onlar bİzİm hemŞehrİmİz son-28-2-2012akvam.akdeniz.edu.tr/kitap/6.pdf · ile yabancılar...

166
Onlar Bizim Hemşehrimiz Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası ılımı Editörler: Erol Esen – Zeliha Yazıcı

Upload: others

Post on 25-Jan-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

1

 

 

 

 

Onlar Bizim Hemşehrimiz 

Uluslararası Göç ve Hizmetlerin  

Kültürlerarası Açılımı 

Editörler: 

Erol Esen – Zeliha Yazıcı 

Onlar Bizim Hemşehrimiz Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı  Editörler: Erol Esen – Zeliha Yazıcı Sayfa Düzeni ve Kapak Tasarımı: Gamze Uçak ISBN: 978‐605‐5782‐93‐1 ©Siyasal Kitabevi, Tüm Hakları Saklıdır. Aralık 2011 Siyasal Kitabevi Yayıncı Sertifika No: 14016 Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1 Kızılay‐Ankara Tel: 0(312) 419 97 81 pbx Faks: 0(312) 419 16 11 Parakende Satış: Zafer Çarşısı 26‐27‐28 Tel: 0(312) 433 99 43 e‐posta: [email protected] http://www.siyasalkitap.com Baskı  Erek Ofset Matbaacılık Sertifika No: 16098 Büyük Sanayi 1. Cad. Çim Sok. 17/1 İskitler/ANKARA  Tel: 0312 342 31 01 Dağıtım Ekinoks Yayın Dağıtım Şehit Adem Yavuz Sok. Hitit Apt. 14/1 Kızılay‐Ankara Tel: 0 (312) 419 97 81 pbx Faks: 0 (312) 419 16 11 e‐posta: [email protected] http://www.siyasalkitap.com 

3

 

AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ  

AVRUPA BİRLİĞİ ARAŞTIRMA ve UYGULAMA MERKEZİ 

AKVAM 

Onlar Bizim Hemşehrimiz 

Uluslararası Göç ve Hizmetlerin  

Kültürlerarası Açılımı 

Editörler: 

Erol Esen – Zeliha Yazıcı 

5

 İçindekiler 

 

Önsöz Erol ESEN.........................................................................................................7 

Editörden  .............................................................................................................9  

Tartışmalar 

Türk‐İşgücü Göçünün 50. Yılında Almanya’da Sosyal Hizmetlerin Kültürlerarası Açılımı Erol ESEN.......................................................................................................13 

Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişimin Sağlık Hizmetlerinin Sunumuna Etkileri Ayla BAYIK TEMEL .........................................................................................43 

Okulöncesi Dönemdeki Göçmen Çocukların İki Dilli ve Çok Kültürlü Ortamda Öğrenmeleri Üzerine  Yrd. Doç. Dr.  Zeliha YAZICI ...........................................................................75 

Almanya’daki Türkiye Kökenli Göçmenlerin Sağlık Durumları:  “Göç Hasta Eder”den “Göç Sağlığa İyi Gelir”e Geçiş İçin Öneriler Zuhal YEŞİLYURT GÜNDÜZ............................................................................85  

Uygulamalar 

Kadın Sığınmacılar: Uluslararası Göçün Sessiz Tanıkları Yeliz KÖMÜRCÜ, Rabia ÖZSOY ve Arzu ÇOBANOĞLU ................................111 

Kültürel İşbirliğinde Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişim Aziz ZERIA ...................................................................................................129 

Kültürlerarası Diyalog ve Kültürel İşbirliğinin bir Öncüsü ve Uygulaması: Avrupa Kültür Parlamentosu ‐ ECP Karl‐Erik NORRMAN ...................................................................................137 

“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Antalya’da Yabancılara Sunulan Güvenlik Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi Ozan AKKUŞ ................................................................................................147

7

 

Önsöz  “Onlar Bizim Hemşehrimiz  – Uluslararası Göç ve Hizmetlerin Kültürlerarası  Açılımı”  konulu  kitabımız,  AKVAM’ın  son  iki yıldır  sık  sık  gündeme  taşıdığı  tartışmaların  bir  ürünüdür. Burada  işlenen  konular,  birçok  uzman,  sanatçı,  araştırmacı, Türkiye  ve  çeşitli AB  ülkelerinden  kamu,  özel  sektör  ve  sivil toplum  kuruluşlarından  karar  verici  ve  uygulayıcıların  katkı verdiği seminer, konferans, sergi ve panellerde şekillenmiş ve bu kitapta son  şeklini almıştır. Bu  faaliyetlerden bazıları  şunlardır: 2009  yılından  beri  Almanya’dan  çeşitli  ortak  kuruluşlarla çalışmaları  devam  eden  “Çok  Kültürlü  Sosyal Hizmet  Eğitim Programı” ve  eğitim dili Türkçe ve Almanca olarak planlanan “İki Lisanlı Çocuk Gelişim Merkezi”; doğduğu ülkede değil de başka  bir  ülkede  yaşayan  ve  sanatını  icra  eden  toplam  yedi fotoğraf  sanatçısının  eserlerinden  oluşan  ve  AKVAM’ın  2010 yılındaki  Avrupa  Günü  etkinlikleri  çerçevesinde  Antalyalı sanatseverlerin beğenisine sunduğu “Farlılıkların Yaratıcı Gücü” konulu  Fotoğraf  Sergisi  ve  bunu  takip  eden  Panel;  Yine  aynı yılın  Eylül  ayında  AKVAM’ın  ev  sahipliği  yaptığı  “Berlin‐İstanbul:  Yeni Memleketten Anılar”  konulu  sergi  ile  Berlin’de yaşayan  Türkiye  kökenli  ve  İstanbul’da  yaşayan  Almanya kökenli  kadınların,  fotoğraf  albümleri  ve  söyleşilerinde yaşamlarından  sundukları  kesitlerle  kültürlerarası  iletişim  ve çok  kültürlülüğün  beraberinde  getirdiği  kazanımları  adeta belgelemeleri.  

Resmi rakamlara göre yaklaşık 300.000’e ulaşan sayıları  ile Türkiye’de  azımsanmayacak  bir  nüfusa  sahip  ve  genelde turizmin  yoğun  olduğu  Akdeniz  ve  Ege  kıyı  kentlerinde 

yoğunlaşan  göçmenler,  önümüzdeki  yıllarda  Türkiye gündemine  yeni  bir  konuyla  gelecek  gibi  görünüyorlar: hizmetlerin  kültürlerarası  açılımı.  Kamu,  özel  sektör  ve  sivil toplum  kuruluşları  arasında  ayrım  yapmaksızın  Türkiye’deki hizmet  sektörü  için  ele  alınmayı  bekleyen  bu  konunun, AKVAM’ın  çabalarıyla  bir  turizm  kenti  olan  Antalya’da  ve uluslararası  düzeyde  başarılı  çalışmaları  birçok  ödülle sabitlenmiş  Akdeniz  Üniversitesi’nde  gündeme  taşınması  bir tesadüf  değildir.  Uluslararası  göçün  beraberinde  getirdiği sorunlar kadar fırsatları da ele alan “Onlar Bizim Hemşehrimiz – Uluslararası  Göç  ve  Hizmetlerin  Kültürlerarası  Açılımı” çalışmasına  katkılarıyla  ilham  ve  destek  veren  kitabın  tüm yazarlarına  teşekkürü  borç  bilirim. Ayrıca  konunun  önemi  ile ilgili görüşümüzü ve bir o kadar da heyecanımızı paylaşarak bu kitabın  yayınlanmasını  kabul  eden  ve  büyük  bir  özen  ve yaratıcılıkla kapak ve sayfa düzenlemesini gerçekleştiren Siyasal Yayınevi’ne teşekkür ediyorum. 

Doç. Dr. Erol ESEN AKVAM Müdürü

        

9

 Editörden 

Farklılıklar, çok kültürlülük ve kültürlerarası iletişim, 21. Yüzyı‐lın  tartışmalarında başından  itibaren yerini  almıştır. Ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki yeni gelişmeler sonucu artan hareket‐lilik,  uluslararası  göçün  etkilerini  yoğunlaştırmakla  kalmamış, yeni  süreçleri  de  beraberinde  getirmiştir.  Mal  ve  hizmetlerin üretilmesi amacıyla oluşan iş ilişkilerinin uluslararasılaşması ve ülkelerde  giderek  artan  oranda  temsil  edilmeye  başlayan  göç‐menler,  yönetim  ve  özellikle  kamu  yönetimi  disiplininde  yeni tartışmalara neden olmuşlardır. Yoğunlukla kamu hizmeti nite‐liğindeki hizmetlerin dil, din ve kültürel kökene bakılmaksızın tüm ihtiyaç sahiplerine eşit düzeyde ulaştırılması, bir kalite kri‐teri olmaktan öteye bir zorunluluk olmuştur. Kamu yönetiminin misyonu olan sosyal adaletin sağlanması ve ülkede yaşayan tüm insanlara eşit olarak ulaştırılması, dil, din ve kültürel farklılıkla‐ra  rağmen  nasıl  gerçekleştirilebileceği  sorusu,  birçok  uzmanın araştırmalarına da konu olmuştur.  

“Onlar Bizim Hemşehrimiz ‐ Uluslararası Göç ve Hizmetle‐rin  Kültürlerarası  Açılımı”,  adı  altında  yayına  hazırlanan  bu kitap, kaynağını, Akdeniz Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ulus‐lararası bir panelin sonuçlarından almaktadır. 7 Mayıs 2011 tari‐hinde Avrupa Günü etkinlikleri çerçevesinde Antalya’da gerçek‐leştirilen  Panel,  “Uluslararasılaşmak, Çok Kültürlülük  ve Kül‐türlerarası  İletişim” adını  taşımaktadır. Bir kısmı uluslararası  iş ve  yaşam  deneyimi  de  olan  konuşmacılar  tarafından  takdim edilen sunumlar, uluslararası göçün neden ve sonuçları  ile bir‐likte,  kültürlerarası  işbirliği  gibi,  göçün  ortaya  çıkardığı  yeni fırsatları da değerlendirmişlerdir. Bununla birlikte, uluslararası 

10 

göçün olası olumsuzluklarını konu alan çeşitli proje çalışmaları da, ilk sonuçları ile birlikte tanıtılmıştır.  

Yukarıda  sözü  geçen  uluslararası  panel  sonuçlarının  kay‐nak teşkil ettiği bu kitap, panelde yer almayan başka bölümleri de içermektedir. Özellikle hizmetlerin kültürlerarası açılımı bağ‐lamında uluslararası göçle uzun yıllar deneyime  sahip Alman‐ya’daki tartışmalar da kitaba dahil edilmiştir. Türk işgücü göçü‐nün 50. yılına atfen hazırlanan kitap, Almanya’daki Türk nüfu‐sun  aldığı  hizmetleri  üç  farklı  alanda,  sağlık,  eğitim  ve  sosyal hizmetlerde değerlendirmektedir. Kurumların veya hizmetlerin kültürlerarası açılımı konusunda Türkçe alan yazınında bir  ilki başlatan  bu  tartışmaların,  gelecek  yıllarda  da  artarak  sürmesi beklenmektedir.  

Sunumlarıyla kitabın yayınlanmasına katkı veren Prof. Dr. Ayla  BAYIK  TEMEL,  Yeliz  KÖMÜRCÜ,  Rabia  ÖZSOY,  Arzu ÇOBANOĞLU ve Ozan AKKUŞ’a, ve yurtdışından katılan Aziz ZARIA ve Erik‐Karl NORMANN’a şükranlarımızı sunarız. Ayrı‐ca  Emniyet Müdürlüğü  bünyesinde  geliştirmiş  oldukları  Pro‐je’nin ana başlığını kitap için de kullanmamıza izin verdiği için sayın  Ozan  AKKUŞ’a  ve  Antalya  Emniyet Müdürlüğü’ne  bu isteğimizi kırmadıkları  için  teşekkürü borç biliriz. Kitaba vesile olan  Panel’in  hazırlanıp  gerçekleştirilmesine  katkıda  bulunan İktisadi  ve  İdari  Bilimler  Fakültesi’ne,  Dekanı  Prof.  Dr.  Şafak AKSOY  şahsında  şükranlarımızı  sunarız.  Panele  katılarak  tar‐tışmaları  zenginleştiren  Akdeniz  Üniversitesi  akademisyenleri ve öğrencilerine, Antalyalı kamu ve özel sektör kurum ve kuru‐luşlarına ve  sivil  toplum kuruluşlarının  temsilcilerine  ilgilerin‐den dolayı teşekkür ediyoruz. AKVAM’daki diğer görevleri yanı sıra  tartışma metinlerinin yayına hazırlanmasında  titiz çalışma‐larıyla katkı veren Meral AKSU ve metinlerin yazılmasında biz‐den yardımlarını esirgemeyen Halise ERDOĞAN’a da  teşekkür ederiz. 

Editörler 

11

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tartışmalar

13

   

Türk‐İşgücü Göçünün 50. Yılında Almanya’da Sosyal Hizmetlerin 

Kültürlerarası Açılımı Erol ESEN 

Giriş 

Uzmanlara  göre,  birçok  alanda  sunulan  kamu  hizmetlerine erişimde  göçmenler  önemli  engellerle  karşı  karşıyadırlar. Bu‐rada  çeşitli  faktörler  etkili  olmaktadır.  Bunlardan  bazılarına değinecek olursak, birçok hizmet ve bu hizmetlere erişim yol‐ları ile ilgili olarak göçmenlerin bilgi eksiklikleri öne çıkmakta‐dır. Bununla birlikte  lisan  farklılığından kaynaklanan  iletişim sorunları da, bu hizmetlere erişimde önemli engel teşkil etmek‐tedir. Çoğu kez göçmenlerin konuştuğu  lisanı konuş(a)mayan kamu  çalışanları,  göçmen  grupların  kültürel  farklılıkları  ve özel  durumlarıyla  ilgili  bilgi  ve  deneyimsizlikleri  nedeniyle onlarla  ilgili  işlemler  çerçevesinde  gerekli  iletişim  ortamını oluşturamamaktadırlar. Örneğin  sağlık  alanıyla  ilgili  hizmet‐lerde ortaya çıkan sorunlar söz konusuysa, tedaviden sorumlu personel  tarafından  belirlenen  önlemler  hastalar  tarafından dikkate  alınamayabilmektedir.  Sonuçlardan  sadece  yabancı hastalar  etkilenmemekte,  bu  durum  kamu  bütçelerine  de önemli  ek  yük  getirmektedir;  örneğin  sık  sık  tekrarlanmak 

14 

zorunda kalan muayeneler ve tedaviler veya hastanelerde uza‐yan yatış süreleri gibi (Esen, 2002: 36). 

Örgütler ve göçmenler  arasındaki  ilişkilerde bu  tür bilgi eksiklikleri, kültürel  farklılıklar ve  iletişim engellerinden kay‐naklanan  sorunlar,  bu  hizmetin  göçmenler  tarafından  alına‐maması,  yanlış  veya  eksik  hizmet  alınması  gibi  sonuçlar  do‐ğurmaktadır. Bunun neticesinde de kamu kurum ve kuruluşla‐rı  veya  işletmeler  açısından  zaman  ve  kaynak  kaybı,  hizmeti alan  göçmenler  açısından  ise  kamu  kurum  ve  kuruluşlarına karşı  güvensizlik,  hatta  ev  sahibi  ülkeyle  ilgili  yanlış  tutum veya negatif imaj gibi olumsuzluklar ortaya çıkmaktadır. Çün‐kü hizmetlere erişimde sorun yaşayan yabancıların bazı hakları kullanamaması veya yanlış kullanması, onları çoğu kez hukuki ve cezai sorunlarla karşı karşıya getirmekte ve kamu kurumları ile yabancılar arasında yaşanan sorunlar daha da derinleşmek‐tedir. Belki seyahat izni veya sürücü belgesi çıkarmak gibi basit bir  işlemle  ilgili olarak başlayan  sorunlar,  terminolojideki  adı ‘deport’ olan “sınır dışı edilme” ile biten sonuçlara kadar vara‐bilmektedir.  

Sonuçlar bununla da  sınırlı kalmamaktadır. Özellikle yo‐ğun göç alan Batı Avrupa ülkelerinde kentlerin bazı bölgelerine yoğun olarak yerleşen göçmenler, örneğin  sağlık personelinin göçmen kökenli hastalarına “müşteri odaklı” hizmet vermele‐rini  çoğu  kez  zorlaştırmaktadır. Kimi  kent  veya  bölgelerdeki hastanelerin hasta profillerine bakıldığında, bazen 100’e yakın farklı ülkeden hastanın aynı anda tedavi gördüğü tespit edile‐bilmektedir. Gerekli  tedbirlerin  alınmaması  durumunda,  kül‐türe bağlı ortaya çıkan sorunlar nedeniyle sağlık personelinin çalışma  hayatında  zamanla  teslimiyetçi  veya  duyarsız  bir  tu‐tum içine girmesi kaçınılmaz olmaktadır.  

 

15

Bu  çalışmada,  göçmenlerin  hizmetlere  erişimde  karşılaş‐tıkları sorunlar ele alınacaktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ikili  anlaşmalarla  birçok  farklı  ülkeden  işçi  alan  Federal Al‐manya’daki  gelişmeler  ışığında  yapılacak  bu  incelemede,  göç ve uyum politikalarından en fazla veya bakış açısına bağlı ola‐rak  en  az  etkilenen  Türkiyeli  göçmenler  ön  planda  olacaktır. Çoğunlukla kamu kaynaklarıyla  sürdürülen  sosyal hizmetleri konu  alan  bu  çalışmada,  2011  yılında  50.  yılını  tamamlayan Türkiye’den Almanya’ya işgücü göçünün tarihçesi kısaca anla‐tılacaktır. Bu  tarihçe yardımıyla, aynı zamanda birbiriyle çeli‐şen ve bir o kadar da değişken göç ve uyum politikaları sonu‐cu, Almanya’daki  göçmenlerin  zamanla  kamu  destek  ve  hiz‐metlerine ne kadar bağımlı hale geldiklerini de görmek müm‐kündür. Tam da bu nedenle göçmenlerin hizmetlere ulaşımın‐daki zorlukların  tartışılması özel bir önem kazanmaktadır. Bu çalışmada göçmenlerin hizmetlere  erişimindeki özel  sorunları yanı sıra, bu sorunların üstesinden gelmeye yönelik geliştirilen “kültürlerarası açılım” program ve uygulamaları da ele alına‐caktır.  İncelemede  sadece  kelime  tanımıyla  yetinilmeyip,  ku‐rumların kültürlerarası açılma yolları da tartışılacaktır. 

 Almanya’ya İşgücü Göçünün 50 Yılı 

Milyonlarca  insanın  ölümüyle  biten  İkinci Dünya  Savaşı’ndan sonraki gelişmeler, Almanya’da zaten var olan  işgücü  ihtiyacını daha  da  yükseltmiştir.  Özellikle Alman  Silahlı  Kuvvetleri’nin (Bundeswehr)  yeniden  kurulmasıyla  1955  yılından  itibaren  ek işgücüne ihtiyaç duyulmuştur. 1961 yılında Berlin Duvarı’nın da inşasıyla bu ihtiyaç daha da yoğun ve sürekli hale gelmiştir. Göç politikalarının  en önemli ve neredeyse  tek  aktörü Federal Hü‐kümet,  çeşitli  ülkelerden  işgücü  alımını  başlatmıştır.  Bu  yolla Almanya’ya  gelen  işçilerin  ortak  özelliği  kalifiye  olmayan  ve 

16 

daha çok sanayi ve inşaat sektöründe yardımcı işçi olarak istih‐dam  edilmek  istenen  kişilerden  oluşuyordu.  Buna,  gönderen ülkelerin özel göç politikalarından kaynaklanan ek nitelikler de eklenince, Almanya’nın göç politikaları başından  itibaren daha sonra  içinden  çıkılması  zor  sonuçları da beraberinde getirmesi kaçınılmaz olmuştur. Örneğin, Türkiye’ye  tanınan kontenjanlar genelde deprem veya kuraklık gibi, doğal afet ve kırsal bölge‐lerden yapılan başvurulara öncelik vermeyi engellemiyordu.  

Alınan  işçilerin niteliklerinden  ziyade niceliğin  ön planda olması nedeniyle işçi alımı konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle kriz  dönemlerinde  tekrar  tekrar  durma  noktasına  geliyordu. Düşük ücretli ve belli bir niteliği gerektirmeyen yardımcı işlerde çalıştırılmak  üzere  alınan  yabancı  işçilerle  ilgili  olarak Alman‐ya’da ekonomiden sorumlu ve ülkenin “kalkınma harikalarıyla” birlikte  anılan Bakan Erhard, bunu Alman  işçilerinin  eğitimler yoluyla  kalifiye  işçi  konumuna  gelmeleri  için  bir  fırsat  olarak göstermekteydi  (Luft, 2009: 38). Ne  sendikaların ne de yasama organı Federal Meclis’in katılmadığı göç politikaları ve uygula‐maları,  tamamen yürütmenin elinde  şekilleniyor, bu da  federal düzeyde  Hükümet,  idarede  ise  Federal  İş  Kurumu  anlamına geliyordu. Başlangıçta geçici olarak alınan ve oturma ve çalışma izinleri  iki yıl  ile sınırlı yabancı  işçiler, Alman  işverenlerinin de baskısı sonucu 1960’lı yılların ortalarından itibaren sürekli işgü‐cüne dönüştürülmüşlerdir. Bununla da kalmayıp,  1973  yılında işçi  alımı  resmi  olarak  durdurulduğu  halde  aile  birleştirmesi çerçevesinde  eş  ve  çocukların  da  Almanya’ya  gelmesine  izin verilmiştir (Luft, 2009: 40; Şahin, 2010: 35). 

