onlar bİzİm hemŞehrİmİz son-28-2-2012akvam.akdeniz.edu.tr/kitap/6.pdf · ile yabancılar...
TRANSCRIPT
1
Onlar Bizim Hemşehrimiz
Uluslararası Göç ve Hizmetlerin
Kültürlerarası Açılımı
Editörler:
Erol Esen – Zeliha Yazıcı
2
Onlar Bizim Hemşehrimiz Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı Editörler: Erol Esen – Zeliha Yazıcı Sayfa Düzeni ve Kapak Tasarımı: Gamze Uçak ISBN: 978‐605‐5782‐93‐1 ©Siyasal Kitabevi, Tüm Hakları Saklıdır. Aralık 2011 Siyasal Kitabevi Yayıncı Sertifika No: 14016 Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1 Kızılay‐Ankara Tel: 0(312) 419 97 81 pbx Faks: 0(312) 419 16 11 Parakende Satış: Zafer Çarşısı 26‐27‐28 Tel: 0(312) 433 99 43 e‐posta: [email protected] http://www.siyasalkitap.com Baskı Erek Ofset Matbaacılık Sertifika No: 16098 Büyük Sanayi 1. Cad. Çim Sok. 17/1 İskitler/ANKARA Tel: 0312 342 31 01 Dağıtım Ekinoks Yayın Dağıtım Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1 Kızılay‐Ankara Tel: 0 (312) 419 97 81 pbx Faks: 0 (312) 419 16 11 e‐posta: [email protected] http://www.siyasalkitap.com
3
AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA BİRLİĞİ ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ
AKVAM
Onlar Bizim Hemşehrimiz
Uluslararası Göç ve Hizmetlerin
Kültürlerarası Açılımı
Editörler:
Erol Esen – Zeliha Yazıcı
5
İçindekiler
Önsöz Erol ESEN.........................................................................................................7
Editörden .............................................................................................................9
Tartışmalar
Türk‐İşgücü Göçünün 50. Yılında Almanya’da Sosyal Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı Erol ESEN.......................................................................................................13
Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişimin Sağlık Hizmetlerinin Sunumuna Etkileri Ayla BAYIK TEMEL .........................................................................................43
Okulöncesi Dönemdeki Göçmen Çocukların İki Dilli ve Çok Kültürlü Ortamda Öğrenmeleri Üzerine Yrd. Doç. Dr. Zeliha YAZICI ...........................................................................75
Almanya’daki Türkiye Kökenli Göçmenlerin Sağlık Durumları: “Göç Hasta Eder”den “Göç Sağlığa İyi Gelir”e Geçiş İçin Öneriler Zuhal YEŞİLYURT GÜNDÜZ............................................................................85
Uygulamalar
Kadın Sığınmacılar: Uluslararası Göçün Sessiz Tanıkları Yeliz KÖMÜRCÜ, Rabia ÖZSOY ve Arzu ÇOBANOĞLU ................................111
Kültürel İşbirliğinde Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişim Aziz ZERIA ...................................................................................................129
Kültürlerarası Diyalog ve Kültürel İşbirliğinin bir Öncüsü ve Uygulaması: Avrupa Kültür Parlamentosu ‐ ECP Karl‐Erik NORRMAN ...................................................................................137
“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Antalya’da Yabancılara Sunulan Güvenlik Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi Ozan AKKUŞ ................................................................................................147
7
Önsöz “Onlar Bizim Hemşehrimiz – Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı” konulu kitabımız, AKVAM’ın son iki yıldır sık sık gündeme taşıdığı tartışmaların bir ürünüdür. Burada işlenen konular, birçok uzman, sanatçı, araştırmacı, Türkiye ve çeşitli AB ülkelerinden kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarından karar verici ve uygulayıcıların katkı verdiği seminer, konferans, sergi ve panellerde şekillenmiş ve bu kitapta son şeklini almıştır. Bu faaliyetlerden bazıları şunlardır: 2009 yılından beri Almanya’dan çeşitli ortak kuruluşlarla çalışmaları devam eden “Çok Kültürlü Sosyal Hizmet Eğitim Programı” ve eğitim dili Türkçe ve Almanca olarak planlanan “İki Lisanlı Çocuk Gelişim Merkezi”; doğduğu ülkede değil de başka bir ülkede yaşayan ve sanatını icra eden toplam yedi fotoğraf sanatçısının eserlerinden oluşan ve AKVAM’ın 2010 yılındaki Avrupa Günü etkinlikleri çerçevesinde Antalyalı sanatseverlerin beğenisine sunduğu “Farlılıkların Yaratıcı Gücü” konulu Fotoğraf Sergisi ve bunu takip eden Panel; Yine aynı yılın Eylül ayında AKVAM’ın ev sahipliği yaptığı “Berlin‐İstanbul: Yeni Memleketten Anılar” konulu sergi ile Berlin’de yaşayan Türkiye kökenli ve İstanbul’da yaşayan Almanya kökenli kadınların, fotoğraf albümleri ve söyleşilerinde yaşamlarından sundukları kesitlerle kültürlerarası iletişim ve çok kültürlülüğün beraberinde getirdiği kazanımları adeta belgelemeleri.
Resmi rakamlara göre yaklaşık 300.000’e ulaşan sayıları ile Türkiye’de azımsanmayacak bir nüfusa sahip ve genelde turizmin yoğun olduğu Akdeniz ve Ege kıyı kentlerinde
8
yoğunlaşan göçmenler, önümüzdeki yıllarda Türkiye gündemine yeni bir konuyla gelecek gibi görünüyorlar: hizmetlerin kültürlerarası açılımı. Kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları arasında ayrım yapmaksızın Türkiye’deki hizmet sektörü için ele alınmayı bekleyen bu konunun, AKVAM’ın çabalarıyla bir turizm kenti olan Antalya’da ve uluslararası düzeyde başarılı çalışmaları birçok ödülle sabitlenmiş Akdeniz Üniversitesi’nde gündeme taşınması bir tesadüf değildir. Uluslararası göçün beraberinde getirdiği sorunlar kadar fırsatları da ele alan “Onlar Bizim Hemşehrimiz – Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı” çalışmasına katkılarıyla ilham ve destek veren kitabın tüm yazarlarına teşekkürü borç bilirim. Ayrıca konunun önemi ile ilgili görüşümüzü ve bir o kadar da heyecanımızı paylaşarak bu kitabın yayınlanmasını kabul eden ve büyük bir özen ve yaratıcılıkla kapak ve sayfa düzenlemesini gerçekleştiren Siyasal Yayınevi’ne teşekkür ediyorum.
Doç. Dr. Erol ESEN AKVAM Müdürü
9
Editörden
Farklılıklar, çok kültürlülük ve kültürlerarası iletişim, 21. Yüzyı‐lın tartışmalarında başından itibaren yerini almıştır. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki yeni gelişmeler sonucu artan hareket‐lilik, uluslararası göçün etkilerini yoğunlaştırmakla kalmamış, yeni süreçleri de beraberinde getirmiştir. Mal ve hizmetlerin üretilmesi amacıyla oluşan iş ilişkilerinin uluslararasılaşması ve ülkelerde giderek artan oranda temsil edilmeye başlayan göç‐menler, yönetim ve özellikle kamu yönetimi disiplininde yeni tartışmalara neden olmuşlardır. Yoğunlukla kamu hizmeti nite‐liğindeki hizmetlerin dil, din ve kültürel kökene bakılmaksızın tüm ihtiyaç sahiplerine eşit düzeyde ulaştırılması, bir kalite kri‐teri olmaktan öteye bir zorunluluk olmuştur. Kamu yönetiminin misyonu olan sosyal adaletin sağlanması ve ülkede yaşayan tüm insanlara eşit olarak ulaştırılması, dil, din ve kültürel farklılıkla‐ra rağmen nasıl gerçekleştirilebileceği sorusu, birçok uzmanın araştırmalarına da konu olmuştur.
“Onlar Bizim Hemşehrimiz ‐ Uluslararası Göç ve Hizmetle‐rin Kültürlerarası Açılımı”, adı altında yayına hazırlanan bu kitap, kaynağını, Akdeniz Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ulus‐lararası bir panelin sonuçlarından almaktadır. 7 Mayıs 2011 tari‐hinde Avrupa Günü etkinlikleri çerçevesinde Antalya’da gerçek‐leştirilen Panel, “Uluslararasılaşmak, Çok Kültürlülük ve Kül‐türlerarası İletişim” adını taşımaktadır. Bir kısmı uluslararası iş ve yaşam deneyimi de olan konuşmacılar tarafından takdim edilen sunumlar, uluslararası göçün neden ve sonuçları ile bir‐likte, kültürlerarası işbirliği gibi, göçün ortaya çıkardığı yeni fırsatları da değerlendirmişlerdir. Bununla birlikte, uluslararası
10
göçün olası olumsuzluklarını konu alan çeşitli proje çalışmaları da, ilk sonuçları ile birlikte tanıtılmıştır.
Yukarıda sözü geçen uluslararası panel sonuçlarının kay‐nak teşkil ettiği bu kitap, panelde yer almayan başka bölümleri de içermektedir. Özellikle hizmetlerin kültürlerarası açılımı bağ‐lamında uluslararası göçle uzun yıllar deneyime sahip Alman‐ya’daki tartışmalar da kitaba dahil edilmiştir. Türk işgücü göçü‐nün 50. yılına atfen hazırlanan kitap, Almanya’daki Türk nüfu‐sun aldığı hizmetleri üç farklı alanda, sağlık, eğitim ve sosyal hizmetlerde değerlendirmektedir. Kurumların veya hizmetlerin kültürlerarası açılımı konusunda Türkçe alan yazınında bir ilki başlatan bu tartışmaların, gelecek yıllarda da artarak sürmesi beklenmektedir.
Sunumlarıyla kitabın yayınlanmasına katkı veren Prof. Dr. Ayla BAYIK TEMEL, Yeliz KÖMÜRCÜ, Rabia ÖZSOY, Arzu ÇOBANOĞLU ve Ozan AKKUŞ’a, ve yurtdışından katılan Aziz ZARIA ve Erik‐Karl NORMANN’a şükranlarımızı sunarız. Ayrı‐ca Emniyet Müdürlüğü bünyesinde geliştirmiş oldukları Pro‐je’nin ana başlığını kitap için de kullanmamıza izin verdiği için sayın Ozan AKKUŞ’a ve Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne bu isteğimizi kırmadıkları için teşekkürü borç biliriz. Kitaba vesile olan Panel’in hazırlanıp gerçekleştirilmesine katkıda bulunan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne, Dekanı Prof. Dr. Şafak AKSOY şahsında şükranlarımızı sunarız. Panele katılarak tar‐tışmaları zenginleştiren Akdeniz Üniversitesi akademisyenleri ve öğrencilerine, Antalyalı kamu ve özel sektör kurum ve kuru‐luşlarına ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerine ilgilerin‐den dolayı teşekkür ediyoruz. AKVAM’daki diğer görevleri yanı sıra tartışma metinlerinin yayına hazırlanmasında titiz çalışma‐larıyla katkı veren Meral AKSU ve metinlerin yazılmasında biz‐den yardımlarını esirgemeyen Halise ERDOĞAN’a da teşekkür ederiz.
Editörler
13
Türk‐İşgücü Göçünün 50. Yılında Almanya’da Sosyal Hizmetlerin
Kültürlerarası Açılımı Erol ESEN
Giriş
Uzmanlara göre, birçok alanda sunulan kamu hizmetlerine erişimde göçmenler önemli engellerle karşı karşıyadırlar. Bu‐rada çeşitli faktörler etkili olmaktadır. Bunlardan bazılarına değinecek olursak, birçok hizmet ve bu hizmetlere erişim yol‐ları ile ilgili olarak göçmenlerin bilgi eksiklikleri öne çıkmakta‐dır. Bununla birlikte lisan farklılığından kaynaklanan iletişim sorunları da, bu hizmetlere erişimde önemli engel teşkil etmek‐tedir. Çoğu kez göçmenlerin konuştuğu lisanı konuş(a)mayan kamu çalışanları, göçmen grupların kültürel farklılıkları ve özel durumlarıyla ilgili bilgi ve deneyimsizlikleri nedeniyle onlarla ilgili işlemler çerçevesinde gerekli iletişim ortamını oluşturamamaktadırlar. Örneğin sağlık alanıyla ilgili hizmet‐lerde ortaya çıkan sorunlar söz konusuysa, tedaviden sorumlu personel tarafından belirlenen önlemler hastalar tarafından dikkate alınamayabilmektedir. Sonuçlardan sadece yabancı hastalar etkilenmemekte, bu durum kamu bütçelerine de önemli ek yük getirmektedir; örneğin sık sık tekrarlanmak
14
zorunda kalan muayeneler ve tedaviler veya hastanelerde uza‐yan yatış süreleri gibi (Esen, 2002: 36).
Örgütler ve göçmenler arasındaki ilişkilerde bu tür bilgi eksiklikleri, kültürel farklılıklar ve iletişim engellerinden kay‐naklanan sorunlar, bu hizmetin göçmenler tarafından alına‐maması, yanlış veya eksik hizmet alınması gibi sonuçlar do‐ğurmaktadır. Bunun neticesinde de kamu kurum ve kuruluşla‐rı veya işletmeler açısından zaman ve kaynak kaybı, hizmeti alan göçmenler açısından ise kamu kurum ve kuruluşlarına karşı güvensizlik, hatta ev sahibi ülkeyle ilgili yanlış tutum veya negatif imaj gibi olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Çün‐kü hizmetlere erişimde sorun yaşayan yabancıların bazı hakları kullanamaması veya yanlış kullanması, onları çoğu kez hukuki ve cezai sorunlarla karşı karşıya getirmekte ve kamu kurumları ile yabancılar arasında yaşanan sorunlar daha da derinleşmek‐tedir. Belki seyahat izni veya sürücü belgesi çıkarmak gibi basit bir işlemle ilgili olarak başlayan sorunlar, terminolojideki adı ‘deport’ olan “sınır dışı edilme” ile biten sonuçlara kadar vara‐bilmektedir.
Sonuçlar bununla da sınırlı kalmamaktadır. Özellikle yo‐ğun göç alan Batı Avrupa ülkelerinde kentlerin bazı bölgelerine yoğun olarak yerleşen göçmenler, örneğin sağlık personelinin göçmen kökenli hastalarına “müşteri odaklı” hizmet vermele‐rini çoğu kez zorlaştırmaktadır. Kimi kent veya bölgelerdeki hastanelerin hasta profillerine bakıldığında, bazen 100’e yakın farklı ülkeden hastanın aynı anda tedavi gördüğü tespit edile‐bilmektedir. Gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda, kül‐türe bağlı ortaya çıkan sorunlar nedeniyle sağlık personelinin çalışma hayatında zamanla teslimiyetçi veya duyarsız bir tu‐tum içine girmesi kaçınılmaz olmaktadır.
15
Bu çalışmada, göçmenlerin hizmetlere erişimde karşılaş‐tıkları sorunlar ele alınacaktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikili anlaşmalarla birçok farklı ülkeden işçi alan Federal Al‐manya’daki gelişmeler ışığında yapılacak bu incelemede, göç ve uyum politikalarından en fazla veya bakış açısına bağlı ola‐rak en az etkilenen Türkiyeli göçmenler ön planda olacaktır. Çoğunlukla kamu kaynaklarıyla sürdürülen sosyal hizmetleri konu alan bu çalışmada, 2011 yılında 50. yılını tamamlayan Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün tarihçesi kısaca anla‐tılacaktır. Bu tarihçe yardımıyla, aynı zamanda birbiriyle çeli‐şen ve bir o kadar da değişken göç ve uyum politikaları sonu‐cu, Almanya’daki göçmenlerin zamanla kamu destek ve hiz‐metlerine ne kadar bağımlı hale geldiklerini de görmek müm‐kündür. Tam da bu nedenle göçmenlerin hizmetlere ulaşımın‐daki zorlukların tartışılması özel bir önem kazanmaktadır. Bu çalışmada göçmenlerin hizmetlere erişimindeki özel sorunları yanı sıra, bu sorunların üstesinden gelmeye yönelik geliştirilen “kültürlerarası açılım” program ve uygulamaları da ele alına‐caktır. İncelemede sadece kelime tanımıyla yetinilmeyip, ku‐rumların kültürlerarası açılma yolları da tartışılacaktır.
Almanya’ya İşgücü Göçünün 50 Yılı
Milyonlarca insanın ölümüyle biten İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki gelişmeler, Almanya’da zaten var olan işgücü ihtiyacını daha da yükseltmiştir. Özellikle Alman Silahlı Kuvvetleri’nin (Bundeswehr) yeniden kurulmasıyla 1955 yılından itibaren ek işgücüne ihtiyaç duyulmuştur. 1961 yılında Berlin Duvarı’nın da inşasıyla bu ihtiyaç daha da yoğun ve sürekli hale gelmiştir. Göç politikalarının en önemli ve neredeyse tek aktörü Federal Hü‐kümet, çeşitli ülkelerden işgücü alımını başlatmıştır. Bu yolla Almanya’ya gelen işçilerin ortak özelliği kalifiye olmayan ve
16
daha çok sanayi ve inşaat sektöründe yardımcı işçi olarak istih‐dam edilmek istenen kişilerden oluşuyordu. Buna, gönderen ülkelerin özel göç politikalarından kaynaklanan ek nitelikler de eklenince, Almanya’nın göç politikaları başından itibaren daha sonra içinden çıkılması zor sonuçları da beraberinde getirmesi kaçınılmaz olmuştur. Örneğin, Türkiye’ye tanınan kontenjanlar genelde deprem veya kuraklık gibi, doğal afet ve kırsal bölge‐lerden yapılan başvurulara öncelik vermeyi engellemiyordu.
Alınan işçilerin niteliklerinden ziyade niceliğin ön planda olması nedeniyle işçi alımı konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle kriz dönemlerinde tekrar tekrar durma noktasına geliyordu. Düşük ücretli ve belli bir niteliği gerektirmeyen yardımcı işlerde çalıştırılmak üzere alınan yabancı işçilerle ilgili olarak Alman‐ya’da ekonomiden sorumlu ve ülkenin “kalkınma harikalarıyla” birlikte anılan Bakan Erhard, bunu Alman işçilerinin eğitimler yoluyla kalifiye işçi konumuna gelmeleri için bir fırsat olarak göstermekteydi (Luft, 2009: 38). Ne sendikaların ne de yasama organı Federal Meclis’in katılmadığı göç politikaları ve uygula‐maları, tamamen yürütmenin elinde şekilleniyor, bu da federal düzeyde Hükümet, idarede ise Federal İş Kurumu anlamına geliyordu. Başlangıçta geçici olarak alınan ve oturma ve çalışma izinleri iki yıl ile sınırlı yabancı işçiler, Alman işverenlerinin de baskısı sonucu 1960’lı yılların ortalarından itibaren sürekli işgü‐cüne dönüştürülmüşlerdir. Bununla da kalmayıp, 1973 yılında işçi alımı resmi olarak durdurulduğu halde aile birleştirmesi çerçevesinde eş ve çocukların da Almanya’ya gelmesine izin verilmiştir (Luft, 2009: 40; Şahin, 2010: 35).
Almanya’da yabancı işgücü alımında ihtiyaç duyulan işçi sayısının yüksek olması ve belli bir nitelik gerektirmemesi, 1955’te İtalya ile başlayan işgücü anlaşmalarının kısa sürede diğer birçok ülkeyi de içine alacak şekilde genişletilmesine
17
neden olmuştur. Böylece 1960 yılında Yunanistan ve İspanya, 1961 yılında Türkiye, 1963 yılında Fas, 1964 yılında Portekiz ve daha sonra Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) ile devam etmiş‐tir. Alınan yabancı işçi sayıları da hızla artmıştır. 1961 yılında 700.000 olarak tespit edilen yabancı işçi sayısı, 10 yıl sonra, 1971 yılında yaklaşık üç milyon artmıştı. Özellikle 1960’lı yılla‐rın sonlarından itibaren Türkiye ve Yugoslavya’dan alınan işçi sayısı en fazla artanlar arasındaydı. 1968‐1971 yılları arasında önce 152.000 olan Türkiyeli işçi sayısı 1971’de üç kat artarak 450.000’e çıkıyordu. Bunda Türkiye’nin hareket kabiliyeti yük‐sek, büyük bir işsizler ordusuna sahip olması kadar, ülkenin Batı İttifakı’na dahil olması da önemli rol oynuyordu (Esen, 2007: 41). Alınışlarındaki niteliklerden de kaynaklanan neden‐lerle, 1972 yılında yabancı işçiler yüzde 80 oranında sanayi ve inşaat sektöründe istihdam edilmekteydi. Geriye kalan yüzde 20 gibi küçük bir oran hizmet sektöründe bulunuyordu.
Yüksek sayıda Alman işçilerinin ayrıldığı branşlarda ya‐bancılar düşük ücretli, zor çalışma koşulları altında ve güvenli olmayan işlerde istihdam edilmekteydi. Bu durum sanayi sek‐törünün yenilenmesini geciktirmekle kalmamış, aynı zamanda sosyal politikalar açısından da önemli sonuçları beraberinde getirmiştir. Özellikle kadınlarda olmak üzere Alman çalışan işgücü sayılarında önemli gerilemeler ortaya çıkmış, meslek eğitimi süreleri uzatılırken, emeklilik yaşı da düşürülmüştür (Luft, 2009: 44). Genellikle işverenlerin inisiyatifinde ve hükü‐metlerin eliyle şekillendirilen göç politikaları, yabancıların entegrasyonundan ziyade işletmelerin karını yükseltmeye yö‐nelmiştir. 1973’ten sonraki politikalarda gerçi işçi alımı durdu‐rulmuş, ancak işletmelerdeki uyumu öne çıkaran işverenler, genelde kendi istihdam ettiği yabancı işçilerin aile üyeleri ve akrabalarını çalıştırmak üzere Federal İş Kurumu’na ismen ve
18
adeta sipariş vermişlerdir. Bu durum özellikle Türk işçileri için “zincirleme göç”ü (Luft, 2009: 49) beraberinde getirmiştir. Belli bir süre Almanya’da bulunan yabancı işçilerin işyeri ve ikamet yeri değiştirme hakkına kavuşması sonucu da, işletmeler için beklenen artılar yerine, yabancı işçi grupları arasında getto‐laşmayı, kendi içlerine kapanmalarını kolaylaştıran sosyal dö‐nüşümlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır (Şahin, 2010: 52.
Batı ittifakı çıkarlarına endekslenmiş dış ve güvenlik poli‐tikalarının da etkisiyle (Esen, 2007: 41) özellikle Türk işçi göçü, diğer ülkelerden gelen işçi akımından farklı olmuştur. İşçi alım yasağının konduğu 1973 yılında başlayan aileleri birleştirmeye yönelik politikalar sonucu 1980 yılına kadar Türkiye’den Al‐manya’ya gelen kadın ve çocukların sayısı 3‐4 kat artmıştır (Luft, 2009: 58). Bunda Federal Hükümet’in politikaları da etki‐li olmuştur. Örneğin çocuk parasının sadece Almanya’da yaşa‐yan çocuklar için verilmesi ile ilgili düzenleme, Türk işçilerinin çocuklarını, onlarla birlikte eşlerini de Almanya’ya getirmeye yöneltmiştir. Bu nedenle 1970’li yıllarda Almanya’ya gelen Türkiyeli göçmenlerin istihdam oranı giderek düşmüştür. Tür‐kiye’den gelip istihdam dışı kalan göçmen sayıları 1968’de yüzde 25 iken, 1972’de bu oran yüzde 50’ye, hatta 1976’da yüz‐de 86’ya kadar yükselmiştir (Luft, 2009: 69); Körber, 1998: 155)
Çeşitli dönemlerde uygulanan ve birbiriyle çelişen Al‐manya’nın yabancılar politikaları sonucu büyük bir bölümü niteliksiz ucuz işgücü olarak gelen Türkiyeli işçilerin önce aile‐lerini getirmeleri desteklenmiş, ancak daha sonraki yıllarda yeni gelen eşler ve aile üyeleri için getirilen istihdam yasakları sonucu büyük işsiz kitlelerin oluşmasına neden olunmuştur. Sosyal yardım ve yabancı istihdamı politikaları sonucu göçmen işçiler ve aileleri birer “sosyal vaka” ya dönüştürülmüş, bu yolla çoğunluk toplumuna uyumu ve toplumsal alanlara katı‐
19
lımları daha da zorlaştırılmıştır. Bununla birlikte Almanya’nın göç politikaları özellikle Türkiyeli göçmenleri kamu ve sivil toplum kuruluşları tarafından sunulan sosyal hizmetlerin he‐def kitlesi ve hatta bu hizmetlerden bağımlı hale getirmiştir. Zamanla açık bir şekilde ortaya çıkan yabancıların dil sorunla‐rı, istihdam piyasalarında karşılaştıkları sorunlar ve eğitim ihtiyaçları da dikkate alınamamıştır. Bugün Almanya’da yakla‐şık 2,5 milyon Türk kökenli göçmen yaşamaktadır. Buna, yak‐laşık bir milyon Alman vatandaşlığına geçen Türkiyeli göç‐menler eklenirse, Almanya’da halen 3,5 milyon Türk kökenli göçmen yaşamaktadır (Şahin, 2010: 16)
Temel Kavramlar
Toplumlarda kültürel ve dini çeşitlilik toplumsal yaşamda gide‐rek daha fazla rol oynamaya başlıyor. Ülkeler ve kamu yönetim‐leri için artan bu toplumsal çeşitlilik yeni bir meydan okuma olduğu nispette, bir o kadar da toplumsal yaşamda yeni bir dö‐nemin habercisidir1. Dolayısıyla çocuk gelişim merkezleri, okul‐lar, mesleki eğitim kurumları, hastaneler ve yurtlar gibi toplum‐sal kuruluşların bu çoğulculuğu bir fırsata dönüştürmeleri ge‐rekmektedir. Bunun yolu da, üretilen mal ve hizmetlerle yaban‐cılara ulaşmak, onları bu mal ve hizmetlerin kullanım sürecine dahil etmektir. Özel sektörde buna “farklılıkların yönetimi2”
1 Federal Alman Hükümeti’nin Göç ve Uyumdan Sorumlu ilk Devlet Bakanı
Prof. Dr. Maria Böhmer’in 2005 yılındaki bildirisinden alınmıştır. Aktaran: Zacharaki, Ioanna: Was meint, will und soll die Rede von der “interkulturellen Öffnung”, Europaeisches Netzwerk Hessen –EPN (Yay.), Interkulturelle Öffnung von Organisationen und Verbaenden: Beteiligung von Personen mit Migrationshintergrund in der politischen Arbeit, Eine Materialsammlung, s. 4, Frankfurt/Main 2009
2 Diversity Management için bkz.: Verbund, 2007: 10‐12; Schroer, 2007: 22‐32
20
(diversity management) denmektedir. Kamu sektöründe veya sivil toplum kuruluşlarında ise buna hizmetlerin “kültürlerarası açılımı” denir. Her iki durumda da amaç, var olan mal ve hiz‐metlerde dil, din, kültür ve ülke farkı olmaksızın herkese ulaş‐mak ve bu hizmet ve desteklerden eşit şekilde yararlanmalarını sağlamaktır (Fent, 2007: 7; John, 2001: 11).
Bu kültürel ve dini çeşnileşmenin boyutları, sadece ülke vatandaşı ve vatandaşı olmayanlarla tanımlanamaz. Çünkü belli bir süre yaşadıkları Avrupa ülkesinde, yasal düzenlemele‐re göre vatandaşlığa geçmeye hak kazanmış veya o ülke va‐tandaşlığını almış olmalarına rağmen, bu “yeni vatan‐daş”lardan birçoğu sahip olduğu dini ve kültürel özelliklerini sürdürmeye devam etmektedirler. Yasalarla elde ettikleri yeni vatandaşlık, bu göçmenlere her ne kadar yeni ve özellikle siya‐si haklar beraberinde getirse de, dini ve kültürel özellikleri nedeniyle toplumun çeşitli alanlarına katılma yetileri yetersiz kalmaktadır.
Farklılıklar veya toplumun çeşitli alanlarına katılmayı en‐gelleyen faktörler, göçmenlerin sadece dini veya kültürel özel‐likleriyle de sınırlı değildir. İşgücü göçü yoluyla, belli nitelikle‐re sahip ve belli amaçlarla başka ülkelerden getirilen insanla‐rın, göç öncesi ve sonrasında maruz kaldıkları yaşam koşulları ve bunların neden olduğu psikolojik ve sosyal sonuçlardan kaynaklanan ortak özellikleri vardır. Bu göçmenler zamanla, benzer duygusal izleri taşıyan, beraberinde getirdikleri özellik‐leri ile birçok yönden ortak bir kaderi paylaşan ve bu nitelikle‐riyle sosyal ve toplumsal ihtiyaçları, içinde yaşadıkları ülkeler‐deki çoğunluk toplumlarınınkinden farklılaşan kitleler oluş‐turmuşlardır.
Ancak yine de göçmen gruplarını, çeşitli yönleriyle yerli halktan farklılaşan bir bütün olarak düşünmemek gerekir. Her
21
ne kadar yerli halktan farklılıklarıyla ortak niteliklere sahip olsalar da, göçmen gruplar kendi içinde de olukça heterojen bir yapıya sahiptirler. Dolayısıyla burada söz konusu olan, yerli ve yabancı/göçmen olmak üzere iki grup değil, yerli çoğunluk toplumuyla birçok farklı ülkeden gelen ve farklı kültürlere, dinlere ve mezheplere sahip göçmen azınlıklar söz konusudur. Kaldı ki hem yerli nüfus hem de göçmen gruplar arasında da dil, bölge, sosyal sınıf gibi, bulunduğu ülkenin toplumsal ya‐şamında aldığı sosyal ve ekonomik kararlarda etkisini gösteren farklılıklar mevcuttur. Kamu politikalarının ve toplumsal ku‐rumların yeni yeni dikkate almaya başladığı dini, kültürel ve etnik farklılıkların çeşniliği kadar, bu farklılıkların Batı Avrupa ülkelerindeki siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamda giderek daha etkili olmaya başladığı da dikkat çekmektedir.
Göçmen Kökenliler
“Kültürlerarası açılım” teriminin tanımına geçmeden, bu kav‐ramın beraberinde getirdiği bir diğer kavrama da kısaca göz atmak gerekir. Birçok ülkede istatistik veri tabanlarına dahil edilmesi ve yeni kamu politikalarını da etkilemesi nedeniyle, “göçmen kökenli” kavramı giderek önem kazanmaktadır. Özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki göçmen işçiler ve aileleri başlarda “geçici işçi”, “misafir işçi” veya “yabancı” gibi kav‐ramlarla ifade edilirken, yeni dönemde “müşteri”, “etnik giri‐şimci” veya “yabancı yurttaş/auslaendischer Mitbürger” terim‐leriyle de çağrılmaktadırlar. Ancak daha sonraki yıllarda göç‐men işçilerle birlikte, mülteciler, göçmen işçilerin aile üyeleri ve 1945’ten sonra Federal Almanya sınırları dışında kalıp 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile anavatana göçen Alman asıllı nüfusu da kapsayacak yeni bir terime ihtiyaç duyulmuş‐tur. Çünkü Almanları ve göçmenleri ayıran tek çizginin vatan‐
22
daşlık olmaması; Alman asıllı veya Alman vatandaşlığına sa‐hip olduğu halde bunların vatandaş olmayan diğer göçmenler‐le birçok konuda aynı nitelikleri paylaşmaları, kamu yönetici‐lerini ve uzmanları göçmenlerle ilgili yeni bir alternatif kavram arayışına itmiştir.
Ancak 2000’li yıllarla birlikte siyasi kararlar ve kamu poli‐tikalarına da baz teşkil eden “göçmen kökenli” terimi, kamuo‐yunda en fazla kullanılan ve “kültürlerarası açılım” tartışmala‐rı çerçevesinde de en anlamlı kavram olarak adlandırılabilir. Almanya’da birçok yasa metni içerisinde de tanımlandığı şek‐liyle “göçmen kökenli” insanlar, Alman Anayasası’nın 116. Maddesine göre vatandaş olanların dışında kalanlardır. Sahip oldukları pasaporttan bağımsız olarak yurtdışında doğmuş veya kendisi veya ebeveynlerinden bir tarafı 1949 yılından sonra Almanya’ya gelmiş kişiler veya onların çocukları (Statistisches Bundesamt, 2011: 9‐10) için kullanılmaktadır. Her ne kadar bu terim farklı kesimlerden eleştirilere uğrasa da (John, Tagesspiegel, 16.10.2011), resmi istatistiklerde bir veri olarak da kullanılmaktadır. Göç ve uyum politikalarında kul‐lanılan “yabancılar” terimi yerine, daha sağlıklı veriler elde etmek amacıyla 2005 yılından itibaren Mikrozensus3 sistemin‐de “göçmen kökenli” kişiler de tanımlanmıştır. Çünkü bu te‐rim, Alman pasaportu olmayan yabancılar yanı sıra Alman vatandaşlığına sahip göçmen grupları da kapsamaktadır (EPN, 2009: 5). Bunda amaç, üretilen mal ve hizmetlerde çocuk ve gençlere veya yaşlılara dil, din ve etnik kökenden bağımsız daha iyi ulaşabilmektedir.
3 Mikrozensus, Federal Alman İstatistik Kurumu’nun Eyalet İstatistik Ku‐
rumlarının yardımıyla özel yöntemlerle seçilmiş küçük bir örneklemle (%1) sık aralıklarla gerçekleştirdiği nüfus sayımlarına denir. İlk kez kulla‐nıldığı 2005 yılı sonuçları için bkz.: Statistisches Bundesamt, 2007
23
İstatistiklere bakıldığında bu nüfus grupları arasında bü‐yük farklılıklar olduğu da görülür. Örneğin Almanya’da 2007 yılında yabancı kökenli insanların toplam nüfustaki oranı %18,7 iken, 25 yaş altındaki göçmen kökenlilerin oranı %27,3’e çıkmaktadır. Mikrozensus verilerine göre göçmen kökenli kişi‐lerin oranı düşük yaş gruplarında daha yüksek olurken, yaşlı‐lar arasındaki göçmen kökenli insanların oranı düşmektedir (a.g.e., s. 6).
Bu sayılara kentler bazında bakıldığında ilginç tespitler or‐taya çıkmaktadır. Özellikle % 80’lere varan oranda kentlerde yaşayan göçmen kökenliler (Jungk, 2001: 99), oradaki yaşam koşullarını önemli ölçüde etkilemektedirler. Örneğin 2005 yılın‐da bu sayı Stuttgart için %40, Frankfurt/Main için %39, Nürn‐berg için %37’dir. Beş yaşından küçük çocuklarda bu oran %60’ların üzerine çıkmaktadır: Nürnberg %67, Frankfurt %65, Duesseldorf ve Stuttgart %64. Almanya’da beş yaş altı her üç çocuktan biri göçmen kökenlidir (Statistisches Bundesamt, 2007; Schulte ve Treichler, 2010: 39‐41). Yine 2005 yılında Solingen şehrinde yaşayan 163.000 kişinin %14’ü yabancı ülke vatanda‐şıyken, göçmen kökenlilerin oranı %20’ye çıkmaktadır. Toplam 130 farklı ülkeden insanın yaşadığı Solingen’de Türkiye kökenli‐ler en büyük grup olarak tespit edilmiştir. 0‐3 yaş arasındaki göçmen kökenli çocukların oranı ise %42’ye ulaşırken, 3‐6 yaş arası göçmen kökenliler %36’da kalmaktadır (EPN, 2009: 4).
Bu sayılar Almanya’daki demografik değişimin boyutla‐rını gösterdiği gibi, gelecekteki kamu politikaları için önemli veri de teşkil etmektedirler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra göçmen işçi alan birçok Batı Avrupa ülkesi için durum çok farklı değildir. İlerleyen yıllarda göçmen kökenli nüfusun oranı daha açık olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin Almanya’da 2010
24
yılında göçmen kökenlilerin oranı %20’ye yaklaşmıştır. Yani Almanya’daki her beş kişiden biri göçmen kökenlidir.
Yaşadıkları ülkelerde sahip oldukları pasaporttan bağım‐sız son yıllarda araştırmalarla ortaya çıkarılan bir başka gerçek ise, göçmenlerin toplumun çeşitli kesimlerinde genel oranla‐rından çok farklı şekillerde temsil edildikleridir. En açık fark, göçmenlerin hizmet sektöründe çok düşük oranda istihdam edilmeleridir. Kamu kurumlarındaki istihdam düzeyleri ise bunun çok daha altındadır (Schulte ve Treichler, 2010: 33.). Buna karşılık göçmenler arasında eğitim düzeyi düşük olduğu gibi, işsizlik oranları da tüm sektörlerde en üst düzeydedir. Özellikle göçmen kökenli gençler arasındaki işsizlik oranı bazı kentlerde veya bölgelerde %50’lere ulaşmaktadır. Özellikle hizmet sektöründe ve bunda da kamu sektöründe en düşük düzeyde kalan göçmen kökenlilerin oranı yüzde 1‐2 düzeyinde kalmıştır (Statistisches Bundesamt, 2011).
Toplumsal grupların uyumunda önemli araçlardan biri olan sosyal hizmetler konusunda da göçmenlerin temsili genel dağılımdan tamamen farklılaşmaktadır. Uzmanlar bunu iki alanda tespit etmektedirler: Sosyal hizmetler bağlamında top‐lumsal süreçlerin dışladığı yabancı kökenli insanların bu alan‐da sosyal hizmetlerin “son durağı” olarak bilinen çocuk veya gençlik ıslah evleri, kadın sığınma evleri, uyuşturucu ile mü‐cadele merkezleri, çocuk mahkemeleri gibi sosyal hizmetlerin en yoğun ve doğrudan verildiği aşamalarda göçmenlerin yo‐ğun temsil edildiği tespit edilmiştir. (Gaitanides, 2004: 7; Deutscher Caritasverband, 2006: 11). Buna karşılık önleyici tedbirler alanında sunulan hizmetlerden daha az göçmenin yararlandığı göze çarpmaktadır.
