Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfsevgili okur, tarihin bir dönemi biterken içinde...

100

Upload: others

Post on 14-Mar-2020

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,
Page 2: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,
Page 3: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Sevgili okur,

Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yandaeski sistemin çürüyen, yıkılan, barbarlaşan yanı diğer yanda eskinin içinden doğmakta olanyeninin yapıcı, yaratıcı, sınırları aşan zekası.

Doğanın, tarihsel değerlerin ve insanın yıkımı tüm yönleriyle önümüze seriliyorancak bunun karşısında doğmakta olanı anlatmakta eksik kalındığını görüyoruz.

Öleni gören insanlığın umutsuzluğu ile doğmakta olanı gören umudun yerini de-ğiştirmek, yeni insanı yaratma mücadelesine "önsöz" olmak istedik.

“Yıkım ve Yükseliş” başlığı altında eskinin içinden doğan yeniyi göstermeye çalışa-cağız. Dosya konusunu belirlerken de hazırlarken de sizin katkılarınızla çeşitlik ve derinlikkazanacağını belirtelim.

Yeni sayıda da yine okurlarımızın kattıklarıyla zenginleştik. Emeğin ressamı Balaban’ı tarihin ölümsüzlüğüne uğurladık ve onu çizerimiz S.Ş

eliyle kapağımıza taşıdık. Sosyal medyada sizin katılımlarınızın arttığını gördük. Her zamanki gibi bu sayı-

mızda da yer alan tüm üretimleri sosyal medya hesaplarımızda paylaşacağız. Önsöz TV’de sokakağın objektifini tutmaya devam ediyor. Bulunduğunuz yerden

haber videolarını göndererek sizler de gündeminizi taşıyabilir, paylaşabilirsiniz. Faşizmin saldırılarının her an hissedildiği, bu saldırılara karşı öfkenin de biriktirildiği

günlerdeyiz. Önsöz, bugünün duygu ve düşüncelerini kaydediyor ve geleceğe taşıyor. Önsöz’ün okurları yoluyla elden ele dağıldığını tekrar hatırlatalım. Gelecek sayı için

üretimlerini beklediğimizi de dostlarımıza ulaştıralım. Biz yine sizlerle buluşmaya hazırlanıyor olacağız.

Önsöz Yayın Ekibi

1EkinSanatEdebiyat

Çıngı

Page 4: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat2

Genel Yayın YönetmeniSongül Yücel

Yazı Kurulu Songül Yücel / Ülkü Þeyda Fatma Yýldýrým / Sena Şat

4 >> ŞiirNazım Akarsu

5 >> Hasat ZamanıSıla Erciyes

11 >> Beş Ay SonraTemade Çınar

17 >> Geçmişin Aynasından Geleceğin DünyasınaA. Asya

20 >> “Gitmek”S.Ş.

22 >> Emeğin Ressamı Balaban Tuğçe Sayın

25 >> Harputlu Kirkor EfendiAtila Oğuz

28 >> Ruhumda SızıTemade Çınar

29 >> Yaşar Kemal’den “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca” A. Aydın

31 >> ŞiirGulareş

32 >> Fatma Hanım Hala BuradaHelin Su

[email protected]: Önsöz DergiInstagram: @onsoz_dergi

Yeni Dönem Yayıncılık Basın Dağıtım Eğitim Hizmetleri Tanıtım Org.Tic.Ltd. Şti.

Adres: Sofular Mah. Sofular Cad. No: 8/3 Fatih -İSTANBUL / Tel-Fax: 0 (212) 533 32 57

ISBN: 978-605-80596-8-9

Kapak Tasarım & Sayfa Düzeni: Sena Şat

Baskı: Yön Basım Yayın: Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı, Zeytinburnu / İstanbul

Önsöz Kitap DizisiSayı: 42 / Eylül-Ekim-Kasım 2019

Ekin / Sanat / Edebiyat

İçindekiler

Önsöz’e Ulaşabileceğiniz Adresler

İstanbul:

Merkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.

Hasat Sok. Sebil Apt. No: 9 K: 4 Şişli-Ýstanbul Taksim: Mephisto / Pandora

Bakırköy: Beyazadam Kitapevi

Kadıköy: Seyhan / İmge Kitapevi / Mephisto /

Akademi Kitapevi

İzmir: Belki Kitabevi / Yakın Kitabevi /

Kabuk Kitapevi (Alsancak)

Ankara: İlhan İlhan Kitapevi

Diyarbakır: Aram Kitapevi / Lilav Pirtuk KitapeviMardin: Zend Kitapevi

Dersim: Baran Kitabevi

Kıbrıs: Koyu Kırmızı Kitap CafeGenel Dağıtım: Emek Dağıtım

Page 5: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

3EkinSanatEdebiyat

38 >> Ölüme Son Bir YakarışOkur / Güneş Helvacı

39 >> Dosya – Yıkım ve Yükseliş

40 >> Sosyal-İnsan Kapitalist-Birey’e KarşıSetenay Berdan

47 >> Makus Tarihi Değiştirmek İçin Yıkımın İçinden Yükselen Kadın İsyanıSarya Yıldız

50 >> Taş KulelerTemade Çınar

53 >> “Bekarlık Çıkmaz Sokak, Sen Evlenmeye Bak!”Sena Kızılırmak

56 >> Yeni Evre Ömer Burçin Özkişi

57 >> “İncinmesin Kıyılarımız”Demet Demeter

61 >> Babalar, Kızlar ve İncinmiş RuhlarNil Erten

63 >> ListelerErgül Çiçekler

66 >> Kırmızı HapÖzgün Denizci

68 >> Kimliği Haritasız Yolcu Avaşîn

70 >> Zindan Türkü Söylüyor / MektupRaperîn

71 >> Evvel Temmuz

73 >> Bir Başka Bahar Okur/Sinan Hüseyin

75 >> Adil Okay ile “Duvarları Delen Çizgiler” Röportaj

80 >> Oyun ArkadaşıOkur / Zoya

82 >> Sait EfendiOkur / Gül Süer

84 >> Çizgi Roman İsyana Teşvik Ediyor!

85 >> Daima S.Ş.

95 >> Meral Okur / Rommy

Page 6: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat4

Umudun da umuda ihtiyacı varPandora'yı avutmak için

Kalanı çoğaltacak bir umudaUmutsuzluğun ortasında

unutulmuşluğa karşıKoyultulmuş karanlıkta

kararsızlığa karşıKarışık kafalara inatUmudun da cesarete ihtiyacı var

onun uğruna çarpışacakVe vazgeçmemeye...Yeni başlangıçlara ihtiyacı var umudun"Her şey bitti" denilen anlarda

yeniden ayağa kalkışlaraSıçramalara ihtiyacı var

sağlam basarak toprağaİnsanlara ihtiyacı var umudun

onu umutla taşıyacak insanlaraÇabaya ihtiyacı var

en kıraç toprağıbire bin versin diye çapalayacak

inatçı çabayaVe şuncağız yaşamları

uğruna verebilecekBir büyük amaca ihtiyacı var umudun

mutlaka ulaşılacak bir amaca...

12 Ağustos '19

nazım akarsu

Page 7: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

5EkinSanatEdebiyat

Madenden

Germinal, Göz Bağı, Dar Ağacında ÜçFidan ve Gorki’nin Ana romanını okuyarakkendini tanımaya çalışmış bir işçinin kalemin-den yazılan “Madenden”, Yeni Dönem Yayın-cılık’tan çıktı. 1981 Erzincan Tercan, GökdereKöyü doğumlu Barış Bulut, 7 çocuklu bir aile-nin 5. çocuğudur. 15 yaşında Erzincan’dan İz-mir’e ailesiyle birlikte göç eder. Çıraklıktanustalığa doğru ilerleyen işçilik hayatı, kimizaman tornacı, kimi zaman inşaat işçisi, çoğuzaman işsiz olarak geçer. O işten bu işe doğrugiderken oluşan sınıf bilinci onu Gezi Ayak-lanması ile buluşturur. Herkesin kendindenbir şey bulduğu bu ayaklanmaya katılarakbaskıya ve sömürüye karşı çıkar. Ve artık hiç-bir şeyin eskisi gibi olmayacağına güvenle enöne geçer. Gezi davaları sürecinde popüler ol-madıkları için isimlerini duymadığımız on-larca tutsaktan biridir Barış Kaya. Tıpkı birbaşka işçi Aliekber Sever gibi…

Daha önce hiçbir yazı denemesi olma-mış bir işçinin kendini tutsaklık koşullarındageliştirmesinin bir ürünü “Madenden” hikâyekitabı. İlkokulu köyde, tek sınıflı bir okuldaokur, kalem, defter ve kitaba sahip olamadığıiçin ödevlerini dahi yapmakta çoğu zamanzorlanan nice köy çocuğundan biridir. Ma-dende kısa bir süre çalışmasına rağmen oradayaşadıklarını, oranın çalışma koşullarını vezorluklarını unutamaz Barış Kaya. Kalemi

eline aldığı zaman da Soma madenlerinin ka-ranlığında ilerlerken baretinden yayılan ışık-tan gördükleri dökülür kâğıda… Madenişçilerinin hiçbirinin isteyerek değil başka se-çenekleri olmadığı için madenci olduklarınıgörür. Annelerin, eşlerin, çocukların sevdikle-rini her gün madene gönderirken acaba gerigelecekler mi diye nasıl kaygı duyduklarınatanık olur. Kömür ocakları ve termik santral-lerin doğaya nasıl zarar verdiğini; taşeron sis-teminin ne olduğunu, kapitalizmin karhırsının nasıl bir kölelik ve ölüm dayattığınıanlar. Anlar ve yazar…

sıla erciyes

Hasat Zamanı

Page 8: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat6

Dört renk ayırır yapılan işe göre işçileribirbirinden. Mavi baretliler usta ve çavuştur,yeşil baretliler tesisat ve makine bakımcılar;beyaz baretliler mühendislerdir. Sarı baretlilerdüz ve yedek işçilerdir. Ahmet de onlardan bi-ridir. Önüne konulur bir sözleşme, hani şubankalarda konulan cinsten, okunmadan im-zalanan, Ahmet de öyle yapar. Sonra bir baretverirler sarı olanından bir de çizme, başkacada bir şey demezler. Gönderirler hiçbir eğitimvermeden kara elmas diyarına. Üç gün de-neme süresi, para yok derler. İlk maaş içerdekalacak, haberin olsun derler. “Peki” demek-ten başka çıkar yol yoktur. Onu madene gö-türmek isteyen dayısına işe başlamadan öncesorar, “Dayı, iş tehlikeli mi?” diye. Cevap net-tir, “Yok yeğenim, ne tehlikesi…” Madendearkadaşının kopan parmağını ararken kulak-larında dayısının söylediği “Yok yeğenim, netehlikesi” sözleri olur. Bu işin fıtratında ölümvar denilen yerde, ayağınıza çivi batması, par-mağınızın kopması, kafanıza bir şeyin düş-mesi sözü dahi edilmeyecek küçükyaralanmalardır. Utanmak zorunda kalırsınyarandan…

Barış Kaya soruyor bize, “Kimi suçlayımsence, kim suçlu, çalışan mı, çalıştıran mı,yoksa bizi burada çalışmaya mecbur bırakanmı?” Çocukların dahi sokakta madencilik oy-nadığı yerdir Soma… Biri çavuş, biri usta, biridüz işçi olur. Doğarsın, büyürsün, madenciolursun ve ölürsün… Ve bir gün öyle bir pat-lama yaşanır ki artık katliamdır adı, 301maden işçisini alır aramızdan… Ne de olsa buişin fıtratında vardır.

Sızılarını Dindireceğiz “İhtiyar Delikanlı”

Evvel Temmuz festivali için hazıklıkla-rımız sürerken gelen ölüm haberi ile sarsıldık.Haber “ihtiyar” delikanlı ile ilgiliydi. Oncazorlukları büyük bir kararlılıkla aşmış, kanserile mücadele edip yenmiş Osman heval için,Köroğlu’muz için kabul edilmesi zor bir ha-berdi. Eşi Ayvaz arıyordu, “Hemen gelin,Osman gidiyor, yetişin!” diyordu. Ama yetiş-mek mümkün olmadı çünkü hastane yolundason nefesini verdi. 76 yaşında bedeni dayana-madı bu son darbeye. Köroğlu Ayvaz’sızAyvaz Köroğlu’suz kaldı ve yoldaşları “ihti-yar” delikanlısız…

Hoşçakal iki gözüm, diyen bir yoldaşı-nın kaleminden dökülen veda yazısı diyor ki:“Onunla ilk nerede ve ne zaman tanıştımşimdi hatırlayamıyorum; ama aklımda kalanbende bıraktığı ilk izlenim, onu herkesin tanı-dığı ve tanıttığı gibi “ihtiyar” olmadığı idi. 12Eylül öncesinden gelen çoğu “eski tüfek”tençok farklıydı. O da işkenceli sorgulardan geç-miş, faşizmin zindanlarında kalmıştı; amaiçinde yanan kor küllenmemişti. Tam tersineöyle güçlü yanıyordu ki, bu konuşmasınahemen yansıyordu. Kozan ellerinde yetişmişbiri olarak Adanalıların birçoğunda görülebi-lecek koçak tavrından mı böyle acaba diye dü-şünebilirsiniz ilk anda; ama zamanla onu dahaiyi tanıyınca anlarsınız ki, bundan daha çokişçi sınıfı mücadelesi içerisinde örgütlü bir işçiolarak mücadele etmenin, işçi sınıfının yiğitbir evladı olmanın haklı gururudur onu böyle

Page 9: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

7EkinSanatEdebiyat

yapan.”Eşi Ayvaz’ın son günlerine dair anlattık-

larını dinlediğim de ise acı kapladı yüreğimi.Yaşamın melankolisini, acısını, hüznünü gör-mek istemiyorum. Ama olmuyor. Gelip bulu-yor beni, ölüme saatler kala 70’lik delikanlınınsayıklamalarıyla… “Ayvaz, Ayvaz, devrimoldu İstanbul’da, ben oraya gidiyorum” diyen.Tüm bir hayatını devrim ve sosyalizm uğ-runda mücadele ile geçiren bir komünistin,gerçekleştiremediği devrimin yarım kalan dü-şüne bakakalmak… O sayıklamanın altındayatan yarım kalmışlığa ortak olmak… Ve yük-lenmek onun düşünü gerçek kılma sorumlu-luğunu omuzlarıma, omuzlarımıza…

Bir de türkü tutturmuş son yıllardaOsman heval. Mezarı başında dinledik hepbirlikte sızlayan yüreklerimizle… “Bu nasıl birderttir dermanı yoktur / Bedenimde değil ru-humda sızı” Devrim düşünü gerçek kılmak is-teyen bir komünistin taşıdığı sızı mıdır? Birdevrimin gerçek kılınamamasının sızısı, yarımkalmışlık sızısı mıdır? “Görünmez bir yaraacısı çoktur / Kurşunsuz, hançersiz, kansız biryara” Biz de mi göremedik yoksa Osmanheval? “Hiçbir tabip buna bulamaz çara” Pekiyoldaşların da bulamaz mıydı? “Keşke Man-sur gibi çekseler dara” Ancak o zaman mı di-nerdi sızın? “Yeter Nesimi yeter bu feryadınyeter.” Yeter Osman heval bu feryadın yeter,artık bitti sızın… Yaralarını saracak emin olsenden sonra yola devam edenler. Senin bırak-tığın yerden bir başkası başlayacak biliyorsun.Bu hep böyle oldu ve sonunda gerçek olacakdüşlerimiz. “Başlar yukarı işçi arkadaş/cesa-retle yürü” diyen gür sesi her zaman yanı-mızda olacak. Ne zaman güçsüz hissetsekonun ve onun gibi devrim emektarlarının gürsesi güç verecek bize. Düşü gerçek kılacağızsen rahat uyu Osman heval.

Hep 19 Yaşında

Niğde Ulukışla’dan Osman yoldaş ilevedalaştıktan sonra Antakya’ya doğru yolaçıktım. Ruhumda sızı… İlk katılacağım etkin-lik Ali İsmail için düzenlenecek anma konseriolacak. Amfi tiyatro tıklım tıklım… Saygı du-

ruşu ve konuşmalar ile başlayan anma konseriMoğollar grubunun sahne almasıyla coşkulubir havaya bürünüyor. Moğollar hüznü yene-lim, coşkuyla analım diyor Ali İsmail’i… Hak-lılar da… Gidenlerin ardından yas tutmakyakışmaz bizlere… Akıl bunu söylüyor ama“yürek anlamaz bu dilden” Emel Anneninyüzü ile karşılaşıyorum bir anda… Sahnede-kiler ve salondakiler donmuş, bir ben bir deEmel Anne kalmış sanki… Yalnız yapayal-nız… Ve haykırmak istedim o an… Susun…Susun… Susun… Çelenk melenk lazımdeğil… Sıra neferi uyusun… Yas tutmuyoruzdoğru… İstediğim bu değil… Halaylarla, zıl-gıtlarla, marşlarla uğurlamak gidenlerimizi…Ve anmak onları aynı coşkuyla… Devrimci

coşkunun içindeki melankoliyi, hüznü, acıyıgörmek istemiyorum. Ama olmuyor. Emel an-nenin yüzü karşımda… O yüzdeki acı belle-ğimde… Kalabalık coşkulu, heyecanlı…Herkes gibi Emel anne de ayakta… Herkestenfarklı bir yerde ve zamanda… Ve o kalabalıkiçinde yalnız bir yerde… Bir annenin olabile-ceği yerde, evladının yanında, Ali’sinin ya-nında… Bizden çok uzaklarda… Bizden,hepimizden büyük acısı… ve dinmiyor. Din-sin istiyoruz, yüzdeki izi gitsin istiyoruz acı-nın… Ama olmuyor… olmuyor…

Page 10: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Aslı Gibidir: Diyarbakır Hikayeleri

Murat Özyaşar’ın daha önce yayınlan-mış çeşitli yazılarından oluşan Selçuk Demi-rel’in desenlediği Aslı Gibidir: DiyarbakırHikayeleri çıktı.

“Kayıp heceyi” aramak, onun peşinedüşmek... Dünya Ana’nın “kimsiz kaldımkimsiz kaldım, derdime yanan yok” haykırı-şındaki acının yanında, kimsizliğin, kimsiz di-yerek kırılmış bir dille anlatılmasına dikkatçeker Murat Özyaşar. Ve kendi dil serüveninianlatır bize. Türkçe’nin Kürtçe, Kürtçe’ninTürkçe ile kurduğu ilişkiye dikkatimizi çeker.Ve “Neden Türkçe yazıyorsun?” sorusunacevap vermeye çalışır “Muhteşem İmkânsız-lık” başlığıyla yazdığı yazıda.

“Hep bir yutkunmadan sonra cevap ol-maya çalıştım bu soruya” diyor yazar. “NiçinKürtçe yazmıyorum?” Çünkü “DünyaAna’nın dilinin kırıldığı 1938’den kırk bir yılsonra, Diyarbakır’da ‘Dünya soğuktur’ denilenbir dilin içine doğdum. Bu cümleyi duyduğu-nuzda ‘Aaa ne şiirsel bir cümleymiş bu’ diye-bileceğiniz gibi, ‘Ne demek istiyorsun,anlamadım.’ da diyebilirsiniz. Oysa bu cümlehiç de yadırganmaz Diyarbakır’da. Çünkü‘dünya’ sözcüğü Kürtçe de aynı zamanda‘hava’ sözcüğü yerine de kullanılmakta.Kürtçe düşünüp Türkçe cümle kurmanınsomut ve tuhaf delili. Sözünü ettiğim ne Kürt-çesi saf bir Kürtçe ne de Türkçesi pirüpak olanbir Türkçe. Evde konuşulan Kürtçe’ye sızmışTürkçe sözcükler, sokakta ve okulda ise Türk-çe’ye bulaşmış Kürtçe sözcükler, sentaks vegramer…”

“İki dilin birbirine sarmaş dolaş bulaş-tığı, köksüz, köksüz olduğu için de bir vaat ta-şıyan, travmatik, kara, karaşın bir dil!” diyorve bize bir itirafta bulunuyor Murat Özyaşar,“Anadilimin saf bir Kürtçe olduğuna ikna ola-mıyorum bir türlü, saf bir Türkçeyle yazdı-ğıma ikna olmadığım gibi.”

“Yarılmış bir dil” olarak görüyor anadi-lini. “Çünkü Dünya Ana’dan el alan bir yarıl-mış dilin içinde doğdum ben. Melez değil‘kırma’ demek daha doğru sanki bu dil için.”diyor. İki dil arasında “kimsiz” ve kekeme kal-

dığını söylüyor. “Yazıya, söze ve dünyaya bu“kimsiz” dil ekseninden bakmak, kalkanımıorada almak, sondajı oraya vurmak, bu derinkuyuya daha fazla eğilmek ve uzun uzun bak-mak istiyorum.” Anadili ile ilgili konuşurkenyanlış anlaşılmaktan korkuyor yazar. “Aksandeğil aksayan bir dil bizimkisi” diyor.

“Tüm kudretini de bu aksaklıktan alan,muhteşem imkânsız bir dil!” ile tercih veya zo-runluluktan öte, dile geldiğini düşünen yazar,bizi bu “kimsiz dil”le Diyarbakır hikayelerinedoğru yolculuğa çıkarıyor. Kör Recep’e gidi-yoruz birlikte bize Sur’u, orada neler yaşandı-ğını anlatsın diye. “Olanı, olacak olanı en iyi oanlatır çünkü.” Karanlığı en iyi o tanır daondan…

“Sakın Cümlenizi Eksiltmeyin”

Bakur belgeseli yönetmeni Ertuğrul Ma-vioğlu’nun çağrısı bu. “Film çekene, yazı ya-zana, hakikatin peşine düşene, sözünüesirgemeyene verilen bu ağır cezalar başkalarıibret alsın diye. Sakın ibret almayın, sakıncümlenizi eksiltmeyin, sakın enseyi karartma-yın. Nelerin üstesinden geldik, bu zorbalık daaşılır elbet.”

Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu ile yönet-

EkinSanatEdebiyat8

Page 11: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

men Çayan Demirel’in yönettiği, yapımcılığınıAyşe Çetinbaş’ın üstlendiği 92 dakikalık BirGerilla Belgeseli: Bakur (Kuzey) nedeniyleyargılandıkları dava ceza ile sonuçlandı. Ça-lışmalarına 2013 yılında başlanan belgesel2015 yılında seyirciyle buluştu. Gösterimiylebirlikte hemen ardından yasak geldi. Belgesel34. İstanbul Film Festivali’nde yarışma dışı ka-tegorisinde gösterilecekti. Ancak İstanbul Kül-tür Sanat Vakfı (İKSV), belgeselin gösteriminiiptal etti. Gerekçe teknik bir nedendi ama asılneden ele aldığı konuydu. Ardından davageldi. Batman 2'inci Ağır Ceza MahkemesiMavioğlu ve Demirel'e “terör örgütü propa-gandası yapmak” suçlamasıyla 3'er yıl hapis

cezası verdi. Ceza yarı oranında arttırıldı. Ma-vioğlu ve Demirel hakkında yurt dışına çıkışyasağı konuldu.

Kararın ardından yapılmak istenenbasın açıklamasına da engel geldi. Bakur Bel-geseliyle Dayanışma Platformu’nun, BeyoğluSineması’nda yapacağı açıklama “zorunlu de-ğişiklik” nedeniyle Taksim Hill Otel’e taşındı.Açıklamada, “bu karar hem film yönetmeleri-nin sanatsal ifade özgürlüğünü hiçe saymak-tadır, hem de Türkiye’de üretimde bulunantüm sinemacılara yönelik doğrudan bir ifadeözgürlüğü ihlali ve tehdit niteliğindedir. Sine-macılar olarak özgürce üretme hakkımızın vede izleyiciler olarak sinema eserlerine özgürce

9EkinSanatEdebiyat

erişim hakkımızın elimizden alınmasına karşımücadelemizi kararlı bir şekilde sürdürece-ğiz.” denildi.

Belgeselcilerin, toplumun vicdanı vebelleği olduğunu vurgulayan Ayşe Çetinbaşise davanın hem hukuki rezalet boyutu hemde Çayan Demirel’e özgü başka bir boyutu ol-duğunu da anımsattı. Bakur filmini bitirdikle-rinin ertesi günü Çayan Demirel’in kalbidurur ve 15 dakika çalışmaz. Tesadüfen yol-dan geçen bir ambulansla hastaneye kaldırılırve mucize eseri hayatta kalır. Çayan Demirelartık “Yüzde 99 Sürekli Engelli Raporu” olanbir hastadır. Ona rağmen raporu dikkate al-mayan mahkeme “yeniden suç işlemeyecek-leri yönünde olumlu kanaat oluşmaması,infazdan kaçma ihtimali” gibi gerekçelerleceza vermekten ve yurt dışı yasağı koymaktangeri durmamıştır.

“İfade özgürlüğü insanı insan yapan

esas gerçekliktir.” diyen Mavioğlu, “BizleriBakur filminden ceza almış kişiler değil, haki-katin peşinde koştukları için başkalarına daibret olsun diye ağır cezaya çarptırılmış insan-lar olarak görüyorum.” sözleriyle son dö-nemde yaşanan sosyal medyayargılamalarının asıl mantığını da ortaya koy-muş oluyor.

Sil Baştan

İnternette gezinirken çıktı karşıma, dahaönce hiçbir kitabını okumadığım Müge İp-likçi’nin Sil Baştan adlı romanı. Kitabın dikka-timi çekmesinin nedeni ise yakın tarihimizinbir acısına bakmak istemiş olmasıdır yazarın.“Yazılması gereken bir kitaptı.”, diyor yazarhatırlamak ve unutmak için… Hatırlamak is-tediği, 10 Ekim günü Ankara Garında yaşanankatliamdır. Unutmak istediği ise yaşanılan acı-

Page 12: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

dır. Yazar, fallardaki yalana inanıp değişime

inanmayan bir anti-kahraman ile tanıştırırbizi. Nebiye, toz saplantısı olan, farklıya ya-bancı, her daim haklı olduğunu düşünen birorta sınıf karakterdir. Başlayıp bir türlü so-nunu getiremeyendir. Adım atmaktan korkanve pişman olandır. Karşısında ise Serin vardır.Adı gibi girdiği yere serinlik taşıyan genç birkadındır. Başlamaktan korkmayan, adım at-maktan çekinmeyen biridir. Ama Nebiye’ye vededikodulara göre; “hem sendikalı hem solcu;hem biraz orta mal hem de Kızılbaştır.” İkiside öğretmendir. İkisi de kadındır. 10 Ekim geçkalınmış bir buluşmadır onlar için.

Boşluk, sessizlik, ardından çığlık ve gök-yüzüne yükselen acı feryatlar… Boş kalmış bir

sayfa… Ne denir şimdi, nasıl anlatılır diyenyazarın çaresizliği… 95. sayfaya düşmeyen ke-limeler… akla yazılmış bir katliamın tarihi…toplumsal belleğe kaydedilmiş bir anı…Benim bir okur olarak 95. sayfaya düştüğümkelimeler…

“Hayatın ateşini ve hayatın serinliğini”yok edemeyeceksiniz.

“Her Şey Çok Güzel Olacak!”

Tıklım tıklım bir metrobüs yolculuğuylagüne başladık. Şoförün arkasındaki en ön ikili

koltukta oturuyoruz. Tatlı mı tatlı iki kız ço-cuğu ve yanlarında baba epey bir zorlanarakbizim koltuğun yanına kadar yaklaşabildiler.Ama kızlar ayakta durmakta zorlanıyor. Bak-tık birbirimize ve ikimiz de aynı anda “ister-seniz gelin kucağımıza birlikte yolculukyapalım” dedik. Biz babaya baktık baba dakızlarına… Kızlar da hiç itiraz etmeden kabulettiler teklifimizi.

Adın ne, kaç yaşındasın, okula gidiyormusun soruları ile başladık sohbete. Babayadönüp bakmamıza gerek kalmadan sürdüsohbetimiz. Bir ara baba söze karıştı: “Her şeyçok güzel olacak!” Seçim dönemi ve sonra-sında toplumun bir kesiminin neredeyse se-lamlaşması, kimlik tanımlaması halinegelmişti. Baba da o amaçla konuşmasına bucümle ile başlıyordu zaten. 23 Haziran günükızının ne kadar heyecanlı olduğunu, sonuçlarnetleşinceye kadar televizyonun karşısındanayrılmadığını, kazandıklarının açıklanması ilenasıl mutlu olduğunu, sevinçten sabaha kadaruyuyamadığını anlattı. Ertesi gün metrobüsdurağına geldiklerinde, kızının yine kalabalıkolan metrobüs durağını görünce büyük birhayal kırıklığı ile “Hani baba her şey çok güzelolacaktı. Metrobüsler yine kalabalık!” sözü ilene diyeceğini bilemediğini anlattı.

Bir çocuğun ağzından dökülen çıplakgerçek tüm bir toplumun beklediğiydi as-lında; değişim dediği şeyin daha ertesi güngünlük hayatında bir devrime neden olması,yaşamına değmesi ve onu kolaylaştırması…Ama uyanılan sabah yine aynı ilişkilerin, aynıeşitsizliğin, aynı sömürü sisteminin sabahıdır.Sonuç olarak kim hangi özlemle gittiyse san-dığa o özlem orta yerde duruyor. Çünkü öz-lemi gerçek kılacak diye umut bağlanılanlardoğru kişiler ve doğru adresler değil. Yanı-nızda doğru kişiler ve doğru adresler yoksa çı-kışı olmayan bir labirentte kaybolmak düşerpayınıza.

“Her şey çok güzel olacak!” sloganını birçocuk yarattı. Sloganın sonuçlarını ertesi güngörmek isteyen, gerçeğe çıplak gözle bakabi-len yine bir çocuk oldu. Korkmadı “Nedenmetrobüs hala kalabalık?” diye sormaktan.Aynı cesareti gösterebiliyor musunuz?

EkinSanatEdebiyat10

Page 13: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

11EkinSanatEdebiyat

- Bilim insanları giriş yaptı mı?- Geldiler. Otuz dört alandan 127 bilim

insanı geldi. Şimdi üniversite lojmanı olarakayrılan yerlere yerleştiriliyorlar.

- Konferans alanlarına yetişmelerindesorun olacak mı? Hazırlık komitesi soruyor.

- Planda bir değişiklik yok. Bence beyingöçünün bu kadar hızlı geri dönmesi harikabir şey. Bu ikinci ekip birincisinden hem dahafazla hem daha yetkin.

- Bence de. Berk sen kahve molası ver-memiş miydin? Ne hesaplıyorsun yine?

- Bugünkü koşulların yarattığı olanak-ları sağlamak için önceden bir işçinin, emekli-nin ne kadar ücret alması gerektiğini...

Çalışma salonundakiler şaşkınlıklaBerk'e doğru başlarını çevirdi.

- Ne kadarmış?- Hesaplamanın çok zor olduğunu anla-

dım. Konut, eğitim, sağlık, spor, tatil, gıda,giyim, eğlence, ulaşım, teknolojik ihtiyaçlar,hobiler... O kadar çok kalem var ki. Tahminibir rakam söyleyebilirim. Aylık yetmiş bin liracivarı olmalı.

- Gerçekten mi? - En az... Önceden bunların birçoğu ih-

tiyaç olarak görünmüyordu ama şimdi en in-sani ihtiyaçlar. Sonraki molalarda artık. Şimdiiş zamanı.

- Ceren, buradaki çalışanların kış tatilibaşvurusunu karşılayabiliyor muyuz? Tesis-lerdeki sorunlar giderilmiş mi?

- Çok fazla sorun yaşamayacağız. Dahaçok tadilatlar ve etkinliklerin organizasyonuoturtulmaya çalışılıyor. Şimdi tatil bizdendiğer bölgelere geçti. Son iki ayda her yaştanyedi milyon misafir ağırladık. Cumartesi-pazar biraz zorluk yaşıyoruz. Malum o gün-lerde bölgemizdeki çalışanlar da ekleniyor.

- Akdeniz bölgesinde kaç kişi olmuş?- On bir milyon kişi… Karadeniz, Kür-

distan, Kıbrıs ve İç Anadolu'da toplam onaltımilyon. Seneye biz de onlar da daha fazla zor-lanacağız. Yeniden inşa nedeniyle izinlerininyarısını seneye erteleyen çok oldu. Yaşlılarınbir çoğu zaten yakın tesislere, otellere yerleş-tirildikleri için oldukları yerde kalmayı tercihettiler. Bu sene dışarıdan çok az turist geldi.Malum iç savaş korku yarattı. On altı milyonkişi hasat, orman, doğa temizliği, yaşlılar veçocuklarla ilgili gönüllü tesislerde ya da ev-lerde tatilini geçirdi.

- Sen iznini ne zaman kullanacaksın?- Bu sene kullanmayacağım. Gelecek

sene iki ayımı birlikte kış tatilinde kullanıpkitap yazmayı düşünüyorum. Ya sen?

- Sanırım hepimiz gibi ben de iznimi ak-taracağım. Konut planlama, ailecek bize yakınbir köyde büyük bir ev vermiş. Bizim ailebüyük, biliyorsun. Hepimiz bir arada yaşa-mak istiyoruz. Evin biraz bakıma ihtiyacı var.Bahardan önce bir ay evle, bahçeyle uğraş-mayı düşünüyorum. Zaten yerime gelecek ar-kadaş devam eder, ben de işime geri dönerim.

temade çınar

Beş Ay SonraYabancılaşmaya Karşı Beyin Egzersizleri

Page 14: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat12

Bizimkiler taşınmaya ve tadilata başladılarbile.

- Ben şehirde kalmak istiyorum. Hattamümkün olduğunca merkeze yakın birkaçküçük ev için başvuruda bulundum. Konutplanlama Ekim ayı sonuna kadar herkesin ka-lıcı yerlerine yerleştirilmiş olacağını bildirmiş.Mesajlara baktın mı? Molozlar neredeyse ta-mamen temizlenmiş. Çöp ayrıştırma ve atıksorunu da gayet iyi gidiyor.

- Fidel, sen yine tatilini gönüllü köy gör-evinde mi kullanacaksın? Bu sene zeytin işikeyifli geçmişti.

- Sanırım. Yani ben öyle planlıyorum.

- Tarım Konseyi konferansı ne kadar sü-recek?

- Bugün üçüncü gün; yurt dışından ge-lenlerle birlikte dört gün daha sürecek. Kim-yasal-biyolojik temizlik ve yerli tohumbankası gündemlerinin karara bağlandığınıgörüyorum. Bugün ve yarın hayvancılık, son-raki gün de tarım ve orman alanlarını geniş-letme üzerine gündemler görünüyor.Konferansın hemen arkasından gıda üretim,saklama ve ulaştırma işçileri konseyi konfe-ransı başlayacak. Bu sene hasat geçen senedenbile iyi geçti. Baharı görmek için sabırsızlanı-yorum.

