliğindeki bir büst insanlığın içindeki gizliVandallığın --kaba kuvvet, saldırgan davranış türüsanata katkısı olması ister. Sonradan “Sakız Kafa”adını alacak olan büst, Kanada'da Vancouver SanatG a l e r i s i ' n i nönünde aşağıdagörüldüğü üzeredikilir.

G e l e ng e ç e n i nağzındaki sakızıyapıştırmasıylaadı geçen büst,aynı yılın Eylüla y ı s o n u n akadar aşağıdaki şekli alınca ortadan kaldırılır.

Sakız Kafa

Page 33: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-33

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

*

Geçe l im bir başka heyke l inöyküsüne:

Kültür Bakanlığı Neşet Ertaş' ıbakanlığa davet eder, yetkililer Muharremve Neşet Ertaş'ın bir heykelini tasarlamışlar,bu tasarıyı Neşet Ertaş'a onaylatmakistemektedirler. Neşet Ertaş, taslağa şöylebir bakar. Taslak heykelde Baba MuharremErtaş bir eşek üstünde, oğlu Neşet Ertaş,omzunda sazıyla eşeğin arkasındadır. NeşetErtaş, eline alıp bakmadığı heykel taslağına:“Onaylamıyorum, bu heykel yapılır herhangi biryere konulursa sizi dava ederim. Babamı, bir eşekne kadar taşıyabilir, can taşıyan bir eşek yıllar boyubir başka canı nasıl taşısın? ” der.

Teşekkür bekleyen bakanlık yetkililerişaşkındır. Sonuçta adı geçen heykel aşağıdagörüldüğü gibi Kırşehir'e dikilir.

Ve… acınası bir başka heykelin öyküsü:

Aşık Veysel, canı sıkılmasın, oyalansın diyeevinin yanındaki bir çalı kümesinin içine çapakonulmasını ister. Bilir bilmez, görür görmezçapayla toprağı kendince eşeler. Bir gün bir besteüzerinde çalışmaktadır, yorulur. Nefes almak içinbahçeye çıkar. İçinde çapası olan çalılığın başınavarır, elleriyle ne kadar yoklasa da çapayı bulamaz.Koca ozan, tepkisini ozanca gösterir:

“Çapamı çalan hırsız, çapamı çaldın anladım,sapını nerene kodun?” der. İstanbul-Avcılar'daaçılış için son hazırlıkları yapılan Aşık Veysel'inheykelinin sazının sapı çalınır (13. 05. 2015).

Bu hırsıza, bizim Ege şivesiyle, “Hadi sazıçaldın, ülen bizim oğlan sapının ne ettin?” diye,sormanın tam sırası değil midir?

*

Gelelim, içimi yakan bir başka heykelinöyküsüne:

Dünyada ilk defa, evet bir ilk bu,hem de Türkiye'de bir başbakanınemriyle ” olduğu gerekçesiyle“ucubeaşağıdaki heykel vinç yardımıylayerinden sökülür.

Yontu sanatçısı Mehmet Aksoy,zamanın başbakanını mahkemeye verir.Mahkemeyi kazandığı gibi tazminatolarak da güzel bir para alır.

Şimdi yerinizde sıkı durun: Çokgeçmez, başbakana hakaretten dolayıbaşbakandan aldığı paranın iki

katından fazla para cezasına çarptırılır.

Sessizliğin karekökü kesirliKanlı bıçaklı dört işlemSonuç?Çıkmıyor…

Renkler solmuş haritalardaDağlara çıkılmıyorDenizler donukNehirler akmaz olmuş

Ne yapsan varılmıyor…

Tüm çalışanlar yetimMendel şaşkınEller kanlı

Diller kirliSabun icat edilmemiş besbelliRuhlar arınmıyor…

Sözlere nefes yetmezÇığlıklar ünlemsizNasıl bilim, bilim olmazsa deneysizFikirler de yerine oturmazEylemsiz…

(2004)

Cevat [email protected]

ÇAĞRI

Page 34: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-34

Hukuk Fakültesi'nde bize; hukuk normlarınınyasa koyucu ve uygulayıcıları tarafından yaşamageçirilirken -olmazsa olmaz sayılan- şu üç ana kuralaönemle dikkat edilmesi gereği öğretildi: 1- Genellik,2- Eşitlik, 3- Denge… Kabaca 'Genellik'; kurallarıngenel, herkese ve her şeye yönelik olması, 'Eşitlik';hiçbir kişiye ve hiçbir şeye ayrım / ayrıcalıkyapılmaması / herkesin yasalar önünde eşit olması,'Denge' ise; olaylar ve suçlar ile bunlarınkarşılıklarının / yaptırımlarının / cezalarının dengeliolması gereğini vurguluyordu.

Genellik ve eşitlik ilkesinin ülkemizdeve bizim gibi bilimsel, kültürel ve demokrasiaçısından geri kalmış ülkelerde ne denliu y g u l a n d ı ğ ı s o r u s u n u n y a n ı t ı n ı ,okurlarımızın vicdanlarına sunmak isterim.

Ancak ben bu yazımda daha çok'Denge' kavramı üzerinde durmak istiyorum.Hukukta -özellikle Ceza Hukukunda-olaylar la/suçlar la karşı l ıklar ının /yaptırımlarının/ cezalarının dengeli olmasıgereği dediğimiz şey; her olayın / suçunağırlığına ve ürettiği sonuca göre kişiye cezaverilmesi, yani suçun kişiye ve kamuyayönelik yarattığı tahribatın / mağduriyetinderecesi, ciddiyeti ve önemine göre karşılıkbulması, sözgelimi hırsızlık yapan yadakavga eden bir kişiye verilecek ceza ile adamöldüren bir kişiye verilecek cezanın aynıolmaması esasını içermektedir.

Hep sorgulamışımdır: Bizi yönetenlerve hakkımızda karar verenler -ve hattazaman zaman toplumun büyük kitleleri- her şeyde /her uygulamada dengeye dikkat ediyorlar mı? Neyazık ki, hiç sanmıyorum.

Sıkıyönetim / Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ndekutsal savunma görevini layığı ile yapmaya çalışan biravukat idim. Pek çok meslektaşımın -ne yazık ki-korkarak girmediği bu davalarda çok acı ve vicdanlarıparçalayan olaylarla karşılaştım. (Ben yaşamım boyuhiçbir zaman suçun ve gerçek anlamda suçlununyanında olmadım. Ancak herkesin -ayrımsız olarakherkesin- kutsal savunma hakkını kullanmasının

vazgeçilemez olduğunu, bu yolda da avukatların onlarayardımcı olması gerekliliğini temel ilke belledim. Ziramesleğim ve vicdanım da bunu gerektirir. Zira ben,'ama', 'ancak' demeden insanı, sadece insanı savundum,savunurum. Atatürkçü, Cumhuriyetçi, Laik veDemokrat olmaya çalışmamın temeli de budur. Sonuçtakararı, Yargıçlar verecektir. İnancıma göre Tanrı'nın herşeyi bilmesine karşın insanları sorguya çekipsavunmalarını alacak olması ne denli anlamlıdır. Benimgörevimin -ki kamu görevi olup hukukun / adaletin üçayağından biridir- kutsallığının kaynağı budur, diyedüşünürüm.)

Yakın geçmişte -özellikle 12 eylülsonrası- bir solcu avı başlamıştı. Suçlu-suçsuz pek çok kişi bu fırtınada savruldu. Necanlar yandı, ne gençler, ne ana babalarperişan oldu, hatta intiharlar bile görüldü.Yıllarca süren işkence ve tutukluluktansonra bunların çoğu beraat etti. –Ama neyeyarar?- Hala daha unutamadığın yürekyakıcı bir olay da şuydu: 17-18 yaşlarındabir müvekkilim, cezaevinde aklını yitirmişve intihar etmişti. Kısa bir süre sonra aynıdosyadan yargılanan ağabeyi dahil tümsanıklar beraat etmişti oysa.. Sonrasında dabacısı, babası ve ağabeyi de peş peşekendilerini astılar.. Demek ki beraat vetahliye bile ruhlardaki haksız yapılan obüyük tahribatı onaramıyordu… Hangivicdan verecekti bunun hesabını… Dahası;gerçekten bunun bilincinde olan, hesapsoran var mı ki toplumda…

Sonra bir bölücü örgüt fırtınası,arkasından bir hizbullah fırtınası ve nihayet bir fetofırtınası koptu. Yanlış anlaşılmasın; bütün bunlar;halkımıza, devletimize ve insanımıza yönelik cinayetşebekeleri elbette. Ama benim derdim o değil. Bunlarınhepsinde inanın; sapla saman at izi ile it izi birbirinekarıştı, karıştırıldı. Egemen güç, başka niyetleriningereğini de bu fırtınalarda uyguladı. Armutlarlaelmalar aynı çuvala kondu hep. Gerçek suçlularyanında pek çok suçsuz, çok acılar çekti. Bazılarısuçsuz yere canından oldu. Geride sadece 'AH' larınıbırakarak. Bu ahların önemini ve doğuracağı sonuçları

ADALET’İN ALTBAŞLIĞI “DENGE”

Av. Hasan Tahsin Ü[email protected]

Page 35: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-35-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

düşünen oldu mu?.. Hala daha günümüzdekiyaşananlara bakarak olumlu yanıt verebilir miyiz busoruya?...

Bir fırtına sırasında kaçmayı, yakalanmamayıbaşarmış bir elebaşının, öteki fırtına döneminde gelipteslim olduğunu, ancak Mahkemelerin o anki suçlaraodaklanması ve yapılmış olan yasal değişikliklernedeniyle beraat ettiğini de hatırlarım.

Unutmayalım ki fırtınalar; duygusal, tepkisel,öfkesel ve mantığı dışlayıcı olgularla yoğrulmuştur. Onedenle ben toplumsal fırtınalardan her zamankorkmuşumdur.

Devletin, adil, kalıcı, tutarlı, güven verici vs. gibideğerlere sahip olması ve bunları hiçbir dönemde vehiçbir nedenle yitirmemesi gerektiğini düşünmez,istemez miyiz hep?...Kararlar ve uygulamalaryüzyıllar boyu kitleler tarafından beğenilereksürdürülmeli değil mi? Ancak yaşadıklarımız vegördüklerimiz böyle mi?... Bir dönem baş tacı edilenolgular ve kişiler hemen peşisıra tu kaka edilmiyormu? Yada bunun tersini sürekli yaşamıyor muyuz? Neyaman çelişkidir bu!...

Modern hukukta en çok dikkat edilenlerden biriolan bu kural aslında varlığın / yaratılışın da temelunsuru olarak karşımıza çıkıyor. En çok izlediğim veetkilendiğim belgeseller, varlığın / evrenin oluşumu veevrimleşmesi ile ilgi olanlardır. Orada da en dikkatçekici olgu; dengedir. Gerçekten o korkunçboyutlardaki varlıkların belli bir dengedeki hareketlerine denli görkemli ve etkileyicidir.

Belki pek farkında değiliz ama, toplum ve bireyolarak günlük yaşamımızda da dengenin, dengeliolmanın gereğini hep görmüyor muyuz? Yediğimizyemekte bile, damak tadı dediğimiz şeyinoluşabilmesi için dengenin varlığını aramıyor muyuz?Yağı, tuzu, baharatı, sosu vs. dengeli olmazsa tattan,lezzetten söz edebiliyor muyuz?

Bir de kendimize dönelim ve şöyle düşünelimisterseniz: Günlük yaşamımızda, düşüncelerimizde,y a r g ı l a r ı m ı z d a , u y g u l a m a l a r ı m ı z d a ,davranışlarımızda dengeli olabiliyor muyuz hep?Empati ve olayları her boyutu ile ele almak temelkuralımız mı?

Kısacası dengede uyum vardır, adalet vardır,barış vardır, gerçek ve kalıcı başarı vardır, gerçekmutluluk vardır. Bunu hiç unutmayalım.Unutmayalım ki; güçlü olan değil, uyum sağlayan,adil ve dengeli olan kalıcıdır. Güçlü olan, gücü yeteninde adalete ihtiyacı vardır. Adalet; insanın ve toplumunvicdanıdır…(Tarsus, 19.06.2017)

Salih GÖZEK

GİDİYORSUN

[email protected]

ah! mihriyolculuğundu orada başlayansokak kıvrımından dönerkensakladığın bakışların

gece uykularında irtifa kaybediyor ışıkbıraktığın keder mi / giden ben miyim?içine açılan yaranın soğukluğudur gündoğumukıvılcım artığı bir yontu gibiyüzünde toz çığlıkların

ellerini tutamadığımdandır ıssızlığımgiderken, türkü utanır kendi “sus”unasokak yankısıznamluda dirençtir / kurşun /tetikte sipere yataryalnızlığım çoğalsın diyedir ıslığım

“gitme” desem kuşlara bakıyorsun / göğe /mermi uğultusuyla rüzgâra kapılıpbulutlara karışıyor / sözsüz / kayboluyor zamankül değilsin ki… dönüşün imkânsız mı

üşürsün biliyorumkorkunç zülfikârıyla yarıyor ah!bıçak saplanmış yürekleri, adsız bir zemheriderin boşluğun suskunluğuna savruluyorsunüç günlük kelebek ömrü umutların, talan

kaç sınır geçsen sözsüz / sessizgülüşün uzaklaşıyor yüzün belirsizşafağın yönüne göçüyor kırlangıçinsana indirilen dört kitap yalan

ah! mihrihiçbir şey kanatmaz yaralarımıhiçbir şey kapatmazyüzümdeki hüznü kim örtebilir..!

Page 36: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-36-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

ORFOZAli KAYA

[email protected]

Bir gün öğleden sonra, ikindiye yakın şehirkulübünün bahçesinde Cemal Usta'yla oturuyoruz.“Hadi balığa gidelim” dedim. O sanki dündenhazırmış.

“Kalk öyleyse daha fazla geç olmadan gidelim.”dedi. Oturduğumuz yer bizim lojmana yakındı. Beşdakikada paletimi gözlüğümü ve deniz tüfeğimi kapıpgeldim. Düştük yola. Yol arkadaşım, şaraphaneninönünden geçerken bir koli de şarap aldı, vurduomzuna. Koli dediysem, topu topu hepsi dört şişe.

Yürüyerek, Adanın öbür yüzüne doğru hızlıadımlarla yol aldık. Hedefimiz Kadırga limanı,Oradan Orhan Beylerin bağlarının arka yüzündekitaşlı kayalı yerler avlanmak için en uygun yerlerdi.Üst üste konmuş gibi duran büyük yassı kayalarınaltında eğleşirdi balıklar. Ayaklarımız bizi o yönegötürdü. Mermer Burnunun birsonraki koyunda fazla zamankaybetmemek için soyunup suyagirdim hemen. Gözlüğü şnorkelib a ş ı m a t a k t ı m , p a l e t l e r iayaklarıma geçirdim. Derinekadar sırtüstü yüzerek daldımsuya. Tüfeğin las t ikler inigerdirerek zıpkını kurdum. Camgibiydi denizin dibi. Gözlükcamları denizde mercek görevigördüğünden her şey olduğundandaha büyük görünüyordu. Örneğin 45'lik bir rakışişesi 70'lik gibi görünürdü denizde.

Yol arkadaşım karadan, ben denizdenhedeflediğimiz yöne doğru ilerliyorduk. Ben onugöremesem de onun gözleri üzerimdeydi. DemirciCorci'ye yaptırdığım sapları demirden, el örmesifileye koyuyordum vurduğum balıkları. Bu aradasünger denk gelirse onları da kayalardan söküpçıkarıyor, fileye atıyordum.

Her zaman olduğu gibi belli bir yerimiz vardı.Her gidişimizde ateşi o koyda yakardı yol arkadaşım.O nedenle geçtiği yerlerden kor olabilecek odunlarıtoplayarak giderdi hep. Ben sudan çıkmadanmeydan ateşini yakar, beni beklerdi. Elinde uzuncabir değnekle yanmayan odunları toparlar, ateşin kor

olmasını sağlardı. İsi dumanı geçtikten sonra tabakbüyüklüğündeki yassı beyaz deniz taşlarını da korlarınüzerine dizer, bana seslenirdi. “Hadi artık ateşin közügeçmeden getir şu balıkları…”

Yarım saat, üççeyrek sonra falan çıktım denizden.İkimize de yetecek kadar karagöz, sargoz vurmuştum.Balıklar canlı canlı… Bel kıvırıp kuyruk sallıyorlarfilenin içinde.

Taşın başına oturmuş yaktığı ateşi izliyor Usta,elindeki değnekle, arada bir ateşin başına gider, dağınıkkorları yassı taşların çevresine toplardı.

Denizden çıkmışım, güneşin yakıcı etkisi azalmış,haliyle biraz üşür gibi olmuştum. Fileyi koydumarkadaşın önüne, doğru yanan ateşin başına gittim.Uzattım ellerimi, bir güzel ısındım.

Bıçağı çıkardı cebinden,henüz ölmemiş o balıkları canlıcanlı temizledi. O balıkları birazönce vurup yaralayan benim bilebu olayı izlerken içim cız etti.Ama yapılacak bir şey yoktu ki…Deniz suyuna bir kez dahadaldırıp çıkardı temizlediğibalıkları. Denizin tuzu yeterliydi,başka tuza falan da gerek yoktu.Kuyruklarından tutarak ateşteiyice ısınmış yassı taşların üstüne

düzgünce koydu. Kızgın ateşi görünce kuyruklarıyukarı doğru kıvrılıverdi balıkların. Bu durumtazeliğin göstergesiydi. Cinsinden çok tazeliğiönemliydi balığın. “En lezzetli balık denizden tavayadüşen balıktır” derdi Rumlar. Aynen öyleydi iştebizimkiler.

Öyle güzel kızardılar ki yemeğe doyamadık.Ekmek falan da istemezdi. Yoktu da zaten. Olsa bileonca balık varken kim arar, kim bakar ekmeğe. Çatal-bıçak, tabak ne gezer Allah'ın kırında. Elimizle,parmaklarımızı yalaya yalaya şaraba meze yaptık o entazesinden, yemeye doyamadığımız balıkları.

Ateşin karşısında üşümem biraz olsun geçer gibiolmuştu. İçimizi de zaten şarap ısıttı. Bir güzeldoyurduk karnımızı. Ama eve de götürmek gerekmez

Anı - Öykü

Page 37: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-37-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

mi? Elimiz boş mu dönelim akşam eve. Fazla zamankaybetmeden ben yine daldım suya. Birkaç kilogramgelebilecek bir orfoz yavrusu çıktı karşıma. Yolarkadaşım orfozdan güzel köfte yapardı da yemeyedoyamazdık. En az 5-6 kez yapmıştık o işi. O günlergeldi aklıma. Bir an için vurmayı düşündüm, sonravaz geçtim. Çünkü henüz yaşını bile doldurmamış biryavruydu, kıyamadım ona, “Biraz daha büyü, nasılolsa benimsin” deyip geçip gittim yanından. O buiyiliğimin ayrımında mıydı, bilemem… Neyse “balıkbilmezse Halik bilir” sözünü anımsadım o arada. “Buiyiliğimi sakın unutma orfoz yavrusu” diye demırıldandım yanından geçerken.

Ben, “kısrak başı gibi” denize uzanan burnudenizden dolaştım. Yol arkadaşım kestirmeden gidipkaradan tepeyi benden önce dolandı. KadırgaLimanında “ben buradayım sen orada” dercesine elsalladık birbirimize.

Çok eski yıllarda; zeytinyağı ya da şarap taşıyanbir yük teknesi batmış bu limanda. O günden beriburaya “Kadırga Limanı” demişler. Adını da okazadan alıyor zaten. Hâlâ o küplerin, testilerink ı r ık la r ı kuma gömülü vaz iye t te göz legörülebiliyordu. Üzerini tonlarca kum kaplamış. İşeyarayacak olanları çoktan götürmüş meraklıları.Geride, kırıkları kalmış sadece. Oraya girip çıktıkçabiz bunun canlı tanığı olduk.

Gün batımına bir mızrak boyu yol kalmış.Havada hafif bir serinlik var ve ben hâlâdenizdeydim. Ada merkezinden yaya geldiğimiz yolen az 3-4 km. Bu yolun bir de dönüşü var elbet...Araba falan da yok ki altımızda beş on dakikadavarıverelim. Ben denizde bunları düşünüp çıkmayaniyetlenmiştim ki

O da ne?

Kayaların altında koyu renkli bir şeydalgalanıyor. Taşların üstündeki yarıklardangörebiliyorum bu dalgalanmayı. Ne olduğunu pekanlayamadım. Dakikalarca döndüm durdumçevresinde. Bilenler iyi bilir; deniz tutkusu öyle birşeydir işte. İyi bir av yakalamışsan bir türlü bırakıp dagidemez, döner durursun çevresinde.

Bu kayaların altında dalgalanıp duran şeyin neolduğunu kesin olarak bilemedim. Balıktı balıkolmaya da ne türden bir balıktı? Tetik çekip akşamınşu saatinde başıma iş mi almalıyım, yoksa görmezdengelip geçip gitmeli miyim, bir türlü karar veremedim.İkilem içindeydim. Daha önce de böyle iri bir orfozbir arkadaşı mağarasına kadar sürükleyipgötürmüştü, bir an için o geldi aklıma.

Dedim ya, bu deniz tutkusu başka şeye benzemez.Her şeyi göze alıp “şurası kuyruk tarafıysa şurasıgövdesi, az ilerisi de kafası olsa gerek deyip baştarafına çektim tetiği. Tok bir ses geldi zıpkınınucundan. Belli ki ete saplanmıştı, atış sağlamdı yani.Can acısıyla suyu öyle bir bulandırdı ki... Zıpkını zorzapt ediyordum. Kayanın yarığından sapladığım içinbereket zıpkın sağlam yerdeydi. O nedenle kendimidinlenmeye aldım. Suyun üstüne çıkıp 3-5 dakikasoluklandım. Bu arada bulanan suyun durulması,bulanıklığın gitmesi gerekliydi. Kafamda plânlarüretmeye çalıştım. Bu arada bir yandan da yolarkadaşımı bilgilendiriyordum.

Şimdi ne olacaktı? Ne olduğunu bile bilmediğimşeyi vurduğum yerden nasıl çıkaracaktım… Olmazsa,zıpkını bırakıp gidecek miydim yoksa. Buna kararvermek için düşündüm durdum. Ne yapmalı, nasıletmeli de kayanın altından çıkarabilmeliyim vurduğumo şeyi. Tekrar gömüldüm suya.

O yana gittim olmadı, bu yana döndüm hesaptutmadı. Dört dönüyordum avın çevresinde. Yarımsaatten fazla sürdü sudaki uğraşılarım. Hâlâ vurduğumşeyin ne olduğunu bilmiyordum, ama az çok tahminedebiliyordum. İri alamet bu şeyin orfoz olma ihtimalifazlaydı. Peki, nasıl çıkaracaktım bu canavarıdenizden?

Suyun altında terlenir mi? İnan olsun sıkıntıdanterledim. Gün batmak üzereydi. Biraz sonra havakararacak, denizin dibi görünmez olacaktı. Bırakıp dagidemezdim yaralı balığı. Her şeyden öncemeraktaydım. Nasıl bir şeydi vurduğum. Şundanemindim yalnız; sağlam yerden, yani kafadanvurmuştum… Belli ki şoke olmuştu ve ondankıpırdayamıyordu. Yoksa durur muydu yerinde.Kuyruk tarafından vurmuş olsaydım eğer, o canacısıyla beni bile sürükleyip alır götürürdü mağarasına.

Uzun uğraşılar sonunda çıkarabildim balığı. O birbaba orfozdu. Onca yıldır denizlerde dolaşırım bukadar büyüğünü, emin olun hiç görmemiştim.Özellikle suyun içindeyken, olduğundan daha dabüyük görünüyordu. Baya da ürktüm, hatta korktumdesem yalan olmaz.

Çıkardık çıkarmaya da nasıl götürecektik şehrekadar, onun telaşı başladı şimdi de. Gün batmış, havakararmaya başlamıştı. Yol arkadaşım Cemal: “Ben bi'dolanıp geleyim” dedi, ayrıldı yanımdan. Biraz sonragemilerden atılmış bir kulaç uzunluğunda kalın birhalat parçasıyla, iki kulaçtan biraz daha uzun bir ağaçdalıyla geldi. “Buldum valla…” diyerek işi çözmeninmutluluğuyla öyle keyifliydi ki... Bir de taşıyabilsek bu

Page 38: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-38-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

mereti…

Orfozun solungaçlarından geçirip düğüm attıkipe. Sırığı da İpe geçirdik, ağırlığı ortaladıktan sonra,bir düğüm de oraya attık. Birimiz önde, birimizarkada domuz yavrusuna benzeyen bu acayip şeyicenaze taşır gibi omuzlayıp düştük yollara.Ağırlıktanomzumuz mora yakın kızarmış, neredeyse yaraolacaktı. Her adım atışımızda sırtımızdaki yük dahabir ağırlaşıyordu. Sevinelim mi, üzülelim mibilemedik.

Yol boyunca kaç kilo gelir bu orfoz, onu tahminetmeye çalışıyoruz. Ben diyorum “15 kilo vardır,”arkadaş diyor; “yok, fazladır… En az 20 kilo var bumeret…” Sonra boyunu soruyoruz birbirimize. Birmetreden fazladır diyoruz, arkasından gülüşüyoruz.Amaç; boyu, kilosu falan değil. Lâfıyla oyalanaraksırtımızdaki yükün ağırlığını unutmak.

Şehrin ışıkları göründüğünde baya da karanlıkçökmüştü. Olsun, gelmiştik ya… Eşim meraktançatlamış. Hatta komşulara haber bile vermiş. Şimdikigibi telefon falan da yoktu ki eve haber verelim. Yolarkadaşım zaten bekâr, arayanı soranı olmaz…“Nerde akşam orda sabah” misali “hür general”bizim Usta.

Şehir merkezine yorgun argın vardık. Geç de olsagelebildik sonunda. Bizdeki hava, yorgunluğumuzubile unutturdu. Sanki Bozcaada kalesini yenidenkeşfeden kumandan bizdik. Doğru Şehir Kulübününbitişiğindeki balıkhaneye uğradık. Ama çoktankapanmıştı orası. Kulübün altı balık lokantasıydı.Baktık, balıkhanenin önünde baskül var. Birbirimizinyüzüne bakarak gülümsedik. Merakımızı gidermekiçin kantara vurduk orfozu. Bilin bakalım kaç kilogeldi. Tamı tamına 23 kilogram… Millet toplanmışbalığın çevresine, meraklı gözlerle “hey maşallah”ç e k i y o r l a r. N e r d e v u r d u ğ u m u z u , n a s ı lgetirebildiğimizi falan sorup duruyorlar. Kaldığımızlojmana yakındı orası. Biz balığı aynı şekildeyükleyip omzumuza eve götürdük. Eee.. Eşime havaatmadan, bu saate kadar nerede olduğumuzu nasılispatlayacaktık...

Lojmandaki komşular bile merak etmişler bizgecikince. Gürültümüzü duyunca onlar da geldi.Lojmanın bahçesi kalabalıklaştı. Günün öyküsünübir baskı da onlar için yaptık. Bizim müdürün kızıvardı, Neşe. Eşimin öğrencisi.5. sınıfa gidiyor. İri,tombul bir kızdı. Dedim “Neşe'ciğim buraya gelirmisin?” Koştu geldi kızcağız. “Hazrol!” çektim,Ellerini iki yanına yapıştırarak asker duruşuyla hazırola geçti hemen. Ben balığı yerden boğazındaki iplegüçlükle kaldırdım, ikisi tam bir boydaydı. Kilosunu

biraz önce öğrenmiştik, şimdi de boyunu öğrenerekmerakımızı gidererek tarihe not düştük.