25
Kültürlerarası Açılım
Hizmetlere erişimde farklılaşmaları ortadan kaldırmak, göç‐menlere yönelik uyum ve destekleme tedbirlerini daha etkin uygulamak amacıyla “kültürlerarası açılım” önerilmektedir. Hizmetler ve kurumlar için önerilen kültürlerarası açılım yar‐dımıyla, dil, din ve kültürel farklılıklarından kaynaklanan en‐gellerin aşılması hedeflenmektedir. Buna göre “kültürlerarası açılım, göçmenlerin eğitim, kültür ve sosyal hizmetlere ulaş‐mada her türlü engeli ortadan kaldırmaya yönelik bir örgüt geliştirme sürecidir” (EPN, 2009: 4). Bu sürecin amacı, örgütün ürettiği mal ve hizmetlerin, kökeni, dini, kültürü, dünya görü‐şü ve yaşam tarzından bağımsız olarak herkese eşit düzeyde ulaşmasıdır.
Kültürlerarası açılım, aynı zamanda kültürlerarası yetkinli‐ği de gerektirir. Bu yetkinlik örgüt yapılanması ile ilgili olduğu kadar, personelle de ilgilidir. Sürecin hedefi, her iki aktörü de, yani hem örgütü hem de personeli kültürel farklılıkların profes‐yonelce üstesinden gelecek bir şekilde geliştirmektir. Sonuçta ulaşılmak istenen amaç, göçmen kökenli insanların da toplum‐sal, ekonomik ve siyasi süreçlere eşit şekilde katılmaları (makro düzeyde) veya üretilen mal ve hizmetlerden eşit şekilde yarar‐lanmalarını sağlamaktır (mikro düzeyde) (Verbund, 2007: 10; MARE, 2005: 14). Kültürlerarası açılım tanımları çoğu kez sadece “kültürlerarasılık” boyutu ile ilgili değil, aynı zamanda “açı‐lım”la da, açılımın gerekliliği ve açılımın gerekleri, hatta sonuç‐larını da kapsamaktadır. Neyi, kime açmak sorusu sorulduğun‐da ise: bunlardan ilki kurumlar, programlar, görev alanları, hizmetler, idare ve toplumun tamamını kapsamaktadır. Bunla‐rın kime açılmasına gelindiğinde ise cevap, göçmenlere, daha doğrusu göçmen kökenlilere veya alt kültür gruplarının üyeleri‐ne olarak ifade edilir (Fent, 2007: 35‐36; Schröer, 2007, 9).
26
Kültürlerarası açılımı “toplum değiştiren konsept” olarak adlandıran Schröer, kapsamlı bir kavram tanımı da vermekte‐dir. Schröer’e göre “kültürlerarası açılım, bilinçli yürütülen bir süreç sonunda, farklı insanlar, hayat tarzları ve örgüt türlerinin ve bunlar arasındaki karşılıklı öğrenme ve değişim süreçlerinin mümkün kılınması; böylece ‘açılan’ örgütlerde erişim engelleri ve dışlama mekanizmalarının ortadan kalkması ve bir saygı ortamının oluşmasıdır” (Schröer, 2007: 9). Kültürlerarası açı‐lım, göçmenlerin sosyal hizmet ve desteklerden çoğunluk top‐lumu üyeleri ile eşit düzeyde yararlanması için bir koşul kabul edildiği gibi, ülkedeki eşitlik politikalarının bir parçası olarak da görülmektedir. Bu eşitlik, hizmetlerin sunulması ile sınırlı değil, aynı zamanda hizmetlerin oluşturulması sürecini de kapsamaktadır. Yani kültürlerarası açılım, hizmetleri alanların, bunları şekillendirme, biçimlendirme ve ilgili kararlara, plan‐lama ile başlayarak hizmetlerin sunumuna kadar olan tüm aşamalarına katılma konusunda yetkilendirilmelerini de gerek‐tirir (Rossocha, 2002: 47). Bununla birlikte kültürlerarası açılım sosyal hizmet ve desteklerden yararlanan göçmenlere bakış açısının değişmesini de beraberinde getirmelidir; örneğin göç‐menlerin ‘ricacı’ veya ‘yardıma muhtaç kişiler’ olarak değil de, hakkını isteyen ve bunu almasıyla ilgili eylem ve işlemlerin uygun bir şekilde yapılmasına hakkı olan şahsiyetler olarak görülmelerini gerektirir.
Sosyal hizmetlerin ve kurumların göçmenlere açılmasını, göç toplumunu bekleyen bir meydan okuma olarak gören Jungk, kültürlerarası açılımın etnik‐kültürel açıdan çoğulcu bir yapıya sahip toplumun hayat damarı olarak görülmesi gerek‐tiğini söyler. Aksi halde sosyal hizmetlerin göçmenlere açılma‐sının sadece bir azınlık konusu olmaktan öteye geçemeyeceğini vurgular. Jungk, modern toplumlarda hizmetlerin “kültürlera‐
27
rası açılımı” için birçok neden olduğuna dikkat çekmektedir (Jungk, 2001: 99‐102).
“Kültürlerarası açılımı” zorunlu hale getiren faktörlere kı‐saca bakacak olursak, küreselleşme ve artan hareketlilik sonu‐cu göçmenlerin, ülkelerin nüfusundaki oranı giderek artmak‐tadır. Bu durum büyük şehirlerde %60’ların üzerine çıkmakta‐dır, yani göçmenlerin birçok yerel yönetim bölgelerinde artık yöre halkının çoğunluğunu oluşturduğu bir gerçektir. Modern toplumlardaki eşitlik ve demokrasi anlayışı da bir başka faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, ülkede yaşayan tüm insanların sunulan hizmet ve desteklerden yasaların öngördü‐ğü gibi eşit ve etkili bir şekilde yararlanması gerekir. Bu koşul, yeni kamu yönetimi anlayışının da bir gereği olarak uzmanlar tarafından onay görmektedir.
Diğer bir etkili faktör, “kültürlerarası açılımın” Avrupa Birliği (AB) düzenlemeleri sonucu artık bir zorunluluk haline gelmiş olmasıdır. Amsterdam Anlaşması (Md. 13) ile 1997 yı‐lında bu alanda başlayan düzenlemeler, 2000’li yılların başın‐dan itibaren göçmenlerin AB ülkelerinde toplumsal alanlara katılımının önünü açan önemli anayasal ve yasal değişikliklere neden olmuştur (CLIP, 2008: 14‐16). Bu değişikliklerin de etki‐siyle bir başka faktör olan göçmen örgütlenmeleri yaygınlaş‐mıştır. Büyük güçlükler ve uzun süren süreçler sonucu da olsa, göçmenlerin bulundukları ülkelerde giderek güçlü bir konuma gelmeleri, yasal haklarını elde etmelerini kolaylaştırmaktadır. Bunda, sadece bulundukları ülkelerde kurdukları sivil toplum kuruluşları ve diğer girişimler değil, aynı zamanda ulusötesi yapılanmalar ve örgütlü ve güçlü iletişim ağları da etkili ol‐maktadır. Son olarak, kamu ve özel hizmetlerin “kültürlerarası kalitesi”, küreselleşme ve yeni yönetim anlayışı sonucu birçok
28
Batı ülkesinde ekonomi ve kamu yönetiminde örgütsel strateji‐lerin ayrılmaz bir parçası olarak kabul görmektedir.
Hizmetlerde kültürlerarası açılımı, “karman çorman” an‐lamına gelen “multikulti” hayalciliğinin bir ürünü olarak gör‐mek yanlış olur. Kültürlerarası açılım, göçmenlerin hizmetlere ulaşmada ortaya çıkan somut sorunlarla ilgili eleştirilerden ve sosyal hizmet uzmanlarının göçmenlere yönelik çabalarında çoğunluk toplumuna göre başarılarının daha düşük olduğu‐nun gözlemlenmesinden hareket eder (Gaitanides, 2004: 7). Bunun anlamı, kültürlerarası açılım tartışmalarının, 21. yüzyıl‐da ortaya çıkan yeni bir ideolojik akımdan değil, somut sorun ve ihtiyaçlardan hareketle ortaya çıktığıdır. Dolayısıyla hizmet‐lere erişimde göçmenleri, diğer bir deyişle farklı din, dil ve kültürel kökene sahip insanları nelerin engellediğine bakmak gerekir. Bu sorunların kaynağını uzmanlar iki temel grupta toplamaktadırlar: İlki, göçmenlerin kendisinden kaynaklanan sorunlar; diğeri ise hizmeti sunan kurum ve kuruluşlardan kaynaklanan sorunlardır.
Göçmenlerden kaynaklanan sorunlar kategorisinde en et‐kili ve en yaygın sorunun, göçmenlerde sık gözlenen bilgi ek‐sikliğidir. Bilgi eksikliği, sadece ilgili hizmet ve destekler ko‐nusunda değil, aynı zamanda bu hizmetlerden yararlanma koşulları ile ilgili bilgiler veya bu bilgilere ulaşma yollarını da kapsamaktadır. İhtiyaç duyulan bilgi türlerini sayacak olursak bunlar, ilgili yasalar, bu yasalardaki olası değişiklikler, formali‐teler veya hizmet akışı gibi birçok başlığı içermektedir. Ayrıca din, kültür ve köken farklılıklarının yanı sıra çoğu kez dil fark‐lılıkları da, bu bilgilere ulaşmalarına zorlaştırıcı bir faktör ola‐rak eklenir. Bunlara, modern, karmaşık ve bir o kadar ülke kültürü veya kurum kültürü ile doğrudan ilişkili bürokratik yapılanmaların da eklenmesiyle, göçmenlerin bu hizmetlere
29
ulaşma çabaları olumsuz etkilenmektedir. Örneğin bir hizmeti veya desteği almak üzere birçok farklı kuruma sevk edilen veya birçok konuda yapılmak zorunda kalınan açıklamalar, hizmeti almak isteyen göçmenleri yıldırabilmekte, hatta onlara reddedilmişlik ve dışlanmışlık duygusu verebilmektedir. Yine göçmenlerde sık karşılaşılan kurumlara karşı ön yargılar, kor‐ku veya yılgınlık duygusu onları, yasal hakları olduğu halde birçok hizmeti veya sosyal desteği istemekten alıkoymaktadır (Deutscher Caritasverband, 2006: 12‐13; Gaitanides, 2004: 8).
İlgili kurum ve kuruluşlardan kaynaklanan sorunları ise iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki bu kuruluşla‐rın işleyiş ve eylemlerini belirleyen örgütsel yapılarından kay‐naklanmaktadır. Diğerleri ise kuruluşta çalışan personelle ilgi‐lidir. Sosyal hizmetler, genellikle kamu kuruluşlarının veya kamu kaynağı kullanan sivil toplum kuruluşlarının sunduğu hizmetlerdir. Yani bu hizmetlerin kamu hizmeti niteliği bu‐lunmaktadır ve kamuda göçmenlerin bilgi ihtiyacını karşıla‐maya yönelik kurumsal destek sistemlerine nadiren rastlan‐maktadır (Jungk; 2001: 108).
Yapısal nitelikteki diğer sorunların başında hizmetlerin ücretlendirilmesi gelmektedir. Özellikle bir kısım hizmetlerin hiç de azımsanmayacak yükseklikteki ücretleri, zaten alt gelir gruplarına dahil ve genelde düşük bir hane gelirine sahip göçmenlerin bu hizmetleri almalarını daha da zorlaştırmakta‐dır. Ayrıca hizmetlerin sunulduğu yerlerin göçmenlerin ev ve işyerlerine uzak olmaları veya göçmen yararlanıcıların çalışma saatleri ile çok bağdaşmayan kamu kuruluşlarının mesai za‐manları hizmetleri almada engel olarak kendini göstermekte‐dir. Bunun yanı sıra göçmenler kamu kuruluşları ile ilgili temel bir sorundan da etkilenmektedirler. Kamu kuruluşlarının veya kamu kaynakları ile sunulan hizmetlerin tekel niteliğinde ol‐
30
ması, hizmetlere erişimde sorunların ortaya çıkması duru‐munda çok fazla seçme olanağı bırakmamakta, göçmenleri zaman zaman bu hizmetleri alma çabasından vazgeçirebilmek‐tedir (Gatanides, 2004: 8; Fent: 2007: 25).
Kurum ve kuruluşlarda çalışan personelden kaynaklanan sorunlara bakıldığında, onlarda da göçmenlerle gerekli iletişi‐mi sağlayacak dil bilgisine veya göçmenlerin özel koşulların‐dan veya kültüründen kaynaklanan sorunlara karşı duyarlılık‐lara sahip olmamaları, göçmenlerin hizmetlere erişiminde önemli engel teşkil etmektedir. Ayrıca çalışanların göçmenlere karşı önyargıları, hizmet süreçlerinde baskıya veya dışlamaya neden olmaktadır. Bu tür davranışlarla karşı karşıya kalan göçmenlerde kamu kuruluşlarına karşı bir güvensizlik, hatta çekingenlik ortaya çıkmaktadır (Jungk, 2001: 109).
Hizmetlerin Kültürlerarası Açılım Yolları
Kültürlerarası açılımı gerçekleştirmek isteyen kurum veya kuruluşun tabi olduğu kamu politikalarındaki temel tutumun, üretilen mal ve hizmetlerin dil, din ve kültür farkı olmaksızın herkesin yararlanabileceğini savunmalıdır (Gaitanides, 2004: 12; Handschuck ve Schroer: 2000). Bunun, bir devlet politikası ve devletin temel organlarının tutumu olması gerekmektedir. Buna bağlı olarak da hizmeti sunan kurum ve kuruluşların tüm birimlerinde bu tutumun ve hedefin, örgüt yönetimi dahil, benimsenmesi gerekir.
Kültürlerarası açılımın bir hedef olarak benimsenmesi, kurumun tüm birim yöneticileri ve çalışanları tarafından bi‐linmesi ve bu hedefin onlar için bağlayıcı olması gerekmekte‐dir. Bunun bir sonucu olarak da kültürlerarası açılım o kurum‐da, planlamadan uygulamaya her alanda dikkate alınmalıdır.
31
Temel amaç, ayrımcılığın, dışlanmanın ve aynı zamanda farklı‐lıkların dezavantaja dönüşmesini önlemektir.
Kurumların bu hizmet anlayışı, AB’nin dışlamayı önle‐meye yönelik birçok düzenlemeleri yardımıyla da desteklen‐mektedir. Almanya’nın da 2000’li yılların başından itibaren karara bağlayıp uygulamaya geçirdiği federal, eyalet ve yerel yönetim düzeyinde birçok kararı bulunmaktadır. Bununla ilgili kararlarda sadece dışlamanın yasaklanması değil, üretilen her türlü mal ve hizmete eşit düzeyde erişimi sağlayacak önlemle‐rin alınması da istenmiştir.
Kültürlerarası açılım, toplumsal bir kararlılığın ifadesi ol‐duğu kadar kurumların da topyekün bir kararı ve uygulaması haline gelmesi gerekir. Kurum içerisinde belli görev alanlarının veya belli görevlerde istihdam edilen personelin konuyla ilgili eğitilmesi yeterli bir çözüm olmaktan uzaktır. Burada tüm birimleri ve personeli kapsayan örgüt ve personel geliştirme çalışmalarının eş zamanlı yürütülmesi önemlidir. Değilse bir tarafın geliştirilmiş yetenek ve donanımı diğer tarafın aynı kalan yapısı ve anlayışı içerisinde kısa sürede körelmesi kaçı‐nılmazdır. Örneğin etnik ve kültürel farklılıklardan ortaya çıkan sorunlara karşı Almanya’da 1990’lı yılların ikinci yarı‐sında geliştirilen ve uygulanan hizmetiçi eğitim programları beklenen başarıyı vermemiştir (Gaitanides, 2004:14; Curvello, 2001: 33; Dormann, 2001: 42‐44).
Bu bağlamda uzmanlar bir başka sorun alanına daha işa‐ret etmektedirler; öğrenilen bilgilerin kullanılması veya örgüte transferi, kültürlerarası yetenekler söz konusu olduğunda hiç de kolay olmadığı görülmektedir. Sadece öğrenilmesi gereken bilgiler değil, aynı zamanda bunların davranışa veya örgüte yansıtılması belli bir ön bilgiyi ve deneyimi gerektirdiğinden, bunların doğrudan ve birebir kullanılması neredeyse olanak‐
32
sızdır. Örneğin “e‐kamu” konulu bir eğitimde öğrenilen yeni‐liklerin o personel tarafından kullanılması veya kuruma adapte edilmesi şüphesiz kültürlerarası yeteneklerden farklı olacaktır. Hizmetlere erişimde kültürel farklılıklardan kaynaklanan so‐runların çok özel ve ilgili kişiye has niteliği nedeniyle, çözüm‐lerinin de benzer özellikte geliştirilmesi zorunluluğu, bu çö‐zümleri kişiye özel olduğu kadar bir proje niteliğine de dönüş‐türmektedir. Dolayısıyla uzmanlar, kültürlerarası açılım amaçlı öğrenme süreçlerinde uygulamalı ve proje odaklı eğitimlerle başarı şansının daha da yükseltilebileceğini vurgulamaktadır‐lar (Curvello, 2001: 35; MARE, 2005: 14‐16. Ayrıca kültürlerara‐sı açılımın temel taşları için metnin sonundaki Ek’e bkz.).
Kurum ve çalışanlarının kültürlerarası iletişim ve davra‐nış yeteneklerini geliştirmek kadar, kurumdaki personel yapı‐sının oluşturulmasında hizmetten yararlanan hedef kitlenin de dikkate alınması gerekmektedir. Bu konudaki hedefin, hizmet‐lerden yararlanan toplumsal grupların sosyal ve kültürel nite‐likleriyle çalışanlar arasında da aynı oranda temsil edilmesine özen gösterilmelidir. Bunun için örneğin Almanya’da çeşitli yerel yönetimlerin (örneğin Stuttgart ve Münih4 gibi) uygula‐maları yanı sıra çeşitli eyaletlerin kamu kuruluşları veya kamu kaynağı kullanan diğer kurum ve kuruluşlarda eyaletin göç‐men kökenliler oranında temsil edilmesini sağlamaya yönelik yasal düzenlemeler yapmıştır. Bunlar, 2010 yılı Aralık ayında Berlin Parlamentosu’nun5 ve Haziran 2011’de Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Parlamentosu’nun aldığı kararlardır. Her iki
4 Münih Belediyesi Gençlik Müdürlüğü’ndeki kültürlerarası açılım çalışma‐
ları için bkz.: Schroer, 2003: 48 v.d. 5 Söz konusu olan “Gesetz zur Regelung von Partizipation und Integration
in Berlin” vom 15. Dezember 2010 Yasası için bkz.: Gesetz‐ und Verordnungen, 2010: 560‐564
33
Parlamento da kabul edilen ilgili yasalarla kamu kurum ve kuruluşlarının kapılarını göçmen kökenlilere açmışlardır. He‐def, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen göçmen kökenlilerin oranını eyalette temsil edildiği orana çıkarmaktır (Turkish Forum, 2011; Ülger, 2011).
Göçmen kökenlilerin kurumda çalıştırılmaları kadar, on‐larla ilgili kararlarda, örneğin ücretlendirme, atama ve yük‐seltmeler ve verilen görevlerde de eşit davranmaya özen göste‐rilmelidir. Çünkü bu tutum, kurumun hizmet boyutunda göç‐men kökenlilere ulaşmak amacıyla yaptığı düzenlemeler ve uygulamaların hatta eşit davranma anlayışının bir uzantısı niteliğindedir. Bu bağlamda bir diğer önemli konu da, kurum içindeki görev dağılımının etnik ve kültürel kökene göre değil, yetkinlik ve yeteneklere göre yapılması gerekmektedir. Uz‐manlar, göçmen kökenli sosyal hizmet uzmanlarının “kendi” sosyal hizmet yararlanıcıları göçmenler ile çalışmaları duru‐munda daha yararlı oldukları tanısının sadece bir efsane oldu‐ğu konusunda uyarmaktadırlar (Gaitanides, 2004: 11). Örneğin Rus kökenli bir sosyal hizmet uzmanının bir Alman veya Türk kökenli sosyal hizmet uzmanından daha başarılı olacağı kanıt‐lanmış bir tanı değildir. Göçmen kökenli sosyal hizmet uzman‐ları, belki bir zamanlar hakim oldukları ana dilleri nedeniyle bir avantaja sahip olmaları söz konusuyken, bugün artık 4. ve 5. kuşakta Almanya’da yaşayan göçmen kökenli sosyal hizmet uzmanlarının kendi “hemşehrileri” ile ilgili kültürel veya etnik kökenden kaynaklanan avantajlarını yavaş yavaş kaybettikleri de bir gerçektir. Kaldı ki, Almanya’da bazı kent semtlerinde veya bölgelerde 50’nin üzerinde farklı ülkeden insan yaşamak‐ta ve bu insanlara yardımcı olmak için o ülke kökenli personel istihdam etmek, kamu kaynakları açısından olanaksızdır.
34
Sonuç
Küreselleşme, mal ve hizmet üretiminin uluslararasılaşması, hareketliliğin artması ve yeni iletişim teknolojileri, uluslar arası göçün sonuçları ile ilgili olarak ülkeleri yeni önlemlere zorla‐maktadır. Kamu işletmeciliği gibi, yeni kamu yönetimi akımları tarafından da önerilen ve yeni bir kalite kriteri anlamına gelen hedef, kamu kurum ve kuruşlarının ürettiği mal ve hizmetlere erişilebilirlikle ilgilidir. Uluslararası göç tarihinde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra göç alan Batı ülkelerinde ilk kez bu şekliyle ele alınan ve kamu kurum ve kuruluşları yanı sıra kamu kayna‐ğı kullanan tüm kuruluşların sundukları destek ve hizmetlere, dil, din, ırk ve kültürel kökenden bağımsız olarak herkesin eşit düzeyde ulaşmasını öngören tartışmalar halen devam etmekte‐dir. Kültürlerarası açılımı, onu uygulayan kurum ve kuruluşla‐rın siyasi ve sosyal bir duruşu olarak gören görüşlerle birlikte, bunu sosyal adalet ve eşitlik politikalarının da bir aracı olarak kabul eden tutumları da not etmek mümkündür. Kültürlerarası açılıma yönelik program ve uygulamalarını, göçmen kökenli insanların bulundukları ülkelerde tüm sosyal ve ekonomik alan‐lara eşit düzeyde katılmaları (participation) açısından bir güven‐ce olarak değerlendirerek, kültürlerarası açılımı bu ülkelerde on yıllardır yürütülen uyum politikaları için başarı vadeden önemli bir araç olarak önermektedirler.
Çalışmada, Almanya’ya işgücü göçünün 50. yılı vesilesiy‐le Türkiyeli göçmenlere sunulan sosyal destek ve hizmetlere erişimin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu tespit edilmiş‐tir. Öyle ki sadece Türkiyeli göçmenlerin farklı kültürel köken‐leri değil, aynı zamanda Almanya’nın 50 yıldır uygulanan ve ne özel sektörü ne de kamu kuruluşlarının uygulamalarını ilgilendiren düzenlemelerde göçmenleri dikkate almayan poli‐tikaları, özellikle Türkiyeli göçmenleri kamu yönetiminin adeta birer “sosyal vakası” haline dönüştürmüştür. Sahip olduğu pasaporta bakmaksızın, hedef kitlesini “göçmen kökenli” in‐
35
sanları da kapsayacak şekilde genişleterek dini, etnik ve kültü‐rel farklılıklardan doğan her türlü dezavantajı sonlandırmayı hedefleyen kültürlerarası açılım, Batı ülkelerinin kamu politi‐kalarında yeni bir dönemin de habercisi niteliğindedir.
Amsterdam Anlaşması ile 1990’lı yıllarının ikinci yarısın‐da göç ve uyum politikalarında yeni uygulamalar için startı veren Avrupa Birliği’nin kararları doğrultusunda AB üyesi göç ülkelerinde ırkçılık ve dışlanmayı önlemeye yönelik hummalı çalışmalar başlatılmıştır. Bu çabalarla birlikte kültürlerarası açılım ile ilgili tartışmalar halen devam etmektedir. Başlangıçta etnik ve dini farklılıklardan doğan dezavantajları ortadan kal‐dırma hedefiyle geliştirilen kültürlerarası program ve uygula‐malar, mal ve hizmetlerin sunumunda sosyal sınıf, cinsiyet ve cinsel tercih gibi her türlü dışlamayı önlemeye yönelik yeni bir kalite anlayışı olarak modern yönetim teknik ve araçları ara‐sında yerini almıştır.
Böylesine kapsamlı ve kalıcı sonuçlar hedefleyen kültürle‐rarası açılım programları, örgütlerin hem kuruluş hem de işle‐yiş yapılanmasını kapsamakta, bu niteliği ile de alan termino‐lojisinde örgüt ve personel geliştirme olarak anılan birçok uy‐gulamayı gerektirmektedir. Personelin eğitimler yoluyla “kül‐türlerarası yetenekleri”nin geliştirilmesi kadar, örgütlerin de yeni süreçleri bünyelerine adapte edecek değişime tabi tutul‐ması gerekmektedir. Değişmesi gereken bir başka alan da, sadece kurum ve kuruluşların hizmet politikaları değil, aynı zamanda ülke politikalarının da yeni hedefler ve bu hedeflere uygun kararlar alması gerekmektedir. En az çalışanlar kadar yöneticilerin de desteğine ihtiyaç duyan yönetim biliminin yeni “harikası” kültürlerarası açılım, devletin siyasetinden organlarına olduğu kadar kurum ve kuruluşlarda da yerlisin‐den yabancı yöneticisi ve personeline kadar herkesi kapsayan topyekün bir değişimi gerektirmektedir.
36
Kaynakça CLIP Network – Cities for Local Integration Policy: Gleichstellung und
Diversitaet in den Bereichen Beschaeftigung und Dienstleistungen – Kommunale Strategien für Migranten in Europa, Oxford 2008
Curvello, Tatiana Lima: “Weiterbildung plus Transfer in die Institution – Erste Erfahrungen aus dem TiK‐Projekt”, Interkulturelle Öffnung als Integrationsstrategie für die Verwaltung, Dokumentation des Fachgespraechs vom 21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 33‐35
Deutscher Caritasverband e.V.: Interkulturelle Öffnung der Dienste und Einrichtungen der verbandlichen Caritas, Eine Handreichung, Freiburg, Juni 2006
Dormann, Franz: „Typische Probleme bei Problemen interkultureller Öffnung“, Interkulturelle Öffnung als Integrationsstrategie für die Verwaltung, Dokumentation des Fachgespraechs vom 21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 41‐45
Entwicklungspolitisches Netzwerk – EPN: Interkulturelle Öffnung von Organisationen und Verbaenden – Beteiligung von Personen mit Migrationshintergrund in der politischen Arbeit, Eine Materialsammlung, Frankfurt/Main, 2009
Esen, Erol: “Vom Ausländer zum Kunden ‐ Für ein interkulturelles Leistungsprofil in der Alten‐ und Krankenpflege”, Zeitschrift für Migration und soziale Arbeit (iza), Heft 2, 2002, S. 36‐38
Esen, Erol: I. Türk‐Alman İşbirliği Forumu – Uluslar arası Sempozyum/ I. Deutsch‐Türkisches Kooperation / Internationales Symposium, Ankara 2007
Fent, Hanspeter: Die interkulturelle Öffnung von Verwaltungsdiensten – ein wirksames Mittel zur Erreichbarkeit der auslaendischen Wohnbevölkerung?, Master Thesis am Institut für Verwaltungs‐Management, Zürcher Hochschule Winterthur, 2007
Gaitanides, Stefan: “Interkulturelle Öffnung der sozialen Dienste – Visionen und Stolpersteine”, Birgit Rommelspacher (der.), Die offene Stadt. Interkulturalitaet und Pluralitaet in Verwaltungen und sozialen Diensten. Dokumentation der Fachtagung vom 23.09.2003, Alice‐Salomon‐Fachhochschule, Berlin 2004, s. 4‐18
37
Gesetz‐ und Verordnungen für Berlin, 66. Jahrgang, Nr. 32, 28 Dezember 2010
Glanzer, Edith: Neue Steuerungsmodelle in der Verwaltung als Chance zur interkulturellen Öffnung von Behörden, 2002, Yazarın yayınlanmamış Master Tezi,
http://www.tirol.gv.at/fileadmin/www.tirol.gv.at/themen/gesellschaft‐und‐soziales/integration/ downloads/Leitbild/AK3/glanzer.pdf, (15.12.2011)
Handschuck, Sabine; Schröer, Hubertus: “Interkulturelle Öffnung sozialer Dienste – Ein Strategievorschlag”, iza — Zeitschrift für Migration und soziale Arbeit, Heft
3‐4 / 2000, <http://www.tik‐iaf‐berlin.de/pages/ HauptSeiten/TextSeiten/texte2.html>, (1.10.2011)
John, Barbara: Zwischenruf zu einer gut gemeinten Diskriminierung, Tagesspiegel, 15.10.2011
John, Barbara: Interkulturelle Öffnung als eine Herausforderung für das Einwanderungsland Deutschland, , ”Interkulturelle Öffnung als Integrationsstrategie für die Verwaltung, Dokumentation des Fachgespraechs vom 21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 11‐14
Jungk, Sabine: “Interkulturelle Öffnung sozialer Dienste und Aemter – Herausforderung dür die Einwanderungsgesellschft”, Eckardt Riehl (der.): Interkulturelle Kompetenz in der Verwaltung? Kommunikationsprobleme zwischen Migranten und Behörden, Wiesbaden 2001, s. 95‐115
Körber Stiftung (Ed.): Was ist ein Deutscher? Was ist ein Türke? Alman Olmak Nedir? Türk Olmak Nedir?, Hamburg 1998
Luft, Stefan: Staat und Migration: Zur Steuerbarkeit von Zuwanderung und Integration, Frankfurt/Newyork 2009
M.A.R.E. – Migration und Arbeit Rhein‐Main Regionale Entwicklungspartnerschaft: Leitfaden Implementierung interkultureller Kompetenz im Arbeitsalltag von Verwaltungen und Organisationen, Offenbach/Main. 2005
Rossocha, Volker: “Interkulturelle Öffnung als Aspekt von Gleichbehandlungspolitik”, Friedrich Ebert Stiftung (Yay.): Interkulturelle Öffnung der Verwaltung – Zuwanderungsland Deutschland in der Praxis, Dokumentation der Fachkonferenz vom 23.‐24. Mai 2002, Berlin, S. 45‐48
38
Schröer, Hubertus: Interkulturelle Öffnung und Diversity Management: Konzepte und Handlungsstrategien zur Arbeitsmarktintegration von Migrantinnen und Migranten, Zentralstelle für die Weiterbildung im Handwerk (yay.), München 2007
Schröer, Hubertus: “Interkulturelle Öffnung des Jugendamtes”, E&C Zielgruppenkonferenz ‐ Interkulturelle Stadtteilpolitik, Dokumentation der Veranstaltung vom 8.‐9. Dezember 2003,
http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:B7qkoM7YrvIJ:www.eundc.de/pdf/63006.pdf+Hubertus+Schr%C3%B6er;+interkulturelle+%C3%B6ffnung+des+Jugendamtes&hl=tr&gl=tr (15.12.2011)
Schulte, Axel; Treichler, Andreas: Integration und Antidiskriminierung – Ein intedisziplinaere Einführung, München 2010
Statistisches Bundesamt Deutschland, Pressemitteilung Nr. 183 vom 04.05.2007,
http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pm/2007/05/PD07__183__12521,templateId=renderPrint.psml, 12.12.2011
Statistische Bundesamt: Bevölkerung und Erwerbstaetigkeit – Bevölkerung mit Migrationshintergrund: Ergebnisse des Mikrozensus 2009, Wiesbaden 2011
Turkish Forum, NRW Kamu Kapısını Göçmene Açtı, http://www.turkishnews.com/tr/content/2011/06/07/nrw‐
kamu‐kapisini‐gocmene‐acti/ (Erişim, 15.10.2011) Şahin, Birsen: Almanya’daki Türkler – Misafir İşçilikten Ulusötesi
(Transnasyonel) Bağların Oluşumuna Geçiş Süreci, Ankara 2010
Ülger, Yunus: „Sözde Kalmasın“, Sabah Avrupa, http://www.sabah.de/tr/sozde‐kalmasin.html, (Erişim: 15.10.2011) Verbund für interkulturelle Kommunikation und Bildung e.V. (yay.):
Öffentlicher Dienst, Diversity Management, interkulturelle Orientierung, Hamburg 2007
39
Ek: Kültürlerarası Açılımın on bir Temel Kavramı
Temel Terim Kişisel Düzey Uzmanlık Düzeyi Kurumsal Düzey Aidiyet ve Eşitlik
Cinsiyet, din vb. nedenlerle ayrım yapmam ve kimseyi dışlamam
Ben tüm yararlanıcılar için varım ve onların kendi isteklerini istedikleri şekilde gerçekleştirmelerinden yanayım
Kurumumuz tüm yararlanıcıların hizmetlerimize eşit şekilde ulaşmalarını sağlamaktadır. Bunun için personel ve yapısal koşulları oluşturmak zorundayız.
Heterojenliği bir gerçeklik olarak görmek
Yaşam tarzlarındaki çeşitliliği toplumsal bir gerçeklik olarak kabul ederim.
Çeşni yaşam tarzlarının yöntem ve dil çeşniliği gerektirdiğinin bilincindeyim ve bu yeterlikleri geliştirmeye devam ediyorum. Uzmanlığımızın yapısal sınırlarını kabul ediyoruz ve bunu mesleki bir sorun olarak kurum ve siyasetten sorumlulara aktarıyoruz.
Kurumumuz farklı yaşam tarzlarına açıktır ve heterojen bir hizmet anlayışını ön plana çıkarmaktadır. Eğitim birimlerimizden, kültürlerarası öğrenmenin meslek eğitiminin tüm alanlara yayılan bir konuya ve kültürlerarası yeterliği temel beceriye dönüştürmelerini istiyoruz.
Bireyselliği desteklemek
Her yararlanıcıyı kendi bireyselliği içinde görürüm ve kültürel, dini ve milli nitelendirmelerden kaçınırım.
Bireyselliği destekliyor ve her bir kişiye özel yöntemlerle dayanışmayı tasvip ediyorum.
Kurumumuz değer veren tarzını, diyaloğa açıklığı ve kendi yöntemlerini açıkça anlatarak göstermektedir.
40
Değer verdiğini göstermek
Herkesi kendini olumlu algılamayı geliştirmesini desteklerim.
Kurumumuzda olumlu deneyimler ve bireysel ve diğer modellerle özdeşleştirme olanakları yardımıyla kimlik oluşturmayı desteklerim
Kurumumuzdaki ortam olumlu niteliktedir; yararlanıcıların kendini özdeşleştirebileceği personel mevcuttur.
Kimlik destekleme
Herkesi kendini olumlu algılamayı geliştirmesini desteklerim.
Kurumumuzda olumlu deneyimler ve bireysel ve diğer modellerle özdeşleştirme olanakları yardımıyla kimlik oluşturmayı desteklerim
Kurumumuzdaki ortam olumlu niteliktedir; yararlanıcıların kendini özdeşleştirebileceği personel mevcuttur.
Temsile izin vermek
Herkese, kabul gördüğünü anlamasını sağlayacak şekilde davranırım.
Tüm yararlanıcıların kitaplarda, resimlerde, şarkılarda ve oyunlarda kendilerini görmelerini desteklerim.
Kurumumuz multiprofesyonel bir ekiple çalışmaktadır; kurumumuzun donanımı çeşitli hayat tarzlarındaki çeşniliği göstermektedir.
Bakış açısını değiştirmek
Yararlanıcıların bakış açısını üstlenir “birkaç gün onların ayakkabıları içine girerim”.
Değişen bakış açısıyla faaliyet programımdaki önceliklerimi gözden geçiririm.
Kurumumuz, sunduğu hizmetlerin hedef kitlenin ihtiyaçlarına cevap verip vermediğini değerlendirir; “git‐yapılanması” bazen “gel‐yapılanmasından” daha uygundur
Ortak yanları keşfetmek – farklılıkları tanımak
Farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmadan
İki çocuğun aynı sorunla karşı karşıya olduğunu görüyorum,
Kurumumuz Yararlanıcıları mümkün olduğu kadar birlikte,
41
yararlanıcılarımın ortak sorunlarını, ilgilerini, yeterliklerini vb. dikkate alırım.
örneğin okuma ve doğru yazma zayıflığı nedeniyle desteğe ihtiyaçları olduğunu biliyorum, ancak bu desteğin kişiye özel olması gerektiği, çünkü sorunun farklı nedenlerden kaynaklandığının bilincindeyim.
ihtiyaç olduğu kadar ayrı desteklemektedir.
Çok dilliliğe değer vermek
Her dil aynı değere sahiptir – onu kendim anlamasam da veya konuşmasam da.
Çok dillilik bir fırsattır, eksiklik değil. Çocukların ve gençlerin kendi dillerini olumlu algılamalarını sağlayacak yöntem ve araçlar kullanırım.
Kurumumuz Almanca dilinin öğrenilmesini desteklemektedir ve aynı zamanda çok dilliliğini onların anadili veya babadilini konuşan personel yardımıyla desteklemektedir.
