objektif 12.2011

80
Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede Haber ve duyurularınız için : +336 81 48 55 39 İlan vermek için : +336 25 94 20 29 Aralık / Décembre 2011 * N° 66 Objektif [email protected] Fransa’da 2012’de Seçim Var Başkonsolos Sibel ALGAN’dan Anlamlı Mesajlar Sibel Algan vatandaşlarımızı seçmen kütüklerine yazıl- maya ve Türk Sinema Günleri’ni desteklemeye çağırdı Objektif Gazete okurları için önemli mesajlar içeren söyleşi sayfa 12’de ELİT KUYUMCUSU Her türlü altın alınır ve değiştirilir Pazar hariç her gün 10:00 - 19:00 arası açık 22,18,14 ayar - set - bilezik Zincir - yüzük - künye - küpe... Hauptstr. 115 D-77694 Kehl (ana cadde) TEL: +49 7851 48 55 79 CEP: +49 151 240 118 79 2005 yılında yayın hayatına başlayan gazeteniz OBJEK- TİF, 2011 Eylül sayısıyla altı yaşını tamamlamış oluyor. Bu vesileyle, gazetemize her za- man teveccüh göstermiş bulu- nan okuyucularımıza teşekkür edebilmek amacıyla, 2011 yılının sonuna dek sürecek “Her ay bir hediye” kampanyası düzenledik. >>>>> 30 Kazananlar Belli Oldu “6. Yılımızda Her Ay Bir He- diye” kampanyamızın ikinci talihlilerini açıklıyoruz sayfa >>>> 30 İbrahim Meral 2012 Olayını yazdı Objektif2 sayfa >>>> 4 Düşük Fiyatlı Ulusal ve Uluslararası Aramalar İçin Ön Ödemeli Sim Kartı Her Ay Bir Hediye Kampanyası Geniş bilgi sayfa 30’da 23. Türk Sinema Günleri ile ilgili Faruk Günaltay ‘la konuştuk Geniş bilgi Objektif 2’de Dövizli askerlikle ilgili yapılan son düzenlemeler gurbetçileri kızdırdı. Bedel artmadan başvurmak isteyen vatandaşlar konsolosluklar önünde izdiham yaralar. Sayfa 18’de Biz de varız diyebilmek için mutlaka oy kullanmak gerekiyor Bunun da ilk adımı seçmen kütüklerine yazılmak Dikkat ! Son tarih 31 Aralık 2011 Sayfa 36 ve Objektif 2’de Sayfa 38’de 100Hediye Çeki Türk Sinema Günleri 7 Aralık’ta Başlıyor ASKERLİK MUAMMASI ! Seçmen Kütüklerine Yazılmayı İhmal Etmeyin Şevval SAM Rüzgarı Sevilen şarkıcının Strasmed Akdeniz Festivali açılış kon- serinden haber ve fotoğraflar Bağlama ustası İsmail Kartal ile yaptığımız söyleşi Türküleri bir de O’ndan dinleyin

Upload: objektif-gazete

Post on 06-Mar-2016

332 views

Category:

Documents


13 download

DESCRIPTION

Objektif Gazete Aralik 2011 sayisi

TRANSCRIPT

Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede Haber ve duyurularınız için : +336 81 48 55 39 İlan vermek için : +336 25 94 20 29

Ara

lık /

Déc

embr

e

2011

* N

° 66Objekti f

[email protected]

Fransa’da 2012’de Seçim Var Başkonsolos Sibel ALGAN’dan

Anlamlı MesajlarSibel Algan vatandaşlarımızı seçmen kütüklerine yazıl-maya ve Türk Sinema Günleri’ni desteklemeye çağırdı

Objektif Gazete okurları için önemli mesajlar içeren söyleşi sayfa 12’de

ELİT KUYUMCUSUHer türlü altın alınır ve değiştirilir

Paz

ar h

ariç

her

gün

10:

00 -

19:0

0 ar

ası a

çık22,18,14 ayar - set - bilezik

Zincir - yüzük - künye - küpe...

Hauptstr. 115 D-77694 Kehl (ana cadde)TEL: +49 7851 48 55 79 CEP: +49 151 240 118 79

2005 yılında yayın hayatına başlayan gazeteniz OBJEK-TİF, 2011 Eylül sayısıyla altı yaşını tamamlamış oluyor.Bu vesileyle, gazetemize her za-man teveccüh göstermiş bulu-nan okuyucularımıza teşekkür edebilmek amacıyla, 2011 yılının sonuna dek sürecek “Her ay bir hediye” kampanyası düzenledik. >>>>> 30

Kazananlar Belli Oldu

“6. Yılımızda Her Ay Bir He-diye” kampanyamızın ikinci talihlilerini açıklıyoruz sayfa >>>> 30

İbrahim Meral 2012 Olayını yazdı Objektif2 sayfa >>>> 4

Düşük Fiyatlı Ulusal ve Uluslararası Aramalar İçin Ön Ödemeli Sim Kartı

Her Ay Bir Hediye

Kampanyası Geniş bilgi sayfa 30’da

23. Türk Sinema Günleri ile ilgili Faruk Günaltay ‘la konuştuk Geniş bilgi Objektif 2’de

Dövizli askerlikle ilgili yapılan son düzenlemeler gurbetçileri kızdırdı.Bedel artmadan başvurmak isteyen vatandaşlar konsolosluklar önünde izdiham yarattılar.

Sayfa 18’de

Biz de varız diyebilmek için mutlaka oy kullanmak gerekiyorBunun da ilk adımı seçmen kütüklerine yazılmak Dikkat ! Son tarih 31 Aralık 2011

Sayfa 36 ve Objektif 2’de Sayfa 38’de

100€ Hediye Çeki

Türk Sinema Günleri 7 Aralık’ta Başlıyor

ASKERLİK MUAMMASI !

Seçmen Kütüklerine Yazılmayı İhmal Etmeyin

Şevval SAM RüzgarıSevilen şarkıcının Strasmed Akdeniz Festivali açılış kon-serinden haber ve fotoğraflar

Bağlama ustası İsmail Kartal ile

yaptığımız söyleşi

Türküleri bir de O’ndan dinleyin

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 2

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

Aralık / Décembre 2011 * N° 66*Aylık haber, ilan ve reklam gazetesi

/Journal mensuel d’infos,d’annonces et de publicités.

5, impasse des Prunelles 67820 Wittisheim

*İmtiyaz sahibi/Edité par: FZ SERVICES SARL

*Genel Yayın Yönetmeni/Directeur de la Publication:

Fahri EKMEKCI [email protected]. : 00 336 81 48 55 39

*Haber Müdürü: Ömer [email protected]

Tel. : 00 336 25 94 20 29

*Grafik-Dizayn: Ömer AYDIN

*Dağıtım/Distribution: FZ SERVICES SARL

TEMSİLCİLERİMİZHAGUENAU-BISCHWILLER ve çevresi için

Emel SARMAŞIK +33 6 47 45 77 65

SAINT-DIE, EPINAL, NANCY

ve çevresi Mustafa GÜÇLÜ

Tel : +33 6 07 61 09 24

KARLSRUHE ve çevresi: Hasan BELLİKLİ

Tel : +49 1795 592 171

MANNHEIM ve çevresi: Şahismail KAYA

Tel : +49 1797 843 183

SAVERNE-SARREGUEMINES-

LUNEVILLE-BOUXWILLER-

WISSEMBOURG ve çevresi

Kemal ERGÜL

Tel : +33 6 70 47 09 02

METZ ve çevresi: Recep GÜNEŞ

Tel : +33 6 67 11 87 89

PARIS ve çevresi: Gizem KABADAYI

+33 6 30 21 45 03

VÖLKLINGEN-SAARBRÜCKEN ve çevresi

Bedreddin AKCA + 49 160 94 68 68 66

*Baskı adedi/Tirage:15000

*Baskı/Imprimé par: ROTOCENTRE, 348, rue Marcel Paul F-45770 SARAN

*Objektif Gazete basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. /Objektif promet à respecter les principes et les lois concernant le métier de presse. *Objektif Gazete’de yayımlanan yazı, haber ve fotoğ-raflardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir./Toute reproduction de nos articles, textes d’annonces ou publicités parues dans notre journal est libre sous l ’obligation de citer le nom du journal.

*Dépôt Légal: Décembre 2011

*BANQUE POPULAIRE D’ALSACE: Code Banque: 17607 Code Guichet: 00001 N° Compte: 70214495865 Cle RIB: 61 *IBAN: FR76 1760 7000 0170 2144 9586 561 *Adresse SWIFT(BIC): CCBPFRPPSTR

TEL: +33 681 485 [email protected]

Gazete Objekti f

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 4

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 5

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

Fransız Ulusal Eylem Planı ve Ekonomide Girişimcilik

Değerli vatandaşlarım,

Bu yazımda sizlere, Fransa’da son yıllarda uygulanan istihdamı arttırmaya yönelik Fransız Ulusal Eylem Planı’nın ana hatları ile ekonomide girişimcilik yasasından söz etmek istiyorum.

Fransa’da İstihdamla İlgili Ulusal Eylem Planı

Avrupa Birliği Komisyonu’nun genel hedefle-rine ve temel niteliklerine uygun olarak tüm Birlik üyesi ülkelerden istenen geleceğe yönelik istihdam politikalarının çizilmesi kapsamında Fransa’da istihdama yönelik ulusal eylem planının ana hatlarını çizen rapor, Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur.

Avrupa Birliği normlarına uyum yükümlülüğü çerçevesinde 2009-2011 yıllarını kapsaya-

cak şekilde Fransız İstihdam politikasının ana hatları 10 temel öncelik üzerine oturtulmuştur.

Genel olarak ;

-Tam istihdam,

-İstihdam kalitesi ve istihdamda verimliliğin geliştirilmesi,

-Sosyal birlik ve bütünlüğün güçlendirilmesi

olarak 3 temel hedeften yola çıkarak hazırlanan istihdam eylem planının ana hatlarını aşağıda belirtildiği şekilde özetlemek mümkündür :

-Çalışmayan ve işsiz nüfusu azaltmaya yönelik önleyici ve aktif tedbirler almak,

-İş arayanlara bireysel olarak refakat etmek suretiyle iş bulacak yönlendirme hizmeti ver-mek,

-Sosyal hayata giriş, istihdam dayanışma, işletmelerde gençlerin istihdamı gibi sözleşme türleriyle, uzun süreli ve kalıcı bir istihdam yaratmak,

-Aktif Dayanışma Geliri (RSA) gibi yaratılan yeni bir kaynakla iş arayan işsizlere yönelik dayanışma yardımı yapmak,

-Kamuya ait istihdam bürolarının modern-izasyonunu sağlamak,

-İşletmeciliği teşvik etmek ve istihdam yarat-mak.

Ekonomide Girişimcilik Yasası

Fransa’da yine son yıllarda uygulama alanı bulan ekonomide girişimcilik yasası ile 5 yıl

içinde 1 milyon yeni işletmenin ülkede faali-yete geçmesi öngörülmüştür.

Sözkonusu Ekonomide Girişimcilik Yasası ile ;

-Mevcut gelişmelere ayak uydurmak için uyarlanabilir olmayı ve iş piyasasında hareketliliği geliştirmek,

-Ekonomide yaşanan değişimleri anında takip etmek,

-İşletmelerdeki sosyal bilinci ve sorumluluğu geliştirmek,

-İşin düzenlenmesinde gerekli uyumu sağlamak ve işi değerli kılmak için 40 saat uygulamasında yumuşamaya gitmek,

-İş ilişkilerinde hukuki boyutu güvenilir kılmak ve sözleşme hukukunu güçlendirmek,

-Yeni istihdam türlerini ve iş düzenini yükselt-mek,

-İstihdamdaki çekiciliği dürtecek sınıflandırmayla ilgili görüşmelere eşlik et-mek,

-İşçi sağlı ve iş güvenliğini geliştirmek,

-Ulusal ve yerel düzeydeki mesleki eğitim ve istihdamda şeffaflık uygulamak,

-Yaşam boyu mesleki eğitimi ve insan varlığının gelişimi için yatırımları arttırmak,

-Mesleki eğitimdeki sorumluluğunu belirginleştirmek ve insan kaynaklarına yöne-lik yapılacak yatırımları güçlendirmek,

-İş deneyimi sonucu elde edilen kazanımı geçerli kılmak ve eğitimsizlikle mücadele et-mek,

-İstihdam arzını ve aktif yaşlılığı geliştirmek,

-Erken emeklilik başvurularını azaltacak ön-lemleri almak,

-50 yaş üstü yaşlı kesimi istihdam edecek düzenlemeleri yapmak,

-Yaşlı kesimin istihdamı için iş piyasasını canlandırmak,

-Kadın, erkek eşitliğini sağlamak,

-Genç kızların özellikle bilimsel ve teknolojik alanlardaki mesleki tercihlerini genişleterek istihdam edilmelerini arttırmak,

-Kadınların iş piyasasına katılımlarını arttırıcı önlemleri almak ve istihdam koşulları ile aralarındaki açığı azaltmak, ( hedef ; bir yılda % 5 oranında işsiz kadın nüfusu istihdam et-mek)

-Kadınlar ile erkekler arasındaki ücret eşitsizliğini azaltmak, ( hedef ; 2011 yılına kadar, 3/1 oranında azalma kaydetmek)

-Ev hayatıyla iş hayatı arasındaki uyumu geliştirmek ( hedef ; 2010 yılına kadar % 90 oranında 3 yaş ila okuma yaşındaki çocuğun ve % 33 oranında 3 yaş altındaki çocuğun işyerlerinde bakımını sağlamak)

-Her türlü ayırımcılıkla mücadele etmek, gelir düzeyi düşük kesimlerin uyum ve toplumla bütünleşmesini sağlamak

gibi tedbirlerin uygulanması öngörülmüştür.

Sevgi ve saygılarımla.

Muhabirimiz Olmak İster misiniz ?Gazetemiz için muhabirlik ve dağıtım yapacak elemanlara ihtiyaç vardır.

Gazetemizin dağıtım alanını kapsayan Fransa’nın Doğu’sunda, hem muhabirlik yapacak hem de gazeteyi bulunduğu bölgede veya şehirde / kasabada dağıtacak el-emanlar alınacaktır.

Sizin de yazma hevesiniz veya gazetecilik cevheriniz varsa, şimdi bunu göstermenin tam zamanı !

Ayrıntıları öğrenmek için gazetemizi arayabilirsiniz. 06 81 48 55 39 / 06 25 94 20 29

Arif KOPUZStrazburg Bşk. Çalışma

ve Sosyal Güvenlik Ataşesi

6

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

VURUN ABALIYA !

Aba, yünün dövülmesiyle yapılmış kalın ve kaba kumaştan oluşan, çobanların giydiği bir cins pardösüdür. Çobanlar dağlarda sürülerini yayarken üşümemek için giyerler, sarılıp uyurlar. Çoban-lar köyün fakirleridir. Bu nedenle aba giymek fakir olmaktır. Fakirlerin sözü pek geçerli değildir. Çoğu zaman ola-bilecek sorunların (sürüyle ilgili ya da ilgisiz) sorumlusu olarak da onlar gösterilir. Bu nedenle herhangi bir ko-

nuda suçlu arandığında en savunmasız durumda olanlar kolaylıkla suçlanırlar. « Vurun abalıya » deyimi de savunmasız, hatta zavallı insanların gereksiz yere suçlanması, sorunun nedeni olarak gös-terilmesi anlamında kullanılır. Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı ve hükümeti de « vu-run abalıya » politikasıyla, toplumun en örgütsüz ve savunmasız sayılabilecek dar gelirlileri hedef tahtasına koyarak orta sınıfı kendi yanlarına çekme seferberliği başlattılar. Suçluyu ilan ettiler; sahtekarlık yapanlar sosyal haklardan faydalanan dar gelirlil-erdir !. Fransa Sosyal Sigortalar Kurumu’nun tasarruf yapabilmesi için hükümet, «sahte doktor raporları» ile «gereksiz» rapor alanları bahane ederek halk kes-imini eleştirdi. Son dönemlerde Fransa Cumhurbaşkanı ve hükümet yetkilileri ekonomik kriz söylevleriyle ortalıkta suçlu aramaktadırlar. Bunu da aynı konulara sürekli vurgular yaparak halkı bıktırıp teslim alma noktasına vardırmaktalar. Bir yandan Sosyal Sigortalar açığını azaltmak için «yeni önlemler» e vurgu yapan, bu konuda «mutlaka» ekonomi yapılması gereğini ön planda tutan hükümet, Fransa’nın bütçe açığının birkaç bin milyara ulaşmasını (2003’te bin milyar euro’dan fazlaydı) neredeyse olağan karşılayabilmektedir. Nedeni ise, kendi savurganlıkları ve de büyük pa-tronlara tanıdıkları vergi indirimlerinden kaynaklanan ulusal bütçe açığını geri planda tutarak, dar ve orta gelirli « halk

tabakasına» Sosyal Sigortalar açığının suçunu yıkmaktır ve var olan sosyal hak-larda kısıtlamalar yapmanın zeminini hazırlamaktır. Cumhurbaşkanı Sarkozy «sosyal haklarda sahtekarlık yapanlara karşı» savaş ilan ederken, bakanı M.Wauquiez, RSA (as-gari geçim) alanların zorunlu «askerlik» gibi devlet kurumlarında belli saatler çalışmalarını önermekte ve de işsizlerin «sosyal konutlardan dışlanmaları» nı önermektedir. Bir dahaki etap CMU (zorunlu-asgari sosyal sigorta güvencesi) lerin kaldırılması olmasın ? Şüphesiz dar gelirli kesim içinde sosyal haklar ve sigorta konusunda «sahte»cilik yapanlar yok değil, ancak bunların oranı resmî rakamlara göre %1’i geçmiyor. Esas olarak «mafya» türu örgütlen-melerin bu işleri yaptığı biliniyor. Bu, Cumhurbaşkanı’na tüm halkı, özel-likle sosyal güvenlik sistemini suçlama, güvenirliğini fütursuzca eleştirme hakkı vermez. Bir cumhurbaşkanının üst düzey ge-lir sahiplerinin çıkarlarını korumaya çalışmasını anlayabiliriz, hele de o kes-imin temsilcisiyse, ancak orta sınıfı da yanına çekmek için dar gelirli yurtaşları bu denli aşağılaması ve orta sınıfla arasında çatışma körüklemesi ülke barışı açısından sorumlu yöneticilikle bağdaşmaz. Kaldı ki, içinde bulunulan ekonomik krizi yaratanlar günümüzdeki yöneticiler ve büyük işverenlerin (bankalar,sigortalar, finans kurumları,..) kendileridir. UMP (Sarkozy’nin ve hükümet partisi) «Oui, au travail, non à l’assistanat-İşe

evet, sosyal yardıma hayır» diye bir kampanya başlattı. Kulağa çok hoş ge-len bu slogan, aslında doğru yoldakiler ve çalışanlar bizdenler, çalışmayanlar, sosyal yardım alanlar ise kabul edile-mez insanlar diyor. Kriz dönemlerinde kolaylıkla eleştirilebilecek, parmakla gösterilerek toplumsal «suçlu» konu-muna konulabilecek «işsizleri» başlarını doğrultamayacakları oranda yerin dibine batırmalı ki, sosyal haklarını kıstıklarında sesleri çıkamasın. Hazırlamak istenen işte budur. Oysa ki, bugünkü sosyal haklar Fransa tarihinin belli dönemlerinde yürüt-ülen mücadelelerle kazanılmış ve yasalarla güvence altına alınmış te-mel haklardandırlar. Çalışan herkes aylıklarından kesilen ödeneklerle işsizlik kasasına, aile yardım fonuna, sosyal sig-ortalara para ödemektedirler ki ihtiyaçları olduğu zaman bu ödemelerinin karşılığını alabilsinler. Yani işsiz kalan biri, çalıştığı sürece yaptığı ödemelerden dolayı işsizlik hakkını elde etmektedir, verdiği paraları « dar » gününde geri almaktadır. Hem de kendisinin hiç de sorumlu olmadığı ekonomik sorunlar nedeniyle işini kay-betmekte, iş bulamamaktadır. İşsizliğin sorumluları, karar vericiler bir de onu işsiz olmak, ödediklerini geri almakla suçlayacak kadar yüzsüzleşmektedirler ! Kriz dönemlerinin yükleri hep toplumun en zayıf halkasına yüklenir, o da dar ge-lirli, politik arenada pek etken olmayan halk kesimidir. Abalı kendi hakkını sa-vunabilecek konumda olmadığı sürece, vurun abalıya !

YAZIYORUM

Ali BAŞARAN

Eğitimci - [email protected]

7

TÜRK HALK KÜLTÜRÜ KONUSUNDA İLK DEFA FRANSIZCA-TÜRKÇE ÇİFT DİLLİ KİTAPLAR.

Anne-babaların çocuklarıyla paylaşabilmesi, Gençlerin kültürlerini ögrenebilmesiFransızların kültürümüzü tanıyabilmelerine katkı olsun diye …

KİTAPCILARDAN SİPARİŞ VEREBİLİRSİNİZYA DA YAZARA [email protected] adre-siyle kontak kurabilirsiniz.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 8

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 9

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

Psikolog Erdinç Üstündağ’ın Seminerleri Devam Ediyor

« Kadına Şiddete Son » Konulu Seminerler Büyük İlgi Topluyor

Avrupa Psikoloji Merkezi sahibi psiko-log Erdinç Üstündağ’ın organizesinde Avrupa’nın farklı şehirlerinde yapılan « Kadına Şiddete Son » seminerleri devam ediyor.

Strasbourg’daki Fuar Oriyantal Ex-po’daki seminerinden sonra, Stut-tgart Esslingen’de gerçekleştirilen seminere, konuşmacı olarak Erdinç Üstündağ’ın yanısıra, milletvekili Memet Kılıç, avukat Fatma Civelek, Esllingen Belediye Başkanı, Esslingen sosyal hizmetler uzmanı Ülkü Hanım da katıldılar. Seminerde şu konular ve kararlar ele alındı :

Bayanlara siddete son-Stopp Gewalt gegen Frauen 1. Seminerlerde toplumun her kesiminden uzmanlar bulunacak Die Seminare werden von unterschiedlichen Fachleu-ten geleitet 2. Seminerler daha fazla bayanlara yönelik olacak

Die Seminare sind für Frauen-Männer können dennoch teilnehmen 3. Namus ve töre cinayetle-rinin sebebi Gründe für Ehrenmorde 4. Hangi durumda evlilik devam ettirmeli, hangi du-rumda bitmeli In welchem Fall soll die Ehe weitergeführt werden? Wann soll man eine Ehe beenden?

5. Cinsel istismar, sözlü taciz, zorla cinsellik, dayak ve şiddet Sexueller Missbrauch, psychische und physische Vergewaltigung, häusliche Gewalt gegen Frauen

6. Erken evlilik, zorla paraya el koy-mak gibi konular Frühe Heirat und existentielle/finan-zielle Erpressung

7.Bayanlarda eğitimin önemi ve ne-rede kurs imkanlari bulabilirler Sinn und Recht auf Bildung Bildungsorte vor Ort finden Recht auf Information

8. Bayanlara kanuni ve piskolojik hakları anlatılacak Information über rechtliche und psy-chologische Unterstützungsmöglich-keiten

Şişmanlık Psikolojisi Dünyada şişmanlığın son dönemlerde arttığı biliniyor.

Şişmanlığın tedavisinde diyet, hipnoz, ilaç tedavisi ve spor yapmak her zaman iste-nen sonuca ulaşmayı sağlamıyor. Yapılan psikolojik görüşme ve değerlendirmeler çoğu zaman fazla ve sağlıksız besin tüketi-minde duygu durumla ilgili sorunların ve bireysel çeşitli özlemlerin etkili olduğunu göstermektedir.

Kişiler yaşamlarındaki sıkıntıların yarattığı duygu durum değişimleri ve olumsuz duygulanımla başa çıkmada fazla besin tüketimine yönelebiliyorlar. Mesela kişiler

kaygı durumunda daha fazla yemeğe yönelebiliyorlar.

Bununla ilgili iki hipotez kurulabilir. Bi-rincisi, bu kişilerin ebeveynleri kendileri henüz bebekken gösterdikleri sıkıntı belir-tilerini sıklıkla açlık olarak algılamış ve her ağladıklarında beslemeye yönelmiş ola-bilirler. Bu bebekler yetişkin olduklarında yaşadıkları duygusal sıkıntıların yarattığı kaygı ve üzüntü anlarını açlık anlarından ayırmakta zorlanır hale gelmiş olabilirler.

Bir diğer olasılık da bu kişilerin kaygı ve üzüntü uyandıran durumlarla başa çıkmada kendilerini rahatlatabilecek bir şeye yani yemeğe yönelmeleri olabilir. İnsanda açlık ve tokluk hissiyle yemeğe yönelme süreçleri vücudumuzdaki farklı algılama noktalarının farklı besin

değerlerini algıladığı ve bu bilgiyi hor-monlar aracılığı ile farklı organlara ilettiği oldukça karmaşık ve incelikli bir içsel denge sistemiyle belirlenir.

Ağızdaki algılayıcılar sindirim sistemimizin başlangıç noktasında açlık tokluk algısına hizmet ederken mide, oniki parmak bağırsağımız ve karaciğerimiz glikoz, yağ ve aminoasitlerin hücre içlerinde ve kan dolaşımındaki değerlerini algılayarak bu algıya katkıda bulunur. Son olarak beyni-mizdeki hipotolamus vücut ısı kontrolu ve sıvı düzenlemesi yanında açlık tokluk algısında ve besin kontrolünde önemli görev üstleniyor. Psikolojik destek sürecinde kişinin geçmiş ve mevcut aile yaşantısındaki ilişkilerin niteliği, edinilmiş alışkanlıkları, öğrenilmiş kuralları, kendinden ve başkalarından beklentileri ve olumsuzluklarla başa çıkışları araştırılır.

Değişim için hedeflenen görünüm, durum ve yaşantı için nelerin değiştirilebileceği, hangi iç ve dış kaynakların kullanılabileceği araştırılır.

Öğrenilebilecek farklı düşünme ve da-vranma biçimleri ve edinilen yeni bakış açılarıyla kişinin başa çıkışları değişir.

Seanslarda istek önemlidir.Soru - Cevap

Cinsellik konusunda korkuyorum ve birleşemiyorum. Sebebi nedir sizce? Muhtemelen psikolojikdir. Anksiyete durumundan ötürü meydana gelebilir ve destek önerilir.

ÖNCE SAĞLIK

Erdinç ÜSTÜNDAĞPsikolojik Danışman / [email protected]: 0049 7851 496 15 03

10

BAYRAKLI BABA EFSANESİ

Bu hüzün ve gurur dolu, kahramanlık hi-kayesi Türkler’in Avrupa’daki ilk şehri olan Gelibolu’da tarihe kan rengiyle yazılmış.

25 Mart 1354 yılında, İstanbul’un fethinden evvel, Gazi Süleyman Paşa Gelibolu’yu Bizanslılar’dan alarak Türk halkını Avrupa’ya taşımış.Ne var ki İslam ve Türk halkını ne Avrupalılar ne de Hıristiyanlar bir türlü hazmedebilmişler ve bu stratejik ve çok güzel bir şehir olan Gelibolu’yu tekrar ele geçirip Türkler’i de Asya’ya geri göndermek için senelerce planlar kurup fırsatlar beklemişler. Çünkü bundan en çok zararı Kiliseler ve Papa’lık görür. Biliyorlardı ki onların Ortaçağ’daki acımasız ve baskı dolu saltanatları darbe alacaktı. Bununla birlikte Avrupalılar da, daha insani ve höşgörülü İslamı tanıyacaklardı.

Nitekim 1361 senesinde Kiliseler ve Ortaçağ’ın diktatörleri beraber bir Haçlı Seferi düzenleyerek 30 000 kişilik bir donanmayla denizden Gelibolu’yu geri almak için hücuma geçtiler. 15 000 kişi Bolayır’dan 15 000 kişi de Gelibolu’dan saldırdı. Bu sırada asıl askeri gücü Trakya yollarında olan Osmanlılar Gelibolu’da sadece karakol görevi yapan küçük bir birlik bırakmıştı. İşte bu fıstattan yararlanan Haçlılar bütün bölüğü kılıçtan geçirdiler. İşte BAYRAKTAR BABA denilen, aslen Bursa Karacabeyli olan kahraman da bu saldırıda şehit oldu. Gelibolu birliğinde Sancaktarlık yapan bu kahraman, yaralandıktan sonra Sancağını düşmama kaptırmaktansa zaten yaralı olan göğsününün derisini bıçakla yararak sancağı göğsünün içine gömer ve orada saklar. Her tarafı kanlar içinde yüzükoyun yatan bu kahraman sancaktar bu vaziyette iki gün daha bayrağı göğsünde tutar ve son nefeslerini alıp verirken Osmanlı Ordusu yetişir ve Gelibolu’yu

Haçlılar’dan temizler.Ölüler toplanırken bir ölünün başında durmadan kişneyen, ayaklarıyla toprağı eşeleyen bir atın yanına geldiklerinde henüz ölmemiş bu Türk askerini bulurlar. Sırtüstü çevirince göğsündeki sancağı bulur ve Kumandana teslim ederler . Ama onu şehit olmaktan kurtaramazlar.Sancaktar Karacabey vasiyeti üzerine şehit düştüğü yere defnedilir ve sancağı da hep yanında dalgalansın diye yanına dikilir. Gelibolulular da oraya onun türbesini yapıp adını da BAYRAKTAR BABA TÜRBESİ koyarlar.Hem Osmanlı döneminde hem Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki Bayrak Kanunu’nun çeşitli kısıtlamalarına rağmen, bu türbeden bayrak hiç eksilmez ve yarıya çekilmez.Bu kahraman Türk askerinin ziyareti her zaman herkese açık ve gerekli !!! Ruhu şad olsun.

ALMANCI

Mesut AYDOĞDUYeminli Tercüman

[email protected]

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 11

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 12

Başkonsolosumuz Sibel ALGAN’ın Objektif’e Özel Yıl Sonu Mesajları

« Vatandaşlarımız mutlaka seçimlerde oy kullansınlar,

Türk Sinema Günleri’ni desteklesinler »

T. C. Strasbourg Başkonsolosu Sibel ALGAN, 21 Kasım 2011 tarihinde makamında kabul ettiği Objektif Gazete muhabirle-rine, gündemdeki konulara ilişkin görüşlerini açıkladı.

Vatandaşlarımızın merak ettiği çeşitli konulara değinen AL-GAN, kısa süre sonra başlayacak 2012 yılı için de çok güzel temennilerde bulundu.

Aşağıda, başlıklar halinde, Sibel ALGAN’ın gazetemize verdiği demeci okuyabilirsiniz.

Yeni Konsolosluk binası

Yeni binanın durumu normal süreç içinde ilerliyor, Ocak 2012’nin ortasında inşaat izninin alınması söz konusu. Dosya-mız Temmuz’dan bu yana Belediye’de ama 6 aylık bir bekleyiş süresi var ve bu zaman içerisinde birkaç düzeltme yapıldı. AB mevzuatının getirdiği zorunluluklar var, halka açık bir bina olduğu için itfaye ve sağlık birimlerinin de istekleri oluyor. İzin çıkınca, 2-3 ay sitin oraya asılacak ve itiraz süresi de geçtik-ten sonra, inşaat için ihale yapılacak. Bu durumda binamızın 2014’te açılması planlanıyor diyebiliriz ve bu tarih Konsoloslu-ğun açılmasının 40. yılı olacağından, ayrı bir anlamı olacak.

Fransa seçimleri

Önümüzdeki dönemde vatandaşları en çok ilgilendiren konu, 2012’nin ilkbaharındaki Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi. Bunun, Fransız vatandaşı olan bütün Türk kökenlileri de ilgi-lendirmesi gerekiyor. Halkımızın seçimlere gerektiği kadar ilgi göstermedikleri kanaatindeyiz. 31 Aralık’a kadar yazılıp, seç-men kartlarını almaları gerekiyor. Bu konu üzerinde durmakta yarar var çünkü vatandaşlığın getirdiği sorumluluklardan bir tanesi de oy kullanmadır. Vatandaşlarımızın Türk seçimlerinde gösterdikleri duyarlılığı, bulundukları ülkenin seçimlerinde oy

kullanma konusunda da göstermek zorundalar.

Bana göre Türk seçimlerinde olan ilgi, dil ile alakalı çünkü dil konusunda sorunu olmayan vatandaşlarımızın hepsi Fransa’nın siyasetine daha ilgili, hattâ siyasete girenler var. Tabii yurt dışındaki vatandaşlarımızın Türkiye ile ilgilerinin bu kadar sıcak tutmaları bizim için ancak bir mutluluk nedeni olabilir. Ülkelerinden, milletlerinden, geleneklerinden uzak-

laşmıyorlar ve bu çok güzel bir şey. Bunu yaparken kendi yaşadıkları ülkelere de daha çok ilgi göstermeleri, oraya da biraz daha fazla ruhsal ve entelektüel yatırım yapmala-rı bence iyi olur. Siyasette olmak, vatandaşların kendi ya-şadıkları yerlerde, kendi istedikleri şartlara erişebilmeleri için bir yoldur. Bir kitle olarak siyasette söz sahibi olmak, söylediklerinin kaale alınmasını sağlar. Oy kullanmak bir hak ve aynı zamanda bir yükümlülüktür, vazifeni yerine getirmek gerekir. Bu, aynı zamanda, dışlanmaya karşı ken-dini empoze etmeyi sağlayacak bir mekanizmadır.

Pasaport konusu

Biyometrik pasaporta ilgi büyük ; Konsolosluk olarak gün-de 80 randevu verme hakkımız var ve bu genelde doluyor. Fakat, randevu alıp da gelmeyen vatandaşlarımız var. Gitmeyeceğiniz belli olursa bunu değiştirme imkânınız var ama vatandaşlarımız bunu yapmıyor.

Yeni sistem her aşamada bilgi veriyor.

Yılbaşında harçların değişikliliği ile ilgili bir bilgimiz yok, ama her yıl değişiklik oluyor ; bu yukarı doğru da olabilir aşağı doğru da.

Bölgedeki Türk toplumumun durumu

Genel olarak, Alsaz-Loren ve diğer Konsolosluk görev bölgesindeki Türk toplumunun durumunun başka yerlerde gördüğüm Türk toplumunun durumundan birçok konuda daha iyi olduğunu farkediyorum. Bu kadar ırkçılıktan bah-sedilen ve gerçekten ırkçılığın tırmandığı bir yer olmasına rağmen, Türk toplumunun genellikle çoğunluklu yaşadığı yerlerde, Fransız makamlarıyla, belediyelerle ilişkileri çok iyi. Siyasette, bir çok yerde kendilerine yer sağlamışlar. Bü-tün gittiğim belediye başkanlarına, valilerle bulunduğum temaslarımda ve diğer yetkililere Türk toplumunun duru-munu soruyorum. Hepsi özellikle sorunsuz ve suç oranı düşük bir toplum olduğunu söylüyorlar. Bununla çok gurur duyuyorum, çok hoşuma gidiyor ama mutlaka kırmamız gereken bir şey var, o da bölünmüşlüğü engellemek, biraraya gelmek.

Çok bölünmüş durumdayız. İdeolojik düzeyde bölünme de var ve bu derneklere ve dernek sayılarına aksediyor. Gördüğüm kadarıyla bu bölünmüş kitleler, birlikte hareket edemiyorlar. Bunu en son Türkiye’de ki terör olaylarında çok iyi gördüm ; vatandaşlarımız haklı olarak tepki gösterdiler ama bütün kit-leler biraraya gelip ses getiremediler, küçük gruplar halinde kaldılar. Bunu mutlaka bir şekilde Türk toplumunun aşması gerekiyor çünkü aksi takdirde hep ikinci planda kalmaya mah-kum olur.

Bu bölünme sanatçı, sporcu gibi toplumu alıp götürebilecek önderler için de söz konusudur ; onlar da belirli grupların te-

kelinde kalıyorlar, tüm topluma mâl olamıyorlar.

Türk Sinema Günleri’ne destek

Bu arada, kesin karar 8 Aralık’ta verilecek olsa da, Faruk Gü-naltay başkanlığındaki grubun Odyssée’yi yönetmeye devam edecek olması da hem Türk toplumu hem de bölgedeki diğer toplumlar açısından ve bu sinemanın geleceği için çok sevin-diricidir.

Buradaki Türk toplumunun tüm bireylerinin de Faruk Bey’i desteklemesi gerekir. Ama ben herkesin ona sahip çıkmadığını düşünüyorum. Yani bölünmüşlüğümüz bunu da etkiliyor. Ken-disi de zaten, Fransa vatandaşı olsa da, her yerde Türklüğünü gurur duyarak vurgulayan, bunu hasır altı etmeyen ; bu ne-denle hattâ bazı haksız saldırılara uğrayan bir insan.

Böyle bir insanın, görüşleri ne olursa olsun, bütün Türkler tarafından takdir edilmesi ve desteklenmesi gerekir. Onun desteklenmeyebileceği düşüncesini çok garip karşılıyorum.

O nedenle, vatandaşımızın bu günlere sahip çıkmasını, açılışa çok sayıda katılmasını ve salonu tıklım tıklım doldurmasını diliyorum.

Yeni yıl mesajları

Yeni yılda bütün vatandaşlarımıza sağlıklı, mutlu, başarılı ve esenlik dolu bir 2012 diliyorum. 2011, Türkiye ve dünya için üzücü geçti. Hem çok insanın öldüğü, çok acımasız olayların yaşandığı hem de umutlarla gelen bir yıl olmuştu (Ocak’ta Tunus’ta başlayan Arap Baharı gibi). Türkiye bu ilginç ve so-nuçları henüz bilinmeyen bir yılı çok acılı bitiriyor ; Van’daki deprem ve benzeri bütün doğal affetler olabilecek en kötü şey çünkü olup hemen bitmiyor ve binlerce insan evsiz-çaresiz, herkes yıkımın karşısında umarsız kalıyor. Türkiye’nin bütün bunları en kolay şekilde atlatmasını diliyorum, umarım millet ve dünya olarak bir daha böyle üzüntüler yaşamayız. 2012’de herkese aileleriyle, sevdikleriyle esenlik dolu günler diliyorum.

Türk Milletvekilleri Strazburglu Gazetecilerle Biraraya Geldi

Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu üyesi altı mil-letvekili, Başkonsolos Sibel ALGAN’ın rezidansında düzenliği toplantıda, bölgede görev yapan gazetecilerle biraraya geldi.

Heyet başkanı AKP Siirt milletvekili Afif DEMİRKIRAN ve diğer beş milletvekili ( 3 AKP, 1 CHP ve 1 MHP ), gazetecilerle önce sohbet ettiler, sonra da onların sorularını yanıtladılar.