Ne yapılır bu kadar büyük balık? Parçalamayakalksan hepsini yiyemezsin. Konu komşuya dağıtsanda bitiremezsin. En iyisi parçalamadan olduğu gibisatıp paraya dönüştürmek…

O gece evin balkonunda ıslak bir çuvalın içindeyattı bizim baba orfoz. Ertesi sabah doğrubalıkhaneye… Birinci sınıf balığın( levrek, çipura vb.)kilosu 10 liraydı, orfozun kilosu da o fiyattan gitti. 480liraydı maaşım o yıllarda; 230 liraya sattık orfozu.Maaşın neredeyse yarısı sayılır

Şimdi siz diyeceksiniz ki…”Hepsini cebine miattın o paranın?” Olur mu hiç… Yüz lirasını zorla daolsa Cemal Ustaya kabul ettirebildim. Tutturdu“almam da almam… O senin hakkın. Çıkarana deksuyun altında ter döktün, yoruldun o kadar, seninhakkın hepsi de…”

“İyi de yol parasına say, o kadar yaya yürüdükbirlikte. Bak omuzlarımız morlaştı, belki de yarın öbürgün yara olacak” falan diyerek zorla ikna ettim yolarkadaşımı…

---------------------------------------

Not: yeni kitabı “Ali Kaya Denizler Delisi'inde,Sert rüzgârlar ınfırtınaya dönüştüğübu yerde, üç denizins u l a r ı k a r ı ş ı ph a r m a n l a ş ı r. Onedenle bir maviırmaktır Boğaz'ınsu lar ı . Zamanınacımasızlığına ves e r t r ü z g â r l a r adirenmesini bilen, azıdişi gibi toprağasaplanmış kayalar gö-rürsünüz dalgalarınkırıldığı yerlerde!

……..

Ç o c u k l a r ı na d l a r ı b i l e b i rbaşkadır bu yerde. Doğayla ve doğal yaşamla uyumsağlanmak istenmiştir sanki. Kimi Engin, kimi Derya,kimi Meltem'dir. Niko'dur, Yuannis'tir, Anastasia'dır.Kimi Sevgi'dir, kimi Sevda… Ama en çok da Deniz'dir,Barış'tır, Hristo'dur Ada'da çocukların adları! Birazıözlemse, birazı da tutkudur, umuttur!” diyor.

Okuyunuz, seveceksiniz!..

Page 39: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-39-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Azmi ERMİŞazmiermiş@hotmail.com

Kör Gözüyle…

Güneş tüm güzelliği ve enerjisiyle ısıtıyordu.Kuş cıvıltıları sarmıştı her yeri. Bastonu ilekaldırımda karşıya geçerek otobüs durağınagidecekti. Sağı solu dinledi, gelen araç var mı diye.Bazen ansızın insanın kulağının dibinde bitiveriyoraraçlar. Çocukluğundaki gibi çok gürültüçıkarmıyorlar ki. Dikkat etmek gerekiyor.

Karşıya yürüdü. "Günaydın," dedi kendikendine. Yol üstünde bir araç, arkasından dolanarakkaldırıma çıktı. Birazcık gitti korkarak. Neylekarşılaşacağını bilemeden. Buralarda ağaç dalları.Dikkat etmezse çizebilir alnını.

Az sonra yine yolda. Bir daha araba.Gülümsemeye çalıştı. Sakin ol, dedi kendisine.Yollarda park halinde araçlar. Vatandaş katılım payıöder belediyelere. Otoparklar yapacaktı belediye.Bekleyin bakalım. Otoparkında sırası gelir elbette.Şunun şurasında sabrediverin beşon yıl daha. Buyirmi de olur gayri. Sıkın dişinizi, sabredin biraz.

Durağa giden kaldırımda toprak yığınları. Ayakaltında naylon torbalar. Haaa su şişesi de var tabi. Nede olsa uygar ülkeyiz. Arap ülkelerinden daha iyiyizherhalde.

Durağa dokundu bastonu. Buradan dört değişikyöne araç kalkmakta. Hepsi aynı anda gelmezse,sorun yok. Gerçi şoförlerin çoğu de tanımıştı onugide gele.Yeni gelen araca sordu:

-Kaç numara?

-Nereye gideceksin dayı?

-Numarayı söyler misin canım?

-Bu araba bayram yerine gider.

-Tamam.

Arabaya adımını attı. Kartı geçecek. Sağı soluaradı. Gezdirdi elini. En sonunda sesi.dıt

Şoför:

-Sağına otur dayı, Sağ boş.

Sağa gitti. Dizi tekerlek üstü çıkıntıyla selamlaştı.

-Dayı sağa, dedim. Sağ kolunu göstererek.

-Bak bu taraf sağ.

-Söylediğiniz gibi sağıma gittim.

-Tamam.

Tekerlek üstü koltuğa tırmandı bir kişiye bol, ikikişiye dar gelen. Ayakkabısının burnu ile dokunabildiyere. Hani boyu da kısa olsa. Kitap dinlemek isteserahat değil. Arabanın ortasına yöneldi. Burada yaylıkoltuk. Kürek kemiğinin altında sona eriyor, koltuğunarkası. Buton deseniz ara bul bakalım. Her arabanıniçi farklı düzende. Eskiden inşaatçılar vardı. Elinealırlar keseri dipten tırnağa yaparlardı inşaatı.Salondaki elektriği açınca üç dört yer birden yanardı.Tam elinizi yıkarsınız. Mutfaktan bağırırılar. "Kapatınçeşmeyi, burada su kesildi." örneğinde olduğu gibi...

Daha rahat bir yer aradı. İnecek sandılar. Zorinandırdı yolcuları arabadan inmeyeceğine. Arabadatütün kokuları. Her halde evlerinde suların kesikolduğu müşteriler bunlar. Sabunu bitenler... En öndenen arkaya laf atmalar. Mahalle kahvesi gibi sanki.Arabaların iç düzenini uygun olmadığını anlatmakistiyor yanındakine

-Şük re t şük re t e f end i , d iyo r. B iz imçocukluğumuzda bu da yoktu.

-Reyis bu otobüsü almasa ne yapacaktık? Allahrazı olsun.

-Görevi o değil mi zaten? Para bizim para,kesesinden de almıyor. Madem ki binlerce liraharcanıyor. Arabanın içi insanların rahat edeceğibiçimde düzenlenmeli. Kabeye varıp ta, nurgörmeyenin hesabı oluyor bu işler. Takır takır takırtakır. Sanki sekiz şiddetinde deprem oluyor arabada.On yıldır böyledir bu yol.

OTOBÜSLER DİLE GELSE

Page 40: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-40-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-Burasını bilerek yapmıyor belediye.Böbreğinde taş olanlar bu otobüse biniyorlar. Taşderdinden kurtuluyorlar.

Yanından:

-Şimdiye kadar gelenler çalışmamış.

-On yıldır bu adam başkan kardeşim.Milyonlarca lira reklam parası ayırmış bütçeden.Yola mı bulamamış

Laf atan kızgın susuyor. Şoför karışıyor lafa:

-Amcalar burada siyaset yapmayın.

-Bu kentte yaşıyoruz. Yanlışları da konuşacağız,doğruları da...

-Senin araba sürmene bir şeydiyor muyuz biz. Sağındakifısıldadı. Zaten biraz önce kırmızıışıkta geçti şoför.

Arabada uğultular. İneceğidurağa yaklaşmış olmalı. Herseferinde ayrı bir dert. Nereyegeldik? Bu gerginlik yoruyoronu. Oysa, arabada geldikleridurakları söyleyen ses sistemiolsa ne kolay olurdu. Ezilmezb ü z ü l m e z , g e r g i n l i k d eyaşamazdı. Genelde ineceğidurağı tahmin edebiliyordu. Amabir kaçırırsa vay haline. Ayıklapirincin taşını.

*

Bir gece bu da geldi başına.Son otobüsle gidiyordu evine.Şoför:

-Abi senin durağa geldik,deyince atladı arabadan.

Kendi durağının olmadığının ayrımınavardığında araba çoktan uzaklaşmıştı oradan. Pekinasıl giderdi eve! Arabası yok. Cep telefonu da yok.Türkü söylemeye başladı yüksek sesle, duyan olurbelki diye. Bir ses:

-Abi ağzına sağlık, çok güzel söylüyorsun!..

-Buraya gelirsen daha çok türkü söylerim sana.

Adam geldi. Eve dönmenin yönteminibulmuştu.

*

Bir derneğin yemeğine gidiyorlardı iki

görmeyen arkadaş. Aşağı yukarı yarım saatlik bir yol.15 dakika sonra şoföre rica ettiler. Lokantanın adınıvererek, orada ineceklerini belirttiler.

Tamam, dedi şoför. Yanlış durakta inme kaygısıağır bastı:

-Şoför Bey, hazırlanalım mı; yaklaştık mı?

-Ben size söylerim dedim ya, dedi kızgın birsesle.Az sonra:

-Galiba gelmek üzereyiz, dedi yanındakiarkadaşına, şoförün duyması için.

-Abi tamam, dedik ya!..

Sustular. Beş dakika sonra şoför:

-Hafız abiler, ineceğiniz yeriiki durak geçmişiz. Daldırmışım.N'aparsınız günün yorgunluğu.

Şaşırdılar. Kızsalar ne işeyarayacak? Yolculara dönerekşoför:

-Hafız Abileri indirsem,birileriniz karşıya geçiriverse...

-Sonra n'olacak.? Karşıyageç. Tekrar otobüse bin. Olokantanın karşısında in. İndik.Karşıya nasıl geçeriz o da ayrı birdert.

-En iyisi sen bizi dönüşteindir.

Ne olur ne olmaz şoför yinedurağı karıştırır belki. En iyisiyolculara sormak. Arkalarındakiyolcudan yardım alarak indilerdurakta. Dernek başkanınıtelefonla aradılar. Lokantaya bir

saat sonra ulaşabildiler. Masada iki arkadaş kendibaşlarına. Önemsenmek mi? Ayrımcılık mı?Masadaki yemeklerin yeri nasıl bulunur! Kimdenyardım alacaklar. Garsona beşlik vererek çözdülersorunu. Hep bunları düşünürken hafifçe gülümsedi.

*

Dönüş... Bu kez içi rahat. Üç kişiye birdensöylemişti ineceği durağı. Kentin ünlü bir alışverişmerkeziydi ineceği yer.

-Geldik Hoca! Hazırlan, dediler. İnemez diyekoltukladılar onu. On dakika. On beş dakika. Yirmidakika oldu ineli.Arkadaşı yok. Telefon etti:

Page 41: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-41-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-Abi, ben de seni bekliyorum. Alışverişmerkezinin önündeyim. Göremedim seni.

-Bastonu kaldırayım da bak istersen.

-Yok be abi tenha burası.

Anladı ki yanlış durak. Gelen geçen var mı, diyedikkat kesildi. Kulak kabarttı seslere.

Caddeden birileri seslendi. Otomobilden olmalı:

-Yardım edebilir miyim?

-Ben neredeyim?

-Açık hava tiyatrosu önünde.

Vücudu titredi. Kan beynine sıçradı. Sonra,oğlum kör müsün(!) indiğin yeri de göremedin mi,dedi kendisine ve gülümsedi. Kaldırımda bir ayaksesi:

-Özür dilerim.

-Buyrun dedi genç bir ses.

-Alışveriş merkezine gideceğim de...

-Bak amca, şu işaret parmağımla gösterdiğimbeyaz bina var ya bu tarafta, bu tarafta.

-Ben görmüyorum ki!..

-Genç kekeledi.

-Ne kadar uzaklığı oranın?

-Beş, altı yüz metre anca. Şöyleee doğğruuugidersen en çook 15 dakika...

-Sağ ol!..

Uzaklaştı genç.Arkadaşını aradı. Ona:

-İneceğim durağı karıştırmışım. Açık havatiyatrosunun önündeyim ben.

Nihayet arkadaşı ile en sonunda buluşabildiler.

*

Bunları düşünürken yanlış otobüse bindiği geldiusuna. Bugün de her nedense hep sakarlıklarıgeliyor aklına. Yirmi dokuz numaraya binecekti.Rica etti yanındakinden. Arabanın geldiğinisöyleyince atladı otobüse. Şaşırdı. Bir acayiplikvardı arabanın gittiği yolda.

Şöför Bey, bu arabanın yolu mu değişti yoksa?

-Yok Hoca, dedi. Hep aynı yoldan gidiyoruz.Sen kaç numaraya binecektin?

-Yirmi dokuza

-Ama bu yirmi sekiz numara

Şaka desem, kasıt desem, cahil desem değil.

Dalgınlık desem Ne desem bilmem ki. Offfffff, dedive gülümsedi. Bir saat sonra ilk durağına gelebildi.

Her gün merkezi durakta arka arkaya bazen beş,bazen altı otobüs yanaşıyor. Telaşlanıyor, arabasınıbulamama kaygısıyla. En arkadaki yolcusunu alıpçekip gidiyor.Acaba kaç numaraydı giden!

Yanındakine tembih ediyor:

-Şu numaralı araba gelirse söyler misiniz?

-Tabii, söylerim.

Yanaşan bir araba sesiyle.

-Bu kaç numara?

Yanıt yok. Sesleniyor boşluğa tekrar.

-Buyrun? diyor bir hanım

-Şu numaraya binecektim de.

-O şimdi gitti.

-Ama siz durakta değilsiniz.

-En az yirmi metre var durağa.

Gene selam yolluyor yetkililere, görevlilere,sisteme. Durağın zemini farklı olsa anlayacaktıdurağa geldiğini. Çok mu zor yani. Kocaman birdosya sundular ulaştırma dairesi başkanına. Başkanınağzı kulaklarında…

-Çok güzel proje. Derhal bunu yaptıralım. Çok iyidüşünmüşsünüz. Başkanıma söyleyeyim ben.

*

Birkaç aycık geçti aradan, ses seda yok dairebaşkanından. Randevu istendi; Böyük şehrin böyükbelediye başkanından. 9 ay geçti. Özel kalem

-Ziyaretçi çok. Toplantıda. Yurt dışında.Ankara'da. Valinin yanında.

Ya insan da bazen kötü düşünüyor. Kıçında dikenmi var başkanın. Yoktur canım. Kötü kötü düşünmesen de. Randevu vermeyecek adam işte, anlasanıza.Halk gününde götürüyorlar dosyayı başkana.Anlatıyorlar:

-Başkanım, otomasyon sistemi ile görmeyenvatandaş, bineceği arabanın nerede olduğunu ceptelefonundan öğrenecek. Aynı sistem, bineceğiotobüsün ekranına, durakta görme engelli olduğunuiletecek. Bu sistem sadece görme engellilere değil,herkese yarayacak. Durakta kimseyi aramayacağız.Maliyet çok ucuz.

-Sistemi yapanla bir ilişkiniz var mı? dedi başkan.

Hani herkes anlayacağı yerden anlar ya. İki yılı

Page 42: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-42-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

geçti başkana dosyayı sunalı. Tabi adam sorupsoruşturacak, komisyonu toplayacak. Neden bukadar ucuz olduğunu düşünecek. Hani ucuz etinsuyu derler ya, onu düşünmüş olmalı. Koskocabaşkan bu...

*

Başkan bin sefer düşünür, bir sefer yapar. Başkakentlerde bu sistemlerin daha basiti varmış.

Anlatıyorlar sağda solda yetkili bildiklerine,politikacılara, akıllı yöneticilere.

Birileri de: "Sen bir garip Çingenesin, gümüşzurna neyine senin Allah'ın körü!.. Otobüs var.Bedava maaş da var. Armudun sapı, üzümün çöpü.Kör milleti mutlu olmuyor zaten. Cenabı Allah boşyere böyle etmemiş bunları." diyordu. Oysa 42 yılgitti geldi işine, kar yağmur çamur demeden.

Sıkça işittiği sevimli(!) cümlelerdi bunlar.Durağına geldiğinde indi. Yardım istemek içinbekledi. Karşıya geçecekti. Bu caddede yarışyapıyordu araçlar. Çarptığında yaşama şansı da yok.Mevta olursun vallahi.

Karşı kaldırımdaydı aetık. Derneğine doğru yolalıyordu. Bir ses:

-Dimdirek git, dimdirek...

-Hopppp hopp sağ yap. Dur dur. Motoraçarpacaksın.Yavaş yavaş şöyle gel.

Bir tabela ayak altında.

-Şöyle yolu ortalasana kardeşim sen. İki kolunututarak:

-Hah şöyle, dosdoğru karşına git. Hiç sapma.

Yolda zikzak çizer elbette. Hissedilir yüzey yok.Hani sarı çizgi deniyor ya halk arasında. Yasaçıkmış. Yapacaksın kardeşim, demiş. Kime? Yerelyönetimlere. Kamuya... Yapmamışlar. Ertelenmişbir iki üç yıl. Gene yok. Gene yapılmamış. Cezaödeyecek belediye. Cık. Olur mu canım?. Devlet

kurumuna ceza kesilmez elbette. Üç körün keyfi için.Aman kaldırımın görüntüsü bozulmasın.

Derneğin sokağına dönecek baston, birotomobilin tamponuyla selamlaştı. Kızgınlığınıbastırdı. Bir ayak sesine:

-Bakar mısınız?

-Buyur amca!

-Şu arabanın plakasını verebilir misin bana?

Çekti gitti adam. Kaç kişiye rica etti, bilmiyor.Yaygibi oldu sinirden. Kimse söylemiyor aracın plakasını.

-Hoca n'aber?

Bu Bilal'in sesi idi. Mahalleden tanırdı.

-Şu arabanın plakasını sordum da Bilal, kimsesöylemedi her nedense?

-Hocam, tabii söylemezler. Kırmızı plaka o.Kaymakamlık arabası.

Tabii imam yellerse, vatandaş ne yapar, artıkbilemem. Görüntüyü kaydetti cep telefonuna,otomobile elini koyarak askerlik hatırası çektirir gibipoz verdi hoca.

-Çok olağan bu, dedi Bilal'e. Genellikle kamuaraçları kaldırımdan akıyor. Bir gün polis arabası, birgün zabıta. İçindeki insan olup da öteye git diyebilirdi,iyi ki içi boş.

*

Derneğe vardığında:

-Çaylar benden. İki paket de bisküvi getirin.

-HayrolaAbi, dedeni mi gördün düşünde?

-Arkadaşlar çok şükür bugün ağaç çizmedi alnımı.Kamyon kasası da kafamı delmedi. Taş dubalardankazasız belasız geçtim. Gördüğünüz gibi sağ salimim.Bir hayır edeyim.

Gülüştüler, iç dünyalarında ağlarken...

Posta Çeki Hesap No: 5364820Banka Hesap No: İş Bankası 3422-0477385

BAĞIŞLARINIZİÇİN

DERNEĞİMİZİNHESAP NUMARALARI

Page 43: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

-43-

BİR ÇAM İĞNESİ VEKIRKYEDİNCİ SAYFA

Kıvanç FİLİZCİ*[email protected]

Hiç ölü bir çam iğnesine yakından baktınız mı? Tekbir noktada birleşen iki ince birbirinden ayrı iğne;dalından kopmuş, turuncu kahverengi arası bir renk,kuru… Yerde uçuşanlardan değil, ağaçta bir dalatutunmuş olanlardan bahsediyorum. Yaşam ile ölümarasında… Ne zaman uzanıp onlardan birini elime alsamon dört yaşıma geri dönerim: Onunla tanıştığım ana…

Onunla tanıştığımda vişneçürüğü şapkasında ölüçam iğnelerinden vardı. Bir de sonbahar hüznünütaşıyan, her eylül, ağaçlarını terk ederek özgürlüklerine(eşzamanlı olarak da ölümlerine) uçmalarını büyük birhayranlıkla izlediğim kuru turuncu sarı yapraklar… Oesnada bulunduğum noktaya, dünyanın sonusayılabilecek kadar uzak bir mesafeden tek başınaseyahat ederek geldiğini söylemişti. Bulunduğumnoktada henüz sonbahar başlamamıştı. Sanırımdünyanın sonu sayılabilecek kadar uzak mesafedeyağmur yağıyordu ve orada yaşayan çocuklar okullarınabirer şemsiye eşliğinde gidiyorlardı. Eğer yağmur benokula giderken yağıyorsa gönülsüzce açardımşemsiyemi. Ama eve giderken yakalanmışsam, içindekitaplarımın ve sayfalarında ileride atılacağımmaceraların yazılı çizili olduğu defterlerimin bulunduğuçantama yağmur kılıfı geçirir; okuldan eve olanmesafeyi kollarımı ve ağzımı aça aça, her bir yağmurtanesini yakalamaya çalışarak kat ederdim. Kim bilirbelki de o turuncu sarı yapraklar şapkasına yolculuğuesnasında uğradığı bir limanda konmuştu ve kendiarkadaşları arasında hayalperest olarak anılmak üzerediğer yaprakların cesaret edemeyeceği bir macerayaatılmışlardı.Acaba diye düşündüm, acaba o yapraklar ilebizim buranın yaprakları tanıyorlar mıdır birbirlerini?Bu düşünce, karşımda durmuş haylaz bakışlarıyla benitepeden tırnağa süzen onu tanıyor olabilme ihtimalimkadar sıfıra yakın olsa da yine de aklımın bir köşesinekurularak, ilk anki kadar etkin olmayan belirsiz, amasabırlı bir şekilde varlığını sürdürmeye başlamıştı.İleride bir gün, muhtemelen eylül ayının ortalarında,ellerim ceplerimde ağaçlarını terk eden yapraklarıizlerken birden aklımın o kurulduğu köşesindenzıplayarak kalkacak ve az önce kendime sorduğumsoruyu bir kez daha sormama sebep olacaktı.

Kendisini ilk tanıtan, haylaz bakışlarını en sonundameraklı gözlerimde sabitleyen; nereden geldiğini,şapkasındaki çam iğneleri ve turuncu sarı yapraklarlayollarının ne zaman kesiştiğini kestiremesem dekıyafetinden özellikle belindeki kemerinden ve

çizmelerinden denizci olduğunu tahmin ettiğim o oldu:

-Merhaba,

Merhabasında, her yaz anneannemin yaşadığı denizkasabasına giderken yolda karşılaştığım ve selamlaştığımHalikarnas Balıkçısı'nın tok ve gür sesi, sizi kucaklayan vehayatına davet eden bir samimiyet saklıydı.

-…, bana Korsan diyebilirsin. Dünyanın sonusayılabilecek kadar uzak bir mesafeden tek başıma seyahatederek geliyorum.

-Merhaba, benim adım…

- Adını söylemene gerek yok. Sana 'miço' diyeceğim.Kim olduğumuza dair kâğıt üzerinde yazılı olan bilgileribir kenara koy. Bu bilgilerden bağımsız, zamanlabirbirimizi gerçekten tanıyacağız.

-Peki gerçekten korsan mısın?

-İstersen buna gemimde cevap verebilirim.

-Bir gemin mi var?

-Her korsanın bir gemisi vardır.

Limana vardığımızda, uzun zamandır yapmak isteyipkalbimdeki rahatsızlıktan dolayı gerçekleştiremediğimkoşma eyleminin vücudumda meydana getirdiği anideğişiklik yüzünden nefes nefese ve ter içinde kalmıştım.Temmuz güneşi, hele bu öğleden sonra saatlerinde,vücudumdan boşalan teri ve bu ter ile sırılsıklam olan kısakollu turkuaz tişörtümü hemencik kuruturdu, yoksa anındahastalığım nükseder ve haftalarca yataktan çıkamazdım.Hasta olma korkusu ile temmuz güneşine beni hastalıktankoruyacağına dair olan güvenim arasında kaybolurkenbana seslenildiğini işittim. Sesin geldiği yöne baktığımda,kendisinin bana vermiş olduğu izne dayanarak ona'Korsan' diyeceğim bundan sonra, Korsan çoktangüverteye çıkmış dürbünü ile bana bakıyor ve güvertesinedavet ediyordu.

Gemisi hayallerimdeki korsan gemilerinden çok dahaküçük olmasına rağmen tek kişi için uygun birbüyüklükteydi. Sancak kısmında iki yanında birer çamiğnesi işli italik siyah harflerle 'korsan' yazıyordu. Tekdirekli 'korsan'da sırtınızı direğe dayayıp gemininpruvasına baktığınız zaman dümen arkanızda, kamaralarainen merdivenler hemen solunuzda kalıyordu. Pruva iledirek arasında büyükçe bir güneş saati ve pusulabulunmaktaydı. Yelken de hayallerimdeki korsangemilerinin aksine turkuaz rengindeydi. Direğin entepesindeki okyanus mavisi zemin üzerine siyah kafatasıişlemeli flama, geminin korsan gemisi olduğunu belirten

Genç Öykücümüzden

Page 44: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-44-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

tek işaretti.

-Korsan mıyım sorusuna dönecek olursak, öncelikle'Yelkenler fora, tam yol ileri!’

Nereden geldiğini çözemediğim rüzgârla şişenyelkenler bizi, az önce ayaklarımızın bastığı toprakparçasından ayırarak tıpkı Korsan'ın vişneçürüğüşapkasındaki turuncu sarı yapraklar gibi yeni ve eşsiz birmaceraya sürükledi. Ait olduğum yer giderekküçülürken beni ele geçirmeye çalışan korkularımıgörmezden gelerek,

-Nereye gidiyoruz? diye sordum.

-Nereye gitmek istersin?

-Dünyanın sonu sayılabilecek kadar uzak mesafeye!

Korku ile karışık heyecanlanmıştım.

-Ama geldiğim yoldan geri dönmeyeceğiz. Yeni birrota keşfedeceğiz.

-Bildiğin yoldan gitmek daha güvenli olmaz mı?

-Geldiğim yoldan geri dönmek sıkıcı olur. Çünkühem yeni limanlar, rotalar keşfedemeyiz hem dekendimizi tekrarlamış oluruz. Oysa kendimizitekrarlamaktansa yeni keşiflerle dünyamızıgenişletmeliyiz. Diyelim ki seni kırmadım ve dahagüvenli olduğu düşüncesine katılmasam da geldiğimyoldan geri dönmeye karar verdim, yine de her şeydeğişmiş olacak.

Deniz, balıklar –kimisi ölmüş kimisi yeni doğmuş-,limandaki insanlar, hava, akıntı… Bunlar hep farklıolacak ve bu farklılıkları bilmediğimizden, aynı yolutersten gitmek sandığın kadar güvenli olmaz. Ne dersin,haksız mıyım?

-Sanırım, bu sanırım, şapkandaki yapraklar ileyolunun nasıl kesiştiğine dair olan varsayımlarımdakisanırımlarımdan daha kuvvetli, haklısın.

Yıllar sonra bir mayıs sabahı felsefe dersinde,diyalektiğin babası sayılan Heraklitos'un'aynı nehirdeiki kez yıkanılmaz' cümlesi ile karşılaştığım an, az önceKorsan'ın ağzından çıkan cümleler ile yüz yüzebulacaktım kendimi.

Uğradığımız ilk limanda bana, turkuaz korsanşapkası, bir çift siyah çizme, kemer ve en önemlisi birseyir defteri ile kalem ve mürekkep aldık. Her korsanınbir gemisi olduğu gibi seyir defteri de olurmuş ve benyolculuğumuzun her anını -karşılaştığımız gemileri,uğradığımız limanları, günlük hava durumunu,yediğimiz yemekleri, Korsan ile sohbetlerimizi,rotamızı, gözlemlerimi ve hayallerimi- gün bitimindeuyumadan evvel bulutlar izin veriyorsa ayışığında,bulutlar izin vermiyor veya ayın gücü yetmiyorsa mumışığında seyir defterime yazacaktım. Seyir defterinialdığımız gün, Korsan ile tanıştığımız andan o günekadar yaşadıklarımızı da tarihsel sıraya uygun olarakişledim deftere. Seyir defterinin kırk yedinci sayfasına

geldiğimde,

-Geldik, dedi Korsan.

Demek Korsan'la tanıştığım nokta ile dünyanınsonu sayılabilecek kadar uzak yer arası kırk yedi sayfalıkbir mesafeydi.