- Kapıdan heyecanla giren Deniz'di.- Yoldaşlar, bugün itibariyle tüm ül-

kede, her iki bölgemizde de güvenlik tam ola-

rak milislerin elinde. Güvenlik merkezi açık-lama yaptı. Sabotajlara karşı yine uyanıkolmak gerektiğini söylüyorlar.

- “İşte bu! Başardık!” dedi Alper. “Dev-rim kazandı.”

- İl merkez bürosunun etrafındaki tümbürolarda, camekanlarla bölünmüş tümalanda göz alabildiğine bir coşku dalgalandı.

- Mesaj geldi, eğitim konseyi ve sağlıkkonseyi yıllık planlarını açıklamışlar.

- Bakıyorum, bizim de bunlara göreokul ve sağlık merkezlerini yeniden düzen-leme işlerimiz neredeyse bitiyor. Herhaldeprograma uyumda sorun yaşamayız. Okul bi-

nalarının neredeyse bir hapishane gibi yapıl-mış olduğunu devrimden sonra anladım.Yüksek binalar, tel örgüler ve bolca beton...

- Eğitimcilerin üniversiteleri aktif çalış-tırma kararları bütün alanlara yansıyor. Meğerüniversitelerimiz de birer bina yığınıymış şim-diye kadar. Gerici ve sahte akademisyenler te-mizlenince, gerçek sahipleri de geri dönüpişlere el koyunca sadece eğitimciler değil, öğ-renciler bile kendi alanlarının içinde yerlerinialdılar.

- Sizin sağlık kontrolünüz nasıl geçti?Dün ev ziyareti randevunuz vardı di mi?

- Evet, kanlarımız falan iyi çıktı. Muaye-nelerimizde de sorun yok. Üç ay sonra yeni-den gelecekler. Ufaklığı göze götürecekler, okadar. Cuma gününe randevusu var.

Page 15: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

13EkinSanatEdebiyat

- Ev taramaları sayesinde hastaneler ne-redeyse boşaldı. Sağlık ekipleri yıllarca birik-miş sağlık sorunlarıyla boğuşmak zorundakaldılar. On binlerce yaşlıyı bakım alanlarınaalmışlar. Evde sürekli bakımda olanlar da var.Sağlık alanındaki üniversite öğrencilerindenhayli bir gönüllü görev yapıyor. Ağır çalışmaalanı kabul edilmeleri iyi oldu. Altı saattenfazla çalışmaları yasak. İzinlerinin en az yarı-sını kullanmaları zorunlu.

- Sınıf öğretmenleri de uzun yaz tatiliyerine çalışma saatlerini kısaltıp ara tatillerinkonulmasında hemfikir oldular. Ara tatiller debilim, sanat, spor kampları şeklinde olacak.Çocuklarla ilgili öğretmenler dekamp yapmış olacaklar. Onbeşer günlük dört tatili üni-versitelerle eş zamanlıyaptık. Üniversitelilerde kendi alanlarındaya da becerilerinde ço-cuklarla birlikte ola-caklar. Her aşamadaörgün eğitim günlükbeş saati geçmeyecek.Bilim, sanat, spor vesosyal merkezler deokul çıkışlarına göre orga-nize edilecek.

- Yani çocuklar anne ba-balarından sonra eve gitmiş olacak-lar?

- Evet, tabii ki... Herkese sevdikleriylezaman kazandırmak bizim işimiz.

- Kübalıların "bal arıları" dedikleri beşyaş üstü çocukların örgütlenmesini düşünü-yordu bizimkiler, herhalde biraz yavaş gidi-yor.

- Evet malesef öyle. Çocuklarımız şim-diye kadar kaderlerine terk edilmişlerdi. Çoğudoğru düzgün bir eğitimden yoksundu. Ya-bani otlar sarmış birer bahçe gibiler. Görüneno ki, bu çalışmanın oturması, çocuklarımızındeğil kendilerini idare edecek, yaşama yön ve-recek düzeye gelmesi, ancak seneye oturmayabaşlayabilir. Şimdi bilim, sanat, spor ve sosyalalanlarda temel gruplar oluşturulmaya çalışı-lıyor.

- Sen buradaki işler yoluna girince oku-luna dönecek misin?

- Elbette. - Arkadaşlar, Suriye heyeti ile Merkez

Komite görüşmesi başlamış. Anlık görüşmeraporları yayınlanıyor. Savaş tazminatı iste-meyeceklermiş. Bizimkiler ülkenin yeniden in-şası için bir plan yayınlamıştı. Onun nasılişleyeceğini konuşuyorlar.

- Ablam da gönüllü görevlendirmesinebaşvurmuş.

- Ablan tekstil işçisiydi değil mi?- Evet, makine de gönderiyorlarmış,

'biraz da onlara dikeyim' diyor. - Yayınlanan plan site-

sinde ihtiyaç alanlarına birhayli başvuru görünüyor.

- Özgür yenidenkazanım bölgesine gö-revlendirme isteniyor.Kıştan önce karmaşayıbitirip standart çalış-maya geçmek istiyor-lar. Doğa temizlikekiplerinin atıkları da

gelmiş. - Geçici olarak işe

yerleştirilmiş olanlarınsayfasını açıyorum. Kaç ki-

şilik başvuru sınırı koyayım?- Geçici olarak sınır koy-

mayalım. Kalıcı olarak üç bin işçilik alan var.Beş iş alanı açalım. Otomotiv, ev eşyaları, in-şaat malzemeleri, atıklar ve transfer...

- Gıda depolarında da altı yüz kişilik birtalep var.

- Hangi alanları istemişler?- Depo temizlik düzenleme, dağıtım ve

gıda denetim. - Tamam, açalım. Üniversitelere de bilgi

gönderelim, görevlendirme açalım. - Tamamdır. Depolarımız da bizim gibi

baharı bekliyor. Yaza kadar yetecek malzemeistiflemiş zincir marketler. Neyse ki holdinglerdepolarının birçoğunu imha edemediler. Dev-rim hızlı davrandı çabuk ele geçirdi ama dev-rim aylarında dağıtım kontrolü geç sağlandı.En büyük avantajımız devrim günlerinde ka-

Çocuklarımız şimdiye kadar

kaderlerine terk edilmişlerdi.

Çoğu doğru düzgün bir eğitimden yoksundu. Yabani otlar sarmış

birer bahçe gibiler.

Page 16: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat14

mulaştırmaların yapılmış ve birçok yerdetarım kooperatiflerinin işleri ele alıp topraklarıekmiş, hayvanlara, ağaçlara bakmış olması.Yoksa gerçek bir yokluk yaşardık.

- Mikroklima alanlarını da kahve, soyave tropik bitkiler için düzenliyorlarmış. İki-üçyıl sonra dışarıdan hiçbir şey almamız gerek-meyecek. Kürdistan bölgesi raporlarında. Ra-porun Türkçe çevirisi de yayınlanmış.

- Ooo saat dört olmuş. Çıkış saati geldi.Nöbetçi büro hangisi?

- Belediyeciler kalacak bugün. - Ben biraz daha buradayım. - Ben de.- Tamam ben çıkıyorum.

Aylin bir salsa grubuna kayıtyapmış. Fabrikadan orayagelecek. Haberiniz olsun,gıda alanındaki arkadaş-lar Alsancak'ta bir sürürestoranı daha halka aç-mışlar. Otantik yemek-leri yöre insanlarıyapıyor. Yarın görüşü-rüz.

- Biliyorum, bengittim. Tokatlıların kebabıbir harika! İyi eğlenceler.

- Bir yıl önce bu şehir deçekilmez bir kalabalık ve karmaşavardı hatırlıyor musun?

- Evet, nedense şehir karmaşasını hatır-lamakta güçlük çekiyorum. Sanki hep böyley-dik.

- Nasıl yani dört milyonun üstünde nü-fusu vardı. Yarı yarıya azaldı. Birçok mahal-lede sağlıksız evler temizlenince tatil köyü gibioldular. Ağaçlandırma ve yaşam siteleri oluş-turulduğunda bir düşün. En yoksul mahalle-lerimiz bile dinlenme tesislerine dönecekler.Ha tabi sadece mahallelerimiz değil tüm köy-lerimiz de gerçek birer yaşam alanına dönüş-türülüyor. Bunu sağlamadan şehirlerirahatlatamaz, tarımı ve hayvancılığı da geliş-tiremezdik.

- Şu tepelere kuracakları sistem var yaben ona bayıldım. Taksim Tünel’deki sistemikuruyorlar. Sıfır enerji. İnen vagon çıkanı yu-

karı çekiyor. Dört dakikada bir devridaim. Yılsonuna tamamlanacakmış. Benzin sıkıntısıönemli. Arabaların hepsini güneş enerjisiyleçalışacak şekilde dönüştüreceklermiş. Şimdi-lik sadece komün arabaları çalışıyor.

- İstanbul tarihin en büyük geriye gö-çünü yaşıyor herhalde. Şimdiden üçte birigitti. Trenler hala kesintisiz çalışıyor. Afet ha-zırlık konseyi depreme hazırlıkla ilgili planıyayınlamış. Herhalde şimdiden milyonlarcakişi olası bir depremden kurtuldu.

- Yoksulluktan, sağlıksızlıktan, açlıktan,saldırılardan, uyuşturucudan ne bileyim tra-fikten bile sürekli ölenlerin yaşamlarının kur-

tulduğunu da hesaplarsak beş aydamilyonlarca insanın hayatını

kurtardı devrim. - Bazıları hala

devrim günlerindeki çar-pışmalarda ne kadar çokşey kaybettiğimize söy-lenip duruyorlar. Tahripolan binalara bile ağlı-yorlar ya ne diyeyim...

- Devrimde fab-rika komitesindeydim. O

zaman aydınların, küçükburjuvazinin bir de küçük

toprak sahiplerinin daha çoksorun çıkaracağını düşünmüştük. Pek

de beklediğimiz gibi olmadı. Faşizm yarattığıyıkımla onları bize doğru itti. İşçilerle birlik ol-maktan başka bir çareleri olmadığını gören ço-ğunluğu devrime katıldı. Kendini varlıklızannedenlerin bile devrimin olanaklarını gö-rünce ne kadar fakir olduklarını anlamalarıçok sürmedi. Bugün sızlananların sesleri sinekvızıltısı gibi. Bence şu an asıl sorun devrimgünlerinde tamamen temizlenemeyenler. Bir-çoğu uyum sağlamış görünüp pusuya yatmışdurumda. Daha ilk günlerde kendini dışarıyaatmış olanlar dışarıda karşı çalışmaları yürü-tüyorlar ama içerideki karşı devrimi de des-tekliyorlar. Devrimi alt edip eski şaşalı,savurgan hayatlarına geri dönmek için can atı-yorlar. Hepimizin bulunduğumuz yerdekiişler kadar milis görevlerine de zaman ayırma-mız gerek.

Yoksulluktan,sağlıksızlıktan, açlıktan,

saldırılardan, uyuşturucu-dan ne bileyim trafikten bilesürekli ölenlerin yaşamlarınınkurtulduğunu da hesaplar-sak beş ayda milyonlarcainsanın hayatını kurtardı

devrim.

Page 17: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

15EkinSanatEdebiyat

- Herhalde tarihsel olarak en büyük şan-sımız eş zamanlı pek çok ülkenin de devriminiyapmış ya da yapıyor olması. Yoksa uluslar-arası anlaşmalardan, NATO'dan çıkmak falanbüyük risk almaktı. Emperyalistler kendi dert-lerine düştüler. Enternasyonalist dayanışmada hızlı gelişti. Dil bilen çok fazla insanımızınolması büyük avantaj. Bilgisayar sistemlerininde hemen aktifleştirilmiş olması harika oldu.Hem içeride hem de dışarıda işler onlarca kathızlandı. ODTÜlü gençler ağaçlara sarılarakbaşladıklarını devrimle tamamladılar.

- Kaçta çıkacaksın?- Birazdan çıkarım. Sokak sanatları ile il-

gili bir forum var, oraya gitmeyi düşünüyo-rum. Ya sen?

- Ben biraz daha buradayım. Robotikteknolojinin geliştirilmesiyle ilgili programtaslağını okuyacağım. Hafta sonu Ankara'dakitoplantıya katılmam lazım.

- Ciddi zaman kazandıracak bize. Belkiseneye çalışma saatlerini dört saate düşürebi-liriz ne dersin? Üç saat işçi üniversiteleri içiniyi bir katkı olur.

- Kadın çalışmaları için de... Daha birço-ğunu çalışma hayatına ya da sosyal hayata ka-tamadık. O kadar uzun bir süre evehapsedilmişler ki, daha önce çalışanlar, köy-dekiler ve devrime katılanlar dışında hala dörtmilyona yakın kadın evinin içinde yaşıyor.

- Ekonomik özgürlük ve güvenceliyaşam bir çoğunun henüz nasıl kullanacakla-rını bilmedikleri bir şey. Uzun yıllar boyuncahapsedildikleri gelenekleri kırmaları zamanalacak. Kadın konseylerinin çalışmaları isteristemez biraz yavaş yol alacak. Şu hırçınküçük burjuvalarımız da işi zorlaştırıyor. “Ca-hilliğe sövgü” korosu bir sussa... Hala bu tu-tumlarının işe yaramadığını, yapıcı değilyıkıcı olduğunu anlamıyorlar. Yarın görüşü-rüz. Akşam şu geleneksel yemeklere uğraya-cam. Kahvaltıya böreklerden getiririm. Bir şeygetirme.

- Tamamdır. Gülsu geç saatlere kadar çalıştı. Sonra

da oradaki kanepede uyudu. Sabaha karşıuyanıp kahvesini aldı, pencereden şehri sey-retmeye koyuldu. “Bu pencereden bir yıl önce

bakan gözler de baktığı şehir de bambaş-kaydı” diye düşündü. İl konseyi daha devri-min ilk zamanlarında bu sendika binasınayerleşmişti. Bina, daha önce on-onbeş sendikabürokratı tarafından kullanılırken bugün birgünde neredeyse binlerce kişinin uğradığı biryer haline gelmişti. İş çıkışında işçilerin buluş-tuğu lokali, toplantı salonlarını rezerve eden-lerin giriş çıkışları... Bina tıkır tıkır işleyen birmakina gibi çalışıyordu. Sendika binaları dahabüyük binalara geçmişti. Onbinlerce işçininaktif örgütlenme ve eğitim çalışmaları yaptığıbir yerde bu eski sendika binaları birer bürogibi kalmıştı.

Bugün akşam organize sanayidekiçocuk merkezinde yeğenleriyle buluşacaktı.En küçüğün emekleyerek neredeyse koşarakgelmesini gülerek düşündü. Ablasıyla eşi deçocuk merkezinde yemeğe gelecekler, tiyatro-dan sonra da çocukları alacaklardı. Gülsu daoradaki çocuklarla drama çalışmasına katıla-caktı.

- Günaydın, nerelere daldın öyle? Bakne getirdim. Devrim deneyimleri ikinci ciltçıkmış. İşçi konseyi üç milyon bastırmış.

- Aa saat kaç? Yedi olmuş. Erkencisin.

Page 18: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat16

- Bana mı diyorsun. Gece aşağıdakigençler şarkı türkü söylemişler. İçeri girerkenanlatıyorlardı. Uyuyabildin mi bari.

- Duymadım bile. Hiç enerjileri bitmi-yor. Çalışma bitiyor, okula gidiyor, etkinlik-lere, toplantılara yetişiyor, örgütlemeçalışmalarına katılıyor sonra da nerede biraraya gelseler -ki geliyorlar- şarkı söyleyiphalay çekiyorlar.

- Yaşlıymışsın gibi konuştun yine. - Birkaç yaşta bir nesil değişiyor artık. - Haklısın. Naptın, bir şey yedin mi?

Acıkmışsındır. Tarık börek getirecekmiş. Yol-daymış, gelir şimdi.

- Acıktım gerçekten. Sen ne yaptın?Şehir hayvanlarıyla ilgili bir forum vardı dimi? Oraya gidecektin.

- Gittim. İki farklı görüş var. Sahiplen-dirme ve sahipleri destekleme kararı baki. Ka-lanlar şehir içinde yaşasınlar da buradasahiplenilinceye kadar onların bakım ve ko-runmasını mı sağlayalım yoksa onlara özelalanlar mı kuralım? Şehir akışı bir yandanavantaj, diğer yandan onlar için dezavantaj...Bir de şu hayvanlara zarar verenlerin yargılan-dığı duruşma vardı. Halk mahkemesindekidiğer arkadaşlar bu kişileri özellikle hayvanbarınaklarında görevlendirmek istiyor. Bili-yorsun bir tane cezaevimiz var ve doldurmak

istemiyoruz. Zaten hepsini zorla boşalttık.Halk düşmanları dışındakileri kazanmak ce-zalandırmaktan önemli. Onları bile kazan-maya çalışıyoruz. Bu konuda da görüşler ikiyeayrıldı. Hayvan sevmeyenlerin bakım alanla-rında olmamaları gerek diyenlerle, bu insan-lara insanlığı öğreteceğiz diyenler... Sanırımikinci görüş ağır basacak.

- Bayağı tartışmalı geçmiş. - Evet ama iyiydi. Devrim öncesi ha-

vanda su dövme tartışmalarına hiç benzemi-yor. Biliyor musun, önceden toplantılardannefret ederdim. Şimdi bütün olanaklar, bilim-sel veriler, yapıcı zeka ve insan gücü, her şeyelimizde. Sonuca ulaşabilen toplantılar keyifbile veriyor.

Bilgisayarının başına oturmuş olanUmut heyecanla bağırdı.

- Oh be, sıcaklardan bunalmak da ney-miş. Yenilenebilir enerji altyapı çalışmaları ra-poru… Güneş enerjisi bütün bölgemizinihtiyacını karşılayacak. Güneşten serinleyece-ğiz.

Nöbetçi belediyecilerle birlikte “güneş-ten serinleme” esprisiyle kahvaltının etrafınatoplanıldı. Aynı hızla saat sekizi vurduğundabütün bürolar ve bütün ülke harıl harıl çalış-maya başlamıştı.

Page 19: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

17EkinSanatEdebiyat

Sarp dağların arasındaki bir çukurdadoğdum ben. 5 haneli bir yayla köyünün taşevlerinden birinde... Toprağın, suyun ve or-manın, orada yaşayanların olduğu bir dün-yaydı burası. İlk adımlarımı kirletilmemiştopraklarda attım. İlk içtiğim su kaynak su-yuydu.

Yaban hayatının ortasındaki ovamızdadünyayla tek bağımız televizyondu. Günlergeceleri kovalıyor ve bu ağır geçişler boyuncadaha önce tanık olmadığımız şeyleri görüyor-duk. Yaşamımız giderek zorlaşıyordu.

Karşımıza dikilen zorlukları, suyumuz-dan içmeyen, toprağımızdan beslenmeyenle-rin çıkardığını biliyorduk. Ankara’ydı bunuyapan. Tüm bunları şehre inenlerin getirdiğigazetelerden, evimize gelen gerillalardan vetelevizyondan öğrenirdik.

Büyükbabam şehre indiğinde edindiğibilgileri anlatmaya başladığında tüm gözlerüzerinde toplanırdı. Kulakları giderek ağırlaş-mıştı ama keskin bir zekâ ve hafızası vardı.

Büyükbabam türlü zorluklara katlanmışbir çiftçi ve iyi bir oduncuydu. İlk adımların-dan ölünceye değin adımladığı topraklardakideğişimleri hemen fark ederdi. Elleriyle gö-rürdü. Toprağa ve ağaçlara dokunduğundamevsimin nasıl geçeceğini anlardı.

Doğaya büyük bir saygısı vardı. Ağaçla-rın ne zaman yaş aldığını bilirdi. Ne zamankerestelik, ne zaman yakacak odun için or-

mana gidileceğini anlatır ve genellikle gittiğizamanlarda beni de götürürdü. Erkek torun-larını pek bir severdi ama onların akılları, bü-yükbabamın ellerinin nereye dokunduğundadeğil domuz avına giden köylü gençlerdedir.Büyükbabam da hayıflanarak çaresizce banaanlatırdı biriktirdiği deneyimlerini. Tüm bun-ları anlatmak zorunluluğu hissederdi: Öyle yabu dünyadan gölgesi çekildiğinde edindiğibilgiler onunla birlikte gitmemeliydi...

Köy evlerini bilir misiniz? Bizimki 100yıllık taş evlerdendi. Eşikten içeri girdiğinizdesol tarafta tereg denilen sedirlik, locin denilenateş yakıp yemek pişirdiğimiz küçük kuyu-muz bulunurdu. Sağ tarafınızda yüksek bireşiğin ardında misafir odamız tüm düzeniyleağır konuklarını beklerdi. Karşınızda, 4-5metre ileride büyük ve adeta bir soğutucuolan mutfağımız kışa hazırlığını yapmanın gü-veniyle karanlık bir bölme olarak orada du-rurdu. Son olarak mutfağın yanı başındaahırımızı görürdünüz.

Evet yanlış okumuyorsunuz, evimiziniçinde ahır vardı. Birçok zaman otlaklardanerken dönen ineklerimiz bölerdi yemeğimizi.Aniden kapıdan içeri girerken büyükannemağzında lokmasıyla ahırın kapısına koşardı.Bazen de sabahları evden çıkarken zaman-sızca kuyruklarını kaldırır ve temizlenecek biralan daha verirlerdi bize. Böyle anlarda bü-yükannemin tiz çığlığı duyulur ama bu; pat

a.asya

Geçmişin AynasındanGeleceğin Dünyasına

Page 20: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat18

pat seslerini durdurmazdı. “Bıktım artık, hep-sini satıp kurtulacağım.” derdi.

Tüccar amca geldiğinde tüm bu hen-gâme unutulur, matem havası sarardı evi. Birete bakar gibi donuk bir bakış atardı ahırımız-daki canlarımıza. İneklerimiz ise meraklı göz-lerle adeta neden ahıra girdiğimizi sorar,sonra iştahla önlerindeki yemlere yumulur-lardı. Hangisini satacağına karar vermişseevin büyükleri, onu bir ayrı severlerdi o gün.Tımar eder, okşar; “rındekam”, “sevgulüm”,“senena” diyerek doğumunu hatırladığı veşimdi kocaman bir inek olan, bir yanıyla ço-cuğu olan kızına seslenirlerdi. Büyükannemyaklaşır ve ineğimizin boynundaki zincirlerititreyerek açardı. Ağlardım. “Satmayalım ba-baanne, nolur satmayalım, götürmesinler Ha-nım’ı…” Kızmış gibi yapıp “Götürmeyip neyapacaklar, sen mi bakacaksın? Yaşlandımartık. Okula gitmeyip evde kalacaksan satma-yalım…” derdi. Düşünür ve ağlardım. Nedenyakın bir köyde okul yoktu ki? Neden oku-mak için şehre gitmek zorundaydım? Çiftçilerokumaz mıydı?

Her şeyden habersiz Hanım, nallanmışayaklarıyla ağır adımlarla ahırdan çıkardı. Ar-dına bakardı, neden diğer hayvanların halaahırda olduğunu sorardı adeta ve geri dön-meye yeltenirdi. Tam o sırada ellerindeki so-payı havaya kaldırırlar ve yürü derlerdi…Çaresizce yürürdü Hanım ta ki kamyonu gö-rene kadar. Şiddet ve zor orada kullanılırdı veHanım o kamyona ne yapsa ne etse bindiri-lirdi. Ve giderdi… Elindeki üç kuruşa bakıpağlardı büyükannem… Ağıt yakardı yarıTürkçe yarı Zazaca… Eteğinin içiyle burnunusiler ve kalkardı, yapılacak iş hiç bitmezdi köyyerinde. Hüzünle, emekle, sevgiyle yoğrul-muştur yüreklerimiz. Hayvanlarımız doğdu-ğunda onlara, iyiliği ve yaşamın güzelliğinianlatan isimler bulurduk. Nefreti o küçük ya-şamlarımıza giren parayla tattık.

Sonbahar kendini iyiden iyiye hissettir-diğinde büyükbabam ormana bakardı. Ağıradımlarla yürür, sakladığı yerden baltasını çı-karır ve ucunu keskinleştirirdi. Hanım’dankalan para yaza kadar bir şekilde yetecekti.Şimdi sıra yakacak odun hazırlamaktaydı.

Kolay iş değildi yaylada kışa yetecek odunlarıayarlamak... Kurak iklimde yaşıyorsanız ağaçkesmek için çok ince hesap yapmak zorunday-dınız. Kilometrelerce yürür ve tüm köylününberaber karar verdiği ağaç kesim yerine varır-dınız.

Büyükbabam ağaçların arasında büyükbir dikkatle yürürdü. Gövdelerindeki sert ka-buğa dokunur yaşını tahmin ederdi. Küçükağaçlar arasındaki yaşlı ağaçları kesmeye çalı-şırdı: “Eğer bu ağacı kesersek yanındaki gençağaçlar güneşi görecekleri için hızla büyüye-cek” derdi kendi dilimizde. Ağaç kesmeyegüzün giderdik. Erkek torunlar söylense dededemin her söylediğini yaparlardı. Traktörkasasına sığacak kadar odun kesildiğindeyüklenir ve evimizin önünde uzanan düzlü-ğün bir yerine yığılırdı. Bu işlem en az iki keretekrarlanırdı. Asıl kas gücü burada devreye gi-rerdi. Günlerce uğraşılarak sobanın içine gire-cek ebatta ağaçlar küçük parçalara bölünürdü.Biz kadınlar onları kucaklar ve büyükanneminbelirlediği istif alanına taşırdık. Sabırla vebüyük bir ustalıkla tek tek yerleştirirdi odun-ları. Kuruyan yapraklarına kadar ekmeklik,sobalık, tutuşturmalık gibi kategorilere bö-lerdi...

Diyelim ki genç bir çift köyde kendile-rine ev yapacak. Evin çatı katında kullanılanağaçlar yahut kolon olacak büyüklükte odun-

Şimdi çığlıklarımızıaynı tonda buluşturma

ve kendi ezgilerimizi yazmazamanıdır. Sende sesini katbu ezgiye... Kavgayla ve

aşkla sınanan notaların birli-ğidir duydukların. Doğanın

ve insanlığın kurtuluşu-nun anahtarıdır...

Page 21: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

19EkinSanatEdebiyat

lar kesmeye gideceksek zemheride yani kışınortasında, ocak soğuğunda yapardık.

Zemheri soğuğunda ağaçlar yaş atlardı.Bütün yaz emdikleri suyu saldıkları dönemdibu dönem; bunu yapmazsa donarlardı. Ağaç-ların gövdelerindeki kahverengi halkalarınsırrı tam da buradaydı. Zemheride suyu boş-altır ve yeniden su emeceği dönem bir halkadaha oluştururlardı.

Zemheri ayında kesilen ağaç hem çok

çabuk kesilirdi hem de kabuğu rahat soyu-lurdu. Dış kabuğu arasında yaşayan kurtçuk-lar su salımı yaptığı için ağaca zarar vermedenkabukları arasında yaşamaya devam ederdi.Ta ki biz kesene kadar… Doğadan ihtiyacımızkadarını alır ve hiçbir şeyi çöpe atmazdık. Herşeyi dönüştürürdük. Çatılarımız bir gün lazımolacak malzemelerle doluydu. Bir şey lazımolduğunda örümcek ağları arasında ilerler vebulurduk.

Teknoloji gelişti… Bizim kullandığımızaletler ilkel kalıyor artık. Şimdi büyük vinç tipiaraçlarla ormana giren yabancılar orman ka-nunlarını hiçe sayarak aç zenginlerin isteğinegöre -isteği bütün ormanın yok edilmesi deolabilir, belli bölümün tıraşlanması da- doğaldengeyi bozacak darbeleri büyük bir hızla ya-pabiliyorlar. Biraz önce nefes alan, giysisiylebinlerce canlıya yuva olan ormanlarımız kısa-cık bir an sonunda bir kereste yığınına dönü-şüveriyor.

Şehirlerin boğucu havası yayla köyleri-mize kadar geldiğinde biz hala köstebek gibikendi yaşamlarımız içinde debelenirdik.Akşam haberi saatlerinde, topu topu 5 haneolan yaylamızda komşular çıkar gelir ve ha-berlerle birlikte politika yapmaya başlardık.Ankara’dan Rusya’ya, ABD’ye kadar tartışı-lırdı. Daha çok erkekler yapardı bunu.

Tartışılan gündemlerin kendi hayatlarınıetkileyeceğini bilirlerdi ama yine de hiçbirzaman kendilerini değiştirici olarak görmez-lerdi. Ne olduğu konuşulurdu, neden olduğukonuşulurdu ama nasıl çözüleceği konuşul-mazdı... Çocuktum sustum, büyüdüm ve de-ğişim isteyen bireyin bu büyük altüst oluşunöznesi olması gerektiğini kavradım.

Nasıl ki doğal dengede ağaçların kökleribirbirini sarıyorsa ve birinin suyu eksildiğindediğerleri imdada koşuyorsa, biz de el ele ver-meli kavgamıza can suyumuzu taşımalıyız...

Bugün doğanın çığlığını duymayan,yarın çığlıklar dehlizinde boğulacaktır. Gör-meden, duymadan yaşamak mümkün olsaydıceylanlar oto yollara kaçışmaz, köstebekler or-manda yanmazdı...

Şimdi çığlıklarımızı aynı tonda buluş-turma ve kendi ezgilerimizi yazma zamanıdır.Sende sesini kat bu ezgiye... Kavgayla ve aşklasınanan notaların birliğidir duydukların. Do-ğanın ve insanlığın kurtuluşunun anahtarı-dır... Kimimiz en tiz sesleri dahi çıkarabilecekbir ses aralığına sahip, kimimiz detonedir.Ama önemli olan şu ki biz bu şarkıyı birliktesöylüyoruz. Buluşmak istiyoruz sesinle ve ih-tiyacın olan can suyunu taşımak solan heryaprağına...

Page 22: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat20

Antakya'da Ahmet adında bir gencin öl-dürüldüğü gece anlatmaya başladığım hikâ-yeyi, o geceden 22 ay sonra sonlandırmaküzereydim. Son birkaç sayfanın altlığını oluş-turmuş, sulu boya takımı, kalemleri ve her türalet edevatımı ayarlamış, Ankara'daki öğrencievimin salonuna karargâhımı kurmuştum.Önümde çizdiğim ve çizmekte olduğum say-falar serili; kulağım bir yandan bilgisayardaaçık duran ve neredeyse tüm sahnelerini ez-bere bildiğim dizideydi. Hazırlamakta oldu-ğum kitabın arkasında Gezi’nin üzerindengeçen zamanda yaşadıklarımızı anlatacağımbölümü düşünüyordum. ODTÜ yolunu, Ha-san’ı, Özgecan’ı...

Mutfakta bıraktığım telefonumun çal-masıyla birlikte diziyi durdurdum ve mutfağagitmek üzere yerimden kalktım. Günlük ko-nuşmamızı yapmak üzere annem arıyordu.Açtım telefonu. Sesi bir garip... “Nasılsın, na-pıyorsun, evde misin?” sorularından sonra ga-ripliğin nedenini çözmeye başlıyorum.“Haberleri izledin mi?”, “Patlama olmuş. Ur-fa'da…” Urfa’da olan bir patlamadan sonrabeni neden aradı, diye düşünmeye yeni başla-mıştım ki devamı geldi “Sosyalist gençler...ölüler varmış...” Telefon kulağımda bilgisa-yara yürüyorum.

İnternete ilk düşen görüntüyü açıp an-lamaya çalışıyorum. Bir grup gencin ortasın-dan yükselen bir alev topu… Tıpkı birkaç aysonra Gar’da önümde yükselecek dev alev

topları gibi... Bir anda bir gürültü ve her tarafadağılan insan parçaları, çığlıklar, kan kokuluboş bakışlar... O yaşıma kadar yalnızca haber-lerde duyduğum bir katliam biçimine tanıkolmak, bunun bizim başımıza da gelebileceğigerçekliğini kavramak biraz zaman alıyor.

Söğütlüçeşme Metrobüs durağından çı-karken tekrar tekrar yaşıyorum bu anları. Bek-sav'a giden yokuşu tırmanırken kaybettiğimizinsanları düşünüyorum. Patlamadan dört yılsonra hazırlanmış belgeseli izlemek için Bek-sav'ın bahçesine giriyorum. Beksav'ın kısıtlı

s.ş.

“Gitmek”

Page 23: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

21EkinSanatEdebiyat

imkânlarıyla gösteriliyor, çünkü birkaç saatönce Şişli Emniyeti, Nazım Hikmet KültürEvi’nde yapılacak belgeseli güvenlik gerekçe-siyle yasaklamış. Film gösterimi kimin güven-liği için tehlike arz ediyor bilmiyorum.

Belgesel başlıyor. “33 düş yolcusu”nunardından toplanan 200'e yakın tanık anlatımıgeliyor peş peşe. Anneleri, babaları, arkadaş-ları, yoldaşları anlatıyor onların gitme hikaye-lerini. Belgesel boyunca nerdeyse bir iki isimdışında hiçbirinin ismini özel olarak duymu-yoruz. Hiçbirinin resmini görmüyoruz, hiçbi-rinin görüntüsünü izlemiyor, hiçbirinin sesiniduymuyoruz. Bütün cümleler tek bir kişiyi an-latıyor gibi ardarda devam ediyor. Yeni bir ya-şama doğru çıkılan ve ondan sonrasındahiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bilinen biryolculuğu, bir düş yolcusunun yolculuk hika-yesini dinliyoruz. Gitmeye karar verdikleriandan, Amara Kültür Merkezi’ne indikleri anakadar bu yolculuğa tanıklık ediyoruz.

Evlerden başlıyor hikâye. Odalardan,mutfaklardan, bahçelerden… Sonra otobüsünkalktığı Kadıköy Belediyesinin önüne geliyo-ruz. Sonra otobüse biniyoruz, otobüs camın-dan dışarı bakarak İstanbul’dan Urfa’yauzanan yola il il tanıklık ediyoruz.

Her bir hikâyede çift görüntü izliyoruz.Bir yanda “yolcu”nun gözünden Kadıköy-

Suruç yolunu tekrar kat ediyor, bir yandanakıp giden yol görüntülerinin üstüne silik birşekilde çakıştırılmış yakınlarını dinliyoruz. 33kişinin hikayesini dinlerken, onlarla aynı oto-büse binip yolculuklarına ortak oluyoruz.