Sibel ALGAN’ın açılış ve hoşgeldiniz konuşmasından sonra söz alan Afif DEMİRKIRAN, Anayasa, AB hedefi, THY’nın bölgeye dönüşü, Kıbrıs, ekonomi gibi ana gündem maddeleri hakkında bilgi verdi.

Hazırlanan büfenin etrafında kümelenen grupların sohbeti sonrasında gazetecilerin sorularına milletvekillerinin, özellikle de Afif DEMİRKIRAN, Oğuz OYAN ve Haluk ÖZDALGA’nın cevap vermesiyle devam eden toplantı, keyifli bir havada son buldu.

Toplantıda, milletvekilleri ve gazeteciler dışında, Büyükelçilik ve Konsolosluk görevlileri ile Avrupa Parlamentosu Nezdinde TBMM Temsil-cisi Fuat KÜÇÜ-KAYDIN da hazır bulun-dular.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

« Ben gurbette değilim Gurbet benim içimde »

Gurbet ne zordur.

Bilen bilir…

Hele ufacıkken, daha kanatlarını açamamış, ayaklarının üzerinde durmayı öğrenememiş-ken gurbete düşmek.

Zor zenaattir.

Bilen bilir…

Daha ana kuzususundur, ana-baba sıcaklığına muhtaçsındır, doğduğun yerlerin büyüsü ve buğusu seni çeker durur ama gurbete gitmek zorundasındır.

Okul derler, gelecek derler, iyi bir eğitim der-ler, hayata hazırlanmak derler ; koparırlar seni baba ocağından, ana kucağından.

Gözlerinde oluk oluk yaş, için kan ağlar ; sen gidersin.

Aklın geride kalır, boğazına bir yumruk takılır ; sen gidersin.

İsyan etsen de, bağırıp-çağırsan da, ne denli yırtınsan da ; sen gidersin…

Sonra bir gün okul biter, büyürsün.

Güya…

Oysa hiç büyünmez ki ; ya koca bir çocuk olur-sun ya da içindeki çocuk hiç ölmez.

Hele ki anan-baban hayattaysa, sen hep ço-cuk olarak kalırsın.

Ve, bunu yalnızca sen bilirsin.

Diğerleri seni büyümüş sanırlar ; ah okulları bitirip işlere girmişsindir, ah evlilik çağı gelip çatmıştır, ah artık hayata atılmak zamanıdır derler.

Oysa sen bilirsin ki, içten içe bilirsin ki bunlar yalandır ; hayata, dünyaya, evrene, insanlığa söylenmiş birer kuyruklu yalan.

Sen hâlâ annenin sıcaklığını, babanın dağ gibi koskoca güvenini, kardeşlerinin sevimli daya-nışmasını arar ; hattâ mümkün olsa da ana rahmine geri dönebilsem dersin.

Dünyanın en güvenilir yeri ana rahmidir ; gerisi tarifsiz bir tuzak…

Yaşam sürer.

Erkenden ölmezsen eğer, yaşam sürer.

Ve, sen yine gurbetlerdesindir…

Yaşam seni yine gurbetlere sürmüş, oralarda süründürür olmuştur.

Anasını sattığımın hayatı, ağzına tükürdüğü-mün yaşamı seni azat etmiştir evinden, yur-dundan, yuvandan.

Bu kez, doğduğun değil doyduğun yer kuralı işlemiş, sen büyümüş sanılan ama küçücük bebek, el bebek gül bebek, bu kez de aslanın ağzındaki somunu kapabilmek uğruna, yani bir hiç uğruna yine sevdiklerinden uzakta ya-şamak zorunda kalmışsındır.

Ver elini Almanya, ver elini Fransa demişsindir ama o el hep bir yandan da memleketindeki sevdiklerinin elleri arasında kalmıştır.

Bırakmazlar o eli sevdiklerin, bırakılmaz o el ; bir gün elbet dönüp gideceğin memleketinde-ki o köklü ağaç, o eli bırakmaz.

O memleket senin sevdandır ; o insanlar, o diyarlar, o yaşanmışlıklar.

Gurbetlik zor zenaattır…

Bir gün bir telefon gelir.

Acıdır çalması, anlarsın.

Gurbette, çok daha çabuk anlarsın.

Çok daha hızlı.

Çok daha derinden.

Babandır.

Belki anan. Kardeşin. Bir dost. Bir arkadaş. Eski bir yavuklu. Bir akraba. Bir yakın.

Bir insan…

Bir insan kaybetmek gurbette çok zordur.

Son anlarına yetişemez, son bir kez canlı gö-remezsin.

Mahzunlaşırsın. Hüzün sarar her yanını. Ha-zan. Güz. Sonbahar.

Gurbete sahiden de en yakışan sonbahardır.

Nasıl ki memlekete ilkbahar yakışır, gurbetin rengi sonbahardır.

Sonbahar. Son bahar. Son.

Son… Son… Son…

Belki de son nefesini gurbette verirsin.

O zamanda memleketteki sevdiklerin senin yanında olamazlar.

Yollar uzaktır.

Bilet pahalı.

Vize ulaşılmaz.

Koyarlar seni bir teneke kutuya, yollarlar memlekete.

Son uçak yolculuğunu yaparsın.

Buradaki sevdiklerini bir kısmı, oradaki seven-lerinin ve sevdiklerinin bir kısmıyla tutarlar yasını.

Ağlarlar. Ağıt yakarlar. Üzülürler.

Defnederler.

Gidersin. Def(n)olup gidersin.

Yeni ve bu sefer hiç bilinmeyen bir gurbete gidersin.

Velhasıl hiç bitmez bu gurbet.

Bu gurbetlik.

İnsanın yakasına bir yapışmayagörsün, bir daha bırakmaz yakasını.

Doğduğunda ana rahminden doğrudan bir sırra düşmekle başlayan gurbet, öldüğünde de diğer bir sırra yolculuğa çıkmanla devam eder.

Keşke, bu son gurbet, yine doğrudan ana rah-mine olsa dersin.

Çünkü en güvenli, en güvenilir, en emin, en sıcak, en içten yuva orasıdır.

Çünkü, orada geçirdiğin dokuz ay on günün sonrası bir bilinmezlik, bir sır, bir esrar, bir bilmece, bir tuzak, bir hasrettir.

Yani gurbettir…

Bu yazı, elli yıldır memleketinden uzakta olan-lara adanmıştır.

Onlar ki gurbet denen zor zenaatin en ağır işçileri olarak elli senedir bana mısın demeden çalışıp çabalamıştır, yazımız onlara adanmış-tır.

Onlar ki suda balık gibi çokturlar ve hâlâ ve her daim çocukturlar, gurbetlik onlara helâl kılınmıştır.

Helâl kılınmıştır.

Helâl kılınmıştır.

Ah bir de rakı şişesinde balık olabilseler.

Yani, ana rahmine dönebilseler…

( Azıcık köşesinde ilk kez bir yazı başlığı kulla-nıldı. Mânidardır…)

Alevi Meclisi Strasbourg’ta Toplandı

Başkan Durak ARSLAN Soru-larımızı Yanıtladı

Alevi derneklerinin geleneksel Meclis’i, bu sene 12 Kasım 2011 tarihinde Strasbourg Alevi Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Fransa Alevi Birlikleri Federasyonu (FUAF) tarafından organize edilen Meclis gö-rüşmeleri esnasında, Federasyon’un şu anki Başkanı ve gazetemiz yazarı Durak ARS-LAN ile sizler için bir söyleşi yaptık. Sayın Durak Arslan, siz FUAF Başkanısı-nız, isterseniz bugünkü toplantınızdan baş-layalım konuşmamıza…

Bugünkü toplantımız, Fransa Alevi Der-nekleri Federasyonu’nun son altı yıldan bu yana gelenek haline getirmiş olduğu yıllık bileşimimiz, yıllık buluşmamız yani; adına Alevi Meclisi diyoruz. Fransa’da bulunan 50 civarındaki Alevi derneğinin başkanlarının ve yönetim kurulu üyelerinin biraraya geldiği, geçen dönemde neler yapıldığının, gelecek sene neler yapılacağının, planlar, projeler

nelerdir gibi detayların konuşuldugu bir mec-lis. Toplantıyı yapmaktaki amacımız bu. Altı yıldan bu yana yapılan bu geleneği yerine getirmiş oluyoruz.

Son bir yıl içinde FUAF ne yaptı ve gelecek yıl için neler var? Bundan önceki toplantımız Lyon’da yapıl-mıştı; orada alınan kararların hayata geçiril-diğini gördük. Bunların içinde en önemlisi şu: Fransa’daki Alevilerin cenaze hizmetle-rini Alevi inanç ve felsefesine göre yapıp, canlarımızı bu şekilde uğurlamayı hayata geçirmek. Bu bizim için önemli bir konuydu. Bunu uygulamaya koyduk. FUAF Cenaze Fonu kuruldu ve hizmet vermeye başladık. Üyelerimiz de her geçen gün artıyor. Maale-sef ölüm hayatın bir gerçeği. Biz Aleviler de bu konuda mağdurduk ne yazik ki; insanca doğup, Alevice yaşıyorduk ama, ölüm anın-daki ritüellerimizi yerine getiremiyor, hatta bu konuda ithamlara da maruz kalıyorduk. Baş-vurabileceğimiz bir kurum yoktu, ne mutlu ki bu sıkıntımızı bertaraf ettik.

Gelecekte ne gibi projeleriniz var? Aleviler olarak kurumsallaşma adına büyük adımlar atıp pekiştirmek istiyoruz. Bu konu-da kararlar alındı. Bu arada son altı ay içinde

5 adet yeni Alevi derneğimiz açıldı. Üye sayınız ne kadar ? 15-20 bin arasında aktif üyemiz var. Dernekleriniz etkinliklerinde özgürler mi ? Yoksa bir etkinlik öncesi mutlaka merkeze soruluyor mu ? FUAF’ın 12 adet komisyonu var, her komis-yonun da bir alanı var. Etkinlik hangi alana giriyorsa, koordinasyon, işlerin kolaylaştı-rılması, bilgi alış-verişi, resmiyet açısından mutlaka ilgili komisyona haber veriliyor. Bu anlamda karşılıklı diyalog var, olması da ge-rekiyor.

FUAF, Fransa’nın çatı örgütü; sizin de üyesi olduğunuz daha büyük bir dünya veya Avrupa örgütü var mı? Avrupa’da en üst çatımız merkezi Almanya’da bulunan Konfedarasyon : Avrupa Alevi Birlikleri Konfedarasyonu. Baska ülkelerde birlikleriniz var mı? Avrupa’da hemen hemen her ülkede var. En büyüğü Almanya. Sonra Fransa geliyor. Türkiye’de ise 400’e yakın şube var. Bunun dışında geçen yıl Amerika’da bir dernek ku-ruldu. Kanada’da, Kıbrıs ve Balkan ülkelerin-de de derneklerimiz bulunuyor. Bir de şöyle bir gerçek var : Artık günümüzde, ülkeler ve kıtalar arası derneklerin küresel bir çatı altında toplanması gerekiyor, hayat bunu bize

dayatıyor zaten. Bu konu da bugünkü toplan-tımızın gündeminde. Yeni bir küresel Alevi Birliği projemiz var.

Kaç yıldan beri başkansınız ve bunu bir sınırı var mı? 3’er yıllığına ve en fazla iki defa seçilebiliyo-ruz. Ben 6 ay kadar sonra görevi devrediyo-rum. Altı senem doluyor.

Alevi olan-olmayan vatandaşlarımıza ver-mek istediğiniz bir mesajınız var mı? Alevi olan-olmayan tüm vatandaşlarımızın ortak problemlerimizi çözmek için biraraya gelmemiz lâzım. Sonuçta hangi kanaldan, hangi koldan geliyor olsak da hepimzin or-tak adı “göçmen”. Göçmeniz yani, gurbette yaşıyoruz ve bu konumumuzdan dolayı da problemlerimiz var, bunlar hepimiz için aynı. Bu konulardan doğan sorunlar için yanyana gelmemiz gerekiyor.

AZICIK

Fahri EKMEKÇİ[email protected]

Yazı Köşesi

13

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

İş ArıyorumFırın ustasıyım ; ekmek, etli pide, lah-macun, pizza, simit, açma, su böreği, kuru pasta ve benzerleri konusunda

ustayım. Tel : 07 86 93 32 36

( Ciddî olanlar arasınlar lütfen )

Satılık Garaj ve EvSte Marie Aux Mines’de, 146 rue Clemenceau ardesinde bu-lunan Garage du Col satılıktır. Toplam 1 650 m2 : Atölye 280 m2 + Ev 130 m2 + Ön park 700 m2 + Bahçe 500 m2. Garajda Kabin + Boya Laboratuarı + Ta-mir için tüm araç gereçler tamamdır. Ekipman yeni, garaj ve evin bütün tamiratları yapıldı, her şey yeni.7 000 nüfuslu kasabadaki tek garaj. 20 yıllık tecrübe. Müşteri sorunu yok. Sağlık nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 89 58 79 07 06 80 14 33 89 TRANSPORT VE LIVRAISON İŞİ ARIYORUM

ALSACE BÖLGESİ ‘NDE TRANSPORT / LIVRAISON İŞİ ARIYORUM. FRANSA’DA 9 PLACE 3.5 TON ARAÇ KULLANMA PERMIS 1988 VAR BİRTAT DÖNER KEBAP DAĞITIM, MC CAIN

FRITES, SIMEXAL PARIS GİBİ YERLERDE ÇALIŞTIM. HAZIR DÖNER, FRITES VE TRANSPORT TECRÜBEM VAR. FRANSA

DIŞINA DA GİDEBİLİRİM. GECELERİ DE ÇALIŞIRIM. TEL : 06 46 59 42 93

Satılık EvlerStrasbourg’a 20 km uzaklıktaki Marlenheim’ın merkezinde sahibinde acil satılık.

405 m² üzerinde iki sokaktan girişi olan ve yeni inşa için tüm olanaklara sahip olan evler, Bas-Rhin bölgesinin gözde yerleşim merkezlerinden biri olan Marlenheim’ın merkezinde Rue du Noyer ile Place

de la Liberté sokakları arasında bulunmaktadır.

Onarılması veya tümüyle yeniden yapılması halinde şu anki değerini en az ikiye katlayacak müstakil evler, alacaklar için ileriye dönük iyi bir yatırım olabilir.

Satış fiyatı 250.000 €. + noter giderleri. İletişim : 06 12 23 01 70

Güveninizin Eseri PROCOMM

www.procomm.frMr. Chenel A.

TEL.: 06 68 09 58 80

Le spécialiste des commerces, Café, Restaurant, Sandwicherie, Boulangerie, Boutique etc.

Affaires en Liquidations10 000 € à 40 000 €

Département de la Moselle et Meurthe & MoselleBoulangeries Restaurants Cafés

Yeni Yerimize Taşındık ! Centre d'Affaires de METZ (Parking Coislin) - 2e Etage 1, Place du Pont-à-Seille - 57000 METZ

14

Satılık fond de commerce + Mur

Haguenau’da, çok işlek caddede, iyi işler durumda ve müşterisi hazır olan SOFRA RESTAURANT fon ve/veya mülk olarak

satılıktır.200 metrekare, içerde 85 + terasta 30

kişilik yer, odunlu fırını var, profesyonel yepyeni malzeme.

Tel : 06 21 05 03 43 / 03 88 80 90 57

İş ArıyorumAğır vasıta şoförüyüm, 5 yıllık tecrü-bem var. Bir firmada da çalışabilirim.

Tel : 06 10 76 84 64 / 03 88 92 07 53

Fond a vendre Boulangerie – Patisserie –

Salon de the30 places, 140 m2, matériel récent, plus un véhicule neuf, dans quartier Europe

à Obernai. Prix : 150 000 € Tel : 06 75 13 28 53

Satılık Fond de CommerceMulhouse’da bulunan Au Soleil d’İstanbul isimli restaurantın fonu

satılıktır. 70 kişilik + 70 kişilik teras. İyi işler durumda, müşterisi hazır, lisenin ve iş alanlarının olduğu bölgede. 3-6-9 kira kontratı

2008’in 7. ayında yenilendi. Kirası 864 € ( şarjlar hariç ). Fiyatı : 115 000 € ( tartışılabilir ).

Tel : 03 89 32 26 80

Satılık Fond de CommerceTuristik Obernai şehrinde, 40

kişilik, müşterisi hazır, işlek yerde bulunan, 100 m2’lik dönerci,

tüm malzemesiyle birlikte satılıktır.

Tel : 06 08 84 11 77 / 03 88 50 31 38

Satılık Bar – PMU – SnackHaguenau’da, işlek cadde üzerinde, müşterisi hazır,

200 m2 .Ciddi olarak ilgilenenlere

tel : 06 17 40 32 14

Satılık ArabaSnack kamyoneti olarak kullanılan, havalandırmalı, buzdolap-lı, 2 adet fritözü ile plağı ve ızgarası olan, 1989 model ve 250 000 km.’deki kamyonet satılıktır. Fiyatta anlaşılabilir.

Tel : 06 13 71 34 21

Aşçı Aranıyor

Türk mutfağından anlayan, işinde titiz, tecrübeli ve ciddî olarak çalışacak aşçı aranıyor.Tel : 06 13 71 34 21

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

Lahr’da bulunan Bayram Market Satılıktır.161 m²’lik işler durumdaki market, yalnızlıktan dolayı satılıktır.İlgilenenlerin 078212750345 numaralı telefonu aramaları gerekmektedir.

Brumath’da Satılık Fonds de Commerce : Döner Dükkani

Ana cadde üzerindeki Döner Dükkanı satılıktır. İyi işler durumda ve müşterisi hazırdır.

Tél : 06 73 53 15 56

ASSISTANTE MATERNELLE AGREE TÜRK ÇOCUK BAKICISI - DİPLOMALI VE DENEYİMLİ

Çocuklarınıza tecrübeli, güvenilir, hijyenik bir ortam arıyorsanız, gözünüz arkada kalmadan gidebilirsiniz ! Hafta içi her gün veya Cumartesi - pazar kendinize özel bir gün ayırmak istediğinizde, çocuklarınızı bırakacak yer bulamıyorsaniz, beni arayın ! Her yaşta çocuklara bakılır ve beslenme dahildir.

Çocuklarını bakıcıya vermek isteyen aileler, allocations familiale’dan yardım alabiliyorlar.

Koenigshoffen sektörü, Parc des Poteries. İrtibat için : cep : 06.03.46.58.46 / ev : 03.88.30.16.28

Satılık fond de commerce – Market

Haguenau’da, iyi işler durumda, merkezî yerde, müşterisi hazır market satılıktır.

300 metrekare, kirası 630 € TTC.Tel : 06 17 82 85 27

Satılık fond de commerce Döner + Oyun salonu

Molsheim’da, Merkez Tren İstasyonu’nun hemen yanında, işlek yerde, müşterisi hazır, 150 metrekarelik dönerci + oyun salonu + 25 metrekare

cave, iş değişikliği nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 90 40 90 98

Satılık fond de commerce

Colmar merkezde bulunan Le Cappadoce isimli Restaurant & Grill, emeklilik nedeniyle satılıktır.

Tel : 03 89 23 69 36

Marangoz YILDIRAYHer türlü marangozluk işiniz itina ile yapılır.

Arayın, memnun kalacaksınız !Tel : 03 69 78 51 74

Kiralık İşyeri - Depo

Strasbourg’un yanıbaşındaki Reichsett’te, 1 rue de l’Artisanat adresin-deki 360 metrekarelik, her işe müsait işyeri / depo kiralıktır.

Ciddi olarak ilgilenenler için tel : 03 88 29 14 84

Devren satılık mülkStrasbourg’da, Place des Halles’in hemen yanında, 11 rue de Bouxwiller adre-

sindeki 51 metrekarelik lokal satılıktır. Kira geliri aylık net 800 €’dur.Fiyat : 149 000 € Tel : 06 08 28 89 68

Satılık fond de commerceStrasbourg merkezde, işlek yol üzerinde, iyi işler durumda, tüm malzemesi hazır,

Market, Traîteur, Sandviççi ailevî nedenlerden dolayı satılıktır.Kasap reyonu eklemeye de elverişlidir.

Fiyatı : 150.000 €

Tel : 06 71 43 66 39

15

Kiralık Dükkan

Kehl’de, merkez tren istasyonu ve şehir merkezi yakınında bulunan, her türlü işe elverişli dük-

kan kiralıktır. Kirası 1 000 €.Tel : 0049 7851 481 699

KÜÇÜK İLANLARINIZI BU

SAYFALARDA DEĞERLENDİRİN

Normal küçük ilan : 25€

Resimli veya renkli çerçeveli : 50€

Satılık fonds de commerceBakkal – Snack – Traiteur

Strasbourg’da çok iyi bir semtte, cirosu yüksek, her türlü işe

elverişli, bir çift veya bir aile için ele geçirilmez bir fırsat.

Tel : 06 73 16 50 51

Satılık fond de commerce

Wittenheim’da çalışır vaziyette, müşterisi hazır, 11 yıllık döner restoran

özel sebeplerden dolayı satılıktır.

Tel : 06 24 54 17 60

Satılık Fond de commerce Schwindratzheim'da Döne-

ristan, işlek caddede, halen çalışır vaziyette, müşterisi hazır, 40

otoparklı, 100m², teras + 30 kişilik

salon tüm malzemeleriyle satılıktır.

TEL.: 06 77 79 79 64

SatılıkFond de commerceFransa’nın Almanya ve İsviçre sınırındaki Huningue şehrinde bulunan elbise mağazası, içindeki terzi eşyası ile birlikte satılıktır. 130 metre kare içerisi, terası 30 metre

kare. Köşe başı, tam merkezde. Sağlık nedeniyle satılıktır.

İrtibat tel : (00 33) 06 82 11 68 67

Satılık veya Kiralık Petrol İstasyonu ve İmbiss

Kehl Neumehl’de bulunan, iyi işler durumda ve müşterisi hazır olan

istasyon ve imbiss, tüm malzemele-riyle birlikte satılık veya kiralıktır.

Tel : 00 49 / 170 73 073 77

Satılık İŞ YERİ Fond de commerceBesançon'da Restaurant, 120 m2 ( 90 m2 / 44 kişilik + 30 m2 / 20 kişilik ), 24 kişilik teras, klimalı ve su arındırıcılı, şehir merkezinde, yaya yolu üzerinde, lise-kolej ve hastane yakınında, kısa süre içinde yakına ticaret merkezi açılacak, fiyatı 200 000 € anlaşılabilr.

Tel : 06 89 27 22 96

SATILIKFonds de commerce

Mulhouse şehir merkezinde satılık Ephese Döner. 45 kişilik terası, 80 kişilik salonu bulunan + lisans (4)

Tel : 06 98 80 28 64 ( Saat 14’den itibaren ciddi olanlar

arasın lütfen )

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 16

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

SATILIKFonds de commerce

Brumath'da, tam merkez'de, ana cadde üze-rinde, müşterisi hazır, tüm malzemeleri yeni,

iyi çalışan ve çevresinde otopark alanı olan döner dükkanı yalnızlıktan dolayı acilen

satılmaktadır.Kira: 600€ TTC Charges dahil. Fiyat: 55000€

(fiyatı konuşulabilir).Tel: 06.09.30.36.95

Satılık fond de commerce

Fransa-Almanya sınırındaki Huningue’de bulunan La Feuille d’Or isimli market sağlık sebebiyle satılıktır. 80 m2, tüm malzemesi tamam, çok iyi cirosu var, teras,

meyve ve sebze için raflar, kirası 625 € ( changes dahil ).

Tel : 06 79 37 12 47 03 89 89 95 50

MULHOUSE’DA DEVREN KİRALIK TERZİ DÜKKANI 2 yıllık faaliyette olan, oturmuş müşteriye sahip terzi dükkanı “hamilelik

nedeniyle” devren kiralıktır.

İrtibat : Prestige Couture 59 r ue de S t r a sbourg 68200 Mulh ouseTel : 03 89 43 08 81 06 33 18 05 64

SATILIK FOND DE COMMERCEHaguenau’da restaurant-snack fonu satılık, 40kişilik, teras, iyi işler durumda, işlek

cadde üzerinde, üniversite, gare, mediatheque ve okulun sokağında, 3-6-9 kira kontratlı, pizza, döner, mutfak ve salonun bütün malzemeleri yeni.

Fiyatı pazarlıklı 80 000 €

Tel : 06 72 85 25 24 – 06 22 60 70 20

ELEMAN ARANIYORBilgisayar ve cep telefonu deblokajından anlayan ele-

man aranmaktadır.İş için ilgilenenlerin, Yılmaz Saz Evi, 14 Rue Fau-bourg National 67000 Strasbourg adresine şahsen

başvurmaları ya da 03 88 52 07 67 nolu telefonla irti-bata geçmeleri rica olunur.

YILMAZ SAZ EVİ STRASBOURG

SATILIK ÇOK TEMİZ SNACKBISCHWILLERDE, ŞEHİR MERKEZİNDE, İŞLEK YERDE, MÜŞTERİSİ HAZIRPIZZERIA 1.SINIF MALZEME SÜPER MEKAN MASRAFSIZ 100M2 ARTI 20M2

TERAS.YALNIZLIKTAN SATILIKTIRFİYAT : 62 000 € OTOMOBIL İLE TAKAS DA MÜMKÜN

TEL : 06 65 67 23 78

17

SATILIK Fond de commerce Restaurant Strasbourg Grand rue’de, çok işlek, yaya bölgesinde, müşterisi hazır, yüksek cirolu, 20 kişilik + 26 kişilik

terası olan restoran satılıktır.Restoranın bitişiğindeki fırını da satın almak mümkündür.

Tel : 03 88 21 81 06 ( 11h00 – 23h00 arası )

Satılık Sandalye KılıfıTüm düğünler, özel günler ve organizasyonlar için, kaliteli, hazır

sandalye kılıfları satılıktır.Tel : 06 20 61 67 14 / 06 17 77 65 10

Mulhouse’da Satılık fonds de commerce

45 m2, 30 kişilik oturma yeri, Cezaevi ve Mahkeme’ye, Allo-

cation Familial’e çok yakın, işlek yerde, müşterisi hazır, 7 yıllık

döner dükkânı ailevî nedenlerle satılıktır.

Kirası : 700 € Tel : 06 33 97 12 55 / 03 89 59 39 20

Kuaför aranıyor

Brevet Professionnel’i olan kuaför aranmaktadır.Ciddî olarak ilgilenenler için irtibat : 06 11 47 86 31

Satılık Retouche AtölyesiColmar’da bulunan, çok iyi çalışır durumdaki, 17 senelik, 58 m2, tam şehir merkezin-

deki rötuş atölyesi sağlık sorunları nedeniyle satılıktır.

Kirası : 430 € Tel : 06 81 17 77 41

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

DÖVİZLİ BEDELLİ ASKERLİK ÇİLESİ

Hasan KARAKAYA / Strasbourg

Birkaç gündür Türkiye Cumhuriyeti hükü-metinin gündeminde olan bedelli askerlik çalışmaları Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından Grup konuşmasında açıklandıktan sonra hem Türkiye’de hem Avrupa’da fırtına yarattı. Cuma gününden beri yoğun bir talebe karşı cevap vermeye çalışan konsolosluk yet-kilileri de zor anlar yaşıyor.

Bu çıkacak olan kanun yürürlüğe girmeden şimdi geçerli olan kanundan yararlanmak üze-re gurbetçi gençler konsolosluklara akın etti.

Daha önce dövizle askerlik adı altında 5112 euro ödeyerek 21 gün temel eğitim alan, otuz sekiz yaşına kadar da uzatma şansı ve yine bu yaşa kadar 4 taksitte ödeyebilme imkânı tanı-

yan eski yasanın yeni yasayla tamamen deği-şecek olması, yani hem yirmi bir günlük temel eğitimin kalkması hem de ödenecek miktarın 10 000 euro’ya çıkması olasılığı nedeniyle gurbetçiler kara kara düşünmeye başladılar. Birçok gurbetçi 21 günlük temel eğitimin kal-dırılmasını istiyordu ancak miktarın bu kadar

zamlanacağını tah-min etmiyordu.

Avrupa’nın ekono-mik darboğazda olduğu bu gün-lerde bu kadar meblağın nereden bulunacağı konusu hem çalışanlar hem de burada artan işsizlik sorunuyla karşı karşıya olan gençlerin en büyük problemi.

Konsolosluklara ge-len vatandaşların en büyük sorunu bir se-

ferde tüm işlemleri yapamamak. Strasbourg’a uzaktan gelenler, önce ön doldurulmuş bel-geleri almak zorunda. Doktor muayenesi ve ilk taksiti ödemek için de çizelge gerekiyor. Bu belgeleri alabilen vatandaşlar, bunları geri vermek için tekrar gelmek zorunda. Bu nedenle vatandaşlar, bu soruna bir çözüm bulunmasını, hatta internetten belgelerin indirilebilmesini istiyorlar.

Yoğunluk üzerine ek önlemler alan ve fazla mesai yapan Konsolosluk çalışanları adına gazetemize bir açıklama yapan Strasbourg Konsolos Yardımcısı Nevzat Erdem ATILGAN, Konsolosluğun elinde olan bütün imkânları kullanarak vatandaşın işini en uygun şekil-de yapmaya çalıştıklarını belirtti. Ayrıca bu

yoğunluk boyunca sadece askerlikle alakalı işlemlerin yapılacağını, diğer Doğum, Pasa-port, Nüfus, Noter gibi tüm işlemlerin askıya aldığını da bildiren ATILGAN, “Bu konuyu vatandaşlarımızın anlayışla karşılayacağını biliyorum” diyenrek şu anki haliyle yeni yasa ile ilgili bilgi verdi.

“Elimizden geldiği kadar bütün başvurulara cevap vermeye bunun içinde gece geç saat-lere kadar mesaiye devam ediyoruz” diyerek vatandaşlarımızı internet sitelerini takip etmeye davet eden ATILGAN, özellikle yanlış bir algının olmaması için de 21 günlük temel eğitim hakkında bilgi verdi.

Bazı gazetelerin gurbetçilerin 5112 € ödeye-rek temel eğitimden muaf tutulacağı bilgisi-nin yanlış olduğunu, Burdur’un 2012 sonunda kapatılacağını ancak Erzincan’ın açılacağını bildirdi.

Yeni yönetmelik ile ilgili de bilgi veren ATIL-GAN şunları söyledi : “TBMM Genel Kurul’unda bir deği-şiklik olmazsa en az 3 yıldır yurt dışında yaşayan vatandaşlar için, 10 000 € bedel karşılığında 21 günlük temel eğitim kalkacak ve askerlik yapılmış sayılacak. Bu rakam 38 yaşının sonuna kadar 1 peşin ve 3 taksitte ödenebilecek. 38 yaş sınırını geçen-ler ise bir seferde ödeyecek.”

Ancak bu konuda bir belirsizlik var. 38 yaşını geçenler ödememele-

ri durumunda ne olacak? Yaş sınırı kalktığına göre “60 yaşına kadar ödemesek ne olacak” diyen vatandaşlar aynı zamanda çıkacak yasa-ların içeriğini bilememekten şikâyetçi.

Yasanın yürürlüğe girme tarihi ise Cumhur-başkanı Abdullah Gül’ün imzasından sonra başlayacak. Gül yaptığı açıklamada 15 gün inceleme hakkını kullanacağını bildirmişti, bu durumda yeni yasanın 14 Aralık civarında yürürlük kazanması bekleniyor.

Gerekli bilgiler için şu internet adreslerine başvurulabilir :

http://strasbourg.cg.mfa.gov.tr/ConsularSer-vices.aspx

http://www.konsolosluk.gov.tr/fr/tr/Doviz-le_askerlik_basvurusu_Taksit_odemesi.aspx

http://www.e-konsolosluk.gov.tr

18

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O

BU NE DÜNYA KARDEŞİMÖLDÜREN ÖLDÜRENE

Bu eskimiş, yıpranmış mavi gezegeni yıkayıp sıksanız kan damlar bütün evrene. İçinde insan yaşayan tek gezegen olması her şeyi açıklamaya yeter sanırım. Kimsenin ölmediği bir dünyayı tasavvur etmek, yaşım ilerledikçe benim ütopyam olmaktan çıkıyor artık.

Bu kaos sürdükçe; gözyaşı, kan hep hükmünü sürdürecekmiş geliyor. Mavi ge-zegeninin maviliğinin sembolü olan insanlar da var elbette ve iyi ki varlar, dünyayı yaşanır kılmaya çabalıyorlar, durumu dengelemeye yetmese de nefes alabilecek hava kalıyor en azından...

Bu kaotik durumun çözümü var mıdır? Varsa «düzensiz duyarlı insan davranışlarının kao-tik farkındalığı» ne kadar çözer bilmiyorum ve korkuyorum, umudumu kaybetmekten korkuyorum. Bu gezegenin, toprakları kızgın coğrafyasında bulunan ülkemin haberleri de ölüm ağırlıklı hep. Parlak yüzü solan güzün, ye-

ryüzünün göğünden göğsüne ölü yağıyor adeta. Omuzlarda taşınan genç ölü bedenler kondukları yerde toprağın göğsünü emiyorlar anne sütü gibi.

Bir çoçuk nasıl yetiştirilir, nasıl büyür, bir anne ve bir eğitimci olarak en iyi bilenlerden biri olarak, evladı ölen bütün anneleri anlıyorum demek bile hissettiklerimin yanında çok hafif kalıyor.

Korkuyorum, güzün solan yüzünden gözyaşları yerine ölüler akıtıp toprağı kurutmasından korkuyorum. Pazar günü yapılacak iş değil ölülerle masaya oturup, internetin başına geçmek... Kahvaltı masasındayken, hayatın en güzel tadlarından biri olan bir bardak çayı yudumlarken, tatsız bir ölüm haberiyle karşılaşıyorsanız, nedense bu dinlence gününde hayata gülümsemek gelmiyor içinizden.

Bir kadın cinayeti daha, hatta iki günden bu

yana haberlerden okuduğum dördüncü cinayet haberi...Şimdi lokmalar, insan olanın boğazına dizilmez mi? İki gün önce, cuma günü bir gazetenin manşetinde, sırtında neredeyse sonuna kadar girmiş bir bıçakla eli yüzü morluklar içinde, eski eşi tarafından öldürülmüş bir kadın ölüsüyle karşılaşmak, bu haberi evinde çocuğun olduğu için ona gös-termeden gizli gizli okumak psikolojik olarak insanda başka farklı duygu hissettirebilir mi?

Çaresizlik beni kadınlığımdan ve insanlığımdan utandırıyor. Bu soruna çözüm için daha kaç kadın çoçuklarının gözleri önün-de caniler tarafından öldürülecek..

Korkuyorum, bu kadın cinayetlerini toplum olarak kanıksamaktan korkuyorum... Korkuyorum anne ; ölülerden değil de, en çok öldürenlerden korkuyorum.... 09/10/2011

24 Kasım Öğretmenler Günü’nde MAXIMAL

KUMPİR’den Anlamlı JestÜlkemizde kutlanmakta olan 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, Strasbourg’ta bulu-nan MAXIMAL Kumpir ve Gözlemecisi’nden çok anlamlı bir jest geldi.

Bilgisine başvurduğumuz firma yöneticisi Ülkühan SARI, amaçlarının bu güzel günü Fransızlar’a tanıtmak olduğunu dile getiri-rken, başlarda tedirginlik yaşayan Fransız öğretmenlerin, niyetin onlara gül satmak değil gül sunmak olduğunu anladıklarında mutlu olduklarını ifade etti.

Ülkühan SARI sözlerine şöyle sürdürdü : «24

Kasım 2011 akşamı, tanıdığımız ve çevre-mizde bulunan öğretmenlere mekânımızda yemek verdik. Bunun öncesinde de, gündüz, civardaki okullardan üç tanesine gül ve buket dağıttık. Bunlar ; Lycee Ost’a 20 gül ve bir buket, College de l’Esplanade’a 20 gül ve bir buket, Ecole de Jacques Strumm’a da 20 gül ve bir buket şeklinde oldu. Bunları Fransız öğretmenlere sunduk.

Akşamki yemek davetimize de önemli sayıda öğretmen katıldı ; kendilerine kumpir, göz-leme, tatlı ve çay ikram ettik.

Biz bu etkinliği beş yıldır yapıyoruz. Çıkış noktamız, eski Eğitim Ataşemiz Mus-tafa Gürleyik’in teşviki ve yönlendirmesiyle oldu. Mustafa Bey’in uyardığı kişilerden

yalnızca Babam Mehmet SARI uygulamaya karar verdi, ben de gerçekleştirdim. Önceleri sadece gül verme şeklinde olan bu faaliye-temize bu sene yemek de eklenmiş oldu. Amacımız gelecek yıllarda daha da büyük organizasyonlarda bulunmak.

