İnsan suresİ - fussilethy.files.wordpress.com · 2 rahman ve rahim olan allah’ın adıyla,...

20
1 İNSAN SURESİ “Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim bulunan insanlar atası.. Her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna kadar da agâh olmuştu. O, eşyaya ne lâkap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmamıştır. Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu. Her şeyin adını, bilenden işit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy! Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Tanrı’ya göre içyüzüne, hakikatine tâbidir. Musa’ya göre sopasının adı asa; Yaratan yanında ejderha idi. Bu âlemde Ömer’in adı puta tapındı; halbuki ta “Elest” te onun ismi mümindi. Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu benlikle zahir olan suretti. Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu. Hasılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur. Tanrı, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! Âdem’in gözü Tanrı’nın pak nuru ile gördüğünden adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu. Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar. Adını andığım şu Âdem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten acizim! Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü. Mesnevi’den

Upload: others

Post on 11-Jun-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

1

İNSAN SURESİ

“Allemelesmâ” ya bey olan, her damarında yüz binlerce ilim

bulunan insanlar atası..

Her şeyin adını, nasılsa öylece bilmiş sonunda ne olacaksa sonuna

kadar da agâh olmuştu. O, eşyaya ne lâkap verdiyse

değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmamıştır. Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona

belli oldu. Her şeyin adını, bilenden işit; “Allemelesmâ” remzinin sırrını duy! Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl

görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Tanrı’ya göre içyüzüne,

hakikatine tâbidir.

Musa’ya göre sopasının adı asa; Yaratan yanında ejderha idi. Bu

âlemde Ömer’in adı puta tapındı; halbuki ta “Elest” te onun ismi mümindi. Bizim yanımızda adı meni olan şey, Hak yanında şu

benlikle zahir olan suretti. Bu meni, yokluk âleminde vardı; eksiksiz, artıksız aynen Tanrı’nın ilminde mevcuttu. Hasılı Tanrı indinde

sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur.

Tanrı, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil! Âdem’in gözü Tanrı’nın pak nuru ile gördüğünden

adların hakikati ve içyüzü ona ayan oldu. Melekler onda Hak nurunu görüce hepsi, ona yüzüstü secdeye vardılar. Adını andığım

şu Âdem’i kıyamete kadar övsem, vasıflarını saysam yine övmekten

acizim! Âdem bunların hepsini bildi. Fakat kaza gelince nehyi bilme yüzünden hataya düştü. – Mesnevi’den

2

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, İnsan üzerinden, (henüz ismiyle) anılan bir şey

değilken, (acizlerce sayılamayacak kadar) uzun zamanlardan (acizlerce sayılamayacak kadar) uzun bir süre geçmedi mi? Kesinlikle insanı karışım halindeki az bir sudan yarattık ki onu imtihan edelim. Böylece onu işitip gören (bir varlık) yaptık. Kesinlikle (rehberlik ederek) ulaştırdık onu yola; ya şükredendir veya nankör/kafir Kesinlikle (hakkı örten) kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevlenip harlamış ateş hazırladık. Kesinlikle “ebrar olanlar” karışımı kafur olan bir kadehten içer. (o kadar bol ki) kaynayan pınar; İçer onu Allah’ın kulları, onu (çağlayan gibi gürül gürül) fışkırtarak akıtırlar. Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve fenalığı (her yere) yayılıp-sarmış olan günden korkarlar ve sevdikleri yemekten yedirirler miskinlere ve yetimlere ve esirlere.. “Sizi ancak Allah için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve bir teşekkür istediğimiz yok. Kesinlikle Rabbimizden korkuyoruz, (kötülerin simalarını çirkinleştirecek) asık yüzlü belalı bir günden!” (derler) Böylece Allah’ta onları işte o günün şerrinden korudu ve onları parlak bir ışıltıya ulaştırdı ve sevince. Sabrettikleri için, onlara bir cennet ve ipek ile karşılık verdi.. Yaslanmışlardır oradaki divanların üzerinde, orada bir güneş görmeleri yoktur ve (üşütüp titreten) zemheri yok! ve onun gölgeleri üzerlerine yakındır ve kolayca toplanabilecek (şekilde yaratılmış) meyveleri alçaltılarak (toplanması için daha

da) kolaylaştırıldı ve etraflarında gümüşten kap ve billur olan kadehler dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, takdirlerine göre ölçülendirmişlerdir onu ve orada içeriği “zencebil” olan kadehten sunulur. Bir pınar ki orada “selsebil” adı verilir ve etraflarında dolaşır ölümsüz gençler, onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın. Ve gördüğünde, orada (bitmez) bir nimet ve büyük bir mülk/hükümdarlık görürsün. Onların üstleri ince ipekten elbisedir ve kalın ipekten ve gümüş bileziklerle süslendiler ve Rableri onlara tertemiz bir şarap sundu. Kesinlikle bu, size bir karşılıktır ve gayretinize bir teşekkür. Kesinlikle biziz Kur’anı sana (kolayca idrak edebilmen için) kısım kısım indiren, biz! O halde Rabbinin hükmüne sabret ve itaat etme onlardan bir günahkara veya kafire ve Rabbinin adını zikret, sabah ve akşam ve geceden de, böylece secde et O’na ve O’nu tespih et uzun bir gece.. Kesinlikle onlar (hemen gelen kolayı, peşini) çarçabuk geleni seviyorlar ve arkalarına bırakıyorlar ağır bir (zor) günü. Onları biz yarattık ve kuvvetlendirdik bağlarını ve dilediğimiz zaman bedel kılarız onların yerine benzerlerini. Kesinlikle bu (düşünülmesi gerekendir-tezkiredir) bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine yol edinir ve Allah’ın dilemesi yokken, siz dileyemezsiniz. Kesinlikle Allah (Her şeyi eksiksiz bilen, sonsuz bilgisi Yüce Zatından kaynaklanan) Alim’dir, (Hüküm ve

Hikmet sahibi olan) Hakim’dir. Dilediği kişiyi rahmetinin içine dahil eder ve zalimler! onlar için acı bir azap hazırladı.

Mübarek Sureye Genel Bakış: Fatiha suresi ile yola çıkmıştık, bizi mübarek Rahman suresine kadar getirdi. Mübarek Rahman suresinin İnsan ve Cin toplumlarına hitap ettiğini gördük, böylece Kendimizi mübarek Kur’ana bıraktık onun bizi savurduğu yere gidiyoruz.., Çünkü biz Yüce Allah’ın kuluyuz ve mübarek Kuranının kölesi.. Daha önce mübarek Rahman suresinde insanların yaratılış esasından bahsederken bu mübarek sureye atıf yapmıştık. İnsanların atası Allemelesma Hz. Adem (A.S.)’ın yaratılışı başka surelerin ayetlerinde özel olarak anlatılmışsa da, İnsan suresinin ilk ayetinde gerçekten de canlılığın ilk çıkış anına vurgu yapıldığını gördük ve doğru yönde olduğumuzu hissettik. Umarım Rabbimiz bizi destekler ve hatalarımızı açığa çıkarıp utandırmaz. Yüce Rabbimiz, kalbimizi dinin üzere sabit tut ve bizi dosdoğru yolundan ayırma..

3

İnsan üzerinden, (henüz ismiyle) anılan bir şey değilken, (acizlerce sayılamayacak kadar) uzun

zamanlardan (acizlerce sayılamayacak kadar) uzun bir süre geçmedi mi? Uzun zamanlardan uzun bir süre, yani çok uzun bir zaman bütünü (-dehr) içinde o dehr tarafından kapsanan çok uzun bir uzun zaman süresi (hin). Üzerine düşünüldüğünde aciz aklımıza mübarek ayetin iki ana manayı kast ettiği gelmektedir. Belki de işaret ettiği mübarek manalar daha çoktur. Mübarek Kur’anın kusursuz tevilini ancak Yüce Rabbimiz bilir, bizim şuan için görebildiğimiz şu ikisidir; Birincisi: Düşündürdüğü ilk mana ile ―var edildiği andan itibaren canlılığın varlık süresi içersinde, var edildiği andan itibaren insanın varlık süresidir.‖ Daha açıklayıcı bir ifade ile yeryüzünde ilk canlının yaşadığı ilk andan günümüze kadar olan zaman dilimi (dehr) içerisinde, ilk insanın (Hz. Adem’in) ilk nefesini aldığı andan günümüze kadar olan ve hatta insan üzerinden geçen zamanı kast ettiğinden son insanın son nefesini verdiği ana kadar devam edecek olan süreyi kast etmektedir. İkincisi; İkincil bir mana ile Evrenin – maddenin ve yani mekan-zamanın yaratıldığı ilk andan günümüze kadar olan zaman süresi tarafından kapsanan, canlılığın ilk var edildiği andan günümüze kadar olan zaman dilimini kast etmektedir. Bahsedilen tüm zaman dilimleri insan üzerinden geçmiştir. Fizik bilimi de zaman kavramının evreni oluşturan patlamanın ilk anında meydana geldiğini belirtmektedir. Yani zaman madde ve hemde fiziksel yapı taşı madde olan insan için vardır. Kısaca zaman, maddenin ―belli evrelerle değişmesine‖ denir. Bu değişim Yüce Kadir’in belirlediği ölçü yani kader ile meydana gelmektedir. Bu mübarek ayette zaman kavramına da işaret olsa bile, asıl manası ile açıkça insan üzerinden geçen zamanı ve insanın yaratılışını kastetmektedir. -İnsan olarak anılan bir şey değilken- tanımlaması insanın canlılığın bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Bu anlam ile insan daha insan olarak zikredilmiş değilken de üzerinden uzun bir zaman geçmiştir. Kast edilen canlıların yeryüzünde geçirdiği sürenin bütünüdür. Canlılık tarihinin kast edildiğinin delili de bir sonraki mübarek ayeti kerimedir. Mübarek Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz, birbiri üzerine kurulan bir bütündür çelişki içermeyen bir mucizedir. Bizler bedenimizle canlılığın, canlı varlığının bir parçasıyız. DNA’mız diğer canlılardan çok küçük farklarla ayrılır. Yediğimiz yemekler, sebzeler, etler, meyveler bizlere vitamin, protein ve mineraller verir. Çünkü bünyelerimiz onlara benzerdir. İhtiyacını onlardan alır. Çıkardığımız sonuç bu olduğuna göre Allemelesma Adem atamızdan önceki dönemi kapsayan canlıların ―büyük dehr‖ indeki başlangıç anı nasıl gerçekleşti sorusu doğal olarak aklımıza gelmektedir. İşte bu sorunun cevabını bilim de veriyor. Dur dur! Yanlış söyledim, batı bilimi bu sorunun cevabını dayandığı bir dayanak olmadığı halde vermeye çalışmaktadır. Bunun delili şudur, bilim verdiği her kararda ve ulaştığı her sonuçta salt mantık temeline dayanmak zorundadır. Bu bilim denen kavramın doğal karakteridir. Halbuki öylemi; Bilim -haklı olarak- ilk canlının bir hücre olabileceğini belirtmiştir. Bu mantık ispatlı dayanağı olan doğal bir iddiadır. Bu dayanağın -haklı olmasının- delili de bizlerin ve diğer çok hücreli organizmaların en küçük yaşam biriminin hücre olmasıdır. İnsanın insan olması için öncelikle insanın hücrelerinin olması gereklidir. Hücreler olmalı ki, hücreler iş birliği yapıp her biri ayrı bir görev edinerek bir araya gelip vücudu-organizmayı oluştursunlar.