Ve belgeselin bitimine doğru AmaraKültür Merkezine geliyoruz. Patlamadan da-kikalar önce bir gazetecinin çektiği görüntüleryansıyor ekrana. Kültür Merkezine yeni var-mış insanları görüyoruz; kimi bahçede sigaraiçiyor, kimi sohbete dalmış, kimi binanıniçinde getirdikleri yardım kolilerine sırtını da-yamış yol yorgunluğunu atmaya çalışıyor. Bi-razdan ekrana sarı yıldızlı kırmızı çerçevelerleyansıyacak yüzleri -belgeselde ilk ve son ola-rak- Temmuz sıcağında kavrulan Amara Kül-tür Merkezinde görüyoruz. Hiçbir sahnedegöremediğimiz yüzler kameranın önünde birbir beliriyor. Kamera tek tek dolaşıyor yüzleri.Yolcuların arkada kalanlara büyük bir yük bı-rakan bakışları aynı düşü kuran izleyicileridelip geçiyor.

Ekran kararıyor. Bu kez 33 yolcununsarı yıldızlı kırmızı çerçeveyle hazırlanmış fo-toğrafları beliriyor. Her seferinde bir yolcu be-liriyor ve solarak kayboluyor. Beliriyor,kayboluyor; beliriyor, kayboluyor… 33yolcu… karşımızda beliriyor.

Page 24: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat22

“altı kadın vardı demir kapının önünde,beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde.besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.

altı kadın vardı demir kapının önünde,ayakları sabırlı, ellerinde keder,

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,cin gibi bakıyor kundaktakiler.

altı kadın vardı demir kapının önünde,sımsıkı gizlemişler saçlarını,

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,biri kavuşturmuş avuçlarını.

bir jandarma vardı demir kapının önünde.ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.

bir beygir vardı demir kapının önünde,nerdeyse ağlayacak.

bir köpek vardı demir kapının önünde.burnu kara, tüyü sarı,

kamış sepetlerde yeşil biber vardı,torbalarda kömür, heybelerde soğan sarmısak.

altı kadın vardı demir kapının önündeve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;altı kadından biri sen değildin, amabeş yüz erkekten biri bendim.” *

tuğçe sayın

Emeğin Ressamı Balaban

“Mahpushane Kapısı” tablosu

*Nazım Hikmet’in Balaban’ın Mahpushane Kapısı tablosuna yazdığı şiirdir.

Page 25: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

23EkinSanatEdebiyat

Bursa’nın Seçköyü’nden İbrahim Bala-ban, 1921 yılında Osmangazi’de doğmuş. Köymektebinde üçüncü sınıfa kadar okuyabilmiş.Henüz 16 yaşındayken tanışmış mahpushaneduvarlarıyla… Babasının gönderdiği işe dere-lerden, tarlalardan giderken, nerden bilsindibabasının kandırıldığını, bundan sonraki gün-lerin, ayların, yayı kopmuş ranzalarda geçece-ğini. Altı ay hapis ve para cezasınaçarptırılmış, ama nasıl ödeye köy çocuğu Ba-laban, nasıl ede? Üç yıl uzamış mahpusluğuama zihnini hapsetmemiş, resimlerine sürmüşdemir parmaklıkları, tarlada tırpan misali.

Nazım Hikmet ile 1941 yılında Bursa ce-zaevinde kesişir yolları. Balaban, Nazım’ın ko-ğuşuna gide gele kendinden 20 yaş büyükolan ustasından öğrenir birçok hüneri. Nazım,köy çocuğu Balaban’a el uzatır; resim yap-maya yönlendirir, kültürle donatır. Mahpus-hane okul olur birden ona. Bir süre İmralı YarıAçık Cezaevine gönderilen Balaban’ın Na-zım’la yolları ayrılır ve bu süreçte bir cezaevidoktoru resimlerinden birini beğenir ve satınalır. Artık galerileri gezmeye başlamıştır tab-loları. Resimleri satılır satılmasına ama hiçbirzaman parasını alamaz Balaban. Cezaevi yö-netimi el koyar emeğinin hakkına, alın terine.

İmralı döneminde mahpus arkadaşları-nın portrelerini resmeden Balaban’ın resimleri‘komünistliği aşılıyor’ denilerek Marmara’nın

derin sularına atılır acımasızca.İsmi “Mahpushane Kapısı” ve “Bahar”

tabloları ile duyulur ve Nazım bu iki şaheseriçin ayrı ayrı şiirler yazar.

1950 yılında çıkan af ile mahpusluğubiter Balaban’ın. Tabloları ve ustasıyla birlikteçıkar hapishaneden. Nazım İstanbul’un, İbra-him ise köyünün yolunu tutar. Bir süre sonraNazım Balaban’ı İstanbul’a çağırır ve dostla-rıyla tanıştırır ancak bu süre kısa sürer ve 1951yılında Balaban askere alınırken Nazım yurtdışına kaçmak zorunda kalır ve bu ustayla çı-rağın son görüşmesi olur.

İlk sergisini 1953'te İstanbul’da, FransızKültür Merkezi'nde açan Balaban 1961 yılındaresimleri yüzünden altı ay tutuklu kalır. 1962de sergisi kapatılarak Balmumcu Kışlasınahapsedilir ve askeri mahkemede yargılanır.2000’den fazla tablo üretir, 50 den fazla kişiselsergi açar ve 11 adet kitap yayınlar.

Anadolu’yu dolaşarak halk efsanelerini,Hitit kabartmalarını, Anadolu evliyalarını in-celer. Eserleri gördüğü her ayrıntının yansı-ması olur ve eleştirmenler onu “Anadoluinsanının yaşamından ve halk efsanelerindenyola çıkarak toplumsal gerçekçi yapıtlar üre-ten ressam” olarak tanımlarlar. Oysa ki Nazımonun sanat tarzını ‘’Balabanizm’’ olarak nite-lendirir.

Balaban eserlerini dönemlere ayırır ve

İbrahim Balaban, “Bahar”

Page 26: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat24

‘Dağınık’, ‘Nakışsı’, ‘Ağır Aksak’, ‘Oyuncaksı’,‘Tutsak’, ‘Özgürlük’ gibi özgün adlar verereksanat anlayışını “Sanat, yaşantımın izdüşümü-dür. Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunuyapar. Ben insanı santimetrik ölçülerle değil,diyalektik ölçülerle resmediyorum.” diyereközetler.

Mahpushane, köy yaşamının yoksul-luğu, köylü üretim araçlarını, göç, yol, cinayetve köy yaşantısına ilişkin temaları işleyerekbaşladığı bu sanat yolculuğuna mitolojiyle, ef-sanelerle, Anadolu erenleriyle, toplumsal olay-larla, devam eden Balaban’ın bu yolculuksırasında sergileri basılmış, resimleri saboteedilmiş, sulara atılmış, yasaklanmış, kendisitutuklanmış ama zihnindekileri tutsak etme-lerine asla izin vermemiş.

“Göç” tablosundan bir detay

İbrahim Balaban

Ustası Nazım Hikmet’in de dediği gibi,

‘’İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın.İşte şafak vakti, Mayıs ayındayız.İşte aydınlık:akıllı, cesur, taze, diri, insafsız.İşte bulut:kaymak gibi lüle lüle.İşte dağlar:hem de mavi, hem de serin.(…)’’İşte seyreyledik gözüm, hünerlerini Balaban’ın.

İbrahim Balaban, 9 Haziran 2019’da ara-mızdan ayrıldı. 98 yıllık ömründe emek hır-sızlarına karşı daima üreterek cevap verdi.Anısı, cesur duruşu daima yolumuza ışık tu-tacak.

Page 27: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

25EkinSanatEdebiyat

Osmanlı tarih sahnesinden çekilmeküzereydi. Artık son zamanlarını yaşamaya ça-lışıyordu.

Osmanlı sağına soluna bakınarak tutu-nabileceği bir dal arıyordu ancak bu mümkündeğildi, etraftakilerin amaçları çok başkaydıve Osmanlının çöküşü onların iştahını kabar-tıyordu.

Osmanlı sarayı Anadolu’nun üzerindebatmakta olan güneş gibi dünya gözüyle sonkez bakıyordu nefes alıp verdiği Uranos’a, sal-tanatın kederli gözleri İngiliz gemisinden sonkez bakakaldı suların ardındaki topraklara.

Anadolu toprakları yorgun ve bitkin birhaldeydi. Uranos’un altında nefes almaya ça-lışan insanların çok büyük bir bölümü günyüzüne hasrettiler ve gece ile gündüzü ayıransadece karanlığın sessiz çığlığıydı ve hatta ge-celeri biraz daha rahat nefes alabiliyorlardıgünün kâbusuna çökünce karanlığın silueti.

Anadolu toprakları artık hayaletten iba-retti, ölüm kol geziyordu ve korku beklemek-teydi hem dağı hem de kapı eşiklerini.

Ölülerin ruhları sağa sola koşuşturan-larla birlikte bir o yana bir bu yana koşuştur-maktaydılar, kim ölü kim sağ bilen yoktu,sadece can telaş içinde yaşama tutunabilecekbir dal aranmaktaydı.

Kardeş düşünceler bir anda kesiliverdibıçak sırtı gibi ve nice insanın düşleri yarıdakalmıştı yıllarca komşuluk ettiklerinin elle-rinde, şimdi can pazarı ortalık, kimileri canla-rını kurtarma telaşı içinde kimileri de mal

kapma peşindeydi.“Ah üç günlük dünya...” diye düşündü

düşleri yitik ihtiyar.“Zaman, zaman her şeyin ilacı.” dedi

öteki ihtiyar. “Belki her şeyi eskisi gibi düzel-tir.”

Ve iki damla gözyaşı döktüler çiğnen-miş topraklara.

Anadolu’nun kadim halklarından olanRumlar ve Ermeniler yerlerinden sökülüp atı-lıyor ve büyük bir kıyımdan geçiriliyordu, ge-riye dönüp son kez yıllarca yaşadıklarıevlerine bile bakmaya zamanları yoktu askerdipçiği altında yürütülen ayağı yalın, gözüyaşlı insanların. Nice zamanlar boyu yaşamış-lardı bu topraklarda ve şimdi kanlarıyla sula-

atila oğuz

Harputlu Kirkor Efendi

“Uranos’un altında nefesalmaya çalışan insanların çok büyük birbölümü gün yüzüne hasrettiler ve gece ile gündüzü ayıran sadecekaranlığın sessiz çığlığıydı ve hatta geceleri biraz daha rahatnefes alabiliyorlardı günün kâbusuna çökünce karanlığın silueti.”

Page 28: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat26

bağlı olduğu için sesi çıkmadı ve mutlakölümden kıl payı kurtulmuştu. Hasan bebeğievde kendi imkânlarıyla iyileştirdiler ve bü-yüttüler.

Hasan bebek artık delikanlı olmuştu.Hane halkını yine büyük bir telaş sarmıştı,Hasan’ın askere çağrılma yaşı gelmişti. Bununüzerine aile bireyleri toplanıp konuşup ne ya-pacaklarına karar vermişlerdi.

“Bu çocuğu askere gönderirsek sağ gel-mez, bunun için artık Hasan’la açık açık ko-nuşma zamanı geldi.” deyip Hasan’ıkarşılarına alıp “Bak oğlum, Meryem ananı vebabanı öldürdüklerinde sen iki buçuk yaşın-daydın. Seni biz aldık sakladık ve oğlumuzgibi büyüttük. Gerçekten senin şu diğer ço-cuklarımdan hiçbir farkın yok, sen de benimoğlumsun ama artık koruyamayız seni, Er-meni bir ailenin çocuğusun ve şimdi askeregitme yaşındasın, seni askere gönderemeyizçünkü seni yaşatacaklarını sanmıyoruz. Buyaşa kadar büyüttük bundan sonra seni öldür-melerine izin veremeyiz. Biz aramızda düşün-dük taşındık ve bir miktar para topladık, sen

dıkları topraklara bir daha geriye dönüşü ol-mayan yolun yolcuları oldular.

Harput’ta devam eden Ermeni avı artıkmahalle ve evleri tek tek aramaya kadar var-mıştı. Bu vahşet devam ederken Alevi ailelerbirçok Ermeni çocuğunu alarak ölümdenuzaklaştırıyorlardı. İnsan yüreği dayanamı-yordu, zulüm sarmıştı yeri göğü, yine de birumut deyip insanlar kendi canlarını da tehli-keye atarak insanlık görevlerini yerine getiri-yorlardı.

İşte bu aramalar sırasında çalınan kapıve kulaklara varan yürekler, korku içinde atankalp durma noktasına geldi. Açılan kapıdangiren postal evin her tarafını tarumar ettiktensonra hiçbir şey bulamayınca da çeşitli tehdit-ler savurduktan sonra tavanlara doğru rast-gele birkaç el ateş ettikten sonra çıkıpgitmişlerdi.

Ev halkı askerler gittikten sonra tavan-lara büyük bir korku ve heyecanla koştular veHasan bebeği aldılar. Hasan bebek tavana açı-lan ateş sonucu yaralanmıştı ancak aile tara-fından önlem olsun diye ağzı bir yazmayla

Page 29: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

27EkinSanatEdebiyat

lışır. Hemşerileri de ona sahip çıkar ve kısa sü-rede kendine düzen kurup zamanla bayağızengin olur.

Bir süredir Fransa’da öğretim görevlisiolarak çalışan sosyal antropolog Dr. Atila Er-dem’in Harputlu olduğunu duyan KirkorEfendi kendisiyle görüşmek istediğini haberverir. Bir süre sonra her şeye rağmen gitmeyekarar verir. (O dönemlerde Türk diplomatla-rına karşı çeşitli saldırılar yapılmaktaydı.) Kir-kor Efendi’nin evi iki katlıydı ve evininavlusunda karşılamıştı konuğunu büyük birsevecenlik ve nezaketle, sanki kırk yıllık akra-basını karşılıyordu, çünkü o onun memleket-lisi ve onu kurtarıp yaşam hakkı verenlerintorunuydu. Konuğu Erdem Beyi evinin ikincikatında ağırladı.

Kirkor Efendi bütün hayat hikâyesini birsolukta anlatmış ve ondan sonra sık sık görüş-meye başlamışlardı.

Yine bir görüşmelerinde Anadolu’da ya-şanan büyük felaketlerin esas sorumluları İn-gilizlerin olduğunu ve onların bu türpolitikaları devam ettiği sürece de bu olaylarınyine zaman zaman dünyanın herhangi bir ye-rinde veya yine Anadolu’da devam edeceğinisöylemişti. “Yoksa Anadolu halkları binlerceyıldan beri birlikte kardeşçe yaşadılar, kimse-nin kimseden alıp veremediği bir şeyi yoktur.”demiş ve uzaklara dalıp gitmişti bir an. KirkorEfendi Paris’te okuyan Türk öğrencilere demaddi manevi katkılar sağlıyordu, Kirkor’unyüreğinde sadece insan vardı.

İzinli olarak Türkiye’ye gidecek olan Dr.Erdem Bey, gitmeden Kirkor Efendi’ye uğra-mıştı. Kirkor Efendi bu ziyaretten fazlasıylamemnun kalmıştı ve Dr. Erdem Bey’den onabir avuç Harput toprağı ve Fahri Kaya’nın pla-ğını getirmesini istemişti. Dr. Erdem memnu-niyetle istediklerini kendisine izin dönüşündegetirmişti.

Kirkor Efendi Anadolu toprağına hasretgözlerini, Sen Nehri’nin kenarında ki birbankta otururken, son kez Uranos’a başını çe-virip, Harput’tan getirtmiş olduğu bir avuçtoprağı başından aşağı dökerek, gözlerini son-suz maviliğe yumdu ve yüreğine koyduğubütün hasretleriyle göçüp gitti. Bize de biravuç hikâyesini taşıdı uzun yılların ardındanDr. Atila Erdem.

en iyisi Avrupa’ya git.”Hasan olanlara bir anlam veremez ve

sessiz bir şekilde dinler, olanlara bir anlam ve-remediğini anlayan aile ona olan biteni anlatırve Hasan “Sizler benim gerçek annem ve ba-bamsınız, sizleri hiçbir zaman unutmayaca-ğım, sizler nasıl uygun görüyorsanız öyleyapalım.” der ve birkaç gün sonra ailesininverdiği parayla Fransa’ya gider. Kendisindenönce Anadolu’da yaşanan katliamlardan kaçıpkurtulan diğer Ermenilerle buluşur ve hattabazı akrabalarını bile bulur.

Hasan artık Kirkor olur ve Fransa’da pa-zarlarda fıstık satarak geçimini sağlamaya ça-

“Anadolu’nun kadim halklarından

olan Rumlar ve Ermeniler yerlerinden

sökülüp atılıyor vebüyük bir kıyımdan

geçiriliyordu, geriyedönüp son kez

yıllarca yaşadıkları evlerine bile

bakmaya zamanlarıyoktu asker dipçiği

altında yürütülenayağı yalın, gözü

yaşlı insanların. Nice zamanlar boyu

yaşamışlardı bu topraklarda ve şimdikanlarıyla suladıkları

topraklara bir daha geriye

dönüşü olmayanyolun yolcuları

oldular.”

Page 30: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Götür beni devrim meydanına AyvazGörelim nasıl dans ediyor gençler,bir bakalım...Atmış yıldır çapaladığımız topraklar ne vermiş,bir görelim...

“Mert dayanır namert kaçar, meydan gümbür…”Bakma bana öyle Ayvaz, sil gözyaşlarınıYakışmaz devrime gözyaşı

“Bedenimde değil, ruhumda sızı”Sırtımı dayamışımkayalık bir dağa...İşçiler toplanmışlar,konsey sesleri geliyor her yerden,duymuyor musun,almaya gelmişler bizi.Kasketim nerede Ayvaz?Şiirler okuyacağız yineTut götür beni,Tut götürTut...

EkinSanatEdebiyat28

Emek mahallesinde ayaklanma çıkmış!Ayakkabılarım nerede Ayvaz,Yoldaşlar bizi bekliyorTut beni,tut gidelim

“Meydan gümbür gümbürdenir”İstanbul'da devrim olmuş Ayvaz!Taksim'i doldurmuş bizimkilerDemiştim sana Ayvazgöreceğiz, demiştim

“Başlar yukarı işçi arkadaş,Cesaretle yürü…”

Cevizle çam sarılmış bir olmuş Ayvazsenle ben gibi,bizle devrim gibi...Bırak gideyim AyvazBırak gideyimYoldaşlar bekler

“Bedenimde değil ruhumda sızı”

Osman Karatop yoldaşa...

temade çınar

Ruhumda Sızı

Page 31: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

29EkinSanatEdebiyat

Diğer romanlarında da rastladığımızAnadolu ve Mezopotamya efsaneleri ile har-manlanarak oluşturulmuş “Filler Sultanı ileKırmızı Sakallı Topal Karınca” romanındaYaşar Kemal masalsı bir dille anlatmış hikaye-sini. Kimi zaman bizdeki kimi zaman da dün-yadaki sınıflar mücadelesinin masal olarakanlatımını göreceğimiz kitabın dili ve hikayesisürükleyici.

Karıncalar ülkesinin keşfi, Amerika kı-tasının keşfi gibi anlatılır. Aynı zamanda bur-juvazinin bir yeri sömürmeye başladığındagerçekleşen yağma ve yıkımını konu alır.

Filler Sultanı ilk başta Karıncalar Ül-kesi’ne filleri göndererek orayı yıkıp dehşetsaçar. Sonra karıncaların heyeti ile görüşür.Filler Sultanı’nın aşağılayıcı, kibirli halini vekarıncaları köleleştirme çabalarını gören Kır-mızı Sakallı Topal Karınca “bu olanların hesa-bını soracağız, bir yolunu bulacağız” dediktensonra kaçıp kaybolur. Filler Sultanı gibi güç vekudret sahibi olan hükümdar Kırmızı SakallıTopal Karınca’nın kaçışından korku duyar.

Bir filin bir ayağıyla milyonlarca karın-cayı öldürebildiği böylesi büyük bir gücesahip olduğu halde haksız ve sömürücü biriolmanın karşısında düştüğü durumdan korkuduyar.

Kırmızı Sakallı Topal Karınca, Karınca-lar Ülkesi’nin demircilerinin piridir. BuradaBinboğalar Efsanesi’ndeki demirci Kawa var-dır. Demircinin çekiciyle çalışması proletar-yayı temsil ederken, bilgeliğiyle ve sakalıylaMarx’ı anımsatır. Başlarda sömürgeciliğinyaygınlaşması, kapitalizmin kuruluşu ve güç-lenmesi anlatılır. İlerleyen bölümlerde filler ta-rafından köleleştirilen karıncalar proletaryayıoluşturur.

Kırmızı sakallı karıncalar demircidir,proletaryanın sınıf bilinci almış kesimini ifadeetmeye başlar.

“... Kıyamete kadar da böyle tutsak,böyle fillere kul olaraktan çalışamazdı ya ka-rıncalar ulusu! Bunun bir sonu olacaktı, olma-lıydı.”

“... Ekmeksiz, susuz, havasız yaşayabi-lirdi de karıncalar, umutsuz yaşayamazlardı.”

“... Küçük karıncaların aklı, büyük tan-rısal filleri yenebilmeliydi.” (sf.37)

Amerika kıtasının keşfinden ve cumhu-riyetin kurulmasından sonra Türkiye’de uygu-lanan politikalar Karıncalar Ülkesi’nde deuygulanır. Dilleri, inançları, kültürleri değiş-tirme çabaları...

Kapitalist sömürü ve sermayenin karak-teri çok güzel anlatılır. Filler Sultanı’nın istek-

ahmet aydın

Yaşar Kemal’den “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı

Topal Karınca”

Page 32: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat30

leri gerçekleşince daha fazla saray, yiyecek,içecek ve mücevher, lüks ihtiyaç ister, her se-ferinde çok daha fazla artar. Kapitalizmin ge-nişletilmiş yeniden üretimi, diğer deyimiylegenişletilmiş yeniden sömürüsü görülür.

Sömürü ve baskı sürekli yeni yöntem-lerle sürer.

“Hiçbir karıncaya göz açtırmayacak, on-lara bir tek sözcük düşündürmeyecek oyun-caklar bulmalıyız. Karıncalar eğer düşünecekolurlarsa erinde gecinde bu özgürlük düze-ninden kurtulmanın bir yolunu bulurlar.” (sf.56)

Bu düşünceleri söyleyen Filler Sultanıhiçbir zaman Kırmızı Sakallı Topal Karın-ca’nın bulunmasına çalışmaktan geri durmaz.Sömürüyü artırdıkça baştan beri izlerini kay-bettiren tüm kırmızı sakallı karıncaların yaka-lanması ve öldürülmesi emrini verir.

Burjuvazinin toplumu yönetmek için vedevrimci mücadeleyi bölüp dağıtmak için kul-landığı yöntemler gözler önüne serilir. Sarı ka-rıncaların sakallarını kırmızıya boyayıp sonrada kırmızı sakallıların içine girerek yaptıklarıçalışmalarda bu yöntemler kullanılır. “Kitaba,okumaya düşman edeceksiniz onları”, “Filleryenilmez kıyamete kadar...” Bu düşünceleriyaymak gerekir diyor sarıların başbuğu. Hertürlü korkunun yaygınlaşması onları felç ederdeniliyor. Bireyciliği körükleyeceksiniz deni-

liyor. “Karıncaların birbirine düşmanlığı bubireycilikten doğar, ölüm, yılgınlık, sevgisizlikbu bireycilikten doğar.” “Hiçbir kırmızı saka-lın birbirini sevmesine fırsat, izin vermeyecek-siniz. Bunlar birbirini sevmeye başladılar mı,sevginin olduğu yerde bireycilik barınamaz,zinhaaar, sevgiye izin vermeyeceksiniz!”denir. Günümüz burjuva düşüncelerinin baş-buğ ağzından aktarılmasıdır bunlar.

Kırmızı sakallı demirci karıncalarınsakal bırakmış olmalarının ayırt ediciliği KübaDevrimi sırasında sakallarını uzatmış olan ge-rillaların bu yönünü de anımsatıyor. Che, sa-kallarının uzun olması nedeniyle dışarıdangelip iç işlerine karışmak isteyenleri kolaycaayırt ettiklerini söyler.

Sarıların sakallarını kırmızıya boyayıpkırmızı sakalların içinde yaptığı kışkırtıcılık vebozgunculuk farklı gruplaşmaları oluşturur.Yazar burada, 70’li yıllarda siyasi mücadeleveren devrimci hareketlerin ve devrimdenuzaklaşanların çizgilerini simgeleyen gruplarve fikirler oluşturur. Bu gruplar birbiriyle ça-tışır, çok fazla ölüm olur. Ondan sonra KırmızıSakallı Topal Karınca’nın sözlerini dinlemeyebaşlarlar yeniden.

Ütopik anlatımın ardındaki gerçeğebakmasını bilerek okunduğunda keyfinedoyum olmayacak romanın siyasi bilincimizede katacak çok şeyi olacaktır.

“Hiçbir kırmızı sakalınbirbirini sevmesinefırsat, izin vermeye-ceksiniz. Bunlarbirbirini sevmeyebaşladılar mı, sevginin olduğuyerde bireycilik barı-namaz, zinhaaar,sevgiye izin vermeyeceksiniz!”

Page 33: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

31EkinSanatEdebiyat

Yaşamak muazzam bir uğraştırHer gün birbirinin ardına dizilip geçerkenKavgadır cümleye anlam katan

İnsanlığın büyük yürüyüşüSenin küçük adımlarının içinde atarSaatin büyük kavganın saatiyle çınlarHareketin hareketidir partininAklın onun aklında parlar

Ve yaşamak bir uğraştırSen bir taş atarsanArkandan bir başkası atarVe ardından bir başkasıYıkılmaz sanılan aşınırAşınır ve sallanırSallanır ve yıkılır

İnsanlığın büyük umudundaHiçbir yürek küçük değildirO yürek ki bir bütün olup atarBir yumruk olup patlarBir kavga olup geleceği kurar

Yaşamak büyük bir uğraktır yoldaşımSen bütün insanlığın uğrağında konakladınBütün insanlığa yaşamını bağladınBunca güzelliğin bağlandığı bir yaşamİnsanlığın en güzel yaşı olmalıYaşamak uğraşı kavga olmalı

gulareş

Page 34: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Cenazeden yeni dönen Fatma Hanım,daha dükkânın kapısından girer girmez,“Geçen hafta gördüğümüz turp gibiydi Ner-min. Ama bak, pat diye kalp krizinden gitti za-vallı. Ben ise hala buradayım!” diyerekneredeyse sevinçle anlatmaya başladı Güli-zar’a. Gülizar kulağı Fatma Hanım’da hemenmutfağa koşup bir bardak taze çay getirdi.Henüz müşteri olmadığından bir sandalyeçekip yanına oturdu. Fatma Hanım’ın hafiftombul bedeninden yayılan neşe titreşimleri,üzüntülü görünmek çabasıyla neşeli olmanınyarattığı bu garip hal, Gülizar’ın öyle ilgisiniçekti ki, Fatma Hanım gerçek duygusunu sak-lama gereği duymadı.

“Bu Nermin, biliyorsun komşum. Kan-ser olduğumu öğrenince sürekli bir ölüyebakar gibi bakıp, acıyıp durdu bana. Nere-deyse ölmeden helvamı kavuracaktı. Bak neoldu? Bir sene önce, altı ay ömür biçmişti banadoktorlar, ama ben hala yaşıyorum, Nerminise sizlere ömür!”

Nasıl sevinmesin Fatma Hanım, ona“öleceksin” diyenler ondan önce ölüyordu. Vebu ona ölüme karşı başarılmış bir zafer ve tatlıbir intikam duygusu yaşatıyordu. Evet, inti-kam... Çevresini kuşatan sahte acımaların dabu yolla intikamını aldığını hissediyordu. Adıgibi biliyordu çünkü bütün o “ah vah”ların,“yazık”ların aslında, “çok şükür bizim başı-mıza gelmedi” diye sevinenlerin, onun der-dinden kendine teselli çıkaranların bol

olduğunu.Fatma Hanım arkasına yaslanıp keyifle

çayını yudumlarken, Gülizar bir yıl önceFatma Hanım’ın hastalığını öğrendiği o ilkgünleri anımsadı. Çoğunlukla herkes büyükfelaketlerin hep başkalarının başına geleceğineinanır. Kendi başına geldiğinde ise buna inan-maz, kabullenmekte zorlanır. Fatma Hanımda o güne kadar kendi başına böyle büyük birfelaketin gelebileceğini aklının ucundan bilegeçirmiş değildi. Sıradan dertleri olan sıradanbir hayatı vardı. Eşi emekli bir mühendisti. Ka-rayollarında uzun yıllar iyi bir maaşla çalış-mış, Fatma Hanım’ın da tutumluluğusayesinde hatırı sayılır bir birikim yapabilmiş-lerdi. İki oğlu biraz daha iş bilir olsaydı dahaiyi olurdu ama ikisi de tembel, beceriksiz çık-mıştı. Büyük oğlan zar zor üniversiteyi bitiripbabasının çevresinin torpiliyle bir devlet ku-rumuna kapağı atmış, evini barkını kurmuş,bir de torun vermişti. Büyük oğlan düzeninikurmuştu kurmasına ama gelininin bitmekbilmez istekleri ise lüks tutkusu yüzünden sü-rekli borç içindeydiler. Torununun özel okulparasını Fatma Hanım üstlenmese, onu bileödeyemez torun da ancak devlet okuluna gi-debilirdi.

Küçük oğul ise liseyi anasının zoruylaancak bitirebilmiş, serseriliği yüzünden hiçbirişte dikiş tutturamayınca baba parasıyla işkurmuştu. İlk işi ve ilk evliliğini hızlıca batır-mış, bir sürü borç ve depresyonla baba evine

EkinSanatEdebiyat32

helin su

Fatma Hanım Hala Burada

Page 35: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

33EkinSanatEdebiyat

geri dönmüştü. 34 yaşındaki küçük oğulFatma Hanım’ın kıymetlisiydi. Eşini ikna edipborçları üzerine aldığı gibi yeni bir işyeri kur-mak için de kesenin ağzını açmıştı. Ama bukez bu işi oğluna bırakmamış, açtıkları kafe-nin neredeyse gölge patronu olmuştu. Bütünboş vakitlerini burada geçiriyor, temizliktenyemeklerin hazırlanmasına, muhasebeden ele-manların alımına kadar her işle ilgileniyordu.

Gülizar iki yıldır bu işyerinde çalışı-yordu. Hem mutfakta çalışıyor hem de gar-sonluk yapıyordu. Fatma Hanım öyle herkesegüvenecek, kasasını emanet edecek bir kadındeğildi. Soğuk, mesafeli bir tavrı vardı. İnsanıöyle bir süzerdi ki, tepeden tırnağa ölçülüp bi-çildiğinizi hissederdiniz. Gülizar Fatma Ha-nım’ın bütün sınamalarından başarıylageçerek güvenini kazanmıştı onun. Bu güvenyalnızca işle sınırlı da kalmamış, zaman içindeFatma Hanım’ın kişisel dertlerinin de ortağıolmuştu. Gülizar bunun için özel bir çaba har-camamıştı. Ama insanlara ve onların dünyala-rını anlamaya dönük ilgisi, yardımcı olmaçabası sayesinde doğal olarak gelişmişti. Gü-lizar Fatma Hanım’ı tanıdıkça onun o soğukzırhının içindeki kırılganlığı görüyordu. Gü-vensizliğini ve yalnızlığını görüyordu. Bu top-lumun içinde hayatını eşi ve çocuklarınaadamış fedakâr kadın rolüne sıkıca sarılarakyaşamak için kendine bir neden yaratmış olsada, gerçekte bu hayatın içinde kişiliği ezili-yordu. Hayallerini daha evlenmeden beyninindiplerinde bir yerlere kilitlemiş bir daha da okapıyı açmaya cesaret edememişti. Evliliğinin41 yılının ardından ise kilitlerin ardında kalan-ları düşünmek beyhudeydi. Ara ara bir bar-dak sularını bile almaktan aciz oğullarına vearkasını toplamaktan, aldatmasından bıktığıeşine serzenişte bulunmasa da sanki bir suç iş-liyormuş gibi hemen koruyucu değiştiriyor“iyi bir eş” “iyi bir anne” olmanın ona sun-duğu toplumsal kabulün “hazzına” sığını-yordu. Bildiği bu hayattı ve hayat da böyle birşeydi işte…

Sonra bir gün bütün bu hayat, bütün budertler karşısına dikilen ölümün gölgesiyleparamparça olmuştu. Ne düşüneceğini ne ya-pacağını bilememişti. Ölecekti! Altı ay ömrü

Page 36: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat34

vardı! Ya sonra? Sonrası derin bir sessizlikti…Derin bir sessizliğe bürünen Fatma Hanım’ınbu hali çok korkutmuştu Gülizar’ı. Daha öncegözlerinde ölümün gölgeleri dolaşan bir insangörmemişti. Başka kanser hastaları görmüştüama onlardaki hal daha çok kadere teslimolmuş bıkkın, korkulu bakışları boşlukla doluhallerdi. Fatma Hanım’ın bakışlarında çılgıncabir şeyler vardı. Tanımlayamadığı, sanki göz-lerini yuvalarında fır fır döndüren, beyniniçalkalayan çılgınca ve korkutucu bir şeyler…

“Ölmeden çıldıracak” diye düşündüğü,buna inandığı bile oldu Gülizar’ın. Sonra bir-den ölümün gölgeleri dolaşan bu bakışlardaçılgınca bir yaşama isteği belirdi. Bu tutumlu,parası olduğu halde hastanelere para saçmakistemeyen, sırf bu yüzden bazen aniden fırla-yan tansiyonu için bile acillerde sıra bekleyenkadın, her şeyin en iyisini ister oldu. Sankibütün ömrünce ettiği hizmetlerin, vazgeçtiğihayallerin karşılığını tek tek tahsil edermişgibi bir hale büründü.

Fatma Hanım Gülizar’ın yanı başındaçayını zevkle yudumlayıp kendi hayat muha-sebesini yaparken, bu hayat başından beri top-lumsal olarak işlenen bir cinayetin, bir yıkımınmahalli gibi geliyordu Gülizar’a. İlk gençlik

yıllarında inşaat işlerine çok meraklı oldu-ğunu anlatmıştı Fatma Hanım. Gülizar fırsatverilseydi, kendi yolunu istekleri ve yetenek-leri doğrultusunda çizebilseydi, inşaat işlerinemeraklı bu genç kızı büyük güzel yapılaryapan bir kadın olarak hayal etmeye çalış-mıştı. Tıpkı okutulmayan, okumayı kendi ço-cuklarından öğrenen annesini, buluşlar yapanilk bilim kadını olarak hayal etmeye çalışmasıgibi… Ama ondan istenen yetenekleri doğrul-tusunda toplumsal yaşama, üretime katılmasıdeğil, iyi bir eş, iyi bir anne olmasıydı. Önceailesinin uygun gördüğü adamla evlendiril-miş, sonra da kadınlık, annelik hizmetleriylekuşatılıp evindeki üç erkeğin hizmetine sü-rülmüştü.