Öğretmenlerimiz bize ana-babalarımızdan sonra en yakın olan kişiler ; onlardan çok şey öğreniyıoruz, onlara çok şey bor-çluyuz, onlar örnek almamız gere-ken insanlardır. »

( MAXIMAL Kumpir / 7, cour de Bath 67000 Strasbourg / 09 50 899 144 )

hiç büyümeyen yiğit

evin önündeki sokakta veya apartmanın arka bahçesinde arkadaşlarıyla oyun oy-nayan çocuğu, pencereden seslenerek eve çağıran anne sesi, dünyanın her yerinde hemen hemen aynı lezzettedir.. biraz kızgın, biraz meraklı, biraz aceleci, biraz sevecen.. mutfaktaki fırından yeni alınmış cevizli kek ne ise, bu sesin rengi de odur.. sıcacık, tarçın kokulu, nazenin.. ehh, annelik de böyle bişi diğil midir za-ten.. oysa, oyunun en mühim, en zevkli yeridir büyük ihtimal, annenin pen-cerede göründüğü o beklenmedik an.. tam da ortalığın iyice kızıştığı, en eve çağrılınmaması gereken zaman dilimidir

tahminen uzayın.. evladına karşı yaşamın hiçbi evresinde merhamet duygusunu eksik etmeyen anne, yalnızca pencereye çıktığı va-kitlerde azgın bi gladyatöre dönüşür.. bi çocuğun gönlünde oyun oynama kültürünün ne denli önemli olduğunu sorgulamaz olur artık.. sanki o pencere-deki kadın direkt olarak ‘’anne’’ olarak dünyaya gelmiş, ömründe hiç çocuk olmamıştır.. **** **** kimi zaman yemek vaktidir de çağırılır eve çocuk, kimi zaman bakkala-fırına falan gönderilecektir.. misafir gelecek-tir, manava meyve almaya örneğin.. en kara bahtlısı, akşamın o vakti annesi tarafından yüncüye nefti yeşil orlon al-maya gönderilen çocuktur.. orlon nedir, nefti ne de nefret edilesi bişidir.. saklam-baç yarım kaldı ulan.. anneler her şeyi nasıl da lüzumsuzca bilir hep, matematik yazılısı vardır çocuğun yarın, zaten ilk sınavdan zayıf alınmıştır, henüz ilkokul 3’te olunmasına karşın bu sınav hayattaki son şansıdır, çalışılması nasıl da şarttır diye çağrılır.. adeta, o velet o gece matematik çalışmazsa, iki kere iki bi daha asla dört etmeyecek gibidir.. hava soğumuştur kimi kez.. akşam olup her taraf kararmıştır da üstelik.. baba eve gelmiş ve çok kızmıştır; ‘’ bu çocuk neden halaa sokakta, eve gelip kitaplarının başına geçse de yarın sabaha bilim adamı olarak uyansa ya’’ fikrin-dedir.. sana ne denmez, baba her zaman babadır.. arkadaşlarına ve o güzelim sokak oyunlarına homurdanarak veda edip, evi-

ne döner çocuk.. henüz küfür etme çağı diğildir, bi bilse nasıl da sövecek gari-bim; babasına, dedesine, soyuna-sopuna, okyanusta ilk evrilen tek hücreli canlıya, toptan düz gidecek.. **** **** yiğit de bunlardan biri.. nasıl olabiliyo çözebilmiş diğilim, ben kendimi bildim bileli, oturduğum her apartmanda yiğit diye bi çocuk da ikamet ediyo mutlaka.. hayır, tanıdık bildik bi çocuk diğil, hiç şahsen görmüşlüğüm yok.. mesela, zamanında ben de ufakken, yiğit adında bi arkadaşım hiç olmadı.. özel biri diğil, yiğit deyu bi takıntım, geçmişten kalan bi kuyruk acım falan da söz konusu diğil.. şimdi büyüdüm, iki hızan babasıyım, şöyle yanağından makas aldığım, ge-çerken saçını şefkatle okşadığım yiğit diye bi ufaklık da girmedi asla apart-man yaşantılarıma.. yalnızca, pencerden ‘’yiğiiiit’’ diye bağıran bi anne sesi saye-sinde biliyorum varlığını.. yazması ayıp, yurdumuzun pekçok ilinde ikamet etmiş bi insanım.. istanbul’u ayrı, giresun’u ayrı.. ne bileyim, denizli’si ayrı, ordu’su ayrı.. aynı kent içerisindeki çok sayıda taşınmalarımı da düşünürsek, tahminen 20 ayrı apartman görmüş şu bünyem.. bunların tümünde de yiğit adında bi velet nasıl yaşıyo olabilir, akıl-sır erdirilecek gibi diğil.. benzeri anca korku filmlerinde görülür.. kaba hesap 25 yıldır, ülkemizin muh-telif illerinde, sabahları ‘’yiğiiiit’’ diye bağıran bi anne sesiyle uyanmak her faninin tadabileceği bi duygu mudur.. hiç büyümeyen, asırlardır ölmeyen esraren-

giz, doğaüstü bi çocuk beni takip ediyo gibi bi hisle yaşıyorum içimde.. **** **** sözün gerçeği, epeycedir unutmuştum bu keratayı.. en son bu sabah, yeni taşındığımız evimi-zde aynı anne sesiyle uyanınca, ilk önce ‘’eyvah’’ diyerek kulaklarıma yastıkla bastırdım.. daha sonra ‘’kim ulan bu ço-cuk’’ diyerek pencereye fırladım, ama yetişemedim.. gri bi pantolon gördüm yalnızca, siyah bi ayakkabı bi de, giriver-di apartmandan içeri, kim olduğunu yine göremedim.. yahu hiç mi büyümezsin yıllardır be yiğit.. beni kocattın, sen hâlâ aynısın, annen yine seni çağırıyo.. bi işe gir, as-kere git, evlen mevlen, bişiler yap, bırak yakamı artık be koçum, ne diyim ki başka sana.. **** **** behice konusuna ise hiç girmiyim şimdi, girip de kimseleri üzmiyim.. bi de o derdim var uzun yıllardır süregelen.. kulakları çınlasın, artık gençliğimde kalmış iki eski flörtümün ‘’behice abla’’ adında birer akrabaları vardı.. isimle-rini duyardım, ama nedendir bilmem, tanışmak hiç nasip olmadı bu iki ayrı be-hice abla’larla.. unutup gitmişim.. biraz önce eşim demez mi; ‘’yaa gürsel, behice ablalar giresun’a gelmiş, bi gece yemeğe alalım’’.. ulan yine mi behice.. ne yapacağımı şaşırmış durumdayım.. bu sefer kararlıyım, kesin tanışacam..

MİZAH

Gürsel EKMEKÇİ

19

Nurbanu KABLAN

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 20

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 21

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 22

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 23

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 24

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 25

e-mail: [email protected]

Buz Makinası

745.00€ ‘dan başlayan

�yatlar

Bulaşık Makinası

900.00€ ‘dan başlayan

�yatlar

03 90 23 93 24RESTAURANT ve SNACK EKIPMANLARI

Reklam vermiyoruz;hizmet veriyoruz

“ “Mehmet ŞEFTALİ

tasarım ve uygulama

İhtiyacınız olan tüm restaurant ekipmanları

Hayırlı ramazanlar dileriz...

239 route de Schirmeck 67200 STRASBOURGwww.gastro-pro.com Mail : [email protected]

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 26

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 27

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 28

GÜLE GÜLE BÜLENT

Uzun boylu, açık renkli, zarif yapılı, kısa saçlıydı ilk tanıştığımda. Yıl 1982’ydi, babası ağır hastaydı, onun yanında olmak için Akhisar’dan yola çıkmış ve sağlığında yetişememişti. Kardeşi Bircan, yakında «Abim gelecek » demişti ve geldiğinde de bizleri tanıştırmıştı. Türkiye zorlu yıllar yaşıyordu. 1980’de ik-tidara el koyan generaller cuntası, anayasayı askıya almış, partileri ve sivil toplum örgüt-lerini kapatmıştı, Türkiye’de iş bulamadığı için Avrupa’ya gidip de hayatını kurtar-maya çalışan onca insanın yanısıra « devlet terörü »ne uğramaktan korkan çok sayıda in-san da yurtdışına çıkmanın yollarını arıyordu. O da bu koşullarda geleceğini kardeşinin yanında görmüştü artık. Bir derneğimiz vardı. Bir yandan cunta koşullarındaki Türkiye’de bir an önce demokrasiye geçilmesi, insan haklarına saygı gösterilmesi, cezaevlerinde işkencelere son verilmesi.. gibi insanlığın temel haklarının güvence altına alınması için yoğun çaba sarfederken, bir yandan da yaşadığımız Fransa’da biz Türkiye kökenli-lerin insanî koşullarda eşit yurttaşlar olarak yaşayabilmesinin kavgasını veriyordu. Hem de yaptıkları işe inanmış, kararlı ve militan ruhlu insanlardık. Strasboug’a geldiğinde o da bu çabanın bir parçası oldu. Bir yandan evraklarıyla uğraşıyor, dil so-rununa rağmen geçinebilmesini sağlayacak iş peşinde koşturuyor ve yol arkadaşlarıyla demokrasi ve insanca yaşam mücadelesi yürütüyordu. Bircan’ın çalıştığı « cafe »de Patri-cia ile tanıştığında oldukça coşkuluydu.

Onu ilk tanıştırdıklarından oldum. Sonra Patricia’nın Strasbourg merkezindeki evinde yerleştiklerinde ortak sofralarda acımızı, neşemizi paylaşmaya devam ettik. 1984-85 yılarında evlendikten sonra eşlerimizle ortak sofradayken, içinde sakladığı gizemi açıklama gereği duymuş ve sevinçle « Size bir müjdemiz var » diye başlamıştı söze. Sonra da « Yakında bir çocuğumuz olacak, Patricia hamile » demişti. Büyük coşkuyle onları kutlarken Pelin’le karşılıklı bakışıp biz de « bombayı » patlatmıştık : « Bizim de çocuğumuz olacak, Pelin hamile. » Ne mutluluktu, ne coşkuydu. ! Bir daha kalkıp öpüşmüştük. Birkaç zaman sonra yine biz bizeyken, iki-mizin de birer erkek çocuğu olacağı bilgisini paylaşmıştık. « Adını ne koyacaksınız ? « diye sorduğunda, benim Pelin’le sürmekte olan tartışma noktamıza parmak bastığının farkında değildi tabii. Anlattık, « Henüz kesin kararı vermedik, birçok isim yazdık, onları eleye eleye iki isimde kaldık. Pelin Engin ben de Ozan adlarını istiyoruz » demiştim. Patricia ile henüz bir ad bulamadıklarını anlatmış, arkasından da « Siz ister koyun is-ter koymayın Ozan benim çok hoşuma gitti. » demişti. Doktarlara göre Pelin de Patricia da 1 Mart’ta doğum yapacaklardı. Birkaç ay sonra bizim Ozan’ımız doğmuş, bir hafta sonra da senin Ozan’ın doğmuştu. Buralara hayatımızın en güzel çağlarında gelmiştik. Ailelerimizden, sevdiklerim-izden, doğup büyüdüğümüz ve burnu-muzda tüten topraklarımızdan uzaklarda, sürgün yaşıyorduk. Evlenmiştik, çocuk sahibi olmuştuk, ama ideallerimiz uğruna koşturmaktan vazgeçmiyorduk. İş dönüşü koşturma içinde hazırladığımız kaset ve haberlerle yaptığımız canlı radyo yayınlarını, hatırlıyor musun ?

Biliyorum, senin yapında ne karamsarlık, ne de hayata yüz çevirmek vardı. Öylesine bağlıydın ki yaşama, dostluğa, arkadaşlığa. Bir de dost sofrasında yeyip içmeye, güzelim Anadolu türkülerini birlikte söylemeye ve de bir İzmir havasıyla şöyle sallanarak efece oynamaya. Sen hayattın, neşeydin, her şeyden önce adam gibi adamdın. Çalıstın hep, ailece rahat yaşayabilecek bir yuva kurdun, Patricia, Ozan ve Devrim’le rahat edebilecek bir çağa, ortama geldin ki amansız kanser akciğerini yok etti.

« Kavga şimdi başlıyor » diyordun, « Onu yeneceğim » diyordun. Kâh hastanede kâh evde iki yıl savaştın ; acı çekiyordun, uyuyamıyordun, yorgundun ama bizlere moral veriyordun, onların üstesinden mutlaka geleceğini söylüyordun. Acını, derdini annenden sakladın hep. Bilm-esin, üzülmesin istedin, ta ki son günlerde Türkiye’den gelen biricik kız kardeşin Serpil’le birlikte biraraya gelinceye değin. O günden sonra da hastaneden çıkmadın bir daha, ne yemek borun, ne de ciğerlerin görev-lerini yapıyorlardı artık . Annen, Serpil, Patricia, Ozan, Bircan nöbetleşe gece gündüz hep yanında oldu-lar. Dostların, yol arkadaşların seni yalnız bırakmadılar. Yemek yiyemiyordun, çok özlemiştin kuru fasulyeyi. Serpil’e « Ziyarete gelenlerin adlarını kaydet, çıkınca hepsini biraraya getirip topluca yemek yiyeceğiz » diyordun. Yaşama öylesine bağlıydın ki, bizi bırakıp gideceğini düşünemedik. Son anlarına kadar güler yüzlüydün, umut dolu gelecek projelerin vardı. Daha iki gün önce Nazım’ın « Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine » şiirini istemiş ve hastane odanda karşındaki çerçeveye koydurmuştun. Evet, kardeşce, insanca bira-rada yaşayacağımız bir toplum düşledin, onun

kavgasını verdin. Farklı ırk, dil ve inanıştan gelen insanların, insanlığın temel değerleri etrafında birarada, dostça yaşayabileceğinin örneklerini verdin yaşamında. Anadolu’dan kendi dil ve kül-türüyle gelen sen, Strasbourg’lu başka dil ve kültürden Patricia ile güzel ve uyumlu bir çift oluşturarak, onun ailesince de sevilen bir aile üyesi oldun. Ne sınır ne de ön yargı vardı, çünkü « biz »i varetmiştiniz. Son gün konuşmadın, konuşamadın, kavganın keskin noktasındaydın ve 53’üncü yaşgününden üç hafta sonra, 1 Ekim sabah saat 5.45’lerde bizden ayrıldın. Ailen ve Astu’lü dostların hep başucunda oldular. Serpil’in listesi yüzü çoktan aştı. Hepimiz bi-raraya geleceğiz, seninle birlikte paylaşacağız yemeklerimizi, türkülerimizi. Güle güle güzel insan. Sen rahat uyu sevgili Bülent. Güneşin sofrasında buluşacağız. Ali Ekber BAŞARAN, 1 Ekim 2001

Alsace’ta Bir İlk : “Dinlerarası Diyalog Oturumu”

(Le Dialogue Interreligieux)

Haber / Fidan KARAYEL

Alsace bölgesinin ilk « Dinlerarası Diyalog » oturumları 21 Kasım’da Région Alsace mecli-sinde toplandı.

Alsace bölgesindeki tüm şehirlerin kendi ara-larında oluşturdukları tüm din ve mezhepler-

den oluşan konseyleri biraraya getirdi.

« Dinlerarası diyaloğun » amacı apaçık orta-da : tüm dinlerin ve cemaatlerinin huzur için-de kozmopolit bir bölgede, Alsace’da yaşaya-bileceğini göstermektir. Alsace bölge Başkanı Philippe Richert de bu konuda « Alsace’ımız çok zengin bir bölgedir, tüm dinleri ve birçok

kültürlerin birarada huzur ve barış içinde yaşayabilmesi için bugün burada bulunmaktan gurur duyuyoruz » dedi.

Haguenau konseyinde Ulu Camii derneğinin yanı sıra, El Fath Camiisi (Kuzey Afrika ce-maatinden oluşan), St Nicolas ve diğer kilise Din adamları, Sinagog Hahamı ve tüm bun-ları biraraya getirip bu konseyi kuran Haguenau Belediyesi ve belediye başkanı Sayın Claude Sturni de yer almaktadır.

« Dinlerarası diyalogundan Haguenau’daki vatandaslarimiz

ve herkes için çok güzel faaliyetler doğacagı-na gönülden inanıyorum » diyen Kadin Kolları Başkanı Fidan Karayel sözlerine da şöyle devam etti “Gurbetten artık geri dönüşümüz yok sılamıza, vatanımıza, buralara kök saldık, 3. hattâ 4. nesili görür olduk. Dolayısıyla eli-

mizden geldiği kadarıyla çaba gösterip huzur ve barış içinde yaşamaya özen göstermeliyiz. Bu, gerek kendi cemaat ve vatandaşlarımız arasında gerek diğer din kardeşlerimizle. Ye-terince dernek ve bilhassa Camii saldırılarına mâruz kaldık, kimi zaman bilindik şehirlerde

kâbristanlara haince saldırıp zarar verdiler. Bu tip olaylar çok üzücü ve bir o kadar da düşün-dürücü : Bizler çocuklarımıza nasıl bir gelecek vaadedeceğiz ?

İşte tüm bu olay ve düşüncelerden yola çıka-rak bizim de bu konseye katılıp yer almamız gerektiğini düşündük. Temennimiz, bu Diya-

loglardan güzel faaliyetlerin doğması ve bizim açımızdan, İslam dinine yönelik önyargıları kaldırıp, dinimizi ve kültürümüzü daha güzel bir sekilde aydınlatmaktır.”

Etkinlikte Grup Turqu-oise da Yer AldıDinlerarası Diyalog oturumları-nın sonrasında, akşam verilen yemek esnasında sahne alan Grup Turquoise da, katılım-cılara hoş ve zevkli dakikalar yaşattı.

Mehmet Kaba, Barış Ayhan, Soner Ulukaya, Selma Deveci ve Marie-Annic Guillemin’den oluşan grup, çaldıkları sevilen

parçalarla dinleyicilerin keyfili bir akşam ge-çirmesini sağladılar.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 29

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 30

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 31

US KIRWILLER SPOR’A YARDIM GECESİNDE

EĞLENCE DORUK YAPTI

Haber / Basri ÇİÇEK

2011 -2012 sezonunda amatör ikinci kümede mücadele eden Kırwiller spor kulübü, her yıl organize ettiği gecelerden birini daha gerçekleştirdi.

Geceye katılan ikiyüz davetli gönüllerince eğlendiler. Kulübün lokalinde yapılan gecede, kulüp başkanı dahil antrenöründen futbolcu-suna yönetimde bulunan herkes canla başla gelen misafirlerine hizmet etmede adeta yarıştılar. Gecede Türk ve Fransız misafirler birarada doyasıya eğlendiler.

Kulüp başkanı sayın İsmail ZIVALI kulüp hakkında yaptığı açıklamalarında, dört yıldır yürütmekte olduğu başkanlığı döneminde Kırwiller ve çevresindeki iş adamlarının katkıları ile buralara kadar gelindiğini, kulübün birinci ve ikinci takımlarında toplam elliye yakın futbolcu olduğunu, bunların yarısından fazlasının Türk kökenli olduğunu, amaçlarının gençlerin sporla uğraşmalarını, Türk, Fransız ve diğer yabancı gençlerin birarada kardeşçe spor yapmalarını sağlamak, onlarla abi kardeş ilişkisi içinde, bu kulubü en üst seviyelere taşımak olduğunu belirtti.

Kulübün yıllık giderinin yirmibin Euro kadar olduğunu, bunun tamamına yakınını spon-

sorlardan finanse etttiğini açıklayan sayın ZIVALI, ayrıca geceye sponsorluk yapan Türk ve Fransız işadamlarına teşekkürlerini sundu. Kendisi de işadamı olan ZIVALI, bu ve bunun gibi organizelerin devam edeceğini açıkladı.

Kulup antrenörü sayın EIDMAN Carol ise daha iyi yerlere gelmemiz için çok çalışmalıyız, bunu da yapıyoruz, başaracağız dedi.

Gecede Roman müzik grubu klarnet ve davul şovdan sonra, dj 52 Yunus sahne aldı. Türkçe ve Fransızca şarkılar eşliğinde eğlenen mi-safirleri ağırlayan Aşçı Ali ve Hasan Hüseyin misafirlere hazırladıkları kuskus mönüsüyle güzel bir ziyafet sundular.

Ingwiller Türk İşçileri Yardımlaşma Derneği Başkanı Mehmet Ali SİVAZ ve Başkan Yardımcısı Mehmet ERBUCU’nun da hazır bulunduğu gece geç saatlere kadar devam etti. Gazetemiz ve futbol adına başarılarının devamını dileriz.

Talihliler İkramiyelerini Almaya Başladılar

Gazetemizin kuruluşunun 6. yılı münase-betiyle Ekim ayından bu yana yapmaya başladığımız çekiliş kampanyalarımızın ilk talihlileri geçen ay belli olmuştu.

İZMİR VOYAGES’tan Türkiye’ye uçak bileti kazanan Halit ARAZ ile MEUBVET’ten çekyat kazanan Salih BİRGÜL ilk şanslı Objektif okuyucuları olmuşlardı.

Bu iki talihliden Salih BİRGÜL henüz çekyatını almaya gelemediğinden, kendisiyle ilgili habe-ri gelecek sayımızda yayımlamayı umuyoruz.

Halit ARAZ ise, kazandığı uçak biletini almak üzere Stras-bourg’tan Selestat’a, İZMİR VOYAGES bürosuna kadar geldi ve biletini teslim aldı.

O gün Objektif de oradaydı ve hem kazananın hem de ikra-miyeyi veren firma yetkilisinin hislerine tercüman oldu…

Halit ARAZ : « Öncelikle bu çekilişi düzenlediğiniz için size ve bileti veren İZMİR VOYAGES şirketine teşekkür ediyorum. Gazetenizi sürekli takip ediyo-rum ; bir önceki sayınızda ku-

ponunuzu gördüm, kuponunuzu doldurarak posta yoluyla size gönderdim. Çekilişte de bana çıktığını öğrenince çok sevindim ; tekrar teşekkür ediyorum.

Benim bir de bir hikâyem var, bunu da sizlerle paylaşmak isterim. 2006-2011 yılları arasında iki evladımı kaybettim. 2006’da 12 yaşında, 2011’de ise 15 yaşında iki kız çocuğum vefat ettiler. Benim üç çocuğum da ilik problemi

nedeniyle ilik nakli oldular ama maalesef ikisi iyileşemediler. Çocuklarım burada vefat etti-ler ama onları Türkiye’de defnettik.

Şu anda da işsiz olduğumdan, bu biletle gidip yavrularımı ziyaret etme imkânı bulacağım.

Ben Yozgat / Sorgunlu’yum. 1994’ten beri Strasbourg’ta yaşıyorum. On sene kadar ka-myon şoförlüğü yaptıktan sonra aynı firmada satış elemanı oldum. »

Hüseyin KOCA ( İzmir Voyages ) : « Biz İZMİR VOYAGES olarak bu sene bu tip beş-altı kam-panyaya katıldık ; Objektif’le olan bu işbirliği 2011 yılının son destek hareketi oluyor. Bile-timiz Halit Bey’e çıktığı için çok mutlu olduk ; kendisine hayırlı uçuşlar diliyoruz.

Önümüzdeki senelerde de bu tür kampa-nyalara katılmaya kararlıyız ; dernek, cami gibi kurum ve kuruluşların taleplerine açığız. »

Biz de talihli okuyucularımızı tekrar kut-luyor, destek veren firmalara teşekkür ediyoruz.

Yeni Talihliler Belli OlduÇekilişimizin Kasım ayı talihlileri de belli oldu.

EVİM Ev Malzemeleri ve Mobilya ile CALI-FORNIA CUIR’den 100’er €’luk hediye çeki kazanan okuyucularımız şöyle belirlendi :

EVİM : Mevlüt GÜZEL ( 67480 Leutenheim )

CALIFORNIA CUIR : İbrahim ÖZDEMİR ( 67380 Bouxwiller )

Kazanan şanslı okuyucularımız bizimle irtibata geçerlerse, hediye çeklerini almaya gittikle-rinde yanlarında olarak bu güzel ânı haber yapıp ölümsüzleştireceğiz.

Ölüm halleri23 Ekim tarihinde meydana gelen 7.2 büyük-lüğündeki Van depreminde kesin olmamakla

birlikte, yaklaşık 700 kişi tonlarca betonun altında kalarak yaşamını yitirdi.

Yardım çalışmalarına katılmak amacıyla binlerce kilometre uzaktan Van’a gelen Japon doktor Atsushi Miyazaki ve asgari ücretten biraz fazla aldıkları ‘karın tokluğu’ maaşın

hakkını vermeye çalışan iki gazeteci arkadaşı-

mız daha artçı depremde öldü. Ölüm neden-lerinin, enkaz altında aşırı strese bağlı kalp yorulması olduğunu okuduk gazetelerden.

Her türden barış çağrısına kulak tıkamış Türk milliyeti ile sıralı-sırasız her ölüme kirve

olmuş Kürtlerin değişik ölüm biçimleri oku-nuyor gazetelerde sadece. ‘Sürç-i lisan’ eyleyip

“ölenler doğudan da olsa” diyen Habertürk spikeri Duygu Canbaş’dan, içindeki caniyi gö-remeyip, bir iki emekli polis bozuntusuyla va-roşlarda cinayet zanlısı arayan Müge Anlı’ya,

“bu Kürtlerin değil Türklerin trajedisidir” denebilecek bir dönemi geride bırakıyoruz.

Ve o günlerde…. Altı yaşındaki Deniz Olgun, kaldığı naylon

çadırda, soğuk havaya daha fazla dayanama-yarak zaatüreden hayatını kaybeti.

Kar yağışı altında, yazlık çadırlarında ısın-maya çalışan bir aileden üç çocuk, sobadan

sıçrayan alevlerden çadırın alev alması sonu-cu, Bahar (8), İsmail Tolukan (4) ve Elif (7)

kardeşler yanarak can verdi. Depremde hasar gören 6 kişilik Vural ailesi, kaldıkları çadırda sobadan sızan karbonmo-noksit gazından zehirlendi. Olayda iki kardeş

hayatını kaybetti. Aynı günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin Baş-bakanı depremzedelere Ağustos ayını bek-

lemelerini ilan etti. Başta İsrail olmak üzere yapılacak birçok yardımı sanki depremzede-

lere değil kendisine yapılıyormuş edasıyla geri çevirdi.

Bu yazıyı yazdığım saatlerde Van Merkez Halilağa Mahallesi’nde Cemil-Pakize Örgün çiftinin, 6.5 yaşındaki kızları Öznur, yetersiz beslenme, aşırı sıvı kaybı ve soğuk algınlığın-

dan hayatını kaybetti. Aynı günlerde Erkan-ı devlet, 10 Kasım

anma törenlerini düzenledi. Boğazı papyonlu, omuzu yıldızlı bir sürü ciddi adam, Kurtuluş Savaşı komutanının yaşından kaynaklı “doğal ölümü” karşısında perişan, üzüntülü, derbe-der haldeydiler! Hepsi bir şaka dükkanından ısmarlanmış şaşırtmacılık ve komiklik amaçlı

kişiler olamaz. İçlerinden bir tanesi olsun ciddidir. O bir kişiyi Van depreminin yıkımı

karşısında göreve çağırıyoruz. Ve yine aynı günlerde bu ölümler karşısında

üzüntüsünü gizleyemeyen Zaman gazetesinin ekonomi sayfalarında şu haber yayınlandı: “Yurtdışında başarılı projeler gerçekleştiren Enka İnşaat’ın Yönetim Kurulu Başkanı Si-nan Tara, Van depreminde yıkılan binaların

Türkiye’nin ve Türk müteahhitlerin dışarıdaki imajını zedelediğini söyledi.”

Haberin devamında, İstanbul’a üçüncü köp-

rü ve nükleer tesis yapmaya aday olan Sinan beyin ABD elçiliğini yaptığını öğreniyoruz.

Ne sandınız? Çocuk yuvası ya da şiddet gören kadınlar için sığınma evi mi yapacaklardı. Ya-zıda depremin yaralarına dair tek bir satır yok. Mesajı aldık. O kadar çok şey yapabiliyorsan, Van’a bir iki prefabrik konut yap diyeceğim

ama varmıyor dilim. Hangi imaj? diye sormuyorum bile. Mese-le imaj ise insanlık hiçbir şey diyor bize bu gazete kağıdında yazıcı olarak çalışan kişi.

Yakından izliyorum bu gazetenin yazarlarını. Ortadoğu’da her savaş patlak verişinde, petrol fiyatlarındaki değişimi tespit etmekte mukte-

dirler kendileri! * * *

Kasım ayında 10 Kasım dışında iki anma tö-reni daha vardı. Dersim’in isyancısı Seyid Rıza

ve Dersim’in damadı Ahmet Kaya. Sırrı Sü-reyya Önder’in deyimiyle, bu halkın koçlarıy-dı onlar. Koç başı bıçak içindiler, egemenlere ve zalimlere verdiğimiz kurbanlardır onlar…

* * *

Sahi geçen ay kurban bayramıydı. Geçmiş bayramınızı kutlar, verdiğimiz bunca kurban

yetmedi mi diye sorarım hepimize?

Selen ATEŞ[email protected]

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

TÜRKİYE VE DÜNYADAN KISA KISA NOTLAR Bir konuya değinip uzun uzadığınca düşüncelerimi dile getirecektim ama geçtiğimiz 2 hafta içinde (genelini düşünürsek) ülke gündemi de o ka-dar değişti ki, farklı konular ele alınıp tartışılmıştı. Hatta dünya gündeminde zaman zaman yeni konular da dikkat çekmişti. Bundan dolayıdır ki siz değerli “Objektif Gazetesi” okuyucularımıza tüm konular hakkında kısaca düşüncelerimizi dile getirmek istedik. Avrupa ve Türkiye, özellikle de yanı başımızdaki bölgeler, Ortadoğu, tarihi bir süreçten geçiyor. Kürt meselesi, te-

rörle mücadele, Trabzonspor’un Avrupa başarısı, CHP, Arap Baharı, Suriye, dünyayı saran ekonomik kriz…

Yarınları belirleyecek konu başlıkları. - Kürt Meselesi-Terörle Mücadele Türkiye’ye Kuzey Iraklı Kürt liderle-rin biri geliyor diğeri gidiyor. BDP ’li milletvekilleri Erbil’i komşu kapısı yaptı. Başbakanlık’ta ard arda terör zirve-leri düzenleniyor. Ne kadar doğru bile-miyorum ama PKK ile yeniden masaya oturulabileceğine ilişkin konuşmalar da fısıldanıyor kulaklarda. BDP’li milletve-killerinin tutumu düşündürücü. ”Kar-tepe” adlı deniz otobüsünü kaçıran PKK mensubu Menzur Güzel’in kız kardeşi Şeyma Güzel’in Sebahat Tuncel tarafından Diyarbakır’a kaçırılırken yakalandığı öğrenildi. BDP milletvekili Tuncel neden Pkk mensuplarını koruyor, kolluyor, hatta devletten kaçırıyor? Sonra da çıkıp demokrasi mesajları veriyorlar. Önce siz bir düzelin…

Meclis’te yeni Anayasa için kurulan ko-misyon çalışıyor, Kürt Sorunu ve diğer değişiklikler için çözümde en önemli “viraj” olarak görünen komisyonda ise daha başlarken umutsuzluk rüzgarı esiyor, öyle gözüküyor. Parti liderleri “Yeni Anayasa yapılamazsa toplumda hayal kırıklığı yaşanır” diyor çünkü seçim meydanlarında yeni Anayasa değişikliğini dile getirmişlerdi, ama daha şimdiden görülen “partilerin bir metin üzerinde anlaşmalarının zor olduğu” yönünde. - Ortadoğu - Suriye – Arap Baharı

Müslüman ülkelerdeki halkın isyanı, de-mokrasi hayali, direnişler, zülümler vs… hepsini izledik, dinledik ve adı da “Arap Baharı” konuldu. Suriye’de halk ayakta. Her gün onlarca ölüm haberi geliyor. Dü-nya, eşi görülmemiş bir baskı uyguluyor, Türkiye de Suriye’ye bu baskıyı uyguluyor. Başbakan her seferinde Esad’a “çekil, git” diyor. Halkın yanında olduğunu dile getiriyor, yapılan bu zülüme de «dur» diyor, bu konuda Başbakanımız haklı, katılıyorum, bu masum insanlara yapılan zülüm bitmeli. Yüzlerce kilometrelik sınır hattında tampon bölge kurulup kurulmayacağı konuşuluyor. Suriyeli muhalifler Türkiye’yi mesken tutmuş durumda. Mısır, Tunus, Kuveyt ve diğer Arap ülkelerini de, yönetimlerini de korku sarmış. Libya’da ise Kaddafi devri bitti, halk hayal ettiği demokrasisine kavuşacak mı?... Henüz belli değil. - Dünya Ekonomisindeki kriz İspanya , Yunanistan , İtalya ve hatta Fransa akşamdan sabaha başlarına yıkılabilecek bir ekonomi ile yaşıyor. Avrupa bu krizden kendisini kurtarmaya çalışıyor. Amerika, ekonomisini ayakta tutmanın yollarını arıyor, umutsuz gibi. Ekonomideki kriz nedeniyle güç denge-leri değişiyor, Türkiye ekonomisi ise Avru-pa’dan iyi, bu sefer Avrupa’daki kriz bizi de vurur mu ? - CHP CHP sizce ne düşünüyor? Dersim tartışmalarıyla içindeki bölünmeyi engellemeye, AKP’ye laf yetiştirmeye ve İstanbul’a İl Başkanı atamaya çalışıyor.

Hatta AKP’nin ülkesi için yaptığı çoğu hizmetine de muhalefet oluyor . CHP’li Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün Der-sim tartışmasını başlattı. CHP bu konuda bile net bir tavır alamadı. Doğruları ara-mak, yüzleşmek yönünde bir mesaj vere-medi. Arşivler açılsın demeliydi, Meclis’in bu konuyu araştırması gerekir demeliydi ama denilmedi. Tunceli milletvekili için CHP’li olamadığını söylediler. Kemal Kılıçdaroğlu’na muhalif isimler basın açıklaması yaptılar, Kılıçdaroğlu kızarak parti disiplinini konuştu, artık neye ya-rarsa ; kısacası CHP’nin kendi meselele-riyle mücadele etme zamanı gelmiş gibi gözüküyor. - TRABZONSPOR Fırtına esecekti ama durdu. Tam 28 yıl sonra evinde INTER’i konuk etti ve beraberlikle ayrıldı. INTER’i evinde 1-0 yenmeyi başaran Karadeniz fırtınası Avni Aker’de beraberlikle yetindi. B grubunda 2. sıraya yerleşen 6 puanı bulunan TRA-BZONSPOR son maçınıda Fransa’nın LILLE takımıyla oynayacak, tüm Türkiye bu son maçını yenerek tarih yazmanı ister, adını tekrar Şampiyonlar Ligi’ne yazdırmanı umut eder. Gönlümüzün seninle, duamız da seninle, inşallah bu son maçından da puanla ayrılmasını temenni ederiz. Ka-radeniz fırtınasını Fransa’da da estirin, başarılar.

Yeni yılınız kutlu olsun, nice yeni yıllar dileğiyle…

BİR BAŞKASINA BENZEMEKİçinde yaşadığımız toplumun problemle-rinden birisi de bir başkasına benzemek, diğer kişinin yaptıklarını taklit ederek ona yakınlaşmak, onun yaptıklarını yapmak, bir diğer ismiyle özenmektir.

Özenti kendi kültüründen, örf ve âdetlerin-den, gelenek ve göreneklerinden taviz verip sahip olduğun değerlerden vazgeçip başka kültürlerin, başka örf, gelenek ve görenekle-rin sahibi olmak, içinde yaşadığın toplumdan görünüp onlarla tamamen farklı bir yaşantı sürmek, ne ait olduğun toplumdan olmak ne de benzediğin topluma uyum sağlamak, sade-ce düşüncelerini ve nefsini tatmin edebilmek açısından kullandığın yozlaştırılmış ne toplu-mun kabul görmesi ne de senin o topluma faydalı birer birey olamayışın bir göstergesi.

Mesela birkaç örnek vermek gerekirse, Müslümanların iki büyük bayramıdan birisi

Ramazan Bayramı, birisi de Kurban Bayramı. Bu bayramlara ve bu kültüre uzak olan in-sanlar veya bazı toplumlara hoş görünme adına Ramazan Bayramı’mıza şeker bayramı diyenlere eyvallah diyerek neredeyse artık birçok gazetede ve dergide televizyonda artık şeker bayramı geldi geliyor gibi abuk sabuk isimlerle hem müslümanları rencide ediyorlar hem de kendisinin yabancı kaldığı bir kültürü nasıl bozarım’ın çabası içerisine giriyorlar.

İkincisine gelince.. Daha bir ay kadar önce idrak ettiğimiz Kurban Bayramımız. Beni ade-ta beynimden vurulmuşa döndüren mesele şu : Adıyla markasıyla ünüyle takvasıyla ünlü bir mağazalar zinciri olan mağazalardan birin-de şöyle yazıyordu : LA FETE DU MOUTON,

yani Koyun Bayramı. İnsanın bir kez düşünmesi gerekmiyor mu bu reklamı yazdırıp afişlere asarken. İslama ve insana ALLAH’ın kullarına vermiş olduğu bu müba-rek güne hakaret ediliyor mu edilmiyor mu acaba, ne kadar doğru yazdık ne kadar yanlış yazdık diye, tahlil etmeden, incelemeden nereden ne kadar para kazanacağını ön plana çıkararak böyle bir hataya nasıl alet oluyor-lar… Yarın biri de çıkar da inek bayramı derse, birisi çıkar boğa bayramı derse ve bu kültür de bozularak geriden gelen nesline tedavisi bulunmayan bir yara açarak bırakırsan bunun hesabını kim verebilir. Yarın Mahşer günü Allah’ın huzurunda nasıl hesap vereceğinizi hiç düşündünüz mü ?

Söz başkasına benzemekten açılmışken, evimizde yetiştirdiğimiz çocuklarımız neden sürekli yabancıları taklit etme hastalığına tutuluyor, giyim kuşamları değişiyor, traşları makyajları değişiyor, konuşma dilleri değişiyor ; bunun önüne de geçilemiyor.

Eğer böyle giderse geleceğimiz inanın tehlike altında, onun için İslam kültürüne karşı ilgimiz daha çok dikkat etmemiz gereken en büyük konulardan birisi, çünkü Yüce Allah Kur’an-ı

Kerim’inde bakın ne buyuruyor (Bakara su-resi, Ayet 120 ) :

Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana ge-len ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyi-flerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır. İşte ayet açık ve net.

Ayrıca sünnet adı altında bu toplumun çığırdan çıktığını görmemek kör olmak de-mek.

Çocuklarına düğün yapan müslümanlar yaptıkları işlerle kıyametin alametlerini de ortaya koyduklarını gösteriyorlar. Sünnet adı altında adeta ALLAH’a ve Peygambe-rine isyanda yarışır hale geldiklerini herkes görüyor, biliyor.

Biz yine konumuza dönersek, başkalarına benzeme konusunda bakın İslam’ın insanlığın Peygamberi ne buyuruyor, Hadis-i Şerif’lerde de bu konunun ehemmiyetle üzerinde durulduğunu müşahade ediyoruz.

Bu bölümdeki üç Hadis-i Şerif’ten birbi-rine benzemeye çalışan erkek ve kadınlara Rasulullah’ın lanet ettiğini, kılık kıyafetle ce-hennemlik oldukları belirtilen insan çeşitlerini öğreneceğiz. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti. Buhârî’nin bir başka rivayetinde de «Resû-lullah sallallahu aleyhi ve sellem, kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti» denil-mektedir. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.

Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den ri-vayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:« Cehennemliklerden kendilerini dünyada henüz görmediğim iki grup vardır: Biri, sığır kuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri, giyinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve başları deve hör-gücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete giremedikleri gibi, şu kadar uzak me-safeden hissedilen kokusunu bile alamazlar. » Çağdaşlık ve modernlik sanılan çağımızın hastalıkları cümlesinden olan moda evleri ve yaptığı işlevler, mankenler ve görevleri, TV kanalları ve sergilenen ahlaksızlıklar, renkli basın ve kepazelikleri, kum torbası misali giyinme şekilleri ve vücud çorabı giyercesine giyinmiş fakat çıplak görünümlü kadınların sokaklara döküldüğü şu günümüzdeki du-rumlara 14 asır önce Rasûlullah’ın dilinden lanet edildiğini görüyoruz. Yine zamanımızda yeryüzünün değişik dilimlerinde özel ceza timleri ve işkence vasıtalarıyla insanlara yapılan zulüm ve işkenceler de gözlerimizin önündedir. Ayrıca saçlarını deve hörgücü misali yaptıran kimseler sokakları doldurmuş vaziyettedir ki değil cennet, kokusunu bile duyamayacakları bildirilmektedir. Sadece İslam’a ters düşen giyinmeler değil, bir de İslam’a isnad edilerek giyilen örtü tiple-ri de bu kategoride. Rabbim bizleri giyimine kuşamına dikkat eden müminlerden eylesin, başkasına değil kendi öz gelenek, görenek ve âdetlere uymayı ve dinin emirlerini yaşamayı nasip etsin.