Almanya’da yabancı  işgücü alımında  ihtiyaç duyulan  işçi sayısının  yüksek  olması  ve  belli  bir  nitelik  gerektirmemesi, 1955’te  İtalya  ile  başlayan  işgücü  anlaşmalarının  kısa  sürede diğer  birçok  ülkeyi  de  içine  alacak  şekilde  genişletilmesine 

17

neden olmuştur. Böylece 1960 yılında Yunanistan ve  İspanya, 1961 yılında Türkiye, 1963 yılında Fas, 1964 yılında Portekiz ve daha sonra Tunus (1965) ve Yugoslavya (1968) ile devam etmiş‐tir. Alınan yabancı  işçi sayıları da hızla artmıştır. 1961 yılında 700.000  olarak  tespit  edilen  yabancı  işçi  sayısı,  10  yıl  sonra, 1971 yılında yaklaşık üç milyon artmıştı. Özellikle 1960’lı yılla‐rın sonlarından  itibaren Türkiye ve Yugoslavya’dan alınan  işçi sayısı en  fazla artanlar arasındaydı. 1968‐1971 yılları arasında önce  152.000  olan  Türkiyeli  işçi  sayısı  1971’de  üç  kat  artarak 450.000’e çıkıyordu. Bunda Türkiye’nin hareket kabiliyeti yük‐sek,  büyük  bir  işsizler  ordusuna  sahip  olması  kadar, ülkenin Batı  İttifakı’na  dahil  olması  da  önemli  rol  oynuyordu  (Esen, 2007: 41). Alınışlarındaki niteliklerden de kaynaklanan neden‐lerle, 1972 yılında yabancı  işçiler yüzde 80 oranında sanayi ve inşaat  sektöründe  istihdam edilmekteydi. Geriye kalan yüzde 20 gibi küçük bir oran hizmet sektöründe bulunuyordu.  

Yüksek  sayıda Alman  işçilerinin  ayrıldığı  branşlarda  ya‐bancılar düşük ücretli, zor çalışma koşulları altında ve güvenli olmayan işlerde istihdam edilmekteydi. Bu durum sanayi sek‐törünün yenilenmesini geciktirmekle kalmamış, aynı zamanda sosyal  politikalar  açısından  da  önemli  sonuçları  beraberinde getirmiştir.  Özellikle  kadınlarda  olmak  üzere  Alman  çalışan işgücü  sayılarında  önemli  gerilemeler  ortaya  çıkmış, meslek eğitimi  süreleri  uzatılırken,  emeklilik  yaşı  da  düşürülmüştür (Luft, 2009: 44). Genellikle  işverenlerin  inisiyatifinde ve hükü‐metlerin  eliyle  şekillendirilen  göç  politikaları,  yabancıların entegrasyonundan ziyade  işletmelerin karını yükseltmeye yö‐nelmiştir. 1973’ten sonraki politikalarda gerçi işçi alımı durdu‐rulmuş,  ancak  işletmelerdeki  uyumu  öne  çıkaran  işverenler, genelde  kendi  istihdam  ettiği yabancı  işçilerin  aile üyeleri ve akrabalarını çalıştırmak üzere Federal  İş Kurumu’na  ismen ve 

18 

adeta sipariş vermişlerdir. Bu durum özellikle Türk işçileri için “zincirleme göç”ü (Luft, 2009: 49) beraberinde getirmiştir. Belli bir süre Almanya’da bulunan yabancı işçilerin işyeri ve ikamet yeri değiştirme hakkına kavuşması  sonucu da,  işletmeler  için beklenen  artılar  yerine,  yabancı  işçi  grupları  arasında  getto‐laşmayı, kendi  içlerine kapanmalarını kolaylaştıran sosyal dö‐nüşümlerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmıştır (Şahin, 2010: 52. 

Batı ittifakı çıkarlarına endekslenmiş dış ve güvenlik poli‐tikalarının da etkisiyle (Esen, 2007: 41) özellikle Türk işçi göçü, diğer ülkelerden gelen işçi akımından farklı olmuştur. İşçi alım yasağının konduğu 1973 yılında başlayan aileleri birleştirmeye yönelik  politikalar  sonucu  1980  yılına  kadar  Türkiye’den Al‐manya’ya  gelen  kadın  ve  çocukların  sayısı  3‐4  kat  artmıştır (Luft, 2009: 58). Bunda Federal Hükümet’in politikaları da etki‐li olmuştur. Örneğin çocuk parasının sadece Almanya’da yaşa‐yan çocuklar için verilmesi ile ilgili düzenleme, Türk işçilerinin çocuklarını, onlarla birlikte  eşlerini de Almanya’ya getirmeye yöneltmiştir.  Bu  nedenle  1970’li  yıllarda  Almanya’ya  gelen Türkiyeli göçmenlerin istihdam oranı giderek düşmüştür. Tür‐kiye’den  gelip  istihdam  dışı  kalan  göçmen  sayıları  1968’de yüzde 25 iken, 1972’de bu oran yüzde 50’ye, hatta 1976’da yüz‐de 86’ya kadar yükselmiştir (Luft, 2009: 69); Körber, 1998: 155) 

Çeşitli  dönemlerde  uygulanan  ve  birbiriyle  çelişen  Al‐manya’nın  yabancılar  politikaları  sonucu  büyük  bir  bölümü niteliksiz ucuz işgücü olarak gelen Türkiyeli işçilerin önce aile‐lerini  getirmeleri  desteklenmiş,  ancak  daha  sonraki  yıllarda yeni gelen eşler ve aile üyeleri için getirilen istihdam yasakları sonucu  büyük  işsiz  kitlelerin  oluşmasına  neden  olunmuştur. Sosyal yardım ve yabancı istihdamı politikaları sonucu göçmen işçiler  ve  aileleri  birer  “sosyal  vaka”  ya  dönüştürülmüş,  bu yolla çoğunluk  toplumuna uyumu ve toplumsal alanlara katı‐

19

lımları daha da zorlaştırılmıştır. Bununla birlikte Almanya’nın göç  politikaları  özellikle  Türkiyeli  göçmenleri  kamu  ve  sivil toplum kuruluşları  tarafından  sunulan  sosyal hizmetlerin he‐def  kitlesi  ve  hatta  bu  hizmetlerden  bağımlı  hale  getirmiştir. Zamanla açık bir şekilde ortaya çıkan yabancıların dil sorunla‐rı,  istihdam  piyasalarında  karşılaştıkları  sorunlar  ve  eğitim ihtiyaçları da dikkate alınamamıştır. Bugün Almanya’da yakla‐şık 2,5 milyon Türk kökenli göçmen yaşamaktadır. Buna, yak‐laşık  bir  milyon  Alman  vatandaşlığına  geçen  Türkiyeli  göç‐menler  eklenirse, Almanya’da  halen  3,5 milyon  Türk  kökenli göçmen yaşamaktadır (Şahin, 2010: 16) 

 Temel Kavramlar  

Toplumlarda kültürel ve dini çeşitlilik toplumsal yaşamda gide‐rek daha fazla rol oynamaya başlıyor. Ülkeler ve kamu yönetim‐leri  için  artan  bu  toplumsal  çeşitlilik  yeni  bir meydan  okuma olduğu nispette, bir o kadar da toplumsal yaşamda yeni bir dö‐nemin habercisidir1. Dolayısıyla çocuk gelişim merkezleri, okul‐lar, mesleki eğitim kurumları, hastaneler ve yurtlar gibi toplum‐sal kuruluşların bu  çoğulculuğu bir  fırsata dönüştürmeleri ge‐rekmektedir. Bunun yolu da, üretilen mal ve hizmetlerle yaban‐cılara ulaşmak, onları bu mal ve hizmetlerin kullanım sürecine dahil  etmektir.  Özel  sektörde  buna  “farklılıkların  yönetimi2” 

1   Federal Alman Hükümeti’nin Göç ve Uyumdan Sorumlu ilk Devlet Bakanı 

Prof. Dr. Maria Böhmer’in 2005 yılındaki bildirisinden alınmıştır. Aktaran: Zacharaki,  Ioanna:  Was  meint,  will  und  soll  die  Rede  von  der “interkulturellen Öffnung”, Europaeisches Netzwerk Hessen –EPN (Yay.), Interkulturelle  Öffnung  von  Organisationen  und  Verbaenden: Beteiligung von Personen mit Migrationshintergrund in der politischen Arbeit, Eine Materialsammlung, s. 4, Frankfurt/Main 2009 

2   Diversity Management için bkz.: Verbund, 2007: 10‐12; Schroer, 2007: 22‐32 

20 

(diversity  management)  denmektedir.  Kamu  sektöründe  veya sivil toplum kuruluşlarında ise buna hizmetlerin “kültürlerarası açılımı” denir. Her  iki durumda da amaç, var olan mal ve hiz‐metlerde dil, din, kültür ve ülke  farkı olmaksızın herkese ulaş‐mak ve bu hizmet ve desteklerden eşit şekilde yararlanmalarını sağlamaktır (Fent, 2007: 7; John, 2001: 11).  

Bu  kültürel ve dini  çeşnileşmenin  boyutları,  sadece ülke vatandaşı  ve  vatandaşı  olmayanlarla  tanımlanamaz.  Çünkü belli bir süre yaşadıkları Avrupa ülkesinde, yasal düzenlemele‐re  göre  vatandaşlığa  geçmeye  hak  kazanmış  veya  o ülke  va‐tandaşlığını  almış  olmalarına  rağmen,  bu  “yeni  vatan‐daş”lardan birçoğu sahip olduğu dini ve kültürel özelliklerini sürdürmeye devam etmektedirler. Yasalarla elde ettikleri yeni vatandaşlık, bu göçmenlere her ne kadar yeni ve özellikle siya‐si  haklar  beraberinde  getirse  de,  dini  ve  kültürel  özellikleri nedeniyle  toplumun  çeşitli alanlarına katılma yetileri yetersiz kalmaktadır. 

Farklılıklar veya toplumun çeşitli alanlarına katılmayı en‐gelleyen faktörler, göçmenlerin sadece dini veya kültürel özel‐likleriyle de sınırlı değildir. İşgücü göçü yoluyla, belli nitelikle‐re sahip ve belli amaçlarla başka ülkelerden getirilen  insanla‐rın, göç öncesi ve sonrasında maruz kaldıkları yaşam koşulları ve  bunların  neden  olduğu  psikolojik  ve  sosyal  sonuçlardan kaynaklanan  ortak  özellikleri  vardır.  Bu  göçmenler  zamanla, benzer duygusal izleri taşıyan, beraberinde getirdikleri özellik‐leri ile birçok yönden ortak bir kaderi paylaşan ve bu nitelikle‐riyle sosyal ve toplumsal ihtiyaçları, içinde yaşadıkları ülkeler‐deki  çoğunluk  toplumlarınınkinden  farklılaşan  kitleler  oluş‐turmuşlardır.  

Ancak yine de göçmen gruplarını,  çeşitli yönleriyle yerli halktan farklılaşan bir bütün olarak düşünmemek gerekir. Her 

21

ne  kadar  yerli  halktan  farklılıklarıyla  ortak  niteliklere  sahip olsalar da, göçmen gruplar kendi içinde de olukça heterojen bir yapıya sahiptirler. Dolayısıyla burada söz konusu olan, yerli ve yabancı/göçmen  olmak  üzere  iki  grup  değil,  yerli  çoğunluk toplumuyla  birçok  farklı  ülkeden  gelen  ve  farklı  kültürlere, dinlere ve mezheplere sahip göçmen azınlıklar söz konusudur. Kaldı ki hem yerli nüfus hem de göçmen gruplar arasında da dil, bölge,  sosyal  sınıf gibi, bulunduğu ülkenin  toplumsal ya‐şamında aldığı sosyal ve ekonomik kararlarda etkisini gösteren farklılıklar mevcuttur. Kamu politikalarının ve  toplumsal ku‐rumların yeni yeni dikkate almaya başladığı dini, kültürel ve etnik farklılıkların çeşniliği kadar, bu farklılıkların Batı Avrupa ülkelerindeki siyasi, ekonomik ve  toplumsal yaşamda giderek daha etkili olmaya başladığı da dikkat çekmektedir. 

 Göçmen Kökenliler 

“Kültürlerarası açılım”  teriminin  tanımına geçmeden, bu kav‐ramın  beraberinde  getirdiği  bir diğer  kavrama da  kısaca  göz atmak  gerekir.  Birçok  ülkede  istatistik  veri  tabanlarına  dahil edilmesi ve yeni kamu politikalarını da  etkilemesi nedeniyle, “göçmen  kökenli”  kavramı  giderek  önem  kazanmaktadır. Özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki göçmen  işçiler ve  aileleri başlarda  “geçici  işçi”,  “misafir  işçi” veya  “yabancı”  gibi  kav‐ramlarla  ifade edilirken, yeni dönemde “müşteri”, “etnik giri‐şimci” veya “yabancı yurttaş/auslaendischer Mitbürger” terim‐leriyle de çağrılmaktadırlar. Ancak daha sonraki yıllarda göç‐men  işçilerle  birlikte, mülteciler,  göçmen  işçilerin  aile üyeleri ve  1945’ten  sonra  Federal  Almanya  sınırları  dışında  kalıp 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ile anavatana göçen Alman asıllı nüfusu da kapsayacak yeni bir terime ihtiyaç duyulmuş‐tur. Çünkü Almanları ve göçmenleri ayıran tek çizginin vatan‐

22 

daşlık olmaması; Alman  asıllı veya Alman vatandaşlığına  sa‐hip olduğu halde bunların vatandaş olmayan diğer göçmenler‐le birçok konuda aynı nitelikleri paylaşmaları, kamu yönetici‐lerini ve uzmanları göçmenlerle ilgili yeni bir alternatif kavram arayışına itmiştir. 

Ancak 2000’li yıllarla birlikte siyasi kararlar ve kamu poli‐tikalarına da baz teşkil eden “göçmen kökenli” terimi, kamuo‐yunda en fazla kullanılan ve “kültürlerarası açılım” tartışmala‐rı  çerçevesinde  de  en  anlamlı  kavram  olarak  adlandırılabilir. Almanya’da birçok yasa metni  içerisinde de tanımlandığı şek‐liyle  “göçmen  kökenli”  insanlar,  Alman  Anayasası’nın  116. Maddesine göre vatandaş olanların dışında kalanlardır. Sahip oldukları  pasaporttan  bağımsız  olarak  yurtdışında  doğmuş veya  kendisi  veya  ebeveynlerinden  bir  tarafı  1949  yılından sonra  Almanya’ya  gelmiş  kişiler  veya  onların  çocukları (Statistisches Bundesamt, 2011: 9‐10) için kullanılmaktadır. Her ne  kadar  bu  terim  farklı  kesimlerden  eleştirilere  uğrasa  da (John,  Tagesspiegel,  16.10.2011),  resmi  istatistiklerde  bir  veri olarak da kullanılmaktadır. Göç ve uyum politikalarında kul‐lanılan  “yabancılar”  terimi  yerine,  daha  sağlıklı  veriler  elde etmek amacıyla 2005 yılından  itibaren Mikrozensus3 sistemin‐de  “göçmen kökenli” kişiler de  tanımlanmıştır. Çünkü bu  te‐rim,  Alman  pasaportu  olmayan  yabancılar  yanı  sıra  Alman vatandaşlığına sahip göçmen grupları da kapsamaktadır (EPN, 2009:  5).  Bunda  amaç,  üretilen mal  ve  hizmetlerde  çocuk  ve gençlere  veya  yaşlılara  dil,  din  ve  etnik  kökenden  bağımsız daha iyi ulaşabilmektedir. 

3   Mikrozensus,  Federal Alman  İstatistik Kurumu’nun  Eyalet  İstatistik Ku‐

rumlarının  yardımıyla  özel  yöntemlerle  seçilmiş  küçük  bir  örneklemle (%1) sık aralıklarla gerçekleştirdiği nüfus sayımlarına denir. İlk kez kulla‐nıldığı 2005 yılı sonuçları için bkz.: Statistisches Bundesamt, 2007 

23

İstatistiklere bakıldığında bu nüfus grupları arasında bü‐yük  farklılıklar olduğu da görülür. Örneğin Almanya’da 2007 yılında  yabancı  kökenli  insanların  toplam  nüfustaki  oranı %18,7 iken, 25 yaş altındaki göçmen kökenlilerin oranı %27,3’e çıkmaktadır. Mikrozensus verilerine göre göçmen kökenli kişi‐lerin oranı düşük yaş gruplarında daha yüksek olurken, yaşlı‐lar  arasındaki  göçmen  kökenli  insanların  oranı  düşmektedir (a.g.e., s. 6).  

Bu sayılara kentler bazında bakıldığında ilginç tespitler or‐taya  çıkmaktadır.  Özellikle  %  80’lere  varan  oranda  kentlerde yaşayan  göçmen  kökenliler  (Jungk,  2001:  99),  oradaki  yaşam koşullarını önemli ölçüde etkilemektedirler. Örneğin 2005 yılın‐da bu  sayı Stuttgart  için %40, Frankfurt/Main  için %39, Nürn‐berg  için  %37’dir.  Beş  yaşından  küçük  çocuklarda  bu  oran %60’ların  üzerine  çıkmaktadır: Nürnberg %67,  Frankfurt %65, Duesseldorf  ve  Stuttgart %64. Almanya’da  beş  yaş  altı  her  üç çocuktan biri göçmen kökenlidir (Statistisches Bundesamt, 2007; Schulte  ve  Treichler,  2010:  39‐41).  Yine  2005  yılında  Solingen şehrinde yaşayan  163.000 kişinin %14’ü yabancı ülke vatanda‐şıyken, göçmen kökenlilerin oranı %20’ye çıkmaktadır. Toplam 130 farklı ülkeden insanın yaşadığı Solingen’de Türkiye kökenli‐ler  en  büyük  grup  olarak  tespit  edilmiştir.  0‐3  yaş  arasındaki göçmen kökenli  çocukların oranı  ise %42’ye ulaşırken,  3‐6 yaş arası göçmen kökenliler %36’da kalmaktadır (EPN, 2009: 4).  

Bu  sayılar Almanya’daki demografik değişimin  boyutla‐rını  gösterdiği  gibi,  gelecekteki  kamu  politikaları  için  önemli veri  de  teşkil  etmektedirler.  İkinci Dünya  Savaşı’ndan  sonra göçmen  işçi  alan  birçok  Batı  Avrupa  ülkesi  için  durum  çok farklı değildir. İlerleyen yıllarda göçmen kökenli nüfusun oranı daha  açık  olarak  ortaya  çıkmıştır. Örneğin Almanya’da  2010 

24 

yılında  göçmen  kökenlilerin  oranı %20’ye  yaklaşmıştır.  Yani Almanya’daki her beş kişiden biri göçmen kökenlidir. 

Yaşadıkları ülkelerde sahip oldukları pasaporttan bağım‐sız son yıllarda araştırmalarla ortaya çıkarılan bir başka gerçek ise,  göçmenlerin  toplumun  çeşitli  kesimlerinde  genel  oranla‐rından çok  farklı  şekillerde  temsil edildikleridir. En açık  fark, göçmenlerin  hizmet  sektöründe  çok  düşük  oranda  istihdam edilmeleridir.  Kamu  kurumlarındaki  istihdam  düzeyleri  ise bunun  çok  daha  altındadır  (Schulte  ve  Treichler,  2010:  33.). Buna karşılık göçmenler arasında eğitim düzeyi düşük olduğu gibi,  işsizlik  oranları  da  tüm  sektörlerde  en  üst  düzeydedir. Özellikle göçmen kökenli gençler arasındaki işsizlik oranı bazı kentlerde  veya  bölgelerde  %50’lere  ulaşmaktadır.  Özellikle hizmet  sektöründe  ve  bunda  da  kamu  sektöründe  en  düşük düzeyde kalan göçmen kökenlilerin oranı yüzde 1‐2 düzeyinde kalmıştır (Statistisches Bundesamt, 2011). 

Toplumsal  grupların  uyumunda  önemli  araçlardan  biri olan sosyal hizmetler konusunda da göçmenlerin temsili genel dağılımdan  tamamen  farklılaşmaktadır.  Uzmanlar  bunu  iki alanda  tespit etmektedirler: Sosyal hizmetler bağlamında  top‐lumsal süreçlerin dışladığı yabancı kökenli insanların bu alan‐da sosyal hizmetlerin “son durağı” olarak bilinen çocuk veya gençlik  ıslah evleri, kadın  sığınma  evleri, uyuşturucu  ile mü‐cadele merkezleri, çocuk mahkemeleri gibi  sosyal hizmetlerin en yoğun ve doğrudan verildiği  aşamalarda göçmenlerin yo‐ğun  temsil  edildiği  tespit  edilmiştir.  (Gaitanides,  2004:  7; Deutscher  Caritasverband,  2006:  11).  Buna  karşılık  önleyici tedbirler  alanında  sunulan  hizmetlerden  daha  az  göçmenin yararlandığı göze çarpmaktadır.  