Evet, bir cinayet mahalliydi Fatma Ha-nım’ın hayatı. Herkesin bu cinayette payı ol-duğu için cinayet gibi görünmeyen bircinayetti… O hayatı boyunca, toplumun bas-kısıyla kuşatılmış ailesince, eşi ve çocukla-rınca, azar azar öldürülmüş, en son darbeyi desağlık sisteminden yemişti. Son aşamasındaancak tespit edilebilen kanserinin on beş yıllıkbir geçmişi olduğunu söylemişti doktorlar.Hastalığın bunca sene tespit edilememiş ol-ması inanılmazdı. Çeşitli nedenlerle belki de

Page 37: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

35EkinSanatEdebiyat

kanserin belirtisi olan şikayetlerle doktorlara,hastanelere giden, bu seneler boyunca defa-larca tahliller yaptıran, filimler çektiren FatmaHanım’ın kanseri anlaşılamamıştı. En son bo-ğazında nodüller oluşup suyu bile yutamazhale gelince çocuklarının zoruyla iyi bir has-taneye gitmiş, bu “iyi” hastanede bile son aşa-madaki kanserinin teşhisi iki ayıbulmuştu. Ya doktorların bir şey-den anladığı yoktu ya da özel-likle yapıyorlardı. Gülizar,ikisinin de olduğunu düşü-nüyordu. Hastanelerinhepsi hastaları kazançkapısı olarak gören se-nede trilyonlarca liralıkkarlar sağlayan, hasta-ları oradan oraya sü-ründüren şirketlerdi.İster devlet hastanesiolsun ister “en iyi”denilen özel hastane-ler hepsi tekellerindoymak bilmez mide-sinin hizmetindeydi.Devleti bile şirket gibiyönetmekten heveslebahsediyordu patronlar.Öyle de yapıyorlardı. Çalı-şan sınıfların gözünün ya-şına bakmadan ve serbestpiyasanın tanıdığı sınırsız sö-mürme özgürlüğü ile alabildiğinceçok şirket kasalarını dolduran tekellerinellerindeydi her şey. Sağlık sisteminin bütünüde bu tekellerin hizmetindeydi. Uluslararasıdevasa tekellerin kolları bir ahtapot gibi heryere ulaşıyor, kötü çalışma ve yaşama koşul-larına mahkûm ettiği çalışan sınıfların hasta-lıklarının koşullarını yaratıyor, sonra da ilaçtekelleri, tıbbi malzeme tekelleri ile ister özelister devlet hastanesi olsun tüm sektörü dene-timi altına alıyor, kendi yararına çalışmaya sü-rüyordu. Onca yıl hastanelere, doktorlaragidip gelmiş olan Fatma Hanım’ın eline geçensonuç da gittikçe daha da kötüleşen sağlığı veona 6 ay ömrü kaldığını söyleyen kanserininteşhisi olmuştu.

“Bunlara değil canını, ölünü bile emanetedemezsin.” diye öfkeleniyordu Gülizar… Nedolaplar dönüyordu bu sektörde. Bir daha daşaşırmam dedikçe, daha çok şaşıracağı şeyleröğreniyordu. Bir arkadaşı özel hastanede çalı-şan doktor komşusunun yaşadığı sorunlardanbahsetmişti. Bu hastane doktordan sahte kan-

ser teşhisleri koymasını ya da bu yönlütanı-tedavi süreci yürütmesini iste-

yerek, doldurması gereken bellibir kota konuyordu önüne.

Hastanenin cirosu, tanı vetedavi süreçleri hayli mas-

raflı olan bu tip hastalık-ların uydurulması, buyönlü şüphe yaratıl-ması, gerekli gereksizbir sürü tahlil ve ilacınyazılmasıyla katlanı-yordu. Gülizar, pekçok insan gibi yapılanyanlış tedavilere, ilaçşirketleriyle anlaşandoktorların belli birmenfaat karşılığında

gerekmeyen bir sürüilacı yazmasına aşi-

naydı. Gerekmeyen, ace-leye getirilen ameliyatlara

aşinaydı. Hiçbir hastalıktaniki üç doktora göstermeden

emin olamıyordunuz. Ama buöğrendiği son şey sahte kanser

teşhislerinin konularak ya da bu yöndeşüphe yaratarak insanların hem sağlıklarınınhem de duygu dünyalarının çökertilmesi! Ak-lının kabullenmekte zorlandığı bir şeydi. Birinsanı bilerek öldürmeye çalışmaktan ne farkıvardı. Bir doktor bir insana şu ya da bu ne-dense kişisel ve şirket kazancı için hastalarınıölüme götürebilecek bir saldırıda bulunuyorve cinayete teşebbüs eden cani, kimsenin onubunun için cezalandırmayacağını bilmeningüveniyle, bu toplum içindeki yaşamını beyazönlüğün saygınlığına sarılarak sürdürebili-yordu.

Gülizar trajik olaylarla karşılaştığındaçoğunlukla kişilere kızmazdı. Bebekler katil

GülizarFatma Hanım’ı

tanıdıkça onun osoğuk zırhının içindekikırılganlığı görüyordu.

Güvensizliğini ve yalnızlı-ğını görüyordu. Bu toplu-mun içinde hayatını eşive çocuklarına adamışfedakâr kadın rolüne sı-kıca sarılarak yaşamakiçin kendine bir nedenyaratmış olsa da, ger-

çekte bu hayatıniçinde kişiliği eziliyordu.

Page 38: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat36

doğmazlardı. Kapitalizmin vahşi ortamındakafalarına vura vura, hayatları, kişilikleri ezi-lerek bencil zorbalara dönüştürülürlerdi. Buyüzden öfkesini kişilere yöneltmez, kişilerebunu dayatan sisteme öfke duyardı. Ama bukez kişilere de öfkeliydi. İnsan hayatını koru-ması-savunması gereken doktorların bu açgözlü tüccarlıklarına öfke duyuyor, bu gizlikatillikleri affedemiyordu. “O mesleğinle cakasatan sen yaptığının nasıl bir cinayet oldu-ğunu göremeyecek kadar, vicdanının sızlama-yacak kadar nasıl rahat olabiliyorsun!”diyerek söyleniyordu.

Gülizar’a göre doktor dediğin Che gibiolmalıydı. Che de doktordu. İnsanlara hizmetetmek, insanları iyileştirmek içindoktor olmuştu. O ne kadarinsanları iyileştirmek isti-yorsa sömürücü sistemde o kadar hasta edi-yordu. Yoksulluk,kötü beslenme vebarınma koşullarıdaha doğuştan sağ-lıksız bir yaşam ola-rak veriyorduyargısını. İyi birdoktor olmak iste-yen Che. Sürekli ha-satlık üreten sistemihastalık kaynağı olarakteşhis ettiğinde, tedavi ola-rak da toplumsal devrimin ge-rekliliğini anlamıştı. Bir kasa ilacı birkasa mühimmat ile değiştirerek, Küba Devri-minin gerillası, komutanı olmuştu. 1959’daKüba devrimi başarıldığında, Küba halkı içinileri bir sağlık sistemi kurumanın da koşulla-rına sahip oldular. Sosyalizmi kurmaya yöne-len Küba Devrimi, Chelerin çabaları sayesindebugünün dünyasının en sağlıklı toplumunuve en gelişkin toplumsal sağlık hizmetini oluş-turdular. Bütün kaynaklarını Küba emekçile-rinin sağlığı ve refahı için seferber ettiler.

Küba sağlık sistemi önce insanların has-talanmasını engellemek üzere kurulu önleyicisağlık hizmetini temel alıyordu. Ana rahminedüşer düşmez başlayan özenli takip, bir ömür

boyu sürüyor, buna rağmen hastalıklar oluşurise de bu gerçekten doğanın, yaşlanmanın cil-veleri olarak gelişiyordu. Küba sınırlı kaynak-larının önemi bir bölümünü çeşitlihastalıkların tedavisi için araştırmalara harcı-yordu. Bu araştırmaların verdiği sonuçlar,tüm dünyada milyonlarca insanın hayatınıkurtaracak türdendi üstelik. Tekellerin karsızbulduğu türden, insan hayatını kurtaran araş-tırmalar… Kübalı doktorlar, HIV’ın annedençocuğa geçmesini önleyen tedaviyi bulmuş-lardı. Afrika’da her yıl AIDS’li doğan milyon-larca çocuğun hayatını kurtaran bir başarıydıbu. Ödülü para değil, insan hayatı olan muaz-zam bir başarı. Ayrıca kanserin belli türlerini

tedavide de ileri bir başarı seviye-sine ulaşmışlardı. Emperya-

list-kapitalist ülkeler, bolbol silah geliştiredursun,

hastalık geliştiredur-sun, Küba dünyanınsağlık turizmi mer-kezi haline gelmişti.Dünyanın dört biryanından, çeşitlih a s t a l ı k l a r ı n açözüm arayanlar

Küba’nın yolunututar olmuştu. Kübalı

doktorların geliştirdik-leri kanser aşısı, dünya-

nın dört bir yanındakikanser hastalarına umut ol-

muştu.Fatma Hanım da Kübalı doktorların bul-

duğu kanser aşısı için sıraya girmişti. Kanserteşhisi konulduktan sonraki bir yılda, yıllarcaözenle topladıkları birikimlerinin 250 binini -üstelik sigortalı olmalarına rağmen- bir senedolmadan harcamışlardı. Doktorların 6 ayömrü var, dediği Fatma Hanım, bir yıl sonragördüğü bakım ve alabileceği en iyi tedavilersayesinde hala yaşıyordu. Gülizar, Fatma Ha-nım’dan öğrenmişti iki tür kemoterapi ilacı ol-duğunu. Ucuz olan sigortanın karşıladığı veyan etkisi daha çok olan ilaçtı. Fatma Hanım,her dozda hatırı sayılır bir fark ödeyerek pa-halı olan ilaç kullanıyordu. Bu ilacı kullanan

Fatma Hanım Gülizar’ın yanı başında

çayını zevkle yudumlayıpkendi hayat muhasebesini ya-

parken, bu hayat başındanberi toplumsal olarak işlenen

bir cinayetin, bir yıkımın mahalli gibi geliyordu

Gülizar’a.

Page 39: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Fatma Hanım’da daha az yan etki görülü-yordu. Saç dökülmesi azdı, mide bulantısı vehalsizliği çekilebilir ölçülerdeydi. 2-3 gündebir sırtına yapıştırdığı yara bandına benzer birağrı kesicisi vardı Fatma Hanım’ın. Gülizar bubandı Fatma Hanım’ın sırtına yapıştırırken fi-yatını öğrendiğinde dudakları uçuklamıştı.Her bir tanesinin fiyatı asgari ücrete denk ge-liyordu neredeyse. Tanıdığı başka kanser has-taları ne eziyetler çekiyorlardı bu tedavilersırasında. Bir deri bir kemiğe dönen bedenlerigittikçe halsizleşiyor, mide bulantıları, süreklişiddetli ağrıdan yorgun düşüyorlardı. Ruhsalçöküntü yaşıyor, ölümü bir bıkkınlık duygusuve çaresizlikle bekleyen bir hale geliyorlardı.

“Paran varsa hastalığı bile lüks yaşıyor-sun demek ki…” diye acıyla düşünüyorduGülizar.

“Rahat, eziyetsiz bir ölüm bile paraylaalınan bir şey, lanet olsun!”

Fatma Hanım yaşamak çabasında artıkne mal ne mülk görüyor, her şeyin en iyisiniistiyordu. Bir süre sonra Fatma Hanım’ın ço-cuklarındaki huzursuzluğu gördü Gülizar. Bu

hastalığın çaresi yoktu. Süre uzasa da ölecekFatma Hanım. Peki, tüm miras böyle eriyincebekar küçük oğul ve başı borçtan kurtulma-yan, karısıyla sürekli kavgalı büyük oğul ge-lecek hayallerini nereye koyacak? Annelerininhastalığını öğrendikleri zaman hıçkıra hıçkıraağlayan oğullar, şimdi kendilerine bile itirafedemeyecekleri ama her hallerinden akan sa-bırsızlıklarıyla Fatma Hanım’ın ölmesini bek-liyorlardı. Gülizar bunu biliyordu. Bunukulaklarıyla duydu mu bilmiyor ama bununböyle olduğunu adı gibi biliyordu. FatmaHanım ölmeli, son kalan dairede satılmadanoğullara miras almalı. Dehşetle, FatmaHanım’ın da bunu bildiğini anlamıştı Gülizar.

“Benden onlara yalnız 20’şer bin çıkar.Gerisini kendileri yapsın, ne yapayım…”diyor Fatma Hanım. Neden para hesabına gi-riyor?

“İnsan eti ağır olur,” demişti Gülizar’adostu “hele bir de çürüme her yere dayanıl-maz kokusunu bırakmışsa, daha da ağır olur.”

37EkinSanatEdebiyat

Page 40: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Tanrım son bir küfür savurmak istiyorum Yeryüzü cennetineSon bir sahne kaldı kapanacak perdeBen bu oyunda çok içenşarapla yıkanan köhne bir vücudumİblis hep sol omuzumda dururVurur ateşten zincirlerini ayaklarımaLanetli halkasından herkese bir pay biçerBin bir utanç çelişirbeyaz bileklerimin kırmızı kanındaKarnımda arsız çocukların asi gülüşleriHep bir suçlu aranırbir cenaze yaratılırbir ölü beden geçer şah damarımdanYeni bir mezar kadar sessiz matemli ve kimsesizimRuhumu rehin bıraktım eski tabutlarda belki gelir alırsın diye Sömüren bir kalabalık ovuşturur göğsümübir el sigara tutuşturur ağzıma piç bir makas keser saçlarımı Bir kolu Halep’te bir kolu boynumda gömleğiminiki kolu birbirine kavuşmaz yakalarım al al Aşk bir öksüzlük sarkar yüzümden gönlüme Şaha kaldırır bütün illegal sevişmeleri biri öpsün yanağımdan

belki can bulurum bir kadının kasığındaKaç dehliz geçtim kaç delta çizdim kafamın boşluğunaKaç lehçede çözerim dilindeki hiç konuşulmamış sözcükleri pembe saçlı kız çocuğunun güncesinin sırrınakaç yüzyılda erişirim Kim büyütecek oyunlarımı oyuncaklarımı Kim içimdeki körebeye yol gösterecek Kaç renk açtı başucumda Kaç çiçek soldu bilmiyorum bütün ilkbaharlar ihanet hükmünde Ben inanmam baharın yedi cümbüş rengine mantosunu giyinip hazır ol da bekler yüreğim Gece göğsümün dalgasında gemilerini yüzdürür sabaha roller değişir adım geçmez bu hergele hikayede sadece figüranım Kaç taş bastım karnıma kaç heykelden bebek doğurdum hatırlamıyorum Bir gece ıslak zeminin terli yatağın da bütün kaynaklarımı hücrelerine bırakırken kendimi yitirdim Evet senden aşk peydahladım ölü kendimin başucunda ağıt yakıyorum ve aşklarım babasız...

EkinSanatEdebiyat38

güneş helvacı

Ölüme Son Bir Yakarış

Page 41: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

39EkinSanatEdebiyat

Toplumun kendini çürütmesi yeni değil;çok eski ve kapitalizmin kendini çürütüşün-den ileri geliyor. Bireycilik, yabancılaşma, yal-nız kendi çıkarını düşünme, oburluk,tatminsizlik, güvensizlik, “her an ihanete hazırdostluklar”, her alanda gericileşme, tarihte ge-rici olan tüm eski ilişkileri ve anlayışı yardımaçağırma, politikanın dinselleşmesi, dinin poli-tikleşmesi, yozlaşmanın, alçalmanın yüceltil-mesi ve propagandasının yapılması vb.burjuva toplumun nasıl bir çöküş içinde oldu-ğunu ispatlıyor.

Ama asla gelecek bugüne feda edilemez.Yeni bir toplum için eski topluma karşı dev-rimci tarzda bir mücadele zorunludur. Grams-ci’nin dediği gibi, “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor.”

Tarihin bir dönemi biterken içinde doğ-makta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yandaeski sistemin çürüyen, yıkılan, barbarlaşanyanı; diğer yanda eskinin içinden doğmakta

olan yeninin yapıcı, yaratıcı, sınırları aşan ze-kası.

Sosyalizm bugüne dek insanlık tarihininsadece en ileri tarihsel dönemi değil aynı za-manda en insani tarihsel dönemi olduğunuönceki örneklerinde kanıtladı.

Doğanın, tarihsel değerlerin ve insanınyıkımı tüm yönleriyle önümüze seriliyorancak bunun karşısında doğmakta olanı anlat-makta eksik kalındığını görüyoruz. Ölenigören insanlığın umutsuzluğu ile doğmaktaolanı gören umudun yerini değiştirmek, yeniinsanı yaratma mücadelesine “önsöz” olmakistedik.

“Tarih boyunca ezilen sınıflar, daima in-sanca bir yaşamın özlemini çektiler. Birçok dü-şünür, düşüncelerini ancak gelecek çağlarınanlayacağını söyledi, büyük sanatçılar, bilimleuğraşanlar hep gelecek çağlara işaret ettiler.İşte biz, o özlemi çekilen çağa geçiyoruz.”

Yıkımve

Yükseliş

dosya

Page 42: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat40

Kapitalizmin gelişiminin sosyalizmin tüm maddi ze-minini hazırladığına hiçbir kuşku yok. Öte yandan, son bir-kaç on yılda kapitalist sistem, doğaya ve insana yönelikyarattığı inkar edilemeyen tahribatla insanın tür-cins olarakkendi bilincine varmasının önünü açıyor.

“Ricardo, kendi zamanına göre haklı olarak, kapita-list üretim tarzını, genel üretim açısından ve zenginlik ya-ratılması açısından en yararlı (tarz-ç) sayar. Üretim içinüretim ister; ve bunun için iyi bir nedeni de vardır. Ri-cardo’nun duygusal muhaliflerinin yaptığı gibi, üretiminkendi başına bir amaç olmadığını vurgulamak, üretim içinüretim (demenin), insanal üretici güçleri geliştirmekten,yani kendinde amaç olarak insan doğasının zenginliğini ge-liştirmekten başka bir şey değildir, anlamına geldiğiniunutmaktır. Bireyin gönencinin bu amaca (yönelmesine-ç)Sismondi’nin yaptığı gibi karşı çıkmak, bireyin gönencinigüvenceye almak için türlerin gelişmesini durdurmak ge-rektiğini vurgulamak demektir, öyle ki, örneğin şöyle ya daböyle bazı bireylerin mutlaka yok olacağı herhangi bir sa-vaşa girişilemez. (demek gibi bir şeydir-ç). (Sismondi, yal-nızca bu çelişkiyi gizleyen ya da yadsıyan ekonomistlerekarşı haklıdır) Böyle terbiye edici düşünceler, kısırlıkları biryana, her ne kadar insan türlerinin yeteneklerini geliştirme-lerinin, ilkin, bireysel insanların çoğunluğunun ve bütüninsan sınıflarının sırtından olsa da, sonunda bu çelişkiyi kı-rarak bireyin gelişmesiyle üst üste çakıştığı gerçeğini anla-mayı beceremediklerini gösterir; böylece, bireyliğin dahayüksek (düzeyde-ç) gelişimi, tıpkı hayvan ve bitki krallık-larında olduğu gibi insan krallığında, türlerin çıkarları uğ-runa ilkin bireyi gözden çıkaran tarihsel bir süreçlebaşarılır; türlerin bu çıkarları yalnızca belli bazı bireylerin

setenay berdan

Sosyal-İnsan Kapitalist-Birey’e Karşı

“Tarih ve toplumsal gelişim sözkonusu olduğunda Marx,

terbiye edici, ahlak veerdemler üzerine ahkam

kesen fikirler silsilesinezerre kadar yer vermez.

Marx, tarih ve toplumsal gelişim

söz konusu olduğundabunların kısır bir

çiçek haline bürünüverdiklerini

sıklıkla vurgular.”

Page 43: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

41EkinSanatEdebiyat

çıkarlarıyla uyumlu olduğu için, kendilerini ancak bireyle-rin çıkarlarının sırtından ortaya koyarlar, ve ayrıcalıklı bi-reylerin gücünü oluşturan şey de işte bu uyumdur.” (Marx,Artı-değer Teorileri. 2.cilt: sf.106-107)

Yüreği insan sevgisi ile dolanlar için buz gibi bir pa-ragraf değil mi? Kapitalist moderniteyle savaş adınamaddi-teknik temeli yok saymaya girişenlere de epey mal-zeme sunuyor. Buna rağmen, sonuna kadar bilimsel! Tarihve toplumsal gelişim sözkonusu olduğunda Marx, terbiyeedici, ahlak ve erdemler üzerine ahkam kesen fikirler silsi-lesine zerre kadar yer vermez. Marx, tarih ve toplumsal ge-lişim söz konusu olduğunda bunların kısır bir çiçek halinebürünüverdiklerini sıklıkla vurgular. (2013 Haziran ayak-lanmasına “Haysiyet isyanı” yakıştırmasını uygun gören,nice Marksist-leninist-komünisti derinden etkileyen bur-juva liberal aydınları hemen burada hatırlamak yerindeolur). Marx bu pasajında kapitalizmin ürettiği çelişkileri,bir başka açıdan yorumlamaya girişiyor. Birey ve tür soyut-lamasıyla iki kutupta toplanan bu çelişkiler, aynı zamandadoğa biliminin bu iki kategorisi arasındaki evrimsel ilişki-lere koşuttu. Tür, genel çıkar için, bireyin durumunu tehli-keye atmadan kendini bir bütün halinde geliştiremez. Vebu gelişme kimi bireylerin çıkarlarıyla uyumlu olduğu için,kapitalistler, çoğunluk karşısında özel çıkarlarını egemenkılabilmektedir. Kapitalist üretim tarzı altında, tek tek bi-reylerin dev mülkiyetinin hegemonya gücünü ne tek başınaparada, ne politik baskıda ne de milyonları kandırma ve‘rıza üretme’ potansiyelinde aramak doğrudur. Bu hege-monya, türün gelişimi için gerekli olduğu ölçüde, çoğunlukbireylerce desteklenir. Fakat ne zaman tür, bu azınlık birey-ler karşısında tehlikede görünür, işte o zaman devrimler“aciliyet” kazanır. Doğanın geri dönüşsüz tahribi, işsizlik,savaş, ekonomik yıkımlar küresel çapta işlediği ölçüde, in-sanlık tür-cinsini bir karar verme noktasına taşır. Ya türündevamı için azınlığın çıkarları lağvedilir, ya da tür kendiyokoluşuna gider.

Daha somut bir ifadeyle söylersek; sınıflı toplumunegemen sınıfı -burada burjuvazi sözkonusu- kendi çıkarla-rının egemenliği altındaki kitlelerin çıkarlarına da uygunolduğunu, onların da yararına olduğunu ortaya koyduğusürece diğer kitlelerin desteğini arkasına alır. Diğer bireyleraçısından ise, onlar varolan ekonomik biçimde kendilerinibuluyorlarsa, yani onda kendi çıkarlarını görüyorlarsa, va-rolan ekonomik biçimin toplumuyla, bu toplumun lidergrubuyla (sınıfıyla) uyum içinde davranır. Ancak çıkarlarıtehlikeye girer girmez; ya da varolan toplum biçimi onungereksinimlerini karşılayamaz duruma gelir gelmez, onakarşı ayaklanır, devrime başvurur.

Page 44: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat42

Elbette mesele, bu düzeyde oldukça soyuttu. Devrim-ler için sınıflar savaşımı, eylem birikim ve deneyimi, örgüt-lülük vs. işin içine girmek zorundadır. Ama zaten bunlar,en soyut belirlemelerin olaylar ve olgular içinde somut şe-killenişini temsil ederler. Daha üst soyutlamalar bize, tarih-sel bir çağın tümünü betimlemeyi, çağın genel gidişatını,karakterini, binlerce karmaşa ve kavganın ardında yatangizil nedenleri ve eğilimlerine dair fikirler üretme olanağıverir.

Kapitalist üretim tarzının türün gelişimine dair kat-kıları, emek üretkenliğini ve işbölümünü yetkinleştirmek,tek tek bireylere dağıtılmış emek süreçlerini, kolektif biremek süreci haline taşımaktır. Kapitalist üretim çok sayıdaemekçiyi bir araya getirir, eski işbölümünün yerel-dar sı-nırlar içine hapsolmuş ve kanbağına dayalı temelini yıkar.Yerine, bir toplumsal bağ ile, ya da sermayenin temsil ettiğibağlar ile ilişkilenen emeğin bileşimini geçirir. Böylece,doğal işbölümü ve yerel-dar kanbağı dolayımından sıyrılanemek-süreci, gerçek anlamda toplumsal, hatta evrensel ka-rakterine ancak kapitalizm altında girebilirdi diyebiliriz.Tür-cins olarak insanlığın küresel düzeyde elbirliğinin ya-rattığı yetenek ve potansiyeller, ancak, kapitalizmin tümkanbağı-yerellik (kabileden ulusal birliğe dek) dolayımınabağlı sınırları parçalamasıyla açığa çıkabilirdi. Öte yandan,türün gelişiminde artı hanesine yazılan her yetenek ve kap-asite artışı, kapitalizm altında, türe ait olmaz, ona yabancıbir gücün, sermayenin elinde toplanır.

Emekçinin genel üretkenlik artışı, artık onun hakimi-yetinde bulunmayan ve karşısına sermaye biçiminde çıkanmakinelere, bilimsel-teknik gelişime dayanmıştır. Bunlaremekçinin değil ama tüm toplumun üretkenliğine zeminhazırlar. Tek tek bireyler olarak emekçiler, burada, giderekdetaylanan işbölümü nedeniyle, önceki nesil emekçilerdebulunan üretim bilgisini yitirir, yetenekleri tek yönlü geli-şim uğruna körelir. Bireyin sahip olduğu üretkenlik tekyanlı gelişir. Emekçinin yeteneği makineye geçer, işçi öncemakinenin bir dişlisi durumuna gelir sonra da üretim sü-recinin gözetleyicisi olur. Makinenin işçinin yerine geçme-siyle çok sayıda işçi işsiz kalır. İşçinin önceden sahipolduğu üretkenlik yeteneği artık bir şey ifade etmez ve biryetenek olarak görülemez. “Yetenek” ve üretkenlik, serma-yede, kendine özgü ve emeğe yabancı biçimler alır. Tek tekbirey olarak bilimsel ve teknik üretim süreçlerine olan ha-kimiyetini kaybeden emekçi, tüketim nesnesi biçimindekarşısına çıkan teknolojiyi, kaybettiklerini yeniden ka-zanma umuduyla bağrına basar. Ovada kaybettiğini, dağdaarar. Bilimsel ilerlemeler yalnızca yeteneğin yitimini değil,yaşamsal geçim araçlarının yitimini, yani doğrudan işsizliği

Page 45: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

43EkinSanatEdebiyat

doğurduğu dönemece girer. Peki, tür-birey çelişkisi hangi sınıra dek serbestçe ha-

reket etme ve kendini olgunlaştırma zeminine sahiptir? Öncelikle belirtmek gerekir ki, kapitalizmin gelişimi,

işçide yalnızca yetenek kaybına yol açmaz ama onunla bir-likte işçinin gerilemesini de getirir. Sermayenin ilerlemesi,işçinin entelektüel gerilemesi ve sağlığını yitirmesiyle el eleyürür. Kapitalizmin ilerlemesi karşıtlık içinde bir ilerleme-dir; bir taraf ilerlerken diğer taraf geriler.

İşçiler, içinde bulundukları katlanılamaz koşullaratür adına değil ama geçim araçlarına boyun eğdirildikleriiçin katlanırlar. Emeğin dış koşulları sermayenin elinde,mülkiyetinde oldukça işçi varolan duruma katlanmak zo-rundadır. Kapitalizmde toplum, bir grup insanın (işçinin)emeğine dayanır. Ya da toplum emek güneşi etrafındadöner.

Kapitalizmi yıkıma götürecek olan da kendi iç çeliş-kileridir. Üretimin toplumsal karakteriyle üretimin sonuç-larına elkoymanın özel biçimi arasındaki çelişki devrimeyol açar. Ama Marksizmi kaba kavrayanların sandıklarıgibi bu çelişkinin sonuna kadar olgunlaşması gerekmeye-bilir. Bu uzlaşmaz çelişki, sonuna dek olgunlaşmadan da,çeşitli etkenlere bağlı olarak, toplumsal bir devrime yol aça-bilir.

“Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” için, tekbaşına, kapitalist sistemin mezar kazıcılarının, yani sonunakadar tutarlı tek devrimci sınıf olan proletaryanın gelişipgüçlenmesi yetmez. Bununla beraber, sermayenin de üreticigüçler üzerindeki denetimini sabitleyen tüm gelişme para-metrelerini kontrol edemez duruma gelmiş olması gerekir.Başka bir ifadeyle, üretici güçlerin onları bir kabuk gibi çev-releyen üretim ilişkileri içine sığamaz hale gelmeleri ve bukabuğu çatlatacak noktaya gelmeleri gerekir. Yeni toplum,ancak eski olanın çürümesiyle, dağılmasıyla, üretici güçle-rin varlığını tehdit eder noktaya gelmesi sonucu, doğuş ser-tifikasını alabilir.

Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkininortaya çıkış biçimlerinden birisi aşırı üretimdir.

“Aşırı-üretimi, sermaye üretiminin genel yasası özel-likle koşullandırır, bu yasa üretici güçlerin belirlediği sınırakadar üretme, başka deyişle, pazarın fiili koşullarını ya daödeyebilme gücüyle desteklenen gereksinimleri dikkate al-maksızın, belli bir miktardaki sermayeyle emeği azami öl-çüde sömürme yasasıdır: ve bu, yeniden üretimin vebirikimin sürekli genişletilmesiyle ve dolayısıyla gelirin ye-niden sermayeye dursuz duraksız dönüştürülmesiyle sürergiderken, öte yandan üretici kitleleri ortalama gereksinimdüzeyiyle sınırlı kalırlar ve kapitalist üretimin doğası gereği

“Tür, genel çıkar için, bireyin durumunu tehlikeye atmadan kendini bir bütün halinde geliştiremez. Vebu gelişme kimi bireyle-rin çıkarlarıyla uyumlu olduğu için, kapitalistler,çoğunluk karşısında özelçıkarlarını egemen kılabilmektedir. Kapitalistüretim tarzı altında, tektek bireylerin dev mülkiyetinin hegemonya gücünü ne tek başına parada,ne politik baskıda ne demilyonları kandırma ve‘rıza üretme’ potansiyelinde aramakdoğrudur. Bu hegemonya, türün gelişimi için gerekli olduğu ölçüde, çoğunluk bireylercedesteklenir. Fakat nezaman tür, bu azınlık bireyler karşısında tehlikede görünür, işte ozaman devrimler ‘aciliyet’ kazanır.”

Page 46: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat44

öyle kalmaları gerekir.” (Artı-Değer Teorileri, cilt II, sf.512) Kapitalist bunalımlar her şeyden önce aşırı üretim

bunalımlarıdır. Marx’ın yukardaki pasajından da kolaycaanlaşılacağı gibi, kapitalist, ödeme gücüyle desteklenen ge-reksinim durumunu dikkate almaksızın, emeği aşırı ölçüdesömürür. Bu işlem, yeniden üretim ve birikimin genişleme-siyle ve dolayısıyla gelirin bir kısmının sermayeye eklen-mesiyle -kapitalist gelirin bir kısmını (üretken olmayantüketim olarak) kişisel harcamalarına ayırır ama asıl büyükbölümünü sermayeye katar- ve bu böyle sürüp gider.

Ancak bu toplum biçiminde üreticinin gereksinimiortalama gereksinimi aşmaz. Çünkü sermaye, üreticiler kit-lesinin gelirini ortalamayla sınırlar. Dolayısıyla, bir tüketiciolarak üreticinin (emekçinin) alım gücünün sınırlı oluşu ne-deniyle talep, pazarın artan arzını karşılayamaz. Böyleceaşırı üretim belirgin hale gelir. Marx, aşırı-üretimi, pazarındurumuyla, emekçi kitlelerin alım gücüyle bağlantılı olarakaçıklar.

Üretici gücün kapitalist özel mülkiyet ilişkilerini aşanpotansiyeli, iki ögede belirir. İlki, ancak toplum onu ortakyönetimine alırsa denetim altına girebilecek denli toplum-sallaşmış üretim süreci, ikincisi, toplumsal denetime bağlıbir elbirliğine yönelmezse yıkımı kaçınılmaz hale gelen üc-retli emek. Bu iki öge, sistemin mezar kazıcısı sınıfın yeni-den kurucu özlemlerini, öfkelerini ve bilincini etkisi altınaalır. Yeni Evre kitabında C. Dağlı‘nın özellikle vurguladığıgibi; insanlar artık gerçekten özgür yaşayabilecekleri maddiolanakları kendi elleriyle yaratmış bulunduklarının farkınavarıyorlar.

Tüm bu sürece devrimci özellikler kazandıran, sos-yalizmin maddi ögelerinin birikimi yanısıra, yeni toplumudevrimle kuracak olan işçi hareketinin, devrimci güçlerin,devrimin kendisinin esas olarak eski toplumun bunalımla-rından, bozulmasından besleniyor oluşudur. Kapitalist bi-rikimin yeni sosyalist toplumun zeminini döşemesi, işinmaddi yönüdür. Daha temel olan şudur ki, kapitalizm öm-rünü tamamladığı, geniş emekçi çoğunluğa işsizlik, açlık,sefalet, akli yozlaşma ve çıldırtan baskı dışında vaatte bu-lunamadığı; barındırdığı çok yönlü ve derin çelişki ile ça-tışmaların kapitalist dokuyu bozduğu oranda, sosyalizminsadece maddi değil öznel güçleri de güçlenir. 20. yüzyıl bo-yunca sistem pek çok buhran geçirdi. Bunalımları aşma po-tansiyelini o sıralar barındırabilmiş olması, üretici güçlerinhenüz kendilerini bir kabuk gibi çevreleyen kapitalist üre-tim ilişkilerini parçalayacak denli gelişmemiş oluşlarıdır.Bununla birlikte, her bunalım toplumsal dokunun birazdaha bozulmasına, sistemi bir arada tutan çimentonunbiraz daha gevşemesine yol açtı.

“‘Mülksüzleştirenlerinmülksüzleştirilmesi’

için, tek başına, kapitalist sistemin mezar

kazıcılarının, yani sonuna kadar tutarlı tek

devrimci sınıf olan proletaryanın gelişipgüçlenmesi yetmez.