Bir sonraki yazımızda belki Batılılar’ın deyi-miyle yılbaşını geride bırakmış olacağız, an-cak yine ne yuvalar yıkılacak ne ruhlar talan olacak ! ALLAH toplumumuza ve inanan mü-minlere şuur versin. Hepinizi ALLAH’a emanet ediyorum.

32

Adem GÜ[email protected]

BİR SÖZDEN BİR ÖZDEN

Hasan KARAKAYA

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] OEURO 2012 Rüyamız... Evet maalesef EURO 2012 sevdamızı yitirdik, yitirmekle kalmayıp birçok şeyi de kaybettik. 2008’de kendi-mizi Avrupalılar’a hatırlattık derken, kendimizi tekrar unu-tturduk ; yazık, çok yazık… Bu kadar basit miydi 3 gol yemek, hele de Hırvatistan gibi bir takımdan ? Halbuki yıllar olmuştu böyle bir mağlubiyet gör-meyeli…

Biz halen kendi yetiştirdiğimiz yerli hocaların değerini bileme-dik, bilemeyiz. Geçen sayıki yazımda da belirtmiştim, Hırvatlar bizi yıkmaya geliyorlar diye, nitekim de öyle oldu. Hırvatistan teknik direktörü kurada Türkiye çıkınca dersini iyi çalışmış ve bizi çözmüş. Hiddick her zamanki gibi kadroda hata yaptı. Yine kalede heyecanını yitirmiş Volkan, sağ kanatta yürümek-te zorluk çeken Gökhan , stoperde canlı bombalar Egemen ve Giray, sol kanatta Baltacı Hakan, ortada modası geçmiş Emre, kendini tanıyamayan Arda, asabi çocuk Sabri, hata üstüne hata Selçuk, alternatifsiz Burak, tek başına koşuşturan Hamit, gelecek vaadeden Gökhan Töre.

Hiddick gider ayak en büyük golü bizim kalemize oyuncularımızı yanlış yönlendirerek attı. Futbolcularımızı biz yeniden kazanmak istiyoruz ; heyacanlı, kararlı, istekli, azimli, dinç ve daha disiplinli topçuları sahalarda göreceğimiz günleri bekliyoruz. Maçtaki en büyük hata ! belki gözünüzden kaçmış olabilir : Hırvatlar’ın teknik direktörü kafasına geçirmiş bir şapka, bas-ketbol koçu gibi, saha kenarında oyuncularımızla hakemle ge-

rilim yarattı, psikolojik baskı kurdu ve başardı da. Bizimkiler yenik durumda iken kulübenin içine çakılı kaldılar, oyunu seyrettiler, saha kenarına gelip de bir taktik veya stra-teji uygulamadılar. Yazık, halbuki 80 milyon onlardan galibiyet bekliyordu, olmadı ; Hırvatları tebrik ediyorum. Yanlış strateji yüzünden bir kez daha çimlere gömüldük. Hiddick Ruslar’dan sonra bizi de yaktı.

Umarım yerli hocamız bize 2014 Dünya Kupası’na hak kazandırır.

Abdullah Mucip Avcı ilk basın toplantısında 2014’e kesinlikle şartlar ne olursa olsun katılacağız mesajı verdi. Bu kelime bile bize ümit verdi. Tek kelimeyle bekle bizi Brezilya TÜRKİYE ge-liyor.

Hayatın kıyısında, sahanın ortasında altın harflerle yazılmaya geliyoruz…

Etrafımızdaki Sessiz Olaylar Yakınlarımızdaki olan birçok olayı çoğu zaman maalesef duyamıyoruz. Duymak zo-runda olduğumuz olaylar ibretlik olduğu için duyulması gerekiyor. Kimsenin özel hayatının ayrıntıları değil yi-tip giden, gençlerin sessiz sedasız felâket çarklarında yok olmaları. Bunlar az zaman içerisindeki benim bildiğim ve sizin de çoğunuzun yakınında olduğunuz olaylar.

Bundan iki ay kadar önce Almanya’nın Achern şehrinde olan bir olay bu ; 20’li yaşlarda bir genç bir Alman’la evlenmek istemiş ve aileler tarafından ve kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar olmuş. 20’li yaşındaki genç kendini asmaya kalkmış ve Allah’tan ipi kesmişler de canı kurtulmuş ve sakat kalma ihtimalinden de mucize bir şekilde kurtulmuş. Hastanede doktorlar ölmez ise sakat kalır

demişlerdi, Allah’tan kurtuldu. Başka bir olay 2 hafta önce Karlsruhe’de yaşandı ; 19 yaşında bir genç evinde ölü bu-lundu. Merhumun kalbi durmuş ama tam neden öldüğü kesinleşmedi, sadece yanında normal saç spreyi bulunduğu söyleniyor. Arada sırada biraz esrar içtiği söyleniyor. Uyuşturucu bağımlısı değilmiş ama biraz yaklaşmış. Ama merhumun hayatı tam bir tradejiydi. Yaşıtlarının anlattıklarına göre bunalımdan çıkmak için çok çırpınıyordu. Daha önce annesi ve babası ayrılmışlar. Anne gitmiş, ablası da gitmiş. 16 yaşındaki kardeşiyle babası ile kalıyorlarmış. Babası çocukların başındaymış, annesi Man-nheim’da kalıyormuş. Merhum annesinin yanına gitmiş, anneden yeteri kadar alaka görmeyince geri babasının yanına gelmiş. Daha önceki kaldığı yerden, bazı kötü arkadaşlardan kurtulmak için Karlsruhe’ye

gelmiş ve bir babasıyla kardeşiyle geçinip gidiyorlarmış. Bunları niye yazıyorum ve neden duymamız gerektiğini söylüyorum ? İnanın önceki yaşanan acıyı gazetelere yazsa idik sonraki hayatının baharındaki genci belki kayıp et-mezdik. Duyar okur da belki kendisine bir ön-lem alırdı. Daha neler duyup neler yaşıyoruz.anlatılacak çok. Muhabir arkadaşlara bu-rada olay var dediğimizde ya da kendimiz yazmak istediğimizde ailelerin tepkisiyle karşılaşıyoruz. Aman yazmayın diyorlar. Mu-habir arkadaşlar olayları tepkiler yüzünden yazmaya ve varıp sormaya çekiniyorlar. Aileler o anda ve sonrasında sağlıklı düşünmeleri mümkün değil. Allah kimselere vermesin ama ailenin yakınında olanların mu-habir arkadaşlara yardımcı olmaları gerekir. Başka acılar yaşanmaması için. Yoksa bu ses-siz felâket dişlisi çok gençlerimizin canını alır ya da felâketlere sürükler.

[email protected]

Mahmut Bİ[email protected]

İŞADAMLARIMIZIN ÖRNEK OLMASI

Değerli Objektif Gazetesi okurlarımız, Bugün sizlere biraz sitem ederek, biraz da haddim olmayarak, kul hakkından

bahsetmek istiyorum. Öncelikle hakkıyla çalışarak bir yerlere gelmiş, geçmişinde en ufak kara lekesi bulunmayan işadamları, bir yandan da

servetine servet katan, çalıştırdığı işçile-rin hakları üzerinden nemalanıp bir yerle-re gelmiş, zavallı iş adamları. Bir tarafta kul hakkını gasp etmeyen, devlete adam gibi vergisini veren örnek işadamları, bir tarafta da hiçbir özelliği bulunmayan ama

malı mülkü olan, bunları da çalıştırdığı işçilerin haklarını vermeyerek, kul hakkı yiyerek elde eden, kendini işadamı zan-

neden, sözüm ona işadamları. Bugün yaşadığımız toplumda kaç arkada-şımız etrafındaki insanları yanlış yaptık-larında uyarmış ya da yaptıklarının yan-lış olduğunu, kibar dille ifade etmiştir.

Bulunduğunuz toplumda kişi ne iş yapar-sa yapsın, dürüst çalışanı onore etmek,

tebrik etmek nasıl bir görevse, bunun tam

tersi, işçilerine, cemaatine, bulunduğu cemiyete karşı haksızca bir tutum içinde olanları da uyarıp, gerektiğinde dışlamak da görevlerimiz arasında bulunması ge-

rekmez miydi? Değerli okurlarımız; şimdi ben etiktir,

ahlak kurallarıdır, uluslararası normlardır, bunlarla bu işlerin pek ciddiye alındığı-na inanmıyorum. Ben bunların ötesinde daha ciddi bir şey söylemek istiyorum.

Kim ahiret gününe inanıyorsa, Pey-gamberimizin şu sözüne kulak vermesi

gerekir, sadece bu söz bile, adam olana, işadamı olması, gerekmez, yetmez mi? Efendimiz buyuruyor ki; ALDATAN

BİZDEN DEĞİLDİR. Şimdi hep birlikte bu hadisi sade bir Türkçe ile anlamaya

çalışalım. Aldatan, kandıran, yalan söyleyen, dolan-dıran, kul hakkı yiyip gasp eden, emanete

hıyanet eden, bizden değildir, yani biz kimiz, Müslümanız, ne demektir bu,

Müslüman değildir. Bunu ben söylemiyo-rum, insanlığın medar-ı iftiharı, sultanlar

sultanı, iki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa söylüyor.

Müslüman kimliği ile övünen, sözüm ona sözde işadamları, biraz bunlara kulak

verelim ve kendimize gelelim. Örnek işadamları, hakka son derece rivayet eden işadamlarına her zaman saygı duyar, on-

ları şükranla, minnetle anarım. Bütün bunları niçin dile getirdim dost-

larım biliyor musunuz? O kadar çok yer geziyor ve programlara katılıyorum ki,

halkı dinlediğimde son dönemlerde, çok fazla olumsuzlukları dinlemekte ve de karşılaşmaktayım. Dünyaya medeniyet

götürmüş bir milletin torunlarının, yaşa-nan bu kadar olumsuzluklarla dedelerinin kemiklerini sızlattığınızın farkında mısı-

nız? Unutmayalım; Aldatanlar bizden değildir.

Hoşça kalın, dostça kalın. Her zaman Objektif Gazetesi’nin bir

okuru olarak kalın...

BEYFA MENAJERLİK’TEN BİR İLK DAHA

2012 OCAK AYI TRANFER DÖNEMINDE GURBETÇİ YETENEKLERİ TÜRKİYE LİGLERİNE GÖNDERECEĞİZ.

GENÇLERE KENDİLERİNİ GÖSTERMELERİ İÇİN BİR ŞANS SUNACAĞIZ... BU ORGANİZASYONDA SADECE VE SADECE YETENEKLİ, LİSANSLI, KENDİNE GÜVENEN, HİÇBİR SAĞLIK PROBLEMİ OLMAYAN

KİŞİLER DİKKATE ALINACAKTIR... İZLEME KOMİTESİNİN RAPORU DOĞRULTUSUNDA FUTBOLCU ADAYLARI TÜRKİYE LİGLERİNE SUNULACAKTIR.

EĞER SİZ DE YETENEKLERİNİZE GÜVENIYORSANIZ, TEK YAPACAĞINIZ CV, CD, MAÇ KASETLERİNİ VS. E-MAİL ADRESİMİZE GÖNDERMEKTİR.

BİZE ULAŞACAĞINIZ E-MAİL ADRESİMİZ AŞAĞIDADIR. [email protected]

Şahismail [email protected]

00.49 / 179.784.31.83

33

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O

GÜLE ÇIKTIM GÜLMEDİM GÜLDEN DÜŞTÜM ÖLMEDİM

Nazım Hikmet 1953’te Rusya’da yazdığı va-siyet adlı şiirinde şöyle der : ‘’……. Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni. …… Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, ‘’

Bir başka türkü hikayesi ki, çok daha trajik ; Aytmatov’un unutulmaz romanı ‘Beyaz Gemi’de, dedesi, adsız çocuğa bir efsane anlatır. Yakıcı bir öyküdür bu : «Geçmiş zamanların birinde bir han, başka bir hanı esir almış. Bu han esirine: ‘Eğer istersen be-nim kölem olarak yanımda kalır, uzun zaman yaşayabilirsin. İstemezsen en büyük arzunu yerine getirir, sonra da seni öldürürüm.’ demiş. Esir olan han düşünüp cevap vermiş: ‘Köle olarak yaşamak istemiyorum, beni öldür daha iyi. Ancak öldürmeden önce ülkemden herhangi bir çobanı buraya getirmeni istiyo-rum.’ ‘Ne yapacaksın o çobanı?’ ‘Ölmeden önce ondan bir türkü dinlemek istiyorum.’ ‘İşte böyle’ diyor dedesi çocuğa, ‘vatanlarının bir türküsü için canlarını feda eden insanlar varmış. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1026

Geçtiğimiz günlerde genç arkadaşlar türkü gecesi düzenlemişler. Bizi de davet ettiler, memnuniyetle gittik. Sizin için ne çalalım ho-cam dediler. ‘’Bugün bize pir geldi’’. Bir Alevi türküsüdür ama ne türkü, her dinlediğimizde

gönül telimiz tir tir titrer. Biz de solist arkadaşa kısmen eşlik ettik. Bu türkü, Hz. Muhammed (sav) ve Hz. Ali sevgisinin Müslü-man Türk’ün literatürüne folkloruna girdiğinin en çarpıcı örneklerinden biridir. Sonra solistle beraber ‘’huma kuşu’’nu düet yaptık. Orada ne der, ‘’sen ağlama kirpiklerin ıslanır, ben ağlayım ki, belki gönül uslanır’’. ‘’Gönülü uslandırmak’’ tam da bir tasavvuf terimidir. Solist arkadaşımızla yine ‘’Yemen Türküsü’’nü düet yaptık. Yemen türküsünün dini ve milli boyutu zaten tartışılmaz sanırım. Arkadaş bir ara Ege’nin meşhur Haticem türküsünü söyledi. Orda da mesela ‘’uyan uyan sabah oldu, namazını kıl Haticem’’ der. Bunları niçin anlatıyorum ? Bu yazımda türküleri-mizdeki dini boyuttan bahsetmek istiyorum. Türkülerimiz tamamen dini duygularla mı söylenmiştir ? Elbette hayır. Ancak türküle-rimizdeki duyguyu belirleyen en büyük etken dindir ve din duygusudur. Dini sözleri olmayan türkülerde bile, Anadolu insanının inancı bir şekilde güfteye yansımıştır. Ör-neklemdirmek gerekirse ;

Yine Ege’nin meşhur türküsü ‘’Şerfem’in şu sözlerine bakalım. ‘’Güle çıktım gülmedim, gülden düştüm ölmedim’’ diye başlar. Bu tamamen tasvvufi bir hayat görüşüdür. Yunus Emre’mizin ; ‘’Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim / Aşkın ile avunurum, bana Seni gerek Seni ‘’ mısralarında ifadesini bulan düşüncedir ki, bununla ilgili birçok hadis ve ayet de vardır. Şerfe’ye kavuştum, başım göğe ermedi, Şerfe’den ayrıldım kötü bir şey de olmadı. Dünya hayatının geçiciliğini kanıksamışlık ve dünyevi olan şeyleri umursamamak vardır burda. Dünyayı aşmışlık ve istiğna duygusu bu ifadelerle anlatılmış olur.

Yine Ege’nin meşhur türküsü Ümmüm de ‘’kadir mevlam kısmet etmiş ölümü’’ der ki, bu oryantalistlerin zannetttiği bayağı bir ka-dercilik değil, ölüm realitesine karşı dini tesli-miyettir. Ölen ölmüş, geri getirmek mümkün değil, ölenle ölünmez, hayata devam etmek gerek. Ölümü öldüremeyeceğimize göre, ona teslim olmaktan başka, onu Allah’tan bilmek-ten başka yol yoktur Anadolu için. Ölüme isyan ölümü engellemez.

Bir Urfa türküsünde ‘’yarim giymiş beyaz azye, Cuma namazından gelir’’ der. Bunlar türkülerde geçen dini sözlere birkaç örnek idi. Peki halk oyunlarına ne demeli. Oyunların çoğunda söz yoktur, dert ve me-ram vücut hareketleri, yani dansla, figürlerle ve yüzyıllar içinde oluşmuş, şekillenmiş bir kareografi ile anlatılır. Bunlarda ne kadar din

var, ne kadar dini unsur ve motif var, ona bakalım : Oynanan oyunlar, o ayak oyunları, o koreo-grafi yüzlerce yılda vücuda gelmiş ve her bir figür bir külte işaret eder. Bir manayı ifade eder. Türk toplumunun tarihini ve kültürünü bir halayda bir zeybekte özetini ve sinevizyo-nal bir görüntüsünü izlersiniz adeta.

İç Anadolu ve Doğu’nun halayları Orta Asya’dan göçü sembolize eder. Tarihtir bu. Halay başı, kervan başıdır. Her bir ayak hareketi, o yol sırasındaki bir tarihi, bir te-crübeyi sembolize eder. Bir acıya parmak basar. Bir aşkı, bir ölümü, bir ayrılığı anlatır. Doğu ve İç Anadolu’nun halaylarının adı, Batı’da, Ege’de, ‘’alay’’dır. ‘’Düğün alayı’’ oy-nayarak gelin almaya gidilir. Oynayarak gelin getirilir. Oyun oynayan alay, hem ilerler hem oynar. O oyunlar, geline damat tarafından bir güvencedir. Korma biz güçlü bir aileyiz, demektir o. Bak böyle büyük bir tarihimiz ve geleneğimiz var demektir. Zira her figür tari-hten bir hikayedir.

Alaylar ve Halaylar Türk toplumunun toplumsalcı olduğunun ve ortak bir sosyal hayat yaşadıklarının da göstergesidir ki, din müslümanlardan toplumsal olmalarını ister. Dinin, cemaatle namaz, zekat, fitre, oruç, hacc ve yardımlaşma vurgusu hep toplumu ayakta tutmaya yönelik emir ve uygulamalardır. Topluca oynanan halk oyunları bu dini toplumsalcılığın folklora yansıyan yönüdür. Siz daha iyi biliyorsunuz ki, Batı toplumlarında böyle bir şey yok.

Ayrıca bireysel oynanan oyunlar da vardır ki, bunun en karakteristik örneği Ege zeybek-leridir. Zeybek ve efe oyunları sadece savaş figürleri zannedilir. Halbuki onun içinde de tüm hayat ve tabii ki din de vardır. Efe, savaşçı demekdir. Efendi, gönül insanı dindar ve ahlaklı, ahi (kardeş) kimse demektir. ‘’Alper-en’’ diye bir terimimiz var ki, alp savaşçı, eren de derviş, ermiş, veli insan anlamındadır. İşte zeybek ve efe oyunları Türk müslümanlığının bu iki yönünü içinde barındırır. Oyunlara iyi bakın lütfen. Koreografide bazan balerin gibi zarif hareketler vardır. Tek ayak üstünde aynı noktada 360 derece dönülür. Mevlevi gibi. Bu dünyanın dönmesinden tutun da, bedendeki hücrelerin dönmesine kadar kozmosdaki tüm dönenlere partnerlik etmek anlamına geliyor olabilir. İşte burası bir dervişin karıncayı incit-mek istemeyen zarif ve merhametli yönüdür. Bazı figürler gayet sert ve haşindir. Dizlerini yere vururlar ki, büyük şair Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’in; Sen raksına dalarken için titrer derinden

Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin; Bizim de kalbimizi kımıldatır yerinden Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin dediği yer burasıdır.

Koreografideki, bu iniş-şıkış, bu naiflik ve sertlik müslümana özel bir keyfiyetin ifadesinden başka bir şey değildir. O da Kur’an’da şöle ifadesini bulur : “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olan (Müslüman)lar kafirlere karşı şiddetli, bir-birlerine karşı ise merhametlidirler.” (Feth: 29) İşte o zeybeklerin zarif hareketleri, dindarlıklarını, dervişliklerini, merhamet ve zerafetlerini sembolize eder. Sert ve haşin figürler de düşmana karşı haşinliklerini, kahramanlıklarını ve savaşcı yönlerini anlatır.

Hem halk oyunlarımız hem türkülerimiz, bi-zim kültümüzün özü ve özetidir. Gurbet elde bu kültürü yaşamak ve yaşatmak bizim daha sağlam basmamızı, kimliğimizi korumamızı sağlayacak en büyük yardımcı etkenlerden olacaktır. Burada otantik kültürler festival-leri oluyor. Geliyor Afrikalı adamlar, Latin Amerikalılar, halk oyunları oynuyor, Fransızlar ağzı açık izliyorlar. Niçin bizim bir halayımız, zeybeğimiz orda oynanıp kültürümüz tem-sil edilmiyor? Bakınız, Rönesans’tan sonra batıda folklor ve otantizm kalmamıştır.

Valentigney’de yaşayan bir Fransız’la Paris’te, Londra’da yaşayan adamın mantalitesi ve yaşam tarzı arasında fark yoktur. Bu farksızlık tektip bir insan ortaya çıkarmış. Otantik kültür ve folklor Avrupa’dan silinmişitir. Dolayısıyla Afrikalıları ve Latinleri öyle gıpta ile imrenerek izliyorlar. Buralarda olmalıyız. Bu festivallere Türk dernekleri eğittikleri gençlerle katılmalıdır. Bizim folklorumuz hiç-bir kültürde yok. Ama bunu yaşamıyor ve yaşatmıyorsak, o da bizi bırakacaktır. Ondan koptuğumuz zaman ne kadar yaşabiliriz, ken-dimize soralım.

Yazımın başındaki iki örneğe dönecek olursak; öyle sanıyorum ki, insan yurtdışına çıkınca türküleri daha iyi anlıyor ve daha çok seviyor. Fransa’ya geleli, hasbelkader, öylesine din-leyip geçtiğimiz türkülerden daha çok etkilen-meye başladım. Kendimi ve hasret kaldığım Anadolu’yu türkülerde buldum diyebilirim.

Türkülerdeki biziz. Yaşamak istiyorsak onları gönlümüzde yaşatmalıyız. 26/11/2011

TIME’da Bir Türk

Ünlü Amerikan dergisi TIME, Kasım sayısında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Re-cep Tayyip Erdoğan’ı anlatan yazısında bakın

neler demiş. İstedim ki Başbakanımızı anlatan yazının ayrıntılarını sizinle paylaşayım. Amerikan TIME dergisi yazısında, “Eğer Erdoğan, anayasal süreci, öncelikle dini gündemi devreye sokmak ve iktidar tabanını güçlendirmek için kullanırsa, hem Kürtleri hem de laik liberalleri kendinden uzaklaştırır ve Türkiye’nin liberal İslami demokrasi modeli olmasını imkansız kılar. Ama eğer, insan hakları ve bireysel özgürlüklere odaklanabilirse, Türkiye’yi gelişmesinde yeni aşamaya çıkaran kişi olarak hatırlanır. Her halükarda da dünyanın gözü üzerinde olacak” ifadelerini kullandı. Dergi, “(Başbakan Erdoğan) Türkiye’de Halkın Adamı” başlığıyla yayımladığı Rana Foroohar imzalı yazının girişinde, Başbakan Erdoğan’ın, “reformcu mu, sert lider mi olacağı” sorusunu sordu. Yazıda, Erdoğan’ın, okuduğu bir şiirden dolayı 1999 yılında 10 ay hapse mahkum edilmesinin ardından son seçimlerde yüzde 50’ye yakın oy toplayarak art arda üçüncü kez iktidara gelmesi “şiirsel adalet” olarak nitelendirildi.

Erdoğan’ın, kendi döneminin en popüler ve en başarılı politikacısı, Mustafa Ke-mal Atatürk’ün 1923 yılında modern Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasından bu yana ülkedeki en dönüşümcü lider olarak görüldüğüne işaret edilen yazıda, Başbakan’ın özellikle ekonomik alanda kaydettiği başarıların, partisinin seçim zaferinde belirleyici etken olduğu yorumu yapıldı.. Türk ekonomisinin ulaştığı noktadan, rakamlar verilerek övgüyle bahsedilen yazıda, Arap Baharı’nın, Türkiye’yi, tam olarak nasıl bir yükselen güç olmak istediği yönünde sorularla yüzleşmeye zorladığı görüşü dile getirilerek, “Nihayetinde ya siyasi hırslarını büyütmek için ekonomik gücünü kullanarak, milliyetçi ve kendi çıkarlarını düşünen Çin’e benzeyebilir ya da çok taraflı diplomasinin ve bölgesel liderliğin zorluklarını üstlenmeye hazır olabilir” denildi. Yazıda ayrıca, AK Parti’nin Anayasa’nın yeniden yazılması niyetine işaret edilerek, ancak partinin, seçimler sonucunda par-

lamentoda, muhalefete danışmadan tek başına bu işi yapacak sandalye sayısına sa-hip olamadığına dikkat çekildi. Yazıda Başbakan Erdoğan’dan övgüyle söz edilirken, O’nu tanımlarken şu ifadelere yer verildi. “57 yaşındaki eski futbol oyuncusu, İstanbul’un sıkı Kasımpaşalısı, dindar bir Müslüman, başörtülü eşe sahip, Anadolu’daki kitleler arasındaki dindarlara hitap eden, hem kentsel işçi sınıfında hem de küçük ve orta ölçekli milyonlarca işadamı arasında popüler, bilgili bir ekonomik idareci ve bazılarına göre Türkiye’nin küresel sahnede çok daha büyük ekonomik ve siyasi rol oynamasını isteyen bir reformcu...” Dileriz ki ülkemiz özlediği şahlanışı bir an önce gerçekleştirir…

34

Hasan ALAKUŞ

Konuk Yazar

Arif KARABACAK Valentigney Selimiye Camii

Din Görevlisi [email protected]

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O 35

DÜNYA ÇOCUK KİTAPLARI HAFTASI (Kasım Ayının ikinci Pazartesi Günü Başlayan Hafta) Okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitap sevgisini arttırmak için, her yıl Kasım ayının ikinci pazartesi günü ile başlayan hafta, “Çocuk Kitapları Haftası” olarak kutlanır. Bu haftanın kutlanması ilk kez Amerikan izcileri kitaplık yöneticileri önermiş ve 1919 yılından itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise 1947 yılından beri kutlanmaktadır. Kitap Haftası içinde, kitap sergileri düzenlenir. Kitap sipariş mektuplarının nasıl yazıldığı

öğretilir. Arkadaşlar birbirlerine kitap armağan ederler. Kitapsever öğrenciler hafta içinde kitaplıklarına çeki düzen verirler. Bu haftanın düzenlenme amaçları: - Çocuklara kitap okuma sevgisi kazandırmak. - Daha çok ve kaliteli çocuk kitabı yazılmasını sağlamak. - Anne ve babaları, çocukları için kitap al-maya yönlendirmek. - Çocuklara, evlerinde, kendi kitaplıklarını kurmaya teşvik etmek. - Okul ve sınıf kitaplıklarını zenginleştirmek. - Çocuk kütüphanelerinin sayısını arttırmak. - Ders kitapları dışındaki kitapların da okunmasını sağlamak. - Kitap okuma, not ve özet çıkarma teknikleri hakkında çocukları bilinçlendirmek. - Yeni çıkan çocuk yayınlarının takibini sağlamak. - Yazarlarla çocukları imza günlerinde buluşturmak. * KİTABIN YARARLARI: Kitap, bize bilmediklerimizi öğretir. Görmediğimiz yerleri tanıtır. Kitap okunduğu zaman göze, dinlendiği zaman kulağa sesle-nir. Kitaplar zamanımızı değerlendiren birer arkadaştır. Kitaplarla arkadaşlık küçük yaşta başlarsa bu güzel alışkanlık büyüyünce de sürer gider. Kitaplar doğruyu, güzeli, iyiyi, yararlıyı bulmamıza yardım eder. Kitaplar yaşamı sevdirir. Dünyayı güzelleştirir. İçimizi aydınlatır. Yazarlar, kitaplar aracılığıyla yüz binlerce insana seslenirler. Yazarın düşünceleri, kitaplar aracılığıyla ülkeden ül-

keye yayılır. Bilgiler en uzak yerlere ulaşır. Yazarla okuyucu arasında bir bağ kurulur. Bir yakınlık sağlanır. Kitapların satıldığı yere kitabevi, konulduğu yere kitaplık denir. Herkesin yararlanması, okuması, başvurması için kurulan ve içinde kitaplar bulunan yere “kütüphane” denir. Her tür kitabı kolaylıkla bulabileceğimiz kütüphaneler bizleri beklemektedir. Ödünç kitap veren kütüphaneleri sık sık ziyaret et-meli; haftada en az iki üç kitap okumalıyız. Okuduğumuz ve ödünç aldığımız kitaplardan başka insanların yararlanacağını da unutmad-an, onları iyi korumalıyız. Kitap sevgisini bir yazarımız şöyle anlatıyor. “Dünyada hiç bir dost, insana kitaptan daha yakın değildir. Sıkıntımızı unutmak, donuk hayatımıza biraz renk, ışık vermek, daracık dünyamızda bulamadığımız şeyleri yaşa-mak için tek çaremiz kitaplara sarılmaktır. Düşünüyorum da, şu dünyada kitaplar yok oluverse, yaşamak ne denli güçleşir, çekilmez bir ağırlık olur. Dünyamızı nasıl insansız dü-şünmezsek, insanı da kitapsız düşünemeyiz. Beyinde, düşüncenin kıvılcımının parladığı ilk andan beri, insan düşündüğü ve duydu-ğunu türlü şekillerle, eline ne geçirdiyse ona yazmaktan, çizmekten kendini alamamıştır. Okuyan kişi için kitaplığın yanı başından daha rahat bir yer olabileceğini sanmıyorum. Ben kendi hesabıma, kitaplarım arasında duyduğum rahatlığı hiç bir yerde duyamamışımdır. Odamdan dışarı çıktığım zamanlar, yanıma küçük bir kitap almayı hiç unutmam. Ne

olacağı bilinmez ki. Kalabalık içinde insanın içine ansızın bir yalnızlık çökebilir.” (Kay-nak: www.gozlemci.net- www.memocal.com)

KİTAPLARIM Sizlersiniz bana yoldaş, Kitaplarım, kitaplarım. Hem dost bana, hem arkadaş, Kitaplarım, kitaplarım. Bin bir fikir içinizde, İlim, irfan, her şey sizde. Çiçeksiniz kalbimizde, Kitaplarım, kitaplarım. Ayrılmayın benden sakın, Mutlu olur size yakın. Akın, yüreğime akın, Kitaplarım, kitaplarım. Sayfanızı açıp her an, İlme yakın olur insan. Eskimeyen, solmaz ferman: Kitaplarım, kitaplarım. Rafta tozlu kalma e mi! Hasta ruha ver merhemi. Ve aydınlat her gecemi, Kitaplarım, kitaplarım.

Rıfkı Kaymaz

ÇOCUK DÜNYASI

Hatice YILDIRIMAraştırmacı

e-mail: [email protected]

Avrupa’da Radikal Sağcı Görüş ve İslamofobi

Başta Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde Müslüman ve/veya göçmenlere karşı İslamofobik ve ırkçı şiddet olayları son yılllarda iyi-ce başgöstermekte. Öyle ki geçtiğimiz Temmuz ayında Avrupa’nın suç oranı açısından en sakin ülkesi olarak görülen Norveç’te yaşanan, aşırı sağcı Breivik tarafindan düzenlenen bombalı silahlı saldırılar Avrupa’daki İslamafobi ve ırk-çılık konusunda dikkatleri çekti ve soru-nun boyutlarını ve ciddiyetini iyice gözler önüne serdi.

Peki, Avrupa halklarının toplumunlarında oluşan, büyüyen bu aşırı sağcı ya da baş-ka bir deyişle radikal sağcı gruplar nasıl bu kadar gürleşip toplu katliamlara, açık tehditlere kadar geldiler ? Bu gibi eylem-lerin sıklaşmasına ve Avrupa’da yaşa-yan azınlıkların üzerinde bu denli baskı oluşturabilmelerinin sebepleri üzerinde düşünmek önemli.

İçinde yaşadığımız dünya sisteminin en temel teorilerinden biri olan Modern-leşme teorisinin yani büyüyen bireysel özerklikler, değişkenlik ve esneklik ba-rındıran toplumsal durumlar, toplumda devam eden işlevsel farklılaşma, bölün-me ve toplumun alt sistemlerinde artan özerklik durumlarının gösterdiği kavram-sal olarak yerleşmiş kriterler Avrupa de-mokrasisinin temelini oluşturmakta. Modernleşme teorisinin ışığında aşırı sağcı grupların bakış açısı, ulusal olarak görülen toplumlardaki sosyal değişimlere ve toplumdaki geleneksel duruş ve rollere sahip bireylerin, geleneksel yapılarından ayrılıp bireyselleşmesine olan karşı gö-rüşlere sahip olarak bilinmekte. Modernleşmenin getirdiği dünya an-layışıyla, yani sanayileşme sürecinden sanayileşme-sonrası sürece geçiş döne-mi, kültürel değerler temelinde yaşanan bölünmeler ve yeni siyasi dinamiklere bağlı yeni siyasi hareketlerin ve partilerin oluşumu döneminde, 1968’lerin başında aşırı sağcı düşünce kendi içinde değişim-ler yaşamıştır.

Yeni oluşan aşırı sağcı görüş, eskisi gibi sadece muhafazakar bakış açısından yelpazenin radikal uçlarına doğru yayıl-maktan öte oluşumlarını siyasi platform-da devam ettirmek ve siyasi aktörlerin oluşumunda yer almak ve diğer dış ak-törlerin belirlenmesinde söz sahibi olma konumundalar. Yeni aşırı sağcı görüşü eskisinden ayıran bir diğer farklılık ise yumuşayan anti-demokratik açıklamaları ve oyunu kuralına göre oynama kararları ve eskiden savundukları klasik biyolojik rasizm yerine etnik merkezciliği koyma-larıdır.

Bu yeni görüşün destekçileri ve takip-çilerinin düşünce yapısını tanımlamak gerekirse, toplumda yaşanan sosyal ve

kültürel değişimleri endişe içinde izlerler ve yaşadıkları toplumun güvensizleşti-ğini düşünerek, yaşanan bu değişimleri yavaşlatma ve bu değişimlerin etkisini azaltma çabasındadırlar. Bunun yanı sıra toplumdaki azınlıklar, göçmenler, sol-cular, feministler ve toplumda var olan diğer bütünlüğü zedeleyeceği düşünülen farklı gördükleri grupları günah keçisi olarak ilan ederler. Boylece kendilerinden görmediklerini ayırarak toplumda bölün-meye sebebiyet verirler.

Son yıllarda Avrupa’da yaşanan ve gi-derek artan ekonomik sorunlar, Avrupalı siyasilerin bu oluşan ekonomik krizlere yeterli çözümler bulamaması Avrupa Birliği’ni temellerinden, yani Avrupa’nın en önemli olguları olan demokrasi, barış ve birlik olgularını sarsmaya başlamıştır. Yunanistan’da yaşanan büyük ekonomik krizden sonra Euro bölgesinde ciddi bir dalgalanmaya yol açmıştır; bunun so-nucunda Avrupa toplumlarında işsizlik oranında artış, vergilerde artış, devletin sosyal yardımlarında oluşan azalma Av-rupa halkları toplumunda, toplumun ken-di içinde bulunan diğer azınlık gruplara karşı bir tepki oluşmasına yol açmış ve kültürel farklılıklara karşı hoşgörüsüzlük ve “xenophobia” yani yabancılara karşı duyulan korku başgöstermiştir. 2005’te yapılan istatistiksel ölçümlere göre Avrupa nüfusu 459.488 olarak kay-dedilmiş ve bunun sadece yüzde 8.6’sı Avrupa ülkeleri dışında doğmuş göç-menlerden oluşmakta. Buna bağlı olarak Avrupa’da Katolikler ve Protestanlardan sonra İslam Avrupa’da yaşayanların inandıkları üçüncü sıradaki din olarak yerini alıyor. Tabii burada İslam dininin bu kadar büyük bir paya sahip olması-nın Avrupa’daki göçmen nüfusa ya da göçmen kökenli nüfusa bağlı olduğunu belirtmek lazım. Bu yukarıda belirttiğim korku zamanla belki de farklılıkların

en çok göze battığı Müslümanlara karşı dönmüş ve “İslamafobi” formuna bürün-müştür.

Öte yandan 1945’den sonra savaştan yeni çıkmış ve yıpranmış Avrupa’nın yenilen-mesi için Avrupa kapılarını göçmenlere açtı. Sadece para kazanmak için gelen bu göçmenler zamanla geldikleri ülkelere alıştılar ve buralara yerleşme kararı al-dılar. Avrupa’da son yıllarda artan aşırı sağcı grupların düzenledikleri saldırı ve bu gibi hareketler ile ilgili elbette sivil yönetimlere çok büyük sorumluluklar düşüyor; doğru göçmen politikaları oluş-turup onların entegrasyonunu hayatın her yönüyle kolaylaştırmak açısından.

Sivil yönetimlerin yetersiz kaldığı ya da başarısız olduğu yerlerde bireysel sorumluluk devreye girmeli, bireyler kendi içlerindeki radikalleri elimine edip, yaşadıkları toplumda kendilerini en iyi şekilde ifade edecek sşekilde yetiştirmeli ve toplumun kendilerine sunduğu siya-sal, sanatsal ve bu gibi birçok platform-da kendilerini en iyi şekilde ifade edip kendilerinin ya da kendilerinden önceki nesillerin göç ettikleri toplumdaki oluşan korkuların aslında korkulacak bir şey de-ğil, çeşitliliğin renkleri olarak algılanması sağlanmalıdır.

Sonuçta, hiçbir ülkenin bayrağı tek renk değil ki, neden toplumdaki insanlar tek renk olma konusunda baskı yapıp, baskı görsünler? Ama tabii ki, bunun zor bir süreç olacağı kesin; dedikleri gibi, cahile söz anlatmak deveye hendek atlatmaktan daha zordur...