Katılımı mümkün kılmak
Çocukların, gençlerin ve ebeveynlerin katılımını ister ve desteklerim.
Bunu destekleyen yöntemleri seçerim (yöntemde çeşitlilik, sözlü olmayan araçlar).
Kurumumuz, Katılımcıların tüm yetilerini kullanmaya ve bunları desteklemeye yönelik katılım modelleri yaratır.
Açık/anlaşılır olmak
Seni neden öyle gördüğüm gibi algıladığımı, açıkça anlatırım.
Senin için o veya bu yöntemin daha uygun olduğunu açıkça anlatırım.
Kurumumuz, hangi olanaklara sahip ve hangi sınırları olduğunu açıkça anlatır.
Kaynak: Kriechhammer‐Yağmur, Sabine: Es geht um Halungen, nicht um Methoden: Ergebnisse des Projektes “Interkulturelle Öffnung der Kinder‐ und Jugendhilfe”, Frankfurt/M, Paritaetische Verlagsgesellschaft mbH, 2002, s. 43‐45, aktaran: Deutscher Caritasverband, 2006: 99‐101
43
Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişimin Sağlık Hizmetlerinin
Sunumuna Etkileri Ayla BAYIK TEMEL
Giriş
Dünyada küreselleşmenin siyasi, ekonomik, sosyal etkileri ile göç, sığınmacılık, doğal kıranlar, işsizlik ve daha iyi yaşam fırsatları yakalama gibi nedenlerle hızlı bir coğrafi hareketlilik söz konusudur. Bu durumda farklı kültürleri olan insanların bir arada yaşadıkları toplumlarda kültürel farklılıkların etkile‐ri, sağlık hizmetlerinde de yansıma bulmaktadır. Sağlık bakımı alanların ve sağlık personelinin kültürel farklılıkları, dil çeşitli‐liği, kullandıkları sözel/sözel olmayan iletişim yolları, sağlığı, sağlıklı olmak için sorumluluklarını, hastalığı algılamaları ve hastalıkların tedavisinde seçimleri sağlık hizmetlerinde bakımı etkileyebilmektedir. Bu makalede sağlık ve kültür ilişkisinde kültürün sağlık davranışlarını, sağlık hizmetlerini nasıl etkile‐diği, sağlık kuruluşlarında kültürel yeterli bakım ve önemi, yararları, kültürel yeterli bakımda engeller ve sağlık persone‐linde kültürel yeterliliğinin gelişiminde aşamalar açıklanmıştır. Kültürlerarası bakımda “kültürel yeterli” iletişimin önemi, yararları ve kültürlerarası bakımda iletişim yeterliliği açısından
44
sağlık personelinin sahip olması gereken beceriler vurgulan‐mış, sağlık kurumlarında kültürel yeterli bakım ve iletişimin geliştirilmesi için yapılacaklara yönelik öneriler verilmiştir.
Sağlık ve Kültür İlişkisi
İnsanın gereksinimi olan inanç, sanat, moral, yasalar, gelenekler, alışkanlıklar ve becerileri içeren kültür, evrenseldir, farkında olmadan edinilir, her kültür farklıdır, durağandır, dinamiktir, çeşitlidir, görecelidir (Clark, 2003). Kültürün bir parçası olarak düşünceler, iletişim, adet, gelenekler, inançlar insan davranışla‐rının bir bütünüdür (Brach ve Fraser, 2002). Bir yaşam biçimi olan kültür, sağlığı doğrudan olmayan yollarla olumlu/olumsuz etkiler. Aile yapısı, roller, eğitim, iletişim türü, zamana uyma, sosyoekonomik düzey, cinsiyete dayalı roller, evlilik örüntüleri, çocuk yetiştirme, ölüm, nüfus politikaları, beden imgesi, bes‐lenme, giyim, meslekler din, dil, ideolojiler, yardım alma, cinsel davranışlar gibi sağlıkla ilgili kültürel faktörler kültür bütünü içinde toplumdan topluma değişir (Dayer ve Berenson, 2011; Bolsoy ve Sevil, 2006; Taşçı, 2009). Bireyin kültürü, erken tanının önemini algılamayı, sağlık bilgisini, sağlık inanç ve uygulamala‐rını, sağlığı algılamayı, sağlık davranışlarını, hastalığı kabullen‐meyi, sağlık hizmetlerinden yararlanmayı, sağlık personeli ile iletişim kurmayı, sağlık profesyonellerinin rollerine ilişkin gö‐rüşleri, beklentileri, sağlık bakımında önerilenleri, tedaviyi ka‐bullenmeyi etkiler (Clark, 2003).
Kültür, sağlık davranışlarında bir risk faktörüdür. Kötü sağlık sonucu, davranışlara bağlı olduğu için grubun kültürü‐ne bağlanır. Bir seçim olarak düşünülmez, sonuçta kültür suç‐lanır, oysa etnik özellik doğuştan bir özelliktir, değiştirilemez. Sağlık‐kültür ilişkisinde farklı yaklaşımlar bulunmaktadır (Bat‐laş, 2000). Örneğin Absolutizm yaklaşımında, hastalık ve sağlık
45
kültürle ilişkilendirilmez, Relativizm yaklaşımında değişimlerin kökeni kültürdür, Üniversalizm yaklaşımına göre ise, tüm insan özellikleri evrensel boyutta ortaktır, kültürel değişkenler bun‐ları yönlendirir (Gallagher, 2006). Her toplumda sağlık ve has‐talık kavramlarına bakış farklıdır. Örneğin tıpkı erkek çocukla‐rın ergenlik dönemi öncesinde sünnet edilmesi gibi, bazı müslüman ülkelerde kız çocukların da sünnet edilmesi olmaz‐sa olmaz geleneksel bir adet iken, bu uygulama Batı toplumla‐rında, kız çocuklarının sağlığını, yaşamını olumsuz etkileyen önemli zararlı bir uygulama ve kadına yönelik kastrasyon ola‐rak değerlendirilir. Bazı toplumlarda kadının şişman olması bir güzellik ölçütü iken, batı tıbbında bir hastalıktır. Lohusalık Hummasından (puerperal sepsis) korunmak için, al karısını korkutmak üzere bebeği ve anneyi yalnız bırakmamak, iğne değiştirmek, kırmızı kurdele bağlamak, çocuk okusun diye göbeğini camiye, okula gömmek, bebek bakımında bebeğin altına toprak sermek, çocuk yaşasın diye adını Yaşar koymak, hastalıklardan nazardan korunmak için tütsüleme, kurşun döktürme, hocaya yatıra götürme gibi geleneksel uygulamalar diğer pek çok toplumda ve ülkemizde de yaygındır (Bayık ve Bahar, 1981; Öncel, 2009). Ülkemizde halk dilinde yöresel ağız‐da sağlık deyişleri kültürden kültüre, bölgeden bölgeye değişir. Örneğin bazı bölgelerde doğum yapmış annenin memesinden gelen ilk süt (kolostrum) ağız olarak isimlendirilir, gebe kadına, aylı, yüklü denir, bedende göğüs bölgesine bazı yörelerde böğür, çok yaşlılara çökek denir. İshal, hastalığı buruntu, sürgün olarak adlandırılır, yıkanmak ve banyo yapmaya çimdirmek, çimçim denir (Öztek, 1992). Sağlık hizmetlerinin sunumunda sağlık personelinin halkın dilini tanıması, halkla bütünleşmiş kültü‐rünü yansıtan sağlık davranışlarının neler olduğunu, nedenini bilmesi hizmet kalitesi açısından önemlidir.
46
Kültür, hastanın yaşam kalitesini etkiler. Hastanın kendi bakımı için kararları, otonomisi, hastalığı ile başetmek için des‐tek gereksinimi, hasta birey olarak rol beklentileri, hastalığa ilişkin inançları ve hasta sağlık personeli ilişkileri kültürden kültüre farklılıklar gösterir. Örneğin bazı toplumlarda kanser gibi ölümcül hastalıkların tanısı, gidişatı, riskleri hastaya söy‐lenmez gizlenir, ölümün tartışılması konuşulması tabudur. Bazı ülkelerde ise ölümcül hastalığı hastaya açıkça söylenir, hasta kendini ölüme hazırlar. Farklı kültürlerde yaşam biçimi ve te‐daviye uyum değişir. Hasta ya da yakınları sağlık personelinin yürüttüğü modern tıp uygulamaları yanısıra alternatif tıp ya da geleneksel uygulamalara da başvurur (Surbone vd, 2011).
Sağlık, Kültür ve Sağlık Hizmeti İlişkisi
Sağlık bir haktır. İnsanlar sahip oldukları dil, din, ırk, cinsiyet, gelir, servet, prestij ve statü gibi öğelere bakılmaksızın eşitlik, adalet ve haklar bağlamında sağlık hizmetlerinden faydalan‐malıdır. İnsanların tüm dünyada hak ettikleri biçimde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için, sağlık hizmetlerinin sunulduğu sağlık ocakları, aile sağlığı merkezleri gibi birinci basamak sağlık kuruluşlarında ve ikinci basamak sağlık kuru‐luşları olan hastanelerde aşağıdaki niteliklerin olması beklen‐mektedir. Sağlık hizmetleri;
• Toplumun gereksinimlerine, beklentilerine uygun ve sorunlarının çözümüne yönelik olmalı,
• Hizmet sunanlarla hizmet alanların arasındaki ilişkiler nitelikli olmalı
• Sunulan hizmetler, hizmeti alanlar tarafından kabul edilir olmalı,
• Toplum sağlığına ve yaşam kalitesine katkı sağlamalı. • Ödenebilir olmalı,
47
• Uyarlanabilir ve yararlı olmalı, • Sürekli verilmeli, • Elde edilebilir olmalı, • Hizmeti alanlar hizmeti tanımalı ve hizmet kurumları
mesafe açısından ulaşılabilir olmalı, • Kurum hizmet alanları kabullenmeli, • Hizmetler, bakım alanların beklentileri doğrultusunda
alternatif seçimlerin uygulanabilmesi açısından olanak‐lar sağlamalıdır.
Kıdak ve Aksaraylı (2008), sağlık hizmetinin kalitesini be‐lirleyen öğeler arasında hizmetin sunulduğu ortam, görünüm, hizmetin zamanlaması, hizmeti sunanların konularında uzman olması, hizmetin süreklilik arz etmesi, güvenilir, doğru ve es‐nek olması gibi özellikleri belirtmiştir. Sağlık hizmet kalitesinin belirlenmesinde ve algılanmasında bu özelliklerin yanı sıra, hastaların bekleme süreleri, çalışanların nezaketi ve tutarlılığı, sunulan hizmetin bir kerede ve doğru olarak yapılması, bek‐lenmedik bir durumda çalışanların gerekli çözümleri bulması ve yanıt vermesi ile hizmetin zamanında ve eksiksiz olarak yerine getirilmesi gibi unsurların da önemli rol oynadığını belirtmiştir. Hizmet kalitesinin, hizmet sunanın tavır ve davra‐nışlarından etkilendiği de önemle vurgulanmıştır.
Yoksulluk, kültür ve kültürel değişim, yaşam biçimi dav‐ranışları, beslenme, sağlık hizmetlerinin elde edilebilirliği, eğitim düzeyi, ayırımcılık, sosyal güvence, sağlık hizmetlerinin niteliği gibi özellikler sağlıkta eşitsizliklerde etkili faktörlerdir. Sağlıkta eşitsizliklerin önlenmesi için sağlık hizmetlerinde etik ilkelere uyulmalı, hizmetler gereksinimi olan grupları kapsa‐malı, bakımı etkileyen kültürel kavramlar göz önüne alınmalı, bakım alanlar yaşamlarını kontrol edebilmelidir.
48
Dünyada küreselleşme ile hızlı bir coğrafi hareketlilik so‐nucunda farklı kültürlerden oluşan toplumlar oluşmuş, ırklar, etnisite, azınlık‐çoğunluk, mikromilliyetçilik gibi kavramlar da ortaya çıkmıştır (Kongar, 1997). Sonuçta küreselleşme çok kül‐türlü görünen dünyayı tek dünyaya dönüştürmekte, tüm top‐lumlarda kültürel farklılıkların etkileri sağlık hizmetlerinde de eşitsizliklerle yansıma bulmaktadır.
Sağlık hizmetlerinde bakım, hizmet alanların ve verenle‐rin kültürel farklılıklarından, dil çeşitliliğinden, kullandıkları sözel/sözel olmayan iletişim yollarından, bireylerin sağlığı, hastalığı ve sağlık personelinin rollerini, sorumluluklarını algı‐lamalarından etkilenmektedir. Sosyal farklılıklar ve bu farklı‐lıkların hoş görüyle karşılanmaması, bakım harcamalarında artış, yoksulların sağlık hizmetlerinden daha az yararlanması, cinsiyet ayırımcılığı, cinsiyet rollerinde değişiklikler, eşitsizlik‐ler, kültürel çatışmalar ve ırkçılık toplum açısından kültürel bakımın önemini ortaya koymaktadır.
Öte yandan sağlık personelinin bakım verdiği bireylerin kültürünü bilmemesi, kendi kültürünün farklı olması, karma‐şık teknoloji kullanımı, bakım alanlarda korku, direnç, sağlık personelinin yaşadığı hayal kırıklığı, toplumda hak bilincinin artması gibi durumlar da sağlık personelinin kültürel yeterli bakımı vermesini gerekli kılmaktadır. Hastalar, sağlık kurulu‐şuna kendi kültürünün inançları, uygulamaları ile gelirler. Hastalık nedenleri, semptomları ve tedavi ile ilgili beklentileri farklıdır. Bazı kültürlerde sağlık personeline soru sormak nor‐mal kabul edilmez, uygun bir davranış değildir. Bu durumda sağlık durumlarını anlayamayacaklar, önerilen tedavileri uygu‐layamayacaklar, tıbbi hatalar da ortaya çıkabilecektir (Taylor ve Lurie, 2004).
49
Gerek bakım alanlar gerekse bakım veren sağlık personeli arasında giderek artan kültürel çeşitlilik, bakımda niteliği etki‐lemektedir (Surbone vd, Baile, 2011). Ayaz ve Bilgili (2009)’nin yürütmüş oldukları araştırmada da, bakım verenler ve bakım alanlar açısından en zor karşılanan gereksinimlerin kültür fark‐lılıklarından kaynaklanan gereksinimler olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada hemşireler, bakımda hastaları ile ilgili dil farklılı‐ğı (%76), dilde ağız farklılığı (%4.6), mahremiyet (%40.4) gibi sorunlar yaşadıklarını belirtmişlerdir. Ertem (2010), hastaların hastane hizmetleri ile uyum sorununda neden olan faktörler arasında eğitimsizlik, iletişim ve dil sorunun, sosyal ve kültürel faktörleri, hastane hizmetlerinin yetersizliğini, hastane dışında ulaşım, haberleşme, danışmanlık hizmetleri, karmaşık yapı gibi özellikleri belirtmiştir. Arda ve arkadaşları (2007), bir üniversi‐te hastanesinde hemşirelerin hasta ve yakınları ile iletişim kurmaları ile ilgili görüşlerini inceledikleri araştırmalarında; hemşirelerin %58’i hastaların eğitim düzeyi düşük olduğu için hemşireleri anlamadıklarını, %5.8’i hastaların yoksul oldukları için hemşirelerin onları küçümsediklerini düşündüklerini be‐lirlemişlerdir. Bu çalışmada hemşirelerin %42’si kültür farklılığı olduğu için iletişim kurmada zorlandığını, %26.8’i hastalar sormadıkları için anlatmadığını, %6.7’si iletişim kurmayı bece‐remediğini bildirmişlerdir. Ertem ve arkadaşlarının (2000), bir üniversite hastanesinde hastalarda hasta memnuniyetini de‐ğerlendirmek üzere yürüttükleri bir diğer çalışmada da, yatış ve çıkış işlemlerinin karmaşıklığı, hekimlerin ilgisizliği, empati yapamaması, hemşirelerin ters davranışları, mahremiyete saygı gösterilmemesi gibi iletişim ve kültürel yetersiz yaklaşımlar hastalar tarafından dile getirilmiştir. Bu sonuçlar sağlık kuru‐luşlarında kültürel farklılıklar ve iletişim sorunlarının yaşandı‐ğını göstermektedir. Bu durumda çok kültürlü dünyada sağlık
50
personelinin kültürel açıdan yeterli olmasının bir gereklilik ve istenen bir öncelik olduğu açıkça görülmektedir.
Kültürel Yeterli Bakım ve Yararları
Nitelikli bakım kültürel farklılıkları dikkate almayı gerektirir (Brach ve Fraser, 2002). Kültürel yeterli bakım sağlık persone‐linin farklı kültürden bireylerin tutumlarını, değerlerini, sözel ifadelerini, beden dilini anlamak ve uygun doğru bakım ver‐mektir (Goldsmith, 2000). Kültürel yeterli bakım, sağlık hiz‐metlerini kültürlerarası durumlara göre etkili sunabilmedir. Kültürel yeterli bakımda saygı, farkındalık, dünya görüşünde farklılıkları kabullenme, insanlar hakkında varsayımda bu‐lunmama temeldir. Kültürel yeterlilik edinilen bir dizi tutum, beceri ve bilgidir (Surbone vd, 2011). Kültürel yeterli bakım, hasta ve sağlık personeli arasında etkili iletişimin kurulması, kültürel ve dil engellerinin aşılması ve ulaşılabilir karşılanabilir bir sağlık hizmeti sunulmasıdır (Andrews, 2007).
Sağlık hizmetlerinde kültürel yeterli bakım verilecek olur‐sa hastadan doğru veriler toplanacak, tanı hataları önlenecek, taramalarda fırsatlar kaçmayacak, hastalar ilaç önerilerine ve izlemlere daha çok uyacaklar, özbakımları güçlenecek ve ge‐reksinimleri karşılanacaktır. Sağlık bakımı ve sağlık personeli açısından mesleki hatalar azalacak, eşitsizlikler önlenecek, etkili, güvenilir, maliyet etkili, nitelikli hizmet sunulabilecek, kurum akredite olabilecek ve sağlık kurumunun kullanma hızı artacaktır. Kültürel yeterli bakım verilen kurumlarda duyarlı iletişimle, tedavi amaçlarına ulaşmada hasta merkezli bakım gelişir (Surbone vd, 2011; Brach ve Fraser, 2002). Kültürel ye‐terli bakım alanların ve sağlık bakımı veren personelin iyi ileti‐şimi, hasta doyumunu, tedaviye uyumunu, ırksal ve etnik ayrı‐lıkları azaltır.
51
Kültürel yeterli olmayan sağlık hizmeti verilen bir ku‐rumda ise; bakım yeterince etik olmayacak, gereksinimlere, toplumun sağlık problemlerinin çözümüne hizmet edilemeye‐cek, kültür anlaşılmaz ve zayıf biçimde kavramlaştırılacağı için, stereotipler (klişeleşme) ortaya çıkacaktır. Bu uygulamalar farkında olmadan yanlış tanı ve uygulamalara götürecek ve bu durum aşırı kaynak kullanımına da yol açacaktır (Papadopoulos ve Leeds, 2002; Rose, 2011).
Sağlık Personelinde Kültürel Yeterlilik Nasıl Gelişir?
Sağlık personelinde kültürel yeterlilik bir günde gelişmez, kül‐türel yeterlilik devam eden bir öğrenme sürecidir. Kültürel yeterliliğe ulaşma süreci, kültürel bozukluktan, kültürel yeterliliğe doğru gelişen uzun bir süreçtir. Kültürel bozukluğu olan bir sağlık personeli, belli bir kültür grubuna zarar verecek uygu‐lamalar yapabilir. Sağlık personelinin farklı kültürden bireylere etkili kültürlerarası bakım vermemesi, bazı kültürlerin değer‐siz olduğu mesajını vermesi kültürel kapasite eksikliğini gösterir. Her kültürü benzer görmesi kültürel körlüktür. Sağlık personeli kültürel yeterlilik öncesi aşamada ise, gelişimin gereğinin farkın‐dadır ve gelişim için istek duyar. Kültürel yeterliliği gelişmiş personel ise eyleme geçer, kültürlerarası politika ve süreçleri uygular, tanılamada kültürel hataları en aza indirger (Dayer ve Berenson, 2011; Hood, 2010). Kültürel yeterli sağlık personeli, kültürel engelleri tanır ve uygun girişimleri seçer, kendi kültü‐rel ikilemlerinin farkındadır, kültürlerarası değer ve inanç fark‐lılıklarını tanır, kabullenir, kültürel duyarlıdır, değerlendirme‐lerinde dürüsttür, hasta ile işbirliği yapar, etkili iletişimde bu‐lunur (Dayer ve Berenson, 2011). Kendi kültürünün ve başkala‐rının kültürünün farkındadır, kültürel bilgisi vardır, kültürel
52
becerisi vardır, kültürel bakımı savunur, hoş görülüdür, açık ve esnektir. (Hood, 2010;Jeffreys, 2000; Jacopson vd, 2005).
Kültürel yeterlilik, kültürel dünyayı görebilmeyi, bakım konusu ile ilgili doğru, geçerli, yararlı, anlamlı bilgiyi, değerle‐ri etik ve yoğun emik yaklaşımla bulmayı sağlar. Emik yaklaşım, kültür bütünü içinde toplumsal olayların, davranışların, o kül‐türün üyelerinin penceresinden kültürel bakışı ile kendi anlam ilişki ve nedensellik sistemi yönünden incelenmesidir. Etik yaklaşım ise, kültür bütünü içinde toplumsal olayların, davra‐nışların, kültürün dışındaki insanların, gözlemcinin seçeceği daha genel bir anlam, ilişki ve nedensellik düzeni açısından anlaması, anlatması yaklaşımıdır (Güvenç, 1979; Tripp ve Reimer, 1984).
Sağlık bakımında kültürel yeterli yaklaşım söz konusu ise sağlık personelinde dört temel öge gelişmiş olmalıdır; (Papadopoulos ve Lees, 2002; Rose, 2011)
1‐Kültürel farkındalık 2‐Kültürel bilgi ve beceri 3‐Kültürel duyarlılık 4‐Kültürel yeterlilik Kültürel farkındalık, inançlarını, ön yargılarını gözden geçi‐
rerek sağlık personelinin kendi bireysel değerlerini, sosyal olarak nasıl yapılandığını incelemesi, bu değerlerin verdiği bakımı etkilediğini bilmesidir. Kültürel bilgi, antropoloji, sosyo‐loji, psikoloji konularında sağlık personelinin bilgili olması farklı kültürlerden bireylerle ilişkide olması, farklılıkları eşit‐sizlikleri anlaması, farklı sağlık sorunlarını ve davranışlarını kültüre bağlamasıdır. Kültürleri tanıma, kültürel öykü alma, tanılama, fizik muayene yapma gibi uygulamalarla kültürel bilgi gelişir. Kültürel duyarlılık, sağlık personelinin insani yakla‐şımla, güven verici bir ortamda bakım alan bireylere uygun
53
doğru seçimleri sunması, onlarla güçlü ilişkiler kurması, uz‐laşması, haklarının savunuculuğunu üstlenmesi ve yaptığı işleri benimsemesidir. Kültürel yeterlilik, kazanılmış farkındalık, bilgi ve duyarlılığı yansıtarak, uygun bakımı verme, güven, empati, özel iletişim becerileri uygulama, farklı kültürlerle ilgilenme ve iletişim kurma, kabul, saygı gösterme ve istekle kültürel uygulamaları gerçekleştirmedir (Hood, 2010; Papadopoulos ve Lees, 2002).
Kültürel Yeterli Bakımda Engeller
Sağlık personelinin bakım verdiği bireyleri, “yabancılar, göç‐menler, köylüler” gibi sınıflandırarak bir kültürün diğerlerin‐den üstün olduğunu yansıtan etnosentrik görüşe sahip olması ve yine “bizler, onlar” gibi gruplandırarak kültürel farklılığa karşı savunma içinde olması, kültürel yeterli bakım vermesinde en‐geldir. Bunun yanı sıra kendi kültürünün evrensel olduğuna inanarak kültürel farklılığı küçümsemesi, kültüre özgü farklılıkla‐rı tanıyamayarak kültür körlüğü içinde kalması da kendisinde kültürel yeterliliğin gelişmesinde engeller yaratacaktır. Kültürel şok, kültürel çatışma, stereotip, ayrımcılık, ırkçılık, yabancılara kar‐şı duyulan anlamsız korku (Ksenofobi) önemli diğer engellerdir. Sağlık personelinin belli bir kültür grubuna yönelik ön yargıları peşin hüküm ve ön bilgi olmaksızın karara varma olması ne‐deniyle, değer çatışmaları yaratır, ayırımcılık geliştirir ve sağlık personelini olumsuz profesyonel davranışlara götürür (Kıdak ve Aksaraylı, 2008; Rose, 2011). Hastanın ve sağlık personelinin kültürlerinin farklı olması ya da hastanın, hekim ya da hemşi‐renin cinsiyetini, yaşını, ses tonunu, ırka bağlı fiziksel özellikle‐rini, davranışlarını kültürüne uygun bulmaması durumunda hasta ile sağlık personeli arasındaki iletişim etkilenebilir. Bu
54
nedenle kültürel yeterli bakımda, sağlık personeli kültürel yeterli iletişim becerilerine de sahip olmalıdır.
Kültürlerarası Bakımda İletişim Yeterliliği
İletişim bilgi, duygu, düşünce ve fikirlerin sözel ve sözel olma‐yan yollarla iletilmesi ve alınmasını kapsayan interaktif bir süreçtir. İletişimin temel amacı başkalarında davranış, tutum geliştirmek ve değiştirmektir. Sağlık personeli sağlık bakım hizmetlerinin sunulduğu tüm kurumlarda gerek kurum perso‐neli gerekse bakım alanlarla farklı yollarla iletişim kurar; se‐lamlaşır (sözlü, sözsüz iletişim), telefonla haberleşir (uzaktan iletişim), bakım alanlara eğtim amaçlı posterler, eğitim mater‐yalleri verir (görsel iletişim), hastalarla yüzyüze görüşür, ba‐kım, eğitim, danışmanlık verir (yüzyüze iletişim), muayene eder, psikolojik destek verir (dokunma ile iletişim). Kurum sağlık sistemi, hastalar ve bakım veren sağlık personelinin etkili iletişimini ve işbirliğini gerektirir. Sağlık personeli ve hasta arasında iletişim, tanı ve tedavide yararlar sağlamada ve bakımla ilgili iyi sonuçlar almada tıbbı bakımın temelini oluş‐turur. Sağlık personelinin etkili iletişimi, doğru bilgi alışverişi‐ne, iyi ilişkiler kurmaya ve bireyin gereksinimlerini, sorunlarını anlamaya fırsat verir (Bayık, 1998). Sağlık çalışanları, hasta ya da yakınları ile iletişim kurarak hastanın sorunları, gereksinim‐leri, ilgi alanları hakkında bilgi toplamalı, bilgi aktararak öneri‐ler vermelidir. Hasta ve sağlık personeli arasında iletişimin niteliği ile hasta doyumu, hastanın tedaviye uyumu ve olumlu sağlık sonuçları arasında doğrudan ilişki vardır1.
İletişimde dilin etkili kullanılmaması durumunda sağlık personeli ve hasta arasında ilişkiler ciddi biçimde bozulabilir.
1 <www.cvahec.org>
55
Sağlık kurumlarında tüm iletişim biçimlerinde etkili olabilme, çift yönlü iletişimi ve kültürel yeterli çabayı, düşünmeyi, isteği, ilgiyi, etkili konuşabilme ve dinleme, kültürlerarası yeterli iletişim becerilerine sahip olmayı gerekli kılar (Bayık, 1998). Etkili iletişim, iletişim sürecinde mesajları tüm katılımcıların kavraması ve anlamasıdır. Etkili iletişim, güven, empati ve iletişimden doyum alma gibi duyguları da belirler, geride ifade edilmemiş düşünceler ve sorular bırakmaz ( Lee, 2003).
Kültürlerarası iletişim, farklı kültürü olan hastalarla farklı kültürü olan sağlık bakım personeli arasında kültürel açıdan birbirlerinin kültürlerini anlamaya dayalı iletişim sürecidir. Kültürlerarası iletişim, iletişimde hataları ve çatışmaları en aza indirgeyerek, karşılıklı saygıyı sağlayan duyarlı bigi alışverişi‐dir (Ritter ve Hoffman, 2010). Kültürlerarası iletişim kültürlera‐rası yeterli bakımın temelidir. Sağlık personelinin kültürlerarası iletişim yeterliliği ise, başka kültürden ve farklı dili konuşan insanlarla, onların dillerinde etkili ve uygun bir biçimde ileti‐şim kurma becerisidir.
Kültürlerarası Bakımda İletişim Yeterliliği Açısından Sağlık Personelinin Sahip Olması Gereken Beceriler
Sağlık çalışanları, farklı kültürden/farklı dili konuşan bireylere bakım verirken iletişimini güçlendirmek için, kültürel yeterli iletişim becerilerine sahip olmalı, kültürle ilgili temel konuları bilmeli, kültürel farkındalığı olmalı ve bu becerilerini farklı kültürden bakım alanlara uyarlayabilmelidir. Empatik yakla‐şımla işbirliği içinde bakım alanlara saygı göstermeli, hastanın adını bilmeli, görüşmeler sırasında saygılı biçimde yeri geldik‐çe olabildiğince sık kullanmalıdır. İlk tanışmada “günaydın Ahmet bey, ben hemşire Ayla gibi” kendi adından önce hasta‐nın adını kullanmalıdır. Bu yaklaşım, hastaya sağlık persone‐
56
linin kendisinin kim olduğunu bildiğini ve önemsediğini dü‐şündürür. Batı toplumlarında soyadı ile hitap etme yaygındır, ülkemizde ise hastanın ön adı ile hitap yaygındır. Hasta için “onun tansiyonunu ölçtünüz mü?”, “sen nasılsın”, “hey, sen” gibi söylemler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü hasta sade‐ce bir grup hastadan bir tanesi olduğunu, özel biri olmadığını düşünecektir. (Andrews, 2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995).
Sağlık personeli hastanın sözünü kesmemeli, onun ko‐nuşmasına fırsat vermek için gerektiğinde sessiz kalmalı, dakik olmalı, hastaya yeterli zaman ayırmalı, hastayı acele ettirme‐meli, aktif dinlemeli, yavaş konuşmalı, basit, tıbbi olmayan sözcükler kullanmalı, sorularını yanıtlamalı, açıklamalar yap‐malı, hasta ile ilgilendiğini vücut duruşu ile hissettirmelidir. Örneğin hasta bir şey sorarken ya da konuşurken hastaya odaklanılmalı, hasta dosyası okunmamalı ya da notlar alın‐mamalıdır (Andrews, 2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995). Hastaya “merhaba” derken gülüm‐semeli, hastanın kültürüne uygunsa tokalaşmak üzere elini uzatmalıdır. Bazı kültürlerde insanlar tokalaşmaktan rahatsız olabilirler. Bu nedenle hastaya dokunma konusunda dikkatli olunmalı, sınırlı tutulmalı, hasta ile temas etmek gerektiğinde örneğin muayene sırasında odada ekip üyelerinden ve aile bireylerinden birinin bulunması tercih edilmelidir. Fiziksel mesafenin korunmasında da dikkatli ve saygılı olunmalıdır. Hasta ile göz teması kurulmalı, ancak bu uzun süreli olmama‐lıdır. İlgili kültür grubunda iletişim mesafesinin ve dokunma‐nın ne anlama geldiği, zaman algısı, zamana uyumun önemi, dini uygulamalar, yiyecek tercihleri, roller, hasta rolleri, gele‐neksel inanç ve uygulamalar, akrabalık bağlarının ne anlama geldiği kavranmalıdır (Jeffreys, 2000). Eğitim düzeyi düşük
57
olan bireyler için resimli, görsel eğitim materyalleri kullanmalı, yeterli ancak yoğun olmayacak derecede bilgi vermeli, verilen açıklamalar tekrarlanmalıdır. Yap‐göster‐yaptır‐tekrarlat‐alıştır ilkesi ile bakımla ilgili beceriler öğretilmelidir. Bireyin elleri, gözleri, tavırları gözlenmeli, ses tonu değerlendirilmelidir. Bunlar açıklamaları anlayıp anlamadığı konusunda ipucu ve‐recektir. (Andrews, 2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995).
Güçlü bir iletişim için kabul ve saygıyı içeren bir ortam oluşturulmalıdır. Kültürlerarası bakımda iletişimsel yeterlilik‐te; insanlık, sabır, açıklık, ilgi, merak, empati, belirsizlik karşısında hoşgörü, yargılamama en önemli bileşenlerdir. Sağlık çalışanı, bireyi olduğu gibi kabullenmeli, ona bir insan olarak davran‐malı, neyi söylediğine, nasıl söylediğine, ses tonuna, seçtiği sözcüklere, yüz ifadesine ve mimiklerine dikkat etmelidir. Has‐taya önce bir birey olarak ilgi gösterilmeli “bana kendinizle ilgili bilgi verin, işleriniz nasıl?” ve yine hastaya rahatsızlığı ile ilgile‐nildiğini hissettirmek için hasta bir birey olarak “kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” gibi sorularla yaklaşılmalıdır. Hasta konu‐şurken sağlık personeli kendini onun yerine koymalı, dikkatle dinlemeli, rahatsız edici hareketlerden ve neden, niçin, ne, nasıl gibi yargılayıcı ifadelerden sakınmalıdır. Bireyin kültürü‐nü tanımak için yanıtı “evet” ve “hayır” olacak sorulardan sakı‐nılmalı, karşılıklı konuşmayı yüreklendirmek için açık uçlu sorular sorulmalı, dinlerken “hı”, ”peki” sözcükleri konuşmayı cesaretlendireceği için kullanılmalıdır (Andrews, 2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995). Açık‐lamaların ardından, “sizin bana söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?, soracak sorunuz var mı?” “anlattıklarım sizin için açık mı?, “anlaşılmayan bir şey var mı?”gibi geri bildirim değişik
58
şekillerde sorularla alınmalı, önerilenlerin anlaşılıp anlaşılma‐dığı değerlendirilmelidir.
Sağlık personeli, kültürel yeterli ilişkiler kurma ve sür‐dürme becerisini, karşılıklı ilgi ve gereksinimlerini karşılamak üzere hasta ve yakınları ile işbirliği yaparak göstermelidir. “Bugün üzgün görünüyorsunuz”gibi ifadelerle hastanın duygu‐larını önemsediğini ve gözlediğini hissettirmelidir. Sağlık çalı‐şanlarının kültürlerarası iletişimi etkileyen din, dil, sosyal dav‐ranış, adet, beden dili, yüz ifadesi gibi kültür farklılıklarını, bu farklılıkların dayandığı norm ve değerleri, farklı kültürlerin zamanı, mekanı, doğayı ve diğer insanları nasıl algıladıklarını önceden bilmesi, tutum ve davranışlarını bilinçli şekilde ayar‐lamasını sağlayacak ve kültürlerarası iletişim problemlerini azaltacaktır.
Giger ve Davidhisar (2002), sağlık personeline bireylerin kültürel tanılanmasını iyi biçimde yapabilmek için iletişim, (dialekt, ses tonu, konuşma ağlama, mimikler, jestler), mesafe (kişilerarası mesafe, sosyal organizasyon), zaman (bireyin kül‐türüne göre değişen düne, bugüne, geleceğe zamana uyumu), çevre kontrolü (sorunların nedeninin tanrıya mal edilmesi, ka‐dercilik vs gibi), biyolojik değişim (kültürde yaygın hastalıklar, sağlık durumları) gibi kültürel özelliklerle ilgili verileri topla‐yarak değerlendirmesini önermiştir (Giger ve Davidhisar, 2002). Sarbone, Baile ve Kirkwood (2011) da, hastanın öyküsü‐nü alırken ve kültürel özelliklerini tanılarken yedi temel özel‐lik üzerinde yoğunlaşmayı yararlı bulmuştur. Bu özellikler; hastalığı algılamayı etkileyen inançlar ve değerler, yaşam ko‐şulları ve hastanın aile yapısı, konuştuğu dil, sağlık okuryazar‐lığı, çevirmen gereksinimi, çevirilerin doğruluğu, hastanın ana dilindeki mecazi anlamlar, dini ve manevi toplumsal bağlantı‐ları, sosyal destek sistemi, hastalığı ile ilgili ev ve iş riskleri,
59
toplum kaynakları ve ekonomik durumdur. Kültürel özellikler açısından hastanın iyi tanılanması ve iyi öykü alma, kültürel yeterli bakımın ve iletişimin gücünü arttıracaktır (Desmond ve Copeland 2010).
Sağlık personeli etkin dinlerken, kendi sözlü/sözsüz ileti‐şiminde kullandığı jest, mimik, yüz ifadeleri ile hastanın kültü‐rüne özgü bu ifadelerinin uyumunu değerlendirmelidir. Farklı kültürlere özgü davranışların nedenlerini anlamalı, kültürel açıdan değerlendirmelidir. Bireylerin sağlık davranışlarına saygı göstermeli yargılamamalı, “ben bunun okulunda okudum benden iyi mi bileceksin”, “çok doğurmak akılsızlıktır” gibi yakla‐şımlarla bakım alan bireyleri aşağılamamalıdır. Bakım alanla‐rın kültürel özelliklerine uygun bakım davranışları sergilemeli ve her zaman sabırlı olmalıdır. Örneğin domuz eti yememe gibi dini inançları olan bir hastaya yemesi için ısrar etmesi, bir başka seçenek arayıp sunmaması, ya da muayene sırasında mahremiyetinin korunmasına yönelik dikkatsiz davranması gibi (Desmond ve Copeland 2010).