-Bundan sonra dümen sende. Ben burada iniyorum.Gemi senindir, ister geldiğimiz yoldan

istersen yepyeni rotalar keşfederek dönebilirsin evineveya dönmeyebilirsin de. Korsan mıyım,

sorusuna dönecek olursak, senin olduğun kadarkorsanım. Hoşça kal!..

Hoşça kal'ı, merhabası kadar tok ve gür değildi,biraz buruk ve sonbahar yaprakları tadındaydı. Gözlerimikapattım. Gözlerimi kapattığım zaman gözlerimin önündebeliren, kalemlerimin uçlarından defterlerimin sayfalarınaakan ve o sayfalarda saklı yaşayan hayallerimin normalhayallerden farkı, uzanıp elime aldığım ölü bir çam iğnesigibi olmalarıydı: Yaşam ile ölüm arasında… Korsan ilevedalaşırken, yaşam ile ölüm arasındaki çizginin bir adımötesine geçmiştim. Çünkü gözlerimi kapattığım zamanbeliren hayaller, gerçeklerden ve korsandan çok uzaktı:

-Yelkenler fora, tam yol ileri!

Pusulam beni bu sayfaya sürükledi. Şimdiellerindeyim tıpkı uzanıp dalından aldığın turuncukahverengi kuru çam iğnesi gibi. Meraklı gözlerinlekarşımdasın. Belki şapkamdaki turuncu sarı yapraklarımerak ediyorsun, belki de nereden geldiğimi. Kimbilirbelki de kim olduğumu? Ne dersin tanışalım mı?

-Merhaba, bana Korsan diyebilirsin. Dünyanın sonusayılabilecek kadar uzak bir mesafeden tek başıma seyahatederek geldim dünyanın sonu sayılabilecek kadar uzak bumesafeye. Sana 'miço' diyeceğim. Haydi, güvertedekiyerini al, çünkü ellerinde tuttuğun bu sayfa birazdanrüzgâra eşlik ederek uzaklaşacak bu limandan.

-Yelkenler fora, tam yol ileri!..

----------------------------------------------------------*Kıvanç Filizci:1989 yılında İzmir'de dünyaya geldim.

Karşıyaka'da Zübeyde Annemize komşu olan Türkbirliği İlköğretimOkulu'ndan mezun olduktan sonra Maltepe Askeri Lisesi'nde eğitimgördüm. Liseden mezun olunca İzmir ile yollarım ayrıldı ve kendimiAtamızın sonsuz uykusuna ev sahipliği yapan Ankara'da buldum. KaraHarp Okulu'nda dört yıllık eğitimimi tamamlayarak İstanbul'daçalışmaya başladım. Halen İstanbul'da çalışıyor ve eşzamanlı olarakİstanbul Üniversite'si Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'ndeyüksek lisans yapıyorum.

İlkokul yıllarımdan itibaren en sevdiğim ders matematik olmasınarağmen edebiyat her zaman ilgi duyduğum ve kendimi geliştirmeyeçalıştığım bir alan olmuştur. Bunda birinci sınıftan üniversite son sınıfakadar aldığım eğitimin ve öğretmenlerimin katkısı sonsuzdur. Bunundışında ilgi alanlarım arasında okumak, yazmak, bulmaca çözmek,bisiklet, koşu, yüzme, satranç ve gezerek öğrenmek bulunmaktadır.

İ l e t i ş i m B i l g i l e r i : Te l e f o n : 0 5 3 8 8 5 6 1 0 8 9 - E -posta:[email protected]

Adres:Zümrütevler Mah. Ertuğrul Gazi Cad. No: 2 Manolya SitesiD3 Blok Daire 30- Maltepe/İstanbul

Page 45: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-45-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Birol [email protected]

KISADAN...

Sondan başlayayım:

“Adabelen'den geldim”

Açıldığı ilk yıl Ankara Yüksek ÖğretmenOkulu'na, hazırlık sınıfı öğrencileri olarak seçilmiştik.Lise son sınıfı orada okuduk. Yıl sonunda lise bitirmesınavlarına girip çıkıyoruz. Bazı derslerin sınavı, sözlüyapılıyordu. Öğretmenlerimizin hemen hemen tümüneyakını bakanlık müfettişiydi.

*

O gün astronomi dersi sınavındayım. İlk soruyuönceden matematik kitaplarından tanıdığımız OsmanBener Öğretmenim sordu:

-Bir yerin enlemini nasıl ölçersin?

- diye hemenKutup yüksekliğini ölçerek,yanıtladım. Tahtaya bir şekil çizip matematiksel olarakda açıkladım.

İkinci sorusu:

- oldu.Nereden geldin sen,

Çokça beğenildiğimi anlamıştım ve gururla:

- dedim.Ortaklar Öğretmen Okulu'ndan,

- , dedi ve başka soru sormadı, sınavıBelli bellihemen bitirdi.

O anda kanatlanmış, yıldızlara doğru uçuyorgibiydim. Ne güzel coşkuydu o bendeki…

Nasıl olmasın; Adabelen Sancağı en yukarılaraasılıyordu...

Ranzam, kayığım ve...

Adabelen'de üçüncü sınıftayım. Ranzalarımızahşaptan. Geceleri tahta ızgaraları düşüyor ara sıra.Demircilik derslerimizde herhalde daha sağlam olsundiye, demir karyolalar yapmaya başladık; iki kişi birranza yapıyordu. Demirci Belleticimiz Nihat Ustaöğretiyor, biz yapıyoruz. L profil demirler doğrandı.Matkapla uygun ve gerekli yerlere.delikler açıldı.Örgülü teller gergince perçinlendi demirlere. Bir debaktık üzerinde yatacağımız ranzalar çıktı ortaya. Çokhoşumuza gitti. Çok sevindik. Ürettikçe kendimizeolan güvenimiz de artıyordu.

Daha neler öğreniyor ve neler yapıyorduk, neler?..

Bu gibi derslerde yapılacak her işin önce planı,hatta çizimi yapılırdı. Bir çekiç, bir demirden cetvel

gibi araçları yaparken çeliğe su vermeyi de öğrendik,paslanmasını önlemek için su zımparası ile çeliğemakine yağı yedirmeyi de...

*

4. sınıftayım ve 15-16 yaşlarındayım. Düşünebiliyormusunuz, iş derslerimizde bir kayık yaptım 3 metreboyunda. Tamamını kendim planladım. Önce iskeletiniyaptım ve kaburgalarının üzerine sıkça olacak şekildeçıtalar çaktım. Daha sonra da bir kat bez, bir kat boyasürüp kuruttum. Bez ve boyama işlemini birkaç kezyineledim. Boya dediğim, çifte kavrulmuş bezirlekardığım üstübeç idi. İki tane de kürek… Oldu işte.Böyle üretince kim korkar hayattan.Yılgınlık gösterir mibir sorunla karşılaştığında?..

Üretimimiz sadece atölyelerde değildi. Neredeüretim varsa biz oradaydık. Bahçelerde, tarlalarda,kümes ve ahırlarda: Sebze, meyve, pamuk, tahıl; koyun-kuzu; tavuk-yumurta; süt-peynir... ürettiklerimizdi.

Aşık Veysel Şatıroğlu:

Ondan Anadolu'nun sesini duyduk, tanıdık elindesazıyla okulumuzdaki kısa konukluğu süresince.

Yaşamından kesitler anlattı bize:

Bir gün dolu yağmış ve ardından bahçeye çıkmışVeysel. Göremez, ama elleriyle yoklamış. Bakmış kiağaçların yaprakları perişan, oturup söylemiş o zaman;" diye.Benim sadık yarim kara topraktır."

Nöbetteyken, bahçede çalışırken ve işlikteyken hepmırıldanırdım; " diye...Uzun ince bir yoldayım."

Bu kalp hiç unutur mu onu?..

DoktorAtilla:

Kış günleri dersliklerde, yatakhanede kısaca tümokulda soba ya da başkaca bir ısıtma aracı yoktu. Pekhastalananımız da olmazdı. Revirde yatan en çok üç dörtkişi olurdu. Sabah etüdünden çıkıp yemekhaneyegiderken permanganat eriyiği ile gargara yapardık aradabir.

Bir gün doktorumuza sordum, neden, diye. "Başkabir çare bulamadım bundan daha iyi, yoksa hepinizhastalansanız, nereden bulurum size yetecek kadarilacı." dedi.

Asıl olan çözüm değil midir? Gel de unut böyle birdoktoru!..

Esintiler

Page 46: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-46-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Hak arama İsyan…/

Yaz tatiline çıkmadan önce 15 günlük "yazçalışmasına" kaldık 4. ve 5. sınıflar olarak.

Okulumuzun meydanını düzenliyoruz. Katalarkırılıyor, topraklanacak yerler kazılıyor, ara yollarabeton dökülüyordu. Betonun kumunu da Naipli Çayıkenarından tezkerelerle taşıyorduk. Çalışmalarsonunda da sanırım Antalya'ya, bir gezi yapılacağıilanını okuyorduk duyuru tahtasından. Bir çevretanıma etkinliği olmasının yanı sıra, bize bir ödüldü.Çalışmalar sürerken bir duyurunun daha asıldığınıgördük o yere; paranın yeterli olmamasınedeniyle, yalnız 5. Sınıflar gidecek geziye. Hemen ilkduyuruyu oradan koruma altına aldık. Toplandıksınıfça ve karar aldık; Hep birlikte, paranın yeteceği biretkinlik yapılması istenecek, kabul dilmezse hemenertesi gün, sabahtan itibaren, yatakhanedençıkılmayacak.

Vay be, şu işe bak sen, bu eğitim bize hak aramayıve hatta gereğinde direnmeyi de öğretmiş,öğretmesinin ötesinde kazandırmış.

Evet, .kahvaltıya gitmedik, çalışmaya çıkmadık

Bu bir toplu kalkışma, bir isyandı. Ve belki de ilkiidi böyle bir okulda. O gün öğle üzeri bizi bir sınıftaaçıklama için toplanmaya çağırdı idaremiz. Gittik. Bizuyarılma, hatta daha ileri bir ceza falan beklerken,idaremiz bize hesap veriyordu. Hepimizin 15 günlükkamp yapmasına karar verilmişti.

O günlerde; arkamda okulum / elimde orak.:

Biz mi başardık, yoksa idaremiz, bize tam yerinde,çağcıl bir yöneticilik dersi mi vermişti; ikisi de olmuştuve biz mutlulukla çalışmalara giriştik yeniden.

Ve kamptaydık. Eserim olan kayığımı daarkadaşlarımla kullanma olanağına kavuştuk bu arada.

Bahçelerimizde yetiştirdiğimiz sebzeleri,okulumuzun kamyonetiyle getirip sattık Kuşadası'nda,bolca et yedik böylece kamp süresince.

Dokuz noktadan geçen çember:

(İş başında da iyi öğreniyoruz, derslerde de... Birkanıtı olsun diye not düşmeliyim buraya)

*

Yıl 1958, dördüncü sınıftayım. Ülke çapındaki birmatematik dergisinin sorusunu, o sınıfa gelene deköğretilen bilgileri kullanarak çözdüğüm için, birincioldum. (Bugün bakıyorum, benim çözümü şeklinebenzer bir çözüm yok onlarca değişik çözüm olduğuhalde internette. Bkz.: Adabelen Dergisi , Sayı: 40 ,(Sayfa: 34-35)

Yavaştan, yavaştan...

Her birimizin bir hikayesi vardır; benimkinebenzerdir aşağı yukarı.

Buraların çocuklarıydık; doğa zengin, ama bizler

yoksul, bilgisiz. Alışılmış, öğrenilmiş yoksulluk vecahillik içinde, çocukluk mutluluğumuzla büyüyorduk.Belki bazılarımızın, en iyileri kuş olup uçabilmekisteğini aşamayan düşleri de olmuştur.

Türkçe okunurdu o zamanlar ezan, camilerden," diye. Güzeldi de…Tanrı uludur! Tanrı uludur!.."

Sonra anlamadığımız dilde okunmaya başladı.Arapça'ymış bu dil…

*

Bir sonbahar sabahı, başka bir yolculuk başladı.Seki'nin çarşısı Akpınar'da kasası çuvallarla dolu beştonluk kamyon ve üstünde, on iki on üç yaşlarında sekizdokuz çocuk; şimdilik üç gün sürecek bir yolculuğunbaşlangıcındayız. Öğretmen olmaya yönelik uzunca biryolculuğun başlarındayız aslında. Bir yanımızdaheyecan, öte yanımızda ayrılık hüznü. Geridekalanlarımızda da ayrı bir telaş, sonradan anlayabildiğimbir buruk sevinç; yavrularının geleceği söz konusu...

Alışılmış, kabullenilmiş, öğrenilmiş ve hatta artıkhissedilmeyen bir yoksulluktu yaşanan, bilgisizbilinçsiz, çoğu öteki köyler gibi.

Bize doğru, homurdanarak yürüyen biri, bugün bilekulaklarımda çınlayan bir şeyleri söylüyordu:

-Göndermeyin çocuklarınızı, komünist olacaklar.İndirin aşağıya!.. İndirin!..

O gün ne diyor, diye şaşkınlıkla bakakaldığım buadam, Pergel Mehmet idi. Geçimini eski kamyonlastiklerinden kestiği parçalarla eski pabuçların pençetamirlerini yaparak sağlardı. Köyden bile çıkmamışcahilin tekiydi. Köye gazete falan gelmezdi. Kitapdersen nadiren, sayısı da bir ikiyi geçmezdi. Onlar daFerhat ile Şirin ya da evlerde bir torbada asılı duranMusaf...

O günlerde; arkamda okulum / elimde orak.

Page 47: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-47-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Yıllar sonra sordum, kimsenin tam olarakbilmediği bu komünizmin ne olduğunu ve onu nerdenöğrendiğini. Kem küm etti: "Senin karın, benimkarım." gibilerden.

Evet, o günlerde birkaç köy enstitülü öğretmeninsöyledikleri dışında, genellikle hocalardan duyulanyoz din bilgileri, masallar, menkıbeler idi kültürümüz.Ama Pergel Mehmet'e bile öğretilmiş komünizm!Bizse, doğal olarak, bilmiyorduk böylesine kapalı birtoplumun içinden nasıl bir dünyaya çıktığımızı.

*

Toplandık Ortaklar'da, yani Adabelen'de.Anadolu'nun yirmi bir yıldızından, yirmi birgüneşinden birine gelmişiz biz. Sonradan farkınavarıyorduk, yavaştan yavaştan...

Yaşadık, yaptık, öğrendik. Hatta öğretecek kadaröğrendik yavaştan yavaştan.

Pek farkında olmasak da bir kardeşlik, birarkadaşlık derken büyüyorduk, yani adam oluyordukyavaştan yavaştan.

Bir de şarkımız vardı artık coşkularla söylenen:

Dostluğun bir sevgisiyle

Toplandık her an burda

Ve sürdü büyümemiz. Neler kazandık neler,farkında olmadan; nasıl bir bağ ki bu:

Bu sevgi bağı kopmaz hiç

Dağılsak bir gün yurda

Baktık, hiç hayal bile edemeyeceğimiz kadarbüyümüşüz; nasıl bir duygu, nasıl bir sorumlulukturbu.

Bu sevgiyle ebediyen

Uzanır sana elim

Bizler, Köy Enstitülerinin resmen kapatıldığıyıllarda, Ortaklar İlköğremen Okulu'nun ilköğrencileriydik. Atölyelerimiz, bahçelerimiz,işliklerimiz vardı hala. Söyleyemediğimiz türkü gibişarkıları da duyuyorduk.

Sürer, eker biçeriz

Kimler söylemiş bakın; yürekten söylerler bunubile aynı coşkuyla.

Toplandık baş çiftçinin

Atatürk'ün sesine

Nasıl bir dünya özlenen; çok yaman bir söz anlatırkısaca.

Milletin her kazancı

Milletin kesesine

Anlamlarını büyüttük bu sözlerin içimizde,yavaştan yavaştan.

En çok, sürgüne gönderilen öğretmenlerimizisevdiğimizi fark ettik sonradan sonradan.

*

Evimiz gibiydi; idare binası, derslik binası, işlikler,canım yatakhaneler…

Şimdiler de nasıl da çürüyorlar o şarkılarımız gibiyavaştan yavaştan...

Bugünlerde biri sıkıyor yüreğimizi, göğümüzü sarankara bulutları çoğaltarak, yavaştan yavaştan.

Eğitim öğretim ve yetişim biçimlerimizi dahabüyütürken çaldılar, yaşamımızı çaldılar; biz sonradanfakına vardık, yavaştan yavaştan.

*

Uykularımın kaçtığı kimi gecelerde, ardıç ağacınaasılı kalan çarıklarım mıdır, yoksa çocukluğum mu, diyesorduğum olur kendime ve o an daha da kaçar uykularım.

*

Ne diyorduk o günlerde, masallar öncesinde kalmışgibi? Hatırlarsınız bizim çocuklar.

Alnımızda bilgilerden çelenklerle çıktık ya cehlekarşı savaşa. Hatta:

Cehennemler kudursa

Sönmez bir ışıksın sen, diyerek...

*

Şimdilerde yine, Seki yaylalarının Akpınarmeydanlarını Pergel Mehmet'lerin homurtuları kirletiyoren çok . Ve:

"Başaramadık, yenildik. Yenik yaşamaya da alışıyorgibiyiz, yavaştan yavaştan." diyemiyorum. Nasıl derim,yüreğim böylesine burkuluyorken; nasıl diyebiliriz!?..

" da diyemem, bizimAldırma gönül, aldırma!"çocuklar diyemez.

"Galip sayılır bu yolda mağlup" diyelim, yenidenbaşlarken.

Hiç de geç sayılmaz o kamyonun üstüne çıkıp dayola koyulmak için. En azından da olsa bunu diyebilirizbelki birbirimize, yavaştan yavaştan.

*

Halaylara durmak ister bizim çocuklar, şarkılarsöylemek en coşkulularından. Daha neler ister deligönlümüz, daha neler…

Kızlarımızla çiçekler toplayabilmeliyizkırlarımızdan.

"Bugün altın dağından

Çiçek topladık kızlar

Ve

Özleyiş pınarından

Su içtik, geçtik kızlar" diyebilmeliyiz kızlarımızla...

Page 48: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-48-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Dilbilimci değilim. Türkçe kullanmakta iddialıolmadım, ama üzerinde yazan ödeme aracını“cart” “kart”diye, yazılan e-mail (elektronik posta) ve internet“com”(örgütbağ) adres uzantısını “ ” olarak okumam.kom

Okuyucuların içinde Türkçe'yi doğru kullananlarınbulunduğu kuşkusuzdur. Dil konusunda söz edilince de öncedilbilimcilerin akla geldiğini de biliyorum. Ancak dilyalnızca onların sorunu değil. Yaşadığımız süreçtehepimizin sorunu.

Kültür kölesi olarak, taksilerde “ yazmasınaTaxi”alıştık. Nasıl olsa biz taksi olduğunu öğrendik. Özelliklebüyükşehirlerde iş merkezlerine Türkçe isim bulamadık. İşhanı sözcüğümüz dururken “.. ”, “ ”,. center shopping center“shoes center plaza tower”, “... ”, “ ” gibi isimlerbenimsedik. Görsel ve yazılı yayınları “medya” olarakkabullendik. “Alkollü araç kullanmayın” gibi öneriler dealdık. Ancak “alkollü araç” icat edilip edilmediğinidüşünmedik.

“Tümcelerin ilk sözcüğü ile her çeşit özel adlarınbaşında büyük harf kullanılır”, kurallarınıöğrenmiştik. Bakın yakın ve uzak çevrenize, bubasit kurala uyan var mı?

Televizyon açık. Bir partinin üst düzeyyetkilisi konuşuyor “... biz kendi kendimiziintihar ettik.” diyor. İntiharın yeni bir çeşidi çıktıbelki de. Bir başkası konuşuyor; “... Ak Parti,Türkiye'nin . …”mainstreamidir

Dilde bozulma, yerleşik düzenden sonrafeodalizme geçiş aşamasında Osmanlısaraylarında Farsça konuşmanın bir ayrıcalıkolarak algılanması ile başlamıştır. ÖmerSeyfettin ve arkadaşlarının “Genç Kalemler”de giriştiğianadili egemen kılma çabaları, ulusal egemenliğin birsonucu olarak İlk Anavasa'da yerini bulmuştur; “Resmi dilTürkçe”dir.”

Kemal Atatürk'ün, “Ülkesini, yüksek bağımsızlığınıyabancı uluslar boyunduruğundan kurtaran Türk ulusu,dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtaracaktır”deyişinden bugünlere çok şev değişmiştir.Ancak bu değişimkesinlikle bir gelişim olamadı. Uygarlaşmak adınaİmparatorluk döneminde benimsenen Fransızca ileOsmanlıca ve/ve ya Arapça arasındaki çekişme,Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra Osmanlıca/Arapça ileTürkçe arasında sürdürüldü.

Bu süreçte, Türkçe kullanmak ve Türkçeyi savunmaksolcu, Osmanlıca/Arapça kullanmak ve savunmak sağcısayıldı. Hatta öztürkçe kullanmayı, Orta Asya TürkCumhuriyetlerinden uzaklaştırma planı olduğunusavunanlar da kendilerini gösterdi.

O günlerden bu günlere; minder, şilte, divan, sedir gözdendüştü. Yerlerine kanepe, koltuk, geldi. Dolap; büfe, konsol,gardrop oldu. Kimimiz gardrop yerine gardolap dedik.Ocaklar şömineye dönüştü. Konuklarımıza çay-kahve alırmısınız teklifinde bulunduk. Yadırgamadan çay alırımdiyenlere çay, kahve alırım diyenlere kahve ikram ettik. Artıkhepimiz “Profiterol”, "Espresso”, “Capuccino”, “Nescafe”ninne olduğunu öğrendik. Banyo “alma”ya, duş “alma”yabaşladık. Sözde Türkçe yayın yapan “radyo” diye alıpbenimsediğimiz sözcük oldu. Farklı seslerle de“radio”okusak, “NTV”, “Cine 5”, “Show, “Flash”, “Star” isimlitelevizyon kanallarına izin verdik. Sinemalar isim değiştirdi.Hamburger sözcüğünü benimsedik. Türkburger icat ettik.Artık tümümüz sözcüğünü farklı farklı söylesek dehospitalne ifade ettiğini öğrendik. Yaşamsal öncelikli sorunlarımızdışında her şeyin konuşulduğu “gösteri/söyleşi” programları,“ ” olarak sunuldu. Ne olduğunu pek anlamasak datolk showkabullendik, izler olduk.

Yaşadığımız bu ortam farkında olsak da olmasak dahepimizi etkiledi. Toplum olarak bir sürediryabancı film oyuncuları gibi konuşmayabaşladık. Ben konuşmuyorum diyebilirsiniz.Ancak, yakın çevreniz o kadar çok konuşuyor kinereye kadar koruyacaksınız kendinizi? Hiçbirşey yapmaz isek, sonunda sana/bana/tümümüzegeçecek bu mikrop, henüz geçmedi ise tabi.Yakın ve uzak çevrenizdeki reklam afişlerine,cadde ve sokaklarda bulunan işyeri unvanlarınabakın ız . Hat ta Türkçe kul lan ımınız ıdüşünebilirsiniz. Diğer bir ifade ile özeleştiriniziyaparak, kültür kölesi olup olmadığınıza kararverebilirsiniz.

Bağımsız ülkelerde eğitimin anadilde yapıldığını,hazırlık sınıfı diye bir saçmalığın olmadığını, birçok ülkededükkânlara ve çocuklara yabancı isim vermenin yasakolduğunu, Türkiye'de bilimin ve uluslararası dilin İngilizceolarak yutturulduğunu da anımsatmak isterim.

Dil kirlenmesi olarak nitelendirilen bu süreç kuşkusuzAmerikan kültür emperyalizminin bir sunucudur. Bu aşamadasormak gerektiğini düşünüyorum. Türk Dil Kurumu ne yapar?

Yanıtı biz vereceğiz.

Türk Dil Kurumu'nun ne yaptığını 12 Eylül'ün ünlükumandanlarına ( ) olmadı,Atatürk'ü çağrıştırıyorkomutanlarına (Atatürk'ü çağrıştırdı) olmadı, paşalarına(Atatürk'ü çağırıştırıyor) bu da olmadı, cunta üyeleri ile iktidarpartisi yetkililerine sorunuz.

Ben Kemal Atatürk'ün Türk Dil Kurumu'nu geriistiyorum.

Ya siz?..

Abdullah TAŞÇIOĞLU

Emperyalizmin (yayılımcılık,el koyuculuk) Yeni Silahı Dil

Dil ve Sömürü...

Page 49: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-49-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Yıl 1966-67 öğretim yılı. Muş'ta İlköğretimMüfettişiyim. Teftiş bölgem Bulanık İlçesi. İlçedeoturuyorum. O tarihte cumartesi günleri de okuldaeğitim yapılıyor. Bulanık-Malazgirt yolunun solundaRüstem Gedik adında bir köy var. Köyün okulunda ikiöğretmen çalışıyor. Öğretmen Nevzat Turunç,Bulanıklı. Ana ve babası Bulanık merkezde oturuyor.Nevzat Bey bekâr. Nevzat Turunç'u Cumartesiöğleden önce mesai saatinde Bulanık ilçe merkezindegördüm birkaç kez. İlköğretim müdürlüğünden izinalmadığını tespit ettim. Yine bir Cumartesi merkezdekarşılaştık. Bir sorunu olup olmadığını sordum."yok"dedi. Yoksa bir kıza mı aşıksın ilçe merkezinden,dedim."Hayır aşık değilim" dedi. O halde, Cumartesigünleri görevini terk etme dedim ".Peki MüfettişBey" dedi.Yanından ayrıldım.

Mart 1967 ayında Rüstem Gedik Köyüİlkokulu'na teftişe gittim. Okul Müdürü izinli olarakMalazgirt'e gitmiş. Öğleden önce müdürünöğrencileri okuldaydı. Nevzat Turunç elimi sıkmadansoğuk bir tavırla, "Hoş geldin." dedi. Öğleye kadarmüdürün öğrencileri ile ilgilendim. Bu arada teneffüssaatinde, okula uzun boylu, ince yapılı köyden birgenç geldi. Hoş geldin, dedikten sonra, "Müfettiş Beyben seni tanıdım." Nerelisiniz?”dedi. “ dedi. Denizliliolduğumu söyledim. "Ben 1961 de askerliğimiDenizli Er Eğitim Tugayında yaptım." dedi. Gence;ben de Denizli'de 1961 Yedek Subay olarak askerlikyaptım, dedim."Şimdi hatırladım. Nizamiyede nöbettuttuğum bir gün sizi görmüştüm." dedi. Askerarkadaşım, diye heyecanlandı ve çok sevindi. "Bugünbenim misafirimsin. Saat beşte gelip seni alırım."dedi. Olur, dedim. Öğleden sonra Nevzat Turunç,okuttuğu 1.2.3. sınıfları dershaneye aldı. Birkaçdakika sonra ben elimde çantayla girdim. Çocuklarayağa kalktı. Günaydın, dedim."Sağol" dediler.Oturun, dedim. Nevzat Turunç öğrencilerin arkasındaduvar dibinde ayaktaydı. Elinde, ince kamış birgösterge değneği vardı. Yanıma geldi. "TERKEDİNSINIFIMI! " dedi sert bir tavırla. Tartışmayagirmedim. "Hay hay, başka bir zaman teftişin yapılır."dedim ve çocuklara da "Benim gitmem gerekiyorhoşça kalın." dedim. Ayağa kalktılar "Sağ ol" dediler.