Gizem Kabadayı[email protected]

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 3536

Şevval SAM Strasbourglular’ıMest Etti

Bu yıl 7.’si düzenlenen Strasmed festivali çerçevesinde, açılış konserini vermek üzere Strasbourg’a gelen ünlü sanatçı Şevval SAM, 26 Kasım 2011 tarihinde Cité de la Musique’te düzenlenen konser öncesi gazetecilerin sorularını yanıtladı. Genç, sevimli, sempatik ve enerjik tavırları ve tabii ki müthiş yorumlarıyla dinleyicileri mest eden Şevval SAM’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle. Kâzım Koyuncu, Leman Sam ve Zülfü Livaneli isimleri sizde ne çağrıştırıyor ? Öncelikle Kâzım’ı söyleyeyim : Bu dünyada onun gibi bir ruha sahip olan birisi ile karşılaştığım için kendimi mutlu

addeden birisiyim. Bir dostumdu. Çok erken kaybettik. Siya-setin kirli yüzünü görmüş, dünyanın anlamını keşfetmiş ve bu uğurda savaşabilecek ender insanlardan biriydi. Ama bu yük gerçekten ağır bir sorumluluk. Kimbilir belki de bu kadar çok acının yükünü çekmeyi içine sindiremediği için erkenden ara-mızdan ayrıldı. Leman Sam’a gelince, çocukluğumu bilir ! Tabii ki sahip olduğum her şeyi ona borçluyum : Hayata karşı duruşum, kalıtsal olarak bana da geçtiğini düşündüğüm yeteneklerim, hayatta kendi ayaklarım üzerinde durabilme gücüm ve yani her şeyimi ona borçluyum. Onun çocuğu olabilmek ; bu da benim için başka bir büyük şans. Zülfü Livaneli’nin ise bende bir karşılığı yok. O zaman yanıldık demek ki… Zülfü Livaneli en iyi yorum yapanlardan biri. Leman Sam onu çok sever, yani annemden dolayı bir aşinalik olabilir. O kadar. Birçok alanda çalışıyorsunuz ; film, dizi, televizyon prog-ramı, reklam, album çalışmaları, konserler vb. Yorulmu-yor musunuz ? Ve sizi en çok tatmin eden, yapmaktan en çok zevk aldığınız alan hangisi ? Sanat ve ifade biçimim hangisine denk geliyorsa, hangisi ile daha iyi anlatabiliyorsam, kendimi orada şanslı hissediyorum. Tabii buna televizyon programını dahil etmiyorum. Oyuncu-

luk ve müzik benim hayatımı anlamlandıran iki uğraşı. İki-sini de seviyorum. Sevdiğim için de, bunlarla meşgul olmak yormuyor beni, aksine güç veriyor. Yüksek sanatın doğada olduğuna inanan birisiyim. Bu sanatın doğada var olduğuna, bizim de o sanatı dile getirenlerden olduğumuza inanıyorum.

Bunun bana da denk gelmiş olmasından dola-yı da şanslı görüyorum kendimi. Son zamanlarda mü-ziğe daha çok zamana ayırdım ve ayırıyorum. Oyunculuğu da özle-dim ama müzikte daha özgürüm. Oyunculuk daha kollektif çalışma gerektiren bir iş, doğru zamanda, doğru proje ve insanlar ile çalışmak gerekiyor. Var mı bir projeniz ? Üzerinde konustuğum, konuşulan birçok proje var ama bakalım ne getirir gelecek günler? Pop müzikle ilgilendi-niz mi? Sanat ve Halk Müzikleri’ne olan bu dönüşümünüz nasıl oldu? Ben hiç pop müzik söy-

lemedim. Ama pop müzik biliyorsunuz aynı zamanda popüler müzik de demek. Bu anlamda yaptığım işleri popüler hale getirdim diyebilirim. Kimsenin aklında yokken sanat müziği albümü yapmayı ben düşündüm. Alt yapısını ben hazırladım yani. Farklı müzik tarzlarını denemeyi çok seviyorum. Her farklı müzik ses kaslarını farklı biçimde etkileyip geliştiriyor. Bu nedenle önü-müzdeki günlerde tango albümü yapmak için stüdyoya gire-ceğiz. Ön çalışması içindeyiz, tangonun da farklı bir yapısı, tınısı var, farklı bir ifade biçimi.

Niçin bu çeşitlilik? Çünkü “farklı müzik” diye ayrım yapmak-tansa “iyi veya kötü müzik” diye bir ayrım yapmak bana göre daha doğru. Bu nedenle hepsinin iyi örneklerini yapmak istiyorum, biri-sini yaparsam, diğerin-de aklım kalıyor. Müzik bir bütün bence, bu arada kendimi de keşfe-diyorum, tekdüzelikten hoşlanmıyor olabilirim. Değişiklik beni mutlu ediyor. Sizi hep festivaller sanatçısı olarak görü-yoruz. Bunun özel bir nedeni var mı? Bu kurgulanmış, stra-tejik bir şey değil. Yabancılara, festival düzenleyenlere ilginç gelen şu olabilir: Tür-

kiye coğrafyasındaki müziğimiz çok çeşitli, çok zengin. Bir sanatçıdan bütün bu müzik çeşitlerini, farklı renklerini bir kerede dinlemiş oluyorlar. Bu nedenle davet ediyor olabilirler. Ben de festivallerde söylemeyi çok seviyorum, keyif alıyo-rum. Gelenler müzik dinlemek için geliyorlar, bir barda, gece klübünde söylemek gibi değil festivallerde söylemek. Oraya gelen insanların enerjisi bana geçiyor ve çok mutlu oluyorum söylerken ve iki taraf da mutlu oluyor böylece. Festival programında “Barış için şarkılar” başlı-ğı ile tanıtılmışsınız… Evet, bu onların öngördüğü bir başlık, ama ben de her zaman barış için söylediğimi, müzik yaptığımı belirtirim her yerde. Bunu bildiklerinden bu başlığı uygun görmüşler, ben de çok memnunum bu se-çimden. Var olduğum sürece şarkılarımı barış için söyleyeceğim zaten. Sizce barış gelecek mi dünyaya, inanıyor musu-nuz? Hayır, inanmıyorum ama bu benim barış için ça-lışmamı ve adım atmamı engellemiyor, engelleme-meli. Umudu kaybetmemek lâzım. Dünyayı bir hapishane olarak gördüğümden, bu dengeyi biraz

barıştan yana değiştirebilir-sek, burasının cehennem değil, cennet olduğunu gö-rebilirsek ne mutlu bize. Bunun için de hem yakın, hem uzak, insana, topra-ğa, kültürlere, hayvan, bitki, kısacası tabiata ulaşabildiği-miz ve uza-nabildiğimiz ölçüde acıları da azaltmış, insanın bilinç evrimine kat-kıda bulunmuş oluruz.

Strasmed Festivali Başladı

1999’dan bu yana, her iki senede bir yapılmakta olan Strasbourg-Mediterranee festivallerinin yedincisi, 26 Kasım 2011 tarihinde yapılan açılış organizasyonuyla başladı. « Exils » ( Gurbet, sürgün ) konusuna ayrılan bu yılki festiva-lin açılış resepsiyonu, geniş bir davetli katılımıyla, salle de la Bourse’ta yapıldı. 26 Kasım-10 Aralık tarihleri arasında Strasbourg ve civar il-lerde düzenlenecek olan etkinlikle ilgili olarak açılışta yapılan konuşmalarda, sırasıyla dernek Başkanı Muharrem KOÇ, Sanat yönetmeni Salah OUDAHAR, Strasbourg Büyükşehir Belediye Başkanı Roland RIES, Bölge ve İl Genel Meclisi yetkilileri ile Vali Yardımcısı festivalle ilgili bilgiler verip tüm aktörlere teşekkür ettiler. Festivalde, gazetemiz dağıtıma çıktıktan sonra gerçekleştir-lecek olan Türkiye ve Türkler’le ilgili etkinliklerden bazıları şunlar : 6 Aralık’ta Salle de la Bourse’da gerçekleştirilecek Ajda Ahu GİRAY konseri. Saat 20.30’da başlayacak konserde Ajda Hanım Türkçe ve Fransızca şarkılar seslendirecek.

İsmail YILDIRIM’ın « Sivas, Türkiye, 2 Temmuz 1993 » isimli heykel ve resim sergisi. 30 Kasım – 17 Aralık arası, Pa-zartesiden Cumartesiye, saat 15.00-19.00 arası, Espace Insight Strasbourg’da. Bunun dışında, festival çerçevesinde ASTU’nün etkin olarak katılacağı iki adet de konferans gerçekleştirilecek : Kadınlar ve Sürgün, Arap Baharı ( Samim Akgönül ).

Grup TURQUOISE da 9 Aralık’ta Strasmed’de Strasmed Festival’i çerçevesinde yapılacak olan etkinliklerden birisi de, biri Arap, diğeri Türk ( Groupe Turquoise ), iki farklı kültüre ait müzikleri biraraya getirecek olan Strasbourg Café Müzik Gecesi. 9 Aralık günü saat 20h30’da Salle de la Bourse’da gerçeklese-cek olan dinletide, iki kültürden 6 müzisyen biraraya gelerek, kendi geleneksel müzikleri dışında, ortak özelliklere sahip olan şarkılar da çalıp söyleyecek. Evet, iki kültür kardeşlik ve eğlence için buluşuyor. Hepinizi katılmaya davet ediyoruz.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O34 37

Seviyorum.. Seviyorsun.. Seviyor...

“Kalp ruha demiş ki :

- Ben severim, aşık olurum ama nedense

acısını sen çekersin.

Ruh da ona cevap vermiş:

- Sen yeter ki sev ! “

Ben sevginin dünyayı ayakta tutan en güçlü duygularından biri olduğuna inananlardanım. Buna inanıyor olmam beni ayakta tutuyor. Her bireyin birer dünya olduğunu göz önünde bulundurursak, benim dünyam da içinde ol-mak üzere gerçek anlamda sevgi dünyayı ay-akta tutuyor. Her şeyi, herkesi seviyorum. Sevmeyi seviyorum. Sevdikçe seviyor, kend-imi daha güçlü hissediyorum. Sonra da bir anda sevgi pıtırcığına dönüşüyorum şekilde görüldüğü gibi. Ve daha da güzeli bu beni çok mutlu ediyor. O halde basit bir düz mantıkla mutlu olmak isteyenlere küçük bir öneri : kendinizden başlayarak herkesi, her şeyi se-vin. Sevginin gücü sizi mutlu edecektir.

Sevgi güçlü olduğu kadar çok geniş bir ka-vram. Neyi ne kadar seviyorsak onunla dolar içimiz. İyiyi güzeli sevmek en kolayı. Peki birini her şeyiyle, olduğu gibi sevmek ?? Kusurlarıyla birlikte kabul edip bir in-sana değer vermek ? İşte bunu herkes başaramıyor. Kendinde olan kusurları sevmeyi

başaramıyor ilk önce. Bunları takıntı ha-line getirip göz ardı edebilmek için başkalarıyla kıyaslamaya başl5ıyor kendini. Örtbas etmek için de karşısındakinde ku-sur arıyor. Böylece karşısındakini de sevemiyor. Bu böyle uzayıp giderken hırçınlaşıyor ve herkese, her şeye öfkeyle, aşağılayıcı bi tavırla yaklaşıyor. Lanet eder duruma geliyor, hayata küsüy-or. Karamsarlık batağından çıkmaksa hiç kolay değil.

Bir söz var doğruluğuna inandığım ve bu yüzden çok sevdiğim : “Kendini sevmeyen hiç kimseyi sevemez.”. Hayatta hiç kimse bizim kendimize yaptığımız kötülükten daha büyük bir kötülüğü bize yapmayı başaramaz. Hiç kimse bize kendimizin zarar verdiğinden daha fazla zarar veremez. Bu nedenle önce kendimizi sevmemiz gere-kir ki başkalarını da sevebilelim. Kendini sevmek kendini beğenmek anlamına gelmez hiçbir zaman. Ya da kendinden başkasını sevme demek değil kastım asla. Bir insan kendine değer vermezken başkalarının onun gözünde değerli olması mümkün mü ? Hiç zannetmiyorum. Tam da bu sebepten baslangıcı kendimizde yapmak zorundayız.

Hayat sürekli seçimlerle doludur. Gözünüzü açtığınız anda başlarsınız seçim yapmaya. Ya yeni bir güne başlamanın sevinciyle yatağınızdan ka-lkar, aynadaki yansımanıza içten bir gülümseme atar ve hâlâ nefes alabiliy-or olduğunuz için şükredersiniz, ya da mis-al, havanın kötü olmasını bahane eder, günü kendinize zehredersiniz. Her ikisi de sizin elinizde. Mutluluksa sandığımız kadar uzak değil...

Seçiminizi sevgiden yana kullandığınızda ise bu hemen fark edi-lecektir. Etrafınıza yaydığınız o müthiş enerji sizi tanıyanlara da geçecek ve durgun bir gölün ortasında atılan taş sonrası oluşan dalgalar gibi büyüdükçe büyüyecek, halkalar halinde herkese ulaşacaktır.

“Sevgi dolu bir yüreğin sahibi olduğunuz gün güneşi bile fethedebilirsiniz.”

Sevginin bütün dünyayı istisnasız sarması dileğiyle..

Seviyorum.. Seviyorsun.. Seviyor...

Bayram Mangal Başında Kutlandı Saint Die Des Vosges - Mustafa GÜÇLÜ

Mehmet Akif Ersoy Camisi’nde Türk Fransız Dostluk derneği yönetimi, Kurban Bayramı dolayısıyla Saint Die ve çevredeki vatandaşlara mangal partisi düzenledi.

Cemiyetin önünde, Cuma cıkışından sonra vatandaşa mangal ziyafeti yapıldı. Vatandaşlar etkinliğe yoğun ilgi gösterdi.

Cemiyet Başkanı açılış konuşmasında Müslüman alemin Kurban Bayramını kutladı ve davete katılanlara geldikleri için teşekkür etti.

„Aynı zamanda insanlar buraya gelerek bayramlaşıyor.

İnsanlarımız bayramlaşmak için günden güne başkalarının evine gitmekte zorluk çekiyor. Böyle bir organizasyonla bayramlaşmalarını sağlıyoruz“ dedi.

Karateci Nuri TAŞ Yine Ödüller Aldı

Saint Die Des Vosges - Mustafa GÜÇLÜ

Karateci Nuri TAŞ yine ödül üstüne ödül alıyor.

Katıldığı karate şampiyonalarından eli boş dönmüyor, rakiple-rine meydan okuyor ve başarıdan başarıya koşuyor.

Karate Vosges Şampiyonası’nda Nuri TAŞ dört madalya bir-den kazandı ; senyor kategorisinde birinci – takım olarak da birinci –, Veteran ve kata kategorisinde ikinci oldu.

Bununla da bitmiyor : Vosges Karate Komitesi Nuri TAŞ’a başarılı sonuçlarından dolayı birincilik ödülü verdi.

Ayrıca karatecimizin bu başarısına sponsorluk ederek katkıda bulunmak isteyenler Objektif gazetesinden bilgi ala-bilirler ([email protected]).

Objektif gazetesi olarak Nuri TAŞ ( ve aynı derecede yete-nekli olan oğlunu ) tebrik eder, başarılarının artmasını dileriz.

Emel SARMAŞIK

Acil serviste bir gün… Tarih: 10 Kasım 2011, saat 9:00. Bir haftalık aradan sonra tekrar hastanedeyim. Doktor ve hemşire arkadaşlarla selamlaşıp konuşuyoruz, ellerindeki kahveleri ile nö-

betleri esnasında başlarına gelen ilginç hikayeleri anlatıyorlardı. Bu vesileyle bi-zleri bazen güldüren, bazen üzen, bazen düşündüren, bazen de ibret ve ders veren hikayelerdi aslında bunlar. Bunun yanısıra meslektaşlarla konuşmak ister istemez birbiri-mizide rahatlatıyor. Çünkü konuşmak, stres atmak için bazen en güzel çözümdür. Kısacası bulunduğumuz ortam stresli ve sorumluluk gerektiren bir ortam, çünkü sonuçta insan hayatı, bu yüzden her gün acil serviste her an her şeyle karşı karşıyayız. O gün Travmatolojide çalıştığım için futbol maçında yaralananlar, bıçakla ellerini kesen-ler, bir yanda güçsüz ve yalnız oldukları için yere düşen yaşlı insanlar diğer yanda küçük oldukları için düşen bebeklere bakıyordum vs… Yine her zamanki gibi acil serviste sıradan bir gündü. Saat 11:00. Hastanenin telefonu çalıyor. METZ’deki SAMU bizi arıyor. Travmatoloji’deki doktor hastane dışında müdahale edilmesi için arıyor. Bazen kalp krizi için bazen de büyük trafik kazaları için. Bu kez 40 yaşlarında bir adam intihar etmiş, solunum yetmezliğinden kalbi durmuştu. İtfaiyeciler yanında, bizleri bekliyorlardı.

Hastane ambulansına hemen bindik, 10 dakikalık yol bitmek bilmiyordu. Gelir gelmez evin bodrumuna doğru yöneldik. Hasta yerde yatıyordu, etrafında itfaiyeciler ve polisler vardı. Durumu bir itfai-yeciden öğrendim. Adamın 7 yaşındaki oğlu iki ay önce kanserden ölmüş ve bu yüzden depresyona girmiş. Kendisini asmış. Eşi yukarda, 4 yaşındaki diğer erkek çocuğu ile korku ve şok içinde sevindirici bir haber bekliyordu. Kalp masajı devam ederken, serum takıp adrenalin verdik. Müdahaleler toplam 1 saat sürdü. Ama hastanın kalbi bir daha çalışmadı. Ölü görmek çok zor bir deneyimdir, bazıları için ise hiç kolay olmayan bir durumdur. Ama görevimiz gereği zamanla her şeye alışıyoruz ve alışmak zorundayız. Fakat bizim için kolay olmayan, bu üzücü durumları aileye bildirmek. Ölüm haberini vermek karşındaki insan için en acı bir durum. İki aylık bir za-man içinde hem çocuğunu ve hem eşini kay-beden bir kadının durumunu düşünün!.. O 4 yaşındaki çocuğun aklından neler geçi-yordu bilmiyorum. Ama çok üzgün olduğu belliydi, konuşmuyordu. İtfaiyecilerin kamyo-nunun resmini çiziyordu . O yüz ifadesini

unutmak kolay olmayacak…. Uzun bir süre orada kaldık. Teselli etm-eye çalıştık ama nafile. Herkes sesli sesli ağlıyordu. 4 yaşındaki çocuğa baktım. Hâlâ sessizdi ve odasında resim yapıyordu. Gitmemiz lazımdı. Hastaneye tekrar geldiğimizde hastalar bizi bekliyorlardı. 1-2 saat sonra hastaneye intihar eden adamın eşi geldi. O da intihar etmeye kalkışmış! Fakat son anda engellenmiş. 4 yaşındaki çocuğunu düşündüm, şu anda ne yapıyordur diye. Aklıma 4 yaşına girecek olan oğlum geldi. İki saat bir yoğunluğun ardından hastaneye gelenlerin sayısı azaldı. 24 saatlik nöbet sakin bir şekilde bitmek üzereydi… Tarih: 11 Kasım 2011, saat 8:50. Nöbetin bitmesine az kalmıştı. Meslektaşlarıma nöbeti devretmeyi bekliyordum. Fakat tele-fon yine çaldı. Çıkmam gerekiyordu. Kalp krizi geçiren 70 yaşında bir hasta için… Forbach’tan Metz’e götürmemiz gerekiyor-du… O 4 yaşındaki çocuk hâlâ aklımdaydı. Sonuçta acil serviste sıradan bir gündü…

CİHAN BİRCAN

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 3538

Sanatçı İsmail KARTAL Sorularımızı Yanıtladı

Bölgemizin sevilen genç sanatçılarından İsmail KARTAL’ın yaşam ve sanat öyküsünü kendi ağzından dinleyerek sizlere aktarmak istedik.

Kısa süre içinde önce bir çocuğu, sonra da bir albümü olan KARTAL’ı kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Sayın İsmail Kartal, genç bir müzisyen olarak kendinizi kısaca tanıtır mısınız ?

Ben aslen Erzıncan Tercanlı’yım, orada doğdum ve büyüdüm. 1985 doğumluyum, 10 yaşına kadar Erzincan’daydım. Ben ilko-kulu bitirdikten sonra ailece İzmir’e taşındık. Ortaokul birinci sınıfta ‘bir bisiklet sevdası yüzünden’ bağlama çalmaya başladım.

Bisikletle saz arasında nasıl bır bağlantı var, biraz açıklar mısınız ?

İzmir’de iken, tabii köyden henüz gelmişiz şehre, orada çocuklar bisiklete biniyordu, fakat benim bisikletim yoktu, o zamanlar da halamgilllerde kalıyordum. Halam bana ‘Ba-ban izin vermiyor bisiklet almana, sana bir saz alalım onunla oyalan’ dedi. Ben de yakındaki derneklere giderek saz çalmasını öğrenmeye başladım. Yani saz sevdam 10 yaşındayken başladı.

Hangi okulu bitirdiniz ?

Liseye İzmir’de gittim ve orada tamamladım. Son-rasında konservatuara hazırlık sürecine girdim. İzmir’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Yelin Kültür Sanat Merkezi’nde eğitimime devam ettim. Bu sırada aynı zamanda Ege, Gaziantep’teki konser-vatuar sınavlarına girdim. Antep’teki sınavı kazan-mama rağmen torpilim olmadığı için oraya yerle-şemedim. Sonrasında İzmir’deki eğitimim devam ederken, eğitimimi yarım bıraktım ve evlenip Hazi-ran 2008’de Fransa’ya Strasbourg’a yerleştim.

Strasbourg’da müzik dışında bir iş yapıyor musu-nuz?

Üç yıldır burada saz dersleri veriyorum. Bu çev-redeki yani Fransa, Almanya ve İsviçre’deki türkü barlarda sahne aldım. Bağlama derslerim devam ediyor. Burada Strasbourg Alevi derneğinde, Mul-house Alevi derneğinde Almanya’da Mülaker’deki Alevi derneğinde ders vermeye devam ediyorum. Sadece Alevi derneklerinde değil, diğer dernekler-de de çağırdıklarında ders veriyorum. Geçimimi böyle sağlıyorum, yaklaşık 130-140 öğrencim var.

Albüme geçmeden önce, sanat anlayışınız nedir anlatır mısınız? 10 yaşında sanat yaşa-mım başladı dediniz, sonra nasıl gelişti ?

Bu tür sanat faaliyetleri dernekler çatısı altın-da ilerliyor. Ben de İzmir’de Hacı Bektaşı Velı Kültür ve Sanat derneğinde başlamıştım eği-timime. Yani bağlama dersleri almaya. Orada soyismini unuttuğum Erdal hocamız bize ilk

bilgilerimizi verdi.

Erdal Erzincan değildi değil mi?

Yok hayır o değil. İzmir’de 30 kişilik sınıfta eğitim alıyorduk ve hocamız bazı aylar gelmi-yordu ve fakat bende büyük bir öğrenme hırsı vardı. İşte o hırsın sayesinde şimdiki noktaya gelebildim.

Sizde de bir yetenek ve sevda varmış demek ki?

Ben o zamanlar bende bir yetenek olduğunu bilmiyordum. Sadece içimde bahsettiğim bisiklet sevdasından doğan bir hırs vardı. Ben de sonradan bir yeteneğe sahip olduğumu farkettim.

Hâlâ içinizde o bisiklet sevdası sürüyor mu?

Yok hayır, şimdi bisikletten nefret ediyorum!

Devam edelim. Erdal hocadan ilk ivmeyi aldınız; ya sonra nasıl gelişti sanat yaşamınız?

Müzik sevdası bende hiç bitmedi; bu yolda sürekli kendimi geliştirdim.

Konservatuara kadar başka kurslara gittiniz mi?

Evet konservatuar hazırlık kurslarına gittim. Konserva-tuara hazırlanana kadar ise kendi kendimi geliştirmenin yollarını aradım. Liseden son-ra TC’ye bağlı yeni bir Kültür Sanat merkezinde kursa baş-ladım. Burada 3 yıl boyunca sevgili hocam Hakan Akmaz ile çalıştım. İçimde de sürekli bu yönlü bir aşk ve heyecan vardı. Dediğim gibi sonrasında okulu bıraktım, evlendim ve buraya geldim.

Sadece Alevi türküleri mi çalıyorsunuz, yoksa her yö-reden çalmaya gayret ediyor musunuz?

Çok geniş kültür ve topraklara sahip Anadolu’nun her yöresinden her tarzda türkü söylemeye çalı-şıyorum. Türkü sonuçta bir taraftan evrensel bir müzik. Bir de piyasa müziği yaptığımız için, sadece Avrupa’da değil Türkiye’de de öyle, her kesimden gelen insanların seni dinlemesi için değişik yöre-lerin müziklerini de bilmek gerekiyor. Her taraftan insanlar seni dinlemeye geliyor, onların da kendi-lerine göre istekleri var; bu yönde kendini geliştir-men de gerekiyor.

Sanat anlayışınız hakkında neler söylemek istersiniz?

Sanat benim için çok özel ve çok farklı. Hani böyle barlarda söylemek değil de bu kültü-rü sürdürebilmek için, ilerisi için bir şeyler yapabilmek adına çok önemli benim için. Sanat anlayışı dediğiniz şey de kişiden kişiye değişiyor. Örneğin piyasa müziği, duyguyu öldürüyor. Para için yapılıyor çünkü. Örneğin

Avrupa’da türkü bar dendiğinde aslında türkü bar değil halay bar var demek daha doğru olur bence. Burda isim vermiyeceğim ancak çok barda çaldım söyledim, orada insanların bir yarım saat bile türkü dinlemeye taham-mülleri yok. Doğrudan hemen halay! diyorlar. Buna bir anlam veremiyorum açıkçası. Ancak ne yazık ki piyasa müziği ekmek parası için ya-pılıyor. Ekmek davası yani. Tüm sanatçılarımız maalesef türkü barlara rağbet etmek zorunda kalıyorlar.

Örnek aldığınız sanaçılar var mı hem saz hem söz olarak?

Tabii ki; Arif Sağ hoca, Erdal Erzincanlı hoca birer yol gösterici bizler için. Onların çok et-kisi oldu bu kültürün ve geleneğin sürmesi ve yayılması ve gençlere birer örnek olmak bakımından.

İdolünüz kim? Şu benim idolüm dediğiniz tek bir isim ya da birkaç isim var mı?

İdolüm değişiyor zamanla; bu iş öyle bir şey ki, bazen dersin ki bu, sonra başkası birisi. Yani zamanla değişiyor. Kim karşındakine bir duyguyu geçirebiliyorsa benim idolüm odur.

İlk albüme gelmeden önce hedefiniz nedir? 5-10 yıl sonra sazınızla sözünüzle sanatınızla varmak istediğiniz yer neresidir, biraz anlatır mısınız?

Benim için önemli olan geride bir şeyler bı-rakmak. Kendi yorumumla bunu yapmak iste-rim. Benim de kendi albümümde okuduğum birkaç bestem var. Fakat kendimi daha çok yorumcu hissediyorum. Başkalarının eser-lerini yorumlamak istiyorum. Sonuçta onlar bizlerin yaşantılarını, duygu ve düşünclerini yansıtıyorlar.

Ama bestecilik yönünüzü de geliştirmek istemiyor musunuz?

Olabilir yani. Tanınmak, bilinmek iyi. Fakat benim için yorumculuk daha önemli.

Gelelim ilk albümünüze. Albümün ismi ne-dir?

Albümün ismi benim kendi istediğim bir isim oldu. Çünkü okuduğum eselerin hepsini çok severek, içimden gönlümden geldiği gibi his-sederek okudum yani. Başkalarının yorumunu katarak şöyle olsun böyle olsun diyerek değil, kendi içimden nasıl geldiyse öyle icra ettim.Bu nedenle de Gönülden Nağmeler koydum adını.

Kaç parça var?

10 tane eser var.

Hangi şirketten çıktı albüm?

Sevgili Erkan Çınar yönetmenliğinde ve yine sahibi olduğu Anadolu Müzik stüdyo-larında kaydını yaptık. Basım ve dağıtım ise Türkiye’de EMA müzik amblemi altında yapı-lıyor.

Ne zaman piyasaya çıktı?

Birkaç hafta oldu. 11. ayın ilk haftalarında piyasaya çıktı ve Türkiye’de dağıtımı yapıldı. Avrupa’da ise yolda, çok yakında geliyor.

Televizyonlarda çıkıyor mu, klip var mı?

Yurdum TV’de ve Cem TV ‘de dönüyor. Klip de var. Ekin TV ve Yol TV’de dönmeye yakında başlayacak.

Albümde hangi besteler var. Öncelikte kendi bestem dediklerinizden başlayarak isimlerini söyler misiniz?

Albümde bana ait “Deli Gönül” ısimli parça ile anadilim olan Zazaca’da yazdığım besteler var.

Diğer eserler hangileri, özellikle meşhur olanları?

Klibi Önder Bilal tarafından hazırlanan, benim aynı zamanda kayınbiraderim ve ağabeyim olan sevgili Önder Güler’in iki tane eseri var. Bunlar “Vefasız Yar” ve “Halay” parçaları. “Vefasız Yar” a klip çekildi. Televizyonlarda gösterimde olan o. Orhan Yalçın’dan iki eser var. Sevgili Mehmet Erköse amcamdan iki eser var.

Bunlar hep türkü, değil mi?

Evet bunların hepsi türkü formunda. Burada bilinen Sevgili Aşık Divane amcamızdan bir tane eser var. Türkiye’den Turgay Bozkurt adlı bir arkadaşımız var, onun bir eseri var.

İkinci albüm ne zaman, bir planınız var mı?

İkinci albümü kendi kafamda 2015, 2016 yılla-rında çıkarmayı tasarlıyorum.

Bizim sorularımız bunlardan ibaret. Sizin ayrıca söylemek istediğin şeyler varsa bunlar nelerdir?

Bana bu albümde destek olan sevgili Destina moda evinin sahibi Ali Renklitepe’ye özellikle çok teşekkür ediyorum. Çünkü o her zaman bana gü-vendi ve desteklerini hiç esirgemedi. Onun dışında Sevgili Özgür Fırat abime teşekkür ederim. Saray

Kuafor’ün sahibi Mustafa abiye, yine Paşa Döner Salonlarının sahibi Ulaş beye spon-sor olup desteklerini esirgemedikleri için sonsuz minnet duyuyorum.

Vatandaşlarımıza neler söylemek istersi-niz?

Herkesin albümü alıp dinlemesini istiyo-rum. Çünkü hem müzikal anlamda hem de yorum olarak çok beğeneceklerine inanıyo-rum. Çok güzel bir çalışma oldu. Yolumuz açık olsun diyor, sizlere de çok teşekkür ediyorum.

Bu arada albümle ilgili birkaç bilgi daha vermek isterim. Albümümüzün tanıtım gecesi, 10 Aralık 2011 tarihinde Strasbourg Alevi Kültür Merkezi’nde olacaktır. Oraya sanatçı dostlarımız da katılıp destek ve-recekler. Bunlar arasında Metin Karataş, Orhan Yalçın, Hıdır Kutan, Erkan Çınar ve Grubu, Seyhan Atay, Önder Güler ve sürp-riz sanatçılar bulunmaktadır.

Vatandaşlarımız albümümüzü Almanya Kehl’de Desdina Fashion, Kayseri Market’te, Strasbourg’ta Saray Kuaför, Yılmaz Müzik’te, Haguenau’da Le Passage Restaurant ve Diva-na Kuaför’de bulabilirler. Fiyatı 10 € olacak.

Son olarak benim için uğurlu bir yıl olan 2011’de doğan oğlum Devran’a ve eşim Sonay’a sevgilerimi yollamak istiyorum.

Sizin aracılığınızla da tüm vatandaşlarıma esenlikler diliyor, sevgi ve saygılarımı sunuyo-rum.

Biz de size teşekkür ediyor, başarılar diliyo-ruz.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O34 39

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 3540

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O34 41

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 42

A Ta Turquie Derneği’nin « Türkiye Renkleriyle Sonbahar »

Festivali Çok Başarılıydı

Söyleşi / Haber : Aylin ÖZTÜRK

Fransa’nın Nancy şehrinde bulunan A ta turquie derneğinin, 25 Ekim-28 Kasım arasında düzenlediği « Türkiye Renkleriyle Sonbahar » isimli festival, özellikle Fransızlar’ın yoğun ilgisine mazhar oldu.Bu başarılı derneğin başarılı ve çalışkan yöneticisi, dernek Başkanı Murat Vasıf ERPUYAN, açılışını Başkonsolosumuz Sibel ALGAN’ın yaptığı festival çerçevesinde düzen-lenen Grup Turquoise’ın « Aşkın Ne-fesi » dinletisi öncesinde, Objektif’in sorularını yanıtladı.

Sayın Murat Erpuyan, öncelikle bize A ta Turquie derneğinden bahseder misiniz ?

1989’dan beri faaliyette bulunan A ta Turquie derneği, etkinliklerini dört ana kolda sürdürüyor. Birincisi, kuruluş amacımız da olan Türkiye’nin kültürel zenginliklerini özellikle de Fransızlara tanıtabilmekti. İkincisi, bize destek veren Fransız kuruluşlar bizi sosyal yardımlaşma konusuna da yönlendirdiler, bu nedenle entegra-syon ve uyum sorunlarının yanısıra sosyal alanda yaşanan sorunlarla da ilgileniyoruz. Örneğin ; kendine iş kurmayı planlayan kişilere yardımcı olup şirket kurmalarında destek oluyoruz. Üçüncü olarak, biliyorsunuz bir de ‘OLUŞUM/GENESE’ adlı dergi-miz var ; 1989 yılından beri yayınına devam eden dergimiz 126. sayısına ulaştı. Dördüncüsü de, dernek ve derginin yanısıra bir süredir yayıncılık alanında da faaliyet sürdürmekteyiz ; buradan kazandığımız bütçelerle kitaplar basıyoruz. Son bastığımız kitaplardan biri de Pir Sultan Abdal kitabıdır... Ayrıca A ta Turquie derneği iletişim konusunda da oldukça etkili bir dernek. Biliyorsunuz bir internet sitemiz var ki Fransa’da Türkiye ile ilgili konularda en çok izlenen ve tıklanan sitelerden biridir. Bu yüzden biz de bir şekilde Marko Paşa haline döndük ; örneğin diyorlar ki vize alamadım ya da Türkiye’de çok iyi bi-

risini tanıyorum ve buraya getirmek istiyorum fakat pasaport için 3000 euro gerekiyor, bu ücreti göndermem gerekiyor mu gibi sorular geliyor. Bir nevi danışma bürosu gibi olduk fakat o kadar yeterli gücümüz yok

Bu dernekte kaç kişi çalışıyor ?

Yönetim kurulu dışında 4 kişi maaşlı olarak çalışıyor ama bütçemiz çok yetersiz olduğu için, yani artık sübvan-siyonlar kesilmeye başlandığından, üçe ineceğiz gibi. Bu işin en kötü tarafı da zaten Türk kökenlilerin sivil bir örgüt oluşturup derneklerine sahip çıkmıyor oluşları. Örneğin bu yüzden Paris’te ELELE gibi çok etkin bir der-nek kapandı. Biz de zaten etiketimizi belli edemediğimiz için kenarda kalan bir dernek haline geldik.

Gelirleriniz nerelerden sağlanıyor ?

Birinci planda sübvansiyonlar vardı

ama devlette para olmadığı için süb-vansiyonlar azaltılıyor. Bizim bunun dışında tabii ki aidat gelirlerimiz de var ama bu devede kulak sayılır. Bizim aidatlar çok fazla değil ; yıllık 30 euro, öğrenci ve işşizler için de 10 euro.

A ta Turguie derneği kaç üyeden oluşuyor ?

Resmi kayıtlarda görünen 500 üyemiz var. Fakat bu üyelerin sadece 80-90

tanesi üyelik aidatını veriyor. Sanırım gurbetçilerimiz de git gide belli ki-mliklerde kapanıp kalmak üzereler. Örneğin ; Aleviler Alevi , Kürtler Kürt , Sünniler Sünni, Erzurumlular Erzuru-mlu…

Festival konu-suna gelirsek ; dernek bünye-sinde böyle bir etkinlik nasıl, ni-çin ve ne zaman düşünüldü ?

Biz yıllardır kül-türel etkinlikler yapmaktayız fakat örneğin mayıs ayında bir ekim ayında daha başka bir etkinlik yapar-ken dağılmaya

başladığımızı farkedince hepsini bir süreye toplama ihtiyacı hissettik ve kalıcı bir isim bulduk ; Automne aux couleurs de Turquie yani Türkiye renkleriyle sonbahar. Biz festival ke-limesini pek sevmiyoruz, etkinlik, 19. yılına ulaştı.

Bu derneğe ünlü isimlerden de katılım oldu mu ?

Biz bu etkinliğe yıllar önce Esin Avşar’la başladık, Timur Selçuk’la devam ettik. Daha sonra Burhan Öcal ve Ahmet Özhan kilisedeki konser-leriyle etkinliğimize katıldılar. Hatta Ahmet Özhan beni çok etkiledi. Çoğu

sanatçılar geldi ve konserlerini verdi-ler ama insanlarımız daha sonra de-diler ki neden konser kilisede oluyor. Genco Erkal, Mehmet Ulusoy da aklıma ilk gelenlerden…

Konserlerde belli cüzi ücretler alıyoruz ; ama temel amaç tabii ki insanlarımız gelsinler ve katılsınlar idi.

19 yıllık süreçte Türkler’in festivale katılımları nasıldı ?

Bana göre Türklerin katılımı git gide etkisiz hale geldi ve azalan bir seyir izledi.

Bu durumu neye bağlıyorsunuz ?

Ben bu durumu kamplaşmaya bağlıyorum. Kamplaşma hep keskinleşiyor.

Alevi topluluğu yapsaydı Aleviler katılırdı gibi mi ?

Böyle bir geceyi başka derneklerle de yapmayı düşündüm, hatta Pir Sultan Abdal olduğu için özellikle Nancy Ale-vi Kültür Merkezi’ni davet ettim fakat bana cevap bile gelmedi. Örneğin Pir Sultan Abdal hakkında bir kitap da bastırdık ; o da yok satmıyor yani !...

Başka etkinlikler de var mıydı ?

Tabii, bir etkinliğimizden daha ba-hsetmek isterim ; Rencontres et Prix des Turcophiles. Bu etkinliğin başlangıcı olayı şöyle oldu ; bir gün bir bayan telefon etti, Türkiye’yi çok seviyorum , gidiyorum, konuşuyorum fakat ben konuşurken insanlar bana sanki suç işliyormuşum gibi tuhaf tuhaf bakıyorlar, bu durum beni çok üzüyor dedi. Biz de bundan yola çıkarak Türkiye’yi sevenler adına böyle bir etkinlik oluşturduk ve Ren-contres böyle başladı.

Nasıl gidiyor etkinlik, devam ediyor mu ?