  

25

Kültürlerarası Açılım 

Hizmetlere  erişimde  farklılaşmaları  ortadan  kaldırmak,  göç‐menlere  yönelik  uyum  ve  destekleme  tedbirlerini daha  etkin uygulamak  amacıyla  “kültürlerarası  açılım”  önerilmektedir. Hizmetler ve kurumlar  için önerilen kültürlerarası açılım yar‐dımıyla, dil, din ve kültürel  farklılıklarından kaynaklanan en‐gellerin  aşılması  hedeflenmektedir. Buna  göre  “kültürlerarası açılım,  göçmenlerin  eğitim,  kültür  ve  sosyal  hizmetlere  ulaş‐mada  her  türlü  engeli  ortadan  kaldırmaya  yönelik  bir  örgüt geliştirme sürecidir” (EPN, 2009: 4). Bu sürecin amacı, örgütün ürettiği mal ve hizmetlerin, kökeni, dini, kültürü, dünya görü‐şü ve yaşam  tarzından bağımsız olarak herkese  eşit düzeyde ulaşmasıdır.  

Kültürlerarası açılım, aynı zamanda kültürlerarası yetkinli‐ği de gerektirir. Bu yetkinlik örgüt yapılanması ile ilgili olduğu kadar, personelle de  ilgilidir. Sürecin hedefi, her  iki aktörü de, yani hem örgütü hem de personeli kültürel farklılıkların profes‐yonelce  üstesinden  gelecek  bir  şekilde  geliştirmektir.  Sonuçta ulaşılmak  istenen amaç, göçmen kökenli  insanların da  toplum‐sal, ekonomik ve siyasi süreçlere eşit şekilde katılmaları (makro düzeyde) veya üretilen mal ve hizmetlerden eşit  şekilde yarar‐lanmalarını  sağlamaktır  (mikro  düzeyde)  (Verbund,  2007:  10; MARE, 2005: 14). Kültürlerarası açılım tanımları çoğu kez sadece “kültürlerarasılık”  boyutu  ile  ilgili  değil,  aynı  zamanda  “açı‐lım”la da, açılımın gerekliliği ve açılımın gerekleri, hatta sonuç‐larını da kapsamaktadır. Neyi, kime açmak sorusu sorulduğun‐da  ise:  bunlardan  ilki  kurumlar,  programlar,  görev  alanları, hizmetler,  idare ve  toplumun  tamamını kapsamaktadır. Bunla‐rın  kime  açılmasına  gelindiğinde  ise  cevap,  göçmenlere,  daha doğrusu göçmen kökenlilere veya alt kültür gruplarının üyeleri‐ne olarak ifade edilir (Fent, 2007: 35‐36; Schröer, 2007, 9).  

26 

Kültürlerarası açılımı “toplum değiştiren konsept” olarak adlandıran Schröer, kapsamlı bir kavram tanımı da vermekte‐dir. Schröer’e göre “kültürlerarası açılım, bilinçli yürütülen bir süreç sonunda, farklı insanlar, hayat tarzları ve örgüt türlerinin ve bunlar arasındaki karşılıklı öğrenme ve değişim süreçlerinin mümkün kılınması; böylece ‘açılan’ örgütlerde erişim engelleri ve  dışlama mekanizmalarının  ortadan  kalkması  ve  bir  saygı ortamının  oluşmasıdır”  (Schröer,  2007:  9).  Kültürlerarası  açı‐lım, göçmenlerin sosyal hizmet ve desteklerden çoğunluk top‐lumu üyeleri ile eşit düzeyde yararlanması için bir koşul kabul edildiği gibi, ülkedeki eşitlik politikalarının bir parçası olarak da görülmektedir. Bu  eşitlik, hizmetlerin  sunulması  ile  sınırlı değil,  aynı  zamanda  hizmetlerin  oluşturulması  sürecini  de kapsamaktadır. Yani kültürlerarası açılım, hizmetleri alanların, bunları  şekillendirme, biçimlendirme ve  ilgili kararlara, plan‐lama  ile  başlayarak  hizmetlerin  sunumuna  kadar  olan  tüm aşamalarına katılma konusunda yetkilendirilmelerini de gerek‐tirir (Rossocha, 2002: 47). Bununla birlikte kültürlerarası açılım sosyal  hizmet  ve  desteklerden  yararlanan  göçmenlere  bakış açısının değişmesini de beraberinde getirmelidir; örneğin göç‐menlerin ‘ricacı’ veya ‘yardıma muhtaç kişiler’ olarak değil de, hakkını  isteyen  ve  bunu  almasıyla  ilgili  eylem  ve  işlemlerin uygun  bir  şekilde  yapılmasına  hakkı  olan  şahsiyetler  olarak görülmelerini gerektirir. 

Sosyal hizmetlerin ve kurumların göçmenlere açılmasını, göç  toplumunu  bekleyen  bir  meydan  okuma  olarak  gören Jungk, kültürlerarası açılımın etnik‐kültürel açıdan çoğulcu bir yapıya sahip  toplumun hayat damarı olarak görülmesi gerek‐tiğini söyler. Aksi halde sosyal hizmetlerin göçmenlere açılma‐sının sadece bir azınlık konusu olmaktan öteye geçemeyeceğini vurgular. Jungk, modern toplumlarda hizmetlerin “kültürlera‐

27

rası  açılımı”  için  birçok  neden  olduğuna  dikkat  çekmektedir (Jungk, 2001: 99‐102).  

“Kültürlerarası açılımı” zorunlu hale getiren faktörlere kı‐saca bakacak olursak, küreselleşme ve artan hareketlilik sonu‐cu göçmenlerin, ülkelerin nüfusundaki oranı giderek  artmak‐tadır. Bu durum büyük şehirlerde %60’ların üzerine çıkmakta‐dır, yani göçmenlerin birçok yerel yönetim bölgelerinde artık yöre halkının çoğunluğunu oluşturduğu bir gerçektir. Modern toplumlardaki eşitlik ve demokrasi anlayışı da bir başka faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre, ülkede yaşayan tüm insanların sunulan hizmet ve desteklerden yasaların öngördü‐ğü gibi eşit ve etkili bir şekilde yararlanması gerekir. Bu koşul, yeni kamu yönetimi anlayışının da bir gereği olarak uzmanlar tarafından onay görmektedir.  

Diğer  bir  etkili  faktör,  “kültürlerarası  açılımın”  Avrupa Birliği  (AB) düzenlemeleri  sonucu artık bir zorunluluk haline gelmiş olmasıdır. Amsterdam Anlaşması  (Md. 13)  ile 1997 yı‐lında bu alanda başlayan düzenlemeler, 2000’li yılların başın‐dan  itibaren  göçmenlerin  AB  ülkelerinde  toplumsal  alanlara katılımının önünü açan önemli anayasal ve yasal değişikliklere neden olmuştur (CLIP, 2008: 14‐16). Bu değişikliklerin de etki‐siyle  bir  başka  faktör  olan  göçmen  örgütlenmeleri  yaygınlaş‐mıştır. Büyük güçlükler ve uzun süren süreçler sonucu da olsa, göçmenlerin bulundukları ülkelerde giderek güçlü bir konuma gelmeleri, yasal haklarını  elde  etmelerini kolaylaştırmaktadır. Bunda, sadece bulundukları ülkelerde kurdukları sivil toplum kuruluşları  ve diğer  girişimler değil,  aynı  zamanda ulusötesi yapılanmalar  ve  örgütlü  ve  güçlü  iletişim  ağları da  etkili  ol‐maktadır. Son olarak, kamu ve özel hizmetlerin “kültürlerarası kalitesi”, küreselleşme ve yeni yönetim anlayışı sonucu birçok 

28 

Batı ülkesinde ekonomi ve kamu yönetiminde örgütsel strateji‐lerin ayrılmaz bir parçası olarak kabul görmektedir.  

Hizmetlerde kültürlerarası açılımı, “karman çorman” an‐lamına gelen “multikulti” hayalciliğinin bir ürünü olarak gör‐mek yanlış olur. Kültürlerarası açılım, göçmenlerin hizmetlere ulaşmada ortaya çıkan somut sorunlarla ilgili eleştirilerden ve sosyal  hizmet  uzmanlarının  göçmenlere  yönelik  çabalarında çoğunluk  toplumuna  göre  başarılarının  daha  düşük  olduğu‐nun  gözlemlenmesinden  hareket  eder  (Gaitanides,  2004:  7). Bunun anlamı, kültürlerarası açılım tartışmalarının, 21. yüzyıl‐da ortaya çıkan yeni bir ideolojik akımdan değil, somut sorun ve ihtiyaçlardan hareketle ortaya çıktığıdır. Dolayısıyla hizmet‐lere  erişimde  göçmenleri,  diğer  bir  deyişle  farklı  din,  dil  ve kültürel kökene  sahip  insanları nelerin  engellediğine bakmak gerekir.  Bu  sorunların  kaynağını  uzmanlar  iki  temel  grupta toplamaktadırlar:  İlki,  göçmenlerin  kendisinden  kaynaklanan sorunlar;  diğeri  ise  hizmeti  sunan  kurum  ve  kuruluşlardan kaynaklanan sorunlardır.  

Göçmenlerden kaynaklanan sorunlar kategorisinde en et‐kili ve en yaygın sorunun, göçmenlerde sık gözlenen bilgi ek‐sikliğidir. Bilgi  eksikliği,  sadece  ilgili hizmet ve destekler ko‐nusunda  değil,  aynı  zamanda  bu  hizmetlerden  yararlanma koşulları ile ilgili bilgiler veya bu bilgilere ulaşma yollarını da kapsamaktadır. İhtiyaç duyulan bilgi türlerini sayacak olursak bunlar, ilgili yasalar, bu yasalardaki olası değişiklikler, formali‐teler veya hizmet akışı gibi birçok başlığı içermektedir. Ayrıca din, kültür ve köken farklılıklarının yanı sıra çoğu kez dil fark‐lılıkları da, bu bilgilere ulaşmalarına zorlaştırıcı bir faktör ola‐rak  eklenir.  Bunlara, modern,  karmaşık  ve  bir  o  kadar  ülke kültürü  veya  kurum  kültürü  ile  doğrudan  ilişkili  bürokratik yapılanmaların  da  eklenmesiyle,  göçmenlerin  bu  hizmetlere 

29

ulaşma çabaları olumsuz etkilenmektedir. Örneğin bir hizmeti veya  desteği  almak  üzere  birçok  farklı  kuruma  sevk  edilen veya  birçok  konuda  yapılmak  zorunda  kalınan  açıklamalar, hizmeti almak isteyen göçmenleri yıldırabilmekte, hatta onlara reddedilmişlik ve dışlanmışlık duygusu verebilmektedir. Yine göçmenlerde sık karşılaşılan kurumlara karşı ön yargılar, kor‐ku veya yılgınlık duygusu onları, yasal hakları olduğu halde birçok hizmeti veya  sosyal desteği  istemekten alıkoymaktadır (Deutscher Caritasverband, 2006: 12‐13; Gaitanides, 2004: 8). 

İlgili kurum ve  kuruluşlardan  kaynaklanan  sorunları  ise iki grupta toplamak mümkündür. Bunlardan ilki bu kuruluşla‐rın işleyiş ve eylemlerini belirleyen örgütsel yapılarından kay‐naklanmaktadır. Diğerleri ise kuruluşta çalışan personelle ilgi‐lidir.  Sosyal  hizmetler,  genellikle  kamu  kuruluşlarının  veya kamu  kaynağı  kullanan  sivil  toplum  kuruluşlarının  sunduğu hizmetlerdir.  Yani  bu  hizmetlerin  kamu  hizmeti  niteliği  bu‐lunmaktadır  ve  kamuda  göçmenlerin  bilgi  ihtiyacını  karşıla‐maya  yönelik  kurumsal  destek  sistemlerine  nadiren  rastlan‐maktadır (Jungk; 2001: 108).  

Yapısal  nitelikteki  diğer  sorunların  başında  hizmetlerin ücretlendirilmesi  gelmektedir. Özellikle  bir  kısım  hizmetlerin hiç de azımsanmayacak yükseklikteki ücretleri, zaten alt gelir gruplarına  dahil  ve  genelde  düşük  bir  hane  gelirine  sahip göçmenlerin bu hizmetleri almalarını daha da zorlaştırmakta‐dır. Ayrıca hizmetlerin sunulduğu yerlerin göçmenlerin ev ve işyerlerine uzak olmaları veya göçmen yararlanıcıların çalışma saatleri  ile  çok  bağdaşmayan  kamu  kuruluşlarının mesai  za‐manları hizmetleri  almada  engel olarak kendini göstermekte‐dir. Bunun yanı sıra göçmenler kamu kuruluşları ile ilgili temel bir sorundan da etkilenmektedirler. Kamu kuruluşlarının veya kamu  kaynakları  ile  sunulan  hizmetlerin  tekel  niteliğinde  ol‐

30 

ması,  hizmetlere  erişimde  sorunların  ortaya  çıkması  duru‐munda  çok  fazla  seçme  olanağı  bırakmamakta,  göçmenleri zaman zaman bu hizmetleri alma çabasından vazgeçirebilmek‐tedir (Gatanides, 2004: 8; Fent: 2007: 25).  

Kurum ve kuruluşlarda çalışan personelden kaynaklanan sorunlara bakıldığında, onlarda da göçmenlerle gerekli  iletişi‐mi  sağlayacak dil bilgisine veya göçmenlerin özel koşulların‐dan veya kültüründen kaynaklanan sorunlara karşı duyarlılık‐lara  sahip  olmamaları,  göçmenlerin  hizmetlere  erişiminde önemli engel teşkil etmektedir. Ayrıca çalışanların göçmenlere karşı önyargıları, hizmet süreçlerinde baskıya veya dışlamaya neden  olmaktadır.  Bu  tür  davranışlarla  karşı  karşıya  kalan göçmenlerde  kamu  kuruluşlarına  karşı  bir  güvensizlik,  hatta çekingenlik ortaya çıkmaktadır (Jungk, 2001: 109). 

 Hizmetlerin Kültürlerarası Açılım Yolları 

Kültürlerarası  açılımı  gerçekleştirmek  isteyen  kurum  veya kuruluşun tabi olduğu kamu politikalarındaki temel tutumun, üretilen mal ve hizmetlerin dil, din ve kültür farkı olmaksızın herkesin  yararlanabileceğini  savunmalıdır  (Gaitanides,  2004: 12; Handschuck ve Schroer: 2000). Bunun, bir devlet politikası ve devletin  temel organlarının  tutumu olması gerekmektedir. Buna  bağlı  olarak  da  hizmeti  sunan  kurum  ve  kuruluşların tüm birimlerinde bu tutumun ve hedefin, örgüt yönetimi dahil, benimsenmesi gerekir.  

Kültürlerarası  açılımın  bir  hedef  olarak  benimsenmesi, kurumun  tüm  birim  yöneticileri  ve  çalışanları  tarafından  bi‐linmesi ve bu hedefin onlar  için bağlayıcı olması gerekmekte‐dir. Bunun bir sonucu olarak da kültürlerarası açılım o kurum‐da, planlamadan uygulamaya her alanda dikkate alınmalıdır. 

31

Temel amaç, ayrımcılığın, dışlanmanın ve aynı zamanda farklı‐lıkların dezavantaja dönüşmesini önlemektir.  

Kurumların  bu  hizmet  anlayışı,  AB’nin  dışlamayı  önle‐meye  yönelik  birçok  düzenlemeleri  yardımıyla  da  desteklen‐mektedir.  Almanya’nın  da  2000’li  yılların  başından  itibaren karara bağlayıp uygulamaya geçirdiği  federal, eyalet ve yerel yönetim düzeyinde birçok kararı bulunmaktadır. Bununla ilgili kararlarda sadece dışlamanın yasaklanması değil, üretilen her türlü mal ve hizmete eşit düzeyde erişimi sağlayacak önlemle‐rin alınması da istenmiştir.  

Kültürlerarası açılım, toplumsal bir kararlılığın ifadesi ol‐duğu kadar kurumların da topyekün bir kararı ve uygulaması haline gelmesi gerekir. Kurum içerisinde belli görev alanlarının veya belli görevlerde istihdam edilen personelin konuyla ilgili eğitilmesi  yeterli  bir  çözüm  olmaktan  uzaktır.  Burada  tüm birimleri  ve  personeli  kapsayan  örgüt  ve  personel  geliştirme çalışmalarının  eş  zamanlı  yürütülmesi  önemlidir. Değilse  bir tarafın  geliştirilmiş  yetenek  ve  donanımı  diğer  tarafın  aynı kalan yapısı ve anlayışı  içerisinde kısa sürede körelmesi kaçı‐nılmazdır.  Örneğin  etnik  ve  kültürel  farklılıklardan  ortaya çıkan  sorunlara  karşı Almanya’da  1990’lı  yılların  ikinci  yarı‐sında  geliştirilen  ve  uygulanan  hizmetiçi  eğitim  programları beklenen  başarıyı  vermemiştir  (Gaitanides,  2004:14; Curvello, 2001: 33; Dormann, 2001: 42‐44).  

Bu bağlamda uzmanlar bir başka sorun alanına daha  işa‐ret etmektedirler; öğrenilen bilgilerin kullanılması veya örgüte transferi, kültürlerarası yetenekler  söz konusu olduğunda hiç de kolay olmadığı görülmektedir. Sadece öğrenilmesi gereken bilgiler  değil,  aynı  zamanda  bunların  davranışa  veya  örgüte yansıtılması belli bir ön bilgiyi ve deneyimi gerektirdiğinden, bunların doğrudan  ve  birebir  kullanılması  neredeyse  olanak‐

32 

sızdır. Örneğin “e‐kamu” konulu bir eğitimde öğrenilen yeni‐liklerin o personel tarafından kullanılması veya kuruma adapte edilmesi şüphesiz kültürlerarası yeteneklerden farklı olacaktır. Hizmetlere  erişimde  kültürel  farklılıklardan  kaynaklanan  so‐runların çok özel ve ilgili kişiye has niteliği nedeniyle, çözüm‐lerinin  de  benzer  özellikte  geliştirilmesi  zorunluluğu,  bu  çö‐zümleri kişiye özel olduğu kadar bir proje niteliğine de dönüş‐türmektedir. Dolayısıyla uzmanlar, kültürlerarası açılım amaçlı öğrenme  süreçlerinde  uygulamalı  ve  proje  odaklı  eğitimlerle başarı  şansının daha da yükseltilebileceğini vurgulamaktadır‐lar (Curvello, 2001: 35; MARE, 2005: 14‐16. Ayrıca kültürlerara‐sı açılımın temel taşları için metnin sonundaki Ek’e bkz.).  

Kurum ve  çalışanlarının kültürlerarası  iletişim ve davra‐nış yeteneklerini geliştirmek kadar, kurumdaki personel yapı‐sının oluşturulmasında hizmetten yararlanan hedef kitlenin de dikkate alınması gerekmektedir. Bu konudaki hedefin, hizmet‐lerden yararlanan toplumsal grupların sosyal ve kültürel nite‐likleriyle çalışanlar arasında da aynı oranda temsil edilmesine özen  gösterilmelidir.  Bunun  için  örneğin  Almanya’da  çeşitli yerel yönetimlerin  (örneğin Stuttgart ve Münih4 gibi) uygula‐maları yanı sıra çeşitli eyaletlerin kamu kuruluşları veya kamu kaynağı  kullanan  diğer  kurum  ve  kuruluşlarda  eyaletin  göç‐men kökenliler oranında  temsil edilmesini  sağlamaya yönelik yasal düzenlemeler yapmıştır. Bunlar, 2010 yılı Aralık ayında Berlin  Parlamentosu’nun5  ve  Haziran  2011’de  Kuzey  Ren Vestfalya Eyaleti Parlamentosu’nun aldığı kararlardır. Her  iki 

4   Münih Belediyesi Gençlik Müdürlüğü’ndeki kültürlerarası açılım çalışma‐

ları için bkz.: Schroer, 2003: 48 v.d. 5   Söz konusu olan “Gesetz zur Regelung von Partizipation und  Integration 

in  Berlin”  vom  15.  Dezember  2010  Yasası  için  bkz.:  Gesetz‐  und Verordnungen, 2010: 560‐564 

33

Parlamento  da  kabul  edilen  ilgili  yasalarla  kamu  kurum  ve kuruluşlarının kapılarını göçmen kökenlilere açmışlardır. He‐def,  kamu  kurum  ve  kuruluşlarında  istihdam  edilen  göçmen kökenlilerin oranını eyalette  temsil edildiği orana  çıkarmaktır (Turkish Forum, 2011; Ülger, 2011).  