Asker arkadaşımın yakını bir öğrenciyi evinegönderdim. Acele okula gelsin dedim. Nevzatdersteydi. Okul dışında beklerken Mehmet Ali 10civarında kişiyle geldi. Daha ben onlara bir şeysöylemeden "EMRET MÜFETTİŞ BEYÖĞRETMENİ PARCALAYALIM!" dedileröfkeyle. "SAKIN HA! O BENİM ÖĞRETMENARKADAŞIM, BÖYLE BİR HAREKETINİZEASLA İZİN VERMEM. MEHMET ALİ, YOKSAASKER ARKADAŞLIĞIMIZ BİTER. BANABİR AT BULUN BULANIK'A DÖNECEĞİM."dedim. Olmaz bu gece misafir edeceğiz. Yarıngöndeririz dediler. Gelenlerden birisi, MehmetAli'nin amcaoğlu köy muhtarıymış. Birlikte MehmetAli'nin evine gittik. Soba yanıyordu. Odaya genç birhanım girdi. Türkçe "Hoş geldin Hocam" dedi.MEHMETALI'NİN hanımıymış. Çok memnunoldum. Rüstem Gedik'te ilkokul açılalı çok zamangeçmiş.

Çaylar içildi. Birbirimizi tanıdık. Köy halkıOsmanlı döneminde CELALİ İSYANINI ÇIKARANKÜRT AŞİRETİNDENMİŞ. Nevzat Turunç,köylülere, Bulanık'ta benim kendisine yaptığımuyarıdan, bana kızdığından, teftişe geldiğimdebenimle tartışacağından söz etmiş. Köylülerin bilgisahibi olduğunu öğrendim.

Akşam oldu. Muhtar ertesi sabah kahvaltı içindavet etti. Gelenler evlerine gitti. Yemekten sonraMehmet Ali, babası ve eşiyle saat 24'e kadar askerlika n ı l a r ı m ı z d a h i l s o h b e t e t t i k . S a a t24'te yere benim yatağım yapıldı. Babasının yatağısedire yapıldı. Babası 100 yaşındaydı. Yatağa oturdu,belinden üstünü tamamen çıkardı.Anladım ki; yatağao durumda yatacak.

SORDUM: "Galo niçin üst çamaşırını çıkardın?”

Galo Kürtçede "DEDE" demektir. O:

-"Ben çocukluğumdan beri Murat Nehri'ninbuzlu suyunda yıkanırım. Ben üşümem." dedi.

Ertesi sabah muhtarın evine kahvaltıya gittik.Yere sof ra kuru ldu . Ka laba l ık t ık . Saa t8.30'da Öğretmen Nevzat Turunç cıktı geldi.

“EMRET MÜFETTİŞ BEY,ÖĞRETMENİ

PARÇALAYALIM!..”Nazmi ÖREN

Page 50: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-50-

A D A B E L E N

KAPININ girişine dizleri üzerine oturdu. Herkesten önce " dedim. Kahvaltı"Hoş geldin. Nasılsın?bitti. Nevzat Bey, "Buyurun müfettiş beygidelim." dedi. Nereye gideceğimizi sordum. "Okula"dedi. Çantamı alıp verdiler. Evden çıktık. Bir sürekonuşmadan yürüdük. Sordum. "Niçin dün teftişimikabul etmedin?". Benim niyetim öğrencilerin"yanında sizinle kavga etmekti. Ama beni yendiniz."dedi. “Ben de gencim. Belki kavgada ben senidövebilirdim. Ya da sen beni dövebilirdin. Sana dabana da geçmiş olsun." dedim. Köyün çocuklarıenerjik, temiz ve zekiydi. Sonuçta öğretmeninçalışmalarını yeterli buldum. (İYİ) NOT verdim. 2. yılteftişine gittiğimde evlendiğini gördüm. Başarısını iyibuldum. Öğle yemeği ikram etti. Yemekten sonramuhtar ve MehmetAli ile görüştüm. Beni uğurladılar.

1969'da Muş merkezde görevliyim. Yaz ayı.Türkiye Öğretmenler Sendikası Lokali bahçesinde birgurup arkadaşla oturuyoruz. Baktım Nevzat Turunçbize doğru geliyor. Ayağa kalkıp ona doğru yürüdüm.Elinde sigara varken elimi sıktı. Çay içirdik. “Buarkadaşın görgü kurallarını öğrenmeye gereksinimivar." dedim içimden.

Sonuç olarak burada şunu belirtmek istiyorum:

Biz Pedagoji okurken, sıradan bir eğitimle,sadece İlköğretim Müfettişliği ve Öğretmen OkuluMeslek Dersleri Öğretmenliği için yetiştirilmedik.Çok değerli ve deneyimli öğretmenlerimiz mesleğehazırladı bizi.

Bu anıyı bu nedenle yazdım. Bizim kuşağınteftiş anlayışında hoşgörü, rehberlik, zamanı iyikullanma, adaletli değerlendirme vardı.

KURBANOLDUĞUM

bahtiyartakkalı@hotmail.com

Bahtiyar TAKKALI

Gel otur başını yasla göksümeAnlat dertlerini kurban olduğumSitemin ok gibi değer sinemeSöyle dertlerini kurban olduğum

Dünya gafletini sırtına sarmışYüklemiş rüzgâra bana yollamışBenim erik gözlüm yalınız kalmışSöyle dertlerini kurban olduğum

Şu fani dünyada bir can sevdiğimBir gün efkârlandım bir gün sevindimKader zorbasına boynumu eğdimAnlat dertlerine kurban olduğum

Rüyama mihman ol bari bu geceSorayım sultanım hallerin niceŞu benim sevdam ki dağlardan yüceSöyle derlerine kurban olduğum

BAHTİYAR nedir derin derin daldığınKaranlık geceden haber sorduğumKömür gözlerine kurban olduğumSöyle dertlerin ortak olduğum18.04.2017 DİKİLİ

Güler misin, ağlar mısın?..

Irak'ın Kerkük ili yakınlarından yaban domuzlarının saldırısına uğrayan 3IŞİD'li öldü.

Kerkük'e 53 kilometre uzaklıktaki Al-Rashad bölgesinde yer alan birtarım alanına gelen yaban domuzları burada IŞİD'li teröristlerle karşılaştı.Yaban domuzlarının terörist gruba saldırdığı ve 3 IŞİD'li teröristinin yabandomuzlarının saldırısı sonucu öldüğü belirtildi.

Habertürk'ün haberine göre, IŞİD militanlarının daha sonra yabandomuzlarından 'intikam' aldığı belirtilirken, bu intikamın metoduna dair bir bilgi paylaşılmadı.

(Cumhuriyet 25 Nisan 2017):

Yaban domuzları IŞİD'lilere saldırdı: 3 ölü

Page 51: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-51-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Ergin ÇAMUROĞ[email protected]

“BU OYUN OYNANMAMALI!..” DEMEK İÇİN

BU KİTAP OKUNMALI

Ahmet Hamdi Tanpınar: “Roman yazmakisteyen genç bir arkadaşım bir gün, Anadolu'yagidip, köylerde dolaşmayı, köylü ve halkpsikolojisini tetkik etmeyi, istediğini söyledi.

- diye sordum:Ne yapacaksınız?,

-Roman yazacağım ve bu memleketin halkını buromanda konuşturacağım”...........

Fakat dostum bu yanlış adımda haklı idi. Bütüngençliğinde ona bunu tavsiye etmişlerdi: “Halkakarışın, köye, kasabaya gidin... Yalnız oradahakikat vardır…” Hiç kimse ona dememişti ki,“Sen, tek başına bir realitesin, bu realiteyi bizeanlat. Yaşadığın saati, duyduğun günü, her güniçini parçalayan sızıları ve her akşamsana yaşamak aşkını veren ümitlerianlat, ayrıldığın yüzler, gördüğünmanzaralar... hasret ve gurbetlerin bizeyeter; çünkü biz biliyoruz, seninbenliğinde bütün bir Türk iklimi, bütünbir Türk cemiyeti, hatta bunlarınarasında bütün bir insanlık var. Onlarıkonuştur, yani kendini konuştur.Söyleyeceğin yalan bile bizim için birkıymettir. Elverir ki, güzel yazasın.Mademki roman yazacaksın, evvelâ,her şeyden evvel bir roman işçisi ol.'Hayır, bunu ona hiç kimse dememişti.”*der.

Emin olun, bunları hiç kimse MehmetTürkkan'a da dememiştir. Gerçi diyen olsaydı daMehmet Türkkan denilenleri dinlemeyecekti. Oüzerinde oyun oynanan bir ülkenin köyden yetişenaydınlarından biriydi. Köy enstitüleri ile köyünnasırlaşan katı kalıplarını kırabilen sayılıkişilerdendi. Onlar, bu yüzden öncelikle ülkelerininüzerinde oynanan oyunu sonlandırmaksorumluluğunu üstlendiler. Kalemlerini bu haklı veonurlu savaşımlarında bir silah gibi kullandılar.

“Ölüm Aşıp Giderken” bu amaçlahazırlanmış bir roman. Bu yüzden de bu roman,Batılı romanda yaşanan ve roman sanatının

kazanımları arasına giren tüm yenilikleri görmezdengeliyor. Tanpınar'ın “Mademki roman yazacaksın,evvelâ, her şeyden evvel bir roman işçisi ol.”öğüdüne Mehmet Türkkan, bile isteye kulak tıkıyor.Böyle olunca da bu roman, ne “ ”ı romandan kapıolaydışarı etmek için, ne “ ” kavramına yeni bir boyutkişieklemek için, ne kavramına şaşırtıcı“olay örgüsü”bir yaklaşım sergilemek için, ne de ve“zaman”“yer” kavramlarını, vebilinen zaman bilinen yerkavramı olmaktan çıkarıp onları elinde ustalıklamıncıklamak için çaba gösteriyor. Roman klasikromanın bilinen öğelerinin üstüne bağdaş kurupoturuyor. Mehmet Türkkan, belli ki amaç için en iyiaracın bu olduğunu düşünüyor. Ülkesinde yaşanan

“ ”nın nasıl bir planınsağ sol çatışmasıp a r ç a s ı o l d u ğ u n u b u y o l l agösterebileceğini hesaplıyor. Bizce, buhesabında da yanılmıyor. Romanyaşanan bir dönemin aynası, birdönemin tarihi, bir dönemin tanığıolmuş gerçekten. Sadece canlı kanlı birtanık!

Mahmut Selim romanın başkişisi.Bir öğretmen. Eşi Güler Hanım da öyle.İki çocukları var: Çiğdem ve Devrim.Mahmut Selim, bir eğitim enstitüsündeöğretmendir. (Hangi eğitim enstitüsüolduğu, bu eğitim enstitüsünün neredebulunduğu açıklanmaz. Yaşanan

olaylar verilir. Yazar, o dönemde bütün okullarınyaşanan devlet destekli şiddet yönünden birbirininbenzeri durumda olduğunu göstermek ister sanki.)Ancak okuldaki, haklı olduğu halde haksızçıkarıldığı bir olay nedeniyle görevden alınır. Birsüre işsiz ve parasız aynı kasabada siyasalmücadeleye devam eder. O sürdürdüğü mücadeleyi:“Gidilecek hiçbir yer yok, nereye gidersek gidelim,bu mücadele içinde olacağız. Çünkü bu ekmeğimizle,aşımızla ilgili; geleceğimizle, çocuklarımızla ilgili.”( )diyerek tanımlar. Onun için mücadeleA.g.y.say.8yaşamı savunmaktır. Yaşam hakkını savunmaktır.Ama sonunda geçinebilmek için çalışmak zorunda

Page 52: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-52-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

kalır, bir iş bulur ve işi gereği Ankara' ya taşınır. Birsüre sonra MC düşer. Seçimlerde Ecevit neredeyseiktidarı ele geçirmiştir. Mahmut Selim müdüryapılır. Onca görevden sonra Mehmet Türkkan, -aypardon Mahmut Selim diyecektim- (Herkesaslında, hep, istese de istemese de kendisini yazar,sözü ne kadar da haklı söylenmiş meğer!) terfiettiriliyormuşçasına kızağa çekilmek istenir. O daİstanbul'da bir okulda öğretmenlik ister. Atamasıyapılır. Eşini, değil, eşi artık yoktur, bir savcıarkadaşı aracılığıyla tanıdığı ve sonradan sevdiğigenç müzik öğretmenini ve çocuklarını yanınaaldırmak için önden İstanbul'a gider. İstanbul ona...

Gerisini anlatmayacağım.Anlatamayacağım. Ülkenizdeöldürülen ilk aydının, ilk öğretimüyes in in , Afyon 'da doğan ,y u r t s e v e r o l d u ğ u i ç i n ,emperyalizmin tezgâhladığı ülkeinsanlarının sağcı solcu diyebirbirine kırdırılması oyunununoynanmasını istemediği, buaşağılık oyunu bozmaya çalıştığıiçin katledilen savcının kimo l d u ğ u n u s i z e b e nsöylemeyeceğim. Biliyorsanızki tabı okurken o canlar ınıkoruyamadığımız, bugün hiçdeğilse onurlarını korumaklayükümlü olduğumuz insanlarızaten anımsarsınız. Bilmiyorsanızkitabı okurken öğrenirsiniz. Ne kadar çok işkence

gördüğümüzü, ne kadar çok sürüldüğümüzü, nekadar çok zulme uğradığımızı, ne kadar çoköldüğümüzü bir kez daha yaşarsınız. Kitabıokuduktan sonra siz de Mehmet Türkkan gibi “BuOyun Oynanmamalı” dersiniz; içinizden şu dizelerimırıldanırken:

KIRDAÖLÜM, KENTTE ÖLÜMKırda

Kıl heybede kırmaÖlüm at üstünde gelirSiner çalıların ardınaGüneşin batmasını beklerAyın çıkmasını beklerSonra tüfek sesinden başkaİz bırakmadan çeker gider

KentteNe güneşin batmasını bekler kentte ölümNe ayın doğmasınıElini kolunu sallaya sallayaBelinde tabanca, çorabında falçataÇıkar ininden kentin sabahlarınaDilediği yerde dururDilediği sokakta yürürKitap yırtar, gazete yırtar, okul basarVe üniversite bahçesini kanaÜlkeyi yasa boğarÇünkü sol yanı boştur, gözleri camÇünkü bakılır, beslenir, korunurBahşişini alır her akşam

Mehmet KARABULUT

---------------------------------------------

*A.H.Tanpınar, Edebiyat ÜzerineMakaleler, MEB yayınları, say.8

Yazarın bazı yayınları:1.Güneş'in Katli (Roman)2.Ölüm Aşıp Giderken(Roman, Halkevleri Roman

Ödülü)3.Sıkıyönetimde Grev(Öykü)4.Yakında Yürüyeceğim(Film senaryosu)5.Bu Oyun Oynanmamalı (Oyun )6.Diyorit Taşı(Oyun, Bakırköy Belediyesi Yunus

Emre Ödülü)7 . A h Ş u E s k i M e k t e p ( K â z ı m

Karabekir,1923,çeviri)8.Nasrettin Hoca ve Çocuklar(Akşehir Nasrettin

Hoca Oyun Ödülü)9.Neydik Ne Olduk (Kültür Bakanlığı Çocuk

Romanı Ödülü)10.Ana Dilim Türkçem

Page 53: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-53-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

“SAĞLIKSIZ” SAĞLIK

[email protected]

Ahmet M. EGEMEN

“Sağlık” sözcüğünün anlamı sözlüklerde;esenlik, bedenin hasta olmaması ve esenliği,güvenilir, inanılır, sağ, canlı ve diri olma durumuolarak belirtilir. Canlıların “olmazsa, olmazıdır”sağlık. Onun için, halk arasında, umutlar tükendiği an,“sağlık olsun” “önemli olan sağlık” “herya daşeyden önce sağlık” söylemleri yaygındır. Bunedenledir ki; Osmanlı Devleti'nin, üç kıtaya egemenolmuş, 10. Hükümdarı Muhteşem Süleyman,“Muhibbi” takma adıyla yazdığı şiirlerin birinde,sağlıklı olmanın önemini vurgulamak için, aynenşöyle diyor;

“Halk içinde, muteber bir nesne yok devletgibi,

Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi ”

S o n y ı l l a r d a , ü l k e m i z d euygulanmak istenen sağlık alanındakireform (!), bazı kademelerde, başarılıolarak kabul edilebilir. Ya da çeşitlibirimlerde, amacına ulaşmış sayılabilir.Ancak, bu olguyu genellememekgerekir. Çünkü, reform “düzeltme”demektir. Halbuki, son zamanlarda,sağlıkta yaşanan ,“sağlıksızlıklar”bırakın düzeltimi, eskisini bile aratırhale gelmiştir. “Sağlıksız sağlık”örnekleri o kadar çoktur ki, saymakla bitmez. Enbaşta, devlet hastanelerindeki personel ve donanımyetersizliğinin, hastaları zorunlu olarak ve koşullarınızorlayarak özellere yöneltmesi en büyük sorundur.Ayrıca, bu hastanelerdeki polikliniklerin önündebiriken hasta yoğunluğu, koridorlarda oluşankalabalık, sağlam olanları dahi hastalandıracakhaldedir. Bu durum, bazı hastanelerde, hijyenaçısından sağlıklı bir ortamın oluşmasını daengellemektedir.

Kartel haline gelmiş bazı özel hastanelerin, ticariçıkarlarını sağlığa katkı hizmetinden daha çokönemsemesi ve salt kar amaçlı ticari sektöredönüşmesi, hastaların varsıllığına göre sağlık hizmetialabilmesi, sağlığın para ile özdeşleşmesi, ”ne kapara, o ka ekmek” , ”ne ka para, odeyimindeki gibi

ka sağlık” ”Hipokratın yaygınlaşmaya başlaması,Yemini” ndeki hedeften uzaklaşılması, tröstleşmişbazı sağlık kuruluşlarında, en basit hastalıkların teşhisve tedavisinde bile, gereksiz pahalı ve zahmetli enileri tetkiklerin yapılması, böylece ülke kaynaklarınınboşa harcanması, kamu ve aile bütçelerinin hiçesayılması, önemli sorunların başında gelir.

Geçen yıl, en somutsağlıktaki sağlıksızlıklarınörneğini, ailece, en acı şekliyle yaşadık. Özel birhastanede, kardeşimizi yitirdik. Kardeşim, sağlığınaçok özen gösteren, eğitimli ve bilinçli bir insandı.Bazı yaşamsal ve kronik hastalıkları vardı. Yıllardanberi tedavi görüyordu. İlaçlarını düzenli kullanır,diyet yapar, tahlil-tetkik ve kontrollerini aksatmadanyaptırırdı. Ancak, neden kaybettik biliyor musunuz?Boyun fıtığından. Kontrol için gittiği sırada;

doktorunun gazına (!) gelerek, ameliyatönerilmiş. Hem de Ağustos ayınınkavurucu sıcaklarında. Bu operasyonunson şansı olduğu söylenmiş. Ameliyatuygulanmazsa, felç tehlikesi oluşacağıbelirtilerek korkutulmuş. Kısaca, ”Ecelgösterilerek, sıtmaya razı edilmiş.”Durumdan haberimiz olduğunda, artıkçok geçti. Ne yaptıysak, kardeşimiameliyattan vazgeçiremedik. Öyleinandırılmış, ikna edilmiş ve güven

duygusu yaratılmıştı ki,tüm çabalarımız yetersizkaldı. Geri döndüremedik kardeşimizi.

Kardeşim, boyun fıtığı sorunundan kurtulmak vedaha kaliteli bir yaşam sürmek istiyordu. Bu, en doğalhakkı idi. Eşi, çocukları ve kardeşleri olarak biz ise,zamanlamanın yanlış olduğunu, başka hastane vedoktorların da görüşlerinin alınması gerektiğini,ameliyat risklerinin göz ardı edilmemesini, ani kararverilmemesini, durumun aceleye getirilmemesini, ensonuna kadar, her şeyin analiz edilmesiniarzuluyorduk. Ancak, özel hastaneyi, oluşacak faturailgilendiriyordu herhalde. Doktor ise, hastaneye karşısorumlu olduğu, daha çok performans yapmazorunluluğundaydı.

“Ameliyata engel olma” girişimlerimizin

Page 54: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-54-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

hiçbirisinden olumlu bir sonuç alamadık. Artık,kardeşimizin sağlığıyla ilgili olarak, tek dileğimiz,“Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdanolmamak”tı. Yani, boyun fıtığı sorunu giderilmekistenirken, geri dönülmesi olanaksız kötü durumlarlakarşılaşmamaktı. Sonunda, korktuğumuz başımızageldi. Beş-altı saat süren ameliyat sonrasında,nefes alamama sorunuyla yoğun bakıma alındı.Ve, orada yaşamını yitirdi. Duyumlarımıza göre,ameliyat sırasında,soluk alma sinirinde sorunoluşmuştu.Geride,gözü yaşlı eş, evlat, torun vebizleri bırakarak. Her ölümzamansızdır. Ama, O'nun aramızdanayrılması için, gerçekten çok erkendi.Tüm aile olarak yıkıldık. Henüzkendimize gelemedik. Oluşan travmayıve sarsıntıyı halen yaşıyoruz.

Şu anda aklıma, yurt genelinde kaça i l e d a h a y a ş ı y o r , b i z i m b uyaşadıklarımızı diye geliyor. Kimisuskun. Kimi kaderine razı. Kimi tepkili.Kimi şaşkın. Kimi ne olduğunu bilmiyor.Kimi nun, nemenem“sağlık reformu”bir şey olduğunu halen anlayamamış ve nasılolduğunu merak ediyor. Fakat görünen o ki, NeyzenTevfik'in söylemiyle; “Türkü yine o türkü, sazlardatel değişti, Yumruk yine o yumruk, bir varsa eldeğişti ! “

O zaman; sazlardaki teller ile birlikte, türkünün dedeğişmesi gerekmez mi ? Reformun, gerçekanlamındaki gibi, sağlığın her alanında düzeltimi,aksaklıklarının giderilmesi, uygulamaların doğruanalizi yapılıp, olumsuzlukların değiştirilmesigerekir. Tüm uluslar için ortak ideal ölçüleri

belirleyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin;3.maddesi; “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliğiherkesin hakkıdır ”. der.

T.C. Anayasası'nın 56. Maddesi'nde ise, SağlıkBakanlığı'nın web sayfasındaki ana sayfada yer aldığıgibi, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevredeyaşama hakkına sahiptir. Devlet, bu görevinikamu ve özel kesimdeki sağlık ve sosyalkurumlardan yararlanarak, onları denetleyerekyerine getirir.” diyerek belirtir.

Doktorluk, en fazla fedakârlık isteyen, en kutsalmesleklerden biridir. Uzun yıllarboyunca, zorluklarla tıp eğitimini aldıktansonra mesleğe başlayan doktorlar, bumesleklerine, and içerek “merhaba”derler. Batı tıbbının kurucusu olduğukabul edilen Hipokrat'a ait bu and ile; “Tıp fakültes inden aldığ ım budiplomanın bana kazandırdığı hak veyetkileri kötüye kullanmayacağıma,hayatımı insanlık hizmetlerineadayacağıma, insan hayatına mutlaksurette saygı göstereceğime mesleğimi

dürüstlük ve onurla yapacağıma, namusum veşerefim üzerine yemin ederim. ” denir.

Sonuç olarak; bu yazıdaki satırlar, bir yürekyangının alevleridir. Dilerim ki, başka alevler, diğeryürekleri yakmasın. Yazıların başlığı ”SağlıksızSağlık” “Sağlıklı Sağlık”olmasın, egemen olsunulusumuza ve insanlığa. Sağlıklı yaşamamızda vekaliteli bir yaşam sürdürmemizde katkısı olan, buyemine sadık kalan doktor, hemşire ve tüm sağlıkçalışanlarını saygı ve sevgiyle anıyorum.

Hadi bakalım, kolay gelsin!

Kellik tarih mi oluyor?Kellik tedavisinde çığır açacak buluş sayesinde, beyaz saç ve kellik tarih

olabilir.Kellik tarih mi oluyor?

Erkeklerin en büyük kâbusu; kellik nihayet tarih olabilir!Amerika merkezli Southwestern Sağlık Merkezi laboratuarında yapılan kanser

araştırmaları sırasında, saçların dökülmesine neden olan hücreler ilk defa tespitedildi. Araştırmada saçların uzamasını sağlayan hücrelerin yanı sıra, saç beyazlaşmasına neden olan hücrelerde ilk defa görüntülendi.

Fareler üzerinde yapılan deneyde SCF ve KROX20 adlı proteinlerin farelerden alındığında saçuzamasının durduğu ve saçların beyazlaştığı görüldü.

Araştırmayı yürüten Doktor Lu LE, “Bu buluş sayesinde saçın uzamasını sağlayan hücrelerde gentedavisini uygulayarak, evrensel bir problem olan kelliği tedavi edebileceğimizi umuyoruz.” dedi.

Page 55: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-55-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

ÇOCUK

Saffet ÖZCAN

Eve konuk gelecekti. Anne babayı aldı bir korku.Eve ne zaman bir konuk gelecek olsa, anne babayı hepaynı korku alırdı. Korku onları konuk gidinceye kadarrahat bırakmaz, diken üstünde oturturdu. Ha bir şeyoldu, ha olacak!

Yedi yaşında bir çocukları vardı. Oğlan. Yaramazmı yaramaz. Taşı havaya atıp altına duran soyundan.Yalnızken yaramazlığını hiç belli etmezdi. Kuzu mukuzuydu. Otur, oturur; kalk, kalkardı. Kendi kendineoyunlar uydurur, evin içinde dışında gün boyu usluuslu oynardı. Ta ki eve bir konuk gelinceye dek !

Konuğun kapıda görünmesiyle birlikte bir hallerolurdu buna. Başlardı konuğun ardında önündedolanmaya, gözlerinin içine bakıp ağzından çıkanlarıcan kulağıyla dinlemeye. Sıkılırsa hiç ummadıkları biranda ortaya fırlar, şarkı söyler, deli deli oynar dönerdi.Hızını alamaz yastıkları, minderleri tekmeler, elinegeçirdiği kırılacak dökülecek ıvır zıvırı havaya atıptutardı. Kimi zaman sinsi sinsi sokulur, konuğun biryerlerini tatlı tatlı okşamaya başlardı. Sakalı, çenesi,ağzı bıyığı derken bir bakarlardı çocuk, konuğuntepesinde; üzerine çullanmış saçını yoluyor,kulaklarını çekiyor, burnunu sıkıyor. Anne babakonuğu çocuğun elinden zor alırlardı. Oturacaksa daoturası kalmayan konuk, lâfını çabucak toparlayıp biran önce kaçmanın yoluna bakardı.

Anne baba konuğu kapıdan uğurlar uğurlamazkoşarlardı içeriye. Başına gelecekleri çok iyi bildiğiiçin kaçıp saklanmaya çalışan çocuğu yarı yoldayakalar; saklanmışsa bulunduğu yerden çıkarırbaşlarlardı sorguya: “Ne bu, bizim senden çektiğimiz?Niye başımızı öne eğdiriyorsun? Niçin sözden surattananlamıyorsun? Yetti gayri…” Bir biri, bir ötekibasarlardı sopayı. Öfkeleri yatışınca, yaptıklarındanbin pişman, oturur ağlarlardı bir de.

Bu akşam başka bir yöntem uygulamaya kararverdiler. Çocuğu yanlarına çağırdılar. Çocuk,dövecekler korkusuyla gelmek istemedi. Güldüler,“Gel oğlum,” dediler; “Dövmeyeceğiz. Bir şeydiyeceğiz.”

Çocuk, “dövmeyeceğiz” e inanmadıysa da tatlısöze, güler yüze kandı. Geldi, karşılarında durdu: “Ne

var?” dedi. “Ne diyeceksiniz?”

Annesi çocuğu kollarına aldı. Bağrına bastı. Sırtınısıvazlayıp yanaklarından öperken, “Gülüm!” dedi.“Benim güzel oğlum!Anasının kuzusu, tosunum!”

Annesi bıraktı babası kaptı:

“Akıllı oğlum, koçum, aslanım!”

Aralarına oturttular. Biri bir koluna girdi sevgiyle,biri öteki koluna:

“Bak sana ne diyeceğiz.”