Sağlık personeli bilgilenme, hizmeti elde edebilme, hizme‐ti seçme, güven duyma, gizlilik, mahremiyetinin korunması, saygınlık, kendini rahat hissetme, sürekli hizmet alma, görüş bildirme ve bakıma katılma gibi bakım alanların en temel hasta haklarını bilmeli, savunmalı ve korumalıdır (Ertem, 2010). Kültürel yeterli bakımda ve iletişimde bakım alanların birey‐selleştirilmiş bakıma katılımlarının sağlanması için bakımla, tedavi planı ile ilgili görüşleri, düşünceleri alınmalı, sorumlu‐lukları ve hakları belirtilmeli, kararlara katılımları cesaretlen‐dirilmeli, bakımı ve tedavisi ile ilgili kararlarda etkili aile birey‐leri varsa belirlenmeli, hizmet alanlar ve sağlık ekibi arasında güven oluşturulmalıdır.
60
Sağlık personeli, hastanın kültürü ile ilgilendiğini göster‐melidir. Bu hem iletişimi artıracak, hem de kendisi ile ilgilenil‐diğini ve önyargılı olunmadığını düşündürtecektir. Sağlık per‐soneli hastanın aile üyeleri ile görüşürken kültürel özelliklerini dikkate almalıdır. Örneğin Asya’lı ve İspanyol toplumlarda önce ailenin en yaşlı erkeği ile konuşulması beklenen ve iste‐nen bir durumdur. Hastanın kararlarını etkilememek için yüz ifadesi, seçtiği sözcüklere dikkat edilmeli, yeterli açıklamalarla tedavi seçenekleri sunulmalıdır. Hastanın hastalığını algılama‐sında etkili faktörler (eğitim düzeyi, hastalık bilgisi), özbakımında etkili faktörler, yaşadığı çevre, sosyal stresörler, dil sorunu vs belirlenmelidir. Bakım verirken aşağıdaki sorular hastalara yöneltilebilir; “siz bu hastalığı nasıl adlandırıyorunuz?, sizce bu hastalığın nedeni nedir?, size zararı nedir?, hastalığınızın ciddiyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?, sizce ne kadar sürecek?, ne gibi sorunlara neden oluyor?, korkularınız neler?, ne düşünüyorsu‐nuz?, bu konuda siz de aynı fikirde misiniz?, nasıl bir tedavi alaca‐ğınızı düşünüyorsunuz? bu tedaviden nasıl bir sonuç alacağınızı düşünüyorsunuz?. Bu iletişimde güven verici bir ilişki gelişti‐rilmeli, empati yapmalı, yargılamamalı; nasıl bir hastaya bakım verileceği konusunda bilgi toplanmalı, anlaşılır olunmalı, iyi bir dinleyici olunmalıdır (Finkelman ve Kenner, 2010). Hasta hastalığı ile ilgili iyi ya da kötü sonuçları bilmeye istekli mi? Önerilen tedavi konusunda ne düşünüyor? Algıları sağlık per‐soneli ile örtüşüyor mu? gibi konular değerlendirilmelidir. Hastanın tedavi ile ilgili endişeleri, tedaviye uyumunda ve sürdürmede öz etkililiği belirlenmelidir. “Bu tedavi planı sizin için uygun mu? Size daha başka nasıl yardımcı olabiliriz?” gibi ifadelerle beklentileri alınmalı, toplumsal kaynaklar hakkında bilgilendirilerek desteklenmelidir (Teal ve Street, 2009). Her
61
bireyin inançlarına değer vermek sağlık sorununun nedenini belirlemede en iyi yoldur.
Sağlık personeli bakım, sağlık eğitimi ve danışmanlık ve‐rirken, iletişimde dil engellerini aşmak için bireyin anlayabile‐ceği sözcükler seçmeli, bireyin kültürüne özgü ana dilinde kullandığı sözcükleri anlamlandırabilmeli, yavaş ve açık bi‐çimde, kısa tümcelerle konuşmalı, anlatılanları tekrarlamalı, tekrarlatarak geri bildirim almalı, bakım alan bireyi soru sor‐maya cesaretlendirmeli, beden dilini kavramış olmalı, aceleci olmamalı, duyarlılık göstermelidir (Hood, 2010). Hastalık ve tedavi ile ilgili bilgilendirmede açıklamaların anlaşılması için önemli noktalar vurgulanmalı, kolay resimlerden ve şekiller‐den yararlanılmalıdır. Farklı kültürden bireylerle görüşülürken uygun dil, sözel ve sözel olmayan iletişim kalıplarının (göz hareketleri, göz teması, baş ve ince yüz hareketleri, kol bacak hareketleri, iletişim mesafesi) ve davranışların ne anlama gel‐diği bilinmelidir (Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995).
Bakım personeli iyi bir dinleyici olmalı. Önce anlamak için, sonra anlaşılmak için dinlemeli. Dinlemeye yeterince za‐man ayırmalı, uygun göz iletişimi, vücut duruşu, grubun ilgi‐leri’ni belirlemeli, konuşmayı cesaretlendirmeli, empatik yak‐laşım sergilemeli, beden dilini kullanmalıdır (Baltaş, 2000). Sağlık ekibi üyeleri bakım alanlarla görüşmeyi arkadaşça bir ses tonu ile kişiyi “merhaba nasılsınız?” gibi sözel veya el sıkış‐ma gibi davranışsal yaklaşımlarla selamlayarak başlamalı, göz teması ile ilgi ve merakla dinlediğini göstermeli, konuşmayı çift yönlü sürdürmelidir.
İletişim türü, selamlaşma, vedalaşma, söylem, nezaket, gi‐yim, dil, din, değerler, söz, el kol hareketleri açısından grubun tercih ettiği dile, sembollere, konuşma biçimlerine uygun olma‐
62
lıdır. Örneğin Orta Asya ülkelerinde batıya göre daha sert ve hızlı konuşulur. Hindular inek eti, Müslümanlar domuz eti yemezler. Ülkelerin dini günleri farklıdır. Arap ülkelerinde randevular 3‐4 gün önce, Japonya’da 1‐2 hafta önce alınır. Ku‐zey Amerika’da göz teması saygıyı, Kore’de ise saygısızlığı ifade eder. Arap ülkelerinde kadın ile yabancı erkeğin göz te‐ması doğru karşılanmaz, Orta Doğu’da kadınlar erkeklerle el sıkışmazlar, İngiltere’de, Almanya’da başın sağa sola sallanma‐sı “hayır” ifadesidir (Leininger, 1997).
Sağlık personeli, iletişimde engelleri tanımalıdır. Örneğin, bakım alanlar sağlık personelinin açıklamalarını hiç anlamaya‐bilir ya da sağlık personelini dinler, anlamaz, çekindiği için soru sormayabilir. Bazıları ise dinler, açıklamaları anlar, ancak inanmayabilir ve dinler. Bazı hastalar anlar, ancak yanlış uygu‐lar. Bazı hastalar ise dinler, anlar, doğru uygular, ancak umdu‐ğunu bulamayınca vazgeçebilir (Bayık, 1998). Bu nedenle sağ‐lık çalışanları karşılaşabilecekleri bu türden iletişim engellerini aşabilmeleri için, bakım verdikleri bireyleri iyi izlemelidirler. İletişimde diğer engeller arasında aşağıdaki özellikler de belir‐tilmiştir; emir vermek, yönetmek korku, direnç yaratır, kişiye kendini önemsiz hissettirir. “Önerilenleri yapmazsan bir daha buraya gelme” gibi tehdit etmek korkuya, boyun eğmeye, söyle‐nenin tersini denemeye yol açar ya da kendisine saygı duyul‐madığını düşündürür. Vaaz vermek, suçluluk duygusu yaratır, hastaya değerlerinin önemli olmadığını hissettirir. Öğüt ver‐mek, çözüm getirmek, kişiye aciz olduğunu hissettirir. Nutuk çekmek, düşünceler önermek, savunmaya geçmek, suçlamak iletişimi keser, yetersizlik yaratır. Yargılamak, eleştirmek, suç‐lamak, benlik saygısını aşındırır. Ad takmak, alay etmek, utan‐dırmak, değersizlik yaratır, kişinin öz‐imgesi üzerinde olum‐suz etki yaratır. Karşılaştırmak, benlik saygısını aşındırır, kişiyi
63
sağlık personelinden uzaklaştırır (Finkelman ve Kenner, 2010; İstanbul Tıp Fakültesi Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araş‐tırma Birimi, 2000).
Kartoğlu (1992), sağlık personelinin aşağıdaki soruları kendine sorarak iletişim biçimi hakkında özdeğerlendirmesini yapabileceğini belirtmiştir: “Bakım alanlar hissettiklerini açıkça dile getirebiliyorlar mı? Bireylere yeterince söz veriyor muyum?, Olayları karşımdaki kişilerin penceresinde değerlendirebiliyor mu‐yum?, Karşımdaki kişinin benimle ters düşen özellikleri var mı?, Karşımdaki kişinin öğütlerimi reddetme hakkına saygı gösteriyor muyum?
Sağlık kurumlarında sağlık ekibi farklı kültürlerden farklı yaşlarda, farklı meslek gruplarından olan üyelerden oluşmalı, ekip üyelerinin kültürel değerleri açığa konmalıdır. Ekip üyele‐ri kültüre duyarlı, nazik, işini seven, zamanı iyi kullanan, du‐yarlı, açık konuşma becerileri olan toleranslı, görüşme teknik‐lerini bilen kişiler olmalı, bakım verdikleri toplumu, bireyleri iyi tanımalı, ayrıca açık görüşlü, yaratıcı, saygılı, yargılamayan, öğrenmeye açık kişiler olarak eğitilmeye istekli olmalıdırlar (Friedemann vd, 2008; Hood, 2010).
Kuruma ayaktan veya yatarak sağlık hizmeti almak üzere başvuran bakım alanları sağlık personeli, hizmet planlamadan önce mutlaka demografik ve kültürel özellikleri, hastalık ve sağlıkla ilgili inançları ve davranışları, sözel ve sözel olmayan iletişim biçimleri açısından tanılamalı, bu amaçla tanılama formlarından yararlanarak veri toplamalı, analiz etmeli, kültü‐rel farklılıkların özelliklerini bakımda göz önünde bulundur‐malıdır (Clark, 2003). Bu bilgilerin ne amaçla toplandığı konu‐sunda hastalara bilgi verilmelidir2.
1 < www.callearning.com/blog; Taylor, Lurie 2004>
64
Sağlık personeli her hastaya yaşı, cinsiyeti, dini sınıfı, cin‐sel davranışları etnik ve kültür grubu farkı gözetmeksizin say‐gı göstermeli, eşit davranmalı, hastanın haklarının farkında olmalı, farklı kültür gruplarının nitelikli bakım almalarını en‐gelleyebilecek kendi bireysel inançlarının ve ikilemlerinin de farkında olmalı, kültürlerin inançları ve geleneksel uygulama‐larını tedavi planlarına katmaya istekli olmalıdır .
Sağlık çalışanları farklı dili konuşan hastalar için çevirmen ile çalışırken çevirmen odaya girmeden önce amaçlarını belirle‐meli, hastanın öz geçmişini çevirmene anlatmalı, hasta konu‐şurken çevirmenin yorum yapması isteniyorsa belirtmeli, çevir‐meni değil hastayı gözlemeli, konuşma hızına dikkat etmeli ve sesli düşünmemelidir. Hastalar çevrilmeyen konuşmaları merak ederler, hatta bazen konuşabildiklerinden fazlasını anlarlar. Bu nedenle tıbbi terimler veya ifadeler kullanılmamalı, hastaların sözü kesilmeden dinlenmeli, tanı, tedavi ve test işlemleri ve ilgili tüm bilgileri anladığı doğrulanmalıdır. Çevirmenin hasta ile ilgili düşünceleri öğrenilmelidir (Rose, 2011).
Kültürel Yeterli İletişim Ne Gibi Yararlar Sağlar?
Hastaya tıbbi ya da hemşirelik tanısı koyma, hastadan ayrıntılı ve kültüre duyarlı, doğru öykü almayı gerektirir. Kültürel ye‐terli ve etkili bir dinleme becerisiyle açık, çift yönlü iletişim sürdürülerek elde edilen bilgilerle ulaşılan tanı da doğru ola‐caktır. Gereksiz işlemler engellenecek, zamandan tasarruf edi‐lecektir. Hasta hizmetlerden memnun olup doyum bulacak, öz bakımında kendisine, tedaviye uyumda ve sağlık personelinin sağlık önerilerine sadık kalacaktır. Etkili iletişim yalnızca has‐tanın duygusal sağlığı üzerinde değil, semptomların yok edil‐mesine, hastanın tedaviye daha iyi yanıt vermesine de yardım edecek, yanlış tedavi tehlikeleri azalacak, sağlık uygulamaları
65
gelişecek ve zenginleşecektir (Desmond ve Copeland, 2010; Rose, 2011)
Sağlık Kurumlarında Kültürel Yeterli Bakım ve İletişim İçin Yapılacaklar
Sağlıkta eşitsizliklerin önlenmesi açısından sağlık kuruluşla‐rında kültürel yeterli bakım ve iletişimin geliştirilmesi bir önce‐liktir. Sağlık kurumlarında kültürel yeterli bakımın ve iletişi‐min sağlanması için bazı değişikliklerin yapılması, hizmetin kalitesi ve bakım alanların haklarının karşılanması açısından bir gerekliliktir. Bu nedenle kültürel yeterlilik kurumun temel değeri olmalı, karar verme, altyapı ve uygulamalara katılmalı‐dır.
Sağlık kuruluşlarında personelin kültürel yeterliliğini ge‐liştirmek üzere programların uygulanması, bilişsel, duyuşsal ve uygulamaları içeren çok boyutlu ve çok aşamalı karmaşık bir öğrenme sürecini, politikaları, insan kaynaklarının gelişi‐mini ve hizmetleri gerektirir. Tüm bu çabalar kişilerarası, bi‐rim, birey ve kurum düzeyinde olmalıdır (Betancourt vd, 2003; Ritter ve Hoffman 2010; Jeffreys, 2010).
Sağlık çalışanları bireysel düzeyde kültürel yeterliliklerini bazı tanılama araçlarından yararlanarak tanılayabilirler ve gelişim gerektiren durumları belirleyebilirler (Rose, 2011). Sağ‐lık bakımında kültürel özellikleri tanılama rehberlerinden ya‐rarlanarak sağlık personeli hastaların kültürel özelliklerini tanılayabilirler (Tanrıverdi vd, 2009).
Kurumun felsefesi, misyonu, politikası ve işlemlerinde kültürel yeterlilik yer almalıdır. Kurumda çalışanların görev tanımlarında ve performans ölçümlerinde kültürel beceriler belirtilmelidir (Jeffreys, 2010).
66
Sağlık kurumlarında çalışan sağlık personeline kültürel yeterlilik becerileri geliştirmek üzere hizmetiçi eğitim verilme‐li, kültürel farkındalık ve duyarlılık cesaretlendirilmelidir (Hayes, 2010). Kuruma yeni atanmış sağlık personeline uyum programlarında kültürel beceriler geliştirilmeli, kurum kültü‐ründe yer alan konu ile ilgili uygulamalar tanıtılmalıdır. Sağlık personelinin mezuniyet öncesi eğitim programında kültürle ilgili konular ele alınmalı, kültürel farkındalık ve yeterlilik geliştirilmeli, öğrencilere farklı kültürleri tanımaları açısından değişim programları ile fırsatlar sağlanmalıdır (Bethell vd, 2003; Papadopoulos, 2006).
Kültürel yeterliliğin kurumla ne derece bütünleşmiş bir öğe olduğu, ne kadar görünür olduğu sorgulanmalıdır (Jeffreys, 2010). Klinik hizmetler kültürel yeterlilik açısından gözden geçirilmeli, kültürel engeller ve gerekli değişiklikler belirlenmeli, standartlar geliştirilmeli ve uygulanmalıdır. Ku‐rumlarda bu amaçla kültürel yeterli bakım komitesi kurulabilir. Douglas ve arkadaşları (2009), hemşirelik bakımında kültürel yeterli uygulamalar için 12 standart öge önermişlerdir. Bunlar: sosyal adalet, eleştirel yansıtma ve değerlendirme, kültürlera‐rası hemşirelik bilgisi, kültürlerarası uygulamalar, sağlık ba‐kım sisteminde kaynak ve yapı oluşturma, hasta savunuculuğu ve hastanın güçlendirilmesi, çok kültürlü sağlık insan gücü istihdamı, politika geliştirme ve kanıta dayalı hemşirelik araş‐tırmalarının kullanımı. Farklı kültür grupları için hizmet plan‐larının geliştirilmesinde hizmet alanların ve toplum liderlerinin görüşleri alınabilir. Kurumun planlama ve kalite geliştirme toplantılarına toplumda farklı kültürden bireylerin katılımı sağlanabilir (Rose, 2011).
Sağlık kurumlarında farklı dili konuşan hastalar için ge‐reksinimlerine ve eğitim düzeyine uygun farklı dillerde hazır‐
67
lanmış sağlık eğitim materyalleri, broşürler, onam formları, işlem öncesi yönergeler hazırlanarak kullanılması da yararlıdır. (Beach vd, 2006). İletişim formları, raporlar, randevu notları, telefon mesajları, hastaların karşılanma ve selamlanma biçimi, resimler, posterler, yazılı materyaller, çocuk oyuncakları, hiz‐met alanların kültürüne uygun olmalıdır. Yiyecekler hastanın kültürüne uygun hazırlanmalıdır (Ritter ve Hoffman, 2010).
Sağlık personelinin farklı kültürleri tanıması için projeler yürütülmeli, tüm gelişmeler izlenmelidir. Brach ve Fraser (2000) sağlıkta eşitsizliklerin giderilmesinde, kültürel yeterli bakım ve iletişimin geliştirilmesinde, sağlık kurumlarında çe‐viri hizmetleri için kaynak ayrılmasını, azınlık personelin is‐tihdamını, personelin ve kurum yöneticilerinin kültürel yeterli‐liği için sürekli eğitimini önermiştir. Ayrıca mutatabbip, kırıkçı, çıkıkçı gibi geleneksel sağlık uygulamaları ile tedavi yapan iyileştiricilerle eşgüdümlü çalışılmasını, toplum sağlık çalışan‐larından yararlanılmasını, sağlık bakımına hastaların ve aile bireylerinin de katılmasını, sağlık personelinin başka kültürler‐le ilgilenmesi gibi kültürlerarası bakım ve iletişim stratejileri de önermektedir.
Sağlık kurumlarında kültürel farklılıklara yönelik bakım hizmetlerinin kalite açısından geçerli, güvenilir, doğru biçimde değerlendirilmesinde kültürel çeşitlilik sürekli bir değişken olarak dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte hasta özellikleri (öz etkililiği, sağlıkta okuryazarlığı, sağlık personeline güveni) ve sistemin özellikleri (sağlık personelinin kültürel yeterliliği, çevirmen istihdamı) ve sağlık personelinin özellikleri (kültürel yeterlilik için eğitimi, farklı kültürden bireylere bakım verme deneyimi) ara faktörler olarak daima gözden kaçırılmamalıdır. Bakım alanların beklemeden hizmet alabilmeleri etkin iletişim kanalları kurulmalı, uygun çalışma saatleri belirlenmeli, plan‐
68
lanmalı, kuruma elektronik posta ve telefonla ulaşılabilmeli, hastalar sürekli bilgilendirilmeli, hizmetler hastanın fizik ra‐hatlığını, sağlığını koruma ve hastalıkları önlemeye yönelik olmalıdır (Beach vd, 2006). Hizmet alanların bakımdan mem‐nuniyeti ve doyumu sürekli değerlendirmelidir.
Sonuç
Sonuçta, kültürel yeterlilik ve kültürel yeterli iletişim becerileri bir gelişim sürecidir, zaman alır. Sosyal göstergeleri ve sağlıkta eşitsizlikleri anlamayı gerektirir (Denboba et al., 1998). Bakım alanların memnuniyetini, iyileşmesini, kuruma ve sağlık per‐soneline güvenini arttırır, bunun yanı sıra mesleki hatalarını da en aza indirger. Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’de “Halkın, kendine özgü yaşam biçimiyle bir değerler kümesi olduğunu kabullenelim, halkın düzeyine inmek deyimini ters yüz ederek halkın düzeyine çıkmalıyız” deyişi ile sağlık kurumlarında kültürel yeterliliğin ve iletişimin önemini açıkça dile getirmiştir (Bala‐man, 1982). Bu yönde kültür ve kültürleri nasıl kavramlaştırdı‐ğımızı yeniden düşünmeli, gerçek yaşamla, dinamik görüşle değerlendirmeli ve yorumlamalı, sağlık bakım hizmeti verdi‐ğimiz her yerde insanların hak ettiği biçimde sağlık bakımına kültürün dilini de katmayı asla unutmamalıyız.
Hastanın bir birey olarak ele alındığı, gereksinimlerine, tercihlerine, rahatlığına ve sağlığının gelişimine odaklı, sürek‐li, bütüncül, kolay ulaşılabilir, gücün ve sorumlulukların pay‐laşıldığı, etkili ilişkilerin kurulduğu, hasta merkezli bakımla kültürel yeterli bakımın birleştiği sağlık kurumlarında sağlıkta eşitsizlik kalmayacak ve olumlu sonuçlar alınacaktır. (Beach vd., 2006; www.commonwealthfund.org).
69
Kaynakça
Andrews, M. M.: “Cultural Diversity and Community Health Nursing”, Nies, M. A, Mceven M. (Ed.), Community/Public Health Nursing, Elsevier, New York 2007, 205‐235
Arda, H., Ertem, M., Baran, G., Durgun, Y. Dicle: “Üniversitesi Hastanesi Hemşirelerinin Hasta İletişimi ile İlgili Görüşleri”, İUFN Hem Dergisi, C 15/59, 2007, 68‐74
Ayaz, S., Bilgili N.: Kültüre Duyarlı Bakım. Hemşirelerin Yaşadıkları Güçlükler Hemşirelik ve Ebelikte Kültürlerarası Yaklaşımlar Sempozyumu, 9‐10 Nisan 2009, 89
Balaman, A. R.: TE‐VE Köyü Genel Etnografyası, E.Ü. Sosyal Bilimler Fakültesi (Yay.), Yayın No:5, İzmir 1982
Batlaş, Z.: Sağlık Psikolojisi: Halk Sağlığında Davranış Bilimleri., İstanbul 2000, 102
Bayık, A., İletişim ve Danışmanlık, İ. Erefe(Ed.), Halk Sağlığı Hemşireliği El Kitabı İçinde, Vehbi Koç Vakfı Yayınları No:14, İstanbul 1998
Bayık, A., Bahar, Z.: “Doğurgan Çağdaki Kadınların Geleneksel Uygulamalarına İlişkin Bir Çalişma”, Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1:1, 1981,1‐13
Beach, MC., Saha, S., Cooper, LA.: “Patient Centeredness and Cultural Competence: Their Relationship and Role in Healthcare Quality” The Commonwealth Fund Report . Journal of General Internal Medicine, 21(6), 2006, 661‐5
Betancourt, J.R., Green A. R., Carrillo J. E., Ananeh‐Firempong, O.: “Defining Cultural Competence: A Practical Framework for Addressing Racial/Ethnic Disparities in Health and Health Care”, Public Health Reports, 118, 2003, 293‐302
Bethell, C., Carter, K., Lansky, D., Latzke, B., Gowen, K.: “Measuring and Interpreting Health Care Quality Across Culturally Diverse Populations” — A Focus on Consumer‐Reported Indicators of Health Care Quality CAHMI. The Child and Adolescence Health Measurement Initiative, <www.cahmi.org>, 2003
70
Bolsoy, N., Sevil, Ü.: “Sağlık Hastalık ve Kültür Etkleşimi”, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 9:3, 2006, 78‐87
Brach, C., Fraser, I.: “Can Cultural Competency Reduce Racial and Ethnic Health Disparities? A Review and Conceptual Model”, Medical Care Research and Review 57 (Supplement 1), 2000, 181‐217
Brach, C., Fraser, I.: “Culturally Competent Health Care: An Analysis of the Business Case”, Qualit<y Management in Health Care, 10(4), 2002, 15–28
CAL Learning Blog. Culture and language training for a multicultural workplace, 5 Standards for Delivering Culturally Competent Healthcare <http://www.callearning.com/blog/. >
Champlain Valley Area Health Education Center, Cultural Competency For Health Care Providers, November 6, <http://www.cvahec.org/documents/CulturalComptencyforHeatlhCareProviders2007_11.8.07.pdf. >
Clark, J. M.: Caring for Populations, Community Health Nursing, 4th Edition, Prentice Hall, 2003, 99‐147
Cultural Competence and Patient‐Centeredness In Health Care Quality, The Commonwealth Fund,
<www.commonwealthfund.org/usr_doc/Beach_rolerelationshipcultcomppatient‐cent_960.pdf>
Dayer‐Berenson, L., Cultural Competencies for Nurses Impact on Health and Illness, Jones and Bartlett Publishers, USA 2011
Denboba, D.L. et al.: “Reducing Health Disparities Through Cultural Competence”, Journal of Health Education 29(5), Supplement), 1998, 47‐53
Desmond, J., Copeland, L. R., Günümüz Hastasıyla İletişim Zaman Tasarrufu Riskin Azaltılması ve Hasta Uyumunun Artırılmasının Temelleri. Çevirenler:Deniz Yamaç, Ercüment Tekin, Efil Yayınevi, I. Basım, Ankara 2010
Douglas, M. K. et al.: Standards of Practice for Culturally Competent Nursing Care: A Request for Comments, Journal of Transcultural Nursing, 20:3, 2009, 257‐269
71
Ertem M,: “Hastane Hizmetlerinde Hastalar ve Eşitizlikler”, 13.Ulusal Halk Sağlığı Kongresi, Sağlıkta Eşitsizlikler. Konuşma Metinleri Kitabı,18‐22 Ekim, İzmir 2010, 240‐257
Ertem, M, Oto, R., Karayel, P.: “Dicle Üniversitesi Hastanesinde Hastalarla Hasta Memnuniyeti Araştırması” Modern Hastane Yönetimi Dergisi.4:4, 2000, 25‐29
Finkelman, A., Kenner, C., Professional Nursing Concepts Competencies for Quality Leadership. Jones and Barlett Publishers, Boston 2010
Friedemann, M‐L., Pagan‐Coss, H., Mayorga, C.: “The Workings of A Multicultural Research Team”, Journal of Transcultural Nursing, 19:3, 2008, 266‐273
Gallagher, A.: “The ethics of Culturally Competent Health and Social Care”, Papadopoulos I(Ed), Transcultural Health and Social Care, Development of Culturally Competent Practitioners, Edited by. Butterworth, Heinemann, Elsevier, London, 2006, 65‐84
Giger, J. N., Davidhizar, R.: “Transcultural Assessment Model”, Journal of Transcultural Nursing, 13: 3, 2002, 185–188
Goldsmith, O.: “Culturally Competent Health Care”, The Permanente Journal, 4:1, 2000, 53‐55
Gordon, T., Edwards, S.: Doktor‐Hasta İşbirliği, Hastanın Bakımıyla İlgilenen Herkes İçin Gerekli İletişim Becerileri. Çeviren:Emel Aksay, İstanbul 21995
Güvenç, B., İnsan ve Kültür, Büyük Fikir Kitapları Dizisi, 20, Üçüncü Basım İstanbul 1979
Hayes, M., Cultural Competency in Health Services and Care A Guide for Health Care Providers Washington State Department of Health, DOH 631‐Health Systems Quality Assurance in Reducing Ethnic and Racial Healthcare Disparities, Am J Manag Care, 2004;10:SP1‐SP4 Special Issue, 2010
Hood, L. J.: Multicultural Issues in Professional Practice, In Conceptual Bases of Professional Nursing, Seventh Edition wolters Kluwer New York 2010, 273‐299
İstanbul Tıp Fakültesi Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araştırma
72
Birimi, Program Hazırlıyan Eğiticiler İçin Rehber, Doğum Öncesi Eğitim, İstanbul 2000
Jacopson, S. F., Chu, N. L. L., Pascucci. M. A., Gaskin, S. W.: “Culturally Competent Scholarship in Nursing Research”, Journal of Transcultural Nursing, 16:3, 2005, 202‐209
Jeffreys, M.N.: “Development and Psychometric Evaluation of The Transcultural Self‐Efficacy Tool: A Synthesis of Findings”, Journal of Transcultural Nursing, 11:2, 2000,127‐136
Jeffreys, M. R. Health Care Institutions: Inquiry, Action, and Innovation. Marianne R Jeffreys (Edi), Teaching Cultural Competence in Nursing and Health Care, Second Edition, Springer Publishing Company, New York 2010, 243‐285
Kartoğlu, Ü.: Temel Sağlık Hizmetlerinde Toplumu Tanıma ve İletişim. Türk Tabipler Birliği Yayınları, Sürekli Tıp Eğitimi Dizisi 1, Maya Matb., İstanbul 1992
Kıdak, L. B., Aksaraylı, M.: “Yatan Hasta Memnuniyetinin Değerlendirilmesi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10:3, 2008, 87‐122
Kongar, E.: Küreselleşme ve Kültürel Farklılıklar Çerçevesinde Ulusal Kültür, Ankara, Emre Kongar’ın Resmi İnternet Sitesi. <http://www.kongar.org/makaleler/mak_ku.php>
Leininger, M.: “Transcultural Nursing Research to Transform Nursing Education and Practice: 40 Years”, Image: Journal of Nursing Scholarship, 29:4, 1997, 341‐347
Lee, M. S.: A Review of Language and Other Communıcation Barriers in Health Care
/www.hablamosjuntos.org/resources/pdf/SMLeeCommunication_and_Health,
< http://aspe.hhs.gov/pic/fullreports/06/711B‐2.pdf. (2003) > Öncel, S.: “Çocuk Bakımında Bazı Kültürel Yaklaşımlar”, Hemşirelik
ve Ebelikte Kültürlerarası Yaklaşımlar Sempozyumu, 9‐10 Nisan 2009, 2009,70‐78
Öztek, Z.: Halk Dilinde Sağlık Deyişleri Sözlüğü. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yük. Kurumu, Türk Dil Kurumu Yayınları No:560, Ankara 1992
73
Papadopoulos. I.: The Papadopoulos, Tilki and Taylor Model of Developing Cultural Competence. Papadopoulos I(Ed), Transcultural Health and Social Care, Development of Culturally Competent Practitioners, Butterworth, Heinemann, Elsevier, London 2006, 7‐23
Papadopoulos, I., Lees S.: Developing Culturally Competent Researchers. Journal of Advanced Nursing, 37:3, 2002, 258‐264
Ritter, L. A., Hoffman, N. A.: Cross‐Cultural Concepts of Health and Ilness in Multicultural Health, Jones and Bartlett Publishers, Boston 2010, 40‐47
Rose, P. R.: Cultural Competency for Health Administration and Public Health, Jones and Barlett Pub., London 2011.
Surbone, A., Baile, W. F., Kirkwood, C.: Pocket Guide of Culturally Competent Communication Fundamental Principles: The University of Texas MD Anderson Cancer Center, 2011 <http://www.mdanderson.org/education‐and‐research/resources‐for‐professionals/professional‐educational‐resources/i‐care/ICARE_Guide8pg_final.pdf>
Tanrıverdi, G., Seviğ, Ü., Bayat, M., Birkök, M. C.: Hemşirelik Bakımında Kültürel Özellikleri Tanılama Rehberi, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6:1, 2009
< http://www.insanbilimleri.com> Taşçı, S.: Kültür ve Sağlık. Hemşirelik ve Ebelikte Kültürlerarası
Yaklaşımlar Sempozyumu, 9‐10 Nisan, 2009, 22‐31 Taylor, S. L., Lurie, N.: “The Role of Culturally Competent
Communication”, Am J Manag Care, Sep;10 Spec No:SP1‐4, 2004
Teal, C. R., Street, R. L.: “Critical Elements of Culturally Competent Communication in The Medical Encounter: A Review and Model”, Social Science & Medicine 68, 2009, 533–543
Tripp‐Reimer, T.: “Reconceptualizing the Construct of Health: Integrating Emic Perspective”, Research in Nursing and Health, 7, 1984, 101‐109 <www.commonwealthfund.org>
75
Okulöncesi Dönemdeki Göçmen Çocukların İki Dilli ve Çok Kültürlü Ortamda
Öğrenmeleri Üzerine Zeliha YAZICI
Giriş
2002 yılı istatistiklerine göre okul öncesi döneminde 88 bin Türk göçmen çocuğunun iki dilli ve çok kültürlü ortamda yaşadığını görmekteyiz. Bu çocukların 37.266’sı Almanya’da, 6.862’si Avus‐turya’da, Fransa’da 25.027, Belçika’da 6.090, Danimarka’da 4.200, İngiltere’de 1.100 ve (MEB istatistikleri, 2002), 324’ ü Norveç’te (Statistics Norway, 2002) ve geri kalan 7.131’nin diğer Avrupa ve Asya ülkeleri ile Amerika ve Avustralya’ da yaşadığı görülmek‐tedir. Bu veriler incelendiğinde iki dilli ve çok kültürlü ortamda yer alan okul öncesi dönemdeki Türk göçmen çocuklarının sayı‐ca oldukça fazla olduğu görülmektedir.
‘İki dilli’ ve ‘çok kültürlü’ ortamda yetişen çocuklar için benlik saygısının gelişimi son derece önemlidir. Çünkü kendi kültürel benliğini kazanan bireyler, yaşadıkları toplumun de‐ğerlerine de saygı duyarlar ve yaşadıkları toplumun değerleri ile de uyum içinde yaşarlar. Sağlıklı gelişmiş bir kültürel ben‐lik, farklı kültürel değerlere sahip olan ortamlara uyum sağla‐mayı kolaylaştırır. Çocuklarda sağlıklı bir kültürel benlik yer‐
76
leşmezse, kendilerine güvenleri azalır, kendi kültürel değerle‐rini kaybedeceği korkusuna kapılırlar ve kendi bazı değerleri‐ne sıkı sıkıya sarılarak, yaşadıkları toplumdan uzaklaşıp içleri‐ne kapanabilirler. İki kültür arasında cinsiyet rolleri, disiplin anlayışı, kendine güven gibi değerlerin farklılığı aile ve okulda verilen değerlerin çatışmasına yol açabilir (Bott ve diğerleri 1990: 37‐42). İki kültür arasında bir bütünlük içinde olmayan çocuklarda, kişilik ve uyum sorunları yaşanabilir. Bu durum, çok kültürlü ortamda yetişen çocukların, diğer kültürlerden gelen çocuklarla iletişim kurmalarına engel teşkil edebilir ve problemli çocuk sayısının artmasına neden olabilir
Çocuklar ilk toplumsal kurallarını, kültürel ve toplumsal değerlerini dil aracılığı ile kazanmaktadırlar (Piyade,1990). Anadil, çocukların toplumsal yaşantısının ve davranışlarının şekillenmesinde, aile ve aile çevresiyle ilgili kültürel değerlerin kazanılmasında da önemlidir (Aytemiz, 2000). Çünkü, çocukla‐rın kendilerini ifade edebilmelerinde, sosyal kültürel değerle‐rini kazanabilmelerinde, sosyal iletişim ihtiyaçlarını giderebil‐melerinde dile ihtiyaçları vardır (Mussen ve diğerleri, 1990). Kültürel değerler kuşaktan kuşağa dil aracılığı ile aktarılmak‐tadır ve bu aktarım ancak sosyal bir etkileşim ortamında ger‐çekleşebilir. Sosyal etkileşim ortamının oluşması ve kültürel değerlerin aktarılması dil ile gerçekleşebilir. Çocuklar, içinde doğduğu kültürel uyarıcılarla sürekli etkileşim halindedir. Örneğin; her ailenin kendi kültürel birikimlerine ve değer yar‐gılarına göre belirlediği kuralları, alışkanlıkları vardır. Çocuk‐lar, aile ortamındaki bu sosyal etkileşimlerle kendi toplumsal değerlerini öğrenecektir. Böylece çocuklar ailede ilk sosyalleş‐me sürecini gerçekleştirecektir. Çocuğun diğer toplumsal çev‐resinde öğreneceği her şey bu temelin üzerine kurulacaktır ve gelişecektir.
77
Erken çocukluk dönemindeki sosyalleşme, çocuğun kişilik ve benlik gelişimi acısından son derece önemlidir. Çünkü ilk çocukluk döneminde çocukla kurulan sağlıklı etkileşim, onun sağlıklı bir benlik kazanmasının temelini oluşturacaktır. Sağlık‐lı bir kişilik ve benlik geliştiren çocuklar yaşadığı topluma uyum sağlamada zorluk yaşamayacaktır. Erken çocukluk dö‐neminde, çocukların sağlıklı bir kişilik ve benlik geliştirmesin‐de bilgi ve becerilerinin artmasında, içinde yaşadıkları topluma kolay uyum sağlamasında anadili önemli bir araç olmaktadır. Eğer, çocuklar kendi kültürel değerlerini takdir eden bir değer yargısı ve bakış acısı geliştirirse, benlik saygısı zedelenmeye‐cektir (Whriter ve Acar, 1998).
Thurman ve Rixius (1987) yabancı öğrencilerin genel öğ‐renme tutumları ve okul başarılarında iki dillilik ve çok kültür‐lülük konumları arasındaki ilişkiyi inceledikleri çalışmaların‐da, bu çocukların ana dil öğrenimi aracılığı ile sosyo‐kültürel ve dil yeterliliklerinin birlikte geliştirilmesinin, okuldaki başa‐rılarını kolaylaştıracağını belirtmektedirler. Bu yolla, çocuğun kişiliğini geliştirme ve iki dilli, iki kültürlü bir ortama uygun kimlik oluşturma şansını artıracağını vurgulamaktadırlar (Akt. Sağlam, 1992: 17). Swisher (1994), kültürel değerlerin çocukla‐rın öğrenme biçimlerine etkilerini incelediği çalışmasında, kültürel değerlerin ve toplumsal uygulamaların, çocukların öğrenmeye olan yaklaşımlarını büyük ölçüde etkilediğini sap‐tamıştır (Swisher, 1994; 3).