4

Demek ki sormamız gereken asıl soru şu ―İlk hücre nasıl meydana geldi?‖. Tam olarak bilimin saçmalaması da işte bu noktada meydana geliyor.. Şöyle ki; Yeryüzünde zamanla basit moleküllerin farklı şekillerde birleşmeleriyle nükleotidler ve aminoasitler oluşur. İlk DNA’lara benzer basit moleküller ve basit çift sarmallı halleri böylece ortaya çıkar. Sonra bu ―MOLEKÜL‖ –―KENDİNE ZAR EDİNMEYE KARAR VERİR‖— bak bak bir daha yazalım iyi oku ―MOLEKÜL‖ –―KENDİNE ZAR EDİNMEYE KARAR VERİR‖— işte batı fen bilimlerinin mantık tabanının çöküşü ve fen bilimlerinin din olmaya çalıştığı nokta!! Dahası da var sonra da bu ―MOLEKÜL KENDİNİ KOPYALAMAYA KARAR VERİR‖, baya da hızlı karar vermeli ki tek hücreli canlıların pek uzun yaşamadığını basit lise bilgisiyle herkes bilir… Bu karar verme anını kıyaslarsak şöyle örneklerde üretebiliriz. Zeytin ağaçları dans etmeye karar verdi. Televizyon takla atmaya karar verdi. Koltuklar birbirleriyle sohbet etmeye karar verdiler. Batılı fen bilimciler bu hızla giderlerse ilkel animizme varacaklardır. Batı fen bilimlerinin kendini din ve tanrı yerine koymaya gayret ettikleri açıktır. Peki bu noktaya nasıl geldiler. Şöyle; çünkü yaşam tarzlarının ve dini inanışlarının onlara verdiği boşluğu insan doğasının gereği olarak kapatmaya çalışıyorlar. Biz bunu şöyle açıklarız fıtratları gereği ―Ahseni takvim‖ e ulaşmaya çalışırlarken yolu kaybetmişler. Bulamıyorlar.. Çünkü onların dini inançları doğmuş ve yemek yiyen bir tanrı üzerinde duruyor. Tanrıları onları kendilerine benzer şekilde yaratmış ki oğul tanrı vücudunda cisimleşiyor. Gözleri, burnu, kulakları, dişleri ve sindirim sistemi olan bir tanrı… Bizden uzak olsun!! (Ya Rabbi!

iftiralardan uzak, tertemiz İsa nebimize ve tertemiz Meryem annemize salat ve selam olsun)

İşte bu nedenle batının saçma sorunsalı olduğundan adını anmaktan hoşlanmadığımız ―evrim‖ iddiasını kilise asla kabul edemez. Kilise evrimi kabul ederse var olmasının ve bu zamana kadar yaşattığı batıl ideolojinin hiçbir anlamı kalmaz. Bu durumda batılının önünde iki seçenek var; Birincisi: Din duygusunu vampir, zombi, ruh ve türlü saçma sapan filmlerle dolduracak yada İkincisi: Evrenin yapısına uygun bir ―Fen bilimleri dini oluşturacak‖ Böylece evreni tanrı yerine koyarak fıtratındaki ―Ahseni takvim‖den kaynaklanan din duygusunu bastırmış olacak… Al işte! Sen seç artık kırk katır mı?? Kırk satır mı?? (Allah’ım bizi Müslüman bir ülkede, mübarek Kuranına kolay ulaşabilecek

şekilde yarattığın için sana sonsuz şükürler olsun!! Sana hakkıyla şükretmekte de seni hakkıyla övmekte de aciziz bizi affet.) Birilerinin aklına gelebilir bizim Kur’anımız bu kadar harika madem ne diye onu okuyup doğruyu bulamıyorlar. Ah kardeşim! Bizdeki çoğunluğun bile Mübarek Kur’anı düşüyor olmadığının delili batılıların yoz kültürünün saçmalıklarından gelen bu konularla uğraşıp onların dertleri ile dertlenmektir. Bir kişi kimin derdiyle dertleniyorsa o da onlardandır!! Bizim evrim diye bir açmazımız yada adını anmaktan hoşlanmadığımız evrim fikri ile ilgili alıp veremediğimiz yoktur. Bitkilerde ve hayvanlarda ―doğaya uyarak çeşitlenme‖ açıkça ortadadır. Kaldı ki, tüm canlıların yapı malzemeleri aynıdır. Mübarek Rahman suresinde bahsetmiştik İnsanı pişmiş gibi kupkuru toprağın suyla karışmış halinden yarattı ve Nur suresi kırk beşinci ayette buyrulduğu gibi ―Allah Teala bütün canlıları sudan yarattı‖.. Bütün canlıların şekilleri Yüce Zatıyla Hayy olan Yüce Musavvir’in şekillendirmesi ve yani Hak ile vardır. O canlıların geçirdikleri değişim ise Yüce Kadirin ölçülendirmesi ve yani canlıların kaderidir. Onlara bu kaderin yazılması Yüce Rahman’ın nimetidir ki o sayede penguen, kutup ayısı ve deve en zor şartlarda hayatlarını sürdürebilmektedir. Yeni ortamlara uyum sağlayamayıp soyları kesilen canlıların yaşamlarını Yüce Mümit sonlandırmıştır.

5

Karahindibayı düşün! Yenebilen lezzetli bir bitki olup çeşit çeşittir. Suya yakın yerde yetişeni var, suya uzakta yetişeni var. En doğrusunu Allah Teala bilir belki de tohumu suya uzak bir yere düştü, Yüce Zatıyla Hayy olan Yüce Rabbimiz ona hayat direnci nasip etti de böylece Yüce Musavvir’in şekillendirmesiyle cinsi-yapısı değişti. Bu sayede Yüce Rahman’ın nimetlerinden faydalandı. Ot türleri de Hayvan türleri de böyledir.. Bir mandanın yaşaması için uygun olan şartların başında gölet, yani su bulunmaktadır. Halbuki akrabası olan sığır öyle değildir. Belki çiftleşebileler bile aynı ailenin bu iki cinsi küçük farkla da olsa bir birinden farklılaşmıştır. Yak ve bizon hep aynı ailenin farklılaşmış türleridir. Kutup ayısı, boz ayı yada siyah ayı gibi cinsleriyle ayı ailesi de keza böyledir, kedigillerden olan aslan, kaplan, çita, leopar ve jaguarda böyledir, antilop türleri de böyle çeşit çeşittir, Yüce Zatıyla Musavvir olan Yüce Hayy’ın izniyle hayatta kalan tüm canlılar da bu çeşitlenip türlere ayrılma açıkça görülmektedir... Gökleri ve yeri Hak ile yarattı ve size şekil verdi. Böylece şekillerinizi en güzel biçimde yaptı ve geri dönüşte O’nadır. –Tegabün suresi İnsanlarda da öyle değil mi? Kimi insan sarı saçlı renkli gözlü, kimisi zenci, kimisi de çekik gözlü sarı ırktan.. En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir, beklide Adem ata kırmızı yada buğday tenli olup onların hiç birisine benzemiyordu. İnsanlarda da diğer canlılarda bulunan çevre koşullarına uyum sağlama özeliği olduğu açıktır. Bu sayede siyahi insanlar yakıcı güneşe, sarışın insanlar güneşsiz ortama, sarı ırkın insanları da yaşadıkları toprakla iklime uygun bir şekil almışlardır. Halbuki hepsinin mayası böylece aynı iken, bir zamanlar ırkçılık denen illet şu insanoğlunu nasıl kemirmişti. O yüzden bir daha sakın ―Madem Kur’an da her şey yazıyor neden okuyup doğruyu bulmuyorlar deme‖; Suredeki mana bütünlüğünü anla, Yüce Allah dilemedikçe hiç kimse dileyemez!! Bu şekil verip, sevva ederek düzenleme Yüce Rabbimizin kudret elinde meydana gelmektedir. Bu değişimler Hak ile yaratılıp Hak tarafından şekillendirilmemizin sonucunda Hak ile meydana gelen değişimlerdir. Demek ki insan ırkı da canlılığın bir parçası olup diğer canlılarda da meydana gelen değişimler ve uyarlanmalar dahi Hak ile meydana gelmektedir. Daha önce Hak ile birliktelik hakkında şöyle demiştik... “Hak ile birliktelik” bizim idrakimizi aşan son derece derin bir olgudur. Hiçbir şekilde tam olarak tanımlanamaz, anlaşılamaz ve anlatılamaz. Sadece hissedilir. Bunu hissedebilmek

için Yakub olmak gerek ki ta Mısır da ki Yusuf‟un kokusunu duyasın.

Buradan edindiğimiz öğüt şudur, Yaratılış konusu insanlığın fitnesi ve en sıkı imtihanıdır.. (Ya Rabbim, benim ve bu yazıyı okuyan herkesin bu sınavı geçmesini nasip et, hatalarımızı ört, ayaklarımızı kaydırma ve bizi affet..)

Fussilet daha tamamlanmadığı için bu yazıyı okuduktan sonra hakkımızda kötü zanna kapılan ve meleklerin secde ettiği Allemelesma Adem atamızın aslının (ve hatta onun)

maymun olduğunu sananlar hemen şuan ayağa kalkıp aynaya bakmalılar. Bakıp ta kendilerine gelmeliler, çünkü zannın çoğu günahtır. Aynanın karşısına her geçtiğimizde de bizi güzel yarattığı için Yüce Rabbimize şükür etmeliyiz. (Ya Rabbim, bana kulaklar, gözler ve

yemek yememi sağlayan dişler verdiğin için ve beni güzel yarattığın için sana şükürler olsun.) Nasıl ki ilk hücreyi yaratıp hayatı yeryüzüne yayan, canlıları şekillendiren Yüce Zatı ile Hayy ve Musavvir olan Yüce Rabbimiz ise Adem atamızı da Yüce Rabbimiz yaratmıştır. Ancak canlıların ve insanların yaratılışı sadece bir ayet ile açıklanamaz. Çünkü Mübarek Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz, birbiri üzerine kurulan bir bütündür çelişki içermeyen bir mucizedir. İnşaallah Yüce Rabbimiz nasip ederse canlılık ve hayat ile ilgili bir sonraki durağımız Mübarek A’la suresindeki 2 ila 5 arası ayetler olacaktır.

6

Kesinlikle insanı karışım halindeki az bir sudan yarattık ki onu imtihan edelim. Böylece onu

işitip gören (bir varlık) yaptık. Daha önceki mübarek ayeti kerimede şu soruyu sormuştuk ―Peki ilk tek hücreli canlı nasıl oluştu?‖ bu mübarek ayette de bu soru biraz daha açıklanıyor. Nutfeden yani Karışım halindeki az bir sudan; Mübarek Kur’anı Kerim de bazı ayetlerde Nutfe ile kast edilen erlik suyudur. (Delil için bakınız kıyame 37; necm 46) Bu mübarek ayeti kerimede ise farklı bir mana daha içermekte olup bu mana üreme suyu manasından daha baskındır. Buna delil de İnsan suresinin ilk mübarek cümlesindeki ―çok uzun zamanlardan uzun bir süre‖ tanımının anlam olarak, sayılamayacak kadar uzun bir zaman dilimine işaret etmesidir. Yüce Rabbimiz ise zamandan münezzeh olduğuna ve Yüce Muhsi tarafından kuşatılıp sayılmamış hiçbir şey olmadığına göre, bu mübarek ayet açıkça insanın sayamayacağı kadar uzun zamanı işaret etmektedir. Böylece buradaki nutfenin ―Birincil anlamla‖ üreme suyunu kast etmediğini anlarız. Çünkü insanın anne rahmine düşüp bebek olarak doğması insan tarafından gayet rahat sayılabilecek bir zaman dilimidir. Fakat bu mübarek ayetin hemen ardından gelen mübarek ayette ―Biz onu yola hidayet ettik‖ buyrulması üreme suyu manasının ikinci derecede bir mana olarak aklımızda tutulmasında fayda olduğunu gösterir. Spermin rahim yoluna, doğum anında bebeğin hayat yoluna ulaştırılması, erişmiş insanın hakikat yada küfür yoluna ulaştırılması, diriltildiğinde insanların cennet yada cehennem yoluna ulaştırılmaları ancak Yüce Rabbimizin dilemesi ve izniyledir. Bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz, bir biri üzerine kurulan bir bütündür, asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Peki o zaman birincil yani asıl mana ile uzun zamanlar önce ki ―bir damla su‖ nedir? İşte o su ilk tek hücreli canlının mayasıdır. Bizim kas ve kemik sandığımız bedenimizin dahi çoğunluğu sudur. O küçük hücrede öyle olmalıdır. Çünkü küçük parçacıklar büyüklerin büyük parçacıklarda küçüklerin tabiatındadırlar. Yapı taşı su olan ve bizzat Yüce Rab tarafından sevva edilerek dizayn olmuş o ―su ile karışmış element-molekül‖ Yüce Zatıyla Hayy olan Yüce Rabbinden gelen ―ol‖ emri ile birlikte can bulmuş, kendine zar edinmiş ardından da DNA’sını kopyalayarak çoğalmış, Yüce Zatıyla Musavvir olan Yüce Rabbin izniyle çeşitlenerek yeryüzüne yayılmıştır. Başlangıç belki okyanusların tabanındaki volkan bacalarındaydı yada aminoasit, organik molekül çorbası haline gelmiş ―genç dünyanın‖ ilk denizlerindeki her hangi bir yerdeydi.. Bunu bizim gibi sinekler bilecek değil ya! Gaybı bilmek ancak Yüce Rabbimize aittir! Bizlere değil! Yüce Hak dilese bu konu ile ilgili apaçık delil yerin yada denizin karanlıklarından fırlar insanlığın ortasına en meydanlık yere düşüverirdi. Dikkat et! Bu dünya sınavlarından en sıkı bir sınavdır. Tüm insanlığın en zor bir imtihanıdır. Bu eğer imtihan olmasaydı her şey apaçık önümüze serilirdi. Yüce Hakk dilediği için örtülüdür, Yüce Rabbimiz dilemedikçe de biz dileyemeyiz. Demek ki Yüce Zatıyla Batın olan Yüce Hakkın dilemesiyle bazı konular bize örtülmüştür. Demek ki Yüce Rabbimiz insanlığı en güzel bir şekilde imtihan ediyor. Demek ki pisi temizden, münafığı aşıktan ayırıp pis münafıkları üst üste koyup topunu cehennemine gönderecek. Demek ki sadece Yüce Allah’ın kurtulmasını dilediği Hak aşığı sadıklar kurtuluşa erecek. Demek ki bu fani dünya ―her bakımdan kusursuz bir imtihan yeri‖, (Ey bu