Çocuk bir annesinin yüzüne baktı, bir babasının.

“Konuk gelecek.”

Çocuk omuzlarını oynatarak, “Gelsin” dedi. “Banane.”

Babası sitem etti:

“Şimdi gelsin dersin, gelince konuğu geldiğinegeleceğine pişman edersin.”

Annesi önünden kaçtı:

“Bu sefer uslu duracak, babası!”

“Bu kez akıllı çocuk ol emi?”

“Uslu durursan sana yumurta pişiririm.”

“Ben de ne istersen alırım.”

Çocuk, ne dedilerse hepsine başını salladı; “Olur,olurum!” dedi.

Anne yine de her olasılığı hesapladı. Konukodasını son kez gözden geçirdi. Çocuğunyetişebileceği yerlerdeki kırılıp dökülecek eşyalarıortalıktan kaldırdı.

Konuk geldi. Oturdular, konuşuyorlar. Çocuk dayanlarında… Annesiyle babasının arasında, bağdaşınıyaymış. Dirsekleri dizlerinde. Çenesini avuçlarınadayamış. Gözleri konuğun üzerinde... Koyunun kavaldinlediği gibi dinliyor…

Konuğun bakışları ikide bir çocuğa takılıyordu.Birinde kendini tutamadı, “Maşallah!”dedi. “Ne usluçocuk! Allah nazardan saklasın. Allah anasınababasına bağışlasın. Maşallah maşallah! Benimkilergörmeli… Onlar olsa çoktan evin altını üstüne

Öykü

Page 56: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-56-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

getirmişlerdi. Hele bir konuk gelmeyegörsün…Geldiğine geleceğine pişman ederler adamı. Sizinki…Oğlunuzla gururlanabilirsiniz. Gıpta ettim vallahi!”

Konuğun övgüsü anne babanın koltuklarınıkabarttı, övünme yarışına girdiler:

“Öyledir amcası…”

“Pek akıllıdır oğlumuz.”

“Söz dinler.”

“Annesine yardım eder.”

Annesi coştu, çocuğun koluna girdi. “Gel oğlumbakayım.” diyerek mutfağa götürdü. Mutfakta, ağzınakocaman bir lokum tıktı:

“Çabucak yiyiver.”

Şaşkınlık içindeki çocuk lokumu tadını alamadanyuttu.

Annesi sırtını yepeledi:

“Aferin, şimdi git, otur!”

Çocuk mutfaktan yalanarak çıktı. Varıp yerineoturdu. Gözleri berber aynası gibi parlıyordu.

Konuk, çocuğun bakışlarıyla karşılaştıkça konudışına çıkıyor; sürekli maşallah çekiyor, çocuğu öveöve bitiremiyordu.

Anne çayları getirdi. Soğuk suyla ılıştırdığı birinide çocuğun önüne koydu. Çocuğa göstere göstere içineüç top şeker attı. “Karıştır!” dedi.

Çocuk çayını karıştırdı. Ilıktı ya karıştırınca iyicesoğudu. O da iki dikişte bitirdi. Elinde boş bardak,konuğunkine baktı, dolu. Boş bardağı evirip çevirdi.Altını üstünü, içini dışını gözden geçirdi. Ta dibinde birdamla çayın oraya buraya yuvarlandığını gördü!Bardağı ağzına götürdü. Dudaklarına dayadı, başınadikti. Damlayı düşüremedi. Bardağı silkeledi. Osilkeledikçe damla bardağın dibine iyice yapıştı.Kopmuyor. Çocuk çıldırdı. Yerinden fırladı. Bir“Nananay!” çekti. Bardağı havaya fırlattı.

Anne babanın aklı başından gitti. Bardak tavanaçarpıp tuz buz olacak…

Bardak tavana çarpmadan düşüşe geçti. Annebabanın yürekleri ağızlarında… Basiretleri bağlanmışöylece bakıyorlar.

Yere bir karış kala çocuk atılıp bardağı havadayakaladı.Anne baba rahatladılar.Anne öfkeyle bardağıçocuğun elinden çekip aldı. Çocuğu belindenkavrayarak hırsla yerine oturttu.

Gösteri konuğun hoşuna gitmişti:

“Aferin!”dedi. “Bu yaşta bu hüner…”

Anne baba sinir küpüne dönmüşlerdi. Konuğunsözlerini duymadılar. Gözleri konukta, dişleri sıkılı,akılları fikirleri çocuktaydı. Diken üstünde oturuyor,konuğa rahat kulak veremiyorlardı.

Aradan sekiz on dakika geçti. Çocuk yatışmışabenziyordu. Bedeni gevşemiş, gözleri küçülmüştü.Uykusu gelmiş olacaktı.

Rahatlayan anne baba, çocuğu unuttular; konuklayeniden çene yarışına girdiler.

Çocuk fırsat kolluyormuş, boşluktan yararlandı.Birden ellerinden kurtuldu. Konuğun üzerine atıldı.Sırtına çıktı. Elleri konuğun başında, saçını sakalınıyolmaya başladı.

Tedbirsiz yakalanan konuk, çocuğu üzerindenatmaya çalışıyor, “Dur, ne yapıyorsun, dur aman!” diyeyalvarıyordu ki, anne baba yetiştiler. Konuğu çocuğunelinden kurtardılar.

Konuk , çocuğa bakmaya korkuyordu .Konukluğunu kısa kesti. Diyeceklerini çabucakderleyip toparladı. “Görüşmeye doyum olmaz, banaizin!” deyip kalktı.

Anne baba konuğu uğur lay ıp içer iyedöndüklerinde çocuğu göremediler. Çocuğun herzamanki yere sak land ığ ından emin le rd i .Saklanmaktan usanınca çıkar gelirdi nasıl olsa.

Bundan sonra azarlamak, dövmek yoktu. Belli kibirçok çocuk, kendilerininki gibiydi.

Ne demişti konuk:

“Benimkileri görseniz…”

Atamıza sonsuza kadar rezerve edilmiş masası

Page 57: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-57-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Ünlü “Hababam Sınıfı” YazarıRıfat Ilgaz, Ölümünün

24. Yılında Cide'de anıldı.

Doğduğu yer olan Cide'deadına 22.'si düzenlenen “Cide RıfatIlgaz Sarı Yazma Kültür ve SanatFestivali”yle anıldı. Düzenleyicilerarasında Adabelenli, YazarımızAhmet Nuri Doğan'ın da bulunduğufestival üç gün sürdü. Oğlu AydınIlgaz'ın açış konuşmasını yaptığıfestivalde a ilk etkinlik, saat 15'teRıfat Ilgaz Evi bahçesindeki KarmaSergi ile başladı. Aydın Ilgazkonuşmasında “22. yılında babamRıfat Ilgaz dostları ile birlikteyiz.Onun hedeflerinden birisi deyerelden evrensele bakış açısıydı. O yüzdenamacımız bu festivali uluslararası düzeyetaşımak” diyerek gelecekteki hedeflerinibelirtti. Ayrıca O, “Ülkemizde aydın olmak,halkın bir adım önünde olmayı gerektirir veaydının, çağının tanığı olması gerekir.” derdi.En çok da, “Gözüm toplumda, kulağımhalkta” dediğinin altını çizdi.

Daha sonra halkla birlikte kentte festivalyürüyüşü gerçekleştirildi. Festival tiyatrogösterileri ve şiir dinletileriyle sürdürüldü.

Anne tarafından Cide'li olan YazarımızAhmet N. Doğan hem Anne tarafından Cide'liolmanın sorumluğu hem de Aydın Ilgaz'ın isteğinedeniyle yine festival komitesinde yeralacağını belirtti. Başarılar diyerek RıfatIlgaz'ın Aydın mısın şiirinin son bölümünü veDeğerli Yazarımız Öner Yağcı'nın Rıfat Ilgaz'ıanlatan yazısını sunuyoruz.

……………

Yollar kesilmiş alanlar sarılmış

Tel örgüler çevirmiş yöreni

Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende

Benden geçti mi demekistiyorsun

Aç iki kolunu iki yanına

Korkuluk ol

Biz de Rıfat Ilgaz'ısaygıylaanıyoruz. (Adabelen)

Yazarımız Ahmet Doğan festivalde

Page 58: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-58-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

7 Mayıs 1911'de soluk almaya başlayıp 7Temmuz 1993, saat 05.05'de susan bir yürek işçisi;Sınıf'ın mimli ozanı, 'nın ünlüHababam Sınıfıyazarıdır Rıfat Ilgaz. Onun aynasında insanserüvenlerini, romanlarını görürüz. Öyküleştirilenyaşam kesitlerini, aydınlığa uzanan, karanlığınperdelerini yırtmaya çalışan ellerini, öykülerinigörürüz. Gazete ve dergi yazılarından oluşanfıkralarını görürüz, yaşamın ve yanlış yaşatılmanıngünlük keşmekeşine indirdiği darbeleri…Yaşadıklarından damıttığı ve geleceğe kalmasıylayeni kuşaklara deney aktarma kaygısını içerenanılarını görürüz. Onun aydınlık ırmağımızaakmaya başlamasının ürünleri olan, “insanınyaşamı şiire yetmiyor” düşüncesiyle çoğalanş i i r l e r i n i g ö r ü r ü z ;“halkımca sevdim” diyenbir şa i r i ; h içbi r şeyyapamıyorsan “aç ikik o l u n u i k i y a n ı n akorkuluk o l” d iyensitemini...

Rıfat Ilgaz, Cide'ninduvarları deniz kokan(şimdi Rıfat Ilgaz Eviolan), ahşap bir evde gelirdünyaya ve yaşar, 82 yıllıkonurlu bir çınar olur;ça l ışkan, ış ık saçan,halkına ve yurduna sevdalı bir çınar; kaynağı insan,kaynağı halk, kaynağı Anadolu olan bir çınar...Tüttürdüğü güzellikler Anadolu'da yüzyıllardırsüren aydınlanma kavgasına bağışlanan güzelliklerolan bir çınar... Aydınlanma savaşımınınölümsüzlük bayrağını taşıyan bir çınar...

Rıfat Ilgaz'ın yaşamının aynası kitapları,kitaplarının aynası da yaşamıdır. “Yaşamak biryürek işçiliği günümüzde.” diyen bir sanat veyaşam anlayışıyla, aynaya yaşamı sanatlaştırarakyansıtan bir yazardır o. Kaynaklarına ihanetetmeyen, kaynaklarından aldığı esinle yaşamınaydınlatılması, güzelleştirilmesi ve geleceğe

aktarılması kavgasının ölümsüz yazarlarındanbiridir. O, halk ve insan kaynağına sosyalist,yurtsever, halkçı, Cumhuriyetçi, özgürlükçü,demokrat, laik, devrimci, aydınlanmacı bir aydınolarak eğilmiş, eğitimciliği ve insan sevgisiyle de,Can Yücel'in dediği gibi, “Anadolu'nun yüce birdağı” olmuştur, “eteklerinde kitaplar.”

Onun yazdıklarında buram buram tüten,Anadolu'da yüzyıllardır süren aydınlanmakavgasına bağışlanan güzelliklerdir. “Dünübugüne, bugünü yarına bağlama”nın ustalarındanbiri olarak aydınlanma savaşımımızın bayrağınıyarınlara aktarmayı başaran yazarlarımızdan biriolan Rıfat Ilgaz, “yaşamak bir yürek işçiliği”düşüncesiyle yaşamı sanatlaştırarak aynaya

yansıtan bir edebiyatçıdır.Peki, Rıfat Ilgaz nasıl böylebir edebiyatçı olmuştur,onu Rıfat Ilgaz yapanetkenler nelerdir?

Rıfat Ilgaz “gerçekçi”bir edebiyatçıdır. Onung e r ç e k ç i l i ğ i , y a ş a m ısanatlaştırmadaki seçtiğiy ö n t e m d i r . İ n s a n igerçekçilikten sosyalistg e r ç e k ç i l i ğ e u z a n ı r.İnsanın, “insan emeğininen yüce değer” olduğu;

insanın doğaya egemen olarak yaşamı değiştiren birvarlık olduğu; yaşamı değiştirirken kendisinin dedeğiştiği; tek birey olarak değil de toplumsalilişkiler içinde yaşayan bir varlık olduğu; doğaylave başka insanlarla ilişkilerindeki duygularının,düşüncelerinin, davranışlarının çelişkilerle doluolduğu; bu çelişkilerin ortadan kaldırılması için deinsanın uğraş vermesi gerektiği; doğasındaözgürlük ve ölümsüzlük arayışı olan insanın buarayıştaki savaşımının onu asıl kimliğineulaştırdığı... düşünceleri Rıfat Ilgaz'ın yaşamına da,sanatına da yön veren ilkelerdir.

RIFAT ILGAZ“Anadolu'nun yüce bir dağı”

Öner YAĞ[email protected]

Page 59: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-59-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

”Kâinat, Dünya, cansız canlı varlıklar. Doğal yaşam,yaşam! Bir gecede torununu gören mikroorganizmalar… İnsanlar…

Çocukların elinde “tabletler.” Yarışma, ölümoyunları. Oyuncak tabancalar, kılıçlar…

Asker, polis, gelin giysili çocuklar… Çocuk vegençlik bayramlarında aslolan büyükler! Şarkılarımıztürkülerimiz “belden aşağı!”Aah! Ooff! Öldüm bittim!Hüzün ve aşka özlem…

Kendimden geçerek dans etmeliyim. Şarkılarsöylemeliyim. “Hesapsız” coşmalıyım!

“Olum Hüsnü!”

“Ne var?”“El alem ne der?”Dağıtma! Dağıttı derler. Ölçülü

ol!”

“Ne yapayım?”“Düğünlere git. Coş, oyna!”

“Düğünler “maskeli balo!”“Harmandalı Oyna!”

“Ben eğlenmeliyim! Harmandalı gösteri!”“Göster kendini olum! Puan topla! Alkışlan!”

“Olum Hüsnü!”

“Ne var?”Orası burası yırtık pantol giyme! “Kravat tak!

Hesaplı ol.”

Politikacıların, başkanların hesabı, Oy! Büyükküçük suların başındakilerde hesap, makamlarınkorunması ve daha yüksek makamlar. “Ayak altınakarpuz kabuğu koy!

Susmasını bil! Hepsi “kravatlı!”Orası burası yırtıkpantol giymiyorlar. Gülmüyorlar, sırıtıyorlar. Kurumlar“iğneli fıçı!” Çok kişiye “Başkanım” deniyor…

“ .”Telefonunuzu bırakınız. Size döneriz

Dönmüyorlar. Fakirin hesabı oğluna kızına iş, evineaş.

“ ”Nokta!!

*Güneş doğuyor, batıyor…Kâinat ve Dünya, bilimsel, manzum bir uyumluluk.Manzumede küçük bir nokta bile olmayan ben…Nesiller, nesilleri; yok oluşlar, yeni var oluşları

üreterek, yaşam devam ediyor.“ Kırk altı yıl dahaYüz yirmi yıllık sözleşmeliyim!”

yaşayacağım. Gücüm azaldı, tamirat yapamam.

İyi aşçıyımdır. Yemek yapmaya zamanayıramıyorum. Bulaşıkları elde yıkarım. Makinelerdenanlamam…

Haftada bir “Hedef Gazetesinde KÖŞE” yazıyorum.Face'deki hesabımdan da yayımlıyorum. Okurlarımbeğeniyor mu?

“Maestro” oyunumu “Aykaryay Oda Tiyatromuzda”gönüllü oyuncularla sahnelemeye devam ediyoruz.Seyircilerim alkışlıyor, beğeniyor mu?

Okurlarım ve seyircilerim, “ayaklarımı yerdenkesen duygulara” garkediyorlar beni. Okurlarım,seyircilerim HESAPLI olabilir mi? “Yıkılırım!”

12. Meandros Festivalimiz'i (Amatör TiyatroFestivali) Kuşadası Belediyemizle yapacağız. İlkbahargeçti.Yazın yapabilecek miyiz?

Yunus Geldi, oyunumu sahneleyeceğim… İnanmışbir kişi yetmiyor; ben yetmiyorum. Yapacaklarımızainanıyorum. Projelerime inanılmasını istiyorum.

Aykaryay Oda Tiyatromuzla Kasım'da, Maestromüzikalimle Erdallı gönüllü grubumuzla Berlin'deolacağız. vefaLatmos Arkeoloğu Anneliese Pesclow'aiçin gideceğiz. Naci, 1971'den öğrencim. 1980'lerdeAydın'da mafya. Makamlara kapı tıklatmadan girenEşkıyam, eşkıyamız!Yok oldu?

“ ” oyunumu yazmalıyım. Çok yoğunum,Naci Olayıhesaplar zaman yiyor. Benim ise zamanım kısıtlı…

“12. Meandros Festivali” yapılmalı, YUNUSGELDİ yeni sezona sahnelenmeli, Berlin'e en geniş birvefa temsiliyetiyle gidilmeli… Maesstro Oyunumun“tiyatrocu” Erdal'a ihtiyacı var. Erdal'ın işe, aşa! …

“NACİ OLAYI'na başlamanın da sırası mıydı?Koşuşturuyorum. Kapıdan kapıya, makamlara

ulaşıp “derdimi” anlatmak için! “Hesaplara”takılıyorum. “İlgileneceğim” derken “gözlerinden”geçiştirme algıladığım genç genç “hesaplılar!”Yazıyorum sabahlara kadar…

Zaman hızla akıyor. Makamlar ve kurumlar!Hesapları büyük! Vefa – insaniyet ile “oy” hesabıparadoksu… En büyük Başkana götürsek mi ki?Götürmesek mi ki?

Vefa ve “hesap!” Berlin!...Üretilecek güzellikleregebeyim. Bekliyorum…

Anneliese Pesclow'a vefa! Vefalılar! Yumurtaçatladı, doğum yakın!

Ses verin! Var mısınız? Nerdesiniz?(23.05 2017)

HESAP, HESAPLILAR!

Hüsnü [email protected]

Deneme

Page 60: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-60-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

İNEK

Metin GÜ[email protected]

Anı

Ortaklar Öğretmen Okulu dördüncü sınıftanbeşinci sınıfa geçtiğim yıl sonunda yaz çalışmasınakaldım. Öğleye kadar bahçede, tarlada her türlü işteçalışıyorduk.

O gün Tarım Öğretmeni Mustafa Atakan Beybizim sınıfı ahırların ve kümeslerin olduğu alandatopladı. "Sen sen sen oraya, siz şuraya, sizler deburaya!" diyerek arkadaşlarımı görevlendirdi.İçimden: “Yırttık mı? " diye geçiriyordum ki:"Senbenimle gel." dedi. Birlikte ahıra gittik. İçeriden 5-6inek çıkardılar. "Al bunları dere kenarına götür, saat12'ye doğru getirirsin." dedi. Kümes ve ahır temizliğipis iştir. Ot biçme ve balyalama işi desen, zorluğu birtarafa, tozu feci kaşındırır. Önceki günlerde bu işlerdeçalışmıştım. Bizim gibi köy çocukları için inek gütmeiş değil, bir nevi dinlenmektir. Haliyle bu görev benihayli sevindirmişti.

İnekleri kattım önüme düştümyola. Değneksiz çoban olmaz, diyeyol kenarından elime bir çomakaldım. Güle oynaya Naipli Deresi'nevardım. Burası inekler için adetacennetti: Karşılarında Kaplan Dağı,önlerindeki menüde ise mis gibi tazeotlar ve Naipli'nin buz gibi berraksuları… Kendilerinin güven içindehissetmeleri için de başlarındamürekkep yalamış bir çoban…Bundan iyisi, Şam'da kayısı. Sizin anlayacağınızdurum “İnekleri saldım çayıra, Mevla kayıra.”durumu değil. Görünüşte tabii… Şöyle ki:

O yıl, adına denen bir hastalığaaşkyakalanmıştım. Başımda kavak yelleri. Öyle bir yel kibeni Naipli'den alıp savurmuş ötelere. İnek minekdüşünecek halim yok. Dalıp gitmişim. Bir köpeğinhavlaması ile kendime geldim ve telaşla yineNaipli'ye döndüm. Kolumdaki Nacar marka saatimebaktım ve Cahit Sıtkı Tarancı misali "Vakit tamam!"dedim. İnekleri toparlamaya başladım, ama o da ne?Bir inek eksik. Eyvah ki eyvah! Sağa sola bakındım,oraya buraya koşuşturdum, inekleri sağdan saydımsoldan saydım nafile. Bir inek eksik. Hadi ben aşksarhoşu(!) olduğumdan dalabilirim ve alıp başımı

Naipli Deresi'nin oralardan uzaklara gidebilirim desana ne oluyor be şerefsiz inek? Gel de şimdi AtakanBey'e hesap ver. Dokunsalar ağlayacağım. Tek çıkaryolAtakan Bey inekleri saymasın diye dua etmek.Yolboyunca da ettim.

Ahırların önüne geldim. Öğretmenim benibekliyormuş. İnekleri görür görmez "Biri nerde?"diye sormaz mı? Bu, o ana kadar karşılaştığım en zorsoruydu. Yol boyunca ettiğim dualar demek ki kabulgörmemişti. Eveleyip gevelemeye başlamıştım ki" dedi. Dereye doğru yürümeyeGel benimle."başladık. Bir iki adım önümde yürüyor; hem de "Üçbeş ineğe sahip çıkamadın. Yarın öğretmenolduğunda sana teslim edilecek onca çocuğa nasılsahip çıkacaksın? " diye de söyleniyordu. Revirigeçer geçmez adamın birinin önünde bir inekle

geldiğini gördüm. Ben ne adamı nede ineği tanımıyorum, ama AtakanBey adama ismiyle hitap ederek"Nerde buldun? " dedi. Adam:"Benim bahçeye girmiş. Allahtanoralardaydım. Yoksa zarar verirdi.B u n d a n ö n c e d e g i r d i l e r .Öğrencilerinize söyleyin, dahadikkatli olsunlar. Bir dahaki sefereineği vermem valla!" dedi. AtakanBey: "Getirdiğin için sağ ol. İnek bu.Durdan çüşten anlamaz ki. Kaçar mı

kaçar. Kaçmış işte!" dedi, ama adam konuşmayısürdürünce "Tamam birader, sen de uzatma artık.Dedim ya inek bu, kaçmış. Çocuk ne yapsın?" diyerekhem adamın sözünü kesti hem de her şeye rağmenbeni korudu.

İneği ahıra koyduk. İdare binasının önüne kadarbirlikte yürüdük. Yolda bana güvendiği için inekleriteslim ettiğini söylese de yol boyunca burnundansoluya soluya bir güzel fırçaladı. İdare binası önünegeldiğimizde bazı öğrenciler yemekhanedençıkıyordu. "Hadi git, yemeğini ye!" dedi. Benyemekhaneye doğru giderken arkamdan "Bir dahakisefere daha dikkatli ol " dedi. İçimden " Hocam bendikkatliyimdir, ama şu sıralar aklım başımda değil.Kusura bakma." diyesim geldi; diyemedim…

Page 61: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-61-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Zeki SARIHAN

FATSA DEYİNCE BEŞDAKİKA DÜŞÜNECEKSİN!..

Terzi Fikri olarak tanınan Fatsa Belediyebaşkanı Fikri Sönmez, cezaevinde öldü. Ölüm yıldönümlerinde köyü Kabakdağı'ndaki mezarıbaşında anılıyordu. Bu yıl Fatsa Belediyesi KültürMerkezinde de bir anma toplantısı düzenleniyor.Devlet tarafından 1980'li yıllarda Fatsa ile birliktebir felaket simgesi olarak anılan Fikri Sönmezhakkında yoldaşlarının bu değerbilirliliğini takdirlekarşılamak gerekir.

Bugün Tunceli'nin Ovacık ilçesi gibi 1979-1980 yıllarında Fatsa, sosyalistlerin başındabulunduğu bir Belediyeye sahipti Kuşkusuzsosyalistlerin başında bulunduğu belediyeler buikisinden ibaret de değildir. Önceki günkaybettiğimiz İstanbul eski Belediye Başkanı Rehaİsvan ve bir zamanlar Ankara Belediye Başkanlığıyapmış Vedat Dalokay gibi büyük kentlerdebaşkanlık yapmış olanlar da vardır. Bu durum,Türkiye'nin sömürücü ve zalimler için hiç de tekinbir yer olmadığını gösterir.

F A T S A ' D A S O S Y A L İ Z M İ NKAYNAKLARI

Fatsalı olmak benim de kimliğime yapışmıştır.Bununla övünç de duyuyorum. Bu vesile ileFatsa'da devrimci mücadelenin tarihi hakkında, birdenemede bulunmak istiyorum. Bunu yayımlamakmümkün olursa “İleri Köy Peşinde” adlı kitabımdagenişçe anlatacağım.

Fatsa'ya devrimcilik 27 Mayıs 1960devriminden sonra İstanbul Üniversitesi'ndeokuyan sosyalist öğrenciler tarafından getirilmiştir.Fatsa eşrafının çocukları olan bu gençler, 1962 veyaen geç 1963'te, Fatsa Fikir Kulübünü kurdular.Akılda kalan çalışmaları, o dönemde yurdun heryanında oynanmakta olan Pusu'da gibi tiyatrooyunlarını hazırlayıp sunmalarıydı.

Aynı tarihlerde Akpınar İlköğretmen Okulundaokuyan öğrenciler de Fatsa'nın Beyceli köyüneyenilikler getirmeye çalışıyorlardı. Onlar da köydeduvar gazetesi çıkarıyor, bir okuma odası açıyor ve1963'te Beyceli Kalkındırma Derneğini

kuruyorlardı. Yani Fatsa'ya sosyalizm, İstanbulüniversitelerinde okuyanlar ve Akpınar'daokuyanlar olmak üzere iki kanaldan gelmiştir.

1965'te bu iki kanal birleşti. Bunun somutkanıtı, 1965 sonbaharında planlanıp Ocak 1966'dayayın hayatına başlayan İleri Köy gazetesininsahipliğini Fikir Kulübü adına Ertan Sarıhan'ın,sorumlu müdürlüğünü ise Beyceli KalkındırmaDerneği'nin başkanı ve Yassıtaş Köyü öğretmeniZeki Sarıhan'ın üstlenmesidir. Fatsa'da devrimcimücadele artık bu gazete tarafından temsilediliyordu. Köylerde açık oturumlar yapan, köykitaplıkları açan ve köylülerin sorunlarını işleyenbu gazeteyi sosyalizme doğru evrilen bir köycülükhareketi saymak yerinde olur.

1966 yazında Ertan askere gidince gazeteninsahipliğini de Zeki Sarıhan üstlenmek zorundakaldı. 1967'de de artık dağılmış olan FikirKulübünün yerini Fatsa Köycülük Dermeği aldı.İleri köy onun yayın organı oldu ve köycülükçalışmalarını yürüttü.

1967'de önemli gelişmeler oldu. BeyceliKöylüleri, yol sorunu yüzünden Ordu'ya kadar ikigünlük bir yürüyüş yaptılar. Ardından Fatsa'da biryoksulluk yürüyüşü düzenlediler. Tefeciliğe veAmerikan emperyalizmine karşı köylü önderleribildiri yayımladılar. 1966'da ve 1967'de Okullararası Kültür Şenliği düzenlenerek oynananoyunlarda tefeciliğe tavır alındı. Mücadele gitgidesınıfsal bir karakter kazandı. Bu gelişmeler sonucuAdalet Partililer Zeki Sarıhan'ı Siirt ilinesürdürdüler. İleri Köy de çıkamaz oldu.

O tarihlerde Fatsa lokantacılık yapan ZekiŞahin'in başkanlığındaki Türkiye İşçi Partisi biraraya getiriyordu. Üniversiteyi bitirip Fatsa'yayerleşen Ziya Yılmaz da partinin önderliğinekatıldı. Ziya, 1963'ten beri yayımlanmakta olanYeşil Fatsa gazetesini devralarak TİP'in yayınorganı yaptı.