Evet, devam ediyor. İlk 2 yıl Nancy’de yaptık. Daha sonra aklımıza sembolik bir ödül olan Prix des Turcophiles’i

oluşturmak geldi. Bu ödüle ilk Gilles Martin Chauffier ( Roman de Constantinople’un yazarı ) ile başladık, daha sonra Paris’te devam ettik. Sonra ünlü çizer Plantu’ya ödül verdik. Plantu buraya geldi ve kendisi ile Türkiye karikatürleri ile ilgili bir sergi yaptık. Ardından Türkiye’yi çok iyi tanıyan ve ülkemiz için gerçekten iyi bir yorum ya-pan Alexandre Adler ve onun ardından politikacı Michel Ro-card’a verdik.

Tekrar bu seneki festivale ge-lirsek..

Yaşar Kemal üzerine açılan sergiyle başlayan festivalimize Başkonsolosumuz Sibel Algan da katıldı. Sağolsunlar, Sibel

Hanım 2 yıldır bize destek oluyor.

Festivalde her yıl mutlaka bir sergi oluyor. Nancy’deki Belediye salonunu 2-3 haftalığına alıyoruz ve sergimizin açılışıyla başlıyoruz.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O43Bu sene Yaşar Kemal üzerine sergi dışında bir de Saygı Gecesi yapıyoruz. Onun dışında Grup Turquoise konseri var. Ardından seçim zamanları olduğundan çifte vatandaşlığı tartışacağımız bir toplantımız olacak .Daha sonra Nancy’de-ki Association Interculturelle’le birlikte bir Cine Club Turc yapmayı düşünüyoruz. Burada Sibel Kekilli’nin Yabancı’sı ile Bir Zamanlar Anadolu’da yer alacak. Hatta her ay bir film programlamayı düşünüyoruz.

Tekrar etkinlikler-sübvansiyon bağlantısı konusuna dönelim mi ?

A Ta turquie derneği bugüne dek Fransa hükümetinin verdiği desteklerle ilerledi ve yaşadı. Türkiye’den bir-iki kere cüzi destek geldi yıllar önce ve sonra ke-sildi ; ya da, biz bilmiyoruz diyelim nasıl isteyeceğimizi…

Fransa’da da bütçe kısıtlamaları olduğu için, en kolay kısıtlanacak yer-ler genelde bizimki gibi kültürel der-nekler oluyor. Kültüre kimse ağlayıp sızlamıyor… Bu bakımdan son yıllarda sübvansiyonlarımız git gide azaldı ve bu yıl itibariyle tamamen kesildi.

Biz 20 yıldır Nancy kökenli bir derneğiz, burada yaşıyoruz ama Fransa’nın tümü ve Avrupa’da da tanınıyoruz. Örneğin geçtiğimiz günlerde ben Berlin’de idim. Berlin’deki bir vakıf entegrasyon ve aile

birleşimi üzerine bir kollok yapmış, bizi de davet ettiler. Bir kaç sene önce İspanya’da Cartahane festivaline çağrılıydık…

Buralara kadar referanssınız fakat de-vlet yıllıklarınızı kesiyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ?

Evet, mesela bundan 5 yıl önce İspanya’ya OLUŞUM/GENESE’i ve Türk kültürünü, Türk göçünü tanıtmaya gittik. Ama, bu kadar etkinliğin olduğu yerde ne yazık ki Fransızlar’ın desteğinin yanında Türkler’in ilgilenmemeleri acı bir durum oluyor.

Pekiyi, bu konuda ne yapmak gereki-yor ?

Birinci çare kamplaşmanın ortadan kaldırılması olsa gerektir. Size bir örnek vereyim ; biz Konya Mevlevileri’ni iki kez

buraya getirdik, en iyi salonları kiraladık ama baktık ki Fransızlar kuyruğa giriyor, Türkler’den ise 30 kişi gelirse harika diyoruz !

Fransızlar’ın yanında Türkler’in olmayışı gücümüzü azaltıyor. Türkiye’mizi çok seviyoruz, aslan-ka-plan Türkiye diyoruz da, bunun yanında ne yapıyoruz so-rusunu sormak lâzım. En azından, bazen beğenmesek de, dayanışma için destek olmalıyız diye düşünüyorum.

Örneğin burada 50-60 kişiden oluşan bir Yunan derneği var ; konferanslar yapıyorlar, bir bakıyorum 60’ı da konfer-anstalar. Ben bu durumu sorduğumda; her birimiz farklı görüşlere sahip olsak da bu dernek Yunan halkı için kuruldu, onun için buradayız diyorlar. Biz de işte bunu becerebildiğimiz gün daha ileriye gidebiliriz.

Biz ne yapıyoruz ; kendi içimizdeki

iletişimi kesiyor ve kamplaşıyoruz, sonra da bizi sevmiyorlar diyoruz… Mesela politikacılar bazı gruplar için kimi kararlar alıyorlar ; bu onların kara kaşı-gözü için mi, hayır oy için, onlar birlikte hareket ettikleri için. Biz de yapalım, buradayız diyelim…

En azından gelecek yılki seçimler için seçmen kütüklerine yazılmakla başlayalım…

Son olarak Murat ERPUYAN’ı tanıyabilir miyiz ?

Balıkesir doğumluyum, Babam jandarma subayı olduğu için Türkiye’yi gezme fırsatım oldu. Bu benim için iyi oldu, Tür-kiye’yi tanıdım.

Galatasaray Lisesi mezunuyum ; bu lisede öğrenim gördüğüm için Fransız kültüründen geliyorum.

Buraya ne zaman geldiniz ?

1978 yılında Ankara’da Siyasal Bilgiler’i tamamlayınca Avrupa ekonomisi üzerine okumak için, bir seneliğine geldim. Geliş o geliş… Direkt Nancy’ye geldim ve tezi de yazalım filan derken burada kök sal-maya başladım…

Bir yandan dernek işleri sürerken, diğer yandan da buranın en eski, iki yüzyıllık lisesi olan Henri Poincare’de Türkçe der-

sleri de olsun dedik ve kabul ettir-dik. Kim öğretecek derken iş benim üzerime kaldı. 15 senedir bu işi çok severek yapıyorum.

Ayrıca üniversitedeki derslerim de devam ediyor. Paris’te INALCO’da 2 dersim var ; birincisi Türkçe ticaret ve hukuk dili, ikincisi ise Türkiye Eko-nomisi.

Evliyim, bir kızım var…

Grup Turquoise’dan Nan-cy’de Muhteşem Perfor-

mans

A ta turquie derneğinin düzenlediği « Türkiye Renkleriyle Sonbahar » festivalinde, 4 Kasım 2011 tarihinde Nancy’deki Salle Chepter’de sahne

alan Grup Turquoise, hem seçtiği eserler hem de sahne perfonmansıyla izleyicileri adeta büyüledi.

« Aşkın nefesi » isimli Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal’ın şiir ve türkülerinden oluşan repertuar, iki dilli sunumuyla din-leycilerden tam not aldı.

Çoğunluğunu Fransızlar’ın oluşturduğu katılımcılar geceden büyük bir keyifle ayrılırken, grubun şefi Mehmet KABA da grup arkadaşlarının performansından duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

Dernek Başkanı Murat ERPUYAN’a da ga-zetemiz aracılığıyla bir kez daha teşekkür eden KABA, Turquoise olarak çok çalışıp en iyiyi, en kaliteliyi yapmaya çalıştıklarını belirtti.

Grup Turquoise kadrosunda, bu dinle-tide şu müzisyenler yer aldı : Mehmet Kaba, Ragıp Ege, Aytekin Babayiğit, Barış Ayhan, Selma Deveci, Serenay Keçiş, Soner Ulukaya, Marie-Annick Guillemin ve Liliane Zaccaro.

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 44

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O45

KEHL´de

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 [email protected] O 3546

Objektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° [email protected] O34 47

TÜRK KUYUMCUSU

Bijoutier Cadorar

Altın alınır - satılır73, Grand rue 67700 SAVERNETel.: 03 88 91 35 88 - 03 88 71 42 18Port. : 06 24 56 40 04E-mail : [email protected]

Aralık / Décembre 2011 * N°

bjektifO [email protected] 66www.objektifgazete.fr

Gazete Herkesin yanında ve herkese eşit mesafede

Bu yıl 7.’si düzenlenen Strasmed festivali çerçevesin-

de, açılış konserini vermek üzere Strasbourg’a gelen

ünlü sanatçı Şevval SAM, 26 Kasım 2011 tarihinde

Strazburg Cité de la Musique’te düzenlenen konser

öncesi sorularımızı yanıtladı.

Yaklaşık bin kişinin doldurduğu salonda sevilen şar-

kılarını seslendiren Sam, Objektif Gazete okuyucu-

ları için yaptığımız söyleşide ilginç cevaplar verdi.

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 2

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66

Fuar Oryantal Expo Strasbourg’da YapıldıImag’in firmasının organize ettiği Foire Orientale Expo, 11-12-13 Kasım tarihlerinde Strasbourg’un Zenith salonlarında gerçekleştirildi.

Bölgedeki Türk, Faslı, Tunuslu ve Cezayirli şirketlerin katılımcı oldukları fuarı üç gün boyunca en az on bin kişinin ziyaret ettiği bildirilirken, Türk firmalarından özellikle Desdina Fashion düzenldiği defile ve spon-sor olduğu güzellik yarışmasıyla göz doldurdu.

Doy Doy firması fuarın gastronomi işini üstlenirken, gazetemiz Objektif de açtığı standda gazeteyi ve yayınlarını tanıtı. Bilhassa Ali Başaran’ın kitaplarına halkımız büyük ilgi gösterirken, vatandaşlarımız da gazeteyi daha yakından tanıma olanağı buldular.

Fuarın açılışında bir knuşma yapan Başkonsolosumuz Sibel ALGAN, özetle şunları söyledi : « Öncelikle bu

fuarı düzenleyelere ve katılımcılara teşekkür etmek ve onları kutlamak istiyorum. Ben de buraya çok mutlu bir şekilde geldim. Buradaki ortamın sıcaklığından da çok memnun oldum. Burada da çok güzel şeyler gördüm. Bu birinci fuar için düzenleyenlere başarılar dilerim. »

Fuarın düzenleyci firması olan Imag’in adına konuşan Mösyö Haakim de bu fuarın heyecanı içinde tüm katılımcılara teşekkür etti.

Hatice YILDIRIM da Fuar’daydıFuar’da üç gün boyunca bir kitap standı açan eğitimci, gazetemiz yazarı Hatice YILDIRIM da, standına çok ilgi olduğunu söyleyerek, şu gözlemlerini dile getirdi :

« Uzun zamandır böyle bir etkinlik yapmayı düşünüyordum. Fuar’da, anne babaların çocukları için «çocuk kitaplarına» ilgi göstermesi beni çok mutlu etti. «Bir resim çizer misin ?» isimli çalışmamda, çocukların çizmiş oldukları resimleri incelediğimde çok ilginç ve güzel çocuk profilleriyle karşılaştım. Umarım böylesi etkinliklerle daha çok aileye ve çocuklara ulaşabilirim. »

« Dernek, cami ve kuruluşların davetiyle katıldığım programlarda da «TURUNCU ADIMLAR» diye adlandırdığım konular üzerine konuşmalar yapmaktayım » diyen YILDIRIM’a biz de projelerinde başarılar diliyoruz.

Yaşasın Yemek Yemek!Aman yarabbi yine mi acıktım? Gözümün önünden ekşiler, bol yeşillikli, kırmızılı salatalar, rengarenk zeytinler, envai çeşit peynir, fırın kokuları, ızgara kokuları, hamur kokuları, zeytinyağlıların tabakta süzü-lüşü, binbir çeşit tatlılar geçip gitmekte, adeta bir film şeridi gibi, tadıyla, kokusuyla, doku-suyla adeta yanıbaşımdalar.. Hadi o zaman, yiyelim, içelim, güzelleşelim.. Naapalım, hayatla midemiz yoluyla bağlantı-ya geçelim, tüm alamadağımız tatların hırsını

yiyerek çıkaralım, zahmetsiz, içgüdüsel, suya sabuna bulaşmadan hadi kendimize ayırdı-ğımız keyfin alanını büyütelim .. Böylece midemiz genişlerken, göbeğimiz büyüyüp salınırken biz de şöyle bir endamımızı gös-terelim aleme karşı.. Biz de varız , hem de alanımız her geçen gün genişliyor, amma da yer kaplıyoruz günden güne.. Bir bakmışız bir hayli ilerlemişiz bu yolda, bedenimiz günden güne ağırlaşıp, hantallaşmış, bizim hoyrat, arsız, hıncahınç yükümüzü taşımaktan yorulmuş, bir yandan sağlığımız bozulurken, aynalara zarar birine dönüşüvermişiz… Sonra gelsin her gün yeni diyet formülleri, binbir çeşit öldüreni de dahil olmak üzere zayıflama hapları, bir sürü bitkisel, kimyasal yöntem, egzersizlerin biri bin para, sektöre katkıda bulunmak gerek tabii di mi, diyet sektörü!... Günümüz şartları bizleri hareketsizliğe, ko-laycılığa iterken, doğal yaşamın bir parçası olan ademoğlu’nun yaşamını daha rahat sürdürsün diye ürettiği teknoloji, koşarak, coşarak, hareket ederek yaşamını sürdürmeye programlanmış bu canlıyı dar bir köşeye sı-kıştırmıyor mu?

Modern insan bu köşecikte hayatını kazan-maya çabalarken, bu kısıtlı alanda gün boyu hareketsiz, abur cubur’la bir nebze kendini eylemiyor mu? Sonra yine iş çıkışı, evine yü-rüyerek kaç kişi gidiyor? Koca şehirde tabii ki bu namümkün..Gündüz otur, gece otur, sonra gelsin kilolar.. Önce sistem doğallığı,özü bo-

zuyor, sonra düzeltmek istediğinizde size para harcatıyor, kapitalizmin temel taşı da bu değil mi zaten?...

Çocukluğumda hiç böyle şeyler hatırlamıyo-rum ben.. Şimdilerde herkes diyette, herkesin kilo sorunu var, en zayıfımızın bile hatta.. Bombardıman halinde, özellikle kadın vücu-du, dişiliği, güzelliği metalaştırılıp, provoke edilirken, herkes ağzı, burnu, yanağı, gövdesi bir ve benzer olma uğraşında, oysa başka-larının kusur diye tabir edebileceği bir şeye bir diğeri aşık bile olabilir Bir yanda sıfır beden olma uğruna, anoreksiya, bulimia gibi zayıflığın mitleştirilmesi sonucunda insanlar kendilerini harap edip, bazıları hayatlarını kaybederken, diğer yanda fast food, bilgisayar veya TV karşısında geçirilen uzun saatlerle kazanılan, üstüste eklenen kilolar..

Neden?

Çünkü kimse doğallığıyla yaşayamıyor kendi-ni.. Belki de hiçbir zaman ulaşamayacağımız o manken veya modellerle, sıfır bedenlerle aramızdaki mesafe açıldıkça, inadına, umut-suzca yiyoruz. Oysa belki de biz az biraz kilolu da gayet hoş olabiliriz, herkesin fit’i, güzelliğinin kıvamı kendine.. Özensizce ho-minigırtlak yaşamak, hayattan beklentimizi lokma boyutuna indirgemek değil bahsettiğim ama eziyet boyutunda aç kalmadan yaşama-

dan, meselenin derininde başka açlıklarımızı, yoksunluklarımızı, tatsızlıklarımızı gidererek dengelemek ruhumuzu ve onu taşıyan bede-nimizi..

Midemiz ruhumuzun çöplüğü değil... Yaşam alanımız daralıp, yapabileceklerimize inancı-mız azaldıkça, gençlik ruhumuzu yitirip, yaş aldıkça midemize mi yüklenir olduk acaba? Yaşam yorup,tatsızlaşıp, rutine bağlandığında inadına inadına, hızla ve hırsla çarçabuk tat almak dürtüsüyle yaşamı hırsla ısırılıp, kopa-rılan ademin elmasına mı dönüştürdük? Aslında insan olabilmenin keyiflerinden biri tabii ki yemek yemek ama üretken, dolu dolu yaşamasını becerebilen birinin yaşamdan beklentisini sadece yemek yemek’ten alaca-ğı haz’la sınırlandırdığını, ömrünün amacı edindiğini düşünemeyiz di mi? Yaşamımız zenginleşmeyip, her geçen gün daha da mo-notonlaşıp, ruhumuz aç kaldıkça bizi hangi sofra doyurabilir ki ? Binlerce diyet formülü, TV’lerde hergün ahkam kesen bir ton insan, meselenin bu boyutunu, olayın ruhunu hiç önemsemezken, sadece yüzeysel ve geçici çö-zümlerle bize yeni sınırlar üretmekten başka ne söylüyorlar ki? Ben doğallığıyla yaşayan, yeni doğan günden beklentisi yüksek olan, yaşamı doyasıya ve keyifle kucaklayan biri-nin kilo sorunu olacağına inanmıyorum, ger-çekten sağlık sorunu olanları ayrı tutarak… Lezzet dolu bir yaşama eşlik eden, keyifli sofralar dileklerimle…

Şükran Bahar [email protected]

KARŞI KÖŞE

3

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O

2012 OLAYI…

Birçoğunuzun farkında olduğu gibi; son yıllarda 2012 olgusu sürekli olarak gün-demimize getiriliyor ve bazı senaryolar beyinlerimize işlenmeye çalışılıyor. Bu konuda; devlet temsilcilerinden, bilimsel kuruluşlardan, bilim ve din adamlarından resmi ya da gayri resmi açıklamalar duy-maktayız. Yıllardır takip ettiğim bu konu-yu, 2012’ye girmeden yazmanın doğru bir zamanlama olduğunu düşünüyorum.

Yanılmıyorsam 2003 yılıydı. Abdurrrah-man Dilipak bir makalesinde; eski mede-niyetlerde yer alan ve adı Marduk ya da Nibiru olan bir gezegenden bahsetmişti. Araştırmayı seven biri olarak, o makaleyi okur okumaz internetten araştırmaya dal-mış ve bazı inandırıcı sonuçlara ulaşmış-tım. Bu makalede adı geçen gezegenin 12. gezegen olduğu, farklı bir yörüngeden elips şeklinde hareket ederek galaksi sistemimize girip çıktığından bahsedili-yordu. Bu gezegenin 6666 senede bir tur tamamladığı, Jupiter ile Mars arasından geçtiği, son geçişinde dünyamıza etki-sinin buzul çağının sona ermesi ve Nuh Tufanı’nın gerçekleşmesi şeklinde olduğu iddia edilirken; bu kez geçiş tarihi olarak 21 Aralık 2012 hesaplanıyordu. Gezege-nin çok büyük olmasının geçiş esnasında meydana getireceği yerçekimi kuvveti ile de tsunami ve deprem gibi afetler olacağı

ve insanoğlunun çıkış noktası olan Orta-doğu bölgesi dışında kalan ABD, Avust-ralya, Japonya ile Avrupa, Asya ve Afrika kıyılarının sular altında kalacağı öngörü-lüyordu. Bu habere delil olarak da; 4500 yıl öncesinden günümüze ulaşan taş tab-letlerde yer alan 12. gezegen Nibiru’nun resimleri ve Rus bilim adamı Zekeriya Sitchin’in çözdüğü Sümer takvimi gös-teriliyordu. Bu gezegenin yaklaşmasıyla oluşması muhtemel etkilerin ise; Nisan 2004 yılından itibaren görüleceği ve bu etkiyle de ekvatorda kayma meydana geleceği iddiaları beni çok heyecanlandır-mıştı. Çünkü birkaç ay sonra Tv’de bilim adamlarından ekvatorun kaydığını ve bu yüzden iklimlerin değiştiğini duyuyor, ardından NASA’nın bu gezegenin varlığı-nı resmen kabul ettiğini öğreniyordum. Hatta 1998 yılında bu gezegenin gelişi üzerine Armageddon diye hepimizin bildiği bir film bile çevrilmişti. Fakat ben o filmde geçen senaryonun bu olaydan alındığını sonradan anlamış oluyordum. Filmdeki senaryoda yer aldığı gibi ABD daha sonra uzaya Plutonyum yüklü bir uzay aracı gönderdi ve bu aracın ne yapa-cağı hakkında kamuoyu bilgilendirilmedi. Bütün bu olaylar benim merakımı artırır-ken konuya daha fazla eğilmemi sağlıyor-du. Devamında sürekli gündeme gelen küresel ısınma haberleri –her ne kadar aksini iddia edenler olsa da-; buzullar-dan ya da Patagonya’dan kopan dev buz parçalarıyla tüm dünyaya ispat edilmeye çalışılıyordu. Ozon tabakasında oluşan delinme ve kara delik haberleri ise hep gündemdeydi…

Fakat bir zaman sonra ne olduysa oldu, esrarengiz gezegenimiz Nibiru gündem-den düşürüldü. Onun yerine 2012 yılının felaketlerin başlangıcı olacağı haberleri beyinlerimize işlenmeye başladı. Dikkat çekici nokta ise; yöntem ve sebepler fark-lı olsa da tarihin tıpatıp aynı olmasıydı. Bu sefer ki senaryoda; Sümerler yerine Mayalar vardı. Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya uzanıyorduk. Bilim adamları-nın anlattığını göre; Mayaların kullandığı takvim çözülmüş ve 21 Aralık 2012’de takvimin sona erdiği ortaya çıkarılmış. Mayalar o gün güneşte meydana gelecek devasa bir patlamayla dünyanın manyetik dengesinin değişeceğini saptamışlar. 26 bin yılda bir gerçekleşen güneş sistemi

yörüngesinin, Samanyolu’nun merkezine denk gelişini de ayrı bir felaket habercisi olarak yorumlamışlar. NASA raporlarına göre de, güneşte oluşabilecek büyük bir “taç fışkırması”, etkinleşen plazma topla-rı yüzünden dünyadaki enerji şebekelerini çökertebilir. Güneş korona uzanması manyetik alana zarar verebilir ve alt ya-pısı çöken bir dünya, ilkel iletişim konu-muna gelebilir. 1859 Carrington Olayının bilinen en son güneş etkisi olduğunu biliyoruz. Böylesi bir manyetik girişimin dünyaya ulaşması halinde; bütün iletişim aygıtlarının yayınlarının kesilmesi, cep telefonu ağlarının çökmesi, suların ke-silmesi ve alt yapının hasar görmesi söz konusudur. Kısaca belirtmek gerekirse; Mayalara göre dünyamızın sonu, hayat kaynağımız olan güneşten gelecekmiş.

Biliyorsunuz 2012 adında bir de film çekildi. Filmde insanlar yaşanacak felaketlerden habersizken, ABD yö-netimi önceden yaptığı bilimsel çalış-malarla olacakları biliyor ve bu yüzden Himalayalar’da büyük kurtuluş gemileri inşa ettiriyordu. Seçilen bir kısım insan ile parası olan zenginler, felaket yayılmaya başladığında bu gemiler sayesinde tüm dünyayı saran tsunamilerden kurtulmuş oluyorlardı. Anlayacağınız dünya adeta yeni bir Nuh Tufanı yaşıyordu. Bazıları bu film senaryosunun aksine, alternatif yaşam gezegenleri araştırıldığı yönünde haberlerde yapıyor. Ünlü fizikçi Hawking de bunlara katıldı ve ‘’Önümüzdeki 100 yıl felaketlerle dolu olacak. Çare başka gezegenlerde yaşam oluşturmak” dedi. Yine filmin aksine o gün yaşanabilecek en kötü senaryolar; kapsamlı olarak yapılan araştırmalarla ne hikmetse bizzat ABD ve BM tarafından açıklanıyor. Sanki birileri insanları korkutmaya çalışıyor ve büyük bir kargaşaya hazırlıyor. Her iki senaryoda dikkate şayan olan şey; insanoğlunun ilk çıktığı noktaya tekrar toplanacağının ön-görüsüdür. İddia edilen felaket senaryo-ları Nibiru sonrası ile de benzeşiyor. Aşırı sıcaklar, depremler, tsunamiler, seller, şiddet olayları ve açlık beklentisi… Dünya-da yaşanabilir alanların azalması, emlak fiyatlarının, suyun ve gıda maddelerinin aşırı değerlenmesi sonucunu doğuracağı vesaire… Bütün bu sayılanların gerçekleş-mesi halinde ise; acil ihtiyaçlarımız olan emlak, su, gıda ve enerji gibi ihtiyaçla-

rımızın şimdiden kimlerin kontrolünde olduğu da ayrıca düşünülmesi gereken bir konu.

Yazılan çizilen tüm senaryo ve haberlerin büyük bir kısmının; kıyamet alametleriyle ve başta Peygamberimizin hadisleri ol-mak üzere din âlimlerinin malumatlarıyla örtüştüğü de sıkça dile getirilen bir mev-zudur.

Dünyayı tekelden yönetmek ve sömür-mek adına oluşturdukları medya ve in-ternet ağıyla dünyamızı örümcek ağı gibi saran sermaye grupları; ürettikleri diziler ve filmlerle bilinçaltımıza hitap ederek bizi şekillendiriyor, Facebook, Msn ve Twitter gibi sosyal ağlarla da özel hayatı-mızı elde ederken, maalesef siyasete bile yön veriyorlar. Bir yandan bölgemizin 2012 yılından itibaren daha da ısınmaya başlayacağı, karmaşa ve kargaşanın had safhaya ulaşacağı beklenirken; diğer ta-raftan bölgemizde Arap Baharı gibi proje-lerin de ardı arkası kesilmiyor. Her şeyden önemlisi ilahi senaryo da son sürat ger-çekleşmeye devam ediyor.

Evet, hep birlikte yaşanacakları göre-ceğiz. Ne mutlu bu dönemi önceden şuurları açık şekilde görebilenlere ve uhrevi âlemleri için yatırım yapabilenle-re! Yoksa görünüşe aldanıp, beyinlerine işlenenlerle hareket eden ve dünyalarını mamur etme peşinde koşanların şuurları açıldığında, büyük bir hüsran yaşayacak-ları muhakkaktır. Her iki amaç peşinde koşanların ortak noktası; kaçınılmaz bir son var ve bu son da hepimize sonsuzlu-ğu getirecek…

Sonuç olarak; bir kısmının muhtemelen senaryo olduğu bir kısmının da gerçek ol-duğundan şüphe duymadığım 2012 olayı-nı, kısa da olsa önemli noktalarıyla sizler-le paylaşmaya çalıştım. 2012’ye girerken bu senaryoları bir kenara bırakıp, sizlere ve sevdiklerinize 2012 yılının huzur, mutluluk ve başarı getirmesini diliyorum. Görünüşe göre ilerde buna hepimizin çok ihtiyacı olacak…

Sağlıkla kalın.

Saint-Dizier, 21 Kasım 2011

İbrahim MERALSaint-Dizier ve çevresiTürkçe ve Türk Kültürü

Dersleri Öğ[email protected]

Bir Türkiye FotoğrafıBu yazının okunduğu günlerde takvimler Aralık ayı yapraklarını savuruyor olacak ; ben de bu vesileyle, dipte köşede kalmış bazı gös-

tergeler bakımından hali hazırda elimizde me-vcut, “güvenilir” verilerle, olabildiğince “gün-cel” bir Türkiye fotoğrafı çekmeye çalıştım.

10 Aralık 1948 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne istinaden, her yıl Aralık ayının 10. gününü içine alan hafta, “İnsan Hakları Haftası” olarak “kutlanmaktadır”. Ben de şimdiden sizinkini kutluyorum.

İnsan hakları demişken, Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü’nün 2011 Kasım ayında yayınladığı, 187 ülke verisini içeren “İnsani Gelişme Endeksi Listesi”nde Türkiye’nin 92’nci sırada yeraldığı ortaya çıktı. 2000 yılında durum neydi diye baktığımızda 80. sırada olduğunu gözlüyoruz. Ama haksızlık etmemek adına belirtmeliyim ki, geçtiğimiz 11 yılda listeye 34 yeni ülke eklenmiş ve bunların 17’si -yani tam yarısı- Türkiye’yi aşağı sıralara itmiş. Bunlar arasında bence ilginç olanlar Azerbeycan, Libya ve Lübnan olarak sıralanabilir.

Aynı 187 ülkenin “Kişi Başına düşen Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH (Satın alma Gücü Pari-

tesi, $ değeri)” değerlerine bakıldığında ise, memleketimizin yeri 67’incilik. “Dünyanın en büyük 16. ekonomisi” olarak övündüğümüz bu dönemde -ki bu hiç de beklenmedik bir başarı değil aslında, zira nüfus bakımından da en kalabalık 18. ülkeyiz zaten- nüfusu bi-zimkinden az olduğu halde bizden fazla eko-nomik güce sahip 6 ülke mevcut. Tam tersini irdelediğimizde ise, yani ekonomisi bizden küçük ama daha kalabalık ülkeler listesini ve-reyim ben size, yorumu size bırakayım: İran, Filipinler, Mısır, Vietnam, Pakistan, Bangladeş, Nijerya ve Etiyopya. Her hal ve kârda, ekono-mik büyüklüğümüz, insani gelişmişliğimize kıyasla çok iyi bir konumda. Amma velakin, ülkenin küresel rekabet bakımından duru-muna baktığımızda 139 ülkenin bulunduğu bir diğer listede yerimizin 61’ncilik olduğunu görüyoruz.

Demografik yapı olarak bize en benzer ül-kelerden biri olan İran’ın insani gelişmişlik sıralamasında bizden 4 kademe yukarıda olduğunu ve bu ülkenin eğitime ayrılan kaynaklarının GSYİH’sına oranının da bizden yüksek olduğunun altını çizmekte fayda var. Bir diğer ilginç örnek, refah standardı olarak

niteleyebileceğimiz, “Kişi başına satın alma gücü” bakımından 2.5 kat daha kuvvetli olduğumuz Gürcistan’ın, insani gelişmişlik sıralamasında 75’inci sırada olması. Özetle ve neticede, kişilerin satın alma gücü bakımından bizden daha kötü durumda olduğu halde, sıralamada bizim üzerimizde yer alan ülke sayısı 28 olarak raporlanıyor. Nitekim, örgütün ekonomik durumdan bağımsızlaştırılmış sıralamasına bakıldığında yerimizin daha da kötüleyerek 122’inciliğe düştüğümüz ortaya çıkıyor.

Biz dahil 34 ülkenin üyesi olduğu OECD ista-tistiklerine gelirsek ; 15-64 yaş aralığındaki kadınların işgücüne katılım payı bakımından 90’lı yıllarda da son sırada imişiz, 2000’lerin sonunda da.. Yalnız bir farkla, ki bu kanaati-mce çok önemli, kadınların istihdam edilme oranı 1999’da % 29 iken, 2009’da % 24’e inmiş. SONUÇ: Artık kadınlarımız evinde oturuyor ya da eskiye nazaran daha ziyade kayıt dışı istihdam ediliyorlar. Nitekim, Dünya Ekonomik Forumu “2010 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi” sonuçlarına göre, 134 ülke arasında Türkiye’nin yeri 126’ncılık. (Devamı karşı sayfada)

4

DİPKÖŞE

Seçkin Bilgen GÜLTAN

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66

İlmin Önemi ve Öğretmen Hak-kı

Saygıdeğer Öğretmenimiz,

Bugün siz değerli Öğretmenlerimizin en güzel ve kutsal olan “Öğretmenler Günü`dür.” Bakın değerli İlim insanları ve Yüce Allah`ımızın çok kıymetli Kitabı Kur `an-ı Kerim’de bu konuya ilişkin neler bu-yuruluyor.

Dinimizde ilmin önemi ve Öğretmenin hakkı çok büyüktür. Yaratılış gayesine uygun yaşamak, dinimizin emrettiği fay-dalı işleri yapmak için ilim sahibi olmak lâzımdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: İlim öğrenmek kadın, erkek her Müslü-mana farzdır.

- Hikmet, (fen ve san`at) müminin kaybet-tiği malıdır. Nerede bulursa alsın!

- Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, çalışınız! Kur`an-ı Kerim’de buyuruldu ki:

- Allah iman edenleri yüceltir; bunlardan kendilerine ilim verilmiş olanları ise, kat kat derecelerle yükseltir.

- Âlimler (Öğretmenler) Peygamberlerin varisleridir.

- De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.

- Kulları arasında Allah-ü tealâdan en çok korkan Âlimlerdir.

- Yer ve gök ehl-i, alim için Allah`tan mağfiret diler. Bir alimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük bir zi-

yandır.

- Bir Âlim, bir şehirden gelip geçse, âlimin o yere ayak basmasının hürmetine, ora-daki

kabristandan kırk gün azap kaldırılır.

İlim, Cennete giden bir yol, gurbette ar-kadaş, yalnızlıkta sırdaştır. İlim, iki cihan-da kurtuluş, düşmana karşı siperdir. İnsan için haya, gözler için ziya (ışık) dır. İlim öğrenmek ve öğretmek çok mühimdir. Kur`an-ı kerimde buyuruldu ki: - Allahü teâlâ ilim verdiği Âlimlerden de Peygam-berlerden aldığı misâk gibi, ilimlerini sak-lamayıp insanlara açıklamaları için, söz almıştır.

Bir öğrencinin ilim öğrenebilmesi ve doğ-ru yolu bulabilmesi için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, İlim üstâddan öğrenilir, buyuruldu. Irmak ke-narında yürüyen bir âmânın, rehberine tutunduğu gibi, öğrenci de öğretmenine sarılmalı ve her haliyle onun sözünü din-lemelidir.

Öğretmen hakkı Ana - Baba hakkından üstündür.

- İki şey sizde varsa hiç üzülmeyiniz! Biri, bu parlak dînin sahibine uymak, ikinci-si, ilim öğrendiğiniz zâtın büyüklüğüne inanmak ve onu sevmek. Öğreten zâta uymak, insanı çok şeylere kavuşturur. Ana-Baba çocuğunu dünya ateşinden koruduğu gibi, Peygamber Efendimiz de ümmetini âhiret ateşinden korur. Âhiret ateşinden korumak ise daha mühimdir. Bu sebeptendir ki , Öğretmen hakkı, Ana-Baba hakkından üstündür. Ana - Baba geçici olan şu hayatın varlığına, Öğretmen ise, ebedî saâdetin teminine vesiledir. Öğretmen demek, ilimleri öğ-reten kimse demektir. Öğretmenin hakkı çoktur. Öğretmenini görünce hürmet etmeli, önünden yürümemelidir. Ondan önce söze başlamamalı, yanında sesini yükseltmemeli ve lüzumsuz şeyleri ko-nuşmamalıdır. Hastalanınca evine gidip hâl ve hatırını sormalı, ziyaretini terket-memelidir. Hizmetini severek yapmalıdır. Öğrencinin, malı makâmı, şöhreti öğret-meninkinden çok olsa da, yine ona karşı tevâzu göstermelidir. Kısaca her yerde rızâsını gözetmelidir. Kendisini azarlarsa nasihat bilmeli, incinmemelidir. Yakınla-rına ve akrabalarına da hürmet etmelidir.

Bir yerde öğretmenini kötüleyen olursa, mümkünse onları susturmalıdır. Öğrenci ilmi ile kibirlenmemeli, bilgiçlik taslama-malıdır.

Her zaman Öğretmenini sevmeli, onun öğütlerini, bir hastanın uzman doktorunu dinlemesi gibi, dinlemeli ve kabul etme-lidir. Dâima öğretmenine karşı mütevâzı olmalı, ona hizmeti bir şeref bilmelidir. Hazret-i Ali`nin “Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim” buyurması, öğret-mene hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat, ilimden bir meseledir.

Âlimler buyuruyor ki: İlim öğrencisi, ilme ve ilim öğreten Öğretmenine hürmet etmedikçe, öğrendiği ilmin faydasını gö-remez!

Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk de, eğitim öğretime büyük önem vermiş ve kadın erkek demeden herkesi okuma-ya ve ilim yolunda ilerlemeye yönlendir-miştir. Karanlık çağlardan gelen ülkelerin çağdaş yaşama ve ilme verdiği değer ve gelişme karşısında, ülke olarak bizim daha da ileri gitmemizi, onlardan geri kal-mamızı istemiştir. Eskiye yönelik bilgi ve yaşam biçimini, çağdaş bir eğitimle birleş-tirerek daha da zenginleştirmek gibi yüce ve gerçekçi, bir o kadar da gerekli hamle-ler yapmış, insanımızın yolunu açmıştır. Bu algısı ve yeteneği yüksek bireylerimizi eğitime yönlendirerek öğretmenler ön-derliğinde yeni ufuklar açmışlardır.

Atatürk, Öğretmenler! Yeni nesil, Sizlerin Eseri Olacaktır ! diyerek de bu sorumlulu-ğu onların omuzlarına yüklemiştir.

Saygıdeğer ve sevgili Öğretmenimiz,

İşte böylesine yüce ve kutsal bir Tanrı mesleğine sahip olan siz değerli Öğret-menlerimizle her zaman iftihar ediyor, gurur duyuyor, Sizi çok seviyoruz. Daha nice değerli ilim insanları yetiştirmeniz dileğiyle Yüce Allah`tan sabır, kuvvet, sağlık ve mutluluklar temenni ediyor, Öğretmenler Gününüzü tüm içtenliğimle kutluyorum.

Metin Şenocak (Ögrenciniz)

40 yıl önce ( 17 yaşında) maden işçisi olarak gittiği Almanya’da kendi azmi ve çabalarıyla okuyup, Maden Yüksek Mü-hendisi olan ve çalıştığı yerde yönetici ko-numuna geçen çok sevgili kuzenim Metin

Ağabeyciğim, bu önemli günde bu iletiyi göndererek duygularını bizlerle paylaştı. Ben de hiç değiştirmeden sizlerle paylaş-mak istedim. Yazıma birkaç özdeyişle son veriyorum. Hayatınızdan bilgi hiç eksik olmasın, sağlıcakla kalın.

Bir millet irfan ordusuna malik olmadık-ça, savaş meydanlarında ne kadar parlar zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir.

(Atatürk)

Dünyanın her tarafında öğretmenler, insan topluluğunun en fedakar ve muhte-rem unsurlarıdır. (Atatürk)

Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da milleti esaret ve sefalete terk eder.

(Atatürk)

Öğretmenler! Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

(Atatürk)

Yeryüzünde öğretmenlikten daha şerefli bir meslek tanımıyorum.

(Diyojen)

Dünyada her şeye değer biçilebilir, ama öğretmenin eserine değer biçilemez. Çünkü, onun eseri her şeydir ve hem de hiçbir şeydir.

(Socrates)

Öğretmen bir kandile benzer, kendini tüketerek başkalarına ışık verir.

(Atatürk)

Yeter derecede eğitime sahip olmalısın ki, çevrende insanları gereğinden büyük görmeyesin; fakat bilgeliği sağlayacak kadar da eğitimin olmalı ki, onları küçük görmeyesin.