Göçmen kökenlilerin kurumda  çalıştırılmaları kadar, on‐larla  ilgili  kararlarda,  örneğin  ücretlendirme,  atama  ve  yük‐seltmeler ve verilen görevlerde de eşit davranmaya özen göste‐rilmelidir. Çünkü bu tutum, kurumun hizmet boyutunda göç‐men  kökenlilere  ulaşmak  amacıyla  yaptığı  düzenlemeler  ve uygulamaların  hatta  eşit  davranma  anlayışının  bir  uzantısı niteliğindedir. Bu bağlamda bir diğer önemli konu da, kurum içindeki görev dağılımının etnik ve kültürel kökene göre değil, yetkinlik  ve  yeteneklere  göre  yapılması  gerekmektedir.  Uz‐manlar,  göçmen  kökenli  sosyal  hizmet uzmanlarının  “kendi” sosyal  hizmet  yararlanıcıları  göçmenler  ile  çalışmaları  duru‐munda daha yararlı oldukları tanısının sadece bir efsane oldu‐ğu konusunda uyarmaktadırlar (Gaitanides, 2004: 11). Örneğin Rus kökenli bir sosyal hizmet uzmanının bir Alman veya Türk kökenli sosyal hizmet uzmanından daha başarılı olacağı kanıt‐lanmış bir tanı değildir. Göçmen kökenli sosyal hizmet uzman‐ları, belki bir  zamanlar hakim oldukları  ana dilleri nedeniyle bir avantaja sahip olmaları söz konusuyken, bugün artık 4. ve 5. kuşakta Almanya’da yaşayan göçmen kökenli sosyal hizmet uzmanlarının kendi “hemşehrileri” ile ilgili kültürel veya etnik kökenden kaynaklanan avantajlarını yavaş yavaş kaybettikleri de  bir  gerçektir. Kaldı  ki, Almanya’da  bazı  kent  semtlerinde veya bölgelerde 50’nin üzerinde farklı ülkeden insan yaşamak‐ta ve bu insanlara yardımcı olmak için o ülke kökenli personel istihdam etmek, kamu kaynakları açısından olanaksızdır. 

 

34 

Sonuç 

Küreselleşme,  mal  ve  hizmet  üretiminin  uluslararasılaşması, hareketliliğin artması ve yeni  iletişim  teknolojileri, uluslar arası göçün  sonuçları  ile  ilgili  olarak  ülkeleri  yeni  önlemlere  zorla‐maktadır. Kamu işletmeciliği gibi, yeni kamu yönetimi akımları tarafından da önerilen ve yeni bir kalite kriteri anlamına gelen hedef, kamu kurum ve kuruşlarının ürettiği mal ve hizmetlere erişilebilirlikle  ilgilidir. Uluslararası göç  tarihinde  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra göç alan Batı ülkelerinde  ilk kez bu  şekliyle ele alınan ve kamu kurum ve kuruluşları yanı sıra kamu kayna‐ğı kullanan  tüm kuruluşların  sundukları destek ve hizmetlere, dil, din,  ırk ve kültürel kökenden bağımsız olarak herkesin eşit düzeyde ulaşmasını öngören  tartışmalar halen devam etmekte‐dir. Kültürlerarası açılımı, onu uygulayan kurum ve kuruluşla‐rın siyasi ve sosyal bir duruşu olarak gören görüşlerle birlikte, bunu  sosyal adalet ve eşitlik politikalarının da bir aracı olarak kabul eden tutumları da not etmek mümkündür. Kültürlerarası açılıma  yönelik  program  ve  uygulamalarını,  göçmen  kökenli insanların bulundukları ülkelerde tüm sosyal ve ekonomik alan‐lara eşit düzeyde katılmaları (participation) açısından bir güven‐ce olarak değerlendirerek, kültürlerarası açılımı bu ülkelerde on yıllardır yürütülen uyum politikaları için başarı vadeden önemli bir araç olarak önermektedirler. 

Çalışmada, Almanya’ya işgücü göçünün 50. yılı vesilesiy‐le  Türkiyeli  göçmenlere  sunulan  sosyal  destek  ve  hizmetlere erişimin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu tespit edilmiş‐tir. Öyle ki sadece Türkiyeli göçmenlerin farklı kültürel köken‐leri değil, aynı zamanda Almanya’nın 50 yıldır uygulanan ve ne  özel  sektörü  ne  de  kamu  kuruluşlarının  uygulamalarını ilgilendiren düzenlemelerde göçmenleri dikkate almayan poli‐tikaları, özellikle Türkiyeli göçmenleri kamu yönetiminin adeta birer  “sosyal  vakası”  haline  dönüştürmüştür.  Sahip  olduğu pasaporta  bakmaksızın,  hedef  kitlesini  “göçmen  kökenli”  in‐

35

sanları da kapsayacak şekilde genişleterek dini, etnik ve kültü‐rel  farklılıklardan doğan her  türlü dezavantajı  sonlandırmayı hedefleyen kültürlerarası açılım, Batı ülkelerinin kamu politi‐kalarında yeni bir dönemin de habercisi niteliğindedir. 

Amsterdam Anlaşması  ile 1990’lı yıllarının  ikinci yarısın‐da  göç  ve  uyum  politikalarında  yeni  uygulamalar  için  startı veren Avrupa Birliği’nin kararları doğrultusunda AB üyesi göç ülkelerinde  ırkçılık ve dışlanmayı önlemeye yönelik hummalı çalışmalar  başlatılmıştır.  Bu  çabalarla  birlikte  kültürlerarası açılım ile ilgili tartışmalar halen devam etmektedir. Başlangıçta etnik ve dini farklılıklardan doğan dezavantajları ortadan kal‐dırma hedefiyle geliştirilen kültürlerarası program ve uygula‐malar, mal ve hizmetlerin sunumunda sosyal sınıf, cinsiyet ve cinsel tercih gibi her türlü dışlamayı önlemeye yönelik yeni bir kalite  anlayışı  olarak modern  yönetim  teknik ve  araçları  ara‐sında yerini almıştır.  

Böylesine kapsamlı ve kalıcı sonuçlar hedefleyen kültürle‐rarası açılım programları, örgütlerin hem kuruluş hem de işle‐yiş yapılanmasını kapsamakta, bu niteliği  ile de alan termino‐lojisinde örgüt ve personel geliştirme olarak anılan birçok uy‐gulamayı gerektirmektedir. Personelin eğitimler yoluyla “kül‐türlerarası  yetenekleri”nin  geliştirilmesi  kadar,  örgütlerin  de yeni  süreçleri bünyelerine  adapte  edecek değişime  tabi  tutul‐ması  gerekmektedir.  Değişmesi  gereken  bir  başka  alan  da, sadece  kurum  ve  kuruluşların  hizmet  politikaları  değil,  aynı zamanda ülke politikalarının da yeni hedefler ve bu hedeflere uygun  kararlar  alması  gerekmektedir. En  az  çalışanlar  kadar yöneticilerin  de  desteğine  ihtiyaç  duyan  yönetim  biliminin yeni  “harikası”  kültürlerarası  açılım,  devletin  siyasetinden organlarına olduğu kadar kurum ve kuruluşlarda da yerlisin‐den yabancı yöneticisi ve personeline kadar herkesi kapsayan topyekün bir değişimi gerektirmektedir. 

36 

Kaynakça CLIP Network – Cities for Local Integration Policy: Gleichstellung und 

Diversitaet  in  den  Bereichen  Beschaeftigung  und Dienstleistungen – Kommunale Strategien für Migranten in Europa, Oxford 2008 

Curvello, Tatiana Lima: “Weiterbildung plus Transfer in die Institution – Erste  Erfahrungen  aus  dem  TiK‐Projekt”,  Interkulturelle Öffnung  als  Integrationsstrategie  für  die  Verwaltung, Dokumentation des Fachgespraechs vom 21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 33‐35 

Deutscher  Caritasverband  e.V.:  Interkulturelle Öffnung  der Dienste und  Einrichtungen  der  verbandlichen  Caritas,  Eine Handreichung, Freiburg, Juni 2006 

Dormann,  Franz:  „Typische  Probleme  bei  Problemen  interkultureller Öffnung“,  Interkulturelle Öffnung  als  Integrationsstrategie für die Verwaltung, Dokumentation des Fachgespraechs vom 21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 41‐45 

Entwicklungspolitisches  Netzwerk  –  EPN:  Interkulturelle  Öffnung von  Organisationen  und  Verbaenden  –  Beteiligung  von Personen  mit  Migrationshintergrund  in  der  politischen Arbeit, Eine Materialsammlung, Frankfurt/Main, 2009 

Esen,  Erol:  “Vom Ausländer  zum  Kunden  ‐  Für  ein  interkulturelles Leistungsprofil  in der Alten‐ und Krankenpflege”, Zeitschrift für Migration und soziale Arbeit (iza), Heft 2, 2002, S. 36‐38 

Esen,  Erol:  I.  Türk‐Alman  İşbirliği  Forumu  –  Uluslar  arası Sempozyum/  I.  Deutsch‐Türkisches  Kooperation  / Internationales Symposium, Ankara 2007 

Fent,  Hanspeter:  Die  interkulturelle  Öffnung  von Verwaltungsdiensten  –  ein  wirksames  Mittel  zur Erreichbarkeit  der  auslaendischen  Wohnbevölkerung?, Master  Thesis  am  Institut  für  Verwaltungs‐Management, Zürcher Hochschule Winterthur, 2007 

Gaitanides,  Stefan:  “Interkulturelle  Öffnung  der  sozialen  Dienste  – Visionen und Stolpersteine”, Birgit Rommelspacher (der.), Die offene  Stadt.  Interkulturalitaet  und  Pluralitaet  in Verwaltungen  und  sozialen  Diensten.  Dokumentation  der Fachtagung  vom  23.09.2003,  Alice‐Salomon‐Fachhochschule, Berlin 2004, s. 4‐18 

37

Gesetz‐  und  Verordnungen  für  Berlin,  66.  Jahrgang,  Nr.  32,  28 Dezember 2010 

Glanzer,  Edith:  Neue  Steuerungsmodelle  in  der  Verwaltung  als Chance zur  interkulturellen Öffnung von Behörden, 2002, Yazarın yayınlanmamış Master Tezi,  

  http://www.tirol.gv.at/fileadmin/www.tirol.gv.at/themen/gesellschaft‐und‐soziales/integration/ downloads/Leitbild/AK3/glanzer.pdf, (15.12.2011) 

Handschuck,  Sabine;  Schröer,  Hubertus:  “Interkulturelle  Öffnung sozialer Dienste – Ein Strategievorschlag”,  iza — Zeitschrift für Migration und soziale Arbeit, Heft  

  3‐4  /  2000,  <http://www.tik‐iaf‐berlin.de/pages/ HauptSeiten/TextSeiten/texte2.html>, (1.10.2011) 

John,  Barbara:  Zwischenruf  zu  einer  gut  gemeinten Diskriminierung, Tagesspiegel, 15.10.2011 

John, Barbara:  Interkulturelle Öffnung  als  eine Herausforderung  für das  Einwanderungsland  Deutschland,  ,  ”Interkulturelle Öffnung  als  Integrationsstrategie  für  die  Verwaltung, Dokumentation  des  Fachgespraechs  vom  21.9.2001, www.TiK‐iaf‐berlin.de (12.12.2011), S. 11‐14 

Jungk, Sabine: “Interkulturelle Öffnung sozialer Dienste und Aemter – Herausforderung  dür  die  Einwanderungsgesellschft”, Eckardt  Riehl  (der.):  Interkulturelle  Kompetenz  in  der Verwaltung?  Kommunikationsprobleme  zwischen Migranten und Behörden, Wiesbaden 2001, s. 95‐115 

Körber  Stiftung  (Ed.): Was  ist  ein Deutscher? Was  ist  ein  Türke? Alman Olmak Nedir? Türk Olmak Nedir?, Hamburg 1998 

Luft,  Stefan:  Staat  und  Migration:  Zur  Steuerbarkeit  von Zuwanderung und Integration, Frankfurt/Newyork 2009 

M.A.R.E.  –  Migration  und  Arbeit  Rhein‐Main  Regionale Entwicklungspartnerschaft:  Leitfaden  Implementierung interkultureller  Kompetenz  im  Arbeitsalltag  von Verwaltungen und Organisationen, Offenbach/Main. 2005 

Rossocha,  Volker:  “Interkulturelle  Öffnung  als  Aspekt  von Gleichbehandlungspolitik”,  Friedrich  Ebert  Stiftung  (Yay.): Interkulturelle  Öffnung  der  Verwaltung  – Zuwanderungsland  Deutschland  in  der  Praxis, Dokumentation  der  Fachkonferenz  vom  23.‐24.  Mai  2002, Berlin, S. 45‐48 

38 

Schröer,  Hubertus:  Interkulturelle  Öffnung  und  Diversity Management:  Konzepte  und  Handlungsstrategien  zur Arbeitsmarktintegration von Migrantinnen und Migranten, Zentralstelle  für  die  Weiterbildung  im  Handwerk  (yay.),  München 2007 

Schröer, Hubertus: “Interkulturelle Öffnung des  Jugendamtes”, E&C Zielgruppenkonferenz  ‐  Interkulturelle  Stadtteilpolitik, Dokumentation der Veranstaltung vom 8.‐9. Dezember 2003,  

  http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:B7qkoM7YrvIJ:www.eundc.de/pdf/63006.pdf+Hubertus+Schr%C3%B6er;+interkulturelle+%C3%B6ffnung+des+Jugendamtes&hl=tr&gl=tr (15.12.2011) 

Schulte,  Axel;  Treichler,  Andreas:  Integration  und Antidiskriminierung  –  Ein  intedisziplinaere  Einführung, München 2010 

Statistisches Bundesamt Deutschland,  Pressemitteilung Nr.  183  vom 04.05.2007,  

  http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pm/2007/05/PD07__183__12521,templateId=renderPrint.psml, 12.12.2011 

Statistische  Bundesamt:  Bevölkerung  und  Erwerbstaetigkeit  – Bevölkerung  mit  Migrationshintergrund:  Ergebnisse  des Mikrozensus 2009, Wiesbaden 2011 

Turkish Forum, NRW Kamu Kapısını Göçmene Açtı,    http://www.turkishnews.com/tr/content/2011/06/07/nrw‐

kamu‐kapisini‐gocmene‐acti/   (Erişim, 15.10.2011) Şahin, Birsen: Almanya’daki Türkler  – Misafir  İşçilikten Ulusötesi 

(Transnasyonel) Bağların Oluşumuna  Geçiş Süreci, Ankara 2010  

Ülger, Yunus: „Sözde Kalmasın“, Sabah Avrupa,    http://www.sabah.de/tr/sozde‐kalmasin.html,    (Erişim: 15.10.2011) Verbund  für  interkulturelle Kommunikation und Bildung e.V.  (yay.): 

Öffentlicher Dienst, Diversity Management, interkulturelle Orientierung, Hamburg 2007 

39

Ek: Kültürlerarası Açılımın on bir Temel Kavramı 

Temel Terim  Kişisel Düzey  Uzmanlık Düzeyi  Kurumsal Düzey Aidiyet ve Eşitlik 

Cinsiyet, din vb. nedenlerle ayrım yapmam ve kimseyi dışlamam 

Ben tüm yararlanıcılar için varım ve onların kendi isteklerini istedikleri şekilde gerçekleştirmelerinden yanayım 

Kurumumuz tüm yararlanıcıların hizmetlerimize eşit şekilde ulaşmalarını sağlamaktadır. Bunun için personel ve yapısal koşulları oluşturmak zorundayız. 

Heterojenliği bir gerçeklik olarak görmek 

Yaşam tarzlarındaki çeşitliliği toplumsal bir gerçeklik olarak kabul ederim. 

Çeşni yaşam tarzlarının yöntem ve dil çeşniliği gerektirdiğinin bilincindeyim ve bu yeterlikleri geliştirmeye devam ediyorum. Uzmanlığımızın yapısal sınırlarını kabul ediyoruz ve bunu mesleki bir sorun olarak kurum ve siyasetten sorumlulara aktarıyoruz. 

Kurumumuz farklı yaşam tarzlarına açıktır ve heterojen bir hizmet anlayışını ön plana çıkarmaktadır. Eğitim birimlerimizden, kültürlerarası öğrenmenin meslek eğitiminin tüm alanlara yayılan bir konuya ve kültürlerarası yeterliği temel beceriye dönüştürmelerini istiyoruz. 

Bireyselliği desteklemek 

Her yararlanıcıyı kendi bireyselliği içinde görürüm ve kültürel, dini ve milli nitelendirmelerden kaçınırım. 

Bireyselliği destekliyor ve her bir kişiye özel yöntemlerle dayanışmayı tasvip ediyorum. 

Kurumumuz değer veren tarzını, diyaloğa açıklığı ve kendi yöntemlerini açıkça anlatarak göstermektedir. 

40 

Değer verdiğini göstermek 

Herkesi kendini olumlu algılamayı geliştirmesini desteklerim. 

Kurumumuzda olumlu deneyimler ve bireysel ve diğer modellerle özdeşleştirme olanakları yardımıyla kimlik oluşturmayı desteklerim 

Kurumumuzdaki ortam olumlu niteliktedir; yararlanıcıların kendini özdeşleştirebileceği personel mevcuttur. 

Kimlik destekleme 

Herkesi kendini olumlu algılamayı geliştirmesini desteklerim. 

Kurumumuzda olumlu deneyimler ve bireysel ve diğer modellerle özdeşleştirme olanakları yardımıyla kimlik oluşturmayı desteklerim 

Kurumumuzdaki ortam olumlu niteliktedir; yararlanıcıların kendini özdeşleştirebileceği personel mevcuttur. 

Temsile izin vermek 

Herkese, kabul gördüğünü anlamasını sağlayacak şekilde davranırım. 

Tüm yararlanıcıların kitaplarda, resimlerde, şarkılarda ve oyunlarda kendilerini görmelerini desteklerim. 

Kurumumuz multiprofesyonel bir ekiple çalışmaktadır; kurumumuzun donanımı çeşitli hayat tarzlarındaki çeşniliği göstermektedir. 

Bakış açısını değiştirmek 

Yararlanıcıların bakış açısını üstlenir “birkaç gün onların ayakkabıları içine girerim”. 

Değişen bakış açısıyla faaliyet programımdaki önceliklerimi gözden geçiririm. 

Kurumumuz, sunduğu hizmetlerin hedef kitlenin ihtiyaçlarına cevap verip vermediğini değerlendirir; “git‐yapılanması” bazen “gel‐yapılanmasından” daha uygundur 

Ortak yanları keşfetmek – farklılıkları tanımak 

Farklılıkları ortadan kaldırmaya çalışmadan 

İki çocuğun aynı sorunla karşı karşıya olduğunu görüyorum, 

Kurumumuz  Yararlanıcıları mümkün olduğu kadar birlikte, 

41

yararlanıcılarımın ortak sorunlarını, ilgilerini, yeterliklerini vb. dikkate alırım. 

örneğin okuma ve doğru yazma zayıflığı nedeniyle desteğe ihtiyaçları olduğunu biliyorum, ancak bu desteğin kişiye özel olması gerektiği, çünkü sorunun farklı nedenlerden kaynaklandığının bilincindeyim. 

ihtiyaç olduğu kadar ayrı desteklemektedir. 

Çok dilliliğe değer vermek 

Her dil aynı değere sahiptir – onu kendim anlamasam da veya konuşmasam da.  

Çok dillilik bir fırsattır, eksiklik değil. Çocukların ve gençlerin kendi dillerini olumlu algılamalarını sağlayacak yöntem ve araçlar kullanırım.  

Kurumumuz Almanca dilinin öğrenilmesini desteklemektedir ve aynı zamanda çok dilliliğini onların anadili veya babadilini konuşan personel yardımıyla desteklemektedir. 

Katılımı mümkün kılmak 

Çocukların, gençlerin ve ebeveynlerin katılımını ister ve desteklerim. 

Bunu destekleyen yöntemleri seçerim (yöntemde çeşitlilik, sözlü olmayan araçlar). 

Kurumumuz, Katılımcıların tüm yetilerini kullanmaya ve bunları desteklemeye yönelik katılım modelleri yaratır. 

Açık/anlaşılır olmak 

Seni neden öyle gördüğüm gibi algıladığımı, açıkça anlatırım.  

Senin için o veya bu yöntemin daha uygun olduğunu açıkça anlatırım. 

Kurumumuz, hangi olanaklara sahip ve hangi sınırları olduğunu açıkça anlatır. 