evreni ve canlıları muhteşem bir şekilde dizayn edip en güzel imtihanlara tabi tutan Rabbimiz sen ne kadar Yücesin, seni övmekle bitiremez bu acizlikle Yüceliğini tam olarak anlamayı ve anlatmayı asla başaramayız.)

Demek ki; bu sıkı imtihan için işitir ve görür şekilde kılındık. Demek ki; insanın vücudunun yapısı tamamen Yüce Rabbimizin dizaynı. O bizi yola iletmiş ki biz iki ayak üzerinde yürür, işitir ve görür olmuşuz. Demek ki Yüce Rabbimizin izniyle bir emanet yeri, bir de karar kılma yeri var.

7

Kesinlikle (rehberlik ederek) ulaştırdık onu yola; ya şükredendir veya nankör/kafir Bu yol bir yönüyle doğum yolu, bir yönüyle hakikat yada küfür yolu ve bir yönüyle de cennet yada cehennem yoludur. İkinci ve üçüncü ayetler için düşünürsek bu ikincil mana ile yorumlayabiliriz. Ancak bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz, bir biri üzerine kurulan bir bütündür, asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Bu yolun en başlangıçtaki mübarek ayetten beri gelen ve bir biri üzerine kurularak bir birini tamamlayan mübarek manası ise şudur; Yol, türlerin çeşitlendiği büyük Dehr içerisinde ki canlılıkla ilgili zamansal bir kader yoludur. Bu yol öyle bir aşk yoldur ki; Allah’ın izniyle kimi bitki gül olarak kalmış kimi de kayısıya yada şeftaliye dönüşmüştür. Kimi bitki yasemin çiçeği kimi de zeytin ağacı olmuştur. Kimi bitki karaçam kimi de fıstık çamı olmuştur. Yüce Allah’ın izniyle kedigillerin ortak atasından gelenlerin içerisinden hızlı koşan ceylanlarla rızıklanmaya azmedenler süratli çitaya, çalılıklardan sıçrayıp avını tutmaya ve ağaca çıkmaya azmedenler leopara, mandaları rızık edinmeye azmedenler aslanlara ve diğer bir sürü cinse dönüşmüştür. Kimisi sansar kimide sırtlan olmuş. Bazısı ceylan olmuş bazısı da hakiki canavar domuz!!

Temiz kişilerin işini kendinden kıyas tutma, gerçi yazıda (aslan manasına gelen) şir, (süt manasına gelen) şire benzer. Bütün alem bu sebepten yol azıttılar. Tanrı Abdallarından az kişi agâh oldu. Peygamberlerle beraberlik iddia ettiler (biz de onlar gibiyiz dediler); Velileri de kendileri gibi sandılar. Dediler ki: “İşte biz de insanız, onlar da insan. Bizde uyumaya ve yemeğe bağlıyız, onlar da. “Onlar körlüklerinden aralarında uçsuz bucaksız bir fark olduğunu bilmediler. Her iki çeşit arı, bir yerden yedi. Fakat bundan zehir hâsıl oldu, ondan bal. Her iki çeşit geyik otladı, su içti. Birinden fışkı zuhur etti, öbüründen halis misk.

Her iki kamış da bir sulaktan su içti. Biri bomboş öbürü şekerle dopdolu. Böyle yüz binlerce birbirine benzer şeyler var, aralarında bulunan yetmiş yıllık farkı sen gör! Bu, yer; ondan pislik çıkar... o, yer; kâmilen Tanrı nuru olur. Bu, yer; ondan tamamı ile hasislik ve haset zuhur eder... o, yer; ondan tamamı ile Tek Tanrı’nın nuru husule gelir. Bu temiz yerdir, o çorak ve pis yer. Bu temiz melektir o şeytan ve canavar!

Her iki suretin birbirine benzemesi caizdir, acı su da, tatlı su da berraktır. Zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul! Tatlı su ile acı suyun farkını işte o anlar. (Zevk sahibi olmayan) sihri, mucizeyle mukayese ederek her ikisinin de esası hiledir sanır. Musa ile savaşan sihirbazlar, inatlarından ellerine onun asası gibi asa aldılar. Bu asa ile o asa arasında çok fark var, bu işle o işin arasında pek büyük bir yol var.

Bu işin ardında Tanrı lâneti var, o işe karşılık da vade vefa olarak Tanrı rahmeti var. Kâfirler inatlaşmada maymun tabiatlıdırlar. Tabiat, içte, gönülde bir afettir. İnsan ne yaparsa maymunda yapar; maymun her zaman insandan gördüğünü yapıp durur. O, “Bende onun gibi yaptım” sanır. O inatçı mahluk aradaki farkı nereden bilecek? Bu emirden dolayı yapar, o, inat ve savaş için. İnatçı kişilerin başlarına toprak saç! -Mesneviden

Demek ki ceylanı kovalayan çita, mandayı kovalayan aslan, sinsice avlanıp ağaçta yaşamayı seven leopar, kuş tutmayı seven kedi Yüce Zatıyla Musavvir olan Yüce Rahman’ın izniyle avlarının özelliklerine uygun yetenek ve şekiller kazanıyorlar. Doğa bize aynı zamanda da kaderin tarifini yapıyor. Düşünsene! Hangi avın peşinden koşacağının seçimini sonsuz merhametin kaynağı Yüce Rahim yaratığın tercihine bırakıyor. Hakkıyla rızkı peşinde koşanı da güzel yeteneklerle donatıp güzel kılıyor. Canavar aslan, canavar leoparın bile asil duruşu var. Bir de domuzun duruşu var. Korkunç görüntüsü var. Artık domuz neden haram kılınmış diye bana sorma! Domuz pis nefstir, kuzu ise tertemiz rızık, kurt ise kuzunun ecelidir. Kurdun şekli Yüce Rabbin takdiridir. Tilkiyle kurt arasındaki şekli fark ise tespihlerine Yüce Rabbin yanıtıdır…

8

Demek ki büyük patlama ile yaratılan madde bir emanetti ki ilk canlı hücre o emanetin karar yeri oldu. (Bkz. En’am 98) O ilk canlı hücre başka bir aşamanın da emanetiydi ki aileler kurarak sosyal biçimde yaşayan, aileden biri bir avcıya yakalandığında onu kurtarmaya çalışan, diğer klanlarla savaşan, basit alet kullanabilen, geçmiş ve gelecek düşüncesi (idrak

ve beyanı) bulunmayıp sadece o anı yaşayan primat ilk hücrenin karar yeriydi. Ne ilk hücreye sadece madde diyebilirsin, ne de o primata sadece hücre diyebilirsin. Nede Adem ataya maymun diyebilirsin! Çünkü her aşamanın ve yani emanetin ilk anı, Allah tealanın kudretine delil olarak mucizevi bir şekilde başlamıştır. Hücredeki mucizevi başlangıcı hissedemezsen Adem atanın Yüce Rabbin kudret elinde yaratılmasını nasıl hissedeceksin!! Demek ki mübarek Fatiha’yı yol haritası edinip de yola çıkmış olmamız bize aşama aşama, perde perde gerçeği açacak. Bir önceki mübarek Rahman suresinde insanın hamurunun element olduğunu kast ediyordu. Bu mübarek ayette ise o element ―can‖ sahibi oldu. Yeni bir emanet dönemi böylece başladı. Adem ata yeni bir emanet sürecinin başlangıcıydı. Onunla başlayan emanet dönemi hesap günü verilecek kesin kararla ―insan ırkı için‖ sonlandırılacaktır. İnşallah daha ilerideki mübarek ayeti kerimeleri incelemek nasip olursa, Yüce Rabbimizin dilemesiyle aklımızdaki tüm sorulara cevap bulabiliriz İnşaallah. Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir. Ahzab - 72

Emanet tüm insanlara teklif edildi. Bizler daha yaratılmadan önce Yüce Rabbimiz var olmuş, var olan ve şuandan sonra var olacak olan tüm insanların ruhlarını bir araya topladı ve çok mübarek nidasıyla ―Elestu bi rabbikum‖ buyurdu. Bizlerde şahitlik ettik. Fakat kimi ruhlar vicdanlarına ve akıllarına müracaat etmedikleri için yeminlerini unuttular ve gerçekleri örtme çabasına giriştiler. Bir sonraki mübarek ayeti kerime işte o ruhları kast etmektedir. Kesinlikle (hakkı örten) kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevlenip harlamış ateş

hazırladık. İlk olarak bir önceki ayeti kerimede de anılan ―kafir‖ sıfatını tanımalıyız. Çünkü bu çirkin sıfat bundan sonraki mübarek surelerde sıkça karşımıza çıkacaktır. Örtmek, gizlemek, saklamak fiilinin sıfat hali olup, bu fiili meslek edinmiş kişileri işaret eder. Hadid suresi yirminci ayeti kerimede (el kuffare) diyerek gerçek manası ile çiftçileri kast etmiştir. Çiftçilerin fiillerinden hayat bulan bu sıfatın yanlış yola sapmışlarca uygulanışı açısından çeşitleri vardır. Bu mübarek sure için öncelikle o çirkin sıfatın aklımızda tutmamız gereken fiil çeşitleri şunlardır; Bir önceki mübarek ayette ki anlamıyla nimeti örtüp gizleyerek şükürden uzaklaşanlar. Üzerinde durduğumuz mübarek ayetteki manasıyla Hakkı-gerçeği-doğruyu örtüp gizleyenler. Nasıl ki çiftçi bir tohumu toprağa atıp üzerini de toprakla örterse kafirler de akıllarına ve vicdanlarına danışmamaları nedeniyle Hakkı örtmeye gayret ederler. Fakat Hak örtülür mü! Tohumun toprağı yarıp güneşe uzanması gibi Hakk da (delil

de) kendisini örtmeye çalışan kitleyi yarıp güneşe uzanır. Mübarek İnsan suresinde kafirler için ayrılan bölüm kısadır. Rahman suresinde olduğu gibi üç kısa ve mübarek ayet.. Bu aynı zamanda kafirlere değer verilmediğinin de delilidir. (Rabbim cümlemizi Hakkı örtmekten ve Hakkı örtenlere uymaktan korusun) Mübarek ayet kendisinden sonra gelen ayetler ile de anlam bağı içerisindedir. Nasıl ki ―ebrar‖ ziynetlerle süslenecekse Hakkı örtenlerinde ziyneti zincirler, demir halkalar ve çılgınca yanan bir ateş olacak. Hem kıyamet gününden sonra ziynet yalnız müminler için ve yalnız müminlere helal olacaktır. (Bkz Araf – 32)