İki dilli ve çok kültürlü ortamdaki çocukların sağlıklı bir benlik gelişimi için her iki dili de geliştirmeleri gerekmektedir (Abalı, 1987). Bu nedenle çocuğun yaşadığı toplumda olumlu bir benlik kazanması, iki kültür arasında olumlu bir geçiş ya‐pabilmesi ve kendi kökeni ile ruhsal sorunlar yaşamaması için
78
iyi bir ikinci dil eğitimi ile birlikte iyi bir anadili eğitimine de ihtiyaç duyulmaktadır.
Her iki dilin de en iyi şekilde kazanılmasında anadili önem‐li bir etken olmaktadır. Erken çocukluk döneminde çocuklar anadillerini öğrenirken o dilin yapısını ve kurallarını da öğren‐mektedirler (İleri, 2000). Çocukların anadili gelişim düzeyleri, ikinci dilin kazanımına yardımcı olmaktadır. Anadilinde zengin kelime hazinesine sahip olarak okula başlayan çocuklar, eğitim dilini daha kolay öğrenirler ve okuma yazma becerilerini ka‐zanmada daha başarılı olurlar. Anadilinde öğrendiği kelime hazinesini, kavramsal becerilerini, okuma yazma bilgi ve beceri‐lerini, ikinci dile aktardıkları için eğitimlerinde daha başarılı olmaktadırlar. Çocukta anadilinin gelişmesi, yalnızca anadilinin gelişmesine değil, aynı zamanda çocuğun ikinci dildeki yetenek‐lerinin gelişmesine de yardımcı olmaktadır.
Çocukların kavram gelişimi ve düşünme becerileri iki dil‐de de birbirine bağlıdır. Çocuklar anadilinde öğrendiklerini ikinci dile, ikinci dilde öğrendiklerini anadiline aktarırlar. Ço‐cukların anadilini öğrenmesi, onların dil becerilerinin yanında, onların zihinsel becerilerinin gelişmesini destekleyerek ikinci dilin fonksiyonlarını da amacına uygun olarak kullanmalarını sağlayacaktır. Çocuklar, zihinsel gelişimleri sırasında kavram‐ları öğrenmektedirler. Örneğin, anadilinde bir nesnenin fonksi‐yonlarını kavradıktan sonra bu bilgiyi ikinci dile transfer eder ve ikinci dilde bu nesnenin yalnızca adlandırmasını öğrenir veya çocuk, anadilinde zamanların kullanımını nasıl söyleye‐ceğini, kavramların anlamlarına uygun nasıl kullanıldığını bildiği zaman, ikinci dilde bunları yeniden öğrenmeye ihtiyaç duymayacak, yalnızca bunların ikinci dilde adlandırılmasını, yüzeysel yapılarını oluşturmaya ihtiyaç duyacaktır. (Cummins, 2000). Eğer çocuklar anadilini tam olarak kazan‐
79
madan ikinci dili kazanmaya yönlendirilirse anadili kolayca kaybolabilir. Bu da çocuklarda her iki dilde de yarım dilli ol‐malarına neden olabilir
Çocuklar dili, çevrelerindeki insanları model olarak öğren‐dikleri için, ilk öğrendikleri dilde içinde doğup büyüdüğü aile‐sine ait olan anadilleridir. Dolayısı ile çocuklar, ilk konuşmaları‐nı içinde doğup büyüdükleri aile ortamında öğrenmektedirler (Özdemir, 1988; Sağlam, 1992; Piyade, 1990). Dünyadaki bütün çocukların konuştuğu diller farklı olsa da, hepsinin dil öğrenme süreçleri evrenseldir. Çocuklarda dil öğrenme doğuştan vardır ancak, her çocuk kendi çevresinde konuşulan dili, aile ortamın‐daki yaşantıları yoluyla doğal olarak öğrenmektedir (Yazıcı, 1999). Çocuklar dünyaya geldiğinde onların en yakınındaki kişi annesidir ve ilk kez annesinin konuştuğu dil sembolleri ile karşı‐laşır. Özellikle erken çocukluk döneminde çocuklar dili model alarak öğrendiği için anne‐babanın çocukla arasındaki olumlu etkileşim onların dil öğrenme hızlarını arttırmaktadır (Clark, 2002). Başlangıçta anne ‐ babadan ve yakın akrabalardan öğreni‐len anadili, zamanla çevresinde iletişim içinde olduğu kişilerden öğrenilmektedir. Böylece çocuklar kendi kültürüne ait ilk biri‐kimlerini elde etmeye başlamaktadır.
Çocukların nesneleri ve olayları, ilk adlandırmaları, tanı‐maları ve algılamaları anadilinde oluşmaktadır. Çocukların anadilini bilmesi, onların algılama, muhakeme etme, problem çözme gibi zihinsel süreçlerinin şekillenmesinde önemli roller üstlenmektedir (Aytemiz, 2000). Çocukların duygu, düşünce, ilgi ve ihtiyaçlarını ifade etmelerine uygun fırsatların yaratıl‐ması onların her iki dil gelişimlerini olumlu yönde etkilemek‐tedir (Clark, 2002). İnsanlar duygu ve düşüncelerini en iyi bil‐dikleri dilde ifade edebilirler. Çocuklar da kendi duygu ve düşüncelerini en iyi şekilde anadilleri ile ifade edebilirler.
80
Gelişimsel olarak iki dilli çocuklarla tek dilli çocuklar ara‐sında özellikle dil gelişimi ve sosyal gelişim acısından bazı farklılıklar vardır. Tek dilli çocuklar anadilinde kelime hazine‐si, cümle kurma, dili doğru olarak kullanma kavram geliştir‐me, dili soyut düşünme aracı olarak kullanma, düşündüklerini anadilinde ifade edebilme ve anadilinde anlatılanları anlama gibi açılardan iki dilli çocuklara göre daha başarılır. Çünkü bu süreçlerini tek dilli bir ortamda tamamlama şansına sahiptirler. İki dilli çocuklar ise bu süreçleri yalnızca aile ortamlarında kazanma şansına sahiptir. Çünkü toplumsal yaşamlarında ikinci dille iletişime geçmek durumundadırlar. İki dilli çocuk‐lar, bu süreçleri anadilinde tam olarak kazanmadan ikinci dil edinimine geçildiği için her iki dilde de yarım dillilik meydana gelebilmektedir. İki dilli ortamda yetişen çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda bu çocukların hem anadilinde hem de ikinci dilde ayrı ayrı dil yeteneklerine sahip oldukları görül‐müştür. İki dilli çocukların, okula başlama yaşında ne anadille‐rinde ne de ikinci dilde tek dilli çocukların eriştiği konuşma ve düşünme seviyesine ulaşamadıkları görülmüştür. İki dilli ço‐cukların ikinci dili iyi bir şekilde kazanabilmesi için önce ana‐dilinde belirli bir düşünme temelinin oluşması gerekmektedir. Anadiline konuşma ve yazı dili olarak vakıf olmak hangi or‐tamda olursa olsun çocukların genel olarak dil ve düşünce yeteneğini etkilemektedir ve bu yeteneklerin gelişmesine yar‐dımcı olmaktadır (İleri, 2000).
Batı Avrupa Ülkelerinde yaşayan okul öncesi dönemdeki çocuklar, göçmen Türk ailelerinin dördüncü kuşağını oluştur‐maktadır. Kuşaklar ilerledikçe göçmen ailelerin çocuklarının ana dilleri giderek gerilemeye başlamaktadır. Kültürel mirasın aktarılmasında ve kültürel benliğin kazanılmasında gerekli olan ana dili, bu çocukların önemli bir sorunu haline dönüş‐
81
müş bulunmaktadır. Bu durumda da her iki dilden ve kültür‐den farklı ama her iki dilin ve kültürün özelliklerini içinde barındıran göçmen dili ve göçmen kültürü adı verebileceğimiz karma bir dil ve kültür yapısı oluşmaktadır. Ancak bu kültürel yapının daha sağlıklı olabilmesi ve iki kültürün kaynaştırılması için gerekli önlemler yeterince alınamadığı için, çocuklarda kültürel kimlik ve kültürel benlik sorunları giderek büyümek‐tedir. Bu nedenle yurt dışındaki çocukların ana dilini öğrenme ihtiyaçlarının karşılanması yalnızca ailelerin sorumluluğuna bırakılmamalı ve her iki ülkenin Milli Eğitim yetkililerinin denetiminde, iki dilli eğitim programları sunulmalıdır. İki dilli eğitim programlarına erken çocukluk döneminde başlanılarak, çocukların ana dil ve ikinci dil gelişimi desteklenebilir.
Sonuç
Yurt dışındaki Türk çocuklarının sağlıklı bir kimlik geliştire‐bilmeleri için Türkiye’de eğitim araştırma geliştirme çalışmaları düzenli olarak yapılarak, orada yaşayan Türk çocuklarının ilgi ve ihtiyaçları doğrultusunda çok dilli ve çok kültürlü eğitim programları geliştirilerek uygulama yollarına gidilmelidir
Sonuç olarak, bu önlemler alınabildiği takdirde, iki dilli ve iki kültürlü ortamda yer alan çocukların yaşadıkları topluma uyum sağlayan, kendine güveni olan, kendisi ve çevresi ile barışık yaşayabilen bireyler olabilmeleri sağlanabilir. Ayrıca, dil ve kültürel kimlik kazanma sorunları da giderilebilir.
82
Kaynakça
Abalı, Ünal: Almanya’daki Türk Gençlerinin Kültürel Benliği” Türko‐loji Çalışmaları Ve Almanya’daki Türk Çocuklarının Eğitim‐Kültür Problemleri Sempozyumu. Ankara 1987, Hacettepe Üniversitesi Yayınları: 67‐77.
Aytemiz, Aydın: Almanya’da Türkçe. Avrupa’da Yaşayan Türk Ço‐cuklarının Anadil Sorunları Toplantısı. Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu TDK Yayınları, sayı: 734, s:29, 2000
Bott, P. Merkens, H. And Schmind, F.: Turkache Yugendliche und Aussiedler Kinder in Familie und Schule, The aretsche und Emprische Beitrapeder Padoggischen Farshung, Hohengeli‐nen. Schneider Verlog, 1990
Clark, Beverly,L. :” First‐and Second‐ Language Acquisition in Early Childhood”. 2002
Cummins, J.: Bilingual Children’s Mother Tongue: Why is it Impor‐tant for education? Sprog Forum (February,; Denmark), 2001
İleri, E.: ʺAvrupa Topluluğu’nun Dil Politikası Ve Almanya’da Okula Giden Türk Asıllı Öğrencilerin Dil Ve Eğitim Sorunları.” Av‐rupa’da Yaşayan Türk Çocuklarının Anadil Sorunları Top‐lantısı. Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu TDK Yayınları, sayı: 734, s:29 , 2000
Lambert, W. E.().Deciding On Language Of Instructıon Psyshological And Social Considretions. Multicultural And Multilingual Educaiton İn Immıgrant Countrres , Wenner Gren Symposium Series: 93‐102, 1983
Mussen, P.N, Conger, J.J. And Kagan, J.: Child Development And Personality. Sevenfhedit. London Harper Collins Publishers, 1990
Özdemir, Ç. M.: Federal Almanya’daki Türk İşçi Çocuklarının Eğitim Sorunları Açısından İki dillilik ve İki kültürlülük ile İlgili Eği‐tim Modelleri. Gazi Üniversitesi: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1988
83
Piyade, Z. G.: The Bilingual Fist Language Acquisition of A Turkish Child. A Comprative Case Study. Middle East Technical Universty: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1990
Sağlam, M. : F.Almanya İlkokullarında Türkçe ve Türk Kültürü Prog‐ramının Etkinliği Kuzey Ren Festfalya Örneği, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1990
Saracho, Olivia. N.: “Essential Requirements for Teacher in Early Childhood Bilingual/ Bicultural Programs.” Chilhood Educa‐tion, November‐ December: p. 96‐101, 1983
Swısher, K.: American Indian Learning Sytles Survey: An Assessment of Teacher Knowledge. The Journal Of Educational Issues Of Language Minority Students. (Http://Www.Ncbe. Gwu.Edu/Miscpubs/Jeilms/Vol13/Americ13),1994
Writer, J., M. Ve Acar, N., V. : Çocukla İletişim.M.E.B. Yayınla‐rı:3120Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi: 971. İstanbul 1998
Yazıcı, Zeliha (). Almanya ve Türkiye’de Anaokuluna Devam Eden 60‐76 Aylar Arasındaki Türk Çocuklarının Dil Gelişimi ile Oku‐ma Olgunluğu Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Gazi Üni‐versitesi: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999
85
Almanya’daki Türkiye Kökenli Göçmenlerin Sağlık Durumları:
“Göç Hasta Eder”den “Göç Sağlığa İyi Gelir”e Geçiş İçin Öneriler
Zuhal YEŞİLYURT GÜNDÜZ
“Bedenimizde görülen bazı hastalıklar
ruhlarımızda saklanan hastalıkların küçük parçalarıdır ”
Nathaniel Hawthorne1
Giriş
Alman İstatistik Ofisi’nin 2009 verilerine göre Almanya’da 16 milyonun üzerinde göç arka planına (Migrationshintergrund) sahip insan yaşamaktadır. Bu sayı, Almanya’daki nüfusun yüzde 19,6’sına karşılık gelmektedir. Türkiye kökenli 3 milyon insan ise, Alman vatandaşı “olmayan” en büyük grubu teşkil etmektedir2. 1 <http://www.gridergi.com/harikasozler/saglik.htm> 2 Statistisches Bundesamt: Pressemitteilung Nr. 248, 14.07.2010,
<http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pm/2010/07/PD10__248__122,templateId=renderPrint.psml>
86
Kısa bir süre kalıp, çalışıp, tekrar memleketlerine döne‐cekleri düşünülen “misafir işçiler” (Gastarbeiter), dışlanmanın ve ötekileştirmenin açık bir ifadesi olan “yabancılar” (Ausländer), göç olgusuna vurgu yapan “göçmenler” (Migranten) ve son olarak da “göç arka planına sahip insanlar” (Menschen mit Migrationshintergrund) olmuşlardır. Almanlar, ülkelerine gelen kişileri isimlendirmede oldukça yaratıcı fikir‐ler üretebilmişlerdir yıllar içerisinde. Max Frisch’in 1973 yılın‐da ifade ettiği “Biz işçi çağırdık, insanlar geldi!” (“Wir riefen Arbeitskräfte, aber es kamen Menschen.”) sözleriyse göç alan Al‐manya’nın bu olguya aslında hâlâ hazır olmadığının bir açık itirafı niteliğindeydi.
Son olarak uygun görülen “göç arka planına sahip insan‐lar” ifadesi, 1950’li yıllardan sonra Almanya’ya göç eden, yer‐leşen insanlar ile onların çocuklarını, torunlarını vs. kapsamak‐tadır. Sonraki “nesiller” doğrudan göç etmedikleri, yani göç deneyimini (ve hatta bazı zaman travmasını) yaşamadıkların‐dan dolayı, onları da kapsayacak bir ifade olarak kökenlerine vurgu yapmayı ve böylece onlara has bir kategori oluşturmayı uygun görmüştür Dilin siyaseten doğruluk (political correctness)3 bağlamındaki önemi ve hatta bir olgunun inşasını sağlayan en önemli unsur olduğu dikkate alınırsa, hangi ifade‐nin kullanıldığı da büyük önem taşımaktadır.
İşte göç arka planına sahip bu insanların sağlık durumları araştırılmaya değer bir konudur. Dolayısıyla kilit noktası ko‐numundaki temel olgu göç ve sağlık bağlantısıdır. “Göç hasta eder” görüşünden “Göç sağlığa iyi gelir” fikrine kadar tüm
3 Siyaseten doğruluk (İngilizce: Political correctness), farklı dil, din, kültür ve
cinsiyetten kişileri incitmemek amacıyla, özenle kullanılan ifade, düşünce ve uygulamaları tanımlamak amacıyla kullanılan bir terimdir. <http://www.seslisozluk.com/search/political+correctness>
87
yelpazede önemli bulgulara rastlamak mümkündür. Bir yan‐dan ilk geldikleri dönem itibariyle sosyo‐ekonomik bağlamda dezavantajlı konumda hayatlarına başlayan, çoğu zaman ol‐dukça zor, oldukça kötü şartlarda çalışmak ve yaşamak duru‐munda olan göçmenler daha fazla, daha çok sağlık tehditleri yaşamaktadırlar. Özellikle de kayıt altında olmayan mülteciler ve yasal oturma iznine sahip olmayan göçmenlerin sağlık du‐rumları kaygı vericidir. Bu açıdan bakınca göç ve sağlık sorun‐ları birbirleriyle doğrudan bağlantılı meseleler olarak karşımı‐za çıkmaktadır. Öte yandan bizzat göç eden kişiler kendi gele‐ceklerini belirlemek isteyen, daha iyi koşullar arayışı içinde olan mücadeleci, aktif, cesur, genelde genç insanlardır ve sağ‐lıkları da oldukça iyidir. Ekonomik açıdan nispeten daha az gelişmiş ya da gelişmekte olan bir ülkeden geliyorlarsa eğer, Almanya gibi ekonomik açıdan daha gelişmiş olan bir ülkeye gitmiş olmak, sağlık durumlarını olumlu da etkileyebilir (Razum ve Spallek, 2009).
Bu makalede bir şekilde Türkiye ile bağlarını koruyan, biz‐zat kendisi ya da ailesi Türkiye’den göç etmiş olan, ikinci hatta üçüncü nesil olarak Almanya’da yaşayan insanların sağlık du‐rumu incelenecektir. Öncelikli olarak sağlık, göç gibi kavramla‐rın tanımı yapıldıktan sonra göçmen durumunda yaşamanın sağlığa olumlu ve olumsuz etkileri irdelenecek ve son olarak olumlu örnekler sunularak daha iyi sağlık olanaklarının nasıl sağlanabileceği yönünde öneriler geliştirilmeye çalışılacaktır.
Kavramsal Arka Plan
Sağlık ve hastalık gibi ifadeler duyulduğu zaman, genelde bu‐nun sadece doktorlarla, tıpla ve biyologlarla alakalı bir alan olduğu düşünülmektedir. Oysa sağlık insanların yaşadıkları toplum ile de çok yakından ilgilidir. Ayrıca sağlık son derece
88
siyasi bir konudur. “Özel olan siyasidir!”4 sloganının haklılığı feminizm ve kadın haklarının yanı sıra sağlık konusunda da bir kez daha görülmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization ‐ WHO) sağlık için “bedensel, zihinsel ve toplumsal olarak tam bir iyilik hali”5 tanımını yapmaktadır. 1946 yılına ait bu tanım sağlığın sadece biyolojik bir olgu olmadığını açıkça göstermektedir.
İnsanların yaşadıkları toplumlar sağlık durumlarını etki‐lemektedir; sağlıkla ilgili olarak bu etkileşimi çeşitli boyutlarda görmek mümkündür. Örneğin insanlar sağlık durumlarını başkalarına bakarak değerlendirmektedirler. Sağlıkla ilgili standartlar toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Bir diğer boyut ise insanların sıkça sağlığı “ahlak”la bağdaştırma‐ları şeklinde görünebilir. Örneğin çeşitli hastalıklar, “ahlaklı” davranılmadığı için o hastalıklardan muzdarip insanları adeta suçlama unsuru olarak görülebilmektedir. Yani sağlıkla ilgili görüşler bir kişinin kültürel normlara uyup uymadığı ile ilgili toplumsal kontrol ve denetim mekanizması olarak görülebil‐mektedir. Bir başka önemli unsur ise sağlık ile ilgili kültürel standartların zaman içinde değişime uğramasıdır. Örneğin 1960’lı ve 1970’li yıllarda sigara tüketimi gayet doğal ve hatta “modern” bulunurken, günümüzdeki bakış açısı çok farklıdır. Ayrıca sağlık ve yaşam standartları arasındaki ilişki büyük önem taşımaktadır. Yoksul toplumlarda görülebilen nice hasta‐lıkların adı, zengin toplumlarda duyulmamış bile olabilir. Yine aynı şekilde “zengin” hastalıkları olarak nitelendirilen bazı hastalıklara yoksul toplumlarda sıkça rastlanılmamaktadır. Son
4 <http://personalispolitical.tripod.com/> 5 Preamble to the Constitution of the World Health Organization as adopted
by the International Health Conference, New York, 19 June ‐ 22 July 1946. <http://www.who.int/suggestions/faq/en/>
89
olarak da sağlık ve toplumsal eşitsizlik arasındaki derin bağın altı çizilmelidir. Kaynakların toplum içerisinde eşit olmayan biçimde dağılmasından dolayı sağlıklı olmak, refah düzeyi yüksek olan insanlar için yoksul insanlara nazaran daha kolay ve olağandır. Varsıl insanların çeşitli sağlık sorunlarını maddi olanaklarının daha fazla olması nedeniyle daha kolay, daha rahat aşabildikleri de görülmektedir (John J. Macionis ve Ken Plummer, 2005).
Göç, insanlık tarihiyle yaşıttır. İktisat Terimleri Sözlü‐ğü’nün tanımına göre göç, “İktisadi, siyasi veya sosyal neden‐lerle bir yerleşim biriminden başka bir yerleşim birimine doğru gerçekleşen nüfus hareketleridir.” Göç eden insanların büyük bir bölümü savaş, iç savaş, etnik ya da dini çatışmalar, siyasi baskı ya da katlanılamaz orana ulaşan yoksulluk nedeniyle, hayatlarını kurtarabilmek amacıyla veya daha iyi yaşam koşul‐ları umuduyla göç etmektedir.
Türkiye’den Almanya’ya göçler de işte bu “daha iyi bir ya‐şam” umuduyla bundan tam 50 yıl önce başlamıştır. 20 yılı aşkın bir süre boyunca göç, kapitalist modelde üretimin, ge‐lişmenin ve kalkınmanın çok önemli bir aracı olarak kabul ve teşvik edilmiştir (Ibrahim, 2000). Genç, sağlıklı, çalışkan ve dinamik “misafir işçiler” İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra geli‐şen, büyüyen, ama “kendi” işgücünün yeterli gelmediği Alman sanayiine cansiperane bir şekilde istihdam sağlamış, ne sosyal hak, ne insani ihtiyaç düşünmeksizin çalışmış, çalışmış ve ça‐lışmıştır. İşte onların böylesine çalıştıkları bir ortamda, birçok Avrupa ülkesinde kendini hissettiren petrol krizi beraberinde ihracatta daralma, ekonomik küçülme ve gerileme ile birlikte işsizlik oranlarında artışlar gerçekleşmiştir. Bu ekonomik krizin sonucunda 1973 yılında Almanya göç alımını durdurma kararı almış, birçok Avrupa Topluluğu ülkesi de benzer kararlar almış
90
ve Türkiye ile imzalanmış olan işgücü göçü ile ilgili ikili an‐laşmalar durdurulmuştur. Ve hatta Almanya’da bulunan “ya‐bancıların” “evlerine” gönderilmeleri için de maddi olanaklara başvurulmuştur. Tüm bu çabalara rağmen başta aile birleşimi ve çeşitli meslek gruplarına yönelik imtiyazlar sonucu Alman‐ya’daki Türkiye kökenli insanların sayısı azalmadığı gibi artış göstererek 2009 yılında 3 milyona ulaşmıştır.
Sağlık ve Göç İle İlgili Araştırmaların Göremedikleri
Yukarıda bahsedilen ve “göçmen” kavramı ile ilgili sorunlara dikkat çeken ayrıntılar da dikkate alındığında Almanya’da yaşa‐yan “göçmenler” ile ilgili araştırmaların yaşadığı ve yarattığı sorunlar mutlaka vurgulanmalıdır. Araştırmalar genellikle “Al‐man olanlar” ve “Alman olmayanlar” şeklinde bir ayrım yap‐maktadır. Dolayısıyla ne geldikleri devletler dikkate alınmakta ne etnisiteleri ne de başka faktörler – ki sağlık söz konusu olunca özellikle de sosyo‐ekonomik faktörler son derece önemlidir. Bunun yanı sıra bazı araştırmalarda “kültürel farklılıklar”dan bahsedilmesi, bu yaklaşımın ne denli ayrımcı, dışlayıcı, ötekileş‐tirici olduğunu göstermektedir. Bu ayrım belki bilinçsizce, ama belki de bizzat bilinçli olarak yapılmaktadır. Buna örnek vermek gerekirse, bir araştırmanın sonucuna göre, Türk göçmenlerinin sağlık kavramına bakışları Almanlarınkinden “farklıymış” (“Turkish migrants have a concept of health different from that of Germans” (Razum vd, 2005). Böyle bir ifadenin ne kadar ayrımcı, dışlayıcı ve küçümseyici olduğu ortadadır.
Bir diğer ve çok önem taşıyan gerçek de şudur ki, hangi ifade kullanılırsa kullanılsın, “göçmenler” son derece heterojen, farklı, renkli bir gruptur ve onları tek bir kategoriye –“Alman olmayanlar” kategorisine – indirgemek kesinlikle doğru olma‐yacaktır. Girişte de belirtildiği gibi sağlık tıbbi olmanın yanı sıra
91
sağlık hizmetlerine erişim olanaklarını ve ekonomik olanakları da içermektedir. Dolayısıyla sağlık ve göç konulu araştırmaların bu boyutu da mutlaka dikkate alması gerekmektedir.
Tarihsel Süreçte Göç ve sağlık:
İlk Yıllar – İlk göçmenler/“misafir işçiler”
Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızlı sanayileş‐mesi ve fabrikalaşması sonucunda artan işgücü ihtiyacını karşı‐lamak üzere Türkiye, İtalya, Yugoslavya, Portekiz ve Yunanis‐tan gibi Akdeniz ülkeleriyle ikili göç anlaşmaları imzalaması sonrasında (ilki 1955’de olmak üzere) bu ülkelerden çok sayıda göçmen gelmiştir. Çoğunluğunu erkeklerin teşkil ettiği bu göçmenlerin bir özelliğiyse, ciddi sağlık kontrollerinden geçi‐rilmeleri ve ancak sağlıklı çıkmaları halinde Almanya’ya kabul edilmeleri sonucu – hafızamıza kazınan fotoğraflar vardır bu konuda – genelde genç, dinamik, güçlü ve sağlıklı olmalarıdır. Bu dönemde sağlık ile ilgili yaşanabilecek sorunlar genelde iş kazaları ve akut hastalıklarla sınırlıydı (Castañeda, 2011).
Mesleki hastalıklar ve güvenlik önem taşımaya başlamış‐tır, çünkü yabancı ülkelerden gelen çalışanların büyük çoğun‐luğu kötü koşullarda, özel yetenek gerektirmeyen, geçici ve çevre kirliliğinin yoğun yaşandığı işlerde çalışmak durumunda bırakılmışlardır. Yaptıkları işler çok kısa vadeli ya da “basit”, “kolay” olarak değerlendirildiğinden, eğitim ve iş güvenliği gibi yatırımlara gerek görülmemiştir. Bu durum da göçmen işçilerin aslında önlenebilir kazalar geçirmelerine yol açmıştır. İlave bir sorun olarak işveren ve denetleyici/amir ve işçiler arasında iletişim sorunları, kullanılan makinelere aşina olma‐ma, güvenlik kavramına farklı algılar/bakışlar gibi sorunlar da eklenince iş kazaları sorunu daha da artmıştır. Günümüzde dahi Almanya’daki göçmen işçiler Alman işçilere oranla iki kat
92
daha fazla mesleki kaza geçirmektedir. Ayrıca 5‐9 yaş grubu Alman olmayan çocukların Alman olan çocuklara nazaran ev ve trafik kazalarına maruz kalma oranları da daha yüksektir (Carballo vd, 1998).
Ciddi sağlık sorunu yaşayan az sayıda göçmen, geldikleri ülkelerine geri dönmüştür. Bu durumda işgücü olarak çalıştırı‐lan ve 1973’de sayıları 2,6 milyona erişmiş olan göç‐men/“misafir işçiler”e yönelik özel sağlık hizmetlerine pek fazla ihtiyaç duyulmamaktaydı. Araştırmalarda en fazla dikkat çeken unsur “misafir işçiler”de Almanlara oranla daha yüksek oranda rastlanılan tüberküloz olmuştur (Castañeda, 2011). Tüberkülozun, yani veremin yoksulluğun hastalığı olduğunu söylemek mümkündür. Düşük eğitim oranları, eksik beslenme, yetersiz barınma, fazla kalabalık ortamlarda yaşama ve önleyi‐ci ve iyileştirici sağlık hizmetlerine sınırlı ve yetersiz erişim tüberkülozun artmasına neden olmaktadır. Batı Avrupa ülkele‐rinde bu konularda ilerlemeler yaşanması sonucu ciddi azal‐malar kaydedilebilmiştir. Fakat ekonomik açıdan az gelişmiş bölgelerden gelişmiş Avrupa’ya yaşanan göçler sonucu Avru‐pa’da da göçmenler arasında tüberküloz vakaları artış göster‐miştir ( Carballo vd, 1998). Düşük sosyo‐ekonomik statüye sahip göçmenler – tıpkı aynı ekonomik durumdaki Almanlar gibi – daha yüksek oranda tüberküloz riski altındadırlar (Razum ve Spallek, 2009).
Sağlık bağlamında en büyük sorun olarak dil engeli ilk de‐fa bu dönemde görülmeye başlanmış, sonrasında da bu sorun‐sal devam etmiştir ve günümüze kadar çözüm beklemektedir. Kısa, sert ve kaba ifadeler kullanarak iş ortamında anlaşmaya çalışan “misafir işçiler” ve Almanlar, bu tarzı hastane ve dok‐tor‐hasta ilişkisine de taşımıştır, daha doğrusu taşımak zorun‐da kalmıştır. Örnek olarak “Bein kaputt, du Krankenhaus!” –
93
“Bacak bozuk, sen hastane!” gibi tıbbi açıdan gerekli detaya in(e)meyen kısa ifadeler, talimatlar ve emirler ya da bir dokto‐run asla bir Alman hastasına söylemeyeceği “Kapiert?” – “An‐ladın mı?” gibi ifadeler ya da kibar olan “Sie” – “siz” yerine samimi olunan kişilerin dışında kullanıldığı zaman oldukça kaba olan “Du” – “sen” hitap şeklinin kullanılması, gösterilebi‐lir (Castañeda, 2011).
Gerçekten de dil sorunları günümüzde dahi göçmen asıllı insanların uygun ve yeterli sağlık hizmeti almalarının ve hatta doğru teşhislerin konulmasının önünde önemli bir engel teşkil etmeye devam etmektedir (Razum vd, 2005). Örneğin dil soru‐nu nedeniyle doktora muayeneye gidilirken dile hakim olan aileden birinin ya da bir tanıdığın gelmesi ve tercüme yaparak yardım etmesi çok faydalı olmakla birlikte aynı zamanda sıkın‐tı yaratabilir de. Öncelikli olarak tıbbi terimlerin ve tıp jargo‐nunun doğru anlaşılamaması ve doğru, yeterli biçimde tercü‐me edilememesi sorun yaratabilmektedir. Bunun yanısıra çe‐kinme, utanma gibi duygulardan dolayı belirtiler tam olarak anlatılamayabilir ya da tercümesi yapılmayabilir (Razum ve Spallek, 2009).
1970’li yıllarda yapılan sağlık ve göç konulu araştırmalar genelde psikosomatik (bedensel hastalıkların ruhsal kökenli olması) hastalıklara ve ruh sağlığı hastalıklarına (düzensizlik‐ler) ağırlık vermiştir. Bu bağlamda stres, güvensizlik ve top‐lumsal destek eksikliğine ağırlık veren araştırmalar, göç olgu‐sunun psikosomatik sonuçları üzerinde durmuştur. “Kökün‐den sökülmüşlük sendromu” (“uprootedness syndrome” – “Entwurzelungssyndrom”), “vatan hasreti hastalığı” (“homesick illness” – “Heimwehkrankeit”) ya da “nostalji/özlem sendromu” (“nostalgia syndrome” – “nostalgisches Syndrom”) gibi terimler üzerine tartışılmaktaydı. “Misafir işçi sendromları”
94
(“guestworker syndrome” – “Gastarbeitersyndrom”) arasında en dikkat çeken ve sorun yaratanlar arasında göç eden insanları somatistler (Psikotik olayların vücuttan kaynaklandığı ve fizik‐sel kökenli olduğuna inanan insanlar) (“somatizers”) ve “hasta‐lık kuruntusu olan kişiler” (“hypochondiracs”) olarak ifade et‐mek gelmiştir. Somatoform, yani psikolojik acıyı bedenselleşti‐ren hastalıklarda, duygusal sıkıntılar ya da zor hayat koşulları doğrudan fizyolojik açıklama yapılamaksızın belirtiler olarak yaşanabilmektedir. Özellikle Türk göçmenler için literatür ve birçok sağlık uygulayıcısı “somatizer” ifadesini sıklıkla kul‐lanmıştır (Castañeda, 2011). Güvensizlik deneyimleri, uyum sağlama baskısı, kimlik çatışmaları, sosyo‐kültürel izolasyon ve yetersiz toplumsal destek, önyargılarla, klişelerle ve ayrımcılık‐la mücadele etme zorunluluğu, göçmenlerin psikolojik sağlığı‐na açıkça zarar vermektedir (Knipper ve Bilgin, 2009).
1970’li yıllar itibariyle göçmenlerin “kontrolsüz”, “histe‐rik” ve “dramatik” anlatım ve dışavurumlarına sıkça değinil‐miş ve “Akdeniz sendromu” (“Mediterranean syndrome” – “Mittelmeer‐Syndrom”) ya da “boğaz hastalığı” (“Morbus Bosporus”) olarak tanımlanmıştır. Böylece göçmenlerin rahat‐sızlıklarının gerektiği kadar ciddiye alınmadığı ve hatta önem‐senmediği görülmüştür. Günümüzde yapılan araştırmalar, göçmenlerin Almanlara oranla daha fazla “somatizer” oldukla‐rı fikrini haksız bulmakta ve asıl sorunu, işlevini tam yerine getir(e)meyen ve yetersiz kalan doktor‐hasta ilişkisine bağla‐maktadır (Castañeda, 2011).
Psikosomatik sorunlar yaygın olmaya devam etmektedir. Strese bağlı ülser gelişimi Almanya’daki Türkiye asıllı göçmenler arasında sıkça görülebilen bir hastalıktır (Adrienne vd, 1997). Bunun yanısıra bu insanlarda sıkça görülebilen diğer strese da‐yalı semptomlarsa sık ve şiddetli baş ağrısı, korku/endişe
95
(anksiyete) atakları, cildin inflamasyonu/deri yangısı (dermatitis) ve uyku bozukluklarıdır. Almanya’daki göçmenlerin yüzde 13’ü memleketlerinden uzaklaştıkları ilk 12 ayda depresif rahatsızlıklar yaşamaktadırlar. İlave bir yüzde 25’inde depresif rahatsızlıklar sonraki iki ila beş yıl içinde gelişmektedir. Bu in‐sanlar genelde aileleri, eskiden nasıl ve hangi ortamlarda yaşa‐dıkları ve çocukluklarıyla ilgili mübalağalı anıları aktarmakta‐dırlar. Evleri, memleketleriyle ve “kesin dönüş” ile ilgili seçici anılar ve hayaller bu bağlamda “göçmenin afyonu” (“migrant’s opium”) olarak ifade edilmektedir (Carballo vd, 1998).
İlerleyen Yıllar – “Misafir İşçi Aileleri”
1973 yılında Almanya’nın işgücü göçü anlaşmalarını durdur‐masıyla birlikte “misafir işçi” sayılarında azalma beklenirken, bu insanların büyük çoğunluğu Almanya’da kalmaya ve hatta aile birleşimi kapsamında ailelerini de yanlarına almaya karar vermişlerdir. Hükümetin bu yeni, değişen ve gelişen göçmen nüfusa karşın hızlı ve doğru yanıt verdiğini söylemek pek mümkün değildir. Genelde onlara “zaten memleketlerine dö‐necekler” şeklinde bakıldığından dolayıdır ki, göçmenlerin entegrasyonlarına yönelik çalışmalara ve uygulamalara pek yer verilmemiştir. Oysa bir çok alanda olduğu gibi sağlık sistemini de yeni ihtiyaçlar ve görevler beklemekteydi. Her şeyden önce, aile birleşmeleri sonucunda daha fazla kadın ve çocuk Alman‐ya’ya göç etmiştir – artık “misafir işçi aileleri”nden (“Gastarbeiterfamilien”) bahsedilmekteydi – ve bu insanların sağlık sisteminden yararlanmaları gerekmiştir. Birçok göçmen kadın için sağlık sistemiyle ilk temasları ancak çocuklarının doğumu esnasında olmuştur. Anne‐çocuk sağlığına değinen araştırmaların birçoğunda göçmenlerin “farklı “kültürleri”, sağlık hizmetlerinden yararlanma konusundaki eksiklikleri ve
96
önleyici tedbirlerin alınmasındaki sıkıntıları açıklamada baha‐ne olarak gösterilebilmiştir ( Castañeda, 2011).