Kaynak: Kriechhammer‐Yağmur, Sabine: Es geht um Halungen, nicht um Methoden: Ergebnisse des Projektes “Interkulturelle Öffnung der Kinder‐  und  Jugendhilfe”,  Frankfurt/M,  Paritaetische Verlagsgesellschaft  mbH,  2002,  s.  43‐45,  aktaran:  Deutscher Caritasverband, 2006: 99‐101 

43

   

Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişimin Sağlık Hizmetlerinin 

Sunumuna Etkileri Ayla BAYIK TEMEL 

Giriş 

Dünyada küreselleşmenin  siyasi,  ekonomik,  sosyal  etkileri  ile göç,  sığınmacılık,  doğal  kıranlar,  işsizlik  ve  daha  iyi  yaşam fırsatları yakalama gibi nedenlerle hızlı bir coğrafi hareketlilik söz  konusudur.  Bu  durumda  farklı  kültürleri  olan  insanların bir arada yaşadıkları toplumlarda kültürel farklılıkların etkile‐ri, sağlık hizmetlerinde de yansıma bulmaktadır. Sağlık bakımı alanların ve sağlık personelinin kültürel farklılıkları, dil çeşitli‐liği, kullandıkları  sözel/sözel olmayan  iletişim yolları,  sağlığı, sağlıklı  olmak  için  sorumluluklarını,  hastalığı  algılamaları  ve hastalıkların tedavisinde seçimleri sağlık hizmetlerinde bakımı etkileyebilmektedir.  Bu makalede  sağlık  ve  kültür  ilişkisinde kültürün sağlık davranışlarını, sağlık hizmetlerini nasıl etkile‐diği,  sağlık  kuruluşlarında  kültürel  yeterli  bakım  ve  önemi, yararları, kültürel yeterli bakımda engeller ve  sağlık persone‐linde kültürel yeterliliğinin gelişiminde aşamalar açıklanmıştır. Kültürlerarası  bakımda  “kültürel  yeterli”  iletişimin  önemi, yararları ve kültürlerarası bakımda iletişim yeterliliği açısından 

44 

sağlık  personelinin  sahip  olması  gereken  beceriler  vurgulan‐mış,  sağlık  kurumlarında  kültürel  yeterli  bakım  ve  iletişimin geliştirilmesi için yapılacaklara yönelik öneriler verilmiştir.  

Sağlık ve Kültür İlişkisi 

İnsanın gereksinimi olan inanç, sanat, moral, yasalar, gelenekler, alışkanlıklar  ve  becerileri  içeren  kültür,  evrenseldir,  farkında olmadan  edinilir,  her  kültür  farklıdır,  durağandır,  dinamiktir, çeşitlidir, görecelidir  (Clark,  2003). Kültürün bir parçası olarak düşünceler,  iletişim, adet, gelenekler,  inançlar  insan davranışla‐rının bir bütünüdür    (Brach ve Fraser,  2002). Bir yaşam biçimi olan kültür, sağlığı doğrudan olmayan yollarla olumlu/olumsuz etkiler. Aile  yapısı,  roller,  eğitim,  iletişim  türü,  zamana  uyma, sosyoekonomik düzey, cinsiyete dayalı roller, evlilik örüntüleri, çocuk  yetiştirme,  ölüm,  nüfus  politikaları,  beden  imgesi,  bes‐lenme, giyim, meslekler din, dil, ideolojiler, yardım alma, cinsel davranışlar  gibi  sağlıkla  ilgili  kültürel  faktörler  kültür  bütünü içinde  toplumdan  topluma  değişir  (Dayer  ve  Berenson,  2011; Bolsoy ve Sevil, 2006; Taşçı, 2009). Bireyin kültürü, erken tanının önemini algılamayı, sağlık bilgisini, sağlık inanç ve uygulamala‐rını, sağlığı algılamayı, sağlık davranışlarını, hastalığı kabullen‐meyi,  sağlık  hizmetlerinden  yararlanmayı,  sağlık  personeli  ile iletişim  kurmayı,  sağlık  profesyonellerinin  rollerine  ilişkin  gö‐rüşleri, beklentileri,   sağlık bakımında önerilenleri,  tedaviyi ka‐bullenmeyi etkiler (Clark, 2003).  

Kültür,  sağlık  davranışlarında  bir  risk  faktörüdür.  Kötü sağlık sonucu, davranışlara bağlı olduğu  için grubun kültürü‐ne bağlanır. Bir seçim olarak düşünülmez, sonuçta kültür suç‐lanır, oysa etnik özellik doğuştan bir özelliktir, değiştirilemez. Sağlık‐kültür ilişkisinde farklı yaklaşımlar bulunmaktadır (Bat‐laş, 2000). Örneğin Absolutizm yaklaşımında, hastalık ve sağlık 

45

kültürle ilişkilendirilmez, Relativizm yaklaşımında değişimlerin kökeni kültürdür, Üniversalizm yaklaşımına göre ise, tüm insan özellikleri evrensel boyutta ortaktır, kültürel değişkenler bun‐ları yönlendirir (Gallagher, 2006). Her toplumda sağlık ve has‐talık kavramlarına bakış farklıdır. Örneğin tıpkı erkek çocukla‐rın  ergenlik  dönemi  öncesinde  sünnet  edilmesi  gibi,  bazı müslüman ülkelerde kız çocukların da sünnet edilmesi olmaz‐sa olmaz geleneksel bir adet iken, bu uygulama Batı toplumla‐rında,  kız  çocuklarının  sağlığını,  yaşamını  olumsuz  etkileyen önemli zararlı bir uygulama ve kadına yönelik kastrasyon ola‐rak değerlendirilir. Bazı toplumlarda kadının şişman olması bir güzellik  ölçütü  iken,  batı  tıbbında  bir  hastalıktır.  Lohusalık Hummasından  (puerperal  sepsis)  korunmak  için,  al  karısını korkutmak  üzere  bebeği  ve  anneyi  yalnız  bırakmamak,  iğne değiştirmek,  kırmızı  kurdele  bağlamak,  çocuk  okusun  diye göbeğini  camiye,  okula  gömmek,  bebek  bakımında  bebeğin altına  toprak sermek, çocuk yaşasın diye adını Yaşar koymak, hastalıklardan  nazardan  korunmak  için  tütsüleme,  kurşun döktürme, hocaya yatıra götürme gibi geleneksel uygulamalar diğer pek çok  toplumda ve ülkemizde de yaygındır  (Bayık ve Bahar, 1981; Öncel, 2009). Ülkemizde halk dilinde yöresel ağız‐da sağlık deyişleri kültürden kültüre, bölgeden bölgeye değişir. Örneğin bazı bölgelerde doğum yapmış annenin memesinden gelen ilk süt (kolostrum) ağız olarak isimlendirilir, gebe kadına, aylı, yüklü denir, bedende göğüs bölgesine bazı yörelerde böğür, çok yaşlılara çökek denir. İshal, hastalığı buruntu, sürgün olarak adlandırılır,  yıkanmak  ve  banyo  yapmaya  çimdirmek,  çimçim denir  (Öztek,  1992).  Sağlık  hizmetlerinin  sunumunda  sağlık personelinin halkın dilini  tanıması, halkla bütünleşmiş kültü‐rünü yansıtan sağlık davranışlarının neler olduğunu, nedenini bilmesi hizmet kalitesi açısından önemlidir.  

46 

Kültür,  hastanın  yaşam  kalitesini  etkiler.  Hastanın  kendi bakımı için kararları,  otonomisi, hastalığı ile başetmek için des‐tek  gereksinimi,  hasta  birey  olarak  rol  beklentileri,  hastalığa ilişkin  inançları  ve  hasta  sağlık  personeli  ilişkileri  kültürden kültüre  farklılıklar  gösterir.  Örneğin  bazı  toplumlarda  kanser gibi  ölümcül  hastalıkların  tanısı,  gidişatı,  riskleri  hastaya  söy‐lenmez gizlenir, ölümün tartışılması konuşulması tabudur. Bazı ülkelerde  ise  ölümcül  hastalığı  hastaya  açıkça  söylenir,  hasta kendini ölüme hazırlar.   Farklı kültürlerde yaşam biçimi ve  te‐daviye uyum değişir. Hasta ya da yakınları sağlık personelinin yürüttüğü modern tıp uygulamaları yanısıra alternatif tıp ya da geleneksel uygulamalara da başvurur (Surbone vd, 2011). 

 Sağlık, Kültür ve Sağlık Hizmeti İlişkisi 

Sağlık bir haktır. İnsanlar sahip oldukları dil, din, ırk, cinsiyet, gelir, servet, prestij ve statü gibi öğelere bakılmaksızın eşitlik, adalet  ve  haklar  bağlamında  sağlık  hizmetlerinden  faydalan‐malıdır.  İnsanların  tüm  dünyada  hak  ettikleri  biçimde  sağlık hizmetlerinden  yararlanabilmeleri  için,  sağlık  hizmetlerinin sunulduğu  sağlık  ocakları,  aile  sağlığı merkezleri  gibi  birinci basamak sağlık kuruluşlarında ve ikinci basamak sağlık kuru‐luşları olan hastanelerde  aşağıdaki niteliklerin olması beklen‐mektedir. Sağlık hizmetleri; 

• Toplumun  gereksinimlerine,  beklentilerine  uygun  ve sorunlarının çözümüne yönelik olmalı, 

• Hizmet sunanlarla hizmet alanların arasındaki  ilişkiler nitelikli olmalı 

• Sunulan  hizmetler,  hizmeti  alanlar  tarafından  kabul edilir olmalı, 

• Toplum sağlığına ve yaşam kalitesine katkı sağlamalı. • Ödenebilir olmalı,  

47

• Uyarlanabilir ve yararlı olmalı,  • Sürekli verilmeli, • Elde edilebilir olmalı, • Hizmeti alanlar hizmeti  tanımalı ve hizmet kurumları 

mesafe açısından ulaşılabilir olmalı,  • Kurum hizmet alanları kabullenmeli, • Hizmetler, bakım alanların beklentileri doğrultusunda 

alternatif seçimlerin uygulanabilmesi açısından olanak‐lar sağlamalıdır.  

Kıdak ve Aksaraylı (2008), sağlık hizmetinin kalitesini be‐lirleyen öğeler arasında hizmetin sunulduğu ortam, görünüm, hizmetin zamanlaması, hizmeti sunanların konularında uzman olması, hizmetin süreklilik arz etmesi, güvenilir, doğru ve es‐nek olması gibi özellikleri belirtmiştir. Sağlık hizmet kalitesinin belirlenmesinde  ve  algılanmasında  bu  özelliklerin  yanı  sıra, hastaların bekleme süreleri, çalışanların nezaketi ve tutarlılığı, sunulan hizmetin bir kerede ve doğru olarak yapılması, bek‐lenmedik bir durumda  çalışanların gerekli  çözümleri bulması ve  yanıt  vermesi  ile  hizmetin  zamanında  ve  eksiksiz  olarak yerine  getirilmesi  gibi  unsurların  da  önemli  rol  oynadığını belirtmiştir. Hizmet kalitesinin, hizmet sunanın tavır ve davra‐nışlarından etkilendiği de önemle vurgulanmıştır.  

Yoksulluk, kültür ve kültürel değişim, yaşam biçimi dav‐ranışları,  beslenme,  sağlık  hizmetlerinin  elde  edilebilirliği, eğitim düzeyi, ayırımcılık, sosyal güvence, sağlık hizmetlerinin niteliği gibi özellikler sağlıkta eşitsizliklerde etkili faktörlerdir. Sağlıkta eşitsizliklerin önlenmesi için sağlık hizmetlerinde etik ilkelere  uyulmalı,  hizmetler  gereksinimi  olan  grupları  kapsa‐malı, bakımı etkileyen kültürel kavramlar göz önüne alınmalı, bakım alanlar yaşamlarını kontrol edebilmelidir.  

48 

Dünyada küreselleşme ile hızlı bir coğrafi hareketlilik so‐nucunda farklı kültürlerden oluşan  toplumlar oluşmuş,  ırklar, etnisite, azınlık‐çoğunluk, mikromilliyetçilik gibi kavramlar da ortaya çıkmıştır (Kongar, 1997). Sonuçta küreselleşme çok kül‐türlü görünen dünyayı  tek dünyaya dönüştürmekte,  tüm  top‐lumlarda kültürel farklılıkların etkileri sağlık hizmetlerinde de eşitsizliklerle yansıma bulmaktadır. 

Sağlık hizmetlerinde bakım, hizmet alanların ve verenle‐rin  kültürel  farklılıklarından,  dil  çeşitliliğinden,  kullandıkları sözel/sözel  olmayan  iletişim  yollarından,  bireylerin  sağlığı, hastalığı ve sağlık personelinin rollerini, sorumluluklarını algı‐lamalarından  etkilenmektedir.  Sosyal  farklılıklar ve  bu  farklı‐lıkların  hoş  görüyle  karşılanmaması,  bakım  harcamalarında artış, yoksulların sağlık hizmetlerinden daha az yararlanması, cinsiyet ayırımcılığı, cinsiyet rollerinde değişiklikler, eşitsizlik‐ler,  kültürel  çatışmalar  ve  ırkçılık  toplum  açısından  kültürel bakımın önemini ortaya koymaktadır.  

Öte  yandan  sağlık  personelinin  bakım  verdiği  bireylerin kültürünü bilmemesi, kendi kültürünün  farklı olması, karma‐şık  teknoloji kullanımı, bakım  alanlarda korku, direnç,  sağlık personelinin yaşadığı hayal kırıklığı,  toplumda hak bilincinin artması  gibi  durumlar  da  sağlık  personelinin  kültürel  yeterli bakımı vermesini gerekli kılmaktadır.  Hastalar, sağlık kurulu‐şuna  kendi  kültürünün  inançları,  uygulamaları  ile  gelirler. Hastalık nedenleri, semptomları ve tedavi  ile  ilgili beklentileri farklıdır. Bazı kültürlerde sağlık personeline soru sormak nor‐mal kabul edilmez, uygun bir davranış değildir. Bu durumda sağlık durumlarını anlayamayacaklar, önerilen tedavileri uygu‐layamayacaklar, tıbbi hatalar da ortaya çıkabilecektir (Taylor ve Lurie, 2004). 

49

Gerek bakım alanlar gerekse bakım veren sağlık personeli arasında giderek artan kültürel çeşitlilik, bakımda niteliği etki‐lemektedir (Surbone vd, Baile, 2011). Ayaz ve Bilgili (2009)’nin yürütmüş oldukları araştırmada da, bakım verenler ve bakım alanlar açısından en zor karşılanan gereksinimlerin kültür fark‐lılıklarından kaynaklanan gereksinimler olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada hemşireler, bakımda hastaları ile ilgili dil farklılı‐ğı  (%76), dilde  ağız  farklılığı  (%4.6), mahremiyet  (%40.4) gibi sorunlar yaşadıklarını belirtmişlerdir. Ertem  (2010), hastaların hastane  hizmetleri  ile  uyum  sorununda  neden  olan  faktörler arasında eğitimsizlik, iletişim ve dil sorunun, sosyal ve kültürel faktörleri, hastane hizmetlerinin yetersizliğini, hastane dışında ulaşım, haberleşme, danışmanlık hizmetleri, karmaşık yapı gibi özellikleri belirtmiştir. Arda ve arkadaşları (2007), bir üniversi‐te  hastanesinde  hemşirelerin  hasta  ve  yakınları  ile  iletişim kurmaları  ile  ilgili  görüşlerini  inceledikleri  araştırmalarında; hemşirelerin %58’i hastaların eğitim düzeyi düşük olduğu için hemşireleri anlamadıklarını, %5.8’i hastaların yoksul oldukları için  hemşirelerin  onları  küçümsediklerini  düşündüklerini  be‐lirlemişlerdir. Bu çalışmada hemşirelerin %42’si kültür farklılığı olduğu  için  iletişim  kurmada  zorlandığını,  %26.8’i  hastalar sormadıkları için anlatmadığını, %6.7’si iletişim kurmayı bece‐remediğini bildirmişlerdir. Ertem ve arkadaşlarının  (2000), bir üniversite  hastanesinde  hastalarda  hasta  memnuniyetini  de‐ğerlendirmek üzere yürüttükleri bir diğer  çalışmada da, yatış ve çıkış işlemlerinin karmaşıklığı, hekimlerin ilgisizliği, empati yapamaması, hemşirelerin ters davranışları, mahremiyete saygı gösterilmemesi  gibi  iletişim  ve  kültürel  yetersiz  yaklaşımlar hastalar  tarafından dile getirilmiştir. Bu  sonuçlar  sağlık kuru‐luşlarında kültürel farklılıklar ve iletişim sorunlarının yaşandı‐ğını göstermektedir. Bu durumda çok kültürlü dünyada sağlık 

50 

personelinin kültürel açıdan yeterli olmasının bir gereklilik ve istenen bir öncelik olduğu açıkça görülmektedir.  

 Kültürel Yeterli Bakım ve Yararları 

Nitelikli  bakım  kültürel  farklılıkları dikkate  almayı  gerektirir (Brach ve Fraser, 2002). Kültürel yeterli bakım sağlık persone‐linin  farklı kültürden bireylerin  tutumlarını, değerlerini, sözel ifadelerini, beden dilini anlamak ve uygun doğru bakım ver‐mektir  (Goldsmith,  2000).  Kültürel  yeterli  bakım,  sağlık  hiz‐metlerini  kültürlerarası  durumlara  göre  etkili  sunabilmedir. Kültürel yeterli bakımda saygı,  farkındalık, dünya görüşünde farklılıkları  kabullenme,  insanlar  hakkında  varsayımda  bu‐lunmama temeldir.  Kültürel yeterlilik edinilen bir dizi tutum, beceri  ve  bilgidir  (Surbone  vd,  2011). Kültürel  yeterli  bakım, hasta  ve  sağlık personeli  arasında  etkili  iletişimin  kurulması, kültürel ve dil engellerinin aşılması ve ulaşılabilir karşılanabilir bir sağlık hizmeti sunulmasıdır (Andrews, 2007). 

Sağlık hizmetlerinde kültürel yeterli bakım verilecek olur‐sa hastadan doğru veriler  toplanacak,  tanı hataları önlenecek, taramalarda  fırsatlar  kaçmayacak,  hastalar  ilaç  önerilerine  ve izlemlere  daha  çok  uyacaklar,  özbakımları  güçlenecek  ve  ge‐reksinimleri karşılanacaktır. Sağlık bakımı ve  sağlık personeli açısından  mesleki  hatalar  azalacak,  eşitsizlikler  önlenecek, etkili,  güvenilir, maliyet  etkili,  nitelikli  hizmet  sunulabilecek, kurum akredite olabilecek ve sağlık kurumunun kullanma hızı artacaktır. Kültürel  yeterli  bakım  verilen  kurumlarda  duyarlı iletişimle,  tedavi  amaçlarına  ulaşmada  hasta merkezli  bakım gelişir (Surbone vd, 2011; Brach ve   Fraser, 2002). Kültürel ye‐terli bakım alanların ve sağlık bakımı veren personelin iyi ileti‐şimi, hasta doyumunu, tedaviye uyumunu, ırksal ve etnik ayrı‐lıkları azaltır.  

51

Kültürel  yeterli  olmayan  sağlık  hizmeti  verilen  bir  ku‐rumda  ise;  bakım  yeterince  etik  olmayacak,  gereksinimlere,  toplumun sağlık problemlerinin çözümüne hizmet edilemeye‐cek,  kültür  anlaşılmaz  ve  zayıf  biçimde  kavramlaştırılacağı için, stereotipler (klişeleşme) ortaya çıkacaktır. Bu uygulamalar farkında olmadan yanlış tanı ve uygulamalara götürecek ve bu durum  aşırı  kaynak  kullanımına  da  yol  açacaktır (Papadopoulos ve Leeds, 2002; Rose, 2011).  

 Sağlık Personelinde Kültürel Yeterlilik Nasıl Gelişir? 

Sağlık personelinde kültürel yeterlilik bir günde gelişmez, kül‐türel  yeterlilik  devam  eden  bir  öğrenme  sürecidir.  Kültürel yeterliliğe ulaşma süreci, kültürel bozukluktan, kültürel yeterliliğe doğru  gelişen  uzun  bir  süreçtir.  Kültürel  bozukluğu  olan  bir sağlık personeli, belli bir kültür grubuna zarar verecek uygu‐lamalar yapabilir. Sağlık personelinin farklı kültürden bireylere etkili kültürlerarası bakım vermemesi, bazı kültürlerin değer‐siz olduğu mesajını vermesi kültürel kapasite eksikliğini gösterir. Her kültürü benzer görmesi kültürel körlüktür. Sağlık personeli kültürel yeterlilik öncesi aşamada ise, gelişimin gereğinin farkın‐dadır  ve  gelişim  için  istek  duyar.  Kültürel  yeterliliği  gelişmiş personel  ise  eyleme  geçer,  kültürlerarası  politika  ve  süreçleri uygular, tanılamada kültürel hataları en aza indirger (Dayer ve Berenson, 2011; Hood, 2010). Kültürel yeterli sağlık personeli, kültürel engelleri tanır ve uygun girişimleri seçer, kendi kültü‐rel ikilemlerinin farkındadır, kültürlerarası değer ve inanç fark‐lılıklarını  tanır, kabullenir, kültürel duyarlıdır, değerlendirme‐lerinde dürüsttür, hasta  ile  işbirliği yapar, etkili  iletişimde bu‐lunur (Dayer ve Berenson, 2011). Kendi kültürünün ve başkala‐rının  kültürünün  farkındadır,  kültürel  bilgisi  vardır,  kültürel 

52 

becerisi vardır, kültürel bakımı savunur, hoş görülüdür, açık ve esnektir. (Hood, 2010;Jeffreys, 2000; Jacopson vd, 2005).  