9

Kesinlikle “ebrar olanlar” karışımı kafur olan bir kadehten içer. (o kadar bol ki) kaynayan pınar; İçer onu Allah’ın kulları, onu (çağlayan gibi gürül gürül) fışkırtarak akıtırlar. Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve fenalığı (her yere) yayılıp-sarmış olan günden korkarlar ve sevdikleri yemekten yedirirler miskinlere ve yetimlere ve esirlere.. “Sizi ancak Allah için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve bir teşekkür istediğimiz yok. Kesinlikle Rabbimizden korkuyoruz, (kötülerin simalarını çirkinleştirecek) asık yüzlü belalı bir günden!” (derler) Böylece Allah’ta onları işte o günün şerrinden korudu ve onları parlak bir ışıltıya ulaştırdı ve sevince. Sabrettikleri için, onlara bir cennet ve ipek ile karşılık verdi.. Yaslanmışlardır oradaki divanların üzerinde, orada bir güneş görmeleri yoktur ve (üşütüp titreten) zemheri yok! ve onun gölgeleri üzerlerine yakındır ve kolayca toplanabilecek (şekilde yaratılmış) meyveleri alçaltılarak (toplanması için daha

da) kolaylaştırıldı ve etraflarında gümüşten kap ve billur olan kadehler dolaştırılır. Gümüşten billur kaplar ki, takdirlerine göre ölçülendirmişlerdir onu ve orada içeriği “zencebil” olan kadehten sunulur. Bir pınar ki orada “selsebil” adı verilir ve etraflarında dolaşır ölümsüz gençler, onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın. Ve gördüğünde, orada (bitmez) bir nimet ve büyük bir mülk/hükümdarlık görürsün. Onların üstleri ince ipekten elbisedir ve kalın ipekten ve gümüş bileziklerle süslendiler ve Rableri onlara tertemiz bir şarap sundu. Mübarek Rahman suresinde cennetin fizik yapısı ve nimetleri büyük anlamlar içeren tek cümleler halinde anlatılmıştı. Bizde şuan ki duyularımızla ve şuan ki dar görüşümüzle yani bilmediğimiz ve akılla da asla bulamayacağımız bir şeyi tanımlamaya çalışmaktan korktuğumuzu sebeplerini de belirterek yazmıştık. Bu mübarek İnsan suresinde, ebrarın hali açıkça tasvir edilmiş ve karşımıza adeta bir tablo gibi resmedilmişse de ne kafur bizim bildiğimiz kafurdur, ne zencebil bizim bildiğimiz zencebildir nede billurun ve ebrarın ışıltısı bizim bildiğimiz ışıltıdır. Eğer o ışıltıya bu gözle bakacak olsaydık gözümüz kamaşır başka hiçbir şey göremezdik. Oradaki hiçbir şeyin buradaki hiçbir şeyle aynı olmadığına ―bir delil‖ meyvelerdir. Şöyle ki; Dünya da ki meyvelerin pek çoğu zahmetle yetiştirilir ve zahmetle toplanır. Ve o meyvelerden çok yersen diyabet olursun, karaciğerin yağlanır ve iflas eder, vücudunda yaralar çıkar, böbreklerin iflas eder ve sonunda komaya girip ölürsün. Oranın şarabı da buranın şarabı gibi değildir. Buranın şarabı beyin hücrelerini öldürür, vücudun iflas eder, seni türlü kötülüğe iter. Oranın şarabı ise hayatına hayat, sonsuz neşene sonsuz neşe daha kadar.. Demek ki bu mübarek ayeti kerimeler, arada hiçbir aracı olmadan tüm çağlarda yaşamış müminlere müjde olarak cennetten sadece bir sahneyi ―herkesçe anlaşılabilecek bir şekilde‖ akıllarda resmediyor. Bu nedenle yukarıdaki kısmı kulların hayallerine karışmadan bazı ifadelere değinerek üstün körü geçeceğiz. Mübarek Kur’anın zamanlar üstü gerçek tevilini ancak Allah Teala bilir. O’ndan hatalarımızı affedip örtmesini ve kalbimizi dini üzere sabit tutmasını dilemekteyiz.. Kesinlikle “ebrar olanlar” karışımı kafur olan bir kadehten içer. Öncelikle ―ebrar‖ kelimesinin manasını öğrenebilmek için rahmetli Elmalılı hocanın kitabına baktık. Allah ona rahmet etsin Elmalılı hoca ―ebrar‖ kelimesinin ―berr‖ kelimesinin çoğulu olduğunu belirtmiş. Berr aynı zamanda Yüce Rabbimizin mübarek bir sıfatıdır. İlginç olarak samimi Müslümanları tanımlayan Mümin kelimesi de aynı zamanda Yüce Rabbimizin bir mübarek sıfatıdır. MÜ’MiN: O kullarına emniyet güven verendir. Demek ki, Müminlik derecesindeki Müslümanlar insanlığa emniyet güven verenlerdir yani halkın elinden, dilinden ve belinden emin olduklarıdır. BERR: O kullarına karşı merhametli, iyiliği bol, kullarını çokça hoş görendir. Demek ki ebrarlık derecesindeki Müslümanlar insanlığa karşı merhametli, iyiliği bol ve kusur örten karakterdeki insanlardır. Öyleyse Tasavvufun ―Bekabillah‖ ve ―enelhak‖ isimleriyle tanımladığı ―hal‖ bu mübarek surede tasvir edildiği gibi neden olmasın! Dikkat et! Oradaki mülk, oradaki hükümdarlık asla ortağı bulunmayan Yüce Melikimizin krallığıdır. Yüce Rabbimiz hiçbir yaratılandan çekinmez ve hiçbir yaratılan asla O’nunla eşit Haklara sahip olamaz. (Bkz Rum – 28) Yani ―Bekabillah‖ mümin ve ebrar sıfatlarını kazananın halidir!

10

Bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz, bir biri üzerine kurulan bir bütündür, asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Nasıl ki kafirler Hakkı örter, nimeti örter ve nankörlük ederlerse; Ebrar olanlarda Hakkı örtmezler, nimeti inkar etmezler ve onlar ―Ahseni takvimleri‖ başarıyla dosdoğru yola ulaştırıldığı için şükrederler. Dikkat et! Çok Mübarek Hayy ve Hadi sıfatları bu mübarek surenin anahtarlarıdır. Oradaki hiçbir şey buradaki hiçbir şey ile aynı değildir, sadece oradaki insanlara dünyadaki nimetleri hatırlatıcı, burada ki insanlara da cennet nimetlerini tasvir edici şekillerde benzetme yapılmıştır. Kafuru da öyle algılamalıyız. Bu düşüncemize delil olarak Bakara suresi yirmi beşinci ayeti kerimeyi göstereceğiz. Kafur ile kast edilen mübarek mana oradaki nimetlerin hoş kokulu, hoş tatlı güzel nimetler olduğudur. (o kadar bol ki) kaynayan pınar; İçer onu Allah’ın kulları, onu (çağlayan gibi gürül gürül) fışkırtarak

akıtırlar. Oradaki hiçbir şey buradaki hiçbir şey ile aynı değildir. Buradaki her şey sonludur, tükenir. Oradaki bir içecek bile şelale gibidir, dileyen dilediği kadar içer asla bitmez. Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve fenalığı (her yere) yayılıp-sarmış olan günden korkarlar ve

sevdikleri yemekten yedirirler miskinlere ve yetimlere ve esirlere.. Ebrarın kişilik özelliği bizlere tanıtılmakta ―onlar adaklarını yani verdikleri sözü yerine getirirler‖ denmektedir. Bu söz bir yönüyle elest meclisinde verilen sözü bir yönüyle de dünyadaki adakları ifade eder. Peki Yüce Rabbimiz dilemedikçe zaten kimse kurtulamayacaksa ne diye bize onların karakter özellikleri tanımlanıyor dersen şunu bilmelisin. Birincisi: İyiliği emretmek için, böylece ebrarın yaptığını yapanların karakteri onların karakterlerine benzeyeceği için yani kim

Allah’a inanırsa, onun kalbini dosdoğru yola ulaştırır. Tegabun suresi İkincisi: Bir müminin, mümin kardeşini tanıyabilmesi için tanıtılıyor. Fenalığı yayılıp sarmış olan gün kıyamet yani hesap günüdür. O gün kaçabilecek bir yer bulunmaz. O gün insanlar eşini ve çocuklarını dahi fidye olarak verip kurtulmayı isterler.! Kafirler için bir kurtuluş yolu var mı! Onlar canları istedikleri halde yemeklerini paylaşırlar. Ebrar böyle iyi kalpli yufka yürekli insanlardır. Miskinlere: Yani çalışamayacak durumdaki veya her hangi bir nedenle çalışamayan böylece zor durumda bulunup fakirlik çeken bakıma muhtaç insanlar. Yetimlere: Sahibi kalmamış böylece Yüce Rabbin topluma emanet ettiği çocuklar, erişkinliklerine gelene kadar. Esirlere: Yakın çağda ve hatta bu gün bile kendini medeni sanan pek çok toplum, eline esir olarak geçmiş, artık kendisine hiçbir zararı olmayan insanlara türlü eziyeti, en aşağılık zulümleri uygulayabiliyorlar. Balkan savaşlarında esir düşen askerlerin ve masum halkın bile vahşice öldürülmeleri, Birinci dünya savaşında binlerce Osmanlı askerinin kör edilmesi, Srebrenica da, Kosova da ordusu bile bulunmayan halklara yapılanlar. Irak’ta yapılan zulümler bunlara delildir. Ebrar bunları asla yapamaz. Mümin toplum ancak can karşılığı olduğunda ―sorumlu‖ insanın yada ―sorumlu‖ insanların öldürmesine karar verir. Kurşuna dizilir, idam edilir yani benzeri saygın metotlar uygulanır. O öldürüş bile haddi aşarak olamaz. Mahkum insanlar dahi eziyet edilerek öldürülmemelidir. İşte öldürmekte haddi aşmamak budur!! “Sizi ancak Allah için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve bir teşekkür istediğimiz yok. Kesinlikle Rabbimizden korkuyoruz, (kötülerin simalarını çirkinleştirecek) asık yüzlü belalı bir günden!” (derler) Yeryüzündeki hiçbir bela babanın oğlundan oğlunda babasından kaçacağı, eşlerin birbirlerini ve çocuklarını bile fidye olarak vermeye kalkacağı o günkü belanın derecesi ile aynı olamaz. İşte ebrar o günkü beladan korkar, minnet göstermek ve bir karşılık vermek isteyenleri durdurarak yalnızca ―vechillah‖ yani Yüce Rabbimizin Yüce Zatı için yardım ettiklerini dilleriyle yada kalpleriyle yada niyetleriyle ifade ederler. Eğer Allah’a güzel bir borç

verirseniz onu kat kat arttırarak size öder ve sizi bağışlar. Ve Allah Şekür’dür, Halim’dir Tegabün suresi.