Bununla beraber, sermayenin de üretici

güçler üzerindeki denetimini sabitleyen

tüm gelişme parametrelerini kontrol

edemez duruma gelmişolması gerekir. Başka birifadeyle, üretici güçlerin

onları bir kabuk gibiçevreleyen üretim

ilişkileri içine sığamazhale gelmeleri ve bu kabuğu çatlatacak

noktaya gelmeleri gerekir. Yeni toplum,

ancak eski olanın çürümesiyle, dağılma-

sıyla, üretici güçlerin varlığını tehdit eder

noktaya gelmesi sonucu, doğuş

sertifikasını alabilir.”

Page 47: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

45EkinSanatEdebiyat

Bunalımlar, eski ve köhnemiş üretim tarzının hangiyönlerden aşılması gerektiğinin, üretimin genel karakteri-nin nasıl bir gelişimi dayattığının ortaya çıktığı dönemleroldu. 1929 bunalımı devletin sıkı kontrolü, yani devlet tekelbütünleşmesi ile geride bırakıldı. Kapitalist özel mülkiyet,ancak burjuva devlet aygıtının mali ve başka olanaklarınayaslanarak ayakta kalabildi. 21. yüzyılı boydan boya kap-layan bunalımda, finansal araçların kontrol edilemezliği önplana çıktı. Ve bu kez, finansal araçların denetime alınmasıgibi, kapitalizm altında olanaksız bir yola girildi. Finansalaraçlar, sistemin içerdiği tüm çelişkileri dolaşıma sokup,denetimsiz bir hareketlilik ile donatıp dünyanın her köşe-sini çekirge sürüsü gibi tahrip ettiği bir güçtü. Böylece ka-pitalist sistemin artık çözümünü dayatan tüm derinçelişkilerini dünya çapında güncelleştirdi. Ama tam da busayede, sosyalizme, şu veya bu ülkeyle sınırlı kalmayan ye-terince beslenme alanı yarattı. Kısa sürede görüldü ki, üre-tici güçleri denetim altına alabilmek, 20. yüzyılbunalımlarına ilaç olabilen araçlarla mümkün değildi.Çünkü bu yolda atılan her adım kapitalist devleti, burjuvatoplumun bu en yüksek organizmasını tahrip etti. Parayıkontrol eden enstrümanlardan yoksun kalan Merkez Ban-kaları, akıl almaz boyutlara sıçrayan bütçe açıkları, sürdü-rülemez devlet borçları ve ancak Çin gibi üretimmerkezlerinin ticaret fazlaları ile yamanabilen ödemelerdengesi açıkları, kapitalist özel mülkiyetin içine sığabileceğikamusal gücü işlemez hale getirdi. Devletler, hem taptazeisyanlara tohum olan vergi artışlarına, hem de sağlık, eği-tim, altyapı gibi işleri özel kapitalistlere peşkeş çekecek ted-birler almaya zorlandı. Bütün bunlar, köhnemiş bir üretimtarzının, yaşamın her alanına sızan dağılma sürecinin sonve en büyük aşamasını yansıtır. Her alanda yaşanan yıkı-mın, art arda, üst üste binmesi sonucunda, bu bozulmadanyeterince beslenmiş bir yeni toplum özlemi, devrimci sıç-ramaların öznel yanını tamamladı.

Kapitalist sistemin bozulup dağılmasında dev tekel-lerin ve onların yarattığı rantiye toplumun özel bir yeri var.Biraz ileride bu konuyu ele alacağız ama önce bu durumunsosyalizmi kaçınılmaz hale getirişinden bahsetmemizgerek. Lenin, dev işletmelerin her tür verinin tam hesabınıyaparak insanların çoğunluğuna tek elden ürün sağlayacakkadar örgütlendiğinde, hammaddeden nihai ürüne kadarbütün zamanları birleştirdiğinde, diyor; “.... bütün bunlarolduğu zaman, artık bellidir ki, yalnızca basitçe “iç içe” geç-miş bir üretimin değil, ama aynı zamanda üretimin toplum-sallaşmasının karşısındayız, özel ekonomik ilişkiler ve özelmülkiyet ilişkileri, artık içeriğine uymayan bu kabuktan, çı-karılması yapay olarak geciktirilirse kesinkez çürüyecek

“Her alanda yaşananyıkımın, art arda, üstüste binmesi sonucunda, bu bozulmadan yeterincebeslenmiş bir yeni toplum özlemi, devrimci sıçramalarınöznel yanını tamamladı.”

Page 48: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat46

olan, belki bu çürüme durumunu oldukça uzun bir süresürdürecek (en kötü olasılıkla, oportünist çıbanın iyileş-mesi, uzun bir zaman olsa da) ama sonuçta kesinkez atıla-cak olan bir kabuktan ibarettir.” (Lenin, Emperyalizm...., sf143)

Bu satırlar bizi, sürecin devrimci niteliği üzerine birkez daha çok yönlü düşünmeye davet ediyor. Her devrimcisüreç gibi, karşıt eğilimler, oportünist çıbanın yarattığı en-geller, gelişimin ayrılmaz bir parçasıdır. Burada tanımı ya-pılan üretimin toplumsallaşması ve kabuğun olgunlaşması,20. yüzyıl boyunca emperyalist ülkelerde bir olguydu.Ancak orada “yapay geciktiriciler” her yerden daha fazlaişbaşındaydı. Sosyalist kampın korkutucu varlığı karşısındaemperyalist ülkeler, elde ettikleri aşırı karların bir kısmınıproletaryanın ayrıcalıklı bir katmanını satın almaya vegenel bir sosyal-devlet uygulaması için harcamaya imkanbuldu. Ancak 90’lı yıllardan itibaren, tarihi düşmanındansonsuza dek kurtulduğunu sanan kapitalizm, bu yapay ge-ciktiricileri devre dışı bıraktı. Sermaye birikimi ve merke-zileşme bu dönemde olağanüstü hız kazandı. Bir Almanbankası yöneticisinin deyimiyle, tüm dünyada her sektöreegemen, ancak dört ya da beş tekel gruptan sözedebilir halegeldik. Ne yazık ki, Lenin’in sözünü ettiği ‘en kötü olasılık’,oportünist çıbanın iyileşmesi çok uzun sürdü, sürüyor.Oportünizmin ve burjuva uzantıları sosyal-demokrasininyarattığı tahribatı, sistemin mezar kazıcısı proletarya uzunbir süre atlatamadı. Ama bu çıbanın iyileşmesi için, öznelmüdahaleler kadar, toplumsal çürümenin dayanılmaz se-viyelere ulaşması, iğrenç kokunun her yere yayılması, veeğer bu olgunlaşıp çürüyen kabuk bir an önce atılmazsa,üretici güçlerin yarattığı tüm olanaklar, araçlar ve emek sa-hiplerine kazandırdığı tüm iş kapasitesinin yıkıma uğraya-cağına dair o önsezi-içgörü, yeterince keskinleşmeliydi.Tam da artık “Bundan daha kötüsü olamaz” denen çürümeaşamasında, toplum bir anda sosyal birey özünü sergile-meye başladı. Üretici insanlık, üretim süreci içinde geliştiripyetkinleştirdiği sosyal yetenekler ile, bu potansiyeline ketvuran, onu boğan kabuk arasındaki çelişkiyi, uygarlık tari-hinin binlerce yılıyla kıyaslandığında “bir an” sayılabilecekkadar kısa bir zaman diliminde (buna 21. yüzyılın ilk 15 yı-lını net biçimde örnek gösterebiliriz) farketmeye başladı.

Toplumsal devrimlerin fırtınası, yüzlerce yıl süren bubirikimin üzerinde şekillendi.

Yeni Evrenin Devrimleri, Yeni Dönem Yayıncılık, Ekim 2016, S. 28-36

Page 49: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

47EkinSanatEdebiyat

“Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişimiçin koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimigerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürü-meye başlar.” demiş Vladimir Lenin. Eğer bir toplum içiniçin çürüyorsa bu o toplumun, yaşadığı sistemin çürü-müşlüğünden bağımsız değildir. Çürüme içerisinde olankapitalist sistem, toplumu da çürümeye mahkûm eder.Bu da kapitalist sistemin yıkımını hızlandırır.

Kendi yıkımını geçiktirmek için attığı her adım in-sanları umutsuzluğa bir yandan da öfkeye itiyor. Artıkkonuşulan tek bir konu var, o da geçim derdi, yarının negetireceğini bilememe korkusu. Sosyal medya hesapla-rında ya da gazetelerde intihar haberlerini görmediğimizbir gün bile olmuyor. Sokaklarda arkadaşlarıyla oyun oy-naması gereken çocukların dinci-gerici kamplarda “Ya-hudilere Ölüm” sloganlarıyla tekbir nidalarınıduyduğumuz zaman sistemin, bırakın çürümeyi, nekadar kokuşmuş olduğunu fark ediyoruz. Kapitalizmbize kendi kabuğuna çekilmiş, insanlığın acılarını gör-mezden gelen, sevgisini bile çıkar ilişkilerine göre yaşa-yan insan profili çiziyor. Sabah uyanıyorsunuz.Kahvaltınızı edip işyerine gidiyorsunuz. Yeni gün ve yeniumutlar… Bir “Günaaydıın” bırakıyorsunuz iş arkadaş-larınıza gülümseyerek. Fakat hiç kimse dönüp size cevapbile vermiyor. Herkes mutsuz ve her şeyden şikayetçi. Es-kiden evimizin bahçesinde komşularla oturur sohbetederdik diyorsunuz. Birbirimizin acısını ve sevincini pay-laşırdık. Fakat şimdi insanların büyük bir çoğunluğukendi kabuğuna çekilmiş durumda. İnsanların birbirineve hatta kendine bile yabancılaştığını görüyoruz.

Hızla çürüyen ve yıkım içinde olan kapitalizmin bizkadınlar üzerindeki etkisi oldukça can yakıcı. Ekonomik

sarya yıldız

Makus Talihi Değiştirmek İçinYıkımın İçinden Yükselen Kadın İsyanı

Page 50: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat48

krizin derinleşmesiyle artan işsizlik ve yoksullukla birliktekadına olan saldırılar gericilikle beslenir. Kapitalizm ka-dınlara hiçbir şey vaat etmemekle birlikte kadınları “ev ha-pisliği”ne maruz bırakır. Üretime dahil olmayan bütünzamanını ev temizliğine ve çocuk bakımına ayıran kadıntoplumdan soyutlanır. Üretime dahil olup ekonomik öz-gürlüğünü elde etmeye çalışan kadın ise kriz koşullarındaya işten atılır ya da patronunun tacizine uğrar. Sokakta,evde, işyerinde, fabrika da ya da okulda; ne giyeceğimize,nereye gideceğimize, nasıl güleceğimize bile karar veremi-yoruz. Güne taciz, tecavüz, katliam haberlerini duyarakbaşlıyoruz. Devletin ise buna karşı aldığı hiçbir önlem yok.Aksine tecavüzcülere verilen komik cezalar ve iyi hal indi-rimleri tecavüzü meşrulaştırıyor. Yapılan araştırmalaragöre Türkiye'de kadın tecavüzünde ve katliamlarında birönceki yıla göre %4 artış yaşanmıştır.

21. yüzyıldayız ve Afganistan’ın Taliban bölgesindekadınlar eşleri, babaları, erkek kardeşleri tarafından taşla-narak katlediliyor. İran'da 13 yaşındaki Atefah defalarcatecavüze uğramasının ardından suçlu görülerek vince ası-lan bir halatla idam ediliyor. Şengal’de Ezidi kadınlarIŞİD'in tecavüzüne uğrayarak katlediliyor. Türkiye’de isesevgilisinden ayrıldığı için erkek arkadaşı kadının yüzünükezzapla yakma cesaretine sahip olabiliyor. Biz kadınlarhangi bölgede olursak olalım ikinci plana atılıyor, aşağıla-nıyor, katlediliyoruz ve şunu görüyoruz ki kapitalizm ka-dına hiçbir alanda yaşam hakkı tanımıyor.

Bütün bu anlatılanlardan kadının ne kadar çok saldı-rıya uğradığını ve yaşam-ölüm çizgisinde bir hayat sürdür-düğünü görüyoruz. Fakat baskılar ve saldırılar arttıkçakadınların bilinç düzeyi ve mücadelesi de artarak yükselişgösteriyor. Okulda, evde, sokakta, metrobüste karşılaştığıher saldırıya tepki gösteriyor, saldırganı teşhir ediyor. Çü-rüyen toplumun çözülen ailelerinde boşanmalar artış gös-teriyor. Kocasıyla geçim sıkıntısı yaşayan kadın, toplumunbütün baskısına ve dışlamasına karşın kocasından boşanı-yor. “Kadın dediğin ortalık yerde kahkaha atmayacak”,“Kadın evin süsüdür” diyor faşist iktidar. Kadın daha çokkahkaha atıyor, ekonomik özgürlüğünü kazanmak içinbütün mücadelesini veriyor.

Biz kadınlar yoksullukla, sömürüyle, taciz ve teca-vüzle, aşağılanma ve katliamlarla boğuşurken yeniden varoluyor, güçleniyoruz. Bütün eylemliliklerde yumruğu ha-vada, en ön saflardayız. Bunun örnekleri saymakla bitmez.Türkiye’de Gezi Ayaklanmasında en ön saflarda kadınlarvardı. Kadın cinayetlerine karşı biriken öfke Özgecan As-lan’ın vahşice öldürülmesine karşı tam bir isyana nedenoldu. 8 Mart'ta, 25 Kasım’da kadınların özgürlük çığlığı

“Biz kadınlar yoksullukla, sömürüyle,

taciz ve tecavüzle, aşağılanma ve

katliamlarla boğuşurkenyeniden var oluyor,

güçleniyoruz. Bütün eylemliliklerde

yumruğu havada, en önsaflardayız. Bunun

örnekleri saymakla bitmez. Türkiye’de GeziAyaklanmasında en önsaflarda kadınlar vardı.

Kadın cinayetlerine karşıbiriken öfke Özgecan

Aslan’ın vahşice öldürülmesine karşı tambir isyana neden oldu. 8 Mart'ta, 25 Kasım’da

kadınların özgürlük çığlığı yankılandı

dünyanın dört bir yanında.”

Page 51: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

49EkinSanatEdebiyat

yankılandı dünyanın dört bir yanında. Türkiye, Tokyo,Londra, Dublin, ABD'nin birçok eyaleti, Arjantin, İtalya, Fi-lipinler, Tayland ve daha pek çok yerde kadınlar alanlarıdoldurdu. Afrika ülkesi olan Sudan’da ise 30 yıllık El Beşirdiktatörlüğüne karşı eylemlerin başını kadınlar çekti. “Ka-dının yeri evidir” söylemlerine karşı kadınlar “Kadının yeridevrimdir” sloganlarıyla en ön saflarda yer aldı. İran'ın baş-kenti Tahran’da kadınlar başörtülerini çıkararak eylemyaptı.

Görüyoruz ki toplumsal sorunlara ve kendine karşıduyarlı olan bir kadın kitlesi var karşımızda. En bilinçsizdiye nitelendirdiğimiz kadınlar bile saldırılara tepki göste-riyor ve harekete geçiyor. Dünyanın sokakları kadınlarınözgürlük çığlıyla yankılanıyor. Bugününe ve geleceğinesahip çıkıyor kadınlar. Ve kendini yeniden yaratıyor. Ka-dınların makus talihini değiştirmek için...

Page 52: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat50

Diyarbakır’ın Çınar İlçesi’ne bağlı Ayveri Köyü’ndeyaşayan çoban Mehmet Salih Arslan, leylekler için 23 yıldırher yere taştan kuleler yapıyor. “Neden bu kuleleri yapı-yorsun?” sorusuna “E normaldir, hayvanların yuvası yok.Ben de onlara kule yapıyorum” diye yanıt veriyor. “Leylek-ler buralara geliyorlar ama yuvaları olmadığı için çok zor-lanıyorlar. Bazıları elektrik direklerine yuva yapıyor,elektrik akımına kapılıp telef oluyor. İçim elvermedi ve taş-larla kule yaparak onlara yuva yapmaya başladım. Baharaylarında geliyorlar ve hiç zorlanmadan yuvalara konupkuluçkaya yatıyorlar. Yaz ayları bitince de göç ediyorlar. Bukuleleri yaptıktan sonra buraya gelen leyleklerin sayısıarttı.” diyor.

Mehmet Salih’i köylüleri şöyle anlatıyor; “6-7 metre-lik kuleleri bir sanat abidesi gibi. Arslan sadece kulelerideğil, üstüne çalı çırpı ile yuvalarını bile yapacak kadar daince düşünceli. Hayvanlarına çok düşkündür. Aç kalmala-rına, üşümelerine tahammülü yoktur. Hele biri hayvanla-rına zarar verdi mi çılgına döner. Yaz aylarında köpeğininpatileri sıcaktan yanmasın diye ayağına çorap yapar. İyi birtaş ustasıdır aynı zamanda. Elinde 10 kiloluk balyozu ilekayaları parçalar ve onlarca kiloluk kayaları sırtında taşır.Elinden her iş gelir. Biraz değişiktir.”

Bu olayı neden alıntıladık?Başımızı nereye çevirsek yabancılaşma, yozlaşma, çü-

rümenin pek çok çeşidiyle karşı karşıyayız. Duyarsızlık, acı-masızlık, bencillik, yıkıcılık, çıkarcılık, maddiyatçılık,asalaklık, tembellik, umutsuzluk sanki veba gibi sarmışdünyamızı. Bütün bu salgının içinde birilerinin sapasağlamkaldığını ya da iyileştiğini görmek insana olan güvenimizitazeliyor. Bugünün çürüyen insanının içinde geleceğin in-sanlığı bir filiz gibi baş gösteriyor.

temade çınar

Taş Kuleler

“Diyalektik, metafiziğin tersine,

doğadaki her şeyin veher olayın yapısında iç

çelişkilerin varlığını kabuleder. Çünkü hepsinin

olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişi vebir geleceği, ölen bir

yanı ve gelişen bir yanıvardır. İşte bu karşıtlar

arasındaki savaşım, yeniyle eski arasındaki,

ölenle doğan arasındaki, yitip gidenle

gelişen arasındaki savaşım, gelişme

sürecinin iç kapsamını,yani nicel değişmelerin

nitel değişmelere dönüşmesi biçimindebeliren iç kapsamını,

oluşturur.”

Stalin, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm,

sy.14

Page 53: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

51EkinSanatEdebiyat

Yıkılan bir sistemin sadece ekonomik,politik olarak değil aynı zamanda kültürel ola-rak da yıkılışına tanıklık ediyoruz. Bataklığaaçılan küçücük bir kanalın suyu boşaltmasıylabirlikte arkasında bereketli topraklar bıraka-cağını bilerek bakıyoruz akışa. Ölmekte ola-nın çürüyüşünü ve kokuşmasını aynızamanda doğmakta olanın patlayan pırıl pırılyapraklarını aynı anda, aynı karenin içindeseyrediyoruz.

Akış bize neyi anlatıyor?Tortularımızı biraz kazıdığımızda feda-

kar, çalışkan, yaratıcı ve umut dolu yeni insa-nın ortaya çıkacağını…

Çoban bize özlem duyduğumuz insanıgösteriyor farkında bile olmadan. Duyarlılık,umut, çalışkanlık, fedakarlık, çıkarsız emek,yaratıcılık…

Köprüden atlayarak intihar girişimindebulunan kadının arkasından tehlikeye atlayıponu kurtaran genç de…

Gittiği köydeki çocukların ihtiyaçlarınıkarşılayabilmek için çabalayan öğretmen de…

Yangın çıkan hastanede ameliyattakihastasını kurtarıp hayatlarını tehlikeye atansağlık ekibi de….

Suya düşen yavru kediye suni solunumyapıp canlandıran temizlik işçisi de…

Sokak hayvanlarını beslemek ve tedaviettirmek için kendi yoksulluğunu harcayanlarda…

Gezi’de hiç tanımadığı birini kurtarmakiçin gazların içine dalanlar da…

Gezi Komünü marketinden sadece ihti-yacını alıp elindekini oraya bırakan da…

Ölen komşusunun yatalak engelli çocu-ğuna bakmak için bütün hayatını veren yaşlıteyze de…

Bizim yerimize bizim söyleyemedikleri-mizi söyleyen, bizim yapmak isteyip de yapa-madıklarımızı yapan ve bizim yerimize iştenatılan, yıllarca hapis yatan ya da hayatını ve-renler de…

Bütün bu çürüme ve yıkılışla doğuş ara-sındaki ilişkinin arasında kalmış insanı ne suç-layabiliriz ne de "iyilik hareketi" benzeriküçük göletler kurup bütüne karşı duyarsız-laşmasını önerebiliriz. Ömrü bitmiş olan

Taş kuleleri inşa eden Mehmet Salih

Page 54: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat52

ölüme direndikçe karşımıza çıkan savaş çetin-leşiyor. Gelişmenin karşısında engel olan vedaha öncekiler gibi tarih sahnesinden kendili-ğinden çekilmeyecek olan, hayatta kalabilmek,ömrünü uzatmak için en gencimizin kalbinisöküp almakta sakınca görmüyor. Hatta budavranışı kurduğu dev propaganda aygıtla-rıyla yüceltiyor. Yetiştirdiği çocuklarına dabunu öneriyor.

İnsanlık bunun karşısına taştan kulelerdikiyor. On bin yıllık insanlık tarihinin geliş-tirdiği kültürel birikim, erdemi, cesareti, hayalgücünü, özveriyi diziyor üst üste. Kimi zamankoca kayaları kırıyor, kimi zaman küçücük birtaşa takılıp yuvarlanıyor. Çoğu zaman da biryöntem bulamıyor. Eskiyle uzlaşamayan amayeninin yolunu bulamayan gençlerimiz yaşa-maktan vazgeçiyor. Biriken öfkesini kendi-sine, en yakınındakinin, en sevdiklerininüzerine patlatıyor. Daha büyük bir çoğunluğuda o taşlardan küçük bir hücre yapıp orayasaklanıyor.

“Mutluluğun mutsuzluğa borcu var-mış.” ya, umudu taşıyan insanların umutsuz-luğa borcu yok mudur?

Taştan kuleler bize ne anlatıyor?Sadece emek verme isteği, yani sevgiyi

taşımıyor bu sembolik davranış. Teknik becerive azmi de, hatta kendi hayatından, emek gü-cünden fedakarlığı da anlatıyor bizlere.

Yabancılaşmaya, yozlaşmaya ve çürü-meye karşı bulunduğumuz her yerde kaldıra-cağımız bir taş, koyacağımız bir yer mutlakavardır. Yapılan kule leyleklerin işine yarayabi-lir evet, ama daha fazla bizim insan kalmamızısağlar.

Bugün bize empoze edildiği gibi, alırkendeğil verirken çoğalır, mutlu olur, yenilenirinsan. Fayda yapanadır. Mutluluk ve haz ya-panadır. Çürümekten kurtulma ve insanlaşmayapanadır.

“Biraz değişik” bulunursunuz o kadar.

Boğulan kediyi suni tenefüsle hayata döndürenbelediye işçisi ve kurtardığı kedi

Page 55: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

“Bekarlık çıkmaz sokak sen evlenmeye bak”Slogan şahane! Diyanet İşleri Başkanlığı, Adana’da

Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı öğrenci yurtlarındakalan öğrencilerin zorunlu olarak katılması gereken ‘ev-liliğe hazırlık okulu’na bu sloganı seçmiş. İnsanın hemenokulu falan bırakıp evlenesi geliyor. Eğer bekarlar kendibaşlarına çıkmaz sokaklardan çıkamazsa bolca da evlilikprogramı var, Esra Erol ablaları yardımcı da olur, sonrada gidersin ‘evim şahane’lere, ‘gelinim sensin’lere, eşedosta havanı da atarsın ne mutlu evliyim diye.

Mademki ‘beyin bedava’, o halde onu biraz kulla-nalım arkadaşlar. Belli kavramlar ve toplumsal kurum-lar üzerinde sürekli durmadan, belli yaraları süreklikazımadan onları iyileştirmek mümkün olmuyor. Aile,evlilik kurumu da burjuva sınıfın sürekli açık tutmaya,sürekli daha çok insanı, emekçiyi içine sürüklemeye ça-lıştığı bir irin durumunda. Bu toplumsal sistemde aile-nin ne olduğunu hakkında 1700’lerden beri inceleyenfilozofların, bilim insanlarının, Marksistlerin ortaya koy-dukları hatırı sayılır yazına kıyıdan köşeden bile olsaaşina olanlar, ailenin temelinin ‘mal ortaklığında zo-runlu olarak saklanmış özel çıkar’ olduğunu bilirler.Ama bu yazına aşina olmasak da biliriz ki aile dediğimizşey esasen ulvi sevgiler değil çıkar bağlarıdır. Evliliklermal paylaşımı, miras hukuku gibi sorunların çözümüiçin yapılan resmi bir duyurudur. Çocuklar anne ve ba-banın gelecek garantisidir. Yaşlanıp da elden ayaktandüşünce onlara bakacak kişilerdir. Anne ve baba çocuk-ları büyütmek için emek ve para harcar karşılığını da ço-cuklardan hem ailenin geçimine destek hem de yaşlı vehastaların bakım güvencesi olarak almak isterler. Kızlaronlara bakacak koca, erkekler kendilerine bakacak kadınararlar.

53EkinSanatEdebiyat

sena kızılırmak

“Bekarlık Çıkmaz Sokak, Sen Evlenmeye Bak!”

Evlilikler mal paylaşımı, mirashukuku gibi sorunlarınçözümü için yapılan resmi bir duyurudur. Çocuklar anne ve babanıngelecek garantisidir. Yaşlanıp da eldenayaktan düşünce onlara bakacak kişilerdir.

Page 56: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat54

Aile ve akraba bağları yoksulluk içinde yaşayan ai-leleri bir dayanışma ile ayakta tutar. Yıllarca bu memle-kette bunca yoksulluğa karşın insanların hala bir şekildeyaşamlarını sürdürebilmelerinde, köyden gelen kışlık yi-yeceklerin düğünlerde cenazelerde ortaya konan akrabaeş dost yardımlarının payı konuşuldu. Sevmeseniz deakrabadır, bir dara düşsem o yanımdadır diye bu ilişki-leri sürdürdünüz. Kendi kanından olmak bu nedenleönemlidir. Evlat edinmenin bu toplumda hor görülme-sinin nedeni de bu çıkardır. ‘Kendi kanından olmazsaçeker gider. Kan bağı, garantisi kesin bir bağdır. Nedençocukların gitmesi sorun olsun ki eğer maksat kutsalçocuk sevgisini tatmaksa. Gerçekte maksat ailenin mül-künü bırakacağı, karşılıklı olarak birbirini sosyal olarakdestekleyeceği güvenilir destekler edinmektir. Ha sevgibağı yok mudur, vardır elbette, ama bu sevgi ve bağ daekonomik zorunluluklar üzerinde zorunlu olarak oluşansosyal ve psikolojik örtüdür. Bu aile bireylerinin her bi-rini hiç kimseye muhtaç olmadan yaşayacak bir du-rumda farz edin ne ana baba birbirine muhtaç ne deçocuklar, ana babalarına muhtaç olmasa tüm ihtiyaçlarıtoplum tarafından garanti edilse, bu günkü aileden ge-riye ne kalırdı dersiniz?

Peki, şu diyanetin ‘evliliğe hazırlık okulu’nda ol-duğu gibi neden her bekar evlendirilmeye çalışılıyor, heraileden çok çocuk bekleniyor ve de aile kurumu ha bireparlatılıp duruluyor? Çünkü, günümüzün aile ilişkisiözel mülkiyet ilişkine bağlı ve onun hizmetindedir. Ev-lilikler özellikle de bu dünyayı değiştirmeye aday genç,eğitimli ya da ne yapacağını bilmeyen, hayattan çokdaha fazlasını isteyen ateşli ruhların ateşini söndürmeyehizmet edecek bir yangın söndürücü olur. Evliliğe adımatmakla sistemle onlarca bağ kurmak zorunda kalırsınız.Düğün dernek paradır başlar ilk adımda bir zorunlu işve borç bağı. Ev eşya paradır hepsinin bir standardı ol-malıdır, çalışıp ev kurmaya ve borç ödemeye başlarsınız.Borçluluk ilişkisi bu sistemin can damarıdır. Borcunuödemek için işinden olmamaya çalışır etliye sütlüye tem-kinli yaklaşır olursun. Hakkın yense de ya da başkaları-nın hakkı yense, hakkını aramak zordur, ödenecekborçlar faturalar ev kiraları vardır. Sonra çocuk sahibiolmak gerekir aile olarak. Yoksa evi barkı niye kurdun?Bu çocuklar da sistemle yeni bağlar kurdurur onlara. Ehbu çocuklara da en az bir 15-20 sene bakmak zorundası-nızdır. Geleceğinizi bu sisteme satarsınız. Zamanla zen-gin olmasa da rutin bir hayatın rehaveti ruhta kicoşkuyu, hayata karşı duyulan merakı ve ilgiyi alır, uyu-şuk bir ömrü doldurma durumuna geçilir. Etrafındadünya yanmış ne gam, o türü, dünyası tehlikedeyken tü-ründen ve dünyasından kıymetli üç-beş kişilik kutsal ai-

Aile ve akraba bağları yoksulluk içinde yaşayan aileleri bir da-

yanışma ile ayaktatutar. Yıllarca bu

memlekette bunca yoksulluğa karşın

insanların hala bir şekilde yaşamlarını

sürdürebilmelerinde,köyden gelen kışlık

yiyeceklerin düğünlerdecenazelerde ortaya

konan akraba eş dostyardımlarının payı

konuşuldu. Sevmesenizde akrabadır, bir daradüşsem o yanımdadır

diye bu ilişkileri sürdürdünüz. Kendi

kanından olmak bu nedenle önemlidir.

Page 57: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

lesini düşünür anca. Burjuvazinin umudu ve isteği detam da budur. Sistemini çöküşe sürükleyen isyan veayaklanma yangınını söndürmek için her bekara bir ailetahsis etmek!

Gerçekte ise ne aile kutsaldır ne de bu bağlarlayaşam enerjinizi ve hayallerinizi çürütmek zorundasınız.Che’nin büyüklüğü buradadır. O insanlığın bir bütünolarak gelişiminin önünde duran tüm gerici bağlarameydan okuyarak özgür insanın ilhamı olmuştur. Dokt-ordur, insanları iyileştirmek için savaşçı olmuş, Kübadevrimiyle bunun nasıl mümkün olabileceğini göster-miştir. Bir devrimci olarak Küba devrimiyle bir kenaraçekilmemiş, ciddi astımı olmasına bakmadan, ilerleyenyaşına bakmadan, ona kal diyenlere bakmadan, eşine veçocuklarını geride bırakmaya bakmadan bir başka ülke-nin emekçilerinin kavgasında, zorbalığa karşı savaş-maya koşmuştur. Marksın büyüklüğü dehasında, işçisınıfına yol açmasında değildir yalnız. Tüm zenginliklerielinin tersiyle itip, yoksulluktan kaybettiği oğlununölüsü mutfak masasında yatarken mum ışığında kapitaliyazmaya çalışmasındadır. Onların büyüklüğü kendisevdiklerini toplumun herhangi bir başka insanınsandaha kıymetli saymayışlarında ve de sorunun asıl kay-nağını kurutmayı en büyük vazife görmelerindendir.Brecht’in dediği gibi isteriz ki çok daha fazla insan böylefedakâr davransın, daha çok insan kendini böyle tehli-keye atsın ve bu sayede bu zorba, bu sefil çağ son bul-sun.

Biz komünizmi insanların sosyal bağlarının enyalın hallere gelmesi için istiyoruz. İnsanların birbirinezorunlu bağımlılıklardan kurtulmaları için istiyoruz. Butoplumda her bir bireyin yaşamı o toplumun garantisialtında olacak. Ne çocuklar hayatta kalabilmek için anababaya gereksinim duyacak ne yaşlılar bakımları için ço-cuklarına ne de karı kocalar geçim için birbirlerine ihti-yaç duyacak. Komünizm denen bu çağda insanlaryetenekleri doğrultusunda topluma hizmet edecekleriaz bir zamanın dışındaki bütün zamanını kendi yetenek-lerini geliştirmeye harcayacak. Ne isterse! Bu toplumda,hiçbir insanın bir diğerine maddi bir bağımlılığı olma-yacağı, herkesin tüm ihtiyaçları toplumun tamamı tara-fından karşılanacağı için, insanların birbirleriaralarındaki bağ ve ilişkilerde yalnızca sevgi ve gönül-lülüğe dayanacak, bu bağlarda hiçbir zorunluluğun iziolmayacaktır. İşte o zaman gerçekten ‘özgür insan’danbahsedebileceğiz. İşte o zaman insanlarımızın hayatındahiçbir çıkmaz kalmayacak.

55EkinSanatEdebiyat

Page 58: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Duvarların altında kaldı yazdığımız şiirlerKi biz mısralarımızı

Ekim günlerinin çoşkun akan nehirlerindeÇitilemiştik

Gök çatırdadı orta yerinden bir günAsit yağmurları üstümüze üstümüze yağdı

Kirlendi toprak Küflendi sözcükler

İmgelerimiz yandı kavruldu gün ortasındaKalemimizi orta yerinden kırıverdilerMürekkebi dağıldı beyaz sayfalara..

Şimdi yeni Ekimler için doğrulttuk ellerimiziKulaktan kulağa fısıldanıyor şiir

Umutsuzluğun bağrında birikiyor imgelerBeyaz atların yelelerinde saklıyoruz ümitlerimizi

Gençlerimizin ellerinde bayraklarDillerinde savaş türküleri

Köstebeklerin alınteriyle işleniyor toprakDünya giderek daha hızlı dönüyorGürül gürül akmakta yine o nehir

Yeni bir evredir göğüs germemiz gerekenGeçmişi içerip aşacak elbet şiirlerimiz...

EkinSanatEdebiyat56

ömer burçin özkişi

Yeni Evre

Page 59: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

57EkinSanatEdebiyat

“Şiir dünyanın en büyük gezegeni.Dünya döner durur onun etrafında.” diyorŞair Ruhan Mavruk kitabının önsözünde... Busöz onun şiirle olan bağının ne kadar güçlü ol-duğunun kanıtı değil mi?

Şiirin, düşüncenin duygusal karşılığı ol-duğunu ve kendisinin de o büyük altüst oluşdönemlerinin lirizminin peşinde olduğunubelirtiyor.

Şairin şiirlerini okumaya başladığınızdakendinizi imgeler denizinin içinde buluyorsu-nuz... Kimi zaman mitolojik öğelerle çıkıyorkarşımıza; kimi zaman felsefi derinliklerle...