Oysa gerçekte göçmenlerin üreme sağlığı günümüzde de hâlâ çözüm bekleyen bir sorun olarak varlığını korumaktadır, çünkü hâlâ Almanya’daki Türkiye asıllı insanların doğum ön‐cesi (perinatal), doğum esnasında (natal) ve bebek ve çocuk (postnatal) ölüm oranları diğer gruplara oranla daha yüksek‐lerde seyretmektedir (Adrienne vd, 1997). Anne ölümleri sağlık hizmetlerine erişim konusunda eşitsizliklerin varlığı konusun‐da önemli bir göstergedir. Anne ölümlerinin büyük çoğunlu‐ğunun önlenebilir olmasına rağmen, eğer hâlâ daha Almanlar‐la misafir işçi ailelerindeki kadınlar arasında, önemli farklılık‐lar kendini gösterebiliyorsa, sağlık hizmetlerindeki eşitsizlikler ve adaletsizlikler görmezden gelinmemelidir. Türkiye asıllı göçmen kadınlarda 1990’lı yılların ortalarında bu oran Alman kadınlarla karşılaştırıldığında 1,5 kat fazlaydı. Sonrasında fark azalma gösterse de bu alanda sorunların tamamıyla çö‐zül(e)mediği ortadadır6.
Bir diğer dikkat çeken olgu ise göçmenlerin diğerlerine na‐zaran hastanelerin acil servis birimlerini daha fazla kullanmakta olmalarıdır. Bu, onların Alman sağlık sistemi içerisindeki düzen‐li ve mevcut hizmetlerden yeterli ölçüde haberdar olmamaları şeklinde yorumlanmaktadır (Knipper ve Bilgin 2009).
Yapılan araştırmaların sonuçlarına göre, 1980’li yıllardan itibaren Almanya’da yaşayan Türk asıllı halkta yerel halka na‐zaran erkeklerde kalp‐damar hastalıkları teşhisi daha sık ve daha erken konulmaktadır. Türkiye göçmenlerinin kalp krizi geçirme yaşları diğerlerine oranla çok daha erken – ortalama 10 yaş daha erken – olmaktadır. Bu, patolojik kolesterin oranlarına
6 <http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423> ve
Razum ve Spallek, 2009,
97
ve daha fazla sigara içmeye bağlanmaktadır. Kadın göçmen‐lerde dikkat çeken bir olgu ise onların diyabet/şeker (diabetis mellitus) oranlarının Alman hemcinslerine nazaran daha yük‐sek olmasıdır. Sebep olarak ise (ağır kalorili) beslenme değişik‐liklerine gitme (Akdeniz mutfağından uzaklaşma) ve hareket‐sizlik, spor yapmama gibi nedenler gösterilmektedir (Knipper ve Bilgin 2009).
“Yabancı”dan” “Göçmen”e Geçiş
“Misafir işçiler”in hâlâ Almanya’da kalmaları sonucunda isim‐lendirmede değişime gidilerek öncesinde “yabancılar”, 1990’lar sonrasında ise “göçmenler” kavramına geçişle birlikte bu insanların “entegrasyonuna” yönelik çabalarda da artışlar görülmüştür. Dil kursları, uyum programları, eğitim destekleri bu dönemde çoğalmış ve artan biçimde göçmenler bunlardan faydalanmıştır.
Sağlık konusundaysa birbiriyle bağlantılı üç alan dikkat çekicidir. İlk olarak göçmen hastaların sağlık gereksinimlerine daha iyi yanıt verebilecek adımlar atılmıştır, örneğin tıbbi ve hemşirelik eğitiminde kültürel hassasiyet artırıcı yaklaşımların kabulü ve uygulanması ile çeşitli dillerde broşürler hazırlan‐ması gibi dil sorununun çözümüne yönelik çabalar gibi. İkinci olarak ilk nesil “misafir işçiler” artık yaşlanmaktaydı. Ağır iş ve yaşam koşulları onların sağlık sorunlarının ve ihtiyaçlarının diğerlerine nazaran daha fazla olduğunu göstermekteydi. Bu‐na karşın sağlık sisteminin bu insanlara yönelik sağlık ihtiyaç‐larına yanıtı yetersiz olmuş ve gecikme ile gelebilmiştir. Aslın‐da yaşları ilerledikçe bu insanların emeklilikleri için “kendi” ülkelerine “dönecekleri” ya da geleneksel çok nesilli kalabalık aile ve evlerde çocuklarının onlara bakabilecekleri düşünül‐müştü ya da var sayılmıştı. Fakat birçoğunun artık memleket‐
98
lerinde kökleri, tanıdıkları kalmamıştı, çocukları Almanya’da evlenmişti, artık “kalıcıydılar”, fakat aynı zamanda da yeni ülkelerinde de temelleri, dayanakları yeterli değildi. Üçüncü olarak artan bir şekilde başka ülkelerden gelen sağlık uzmanla‐rıyla birlikte daha çok dilli hastane, muayene vs. ortamları oluşabilmiş, dil sorunlarının azaltılmasına yönelik çabalar yo‐ğunlaştırılabilmiştir (Castañeda, 2011).
Ailenin yaşam biçimi, sosyo‐ekonomik statüsü ve olası genetik etkenler çeşitli rahatsızlıkların ve risk faktörlerinin oluşmasını ve sıklığını belirlemektedir. Sağlık hizmetlerinin varlığı (ya da yokluğu) ve bu hizmetlere erişimin yanı sıra ön‐leyici tedbirler (preventive measures) de önemli rol oynamakta‐dır. Pediatri ve çocuk sağlığı açısından dikkat çeken bir sonuç‐sa, Robert Koch Enstitüsü’nün 2003‐2006 dönemini kapsayan geniş çaplı Çocuk ve Gençlik Sağlık Araştırması’nın, (Robert‐Koch‐Institut: Kinder‐ und Jugendgesundheitssurvey) göçmen asıllı çocuk ve gençlerde atopik (alerjen maddelerle, toz, polen gibi) temaslarda klinik semptomların (bronşal astım, alerjiler, ürtiker, ekzema gibi) oluşması ve bu maddelere aşırı duyarlı‐lıktan kaynaklanan rahatsızlık teşhisinin, göçmen arka plana sahip olmayan çocuk ve gençlere nazaran daha az konulması‐dır (yabancı asıllılarda yüzde 17,7; diğerlerinde yüzde 23,9, yaş aralığı: 0‐17). Öte yandan göçmen köklere sahip çocuklarda beslenme sorunlarına ve hareketsizliğe dayalı olarak gelişen aşırı kiloya/obeziteye göçmen asıllı olmayanlara kıyasla daha sık rastlanmaktadır (yüzde 19,5’e karşın yüzde 14,1, yaş aralığı: 3‐17) (Razum ve Spallek, 2009). Yapılan araştırmalara göre göçmen asıllı ailelerin difteri ve tetanos’a karşı 11‐17 yaş arası çocuklarını aşılatma oranları göçmen asıllı olmayanlara oranla daha düşüktür. Benzer bir şekilde bebek ve çocuklarda gerekli olan erken çocukluk dönemi muayenelerine katılım oranları da
99
daha azdır. Bu çocukların yüzde 14’ünün, Alman çocuklarının ise yüzde 2’sinin bu tür önleyici muayenelere getirilmediği tespit edilmiştir (Knipper ve Bilgin 2009).
Göçmen asıllı çocuklar için kansızlık (anemi), tüberküloz, dişlerde çürük (carie), kazalar sonucu yaralanmalar (örneğin kask, dizlik, bileklik gibi önleyici nesnelerin daha az kullanılma‐sı sonucu) gibi alanlarda göçmen asıllı olmayan çocuklara oranla daha çok vakalar tespit edilmiştir ( Knipper ve Bilgin 2009.)
Dil sorununa dönecek olursak, iletişim engellerinin hâlâ sorun teşkil ettiğini ifade etmek gerekmektedir. Bu bağlamda diğer Alman hastaların dil konusunda sorun yaşayan göçmen‐lere yönelik olası hoşgörüsüz ve sabırsız tavırlarının bu insan‐ların sağlık durumlarının daha iyi hale gelmesine katkı sağla‐madığı barizdir. Dil sorununun özellikle de hastane ve muaye‐ne ortamlarındaki mevcut zaman kısıtları ve/veya doktorların ve diğer sağlık personelinin göçmenlerin bazı kültürel uygu‐lamalarını anla(ya)mamalarının, bu insanların sağlık hizmetle‐rinden yeterli ve uygun biçimde yararlanmalarının önünde bir engel olduğu kesindir. Göçmenler sağlık personeli tarafından sıkça “problemli hastalar”‐“Problem‐Patienten” olarak tanımla‐nabilmekte ve bunun sonucunda ayrımcı, dışlayıcı muameley‐le, duygusal olarak çok mesafeli ve soğuk davranışlarla, hasta‐lıklarına ve hassasiyetlerine duyarsız tutumlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Buna dair bir örnek, göçmen asıllı insanların sıkça hastane ortamlarında aynı odalara yerleştirilerek burada gettolaşmanın uygulanmasıdır (Castañeda, 2011).
Öte yandan, muayene ve hastane ortamlarında iletişim ek‐sikliklerinin ve işbirliği konusunda sorunların yaşanabilmesi‐nin altında yatan sebepler de iyi okunmalıdır. İdari yönergeler‐le yönetilen/yönetilmek durumunda olan, zaman kısıtları so‐run teşkil eden ve insana “organ” olarak bakabilen bir anlayış‐
100
tan yola çıkan bir hastane ortamında bu sorunların yaşanma‐masını düşünmek mümkün değildir. Bu sorunlar doğal olarak göçmen kökenli olmayan insanlar için de aynen geçerlidir. Göçmenlerdeyse ilaveten dil sorunları, Alman sağlık sistemi konusunda yetersiz bilgi sahibi olma, dışlanma korkuları, top‐lumsal güvensizlikler ve sağlık çalışanları tarafından kültürel klişelerle ve önyargılarla karşılaşmak durumunda kal‐mak/kalabilmek gelmektedir ( Knipper ve Bilgin 2009).
İncinebilir Gruplar
Göçmen asıllı nüfusun içinde daha fazla risk ve zorluk altında olan dört incinebilir (vulnerable) gruba özel vurgu yapılmalıdır (Robert Koch Institut, 2008). Öncelikli olarak çocuklar ve genç‐ler eğitimleri konusunda Alman yaşıtlarıyla karşılaştırılınca daha büyük zorluklar çekmekte, daha az eğitim almakta ve sıkça da diploma ya da meslek sahibi olamamaktadırlar. Eksik alınan eğitimin sunucunda geleceğe yönelik beklentiler ve umutlar da sınırlanmaktadır. Dezavantajlı ve mağdur toplum‐sal statülerinden kaynaklanan çeşitli sağlık riskleri ortaya çıka‐bilmekte ve sonuçta sağlık sorunlarıyla mücadele etmek du‐rumunda kalabilmektedirler. Burada unutulmaması gereken ve bu gençlerin göğüslemesi gereken bir ilave sorunsa, ailelerinde bulunabilen geleneksel, muhafazakar düşünme ve davranma biçimleri ile yaşadıkları toplumun paylaştığı değerler ve norm‐lar arasındaki olası çelişkidir.
İkinci ve artan biçimde sorunları göze çarpan bir grupsa yaşları artık ilerlemiş olan ilk nesil göçmenleridir. Çoğu ilk başta göç ettikleri ülkede kalmayı tasarlamamışlardır. Sağlık durumları, hayatları boyunca zor koşullar altında çalıştıkların‐dan ve yaşadıklarından dolayı oldukça kötü olabilmekte ve ciddi sağlık bakımına ihtiyaç duyabilmektedirler. Almanya’da
101
yaşlanmak onlar için ailevi, psiko‐sosyal ve ekonomik sıkıntı‐larla bağlantılı olabilmektedir.
Bir diğer incinebilir göçmen grubu ise kadınlar teşkil et‐mektedirler. Kadınlar, sağlığa etkileri son derece olumsuz olan çoklu baskılar ve zorluklarla baş etmek zorunda bırakılmakta‐dır. Mesleki sıkıntılar, yorgunluklar (ya da işsizlik gibi sorun‐lar) ve ailenin ihtiyaçları, taleplerinin yanısıra “farklı” bir kül‐türde yaşamanın getirdiği zorluklar ortadadır. Bu kadınların kendi sağlıklarıyla ilgili memnuniyetleri, yaşları ilerledikçe çok azalmaktadır.
Son olarak, en zor durumda olan grupsa, yasal oturma iz‐nine sahip olmayan, dolayısıyla yasal açıdan güvence altında olmayan insanlardır. Yasa dışı çalışma koşulları adeta sömürü düzeyinde ve çok zor olmaktadır. Bu kişilerin sağlık sigortaları bulunmamaktadır. Dolayısıyla ciddi sağlık problemleri sonucu tedavi görmek durumunda kalırlarsa Almanya’dan sınır dışı edilebilmektedirler.
Olumlu/Başarılı Örnekler
“Migrant‐friendly hospitals” – Göçmen dostu hastaneler adı altında Avrupa Birliği destekli bir proje kapsamında 12 AB üyesi ülkedeki çeşitli hastaneler, bir koordinatör olarak bir bilimsel enstitü, uzmanlar, uluslararası örgütler ve çeşitli bilgi ağları bir araya getirilerek göçmenlere uygun, onların ihtiyaç‐larını dikkate alan ve başka hastaneleri de artan bilgi biriki‐minden faydalandıran çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. 09‐11 Aralık 2004 tarihli sonuç belgesi ve öneri listesi niteliğindeki Amsterdam Deklarasyonu’nda öncelikli olarak etnik, kültürel ve toplumsal “farklılıkları” sonucu çok fazla incinebilir olan bir grup olarak göçmenlerin hastane hizmetleri bağlamındaki ihtiyaçlarını daha fazla dikkate alan hizmetlerin verilmesi ge‐
102
rekliliği belirtilmiş ve bu Deklarasyon bundan sonraki hastane hizmetleri için yön gösterici ve belirleyici olmuştur7. ve buna benzer web sayfalarında Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanlar için sağlık konusunda çeşitli bilgilendirmeler, adresler, vs. bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli sağlık konularını içeren Türk‐çe broşürlere de erişim mümkündür.8
Önleyici Çalışmalar
“Önlem tedaviden daha iyidir (ve daha ucuzdur)!” (“Prevention is better (and cheaper) than cure!”9. Bu basit gerçek birçok alanda geçerli olduğu gibi özellikle de tıp ve sağlık ala‐nında da dikkate alınmalıdır. Aşılama ve kontrol amaçlı mua‐yeneler gibi hizmetlerden Türkiye kökenli göçmenlerin Alman‐lara nazaran daha az faydalandığı daha önce ifade edilmiştir. Önlem çalışmalarından yararlanılmasının önünde iki engel görülmektedir. Bir taraftan göçmen nüfusunun daha farklı olabilecek sağlık sorunları, sağlığa yönelik ihtiyaçları ve sağlı‐ğa/sağlıklı yaşama genel bakışları görülmelidir. Öte yandan bazı önleyici tedbirlere göçmenlerin erişmesinin çok da kolay olmadığı dikkat çekmektedir. Bu bireysel düzeyde dil sorunla‐rından kaynaklanacağı gibi önleyici tedbirlerden haberdar ol(a)mamalarından da kaynaklanabilmektedir. Kurumsal dü‐zeydeyse son derece heterojen bir grup olan ve farklı farklı ihtiyaçları olan göçmen nüfusa yönelik uygun önleyici çalışma‐ları hazırlayıp uygulamaya koymakta zorlanan Almanya’yı görmek gerekmektedir. Aslında mevcut olan sisteme heterojen
7 <http://www.mfh‐eu.net/public/home.htm> ve <http://www.mfh‐
eu.net/public/european_recommendations.htm> 8 <http://www.medknowledge.de/migration/migration‐tuerkei.htm> 9 <http://wellbeingandhealth.net/general‐health/prevention‐is‐better‐than‐
cure‐and‐cheaper/>
103
göçmen nüfusunu daha çok dahil ederek, onları hedef gru‐bu/grupları olarak görerek, onlara yönelik çalışmaları güçlen‐direrek önlemleri artırmak mümkün olabilecektir. Bu bağlam‐da bilgilendirici materyalin daha fazla oranda Almanca dışında çok konuşulan dillere çevrilmesi, gerektiği ölçüde kültürel hassasiyetleri dikkate alan çalışmaların ve çevirilerin yapılması önem taşıyacaktır. Önleyici tedbirlerin önceliği, göçmen erkek‐ler arasında yüksek sigara içme gibi, mevcut risk oranlarının düşürülmesine yönelik çabaların sarf edilmesi yönündedir (Razum ve Spallek, 2009).
Bunun yanısıra çeşitli hastanelerin başlatmış oldukları ter‐cüme hizmetlerinin daha yaygın ve olağan hale getirilmesi de önem taşımaktadır. Ve tabii belki de en önemlisi daha çok göçmen kökenlere sahip sağlık personelinin her alanda çalış‐ması, kariyerlerinde yükselmeleri ve karar alıcı mercilere gel‐meleri de göçmenlerin sağlık sorunlarının azaltılmasına katkı sağlayabilecektir.
Sağlık hizmetleri herkes için anlaşılabilir ve kabul edilebi‐lir olmalıdır. Bu özellikle de sağlıkla ilgili aydınlatıcı ve bilgi‐lendirici materyal ve önleyici tedbirler için geçerlidir. Kronik hastalar için bu daha da elzemdir, çünkü onların tedavileri uzun zamana yayılmaktadır ve üstelik yaşamlarını da sürdürü‐lebilir biçimde değiştirmeleri gerekmektedir, doğal olarak ye‐terli ve uygun anlatımlar sayesinde uyum (compliance) sağla‐maları garanti edilmelidir (Knipper ve Bilgin, 2009).
Göçmen kökenlere sahip insanların sorunsuz ve çatışma‐sız biçimde entegrasyonlarının sağlanması için siyasi ve top‐lumsal bağlamda tüm gereken koşulların sağlanması tıbbi açı‐dan da önem taşımaktadır. Bu bağlamda çok dilliliğin başta okullar ve iş ortamları olmak üzere her ortamda desteklenmesi ve ulus‐aşan ya da çok uluslu kimliklerin geliştirilmesi çok
104
anlamlı olur. Burada göçmenlerin sağlık durumlarını iyileştir‐mek amacıyla sadece sağlık personeli değil, sağlık hizmetleri‐nin sunulması ve sağlanmasında payı olan herkes ve her birim – resmi daireler, yönetim, sağlık sigortaları, vs. katkılarını sağ‐lamak durumundadır (Knipper ve Bilgin, 2009).
Değerlendirme Yerine
Almanya’da diğer Avrupa ülkelerine benzer bir şekilde yaşa‐nan “yabancı” düşmanlığı, aşırı sağın yükselişi, milliyetçi söy‐lemin çoğalması (hatta muteber sayılabilmesi) ve İslamofobi’nin artması sonucu, bu ülkede yıllardır yaşayan, tüm ömürlerini orada geçirmiş olan ve hatta orada doğmuş, evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuş insanların halen dışlana‐bilmesi olağan ve kabul edilebilir bir durum değildir.
Bu durum ayrıca, büyük bir kısmının yaşamakta olduğu olumsuz sosyo‐ekonomik koşullar da eklendiğinde göçmenle‐rin, hakları olan sağlık hizmetlerinden yeterli oranda faydala‐namamaları sonucunu da beraberinde getirmektedir. Zira sağ‐lık sadece sağlık değildir, hiçbir zaman. Sağlık aynı zamanda ekonomik bir olgudur. Sağlık sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun, sosyal devlet olgusu ne kadar ilerlemiş olursa olsun, sağlık hizmetlerinden yararlanmak belli bir kaynak gerektir‐mektedir – ki Almanya’da, tıpkı bazı diğer ülkelerde de olduğu gibi sosyal devletin zaman içinde daha geriye itildiği, daha çok piyasa koşullarına geçildiği, daha çok neoliberal bir sisteme doğru gidildiği de bariz bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla sosyo‐ekonomik açıdan zor koşullar altında yaşayan insanların – göçmen asıllı olsun ya da olmasın – sağlık hizmetlerinden yararlanmaları daha zordur.
Ayrıca ekonomik sıkıntılar nedeniyle sağlıklı yaşam için elzem olan sağlıklı beslenme, sağlıklı ev ortamları, sağlıklı
105
yaşam biçimi (spor yapma, yüzme, vs.) gibi olmazsa olmazları gerçekleştirmek de her birinin maliyetli olması nedeniyle kolay olmamaktadır. Bundan dolayıdır ki göç ve sağlık bağlamında ilk ve en temel olarak insanların sosyo‐ekonomik koşulları geliştirilmelidir. Sonrasında dil sorununun önündeki engeller en aza indirilmelidir. Bazı basit ama etkili yöntemlerle, proje‐lerle ve çalışmalarla “göç hasta eder”den, “göç sağlığa iyi ge‐lir” konumuna gelmek mümkündür.
106
Kaynakça
Carballo, Manuel & Divino, Jose Julio & Zeric, Damir: “Migration and health in the European Union”, Tropical Medicine & Inter‐national Health, Volume 3, Issue 12, December 1998.
Castañeda, Heide: ““Over‐Foreignization” or “Unused Potential”? A critical review of migrant health in Germany and responses towards unauthorized migration”, Social Science & Medi‐cine, 2011
http://personalispolitical.tripod.com/ http://wellbeingandhealth.net/general‐health/prevention‐is‐better‐
than‐cure‐and‐cheaper/ http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423 http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423 http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/
Presse/pm/2010/07/PD10__248__122,templateIdrender‐Print.psml Statistisches Bundesamt: Pressemitteilung Nr. 248, 14.07.2010
http://www.gridergi.com/harikasozler/saglik.htm http://www.medknowledge.de/migration/migration‐tuerkei.htm http://www.mfh‐eu.net/public/european_recommendations.htm http://www.mfh‐eu.net/public/home.htm http://www.seslisozluk.com/search/political+correctness http://www.who.int/suggestions/faq/en/ Preamble to the Constitu‐
tion of the World Health Organization as adopted by the International Health Conference, New York, 19 June ‐ 22 Ju‐ly 1946
Huismann, Adrienne & Weilandt, Caren & Geiger, Andreas (Ed.): “Migration and Health in Germany”. In Country Reports on Migration and Health in Europe, Wissenschaftliches Institut der Ärzte Deutschlands, Bonn, 1997.
Ibrahim, Maggie: “The Securitization of Migration: A Racial Dis‐course”, International Migration, Vol. 43, Nr. 5, 2000
Knipper, Michael & Bilgin, Yaşar: Migration und Gesundheit, Konrad Adenauer Stiftung, 2009
107
Macionis, John J. & Plummer, Ken: Sociology. A Global Introduction, Third Edition, 2005, Pearson, Prentice Hall.
Razum, Oliver & Sahin‐Hodoglugil, Nuriye N. & Polit, Karin: “Health, Wealth or Family Ties? Why Turkish Work Migrants Return from Germany”, Journal of Ethnic and Migration Studies, Vol. 31, No. 4, July 2005
Razum, Oliver & Spallek, Jacob: “How Healthy are Migrants? Findings and Implications Drawn from the Study of Immigrants to Germany”, Focus Migration, Policy Brief, No. 12, April 2009
Robert Koch Institut. Statistisches Bundesamt: Migration und Gesundheit. Schwerpunktbericht der Gesundheits‐berichterstattung des Bundes, 2008
111
Kadın Sığınmacılar: Uluslararası Göçün Sessiz Tanıkları
Yeliz KÖMÜRCÜ, Rabia ÖZSOY ve Arzu ÇOBANOĞLU
Giriş
Zorunlu göç kategorisinde değerlendirilen mültecilik ve sı‐ğınmacılık, çeşitli nedenlerle insanları, ülkelerinde baskı gör‐meleri nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda bırakan bir olgu‐dur. “SIĞINMACI” ve “MÜLTECİ” sözcükleri aynı anlamda‐dır. Biri Türkçe, biri Arapça sözcük olup, her ikisi de “sığınan kişi” demektir. Türkiye, 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Du‐rumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi1”nde geçen mülteci tanı‐mını coğrafi çekince ile imzalamış ve kendi göç ve iltica düzen‐lemelerini 1994 tarihli İltica Yönetmeliğine2 göre yürütmeyi seçmiştir. Buna göre Türkiye’ye Avrupa ülkelerinden gelen kişiler “mülteci” olarak tanınırken, Avrupa dışındaki ülkeler‐den (Ortadoğu, Afrika) gelenler “sığınmacı” olarak kabul gör‐mektedirler. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserli‐
1 Bunun için bkz.:
<http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179‐199.pdf> 2 1994 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan Yönetmelik için bkz.:
<http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod= 3.5.946169&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=iltica eden>
112
ğiʹnin Nisan 2009 verilerine göre ülkemizde toplam 18 bin mül‐teci ve sığınmacı bulunmaktadır. Bunların 45 tanesi mülteci statüsünü almıştır. 6897 sığınmacıdan 2805ʹini kadınlar oluş‐turmaktadır. Ülkemize geldikten sonra Birleşmiş Milletler Mül‐teciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Ofisi’ne ya da herhangi bir Emniyet Müdürlüğü Pasaport ve Yabancılar Şubesine gide‐rek mülakat veren sığınmacıların mülakat formu, İçişleri Ba‐kanlığı’na gönderilir. Bu kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir birimi olan Yabancılar Hudut İltica Dairesi tarafından 32 uydu şehirden birine gönderilirler. Bu şehirler içinde Ispar‐ta’nın da olması ve Isparta’daki kadın sığınmacıların bir süre önce görsel ve yazılı basında çeşitli haberlerinin çıkmış olması bizi, uluslararası göçün, kadınları ne derece etkilediğini araş‐tırmaya yöneltmiştir.
Ayrıca 2012 yılında yürürlüğe girmesi planlanan yeni “Göç ve İltica Yasası”na göre, uydu kentlerin sayısının 51’e çıkacak olması, buna bağlı olarak da Türkiye’deki sığınmacı ve mülteci sayısının artacak olması bize bu gerçekliği görmezden gelmememiz gerektiğini düşündürmüştür.
Yöntem
Uluslararası göçün kadın sığınmacıların üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla yapılan bu araştırmanın modeli, tarama modelinde betimsel nitelikli bir çalışmadır. Araştırmanın evre‐nini Isparta il merkezinde bulunan sığınmacı kadınlar oluş‐turmaktadır. Araştırmanın örneklemi, Isparta Valiliği Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, Isparta İl Emniyet Müdür‐lüğü Pasaport ve Yabancılar Şubesi, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ile görüşmeler sonucunda toplanan bilgiler doğrultusunda oluşturulmuştur. Buna göre, Isparta ilinde ya‐şamını sürdüren 83 kadın sığınmacı arasından rastgele örnek‐
113
leme yöntemiyle belirlenen 48 sığınmacı araştırma için seçil‐miştir. Araştırma verilerinin elde edilmesinde 24 sorudan olu‐şan bir soru listesi3 kullanılmış ve her bir katılımcıyla yüz yüze görüşme yapılarak veriler toplanmıştır. Katılımcıların sorunla‐rını daha iyi yorumlayabilmek için aralarından 7 sığınmacı kadın ile derinlemesine görüşme yapılmış ve bu görüşmeler metamorfik inceleme tekniği ile yorumlanmıştır.
Bulgular ve Tartışma
Araştırmaya dâhil edilen örneklemin genel özellikleri aşağıda sunulmuştur.
Tablo 1: Görüşülen kadınların uyruğu
Uyruğu n %
Somali 46 95,8
Sudan 2 4,2
Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırmaya dâhil edilen kadın‐
ların çoğu (%95,8’i) yani toplam 46’sı Somali uyrukludur.
Tablo 2: Görüşülen kadınların uyruğu
Medeni Durumu n %
Evli 30 62,5
Bekar 18 37,5
3 Soru listesi için bkz. Ek: Görüşme Soruları
114
Tablo 2’ye göre, araştırmaya katılan 30 (% 62,5) kadın evli, 18 (%37,5) kadın ise bekârdır.
Tablo 3: Görüşülen kadınların yaş dağılımı
Yaş n % 14‐24 19 39,58 25‐34 14 29,166 35‐44 11 23 45 ve üzeri 4 8,32 Tablo 3’te görüldüğü gibi araştırmaya dahil edilen kadın‐
ların %29.2’si 25‐34 yaş arasında, %23’ü 35‐44 yaş arasında %8.32’side 45 yaş ve üzeridir.
Tablo 4: Kadınların eğitim düzeyi
Eğitim Düzeyi n %
Hiç 26 54,16
İlköğretim 14 29,16
Lise 6 12,5
Üniversite 2 4,16
Tablo 4 incelendiğinde, kadınların %54,2’sinin okuryazar
olmadığı, %29,2’sinin ise ilköğretim, %12,5’inin lise ve %4,2’sinin de Üniversite mezunu olduğu görülmektedir.
115
Tablo 5: Türkçe kursuna katılma oranı
n % Giden 31 64,5 Gitmeyen 17 35,5 Tablo 5’e bakılarak sığınmacı kadınların yarısından fazla‐
sının Türkçe kursuna gittiği görülmektedir. Ancak katılımcı‐lardan edinilen bilgilere göre Türkçe dil kursunun kısa süreli olmasından dolayı çok verimli olamadığı yönünde geri bildi‐rimler alınmıştır.
Tablo 6: Görüşülen kadınların uyum sorunu
n %
Çekenler 40 83,4
Çekmeyenler 8 16,6
Tablo 6’da görüldüğü gibi, araştırmaya katılan kadınların
yaklaşık %85’nin bulundukları çevreye uyum sağlama ve sos‐yal ilişki kurma konusunda sorun yaşadıklarını belirtmişler.
Sığınmacıların Türkiye’de kaldıkları süre boyunca kişi ba‐şı aylık 138 TL ikamet harcı ödeme zorunluluğu bulunmakta‐dır. Aşağıdaki tabloda bu harcı ödeme durumuna göre dağı‐lımlar verilmiştir.
Tablo 7: İkamet harcı ödeme durumu
n % Ödeyenler 31 64,5 Ödemeyenler 17 35,5
116
Yukarıda görüldüğü gibi sığınmacı kadınların %36’sının ikamet harcını ödemede sorun yaşadıkları görülmektedir. BMMYK tarafından sığınmacılara ödenen kişi başı aylık 102 TL’lik yardımın ikamet harcını karşılamakta yetersiz kaldığı örneklem grubu tarafından ifade edilmiştir.
Tablo 8: Sığınmacıların sağlık hizmeti alırken kullandıkları
iletişim kurma yöntemine göre dağılımı
Kişi sayısı Yüzde Tercüman 39 %81,25 Kendisi 9 %18,75 Tablo 8’de görüldüğü gibi, sığınmacı kadınların %81,3’ü
bulundukları toplumun dilini bilmediğinden diğer hizmet alanlarında olduğu gibi sağlık hizmetlerinden de yararlanırken ancak tercüman aracılığı ile iletişim kurabilmektedir.
Yapılan görüşme sonucunda katılımcıların %100’ünün ül‐kelerindeki savaştan dolayı Türkiye’ye göç etmiş oldukları ve hepsinin halen iltica başvuru görüşmelerinin devam etmekte olduğu belirlenmiştir.
Yedi sığınmacı kadın ile yapılan derinlemesine görüşmele‐rin metamorfik inceleme tekniği ile yapılan yorumları ve en çarpıcı olan cümleleri aşağıdaki tablolarda sunulmuştur
117
Tablo 9: Çaresizlik Hissi
GÖRÜŞME CÜMLE/CÜMLELER YORUM VE AÇIKLAMA
Babam Konselette İran’da çalışıyordu. Babamı orada öldüreceklerdi. Biz de kaçırdık.
Karşılaştığı risk duru‐munda kaçmaktan başka çare bulamama.
2. şahıs
Askerler evi tararken biz masa arkasına saklanıyor‐duk.
Güçlünün karşısında güçsüzün yenilgisi.
Komşumuz bana, senin anne baba öldü dedi. Gel benimle kal sen dedi. Komşumun yanında kal‐dım.
Belirsizlik sonucu ne yapacağını bilememe. Ve bunu istemsiz olarak kabul etme. 3.
şahıs
Kader yazdı. Biz Türki‐ye’ye gelmek.
Olay karşısında kendisi‐nin karar verememesi.
Sonra geldi ben buraya. Manyak olcam düşünmek‐ten.
Düşüncelerine bir çözüm önerisi aramış ama çö‐züm bulamamış.
5. şahıs
Burada hayat zor oluyor. İnsanlar iyi davranıyor. Ama annemle konuşamı‐yorum. Nerde bilmiyorum da.
Anne şefkatini arama.
6. şahıs
Askerler eve geliyor. Para, altın eşyaları alıyor. Karşı çıktığımızda bizi öldürü‐yorlardı.
Güçlünün karşısında hiçbir şey yapamama.
7. şahıs
Hep evdeydim. Dışarı çıkamıyordum. Savaştan hep kaçıyorduk.
Savaşın getirdiği zorlu şartlara uyum.
118
Tablo 10: Geride Bırakılanlar
GÖRÜŞME CÜMLE/CÜMLELER YORUM VE AÇIKLAMA
1. şahıs
Önceden hükümet vardı. İsteyen askere gidiyor istemeyen gitmiyordu. Ama şimdi karar yok. Herkes gitmek zo‐runda.
Hükümetin yıkılması, halkın kararlarının önemsenmeme‐si. Özgürce karar vermenin geçmişte kalması.
3. şahıs
Savaştan önce çok güzel hayat yaşıyor‐dum. Kocamın ara‐bası vardı. Evimiz vardı.
Yaşanan güzel günlerin sona ermesi.
5. Şahıs
Benim arkadaş var. Ben mektebe gidi‐yorduk.
Arkadaşları geride kaldı. Eğitim hayatına son verdi.
Sizler gibi biz de dışarı çıkıyor, arka‐daşlarla geziyorduk, mektebe gidiyorduk. Hayat çok güzeldi. Sinemaya gidiyor‐duk.
Önceki yaşama duyulan özlem.
6. şahıs
Hükümet olduğunda ne istersek onu yapı‐yorduk. Onu oluyor‐duk. Avukat falan istesek oluyorduk.
Düzenli bir toplumsal yaşa‐mın getirdikleri.
Somali’de doktor‐dum .İyi bir doktor‐dum. En güzel mem‐leketti Somali harp başlamadan.
Geride bırakılan lüks yaşa‐ma özlem. 7.
şahıs
Ev kendimizindi, kira değildi. Devlet hastanesinde çalışı‐
Eskiye ve düzenli bir hayata özlem…
119
Tablo 11. Yoksunluk Söylemi
GÖRÜŞME CÜMLE/CÜMLELER YORUM VE AÇIKLAMA
Gemiye çok para ver‐medim. Bende para yoktu. Gemide yemek vermediler bana. So‐mali’den hurma ve ekmek almıştım onun‐la idare ettim.
Umutları katık etmek.
3. Şahıs
Kocamın işi yok. Kira‐yı Vali veriyor. Sosyal Yardımlaşma eve ara‐bayla yemek getiriyor.
Düzenli ve sürekli gelire duyulan ihtiyaç.
Somali’ de kalan ço‐cuklara kardeşim bakıyor. Onları buraya getirmek istiyor ama çok para istiyorlar. Bende de para yok.
Maddi olanaksızlıklar bir aileyi böyle paramparça ediyor. 4.
Şahıs
Sende para var mı dedi mafya. Yok de‐yince babayı öldürdü‐ler.
Parasızlığın getirdikleri…
yordum. Kocam mühendisti. Ben 1500$ alıyordum aylık. Somali’de çok iyi komşuluk vardı. Hükümet vardı. Sizin komşuluklardan daha iyiydi.
Sırtını dayayacak kimsenin olmamasından yakınma.
120
Afrikalı askerler geldi eve para istediler. Annem yok dedi. Asker beni gördü. Evlenmek istedi.
Savaşın acı faturasını ödeyen kadınlar…
Kardeşlerim gelemedi. Gemi çok pahalı. An‐nem para bir kişiye yetti.
Parasızlık karşısında bir kadının çocukları arasın‐dan seçim yapmak zorun‐da kalması.
5. Şahıs
Benim ayakkabı yok. Dışarı çıkmak istiyo‐rum olmuyor. Arka‐daşla aynı ayakkabıyı giyiyorduk. Arkadaş ayakkabıyı giydiği zaman ben evde otu‐ruyordum.
Yoksulluk ve yalnızlığa mahkûm edilme…
7. Şahıs
Birleşmiş Milletler, Sosyal Yardımlaşma ve çevredeki Türkler yardım ederek kirayı ödüyoruz. Burada yaşam zor, iş yok.
İnsanın iki yüzü: Acıma‐sızlık ve Merhamet
121
Tablo 12. Zorlamanın Dili
GÖRÜŞME CÜMLE/CÜMLELER YORUM VE AÇIKLAMA
Kızlarda erkeklerde sünnet oluyor bizde. Küçük yaşta yapıyor‐lar. Çünkü medreseye gittiğimizde sen yap‐tırmadın aaa ayıp diyorlar.
Geleneklere boyun eğ‐me…
Bir kıza ayıp olduğun‐da öğrendiklerinde silah alıyorlar ve o kızı öldürüyorlar.
Kadın olmanın dayanıl‐maz ağırlığı 1.
Şahıs
Önceden büyükler 10, 11, 12 yaşlarında evle‐niyorlardı. Kızı ister‐lerse hemen veriyor‐lardı.
Kadına tanınmayan söz hakkı.
15 yıl önce harp başla‐dı. Ve bizim hayat değişti.
İnsanların elinden kayıp giden hayatlar….
15 yaşını dolduran erkekleri savaşa alıyor‐lardı.
Savaş büyük küçük din‐lemiyor…
6. Şahıs
Somali’de savaş varken evde yalnız bir kız olduğunda askerler bize ayıp (tecavüz) bir şey yapıyorlardı.