Fatsa'da ilk fındık mitingi 1968'de yapıldı.Bundan sonraki yıllarda TİP'in üye sayısı hızla

Terzi Fikri'yi anma vesilesiyle

Page 62: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-62-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

çoğaldı. Fikri Sönmez bu tarihlerdeTİP'e üye olmuş olmalıdır.

Ben 1967 sonbaharında sürgünedildiğim Siirt yerine Gazi EğitimEnstitüsü'ne gittiğimden ve mezunolunca Muğla'ya atanıp burada biryıl çalıştıktan sonra tutuklanıp üç yıld a M a m a k ' t a k a l d ı ğ ı m d a nFatsa'ndan uzak kaldım. Ancak1974'te Af yasasıyla tahliye oluncaFatsa Ortaokulu'na atandım.

KÜLLERİNDEN DİRİLENFATSA

Köprülerin altından çok sularakmıştı. TİP devreden çıkmış, onun yerini Ertan'ınbaşını çektiği Mahir Çayan hareketi almıştı.1972'deki Kızıldere katliamı Fatsalılar için büyükbir yıkım olmakla birlikte devrimciliğin tortusuyerinde duruyordu. 1974'te Fatsa'da devrimcimücadelenin merkezi bu kez TÖB-DER'di. TÖD-DER haftalık seminerler düzenliyor, haftalık bir debülten çıkararak eğitim başta olmak üzere çevre veülke sorunları hakkında yayın yapıyorduk.Kızıldere olayları nedeniyle suçlanıp iki yıl hapisyatan Fikri Sönmez de Fatsa'da işinin başınadönmüştü. TÖB-DER gibi onun dükkânı dadevrimcilerin buluşma yeri olmaya başladı.Fikri'nin esnaf olmak gibi bir avantajı vardı.

O tarihlerde Fatsa'da solun iki fraksiyonu vardı.Biri benim de içinde bulunduğum ve bir kısımöğretmenler arasında kabul gören Aydınlıkçılar (Otarihlerde haftalık Halkın Sesi dergisiniyayımlıyorlardı), diğeri, önce TSİP'e eğilim duyanve çok geçmeden Dev-Yol'culukta karar kılanöğretmenler ve Fikri Sönmez. Dev-Yolculuk bütünKaradeniz'de hızla yayılıyordu. 1975'te TÖB-DERkongresinde Aydınlıkçılar azınlığa düştüler.Gülsüm Özakın başkanlığındaki Dev-Yolcularkazandılar. Bu ekip Halkevi'nin bir şubesini deaçarak çalışmalarını buradan da yürütmeyeçalıştılar.

1975 yazında beni Fatsa'dan bir kez dahasürdüler. İkinci kez bu ilçe ile somut bağım koptu.Fatsa'da daha o tarihlerde başlayan ülkücü-devrimci çatışması hızlandı. Ölenler oldu. 1979'dayapılan Belediye başkanlığı seçimini Fikri Sönmezaçık ara kazandı. Fatsa'da mahalle komitelerinedayanan yeni bir yerel yönetim anlayışıuygulanmaya başlandı.

FAT S A D E Y İ N C E B E Ş D A K İ K ADÜŞÜNECEKSİN!

Günümüzde Fatsa Belediyesi AKP'lilerinelinde olmakla birlikte Fatsalılar Fikri Sönmez'ıhayırla anıyorlar. O devrimci Fatsa'nın bir simgesihaline geldi.

Adımı ve Fatsalı olduğumu yeni öğrenenlerdensoran çok olmuştur: “Ertan Sarıhan neyin olur?”“Fikri Sönmez'i tanıyor musun?” Soranlara onlarlailgimi söyledikten sonra memleketimi övmek için“Fatsa denince beş dakika düşüneceksin!” derim.

1980'den sonra Fatsa ve Fatsalı devrimciler çokzulüm gördüler. Sorgulamada ağır işkencelereuğradılar. O yıllarda Fatsa'da olmadığım için buzulümden kurtulmuş sayılırdım. 1986'da OrduPolisi eşimle beni Ankara'da gözaltına aldırıpyargılanmak üzere Ordu'ya götürünceye kadar.Polis, bizi Fatsa'da devrimi mücadeleyibaşlatanlardan olmakla suçluyordu. Artık çokgerilerde kaldığı için 1965-1967 yıllarındakiçalışmalarımı bilmiyorlar, Fatsa Ortaokulunda1974-1975 yıllarındaki TÖB-DER çalışmalarımızısorguluyorlardı.

Tabii “suç”umuzu inkâr ettik! (Gizli bir gururduyduğumu da itiraf edeyim…) çalışmalarımızınsuçlanamayacağını, daha da önemlisi aradan on yılgeçtiği için bunların zaman aşımına uğradığınıanlattık da bir ay cezaevinde tutulduktan sonraÜnye Ağır Ceza Mahkemesinin insaflı yargıcısayesinde “zaman aşımından” dava düştü.

Fikri Sönmez'i saygı ve sevgiyle anıyorum.Fatsa denilince beş dakika düşüneceksin arkadaş. (5Mayıs 2017, 17.30)

Page 63: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-63-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Zekeriya [email protected]

ÇARDAKÖykü

Kasım SEJKİÇ, Sarıkaya düzlüğündeki yedidönümlük, en verimli tarlasını, tütün dikmesi için biryıllığına en büyük oğlu Cevdet'e vermişti.Bitişiğindeki içinde üzüm bağı, elma, kayısı, incirağaçları bulunan diğer tarlasına da kendisi pamukekmişti. Cevdet, sazdan çardağını tütün tarlasının birkıyısına kurmuştu. Yazı burada tütünün başındageçireceklerdi. Cevdet'te çocuk çok, yoksulluk dizboyuydu. Ama bu yaz beş çocuğu da şanslıydılar.Dedelerinin bağından, meyve ağaçlarındanyararlanacaklar, bol bol meyve yiyeceklerdi.

Hava korkunç sıcaktı. Kupkuru, yalın birsıcak… Yaz boyunca ancak birkaç kez esen lodos dao gün katkısını esirgemiyordu. Kavurucu güneşin,toz ve terin verdiği dayanılmaz sıkıntı yüzündennefes almak bile çok güçtü. Sabahın dördündekalkmışlar, saatlerce tarlada tütün kırmışlardı. Şimdide çardaklarının önünde, saz ve kargılarınoluşturduğu seyrek gölgede tütün dizmekte,uyuklamaktaydılar. Sıcak ve sessizlik…Cevdet:”Öğle vakti geldi, geçti. Ara verelim, birşeyler yiyelim!” deyince, tütün yığınının başındakiçocukları, silkindiler, derin bir oh çekip, ayağafırladılar. Ağustos güneşinin dayanılmaz parıltısıylagözleri kamaşarak, ateş kadar kızgın, kapkaratoprakta yalınayak yürümeye çabaladılar. Bugüngüneş, hemen hemen tüm gökyüzünü kaplayacakkadar istekli ve çalışkandı. Lütfiye:”Uzaklaşmayın,öğle güneşinde gezmeyin, çarpılırsınız. Gelinçardağa! Bir şeyler hazırlıyorum, yemekyiyelim!”diye seslendi çocuklarına. Çocuklar datütün bulaşıklarını çıkarmak için ellerini öncekumla, toprakla ovdular, çardağın önündesabunlayıp suyla yıkadılar, içeri girdiler.

Rüzgârlı havada, ortalık yerde ateş yakmak,yemek pişirmek çok güçtü. Karısı Lütfiye de bundançok şikâyetçiydi. Yaratıcı zekâsı ile kolay bir çözümbuldu. Çardağın içine, girişte sağa, çamur ve küçüktaşlarla, üç karış yüksekliğinde, üstü açık, küçük birocak ördü. Gölgede ve kuytuda ateş yakıp, yemekpişirmek çok kolay olacaktı karısı için. Lütfiye öğlevakti, yeni öğrendiği menemen yemeğini pişirmekve çay demlemek için ocağında, odunları tutuşturdu.

Domates, biber ve yumurtaları almak üzere çardağındiğer köşesine yürüdü. Çocukları da içerideoynuyor, yuvarlanıyorlardı. En büyükleri Zeki, okulçantasını açmış, geçen yılki kitaplarını, defterlerinikarıştırıyordu. Köy ilkokulunda çok başarılı biröğrenci olduğu için babası onu ödüllendirmişti.Sapsarı, altın renkli metalle kaplı, güzel bir okulçantası almıştı. Bez torbadan kurtulmuştu Zeki.Çantasını çok seviyor, yanından hiç ayırmıyordu.Cevdet de biraz ileride, ağaç gölgesinde bağlı olanineğini ve danasını sulamaya gitmişti. İşte nasılolduysa o anda olmuştu. Lütfiye elinde domates,biber ve yumurtalarla ocağın başına dönmüştü ki;ocaktan sıçrayan bir kıvılcım, uzanan bir alev,çardağın sazlarını tutuşturmuştu; çardak yanıyordu.“ diye haykırdıÇocuklaaarrr, dışarı kaçın çabuk!”yırtınırcısına. Çocukların beşi de fırladılar,kendilerini dışarı attılar. ”Baba, baba yetiş! Yanıyor,yanıyor… ”diye bağrıştılar korkuyla, titreyerek.Lütfiye de alevlerin ulaşmak üzere olduğu çardakkapısından son anda kendini dışarı atabildi.Ellerinde hala domatesler, biberler, yumurtalarvardı...

Cevdet, yarışmacı bir atletin süratiyle koşarakçardağın önüne yetişti. Artık her şey için çok geçti.Birkaç dakika içinde olanlar olmuş, saz çardakçarçabuk bir alev topuna dönüşmüştü. İskeletioluşturan direkler, içerideki yatak, yorgan veçamaşırlar, kilimler, hasırlar alev, alev yanıyordu.Korkunç öğle sıcağı ile birleşen yangın öylesinecehennemi bir kızgınlık oluşturmuştu kiüzerilerindeki giysileri, derileri de tutuşacaktıneredeyse. Ailece koşuşarak on metrelerce geriyekaçtılar. Kısa sürede her şey yandı, kavruldu. Geriyesadece üzerinden kapkara dumanlar tüten küllerkaldı. Serinlik saçarak umutları tazeleyen yemyeşiltütün tarlalarının ortasında yangının katlanılamazyakıcılığı… Ne yatak, ne yorgan, ne giysi, neyiyecek ne de kap kacak kalmıştı. Kendileri deortalık yerde, ayakta, yalınayak, birbirlerinesarılmış, öylece şaşkın, ürkek, paniklemiş dikilipduruyorlardı. Tüm ümitlerini yakan alevler,yüreklerini de kavurmuştu. İfadesiz yüzlerinden nedüşüncelerini ne de ümitlerinin tükenişini okumak

Page 64: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-64-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTEEĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

olası değildi. Zeki ise altın renkli okul çantasını halasımsıkı elinde tutuyordu. Yangından kurtulan tekeşyaydı, sarı okul çantası…

Başlarına gelen bu felaketin haberi pek çabukyayıldı. Çardaktan yükselen alevleri, dumanlarıgören, canhıraş feryatları işiten Sarıkaya'nın diğersakinleri koşuştular, ardından da haber alanköylülerin pek çoğu. Herkes dumanlar tüten külyığınının çevresinde toplanmıştı. Her kafadan bir sesçıkıyordu. Kadınlar ah vah edip dizlerini döverken,erkeklerin pek çoğu Cevdet'i eleştiriyorlardı.“Hiççardağın içine ocak yapılır mı?” “Kızgın öğlesıcağında, çardağın içinde ateş yakılır mı?” Bukargaşa, hay huy içinde Kasım'ın gür ve otoriter sesiduyuldu. “Hepimize büyük geçmiş olsun! Herkes sağsalim kurtuldu. Canınıza bir şey olmadı ya! Gerisikolay. Zamanla her şey hallolur. Herkes sakinolsun!” Bu yatıştırıcı konuşma herkesi kendisinegetirmişti. Orta yerde kalakalmış, şaşkın, yoksulaileyi aralarına alarak hep birlikte Çakmaklı'yayürüdüler. Cevdet, eşyasız bomboş evinin kapısınıaçtı. Eşi ve beş çocuğu ile içeri girip çıplak, tahtazemine oturdular. Yoksulluğun ve yalnızlığınkahredici sessizliği… Korku ve umutsuzluk yüklübakışlarla çocuklar büyüklerine iyice sokuldular,minicik yürekleri onların kanatlarının altına sığındı.Ama geleneksel Boşnak yardımseverliği,dayanışması yine imdada yetişti. Herkes evinekoştu; kimi yatak, kimi yorgan, kimi hasır, kilim,giysi, çamaşır, kap, tava, kaşık, yağ, un, şeker, odunnesi varsa kaptı, geldi. Birkaç kadın hep birlikte herşeyi yerli yerine yerleştirdi. Evi yaşanılır halegetirdi. Çaresizliğin içinde umutlar tazelendi, garipailenin yüzü güldü, karamsar hava dağıldı. Dipsizkaranlıklarda, umudun ışığına sarıldılar, yaşamakaldığı yerden yeniden devam ettiler. Kim bilir buyeniden başlayış, o acı anıyı, yaşanmışlığıunutturabilecek miydi? Ne demiş düşünür: “Geçmiştozdur, üfle gitsin!”

Aradan bir iki yıl geçti. Kasım, hepsi de evli olanbeş çocuğuna da geçimlerini temin etsinler diye,birer tarla verdi. En büyük oğlu Cevdet'e da BaltacıBağları ile Azmak arasında kalan Zeytinli Tepe ilekıraç tarlayı vermişti. Cevdet her yıl yazbaşlamadan, çardağını kuruyordu. Tütün dikipişliyor, yazlarını tarlasında geçiriyordu. Çalışarakgeçen çok yorucu bir günün sonunda, akşamyemeklerini çardağın önündeki gölgelikte serilihasırın üzerinde yediler. Ardından da birazuzaklarında uzanan denizin saydam ve duru

maviliğinde yorgun bedenleriyle birlikte hemgözlerini hem de kalplerini dinlendirdiler. Sonundada çardaktaki cibinliğin içinde serili yataklarınauzandılar. Cevdet bir süre sonra sigarasını alıp dışarıçıktı.

Çok sıcak bir Temmuz gecesiydi. Baştan aşağıkaralara bürünmüş bir kadın gibi geceninkaranlığına gizlenmişti deniz, tütün tarlaları, söğütağaçları, sazlık, küçük tepeler, her yan. Bu gecenedense bir türlü uykusu gelmiyordu. Oysakisabahın dördünde erkenden kalkıp tütün kırmayagirişeceklerdi. Çardağın önünde toprağa serilihasırın üzerine yanlamış, uzanmış, bir ucu kırık,kararmış kül tabağını da yanına almıştı. Dirseğindenbükülü sağ koluna başını dayadı, sigarasındanasıldığı dumanları emip yutarcasına ciğerlerinedoyasıya çekti. Ağzından, burnundan boğum,boğum yükselen sigara dumanları, koyu kurşuni birrenk aldı. Bu yoksulluğu nasıl yenebileceğini, beşçocuğunu nasıl düzlüğe çıkarabileceğini düşündü,çareler aradı aklınca. Sigara izmaritleriyle giderekdolan küllük, bunaltıcı efkâr ve de arada birışıyıveren umutlar yoldaşlık ettiler ona…

Başını dayadığı sağ eli yorulmuş, uyuşmuştu.Başını kaldırdı, sırt üstü uzandı hasıra. Uyuşuk sağkolunu da hasırın üzerine bıraktı. Birden bileğininbiraz yukarısında bir iğne sokması, bir yanmaduyumsadı. Hemen doğruldu, orayı kaşıdı.Yanındaki gazlı çakmağı yaktı, hasıra, sağ kolunuuzattığı yere yanaştırdı. Kolu ile ezdiği kömür gibisimsiyah, küçük bir örümcek gözüne ilişti. ”Eyvah!Bu, zehirli karabüyü galiba! ”diye söylendikorkuyla. Çardağa girdi, amonyak şişesini aldı,sokulan yere sürdü. Panik içinde elli metre ötedekiSalih'in çardağına koştu, seslendi kardeşine.Alelacele giyindiler, gecenin yarısında, zifirikaranlıkta yaya yola düştüler.

Çanakkale–İzmir asfaltı iki kilometre ötedeydi.Oraya yaya ulaşıp bir taşıt bekleyeceklerdi. En yakınhastane Menemen'deydi. Kurtuluş bir an öncehastaneye ulaşabilmekte idi. Olabildiğince hızlıadımlarla yürüyorlardı. Azmağı, kumluğu geçtiler.Cevdet gitgide yavaşladı, takatten düştü. İnliyor,bağırıyordu. Zehir, vücuduna yayılmış olmalıydı.Salih ağabeyini bazen sürükleyerek bazen taşıyarak,uzun uğraşlar sonucu, güç bela Nemrut'tan asfaltaulaştırabildi. Asfalt yolun kıyısında yere uzananCevdet, acılar içinde yuvarlanıyor, titriyor, inliyor,bağırıyor, ağlıyordu. ”Ben öleceğim. Beş çocuğumbabasız kalacak. Ne olacak halleri? ”diye

Page 65: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-65-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

söyleniyordu hıçkırıklara boğularak.

Salih gözü yolda, Aliağa yönünden bir taşıtgelmesi için tanrıya yalvarıyor, bir yandan daağabeyini teselli etmeye, tutmaya çabalıyordu. Bugece yarısında şansları güldü. Çok geçmedenuzaktan bir taşıtın farlarından yayılan ışıklargöründü. Salih yolun ortasına fırladı. İki elini havayakaldırıp, dur işareti verdi. Taşıt yavaşladı ve tamönlerinde durdu. Külüstür bir kamyondu bu.Cevdet'i güçlükle kasaya bindirdiler ve yolakoyuldular. Salih, ağabeyini çok zor tutabiliyordu.Vücuduna iyice yayılan zehirden kaynaklanankorkunç ve dayanılmaz acılarla kıvranıyor,bağırıyordu. Gediz nehri üzerindeki köprüdengeçerken kendini kamyon kasasından aşağı atmayıdenedi bir ara. Ama kardeşi Salih'in güçlü kolları birmengene gibi onu sıkmış, bırakmıyordu.

Yarım saat sora Menemen Devlet Hastanesi'ninkapısındaydılar. Cevdet'i zorlukla kamyondanindirip, hastane avlusuna soktular. Salih, bir bankınüzerine uzattı ağabeyini. İçeri, görevlilere habervermeye koştu. Geri geldiğinde ağabeyi kendinibanktan aşağı atmış debeleniyor, bina kapısınadoğru canhıraş feryatlarla yuvarlanıyordu.Hastabakıcı ile birlikte zor zapt ettiler, hastanebinasından içeri aldılar, bir yatağa yatırdılar. Cevdetçektiği acılardan, zehrin etkisinden mosmorkesilmişti, tir tir titriyordu hasta yatağında.Alelacelegelen hekim enjektörle gerekli miktarda panzehirizerk etti. Gitgide acılarının azaldığını, rahat nefesaldığını duyumsadı. Gözlerini yumdu. Acabakurtulacak mıydı? Tanrı onu çocuklarınabağışlayacak mıydı? Yaşama umudu iyiceyeşermişti. Her şeye karşın yaşamak çok güzeldidoğrusu. Ölümün soğuk nefesini bir süreduyumsadıktan sonra, yaşam daha da bir anlamkazanıyordu. Bir hafta kadar hastanede kalan Cevdetölümden dönmüştü. Böceğin zehrinin etkisiylevücudundaki tüylerin büyük çoğunluğu dökülmüştü.Yüzünde, cildinde oluşan morluklar ise yavaş, yavaşyok oluyor, normale dönüyordu. Hastanede kaldığıgünlerde uzun, uzun, enine boyuna geleceğinidüşünmüştü. Babasının kendisine verdiği ZeytinliTepe ve kıraç tarla neredeyse ölümüne sebepoluyordu. Kızgın yaz günlerinde her taşın altındakarabüyüler, sarıbüyüler, akrepler, yılanlar ciritatıyordu. Yıllardır yaz mevsimlerini burada kurduğuçardakta geçirmişti. Küçücük çocuklarının buzehirliler tarafından sokulmaması büyük bir şanstı.Hastane dönüşünde çardaktaki eşyalarını toplayıpÇakmaklı'daki evlerine taşındılar. Tütün kırma vedizme işlerini köyden tarlaya gelip giderek

sürdürdüler. Yaz mevsimi geldi, geçti. Tütün işi debitti. Bir araya gelip sohbet ettikleri bir gün, kardeşiSalih'e düşüncelerini açıkladı. Zeytinli Tepe ile kıraçtarlasını ilk alıcı çıktığında satacaktı. Orayı gözdençıkarmıştı.Allah ona ve ailesine başka yerden nafakanasip edecekti inşallah…

Bir gece, evindeki ocağın karşısında yatağınauzanmış düşünüyordu. Birincisinde çardağı, her şeyiyanmıştı. Eşi ve çocukları canlarını zorkurtarmışlardı. İkincisinde de kendisi ölümdendönmüştü. Çekirge iki kez sıçramış, kurtulmuştu.Belki de ölümle inatlaşmaktı bu! Ama üçüncüyeyakalanmama konusunda kararlıydı. Bu iki olayı dailâhi bir uyarı olarak algıladı. Bu uyarılara kulakverecekti. Bir daha asla çardak kurup, köyündençıkmayacaktı. Böylesine acı olaylar yaşamayacaktı.Son olsundu inşallah! Aslında da çardak gibi eğretive her türlü tehlikeye açık bir yerde, beş çocuğuylabirlikte yaşamaya kalkışmasının da çok büyük birhata olduğunun farkına varmıştı sonunda. “Buyaşamda sürekli bir mutluluğa ulaşmak olası değilbelki de! Ancak mutsuzluklara alışarak mutluluğuyakalamak mümkün!” diye fısıldadı, bukabullenmişlikle de rahatladı, mutluluğa doğru biradım attığını ve yazgısının ona gülümsediğiniduyumsadı. Umudun sıcaklığı kalbini doldurmuş,iyimserlik tüm bedenini kuşatmıştı. Acılarlaumutlar, gerçeklerle düşler didişmektenvazgeçiyorlardı. Belki de yaşamın kendisiplanlıyordu her şeyi! Yaşamının en önemli kararı,dudaklarından döküldü: “En do rusu ailece kenteğta ınmak! Tüm canlılar gibi sadece bir kez elimizeşgeçen u ömrü, gerçek cennet olan bu dünyada tümşnimetlerden yararlanarak, fırsatları de erlendirerek,ğinsanca ya amak…ş ” Ocakta yükselen zeytinodunların alevlerinde giderek büyüdü hayalleri,gerçekleri çağrıştırdı. Gelecekteki o sağlıklı, şanslıve mutlu günlerin düşleriyle gözleri yavaş, yavaşkapandı, derin ve huzurlu bir uykuya daldı…

Posta Çeki Hesap No: 5364820Banka Hesap No: İş Bankası 3422-0477385

BAĞIŞLARINIZİÇİN

DERNEĞİMİZİNHESAP NUMARALARI

Page 66: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-66-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

İnsanlar toplu yaşarlar. Toplu yaşamın önemlikuralları vardır. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, yaniherkesle dost, arkadaş, akraba ve komşularla iyi geçimgerekir. Alışverişte ve her işte adaletli olmak gerekir.Daha bunlar gibi sayısız kural ve örnek davranışlarısıralayabiliriz.

Toplumda her insanın bir işi, mesleği vardır.İnsanın mesleğinin en iyisi, en başarılısı olması gerekir.İşte bu konuda bazı insanlar övgüye layıktırlar. Bunlaramesleğinin piri derler. Benim ilkokul öğretmenimYusuf Büyükçoban bunlardan birisidir. Okumasıolanaksız olan, yakınımda ortaokul, lise bulunmayanköy çocuklarını öğretmen okulu sınavlarınahazırlayarak yüzlerce öğretmen yetiştirdi. Bugün oöğretmenlerin çocuklarının çoğu okuyarak çeşitlimeslek sahibi oldular. İşte böylece binlerce yüksekeğitimli insanlar toplum hayatınakatıldılar. İşte o benim öğretmenimYusufBüyükçoban. Ben de onu ideal edindim.O kadar olmasa da kendi mesleğimdebaşarılı olduğum kanısındayım.

Büyük önder ve cumhuriyetinkurucuları zamanında 1926 da parasızyatılı okul sistemi kuruldu. Onlara veEğitim Bakanı Mustafa Necati'ye minnetve sevgiler.1940 yılında Eğitim BakanıHasan Ali Yücel ile İlköğretim GenelMüdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafındanparasız yatılı okullar Köy Enstitülerinedönüştürüldü. Okuma olanağı olmayanköy çocukları büyük bir okuma-yazma eğitimiyleyurdumuzun okur-yazar oranını yükselttiler. Ülkemizinsanları karanlıktan aydınlığa ulaştılar.

İşte o günlerin Köy Enstitüsünde yetişen diğeröğretmenler gibi Yusuf Büyükçoban da öğretmen oldu.Canı pahasına çalıştı. Yoksul ve yetenekli köyçocuklarını ücret almadan özel kurslarla yetiştirdi.Mükâfat yerine köylünün kalkınmasını istemeyen köyağalarınca suçlu sayıldı. Oradan oraya sürüldü.İdealinden yılmadı. Daha çok çalıştı.

Şimdi o köy ağaları anılmıyor. Benim öğretmenimYusuf Büyükçoban saygı ve sevgiyle anılıyor.

Köylünün kalkınmasını istemeyen toprak ağalarıkorktu. O yıllarda Köy Enstitülü öğrenciler ziraat marşı,öğretmen marşı ile yurdu inletiyorlardı. O nedenle 1954

yılında Köy Enstitüleri kapattırıldı. 1954-1974 yıllarıarsında öğretmen okullarına dönüştürüldü. Bizler deKöy Enstitüleri ekolundaki öğretmen okullarındayetiştik. Ne mutlu o zamanın eğitimcilerine…

Şimdi kendi ilkokul yıllarımızdan, YusufBüyükçoban'ın aile yaşamından, bizleri öğretmenokullarına hazırlayışından söz etmek istiyorum:

İlkokul yıllarımızı, o günkü ilkokul yaşantımızı hiçunutamıyorum. Ben çiftçi bir ailenin ter erkekçocuğuyum. O yıllarda ilkokulu takunya ve ya hayvangönünden altı yok çarıkla gidip geliyoruz. Okuldan evegelince dersten çok anne ve babaya yardım etmekzorundayız. Eve çeşmeden sun taşıma, hayvanlarabakma, tarla ve bahçe işleri çalışmalarımız oluyor. Çiftsürme, eşek ve atla tarladan yük taşıma gibi

sayamayacağımız işler. Yaya iki saatuzaktaki tarlalarımıza yokuş yukarısırtımızda ekmek torbalarımızla gidipgeliyoruz. Torbamızda az ekmek, biryumurta, varsa zeytin, peynir, elma, erikolabiliyor.

Bugünkü gibi telefon, televizyon,radyo bile yok. Radyo sadece okulda var.Köyümüz Fethiye'ye o zamanlar 85 km.uzaklıkta. Taşıt yok. Fethiye'de işi olanlaryaya veya at, eşekle en az dört gündegidip gelebiliyorlar. Yazları çok kötüyollardan 15-20 günde bir yük taşıtı olanüstü açık otomobiller gidip geliyor.Onlarda yolda birkaç kez bozularak

insanlar aracın üstünde gidiyor. Ortaokul 85 km.uzaktaki Fethiye'de var. Bir ailenin Fethiye'de çocukokutması olanaksız. Ancak köy çocuğu öğretmen okulusınavını kazanırsa okuyabiliyor. Yoksa köy hayatınadevam.