“Kimlik” adlı şiirinde; kimliğini ararkenfelsefenin derinliklerinde, “kan bulaştı mıs-raya yine / ama öyle evcil bir hikâye /değil kibu / her acı sığmıyor işte şiire” diyor. Başka biryerde “kaybettim kardeşlerimi / yanan yakılangözbebeklerinde kentin” diyerek kaybetmeninacısını dile getiriyor. Son dizede ise; “kanayanbir kuşağın geçip boydan boya / o yağmurkuşlarının ölüm çığlıklarını / taşımak istiyo-rum buraya...” diyerek geçmiş dönemin kah-ramanlarını hatırlatıyor.

“.../ kirpiklerime asılı mayın tarlası olan/...” her an patlamaya hazır yalnızlığını anla-tıyor güçlü imgelerle... Sonuna kadar ‘sabır vesadakat sembolü olan, on yıl boyunca Odese-us'u bekleyen’ “Phenelope”yi savunuyor yal-nız kalma pahasına.

Her şeye rağmen umuttan bahsediyor,“umudunu yitirme” diyor şiirinde... “umu-dunu yitirme/ bir toz zerresiyiz / biz yıkılsakçöker evren” ...

Acıyı da anlatıyor şiirlerinde, hüznü deaşkı da... Diyalektik bağla birbirine bağlı duy-gulardır hep. Toplumun ortak acılarını, se-vinçlerini yazıyor, anlatıyor bize...dizelerinde... satır aralarında... ve ihanetleri...

“.../ arkadan vurdu masallar / masallararkadan vurdu beni...”

demet demeter

“İncinmesin Kıyılarımız”

Page 60: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat58

Ve savaşı anlatıyor toplumsal duyarlılı-ğıyla, şair yüreğiyle... savaşın yarattığı yıkımı;“petrol istiyor führer / onun için yanıyor, /bağdat, musul, rakka...”

“(…)/ cepheye giden asker/ av kim, avcıkim/ kim attı çantana baldıran zehrini”... diye-rek.

“Şiir bir işçiliktir.” Evet şiir yazmak, birişçiliktir. Yürekle, bilinçle yapılan, toplumsalve bireysel izlenimlerden, edinimlerden damı-tılan ve yazıya dökülen bir işçilik. “Yürek işçi-liği” yani. Yaşadığı döneme tanıklık edip onu,bilincinin süzgecinden geçirip damıtarak, ge-lecek kuşaklara, gelecek topluma taşıma işidiraynı zamanda şairlik. Şair Ruhan Mavruk dabir şiir işçisidir... ilmek ilmek dokuduğu, satırsatır her kelimesini, noktasına-virgülünekadar titiz bir çalışmayla seçerek ulaştırır bizeşiirini... son kitabı “İncinmesin Kıyılarımız”üzerine söyleşimiz de gösteriyor şairimizinduyarlılığını, naifliğini, kelimeleri, imgeleri se-çerken ki titizliğini...

Neden seçki yayınlamayı düşündü-nüz?

Öncelikle çok teşekkür ediyorum ÖnsözDergisi’ne, Ayışığı’na, bütün sevgili dostlara.

Seçki yayınlamak bir ömrü paylaşmaktı.Yoksunluk, baskılarla yaşadığımız bugünlerde

hiçbir şeyi yarım bırakmamak gerekir diye dü-şünüyorum.

Bu kitabınızın adı “İncinmesin Kıyıla-rımız”, bunun nedenini açıklar mısınız?

Bu şiiri çok seviyorum. Ayışığı’nın bal-konunda doğdu, nerdeyse ay doğuyordu veben kendimi öyle çoğul hissediyordum ki...

Bu ismin sarıp sarmaladığı anlama ge-lince; hem bireysel, hem toplumsal anlamdasığlık, insan kirliliği dolayısıyla yabancılaşmaçok yoğun. Emperyalizm duyarsızlaşma, me-talaşma dayatıyor yaşamımıza. Her şeye karşıkırıcı, bencil olmamak gerekir diye düşün-düm, toplumsal savaşımızda, aşkımızda, dost-luklarımızda, kısacası her zaman her şeyde,bir nehir akarken kıyılarını yıkmamalı. Bu al-tüst oluş döneminde sevgi çok önemli. Karan-lığa karşı savaşımı sürdürmek böyle olmalı.

İmgelerinizde toplumsal olanla birey-sel olanı nasıl bütünleştiriyorsunuz? Nasılbir seçim bu?

Ben ‘imge seçilmez; bilinç, duyuş, geç-miş yaşam birikimleri ve şimdiki yaşam tarzı-mız getirdi onları sanatçılara diyorum.’ Herşeyden önce bir içtenlik sorunu bu; düşündü-ğünle yaşadığının kardeş olması...

Bu seçkide beş kitaptaki şiirler, ayrı dö-nemlerin ürünü: “İda Dağı Çöz Beni” adlı ya-

Page 61: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

59EkinSanatEdebiyat

pıtımdaki Ruhan, duyarlı, sorumlulukları olanbir şair ama yalnız. Bu yüzden imgelerdeçokça yalnızlık ve hüzün var. “Nehir”e akmakiçin bir yol arayan şair “Leyla'dan Beri”de;köprünün başında “Cumartesi Anneleri” (ai-leleri) ile karşılaşır. F-tipi cezaevleri inşasıylabaşlayan bu dönemde onların ve devrimci de-mokrat kitlelerin acısı kadar çözüm arayışlarıda büyüktür ve şaire seslenirler: “köknarlarıda kestiler bir bir / yaralı dönüyor posta kuş-ları / yüzündeki safran hüznü bize ver / bizimacımız senin şiirine de yeter” ...

Kalabalıklar içinde yalnız, kendi yalnız-lığında çoğul olan şair ve birçok sanatçı busese kulak verir, süreç başlar; eylemlilikler,basın açıklamaları, toplantılar, biber gazı, taz-yikli su, gözaltılar...

“Saçlarından tutulup yerden yere sürük-lenen bir nehirden giderek yaklaşan bir yıldız-dan bakarlar” ona, annecikler, direnişçiler veonurlu insanlar...

Tüm bunlardan çıkarılacak çok önemlibir sonuç var: imgelerde, bireyselle toplumsalolanı bütünleştirecek tek şey; içtenlik…

***“Fiyortlar”da, düzenin sistem dışı bırak-

tığı sokak insanları, bürokratlar, kadınlar,kimsesiz çocuklar vardır... Öyle sezgili ve du-yarlıdırlar ki “acı güzelleştiriyor insanları”diye not düşer şair.

“Issız Ada ve Savaş Zırhlısı” adlı de-neme kitabında ise, kendi şiirleri kadar F-tipicezaevlerindeki tutsaklardan gelen mektup,öykü ve şiirleri, onların resimleri el işleri, oncazor koşullarda malzemeleri, boyayı nasıl oluş-turdukları, nasıl kâğıt bulabildikleri... Örneğinfırça olmadığı için battaniye tüylerinden fırçaoluşturuyorlardı. İçtikleri çaydan ise çeşitlikahve tonlarını...

“Toplu Eserler” Ayışığı kitaplığındakidostların hayata geçirdiği bir kitap. Sanat dün-yasındaki insan kirliliğinden bunalıp şiiri bı-rakmaya karar verdiği an, Önsöz ve Ayışığıkitaplığı ile tanışmıştı, hayat verirler ona.Diğer şiirler ise son dönemlerin ürünüdür. Acıdolu ama direnen günlerin. Yine lirik ve im-gesel bir dil ama daha yalın imgeler, felsefi vemitolojik ögelerle derinliği yaratmaya çalışır.

Bu dönem şiirleri içinde “Hypatia”, “Kadı-nım” ve “Seni Şiire Saklıyorum” adlı şiirleri ensevdiklerindendir...

Hypatia'da Ortaçağ’da katolik papazlartarafından katledilen, tarihin ilk bilim kadınıve filozofu olan bir kadını anlatır, bu durum-daki tüm devrimcilere atıf yaparak.

“Kadınım” şiirinde, kadınların tarihtenbu yana nasıl ezildiklerini, buna karşın güç-lendiklerini anlatır: “saçlarımla taşıdım mede-niyetleri...”

“Seni Şiire Saklıyorum”da ta üniversiteyıllarından beri süren soyut bir aşkı anlatır.Böylece kirletilmemiş sevgi dünyalarına duy-duğu özlemi insanlara iletmeye çalışır:

“.....tozlu duyarlıklarda arıyorum şimdi seni el yazması kitaplardaayrılıklardan geçilmiyor yüzün

- yağmur yağıyor içimdeki antik kentebugün-

üniversitenin kantinine gidip bir çay içi-yorum

hangi resmi çizsem sensiyah beyaz afişlerde çocuk güzelliğinsınıflarda o eski yılların uğultusubir kurşun geçiyor saçlarımın üstün-

den...”

Bir düzyazı şiir kitabı olan Fiyort-lar’dan dört öykünüz de var bu seçkide. Niyeyeniden paylaşmak istediğinizi öğrenebilirmiyiz?

Basıldığı dönemde “Fiyortlar” çok sevil-mişti. Dağıtım, yayım ve tanıtım olanağı bula-madık onun için. Çünkü siyasi konjonktür çokyoğundu ve bu olanakları sağlayacak çevreler-den yani, gazete ve televizyonların tanıtımprogramlarından dışlanmıştım. İyi dostlara daulaşamıyordum... Fiyortlar’dan seçtiğim bazıöyküleri okurla paylaşmak istedim, alacağımtepkilere göre yeniden yayınlanma olanakla-rını araştıracağım.”

Şiirde kadının yeri? Karşılaştığınızzorluklar?

Hala çok zor. “İda Dağı Çöz Beni” ilk

Page 62: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

şiir kitabımdı, yayıncımla değilama çevreyle büyük sıkıntılaryaşadım; kadın şairlerin aykırıyaşaması koşulmuş gibi, öyleüstüme gelindi ki; sanat çevre-lerinde de sevgi metalaştırıl-mak isteniyor. Oysa kadınlarduygularıyla yaşarlar, yürek-leri hiçbir zorlamaya gelmez.

Bu son kitapta ise yayın-eviyle de çok sıkıntı yaşadım.“İda Dağı”ndan beri çok yılgeçti ama şair kadınların dün-yasında değişen bir şey yok.

Şiddetin giderek arttığıbir toplumda kadın cinayetle-rini anımsatacak olursak hemfiziksel hem cinsel, hem dekültürel olarak resmen zulümgörüyor kadınlar.

Bütün içten unsurlarlabirlikte düzene karşı verilecekmücadele diyorum yine de.Tabii kadın sorununun acilenele alınması ve buna karşı ive-dilikle mücadele edilmesi ge-rekiyor. Yoksa, ‘saçlarımızfiravunların elinde kalıyor /çırpınamıyoruz... / bize solukverin!’

Teşekkür ederiz bu söy-leşi için.

Ben de çok teşekkür edi-yorum! Yıllar süren bu dost-luk, dayanışma, ortak üretimiçin iyi ki varsınız...

Sende iyi ki varsın...

EkinSanatEdebiyat60

OKURDAN

Suya İncinen Çocuğun Şiiri

bazen dünyadan habersiz bir çocuk gibianneme bakıptertemiz gülümsüyorumlakin biliyorum yine de acıdır buçünkü ne zaman pencereden dışarı baksamyahut uykudan uyansamdöne döne yutkundum hep.öyle ki yıllarca sırtımda taşıdım acıyıyani bu talanı, bu yangının en kızgın közünüdünya değil başım dönüyor, sevmelere vakit bulamadımkülün bizzat kendisiydim, yangınlardan da kaçmadımyangınlardan kaçmadım lakinrüzgarlar bırakmadı yakamıkül/düm ya bengül/düm ya ben-savruluşum bundandır-dedim savrulsamda kalanlarımla yola devam!rüzgara söz yazmanın cesaretini kuşandım, yıllarca yürüdüm...hiç kimsenin bilmediği saatlerdehiç kimsenin bilmediği sokaklardan geçtim.bulvarlara düştü gölgem, ellerim kanadı ceplerimdekan sıçradı dizelere yutkundum, gözlerim üşüyordudedim bir hayat vardıyüreklerimizin coğrafyasında hiç durmadan akankalbimin kıyısında bir kadın ağlıyordudemem o ki-bir damla gözyaşı bir yangını başlatabilir,belki okyanuslar harcasan, bu yangın sönmeyebilir-tufanlar başlar kanayan yerlerimdende ki tufan bizizde ki tufandır, nehirler bile yandı..yarım kaldık, yıllar kara bir duman gibi savruldusevinçlerimiz yanık ve is kokuyordu, sulara incindikbağıra çağıra koştum bütün inceliklerin ardındanbir gül demeti uzattım her birine, mahçup bir çocuktum.

Serhat Haymatlos

Page 63: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

“Hepimiz ölü yıldızlardan geldik” dedi,gecenin karanlığında sayısız yıldıza bakarken.Oysaki şehrin parlak ışıkları altında yıldızla-rın varlığından dahi söz edilemezdi. Merakediyordu herkes gibi orada bir yaşamın varolup olmadığını. Olsundu ya da olmasındıoradaki yaşam da kendisiydi.

Bir yıldız öldüğü zaman açığa çıkanmaddelerin hidrojen, nitrojen, oksijen ve kar-bon olduğunu bilirdi. Sohbetlerine popülerbilim konularını dahil edip ama bilimsel oldu-ğunu zanneden birçokları gibi. Ve bu madde-lerin insanın DNA’sını oluşturan maddelerolduğunu da… tesadüf mü? Elbette değildi.“Hepimiz DNA’mızda yıldız tozu taşıyoruz”dedi, bu sefer düşündüğünü sanıp yükseksesle konuştu. Kendi sesine yabancılaşmışçıkan hırıltıyla, hayretle çocukluğunda yaptığıgibi düşünceleri peşi sıra akıyordu.

Bu kavramların nereden çıktığını, ilkkimin bulduğunu, kelime olarak nereden tü-rediğini, dünyanın başka yerinde buna ilk nedendiğini vs vs...

Leyla’nın dili beyninin düşünme hızınayetişemedi. Sonra gökbilimci Carl Sagan’ınMavi Soluk Nokta makalesi aklına geldi.

“Gerçekten bazen ne kadar anlamsız,evrende küçücük, mavi soluk bir nokta da ya-şıyoruz. Bu küçük mavi nokta içinde küçü-cük canlıların savaşları, iktidar kavgaları...”

Bunun sonsuz bir hiçliğe varmasına izinvermeden fikirlerinin akışına yön verdi. “Herne olursa olsun, başka bir gezegende ya da ga-lakside yaşamın var olup olmaması değil me-sele. Yaşadığın gezegen kocaman evrendemavi soluk bir nokta olsa bile orda yaşamı varetmeye çalışırken verilen binlerce yıllık emek,mücadele... aslolan bu, yaşamın anlamı ve in-sanın nasıl yaşamak istediği” ...

İnsan nasıl yaşamak istediğine kendikarar verirdi elbette. Ya verili olanla yetinecekya da yetinmeyip kendi yaratacaktı. Leyla’nınverili olana karşı alerjisi vardı. Kendini öyle ta-nımlıyordu dost meclislerinde. Verili olanınbile isteye sunulduğunu söyler, asıl satır ara-larını merak ederdi. O daha belki de çocuklu-ğunda karar verenlerdendi nasıl yaşamakistediğine.

Anne-babasının sunabildiği tekdüze ya-şamdan mutlu olmayıp masanın altında kendidünyasını kurmuş, çok sevdiği babasının oto-ritesi, verili olanın dışında başka bir yaşamın

61EkinSanatEdebiyat

nil erten

Babalar, Kızlar veİncinmiş Ruhlar

Özgürlük için savaşan kadınlara ithaf olunur.(Birçok kadının hikayesinden)

Page 64: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat62

peşinden gitmeye itmişti. Leyla’nın bu fikir-leri onu dört yaşında evden kaçmaya kadarsürüklemişti. Keloğlan’a özenip annesinin ok-lavasının ucuna eşarbı bağlayıp bohça yapmış,acıkırsa yiyeceği bir parça ekmeği, bir patates,kör bıçak ve iç çamaşırı koymuş. Yola çıkıpkaçma fikrine ortak ettiği kuzenleri onu yarıyolda bıraktığında ise insanlarla ilgili ilk hayalkırıklığını yaşamış ama bu son olmamış.

Anıları geçerken aklından bir gülüm-seme geliyor Leyla’nın yüzüne. Çocukken birkaçık olduğunu düşünmekten alıkoyamamıştıkendini. Ama ona 4 yaşında kaçma fikrininoluşmasına izin veren baba figürü ile tüm ya-şamı boyunca mücadele etmesi gerektiğini yıl-lar sonra kavramıştı. Nedendir diyedüşünmüş çizgi film kahramanlarındanShera’yı değilde Heman’i izlemeyi,Keloğlan’ı çok sevdiğini, Süper-man’e, Batman’e özenip, perimasallarında ya da çizgi film-lerinde kendini bulamadı-ğını... Kadınlara verili düzensınırlı ve yoksun, erkeklerindünyasında ona yer olmadı-ğını anlamış ama hep o dün-yaya kabul ettirme çabasındabulmuş kendini.

Baba onun için kodlanmışotorite idi. İzin alınması gereken, hata-larında hesap soracak olan. Ve baba sadeceevde değil yaşamın her alanında otorite olarakçıkmış karşısına. Okulda baskıcı öğretmeni,onu korkutup disipline etmeye çalışan okulmüdürü, işyerindeki kadın şefi, patronu, so-kaktaki polisi, savcısı, hâkimi...kırması gere-ken, eskiyen bir şeyler olduğunun farkınavarıyordu.

Bu onun çelişkisiydi, bu çelişki onu iti-yordu. Neden hayatla ilgili deneyim ve tecrü-beleri annesinden değil de babasındanalıyordu. Neden annesi değil de babası onanasıl güçlü olacağını, ayakları üzerinde dur-ması gerektiğini anlatıyordu. İsmini Leyla Qa-sım’dan, Leyla Halid’den almıştı. İsminiverenin babası değil de annesi olması öylemutlu ederdi ki onu. Ah keşke...O bilincesahip olanın annesi olmasını o kadar çok is-

terdi ki...Anladı Leyla! Ruhu rencide oldu-

ğunda… İlk âşık olduğunda, terk edilmesinde,ilk öfkesinde, şiddet gördüğünde, ilk isya-nında, tacize uğradığında, hayır dediğinde…Hayır dediğinde! Hayır dedikçe kendini artıkannesiyle değil dayatılanları kabullenmeyen,tekmeleyen başka kadınlarla özdeşleştirdi.Hasarlı, rencide olmuş ruhu kadınların ezil-mişliğine ve yok sayılmasına katlanmamıştı.Leyla kendinden önceki kadınlardan, yaşam-lardan çok şey öğrenmişti. O küçük mavisoluk nokta da yıkımın, çöküşün olduğuyerde yeniyi var etme, yaratmanın da müm-kün olduğunu biliyordu. Ve tüm kadınlarıngerçek özgürlüğün tadına varmasını isti-

yordu. Havanın temiz kokusunu barutkokusundan ayırarak çekti bur-

nuna. Etrafında kadınların, yolarkadaşlarının Leyla tınıla-

rını duyumsadı. “Hepimiz birer yıl-

dız tozuyuz” dedi ellerinibaşının altından çekip ya-ranın üzerindeki tampona

bastırdı. Kırsalın gecesişehre benzemezdi. Şehirde

neon ışıkların altında yıldızlarbelli olmazdı. Gökyüzü açık,

temiz, serin bir hava ve yıldızlar...Alabildiğine kara bir sonsuzluğun içinde ışıktopları. Kanaması devam ediyordu. Yine yıl-dızlara gözünü dikmiş, yüzünde tatlı bir gü-lümseme yutkunmakta güçlük çekiyordu.Güçlükle çıkan sesinin hırıltısına kulak asma-dan “hepimiz ölü yıldızlardan geldik buraya.Biraz sonra bedenim toprağa karışacak ölü yıl-dızlar gibi. Yeniden bitkilerin, hayvanlarınoluşumuna katılacak. Bu muhteşem döngü-nün içinde yaşamın anlamını sorgulamak vebuna uygun yaşayabilmek” ... Leyla kadınla-rın ellerinde muhteşem döngüye kavuşmaküzere ve ardında yarattığı büyük değerle, ol-ması gerektiği gibi uğurlandı. O genç bir öz-gürlük savaşçısıydı, ardında özgürlük içinsavaşan cesur kadınlar bıraktı!

Anne-babasının sunabildiği tekdüze

yaşamdan mutlu olma-yıp masanın altında kendi

dünyasını kurmuş, çok sevdiği babasının otoritesi,verili olanın dışında başka

bir yaşamın peşinden gitmeye itmişti.

Page 65: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

63EkinSanatEdebiyat

Adınızı sordular erkende, şafakta, ge-cede; karanlıkta adınızı sordular zorba baskın-larla. Sordular; kıyılarımızdan dört mevsimırmaklar akıp akıp giderken. Sordular; üçadım ötemizde dalgalanan uzak resmi bina-larda çekili duran uzak el resmi bayraklaradına. Baktık akıp akıp gidenlere ve dedik ki:“Irmaklar akar gider.”

Anlamadılar ama anlamadığımızı düşü-nerek adınızı sormaya devam ettiler. Oysa an-lamıştık ve anladığımızı anlasınlar diye tekrarettik: “Irmaklar işte, hiç durur mu hep akargider!”

Gene anlamadılar ve bize “Nehirleri, de-releri sormuyoruz, fotoğraflardakileri soruyo-ruz.” dediler. Biz de: “Tamam, işte biz de buyüzden size ırmakları, akıp akıp gideni söyle-dik!” dedik.

Fakat gene anlamadılar ve her zamankigibi tehditlere başladılar: “Savcı Bey soruyor.”dediler. Üç adım ötemizdeki uzak, resmi bina-larda çekili duran uzak, resmi bayrakların sav-cısıydı bu, elinin altında binlerce silahlıadamla, zindanla, topla, tankla ve celladın bal-tasıyla savcı beydi bu, ama korkmadık vededik ki: “Gidin söyleyin uzak ve resmi bina-ların savcısına, ırmaklar akar gider!” Bağırdı-lar, parmak salladılar sinirle, ölümdüparmaklarının ucundaki, “mezar” dediler.“Ağır ceza reisi” dediler. “Üç kıtada oynatan-larız” dediler. Anladınız mı biz kim miyizlan?! Şimdi söyleyin kim bu fotoğraftakiler?”

Neden hep bar bar bağıran budalalar çokgüçlü olduğunu sanır ki, diye soracağımızkadar çok bağırarak sordular... Sonuçta biz bucevabı sırf inadımızdan vermiyorduk ki, sırfinadımızdan versek bile haklıyken. Korkma-dan yine aynı cevabı verdik cellada, zulme veağır ceza reisine ve savcı beye ve hepsine. Fo-toğraftakilerin adı Murat’tır, Aras’tır, Dicle’dir,Fırat’tır, Kızılırmak’tır, akıp akıp giden sudurve akıp akıp giden su değil hayattır!”

Güneşin doğuşunu anlamadılar, bu be-benin gülüşünü anlamadılar, bir annenin göz-yaşını anlamadılar, insanın boyun eğmeyişinianlamadılar ve hiç mi hiç anlamadılar nehir-lerin akışını. Vatan vatan deniyor, meçhul birharita o vatan, kendileri faili o meçhulün.Dilde bir cihan padişahlığı ama tarihin sarısayfalarında donup kalmış yenik orduların taşköprülerdeki ayak izleri! Hani dikkatini çek-

ergül çiçekler

L isteler

İçlerinden en rütbelisi bir bulutu işaret ederek sordu: “Peki bunedir?” Dedik: “O yağmurdur.”, “Saçmalamayın, o bir bulut. İnadına mı yapıyorsunuz?”. Cevap verdik: “Biz onu yağmur olduğu halinden biliyoruz!”, “Ya şu yaprakları sallayan rüzgâr, ona ne diyeceksiniz?” Dedik: “Görmüyor musunuz o bir fırtına!”

Page 66: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat64

miyor mu kimsenin; uzun uzun anlatılırkenViyana önlerine gidişin öyküsü neden üç sa-tırla anlatılmış o gidişin dönüşü?... Hangiyenik ordu gittiğinden daha hızlı dönmemişki!... İşte bu yüzden böyle bağırıp çağırmaları,işte bu yüzden akıp akıp gidene düşmanlık-ları... O taş köprülerde ayak izimiz yok bizimama harcında terimiz var. Yani siz gittiğinizdede döndüğünüzde de biz buradaydık ve şahit-tik her şeye. Tanıyoruz seni bin yıllık yenilgi!...Çünkü biz gelip geçenler değil, o taş köprülerikuranlarız...

İçlerinden en rütbelisi bir bulutu işaretederek sordu: “Peki bu nedir?” Dedik: “O yağ-murdur.”, “Saçmalamayın, o bir bulut. İna-dına mı yapıyorsunuz?”. Cevap verdik: “Bizonu yağmur olduğu halinden biliyoruz!”, “Yaşu yaprakları sallayan rüzgâr, ona ne diyecek-siniz?” Dedik: “Görmüyor musunuz o bir fır-tına!” Eğildi yerden bir çakıl taşı aldı ve“Buluta yağmur, rüzgâra fırtına diyorsunuz ohalde bu da olsa olsa bir dağdır!” Kendindenemin bizi ve dilimizi çözmüşcesine baktı göz-lerimize. Dedik. “Hayır o elinde tuttuğun birdağ değil, o özgürlüktür!” Öfkeyle yere fırlattıelindeki o çakıl taşını. Oysa bilmiyordu ki oçakıltaşı bir zamanlar öfkeyle atılmıştı köleciAsur ordularına ve bilmiyordu o taş bir za-manlar Atinalı paralı askerlere atılmıştı ve birzamanlar “Büyük” İskender’e ve sonra bir za-manlar Moğol istilacılarınız ve Roma lejyon-

larına ve yedi asırdır da kendilerine... O çakıltaşı hakkında o subay hiçbir şey bilmiyordu.Nerden bilecekti o çakıl taşıyla işgalciler ara-sındaki asırlardır aralıksız süren savaşı vetaşın hep kazandığını ve sıra sıra tükenirkenişgalcilerin tamamı taşın bir zerre bile küçül-mediğini ve hiç yenilmediğini . Denenmiş is-patlanmış bir gerçektir bu; çakıl taşı burada,İskender’i gören oldu mu?... Dahası da var; sa-dece anlamamak değil sorunları, yanlış da gö-rüyorlar; bulutu bulut, rüzgârı rüzgâr, çakıltaşını da çakıl taşı sanıyorlar. Ne kopacak fır-tınadan haberleri var ne de başlarını yaracakçakıl taşından. Sadece bir fotoğrafa bakıp ba-ğırıyorlar: “Kim bunlar!” Nehirlere bakıp danehirleri soranlara gel de anlat nehirleri...

Bir soru soruyorlar ve vereceğimiz ce-vabı değil, istedikleri cevabı vereceğimizi sa-nıyorlar. Fakat bazı cevapların ihanetkoktuğunu ve ihanetin de insanın kalbini tü-kettiğini biliyoruz. Bizden buluta bulut, rüz-gâra rüzgar, çakıl taşına da çakıl taşıdememizi istiyorlar. Yani onlarla aynı dili ko-nuşmamızı, aynı umutsuz ve kör kelimeleri,aynı sağır ve duygusuz kelimeleri, aynı lal vehain kelimeleri... Çünkü kendinizi unutarakonlara dönüşmemizi istiyorlar. İşte bu yüzdenbulut yağmurdur, rüzgâr fırtına, çakıl taşı daözgürlük. İşte bu yüzden o fotoğraftakilernehir, işte bu yüzden başlayacak sağanak, pat-layacak fırtına ve öfkeyle fırlatılacak çakıl

Page 67: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

65EkinSanatEdebiyat

taşı...Hala soruyorlar ve inatla aynı cevabı ve-

riyoruz. Hala üç adım ötemizdeki uzak resmibinalara çekilir duran uzak el bayraklara,onun savcısına, zindanına, üstümüze yağdırı-lan bombalara, göğsümüze sıkılan kurşunlara,hala kanlı zindan duvarlarına aynı cevabı ve-riyoruz. “Nehirler akıp akıp gidiyor. Durdu-run da görelim.” Fakat anlamıyorlar. Nasılanlasınlar ki, diri değil niza meselesi!...

Ya da ListelerZamanın bir yerinde dağın üç çocuğu

olmuş. Ceylan süt getirmiş, keklik yumurta,sincap ceviz, aslan korumuş, tilki gizli geçitlerigöstermiş; ayı sabrı öğretmiş, tavşan koşmayı,kartal uzakları görmeyi, kırlangıç paylaşmayı.

Zamanın bir yerinde büyümüş dağın üççocuğu. En büyükleri dağda yaşayanlarıvuran avcıları dağdan kovmak gerektiğinisöyleyince ortanca onu hemen desteklemişama en küçük kardeş demiş ki: “Avcılarla ko-nuşsak daha iyi, onlara diyelim ki, koca dağhepimize yeter, kardeş kardeş bir arada yaşa-yalım.” Oysa avcılar ona süt getiren ceylanlarıöldürüyormuş, onu eğiten aslanları, oysa av-cılar ona yumurta getiren keklikleri öldürü-yormuş, ona koşmayı öğreten tavşanları, oysaavcılar ceviz getiren sincapları öldürüyormuş.Sabrı öğreten ayıları… Oysa avcılar yaşayanherkesi öldürüyormuş.

Büyük ve ortanca kardeşler başlamış sa-vaşmaya ve dağda yaşayan diğer canlıların dayardımıyla dağ avcılara dar edilmiş. Avcılarbakmış avcıyken av oldular gidip küçük kar-deşle konuşmuşlar: “Senin kardeşlerinin yoluyol değil, üç beş avcı vurmakla avcıların sonumu gelir. Biz de avcı çok! Biz de her çocuk avcıdoğar. Bak, sen akıllı bir insansın, bize yardımet, biz de sana yardım edelim. Sana tüfek ve-ririz, dürbünlüsünden hem de. Hem de paraveririz hem de arka çıkarız, kimse karşındaduramaz hem de hem de, hem de...” Bakmış-lar küçük kardeşin niyeti var, bakmışlar göz-lerinde şimdiden hain bir sırıtış bir kapkarabakış, bakmışlar ruhu pis bu adamın, demişlerdüşün. “Dürbünlü tüfek elindeyse vurduğu-nun postu ayağının altındadır, ceylanın ki sır-

tında, aslanın ki duvarda, midende keklik eti,cebinde paran ve kimse duramıyor karşında!”Küçük kardeş cebinde parayla hayal etmişkendini, elinde dürbünlü tüfekle, sırtında cey-lan derisiyle, midesinde keklik etiyle. “Bu rüyagibi bir hayat be!” demiş ve ele vermiş kardeş-lerini.

Avcılar onun sayesinde iki kardeşi pu-suya düşürmüş ve büyük kardeş oracıktaölürken ortancası yaralı da olsa kaçmış ve ken-dini kurtarmış. Yaralarını ceylanlar sarmış,kuşlar gözyaşlarıyla merhem olmuş, aslan ba-şucunda beklemiş ve çok geçmeden iyileşmişortanca kardeş.

Şimdi avcılar ondan korkuyor ama Az-rail'den daha çok. O azametli avcılar sine sinedolaşıyorlar. Çünkü gece gündüz kuytu veaçık meydan demeden ölüm buluyor onları.Kimini bir kurşun seriyor yere, kimini bir ayıpençesi. Yılanın zehirlediği de var, aslanınboğduğu da kartalın parçaladığı da....

Küçük kardeş mi? O sanıyordu ki yap-tığından kimsenin haberi olmayacak. Ama birsabah ceylan süt getirdi, zehirliydi. Ama birsabah keklik yumurta getirdi, ağuluydu. Amabir sabah sincap ceviz getirdi, yılanın ısırdığı...Aslan bekledi geçtiği yolda, jilet gibi pençele-riyle ayı, kurt ve iğnesinden zehir damlayanakrep ve kartal ve toprakta karınca ve gökteyıldız ve en beteri dağın kendisi...

Çünkü dağın yasası bu; kardeşini sırtın-dan vuranı, yani haini vurur bu dağın yasası,alnının ortasından.

Ve Yahut da Listelerİhanetin listeleri var renk renk; grisi, ye-

şili, kırmızısı. Kimisi milyonluk kimisi yüzbin-lik!.. Yani ne kadar çok alçalırsan o kadar çokpara!!! İnsanlık tarihinde beş kuruşluk itibarıyoktur ihanetin ve ihbarcılığın. Karşılığındaaynı insanlık bir kez olsun değer biçmemiştirinsan onuruna ve asla da biçmeyecektir. Fakatbugün insan satmanın, ihbarcılığın resmi tari-feleri var… Övündükleri bu olsa gerek!!!

* Niza: çatışma, çelişki, zıtlık.

Page 68: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

İnsanın tanımı yapılırken hayvan vur-gusu çok yapılmıştır. "Düşünen hayvan", "po-litik hayvan" ya da "konuşan hayvan" gibi...

İnsan her şeyden önce bir canlı türü ol-duğu için, onu tanımlamanın en kolay ve ilkakla gelen yolu diğer canlılarla kıyaslamakolmuş anlaşılan. Günlük hayatta karşılaştığı-mız insanlara sorarsak bu yaklaşımıntoplum genelinde de yadırgan-madığını görürüz. Hattaespri konusu bile olur bu.Kedi hayvanı, at hay-vanı, karga hayvanıder gibi insan hay-vanı şeklinde birtamlama samimi ar-kadaşlar arasındaçok kullanılır. Vel-hasıl, konuşma vedüşünme niteliklerigerçekten de insanıöteki canlılardan ayı-ran en belirgin özellik-lerdir.

Bilimsel teoriler dök-türmeye gerek yok. YaşarKemal bu konuyu çok güzel özetle-miş: “Böcekler ölmez, otlar da çiçekler de öl-mezler. Kıyamete kadar böcekler, çiçekler,otlar ardı ardına ulanırlar, öylece ölmezleşir-ler.”

“Ama insanlar ölürler, insanlar, çünkü-leyim ki insan, insan bir tektir. Her insan bir

tek doğar, bir tek ölür. Ama böcekler kıyametekadar doğarlar, sayısız ölmezler.”

“Dünyada ölen bir tek yaratık vardır.Dünyada ölümlü bir tek canlı vardır, o da in-sandır.” (Yaşar Kemal, Binboğalar Efsanesi)

Neden sadece insanlar ölür? Çünkü birhamam böceği ile başka herhangi bir hamam

böceği arasında hiçbir fark yoktur.Benim için de yoktur, sizin için

de, tabiat içinde, tarih bilimiiçin de fark yoktur. Ama

insanlar farklı farklıdır.Hepsi başka hayat

yaşar.Mesela bütün

karıncaların hayatıbirbirinin aynıdır.Mekanlar farklı olsada dünyanın her ye-rindeki karıncalar

aynı biçimde yaşayıpaynı işleri yaparlar.