11

Böylece Allah’ta onları işte o günün şerrinden korudu ve onları parlak bir ışıltıya ulaştırdı ve

sevince. Yüce Allah kullarına yetmez mi hiç! Yüce Rableri onları korudu, onları ışıltılı bir aydınlıkla yeniden yarattı ve ebedi sevince ulaştırdı. Sabrettikleri için, onlara bir cennet ve ipek ile karşılık verdi.. Başlarına gelenlere sabrettikleri için Yüce Zatıyla Gani olan Yüce Rableri tarafından ödüllendirildiler. Yaslanmışlardır oradaki divanların üzerinde, orada bir güneş görmeleri yoktur ve (üşütüp titreten)

zemheri yok! Cennetteki döşeklerden en son Rahman suresi yetmiş altıncı ayeti kerimede bahsetmiştik. --Muttekiîne alâ refrefin hudrin ve abkariyyin hisân-- Mübarek ayeti dilimize çevirdiğimizde orijinal çevirisi ―Yaslanırlar refref üzerindeki yeşil ve güzel işlemeli döşeklere güzeller.‖ Olan mübarek cümle, devrik olmaması için cennetin güzel kadınlarını ifade eden ―hisan‖ kelimesini gramerimiz gereği başa almış ve ―Güzeller refref üzerindeki yeşil ve güzel işlemeli döşekler üzerine yaslanırlar‖ demiştik. Döşekleri ifade etmek üzere o mübarek ayette kullanılan kelime ―abkariyyin‖ kelimesiydi. Bu mübarek surede ise (el eraiki) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime yerden yüksek divan ve koltuk manasına gelmektedir. Rahman suresi yetmiş altıncı ayeti kerimede aynı anda hem ―abkariyyin‖ ve hem de ―refrefin‖ kelimelerinin geçmesi çok ilginçtir. Bu ―refref‖ takıntımızın nereden geldiğini doğrusu bizde tam bilmiyoruz. Ancak o ayeti kerimede ―refref‖ ile ilgili olarak farklı bir şey var. ―Refref‖ kelimesi bir tek o ayeti kerimede geçmektedir. ―Hisan‖ kelimesi ise Rahman suresi yetmişinci ayeti kerimede güzel kadınları ifade ederek geçmiştir. Biz bu nedenle ―refref‖in bu dünyada tanımlayamayacağımız farklı bir şey olduğunu düşünmekteyiz. En doğrusunu Rabbimiz bilir. Yüce Allah günahlarımızı ve hatalarımızı affetsin.. ―La Yeravne‖ yani görmeyecekler ―şemsen‖ bir güneş.. Orada güneş olmadığının bir delilimidir? En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir. Orada güneş olmadığını düşünmemizin delilide bir sonraki kelime olan zemherinin başında da ―la‖ olmasıdır. ―ve la zemheriren‖ –―Bir zemheri yok‖.. Bu nedenle çeviride biz de iki defa yok dedik. Bir gölgenin örtüşü, koyuluğu nedeniyle yakıcı güneş görülmeyebilir. Fakat orada üşütüp titreten bir soğuğunda olmayıp cümlelerin bir birini yokluklarla tamamlaması orada mevcut bir güneşin olmadığı fikrini daha ön plana almamıza sebep oldu. En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir. Başlarken dediğimiz gibi; Bu konular şuan ki idrakimizle ve hatta duyularımızla asla tam olarak anlayamayacağımız konulardır. Kitaplarımıza çağrıldığımız gün savunmamız istenirde savunma yapabilmek nasip olursa yukarıdaki gibi diyebiliriz inşaallah. (Yüce

Rabbimiz! Kitabın da gördük bu iki konuyu tam anlayamadık, tam çözemedik sen affeyle bizi!) Mübarek Kur’anın tevilini ancak Yüce Rabbimiz bilir. Yüce Rabbimiz insanların ihtilaf ettikleri konular hakkındaki hükmünü hesap günü verecektir. Umarım kusurlarımızı örter, günahlarımızı bağışlar ve bizi affeder. Gaybı taşlamak ve bir delile dayanılmadığı halde mübarek Kur’an ayetleri hakkında tartışmak ne kadar kötü bir şeydir. Yukarıda -kalbimizde olanı söylemek zorunda olduğumuz- iki ayetteki iki halimizle korkulara düştük. Bu korkulara düşüşümüz ―refref‖ in anlamı ve güneşin oradaki mevcudiyeti hakkındaydı. Yüce Rabbimiz! Bizi kendimizde bulunanla sevinen fırkalardan kılma. Grup grup olmaktan ve ayrılıklara düşmekten sana sığınırız. Mübarek Kur’anın gerçek tevilini bilen yalnızca sensin. Yüce Rabbimiz her şeyi bilen sensin ancak sen! Kusurlarımızı ört..

12

ve onun gölgeleri üzerlerine yakındır ve kolayca toplanabilecek (şekilde yaratılmış) meyveleri

alçaltılarak (toplanması için daha da) kolaylaştırıldı O dünyanın nasıl bir fen ile Yüce Rabbimiz tarafından var edildiğini –bu idrakimizle- anlamamıza imkan yoktur. Dünya da bazen kızgın kumlardan yada yakıcı güneşten kaçıp bir gölgeye ulaşmak ne kadar zorlukla olabiliyorsa, bazen bir cevizi kırmak ne kadar zor olabiliyorsa orada da tam aksine gölgeler ―zelildir‖ yani kolaydır yakındır. Meyvelerde ―zelildir‖ kolaydır ve yakındır.. Bu terimler zihnimizde cenneti tasvir etmek için yapılan benzetmelerdir. Daha önce dediğimiz gibi bunlar bizlere verilen gayb haberleridir. Bunun sadece inananlara vaat edilen bir hediye olduğunu hissedip arzulamaktır bize düşen.. Başımıza neler geleceğini, bizlere neler yapılacağını ve nelerle karşılaşacağımızı her türlü inceliğiyle bir tek Yüce Rabbimiz bilir. ve etraflarında gümüşten kap ve billur olan kadehler dolaştırılır. Yüce Zatıyla Gani olan Yüce Melik’in hükümdarlığıdır bu başka şeye benzer mi!! Nasıl ki ebrar yeni yaratılışında ışıltılıysa, ebrara verilen her şeyde aynı ışıltıdadır.. Göz kamaştırıcı bir mülk.. Gümüşten billur kaplar ki, takdirlerine göre ölçülendirmişlerdir onu Oranın fenlerine uygun olarak ve Yüce Rablerinin onlara nasip ettiği yetenek ve zanaatlarına uygun olarak sırf takdir ettikleri gibi, canlarının istediği gibi dizayn etmişlerdir o kapları. Öyle muhteşem kaplar ki ―İçi gözüken, ışıltı saçan gümüş‖.. Ya ne sandın mübarek Rahman suresinin ikinci ayetinde demedik mi? Yüce Rabbimizin idrak ve beyanı insana öğretmesinin sonucunda insan üç ilahi olguyu ve yani rızık, sanat ve bilimi üretebilir, anlayıp-oluşturabilir ve kullanabilir hale gelmiştir. Avcı insan topluluklarının av esnasında duydukları heyecanı ve avladıkları hayvanları mağara duvarlarına resmetmesi. Tarım topluluklarının doğayı ve canlıları anlayarak üretime geçmeleri. Yakın çağda bir kemanın namelerinin insan ruhunu okşaması, sanayi devriminden sonra radyo dalgaları ile iletişim kurulması, uzay çağında teleskoplarla evrenin derinliklerinin incelemesi ve tüm bunlar Yüce Rabbimizin beyanı bizlere öğretmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. O zaman düşünmeliyiz denizde yüzen dağ gibi inşa edilmiş gemilerin gerçek sahibi kimdir? Yaratılışında insana üflenen ruh ile kast edilen idrak ve beyan kabiliyetleri ise rızık, sanat ve bilimi öğrenip kullanması yaratılışımızda yani içgüdülerimizde var demektir. En doğrusunu ancak Yüce Rabbimiz bilir.

İyi düşün! Ruhun -özelliklerinden biri- idrak ve beyan kabiliyeti yani rızık, sanat ve bilimi öğrenip kullanması-uygulaması olamaz mı? Bizce bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz birbiri üzerine kurulan bir bütündür ve bir mucizedir. Yani bizce ruhu bir kumsala benzetirsek, onun özelliklerinden –birer kum tanesi- idrak ve beyan kabiliyetleri olabilir. Bu iki küçük kum tanesi diğer canlılarla aramızdaki farkı ortaya koyar. Peki kumsalın tamamı nedir? Dersen, bil ki onu tüm inceliğiyle ancak Allah Teala bilir.. ve orada içeriği “zencebil” olan kadehten sunulur. Dünya da ki zencefil şifalıdır. Nefes açar. Bu benzetme ile bize şu mesaj verilmektedir. İçeriği zencebil olan o kadeh nefesine nefes hayatına hayat, neşene neşe, coşkuna coşku daha verir. Kafur yada zencebil bu benzetmelerin kastı budur. En doğrusunu Rabbimiz bilir.. Bir pınar ki orada “selsebil” adı verilir Orada kişi mülkü yok, senlik benlik yok, alabildiğine eşitlik, alabildiğine hürriyet ve alabildiğine kardeşlik var. Orası Yüce Rabbin krallığıdır. Kurumaz çeşmeler herkes içindir ve şelale gibi akarlar.. ve etraflarında dolaşır ölümsüz gençler, onları gördüğünde saçılmış birer inci sanırsın. Ebrarın etrafında saçılmış inci misali dolanan bu gençler de kim? Cennete ki ―Vildan‖lar yani çocuktan büyük genç evlatlar. Kim olabilir bu genç evlatlar? İşte bizce onlar, takdiri ilahi sonucu yada savaşta ve başka şekillerde zalimlerin eliyle ölmüş küçük masumların yeniden yaratılırken beden bulmuş halleridir. Onlar artık cennetin gençleri, incileridir..

13

Ve gördüğünde, orada (bitmez) bir nimet ve büyük bir mülk/hükümdarlık görürsün. İşte o nimetlerin ve o hükümdarlığın sahibi Yüce Zatıyla Vehhab olan Yüce Melik’tir. O’nun nimetinin ve hükümranlığının sonu olur mu hiç! Onların üstleri ince ipekten elbisedir ve kalın ipekten ve gümüş bileziklerle süslendiler Ait oldukları fenlere uygun ve en güzel şekillerde kusursuz bir zanaatla takdir edilerek yapılmış ince ve kalın ipek elbiseler ve gümüş bilezikler.. O eşyaların dahi dünyada emsalinin olmadığını sakın unutmayın! ve Rableri onlara tertemiz bir şarap sundu. Aşk şarabıdır bu dünya da satılan pislikle karıştırma! Bulamazsın marketlerde boşuna sorup araştırma! Aşığa pınarla, şelaleyle sunulur parayla sanma! Hayat ve neşe sarhoşu olursun vurmaz asla başına! İçene ne hastalık verir nede yolu şaşırma! Namerde yasaktır, helaldir sadece mert olana! Kesinlikle bu, size bir karşılıktır ve gayretinize bir teşekkür. Bütün bu ebedi hediyeler ebrarın yaptığı iyi ve güzel işlerin yani kurancasıyla sahil amellerinin karşılığıdır. Çünkü ebrar için daha önceki mübarek ayeti kerimede verilen örnek imanın yanında ameli bir örnektir. Yani ebrar samimiyetle inanır ve inancın yanında sırf ―vechillah‖ yani Yüce Rablerinin Yüce Zatı için eyleme geçerek miskinlere, yetimlere ve esirlere koşarlar. Bu eylem inançlarından başlayarak doğar ve inançlarıyla bütünleşen eylemleri sonucunda ―O‖ olurlar yani Yüce Allah’ın sıfatıyla, mübarek ―Berr‖ sıfatının çoğuluyla sıfatlanırlar. İlk iman yada başlangıç imanı da diyebileceğimiz ―tasdiki iman‖ Yüce Allah’ın dilediği kullarının kalbine bıraktığı bir Nur zerreciğidir. O mübarek nurun kıymetini bilmeyenler eylemleriyle haramlara ve büyük günahlara dalarak o Nur’u söndürürler. Böylece karanlık kalplerini, kötülük benliklerini kaplamış olur. Böylece tövbe etmeden ölürlerse ebedi vatanları olan cehenneme kavuşurlar. ―Tasdiki imanlarını‖ koruyabilenler ise ancak –Allah’ın yardım ve hidayeti- sonucu O’nun izniyle ―İyi ve güzel işler yaparak‖ bunu başarabilmişlerdir. İşte buna kuran lisanıyla ―Salih amel‖ denilir. ―Tasdiki iman‖ ancak ―ameli iman‖ ile korunabilir. İyi - güzel işler ve sürekli ibadetler ile o küçük Nur zerreciği kalpte büyümeye başlar dev gibi bir güneşe dönüşür. Artık aşk ile yakmaya başlar o kalbin sahibini. Bundan böyle imanı kalbine sığamaz taşar! Artık ismi Mü’mindir Ebrar’dır.. Böylece iyi ve güzel işlerde ve ibadetlerde yarışırcasına koşuşur. İman ettiğini söyleyen bir insan düşün, hem imanını söylüyor hem de ısrarla domuz eti yiyor. Böyle bir iman olabilir mi! Bir diğeri hem iman sahibi olduğunu söylüyor hem de şarap (alkol) tüketiyor. Böyle bir iman olabilir mi! Bir kadın düşün iman ettiğini söylüyor ama çarşıda çırılçıplak geziyor. Böyle bir iman olabilir mi? Her şeyi yapıp da ―kalbimde iman var, ben kalbimle inanıyorum‖ diyemezsin! Yapılan iş ve iman bir birinin ayrılmaz birer parçasıdırlar. Müslüman isen Müslüman gibi yaşamak zorundasın, çünkü yaptığın işler senin kalbini ya güneşe çevirir yada karanlığa. Daha önceki Tegabün suresinde iman derecelerinden kısaca bahsetmiştik. Büyük günah işleyenlere nasıl Müslüman diyebiliriz ki, Müslüman Yüce Allah’ın emirlerine teslim olan demektir. Müslüman sıfatı en düz iman derecesi olup Yüce Rabbimizin emirlerine uyan ve yasaklarından kaçanları işaret eder. Bu nedenle yasaklanan haramları çiğneyen ve büyük günah işleyen kişiler tövbe etmedikçe Müslüman sıfatıyla adlandırılamazlar. Ancak aile üyelikleri nedeniyle miras hakları bulunmaktadır ve ehli kitap yada putperest gibi dini grup oluşturmadıkları için Müslüman mezarlıklarına gömülebilirler. İman iddiasında bulunup ısrarla yanlış işler yapanların kafir de Müslüman’da sayılmayıp böylece ―iki menzile arasındaki bir menzile‖ olarak değerlendirilmeleri yukarıda belirttiğimiz birkaç ayrıcalıklı hakları nedeniyledir. Bu hakları da Kur’an da değil, sünnette vardır..