Savaşın kadınlar üzerin‐deki olumsuz etkileri.
122
Nereye gidiyor dedi‐ğimizde bin, bin dedi‐ler biz de mecbur bindik.
Belirsizliğe kaçış…
7. Şahıs
Kızlar, erkek hemen silah alıyordu. Zorun‐luydu çünkü eve giri‐yor evde ne var ne yok alıyorlar. Karşı çıkar‐sak öldürüyorlardı.
Güçlünün güçsüzler üze‐rindeki etkisi.
Tablo 12. Toplumsal Yaşamdan Dışlanma
GÖRÜŞME CÜMLE / CÜMLE‐LER
YORUM VE AÇIKLAMA
Sünnet yaptırmak gerekiyor. Yoksa ayıp diye dışlıyorlar.
İçerisinde bulunduğu du‐ruma karşı çaresizlik…
1. Şahıs
7 yaşında namaza başlıyoruz.10 yaşına kadar namaz olmazsa sen İslam değil git diyorlar. Kovuyorlar.
Dinin yanlış algılanması…
2. Şahıs
Onlar bize Arap diyorlardı buradaki‐ler. Siyah olunca.
Göç sonucu yeni bir ülkede yabancılarla kurulan ilişki.
5. Şahıs
Bizim kimlik yan tarafta yabancılar çalışmıyor yazıyor. Çalış yok.
Çaresizliğin yarattığı öfke‐nin ifadesi…
123
Yolculuk çok kötüy‐dü. Geminin en aşa‐ğısında yolculuk geçirdik. Yaklaşık olarak 1 ay sürdü yolculuk.
Geminin en altında geldiler. Şimdi de toplumun en aşağısında gibi hissediyor‐lar.
6. Şahıs İlk geldiğimde çok
zordu. İnsanlar hiç görmemiş gibi bakı‐yorlardı. Ama şimdi öyle bakmıyorlar. Alıştılar.
İçinde bulunduğu toplum‐sal konumdan memnun olmama durumu.
Kıza ayıp (tecavüz) olursa kız hep evde oturuyor. Onla kimse evlenmiyor.
Toplum tarafından dışlan‐ma, yalnızlığa itilme…
7. Şahıs
Kız evlenmeden önce erkek doktora gide‐mez. Erkek doktora gittiği öğrenilirse o aile oradan kaçıyor.
Geleneklerin kadın üzerin‐deki baskısı…
Sonuçlar ve Tartışma
Yapılan görüşmeler sonucunda pansiyonda kalan sığınmacı kadınlara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı tarafından öğlen yemek getirildiği ve böylelikle onların yiyecek ihtiyaçla‐rının karşılandığı görülmüştür. Bu kişilerin kaldıkları pansi‐yonlarda mutfak, banyo ve yemekhaneyi ortak olarak kullan‐dıkları ve kaldıkları odalarda yeterli ev eşyalarının olmadığı yerinde görülmüştür. Sığınmacılar, kendilerine Birleşmiş Mil‐letler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından kişi başına aylık 102 TL verildiğini ve bu miktarın onlara yetmediğini, çalışma izinleri olmadığından dolayı çalışamadıklarını, bu
124
yüzden de ekonomik sıkıntı çektiklerini ifade etmişlerdir. Sos‐yal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın da ihtiyaç görüldüğü takdirde maddi olarak yardım ettiği saptanmıştır. Sığınmacıla‐rın okul çağındaki çocuklarının 3 farklı ilköğretim okuluna ve bir genel liseye devam ettikleri tespit edilmiştir. Isparta Bağlar Mahallesi’nde kirada kalmakta olan kişiler ise ev kiralarını Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ödediği paradan ve çevredeki Türklerin yardımlarından karşıladıkları‐nı belirtmişlerdir.
Ayrıca derinlemesine görüşme sonuçları yorumlandığında aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:
1. Kadınların tamamının, ülkelerinde gördükleri şiddet ve savaştan kaçtıkları,
2. Ülkelerindeki geleneklerin baskısını hala üstlerinde hissediyor oldukları,
3. Kaçış sırasında yaşadıkları travmatik deneyimlerin et‐kisinde kaldıkları,
4. Ülkelerine ve arkada bıraktıklarına duydukları özlem‐den dolayı mutsuz oldukları görülmüş, bağlı oldukları aile hekimleriyle de görüşerek psikolojik durumları hakkında bilgi alınmıştır.
5. Bekleme sürecinin sancılı oluşu, 6. Sosyal çevre yoksunluğunun sorunlarını arttırdığı, 7. Türkçeyi iyi bilmediklerinden dolayı uyum sorunu
çektikleri görülmüştür.
Önerilerimiz ve Katkılarımız
Sığınmacılara uygulanan prosedüre göre bir sığınmacının ül‐kemizde 2,5‐3 yıl kalabilmektedir. Ama Isparta Sığınmacı ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği yetkilileri ile yaptığımız gö‐rüşmeler sonucunda bazı sığınmacıların 8 yıldır burada bu‐
125
lunduğu öğrenilmiştir. Sığınmacıların Türkçeyi öğrenmelerini sağlayabilirsek; hem sosyal ilişki ağlarını (komşuluk, arkadaş‐lık gibi) geliştirerek bekleme sürecinin sıkıntılarını hafifletme‐lerine hem de Türk kültürünü gittikleri ülkelerde tanıtmalarına yardımcı olmuş oluruz. Kadınların çoğunluğunun maddi im‐kânsızlıklardan, yaşadıkları korku ve kaygıdan, Isparta’yı iyi bilmemelerinden dolayı evlerinden çıkmamayı tercih ettikleri tespit edilmiştir. Bu sorunu çözebilmek amacıyla sığınmacıla‐rın ikamet ettikleri pansiyonda, Türkçe dersi vermek üzere bir öğretmenin görevlendirilmesi için Isparta İli Halk Eğitim Mer‐kezi Müdürlüğü ile görüşme yapılmıştır. 07.03.2011 itibariyle de Türkçe kursu sığınmacı kadınların ikamet ettiği pansiyonun alt katında açılmıştır.
126
Kaynakça
Yılmaz, Cevdet, “Risk Kapıyı Kırınca‐Kentlerde Yoksulluk, Dayanış‐ma, Güven ve Güvenlik”169‐203
Akkaya,A ., (2002) ,Mülteci Kadınlar ve Sığınmacı Kadınlar, Toplum ve Hukuk Dergisi, 2 (4) 75–83
Buz, Sema, (2008). “Türkiye’deki Sığınmacıların Sosyal Profili”, Polis Bilimleri Dergisi, 10 (4), 1–14
http://www.mülteci.net http://www.amnesty.org.tr Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Cenevre Sözleşmesi,
<http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179‐199.pdf>
Türkiyeye İltica Eden Veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Tür‐kiye’den İkamet İzni Talep Esen Münferit Yabancılar İle Top‐luca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar HakkındaYönetmelik,
<http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=3.5.946169&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=iltica eden>
127
EK: Görüşme Soruları
A. Cinsiyeti B. Yaşı: 14‐24 25‐ 34 35‐44 45 ve üzeri C. Medeni Durumu D. Nereli (Uyruğu) 1. Neden Türkiye’ye geldiniz? 2. Hangi yollarla geldiniz? 3. Türkiye’ye gelmeyi kendiniz mi istediniz? 4. Eğitim durumunuz nedir? 5. Hangi dilleri biliyorsunuz? 6. Türkçeyi biliyor musunuz? 7. Türkçe kursuna gittiniz mi? 8. Ailenizin diğer bireyleri nerede? Akrabalarınızla nasıl
iletişim kuruyorsunuz? 9. Çocuğunuz var mı? Yaşadığınız yerde çocuğunuzu
okula gönderiyor muydunuz? 10. Ekonomik alanda sıkıntı çekiyor musunuz? 11. Çalışıyor musunuz? Çalışmıyorsanız nasıl gelir sağlı‐
yorsunuz? 12. İkamet harcını verdiniz mi? Verdiyseniz nasıl verdi‐
niz? 13. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği baş‐
vurunuzu kabul etmezse ne yapmayı düşünüyorsu‐nuz?
14. İltica başvurunuzun görüşülmesi devam ediyor mu? 15. Isparta’daki diğer sığınmacılarla ilişkileriniz nasıl?
Birbirinize destek oluyor musunuz? 16. En çok yaşadığınız sorunlar nelerdir? 17. Uyum sorunları yaşıyor musunuz?
128
18. Sağlık karneniz var mı? 19. Doktorlara rahatlıkla derdinizi anlatabiliyor musu‐
nuz? 20. Isparta’daki insanlarla ilişkileriniz nasıl? 21. Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz? 22. Türk kültürüyle sizin kültürünüz (örneğin yemekler)
benziyor mu? 23. Ülkenizden uzakta olduğunuz için kendinizi nasıl his‐
sediyorsunuz? 24. Türkiye’de kalmak ister misiniz?
129
Kültürel İşbirliğinde Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişim1
Aziz ZERIA
Kültür Nedir?
Kültürü anlamanın ortak yolu, onu nesilden nesile aktarılan ve tarihi, kurumları, dili, normları ve değerleri içeren öğelerden oluştuğunu görmek ile mümkündür. Mikel Hogan‐Garcia kül‐türü ‘‘bir toplumun/grubun paylaşılan, öğrenilen değerler ve normlar sistemidir; bu toplumun/grubun yaşam tasarımı2’’ olarak tanımlamaktadır. Geert Hofstede’ye göre kültür, bu anlamda değerler sistemini içermektedir ve değerler, kültürün yapı taşları arasında yer almaktadır3. The World English Dictionary, kültürün tanımlarını şu şekilde listelemektedir:
1. Ortak gelenekleri olan bir grup insanın toplu eylemi‐
nin paylaşılan temelini oluşturur. Grup üyeleri tara‐
1 İngilizce’den çeviren: Pınar Derya DOĞRUYOL 2 The Four Skills of Cultural Diversity Competence, by Mikel Hogan‐Garcia 3 Hofstede, G., 1984, Culture’s Consequences: International Differences in
Work Related Values cited in Hill, C. W. L., 1999, International Business, Competing in the Global Marketplace, 3rd edition, Irwin McGraw – Hill, p. 79 – 81
130
fından iletilen ve güçlendirilen, miras kalan eylemlerin, inançların, fikirlerin, değerlerin ve bilginin toplamıdır.
2. Bir toplum ya da sınıf tarafından değer biçilen sanat, yemek, görgü, kıyafet, aydınlanma ve gelişim (sosyal takibin sonucu olarak) vb. gibi sanatsal ve sosyal takip, ifade ve zevklerdir.
Kültür ve yaratıcılık kişisel gelişimin, sosyal uyumun ve
ekonomik büyümenin önemli unsurlarındandır. Günümüzün stratejisi kültürlerarası anlayışı desteklemektedir ve kültürü politikaların kalbine yerleştirmektedir. Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso’nun da dediği gibi, kurulduğun‐dan bugüne kadar Avrupa Komisyonu iletişim stratejisinde giderek küreselleşen dünyada Avrupa kültürünü konumlan‐dırma amacını içeren bir gündeme sahiptir.
Dünyanın birçok yerinde yerli kültürler ve onların uygula‐yıcıları ithal kültürler ve eğlence sektörü tarafından bastırılmak‐tadır. Giderek daha yoğunlaşan çok uluslu eğlence sektörleri homojenize olmuş küresel kültürü yaymaktadır. Ticari organlar ulusların kendi kültürlerini, kurumlarını ve sanatçılarını destek‐lemelerini kısıtlayarak durumu daha da kötüleştirebilir.
Aynı şekilde, IMF gibi uluslararası finans kurumları kül‐türel ve diğer programları birtakım gerekçelerlerle (çok ihtiyaç duyulan krediler durumu) kısıtlayabilir.
Dünyadaki vatandaşlar farklı bir küreselleşmeyi göz önüne getirmektedir: ulus içindeki kültürel üretimi ve aralarında ger‐çek bir değişimi teşvik eden; kültürel çeşitliliğin birlikte yaşama dinamiğini teşvik eden bir küreselleşmeyi. Çift taraflı, bölgesel ve küresel ticaret anlaşmalarının kültürel sektörü daha fazla içermesine yönelik baskılara karşı dünya çevresindeki kültürel
131
gruplar, kültürler arasında daha iyi bir etkileşim ve daha adil kültürel işbirliği için daha çok çalışmak zorundadırlar.
Küreselleşme
Küreselleşmenin artan etkisi homojenite ve farklılaştırma ile ilgili önemli soruları da beraberinde getirmektedir. Artan bir şekilde, insanlar kendi kültürel deneyimlerinin kendilerinin doğrudan kontrolleri dışında dış etkenlerce yayıldığını ya da sindirildiğini düşünmektedir. Coca‐Cola, McDonalds, L’Oreal, Sony, Sky vb. şirketlerin ürünleri ile birlikte imaj ve yaşam tarzlarını da satmaları yukarıda bahsi geçen benzer soruları giderek daha çok şiddetlendirmektedir. Şirketler karlı ticaret olanaklarını sömürüyor olabilir fakat ürünleri ve teknolojileri kapitalist değerleri ve (biraz idealize edilmiş) batılı ya da Ame‐rikan yaşam tarzlarını desteklemektedir.
Kültürel bağlamda, internetin doğrudan bir medya kanalı olarak kabul edildiğini ve birçok kültür operatörünün aktivite‐lerini web üzerinden duyurma çabasını gözlemlemekteyiz: Neredeyse tüm önemli kültürel oyuncunun aktivite, galeri, tiyatro, sinema, festival tanıtımlarını yapmak, haber bültenleri, broşürler yayınlamak ya da ticari işlemler amacıyla web siteleri kurdukları gözlenmektedir.
Bu olumlu gelişmelere karşın çok uluslu ve rekabetçi rakipler ile yüz yüze gelmek adil bir kültürel platforma ulaşmayı zorlaş‐tırmaktadır. Fakat önleyici tedbirler alan ve yenilikçi bir uluslara‐rası kültür politikası yaratıcılık ve kültür sektörlerine, ulusların arasında diyalog ve işbirliği kurmaya ve küreselleşme sürecinin imkanlarından yararlanmaya ön ayak olacak yararlı bir araç ola‐rak görülmektedir. Bu araç aynı zamanda, kültürel değişimleri, kültürel çeşitliliği desteklemeyi ve kültürel etkiyi güçlendirmeyi içeren iki taraflı ortaklıklar kurmayı da içermelidir.
132
Kültür Platformuna Erişim Politikası
2009 yılında yapılan öneriler şu şekilde özetlenmiştir: Dil engellerini aşmak. Kültüre erişimin karşısındaki dil engellerini ortadan kaldırmak için‐ Dil eğitim ve çeviri desteği.
Yüksek nitelikli profesyonelliği desteklemek. Profesyonel gelişimi ve büyümeyi sağlamak ve sonu‐cunda kültürel arz çeşitliliğini genişletmek için‐ sosyal koruma ve eğitim programları düzenlemek.
Finansmanı ve prosedürleri geliştirmek. Sanatçı ve kültür profesyonellerinden oluşan grupların finansman olanaklarına sahip olmalarını sağlamak için ‐ daha çeşitli ve esnek finansman olanakları, bilgiye daha kolay erişim.
İlerleyen hareketlilik ve değişim. Hareketliliği artırmak ve kültürel paydaşları yabancı ülkelerdeki etkinliklere dâhil etmek ve hareketliliği art‐tırmak için, hareketlilik finansmanı, sanatsal süreç ve ürünlerin yayılmasını desteklemek, değişim için alan yaratmak.
Yeni teknolojilerin kültürel amaçlı kullanımını teşvik etmek.
Yeni teknolojilerin kültürel amaçlı kullanımını teşvik etmek için, yeni teknolojilere, halka ve kültürel aktörle‐re erişim artarken, yaratıcıların ve yorumcuların hakla‐rının korunmasını sağlamak.
Avrupa Kültür Vakfı ‘‘Enlargement of Minds’’:
Artan eğitim ve kültürel destek ve AB’nin doğudaki yeni komşuları ile işbirliğini sağlamak.
133
Akdeniz ülkelerini işaret eden daha güçlü kültürlera‐rası girişimler gerçekleştirmek.
Sivil toplum kuruluşlarının rolüne daha fazla önem vermek.
Kültürler ve uygarlıklar arası diyaloğu kurmak. Sanatçıların, eserlerinin, kültür operatörlerinin, mal ve hizmetlerin bölgeler arasında dolaşımını ve kültürel işbirliğini destekleyen birçok uluslararası yasal çerçeve ve politika mekanizması vardır. Bunlardan bazıları:
Çok taraflı anlaşmalar (evrensel; bölgesel; alt‐bölgesel)
İki taraflı anlaşmalar (ülkeler, bölgeler, şehirler ve kurumlar arası)
Ulusal tedbirler (örneğin ulusal kültür kurumları ve vakıflar)
Bölgesel ve yerel önlemler (bölge ve şehir eşleş‐tirmelerini içerir)
Komşu ülkelerle geliştirilen kültürel işbirlikleri iki ta‐raflı güveni ve anlayışı teşvik etmek; önyargı ve cahil‐liği azaltmak; ortak kimliğin hayati varlığı olarak çeşit‐liliği kutlamak adına esas bir rol oynamaktadır.
Kültürel İfadenin Çeşitliliğini Ölçmek için UNESCO’nun
Geliştirdiği Program
Kültürel ifadenin çeşitliliğini korumak ve teşvik etmek. Kültürel aktivitelerin, mal ve hizmetlerin doğasının, kimlik, değer ve anlam araçlarının; ekonomik büyü‐menin faktörlerinin doğasının farkına varmak.
Karşılıklı yarar temelinde özgürce etkileşimi teşvik et‐mek için kültürel ifadeyi desteklemeyen şartlar geliş‐tirmek.
134
Devletlerin egemenlik haklarını yeniden onaylamak için tedbirler ve politikalar geliştirmek, kabul etmek ve uygulamak.
Kültür ve sürdürülebilir gelişme arasındaki ilişkiyi, uluslararası işbirliğinin ve dayanışmanın gerekliliğini vurgulamak.
Kültürel İşbirliği: Birleşik Krallık’taki Durum
Birleşik Krallık her biri ayrı kültür ve tarihe sahip 4 ulustan oluşmuştur, İngiltere, Wales, İskoçya ve Kuzey İrlanda. 1998 senesine kadar bu ulusların yönetimi daha çok kültürel konu‐lardan sorumluydu. Bölgesel ve yerel otoritelerin güçlü per‐formansları nedeniyle, merkeziyetçilik Birleşik Krallık’ taki sanatı tanımlayan karakteristik bir özellik haline gelmiştir.
Diğer bir prensip, 1946 senesinde gerçekleşen erken mü‐dahaledir. Ulusal bir kuruma ʹarms‐length4ʹ, temelinde sanat için ayrılmış hükümet fonlarını dağıtma hakkı verilmiştir. Bu kurum, Büyük Britanya Sanat Konseyi adını almıştır. 1994 se‐nesinde kurumun sorumlulukları İskoçya, İngiltere ve Wales Sanat Konseylerine delege edilmiştir ve daha sonra 2002 sene‐sinde Bölgesel Sanat Komisyonu serbest yönetimine geçmiştir. Birleşik Krallık ʹarms‐lengthʹ temelinde kamu kurumları olan sivil toplum kuruluşları sayesinde kültür alanında harcama yapmaktadır.
Ek olarak, yayın, piyango fonları ya da kültürel ihracat kontrolleri, AB ve uluslararası meseleler gibi belirli konularla Birleşik Krallık hükümeti ilgilenir. Ancak üye yönetimler meş‐
4 Yerel yönetim ile merkezi yönetim arasındaki güç dengesini korumaya
yarayan ʹarms‐lengthʹ mesafesi koyulmuştur.
135
ru çıkarı korumaktadır ve bu nedenle ulus ötesi kültürel işbir‐liği sürecine dâhil olmaktadır.
Önemli sayıda uluslararası kültürel işbirliği ağlar, deği‐şimler ve kişisel bağlantılar aracılığıyla kamu kurumları dışın‐daki bireyler ve organizasyonlar tarafından yürütülmektir. Genellikle, ulus ötesi işbirlikleri İngiliz Milletler Toplulu‐ğu’nun yanı sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile kurulmaktadır.
Avrupa ile işbirliği, güçlü ve çeşitlidir. AB’nin genişlemesi Birleşik Krallık’ın kültür politikasını da etkileyen faktörlerden‐dir. Hâlihazırdaki küresel durum gelecekteki işbirliği aktivite‐lerine ve stratejilerine damgasını vuracaktır. Fakat ulus ötesi kültürel işbirliğinin güncel durumunu değiştirmesi beklenen üçüncü bir faktör vardır ki bu da yeni teknolojilerdir. Hem bilgi hem de iletişim teknolojisi açısından, yeni medya sanatı‐nın ve yeni mecraların hem ulusal politikayı hem de ulus ötesi işbirliklerini etkilenmesi beklenmektedir.
Hükümet, Kültür Medya ve Spor Birimi (Department for Culture, Media and Sport ‐ DCMS) yayın, vergi, ihracat kont‐rolleri, kültürel nesneler üzerinde hükümet tazminat düzeni, kamu borç verme hakkı ve Milli Piyango gibi belli konularda Birleşik Krallık’ın sorumluluklarını ve haklarını korur.
DCMS, üye kuruluşlarla birlikte çalışmaktadır ve onlara devredilen alanlarda ve DCMS’nin sorumlu olduğu alanlarda fikir ve bilgi paylaşımında bulunur. İntikal konularında, İskoç Parlamentosu ve Kuzey İrlanda Meclisi birincil mevzuatı yap‐mak ile yükümlüyken, Wales Ulusal Meclisi de ikincil mevzua‐tı yapmakla yükümlüdür5.
5 Study on Cultural Cooperation in Europe
137
Kültürlerarası Diyalog ve Kültürel İşbirliğinin bir Öncüsü ve Uygulaması: Avrupa Kültür Parlamentosu ‐ ECP1
Karl‐Erik NORRMAN
Kültürlerarası Diyalog nedir?
Kültürlerarası Diyalog nispeten yeni bir kavramdır ve hatta moda olduğu söylenebilir. Kültürlerarası Diyalog, UNESCO, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği (AB) gibi birçok uluslararası kuruluşun gündemindedir. Örneğin, 2008 yılı, AB’de ‘‘Kültür‐lerarası Diyalog Yılı’’ olarak kutlanmıştır.
Benim görüşüme göre, kültürlerarası diyalog olarak böy‐lesine moda olan bir kavramın bazı avantajları, dezavantajları ya da riskleri bulunmaktadır. Yoğun bir kültürlerarası diyalo‐gun hâlihazırda Kuzey Afrika’da tanıklık ettiğimiz demokratik devrime katkıda bulunduğu inancındayım. Bu kavramın, çok da fazla içeriği olmayan diğer içi boş bir teknokratik düstura dönüşmesi de riskleri arasında sayılabilir.
Nitekim Kültürlerarası diyalog, 1990ʹlı yıllarda bilinmeyen bir kavramdı! ʺKomünizmin çöküşündenʺ önce 1989‐1992 yıl‐ları arasında farklı bir uluslararası terminoloji kullanıyordu:
1 Çeviren: İngilizceden çeviren: Pınar Derya DOĞRUYOL
138
Politikacılar ve analistler bu bağlamda ʺfarklı sosyal sistemler arasında barışçıl bir şekilde bir arada yaşamʺ hakkında konu‐şuyordu. Bu kapitalist dünya ile komünist dünya arasındaki soğuk savaş terminolojisiydi.
1992 sonrası Berlin Duvarı, Demir Perde ve Sovyet İmpa‐ratorluğu’nun çöküşü ile birlikte geriye sadece bir tek dünya kalmıştı. Artık bu dünyada farklı şekillerde tek bir sosyal sis‐tem vardı, bu da kapitalizmdi. Kapitalizmin farklı şekillerine bakacak olursak:
- “Batılı demokratik kapitalizm” (Amerika Birleşik Dev‐letleri ve Batı Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonrası kuru‐lan geleneksel sistem),
- 1990’ların başında hızlıca icat edilmek zorunda kalınan Doğu Avrupalı yeni demokratik kapitalizm,
- “Otoriter kapitalizm” (esas olarak Orta Doğu ülkeleri ve Rusyaʹyı kastediyorum),
- “Komünist kapitalizm” (Çin ve Vietnam’da yıllardır uygulanan bir paradokstur).
Dünyanın birçok yerinde geleneksel ideolojiler ortadan kaybolmaktadır ve pragmatik olarak politikacılar siyasi mer‐kezde buluşmaya çalışmaktadırlar (siyasi kutuplaşmanın güç‐lendiği Amerika Birleşik Devletleri’ndeki duruma kıyasla bu yeterince ilginçtir ‐ değerli arkadaşlarım bu başka bir zaman tartışabileceğimiz başka bir konudur).
Yeni küresel siyasi durumun bir sonucu olarak, 1992 sene‐sinde Amerikalı Profesör Fukuyama The End of History adlı kita‐bında ciddi ideolojik çatışmaları olmayan uyum içinde bir dün‐ya görmüştü. Sizin de bildiğiniz gibi‐ son 15 yıllık gelişmeyle birlikte‐ Profesör Fukuyama daha sonra tezini revize etmiştir.
1990’larda dinler ideolojilerden arta kalan boşlukları dol‐durmaya başladı. Bu eğilim, her nasılsa, sadece komünizmin
139
yıkılmasının sonucu değildi, fakat heyecan verici bu gelişmenin de nedeniydi. Radikal dinler 1978‐1980 yılları arasında çoktan yayılmaya başlamıştı ve yeni yüzyıla doğru 1980’lerde doruğa ulaşmak üzere daha da güçlenerek büyümeye devam etti.
Bu gelişmeyi tetikleyici bazı faktörler şunlardır: Karizmatik ve anti‐komünist Polonyalı Kardinal Woytola 1978 senesinde papa oldu – 1979 senesinde İranlı köktenci Ayatollah Khomeini, İran’ın de facto lideri oldu ve 1980 senesinde Birleşik Devletler Başkanı olan Ronald Reagan evanjelik radikalizm hareketini destekler görünüyordu. İlerleyen yıllarda önemli siyasi gelişme‐ler kutuplaşmayı daha da güçlendirdi; örneğin Filistin direnişi ve Sovyet‐Afgan Savaşı ve komünist ekonomilerdeki iç erozyon. Tüm bunlar sadece komünizmin yıkılmasını değil çeşitli dünya dinlerinin radikalleşmesini de desteklemiştir.
Bu gelişmenin çifte etkisi olarak, 1980’lerde Birleşmiş Mil‐letlerde İsveçli bir diplomat olarak çalıştığım sıralarda işimin bir parçası olan bir alandaki tutum değişikliğine değinmek isterim: o dönemde aile planlaması, kondom ve doğum kontro‐lüne yönelik uluslararası tutum değişti ve daha kısıtlayıcı oldu. Dinler siyaseti ve uluslararası programları olumsuz yönde etkilemeye başladı.
Belki Fukuyama’nın kitabına tepki olarak ya da 1990’lardaki yeni durumun analizi olarak diğer bir Amerikalı Profesör Huntington 1996 senesinde “Clash of civilizations‐ Me‐deniyetler Çatışması” kitabını kaleme aldı. Bu kitapta, dünyada gerçekleşen yeni çatışmaların kültürel ve dini bir arka planı olduğunu iddia etmekteydi. Bazı insanlar bu kitaba, 10 yıl ka‐dar önce başlayan teröre karşı savaşa yönelik bir “kehanet” ola‐rak dikkat çekti. Bazıları kitabın verdiği mesajın provokatif olduğunu ve kültürel farklılıkların yarattığı yeni iklime yönelik
140
yapıcı çözümler bulma çabalarına karşı zararlı etkileri olabile‐ceğini savundu.
Peki, sanırım kabul edebiliriz ki, dünyada fikirlerde ya da değerlerde her zaman farklılıklar olacaktır. Uygarca ve barış içerisinde bu farklılıkların üstesinden gelmek, halen insani varlıklar olarak bizim sorumluluğumuzdadır. Görüşüme göre, bu kültürlerarası diyalogun başladığı zaman ve yerdir.
Kültürlerarası Diyalog Medeniyetler
Çatışmasının Alternatifidir!
“Kültür” kavramının farklı anlamları bulunmaktadır. Bizler “Kültürlerarası Diyalog”tan söz ettiğimiz zaman, bu farklı medeniyetler, gelenekler, dinler ve değerler arasındaki diyalog anlamına gelmektedir. Avrupalılar toplumun belirli bir alanı olarak (siyasette, bütçe önceliklerinde ya da ruhun önemli bir insani boyutu olarak) “Kültür”den söz ettikleri zaman, genel‐likle biz kültürü sanat ya da geniş bir yaratıcılık anlamında edebiyat olarak kastederiz.
Benim bakış açım: Sanatçılar ve diğer kültürel kişilikler hep öyle oldular, onlar kültürlerarası diyalogun ne olduğunu bilmeksizin yüzyıllar boyunca ona dâhil oldular. Tarafsız, jeo‐politik ya da dini arka planına bağlı olmaksızın konuştuğu kişiyle bağımsız bir şekilde tartışabilmek sanat ve kültür insan‐ları için her zaman kolay olmuştur.
Din günün en önemli konusu olarak ortaya çıktığında, iyi eğitim görmüş her Müslüman Yahudi ve Hıristiyan’ın bildiği konu, köken olarak İbrahim’den geldikleri, aynı peygamberlere inandıkları ve aynı Allah’a inandıklarıdır. Yani kısacası hepsi‐nin dini kökeni sonuçta aynıdır. Sorun şu ki, bu gerçekler tarih boyunca unutulmuştur ve okullarda öğretilmemiştir. Kültürle‐rarası diyalogun kamusal alanda, özellikle okullarda ve yerel
141
düzeyde ama aynı zamanda sivil toplumu içeren diğer seviye‐lerde bir platforma ihtiyacı vardır. Avrupa Kültür Parlamento‐su (European Cultural Parliament ‐ECP) kültürlerarası diyalog için elverişli platformlardan biridir.
Şimdi sizlere ECP fikrinden biraz bahsetmek ve nasıl çalış‐tığımızı anlatmak isterim:
1998 senesinde ‐ölümünden 1 sene önce‐ ünlü kemancı ve dünya vatandaşı Yehudi Menuhin şunu söyledi: “Sanatçıların bir meclise ihtiyaçları vardır’’ sanırım Almanca söylemiş olmalı “Die Künstler brauchen ein Parlament!”. Bu açıklamayla neler kastettiğini bilmiyordum ama bir şekilde haklı olduğunu his‐settim. Birkaç sene önce Avrupa Komisyonu’nun efsanevi baş‐kanı Jacques Delors da şöyle demişti: ‘‘Avrupaʹnın bir ruha ihtiyacı var’’. Bu iki açıklama birlikte Avrupa boyutunun kül‐tür bağlamında güçlenmesi ve kültürel boyutun Avrupa’da güçlenmesi gerektiği hissi ‐ bazı diğer üst düzey Avrupalılarla birlikte‐ bana ECP’yi kurma ilhamı verdi. Bizim düşüncemiz, sanatçıların ve diğer kültürel kişiliklerin gerçekten bir meclise ihtiyaçları olduğu ve sanatçıların ve diğer entelektüellerin bu‐rada beyan edecekleri fikirlerinin Avrupa söylemine katkıda bulunacağıydı.
ECP, 2001 senesinde Strasbourg’taki Avrupa Komisyonu binasında kuruldu ve ilk toplantısını Bruges’te gerçekleştirdi. ECP, siyasi açıdan bağımsız, gönüllülük esasına dayanan bir sivil toplum örgütüdür. Biz bir boşluğu doldurduk: ECP tüm sanat dallarından ve sektörlerden sanatçılar ve aydınlar için Pan‐Avrupa’daki tek forumdur. Lütfen dikkatle not ediniz! Nota Bene! : Bizim “Avrupa” tanımımız Avrupa Konseyi’nin tanımı ile aynıdır, Türkiye’nin de içinde yer aldığı 47 üyesi vardır.
2002 senesinde 20 ülkeden toplam 35 kişinin yer aldığı kı‐sıtlı sayıda bir grupla başladık. O zamandan bu yana çekirdek
142
üyelerden, kurucu üyelerden ve ev sahibi ülkelerden gelen adaylar sayesinde üye sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bugüne kadar Bruges, Graz, Cenova, Lizbon, Turku, Sibiu, Liverpool, Göteborg ve Atina’da olmak üzere toplam 9 toplantı gerçekleş‐tirdik. Ekim 2011’de Macaristan Pécs’te 10. toplantımızı gerçek‐leştireceğiz. Halihazırda 43 Avrupa ülkesinden Türkiye’de dahil, toplam 160 üyemiz bulunmaktadır.
Sanatçılar, yazarlar, filozoflar, mimarlar ve diğer kültür operatörlerinin çoğu zaman gelecekle ilgili vizyonları vardı ve var olacaktır. Toplumun geri kalanının bu vizyonerleri dinle‐mek için sebepleri vardır. Çünkü onlar özgürlüğü savunmuş ve diğerlerinden önce adaletsizliği kınamıştır. Sanatçıların ah‐laki rolleri de hesaba katılmalıdır. Onlar sınırları kabul etmek zorunda değildir – onlar her zaman bütün sınırların ötesinde çalışmıştır. Onlar küreselleşme icat edilmeden önce ʺKüreselʺ düşünüyorlardı. Onlar politikacılar, teknokratlar ya da diplo‐matlardan daha doğal olarak sınırlar ve kültürler ötesiyle işbir‐liği yapmakta, iletişim kurmaktaydılar. Bunları kendi tecrübe‐lerime dayanarak söylüyorum, 30 yılı aşkın İsveçli bir diplomat olarak çalıştım.
Kültürel kişiliklerin neden ortak bir forumunun olması gerektiğini ortaya koyan bazı argümanlar vardır. ECP bu fo‐rumu sağlar.
ECP, - Avrupa Birliği içinde kültür için daha güçlü bir rol, - Daha güçlü bir Avrupa Birliği, - AB ve aday/komşu ülkeler arasında daha güçlü kültü‐
rel ve entelektüel işbirliği ve - Daha yapıcı kültürlerarası diyalog için lobi oldu. Kültürlerarası Diyalog, ECP toplantılarının temel bir moti‐
fi oldu. Örneğin, 2007 senesinde Romanya, Sibiu’da – ‘‘AB
143
Kültürlerarası Diyalog Senesi’’nden 1 yıl önce – bizim toplan‐tımızın ana konusu “kültürlararası diyalog”du. Fakat bu konu dolaylı olarak da olsa neredeyse tüm 9 toplantıda da gündeme gelmiştir, örneğin “Sınır Ötesinde Tolerans ve Anlayışı Destekle‐mede Sanatçıların Rolü” ya da “Avrupa’da Demokrasi – Kültür ve Medya için Meydan Okuma” ya da “Kültür ve Medyada Kalite” konularını tartıştığımız zamanlarda bile kültürlerarası diyalog konusu gündeme gelmektedir.
ECP fikirler, tartışmalar ve münazaralar için bir forumdur. Bu nedenle ECP toplantılarında birçok fikirler ortaya çıkmakta, yeni projeler ve yeni ağlar kurulmaktadır. Bunlara bazı örnek‐ler verecek olursak:
- NUROPE – the Nomadic University for Arts, Philosophy and Enterprise in Europe”– Finlandiya, Turku’da yer alan ve Avrupa çapında, İstanbul da dahil toplam 15 “Oasis” düzenlemiş bir post‐graduate fo‐rumdur.
- “Love Difference” – Akdeniz Bölgesi’nin sınırları ve denizleri ötesinde anlayışı destekleyen sanatsal bir pro‐jedir. Bu proje Cittadellarte, Biella, İtalya’da yer almıştır ve ünlü İtalyan görsel sanatçı Michelangelo Pistoletto tarafından kurulmuştur.
- “Culture and Health” – İngiliz ve İsveçli müzisyenler, tıp profesörleri ve politikacılar arasında işbirliği. Sussex ve Stockholm’da yer almıştır.
ECP’nin Avrupa projelerine diğer bir katkısı, Avrupa’yı dünyadaki en rekabetçi bilgi temelli bölge yapmayı hedefleyen Lizbon Strateji’ne bir tepki olarak ortaya çıkmasında yatmak‐tadır. Her nasılsa Avrupa Birliği politikacıları bu stratejiye kül‐türü koymayı unutmuştur! Bu nedenle ECP, 2006 senesinde çeşitli çalıştaylar düzenleyerek “Kültür –Bilgi Temelli Ekonomi‐
144
nin Kalbi” belgesini yayınlamıştır. Bu belgenin Avrupa Komis‐yonu’nun gelecek politikalarına önemli etkileri olmuştur.
Ama daha önce de söylediğim gibi, tolerans, anlayış, ortak kimlikler, demokrasi, kültürel özgürlük, insan hakları ve Avru‐pa’da kültürel çeşitlilik her zaman üyelerimiz için önemli tartış‐ma konuları olmuştur ve bu konular hep gündemimizdedir.
Münazaralarda, tartışmalarda, think tank toplantılarında ve raporlamada bazı Avrupalı ve evrensel demokratik değerler bize rehberlik etmektedir:
- İnsan Hakları Bildirgesi‐BM’nin deklare ettiği İnsan Hakları,
- Kültür ve medya alanında ifade özgürlüğü, - Laik bağlamda din özgürlüğü, - Açıklık, - Sosyal Eşitlik, - Kadın ve erkek eşitliği, - Cinsel tercih özgürlüğü, - Ölüm cezasının ve işkencenin yasaklanması, - Çatışmalara barışçıl çözümler. Ek olarak kültürel bir lobi olarak, kültür ve medyada kali‐
te için ısrarcıyız. Kaliteyi en uygun hale getirmek için gerekli derinlik, analiz ve çabanın tersine, hızlı ve gereksiz iletişimin sanat ve medyanın sağlanmasında hâkim olabildiği ve fazlası‐nın ana akım olabildiği küreselleşen dünyada kalite önemli bir konudur.