(M.L. BOREN)

Heykeltıraş mermere ne ise; öğretmen de çocuğa odur.

(Addison)

Verisi bir miktar eski de olsa, bir diğer il-ginç OECD istatistiği, gençlerimize ilişkin. 1997 yılında 15-19 yaştaki gençlerin % 30’u herhangi bir eğitim ya da öğrenim görmez ve kayıtlı herhangi bir işte çalışmazken ve ülkemiz OECD ülkeleri arasında bu alanda sonuncuyken, bu oran 2007’de % 36’ya çıkmış maalesef ve önemli olumsuz bir eğilime işaret ediyor. SONUÇ: Her geçen gün, daha fazla gencimiz öğretilmiyor, eğitilmiyor ve meslek edindirilemiyor ya da yine kayıt dışı istihdam edildiğinden, istatistiklerde görünmüyor. Bu arada, 0-17 yaş aralığındaki çocuklarımızın % 24’ünün de yoksul koşullarda yaşıyor olduğu rapor ediliyor zaten. Bebek ölümlerinde bu ülkeler arasında en kötü durumda olmamız ise maalesef yeni bir durum değil ve süreklilik arzediyor.

Her ne kadar dünyanın en büyük 16. eko-nomisiyiz diye övünsek de, 80’li yılların ortasından 2000’li yılların ortasına yoksulluk oranlarımız artmış. Gayri safi yurtiçi hasıladan (GSYİH) sağlığa ayrılan pay bakımından OECD

ülkeleri arasında Meksika’dan sonra, % 6 ile sondan ikinci, eğitimde ise % 3.8’lik oranla son sıradayız. Her 1000 kişi başına düşen dok-tor sayısı bakımından ise, maalesef en kötü durumdaki ülkeyiz. GSYİH’dan bilim ve tek-nolojik alana ayrılan kaynaklara baktığımızda % 1’in altında kalan iki ülkeden biri yine biziz, merak ettiyseniz diğeri Polonya.

OECD’nin her yıl yenilediği bir istatistik daha var ve kanımca çok önemli göstergelere işaret ediyor. PISA adındaki araştırma sonuçlarına göre Türkiye, matematik ve fen alanlarında öğrencilerin başarısı açısından sondan ikinci sırayı İsrail ile paylaşıyor, en kötü durumdaki iki ülke ise Meksika ve Şili.

GSYİH’dan sosyal alanlardaki harcamalara ayrılan kaynakları incelediğimizde Türkiye’nin % 10’luk oranı ile, Meksika ve Kore’nin ardından sondan üçüncü ülke olduğunu, en çok kaynağı ayıran Fransa’da bu oran % 28 iken, OECD ülkeleri ortalamasının % 20 olduğunu görüyoruz. Sosyal harcama ka-

lemlerinden biri olan “İşsizlere ayrılan pay” verilerinde ise Türkiye, sadece binde 3 gibi bir oranla, maalesef yine en son sırada, ilk sıradaki Belçika’nın oranı ise % 3’ün üzerinde.

Son olarak, başka bazı kuruluşların yayınladığı son derece ilgi çekici kimi verileri burada paylaşmadan geçemeyeceğim. Uluslararası Saydamlık Örgütünün “2010 Uluslararası Yolsuzluk Algılama Endeksi” verilerine göre, Türkiye, 10 puan üzerinden 4.4 ile, 178 ülke içinde 56. Sırada yer alıyor. ‘’2011 Rüşvet Ödeyenler Endeksi’’ne göre ise, 28 ülke arasında 19. sırayı Tayvan ve Hindistan ile paylaşıyor ki bu da sicilinin pek de parlak olmadığını gösteriyor.

Demokrasi yolunda en önemli gösterge-lerden biri olan “Basın Özgürlüğü”nü ele aldığımızda, Freedom House isimli örgütün «Basın Özgürlüğü 2011: Küresel Medya Bağımsızlığı Araştırması» raporunda Türkiye, 196 ülke içinde 54 puanla 112’inci sırada ve maalesef «yarı özgür» kategorisinde yerini

alıyor. Benzer bir şekilde, “Sınır tanımayan Gazeteciler” örgütünün “Basın Özgürlüğü” kriteri sıralamasında 2010 yılında 178 ülke arasında 138’inci sıraya düşen Türkiye geçtiğimiz 10 yılda bundan daha kötü bir sonuç almamış. SONUÇ: Basın özgürlüğünde içinde bulunduğumuz durum, “ileri demo-krasi” iddiasında olan bir ülke için hiç de iç açıcı değil. Basınla ilgili bir diğer sıralama ise gerçekten memleketimiz adına yüz kızartıcı, zira Türkiye’nin dünya birincisi olduğu alan, “halen tutuklu bulunan gazeteci sayısı”. Evet ülkemiz 65 tutuklu gazetecisiyle İran ve Çin’in bile önüne geçmiş durumda.

Yaşama ve özgür olma hakkı başta olmak üzere, tüm insan haklarımızın teslim edildiği ve korunduğu yeni bir yıl dileği ile...

Meryem Şenocak TRT Türk Halk Müziği Ses Sanatçısı

[email protected]

5

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O

Türkiye’den selam getirdim!Bir Kurban Bayramı’nı daha geride bı-raktık. Zaman hızla akıp gidip gidiyor. Şöyle bir geriye döndüğümüzde yılların kaybolduğunu fark ediyor insan. Ama sonra tekrar ileriye bakıyor ve unutuyor her şeyi.

En son 2010 yazında gittiğim Türkiye’ye bayram vesilesi ile geçen hafta gittim. Bu vesile ile bir kez daha gördüm değişen Türkiye’yi. Belki orada yaşayanlar o kadar farkında değiller ama gerçekten de Türki-ye epey yol katetmiş durumda. Aslında bu büyük değişimi görebilmek için Kemal Sunal filmleri de tarihi bir bel-

ge olarak kullanılabilir. Hani o filmlerde her gün yapılan zamlar, her gün ekmek, gaz, tüp kuyrukları falan var ya, işte o filmleri artık yapabilmek çok zor. Eskiden gurbetçiler olarak izine gittiğimiz gün ile döndüğümüz son gün arasında bile fiyatlar değişiyordu. Döneceğimiz zaman Türk lirasını son kuruşuna kadar harcıyorduk ki gelecek sene bir değeri kalmaz diye.

Ama artık öyle olmuyor, biliyoruz ki bu para 3 yıl sonra da aynı değerde kalacak. 2010’dan önce 2008’de gitmiştim. Gör-düğüm kadarı ile fiyatlarda fazla değişim yok, su hâlâ 50 kuruş, mısır hala 1TL! Bazılarınız diyebilir gel bir de kiraları, emlak fiyatlarını sor. Maalesef kapitalist – liberal düzende bu değişmeyen kural Türkiye’yi de vuruyor. Fransa’da son 10 yılda emlak fiyatları %500 artmış durumda. Eskiden Frank döneminde 1 milyon franga yani 150 bin €’ya bir müstakil evi rahatlıkla alabiliyor-dunuz. Bugün aynı evi 400 bin €’ya alabi-liyorsunuz, o eski fiyata da kenar mahal-leden 75m² daire düşüyor. Tabii Paris’ten bahsetmiyorum. Çünkü o fiyata Paris’te ancak bir stüdyo alırsınız.

Fransa son 5 yıl içinde 24 yeni vergiyi yü-rürlüğe koymuş, eski vergilerin zammını geçtik. Her 6 ayda bir gaz ve elektriğe zam yapılır. Maaşlar dondurulmuş durumda. Burada yaşayan gurbetçiler biraz daha ce-saret etse hepsi dönecek. Türkiye’ye izine gidip gelen hep aynı şeyi söylüyor: “Valla biz buralarda sürünüyoruz, asıl kral gibi yaşayan onlar!” Türkiye’dekiler bu şansı iyi değerlendirip

biraz daha ileriye yönelik düşünmeliler. Her çıkışın bir inişi vardır. Mesela öğret-men atamalarını bir türlü anlamıyorum. Senede 50 binden fazla öğretmen atanı-yor. Fransa’da her sene emekliliğe ayrılan 2 memurdan birinin yerine tekrar memur alınmıyor. Sırf seçim gayesi ile bu kadar memur alınırsa yarın zor günlerde ne olacak?

Aynı şekilde üreticilere destek politikası gibi. Fındık üreticisi devlete yüksek fiyata fındık satıyor, devlette yüksek fiyata tüke-ticiye! Bir insan hem üreticiye destek diye bağırıp, hem fiyatlar niye bu kadar yüksek diye sorabilir mi? Kurbanlıklarda yaşanan tartışmalara ne demeli? Adam kurbanını satamıyor, Et balık-Kurumu aynı fiyata alsın diye yolu kapatıyor! Böyle olursa fiyatlar hiç düşer mi? Yarın araba satıcıları arabamızı satamıyoruz diye yol kapatıp devlet arabalarımız alsın dese ne deriz? Neyse cevabını vermeyeyim. Türkiye’de birçok alanda rekabet yok denecek kadar az. Bu da otomatik olarak fiyatlara yansı-yor. Akaryakıtta vergi kıyaslaması yaptım. Arada o kadar fark yok. Fark Avrupa’da rekabetin daha kolay olduğu. Çünkü Avrupa ülkeleri bu konuda güzel adımlar atmış. Mesela Telekom alanın-da France Telecom’a (Türk Telekom gibi devlet şirketi idi özelleştirildi) diyor ki sen uzun dönemden beri varsın o halde fiyatlarını yüksek tutacaksın ki yeni ge-lenler senden ucuz yapıp rekabeti oluş-turacak! Rekabet konusunda Türkiye’nin Avrupa’dan kopyalayabileceği yasalar çok. Ekonomik gelişmede ise Avrupalılar Türkiye’yi örnek alsın.

Tabii bir de insani yönlerimiz var ki hâlâ niye düzelmiyor anlamış değilim. Trafik zaten başlı başına bir sorun. Tek şeritli bir yol nasıl 2’ye çıkıyor, 2’li 4’e çıkıyor anlamıyorum. İnsanlar o kadar sabırsız ki 1 saniye kazanacağım diye hayatını riske atıyor. Eğer bir ülkede bu kadar çok kaza oluyorsa orada bir sorun var demektir. Eskiden yolların kötülüğünden şikâyet ederdik, ya şimdi?

İnsanlar artık kendi sorumlu hissetmeli. Ben yalnız değilim, ailem, akrabam dos-tum varsa başkalarının da var. Ne olur sanki 1 dakika geç gitseniz. Ne olur sanki yeşil yanar yanmaz kornaya basmasanız? Ben daha Türkiye kadar freni patlayan kamyon vakası duymadım. Nereden kay-naklanıyor bu çürüklük anlamıyorum. Türkiye’de gördüğüm diğer bir canlılık da yardım dernekleri idi. Her yerde onları görebiliyorsunuz. Van’a da koşuyorlar, Somali’ye de! Her ne kadar birileri bu milletin yardımseverliğini öldürmek iste-se de, her ne kadar birileri çamur atmaya devam etse de buralardan giden Kurban paraları fakirler için can kaynağı oluyor. Evet Türkiye’de hayat var. Hangi AVM’ye gitsek hepsi doluydu. İnsanlar hayatla-rından memnun gibi. Hayat devam ettiği için de biz gurbete günlük yaşantımıza geri döndük. Orada yaşadığımız Kurban Bayramı ile burada yaşadığımız kurban arasında pek fark göremedik. Aslında bayramları bayram yapanın aile ve dostlar olduğunu anladık. Tek fark orada bol kan ve aynı gün elinize ulaşan et. Burada ne kurbanlığınız görürsünüz ne de ilk gün eti. Yoksa gerisi aynı, onu anladık!

Trabzonspor 7 Aralık’ta

Lille’e Konuk OluyorŞampiyonlar Ligi 1. Tur B Grubu’nda mücadele eden Trabzonspor, gruptaki son maçında Fransa’nın Lille şehrine konuk olacak.

7 Aralık 2011 tarihinde saat 21.45’te Lille’de oy-nanacak karşılaşma, Trabzonspor için Şampiyonlar Ligi’ne devam ya da tamam maçı olacak.

Şu anda grubunda ikinci sırada olan ve avantajlı bir konumda bulunan Trabzonspor’a, Lille karşısında

bir beraberlik yetecek.

Lille şehrine yakın veya uzak yerlerde oturan tüm Türkler’i ve futbolseverleri Trabzonspor’u yalnız bırakmamaya ve desteklemeye davet ediyoruz.

Haydi Trabzonspor, yolun açık, şansın bol olsun…

FRANSA GÜNDEMİ

Fatih [email protected]/fkarakaya

Hırsız tahripçi yakalandı!

Fransa’da sürekli meydana gelen Müs-lüman Mezarlığı tahribi olaylarında bir türlü failler bulunamıyor. Ocak ayında domuz derilerini Müslüman mezarlığına bırakan bir Fransız aynı zamanda DNA izlerini de bırakmıştı. Ancak veritabanında bulunamayan tah-ripçi, 1 yıl sonra bir hırsızlık olayına karı-şınca yakalandı. Evine baskın düzenleyen polise karşı hemen teslim olan ve suçunu itiraf eden 48 yaşında ki adam aynı za-

manda aşırı sağcı parti militanı çıktı. Yaptıkları ile gurur duyduğunu ifade eden ve hiç bir pişmanlık duymayan ırkçı adam Fransa’yı İslam işgalinden kurtardı-ğını belirtti. Diğer yandan bir açıklama yapan Ulusal Cephe Partisi yetkilileri olayı kınadık-larını ve militanın partiden atıldığını belirttiler. Bu tür saldırıları asla tasvip etmediklerini ve parti prensiplerine aykırı bulduklarını söylediler. Ancak 2012 Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça Müslümanlara karşı üslup da giderek sertleşiyor. Fransa’da İslamofobi hâlâ suç sayılmıyor.

Çöpleri deşmek yine serbest

Nogent-sur-Marne Belediye Başkanı’nın aldırdığı bir karar insan hakları dernekle-rini ayağa kaldırmış ve olay mahkemelik

olmuştu. UMP’li Belediye Başkanı “toplumun sağ-lığı” açısından evsizlerin çöpleri deşerek yiyecek toplamalarını yasaklatmış, aksi halde 38 € ceza kesilmesini kararlaştır-mıştı. Ancak muhalefetin ve insan hakları der-neği LDH’ın kararı mahkemeye taşıma-sıyla yürütme şimdilik kaldırıldı. LDH yaptığı açıklamada olayı popülist bir politika olarak değerlendirdi ve bazı in-sanların sırf bu sayede geçinebildiklerini aktardı. Ancak UMP’li Belediye Başkanı karara itiraz edeceğini duyurdu.

Ana okulunda linç edildi!

Paris bölgesinde Cergy şehrinde akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. 2,5 ya-

şında ana okuluna giden Oceane adlı bir kız çocuğu yine aynı okulda 5 yaşındaki 4 erkek çocuk tarafından linç edildi. Kızın babası tarafından yapılan açıkla-maya göre teneffüs saatinde 4 oğlan kıza “saldırın” diye bağırarak bir köşeye sıkış-tırdı ve şiddetli tekme ve tokat attı. Olayı son anda fark eden öğretmen yetişse de iş işten geçmişti. Her tarafı şişen ve mora-ran kız şoktan ağlayamamıştı bile. Kızının gece kabuslar gördüğünü, yalnız yatmayı reddettiğini ve tuvaletini tuta-madığını anlatan baba, Akademiye de kızgın. Kendisine iletilen mesajda kızının istediği okula gidebileceğini söyledikle-rini söyleyen baba, “Benim değil onların gitmesi gerekir” diyor. Bu yaşta bu çocukları bu kadar acımasız bir şiddete iten sebebin ne olduğu çözül-müş değil.

6

Fatih Karakaya haberleri

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66

Baden Bölgesi’de Türk Günleri Etkinliği Ön-cesi Girişimler Yoğunlaştı

Karlsruhe / Hasan BELLİKLİ

Baden Württemberg Eyaleti Başbakanı Winfried Kretsch-mann, 23 Kasım tarihinde Karlsruhe’ye bir bölge ziyaretinde bulunmuş ve Belediye Sarayı’nda bir konuşma yaparak vatandaşlar tarafından yöneltilen soruları yanıtlamıştır.

Başbakan Kretschmann’ın Belediye Sarayı’nda yaptığı toplantı ve resepsiyona Başkonsolosluğumuzu temsilen Muavin Kon-solos Mahmut Niyazi Sezgin katılmıştır. Resepsiyon sırasında Başbakan Kretschmann’la görüşen Mua-vin Konsolos Sezgin, Başkonsolosluğumuzun ve Baden Eyalet Müzesi’nin desteğiyle, Baden bölgesi Türk toplumu tarafından düzenlenen ve 2012’de altıncısı yapılacak olan geleneksel Türk Günleri etkinliğine Başbakan Kretschmann’ı davet etmiş ve etkinliğin açılışını Başbakan Kretschmann’ın yapmasından memnuniyet duyacağımızı belirtmiştir.

Türk Günleri’nin açılışını yapmaktan memnun olacağını be-lirten Kretschmann, tarih ve saat konularında konusunda Başbakanlık ofisiyle irtibat halinde olunmasını istemiştir. Türk Günleri etkinliğinin açılışının Başbakan Kretschmann

tarafından yapılması hususu takip edilmekte olup, açılışın Başbakan düzeyinde yapılmasının etkinliğin prestijine büyük katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir. Öte yandan Karlsruhe Büyükşehir Belediye Başkanı Heinz Fenrich’le de görüşen Sezgin, Türk toplumunun, Belediye Başkanını etkinliklerde görmek istediğini belirtmiş ve Fenrich’i de ayrıca Türk Günlerine davet etmiştir.

AZADI BEKLEYEN HUYLAR

İlköğretim birinci sınıfa giden öğrenciyi öğ-retmeni çağırır. Bir önceki gün verdiği okuma ödevlerini yazarak okumasını ister. Öğrenci-lerini bir an önce okumaya geçirmenin he-yecanı içinde olan genç öğretmen, çocuğun okumakta her zamanki gibi çok zorlandığını görür. Kendini tutamaz ve şöyle der:

-Yine çalışmadan gelmişsin çocuğum. Arka-daşların çok çalışıyorlar ve onlar okumaya

geçiyorlar. Sen de çalış, bak yoksa kulaklarını çekerim!

Söz ağızdan çıkmıştır bir kere, geri dönüşü yoktur. Öğretmen:“Eyvah, böyle bir hatayı nasıl yaptım” der içinden. Dilinden çıkan ok karşısındaki küçücük sabiyi nasıl da yaralaya-caktır şimdi. Pişmanlık içinde tam kendini suç-layacakken çocuk başlar kıkır kıkır gülmeye.

Genç öğretmen, çocuğun bu söze gösterdiği tepki karşısında hayrete düşmüştür. Şaşkınlık içinde sorar:

- Neden gülüyorsun?

Birinci sınıf öğrencisi tüm doğallığı ve saflığı ile halen kıkırdarken:

- Çok komik, der. Minik öğrencisinin kulak çekmenin bir şiddet olduğunu henüz bilmediğini anlayan öğret-men bir nebze rahatlar ve gülümseyerek:

- Evet, gerçekten komik, der ve öğrencinin velisine bir not yazar.

Eğitimin bir sacayağı gibi olduğunu, öğret-men- öğrenci - aile üçlüsünün onun üç temel ayağını oluşturduğunu bilen öğretmen aileyle temasa geçer. Çocuğun öğrenme sürecini zamana yayar. Çocuk sevgi, hoşgörü ve ilgi ortamında sene sonuna kadar okuma yazma-yı başarır.

Bu anıyı asla unutamayan öğretmen, zamanla

mesleğine aşık olur, çocukları tanıdıkça onları daha çok sevmeye başlar ve: “Beyaz bir sayfa karşımda derim Her gün bir resim çizer giderim Gün olur tabloda belirir rengim

Ben bir öğretmenim bu sevda benim” dörtlü-ğünü yazar.

Bahsedilen o beyaz sayfa çocuktur. Üzerine her gün resim çizdiğimiz, hangi renklere boya-mışsak o renklerle dolacak temiz bir sayfadır çocuk. Ailesi olarak boyarız onu, öğretmeni olarak boyarız, arkadaşları olarak boyarız, çevre ve toplum olarak boyarız… Gün gelir bizim tablo çıkacaktır ortaya. Ne çizmiş, ne boyamışsak elbette onu seyredeceğiz tablo-muzda.

Sınıflarımızda öğrencilerimizin hepsi şen şak-rak, barışçıldır. Kimi suskun, içe kapanıktır, kimi konuşkan ve atılgan. Bir bakıyorsunuz en ufak bir çıkmazda ağız dolusu küfürler. Aman Yarabbi! El kol hareketleri gırla gidiyor. Ummadığınız çocuklar dışarıda kavgaya tutu-şuyor. Kötülük nedir aslında bilmiyorlar, hele ettikleri küfrün gerçek manasını bileceklerini hiç sanmıyorum. Araştırıyorsunuz. “Senin elin armut mu topluyor, sen de vur.”diyen öğüt-ler, çocuğun yanında rahatça edilen küfürler, izlenen izlettirilen filmlerin içeriği hepsi aile ortamında öğreniliyor ve çocuğun davranışla-rına yansıyor.

İnternet oyun salonlarına uğrayıp bir göz atınız. Çoğu çocuk yaşta olan yeni yetmelerin

bilgisayar ekranlarında silahlar patlıyor, bom-balar ölüm saçıyordur. Sanal aleme dalan ço-cukların oyunlarda insan öldürmenin zevki ile tatmin olduklarını göreceksiniz(!) İnsan haya-tının hiçe sayıldığı, öldürmenin sıradanlaştığı, insanların robotlaştırıldığı, vicdan kelimesinin adının bile anılmadığı oyunlarla neyi öğreni-yorlar dersiniz. Bunların yerine merhamet ve vicdan kelimelerini öğretsek çocuklarımıza. Kutsal aile ocaklarımızda onlara kuşların, arıların, karıncaların, balıkların ve böceklerin dünyasını izlettirsek filmlerle. İnsan ve hayvan sevgisi uyandırmaya çalışsak olmaz mı? Ak-varyumda beslediği bir balık, saksıda her gün su verdiği bir çiçek olamaz mı? Ve soramaz mı insan, iç dünyasında ne tür renkler var? Dönüp bakamaz mı kendisine? Küfre mi, şiddete mi, sigaraya mı sarılır, içkiye mi bir sıkıntıya düştüğünde, yoksa kimselerin bilmediği gizil bir davranışa mı? Dalgaların sahile bıraktığı kokuşmuş atıklar gibi içimizde birikmiş kötü huylar var. Biz de bir yerlerden öğrenmişiz, alışkanlık edinmişiz mutlaka. Bir aciz anımızda kıyımıza vuruyor, pis kokusunu etrafına salıyor, can yakıyor ve zararı kendimi-ze, yakınlarımıza oluyor, en çok da çocuklara. İçimizde gerçekten azadı bekleyen kötü huy-lar var. İzlediğim eğitim konulu bir seminerde konuş-macının söylediği şu söz kulaklarımdan asla silinmemiştir. Paylaşıyorum. “Hiçbir yanlışı ço-cuklarınıza örnek olarak dahi göstermeyiniz.” Hoş bakınız zatınıza. Sevgiyle kalınız.

Salih BİRCANTOUL Türkçe ve Türk Kültürü

Dersleri Öğretmeni [email protected]

7

Deprem Gerçeği ve Bazı Sorular

Değerli okurlarımız, Bugünkü yazımızda deprem ve yapmamız gerekenleri ele alıp, hep beraber el ele

olalım istedim. Deprem herkesin bildiği gibi doğal bir afettir, buna kimse engel olamaz, elimizden bir şey gelmez. En son kısa bir süre önce Van’da olan depreme gelince; önce Van’daki depremde ölen tüm vatandaşlarımızın acısını yürek-ten paylaşıyorum. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah rahmet eyle-sin…Yaralıların bir an evel sağlıklarına kavuşmasını dilerim. Van’daki deprem ilk deprem değil. 1976’da yine Van’da bir deprem olmuştu ve malesef 3840 kişi hayatını kaybetmişti, biliyor-sunuz 1939’da Erzincan depreminde 33.000 vatandaşımız hayatını yine kaybetmişti. 1999’da Marmara’daki depremde on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmişti, bunlar sadece birer örnek. Yine 2003’te Bingöl depreminde 300 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Bingöl depreminde yatılı bir okul yıkılmış ve 80 tane çocuğumuz o okulda hayatını kaybetmiştir. Van’daki en son depremde 100’ün üzerinde öğretmen hayatını kaybetti. Şimdi tam da burada sormak lazım neden ilk once kamu binaları yıkılıyor burada açık ve ne görülüyor ki kamu binalarına yeterli önem verilmiyor. Kimi zengin vatandaşlarımız babasının ve ailesinin ismini taşıyan okullar yaptırıyor,

Allah hayırlarını kabul etsin de, bu okul-lar depreme dayanıklı olsun, depremlerde ilk olarak bu okullar yıkılmasın. Devlet vatandaşlarını korumakla mükelleftir, ama ne kadar koruyor? Ortada oy kaybetmey-eyim diye yandaş kayırma adam kollama ölmüş inşaat mühendislerinin adını kullanıp binalarına sağlam raporu alanları korumak devlete yakışmaz ve böyle bir devlet böyle yöteciler, bu milleti asla koruyamazlar ve koruyamayacakları da açık ve net ortada. 1999 depreminde müteahhit bir Veli Göçer vardı; onun gibi binlercesi vardı da Veli Göçer’i yargılayıp birkaç yıl cezaevine attılar, ne oldu esas sorumlulular dışarıda keyif sürdü. Van’daki depremde villası sapasağlam ayakta kalan müteahhit Salih’in yaptığı binalar bir-çok kişiye mezar oldu ama aynı müteahhit Salih’e ve daha bir sürü müteahhite Erciş’te üstün hizmet madalyası verilmişti devletin valisi ve kaymakamı tarafından. Şimdi ben bir vatandaş olarak soruyo-rum : Van’daki 100 öğretmen başta ol-mak üzere çürük yapılardan dolayı ölen vatandaşlarımızın hesabını kim verecek? 2003’te Bingöl’de 80 öğrencinin bir okulda ölmesinin hesabını kim verecek? Hesap belli; birkaç günah keçisi bulup Veli Göçer gibi, Salih gibi, İzzet Erişen gibi birkaç kişinin

üzerine yıkıp bitirirler. Oysa esas sorumlular olarak Salih’e madalya verenleri yargılamak lazım. Bir de Van’daki son depremde bazı kendisini bilmezler, çıktığı televizyon kanallarında şimdi ağlama sırası onlarda (vs) laflar et-tiler; bunlar yeni değil, eskiden beri var, fazla detayına inmek istemiyorum ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye’de yaşayan, aynı devlete vergi ödeyen, aynı va-tana askerlik yapan Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni, Yahudi, Laz, Çerkes ve diğer ne kadar azınlık varsa herkes eşit vatandaşlık hakkına sahiptir, hiç kimse bu ülkeyi öbürün-den fazla sevemez. Tüm duyarlı kurum kuruluşlarla vatandaşlarımızda diğer depremlerde olduğu gibi dayanışma, kardeşlik. eşitlik ön planda olmalıdır. Ayrıca sorulması gereken bir şey de neden Van Valisi, Van Belediye Başkanı ortak hareket etmiyor, halkın seçtiği bir yetkili belediye başkanını devlet neden dışlıyor? Diğer bir soru ise 1999’da yasalaşan deprem vergisini hükümetimizin bakanı açıklıyor, deprem bütçesini duble yola harcadık diyor; neden? Nasıl yapıyorlar? Böyle bir şeyin yo-rumunu sizlere bırakıyorum… Sevgiyle kalın. [email protected]

Özgür Köşe

Mustafa KAYA

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 8

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 9

En guzeli sizin olsun >>> 06 25 94 20 29

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 10

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 11

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 12

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 13

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 14

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 15

“Organizasyon uzmanlık ister”

DJ - Orkestra - Limuzin - Kamera - FotoğrafYemek - Dekor - Servis

Salon Düzenleme ve TemizlikÜcretsiz Palyaço ve Çay - Kahve İkramı

Organizasyon Hizmetlerimiz

İlahi

Grubu

[email protected]

www.facebook.com/sirma.dekor

06 20 61 67 14 ou 06 17 77 65 10

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 16

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 17

Furkan Beyaz Futbol Akade-

misi’nde

BEYFA Menajerlik’in sahibi genç mena-jer Faruk BEYAZ’ın kardeşi Furkan BEYAZ, oynadığı futbolla göz dolduruyor.

Kendisini 3 aydır takip eden teknik adam Gi-ray BULAK tarafından Futbol Akademisi’nin izleme komitesinden geçer not alan Furkan BEYAZ, Akademi’ye gir-meye hak kazandı. For-vet hattında oynayan genç golcü, katego-risinde gol krallığına aday durumda. Şu an

oynamakta olduğu klüpte 10 golü bulu-nan Furkan’ın özel-likle sol ayağını iyi kullanması dikkatleri çekiyor.

Biz de kendisine başarılar diliyor, yo-lun açık olsun diyo-ruz…

YAYLACIM

-Ozan Yusuf Yaylacı’ya ithaf olunur-

Bir ayak vermedin kelam etmedin Nasıl anlatayım sözle yaylacımİlim meclisinde irfan gütmedimNasıl anlatayım gözle YAYLACIM

Bir dostum var gurbet elde yalınızArı gibi petek petek balınızUnutmaz aslını dostça kalınızYurdum aynı aynı köyler YAYLACIM

Yanmış bağrı düşmez sazı elindenHak aşığı hakkın sözü dilindenSever dostu seven dostun gönlündenHer gittiği yerde söyler YAYLACIM

Küçük yaştan beri elinde sazı Alnına yazılmış gurbetçi yazıEngin gönüllüdür edemez nazıSaygıda sevgide beyler YAYLACIM

Anlaşılmaz her insanın dünyasıYaşamaktır hayatının aynasıHazreti Adem’den toprak mayasıSonunda her işi düzler YAYLACIM

Engelleri aşar yürür hak yoldaNe sağında kalır ne de solunda Haykırıyor sesli sessiz sonundaHak yolunu sonsuz izler YAYLACIM

Yiğit insan memleketim evladıİçte dışta hep birliği sağladıGeceleri rahman için ağladıNarda kalmaz asla gözler YAYLACIM

Alnın açık olsun dik dursun başınİnsan-ı kamilsin olgundur yaşınGözlerin dolunay hilaldir kaşınCemalin solmasın özler YALACIM

Sen ise mevkide mertebedesinKıdemle yükseldin ol rütbedesinÇağırsam yok demez gelip gidesinNasıl anlatayım yüzler YAYLACIM

Yanmışsa bir kerre hakkın ateşiKıyamete kadar bitmez neşesiVatanda yakılan hakk meşalesiKıyamete kadar közler YAYLACIM

Şairin saygısı sonsuzdur sanaSeni de beni de doğuran anaBu nasıl ne imiş kızmayın banaSeni anlatamaz sözler YAYLACIM

Hasan KARAKAYA 12 06 2011

BELLİ DEĞİL

Bilmiyom ne biçim zamana kaldıkKalleş belli değil mert belli değilYeter artık yeter hadinizi bilinVatan belli değil yurt belli değil

Vatanı sevenler hayli telaştaSever vatanını herkes her yaştaTerk et vatanını gurbete düş deKoyun belli değil kurt belli değil

Gurbette vatan acısı başkaSevsene vatanı boşluğa uçmaGel güzel kardeşim haddini aşmaUmut belli değil düş belli değil

Deve karıncaya bindi gidiyorHain yine hainliğin ediyorVatanı sevenin sabrı bitiyorSabır belli değil zor belli değil

Her gün eyvah ile geçiyor günlerBak sana kırk yıldır yabancı derlerVatanı sevenler çektiğini bellerSabır belli değil düş belli değil

Ahmet Eraslan’ım yazdım bunlarıDüşünsene geçip giden günleriNe de tez unuttun hain dünleriRota belli değil yol belli değil

Ahmet ERASLANVolgelsheim-Fransa

KARA HABER

Köye kara haber düştüDuydum büyük kaza olmuşDağda iki çiçek solmuşFelek tam kökünden yolmuş

Köye kara haber düştüBeş kişiden üçü kalmışSorun kalan bu fertlereDiğer ikisi ne olmuş

Köye kara haber düştüBir şoför tünele dalmışUyan be yüreksiz FidanYüreğine kanlar dolmuş

Fidan ÇOLAK

Fani Dünya

Ölümlüdür bu fani dünyaElbet bitecek bir gün bu rüya Bazi insanlara cennetmiş o güyaAma benim gönlümü almadı

Onun işi gücü hep eğlenceGüya odur solmayan bir goncaYardım etmeyen bir varlıktır benceÇünkü dertlere derman olmadı

İnsan kul olmazsa mevlasınaMaruz kalır dünyanın masivasınaOnun dipsiz olan deryasınaKimileri daldı kimileri dalmadı

Uymayalım dünyaya o yalanaRuhları çaresizliğe salanaSevdiklerimizi elimizden alanaÇoğu onun hayırsız olduğunu bilmedi

İnsanı boş heveslere bağlatanGüya her şeyi güzel anlatan Fakiri ağlatan mazlumu ağlatanÇoğu insanın yüzüne gülmedi

Dünya fakirin kalbini yakmadı mı?Kötü hallere onu sokmadı mı?Onları mahzun sahipsiz bırakmadı mı?İmdadına ve yardımına gelmedi

Dünya güçlü olanları seçtiZayıf olanları hep ezip geçtiMazlumun kanını akıtıp içtiDostu sildi düşmanı silmedi

Doğru gerçek olanı yok ederHakkı kabul etmez reddederOnun yolunu düşünmez terkederİnsan onunla aradığını bulmadı

Aşık Abdullah dünyaya aldanmaSöylediklerine sakın inanmaOnun için ağlayıp ateşte yanmaBu dünya hiç kimseye kalmadı

Abdullah KELEŞ / 25.11.11 / Lahr / Schwarzwald

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 18

Türk Sinema Günleri 7 Aralık’ta Başlıyor

Tüm vatandaşlarımızı

desteğe davet ediyoruzStrasbourg’un en önemli kültürel etkin-liklerinden olan Türk Sinema Günleri’nin 23. versiyonu, 7 Aralık 2011’de tarihî Odyssée Sineması’nda başlıyor.

Bu güzel olayı, her sene olduğu gibi, ya-ratıcısı ve sinemanın Müdürü Faruk GÜ-NALTAY ile konuştuk.

Bu arada, sinemanın yönetimiyle iglili gelişmeleri de birinci ağızdan dinleme şansına kavuştuk.

İşte Faruk GÜNALTAY’ın anlattıkları…

Sinema Günleri

Biliyorsunuz Alsace’ta bir Türk düşmanlığı furyası başlamış, hatta arabaların yakıl-masına kadar iş ilerlemişti ama geçen sene Türk Sinema Günleri’ne beklenen ilgi ve destek olmamıştı. Bu düşmanlığa karşı biz de geçen yıl bir ay sürdürdük bu filmleri, bu sene de böyle yapacağız. Eskiden anonim, gizli mektuplar gelirken, artık tepkiler açık ve net olmaya; bize ge-len kimi Fransızlar « Neden kötü filmleri ( Türk filmlerini kastederek ) büyük salon-da oynatıyorsunuz ? » demeye başladılar.

Tabii tüm bu mücadelemizde benim is-mim örneğin Jean olsaydı, aynı tepkiler olmazdı ! O nedenle ümit ederim ki, böy-lesi bir konjonktürde, Türk kökenli insan-lar bu etkinliğimize yoğun olarak katılırlar.

7 Aralık 2011 – 7 Ocak 2012 tarihleri arasında 23.’sü gerçekleştirilecek olan

etkinlik bu sene iki bölümden oluşacak : Yeni Filmler ile Sinema ve Toplum. Yeni Filmler’de izleyeceğimiz yapımlar arasın-da Mithat Bey’in Saatleri ( Pelin Esmer’in filmi ), Kaybedenler Klübü ( Tolga Örnek filmi ), Oğul ( Atilla Cengiz’den ), Mavi

Pansiyon ( Nezih Ünen filmi ), Yavuz Özkan’dan üç film ( İlkbahar Sonbahar, İstanbul’da Aşk, 72. Koğuş ), Gölgeler ve Suretler ( Derviş Zaim filmi ) ve Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da isimli filmi.

Tolga Örnek’in Labirent isimli filmi Türkiye’de 28 Aralık’ta

gösterime girecek ; biz de bunu Aralık sonundan itibaren gösterime sokma ola-nağı bulacağız.

Bir de, Çağan Irmak’ın Dedem’in İnsanları filmi var getirmek istediğimiz ; bunu da başaracağımızı umuyorum ama henüz netleşmedi.

Sinema ve Toplum kategorisinde ise Can Dündar’dan 4. Nesil ( Dinin dönüşü isimli belgesel ), Hoşçakal yarın ( Reis çelik ) ve Nefes ( Levent Semerci ) var.

Bu son filmi özellikle Fransızlar için tekrar göstereceğiz bu yıl. Burada seyircilerin yüzde otuzu Fransız oldu, bundan da çok memnunum. Tabii ki daha da fazla Türk izleyici gelirse daha sevindirici olacak.

Strasbourg’a gelip izleyiciyle buluşacak isimler arasında Can Dündar, Berhan Şimşek ( Hoşçakal Yarın ), Yavuz Özkan, Derviş Zaim, Fadik Sevin Atasoy’u ( Mavi Pansiyon ) zikredebilirim.

Şunu da anımsatayım ki buradaki sinema etkinliği, Türk sinemasıyla ilgili dünyadaki en eski etkinliktir ; 23 senedir sürüyor.

Odyssée Mücadelesi

Eğer benim içinde buluduğum grubun yönetimine devam kararı çıkarsa ( nihaî karar 8 Aralık’ta Belediye Meclisi’nde verilecek ), demektir ki Odyssée kültürel çeşitliliği ve çokluğu savunmaya devam edecek.

Bu mücadele çok seviyesizce sürdürüldü karşıtlarımızca ; programasyonla ilgili bir gerekçe bulamadıklarından, başka yön-lerden saldırmak istediler. Benim yapabi-

leceğim tek yorum, bir Çin atasö-zünü ha-tırlatmak olacak : Bilgin ayı gösterdiği zaman, salaklar parmağa bakar… Yani bizim yaptığımızı eleştire-medikleri için, olayı kişiselleş-tirmeye, kökenime çekmeye uğraştılar. Fransa’nın ve Strasbourg’un genel kültür, hümanist ve Avrupa imajına ters düşen bir davranış bence bu. Bize karşı olanlar çok aktivist ama azınlık bir görüş mü yoksa toplumun değişmesinin bir önayağı mı, göreceğiz…

İnanıyorum ki Türk sinemasına yönelik bir pencere açık durmaya devam edecek. Dileğim, Türk kökenli insanların da buna katılmasıdır : hem iyi ve kaliteli film izle-mek hem de Odyssée’nin editoryal çizgi-sini desteklemek için. Kimse zannetmesin ki Türk filmlerinin gösterilmesi kolay bir biçimde kabul ettiriliyor ; hatta bu ortam-da gittikçe daha fazla mırın-kırın eden, örtülü bir şekilde karşı koyan güçler aktif-leşiyorlar ; bu bilinsin.