14

Daha önceki mübarek Tegabün suresinde beş grupta inanç derecelerini saymıştık. Bu derecelerden son üçüne delil olarak Nisa suresi altmış dokuzuncu ayeti kerimeyi göstermiştik. İlk inanç grubundakiler içinse Hucurat suresi on dördüncü ayeti kerimeyi delil göstermiştik;

Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman

kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi

eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Hucurat - 14

Demek ki iman sadece söylemekle olabilen bir şey değil. Demek ki iman yapılan itaatle ve o itaat sonucu gelişen eylemle birlikte var olabiliyor. İşte bu durum yapılan iş ve imanın bir birlerinin ayrılamaz bir parçası olduğuna delilimizdir. Yukarıdaki mübarek ayette açıkça belirtildiği gibi yapılan iş imanın ayrılamaz bir parçasıdır. Hazreti İmam Ali efendimiz de ―İman söylenmiş söz, yapılmış iş ve akıllarla bilmektir buyurmuştur.‖ Hucurat suresi on beşinci ayeti kerimeyi de düşünürsek delilimiz daha da pekişecektir. İman ve yapılan iş arasındaki ilişki açıkça bu olduğuna göre.. Peki o zaman mübarek ayeti kerimeye göre ―İslam olmuş olanlar‖ kimlerdir?! İşte onlar daha önce dediğimiz gibi İslam’ın değerlerine saygı göstererek İslam ile savaşmayıp ―İslam ile barış yapmış‖ böylece de ―Barışa yani İslam’a girmiş‖ olanlardır. Ancak onlar kalplerinde ―tasdiki imanı‖ taşımadıkları için iman ehli değillerdir ve doğal olarak henüz itaatle eyleme geçmemişlerdir. Onlar İslam’ın değerlerine ―boyun eğdikleri‖ anda müşriklikten çıkmış oldular. Fakat hala Allah’a ve ahiret gününe inanç kalplerine sinmemişti. Onlar bu halleriyle İslam grubu olarak kabul edildiler. Günümüz penceresiyle, güncel olarak düşünürsek şimdiki ehli kitap, özelliklede Hıristiyan halktan sıradan birileri eğer İslam ile savaş içerisinde değillerse ve fırka fırka din gruplarına da dahil değillerse, toplumu ve insanlığı müfsid ederek bozan cana kıyma, zina gibi büyük günahlardan uzak duruyorlarsa Hucurat suresi on dördüncü ayeti kerime de belirtilen İslam grubu içerisinde yer alabilirler. Hatta onlar bir yaratıcı ve ahiret günü inancı taşıdıkları için ve yani bizim ilahımızla onların ilahı aynı olduğu için mübarek Hucurat suresi on dördüncü ayette kast edilen gruptan bile daha üstündürler.. Unutma!! Özellikle onların din adamları ve fırka fırka din grupları ise gerçeği örttükleri ve Hz. Nebilerin dinini heves ve eğlenceleri edindikleri ve kendileriyle kiliselerini tanrı yerine koydukları için mübarek Kur’an da lanetlenmişlerdir. Hakikati örtüp inatla sapıklıktan ayrılmayanların taşıyabilecekleri tek sıfat kafir (hakkı örten) sıfatıdır..

Aslını öğrenmeden bir şeyi kabul etmek sapıklıktır ve Allah’ın hidayetinin dışında hevasına tabi olmuş olur.

Onların batıl ehlinden ve yanlış yolda gidenlerden olduğunu bildiği halde inatla onların hak ehlinden

olduğunu savunursa o bilmediği şeyi savunduğu için cehennemde en şiddetli azabın içindedir. Hazreti İmam

Zeyd (A.S.)

İman ettim demek; Yüce Allah Tealanın emirlerine ve yasaklarına uyacağım diyerek söz vermektir. Tam bu noktada suredeki mana bütünlüğü bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü Ebrar olanların mübarek surede işaret edilen ilk vasıfları ―Verdikleri sözü yerine getirmeleridir.‖ Daha da bütüncül bir mana ile onlar taa elest meclisinden beri yaratılışın her aşamasında şükredenlerden olmuşlardır. Onlar Hakkı örtmezler ve verdikleri sözü yerine getirirler. İmanları eyleme dönüşür ve böylece Yüce Rabbin sıfatıyla sıfatlanırlar. Bu mübarek Kur’an hiçbir kelimesi birbirinden ayrılamaz, birbiri üzerine kurulan bir bütündür bir mucizedir.

15

Kesinlikle biziz Kur’anı sana (kolayca idrak edebilmen için) kısım kısım indiren, biz! İlk hitap ve apaçık asıl kasıt Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa’yadır. Ebrarların ebrarı olan iki cihan güneşi efendimize hitap ediliyor. Mübarek ayette, Mübarek Kur’anın kısımlar halinde efendimize indirildiği buyruluyor. Bu kısım kısım indirilmenin kolayca idrak edilebilmesi için olduğunun delili Furkan suresi otuz ikinci ayeti kerimededir. Ayrıca mübarek Kur’anı parça parça kılanlara Hicr suresinde öfkelenilmesi şu durumu ortaya koymaktadır; ―Mübarek Kur’anı kerimin inen her bölümü, diğer bölümlerini tamamlayıp mübarek manayı pekiştiren bir özellikle inmiştir.‖ Bu sayede mübarek Kur’anın bir ucundaki ayeti pekiştiren bir ayeti kerime bir başka ucunda bulunabiliyor. Demek ki; Mübarek Kur’anın gerçekten simetrik bir yapısı var ve mübarek Manası bir bütün. Beşinci mübarek suredeyiz, beş surenin beşi de farklı sıralarda ve farklı yerlerde inmiş fakat mübarek Manada en ufak bir çelişki ile karşılaşmadık. Karşılaştığımız zorluk Mübarek Kur’anın okyanus, bizimse sadece basit bir testi olmamız, bu nedenle de tam manayı ifade edemiyor ve bu acizliğimizle de asla edemeyecek olmamızdır. Kendimizi mübarek Kur’ana bıraktık onun bizi savurduğu yere gidiyoruz.. İkincil hitap; Mübarek Kur’ana inanan tüm Kur’an okuyucularınadır. Bu açıdan bakıldığında da hem Hz. Resulullah efendimize hem de Mübarek Kur’ana tutunan herkese verilmiş bir müjde ayetidir. O halde Rabbinin hükmüne sabret ve itaat etme onlardan bir günahkara veya kafire Şu mübarek Kur’an da ki mübarek mananın birliğini görebiliyor musun? Sabrettikleri için ebrar cennet ve ipek ile ödüllendirilmişti. Demek ki bizzat sabrın kendisi ―Salih amellerden‖ bir ―Salih amel‖ yani iyi işlerden bir güzel iş.. Karşılığı da cennet ve ipek; önemli ki mübarek suredeki ilk emir! Mübarek hitap ilk olarak Ebrarların ebrarı Muhammed Mustafa efendimizedir. İkincil hitap; Mübarek Kur’ana inanan tüm Kur’an okuyucularınadır. Bunun delilide cenneti kazanan ebrarın sabrettikleri için cennet ve ipek ile ödüllendirilmiş olmasıdır. Resulullah efendimiz Hak yolunda mücadele ederken çok sıkıntılara göğüs gerdi. Bazı çocukları vefat etti, tertemiz bedeni taşlandı, Şib vadisinde karnına taş bağlayıp gezdi.. Adaleti ve iyiliği emretmek Yüce Rabbimizin geleneğidir. Adem atamız yaratıldığından beri Rabbimiz insanoğluna hep iyiliği emretmiştir. Sabır tavsiyesi de iyilik emrinin bir türüdür. Mübarek Kur’ana inanan ve ona saygı gösterip okuyan tüm okuyuculara da bu tavsiye yapılmaktadır. Devir başka devir olsa da gene hepimiz türlü imtihanlarla en sıkı şekillerde sınanıyoruz. Ailelerden, fakirlikten zenginlikten, savaştan, şiddetten, kavgadan, eş bulmaktan, akrabalardan ve türlü türlü hallerden sınava çekiliyoruz. Bu evren ve içindekiler fanilikleriyle en mükemmel, en eşsiz bir imtihan yeridir. Bizler zenginliği ve fakirliği ortadan tamamen kaldırsak bile yerine başka dertler çıkacaktır ve Ankebüt suresinin başlangıcındaki ikaz gene yerini bulacaktır. Lakin zengini ve fakiri olan toplumlarla yıldızlara ulaşılmaz! Çünkü zenginler yıldızlara ulaşsa kalan fakirleri yok ederler. Hatta kalan fakirler kendileri ortadan kalksa gene eşit toplum olur. Çünkü yıldızlara ancak eşit toplumla, kaynakları eşit bölüşüp kullanan toplumla ulaşılır.!! Fakirliğe de zenginliğe de bu yazıyı okumaya da oralara ulaşmaya da sabır gerek!! Sabır çok lazım ki emredilmiş.. Muhammed Mustafa efendimize ve Kur’ana inananlara sabrın ardından günahkarlara ve kafirlere itaat etmemeleri buyruluyor. Dikkat et! Günahkarları da kafirlerle bir sayıyor. Tıpkı Ebrarı gayretleriyle bir saydığı gibi, atalarımızın güzel bir sözü var ―aynası iştir kişinin lafa bakılmaz‖. Kafir örterek kafir olur, günahkar da günah işleyerek günahkar olur..