Hepsi yuvaya yiyecektaşır.

Bütün kartallar kaya-lık uçurumlarda doğar. Biraz

büyüyünce yuvadan aşağı atılır;uçabilirse hayatta kalır ve aynı döngü içindeyavrular yetiştirip ölür. Sonra yavrusu onunyerine geçer ve bu devinimi tıpatıp aynı bi-çimde sürdürür. Ne kendi yaşamında, ne son-raki nesillerde ne de tabiatta en ufak birdeğişime yol açmaz. Bu, bütün kartallar için

EkinSanatEdebiyat66

özgün denizci

Kırmızı Hap

Neden sadece insanlar ölür? Çünkü bir

hamam böceği ile başka her-hangi bir hamam böceği ara-sında hiçbir fark yoktur. Benimiçin de yoktur, sizin için de, ta-biat içinde, tarih bilimi için de

fark yoktur. Ama insanlarfarklı farklıdır. Hepsi başka

hayat yaşar.

Page 69: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

67EkinSanatEdebiyat

geçerlidir.Hayvanlar ve bitkiler, sadece hayatta kalırlar, sadece varlıklarını sürdürürler. Ama in-

sanların her birisi diğerlerinden farklı bir hayat yaşar, kendi seçimlerini yapabilir, yaşamak is-tediği hayatı ve hayat tarzını tercih etme yeteneğine sahiptir.

Yeteneğe sahiptir; ama bu yeteneği kullanıp kullanmamak kendisine kalmıştır.Birçoğumuz bu yeteneği kullanmayız. Sunulan, daha doğrusu dayatılan hayatı ve yaşam

biçimini kabullenir, kalıplara kendimizi uydurur ve o kalıpların içinde yaşayıp gideriz.“Yaşamak, sade ‘yaşamak’ yosun, solucan harcıdır”. (Ahmet Arif, Bu Zindan, Bu Kırgın,

Bu Can Pazarı) Örnek kalıp: Doğdun, büyüdün okula git. Okul bitti. (Erkeksen askere git) iş bul. Evlen.

Çocuk yap. Bir tane yeter mi ayol! İkinciyi de yap. Böyle kira ödeyerek nereye kadar? Bir eveyazıl. Şimdi bir araba al. (Bu örneğin son 2 cümlesi nispeten şanslı olanlar içindir)

Tanıdık geldi mi? Eminim gelmiştir.Bu bir tercihtir. İsteyen her insanın kendisine dayatılan bu hayatı seçme hakkı vardır.Sorun şu ki, bu hayatı seçen sonunda o ölmüş olmaz. Yaşar Kemal’in bahsettiği ot ve bö-

cekten farklı bir durum değildir bu. Çünkü bu hayatı yaşayan, az önceki kartal örneğinde ol-duğu gibi, kendisinden sonraki nesle aynı kalıpları dayatır ve doğadaki vazifesini (varlığını)tamamlayıp sahneden ayrılır.

Matrix filmini izleyen herkese sormuşumdur, “sen olsan hangi hapı seçersin” diye (filmiizlememiş olanlardan özür diliyorum. Ancak bu noktada verilecek daha güzel bir örnek yok.)Herkes “tabi ki kırmızı” der. Fakat yaşadığı hayat örnek kalıptaki gibidir. Mavi hapı seçmiştir.

Halbuki "insan" kendine sormalı: Ben dünyaya gelmeseydim ne değişird?

OKURDAN / İkram GüneşSolgun Zamanlar

Solgun bir mevsimden,Yağmalanmış umutlar kalır geriye.Yamalı sevinçler,Buruşuk ümitler,Ve kocaman kederler kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Dağınık ruhlar kalır geriye.Şafaksız sabahlar, Bulutlu günler, Zifiri karanlık geceler kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Yırtık senfoniler kalır geriye.Ölü sevişmeler, Zir u zeber demler,Melodisi eksik besteler kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Savrulmuş bakışlar kalır geriye.Güneşsiz tebessümler,Kokuşmuş öpüşmeler,Tanrısız sancılar kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Bitimsiz hüzünler kalır geriye.Dolmuş bulutlar,Öfkeli rüzgarlar,Yara almış insanlar kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Dağılmış düşler kalır geriye.Derin serzenişler,İnsafsız sessizlikler,Uçurtması yırtılmış çocuklar kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Üşümüş gaflar kalır geriye.Hissiz hisler,İnatçı ayazlar,Keskin kokular kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Kırık canlar kalır geriye.Uğultulu yalnızlıklar,Çıplak sevdalar,Tutsak yasaklı şiirler kalır geriye…

Solgun bir mevsimden,Kanadı kırık kuşlar kalır geriye…

Page 70: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat68

Pencere önünde büyüyen yalnızlık. Sı-radanlaşan, çürüyen akış. Yağmura karışanmüziğin acı işleyen seyri, hüzne çağrılıritim. Yabancılaşan kalbin kimlik-sizliği. Yeniden doğuşun uzaksesleri, bekleyiş. Yaşamı izlediyor sana. Kirlenerek vehiçleşerek izle yaşamı. Birsaksı ol güzellik sunma-yan. Gökyüzü bilmezbir bulut. Kuruyansoluk. Sus...

Yusuf gözlerinitoparladı ve yürüdü dağyollarından sınırları. Cebin-deki kimlik kadar ömrüydütaşıdığı. Ve kafasında bilinmez-liğin korku bayrakları. Yürüdü ad-ressiz mektuplar gibi kimsesiz. Yürüdücevapsız sorular içinde suskunlukla. Şehirışıklarından uzaklaşan gökyüzünde yıldızlarvardı. Çok yıldız altında uzanan çocukluktusanki orada zaman. Köyün yazları toz ve ter,kışları çamur ve yalnızlıktı. Bir de yazlar dambaşlarında yer yatağıydı, karpuz kokusuydu.Gökten yıldız sayılıyordu. Bahçelere tütünekiliyordu. Yaz sonu akşamlarında toplananve dedesinin hünerli elleriyle bir bir iplere di-zilen. Nedense en çok tütünü anımsadı. Taba-kayı çıkarıp Arap Kağıdına bir nefeslik cigarasarsa mıydı? Yok yok, karanlığa tutulan ateş

tehlike içerirdi! O şimdi kayıtsız ve resmiyet-siz bir geçişti. Ve birden 33 Kurşun’lu şiirden

bir dize geldi: “Pasaporta ısınmamışiçimiz/ Budur katlimize sebep su-

çumuz’’ diye asıldı kirpikle-rine. Babasından kaçakçı

gecelerini dinlemişti. Ya-bancısı değildi sınırsız sı-nırlarda sürüp gidenyaşama. Kendisi de ka-çakçı gecelerine benzerbir yolculuktaydı işte.Ama tekrarı olmayan.

Ama geri dönmeyecekolan. Kendi bedenini, düş-

lerini ve bilincini doğum ül-kesinden kaçıran. Sahi, tütün

fabrikalarıyla beraber tütün ekilenbahçeler de kapanmıştı değil mi? Çocukluğu-nun bir sahnesi kül sanki. Sonra elektriksizkışlar vardı, uzunca öyküler içinde. Kapılarakar yağıyordu ve dağ başlarında çiçekler üşü-yordu. Of etti, toprağa ürkek basan ayaklarınabaktı ve hızlandırdı adımlarını…

Kayıp ilanı verilmiş zaman. Gitmek vekalmak arası sabitlenen mekân. Boğucu sınır-lar ve özgürlük. Sonranın belirsizliği ve kon-formizm. Dar çemberlere hapsolmuş yaşamlarçoğulu dört yan. Amaçsız yorgunluk, açlık veçok yoksunluk. Umutsuz ve boşluk. Takviminiyitiren göz sunaklarında ölümü bekler yaşan-

avaşîn

Kimliği Haritasız Yolcu“Sınırı geçtik ama hala buradayız. Evimize varmak için daha kaç sınır geçeceğiz?’’

(Leyleğin Geciken Adımı / Theo Angelopoulos)

Kayıp ilanı veril-miş zaman. Gitmek

ve kalmak arası sabitle-nen mekân. Boğucu sınırlar

ve özgürlük. Sonranın belirsizliği ve konformizm.

Dar çemberlere hapsolmuş yaşamlar

çoğulu dört yan.

Page 71: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

69EkinSanatEdebiyat

mamışlık. Hangi rüzgâr alacak seni bupencere kenarından?

Sulara yetişti Yusuf. Sınır dedik-leri, vatansız akan sulara. Karşısı hapis-likten kurtuluştu. Karşısı dört duvarsızbir zindan. Ülkenin son kara parçasınaoturdu. Derin soluklarla tüm olanlarıdüşündü. ‘Çiçeklere ve sulara, aşka vekavgaya, ilan edilmiş güzelliktir ömrü-müz’ diye yazmıştı aşık olduğu kadına.Peki şimdi nereye gidiyordu. Saçlarıesmer ve Mardin gecesi sevdasını bu-rada bırakıp nereye. Oysa birlikte şar-kılarla bir ülke vardı kitaplarda. Yasaksancılarla çiçeklenen tarlalar. Elleri, ilkdoğum saatlerine hazır. Omuzları, ağırgüller manifestosu. Siyah beyaz fotoğ-rafın boynundan öptü. Güldü, sustu.Geçmiş günlere yürüdü. Kırmızı renkliboyalarla şiire çıkıyorlardı. Sokaklarıkalabalık tutan umudun şiirine. Ha-vada limon çiçekleri, radyoda marşlar.Yaşanacaksa böyle yaşanmalı aşklar…diye kaç kez yemin etmişti gözlerine.İlk buluşmada adını unutmuştu. Ahnasıl da çocuktu. Aşık olmuştu ve yeni-den var olmuştu. İçinde oturan karar-sızlıkla ayağa kalktı. Elleri cebindegidip geldi birkaç metrelik yeri. Islıkçaldı geceye. Kurbağa seslerini dinledi.Dişlerini ısırdı mecburi istikametin. An-nesinin yaşlı çizgiler taşıyan yüzünebaktı. Titreyen ellerine. Bir daha gökyü-züne baktı. Çok sürmeyecek ve geri dö-neceğim gibi şeyler söyledi ülkeye.Sonra elbiselerini çıkardı, sulara verdigöğsünü. Aynı anda iki silah sesi karıştıkaranlığa. Bir çığlık göğe tutundu. İkikuş göç yoluna düştü. Aktı suları zama-nın. Sürdü, gitti usulca ve sınırsız su-lara.

Haritalarda ilan edilen sınırlar.Dikenli teller, mayınlar, beton duvarlarve pasaport. Dur yoksa ateş ederim...!Zulmün kolları ve sonsuz gidişler uğra-masın diye adresine, kaçıncı öyküdeuyanacak kalbin?

Page 72: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Amed! Vefalı yârim! SevgilimGörmeyeli nasılsın?Beni soracak olursanPek iyi değilimÜşüdüm bu yalnızlıktanCemrem ol, toprağında yeşereyim;Can bulayım köklerinde

Üç yıl oldu, gelemedim, affet!Özledim senle karşılıklı içmeyi;Şarabım ol, sende demleneyim,Mest olayım güzelliğinle…

Amed! memleketim!Ben ki mazinde bitmeyen çileyim;Mabedim ol, çarmıha gerileyim,Kutsa beni tarihinle…

Amed! masal şehrim!Sen azad ol, ben güvercin;Göklerinde süzüleyim,Şad olayım maviliğinde…

Bu da vasiyetimdir sana:Ben ölünce selam istemem, zılgıtlar çekilsinTütsülensin birkaç nota ve mısrayla sesimBir keman ağlasın, Dîjle’ye dökülsün küllerim…

Amed! Şair ruhlu serserim!Çok uzadı bu esaret,Bu gidişle hasretinden öleceğim...!Ver elini, kurtar beni bu araftan;Cennetinde can vereyim...

08 Şubat ‘19Bakırköy Cezaevi

EkinSanatEdebiyat70

raperîn

Mektup Zindan Türkü Söylüyor

Page 73: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

71EkinSanatEdebiyat

Tarihte her halkın anlam verdiği günlervardır. Bugünlerde emekçi halklarımız gele-ceği ve özlem duydukları toplumsal yaşamıhayal ederler. Bu hayaller büyür büyür ve ger-çek bir toplumsal güce dönüşür. Bu anlamlıgünleri anlamak, tanımak için bölgenin tari-hini, sosyolojisini bilmek gerekir. Evvel Tem-muz’u anlamak istiyorsak bölgede yaşayanArap Alevi halkını tanımamız gereklidir.

Sümerlerde Durizi, eski Mısır’da Osiris,Fenike uygarlığında Adonis ve Anadolu'daTemmuz olarak bilinir. Coğrafi, tarihi, kültürelfarklılıklar olsa da öz aynıdır. Temmuz bere-ketin ve bolluğun ayı olarak kabul görür.

Adonis ya da Temmuz, ona âşık olantanrıçanın kıskançlığından esir tutulur. Yer al-tında yaşamaya zorlanır. Aynı Tanrı pişman

olur ve onu özgürlüğüne kavuşturur. Yılın altıayını yerin altında zindanlarda geçiren Tem-muz, yılın diğer altı ayını özgür bir şekildeyaşar. Temmuz’un özgürlüğe kavuşması ilehasat zamanı aynı döneme denk gelir. Tem-muz, özgürlüğüne kavuşmasıyla birlikte ha-yata anlam taşır. Yeryüzüne aşk ve bereketgetirir. Bunun için farklı bölgelerde farklı top-luluklarda törenler düzenlenir, değişik yerleregidilerek adaklar adanır. Ondan dolayı Tem-muz, eski Mezopotamya topluluklarında be-reket, aşk ve bolluğun dönemi olarak bilinir.

Temmuz mitolojide bereket tanrısıdır.Bu 4000 yıllık gelenek, bugün farklı şekildeolsa da kutlama şekli eskiyi aşmış ve bir festi-val halini almıştır. Yılın en bereketli ayı sayı-lan Temmuz adını buradan alır. Fransız

Evvel Temmuz

Page 74: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

Devriminin yıldönümüyle aynı güne denk gelmesi nedeniyle bazı kesimlerde Bastille Günüolarak anlaşılır. Bunu Antakya’da yaşayan Arap Alevileri kabul etmez ve bu bayramın kökle-rinin çok daha eski olduğunu savunur. Çoğu yerlerde isim değiştirerek bu gelenek bugünlerekadar devam eder.

Türkçede Evvel ‘ilk’ demektir. 4000 yıllık bir tarihsel geçmişi olan Evvel Temmuz, Sa-mandağ’da 1990’dan sonra kutlanmaya başlanır, daha sonra 1980 faşist darbesi cuntasının dö-neminde yasaklanır. ‘Evvel’ belirli bir döneme geçişi ifade eder. Tutsaklıktan özgürlüğe geçişindönemidir. Özgürlüğe kavuşan bireylerin/halkların yaşamını nasıl mutlu kıldığının tarihidir.

Sanatsal yanıyla bilinen Evvel Temmuz Festivali aslında politika ve felsefe gibi çok genişbir içeriğe sahiptir. 90’lı yıllardaki devrimci faaliyetin etkisi, bugün on binlerin katıldığı bu fes-tivalin politikleşmesinde görülebilir. Bu festivalin geniş ve verimli toprakları olan Mezopotam-ya’nın en eski yerleşim yeri olan Antakya’da gerçekleşmesi ayrı bir anlam taşır. Antakya’nıntarihi eskidir. Çok geniş bir kültü-rel zenginliğe sahiptir. Halklarmozaiği olarak anlatılır. EvvelTemmuz bu zenginliğin, bereketinve halklar arasındaki bağın gü-cünü de dost-düşman herkesegösterir.

1990lı yıllarda küçük toplan-tılar şeklinde düzenlenen oturum-lar ve dernek faaliyetlerinden,binlerin katıldığı bir halk festiva-line dönüşmesinin altında yatanen büyük neden, halkın bilinciningelişmesi ve yeniyi arayan bir coğ-rafyada halkın buna açık olmasıve ihtiyacı duymasıdır. Başta ArapAlevileri olmak üzere, Evvel Tem-muz Antakya emekçi halklarınınumudu büyütmesi için düzenle-nen bir halk festivalidir. Son yıl-larda festival Adana ve MersinArap Alevilerinin yaşadığı illerdede yapılmaya başlandı.

Bu yıl Evvel Temmuz festi-vali yine faşizmin baskıları altındagerçekleştirildi. Tüm toplumsal,sanatsal ve kültürel gelişmeler bufestivalle gündeme taşınır ve her-kes kendi sözünü söylemek ister.Ancak devlet bunu yaptırmak is-temedi. Yine de tüm baskılara, sal-dırılara ve gözaltılara rağmenfestivali düzenleyen tertip komite-sine rağmen, festival; dili, kültürü,sanatı koruyarak gerçekleştirildi.

EkinSanatEdebiyat72

OKURDAN

Sevgiliye Şiir

Ey sevgilim,En sevgilim...Bir çocuğun gülüşünde doğmalıyız yeniden seninle. Bir kaval eşliğinde yürümeliyiz mor dağlar üzerinde,Mavi bulutlara en yakın yerde.

Bir şarabın kızıllığında Yalın ayakDans ederken özgürlük ateşiyle Bağırmalıyız avaz avaz En yasak türküleriUmuda hasret gülüşlerle, yasakların mesken tuttuğu yerde.

VeEn sevgilim! Sen sevmenin en halisinAcıların coğrafyası yüreğimde..

Özlem Eles

Page 75: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

73EkinSanatEdebiyat

Dört duvar arasından birazuzaklaşmak için kendimiikindi ezanından sonra dışa-rıya atmaya karar veriyo-rum. Gökyüzü, berrak birmavilik içinde debeleni-yor. Serçe kuşları kendi-lerini doğanın dinginhaline bırakmışlar. Kışmevsiminin kimi yer-lerde açmış olduğu yara-lar kabuk tutmayabaşlamış bile. İki beyaz gü-vercin, pencerenin önünekoyduğum ekmek parçalarınıyemekle meşgul. Ve bütün bun-ların etkisiyle bir de bakmışım ki dı-şarıya adım atmışım.

Yüzüme yabancısı olmadığım bir kokuçarpıyor. İştahla o kokuyu hemen yüreğiminüstüne çekmeye başlıyorum. Kokuyu içimeçektikçe, yüreğimin üstünde kör zamanlardankalma ağrıların hafiflediğini hissediyorum.

Olduğum yerde bir süre duraksıyorum.Ve bedenimi şenlendiren o kokuyu gözlerimikapatarak tanımaya çalışıyorum. Ahh! Bu ba-harın kokusu... Her bir canlıya şarkılar söyle-ten baharın kokusu… Yoksa başka hangikoku, o kör zamanların ağırlığını bende eksil-tebilirdi ki? Dünyanın neresinde olursam ola-yım, tanırım o kokuyu. Her ne kadar

betonlarla örülmüş bir kentin kal-binde yaşamak zorunda kal-

sam da, beton yığınları okokuyu tanımama engelolamıyor. Hele helebenim gibi baharı defa-larca Mardin’in gizem-leri içinde uçurtmalarlakarşılamışsanız, o ko-kuyu tanımamanızmümkün değil.

Berrak bir mavili-ğin içinde kendinden

geçen gökyüzü gibi koku-nun etkisiyle ben de kendim-

den geçmişim. Ruhumun sağasola savruluşlarını toparlayıp yaşa-

mın gerçeğine döndüğümde, tramvaya bin-mem için uzun bir yürüyüş yapmamgerektiğini görüyorum. Olduğum yeri geridebıraktıkça, demin yaşadığım o coşkulu hali-min soğumaya bırakılan bir tandır ekmeği gibiyavaş yavaş soğuduğunu hissediyorum.Çünkü artık karşımda beton yığınları, durmakbilmeyen araba sesleri, daracık kaldırımlar, di-lendirilen savaş mağduru Suriyeli çocuklar,koca koca tabelalar, banklarda yatan evsizlerduruyordu. Hemen sağa sola bakıyorum.Belki o kokuyu yayan bahar çiçeklerinden ba-zılarını bulurum diye. Ama göremiyorum.Beton yığınlarının içinden tek bir bahar çiçe-

sinan hüseyin

Bir Başka Bahar

Yüzüme yabancısı olmadı-

ğım bir koku çarpıyor. İştahla o kokuyu hemen

yüreğimin üstüne çekmeyebaşlıyorum. Kokuyu içime

çektikçe, yüreğimin üstünde kör zamanlardan

kalma ağrılarınhafiflediğini

hissediyorum.

Page 76: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat74

ğini göremiyorum.Peki, ruhumu coşturan o bahar kokusu

nereden geliyordu? Bu çocuklar kirli ve ya-malı elbiselerle neden avuçlarını insanlarauzatıyorlardı? Betonlardan sayısız evlerin ol-duğu yerde, birileri neden dışarıda yatmak zo-runda kalıyordu?

Baharın kokusunu hissedip de bahar çi-çeklerini göremeyişim ve cevaplarını bulama-dığım soruların olması, asitli bir yağmuruntoprakta oluşturduğu kirliliği ruhumda gör-meme neden oluyor. O kirli ruh haliyle kafamıöne eğerek tramvay durağına geçiyorum.Tramvay durağında pek kimse yok. Derkendurak birkaç dakika içinde dol-maya başlıyor. Tramvay ge-lince boş bir yer bulupoturuyorum. Kar-şımda kısa, sarı saçlı,minyon tipli yirmibeş yaşlarında, şıkgiyimli bir erkekduruyordu. Diğerdurağa geldiği-mizde şık giyimli-nin yanına onyaşlarında esmertenli, elinde okul çan-tası, üstünde eskimiş bireşofman takımı olan erkek birçocuk oturuyor. Çocuk elindeki kre-malı bisküviyi hemen yanına oturduğu şık gi-yimliye uzatarak “Abi, yemez misin?” diyerekikramda bulunuyor. Küçük çocuğun bu hare-keti şık giyimlinin epey hoşuna gidiyor. O dagülümsemeler içinde küçük çocuğa “Teşekkürederim güzel kardeşim benim.” diyerek karşı-lık veriyor. Küçük çocuk öyle bir terbiyeli ki,gelen herkesi hem yerine buyur ediyor hem deonlara elindeki kremalı bisküviyi ikram edi-yordu. Çocuğun bu olgunca davranışlarındanetkilenmemek elde değildi…

Küçük çocuğun davranışlarından çoketkilendiğini belli eden şık giyimli genç, ço-cuğa dönerek “İsmin ne kardeşim?”

“Cesur, abi.”“Benimki de İbrahim. Çok memnun

oldum kardeşim.”

“Ben de memnun oldum İbrahim abi.”“Okuyor musun Cesur?”“Evet abi, hem okuyorum hem de ayak-

kabı boyuyorum.”Cesur’un verdiği bu cevap, İbrahim'i

daha fazla etkiliyor. Yüzündeki gülümsemebollaşarak “Aferin kardeşim.” diyor.

“Altı kardeşiz abi, en büyükleri debenim. Babam hasta olduğu için fazla çalışa-mıyor. Bende çalışmak zorundayım.”

Cesur konuştukça, İbrahim'in yüzün-deki gülümseme azalıp yerini hüzne bırakı-yor. Belli ki Cesur ona çocukluğundan birşeyler hatırlatıyordu. İçinden gelmiş olacak ki

cebinden biraz para çıkarıpCesur’a uzatıyor. Ama Cesur

parayı kabul etmiyor.“Sen al bunu, bir

gün ayakkabımı bo-yarsın. Ben emeği-nin karşılığınışimdiden peşin ve-riyorum.”

“O zamanolur abi. Cahit Sıtkı

Tarancı İlkoku-lu’nda okuyorum.

Ayakkabını boyatmayamutlaka bekliyorum.”

“Mutlaka geleceğim kar-deşim.”

İbrahim bir sonraki durakta inmek içintoparlanmaya başlıyor. Cesur’u kollarının ara-sına alıp ona kocaman sarıldıktan sonra inmekiçin kapıya yanaşıyor. Gözleri doluyor İbra-him'in. Ama etrafına belli etmemeye çalışıyor.İbrahim indiğinde Cesur camdan iki elini sal-layarak onu uğurluyor.

Baharın kokusunu hissedip de bahar çi-çeklerini göremeyişime her ne kadar üzülsemde, İbrahim ve Cesur arasında geçenlere tanık-lık etmem, o gün bana bambaşka bir baharıyaşattı...

Peki, ruhumu coşturan

o bahar kokusu nereden geliyordu? Bu çocuklar

kirli ve yamalı elbiselerle nedenavuçlarını insanlara uzatıyorlardı?

Betonlardan sayısız evlerin olduğu yerde, birileri neden

dışarıda yatmak zorundakalıyordu?

Page 77: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

75EkinSanatEdebiyat

Sanat her geçen gün dışarıdan kopar-ken ve dışarı sanatı sadece bir nesne olarakalgılarken siz “Duvarları Delen Çizgiler”adlı karikatür sergisi ile ‘’içeri’’yi dışarı taşı-dınız. Sergi fikri nasıl oluştu?

Sergi konusuna girmeden önce soru-nuzda yer alan “sanatın nesne sayılması” ko-nusu üzerinde biraz durayım. Sanatı vesanatçıyı sizin ifadenizle “nesne”, bir diğer ifa-deyle “meta” olarak gören zihniyet liberalideologların uygulamaya koyduğu bir politi-kaydı. Adorno uzun zaman önce bu olumsuzgelişmeleri görmüş ve “kültür endüstrisi”kavramını ortaya atmıştı. Bu kavramla İkinciDünya Savaşı esnasında Nazi’lerin kullandığıpropaganda yöntemlerine, Frankfurt Okulu fi-lozoflarından Horkheimer ile birlikte dikkatçekmeye çalışıyordu. Bugün bu “endüstri”bizim ülkemizde, YKY ve İş Bankası yayınev-leri ile Akbank Sanat, Borusan gibi büyük te-kellerin açtığı galerilerde, kimi sanatmerkezlerinde, galerilerde ve bienallerde ifa-desini bulmaktadır.

Kapitalist sistem artık insanlığın üre-time devam edebilmesi için tek ihtiyacınınekmek ve barınmak olmadığının bilincinde-dir. İnsanlık bugün sosyal gıdaya, yani sanatada ihtiyaç duymaktadır. Sermaye (ve serma-yenin devleti) vasıflı iş gücüne ihtiyaç duy-duğu gibi, sistemin devamı için bilim insanınave sanatçıya da gereksinim duymakta, muha-lif sanatçıları ve bilim insanlarını da (rüşvetleveya devlet sopasıyla) pasifize etmeye çalış-

maktadır. “Sanat”a yatırım yapan, sözüm onadestek sunan bankalar-holdingler bu nedenlezarar etmemekte, sanata ayırdıkları fonu ver-giden düşmekte, halkın parasıyla halka hiz-met etmiş görünüp, bedava reklam yapıp birtaşla birkaç kuş vurmaktadırlar. Çevre kat-liamı yapan bazı tekellerin kimi “çevreci ör-gütler”e fon sağlaması bu anlamda paradoksdeğildir.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde dedurum çok farklı değildir. Louvre müzesindedefile yapılmaya, Boston müzesinde otomobilsatış standı kurulmaya başlanmıştır. Müzeler-deki boş alanlar bile tekellerin reklam aracı ol-muştur. Demem o ki, ağaçlara “gövdesinden-gölgesinden kâr edilecek nesne” olarak bakan,kâr getirmiyorsa, gölgesi satılmıyorsa “katlivaciptir” diyen kapitalistlerin sanata ve sanat-çıya meta (alınıp satılacak mal) olarak yaklaş-masının sonucu devasa bir “sanat – sanatçıpazarı” doğmuştur. Ve ne yazık ki sevdiğimizkimi toplumcu sanatçının, yazar ve şairin debu endüstrinin cazibesine kapıldığını üzüle-rek görmekteyiz.

Neyse ki bu pazarda, kirli piyasada alı-nıp satılmayı reddeden muhalif sanatçılar bas-kılara, sansüre, hapse atılma tehditlerinerağmen her dönem ayakta kaldılar ve itirazseslerini yükselttiler. Biz de bu sergimizle on-ların özgürlük düşlerini, itiraz seslerini dışarıtaşımaya çalıştık. Üstelik hiçbir sermaye gru-bundan ya da AB fonlarından yararlanmadık.Her zaman yaptığımız gibi İmece usulü mas-

röportaj

Adil Okay ile “Duvarları Delen Çizgiler”

Page 78: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat76

raflarımızı karşıladık. Bu zorunlu girişi sorunuzun çok kat-

manlı olmasından dolayı yaptım. Şimdi de“Duvarları Delen Çizgiler” adlı sergimizinoluşum sürecine değineyim.

Biz Görülmüştür Ekibi (www.gorul-mustur.org) olarak yıllardan beri politik tut-saklarla ortak projeler hazırlıyoruz. Özgünsergiler açıyoruz. Bildiğiniz gibi 55 Fotoğrafçıile 55 tutsağı buluşturduğumuz “İçeriden Dı-şarı – Dışarıdan İçeri Fotoğraf Köprüsü” adlıçalışmamız onlarca kentte sergilenmiş, aka-binde Avrupa’yı dolaşmıştı. En son “DüşlerTutsak Edilemez” adlı sergi de yine Redfotoğ-raf grubuyla birlikte hazırlanıp sergilenmişti.Onlarca insanın emeği geçmişti. Yani her yılbir özgün sergi ile dışarıdaki muhalif sanatçı-larla içerideki muhalif sanatçıları buluştur-maya çalışıyoruz.

Bu yıl da tutsak karikatüristlerin-res-samların özgürlük düşlerini çizgilerle dışarıtaşımayı amaçladığımız “Duvarları Delen Çiz-giler” adlı sergiyi hazırladık. Çok zor oldu.50’ye yakın çizere, onlarca hapishaneye gire-rek ulaşmaya çalıştım. Yüzden fazla taahhütlümektup yolladım. Bir o kadar faks çektim.Mektuplar kayboldu. Hapishanelerde sık uy-gulanan “iletişim – mektup yasağı” nedeniylesahiplerine ulaşmayanlar oldu. “Kurumda

yoktur” (sürgün) mührüyle geri dönen mek-tuplar oldu. Bu yazışmaların hepsi arşivimdemevcuttur. Aylarca postane kapılarında nöbetbekledim. Yanıt bekledim. Sonunda 7 ay uğ-raştan sonra elimizde sergi bütünlüğünde 70adet özgün, özgürlük temalı karikatür birikti.22 tutsak çizerin eserlerinden oluşan sergimizi“Görülmüştür Kolektifi” olarak hazırladık.Ama tabii hapishanelerde sözünü ettiğim en-gellerden dolayı daha ulaşamadığımız yüz-lerce çizerin olduğunu biliyoruz. Bu aradahaberi olmayan okuyucular vardır. Sergiyi ki-taplaştırdık. Ütopya Yayınları’ndan çıktı.

Siz bu zorlukları yaşarken tutsak çi-zerler de daha farklı zorluklar yaşamıştır.Size bu konuda yazdılar mı?

Tabii yazdılar. Örneğin sergimizi açtık-tan sonra tahliye olan gazeteci ve ressamZehra Doğan’ın, boyalı kalem, fırça, tuval gibimalzemelerin yasak olduğu Tarsus Kadın Ha-pishanesi’nde, regl kanını, tentürdiyodu vesebze artıklarını kullanarak boya yaptığını öğ-rendik. Cebrail Çakto adlı mahpus, davetimizialdığını ama apar topar eşyalarını, resim yap-mak için kullandığı araç gereçlerini alamadansürgüne gönderildiğini, getirildiği Rize Kal-kandere Hapishanesi’nin kantininde de bumalzemelerin satılmadığını yazdı. Edirne FTipi hapishanede tutulan, renkli karikatüryapan Nurettin Erenler ise, boyalı kalemlerineel konulduğu için yeni çizim yapma imkânı-nın elinden alındığını bildirdi. Dönem dönembasında da yer alan, TBMM’sinde Soru Öner-geleri’ne konu olan bu keyfi yasaklar say-makla bitmez.

Serginin içeriği estetik-politik bir du-ruşu da aktarıyor. Serginin bu yönü ve amaç-ları hakkında neler söylemek istersiniz?

Tabii ki siyasetle sanat – estetik birbi-rinden bağımsız değildir, sanatın siyasete, si-yasetin sanata bazen açık, bazen dolaylı olarakdokunduğu, etkilediği açıktır. Altını çizeyimde yanlış anlaşılmasın: Sanat, siyaset değildir.Albert Camus’nun dediği gibi: “(Sanat) Ede-biyat tek başına doğruluk ve özgürlük getire-cek bir dirilişi, dönüşümü sağlayamaz. Ama

Page 79: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

77EkinSanatEdebiyat

sanat olmadıkça bu diriliş biçimini bulamaz.”Ben de Camus’ya katılmakla birlikte

ona bir ek yapayım: Sanatın kitleleri etkilemegücü vardır. Sağaltıcı-sorgulatıcı gücü vardır.Bu nedenle egemenler her dönem, kimi zamanzor yoluyla, kimi zaman da maddi çıkar kar-şılığı sanatı ve sanatçıyı kendi çeperlerindetutmaya çalışmışlardır. Örneğin edebiyat, oto-ritenin zincirlerini kırarsa, sansür ve oto-san-sürü aşarsa, resmi tarihin dışında gerçektarihin yazılımına katkı sunabilir. Bu nedenle“Edebiyat (sanat) kamunun vicdanıdır.”denir.

Bu söylediklerim bazı okuyuculara“ayanın beyanı”gibi gelebilir. Amane yazık ki halen,“sanat siyasetin dı-şındadır, ben sa-natçıyım amasiyasetle ilgilenmi-yorum” diyenlervar. Oysa “ege-menlerin siyaseti”copuyla, hapisha-nesiyle, yandaşmedyasıyla, Kültür Bakanlığıyla, sansür kuru-luyla, sermaye piyasasıyla, tekelci yayınevlerive sanat merkezleriyle, linç sürüleriyle bir he-yula gibi sanatın-sanatçının üzerindedir. Bizistediğimiz kadar “siyaset”in dışındayız diye-lim, bunun inandırıcılığı olmaz. Bildiğiniz gibi“sanata ve sanatçıya” müdahale AKP ile baş-lamadı. Bunun için Sabahattin Ali’nin, NazımHikmet’in, 1940 Toplumcu Kuşağı denilenyazar ve şairlerin hayat hikâyesini, onların dadönemin siyasi iktidarları tarafından zindan-lara tıkıldığını yeniden anımsamakta yararvar.