Kültürel  yeterlilik,  kültürel  dünyayı  görebilmeyi,  bakım konusu ile ilgili doğru, geçerli, yararlı, anlamlı bilgiyi, değerle‐ri etik ve yoğun emik yaklaşımla bulmayı sağlar. Emik yaklaşım, kültür bütünü içinde toplumsal olayların, davranışların, o kül‐türün üyelerinin penceresinden kültürel bakışı ile kendi anlam ilişki  ve  nedensellik  sistemi  yönünden  incelenmesidir.  Etik yaklaşım  ise, kültür bütünü  içinde  toplumsal olayların, davra‐nışların,  kültürün  dışındaki  insanların,  gözlemcinin  seçeceği daha  genel  bir  anlam,  ilişki  ve  nedensellik  düzeni  açısından anlaması,  anlatması  yaklaşımıdır  (Güvenç,  1979;  Tripp  ve Reimer, 1984).  

Sağlık bakımında kültürel yeterli yaklaşım söz konusu ise sağlık  personelinde  dört  temel  öge  gelişmiş  olmalıdır; (Papadopoulos ve Lees, 2002; Rose,  2011) 

1‐Kültürel farkındalık 2‐Kültürel bilgi ve beceri  3‐Kültürel duyarlılık  4‐Kültürel yeterlilik  Kültürel farkındalık, inançlarını, ön yargılarını gözden geçi‐

rerek  sağlık  personelinin  kendi  bireysel  değerlerini,  sosyal olarak  nasıl  yapılandığını  incelemesi,  bu  değerlerin  verdiği bakımı etkilediğini bilmesidir. Kültürel bilgi, antropoloji, sosyo‐loji,  psikoloji  konularında  sağlık  personelinin  bilgili  olması farklı  kültürlerden  bireylerle  ilişkide  olması,  farklılıkları  eşit‐sizlikleri  anlaması,  farklı  sağlık  sorunlarını  ve  davranışlarını kültüre  bağlamasıdır.  Kültürleri  tanıma,  kültürel  öykü  alma, tanılama,  fizik  muayene  yapma  gibi  uygulamalarla  kültürel bilgi gelişir. Kültürel duyarlılık, sağlık personelinin insani yakla‐şımla,  güven  verici  bir  ortamda  bakım  alan  bireylere  uygun 

53

doğru  seçimleri  sunması,  onlarla  güçlü  ilişkiler  kurması,  uz‐laşması,  haklarının  savunuculuğunu  üstlenmesi  ve  yaptığı işleri benimsemesidir. Kültürel yeterlilik, kazanılmış farkındalık, bilgi  ve  duyarlılığı  yansıtarak,  uygun  bakımı  verme,  güven, empati,  özel  iletişim  becerileri  uygulama,  farklı  kültürlerle ilgilenme  ve  iletişim  kurma,  kabul,  saygı  gösterme ve  istekle kültürel  uygulamaları  gerçekleştirmedir  (Hood,  2010; Papadopoulos ve Lees, 2002). 

 Kültürel Yeterli Bakımda Engeller 

Sağlık  personelinin  bakım  verdiği  bireyleri,  “yabancılar,  göç‐menler, köylüler” gibi  sınıflandırarak bir kültürün diğerlerin‐den üstün olduğunu yansıtan etnosentrik görüşe sahip olması ve yine  “bizler, onlar” gibi gruplandırarak  kültürel  farklılığa  karşı savunma  içinde olması, kültürel yeterli bakım vermesinde  en‐geldir.  Bunun  yanı  sıra  kendi  kültürünün  evrensel  olduğuna inanarak kültürel farklılığı küçümsemesi, kültüre özgü farklılıkla‐rı  tanıyamayarak  kültür  körlüğü  içinde kalması da kendisinde kültürel yeterliliğin gelişmesinde engeller yaratacaktır. Kültürel şok, kültürel çatışma, stereotip, ayrımcılık, ırkçılık, yabancılara kar‐şı duyulan anlamsız korku (Ksenofobi) önemli diğer engellerdir. Sağlık personelinin belli bir kültür grubuna yönelik ön yargıları peşin hüküm ve ön bilgi olmaksızın karara varma olması ne‐deniyle, değer çatışmaları yaratır, ayırımcılık geliştirir ve sağlık personelini olumsuz profesyonel davranışlara götürür  (Kıdak ve Aksaraylı, 2008; Rose, 2011). Hastanın ve sağlık personelinin kültürlerinin farklı olması ya da hastanın, hekim ya da hemşi‐renin cinsiyetini, yaşını, ses tonunu, ırka bağlı fiziksel özellikle‐rini,  davranışlarını  kültürüne  uygun  bulmaması  durumunda hasta  ile  sağlık  personeli  arasındaki  iletişim  etkilenebilir.  Bu 

54 

nedenle  kültürel  yeterli  bakımda,  sağlık  personeli  kültürel yeterli iletişim becerilerine de sahip olmalıdır. 

 Kültürlerarası Bakımda İletişim Yeterliliği 

İletişim bilgi, duygu, düşünce ve fikirlerin sözel ve sözel olma‐yan  yollarla  iletilmesi  ve  alınmasını  kapsayan  interaktif  bir süreçtir.  İletişimin  temel  amacı  başkalarında  davranış,  tutum geliştirmek  ve  değiştirmektir.  Sağlık  personeli  sağlık  bakım hizmetlerinin sunulduğu tüm kurumlarda gerek kurum perso‐neli  gerekse  bakım  alanlarla  farklı  yollarla  iletişim  kurar;  se‐lamlaşır  (sözlü,  sözsüz  iletişim),  telefonla  haberleşir  (uzaktan iletişim), bakım alanlara eğtim amaçlı posterler, eğitim mater‐yalleri  verir  (görsel  iletişim),  hastalarla  yüzyüze  görüşür,  ba‐kım,  eğitim,  danışmanlık  verir  (yüzyüze  iletişim),  muayene eder,  psikolojik  destek  verir  (dokunma  ile  iletişim).  Kurum sağlık  sistemi,  hastalar  ve  bakım  veren  sağlık  personelinin etkili  iletişimini  ve  işbirliğini  gerektirir.  Sağlık  personeli  ve hasta arasında iletişim, tanı ve tedavide yararlar sağlamada ve bakımla  ilgili  iyi sonuçlar almada tıbbı bakımın temelini oluş‐turur. Sağlık personelinin etkili iletişimi, doğru bilgi alışverişi‐ne, iyi ilişkiler kurmaya ve bireyin gereksinimlerini, sorunlarını anlamaya  fırsat verir  (Bayık, 1998). Sağlık çalışanları, hasta ya da yakınları ile iletişim kurarak hastanın sorunları, gereksinim‐leri, ilgi alanları hakkında bilgi toplamalı, bilgi aktararak öneri‐ler  vermelidir.  Hasta  ve  sağlık  personeli  arasında  iletişimin niteliği ile hasta doyumu, hastanın tedaviye uyumu ve olumlu sağlık sonuçları arasında doğrudan ilişki vardır1. 

 İletişimde dilin  etkili kullanılmaması durumunda  sağlık personeli ve hasta arasında  ilişkiler ciddi biçimde bozulabilir. 

1   <www.cvahec.org> 

55

Sağlık kurumlarında  tüm  iletişim biçimlerinde etkili olabilme, çift yönlü iletişimi ve kültürel yeterli çabayı, düşünmeyi, isteği, ilgiyi,  etkili  konuşabilme  ve  dinleme,  kültürlerarası  yeterli iletişim  becerilerine  sahip  olmayı  gerekli  kılar  (Bayık,  1998). Etkili  iletişim,  iletişim  sürecinde mesajları  tüm  katılımcıların kavraması  ve  anlamasıdır.  Etkili  iletişim,  güven,  empati  ve iletişimden doyum alma gibi duyguları da belirler, geride ifade edilmemiş düşünceler ve sorular bırakmaz ( Lee, 2003).  

 Kültürlerarası  iletişim,  farklı kültürü olan hastalarla  farklı kültürü  olan  sağlık  bakım  personeli  arasında  kültürel  açıdan birbirlerinin  kültürlerini  anlamaya  dayalı  iletişim  sürecidir. Kültürlerarası  iletişim,  iletişimde hataları ve  çatışmaları  en  aza indirgeyerek, karşılıklı saygıyı sağlayan duyarlı bigi alışverişi‐dir (Ritter ve Hoffman, 2010). Kültürlerarası iletişim kültürlera‐rası yeterli bakımın temelidir. Sağlık personelinin kültürlerarası iletişim  yeterliliği  ise,  başka  kültürden  ve  farklı  dili  konuşan insanlarla, onların dillerinde etkili ve uygun bir biçimde  ileti‐şim kurma becerisidir.  

 Kültürlerarası Bakımda İletişim Yeterliliği Açısından       Sağlık Personelinin Sahip Olması Gereken Beceriler  

Sağlık çalışanları, farklı kültürden/farklı dili konuşan bireylere bakım  verirken  iletişimini  güçlendirmek  için,  kültürel  yeterli iletişim becerilerine sahip olmalı, kültürle  ilgili temel konuları bilmeli,  kültürel  farkındalığı  olmalı  ve  bu  becerilerini  farklı kültürden  bakım  alanlara  uyarlayabilmelidir.  Empatik  yakla‐şımla işbirliği içinde bakım alanlara saygı göstermeli, hastanın adını bilmeli, görüşmeler sırasında saygılı biçimde yeri geldik‐çe  olabildiğince  sık  kullanmalıdır.  İlk  tanışmada  “günaydın Ahmet bey, ben hemşire Ayla gibi” kendi adından önce hasta‐nın adını kullanmalıdır. Bu yaklaşım,   hastaya sağlık persone‐

56 

linin kendisinin kim olduğunu bildiğini ve önemsediğini dü‐şündürür.  Batı toplumlarında soyadı ile hitap etme yaygındır, ülkemizde  ise  hastanın  ön  adı  ile  hitap  yaygındır. Hasta  için “onun  tansiyonunu  ölçtünüz mü?”,  “sen  nasılsın”,  “hey,  sen” gibi söylemler kullanmaktan kaçınılmalıdır. Çünkü hasta sade‐ce bir grup hastadan bir tanesi olduğunu, özel biri olmadığını düşünecektir.  (Andrews,  2007;  Desmond  ve  Copeland,  2010; Gordon ve Edwards, 1995). 

Sağlık  personeli  hastanın  sözünü  kesmemeli,  onun  ko‐nuşmasına fırsat vermek için gerektiğinde sessiz kalmalı, dakik olmalı,  hastaya  yeterli  zaman  ayırmalı,  hastayı  acele  ettirme‐meli,  aktif  dinlemeli,  yavaş  konuşmalı,  basit,  tıbbi  olmayan sözcükler  kullanmalı,  sorularını  yanıtlamalı,  açıklamalar  yap‐malı,  hasta  ile  ilgilendiğini  vücut  duruşu  ile  hissettirmelidir. Örneğin  hasta  bir  şey  sorarken  ya  da  konuşurken  hastaya odaklanılmalı,  hasta  dosyası  okunmamalı  ya  da  notlar  alın‐mamalıdır  (Andrews,  2007;  Desmond  ve  Copeland,  2010; Gordon ve Edwards, 1995). Hastaya “merhaba” derken gülüm‐semeli,  hastanın  kültürüne  uygunsa  tokalaşmak  üzere  elini uzatmalıdır. Bazı  kültürlerde  insanlar  tokalaşmaktan  rahatsız olabilirler.  Bu  nedenle  hastaya  dokunma  konusunda  dikkatli olunmalı, sınırlı  tutulmalı, hasta  ile  temas etmek gerektiğinde örneğin  muayene  sırasında  odada  ekip  üyelerinden  ve  aile bireylerinden  birinin  bulunması  tercih  edilmelidir.  Fiziksel mesafenin  korunmasında  da  dikkatli  ve  saygılı  olunmalıdır. Hasta ile göz teması kurulmalı, ancak bu uzun süreli olmama‐lıdır.  İlgili kültür grubunda  iletişim mesafesinin ve dokunma‐nın ne anlama geldiği, zaman algısı, zamana uyumun önemi, dini uygulamalar, yiyecek  tercihleri,  roller, hasta  rolleri, gele‐neksel  inanç ve uygulamalar,  akrabalık  bağlarının ne  anlama geldiği  kavranmalıdır  (Jeffreys,  2000).  Eğitim  düzeyi  düşük 

57

olan bireyler için resimli, görsel eğitim materyalleri kullanmalı, yeterli ancak yoğun olmayacak derecede bilgi vermeli, verilen açıklamalar  tekrarlanmalıdır. Yap‐göster‐yaptır‐tekrarlat‐alıştır ilkesi  ile  bakımla  ilgili  beceriler  öğretilmelidir.  Bireyin  elleri, gözleri,  tavırları  gözlenmeli,  ses  tonu  değerlendirilmelidir. Bunlar açıklamaları  anlayıp  anlamadığı konusunda  ipucu ve‐recektir. (Andrews, 2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995). 

Güçlü  bir  iletişim  için  kabul  ve  saygıyı  içeren  bir  ortam oluşturulmalıdır. Kültürlerarası  bakımda  iletişimsel yeterlilik‐te;  insanlık,  sabır,  açıklık,  ilgi, merak,  empati,  belirsizlik  karşısında hoşgörü,  yargılamama  en  önemli  bileşenlerdir.  Sağlık  çalışanı, bireyi olduğu gibi kabullenmeli, ona bir  insan olarak davran‐malı,  neyi  söylediğine,  nasıl  söylediğine,  ses  tonuna,  seçtiği sözcüklere, yüz ifadesine ve mimiklerine dikkat etmelidir. Has‐taya önce bir birey olarak ilgi gösterilmeli “bana kendinizle ilgili bilgi verin, işleriniz nasıl?” ve yine hastaya rahatsızlığı ile ilgile‐nildiğini hissettirmek için hasta bir birey olarak “kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”  gibi  sorularla  yaklaşılmalıdır.  Hasta  konu‐şurken sağlık personeli kendini onun yerine koymalı, dikkatle dinlemeli,  rahatsız  edici  hareketlerden  ve  neden,  niçin,  ne, nasıl gibi yargılayıcı ifadelerden sakınmalıdır. Bireyin kültürü‐nü tanımak için yanıtı “evet” ve “hayır” olacak sorulardan sakı‐nılmalı,  karşılıklı  konuşmayı  yüreklendirmek  için  açık  uçlu sorular sorulmalı, dinlerken “hı”, ”peki” sözcükleri konuşmayı cesaretlendireceği  için  kullanılmalıdır  (Andrews,  2007; Desmond ve Copeland, 2010; Gordon ve Edwards, 1995). Açık‐lamaların ardından, “sizin bana söylemek  istediğiniz başka bir şey var mı?,  soracak  sorunuz  var   mı?”  “anlattıklarım  sizin  için  açık mı?,  “anlaşılmayan  bir  şey  var  mı?”gibi    geri  bildirim  değişik 

58 

şekillerde sorularla alınmalı, önerilenlerin anlaşılıp anlaşılma‐dığı değerlendirilmelidir.  

Sağlık  personeli,    kültürel  yeterli  ilişkiler  kurma  ve  sür‐dürme becerisini, karşılıklı  ilgi ve gereksinimlerini karşılamak üzere  hasta  ve  yakınları  ile  işbirliği  yaparak  göstermelidir. “Bugün üzgün görünüyorsunuz”gibi  ifadelerle hastanın duygu‐larını önemsediğini ve  gözlediğini hissettirmelidir. Sağlık çalı‐şanlarının kültürlerarası iletişimi etkileyen din, dil, sosyal dav‐ranış, adet, beden dili, yüz ifadesi gibi kültür farklılıklarını, bu farklılıkların  dayandığı  norm  ve  değerleri,  farklı  kültürlerin zamanı, mekanı, doğayı ve diğer  insanları nasıl algıladıklarını önceden bilmesi,  tutum ve davranışlarını bilinçli  şekilde ayar‐lamasını  sağlayacak  ve  kültürlerarası  iletişim  problemlerini azaltacaktır. 

Giger  ve  Davidhisar  (2002),  sağlık  personeline  bireylerin kültürel  tanılanmasını  iyi  biçimde  yapabilmek  için  iletişim, (dialekt,  ses  tonu,  konuşma  ağlama, mimikler,  jestler), mesafe (kişilerarası mesafe,  sosyal organizasyon),  zaman  (bireyin kül‐türüne göre değişen düne, bugüne, geleceğe zamana uyumu),  çevre  kontrolü  (sorunların nedeninin  tanrıya mal  edilmesi,  ka‐dercilik vs gibi),  biyolojik  değişim  (kültürde yaygın hastalıklar, sağlık durumları) gibi kültürel özelliklerle  ilgili verileri  topla‐yarak  değerlendirmesini  önermiştir  (Giger  ve  Davidhisar, 2002). Sarbone, Baile ve Kirkwood (2011) da, hastanın öyküsü‐nü alırken ve  kültürel özelliklerini tanılarken yedi temel özel‐lik  üzerinde  yoğunlaşmayı  yararlı  bulmuştur.  Bu  özellikler; hastalığı  algılamayı  etkileyen  inançlar ve değerler, yaşam ko‐şulları ve hastanın aile yapısı, konuştuğu dil, sağlık okuryazar‐lığı, çevirmen gereksinimi,  çevirilerin doğruluğu, hastanın ana dilindeki mecazi anlamlar, dini ve manevi toplumsal bağlantı‐ları,  sosyal  destek  sistemi,  hastalığı  ile  ilgili  ev  ve  iş  riskleri, 

59

toplum kaynakları ve ekonomik durumdur. Kültürel özellikler açısından hastanın  iyi  tanılanması ve  iyi  öykü  alma,  kültürel yeterli bakımın ve iletişimin gücünü arttıracaktır (Desmond ve Copeland 2010). 

Sağlık personeli etkin dinlerken, kendi sözlü/sözsüz  ileti‐şiminde kullandığı jest, mimik, yüz ifadeleri ile hastanın kültü‐rüne özgü bu ifadelerinin uyumunu değerlendirmelidir. Farklı kültürlere  özgü  davranışların  nedenlerini  anlamalı,  kültürel açıdan  değerlendirmelidir.  Bireylerin  sağlık  davranışlarına saygı  göstermeli  yargılamamalı,  “ben  bunun  okulunda  okudum benden  iyi mi  bileceksin”,  “çok  doğurmak  akılsızlıktır”  gibi  yakla‐şımlarla bakım alan bireyleri aşağılamamalıdır.   Bakım alanla‐rın kültürel özelliklerine uygun bakım davranışları sergilemeli ve  her  zaman  sabırlı  olmalıdır.  Örneğin  domuz  eti  yememe  gibi dini inançları olan bir hastaya yemesi için ısrar etmesi, bir başka  seçenek  arayıp  sunmaması,  ya  da   muayene  sırasında mahremiyetinin  korunmasına  yönelik  dikkatsiz  davranması gibi (Desmond ve Copeland 2010). 

Sağlık personeli bilgilenme, hizmeti elde edebilme, hizme‐ti  seçme,  güven  duyma,  gizlilik, mahremiyetinin  korunması, saygınlık, kendini  rahat hissetme,  sürekli hizmet  alma, görüş bildirme ve bakıma katılma gibi bakım alanların en temel hasta haklarını  bilmeli,  savunmalı  ve  korumalıdır  (Ertem,  2010). Kültürel  yeterli  bakımda ve  iletişimde  bakım  alanların  birey‐selleştirilmiş  bakıma  katılımlarının  sağlanması  için  bakımla, tedavi planı  ile  ilgili görüşleri, düşünceleri alınmalı, sorumlu‐lukları ve hakları belirtilmeli,   kararlara katılımları cesaretlen‐dirilmeli, bakımı ve tedavisi ile ilgili kararlarda etkili aile birey‐leri varsa belirlenmeli, hizmet alanlar ve sağlık ekibi arasında güven oluşturulmalıdır.  

60 

Sağlık personeli, hastanın kültürü  ile  ilgilendiğini göster‐melidir. Bu hem iletişimi artıracak, hem de kendisi ile ilgilenil‐diğini ve önyargılı olunmadığını düşündürtecektir. Sağlık per‐soneli hastanın aile üyeleri ile görüşürken kültürel özelliklerini dikkate  almalıdır.  Örneğin  Asya’lı  ve  İspanyol  toplumlarda önce ailenin en yaşlı erkeği  ile konuşulması beklenen ve  iste‐nen bir durumdur. Hastanın kararlarını etkilememek  için yüz ifadesi, seçtiği sözcüklere dikkat edilmeli, yeterli açıklamalarla tedavi seçenekleri sunulmalıdır. Hastanın hastalığını algılama‐sında  etkili  faktörler  (eğitim  düzeyi,  hastalık  bilgisi), özbakımında  etkili  faktörler,  yaşadığı  çevre,  sosyal  stresörler, dil sorunu vs belirlenmelidir. Bakım verirken aşağıdaki sorular hastalara yöneltilebilir; “siz bu hastalığı nasıl adlandırıyorunuz?, sizce  bu  hastalığın nedeni nedir?,  size  zararı nedir?,  hastalığınızın ciddiyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?,  sizce ne kadar  sürecek?, ne gibi sorunlara neden oluyor?, korkularınız neler?, ne düşünüyorsu‐nuz?, bu konuda siz de aynı  fikirde misiniz?, nasıl bir tedavi alaca‐ğınızı  düşünüyorsunuz?  bu  tedaviden  nasıl  bir  sonuç  alacağınızı düşünüyorsunuz?.  Bu  iletişimde  güven  verici  bir  ilişki  gelişti‐rilmeli, empati yapmalı, yargılamamalı; nasıl bir hastaya bakım verileceği  konusunda  bilgi  toplanmalı,  anlaşılır  olunmalı,  iyi bir dinleyici olunmalıdır  (Finkelman ve   Kenner, 2010). Hasta hastalığı  ile  ilgili  iyi ya da kötü  sonuçları bilmeye  istekli mi? Önerilen tedavi konusunda ne düşünüyor? Algıları sağlık per‐soneli  ile  örtüşüyor  mu?  gibi  konular  değerlendirilmelidir. Hastanın  tedavi  ile  ilgili  endişeleri,  tedaviye  uyumunda  ve sürdürmede  öz  etkililiği  belirlenmelidir.  “Bu  tedavi  planı  sizin için  uygun  mu?  Size  daha  başka  nasıl  yardımcı  olabiliriz?”  gibi ifadelerle beklentileri alınmalı,  toplumsal kaynaklar hakkında bilgilendirilerek  desteklenmelidir  (Teal  ve  Street,  2009).  Her 

61

bireyin  inançlarına  değer  vermek  sağlık  sorununun  nedenini belirlemede en iyi yoldur. 