Ben öğretmen olmak istiyordum. Evin tek oğluolduğumdan babam, annem okutmak istemiyorlardı.İlkokulu bitirince sınava salmadılar. O yıllarda AtlıdereKöyü'nde Yusuf Büyükçoban öğretmenin öğrencilerinisınav kazandırarak öğretmen okullarına gönderdiğiniduyuyorduk. Halk Yusuf Büyükçoban öğretmene aşkolsun ne büyük adam. “Atlıdare Köyü'nden bir sürüöğretmen yetiştirdi.” diyorlardı. İlkokulu bitirdiğiminertesi yılı Seki'ye Yusuf Öğretmen atanmıştı. Tayinsebebi çok hoş değildi. Çünkü onun aydınlatıcı güzü

Öğrencisinin Gözüyle Y. Büyükçoban…

“O BENİM ÖĞRETMENİMSüleyman ÖNER

Page 67: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-67-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

başta Abalılar sülalesi olmak üzere Fethiye köyağalarını korkutmuştu. Bir nevi sürgün tayini idi.Ağalar halkın okumasını, ilerlemesini istemiyorlardı.Müthiş bir particilik vardı.

Seki'de bir yandan öğrencilerini çalıştıran YusufBüyükçoban öğretmenim bir yandan da okulu öncedenbitiren bizleri toplayarak ücretsiz sınava hazırlıyordu.Babamı da sınava hazırlanmam için ikna etti. Sınavyerine bile kendi parasıyla götürdü. İlkokulu öncedenbitiren bizler aynı köyden aynı yıl on sekiz kişiöğretmen sınavını kazanarak okula girdik. Adabelenliolduk. Bize bu olanağı sağlayan Yusuf Büyükçobanunutulur mu?

Yusuf Büyükçoban ailesi yazın Seki'de yaylalardı.Soyadından da anlaşılacağı gibi çobanlıkla geçinen biraile idi . Konuşmaları , giyinişleri , onurludavranışlarıyla hepsi örnek insanlardı. Babam ”Şuçobanlar sülalesine imreniyorum. Oğlum onlarıkendine örnek al derdi. Çobanlar ailesini çok severdi.Bu sülale akrabalarıyla köy halkıyla iyi geçinen mutluinsanlar topluluğuydu.

Bizi sınava hazırlayan öğretmenimiz YusufBüyükçoban ertesi yıl siyasicilere yine ağa isteklerineuyarak öğretmen yetiştirilmesin isteğiyle Fethiyemerkeze atandı. Köylerden uzaklaştırıldı. Orada yinehuzursuz oldu. İlköğretim Müfettişliği sınavınıkazanarak ilköğretim Müfettişi oldu. Çeşitli yerlerdekigörevleri sonucu emekli olarak Aydın İli'ne yerleşti.Orada yine eğitim çalışmalarına devam etti. Haleneğitimcilerle iletişim çalışmaları devam ediyor. Aydınİli'nde ikamet eden öğrencisi iken öğretmen olankişilerle eğitim etkinliklerine katılıyor. Örneğin her yılAdabelen toplantılarına onur veriyor. Hani derler ya“başarılı her erkeğin başarılarında eşinin de payıvardır.” Bu çok doğru kendisini destekleyen, yanındanhiç ayrılmayan çok muhteşem bir yengemiz, kıymetlibir eşi var.

Yusuf Büyükçoban hakiki bir köy Enstitülüdür.Hiçbir maddi düşüncesi olmaksızın bizleri en iyişekilde yetiştirdi. Mesleğinin öğretici ve eğiticiözellikleri yanında iyi giyinen düzgün konuşan, yapıcıyaratıcı, güvenli, sevecen kişiliğe sahiptir. Güleryüzlüdür.

İlkelerini HasanAli Yücel'den, Tonguç'lardan alangerçek bir Atatürk cumhuriyetçisidir. Mesleğinin enyetenekli kişisidir. Bende kendisini örnek aldım. Okadar olmasa da hemşiresinden profesörüne kadarulaşan sayısız öğrenci yetiştirdim. Resmi ilkokulkursları dışında ücret almadan aynı idealle sadeceülkem insanlarının ilerlemesi için.

Yusuf Öğretmen'in çalışmalarını örnek alanSeki'de başka öğretmenler de maddiyat karşılığı daolsa bile onun çalışmalarını devam ettirdiler.

Birçok öğretmende onlar yetiştirdiler. Demek kibir topluma örnek olabilen kişi tüm toplumuaydınlatabiliyor. İşte örnek olmak, öğretmen olmakbudur. Bugün Fethiye'de öğretmen olan herke onunharcıyla , onun öngörüsüyle , önder l iğ iyleyetişmişlerdir. Harcadığımız her kuruş parada,yediğimiz her lokma ekmekte onun hakkı vardır. Tabiianlayana. İnşallah bizlere hakkını helal eder. Bizlerhakkını helal edeceğine inanıyoruz. Kendisini hergördüğümüz yerde saygı ve sevgilerimizle elindenöpüyoruz. Ne mutlu ona yardımcı olan değerli eşine,anne ve babasına. Kendisine nice yıllar sağlıklı birömür dilerim. Sonsuz sevgilerimle.

Alçak gönüllü yüreklerde yaşayan düşünceler, enyüksek düşüncelerdir. Öğretmenimi sonsuzbaşarılarından dolayı kutlarım. Öğretmen önderdir.Öğretmen örnektir. İşte benim öğretmenim YusufBüyükçoban hem önderdi, hem örnekti. İşte o benimöğretmenim.

(27.06.2017)

Yaylanın havası bal kokarKim üretir, kim yer? "Biri yer, biri bakar!"

Pazara düşen her meta,"Alabilene aşk olsun!"

Kızılderilileri bilir misin, ya Afrikalıları?..Hem kızıllar, hem karalar yabanıl, yamyamÖyle uyuttular akcam üstünde biziKolu uzun, yüreği karalar,

aşıp geldiler...

Hasadın alıcıkuşu aldı aklımızıGüzgülleri açmaz, utançtan sararırBoğazımıza düğümlenir sesim çıkmaz, çıkamazAsıldı Deniz'lerim, Aslan'larım, İnan'larımYarıda kalmıştır yolumuz..... deme

Sinme hiçbir zaman.

(Dizelerin Umudu'ndan)

Abdullah BOLULU

SİNMEHİÇBİRZAMAN

Page 68: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-68-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Kardeşim İlhan benden bir yaş küçük. O dokuz,ben on yaşımdayım. Düğünlerle bayramlardayapılan yağlı güreşlerin etkisiyle güreşçi olmamızisteniyor. Hatta akrabalar bir araya gelince bizegüreş yaptırıyorlar. Ben hep yeniliyorum.

Babam her gittiği işe yardımcı olarak İlhan'ıgötürüyor. Urganı toplayıp semere geçiriyor. Benyapamıyorum. Yolda yürürken İlhan köz dolu külebasınca ayağı yanıyor, sorumlu olarak dayağı benyiyorum.

*

Çocukluğumun geçtiği İncirköy 1950'li yıllardatütün yetiştirirdi. Yıl boyu emek ister tütün.Zamanında yapmadığın tütün işi kayıptır, zarardır.Fidanı zamanında dikeceksin. Çapayı, kırmayı,dizmeyi, kurutmayı, balyayı zamanında yapacaksın.Yapraklar siyahlaşır, kalite düşer, iyi fiyatalamazsın.

Şimdi bile yemek yerken ara sıra parmaklarımabakarım, tütün dizerken delik deşik olanparmaklarıma... Hala sarı mı, tütün zehri var mıdiye.

Köyümüz halkı 1950'li yıllarda tüm köylününbelirli oranlarda katıldığı kooperatif hisseleriyleÇalışburnu Plajı'nın olduğu yeri satın aldı. Bataklığıkuruttu. Buranın adı Çiftlikköy oldu. Güçlülerekarşı birleşti, ortak otobüs ve kamyon satın aldı.1990'lı yıllarda ise tütün işi bitti, bitirildi. Köydekiüretilenler para etmez oldu. Komşu köyÜzümlülüler arazilerini İngilizlere sattılar. Bizimköyden tek tük satan var. Babamdan kalan araziyezeytin diktik. Kız kardeşim Yıldız, İlhan ve ben.Ürün almaya başladık. Köyde yapılan toplantılardada arazilerini satmamalarını, ağaç dikmeleriniönerdim. Şimdiki muhtar Orhan Orhun daAydın'dan öğrencim. Köye kütüphane yaptırmış.Çeşitli kurslar açtırıyor. En hoşuma giden de zeytinbudama kursu.Yüzden fazla katılan olmuş.

1950'li yıllara dönersek geleceğimin iyiolmayacağını düşündüğüm yıllar. Yokluk yılları.Cılızım. Becerikli değilim. Derslerim iyi.

Öğretmenim Recep Kara genellikle bana dersanlattırıyor. 1953 yılı dörtten beşe geçtiğimiz sene.Köyde konuşulan “Atlıdere'de bir öğretmen varmış,okut tuğu her çocuk öğretmen okulunukazanıyormuş” sözleri idi. “Niye bizim köyde böyleöğretmen yok” yakınmaları köy meydanında,kahvede, evlerde konuşulur olmuştu.

O yaz, Aksu Öğretmen Okulu'nda son sınıfageçmiş olan Saadettin Yalçın ağabey on-on beşarkadaşımızı topladı. Kendi evinde sınav içinçalıştırdı. Ailelerimizin para verdiğini sanmıyorum.Çok olsa yetiştirdikleri üzümden birer salkımvermişlerdir. Yol gösterdi, çalışma yöntemleriniöğretti, emeği geçti. Işıklar içinde olsun.

Yazılı sınavı kazandığımız bildirildi. Ortaklar'asözlü sınava geldik. Ben babamla Üzümlü'denHasan Başar ile Kızılbel'den Cahit Kavcaröğretmenleri ile geldiler.

Ayaklarında deri çarıklar, dizlerine kadar bağlıon beş Atlıdereli. Yusuf Büyükçoban'ın öğrencileri.Çalıştırmış, öğretmiş, güven vermiş, tümünü tekbaşına sınava getirmiş. Çoğunluğu sınavı kazandı.Böyle bir çalışmayı Atlıdere'de yapmamış olsaydıFethiye köylerinde okuma seferberliği hızkazanmayacaktı. Çalışma grupları oluşmayacaktı.Her köydeki çalışmada sınav kazanamayançocuklar ortaokula, liseye, meslek okullarınayönelmeyeceklerdi. Köy Enstitüsü anlayışıyaygınlaşamayacaktı.

Ben de öğretmen okulu son sınıfındanyüksekokulu bitirdiğim yıla kadar bütünlemeyekalmış öğrencileri sınava hazırlayarak yardımcıolmaya gayret ettim. Yabancı dil bu çalışmaya dahildeğil. Dut ağacının altındaki balkonda yirmi öğrencivar. Karşı evde dedem vefat etmiş. Çalışmayaakşama kadar ara verdim. Ertesi sabah aynıçalışmaya devam. Bunlardan her meslekte saygınkişiler yetişti, görev yaptı. Yusuf Büyükçoban. 2003yılı içinde beş altı arkadaşı ile birlikte Aydın YeniKuşak Köy Enstitüleri Derneği Şubesi kuruluşu içinçalışıyorlar. Yer arıyorlar. O günlerde AydınAtatürkçü Düşünce Derneği Başkanıyım.

Öğrencilerinin Gözüyle...

Çocukluğum, Köyüm veYusuf Büyükçoban

Çetin ARDIÇ[email protected]

Page 69: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-69-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Yönetimdeki arkadaşlara konuyu açtım. Birlikteolmamızın yararlarını arkadaşlarım da biliyordu.“Size yer verelim, gelin birlikte olalım” dedim.

O günden bugüne birlikteyiz. Bir gün bizimyönetimdeki arkadaşlarla hararetli bir tartışmaiçindeyiz, “en önemli konu” deyip duruyoruz. Nediyeceğimi ne yapacağımı şaşırdım. Karşıyabaktım, Yusuf Büyükçoban, Dursun Tuncer, FehmiPoyrazoğlu hiç konuşmadan harıl harıl çalışıyorlar.“Durun, durun” dedim. “Lütfen herkes karşıyabaksın, ne yapıyorlar”. İçimizden biri “herkes kendiişini yapıyor” dedi. “Hadi herkes kendi işini yapsın,daha iyisi için tekrar konuşuruz” dedim.

Yaşı doksanı geçti. Hepimize örnek olacakşekilde çalışıyor. Kimin aidat borcu var kimin derdiborcu var kuruşu kuruşuna bilir. Hep not alır. Kaydageçirir. Hasta olanı, derdi olanı, tanıdıklarını arar.

Olumsuz tartışma içinde olmaz. Benimsemediğikişilerle ilişkide ölçümlü davranır, senli benliolmaz.

Yusuf Hocam düşündüğünü, bildiğini yaşamageçirmeye çalışır. Dürüst çalışır, verimli çalışır,güven verici çalışır. Dostlarıyla birlikteyken iyi rakıiçer. Lüzumsuz konuşmaz. Dengesini kaybetmez.“Meşeli türküsünü” duyarsa yerinde duramaz, pisteen önce fırlayandır. İyi de oynar.

Yetiştiği ortamdan kendi çevresinden evlilikyapmış olması, eşini sürekli desteklemesi,Büyükçoban hocamıza gençlik ve dinçlik vermiştir.

Benim köyümün öğretmenlerini de etkilediğiiçin hep “hocam” derim. Beni okutmadığı haldehocam demem onu mutlu eder, gözleri ışıldar.Işıldayan gözün, dik duruşun, bilgeli yaşayışın uzunyıllar sürsün.

SİVAS ŞEHİTLERİMİZİ SAYGIYLA ANIYORUZ,YAKANLARI ŞİDDETLE LANETLİYORUZ!-Adabelen

O da Sivas'taydı!

Ozanımız Nurettin ÖZKAN diyor ki:24 yıl olduDüştü içimize bu kızgın ateşÇernobil söndü amaİçimizdeki bu acı ve ateşİnsanlık durdukça sönmeyecek.

Nurettin Ö[email protected]

Page 70: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-70-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

YAŞADIKLARIMDANAKLIMDA KALANLAR-IV

Ali Ç[email protected]

Okulda üçüncü sınıfa gelmiştim. Derslerim de iyi idi.Fakat hiçbir sosyal etkinliğe katılamıyordum. Futboloynayamadım. Boyum basketbol ve voleybol oynamayauygundu, ama onları da beceremedim. İyi resim deyapamıyordum. Kulaklarım iyi duyuyor, fakat sesim güzeldeğildi. Okulun zeybek folklor ekibi vardı, ama ona nasılgirileceğini bilemiyordum.

Bir gün akşam yemeğinden sonra müzik salonundafolklor ekibinin çalıştığını fark ettim. Hemen oraya gidereko günkü çalışmayı ve ondan sonraki tüm çalışmalarıizlemeye başladım. Daha sonra ekipte çalışan hemşerim AliAğabey'im ve Beden Eğitimi Öğretmenim Selami Akdal'ındesteğiyle folklor çalışmalarına katıldım. Üçüncü sınıfınsonuna doğru da ekibin yedek oyuncusu, dördüncü sınıftaise folklor ekibinin asıl üyesi oldum. Zeybek oynamayı çokseviyordum. Efe kıyafetlerini giyince yürüyüşüm biledeğişiyordu. Artık milli bayramlara ve törenlere efe(zeybek) olarak katılıyordum.

1959 yılının 7 Eylülü'nde -Aydın'ın Kurtuluş Günü-İstanbul'daki Aydınlı üniversite öğrencileri Hilton Oteli'ndeAydınlılar Günü düzenlemişler ve bizim okulun folklorekibini de o geceye davet etmişlerdi. Selami Bey'inyönetiminde Ortaklar'dan Bandırma'ya kadar trenle,Bandırma'dan İstanbul'a vapurla giderek bu törene katıldık.Düşünebiliyor musunuz; Bezkese Köyü'nden İdrisMehmet'in ayağında pabucu olmayan oğlu Ali Çakır,İstanbul Hilton'da dizini vurduğu yerden kıvılcımlarçıkartarak zeybek oynuyordu. Bu benim için çok büyük birgururdu. Bana bu gururu Ortaklar İlköğretmen Okuluyaşatıyordu.

İstanbul'daki görevimiz bitince oradan İzmir'e vapurla,İzmir'den Ortaklar'a da trenle döndük. Bu gezide yaptığımvapur yolculuğu, benim ilk vapur yolculuğum oldu.Dördüncü sınıfta iken resmi bayramlarda okulun flamasını,beşinci sınıfta ise bayrağını taşıdım. Bu da benim için büyükbir onurdur.

***

Okulda bizim devremiz A, B, C şubeleri olarak üçsınıftık. Beşinci sınıfa geçince B şubesini A ve C şubelerinedağıttılar. C şubesi B oldu. Böylece beşinci sınıfta 5-Ave 5-B şubeleri olduk. Ben 5-B şubesinde idim. Eski Bşubesinden gelen arkadaşlarla da kısa sürede kaynaştık. Ortakısımdaki Türkçe dersimiz edebiyat dersi olmuştu. Çoksevdiğimiz Türkçe Öğretmenimiz İsmet Tarcan'ın yerineedebiyat dersimize Zülfikar Ortaç Öğretmenimiz geliyordu.Z. Ortaç Öğretmenimiz pırıl pırıl giyinen, ayna gibiayakkabıları olan, çok temiz, çok karizmatik birisiydi. Bizedersin planını yapar, her konuyla ilgili kaynakları sayfanumaralarına varıncaya kadar yazdırırdı. Bu kaynaklardan

faydalanarak konuları bizim hazırlamamızı isterdi. Busüreçte Zülfikar Bey öğretmenimiz bizleri Varlık veYeditepe Yayınları'nın cep kitapları ile tanıştırdı. Çünkü bucep kitapları da işleyeceğimiz konuların kaynak kitaplarıarasındaydı.

Zülfikar Bey, hepimize incelediğimiz her şairden birerşiir hazırlamamızı söylerdi. Sonraki bir derlerimizdeöğrencileri rastgele kaldırarak hazırladığımız şiirleriokuturdu. Bir ara '' 398 Turgut Güngörmez (Turgut şimdirahmetli olmuş. Nurlar içinde yatsın) sen de Ziya Paşa'danhazırladığın şiiri oku'' dedi. Turgut derslerle ilgisi az olan birarkadaşımızdı. Tabii Ziya Paşa'dan hazırladığı bir şiir deyoktu. Ziya Paşa kitabı da yoktu. Hemen arka sıralardanTurgut'a bir kitap ulaştırıldı. Turgut rastgele bir sayfa açtı,karşısına çıkan şiiri okumaya başladı. Bizler de Turgut buvartayı atlattı diye sevinirken birden Zülfikar Bey Turgut'udurdurdu. ''Aman efendim. Yakaladık sahtekârı. Yakaladıküç kağıtçıyı. Haydi anladık benim gibi bir ihtiyarı kandırdın,ama bu koskoca sınıfı nasıl kandıracaksın efendim. Busınıftaki öğrenciler cin gibidir. Onları kandıramazsınefendim.'' dedi. Bizler ne olduğunu anlamamıştık.Anlamaya çalışıyorduk. Sonra olanı anladık. ÖğretmenTurgut'tan Ziya Paşa'dan şiir okumasını istediğinde Turgut'ayardım etmeye çalışan arkadaşlar Ziya Paşa'ya ait cep kitabıyerine Ziya Gökalp'in kitabını vermişler. Turgut'ta ZiyaPaşa yerine Ziya Gökalp'ten bir şiir okumaya başlamış.Öğretmenimiz olayı hemen fark etmiş. Oysa sınıf olarakbiz olayın hiç farkında değildik.

5-B sınıfımız idare binasına doğru yönümüzüdöndüğümüzde sağ taraftaki son binanın incir bahçesinebakan tarafında idi. Okulumuzun sebze meyve,bahçelerinde çalışmaya gelen köylüler bazen sabah gelirkenbinip geldikleri eşeklerini bizim sınıfın altındaki incirbahçesinin kenarlarına bağlarlardı. Bahara doğru biredebiyat dersimizde Zülfikar Bey hızla derse girdi ve ''Amanefendim, ensemizi kaşıyacak zamanımız yok. Hemenkitaplarımızı açalım'' derken incir bahçesine bağlanan eşekanırmaya başladı. Zülfikar Bey sustu, eşeğin anırmasınınbitmesini bekledi. Yakınımızdaki eşek susunca uzaktan birbaşka eşek anırıyor. Fakat Zülfikar Bey uzaktaki eşeğinanırmasını duymuyor, tam derse başlıyor uzaktaki eşeğinanırması bitiyor, yakınımızdaki eşek tekrar anırmayabaşlıyor. Öğretmen yine susuyor. Bu olay birkaç keretekrarlanınca öğretmenin sabrı taştı. '' Aman efendim,anladık bu eşek, eşek ama bunu buraya bağlayan eşek oğlueşek efendim, eşek oğlu eşek'' demişti. Sonra eşeklersusunca dersimize devam ettik.

Bu kez de bu kadar yeter. Kısmet olursa sonrakisayılarda devam ederim. Saygılarımla.

Zaman tünelinden...

Page 71: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-71-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

''BAK OĞLUM,KÖYDEN ON YUMURTAİLE ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUNÖĞRETMEN, SUBAY,MÜHENDİS,MİLLETVEKİLİ HATTACUMHURBAŞKANIOLABİLDİĞİ YÖNETİME,CUMHURİYET DENİR!''

Daha ilkokuldayım. Evdetelefon çaldı. Koştum, açtım.Babamın okul arkadaşı KerimAmca. O da babam gibiöğretmen. Çocukluğumuzunöğretmenleri işte… İki sözarasında hemen birkaç soru, herfırsatta öğretmenliği yaşıyor veyapıyor. Telefonda hemen sınavbaşladı...

-Zafer, İstiklâl Marşımızıkim bestelemiştir?

-Zafer, Konya'nın plakasıkaç?

Hepsini yanıtlıyorum.Ardından o zaman bana çok

garip gelen bir soru geliyor:-Zafer, ON YUMURTA KAÇ

ÖĞRETMEN EDER?Şaşırıyorum.- O nasıl soru Kerim Amca?Kerim Amca telefonda uzun

uzun gülüyor.- Bak, diyor.- Okulun akıllısı Zafer. Yanıtını bilmediğin bir

soru buldum işte. Şimdi telefonu babana ver. Sonrada babana sor. O sana yanıtını verir.

Babamla Kerim Amcamın telefon görüşmesibitince, babama soruyorum:

- Baba, Kerim Amcam sordu. On yumurta kaçöğretmen eder?

Babam da gülmeye başlıyor. Ardından, gülerekbaşlayan, ama bittiğinde ikimizin de gözyaşlarıylayıkanan aşağıdaki öyküyü anlatıyor:

*- Kastamonu'nun Taşköprü İlçesinin yaklaşık

yirmi kilometre güneyinde, yan yana iki orman köyüvardır. Boşnakköy ve Armutlu. Her iki köyde dehayat zor, insanları yoksuldur.1950 yılının güneşli bir Temmuz sabahında, bu iki

köyün en çalışkan iki öğrencisi Alive Kerim, birkaç yıl içindeöğretmen okullarına dönüşecekolan Köy Enstitüsü sınavınakatılmak için ilçe merkezine yolaçıkarlar. Tabii yürüyerek…

Ali'nin elinde küçük bir sepet vesepetin içinde on tane yumurta var.Evde para olmadığından annesi,ilçede satıp sınav için lâzım olacakkalem, silgi gibi ihtiyaçları almasıiçin bu on yumurtayı, biraz kendievinden, biraz da komşulardantoplayarak Ali'ye vermiş. Kerim'inailesi daha da fakir olduğundan,Kerim'de o da yok.

Yaklaşık yirmi kilometre yoluyürüyerek ilçe merkezine ulaşıphemen bir bakkala giriyor ve onyumurtayı satarak bir kalem ve birsilgi alıyorlar. Kalemi de, silgiyi deikiye bölerek paylaşıyor ve sınavagiriyorlar.

İkisi de başarmıştır.Ancak bilmedikleri bir şey var.

Sınav iki gün. Bu iki küçük köylüçocuk, sınava girip akşamaköylerine dönmeyi düşünürken,şimdi Hükümet Konağı'nın önünde,neredeyse ağlamaklı geceyi neredegeçireceklerini bilmeden, bir aşağı,bir yukarı yürümektedirler…

Cadde üzerindeki evlerdenbirinde, bu iki köylü çocuğuna merakla bakan birkadın onları eve çağırır. Durumu öğrenince onlarıdoyurur. Akşama eşi de işten gelir ve çocukları ogece misafir ederler.

İkinci gün de sınav başarılıdır. Birkaç ay sonraKastamonu Gölköy Köy Enstitüsü'ne kayıt veardından şanla şerefle geçen otuz yılı aşkınöğretmenlik yaşamı…

Babam, öykünün sonun şöyle bağladı:''BAK OĞLUM, KÖYDEN ON YUMURTA

İLE ÇIKAN İKİ ÇOCUĞUN ÖĞRETMEN,SUBAY, MÜHENDİS, MİLLETVEKİLİ HATTACUMHURBAŞKANI OLABİLDİĞİYÖNETİME, CUMHURİYET DENİR!''

O OĞULLAR...

D. Akif TanrıkuluKaynak: egitimajansi.com

Page 72: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-72-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

ŞİİR BAHÇEMİZDENDünden bugüne…

İSMİNİARAYAN ŞİİR

(Gözlerine adadımbu şiiri, gözlerine…)

Ayla (Kavrukkoca)

[email protected]

Seni bulması için

Yalvardım kaç defa falcı kadına

Kaç defa kapısını çaldım.

Bense aramıştım, çok uzaklarda seni

Mecnun'un Leyla'sını aradığı gibi.

Medet ummuştum,

Kuşların uçuşundan,

Rüzgârın esişinden,

Çiçeklerin kımıldayışından.

Çok kere gökyüzü,

Benimle beraber ağlamış,

Benimle gülmüştü.

Sana,

Evrenin bütün yeşillerini adamıştım,

Birer birer.

Asma filizinin açık renginden,

Çam ağacının koyusuna kadar...

Ki bir gün bulunasın diye.

Oysaki sen...

Benden çok yakındın bana.

Mutluluğumun bir köşesinde sen,

Bir köşesinde bendim.

----------------------------------------------------

)(Haftanın şiiri Yeni Aydın gazetesi

12.02.1964

[email protected]

Nahide ZEDEF

BUGÜN

Suskunum, içerliyim,Barikat kurdum dilime,Suskunluğum isyanımdandır,Mavi Akdeniz'imÖfkeliyim, öfkeli,Tutuşmuş kuru meşe gibi,Munzur'um, Fırat'ım, Dicle'mCanım, tenim acıyor,Özlemim Süphan gibi, Erciyes gibi,Doludur gönül heybem

[email protected]

Ümran EROL

Perdeleri açarım her sabah aydınlığa,Yeni umutlarla dolsun, evim, yüreğim.Yaşam basamaklarını kolay çıkmak için,Güç bulsun yorgun dizlerim.

İçimdeki sessiz çığlıklar canlanır,Dilimden dudaklarıma dökülür, şarkılanır.Günaydın, akıllanmayan çocuk ellerim!Barış ile sıktığım güzel eller, günaydın!

Dudağımda yarı ıslıklı bir gülümseme,Metrelerce kederi örtüyor, karşılıksız.Bir kızın gelinliğinin aklığında,Umutlar doluyor kucağıma, yalansız.

Düşerken elimin tutunabildiği yeri,Öğrendin mi?Yanlışlarla doğrular arasındaki aklım.Barış istiyorsan, “önce sev” diyen sesler,Bastırarak geçiyor, yüreğimin üstünden…

ÖNCE SEV

Page 73: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-73-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

ŞİİR BAHÇEMİZDENDünden bugüne…

Yine üzerindeyim Koca MadranKüçük esintilerle hışırdamakta ormanRaks etmekte dalları ağaçların.Bir altı görünmekte, bir üstü yaprakların.Saçlarını dağıtmakta,Okşamakta yüzümü serinliğinÇektim içime derinden derine havanı.Buram buram kokusunu aldım kekiğin, çamın.Kucağında koro oluşturmuş cırcır böcekleri,Kuşları ne kadar dilbaz buraların.Bir tarafta taktakları ağaçkakanların,Diğer tarafta " " sesleri gelmektetokSevişen kaplumbağaların.Dualarım seninle Madran'ım,İstemem üzerinde ağaçlarını kesen motor sesini,Asla görmesin gözlerim,Kızıl alevleri ve is bulutlarını.Başına bir iş gelirse eğer,Yüreğim yanar, hüngür hüngür ağlarım.