Son olarak: “ECP Gençlik Ağı” oluşturduk. Geçen sene oluşturulan bu ağ hâlihazırda rolünü belirlemek üzeredir. “ECP Gençlik Ağı” şimdiye kadar, Avrupaʹnın çeşitli yerlerinden gelen bir düzine gençten oluşan çekirdek bir grup olmasına rağmen ECP toplantılarında ve bir paydaş olarak ağın içinde güçlü bir varlık göstermektedirler. Yeni medyada, ECP‐blogunda (çoktan
145
vardı), facebook ve twiterda güçlü bir interaktif platform kurma‐ları onların katkıları (genç olmalarının dışında) arasındadır. Gençlik ağı geleceğe açılan penceredir.
“ECP Gençlik Ağı” yeni üyelere açıktır; 20 ‐30 yaş arasında‐ki sanatçılara, bilim adamlarına, öğrencilere ve kültür yöneticile‐rine açıktır. Antalya’dan yeni üyeleri ağımıza davet ediyoruz.
ECP hakkında daha fazla bilgi için: www.kulturparlament.com web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
147
“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Antalya’da Yabancılara Sunulan
Güvenlik Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi
Ozan AKKUŞ
Giriş
Antalya, tarihi doğal güzellikleri ve modern turistik tesisleri ile ulusal ve uluslararası bir cazibe merkezidir. Her yıl 120’nin üzerinde ülkeden yaklaşık 10 milyon turistin ziyaret ettiği An‐talya, 2010 yılında vize muafiyeti anlaşmaları kapsamı dışında kalan ülkelerden gelen 35.000 yabancının yerleşmeyi tercih ettiği bir ildir. Antalya’daki yerleşik yabancıların 2009’daki sayısı 105 farklı ülkeden olmak üzere, toplam 32.955’tir.
Şekil 1: Antalya ya gelen turist sayıları
Şekil 2: 2000 yılında ülke genelinde ikamet eden yabancı sayısı
2005 2006 2007 2008 2009 2010
GİRİŞ ÇIKIŞ
148
Şekil 3: 2010 yılında ülke genelinde ikamet eden yabancı sayısının dağılımı
Her iki şekil incelendiğinde, 2000 yılında (Şekil 2) Türki‐
ye’deki yerleşik yabancıların kentlere göre dağılımında İstan‐bul yüzde 42 ile birinci sırada yer alırken, İzmir yüzde 14 ile ikinci, Ankara ve Bursa yüzde 13 ile üçüncü konumdadırlar. 2010 yılına gelindiğinde (Şekil 3), daha önce ilk dörtte adı bile geçmeyen Antalya, İstanbul’un (%33) hemen arkasından yüzde 20 ile ikinci sırada yerini almıştır.
149
Şekil 4: Antalya da ikamet eden yabancıların uyruklarına göre dağılımı
100’ün üzerinde farklı ülkeden insanın yaşadığı Antal‐
ya’da, özellikle başta Rusya ve Almanya olmak üzere bugün sayıları 35.000’i bulan yabancı ikamet etmektedir (Şekil 4). Bu nedenle Antalya’ya yerleşerek yaşamayı tercih eden ve kendi‐lerini hemşehri olarak nitelendirdiğimiz yabancılarla sürekli iletişim ve etkileşim içerisinde bulunarak onlara yönelik yeni hizmetler geliştirmek veya mevcut hizmetleri iyileştirmek ge‐rekmektedir. Bunda İl Emniyet Müdürlüğü’ne de önemli gö‐revler düşmektedir. Bu denli çok sayıda yabancının yaşadığı bu şehirde Antalya Emniyet Müdürlüğü, güvenlik ve huzuru sağ‐lama hizmetlerini yerine getirirken, yerleşik yabancıların da katkı ve destekleriyle ‘‘Dünya Kenti Antalya’’ya uygun hizmet üretmeyi hedeflemiştir. Bu amaca ulaşmak için Müdürlüğü‐müz, ‘‘Dünya Kenti Polisi’’ bilincini geliştirerek, Antalya’da
RUSYA25%
ALMANYA13%
KAZAKİSTAN12%
UKRAYNA9%
AZERBAYCAN6%
KIRGIZİSTAN4%
DANİMARKA4%
İNGİLTERE3%
HOLLANDA2%
DİĞER22%
150
yaşayan ya da Antalya’yı ziyarete gelen yabancı konuklara sunulan hizmetlerin kalitesini artırarak daha iyi hizmet verme‐yi amaçlamaktadır.
Motivasyon
Yabancılar Şube Müdürlüğü, Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı, Antalya’da ikamet eden yabancıların oturma, çalışma, evlenme, mülk edinme, öğrenim ve diğer hususlardaki ikamet taleplerini kabul ederek, uygun görülmesi halinde yabancılara “İkamet Tezkeresi” tanzim eden bir birimdir. Bunun yanı sıra il sınırları içerinde suça karışan ya da illegal olarak ikamet eden yabancıların işlemlerini yürütmek ve Türk vatandaşlığına geçmeyi isteyen yabancıların tahkikat işlemlerini yapmak da Şubemizin görevleri arasındadır. Yabancı ülke konsoloslukları, fahri konsolosluklar, yabancılarla ilgili faaliyet gösteren Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve turizm şirketleriyle görüş alışve‐rişinde bulunularak, yabancıların karşılaştığı sorunların çözü‐müne yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların amacı, ülkemiz turizm sektörüne katkı sağlanması, ilimizde ikamet eden yabancıların kendilerini daha güvende hissetmesi ve ya‐şadıkları şehrin bir bireyi olarak görmesidir. Yabancılar Şube Müdürlüğüʹne başvuran yabancıların karşılaşabileceği bürok‐ratik engellerin ve sorunların en kısa sürede çözümü, konu ile ilgili bilgilendirilmesi ve kendilerine yardımcı olunması konu‐sunda birimimiz çalışanları tarafından azami önem verilen bir unsurdur. Geçmişten bu yana ʺbacasız fabrikaʺ olarak tanımla‐nan turizm sektörünün ülkemizde gelişmesi ve daha bilinçli hareket edilmesi, yabancıların ülkemizde yaşayacağı muhtemel olumsuzlukların ülkemizin dünya turizmindeki saygınlığını zedelemesini engellemek başlıca hedeflerimizdir. Yabancılar Şubesiʹnde yaptığımız bu çalışmalar küçük gibi görünse de,
151
bunun geleceğe yapılan bir yatırım olduğu açıktır. Bu hedef ve amaçlarla birimimiz personelinin etkinliğinin ve donanımının artırılması adına eğitim ve kişisel gelişim çalışmaları yürütül‐mektedir.
Başlama Noktası
Şubemize başvuran yabancıların yaşadıkları temel sorunları gözlemleyerek yola çıkan Yabancılar Şube Müdürlüğü’nde görev yapan biz gençler, gönüllü olarak bir araya gelerek, ya‐bancıların işlemlerini hızlandıracak, güvenlikle ilgili problem‐lerini belirleyecek ve bu konu ile ilgili çözüm yolları üretecek bu projeyi hazırlama kararı aldık. Şubemiz Amirleri ile düşün‐celerimizi paylaşarak, olumlu tepkilerini aldık. Her ne kadar görev alanımız içinde olsa da, biz genç Polisler için böyle bir proje sosyal alanda gelişimimizi destekleyecek bir deneyim olacağını düşündük. Bu aşamadan sonra daha geniş bir alanda gözlem yapmaya başladık. Bu kapsamda;
− Şubemize müracaatları esnasında yabancıların hangi evrakları hazırlamaları gerektiği konusunda yeterince bilgi sahibi olmadıklarını fark ettik. Türkçe bilmedikle‐ri için devreye iş takipçilerinin girdiğini ve bazen de yabancıları mağdur ettiklerini gördük.
− İlimizde ikamet eden yabancıların sayısı ve ne amaçla ikamet ettikleriyle ilgili istatistikleri tutmakla görevli arkadaşlarımızdan aldığımız veriler ışığında projemizi hazırlamaya karar verdik. Yerleşik yabancı sayısındaki potansiyeli göz önünde bulundurduğumuzda, kentin nüfusuna büyük katkı sağlayan yabancıların hayatını kolaylaştırma konusunda, görev yaptığımız Şubeye ve dolayısıyla İl Emniyet Müdürlüğümüze görev düştü‐ğünü düşündük.
152
− Projemizde bize destek sağlayabilecek, projemizin da‐ha geniş bir kitleye ulaşması konusunda yardımcı ola‐bilecek kurumların listesini çıkarması için bir arkada‐şımızı görevlendirdik. Arkadaşımızın hazırladığı liste sonucunda ilimizde bulunan Konsolosluk ve Fahri Konsolosluklar, yabancıların kurduğu çeşitli dernek ve kuruluşların da katılımı ile projemizin etki alanının da genişletilebilmesi için ilgili kurum ve kuruluşlardan destek istedik.
İlk önce kendi aramızda beyin fırtınası yaparak, projenin ön adımlarını değerlendirdik ve yol haritasını hazırladık. Aynı zamanda, yerleşik yabancıların sorunlarına ve ihtiyaçlarına yönelik gerçekleştirilen akademik çalışmaların da analizini yaparak projeye akademik boyut kazandırdık. Proje ön taslağı‐nı hazırlayarak, konu ile ilgili bilgi ve fikirlerimizi Amirleri‐mizle paylaştık. Aldığımız onay kapsamında proje çalışmaları‐na ve gerekli araştırmalara başladık.
Yukarıda tespit ettiğimiz bulgulardan yola çıkarak bizler, projede atılması gereken adımları tespit ettik. Buna göre; pro‐jenin uygulanması esnasında, yabancıların karşılaşabileceği güvenlik sorunlarına yönelik çalışmaların da yapılması gerek‐tiğini belirledik. Bu anlamda Konsolosluklar ve yerleşik yaban‐cılarla çalışan STK’lar ile konu hakkında fikir alışverişi yapıla‐rak atılması gereken adımlarla ilgili somut çıktılar alınmıştır. Bu kurumların da desteği alınarak projenin planlaması yapıldı. İlimizde bulunan Konsoloslukların yetkilileri ile görüşerek, yabancıların bir suça maruz kaldıklarında ulaşabilecekleri acil telefonlar ve kurumlarla ilgili bilgiler aktarılarak, onların mağ‐duriyetlerinin en aza indirilmesi çalışmalarını başlattık.
Bizler, Antalya Emniyet Müdürlüğüʹnde görevli genç Polis Memurları, ilimizde kurumumuz tarafından, sürdürülmekte
153
olan pek çok yerel projede görev almakta, diğer kurumların düzenlemiş olduğu konferans, toplantı, seminer vb. pek çok bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarını yakından takip etmekteyiz. İlimizde yabancılara yönelik yapılan konferans ve seminerleri takip etmek, önceliklerimiz arasında yer almıştır; bu durum projeyi hazırlama fikrinin ortaya çıkışını da destek‐lemiştir. Yerleşik yabancıların kendilerini ilimizde daha gü‐vende hissetmelerini sağlayacak çalışmalar yapılmasının, ül‐kemizin tanıtımı açısından da iyi olacağını düşündüğümüz‐den, böyle bir projeyi proje katılımcıları ile birlikte hazırlamaya karar verdik.
Konsolosluklar ve fahri konsolosluklar aracılığıyla Antal‐yaʹda yaşayan engelli yabancılara da gereken destek, bilgilen‐dirme aynı zamanda Yabancılar Şubesi’ndeki işlemlerinin hız‐landırılması için çalışmalar öngördük. Engelli yabancılardan Şubemize gelemeyecek durumda olanların müracaatları bilva‐sıta alınarak, işlemler sonunda hazırlanacak olan ikamet tezke‐releri evlerinde kendilerine teslim edilecektir. Ayrıca engelli yabancıların müracaat, şahsi güvenlikleri ve herhangi bir so‐runla karşılaşmaları durumunda ne yapmaları gerektiğine ilişkin bilgilendirme çalışmaları da yapılacaktır.
Hedefler
1. Türk vatandaşı ile evli olma, eğitim‐öğretim görme, gayrimenkul edinme, çalışma vb. nedenlerle ikamet izni alma suretiyle, Antalyaʹda yaşamını sürdürmekte olan yabancı ülke vatandaşlarının tamamına bu proje ile ulaşmak. Bu hedefimizi gerçekleştirmek için Alan‐ya, Kemer, Manavgat ve Kaş İlçe Emniyet Müdürlükle‐rimizden de genç arkadaşlarımız ve destekleyiciler projemizde yer alacaklardır.
154
2. İlimizde yaşayan yabancı uyruklu hemşehrilerimizin katkılarıyla sunduğumuz hizmetin kalitesini artıracak ve yerleşik yabancıların güvenlik beklentilerine daha etkin cevap verebilecek iletişim sistemini yerleşik ya‐bancılar ile personelimiz arasında sağlamak.
3. Yabancılar Şube Müdürlüğüʹne başvuruları esnasında yabancıların idari işlemlerinin hızlandırılmasını sağla‐yacak bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri yapmak.
4. Mevcut hizmet kalitesinin artırılması için çalışmalar yapılırken, yabancıların fikirlerini de almak ve böylece farklı ülkelerdeki işleyişi saptayarak, Avrupa ülkele‐rindeki standardın yakalanması için proje çerçevesinde tespit edilen iyileştirme noktalarını öneri olarak Emni‐yet Genel Müdürlüğüʹne sunmak.
5. Yabancıların maruz kaldığı suç türlerini tespit ederek, yabancıları bunlardan korumak için alınabilecek ön‐lemleri içeren kitapçıklar, broşürler hazırlamak ve bun‐ların yabancılara ulaştırılmasını sağlamak.
6. Yabancılara karşı işlenen suçlar konusunda yabancıları bilinçlendirmek.
7. İl Emniyet Müdürlüğümüze ait web sitesinin farklı dil‐lerde hazırlanarak, yapılacak işlemler ile ilgili bilgiler içeren düzenlemeler yapmak.
8. İlimizde ikamet eden ancak Şubemize gelip işlemlerini takip edemeyecek durumda olan engelli ve hasta ya‐bancıların müracaatları bilvasıta alınarak, müracaat sonunda hazırlanan ikamet tezkereleri kendilerine Şu‐bemizde görevli olan Polis Memurları tarafından tes‐lim edilmesini sağlamak.
155
Proje Uygulaması
Proje kapsamında, yabancı dil bilen arkadaşlarımızdan oluş‐turduğumuz bir ekiple, projemizin amaç, hedef, tanıtım ve iletişim konularıyla ilgili İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca dillerinde proje ile ilgili materyaller hazırlanacaktır. Bu mater‐yaller, toplantılar esnasında projede yer alan genç tercümanla‐rımız aracılığıyla yabancılarla birebir iletişim kurularak kendi‐lerine iletilecektir. Bu toplantılar il merkezimizde yapıldığı gibi, il merkezi dışında yabancıların yoğun olarak yaşadığı Kaş ve Alanya ilçelerimizde de yapılacaktır. Toplantılar esnasında, İngilizce, Rusça, Almanca ve Fransızca dillerinde hazırlanan anketler yabancılara dağıtılacaktır. Toplantılar esnasında, kuru‐lacak diyaloglarla yabancıların sorunları ve güvenlikle ilgili istek ve dilekleri, proje sorumlusu yabancı dil bilen genç arka‐daşlarımız aracılığıyla rapor haline getirilerek, Yabancılar Şube Müdürlüğümüz aracılıyla ilgili birimlerimize, kamu kurum ve kuruluşlarımıza iletilecektir. Ayrıca projede kültürlerarası diya‐logun geliştirilmesi ve Avrupalılık bilincinin oluşması adına toplantılar sonrasında yabancıların kendi kültürlerini tanıtabi‐leceği bir platformun oluşturulması sağlanacaktır. Bunun için toplantı öncesinde proje sorumlusu gençlerimiz, gerekli plan‐lamaları yapacaktır. Ayrıca Yabancılar Şubesi’ne müracaatları durumunda her ülke vatandaşına hazırlaması gereken evraklar ve diğer hususlarda bilgilendirme yapılacaktır.
Projeye katılan istekli yabancılara Halk Eğitim Merkeziʹ‐nin programları doğrultusunda yetişkin eğitimine yönelik kurslarda, ilgi alanlarına göre eğitim almalarını sağlanacaktır (halk oyunları, el sanatları, bilgisayar, bağlama, vb.). Yöresel yemeklerimizin tanıtımının yapılacağı piknik ve geziler düzen‐lenecek, tarihi ve turistik yerleri gezilecek; köy hayatı tanıtıla‐caktır. Gönüllü yabancıların Halk Eğitim Merkezleri’nde ka‐
156
tılmış oldukları el sanatları kurslarındaki becerilerini gösteren materyallerden oluşan serginin “10 Nisan Polis Haftası”nda açılması sağlanacaktır. Projenin kapanış toplantısında proje süresince yapılanlar yerel basın mensupları, STK’lar, ilgili ku‐rum ve kuruluşlara anlatılacaktır. Ayrıca projeye destek veren kurum ve kuruluşlar ile yabancı ülke temsilcilikleri arasında kurulan iletişim ağının gücünü yitirmemesi adına, kurumlar arası sorumluluk paylaşımı, işbirliğinin devam ettirilmesi için çalışmalar sürdürülecektir.
Gençlik Programı Hedeflerine Uygunluk
Proje, katılımcı gençlerin Avrupa Vatandaşlığı düşüncelerini geliştirecektir.
Ayrı dil, ayrı kültürden insanları birbirine bağlayan ortak unsur olan Antalyaʹnın ʺyabancı sakinleriʺ ile kurulan diyalog sayesinde, başta proje ekibinin olmak üzere, ilde ikamet eden tüm gençlerin Avrupa vatandaşlığı konusundaki fikirleri geli‐şecektir. Yabancılar dışlanmadan, ʺötekileştirilmedenʺ bu şeh‐rin birer ferdi olarak kabul edilecektir. Bu doğrultuda yürütü‐lecek çalışmalar, desteği alınan diğer kurumların da sayesinde adım adım ilerletilecektir. Aynı şekilde, Avrupa Birliği ülkele‐rinden gelen kentin yeni sakinleri, yerel halkı Avrupa Birliği’ne uzanan yolda bilinçlendirerek, onları Avrupa Vatandaşlığının getirileri konusunda bilgilendirecek ve yerel halkı Avrupa Va‐tandaşlığı sürecine hazırlayacaktır.
‐ Proje kapsamında, ilimizde ikamet eden yabancıların güvenlik birimlerimizden aldıkları hizmetten memnun kalma‐ları sağlanacak ve mevcut hizmetlerin kalitesini artırırken, yabancılardan da görüş alınacaktır.
İngilizce, Rusça, Almanca ve Fransızca olarak hazırlana‐cak anket aracılığıyla, ilimizde ikamet eden “yabancı
157
hemşehrilerimiz”in güvenlik birimlerimizden beklentileri, günlük hayatta ya da Şubemizden aldıkları hizmet esnasında karşılaştıkları sorunlar saptanacaktır. Düzenlenecek toplantı‐larda yabancıların kendi ülkelerinde benzer hizmet mekaniz‐malarının işleyişi ya da kurumumuzun hizmet standardının yükseltilmesi konusundaki fikirleri alınacaktır. Böylece, aynı şehri paylaştığımız hemşehrilerimizin de kendi hayatlarını etkileyen konular hakkında söz sahibi olmaları sağlanacaktır.
‐ Özellikle Avrupa Birliği’nde toplumsal uyumu geliştir‐mek için gençler arasındaki dayanışma ve hoşgörü duygusunu güçlendirecektir.
Projenin uygulamaya konulmasıyla, yerli halk, Antalyaʹda ikamet eden ve şehir nüfusuna büyük katkı sağlayan yabancı hemşehrilerimizin farkına varacak, aynı apartmanı, sokağı ya da semti paylaştığı, komşusu olan yabancıya bakış açısı olumlu yönde gelişecektir. Aynı şekilde, proje uygulayıcısı biz gençler, proje süresince yerleşik yabancılarla sürekli işbirliği içerisinde kalarak proje aktivitelerini yürüteceğiz. Bu, kültürlerarası da‐yanışma ve hoşgörünün oluşturulmasına katkı sağlayacaktır. Düzenlenecek etkinlikler ve kurslar ile kültürümüz tanıtılarak, önyargılar aşılacak ve hoşgörü ortamı yaratılarak dostluklar oluşturulacaktır.
‐ Proje, farklı ülkelerdeki gençler arasındaki karşılıklı an‐layış duygusunu geliştirecektir.
Proje etkinliklerinin yürütülmesi sırasında kültürel farklı‐lıklardan dolayı yaşanabilecek çatışmaların ortaya çıkması mümkündür. Ancak, farklı arka plandan gelen proje gençleri ile yerleşik yabancılar arasında oluşturulacak ortak çalışmalar ve işbirliği sayesinde, bu çatışmalar en aza indirilecek ve karşı‐lıklı anlayış güçlendirilecektir.
158
‐ Proje, gençlik faaliyetlerine yönelik destek sistemlerinin kalitesini ve gençlik alanındaki sivil toplum kuruluşlarının kapasitesini artırmaya yöneliktir.
Proje kapsamında kurulacak ortaklıklar sayesinde daha geniş bir kesime ulaşılacak ve kurumlar arası iletişim ağı geniş‐letilecektir. Proje faaliyetleri sonrasında da kurumlar arası iş‐birliğinin devam ettirilmesi sağlanacak ve farklı sorun alanla‐rına yönelik ortaklaşa çalışmalar geliştirilecektir. Dolayısıyla, Antalya’nın Avrupa Birliği ülkeleri ile işbirliği ve ortaklık ka‐pasitesinin arttırılmasına katkı sağlanacaktır.
‐ Yabancıların yaşadıkları şehirde, söz sahibi olmaları ve kendilerini güvende hissetmeleri sağlanacaktır.
Düzenlenecek toplantılarda, yabancıların çeşitli sebepler‐den dolayı ikamet alımları esnasında yapmaları gereken işlem‐ler, değişen mevzuatla ilgili bilgilendirmeler yapılacaktır. Böy‐lece, yabancılar kendi işlemlerini kendileri yürütecek, kötü niyetli ve aracı kişilerle muhatap olmaları, zor duruma düşme‐leri engellenecektir. Yapılacak olan çalışmaları sayesinde, An‐talya Emniyet Müdürlüğü’nün kurum içerisinde yürütmekte olduğu “Toplum Destekli Polislik Projesi” faaliyetlerinde ili‐mizde ikamet eden herkesin desteği alınacak; şehrin daha gü‐venli hale gelmesi sağlanacaktır. Yabancı hemşerilerimizin kendilerini güvende hissetmelerinin sağlanmasıyla, ʺsuça ma‐ruz kalma korkularıʺ ortadan kaldırılacak; şehrimizde yaşama‐yı tercih eden yabancı sayısı gün be gün artacaktır. Böylelikle şehrimizin yabancı sakinleri birer ʺgönüllü kültür elçisiʺ ola‐caklardır; bu durum, ülkemiz turizminin de gelişmesini sağla‐yacak bir unsurdur. Proje sorumlusu olarak biz gençler, Emni‐yet Müdürlüğümüz ve yerleşik yabancılar arasında bir köprü kuracak ve sorunların çözümünde etkin rol alacağız.
159
Hazırlık Faaliyetleri ve Öngörülen Faaliyetler
1. Proje ekibimizle toplantı yaparak, proje konusu ile il‐gili beyin fırtınası yaptık. Toplantımıza bize destek verecek uzman kişileri de alarak, onlarla görüşleri‐mizi paylaştık. Aramızda iş bölümü yaparak (yaban‐cıların kurmuş olduğu derneklerle görüşme; basınla işbirliği; sponsor ve destek kuruluşların bulunması; anket sorularının, broşürlerin, afişlerin hazırlanma‐sı… vb.), projede uygulayacağımız çalışmaları ayrın‐tılı olarak planladık. Bu planlamayı yaparken, proje‐de yer alan biz genç Polis Memurları fikirlerimizi paylaştık. Ülkemizin ʺbacasız fabrikasıʺ olan turizm sektörüne katkı sağlamak ve Antalya ilimizin Avru‐paʹda tanıtımını yapmayı temel hedefimiz olarak be‐lirledik.
2. Projemizin hazırlık aşamasında, bize destek verecek kurum, kuruluş ve STK’ları tespit ettik. Kurumların tespiti, projemize destek yazılarının alınması ve ku‐rumlarla irtibat kurulması konusunda bir arkadaşı‐mızı görevlendirdik.
3. İlimizde bulunan Konsolosluk, Fahri Konsolosluklar, yabancılarla ile ilgili dernekler, turizm ve seyahat acenteleri, yabancı uyruklu şahısların kendi dillerin‐de yayımladıkları dergi ve gazetelerin yetkilileri ve sahipleri, turizm alanında faaliyet gösteren birim, fe‐derasyon ve derneklerle irtibata geçmek üzere iki ar‐kadaşımızı görevlendirdik. Bu arkadaşlarımızın dü‐zenleyeceği ziyaretler ve tanıtım toplantılarıyla proje süresince ilgili kurum, kuruluş ve STK’ların projeyi desteklemeleri, toplantılara azami ölçüde katılımları sağlanmaya çalışılacaktır.
160
4. Yabancıların ülkemizde en çok maruz kaldıkları suç‐lar ile ilgili tespit çalışmaları yapmak, istatistikî veri‐leri derlemek, bu suçlara maruz kalmamaları için alı‐nacak tedbirler hakkında yapılan toplantılarda, ge‐rekli bilgilendirme sunuları ve broşürlerini hazırla‐mak için çalışmalar başlattık.
5. İkamet tezkeresi almak üzere, Şubemize müracaat eden yabancıların en sık karşılaştıkları sorunları tes‐pit etmek amacıyla bir anket ve örnekleme yaparak, yabancılarla görüşmeler yapılması için hazırlık yap‐tık. Buna göre, proje uygulamasında yapılacak anket ve görüşmeler neticesinde çıkacak sonuçlara göre ya‐bancılara yardımcı olabileceğimiz konular tespit edi‐lerek, İngilizce, Rusça, Almanca ve Fransızca dille‐rinde broşürler ve broşürlerde en çok karşılaştıkları sorunların çözümüne ilişkin bilgiler yer alması karar‐laştırıldı. Bu bilgiler ilimizde yabancı dilde yayın ya‐pan gazete, dergiler ve yabancıların üye olduğu der‐neklerle paylaşılmıştır. Ayrıca, Yabancılar Şube Mü‐dürlüğü’ndeki personelle toplantılar yapılarak, ya‐bancıların karşılaştığı sorunlar, Şubemiz personeli ile paylaşılarak çözüm yolları hakkında bilgi paylaşımı yapılmıştır. Mevzuattan kaynaklanan se‐beplerden dolayı çözülemeyen konular için ise, Emniyet Genel Müdürlüğüʹne çözüm önerilerinin yazılması plan‐lanmıştır.
6. İlimizde ikamet eden yabancıların müracaat esnasında alınan iletişim bilgilerini (e‐mail, Antalyaʹda ikamet ettikleri adresleri, yurtdışı adresleri ve telefon numaraları gibi) içeren veri ta‐banının oluşturulması için çalışmalar başlatıldı. Oluş‐
161
turulan bu veri tabanı sayesinde, yabancılara kendi kültürleri için anlam içeren özel günler, bayramlarda kutlama mesajları yollanacaktır.
7. İlimizde ikamet eden yabancıların iletişim sürecine dâhil edilebilmesi için, Konsolosluklar, bu amaçla ku‐rulmuş dernekler ve yabancılara yönelik yayın yapan yerel basın yayın kuruluşları ile işbirliği ağı oluştu‐ruldu.
8. Emniyet Müdürlüğümüze ait Web sayfasında düzenlemeler yapılmıştır. İlimizde ikamet eden ya‐bancıların Müdürlüğümüz ile kolayca iletişim kura‐bilmeleri, e‐mail yoluyla soru ve sorunlarını doğru‐dan iletebilmeleri amacıyla “www.antalya.pol.tr”de yer alan Yabancılar Şube Müdürlüğü sayfasının farklı yabancı dillerde hazırlanması için iyileştirilme çalış‐maları yapılacaktır.
9. İl merkezimizde, Alanya, Manavgat, Kemer ve Kaş ilçelerimizde yaşayan yabancılarla iki ayda bir to‐plantı düzenleyerek, toplantı sonrası anket ve birebir görüşmeler ile geri bildirimler alınarak, elde edilen veriler ışığında bir sonraki toplantıda ele alınması gereken konular belirlenecektir. Bu konular belir‐lenirken, öncelikle yabancıların güvenlik ile ilgili kar‐şılaştıkları sorunlara çözüm olacak konuların belir‐lenmesine özen gösterilecektir.
10. İki ayda bir yapılacak toplantılar sırasıyla İl Merkezi, Manavgat, Kemer, Kaş ve Alanya gibi, yabancıların yoğun bir şekilde yaşadığı ilçelerimizde yapılacaktır. Bu toplantılarda yabancı düşmanlığı ile mücadele, kültürel çeşitliliğe saygı, farklı kültürlere mensup olan ancak aynı şehirde yaşayan insanların birbirle‐
162
rine saygı göstermesi gerekliliği vurgulanacaktır. Manavgat, Kemer, Kaş ve Alanya’da yapılacak et‐kinlerde ilçe emniyet müdürlüklerimizden 2’şer genç arkadaşımız da projemizde yer alacaktır. İlçelerdeki etkinliklerimizi görevli arkadaşlarımız yerine getire‐cektir.
11. Halk Eğitim Merkeziʹnden alacağımız destekle, ilimiz sınırları içersinde ikamet eden yabancılarımıza Halk Eğitim Merkezi’nin yetişkin eğitimi için düzenlediği kurslardan faydalanma yoluna gidilecektir. (Halk oyunları ve el sanatları, Türkçe öğrenimi, bilgisayar, bağlama vb.) Bu kurslar sonunda sergi ve gösteri et‐kinlikleri düzenlenecektir. Yöre kültürüne ait yemek‐lerin tanıtımının yapılacağı piknik ve gezilerin düzenlenmesi, tarihi ve turistik yerlerin gezilmesi, köy hayatının tanıtılması, gönüllü yabancıların Halk Eğitim Merkezleri’nde katılmış olduğu el sanatları kursunda becerilerini gösteren materyallerden oluşan serginin “10 Nisan Polis Haftası”nda açılması sağlanacaktır.
12. İki ayda bir düzenlenecek toplantılar sırasında hazır‐lanan stantlarda yabancıların kendi ülkelerine, kül‐türlerine ait unsurları sergileyebileceği, tanıtım yapa‐bilecekleri bir platform kurulması sağlanacaktır. Proje ekibinde yer alan genç arkadaşlarımızın aracılığıyla, kültürlerarası kaynaşmanın sağlanması yönünde ça‐lışmalar yapılacaktır. Katılımcıların pasif kalmaların‐dan ziyade, birbirleri ile iletişim halinde olmaları sağ‐lanacaktır.
13. Dil çeşitliliğinden en iyi şekilde yararlanan bir top‐lum oluşturulmasına yardımcı olmak adına ilimizde
163
ikamet eden yabancıların yabancı dil öğrenmeleri için, isteklilerin proje ekibinde görevli olan genç ar‐kadaşlarımız aracılığıyla Halk Eğitim Merkezleri’nde açılacak kurslara katılmalarını ve Türkçe öğrenmele‐rini sağlayacağız. Bu, yabancıların günlük hayatlarını kolaylaştırmasının yanı sıra farklı kültürden ve dil‐den kişilerin de birbirini tanımasını, birbirine saygı duymasını sağlayacaktır.
14. Görevli arkadaşlarımızın katılımıyla iki ayda bir Türk kültürünü, yaşamını ve özellikle köy yaşamını tanıtmak için geziler düzenleyeceğiz. Bu geziler, ili‐mizdeki yabancıların yaşadığı çevrelerin yakınındaki köylere düzenlenecektir. Bu yolla, yabancıların bura‐daki halkın yaşam biçimlerini tanımasını sağlayaca‐ğız.
15. İlimizde yerleşik yabancı ailelerin düzenleyeceğimiz toplantılar vesilesiyle tanışmalarını sağlayarak, kül‐türlerarası bir köprü kurulmasını sağlayacağız. Yerle‐şik yabancıların proje kapsamında düzenleyeceğimiz etkinliklerde aktif rol almalarını da sağlayacağız. Pro‐je sorumlusu olan biz gençler de daha fazla yerleşik yabancıyla birebir irtibat kurma şansına sahip olaca‐ğız.
16. Toplantılarımızda, Anadolu kültür mozaiği üzerine güzel sözler söylemiş olan Yunus Emre, Âşık Veysel ve Mevlana gibi düşünürlerin söz ve düşüncelerin‐den alıntılar yaparak, insan sevgisi konusuna ve ya‐şadığımız coğrafyada insanın ne denli önemsendiği konusuna dikkat çekeceğiz.
17. Yerel yönetim temsilcileriyle irtibata geçerek, yerleşik yabancılarla yapacağımız toplantılarda yer almaları‐
164
nı, yabancıların sorunlarının saptanmasını ve çözüm yollarının neler olduğunu birebir görüşmelerini sağ‐layacağız. Yerel yönetim ile ilgili sorunların çözümü için ilgililere bize aktarılan sorunları ileteceğiz. Proje ekibi olarak, çözüm bulunması ve çalışmalar yapıl‐masını için dikkatleri çekeceğiz.
Gerçekleştirilen Faaliyetler
Bu genel kapsam çerçevesinde hazırlanan bu projeye, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Akdeniz Üniversitesi Rektör‐lüğü, Antalya’da bulunan Konsolosluk ve Fahri Konsolosluk‐lar, yabancılarla ilgili dernekler, turizm ve seyahat acenteleri, yabancıların kendi dillerinde çıkartmış olduklar gazete ve der‐gi temsilcilikleri, projenin paydaşlarıdır.
• Projenin amaçları kapsamında Paydaş Kurumlarla Toplantılar düzenlenmiştir.
• İlçe Emniyet Müdürlüklerince proje kapsamında ya‐bancılarla “Huzur Toplantıları” yapılmıştır.
• Müdürlüğümüze müracaat eden yabancıların memnu‐niyetlerini ölçmek amacıyla hazırlanan anket uygu‐lanmaya konulmuştur.
• Yaklaşık 3000 kişinin mail adreslerinden oluşan veri bankası oluşturulmuştur.
• Mail adreslerini içeren veri tabanının kullanılarak ya‐bancı hemşehrilerimizle sürekli iletişim halinde bulu‐nulması planlanmıştır.
• İl ve ilçe müracaat personeline yönelik sürekli eğitim programları planlanmıştır.
• Yabancıların karıştıkları veya maruz kaldıkları suç tür‐lerini tespit ederek, alınabilecek önlemleri içeren kitap‐çıklar hazırlanmıştır.
165
• Proje kapsamında, yabancı dil bilen genç bir ekiple, projenin amaç, hedef, tanıtım ve iletişim konularıyla ilgili İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca dillerinde proje ile ilgili materyaller hazırlanmıştır. Hazırlanan materyaller, toplantılar esnasında projede yer alan genç tercümanlarımız aracılığıyla yabancılarla birebir ileti‐şim kurularak kendilerine iletilmiştir.
• Toplantılar il merkezinde ve yabancıların yoğun olarak yaşadığı Manavgat, Kemer, Kaş, Alanya ilçelerinde ya‐pılmıştır. Toplantılar esnasında, İngilizce, Rusça, Al‐manca ve Fransızca dillerinde hazırlanan anketler ya‐bancılara dağıtılmıştır. Ayrıca projede kültürlerarası diyalogun geliştirilmesi, Avrupalılık bilincinin oluşma‐sı adına toplantılar sonrasında yabancıların kendi kül‐türlerini tanıtabileceği bir platformun oluşturulması sağlanmıştır. Yabancılar Şubesi’ne müracaatlarında her ülke vatandaşına hazırlaması gereken evraklar ve diğer hususlarda bilgilendirme yapılmıştır. Projeye katılan istekli yabancılara Halk Eğitim Merkeziʹnin programla‐rı doğrultusunda yetişkin eğitimine yönelik kurslarda, ilgi alanlarına göre eğitim almaları sağlanmıştır (halk oyunları, el sanatları, bilgisayar, bağlama, vb.)
• Yöresel yemeklerimizin tanıtımının yapılacağı piknik ve geziler düzenlenmiş, tarihi ve turistik yerleri gezile‐rek; köy hayatının tanıtılma çalışmaları yapılmıştır. Gönüllü yabancıların Halk Eğitim Merkezleri’nde ka‐tılmış oldukları el sanatları kurslarındaki becerilerini gösteren materyallerden oluşan sergisi yapılmıştır. Projeye destek veren kurum ve kuruluşlar ile yabancı ülke temsilcilikleri arasında kurulan iletişim ağının gü‐cünü yitirmemesi adına, kurumlar arası sorumluluk
166
paylaşımı, işbirliğinin devam ettirilmesi için çalışmalar sürdürülecektir.
“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Projesi, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı tarafından, Gençlik Programları çerçevesinde Nisan 2011 Dönemi Proje Başvurula‐rı içerisinde yaklaşık 200 proje arasından desteklenmeye değer 20 proje içerisinde 1. sırada kabul görmüş ve AB Eğitim ve Gençlik Programları tarafından desteklenen projeler arasına dâhil edilmiştir.