16

ve Rabbinin adını zikret, sabah ve akşam ve geceden de, böylece secde et O’na ve O’nu

tespih et uzun bir gece.. Mübarek ayette verilen ilk ibadet emri zikirdir. Dikkat et! En büyük ibadet zikirdir. Her an din ile yaşanmaz fakat her an zikir ile yaşanır. Zikir, Yüce Rabbimizi anmak demektir. Zikir sabah uyandığında –Hz. Ali efendimizin dediği gibi akıllarla anlamlarını bilerek- ―sübhan allahu ve bi hamdih, subhan allahul azim‖ demektir. Sofraya otururken ―Bismillahirrahmanirrahim‖ demektir. Bir işe başladığında ―La havle ve la kuvvete illa billahil Aliyyil Azim‖, korktuğunda ―Hasbun allahu ve nimel vekil‖, bahçeye girdiğinde ―Maaşallahu la kuvvete illa billah‖, çözemediği bir durumla karşılaştığında hemen Kur’ana sarılıp ―Allah’ım bana bir nasihat lütfet, güzel öğütlerinden bir öğüt lütfet‖ diyerek kuranı açmaktır. Daha bir sürü durumda.. ve tüm bunları Yüce Rabbinin onu her an, her hali ile gördüğünü bilerek samimi bir şekilde yapmaktır. İşte en büyük ibadet olan zikir budur. Mübarek ayette zikir secde ile birlikte anıldığından demek ki namazın isimlerinden biride zikirdir. Mübarek Kur’anın bir ismi de zikirdir. Resulullah efendimiz ve Kur’ana iman etmiş Kur’an okuyucuları bu emre muhataptırlar. Mübarek ayette sabah, akşam ve gece vakitleri özellikle vurgulanmakta, bu vakitlerde secde edilmesi istenmektedir. Bu apaçık bir şekilde özel vakitleriyle birlikte namaz emridir. Bir de bu vakitler o kadar önemli vakitlerdir ki bu vakitlerde yapılan zikir ve namazla secde Yüce Rabbimizin yaratıcılığına ve kudretine ve nimetlerine şükrün zirvesidir. Gecenin gündüze döndüğü şafak vakti adeta bir diriliş vaktidir. Bütün evreni, işi, rızıkları yaratan Yüce Rabbimize saygı ile boyun eğilecek vakittir. Akşam vakti de böyledir her şey sakinliğe girer, sessizlik çöker. (Geceyi gündüze, gündüzü de geceye çeviren Rabbimizin şanı ne kadar

Yücedir.) Bu vakitler öyle vakitler ki eğer kahvaltını sabah secdesinden sonra iyi ve temiz olan şeylerle yaparsan, akşam yemeğini de akşam secdesinden sonra yaparsan ve bir daha da gece yemezsen, yediklerinde de aşırıya gidip israfa batmazsan vücudun sağlıklı olur. Fazla kilolarından da kurtulursun. Unutma sofradan tam doymadan kalkmak sünnettir. Birde bereketi var bu vakitlerin bilmiyor musun? seherde kalkana en güzel elbiseleri biçerlermiş!! Sabah vaktinde sabah namazı, akşam vaktinde akşam namazı, geceleyin yatsı namazı ve yatmadan öncede vitir namazı kılınır. Cünüpken namaza yaklaşmamak Rabbimizin emridir. Demek ki! Allah Tealanın kulları cünüpken namaza yaklaşmadıklarında bile O’nun emrine uymuş oluyorlar. O’ tek Yücenin emrine uyanlar cünüpken bile O’na itaat ederlerse sevap kazanmazlar mı hiç!! Namazdan önce taharetli olanlar yani temiz kişiler Mübarek Maide suresi altıncı ayeti kerimede Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi abdest alırlar. Abdest alırken de pinpirikli olma! Çünkü o ya vesvesedendir yada hastalıktan!! Suyu çok kullanırsan israfa batarsın! O daha beter!! “Kolaylaştırın güçleştirmeyin” dedi iki cihan güneşi, o mübareğin sözünü iyi anla! Biz insanız namazda soğuk olursa burnumuz akar, sıcak olursa da terler kokarız! Bazen karnımız gaz yapar guruldar, bazen de öksürük yada hapşırık tutar. Yüce Rabbimiz Yüce Halim iken insan fıtratına aykırı zor işlere sürer mi kullarını.. O gerektiğinde Teyemmümü farz kıldı inkar etme! Eskiden insanlar kırlık yerlerde toprakla iç içe yaşarlarmış. Şehirler bile böyleymiş. Şimdi ise her yer beton yığını ve kirli. Parklar dahi köpek pisliğiyle dolu! Çölün tertemiz kumunu bulamazsın buralarda. Mecbur kalırsan aklını kullan! temiz bir havlu al elini ve yüzünü güzelce mesh et! Sen zaten istediğin kadar temizlensen de mükemmel şekilde temiz olamazsın. Sözün manasını anla saygı içindir bu.. ―Allah temizlenenleri sever.‖ Unutma. Demek ki! Namaza kalkmak her şart ve hal altında kolaylaştırılmış. O zaman artık sende kendine zorlaştırıp da şeytana uyma..

17

―Yapılan işlerin en hayırlısı hangisidir‖ denildiğinde iki cihan güneşi efendimiz Muhammed Mustafa ―Vaktinde kılınan namazdır‖ buyurmuştur.. Artık sende Yüce Allah’ın ve Resulünün dediğine uy ve sakın ―namazdan çalayım‖ deme! Kalkıp niyet edince tekbir alıp ellerini boğazına kadar kaldır. Sonra ellerini içinden geldiği zaman yanlara sal, içinden geldiği zaman da sol bileğini sağ elinle tutarak karnının üzerinde bağla. Sen Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi yap o bazen bağlamış bazen de salmış! Sübhaneke duadır onu –akıllarla bilerek- oku sonra besmele ile fatihayı oku ―ve lad dallin‖ dedikten sonra da amin deme! Sonra diz kapaklarını ellerinle tutup Aliyy ve Azim olan Rabbinin Yüceliği önünde eğil. Bu haldeyken de ―Sübhane rabbiyel azim ve bi hamdih‖ de. Bunu namazdan çalmadan hakkıyla yapabilmen için ―en az‖ üç kere söylemen gerek. Dediğini akıllarla da bilmen gerektiğinden bir kez de ―Sübhan olan azamet sahibi Rabbime Hamd olsun‖ de. Sonra ―Semiallahu limen hamideh‖ diyerek kalk. Sonra da ―Rabbena lekel hamd‖ de sonrada secdeye kapan en az üç kez ―Sübhane rabbiyel ala ve bi hamdih‖ de akıllarla da bilmen gerektiğinden ―Sübhan olan Yüce Rabbime Hamd olsun‖ diye de bir kez de. Yaptığın her harekete ―Allahu ekber‖ diyerek başla. Sesini ne çok alçalt ne de çok yükselt. Peygamber efendimiz bir gün secde ye vardığında uzun süre secdeden kalkmadılar. Tertemiz ailesi bayıldığını sandı da ona sormak istediğinde peygamber efendimiz mübarek parmağını kaldırarak ona işaret etti. Hem bir de Hz. Muhammed efendimiz ―din samimiyettir‖ demişlerdir. O tertemiz efendimizin hayatından gördüğümüz kadarıyla namaz dahi samimiyettir unutma! Namazda söylediğini ve yaptığını akıllarla bilmemek hayır değildir. En azından duaların ya anlamını iyi bilmeli yada kendi lisanında dua edilmelidir. Yukarıda daha önce eklediğimiz Hz. İmam Ali efendimizin sözünde belirtilen iman şartı gereği ve Yüce Rabbimizin Hamid sıfatına dayanarak namaz tesbihat ve dualarını akıllarla bilerek yani kendi lisanınla yapmanı tavsiye ederiz.. Sen farzlar ve vaciplerle yükümlü tutuldun ve bu yükümlülüğünü de bilmekle. Artık nasıl istiyorsan öyle yap. Hem düşünsene Hz. Muhammed efendimizden daha fazla rekat kılmak edebe aykırı değil mi?! ―Kamil kişilerin işini kendinle kıyas tutma demiş‖ bir değerli alim yani erkana da aykırı değil mi?! Hz. Peygamber efendimiz normal insanların bilmeyecekleri şeyleri biliyordu. O tertemiz nebinin Yüce Rabbine özel müracaatları olması gayet doğaldır. O ikindi ve yatsı namazının ilk dördünü çoğu zaman kılmamış bizse onu da aşıp neredeyse farz gibi yapmışız. Hem düşünsene onun çoğu zaman yapmadığı şeyi yapmamaktır asıl sünnet! Sünnet onun gibi davranabilmek değil midir? Diğer sünnetlerde o mübareğin kendi adınadır. O mübarek bizlerin bilmeyeceği şeyleri biliyordu, cehennem de ki lanetlenmiş ağacı ve sidre cennetini dahi görmüştü! Onun kıldığı kendine özel namazların bir hikmeti elbette vardır. Fakat bizim üzerimize düşen görevlendirildiklerimizdir. Hem unutma asıl sünnet namazda elini bazen bağlayıp bazen de bağlamamaktır.! Çünkü iki cihan güneşi efendimiz bazen bağlamış bazen de bağlamamıştır. Hz. Muhammed efendimizin hayatına bakınca samimiyetten başka bir şey göremiyoruz. Kendi hayatlarımıza bakınca da kurulmuş, güdülmüş bir holiganlıktan başka bir şey göremiyoruz. (Yüce Rabbimiz -asla onun gibi de olamayız ama- beni ve bu yazıyı

okuyanları İslam’ı, resulün Hz. Muhammed Mustafa gibi yaşayanlardan eyle. Amin)

Gece aniden uyanırsan Rabbinin Yüce isimlerini tespih et. Kim bilir beklide seni tespih etmen için uyandırmışlardır! Resulullahın ezanı okunuyor duyuyor musun? ―Hayye ala

hayril amel, Hayye ala hayril amel‖ ―Haydi en hayırlı işe koşun, Haydi en hayırlı işe koşun‖… Müzemmil suresi yirminci ayeti kerimeye dayanarak uzun gece secde ve tespihinin vitir namazı olduğunu düşünebiliriz. Artık durmamak gerek! Hadi hadi, en hayırlı işe koş koş, vaktin sihrini kaçırma. Namazdan güzel iş mi var şu dünyada.. Rabbini, içinden

yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah-akşam zikret ve gafillerden olma. Araf - 205

18

Namaz sorulmaz ve söylenmez çünkü ―sırdır‖. Herkesin içinde ―ben namazımı kıldım‖, ―ben namazımı kıldım‖ da deme! Sabah secdesinin vakti kızıl beyazlık bir iplik gibi ufukta görününce den güneşin tacı dediğimiz yuvarlağın ucu ortaya çıkıncaya kadardır. Güneş doğarken ve batarken yani güneşin tacı çıkarken ve batarken namaz kılınmaz! Akşam namazının vakti de güneşin tacının son ucu da ufukta kaybolunca dan ortalık iyice kararana kadar olan zamandır. Bu iki vakte mübarek Kur’an da çok önem verilmiştir. Hem de kısa süreli vakitlerdir. Az oyalanırsan vakti kaybedersin. Bunlar (-inşallah o ayetleri de düşünmek nasip olur-) aynı zamanda da orucun başlangıç ve bitiş vakitleridir. Her şey bu kadar apaçık ve basit.. Mübarek şehir Mekke Yüce Rabbimiz tarafından konum olarak çok özel bir yerde kılınmıştır. Asya, Avrupa ve Afrika’nın arasındadır. Kabaca bakıldığında ağırlık merkezi gibi gözükmektedir. ―Sözün özünü anlayıp Hayal edelim!‖ Bir çengel ve ip olsa çengeli Mekke’ye takıp ―eski dünyayı‖ havaya kaldırsaydık denge bozucu bir şey olmasaydı belki dengede dururdu! Tabii ki Himalayalar ağır gelirdi onu kast etmiyoruz.! Artık bir atlas bulda ona bak ne demek istediğimizi anlarsın.. Mübarek Mekke şehrinin buna ilave edilebilecek bir ince özelliği de Kuzey yarı kürede olmasıdır. Kuzey yarı kürede olmasının anlamı da kuzey de karaların daha fazla olmasıdır. Güney de ise okyanuslar çoğunluktadır. Biz insanlarsa okyanus canlısı değiliz! Mübarek Mekke şehrinin buna ilave edilebilecek bir ince özelliği de Yengeç dönencesinin mübarek şehrin hemen yukarısından geçmesidir. Daha da incelikle Mübarek Medine ile Mübarek Mekke arasından geçmesidir. Dünyamız kutuplar arası ekseninde güneşin doğrultusuna nazaran belli bir açı ile durmaktadır. Kuzey ve güney sırayla güneşe yaklaşıp uzaklaşmakta bu sayede mevsimler ve gece gündüz süreleri düzenli olarak değişmektedir. Bu baş döndürücü dengeyi bilip de insanın hayrete düşmemesi mümkün mü?! Kuzeyde kış olup gece süreleri uzadığında güneyde yaz olup gece süreleri kısalmaktadır. Ekvatorda ise gece ile gündüz süreleri eşittir. Yani 12-12.. Ekvatordan kuzey kutbuna gittikçe gece süreleri daha da artmakta ve kutupta kış boyunca yani tam altı ay gece olmaktadır.. ―Peki böyle bir durumda namaz vakti nasıl bilinip de kılınır?‖ dersen sana şu tavsiyeyi veririz; Mübarek şehir Mekke’nin yukarıda yazdığımız hikmetlerini düşünüp Mekke’nin saatine uymalısın.. Sabah, Akşam ve diğer namazlarının saati için mübarek Mekke şehrine uy.. Eğer çalışmak zorundaysan yada başka ciddi sebeplerin varsa kendi saat dilimindeki normal koşulları olan en yakın paralele göre vakitlerini ayarla.. Güney yarı kürede de olsan fark etmez ―aşırı koşullarda‖ her zaman Mekke ve Medine saatine uyman en güzel yoldur. Yüce Rabbimizin Mekke ve Medine’ye verdiği bereketleri düşün ve Allah Tealanın kullarına zorluk dilemediğini aklından çıkarma.. Oruç ile ilgili ayetlere de ulaşmak nasip olur İnşaallah.. Batılı coğrafyacılar geometrik bir kanun olduğu için yengeç dönencesi ile oynayamamışlar fakat ilk meridyenin Londra’dan geçmesi ―bizim açımızdan‖ çok tuhaf.. Keşke İslam coğrafyacıları ilk meridyeni Kabe’nin olduğu yerden geçirseymişler.. Birde yengeç dönencesinin güney yarı küre karşılığı olan oğlak dönencesi vardır. O dönencede önemlidir. Hayal et! Eğer insanoğlu dünya benzeri kıtalar ve okyanuslardan oluşan, gün süresi bizimkine benzeyen bir gezegen keşfetse ve oraya gitmek insanlığa nasip olsa oranın kıtaları ağırlıkla güneyde olsa işte o zaman oğlak dönencesinin anlamı hayati olurdu.. Kendi ekseninde ki dönüş hızı, gün süresi, yer çekimi, denizleri ve karaları ile dünyaya benzeyen bu gezegenden geri gelemeyecek olsaydık ―Aşırı koşullarda‖ iki