(2004)

Hüseyin ERSÖZSalih EROĞLU

ÖZGÜRLÜK

Ben bir kelebeğim,Sabah olunca uyanırım.Başlarım uçmaya özgürlüğe,O çiçekten bu çiçeğe kanat çırparım.

En çok baharı severim,Kırlarda açan çiçeklerle mutlu olurum.Ben çiçeklersiz olamam,Çiçekler de bensiz olamaz.Etle tırnak gibiyizdir birbirimizle…

Kuşlar nasıl uçarsa havada,Ben de öyle uçarım.Onlar nasıl özgürse,Ben de özgürüm uçarken.

Beneklidir kanatlarım, benekli,Üstüm başım hep renkli.Çok hafif ve narinim,Yakalayınca okşarken incitmeyin.

Ömrüm çok sürmez benim,Ben doğanın güzelliği ve süsüyüm.Böcekler, çiçekler, bitkiler…Ve özgürlüğe uçan biz kelebekler…

DÜŞMüjgan Tutan KATLAN

[email protected]

Masum bir laleninBoynunu bükmesi gibiBüktüm boynumu.Kimsesizliğin sessizliğindeÖlüm sessizliği aysız, yıldızsız bir geceSensizlik içimdeGün geçmiyor, adına şiirler yazıyorumAh bir de gerçek olsa düşümSeninle balonlar uçursak rengârenkSokaklarda dans etsek çılgıncaBir saçak altında öpüşsek gizliceGeleceğimiz olmasaGeçmişi umursamasakGünümüzü gün etsekMutluluğu yakalasak

Usulca sokulup birbirimizeHayatın tadına varsakHiçbir şey düşünmedenAşkı cehennemin dibine postalasakÇılgınca bir macera yaşasakÖmrümüz son bulmadan.

MADRAN DAĞI

Page 74: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-74-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

“Din ile Bilim, toplumsal yaşamın iki yönüdür.Bunlardan birincisinin önemi insan düşüncesinintanıdığımız en ilkel basamaklarından başlamasıdır,oysa ikincisi eski Yunan'da, Araplarda bir ara bellibelirsiz ortaya çıkmış, sonra 16. Yüzyılda birdenbirebüyük önem kazanarak… Bilim, gözlem yoluyla,gözleme dayanan düşünce yoluyla, evrendeki tek tekolguları, bu olguları birbirine bağlayan yasalarıbulmaya, böylece gelecekteki olayların da öncedenbilinmelerini sağalamaya çalışma disiplinidir.” (Bertrand Russel- Din ile Bilim-SayYayınları)

Bu kısa yazıya neden bualıntıyla başladım? Çünkügünümüz dünyası gerek dinegerekse bilime yukarıdakiolgunlukta bakmıyor veyabakamıyor. Dünyayı ve ülkeleriyönetenler için; din, bilim vebilimin ürünü olan teknoloji,egemenliklerini sürdürmek içinbirer araçtır. Din insanlarıgüdülemenin “sürü” halinegetirmenin bir unsuru, biliminürünü olan teknolojiyi iseegemenlerin acımasız baskıaracı. Kendileri Hristiyan olduğuhalde “ılımlı İslâm”ı Müslümanülkelere dayatan, “ikna”edemedikleri durumlarda iseülkeleri kan gölüne çeviren BatılıEmperyalistlerin taktiklerini,başka türlü açıklamak olanaklımı? Teknolojinin bir sömürü aracı olarak acımasızcakullanıldığı koşullarda ister istemez “Bilim, kötü mü,iyi mi?” tartışması gündeme geliyor. Bu soruya yanıtda Bilim Felsefecisi, CemalYıldırım'dan:

“…Bilim yüzyılların sınavından geçmişdeğerlerini yadsıma yoluna gitmemiş, sadece değersanılan bazı hurafeleri reddetmiştir. Bilimin yol açtığıbüyük teknik olanaklar, insanlığın refahı ve mutluluğuiçin olduğu kadar birbirini ve doğanın güzelliklerini

yok etme yolunda da kullanılabilir. Ama insanlar,kendilerinden ne iyi ne de kötü olan teknik olanaklarıkötü amaçlar için kullanırlarsa bundan bilimi değilinsanları sorumlu tutmak gerekmez mi?” (CemalYıldırım-Bilim Felsefesi-Remzi Kitapevi)

Afşar Timuçin ise bu durumu, Bilim ve GelecekKitaplığı yayınlarından çıkan “50 sorudaAydınlanma” kitabında: “İnsanın insanlaşmasüreci” olarak tanımlıyor.

Yani özet olarak dinolgusuna bilimsel yöntemle vebilimin ürünü olan teknolojininkullanım yöntemlerine deaydınlanma penceresindenb a k m a k g e r e k i r . B ö y l ebakmazsak, son müfredatdeğişikliği tartışmalarında evrimteorisinin “varsayım mıdır, bilimmidir, oylarınıza sunuyoruz.”diyen Milli Eğitim Bakanı İsmetÖzel'in popülizmine teslimoluruz. En güncel kanıtıyla gripmikrobunun geçirdiği mutasyonakarşılık her yıl yenilenen gripaşısı olgusunu bile anlamayan veevrimi “maymundan mı geldik”tartışmalarına indirgeyen ve debilimsel bir gerçeği oylamayasunan “demokratik” anlayışaşapka çıkarmak gerekmez mi?

Elbette bu tartışmalar yenideğil. Kısa sürede bitecek dedeğil… İşte o nedenle art niyetli,

kötü amaçlı bu tartışmalara karşı güçlü olmakgerekiyor. Neyse ki bu alanda çaba harcayan bilimçalışmaları ülkemizde de var. Bunların enönemlilerinden birisi 14 yıldır yayın hayatına devameden ve yayımladığıBilim ve Gelecek Dergisibilimsel kitaplar… Dergi dediysek öyle reklam alarakveya devlet desteğiyle yayın hayatını devam ettiren,bir eli yağda, bir eli balda dergilerden değil.

Bilim ve Gelecek yayın hayatına başlarken de en

“BİLİM VE GELECEK”DERGİSİ

Ahmet Nuri DOĞ[email protected]

Bir Tanıtım

Page 75: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-75-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

temel sorun mali giderlerin nasıl karşılanacağıydı.Devlet desteği yok, reklam geliri yok. Tek kaynakdergi satışından elde edilecek gelirdi. Zordu…Amabu zorluk göğüslenmeli ve bilimin “gerçeği arama”tutkusu insanın, insanlaşma süresi ile birleştirmeliydi.Öyle de oldu.

Derginin ilk sayısı, basılmamış dergiye aboneolan bilim tutkunu okurların ödentileriyle çıktı. Kısasürede Türkiye'nin en yetkin bilim insanları dergininetrafında toplandı. Onların katkılarıyla daha dagelişerek 14 yıldır neredeyse her sayısını “Bu baskıiçin kaç lira açığımız var?” sorununa çare arayarakçıkardı. Dergiyle de yetinmedi. “Bilim ve GelecekKitaplığı” ve “Bilim ve Gelecek Yayınları” adıylaülkemiz bilim dünyasına 100'e yakın nitelikli kitapkazandırdı. Kazandırmaya da devam ediyor.

Bilimin bu denli değersizleştirildiği, aydınlanmakarşıtlarının gemiyi azıya aldığı ülkemiz koşullarındabilimi aydınlanma ışığında kitleselleştirmeyeçalışmak, rüzgâra karşı ıslık çalmak gibi görülebilir.Ama devrimcilik de böyle bir şey değil mi? KurtuluşSavaşımızın başarılı olacağına, bağımsızlığınkazanılacağına Mustafa Kemal'in etrafında kaç kişiinanıyordu? Önderliğin önemli bir kesimi kurtuluşumandacılıkta aramıyor muydu?

Devrimci olmak inanç ve kararlılık ister. İki Nobelödüllü gibi bir gram Uranyum içinMarie Curietonlarca balçığı kol gücüyle ayrıştırmak kararlılığıgibi.

Genel yayın yönetmeni Ender Helvacıoğluyönetimindeki Bilim ve Gelecek Dergisinin azsayıdaki çalışanı bu kararlılıkla dergiyi çıkarıyor,kitaplar yayınlıyor. Bunlarla da yetinmeyipt e m s i l c i l i k l e r a ç ı y o r . İ l k t e m s i l c i l i kBüyükçekmece'de açıldı. Büyükçekmece Temsilciliğiüç yıldır her ay halka açık bilim seminerleridüzenliyor. Geçen yıl açılan Ankara Temsilciliği deaynı hızla bilimsel etkinliklere devam ediyor. Amatörruhla, profesyonelce… Planda İzmir de var. Bilim veGelecek İzmir Temsilciği.

İçerik her zaman dolu dolu… Her sayısında birkapak konusu seçiliyor. Kapak konuları ya bilim-insanlık tarihinin yeterince aydınlanmamış bir yönüya da güncel yaşamın karanlıkta bırakılmayaçalışılmış bir konusu olabiliyor. Elbette her sayıdabilimsel gelişmenin güncel konuları da yer alıyor.

Örneğin derginin son (Temmuz) sayısının kapakkonusu “ Bu kapsamdaDarwin ve Evrim Kuramı”.Darwin'in çocukluk ve gençlik çağından hareketle

Evrim Kuramına geçiş serüveni işleniyor. İkinci anabaşlık ise ”. Ülkemizin önemli“Kadın Hükümdarlaraydınlanmacı bilim insanlarından Prof. Dr. BahriyeÜçok İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve'un, “Kadın Hükümdarlar” (Kültür Bakanlığı Yayınları,1993, Ankara) kitabının giriş bölümü yayımlanmış.Karanlık güçlerce katledilen Üçok bu kitabındaözgürlüğü neredeyse tarihin her döneminde kısıtlanankadınların ya doğrudan ya da perde arkasındandünyanın her yanında yönetme, yönlendirmeyeteneklerini sergiliyor. Yine aynı içerikte “Roma'yakafa tutan Palmira Kraliçesi; “Zenoiba”, “ Vietnam'ıncesur kadın kahramanları; “Trung Kardeşler”, “Madagaskar Kraliçesi; “Ranavalova”, çeviri yazılarıbir solukta okunan Tarih'te kadının onurlu yeriniortaya koyan yazılar alıntılanmış.

Afşar Timuçin'de aynı sayıda akıcı anlatımı, herzamanki titiz filozof irdeleyiciliğiyle “Eski yunantoplumu ve yunan kültürü” başlıklı yazısıylamitolojiyi felsefeye dönüştüren Yunan Uygarlığınıyazmış. Benzer inceleme ve yazılarıyla her zamankigibi dolu dolu bir dergi. Her sayısı yoğun emekle,özveriyle yayımlanan Bilim ve Gelecek Dergisiinsanlık tarihi boyunca direncini sürdüren aydınlanmaçizgisinin günümüzdeki çok önemli örneklerindenbiri.

İlgisi/bilgisi olmayan Adabelen'li kalmasın,diye yazdım. Adabelen sıcaklığı, dostluğu,kardeşliği adına...

Bu politika değişir mi?...

Page 76: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-76-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

Böcek, deyip geçmeyiniz!..

Aslında Dünyayı İnsanlar değil,minicik hayvanlar yönetiyor!..

Her ne kadar insanlar Dünya'yı yönettiğinisansa da, aslında sayıları 10 milyonu bulan diğertürler biz farkında olmadan ekosistemleri ayaktatutuyor. Bu türlerin pek çoğu da küçücük, hattaminnacıktır; ne kadar önemli rol oynadıklarınıgençlere öğretmek giderek önem kazanıyor.

İnsanlar, Dünya'nın hâkimi olduğunu düşünür veöyle de hareket ederler. Fakat bugüne dek Dünya'yıpek de başarılı yönettiğimiz söylenemez. En son 66milyon yıl önce bir göktaşı kitlesel bir yok oluşaneden olmuştu. Fakat günümüzde başlamış olan birsonraki kitlesel yok oluşun tek sorumlusu biziz.

Japonlar, Dünya tarihinin bu döneminerolümüzü çok iyi anlatan bir isim bile verdi:Antroposen, İnsan Çağı.yani

Tek bir türün yönetimi ele geçirmesi

Dünya tarihinde ilk kez bir tür, diğer türlerehükmediyor. Diğer türlerin sayısı tahminen 10milyon civarında. Büyük çoğunluğu da omurgasıolmayan hayvanlar. Hepsi de çok ufak değil- bazımürekkep balıkları ve denizanaları birkaç metre

uzunluğunda…

Gerçi çoğu ufak ve gösterişsiz, açık alandagörmek olanaksız. Çevremizdeki dünyanındokusunu muhafaza etmekle meşguller; aslında tümdoğal sistemlerin temelini oluştururlar. Gübreyaparlar, çiçeklerden polen yayarlar, tohum atarlar,değerli besinleri işleyerek yeniden toprağakazandırırlar. Aynı zamanda kuşların çok sevdiğibesin kaynağıdırlar, diğer ufak hayvanları yiyerekveya parazitlere ev sahipliği yaparak onları kontrolaltında tutarlar.

Yine de, çoğumuz bu ufak, hatta minnacıkhayvanların ne denli önemli bir rol oynadığındanhabersiziz. Yarın işi bıraksalar, bir sürü bitki yokolmaya mahkûm olur. Kuşlar yiyecek bulamadıklarıiçin ölür ve dünya kelimenin tam anlamıyladarmadağın olur.

Peki, ufak hayvanların kurtulması için neyapmalı?

Bizden sonraki nesillerin geleceği bu küçükhayvanlara bağlı olduğu için, gençlerde farkındalığıartırmaya öncelik verilmelidir. Çocuklar doğalarıgereği arının, çekirgenin, kelebeğin ya da sümüklüböceğin ne olduğunu merak eder. Küçük dünyaları,böceklerin ve diğer omurgasızların dünyası ile aynıseviyededir. Tuhaf ama çocuklarımızın dünyası ileilgilendiğimiz kadar, bu küçük yaratıklarlailgilenmiyoruz, oysa çocuklarımızın geleceği onlarabağlı.

BİLİM(Yaşamda en gerçek yol gösterici…)

Derleyen: İsmail TUNA

Page 77: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-77-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

…….

Çocuklara, arının çiçekli bitki türlerini hayattatuttuğunu, çekirgenin bitkiler için nadir besinleringeri dönüşümünü sağladığını, kırkayağın gübreyaptığını, uğurböceğinin yiyeceğimizi zararlıböceklerden koruduğunu öğretmek gerekiyor. Buminyatür dünyanın bizim için hayati önem taşıdığınıanlatmak, geleceği garanti altına almanın en iyi yolu.

Çeşitli türlerin ekosistemi devam ettirmek içinneler yaptığının farkında olmak, çevremizdekidünyanın ne kadar karmaşık bir işleyişi olduğunukavramak için elzem. Bir arının çiçeklerle yakınilişkisi tohumların oluşmasını, bir karıncanın diğerufak hayvanların artıklarını toplayarak ormantabanını temizlemesini, bir tırtılın dışkısı ile toprağızenginleştirmesini bilmek zorundayız. Bunlaradikkat çektikten sonra büyük resmi görebiliriz:Milyonlarca küçük emekçi biz farkında olmadandoğal düzenin sorunsuz bir şekilde sürdürülmesinisağlıyor.

Yeni yaklaşımlar ve stratejiler:

Bu karmaşayı anlamanın bir yolu da 1000 türdenoluşan ufak bir topluluğu incelemek. Türlerinarasında neredeyse yarım milyon etkileşim var.Gerçi çevremizdeki doğal topluluklar bundan daha

büyük. Bu da, bu dünyayı algılamanın ne denli zorolduğunu, koruma altına almanın ise neredeyseolanaksız olduğunu gösteriyor.

Çevreciler, doğanın işleyişinin zarar görmedensürmesi için yeni yaklaşımlar ve stratejilergeliştiriyor. Bu şemsiye benzeri yaklaşım, doğalhayatın karmaşıklığının olduğu gibi korunmasındaçok etkili olacak.

Küçük yaratıkların korunması için çalışançevreciler, 3 aşamalı strateji geliştirdiler. İlkidoğanın geniş ölçekli bir yaklaşımla korunmalı.İkincisi, kütükleri, göletleri, kaya çatlaklarını, özelbitkilerin parçalarını inceleyen orta ölçekli. Üçüncüise en küçük ölçekte; hedef küçük yaratıklarıkorumak.

Üçüncüsü gerçekten kavramsal, çünkü belirlitürler hayatta kalmak için geniş alana ihtiyaçduyuyor.

Genel yargı, korunması gereken hayvanlarınsadece kaplanlar, balinalar ve papağanlar olduğuyönünde. Fakat arılar gibi yüzlerce ufak yaratıközellikle korunmak zorunda. Her yıl daha da önemkazanan bu durum, her gün geçiştiriliyor.Dünyamızın geleceği için bütün bu hayvanlarıkoruma altına almamız gerekiyor.

Tiyatro ve sinema oyuncusu Fikret Hakan, İstanbul Kartal'dabulunan Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 11Temmuz 2017 günü gece saatlerinde yaşamını yitirdi.

Hakan, 83 yaşındaydı ve bir süredir akciğer kanseri tedavisigörüyordu.

Gerçek adı olan Hakan, 1934 yılındaBumin Gaffar ÇıtanakBalıkesir'de doğdu.

Kısa bir süre gazetecilik yapan Hakan, 1950 yılında "Üç Güvercin"adlı operette rol alarak, Ses Tiyatrosu'nda ilk kez sahneye çıktı.

Hakan, 1953 yılında "Köprüaltı Çocukları" adlı filmle ilk kezbeyaz perdede izleyici ile buluştu.

1964 yılında rol aldığı "Keşanlı Ali Destanı" adlı filmle hem geniş kitleler tarafından tanındı hemde çok sayıda ödüle layık görüldü.

Hakan, Türkiye'nin en önemli sinema etkinliklerinden Antalya Film Festivali'nda üç kez En İyiErkek Oyuncu Ödülü'nü aldı.

Son sözleri şunlar oldu:“Bak, şu lafımı unutma: Vatana ve Ata'ya ihanet affedilmez.”Işıklar içinde olsun. Onu özleyeceğiz…

Tiyatro ve sinemamızın ünlü oyuncusuFikret Hakan yaşamını yitirdi.

Page 78: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-78-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

HABERLER... HABERLER...HABERLER... HABERLER...

BAYRAKLI'DA TİYATROETKİNLİĞİMİZ

AYDIN'DAN GELDİLER,ADABELENLİLERE ve ADABELENDOSTLARINA ÇOK GÜZEL BİR MÜZİKALOYUN SUNDULAR:

Okulumuz mezunu Hüsnü HERTUNG'unyazıp yönettiği ve başrolünü oynadığıMAESTRO adlı müzikal oyun 21 Nisan günüBayraklı Belediyesi Osmangazi Hizmet binasıkonferans salonunda ücretsiz olarak sahnelendi.Aykaryay Oda tiyatrosu oyuncuları tarafındansergilenen oyunu 100'ü aşkın izleyici ilgiyleizledi. H. Ertung ve oyuncularını kutluyoruz.

BURS SİSTEMİMİZ 2017 - 2018ÖĞRETİM YILINDA DA SÜRDÜRÜLECEK:

2006 yılından beri derneğimizin öncülüğündeüniversite öğrencilerine yönelik burs sistemimizçerçevesinde geçen öğretim yılında 55 öğrenciyesekiz ay boyunca burs katkısında bulunduk.

Adabelenli ve Adabelen dostlarınınkatkılarının derneğimiz tarafından yönlendirildiğisitemimizin amacı Atatürk ve cumhuriyet

sevdalısı, çağdaş gençlerimize sahip çıkmaktır.Önümüzdeki öğretim yılında da devam edecekolan burslara sizlerin katkılarının sürmesinidiliyoruz.

DERGİMİZ YAZARLARINDAN AHMETDOĞAN, SORGULAYICI ÖĞRENME İÇİNKATKILARINI SÜRDÜRÜYOR:

Marmara Eğitim Kurumları, okullarkapanırken mesleki kariyerinde elli yılıtamamlayan Adabelenli Eğitimci – Yazar AhmetDoğan'ı Matematik“ ” üzerine söyleşiye çağırdı.Öğrenciler söyleşide,“Matematik” in aslında varolan her şeyin içerisinde bulunduğunu belki deyeniden keşfetme şansı buldular.

İlk kez 17 yaşında öğretmenlik mesleğine

adım atan Ahmet Doğan'ın, yılların deneyimi ilehazırlamış olduğu semineri; Sürrealistressamlardan Salvador Dali'nin resimlerinin yeraldığı, müzikli özel sunum ile başladı. Çocuklarınruhuna ve aklına hitap eden ve interaktif olarakgeçen bu sunumdan Marmara EğitimKurumlarında okumakta olan 5, 6 ve 7. sınıflaryararlandı.

14 Haziran 2017 Çarşamba günü, MarmaraEğitim Köyü'nün Avni Akyol Salonu'ndagerçekleşen sunumda öğrenciler, öğrenmenin ilkçağlardan itibaren merak ile başladığını,Ortaçağın karanlık zihniyetinden sıyrılırken bileMatematik'in yaşamımızda nasıl var olduğununayırtına vardılar.

Marmara Eğitim Kurumları MatematikZümre Başkanlığınca düzenlenen ve diğeröğretmenlerin de katıldığı semineri yazarımız,kitaplarını imzalarken öğrencilerin yoğun ilgisiile karşılaştı.

Page 79: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-79-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

HABERLER... HABERLER...HABERLER... HABERLER...

ADABELENLİLER ULUBEY VE KULAKÜLTÜR GEZİSİ YAPILDI:

Derneğimizin yıl içindeki çalışmaplanlarından olan periyodik kültür gezilerindenbiri olan Ulubey ve Kula kültür gezisi 7 Mayısgünü yapıldı. İzmir çıkışlı gezimiz güzergahındaönce Uşak Ulubey Kanyonları gezildi,bölgenintarihi ve coğrafi yapısı incelendi.SonraKuladokya olarak tanımlanan Peri bacalarıbölgesine gidildi.Kula merkezde temsilcimizRamazan KILIÇ ve kulalı adabelenlilerle buluşangezi grubumuza Kula 'nın tarihi evlerigezdirildi.Dönüş yolunda Emre köyüne uğrayankafile Yunus emre ve Taptuk Emre türbr vecamisini gördü.

BADEMLER KÖY TİYATROSUNDAADABELEN ESİNTİLERİ:

Yönetmenliğini Adabelenli İzmir DevletTiyatrosu Oyuncusu Hülya SAVAŞ'ın yaptığıTOBAV desteğindeki Yetişkin Tiyatro

Grubu' Dario Fo' Kadınnun oynadığı nunOyunları, Bademler Köy12 Mayıs 2017 günüTiyatrosu'nda sahneye konuldu. İzmir'deyaşayan Adabelenliler Bademler köyü halkıylabirlikte tiyatro salonundaydılar.

SEFERİHİSAR’DA NAZIM HİKMET'İANMA ETKİNLİĞİNE ADABELENKATKISI

Adabelen dergimiz yazarlarından SabriKuşkonmaz ve derneğimiz Seferihisar temsilcisiFatma KAYA'nın katkılarıyla SeferihisarBelediyesi kültür merkezinde düzenlenentoplantıya katıldık. 3 Haziran günü yapılanetkinlikte 'ın sunduğu belgeselSabri Kuşkonmazfilm gösterimleri veKayadan KopmadıkBursa'nın Nazımı yanında Makedonyalı sanatçıElena Hristova Makedon Türkülerinden oluşanküçük bir konser verdi.

BAYRAKLI'DA DERNEKLERDAYANIŞMASI SÜRÜYOR:

Bayraklı Osmangazi Mahallesi'nde Ardahan-Hanaklılar Derneği'nin konuğuyduk.Adabelenliler Derneği adına yönetim kuruluüyemiz in katıldığı toplantıdaCezmi Dikmen'YKKED Kemal KocabaşGenel Başkanı ,

Page 80: İÇİNDEKİLER...Nereden ve nasıl toplamış bunca ekinsel hasadı, derseniz, orası tekli olmaktan öte, çoklu bir kaynak gibi görünüyor. Örneğin onun kendi kendine geliştirdiği

-80-

A D A B E L E N

EĞİTİM-KÜLTÜR-SANAT-AKTÜALİTE

HABERLER... HABERLER...HABERLER... HABERLER...

YKKED-İzmir Şubesi 2. Başkanı Av. ŞahapCesur ile birlikte YKKED-Ankara Şube BaşkanDr. Alper Akçam'ın "Edebiyat-Kültür-KuzeyDoğu Anadolu, Dursun Akçam-ÜmitKaftancıoğlu ve Köy Enstitüleri" başlıklıkonuşmasını izledik...

YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULUMEZUNLARI DERNEĞİNİN KUŞADASIBULUŞMASINA KATILDIK:

Yüksek öğretmen okulu mezunlarınıngeleneksel buluşmaları bu yıl Kuşadası'ndayapıldı Düzenleyicileri arasında DernekYöneticimiz olduğu buBirol Temelkuran'ın datoplantıya derneğimizin de katkıları oldu.İçlerinde birçok Adabelenli'nin olduğu yükseköğretmenliler gece sonrası Efes ve Şirince'yi degezdiler. Buluşmalarının sürmesini diliyoruz.

2017 MEZUNLARIMIZI HÜZÜN veMUTLULUK GÖZ YAŞLARIYLAUĞURLADIK:

Öğretmen yetiştiren okullarımızdı Anadoluöğretmen liseleri, 2014 yılında kapatıldılar. 2017yılında son mezunlarını verdiler. Okulumuzdaki

bu son mezuniyet törenine derneğimiz adınaGermencik temsilcimiz Hayri ALTAY(sol başta)katıldı.Tüm mezunlarımıza ailemizin daimiüyeleri olduklarını hatırlatıyor, gelecekhayatlarında başarılar diliyoruz.

YKKED GENEL KURULUNAKATILDIK:

28 Mayıs Pazar günü İzmir'de yapılan YeniKuşak Köy Enstitülüler Derneği GenelMerkezi'nin Genel Kuruluna AdabelenlilerDerneği adına yöneticilerimiz Mustafa Özmen veCezmi Dikmen ile birlikte KeramettinBüyükçoban, Abdülkadir Kıvrak, Dursun Tuncer,Çetin Ardıç, Muzaffer Avcı, Halil Vural, AdilÇakır, Arif Yücedağ, Vicdan Avcı Değirmenciarkadaşlarımız katıldılar..

YKKED Genel başkanlığına yeniden seçilenAdabelenli ve yeniProf. Dr. Kemal Kocabaş'ıyönetim kurulunu yürekten kutluyoruz.

YAKINDA YİTİRDİĞİMİZ YAZARIMIZPROF. DR. AYHAN ÇIKIN, İZMİR KİTAPFUARINDA ANILDI:

Adabelen dergimiz yazarı Ayhan Çıkın 25Nisan'da İzmir Kitap Fuarı'nda düzenlenenetkinlikler çerçevesinde anıldı. Milas BelediyeBaşkanı Muammet TOKAT, Yazar FerhatİŞLEK,Yazar Nevzat Çağlar TÜFEKÇİ veYazar Ramazan TURGUT'un konuşmacı olarakkatıldığı toplantıda, Ayhan ÇIKIN'ın hayatı,kişiliği ,kitapları ve kooperatifçiliğe olankatkıları anlatıldı.