Odyssée’nin mücadelesine tekrar gelir-sek.. Üç tane aday vardı ; bunlardan bi-zimkisi (Rencontres Cinématographiques d’Alsace), 19 senedir belirli bir tecrübeye ve programasyon politikasına sahip bir dernek. Diğer taraftan, 2010 yılında mev-cut olmayan, sırf buraya aday olabilmek için 2011 başlarında kurulmuş diğer iki dernek ( le Troisieme Souffle ve les Toiles de Strasbourg ). Açıkça söylüyorum ki bu iki dernek paravan dernekler ; birinin arkasında Star sinemaları var ( ki şehir merkezinde monopolistik bir durumda olan özel sektöre ait, ticarî mantık güden bir işletme ), diğerininin arkasında ise Paris’te kurulu ama Strasbourg kökenli insanlarla çalışan iki dağıtım şirketi bulu-nuyor.

Star’ın amacı belli : 22 salonluk UGC gru-buna karşı 17 salon elde etmek ; kültür kavgası gibi sözler hep paravan. Dağıtım şirketleri ise, dünyanın en eski sinema sa-lonlarından, prestijli, belli bir imaja sahip bir sinemayı müthiş bir değerlendirme platformu olarak kullanabilirler.

Durum bu ; şaşırtıcı olan, belli bir dü-zeyde bir yarışma olacağına, kişiselleş-

tirilerek, çamur atılarak bir mücadele verilmesi. Bunun nedeni olarak da diğer derneklerin sırf kâr peşinde olmalarını görüyorum.

Noel ve yılsonu dönemi yaklaştığından, durumu çocuklara has bir masal gibi özetlemek gerekirse, şunu diyebilirim : yaramaz bir çocuk ( eşit özel sektör) bu mekânı oyuncak olarak kullanıyor, bu oyuncağı kırıyor ( yeterince rantabl olma-dığından ), 1986’da burası ticarî sebep-lerle kapatılıyor ve oyuncağı kültürel bir dernek eline alıp tamir ediyor, hayatiyet kazandırıyor 1992’den itibaren, bir mu-cizeye imza atıyor. 19 sene sonra, aynı yaramaz çocuk, değişik yüz ve isimlerle, bu oyuncak benim hakkım diye en hafif deyimle arsızca ve seviyesiz şekilde oyun-cağı geri almak istiyor ; durumun özeti budur…

Türkiye’nin Avrupa’da yeri yok denilen bir ortamda, Odyssée, ki buraya can veren en önemli etkinliklerden biri de Türk sine-ma Günleri’dir, özel sektörün doymayan kâr hırsına karşı kültürel bir savaş veriyor. Buna tüm Türk kökenlilerin destek ver-mesini bekliyorum.

Grup TURQUOISE 18 Aralık’ta

Odeyssée’de

Bölgenin sevilen ve başarılı müzik grubu TURQUOISE da, 18 Aralık akşamı, Can Dündar’ın belgesel filminin galası öncesi, sinema ve müzikseverlere bir dinleti su-nacak.

Ğrubun şefi Mehmet KABA, Odyssée müdavimleri için çok güzel ve sürpriz bir repertuar hazırladıklarını belirterek, o akşam tüm vatandaşlarımızı sinema ve müzik keyfini birarada sürmeye davet ettiklerini söyledi.

En guzeli sizin olsun >>> 06 25 94 20 29

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66

HERBERT MULLIN (4) “DEPREMİ ENGELLEYEBİLMEK İÇİN ÖL-

DÜRMEM LÂZIM!”

Bir süre sohbet ederek gittiler, yumuşak bir ses tonuyla konuşan Mullin kızın tüm gerginliğini yok ettiğini anladıktan sonra arabayı tenha bir yolda kena-ra çekti. Bagajdan bir şey alacağını söylemişti. Kendi kapısından indikten sonra kızın tarafına dolaştı, kapısını açtı ve şaşkınlıkla kendisine bakan Mary Guilfoyle’nin göğsüne elindeki büyük avcı bıçağını sapladı. Acıyla öne doğru eğilen kızın sırtına bir kez daha soktu bıçağı. Genç kadın artık hareket etmi-yordu.

Arabayı çalıştıran Mullin tepelere doğru sür-dü ve ıssız bir yoldan içerilere saparak boş bir araziye park etti. Kadının cesedini yere uzattı, giysilerini çıkarttı ve boğazından kasıklarına dek av bıçağıyla yardı. Kurbanının iç organla-rını çıkartarak bir kenara yığan Mullin dehşet verici “sanatsal otopsi”sini burada uygulama-ya başladı. Gördüklerini hafızasına kazıyordu. Herbert’in arazide öylece bıraktığı parçalanmış ceset aylar boyunca bulunamayacaktı, bulunduğunda ise tanımlanabilecek halde de-ğildi.

2 Kasım’da tüm Katolik dünya-sının önemli yortularından olan “ All Souls Day - Bütün Ruhlar Günü” kutlanır. Herbert Mullin o gün erken saatlerde Santa Cruz’un tepelerinde yer alan Los Gatos kasabasındaki bir kilisenin kapısını araladı. St. Maria adlı kü-çük kiliseye gelme nedeni kendi ifadesiyle “Tanrının bana bir daha öldürme gücü vermemesi için dua etmekti”. Mullin kiliseye girdiğinde bir hayli sarhoştu. İçerisi boş gibiydi ancak kulak kabarttığında günah çıkartma hücrelerinden birinin içinde rahibin beklediğini fark etti. “Eh, madem ora-dasın, sanırım seni öldürmem lazım..” dedi kendi kendine ve hücrenin kapısını zorlayarak açtı. Yanında getirdiği avcı bıçağını şaşkın göz-lerle kendisine bakan rahip Henri Tomei’ye saplamaya başladı. Rahip Tomei daracık hüc-rede kaçacak yer bulamadığı için Mullin’in acımasız bıçak darbelerinden kurtulamadı, kalbine rastlayan bir darbeyle olduğu yere cansız çöküverdi.

Cemaat üyesi bir yaşlı kadın kilisenin kapısın açtığında içerideki kargaşayı gördü, arkası dönük saldırgan elindeki büyük bıçağı rahibe saplıyordu. Kadın can havliyle çığlıklar ata-rak dışarı fırladı ve yardım istemeye başladı. Yardıma koşanlar içeri girdiklerinde saldırgan ortadan yok olmuştu. Polis, görgü tanığı kadından fazla bir şey öğrenemedi. Siyahlar giyinmiş genç bir adamdan başka bir bilgi

yoktu ellerinde. Birkaç parmak izi bulundu ancak hiçbir sabıkalınınkiyle uyuşmuyordu.

Bölgede yaşayan Katolik cemaati bu korkunç saldırıyla sarsılmıştı. 65 yaşındaki Peder Tomei İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’da Direniş örgütlerinde Nazilere karşı çarpışan bir kahramandı. Cemaat içinde sevilen ve sayılan din adamını kimin ne sebeple böyle vahşice öldürdüğünü herkes merak ediyor-du. Bazıları katilin siyah giysilerinden ötürü bu saldırının şeytana tapan bir tarikatın işi olacağından bile şüphe ediyorlardı. Rahibin cenazesine California Eyaletindeki önemli din adamları katıldı. Büyük bir tören düzenlen-mişti.

Herbert Mullin rahibi öldürmekten dolayı pişmanlık duymuyordu ancak babasının bu olayı gazetelerden öğrendiğinde çok üzül-düğünün farkındaydı. Onu teselli etmek istiyordu; bu yüzden bir süre iyi çocuk oldu. Babasının dediklerini yapmaya çalıştı. Martin

William Mullin’in en büyük arzusu oğlunun asker olması ve disiplin altına girmesiydi. Belki bu sayede yaşamı düzelir umudunu taşıyordu. Bu yüzden Herbert sırf babasını mutlu etmek adına Sahil Güvenlik merkezine giderek başvuru formları doldurdu. Ancak Aralık ayında yapılan psikoloji testinde başa-

rısız olunca paranoyaları yeniden ortaya çıktı. Deniz Kuvvetleri de kendisine karşı kurulmuş olan komplonun bir parçası olmuştu. Hippi-leri ve savaş karşıtlarını da suçluyordu, onu alıştırdıkları ilaçlar, kafasına soktukları fikirler yüzünden beyni yıkanmış ve savaş karşıtı olmuştu, bu yüzden de askerler onu istemi-yorlardı. Beyninin içinde çınlayan sesler yine artmıştı, “Şimdi sırada yaşamımı mahveden-ler vardı: tüm o çiçek çocuklar, barış yanlıları, kafamı yıkayan bu adamlardan intikam alma zamanım gelmişti.”

Mullin hedef olarak eski arkadaşı John Hooper’i seçmişti. Hooper hippi felsefesine yakın duran, muhafazakar baskıları takmayan ve kendisi gibi uyuşturucu müptelası bir genç-ti. Mullin Hooper’in evine büyük avcı bıçağıy-la gitti, ancak evde tam dokuz kişi olduğunu görünce yöntemini değiştirmesi gerektiği kararını verdi. Bir silah dükkanına giderek tabanca satın aldı. Formalite icabı doldurulan formun akıl sağlığıyla ilgili sorularına da ger-çekleri yazmadı.

Ancak yeni silahını deneme fırsatı eline geç-medi, Çünkü babası askere yazılma şansını Deniz Kuvvetleri’nde bir kez daha denemesi için ısrar ediyordu. Bu defa karşısına çıkan görevli çavuş Mullin’in tavırlarından rahatsız olduğu için genç adamı kabullenmekte gönül-lü değil gibiydi. Ancak Mullin o kadar ısrarcı oldu ki çavuş biraz da başından savmak için başvurusunu onayladı. Çavuş, formun notlar bölümüne de başvuru sahibi gencin son de-rece istekli, zeki ve motivasyonu yüksek ol-duğunu belirtmişti. Deniz Kuvvetleri’ne kabul edilmek Mullin için müthiş bir moral kaynağı oldu. Yerine getireceği ödevler olduğuna

inancını koruyordu. Şimdi bunları çok daha iyi bir mevkide gerçekleştirebilecekti.

Bu moral motivas-yonunu etkisi ile 15

Ocak 1973 günü yapılan fiziksel ve psikolojik test-leri başarıyla geçti. Ancak iş, geçmişte üç kez uyuş-turucu kullanmaktan göz altına alınmış olduğunu onaylayan bir kağıdı imza-lamasına gelince bozuldu. Mullin kağıtta ya-zılanlar gerçek bilgiler olmasına karşın inatla imzalamıyordu. Bu kağıt imzalanmadığı süre-ce kendisini kabul etmeyecekleri ortadaydı.

KATLİAMLAR

Deniz Kuvvetleri’ne katılma arzusu sonuçsuz kaldığında yıkılan Mullin yeniden ailesini suçlamaya başladı. Kendisini doğru düzgün yetiştirmedikleri için onları hakarete varan sözcüklerle eleştiriyordu. Babası artık bu ka-darına katlanamayacağını söyleyerek evden ayrılmasını istedi. 19 Ocak günü evden ayrılan Herbert Mullin deniz kenarında kirası ucuz , eski bir apartman dairesi buldu. Yeniden tek başınaydı, içinde biriken öfke giderek kabarı-yordu. Ve kafasının içindeki sesler daha yük-sek çınlıyordu şimdi.

“Barış yanlılarının en tepesindeki herif” diye algıladığı eski okul arkadaşı Jim Gianera’yı öldürmeye karar verdi. Mullin’in karmakarışık mantığıyla Gianera’yı o anda yaşadığı her kötülüğün nedeni olarak görüyordu. Kendisini uyuşturucuyla ilk tanıştıran o olmuştu, bu yüzden beyninin ayarı sık sık bozuluyordu; savaş karşıtı söylemlerle kafasını dolduran da Gianera’ydı, bu yüzden toplumda herkes tara-fından dışlanmıştı. Bunlar ve kafasında yarat-tığı diğer pek çok nedenden ötürü kendisini aldattığına inandığı Gianera’yı öldürmekte kararlıydı.

Gianera ve ailesinin Santa Cruz’un dağla-rındaki Mystery Point denilen bir bölgedeki ahşap dağ evlerinde yaşadığını biliyordu. 25 Ocak 1973 günü silahını aldı ve arabasına atlayarak dağ evine gitti. Kapıyı Gianera’nın uyuşturucu satıcısı arkadaşı Bob Francis’in eşi Kathy açtı. Karşısındaki adama Gianera’ların

kısa bir süre önce şehir merkezine taşındıkla-rını söyledi ve adreslerini verdi. Mullin tekrar Santa Cruz’a dönüp Western Avenue’daki evi buldu. Oldukça lüks görünümlü bir apartma-nın en üst katındaki dubleks daireye taşın-mışlardı. Mullin merdivenleri hızla çıkıp zile ısrarla basmaya başladı.

Kapıyı açan Jim Gianera eski dostunu karşı-sında görünce sevindi ve içeriye davet etti. Mullin daha salona girer girmez paltosunun cebindeki tabancayı çıkarttı ve “Bana bir dolu yalan söyledin, beni kandırdın!” diye haykı-rarak şaşkınlıkla kendisini izleyen arkadaşına ateş etmeye başladı. Gianera yaralanmasına karşın koşarak merdivenleri tırmanıp üst kata kaçmayı başardı. Yatak odasına girmeye çalışıyordu, orada bulundurduğu silahı alıp kendini korumayı düşünüyordu ancak Mullin peşinden geldi, kafasına sıktığı tek kurşun-la Jim Gianera’yı öldürdü. Karısı Joan duş almakta olduğu banyodan sesleri duyarak telaşla çıkmıştı, neler olduğunu anlayamadan o da kocasının akıbetini paylaştı. Gianeraların kafalarına sıkılan kurşunlarla ölmüş olmaları Herbert .Mullin’i rahatlatmamıştı, avcı bıça-ğını çıkarttı ve cesetlere defalarca sapladı. Gianeraların kanlar içindeki cesetleri aynı akşam evlerine gelen Joan’ın annesi tarafın-dan bulunacaktı.

Jim ve Joan Gianera’yı öldürdükten sonra sakince dışarı çıkan Mullin içinin bir türlü rahatlamamış olmasına şaşırıyordu. Ama bir-den bunun nedenin keşfetti. Sabah Mystery Point’te gittiği kulübede konuştuğu, Giane-raları sorduğu Kathy Francis bu suçlarla ilgili potansiyel bir görgü tanığıydı! Karmaşık ka-fasında böyle “mantıklı” bir sonuca ulaşması Mullin adına bir başarıydı. Yakalanmamak için geride tanık bırakmamalıydı. Tekrar dağ yolu-na çıkmaya karar verdi.

Kapıyı açan Kathy Francis Mullin’i tekrar kar-şısında, üstelik elinde tabancayla görünce korktu. Ancak kaçacak yer yoktu, Mullin ka-dına ateş etmeye başladı, göğsünden ve ka-fasında vurulan kadın cansız yere düştü. Aynı anda arka odadan ağlama sesleri ve çığlıklar gelmeye başlayınca evde çocukların da oldu-ğunu anladı. Hiçbir tanık bırakmamalıydı, bu yüzden seslerin geldiği odaya girdi ve ranza-larının üzerinde birbirlerine sarılmış ağlayan 9 yaşındaki David ile 4 yaşındaki Deamon’u da acımasızca vurdu. Yine gözü kararmıştı, öldükleri kesin olmasına karşın kurbanlarına defalarca bıçak saplamayı da ihmal etmedi. Her taraf kan içindeydi, sessizce dışarı çıktı ve arabasına atlayıp kente doğru sürmeye başladı.

( Devam edecek )

SERİ KATİLLER VE SERİ KATİLLER 2 KİTAPLARININ YAZARI FİKRET TOPALLI'DAN GERÇEK SERİ KATİL YAŞAM ÖYKÜLERİ...

Mullin kiliseye girdiğinde bir hayli sar-hoştu. İçerisi boş gibiydi ancak kulak kabarttığında günah çıkartma hücrele-rinden birinin içinde rahibin beklediği-ni fark etti.

Çavuş, formun notlar bölümü-ne de başvuru sahibi gencin son derece istekli, zeki ve mo-tivasyonu yüksek olduğunu belirtmişti. Deniz Kuvvetleri’ne kabul edilmek Mullin için müt-hiş bir moral kaynağı oldu.

Kadın can havliyle çığlıklar ata-rak dışarı fırladı ve yardım iste-meye başladı. Yardıma koşanlar içeri girdiklerinde saldırgan or-tadan yok olmuştu.

Karısı Joan duş almakta oldu-ğu banyodan sesleri duyarak telaşla çıkmıştı, neler olduğu-nu anlayamadan o da kocası-nın akıbetini paylaştı.

19

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O

Bir yıl da böyle geçti...

Yeni yılı daha dün gibi kutlamıştık. Eskidi bile.

Yenisini karşılamaya da şunun şurasında bir ay kaldı. Çoğunluğumuz yeni yılı nasıl karşılayacağı telaşına şimdiden girmiş durumda.

Kimimiz renkli, müzikli televizyon prog-ramları eşliğinde ailece veya dostlarıyla, kimimiz de özel yılbaşı programlarının dü-zenlendiği otel ve restoranlarda sabahlara kadar dans ederek karşılayacak 2012’yi.

Mesleğim gereği, yeni yılı birkaç yıldır iş arkadaşlarımla karşılıyorum. Bünyesinde çalıştığım ve evsiz-barksızların barındırıl-dığı sosyal kuruluşta haftasonu, bayram veya yılbaşı tatili zaten olmadığından bize de bayram günlerinde çalışmak düşüyor.

Böylesi bir günü ailesi ve dostlarıyla kutlama imkânı hiç bulunmayan bu şans-sızların yılsonu programını biz çalışanlar, eldeki imkanları zorlayarak olabildiğince güzel bir şekilde hazırlamaya çalışıyoruz her defasında. Alışılagelen yemek saat-lerinden farklı, biraz daha renkli, biraz daha sıcak bir ortamda oldukça sade bir şekilde.

Bu yıl da, bekleme salonuna kurduğumuz uzun masayı çam dallarıyla süsleyip, araya da iyiliksever kişi ve kuruluşların yılsonu sebebiyle armağan ettikleri reçel veya bredele (Noël pastaları) poşetlerini ser-piştireceğiz.

Arkasından sıcak bir yemek... ne olursa olsun, yeter ki sıcak olsun.

Belki inanılması zor gelebilir ama, çoğun-luk yılın tek sıcak -iki- yemeğini yalnızca bu dönemde yer. Eğer şanslıysalar... ha-yırsever bir-iki müzisyen eşliğinde müzik dünyasına bir de yolculuk yaparak.

Hatırlıyorum, bundan birkaç yıl önce değerli saz ve söz sanatçımız Hıdır Kutan beni kırmayıp böylesi bir programa katıl-mayı kabul etmişti.

Program arasında, boynuna taktığı kravatı dinleyicilerine göstererek : « Aslında ben kravat takmayı seven biri değilim ama, bu akşam bu kravatı sizler için özellikle taktım... » demişti, içtenlikle ve onlara ne denli değer verdiğinin altını çize çize...

Hıdır arkadaşımız, elinde bağlamasıyla bir hayli gözyaşı döktürdü o akşam. Orada bulunan herkesi müziğin kanatlarında Anadolu’ya taşıdı adetâ.

…..............

20 Kasım Pazar günü Victor Hugo Aile ve Sosyal Merkezi’nde kültürlerarası bir kahvaltı vardı. ADERSCIS her zamanki gibi peynirli ve kıymalı gözlemeleriyle kahval-tıya gelenleri sevindirdi. Derneğimizin gönüllü kadınları Pazar günü sıcacık ya-taklarını bırakıp sabahın 8’inde işe koyul-dular her defasında olduğu gibi. Schiltig-heim Belediye Başkanının ve ekibinin de bulunduğu kahvaltı hiç bu kadar rağbet görmemişti.

Ecrivains Mahjallesi’nde gönüllü olarak çalışmaya başladığım ilk zamanlarda,

Victor Hugo Aile ve Sosyal Merkezi yo-neticileri, bana: “Türkler nerede, neden faaliyetlerimize katılmıyorlar?” diye sor-muşlardı.

“Türkleri yapılan sosyal ve kültürel faali-yetlere getirmek için iyi metodlar kullan-mamışsınız anlaşılan!” yanıtını vermiştim.

Çok geçmeden haklılığım ortaya çıktı. Türk yurttaşlarımız düzenlenen mutfak atölyelerine, toplantılara, müzikli ve şiirli gecelere koşarak geldiler.

Ecrivains Mahallesi’nde yasayan Türkler birkaç yıldır, yaşadıkları muhitte neler olup bittiğiyle yakından ilgileniyorlar. Bun-da hiç şüphesiz hem düzenlediğimiz sos-yal ve kültürel faaliyetlerin içeriği, hem de iletişimin kalitesi önemli rol oynuyor.

Bugün, yaşadıkları ortamın sosyal ve kül-türel etkinliklerinden haberdâr olmayı ve yeni etkinliklerin düzenlenmesini istiyor-lar. Fikrimce bu, yabancı kökenliler için yurttaşlık alanında atılan en büyük adım-lardan bir tanesi.

Derneğimizin gönüllü kadınları sayesinde bügün, Schiltigheim/Bischheim Ecrivains Mahallesi’nde Anadolu gözlemelerini bilmeyen neredeyse kalmadı (Mahallenin en aktif kadınları diyebileceğim Döne ve Derya Sarıyıldız’a değerli çalışmaları için, burada özellikle teşekkür ediyorum).

Grup Turquoise, sevgili Mehmet Kaba ar-kadaşımızın önderliğinde kültür merkez-lerine, Bölge Meclisi’ne ve hatta kiliselere kadar girip, Anadolu’nun felsefe ve mü-ziğini oldukça güzel bir şekilde tanıtıyor. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş gibi Anadolu ozanlarının kardeşlik ve sev-gi mesajlarını Fransızlara kendi dillerinde iletiyor. Bundan daha etkili bir tanıtma programı olabilir mi?

Ünlü Fransız filozof, yazar ve ansiklope-disti Diderot (1713, Langres/1784, Paris) felsefenin temel amacı nedir sorusuna şu yanıtı getirmiş :

«İnsanları bir düşünce alış-verişiyle ve karşılıklı yardımlaşma yoluyla birbirlerine yaklaştırmak»

Karşılıklı yardımlaşma...

Karşılık beklemeden zamanından, eme-ğinden ve ekmeğinden bölüp vermek ve paylaşmak. Bunu bir tarikat, mezhep, din veya milliyet adına değil de “insanlık” adına yapmak.

Ve, böylesi asîl bir amaç için kendi kişisel ve ailevî sorunlarını bir kenara bırakıp yorulmaksızın çalışan gönüllüler...

5 Aralık 2011, Dünya Gönüllüler Günü.

Bu özel gün vesilesiyle, başkalarının imda-dına koşan, kardeşlik, barış ve sevgi üzeri-ne kurulu bir toplum için uğraş veren tüm gönüllü çalışanlara kocaman bir TEŞEK-KÜR etmek istiyorum. Toplumsal hayatın bu kanatsız melekleri varoldukça, insanlık kelimenin tam anlamıyla “insanca” yaşa-maya devam edecektir.

..............

Eski yılı geride bırakıyoruz.

Yeni yıl ?

Onun için endişelenmeyin, o nasıl olsa gelecek.

Fikrimce önemli olan, yeni yıla nasıl girdi-ğimiz değil eski yılı nasıl bıraktığımız. Siz ne dersiniz ?!

Sağlıcakla kalın. Aralık 2011

S i z d e n b i r i...

Albera Meynioğlu

GURBET + BEDELLİ = OLDU İKİ MİSLİ BEDEL Sayın okurlarım,

Daha önce bütün Türk milleti için geçerli olan önce vatan sözü tarih oldu. Hadi gözümüz aydın. Onun yerini önce otuzbin aldı. Bu-raya kadarını anladık da ben eşitlik ilkesini anlamadım. Anayasanın 72nci maddesi. Fu-kara ile zengin ayrımı oldu. Nerde eşitlik? Be-delli askerlik için, biraz öncelere dönelim. Seksenli yılların başında o zamanın hükümet-leri tarafından sadece Avrupa’da üç yıl çalışma ve oturma iznine sahip olan Türk gençlerine kolaylık sağlanması ve çalıştıkları işlerini kayıp etmesinler, yurtlarından ayrı kaldılar, bari evli olanlar için söylüyorum, çocuklarından

ayrı kalmasınlar diye bir kanun çıkardılar. Bence günün şartlarına göre olması gerekeni yaptılar, 10 bin Mark karşılığı ( diğer ülke paraları mark tutarı kadar) ve yine de 52 gün kadar temel eğitim, ardından askerliği yapmış saydılar. Daha sonra bu süreyi 21 güne indirdi-ler. Euro cinsinden bugüne kadar geldi. Şimdi ne oldu da Avrupa’dakilere bu miktar iki misli olarak giydirildi. Ya da şöyle diye-lim. Mücahit ve müteahhit, bürokrat çocukları ölmesin diye çıkarılan bu kanuna Avrupa’da-kiler niye dahil edildi ? Eşitlik ilkesi için olsa gerek…

Hani bizlere bir katkıları olsa gam yemeyeceğiz. O da yok. Vermeden almak Al-lah’a mahsus. Fakat buldular bir yol, mahalle ağzıyla söyleyeyim Amarika’dan iyi. Nasıl olsa bakanlar milletvekilleri açıkladılar bugüne kadar sizlere para makinası olarak baktık, sizleri ihmal ettik diye. Sakıncası yok onu da sineye çektik.

Sıkı durun eşitlik ilkesine gelince, Türkiye’de-kilere niye 30 bin de size 25 bin kadar. Kanun koyucu iyi düşünmüş. Bu adam kalkıp bu fiyatı protesto etmesin. Olur ya Avrupa’da bir yerlerde denk geliriz de gösteri ve protesto ile karşılaşırsak, polisin orada tutuklama ve gözaltı yapma olasılığı olmadığından, gençler konuşursa savunmamızı yaparız. Sizi gözet-tik işte Türkiye’dekiler hep otuzbin ödüyor diye. Şimdi soralım sayın kanun koyuculara, vicdan-ı ret olacak, olmayacak derken, sayın Başbakan açıkladı, gündemimizde yok. Bu sefer eline silah almak istemeyenler dahil bakaya kalanlar otuzbini verdiklerinde, git-

mek istemeyenler zaten gitmeyecek. Zengin çocukları nasılsa bir yolunu bulup bir şekilde bahaneler veya öğrenim durumu alıp otuzunu bekleyecek. Türkiye’de olmasa bile bütün imkanlarını kullanıp yurt dışında köfteden bir okula kayıt yaptırdı mı! olay tamam.

Bu durumda cemmaat okulları zaten de-vrede olmayacak mı? Ben olasılıklardan bahis ediyorum. Peki onları kurtarmak için gerçek gurbetçilerin bedelini ikiye katlamak hangi akıl işidir anlamış değilim. Aloo, Euro kalmadı. Kat karşılığı olsa olmaz mı? Yeşil sermaye hepsini tokatladı. Kaldı ki şimdiki Avrupa o bildiğiniz Avrupa değil artık. Bir genç onbin Euroyu evliyse biriktir-mesi güç de, evli değilse en az üç senede an-cak o da sıkı bir bütçe uygulamasıyla.

Hani hep gelen devlet büyükleri asimile olma-dan entegre olun diye söylüyorlardı. Bu duru-mda ben vatandaşlıktan hep çıkıyorum derse nasıl olacak. Nasıl olsa çoğunun çift pasaportu var. Buyurun burdan yakın. Her şeye maddî olarak bakmak zorunda mıyız ? Bir de manevî yönü düşünülemez mi? Kapitalist düzen her gün başka gelir kapısı nasıl olsa bulur. Eşitlik il-kesi olarak 9 ay önceki döviz kuruna bakarsak şu anda yüzde otuzlara varan döviz kurundaki artış nasıl olsa 9 ay sonra bir yüzde otuz daha artırılarak eşitlenir, merak buyurmayın.

Ha bu arada biraz internetten vatandaşın ne düşündüklerine takıldım. 30 bine üniversite diplaması da verirler mi? Nasıl olsa çakma proflar çoğaldı! neden olmasın. Her fukara asker doğar. Sen şehit oğlusun incitme atanı,

ver otuzbin lira fukara kurtarsın vatanı. İki kişi bir bedelliye girsek olmaz mı? Otuz bin çok yüksek, o paraya altı tane öküz alıp çalıştırsak iki mislini kazanırız. Bankalar bonus karta altmış taksit yapar mı? Hayatı kurtarmak için son şans. Neyse geçelim bunları, işin ciddiyeti daha vahim. Her gelen şehit cenazesinde bağrı yanık anne « Yoktu oğlum otuz bin ne yapalım, fukaralığın gözü çıksın » derse, bu-gün yasaya evet diyen politikacıların o anda ne yapacakları da merak kornusu.

Ben iddia ediyorum, eğer akan kanı dur-dursunlar. Onların telaffuz ettiği 400 bin rakamı değil, kırkbin bulamazlar. Ne yapacaksın büyüklerimiz ne yapsa bizler için yaptığından bahseden bir toplumda bunlar artık olağan hale geldi. Olan gurbetçi ile Burdur esnafına oldu. Kışladan kantin alanlar, fotoğrafçılar, kısaca tümü kepenkleri kapamak zorundalar. Her Burdur’a giden gurbetçi bedellinin hiç bırakmasa 500 Euro bıraktığını hesaplarsak, bu da senede 4 dönem olarak hesaplandığında, dönemde ortalama beşbinden etti mi sana yirmi bin bedelli, bunu da 500 Eurodan hesaplarsak yılda on milyon Euro gelir kapısından mahrum oldular. Yandı gülüm keten helva.

Bir sonraki sayıda buluşmak üzere hoşça kalın.

ÇİÇEK PASAJI

Basri ÇİÇ[email protected]

20

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 21

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 22

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 23

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 24

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 25

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 26

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 27

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O Fransa ve Almanya’daki Önemli Telefon Numaraları

ÇİLİNGİRStrasbourg ve çevresi:

06 88 75 14 49Colmar ve çevresi:

06 03 97 98 58Mulhouse ve çevresi:

03 89 43 40 43Metz ve çevresi: 03 87 80 36 43

Mannheim ve çevresi: 06 21 15 32 95

BİLGİSAYARINIZDAN

DOSYALARINIZ MI SİLİNDİ ?

Bozulan PC ve Laptoplarda kalan dosyalar, re-sim ve videolar geri yüklenir.

Format atılan disklerden dosyalar geri alınır. >>> 06 25 94 20 29

T.C. STRAZBURG BAŞKONSOLOSLUĞU hafta içi her gün 08:30-13:00 / 14:00-17:00 saatleri arasında açıktır.

Vatandaş kabulü saat 12:00’ye kadar yapılmaktadır.E-mail: [email protected]

T.C. Karlsruhe BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 721-98 44 00Eğitim Ataşeliği 0 721-98 44 027Çalışma Ataşeliği 0 721-85 77 87

T.C. Mainz BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 6131-98 26 00Eğitim Ataşeliği 0 6131-98 26 031Çalışma Ataşeliği 0 6131-98 26 027

T.C. Stuttgart BaşkonsolosluğuSantral Numaraları 0 711-16 66 70Eğitim Ataşeliği 0 711-26 40 57

Çalışma Ataşeliği 0 711-24 07 10

Merkez HastanelerKlinikum Mannheim 0 621-383-0Klinikum Karlsruhe 0 721-974-0Klinikum Stuttgart 0 711-253-00

İdari BirimlerMannheim Valiliği 0 621-293-93 00Karlsruhe Valiliği 0 721-133-10 10Stuttgart Valiliği 0 711-216-25 54

BelediyelerMannheim Santral 0 621-293-0Karlsruhe Santral 0 721-133-0Stuttgart Santral 0 711-216-0

Turizmle ilgili BirimlerMannheim Turizm Bürosu 0 621-10 10 11Karlsruhe Baden-Baden Havaalanı 0 7229 -66 20 00Stuttgart Havaalanı 0 1805-94 84 44

Acil NumaralarMannheim Karlsruhe Stuttgart

İtfaiye 112Polis 110Mannheim MVV-Elektrik ve Gaz 0 621-290-0Karlsruhe Stadtwerke-Elektrik ve Gaz 0 721-599-0Stuttgart EnBW-Elektrik ve Gaz 0 711-289-0

Konsolosluk evinize taşınıyor: 2010 yılında uygulanan harç miktarları dahil her türlü detaylı bilgiyi edinebileceğiniz adres

www.e-konsolosluk.net

İŞLEMİN CİNSİ Tutarı

TAAHHÜTNAME,MUVAFAKATNAME,İMZA TASDİKİ 17,00 €

ÖZEL VEKALETNAME(Beher imza) 14,00 €

GENEL VEKALETNAME(Beher imza) 24,00 €

DOĞUM KAYIT BELGESİ,EVLENMEKAYIT BELGESİ ÜCRETSİZ

ACTE DE MARİAGE, ACTE DE NAİSSANCE ÜCRETSİZ

TERCUME, FOTOKOPI TASDİKİ. (Beher sayfa) 11,00 €

TESPİT VE TUTANAK HARÇLARI 24,00 €

DÜZELTME HARCI(İMZA BAŞINA) 4,00 €

MÜKAVELE FESİH HARCI 10,00 €

RES’EN SENET, BABALIĞI TANIMA SEN. 75,00 €

K O N S O L O S L U K H A R Ç L A R I

İMZA VE MÜHÜR TASTİKİ 14,00 €

İMZA VE MÜHÜR TASTİKİ METNE ŞAMİL 28,00 €

KANUNLARA UYGUNLUK HARCI 14,00 €

BELGE, TUTANAK, ŞERH HARCI (1. SAYFA) 14,00 €

TEREKE MÜHÜRLENMESİ 35,00 €

P A S A P O R T H A R Ç L A R I

6 AY UZATMA 25,00 €

1 YIL UZATMA 36,00 €

2 YIL UZATMA 59,00 €

3 YIL UZATMA 83,00 €

4 VE 5 YIL UZATMA 117,00 €

D E Ğ E R L İ K A Ğ I T L A R

PASAPORT CÜZDAN BEDELİ 27,00 €

NÜFUS CÜZDANI 3,00 €

ULUSLARARASI AİLE CÜZDANI 22,00 €

NOTER KAĞITLARI 3,00 €

VEKALET, PROTESTO, RESEN SENET KAĞITLARI 5,00 €

BEYANNAME 3,00 €

SÜRÜCÜ BELGELERİ 29,00 €

EURO ÜLKELERİ T.C. BAŞKONSOLOSLUKLARINDA 2011 YILINDA UYGULANAN HARÇ MİKTARLARI

Vatandaşlarımız, karşılaştıkları hukuki ve adli sorun-lara ilişkin olarak Başkonsolosluğumuz bünyesinde görev yapmakta olan Hukuk Danışmanımıza Çar-

şamba günleri 09:00 – 13:00 saatleri arasında bizzat müracaat edebilirler.

Santral N°Fax N°

03 88 36 68 14 03 88 37 97 39

Danıșma 03 88 36 68 1403 88 24 74 44

Pasaport ișlemleri 03 88 24 77 33 03 88 24 77 31

Nüfus ve Doğum ișlemleri 03 88 24 77 35Cenaze ișlemleri 03 88 24 74 06Askerlik ișlemleri 03 88 24 74 09

03 88 24 74 06Noter ișlemleri 03 88 24 77 32Çifte Vatandaşlık ișlemleri 03 88 24 74 06

03 88 24 74 09Doğum, Evlenme, Ölüm, Kayıt ve Ehliyet 03 88 24 77 32Vize ișlemleri 03 88 24 74 43Tebligat-Kasa 03 88 24 74 42Eğitim Ataşeliği 03 88 52 97 09Çalışma Ataşeliği 03 88 37 14 27Din Hizmetleri Ataşeliği 03 88 36 86 44

T.C. Paris Büyükelçiliği 01 53 92 71 12T.C. Paris Başkonsolosluğu 01 56 33 33 33Av. Kons. Nezdinde Türkiye Daimi Tems. 03 88 36 50 94Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu 0090/212 334 87 30Fransa’nın Ankara Başkonsolosluğu 0090/312 455 45 45

Santral 04 72 83 98 40Passport(Düzenleme) 04 72 83 98 45Passport5Uzatma) 04 72 83 98 51Askerlik 04 72 83 98 54Noter 04 72 83 98 46Nüfus 04 72 83 98 47Evlenme 04 72 83 98 53Güvenlik 04 72 83 98 55Kasa 04 72 83 98 52Çalışma Ataşeliği 04 72 74 26 73Eğitim Ataşeliği 04 78 24 33 00Din Hizmetleri Ataşeliği 04 78 65 01 21Appel d'Urgence Européen 112SAMU SOCIAL 115Enfance Maltraitée 119

Turizmle İlgili BirimlerStrasbourg Turizm Bürosu 03 88 52 28 28Entzheim Havaalanı 03 88 64 67 67Mulhouse / Basel Havaalanı 03 89 90 31 11S.N.C.F. ( Tren ) 36 35C.T.S. ( Otobüs ve Tramvay ) 03 88 77 70 11

Acil Numaralarİtfaiye 18Polis 17

Jandarma 03 88 37 52 99S.A.M.U. 15Elektrik 03 88 18 74 00Gaz 03 88 75 20 75

T.C. Lyon Başkonsolosluğu

Servislerimizin doğrudan(direkt) numaraları (14:00 - 17:00 arası)T.C. Strasbourg Başkonsolosluğu

SIH

Hİ T

ESİS

ATÇ

I İBR

AH

İM C

EYL

AN

Kan

aliz

asyo

n ve

bor

u tık

anık

lıkla

rında

ve ac

il du

rum

lard

a 24 s

aat h

izm

et!

Her

türlü

su te

sisat

işle

ri / K

API

MA

TEL

.: 06

88 75

14 49

28

En guzeli sizin olsun >>> 06 25 94 20 29

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 29

[email protected] Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 O 30

[email protected] OObjektif Gazete | Aralık / Décembre 2011 * N° 66 31