19

şansımız olacaktı. Ya Mübarek Mekke saatine uyacaktık ya da oğlak dönencesi üzerinde ana karaların ağırlık merkezi olan bir yeri tespit edip oranın saatine uyacaktık. Akıbetimizin ne olacağını, başımıza neler geleceğini, bu hayatımızda ve ahirette nelerle karşılaşacağımızı bir tek Yüce Rabbimiz bilir.. Fazla uzaklara gittiğimizi ve hatta fazla derinlere daldığımızı sanırsan sana ―Namaz vakitlerimizi yıldızımız güneşe ve yani gezegenimizin kendi ekseninde yaptığı harekete göre belirlediğimizi söyleriz.‖ Bu aynı zamanda da evrenin yüce yaratıcısına şükretmenin en güzel yoludur.. Yani bu davranış tarzı bizce yabancı bir şey değildir.. (Ulu arşın sahibi

olan Yüce Rahman’ı her türlü eksiklikten tenzih ederiz. Allahu la ilahe illa huve rabbul arşil azim)

Kesinlikle onlar (hemen gelen kolayı, peşini) çarçabuk geleni seviyorlar ve arkalarına

bırakıyorlar ağır bir (zor) günü. Hitap açıkça ve kesinlikle kafirlere yöneliktir. Çünkü Ebrar zor günden korktuğu için ihtiyacı olanlara verir. Demek ki kafirler önlerinde hazır olana ellerine acil geçen peşine yani dünyaya dalmışlardır. Dünyaya daldıkları için Hakkı örtmüşlerdir. Ebrarın tam olarak zıttıdırlar. Mübarek manası bir olan mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz bir biri üzerine kurulan bir bütündür asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Mübarek suredeki mübarek ayetlerin derinliğine kendimizi kaptırdık ve belki de aralarındaki bağlantıyı iyice vurgulamayı unuttuk ancak mübarek surenin şu ana kadar incelediğimiz tüm mübarek ayetleri birbirlerini pekiştirmektedir. Hatta şuana kadar incelediğimiz tüm sureler dahi böyledir. İşte kafirler için zincirler, demir halkalar ve alevlenip harlamış ateş hazırlanmış olmasının ve cehennemin onların ebedi vatanı olacak olmasının sebebi hazır önlerindeki peşini sevmeleri bu hallerinin sonucu da kalplerinde onlara Hakkı hakikati örtmesidir. Onları biz yarattık ve kuvvetlendirdik bağlarını ve dilediğimiz zaman bedel kılarız onların

yerine benzerlerini. Hasbun Allahu ve nimel Vekil.. Ebrarı, Kafirleri yani tüm İnsanoğlunu ve hatta ince detayı ile kuvvetlendirilmiş bağlarını, eklemlerini yani azalarını büyük Dehr içerisinde ki canlılıkla ilgili zamansal kader yolunda dizayn ederek belirleyip ve de Adem atamızı kudret elinde dizayn edip yaratan Yüce rabbimizdir. Bu mübarek ayeti kerimeyi surenin bütünüyle özellikle de ilk üç ayeti kerime ile birlikte düşünmelisin. O zaman mübarek ayetin ne demek istediğini daha iyi anlarsın. Mübarek Kur’an hiçbir kelimesi bir birinden ayrılamaz bir biri üzerine kurulan bir bütündür asla çelişki içermeyen bir mucizedir. Bu bağ bir yönüyle insan ırkını bir arada tutan DNA bağıdır. Bir yönüyle de ve doğal olarak DNA’yla da bağlantılı olan anatomi yani eklem ve aza bağıdır. Yani aslında iki manayı vermek de aynı kapıya çıkar DNA.. -Dilediğimiz zaman bedel kılarız onların yerine benzerlerini; Hasbun Allahu ve nimel Vekil.. Bu mübarek cümle büyük Dehr içerisindeki canlılığın taşıdığı DNA da meydana gelen her değişimin Yüce Rabbimizin ―dilediği zaman (içinde-çünkü zaman bizim için zamandır aslında

zaman yoktur.)‖ Yüce Zatıyla Musavvir olan Yüce Hakkın kudret eliyle meydana geldiğini belirtmektedir. Mübarek Rahman suresinde cennet insanları ile cehennem insanlarının farklı beden özellikleri ile yaratılacağından mübarek Kur’ana dayanarak biraz bahsetmiştik. Bunu hatırlatmamızın nedeni şudur; ―dileğimiz olduğunda‖ yani gelecek bundan ayrı değil gibi gözüküyor. Bu son cümlelerimiz için ancak şunu diyebiliriz. En doğrusunu Yüce Rabbimiz bilir! Binyıllar önce indirilmiş, muhteşem derinlikte anlamları olan kısacık bir mübarek ayet, hakkında ne kadar söz desek azdır ve bizim sözümüz acizdir tükenir. Yüce Rabbimizin mübarek kelimeleri ise dünya denizleri mürekkep olsa, bir o kadarı da gelse asla bitmez.

20

Kesinlikle bu (düşünülmesi gerekendir-tezkiredir) bir öğüttür. Artık kim dilerse Rabbine yol edinir

ve Allah’ın dilemesi yokken, siz dileyemezsiniz. Bu Kur’an insanlar için bir açıklama ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir hidayet ve bir öğüttür. (Ali İmran – 138) Bu mübarek surede anlatılan her şey düşünülmesi gereken bir tezkireydi, bir ibretti yani bir öğüttü. Mübarek ayeti kerimeye dayanarak mübarek Kur’anı Kerimin düşünülmesi gereken bir Allah Kelamı olduğuna kesin olarak inandık. Biz aciz aklımızla Yüce Melikimizin emrine uyup düşünmek ve inancımız gereği düşündüklerimizi de paylaşmak durumundaydık, böylece bu satırlar ortaya çıktı. Biz size de Allah için ikişer, ikişer ve teker, teker kalkıp bu Mübarek Kur’anı düşünmenizi öğütlüyoruz. Umarız Yüce Rabbimiz kitaplarımıza çağrıldığımız gün kusurlarımızı örter ve günahlarımızı bağışlar. Mademki, bu mübarek kitap düşünülmesi gereken bir öğüttür ve bir hidayettir. Mademki, hidayetin kaynağı Yüce Zatıyla Hadi olan Yüce Rabbimizdir. Elbette ki, O dilediğini yoluna iletir dilediğini de –yaratılanın kendi isteğiyle daldığı batakta- geri bırakır. Çünkü insanların samimiyetini ve gönüllerinde gizli olanı ancak o bilir. Bizim dindar sandığımız insanın bilmediğimiz büyük hataları olabilir. Şeytan yaptıklarını o kişiye güzel göstermiş böylece de onu yoldan çıkarmış olabilir. Bizim ayıpladığımız bir kişide aslında Yüce Allah tarafından çok sevilen bir kişi olabilir bizler bunu bilemeyiz gaybı bilen sadece Yüce Rabbimizdir. Kullarını hesaba çekecek olan da ancak O’dur.. Bu yüzden bizim insanları inançlarıyla ve yaşam tarzlarıyla kınamamız uygun bir davranış olamaz. Ancak zarar vermeye ve toplumu bozmaya yönelik davranışlar gösterdiklerinde Kur’an hükümlerine uygun karar verilir. Kesinlikle Allah (Her şeyi eksiksiz bilen, sonsuz bilgisi Yüce Zatından kaynaklanan) Alim’dir, (Hüküm ve

Hikmet sahibi olan) Hakim’dir. Dilediği kişiyi rahmetinin içine dahil eder ve zalimler! onlar için

acı bir azap hazırladı. O Yüce Zatıyla Rafi olan Yüce Rabbimizdir ki dilediğini kudret eliyle kalbinden tutar kaldırır ve böylece battığı bataktan kurtarır. Yüce Rabbimiz her şeyi en iyi bilen Alim’dir ve en güzel hükmün, en güzel kararın sahibi olan ―Ahkemül Hakimin‖dir. O yarattıklarının neden o duruma düştüklerini, her olasılıkla akıbetini ve onların karakterleriyle ruhlarının inceliklerini en iyi bilendir. O kendisinde asla adaletsizlik bulunmayan Yüce Adl’dir.. Kötülüğü bilerek yapan, karanlık benliklerini kaplamış olan zalimlerin haliyse korkunç olacaktır Vesselam. Koklayarak cennet hissedilir bana inanmazsan bir gülü kokla.. Buradaki tüm güzellikler oradaki güzelliklerin belki milyonda biri olan benzetmedir. En doğrusunu Rabbimiz bilir.. Aşağıdaki yazı Nehcül Belağa’dan bir alıntıdır. Hazreti İmam Ali (A.S.) efendimizin tavus kuşunu anlattığı hutbenin içerisinde ki bir bölümdü..

Eğer kalbinin gözüyle onun hakkında sana tanımlananları görmüş olsaydın nefesin kesilirdi. Dünyaya ondan verilen şehvetleri, lezzetleri, manzaralarının süsleri, güzelliği karşısında bir hiç kaldığını görürdün. Nehirlerinin sahilleri tepelerinde bulunan misk köklerini ayakta tutan sıralanmış ağaçlar aklını başından alırdı. Meyveleri kendiliğinden gelen hurma ağaçlarının ruteb adlı inci gibi dizilmiş salkımlarda hurmaları vardır. Misafirlerine sarayların eyvanlarında baldan ve değişik tatlardan içecekler sunulmaktadır. Keramet üzerinde bulunan bir topluluk “el-KARAR” adlı cennetlerde hesap vermekten emin olmuşlardır. Ey dinleyen kişi kalbini bu müthiş manzaralarla meşgul etmek istersen onu arzulamaktan dilin tutulurdu. Bu meclisi terk eder hemen kabir ehline kavuşmak isterdin. Allah bizi ve sizi rahmetiyle el-Ebrar’ın makamlarına erişenlerden etsin.

AMİN.