Sağlık personeli bakım, sağlık eğitimi ve danışmanlık ve‐rirken, iletişimde dil engellerini aşmak  için bireyin anlayabile‐ceği  sözcükler  seçmeli,  bireyin  kültürüne  özgü  ana  dilinde kullandığı  sözcükleri  anlamlandırabilmeli,  yavaş  ve  açık  bi‐çimde,  kısa  tümcelerle  konuşmalı,  anlatılanları  tekrarlamalı, tekrarlatarak geri bildirim almalı, bakım alan bireyi  soru  sor‐maya  cesaretlendirmeli,  beden dilini  kavramış  olmalı,  aceleci olmamalı,  duyarlılık  göstermelidir  (Hood,  2010). Hastalık  ve tedavi  ile  ilgili  bilgilendirmede  açıklamaların  anlaşılması  için önemli  noktalar  vurgulanmalı,  kolay  resimlerden  ve  şekiller‐den yararlanılmalıdır. Farklı kültürden bireylerle görüşülürken uygun  dil,  sözel  ve  sözel  olmayan  iletişim  kalıplarının  (göz hareketleri, göz  teması, baş ve  ince yüz hareketleri, kol bacak hareketleri, iletişim mesafesi)   ve davranışların ne anlama gel‐diği  bilinmelidir  (Desmond  ve  Copeland,  2010;  Gordon  ve  Edwards, 1995). 

Bakım  personeli  iyi  bir  dinleyici  olmalı.  Önce  anlamak için,  sonra anlaşılmak  için dinlemeli. Dinlemeye yeterince za‐man ayırmalı, uygun göz  iletişimi, vücut duruşu, grubun  ilgi‐leri’ni  belirlemeli, konuşmayı  cesaretlendirmeli,  empatik yak‐laşım  sergilemeli,  beden  dilini  kullanmalıdır  (Baltaş,  2000). Sağlık  ekibi  üyeleri  bakım  alanlarla  görüşmeyi  arkadaşça  bir ses tonu ile kişiyi “merhaba nasılsınız?” gibi sözel veya el sıkış‐ma gibi davranışsal yaklaşımlarla selamlayarak başlamalı, göz teması  ile  ilgi  ve merakla  dinlediğini  göstermeli,  konuşmayı çift yönlü sürdürmelidir.  

İletişim türü, selamlaşma, vedalaşma, söylem, nezaket, gi‐yim, dil, din, değerler, söz, el kol hareketleri açısından grubun tercih ettiği dile, sembollere, konuşma biçimlerine uygun olma‐

62 

lıdır. Örneğin Orta Asya ülkelerinde batıya göre daha  sert ve hızlı  konuşulur.  Hindular  inek  eti, Müslümanlar  domuz  eti yemezler.  Ülkelerin  dini  günleri  farklıdır.  Arap  ülkelerinde randevular 3‐4 gün önce, Japonya’da 1‐2 hafta önce alınır. Ku‐zey  Amerika’da  göz  teması  saygıyı,  Kore’de  ise  saygısızlığı ifade eder. Arap ülkelerinde kadın  ile yabancı erkeğin göz  te‐ması doğru karşılanmaz, Orta Doğu’da  kadınlar  erkeklerle  el sıkışmazlar, İngiltere’de, Almanya’da başın sağa sola sallanma‐sı “hayır” ifadesidir (Leininger, 1997).  

Sağlık personeli, iletişimde engelleri tanımalıdır. Örneğin, bakım alanlar sağlık personelinin açıklamalarını hiç anlamaya‐bilir  ya  da  sağlık  personelini  dinler,  anlamaz,  çekindiği  için soru sormayabilir. Bazıları ise dinler, açıklamaları anlar, ancak inanmayabilir ve dinler. Bazı hastalar anlar, ancak yanlış uygu‐lar. Bazı hastalar ise dinler, anlar, doğru uygular, ancak umdu‐ğunu bulamayınca vazgeçebilir (Bayık, 1998).  Bu nedenle sağ‐lık çalışanları karşılaşabilecekleri bu türden iletişim engellerini aşabilmeleri  için,  bakım  verdikleri  bireyleri  iyi  izlemelidirler. İletişimde diğer engeller arasında aşağıdaki özellikler de belir‐tilmiştir;  emir vermek, yönetmek korku, direnç yaratır, kişiye kendini  önemsiz  hissettirir.  “Önerilenleri  yapmazsan  bir  daha buraya gelme” gibi tehdit etmek korkuya, boyun eğmeye, söyle‐nenin  tersini denemeye yol açar ya da kendisine saygı duyul‐madığını düşündürür. Vaaz vermek, suçluluk duygusu yaratır, hastaya  değerlerinin  önemli  olmadığını  hissettirir. Öğüt  ver‐mek, çözüm getirmek, kişiye aciz olduğunu hissettirir. Nutuk çekmek,  düşünceler  önermek,  savunmaya  geçmek,  suçlamak iletişimi keser, yetersizlik yaratır. Yargılamak, eleştirmek,  suç‐lamak, benlik saygısını aşındırır. Ad takmak, alay etmek, utan‐dırmak,  değersizlik  yaratır,  kişinin  öz‐imgesi  üzerinde  olum‐suz etki yaratır. Karşılaştırmak, benlik saygısını aşındırır, kişiyi 

63

sağlık personelinden uzaklaştırır  (Finkelman ve Kenner, 2010; İstanbul Tıp Fakültesi Kadın ve Çocuk Sağlığı Eğitim ve Araş‐tırma Birimi, 2000). 

Kartoğlu  (1992),  sağlık  personelinin  aşağıdaki  soruları kendine sorarak  iletişim biçimi hakkında özdeğerlendirmesini yapabileceğini  belirtmiştir:  “Bakım  alanlar  hissettiklerini  açıkça dile  getirebiliyorlar  mı?  Bireylere  yeterince  söz  veriyor  muyum?, Olayları  karşımdaki  kişilerin  penceresinde  değerlendirebiliyor  mu‐yum?,  Karşımdaki  kişinin  benimle  ters  düşen  özellikleri  var  mı?, Karşımdaki  kişinin  öğütlerimi  reddetme  hakkına  saygı  gösteriyor muyum? 

Sağlık kurumlarında sağlık ekibi farklı kültürlerden farklı yaşlarda,  farklı meslek gruplarından olan üyelerden oluşmalı, ekip üyelerinin kültürel değerleri açığa konmalıdır. Ekip üyele‐ri kültüre duyarlı, nazik,  işini seven, zamanı  iyi kullanan, du‐yarlı,  açık konuşma becerileri olan toleranslı, görüşme teknik‐lerini bilen kişiler olmalı, bakım verdikleri  toplumu, bireyleri iyi tanımalı, ayrıca açık görüşlü, yaratıcı, saygılı, yargılamayan, öğrenmeye  açık  kişiler  olarak  eğitilmeye  istekli  olmalıdırlar (Friedemann vd, 2008; Hood, 2010). 

Kuruma ayaktan veya yatarak sağlık hizmeti almak üzere başvuran bakım alanları sağlık personeli, hizmet planlamadan önce mutlaka  demografik  ve  kültürel  özellikleri,  hastalık  ve sağlıkla  ilgili  inançları ve davranışları, sözel ve sözel olmayan iletişim  biçimleri  açısından  tanılamalı,  bu  amaçla  tanılama formlarından yararlanarak veri toplamalı, analiz etmeli, kültü‐rel  farklılıkların  özelliklerini  bakımda  göz  önünde  bulundur‐malıdır (Clark, 2003). Bu bilgilerin ne amaçla toplandığı konu‐sunda hastalara bilgi verilmelidir2.  

1   < www.callearning.com/blog;  Taylor, Lurie 2004> 

64 

Sağlık personeli her hastaya yaşı, cinsiyeti, dini sınıfı, cin‐sel davranışları etnik ve kültür grubu farkı gözetmeksizin say‐gı  göstermeli,  eşit  davranmalı,  hastanın  haklarının  farkında olmalı,  farklı kültür gruplarının nitelikli bakım almalarını en‐gelleyebilecek  kendi  bireysel  inançlarının  ve  ikilemlerinin  de farkında olmalı, kültürlerin  inançları ve geleneksel uygulama‐larını tedavi planlarına katmaya istekli olmalıdır . 

Sağlık çalışanları farklı dili konuşan hastalar için çevirmen ile çalışırken çevirmen odaya girmeden önce amaçlarını belirle‐meli, hastanın  öz  geçmişini  çevirmene  anlatmalı,   hasta  konu‐şurken çevirmenin yorum yapması  isteniyorsa belirtmeli, çevir‐meni değil hastayı gözlemeli, konuşma hızına dikkat etmeli ve sesli düşünmemelidir. Hastalar çevrilmeyen konuşmaları merak ederler, hatta bazen konuşabildiklerinden  fazlasını anlarlar. Bu nedenle  tıbbi  terimler  veya  ifadeler  kullanılmamalı,  hastaların sözü kesilmeden dinlenmeli, tanı, tedavi ve test işlemleri ve ilgili tüm  bilgileri  anladığı  doğrulanmalıdır.  Çevirmenin  hasta  ile ilgili düşünceleri öğrenilmelidir (Rose, 2011).  

 Kültürel Yeterli İletişim Ne Gibi Yararlar Sağlar? 

Hastaya tıbbi ya da hemşirelik tanısı koyma, hastadan ayrıntılı ve kültüre duyarlı, doğru öykü almayı gerektirir. Kültürel ye‐terli  ve  etkili  bir  dinleme  becerisiyle  açık,  çift  yönlü  iletişim sürdürülerek elde edilen bilgilerle ulaşılan  tanı da doğru ola‐caktır. Gereksiz  işlemler engellenecek, zamandan  tasarruf edi‐lecektir. Hasta hizmetlerden memnun olup doyum bulacak, öz bakımında kendisine, tedaviye uyumda ve sağlık personelinin sağlık önerilerine sadık kalacaktır. Etkili  iletişim yalnızca has‐tanın duygusal sağlığı üzerinde değil, semptomların yok edil‐mesine, hastanın tedaviye daha iyi yanıt vermesine de yardım edecek,   yanlış tedavi tehlikeleri azalacak, sağlık uygulamaları 

65

gelişecek  ve  zenginleşecektir  (Desmond  ve  Copeland,  2010; Rose, 2011)  

Sağlık Kurumlarında Kültürel Yeterli Bakım ve  İletişim İçin Yapılacaklar 

Sağlıkta  eşitsizliklerin  önlenmesi  açısından  sağlık  kuruluşla‐rında kültürel yeterli bakım ve iletişimin geliştirilmesi bir önce‐liktir.  Sağlık  kurumlarında  kültürel  yeterli  bakımın  ve  iletişi‐min  sağlanması  için  bazı  değişikliklerin  yapılması,  hizmetin kalitesi  ve  bakım  alanların  haklarının  karşılanması  açısından bir gerekliliktir. Bu nedenle kültürel yeterlilik kurumun  temel değeri olmalı, karar verme, altyapı ve uygulamalara katılmalı‐dır.  

Sağlık kuruluşlarında personelin kültürel yeterliliğini ge‐liştirmek üzere programların uygulanması,   bilişsel, duyuşsal ve uygulamaları  içeren  çok boyutlu ve  çok  aşamalı karmaşık bir  öğrenme  sürecini,  politikaları,  insan  kaynaklarının  gelişi‐mini  ve  hizmetleri  gerektirir. Tüm  bu  çabalar  kişilerarası,  bi‐rim, birey ve kurum düzeyinde olmalıdır (Betancourt vd, 2003; Ritter ve Hoffman 2010; Jeffreys, 2010). 

 Sağlık çalışanları bireysel düzeyde kültürel yeterliliklerini bazı  tanılama  araçlarından  yararlanarak  tanılayabilirler  ve gelişim gerektiren durumları belirleyebilirler (Rose, 2011). Sağ‐lık bakımında kültürel özellikleri  tanılama  rehberlerinden ya‐rarlanarak  sağlık  personeli  hastaların  kültürel  özelliklerini tanılayabilirler (Tanrıverdi vd, 2009). 

 Kurumun  felsefesi,  misyonu,  politikası  ve  işlemlerinde kültürel  yeterlilik  yer  almalıdır.  Kurumda  çalışanların  görev tanımlarında  ve  performans  ölçümlerinde  kültürel  beceriler belirtilmelidir (Jeffreys, 2010).  

66 

Sağlık  kurumlarında  çalışan  sağlık  personeline  kültürel yeterlilik becerileri geliştirmek üzere hizmetiçi eğitim verilme‐li,  kültürel  farkındalık  ve  duyarlılık  cesaretlendirilmelidir  (Hayes, 2010). Kuruma yeni atanmış sağlık personeline uyum programlarında kültürel  beceriler geliştirilmeli, kurum  kültü‐ründe yer alan konu ile ilgili uygulamalar tanıtılmalıdır. Sağlık personelinin  mezuniyet  öncesi  eğitim  programında  kültürle ilgili  konular  ele  alınmalı,  kültürel  farkındalık  ve  yeterlilik geliştirilmeli, öğrencilere  farklı kültürleri  tanımaları açısından değişim  programları  ile  fırsatlar  sağlanmalıdır  (Bethell  vd, 2003; Papadopoulos, 2006).  

Kültürel  yeterliliğin  kurumla  ne  derece  bütünleşmiş  bir öğe  olduğu,  ne  kadar  görünür  olduğu  sorgulanmalıdır (Jeffreys,  2010).  Klinik  hizmetler  kültürel  yeterlilik  açısından gözden  geçirilmeli,  kültürel  engeller  ve  gerekli  değişiklikler belirlenmeli,  standartlar  geliştirilmeli  ve  uygulanmalıdır. Ku‐rumlarda  bu  amaçla  kültürel  yeterli  bakım  komitesi  kurulabilir. Douglas ve  arkadaşları  (2009), hemşirelik bakımında kültürel yeterli uygulamalar için 12 standart öge önermişlerdir. Bunlar: sosyal adalet, eleştirel yansıtma ve değerlendirme, kültürlera‐rası  hemşirelik  bilgisi,  kültürlerarası  uygulamalar,  sağlık  ba‐kım sisteminde kaynak ve yapı oluşturma, hasta savunuculuğu ve  hastanın  güçlendirilmesi,  çok  kültürlü  sağlık  insan  gücü istihdamı, politika geliştirme ve kanıta dayalı hemşirelik araş‐tırmalarının kullanımı. Farklı kültür grupları için hizmet plan‐larının geliştirilmesinde hizmet alanların ve toplum liderlerinin görüşleri  alınabilir.  Kurumun  planlama  ve  kalite  geliştirme toplantılarına  toplumda  farklı  kültürden  bireylerin  katılımı sağlanabilir (Rose, 2011). 

Sağlık kurumlarında  farklı dili konuşan hastalar  için ge‐reksinimlerine ve eğitim düzeyine uygun farklı dillerde hazır‐

67

lanmış  sağlık  eğitim  materyalleri,  broşürler,  onam  formları, işlem öncesi yönergeler hazırlanarak kullanılması da yararlıdır. (Beach  vd,  2006).  İletişim  formları,  raporlar,  randevu  notları, telefon mesajları, hastaların karşılanma ve selamlanma biçimi, resimler,  posterler,  yazılı materyaller,  çocuk  oyuncakları,  hiz‐met  alanların kültürüne uygun olmalıdır. Yiyecekler hastanın kültürüne uygun hazırlanmalıdır (Ritter ve  Hoffman, 2010).  

Sağlık personelinin  farklı kültürleri  tanıması  için projeler yürütülmeli,  tüm  gelişmeler  izlenmelidir.  Brach  ve  Fraser (2000)  sağlıkta  eşitsizliklerin  giderilmesinde,    kültürel  yeterli bakım ve  iletişimin geliştirilmesinde,  sağlık kurumlarında  çe‐viri  hizmetleri  için  kaynak  ayrılmasını,  azınlık  personelin  is‐tihdamını, personelin ve kurum yöneticilerinin kültürel yeterli‐liği için sürekli eğitimini önermiştir. Ayrıca mutatabbip, kırıkçı, çıkıkçı  gibi  geleneksel  sağlık  uygulamaları  ile  tedavi  yapan iyileştiricilerle eşgüdümlü çalışılmasını,  toplum sağlık çalışan‐larından  yararlanılmasını,  sağlık  bakımına  hastaların  ve  aile bireylerinin de katılmasını, sağlık personelinin başka kültürler‐le ilgilenmesi gibi kültürlerarası bakım ve iletişim stratejileri de önermektedir. 

Sağlık  kurumlarında  kültürel  farklılıklara  yönelik  bakım hizmetlerinin kalite açısından geçerli, güvenilir, doğru biçimde değerlendirilmesinde  kültürel  çeşitlilik  sürekli  bir  değişken olarak dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte hasta özellikleri (öz etkililiği,  sağlıkta okuryazarlığı,  sağlık personeline güveni) ve sistemin  özellikleri  (sağlık  personelinin  kültürel  yeterliliği, çevirmen istihdamı) ve sağlık personelinin özellikleri (kültürel yeterlilik  için  eğitimi,  farklı kültürden bireylere bakım verme deneyimi) ara faktörler olarak daima gözden kaçırılmamalıdır. Bakım alanların beklemeden hizmet alabilmeleri etkin  iletişim kanalları kurulmalı, uygun çalışma saatleri belirlenmeli,  plan‐

68 

lanmalı,  kuruma  elektronik  posta  ve  telefonla  ulaşılabilmeli, hastalar  sürekli  bilgilendirilmeli,  hizmetler  hastanın  fizik  ra‐hatlığını,  sağlığını  koruma  ve  hastalıkları  önlemeye  yönelik olmalıdır  (Beach vd, 2006). Hizmet alanların bakımdan mem‐nuniyeti ve doyumu sürekli değerlendirmelidir. 

  

Sonuç 

Sonuçta, kültürel yeterlilik ve kültürel yeterli iletişim becerileri bir gelişim sürecidir, zaman alır. Sosyal göstergeleri ve sağlıkta eşitsizlikleri anlamayı gerektirir  (Denboba et al., 1998). Bakım alanların memnuniyetini,  iyileşmesini,  kuruma  ve  sağlık per‐soneline güvenini arttırır, bunun yanı sıra mesleki hatalarını da en  aza  indirger.  Ulu  önderimiz  Mustafa  Kemal  Atatürk’de “Halkın, kendine özgü yaşam biçimiyle bir değerler kümesi olduğunu kabullenelim, halkın düzeyine inmek deyimini ters yüz ederek halkın düzeyine  çıkmalıyız”  deyişi  ile  sağlık  kurumlarında  kültürel yeterliliğin ve  iletişimin önemini açıkça dile getirmiştir  (Bala‐man, 1982). Bu yönde kültür ve kültürleri nasıl kavramlaştırdı‐ğımızı  yeniden  düşünmeli,  gerçek  yaşamla,  dinamik  görüşle değerlendirmeli  ve  yorumlamalı,  sağlık  bakım  hizmeti  verdi‐ğimiz her yerde  insanların hak ettiği biçimde sağlık bakımına kültürün dilini de katmayı asla unutmamalıyız. 

Hastanın  bir  birey  olarak  ele  alındığı,  gereksinimlerine, tercihlerine, rahatlığına ve sağlığının gelişimine odaklı,  sürek‐li, bütüncül, kolay ulaşılabilir, gücün ve sorumlulukların pay‐laşıldığı,  etkili  ilişkilerin  kurulduğu,  hasta merkezli  bakımla kültürel yeterli bakımın birleştiği sağlık kurumlarında sağlıkta eşitsizlik  kalmayacak  ve  olumlu  sonuçlar  alınacaktır.  (Beach vd., 2006; www.commonwealthfund.org). 