Başta da belirttiğim gibi bu saldırılarsadece kolluk kuvvetlerinden, mahkemeler-den, valiliklerden, sansür kurullarından, Kül-tür Bakanlığından, Kayyumlardan gelmiyor.Aynı zamanda AKP’den nemalanan sermayesınıfı da “muhalif sanatçılar”a karşı sansür uy-gulamakta yarışıyor. Velhasıl sanattan korkan,sanata ve sanatçıya düşman bir devlet karşı-mızdaki. Sermaye sınıfından destek alan bu

devlet aklı kötülük üretiyor. Bu kötülük to-humları çürük–zehirli meyveler veriyor. Ay-dınlar-sanatçılar arasında iktidara biatedenler, çürüyenler, zehirlenenler çoğalıyor.

İşte serginin bir amacı da baskılara, yıl-dırma, satın alma politikalarına karşı örnek sa-natçıların en zor koşulda bile muhalifduruşlarından taviz vermediklerini, üretmeyedevam ettiklerini göstermeye çalışmaktı.Diğer amaçları da şöyle özetlemiştik:

a)Bu sergiyle amacımız: 2019 Yılı itiba-riyle hapishanelerde sayıları her geçen günartan 260.000 tutuklu ve hükümlünün varlı-ğını dışarıdakilere yeniden anımsatmak

b)İçerininsesini, itiraz sesle-rini, içeridekilerinrakam–istatistikolmadığını, tecriterağmen biledikleriumutlarını dışarı-daki insanlaragöstermek, duyur-mak

c ) H a p i s -hane idarecilerinin

“rehabilitasyon” yerine akıl almaz disiplin ce-zalarıyla, yasaklarla tecrit ettiği mahpus sanat-çıları teşvik etmek, kendilerini ifade olanağısağlamak

d)Bazı hapishanelerde “Hapishane yö-netmeliği-tüzük yok sayılarak” keyfi olarakkonulan renkli kalem ve diğer araç gereçlerinyasaklarına dikkat çekmektir.

Daha önce “Şair Kapıları” şimdi“Duvarları Delen Çizgiler…” Türler arası birgeçiş… Kolektif çalışmanın sizdeki yerinedir?

Ben kolektif çalışmanın önemine, de-ğerine inanırım. Gelecekte kurulmasını düşle-diğim sınıfsız-sınırsız dünya düzeninin yapıtaşlarının bugünden, böyle komün çalışma-larla örülebileceğini düşünüyorum. Arkasındasermaye sınıfının veya siyasi iktidarın desteğiolmayan birçok yetenek nasıl keşfedilecek,nasıl desteklenecek? Bu insanlar nasıl kendi-lerini ifade edecek? Bu tür kolektif çalışma-

Page 80: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

larla tabii ki. Önsöz gibi dergilerin ve muhalifsanat merkezlerinin–derneklerinin de çabala-rıyla… Ben şu veya bu biçimde bir birikimsağlamışsam bunu paylaşmam gerekir. Rantadönüştürmeden… Makro veya mikro iktidar-lara sunsam bu hizmeti dolgun maaş alabili-rim. Ama o zaman mutsuz olurum. Vicdanımkörelmediği için. Eh bu kadar bedele rağmenvicdanım hâlâ körelmemişse, bundan sonrada körelmez, tersine daha da ışıldar :) İşte bunedenle belki tek başıma kotarabileceğim birsergiyi, kitabı kolektif olarak hazırlamayı ter-cih ederim. Ettim de. Örneğin karikatür seçimiiçin “karikatür danışma kurulu” oluşturduk:“Homur Mizah Dergisi” çizerleri bu konudadayanışma gösterdiler. Tek başıma ben deseçim yapabilirdim veya Görülmüştür Kolek-tifi’nden arkadaşlar yapabilirlerdi. Ama işi eh-line verdik. Onların da adını hem sergide hemkitapta andık.

“40 Kapı 40 Şair… Şair Kapıları” adlıkitabım da böyle kolektif bir çalışma sonucuortaya çıktı. Özgün bir sergi oldu. Sonra kita-

plaştı. “Göç ya da Araf” sergisini de üç sanatçıarkadaşla Arif Kılıç, Ali Osman Abalı ve TülinŞahin Okay’la birlikte hazırladık. “Karanlığınİçinde Aydınlık Yüzler - Ölülerimiz Konuşu-yor” adlı 77 kentte sahneye konulan politik-belgesel oyunum için de aynı şeyisöyleyebilirim.

Sergiden dönüşler nasıl oldu? Başkaprojeler için yeni fikirler var mı?

Genel olarak sergilerimize ilgi moralverdi. Birçok kentte açılışlarda salonlar doldudoldu boşaldı. Ama tabi bazı açılışlarımızdabeklediğimiz ilgiyi bulamadık. Oysa içeridedışarıda bin bir emekle hazırlanan bu sergiyiizlemek, açılışlarda davete icap etmek sadece“görev” değil. Ziyaretçinin de ufkunu açacakeserlerle görsel şölen sunuyoruz. Bu eserlerleziyaretçileri özgürlük yolculuğuna çıkarıyo-ruz. Ama sanatın, sanatçının toplumsal müca-deledeki yerini önemsemeyen arkaik bir bakışaçısı maalesef –azalsa da- halen var. OHAL’inilanından sonra oluşan korku iklimi de bazıduyarlı insanları eve kapattı. Ama genel ola-rak emeğimizin, tutsakların emeklerinin kar-şılığını bulduğunu düşünüyoruz. Birçokkentte açılışlarda kalabalıktan izdiham ya-şandı diyebiliriz. Sergi haberleri basında dageniş yer aldı. Tutsaklar ve yakınları moral al-dılar.

Diğer sorunuz yeni proje hakkındaydısanırım. Elbette yeni projelerimiz var. Yıldabir sergi ve bir kitap hedefimiz. Programlı ça-lışıyoruz. 2020’nin projesini tasarladık. Buyeni sergiyi Redfotoğraf Grubu ve Görülmüş-tür Kolektifi ortak hazırlamaya karar verdik.“Peki bu defa konu ne ve hangi sanat disip-lini?” sorusuna yanıt veremem. Sürpriz olsun.Ama yine tutsaklara dokunan bir proje olacak.Diğer yandan eş zamanlı olarak başka grup-larla başka temada sergi hazırlıklarımız sürü-yor. Örneğin 20 fotoğrafçı bir araya geldik.Kapitalist talan sonucu kanayan tabiatın sesinifotoğraflayıp sergilemeye ve kamuoyu oluş-turmaya karar verdik. 31 Ağustos’ta açılışımızvar. Tarih yaklaşınca size davetiye yollayaca-ğım.

EkinSanatEdebiyat78

Dergimiz çizerlerinden S.Serdar Sürücü de “Duvarları Delen Çizgiler” kitabında yer alıyor.

Page 81: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

79EkinSanatEdebiyat

Sergideki birçok çalışma iro-niyi de yanına çağırıyor. Tutsaklarındışarıya karşı içsel ironisi. Sisteminaklıyla girişilen güçlü bir mücadele.Çizgi aklın dışına çıktığında sistememeydan okuyabiliyor. Siz de sergideböyle bir alt okuma görüyor musu-nuz? Çizgiler daha hangi sınırlarızorlayacak?

Çizgiler aklın sınırlarını imge-lerle zorluyor. Sistemin aklını zorlu-yor. Zindan zebanilerini şaşırtıyor.Peki 15-20-25 yıldır tutsak olan, dışdünyadan koptuğu sanılan bu insan-lar bunu nasıl başarıyor? Dünü ol-duğu gibi bugünü de yani içeriyiolduğu gibi dışarıdaki günceli de res-medebiliyorlar. Bu sergimizi izleyenbirçok insan tarafından soruldu. Bunacevap vermeye çalışayım: Politik mah-puslar anı bohçalarını asıl olarak dışa-rıda doldurmuşlardır. Bu anlamda“dışarıyı” da “içeri” gibi anlatacak bi-rikimleri vardır. Ama bu birikimi, es-tetiği ihmal etmeden, sanatın olmazsaolmaz kurallarıyla işleyip ak kâğıda ya da tu-vale aktarmak çetrefilli iştir. Sanatçı yoğunlaş-mak için kimi zaman kalabalıklara karışmakkimi zaman da yalnız kalmak ister. Bu bir lüksdeğil, daha iyi üretim için zorunluluktur. Amazindandaki yazar, şair, ressam, karikatürist,besteci dilediği zaman yalnız kalamaz veyakalabalıklara karışıp, dilediği gibi gözlem ya-pamaz. Bu açığını ancak düş gücüyle ve anıbohçasına başvurarak kapatır. Ve okuyarak…Bu anlamda onlar düş yolculuklarında kimizaman bizden daha özgürdür. Sınırları, demirparmaklıkları, duvarları zorlarken ironiye baş-vururlar. Metaforlarla sansür kurullarını aşar-lar. Mizah bu sergide fark ettiğiniz gibitutsaklar için önemli bir araçtır. Onlar kendi-lerini, acılarını bile tiye alacak kadar güçlüdür.Demem o ki zindanda, o betimlemesi zor ko-şullarda üretmek ve “sanat” yapmak ise ayrıcatakdiri hak eder. Ten’e “Ceza”nın Tin’e“Eza”ya dönüştüğü zindan koşullarına diren-miş ve o koşullarda üretebilmiş tutsakların sa-yısı da “Duvarları Delen Çizgiler” adını

verdiğimiz bu sergide (kitapta) göreceğinizgibi az değildir.

Fakat onların da dönem dönem ka-ramsarlığa kapıldıklarını yolladıkları mektup-lardan, satır aralarından görebiliyoruz.Dışarıdan yeterince mektup alamadıklarındanşikâyet ediyorlar. Onların da etten, kemikten,duygudan oluşan insanlar olduklarını unutu-yoruz. Bu anlamda sizin aracılığıyla bir çağrıyapmak istiyorum: Hâlâ bir mektup arkadaşı-nız yoksa web sitemize girin(www.gorulmus-tur.org). Tutsak mektuplarına göz atın. Biradres alın. Bir mektup arkadaşı seçin. Siziniçin, bizim için, daha adil bir dünya için, öz-gürlük ve eşitlik için mücadele ederken esirdüşen bu insanları unutmayın.

Çok teşekkür ediyor, başarılarınızındevamını diliyoruz.

Ben de size teşekkür ediyorum. İlginizve böyle derinlikli sorularla beni düşünmeyesevk ettiğiniz için.

Sergide Eserleri Yer Alan Tutsak Karikatüristler

A.Kerim Aktaş, H Tipi Cezaevi, Gaziantep Ahmet Bilge, E Tipi Cezaevi, ElbistanAyhan Bozkaya, 2 No’lu T Tipi Cezaevi, ŞakranAynur Epli, Şakran Kadın Kapalı CezaeviBarış İnan, 2 No’lu F Tipi Cezaevi, KocaeliCemal Bozkurt, 2 No’lu F Tipi Cezaevi, TekirdağCenan Genç, 1 No’lu F Tipi Cezaevi, KocaeliHaydar Bayar, 1 No’lu F Tipi Cezaevi, TekirdağHüseyin Yıldırım, F Tipi Cezaevi, BoluKemal Ayhan, 1 No’lu F Tipi Cezaevi, TekirdağMahmut Ulusan, 2 No’lu F Tipi Cezaevi, KocaeliMehmet Boğatekin, T Tipi Cezaevi, BurhaniyeMenaf Osman, 2 No’lu T Tipi Cezaevi, BandırmaMelih Gürler, T Tipi Cezaevi, BeşikdüzüMustafa Ağcakaya, 2 No’lu T Tipi Cezaevi, BandırmaNurettin Erenler, F Tipi Cezaevi, EdirneÖmer Raman (Özdurak), T Tipi Cezaevi, BurhaniyeÖzlem Özdemir, Gebze Kadın Kapalı CezaeviS. Serdar Sürücü, 1 No’lu F Tipi Cezaevi, TekirdağZehra Doğan, Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi

Page 82: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat80

Gece eline kahvesini almış, son günlerinigeçirdiği evin balkonunda gideceği şehirdeonu nelerin beklediğini düşünüyordu. Elindetuttuğu şiir kitabına şöyle bir baktı, AhmedArif’i çok sevdiğini kendine bir kez daha yine-leyerek karanlık geceye sessiz şiirler okumayabaşladı.

Günler geçmişti. Ve işte o büyük gün ge-livermişti. Bir bilet sanki bütün hasretlerineson vermek için kesilmiş, elinde valizi veda-laştı şehirle ve onu kendisi yapan her şeyle. Ençok canı sıkıldığında kaybolduğu sokaklarıözleyeceğini geçirdi aklından. Ve gelmişti yol-culuğun saati. Yol bir arkadaşının deyimiyleillegal başkenteydi. Korkuları vardı çanta-sında, bir de hiç eksik etmediği umutları. Gi-deceği şehri düşündü ve onu ne kadar çoksevdiğini. Bu düşünceler içinde yolun sol şe-ridini takip ediyordu ki radyo ona başka birülkeye geçtiğini haykırırcasına yasaklı birdilde türküler söylemeye başladı. Oysa legalsınırlara göre burası hala bir bütünün parça-sıydı. Yolculuk boyunca bunları düşündüdurdu. Sonra gözleri uykuya yenildi.

Sabah muavinin “geldik, hanımefendi”demesi ile kendine geldi. Kafasını cama çe-

virdi ve ona ‘ilk merhaba’yı bir zırhlı polisaracı verdi. Garipsedi bu durumu. Ama bugördüğü son zırhlı polis aracı olmayacaktı. Buşehrin olağan bir parçası olan bu manzaraylaher daim karşılaşacaktı. O ilk anlarını notdüştü kara kaplı defterine. Ve artık o yıllardırhayalini kurduğu kentteydi. İçi içine sığmı-yordu. Yasaklanmış sokaklarına koşmak istediilk önce. O dar sokaklara koşup ‘geldim işte’demek istedi. Gelmeden yapmıştı planlarını,günlerini ilk önce bu şehri tanımaya ayıra-caktı. Anılar biriktirecekti bu şehirde. En başta‘kocaman gözlü çocukların gülüşlerini’ kazı-yacaktı hafızasının en güçlü yerine. Elinde va-lizi kenti adımlamaya başladı. Kalacağı evegidiyordu. Geçtiği sokaklarda hikayeler aradı.Şu kapının ardındaki yaşam ne? Şu penceredehangi genç kadının hazin öyküsü var? Böyleböyle tanıyacaktı bu şehri. Sonunda bulmuştuevini. Penceresi küçük bir bahçeye bakan gecesokak lambasının aydınlattığı sıcacık bir yerdi.Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle ‘mer-haba’ dedi kendine.

Hayalini kurduğu gibi gidiyordu herşey. Her sabah evden dar ara sokakları keşfeçıkıyordu. Birçok sokakta aynı manzara çıkı-

zoya

Oyun Arkadaşı

Page 83: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

yordu karşısına, ya demir bariyerler ya dabeton bloklar kesiyordu yolunu. Ama o yılma-dan açık yollar arıyordu. Ve bulacağındanemindi.

Bu gezintilerden birinde tanıştı Ro-za’yla. Küçücük, ufak tefek bir kız çocuğuydu.Kocaman mavi gözleri gökyüzü gibi ışıl ışıldı.İp atlıyordu arkadaşlarıyla. Fotoğraf makine-sinin kadrajına aldı çocukları. Gülüşleriniölümsüzleştirdi. Anı dondurdu bir kâğıt par-çasına. Sonra yüreğindeki çocuğu tutamadı. Oda çıktı oynamaya. Seslendi arkasında ‘sakıngeç kalma’ diye. Ama artık duymuyordu onu.Çocuklarla ip atladılar, top oynadılar. Saatinnasıl geçtiğini anlamadılar. Hava kararmayabaşlayınca Roza eve gitmesi gerektiğini söyle-yerek koşmaya başladı. O da içindeki çocuğueve çağırdı, gitmeliydiler. Akşam uzun uzunRoza’yı düşündü, oyun arkadaşını. Bir şeylerbulmuştu o sokakta, Roza’da, kendinden birşeyler. Bu şehirde geçiremediği çocukluğuydubu.

Artık her gün o sokağa gidiyordu.Roza’yla çok iyi arkadaş olmuştu. Ziyaretle-rinde yanında küçük hediyeler götürüyorduona, en çok da sevdiği çocuk romanlarını. Evedöndüğünde hep Roza’yı yazıyordu. Birçocuk yüreği değiyordu kalemine. Bazen Ro-za’nın ona anlattıklarını yazıyordu. Yasakları,bombaları, silah seslerini Roza anlatmıştı ona.Bir çocuk hafızasına kaydolan bu anlar ür-kütmüştü onu. Roza’yı ziyarete gittiği günler-den biriydi yine, diline takılan anlamınıbilmediği bir türkü tutturmuş yürüyordu. Buara sokağı geçti. Bunu da... Biraz ilerideRoza’yı ve oyun arkadaşlarını gördü. Korkunçbir manzara vardı karşısında; bir sokak, on-larca çocuk ve onları birbirinden ayıran demirbariyerler. Şaşkınlığı yüzünde donup kalmıştı.Nasıl olurdu, çocukların oyunlarını kim böle-bilirdi? Bütün dehşetiyle aradaki bariyere al-dırmadan birbirleriyle oynayan çocuklarabaktı. Roza birden fark etti onu, koşarak ya-nına geldi, elinden tutup çekiştirerek oyun ar-kadaşlarıyla tanışmaya götürdü. Çokneşeliydi çocuklar. O ise bu manzara karşı-sında acıya boğulmuştu. O gece evde bunlarıyazdı. Kalemi yetmedi yazmaya bu dehşeti,

81EkinSanatEdebiyat

Korkuları vardı çantasında, bir de hiçeksik etmediği umutları.Gideceği şehri düşündüve onu ne kadar çok sevdiğini. Bu düşünceleriçinde yolun sol şeridinitakip ediyordu ki radyoona başka bir ülkeye geçtiğini haykırırcasına yasaklı bir dildetürküler söylemeye başladı.

yırttı attı yazdıklarını. ‘Uyursam unuturumbelki’ dedi ve uyudu.

Sabah çok sıradan başlamıştı. Kahvaltıesnasında haber dinliyorlardı. Şehirde sokağaçıkma yasağı ilan edildiği, çatışmaların ol-duğu haberleri geçiyordu. Sonra bir ses ‘şu so-kakta bir çocuk vuruldu’ diye bir şeylersöyledi. Bahsettiği sokak, o sokak. Roza’nınsokağı. Bir çocuk vuruldu. İçindeki çocuk vu-ruldu. Koşarak çıktı evden. Roza’nın ona öğ-rettiği yollardan kaçak göçek vardı o sokağa.Her yer o kadar tenhaydı ki... Sessizliğin sesiçıldırtıyordu. Oyun arkadaşları yoktu, çocuk-luğu gitmişti. Bütün kapıları çaldı tek tek.Açan yok, ses yok. Çıldıracaktı. Bir anda ar-dında bıraktığı büyük demir kapılardan biriaçıldı. Geri döndü, hemen Roza’yı sordu ilkönce. Herkes sus, herkes hüzün. Biliyordu busessizliği; yasağın sessizliği değil bu, acınınsessizliği. Tanıyordu bu kahrolası acıyı. Başlarönde dona kaldı avlunun orta yerinde. “Ahküçük Roza, içimdeki çocuğun arkadaşı... Ahküçük Roza, geçmişim, geleceğim... Kendimibulduğum sen... Şimdi yoksun öyle mi?” dedigözlerindeki yağmura teslim olarak.

Etrafına baktı. Herkesin yüzüne tektek... Ve aldı hepsinin yaşamından payına dü-şeni. Roza’yı aldı yanına, yürüdü bilmediği so-kaklara, yanından hiç eksik etmediğiumutlarıyla. Geri dönmeyecekti, evi doruk-lardı. Ve Roza’ydı artık adı, eline aldığıumutla.

Roza yaşıyordu.

Page 84: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat82

Köpek sesleriyle uyandım yine. Sabahsaatlerindeki bu karanlığın, bu köyde olanlar-dan daha aydınlık olduğunu kimse bilmeye-cekti. Bu sebepsiz intiharlar insanların kanınıdonduruyor ve intihar eden kadın-çocuklarınbakire olmaması bütün köylülerde olduğugibi bende de endişe uyandırıyordu.İntihar edenler çocuktu. 2 ayda3 çocuk kendini asarak inti-har etmişti. Haber yap-maya geldiğim buköyde kimse konuylailgili tek bir cümlekurmuyor, bu sessiz-lik içimi sustursa daendişelerimi çoğaltı-yordu. 14 yaşında 3kız peş peşe neden in-tihar etmeyi seçmişti.Okul yaşındaki bu ço-cukların baskı ve zulümlesusturulmak istendiği gerçeğiyüzüme çarpsa da kuruntu muyapıyordum. Yoksa mesleki deneyimle-rimi mi uyguluyordum bu olayda, bilinmezdi.Mesleki deformasyona düşmek istemiyor-dum. Kurguladığım şey; biri bunları susturu-yor muydu? Ölüme mi zorluyordu? İnsan,hayatının kıyısından neden boşluğa bırakmakister ki bedenini. Çözmeden bu köyü terk et-meyecektim.

Yozgat’ın Aktaş köyü, çocukların intihar

ettiği bir mezar görevi görmekten vazgeçe-cekti. Buna izin vermeyecektim. Haberi yaptı-ğımda ne olursa olsun bu ölümlerin sonugelecekti. Arkasında saklanan gerçek gün yü-züne çıkmadan uyku tutmayacaktı beni.Sabah oldu, intihar eden kızlardan birinin

evine gittim. Derme çatma tek katlı 2göz bir odada yaşamak bu kadar

zorken, intihar etmek kolayolmasa gerekti. Yani ölü-

mün bile bu evi terketmiş olması gerekirdi.İzin alıp kızın eşyala-rını kurcaladım. Karakaplı bir defter ilgimiçekti, yanıma aldım.Kaldığım yere gidip

içindekileri okumayabaşladım. Kıyamet

kopmadı belki ama içim-deki kıyamet tüm köyü ta-

rumar etmeye yeterdi.Yazılanlar şunlardı:

“Biz çok fakirdik. Okuma yazmaöğrenince aldı babam beni okuldan. 5 kardeş-tik, 2 odamız vardı. Babam bizi yazın kurankursuna gönderirdi. Kur’an bilirsek Allah bizicennetine alırdı. Namus imandan, Kur’an’dangeçermiş. Bu sözlerle büyütüldük. Sahi na-muslu olmak neydi? Ben, Ayşe ve Sevim.Kur’an kursuna güle oynaya giderdik. En sev-diğim arkadaşlarımdı. Hocamız Sait Efendi

gül süer

Sait Efendi

Yozgat’ın Aktaş köyü, çocukların

intihar ettiği bir mezar görevigörmekten vazgeçecekti. Buna

izin vermeyecektim. Haberi yaptığımda ne olursa olsun bu

ölümlerin sonu gelecekti. Arkasında saklanan gerçek gün

yüzüne çıkmadan uyku tutmayacaktı

beni.

Page 85: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

83EkinSanatEdebiyat

bizi çok severdi. Hep sırtımızı okşardı.Burası köy yeriydi, tek hoca oydu. O nederse herkes yapardı. Biz de yaptık.Ku’ran çarpsın ne dediyse yaptık. Zatenyapmazsanız cehenneme gidersinizderdi. Cehennemin olduğunu bilirdik desusardık. Bazen korkuyla bazen dayaklaama yapardık. Sonra mı… sonrası yok.Sonrası boşluk, karanlık. Sonrası ip,urgan.”

“Kur’an çarpsın, ben dedim söyle-yelim annemize. ‘Yok’ dedi Sevim, ‘benimannem bana inanmaz, hoca efendiye ina-nır. İnanırsa beni de öldürür’ derdi. Sus-tuk, sustukça gömüldük çukura. Kaçtıkçadaha dibe daha karanlığa battık. Sonra birgün Sevim’in haberini aldık, asmış ken-dini evinin tepesine. En güzelimiz oydu.Daha memeleri bile yoktu. Kızaran ya-nakları vardı. Öylece yatarken orda ruhuçıkmıştı canından. Kızaran yanakları sol-muştu. Sait Efendi geldi hemen kıldı ce-naze namazını. Bağırmak istedim, elpençe önünde duranlara kızmak istedim.‘Sizin cennet dediğiniz, cehennem dedi-ğiniz bu mu? Bu adamın bize yaşattığı ce-hennemi biliyor musunuz?’ diye.Ayşe’yle göz göze geldik, sustuk. Sonrasıda var. Ayşe’nin ailesi duymuş olanları,baskı yapmış. O da Hoca Efendi demiş.‘Haşa’ demiş annesi, ‘hocaya iftira atma,kim bilir hangi oğlanla yattın da yüzü-müzü yere indirdin!’ Kendisi mi ailesi mio ipi boğazına dayadı, onu bilmem. Ce-naze, mezar, olanlar… ruhum canımı terketmişti de nasıl yaşıyordum bilmiyorum.Ne olur Allahım kollarını aç, bunca şeyedayanamıyorum.”

Okuduklarım felaketim olmuştu.Gazetecilik, haber, ödüller umurumdadeğildi. Bu bir delildi ve bana düşen ada-leti bulmaktı. Geç kalmış bir adaletti belkiama yerini er geç bulacaktı. Hakkınızı sa-vunmak bana siz birbirinize emanet olun.Sizin hikayenizi hep içimde yaşatacağım.Sait Efendi’nin bu dünyada cehennemiolacak, onu yok edinceye kadar uğraşaca-ğım. Sözüm olsun...

Page 86: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat84

Cezaevlerinde hak ihlalleri, yasaklama-lar ve kısıtlamalar uzun bir süredir can yakıcısorunlardan biri olarak ülke gündeminde kal-maya devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde buyasaklara bir yenisi daha eklendi. BakırköyKadın Kapalı Cezaevi'nde avukat görüşü sıra-sında bir süredir alınmayan yayınların listesive gerekçeli kararı iletildi.

Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Ku-rumu Müdürlüğü'nün 2019/159 sayılı kararıgereğince sakıncalı bulunan ve tutsaklara ve-rilmeyen çeşitli süreli yayının arasına dergi-miz Önsöz de katıldı. 14 yıllık yayınhayatımızda bir ilke neden olan bu kararın ge-rekçesinin ise 9 bölümdür dergimizde devameden grafik roman “Daima” olduğu iletildi:

“...A02 koğuşunda barındırılanhükümlü/tutuklulardan Dilek Demir'e posta yo-luyla gönderilen süreli yayın Önsöz Temmuz-Eylül 2018 sayı:39'un 85-86-87-88-89-90-91-92-93-94 sayfalarında ve Ocak-Şubat-Mart2019 sayı:40'ın 83-84-85-86-87-88-89-90-91-92.sayfalarında bulunan "Daima" başlıklı çizgi roma-nın içeriğinde geçmiş yıllarda cezaevlerinde yaşan-mış olan terör örgütlerinin isyanlarından alıntılaryapılarak, çizgi romanın terör örgütü propagandasıyaparak isyana teşvik edebileceği, durum içerisindekarışıklığa sebep olarak ileride telafisi mümkün ol-

mayan eylem ve durumlara dönüşebileceğinden,kurum asayiş ve güvenliğine bütünlük sağlamakaçısından, (...) oy birliği ile karar verildi.”

90'lı yıllarda hareketlenen cezaevlerini,tutsaklar üzerinden yapılan politikaları, 1999Ulucanlar Cezaevi'nde yapılan katliamı, F Tipihücrelerin başlangıcı sayılan 19 Aralık 2000'de20 farklı cezaevinde yapılan "Hayata DönüşOperasyonu" adıyla bilinen katliamları kadın-ların gözünden anlatan ve dergimizin çizeriSena Şat tarafından hazırlanan Daima çizgidizi serisi, 3 yıla yakın süredir yayınlanmayadevam ediyordu. Yasaklanmaya neden göste-rilen sayılarımız ise 19 Aralık 2000'de Bayram-paşa ve Çanakkale Cezaevlerindeyaşananların anlatıldığı bölüme denk gelmişti.

Bu kadar yoğun mücadelelerin yaşan-dığı bir yerde tutsakların üzerindeki baskınınartmasının, onlara umut olabilecek, yol göste-rebilecek en ufak bir kağıt parçasının bile en-gellenmesini anlıyor ama asla kabul edilebilirbir uygulama olmadığının üzerini çiziyoruz.Önsöz olarak yaşanabilir bir dünya kurmamücadelesinin kültür-sanat cephesinde üret-meye devam edeceğimizi bir kez de bu vesi-leyle dile getirirken kararın derhal geriçekilmesini istiyoruz.

önsöz

Çizgi Roman İsyana Teşvik Ediyor!

Page 87: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

85EkinSanatEdebiyat

Page 88: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat86

Page 89: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

87EkinSanatEdebiyat

Page 90: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat88

Page 91: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

89EkinSanatEdebiyat

Page 92: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat90

Page 93: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

91EkinSanatEdebiyat

Page 94: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat92

Page 95: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

93EkinSanatEdebiyat

Page 96: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat94

Page 97: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

95EkinSanatEdebiyat

Gözleri duvara dalmış, neredeyse bir sa-attir bomboş gözlerle duvara bakıyordu. Ken-dine geldi bir an, etrafına baktı. Bir masa,masanın üzerinde bir ketle, not defteri, yatağı-nın ucunda terlikleri… Gerisi duvardı.

Açık mavi renk nerdeyse beyaza dön-müş, notlaşmak için açtıkları delikler gelişigü-zel alçılanmış, boyama ihtiyacı dahiduyulmamıştı, odaya dış dünyadan ses getirentek şey çerçevesi eskimiş bir pencereydi, ka-bukları kalkmıştı. Odanın tek yeni eşyası tuva-let ve banyoya giden kapıydı, bu döküntününiçinde ışıldayan tek şeydi beyaz kapı.

Gündüzü düşündü, Meral gelmişti O’nugörmeye. Şu an ne yapıyordur diye düşündü.O’nu, Meral’i ilk gördüğü günü düşündü. Herzaman gittiği çay ocağına gitmişti. En sağda,köşede, uzun sohbetlerde unutulan sigaralarındüşüp yaktığı bir masa örtüsüyle mekânın enunutulmuş masasına otururdu ne zaman orayagitse. Unutulmuş ama bir çölü anımsatan çaybahçesinin sahrası gibiydi o masa. Masanın hemen yanında; her bahar açan ortancalar ekmiştiEkrem amcanın karısı. O ortancaların yanına her oturduğunda başka bir yerde olduğunu hayalederdi, özgür olduğunu hissederdi Özgür.

O gün her zamanki gibi çay ocağına gitmiş, ortancalara doğru yönelmiş; ama kafasınıkaldırdığında masanın dolu olduğunu görmüştü. Bir an duraksadı; ama ortancalardan ayrıl-maya niyeti yoktu, bir-iki adım atıp “Oturabilir miyim?” dedi.

Kafasını kaldırdığında gözlerinin içine bakan bir çift siyah göz, sorduğu soruyu anlama-mışçasına sigarasına devam etti. Bir nefes daha çekti, şöyle bir suratına bakıp, çektiği nefesiuzunca dışarıya üfledi “Buyurun,” dedi “Meral ben.”

Ortancalara dair bir sohbetle o gün başlamıştı dostlukları, sonra her Salı buluşmaya baş-ladılar çay ocağında. Bütün haftanın yorgunluğu, parasızlık, annesinin kireçlenmiş dizleri, An-

Duvara baktı tekrar, tavandan akan su mavi rengiaşındırmış, aşağı doğru küçükdaireler oluşturmuştu. Sonra dairelerin küçük küçüköbekler halinde olduğunufark etti. Daire öbeklerinin arasında duvarın mavisi atmış,nemden boyanın altındakimacun yeşile çalmıştı. İrkildi birden, gözlerini ovuşturdu, bir kez daha baktı duvara. Bir ortancaydı bu… İki yıldır buradaydı, her gece bu duvara bakıp, bir süre düşünür vesonra uyurdu. Ve bugün ilk kezbu ortancayıfark etti.

rommy

Meral

Page 98: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,

EkinSanatEdebiyat96

kara’nın soğuğu, her zaman ondan sonra Meral’in kafeden girişiyle siliniveriyordu beyninden.Bazen kaldıramadığı, ona ağır gelen hayat hafifliyordu birden, salı akşamları anacığının kireçlidizleri bile daha az sızlıyordu. Abartıyor muydu biraz? Hayır…

Büyülü bir havası vardı Meral’in, siyah gözleri her geldiğinde ışıl ışıldı. Bir kadına görehiç de narin olmayan elleri, dudaklarından dökülen kelimelerle aynı ahengi yakalardı her daim.Ankara’nın soğuğunda, ortancalar dışında ve kaçak çay dışında hiçbir şeyi olmayan bu dörtduvar arasındaki çay bahçesinde büyülü bir masal gibiydi Meral ve son iki yılları…

Duvara baktı tekrar, tavandan akan su mavi rengi aşındırmış, aşağı doğru küçük daireleroluşturmuştu. Sonra dairelerin küçük küçük öbekler halinde olduğunu fark etti. Daire öbekle-rinin arasında duvarın mavisi atmış, nemden boyanın altındaki macun yeşile çalmıştı. İrkildibirden, gözlerini ovuşturdu, bir kez daha baktı duvara. Bir ortancaydı bu… İki yıldır bura-daydı, her gece bu duvara bakıp, bir süre düşünür ve sonra uyurdu. Ve bugün ilk kez bu or-tancayı fark etti.

Meral hukuk fakültesini bitirmiş, memleketine dönmüştü. Özgür de o yıl işten atılmış,annesinin de ölümüyle bir havalandırma firması ile Rusya’ya çalışmaya gitmek zorunda kal-mıştı. Böyle kopmuşlardı birbirlerinden.

Açlık grevleri başlayalı dört ay olmuştu. Özgür açlık grevine giren ilk grubun içindeydi.Sağlık durumları ile ilgili bilgi almak için düzenli olarak her hafta avukat geliyordu.

Bu hafta avukat görüşü için aramadan geçip görüş odasına girdiğinde tanıdık bir çiftgözle karşılaştı gözleri. Kaba ellerinde kalem vardı not alıyordu, bu kez aynı ahengi yakalaya-mamıştı dudaklarıyla elleri. Görüştükleri bir saat boyunca sanki Ankara’da, ortancaların ya-nındaki o masadaydılar.

Gözlerinin dolduğunu saklamaya çalışarak ayrıldı Meral cezaevinden. O gideli neredeyse6 saat olmuştu; ama büyüsü tüm binayı, tek tek odaları dolaşıyordu sanki. Cezaevinin soğukduvarlarında ortancalar açmıştı şimdiden.

Page 99: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,
Page 100: Çıngımucadelebirligi2.net/pdf/onsoz/42.pdfSevgili okur, Tarihin bir dönemi biterken içinde doğmakta olan yeni ile birlikte görünür. Bir yanda eski sistemin çürüyen, yıkılan,