69

Kaynakça 

Andrews,  M.  M.:  “Cultural  Diversity  and  Community  Health Nursing”, Nies, M. A, Mceven M.  (Ed.), Community/Public Health Nursing, Elsevier, New York 2007, 205‐235 

Arda,  H.,  Ertem,  M.,  Baran,  G.,  Durgun,  Y.  Dicle:  “Üniversitesi Hastanesi Hemşirelerinin Hasta İletişimi ile İlgili Görüşleri”, İUFN Hem Dergisi, C 15/59, 2007, 68‐74 

Ayaz, S., Bilgili N.: Kültüre Duyarlı Bakım. Hemşirelerin Yaşadıkları Güçlükler  Hemşirelik  ve  Ebelikte  Kültürlerarası Yaklaşımlar Sempozyumu, 9‐10 Nisan 2009, 89 

Balaman, A. R.: TE‐VE Köyü Genel Etnografyası, E.Ü. Sosyal Bilimler Fakültesi (Yay.), Yayın No:5, İzmir 1982 

Batlaş, Z.: Sağlık  Psikolojisi: Halk Sağlığında Davranış Bilimleri., İstanbul 2000, 102 

Bayık,  A.,  İletişim  ve  Danışmanlık,  İ.  Erefe(Ed.),  Halk  Sağlığı Hemşireliği  El  Kitabı  İçinde,  Vehbi  Koç  Vakfı  Yayınları No:14, İstanbul 1998 

Bayık,  A.,  Bahar,  Z.:  “Doğurgan  Çağdaki  Kadınların  Geleneksel Uygulamalarına  İlişkin  Bir  Çalişma”,  Ege  Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 1:1, 1981,1‐13 

Beach, MC., Saha, S., Cooper, LA.: “Patient Centeredness and Cultural Competence:  Their  Relationship  and  Role  in  Healthcare Quality”  The  Commonwealth  Fund  Report  .  Journal  of General Internal Medicine, 21(6), 2006, 661‐5 

Betancourt,  J.R., Green A.  R.,  Carrillo  J.  E., Ananeh‐Firempong, O.: “Defining Cultural Competence: A Practical Framework  for Addressing  Racial/Ethnic Disparities  in Health  and Health Care”, Public Health Reports, 118,  2003,  293‐302 

Bethell, C., Carter, K., Lansky, D., Latzke, B., Gowen, K.: “Measuring and  Interpreting  Health  Care  Quality  Across  Culturally Diverse  Populations”  —  A  Focus  on  Consumer‐Reported Indicators  of Health Care Quality CAHMI. The Child  and Adolescence  Health  Measurement  Initiative,  <www.cahmi.org>,  2003  

70 

Bolsoy, N., Sevil, Ü.: “Sağlık Hastalık ve Kültür Etkleşimi”, Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 9:3, 2006, 78‐87 

Brach, C., Fraser,  I.:    “Can Cultural Competency Reduce Racial  and Ethnic Health Disparities? A Review and Conceptual Model”, Medical  Care  Research  and  Review  57  (Supplement  1),  2000, 181‐217 

Brach, C., Fraser, I.: “Culturally Competent Health Care: An Analysis of  the  Business  Case”,  Qualit<y  Management  in  Health Care, 10(4),  2002, 15–28 

CAL Learning Blog. Culture and language training for a multicultural workplace,  5  Standards  for  Delivering  Culturally Competent Healthcare <http://www.callearning.com/blog/. > 

Champlain  Valley  Area  Health  Education  Center,  Cultural Competency  For  Health  Care  Providers,  November    6, <http://www.cvahec.org/documents/CulturalComptencyforHeatlhCareProviders2007_11.8.07.pdf. >  

Clark, J. M.: Caring for Populations, Community Health Nursing, 4th Edition, Prentice Hall, 2003, 99‐147 

Cultural  Competence  and  Patient‐Centeredness  In  Health  Care Quality, The Commonwealth Fund, 

  <www.commonwealthfund.org/usr_doc/Beach_rolerelationshipcultcomppatient‐cent_960.pdf> 

Dayer‐Berenson,  L.,  Cultural  Competencies  for  Nurses  Impact  on Health and Illness, Jones and Bartlett Publishers, USA 2011 

Denboba, D.L. et al.: “Reducing Health Disparities Through Cultural Competence”,  Journal  of  Health  Education  29(5), Supplement), 1998, 47‐53 

Desmond,  J., Copeland, L. R., Günümüz Hastasıyla  İletişim Zaman Tasarrufu  Riskin  Azaltılması  ve  Hasta  Uyumunun Artırılmasının Temelleri. Çevirenler:Deniz Yamaç, Ercüment Tekin, Efil Yayınevi, I. Basım,  Ankara 2010 

Douglas, M. K. et al.: Standards of Practice for Culturally Competent Nursing  Care:  A  Request  for  Comments,  Journal  of Transcultural Nursing, 20:3, 2009, 257‐269 

71

Ertem M,: “Hastane Hizmetlerinde Hastalar ve Eşitizlikler”, 13.Ulusal Halk  Sağlığı  Kongresi,  Sağlıkta  Eşitsizlikler.  Konuşma Metinleri Kitabı,18‐22 Ekim, İzmir 2010, 240‐257 

Ertem,  M,  Oto,  R.,  Karayel,  P.:  “Dicle  Üniversitesi  Hastanesinde Hastalarla  Hasta  Memnuniyeti  Araştırması”  Modern Hastane Yönetimi Dergisi.4:4, 2000, 25‐29 

Finkelman,  A.,  Kenner,  C.,  Professional  Nursing  Concepts Competencies  for  Quality  Leadership.    Jones  and  Barlett Publishers, Boston 2010 

Friedemann, M‐L., Pagan‐Coss, H., Mayorga, C.: “The Workings of A Multicultural  Research  Team”,  Journal  of  Transcultural Nursing, 19:3, 2008, 266‐273 

Gallagher, A.: “The ethics of Culturally Competent Health and Social Care”, Papadopoulos I(Ed), Transcultural Health and Social Care, Development of Culturally Competent Practitioners, Edited by. Butterworth, Heinemann, Elsevier, London, 2006, 65‐84 

Giger,  J.  N.,  Davidhizar,  R.:  “Transcultural  Assessment  Model”, Journal of Transcultural Nursing, 13: 3, 2002, 185–188 

Goldsmith, O.: “Culturally Competent Health Care”, The Permanente Journal, 4:1, 2000, 53‐55 

Gordon, T., Edwards, S.: Doktor‐Hasta  İşbirliği, Hastanın Bakımıyla İlgilenen  Herkes  İçin  Gerekli  İletişim  Becerileri. Çeviren:Emel Aksay, İstanbul 21995  

Güvenç, B., İnsan ve Kültür, Büyük Fikir Kitapları Dizisi, 20, Üçüncü Basım İstanbul 1979 

Hayes, M., Cultural Competency in Health Services and Care A Guide for Health Care Providers Washington State Department of Health,  DOH  631‐Health  Systems  Quality  Assurance  in Reducing  Ethnic  and Racial Healthcare Disparities, Am  J Manag Care, 2004;10:SP1‐SP4 Special Issue, 2010 

Hood,  L.  J.:  Multicultural  Issues  in  Professional  Practice,  In Conceptual Bases of Professional Nursing, Seventh Edition wolters Kluwer New York 2010, 273‐299 

İstanbul  Tıp  Fakültesi Kadın  ve Çocuk  Sağlığı  Eğitim  ve Araştırma 

72

Birimi, Program Hazırlıyan Eğiticiler  İçin Rehber, Doğum Öncesi Eğitim, İstanbul 2000 

Jacopson,  S.  F.,  Chu,  N.  L.  L.,  Pascucci.  M.  A.,  Gaskin,  S.  W.: “Culturally  Competent  Scholarship  in  Nursing  Research”, Journal of Transcultural Nursing, 16:3, 2005, 202‐209 

Jeffreys, M.N.:  “Development  and  Psychometric  Evaluation  of  The Transcultural  Self‐Efficacy  Tool:  A  Synthesis  of  Findings”, Journal of Transcultural Nursing, 11:2, 2000,127‐136 

Jeffreys,  M.  R.  Health  Care  Institutions:  Inquiry,  Action,  and Innovation.  Marianne  R  Jeffreys  (Edi),  Teaching  Cultural Competence  in Nursing  and Health Care,  Second Edition, Springer Publishing Company, New York 2010, 243‐285 

Kartoğlu,  Ü.:  Temel  Sağlık  Hizmetlerinde  Toplumu  Tanıma  ve İletişim. Türk Tabipler Birliği Yayınları, Sürekli Tıp Eğitimi Dizisi 1, Maya Matb., İstanbul 1992 

Kıdak,  L.  B.,  Aksaraylı,  M.:  “Yatan  Hasta  Memnuniyetinin Değerlendirilmesi”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10:3, 2008, 87‐122 

Kongar,  E.:  Küreselleşme  ve  Kültürel  Farklılıklar  Çerçevesinde Ulusal  Kültür,  Ankara,  Emre  Kongar’ın  Resmi  İnternet Sitesi. <http://www.kongar.org/makaleler/mak_ku.php>  

Leininger, M.: “Transcultural Nursing Research to Transform Nursing Education and Practice: 40 Years”, Image: Journal of Nursing Scholarship, 29:4, 1997, 341‐347 

Lee,    M.  S.:  A  Review  of  Language  and  Other  Communıcation Barriers in Health Care 

  /www.hablamosjuntos.org/resources/pdf/SMLeeCommunication_and_Health,   

  < http://aspe.hhs.gov/pic/fullreports/06/711B‐2.pdf. (2003) > Öncel, S.: “Çocuk Bakımında Bazı Kültürel Yaklaşımlar”, Hemşirelik 

ve Ebelikte Kültürlerarası Yaklaşımlar Sempozyumu,  9‐10 Nisan 2009, 2009,70‐78 

Öztek, Z.: Halk Dilinde  Sağlık Deyişleri Sözlüğü. Atatürk Kültür, Dil  ve  Tarih  Yük.  Kurumu,  Türk  Dil  Kurumu  Yayınları No:560, Ankara 1992 

73

Papadopoulos.  I.:  The  Papadopoulos,  Tilki  and  Taylor  Model  of Developing  Cultural  Competence.  Papadopoulos  I(Ed), Transcultural  Health  and  Social  Care,  Development  of Culturally  Competent  Practitioners,  Butterworth, Heinemann, Elsevier, London  2006, 7‐23 

Papadopoulos,  I.,  Lees  S.:  Developing  Culturally  Competent Researchers.  Journal of Advanced Nursing, 37:3, 2002, 258‐264 

Ritter, L. A., Hoffman, N. A.: Cross‐Cultural Concepts of Health and Ilness in Multicultural Health, Jones and Bartlett Publishers, Boston 2010, 40‐47 

Rose,  P.  R.:  Cultural  Competency  for  Health  Administration  and Public Health, Jones and Barlett Pub., London 2011. 

Surbone, A., Baile, W. F., Kirkwood, C.: Pocket Guide of Culturally Competent  Communication  Fundamental  Principles:  The University  of  Texas  MD  Anderson  Cancer  Center,  2011 <http://www.mdanderson.org/education‐and‐research/resources‐for‐professionals/professional‐educational‐resources/i‐care/ICARE_Guide8pg_final.pdf> 

Tanrıverdi,  G.,  Seviğ,  Ü.,  Bayat,  M.,  Birkök,  M.  C.:  Hemşirelik Bakımında  Kültürel  Özellikleri  Tanılama  Rehberi, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6:1, 2009  

  < http://www.insanbilimleri.com>  Taşçı,  S.: Kültür  ve  Sağlık. Hemşirelik  ve  Ebelikte Kültürlerarası 

Yaklaşımlar Sempozyumu, 9‐10 Nisan, 2009, 22‐31 Taylor,  S.  L.,    Lurie,  N.:  “The  Role  of  Culturally  Competent 

Communication”, Am J Manag Care, Sep;10 Spec No:SP1‐4, 2004 

Teal,   C. R., Street, R. L.:   “Critical Elements of Culturally Competent Communication  in  The Medical  Encounter: A  Review  and Model”, Social Science & Medicine 68, 2009,  533–543 

Tripp‐Reimer,  T.:  “Reconceptualizing  the  Construct  of  Health: Integrating  Emic  Perspective”,  Research  in  Nursing  and Health, 7, 1984, 101‐109 <www.commonwealthfund.org>

75

   

Okulöncesi Dönemdeki Göçmen Çocukların İki Dilli ve Çok Kültürlü Ortamda 

Öğrenmeleri Üzerine  Zeliha YAZICI 

 

Giriş 

2002 yılı istatistiklerine göre okul öncesi döneminde 88 bin Türk göçmen çocuğunun iki dilli ve çok kültürlü ortamda yaşadığını görmekteyiz.  Bu çocukların 37.266’sı Almanya’da, 6.862’si Avus‐turya’da, Fransa’da 25.027, Belçika’da 6.090, Danimarka’da 4.200, İngiltere’de  1.100 ve  (MEB  istatistikleri,  2002),  324’ ü Norveç’te (Statistics Norway, 2002) ve geri kalan 7.131’nin diğer Avrupa ve Asya ülkeleri ile Amerika ve Avustralya’ da yaşadığı görülmek‐tedir. Bu veriler incelendiğinde iki dilli ve çok kültürlü ortamda yer alan okul öncesi dönemdeki Türk göçmen çocuklarının sayı‐ca oldukça fazla olduğu görülmektedir. 

‘İki  dilli’  ve  ‘çok  kültürlü’  ortamda  yetişen  çocuklar  için benlik  saygısının gelişimi  son derece önemlidir. Çünkü kendi kültürel benliğini kazanan bireyler, yaşadıkları  toplumun de‐ğerlerine de saygı duyarlar ve yaşadıkları  toplumun değerleri ile de uyum  içinde yaşarlar. Sağlıklı gelişmiş bir kültürel ben‐lik, farklı kültürel değerlere sahip olan ortamlara uyum sağla‐mayı kolaylaştırır.   Çocuklarda sağlıklı bir kültürel benlik yer‐

76 

leşmezse, kendilerine güvenleri azalır, kendi kültürel değerle‐rini kaybedeceği korkusuna kapılırlar ve kendi bazı değerleri‐ne sıkı sıkıya sarılarak, yaşadıkları toplumdan uzaklaşıp içleri‐ne  kapanabilirler.  İki  kültür  arasında  cinsiyet  rolleri,  disiplin anlayışı, kendine güven gibi değerlerin farklılığı aile ve okulda verilen  değerlerin  çatışmasına  yol  açabilir  (Bott  ve  diğerleri 1990:  37‐42).  İki kültür  arasında bir bütünlük  içinde olmayan çocuklarda,  kişilik ve uyum  sorunları yaşanabilir. Bu durum, çok  kültürlü  ortamda  yetişen  çocukların,  diğer  kültürlerden gelen  çocuklarla  iletişim  kurmalarına  engel  teşkil  edebilir  ve problemli çocuk sayısının artmasına neden olabilir 

Çocuklar  ilk  toplumsal kurallarını, kültürel ve  toplumsal değerlerini  dil  aracılığı  ile  kazanmaktadırlar  (Piyade,1990). Anadil,  çocukların  toplumsal  yaşantısının  ve  davranışlarının şekillenmesinde, aile ve aile çevresiyle ilgili kültürel değerlerin kazanılmasında da önemlidir (Aytemiz, 2000). Çünkü, çocukla‐rın kendilerini  ifade  edebilmelerinde,  sosyal kültürel değerle‐rini kazanabilmelerinde,  sosyal  iletişim  ihtiyaçlarını giderebil‐melerinde  dile  ihtiyaçları  vardır  (Mussen  ve  diğerleri,  1990). Kültürel değerler kuşaktan kuşağa dil aracılığı  ile aktarılmak‐tadır ve bu aktarım ancak sosyal bir etkileşim ortamında ger‐çekleşebilir.  Sosyal  etkileşim  ortamının  oluşması  ve  kültürel değerlerin  aktarılması  dil  ile  gerçekleşebilir. Çocuklar,  içinde doğduğu  kültürel  uyarıcılarla  sürekli  etkileşim  halindedir. Örneğin; her ailenin kendi kültürel birikimlerine ve değer yar‐gılarına göre belirlediği kuralları, alışkanlıkları vardır. Çocuk‐lar, aile ortamındaki bu  sosyal  etkileşimlerle kendi  toplumsal değerlerini öğrenecektir. Böylece çocuklar ailede  ilk sosyalleş‐me sürecini gerçekleştirecektir. Çocuğun diğer  toplumsal çev‐resinde öğreneceği her şey bu temelin üzerine kurulacaktır ve gelişecektir. 

77

Erken çocukluk dönemindeki sosyalleşme, çocuğun kişilik ve  benlik  gelişimi  acısından  son derece  önemlidir. Çünkü  ilk çocukluk döneminde çocukla kurulan sağlıklı etkileşim, onun sağlıklı bir benlik kazanmasının temelini oluşturacaktır. Sağlık‐lı  bir  kişilik  ve  benlik  geliştiren  çocuklar  yaşadığı  topluma uyum  sağlamada  zorluk  yaşamayacaktır. Erken  çocukluk dö‐neminde, çocukların sağlıklı bir kişilik ve benlik geliştirmesin‐de bilgi ve becerilerinin artmasında, içinde yaşadıkları topluma kolay uyum sağlamasında anadili önemli bir araç olmaktadır. Eğer, çocuklar kendi kültürel değerlerini takdir eden bir değer yargısı ve  bakış  acısı  geliştirirse,  benlik  saygısı  zedelenmeye‐cektir (Whriter ve Acar, 1998).  

Thurman ve Rixius  (1987) yabancı öğrencilerin genel öğ‐renme tutumları ve okul başarılarında iki dillilik ve çok kültür‐lülük  konumları  arasındaki  ilişkiyi  inceledikleri  çalışmaların‐da, bu  çocukların ana dil öğrenimi aracılığı  ile  sosyo‐kültürel ve dil yeterliliklerinin birlikte geliştirilmesinin, okuldaki başa‐rılarını kolaylaştıracağını belirtmektedirler. Bu yolla,  çocuğun kişiliğini geliştirme ve  iki dilli,  iki kültürlü bir ortama uygun kimlik oluşturma şansını artıracağını vurgulamaktadırlar (Akt. Sağlam, 1992: 17). Swisher  (1994), kültürel değerlerin çocukla‐rın  öğrenme  biçimlerine  etkilerini  incelediği  çalışmasında, kültürel  değerlerin  ve  toplumsal  uygulamaların,  çocukların öğrenmeye olan yaklaşımlarını büyük ölçüde etkilediğini sap‐tamıştır (Swisher, 1994; 3). 

İki dilli ve çok kültürlü ortamdaki çocukların sağlıklı bir benlik gelişimi için her iki dili de geliştirmeleri gerekmektedir (Abalı, 1987). Bu nedenle çocuğun yaşadığı  toplumda olumlu bir benlik kazanması,  iki kültür arasında olumlu bir geçiş ya‐pabilmesi ve kendi kökeni ile ruhsal sorunlar yaşamaması için 

78

iyi bir  ikinci dil eğitimi  ile birlikte  iyi bir anadili eğitimine de ihtiyaç duyulmaktadır. 

Her iki dilin de en iyi şekilde kazanılmasında anadili önem‐li  bir  etken  olmaktadır.    Erken  çocukluk  döneminde  çocuklar anadillerini öğrenirken o dilin yapısını ve kurallarını da öğren‐mektedirler  (İleri,  2000).  Çocukların  anadili  gelişim  düzeyleri, ikinci dilin kazanımına yardımcı olmaktadır. Anadilinde zengin kelime hazinesine sahip olarak okula başlayan çocuklar, eğitim dilini  daha  kolay  öğrenirler  ve  okuma  yazma  becerilerini  ka‐zanmada  daha  başarılı  olurlar.  Anadilinde  öğrendiği  kelime hazinesini, kavramsal becerilerini, okuma yazma bilgi ve beceri‐lerini,  ikinci  dile  aktardıkları  için  eğitimlerinde  daha  başarılı olmaktadırlar. Çocukta anadilinin gelişmesi, yalnızca anadilinin gelişmesine değil, aynı zamanda çocuğun ikinci dildeki yetenek‐lerinin gelişmesine de yardımcı olmaktadır.  

Çocukların kavram gelişimi ve düşünme becerileri iki dil‐de  de  birbirine  bağlıdır.  Çocuklar  anadilinde  öğrendiklerini ikinci dile,  ikinci dilde öğrendiklerini anadiline aktarırlar. Ço‐cukların anadilini öğrenmesi, onların dil becerilerinin yanında, onların  zihinsel  becerilerinin  gelişmesini  destekleyerek  ikinci dilin  fonksiyonlarını da amacına uygun olarak kullanmalarını sağlayacaktır. Çocuklar, zihinsel gelişimleri  sırasında kavram‐ları öğrenmektedirler. Örneğin, anadilinde bir nesnenin fonksi‐yonlarını kavradıktan sonra bu bilgiyi ikinci dile transfer eder ve  ikinci  dilde  bu  nesnenin  yalnızca  adlandırmasını  öğrenir veya  çocuk,  anadilinde  zamanların kullanımını nasıl  söyleye‐ceğini,  kavramların  anlamlarına  uygun  nasıl  kullanıldığını bildiği zaman,  ikinci dilde bunları yeniden öğrenmeye  ihtiyaç duymayacak,   yalnızca bunların  ikinci dilde adlandırılmasını, yüzeysel  yapılarını  oluşturmaya  ihtiyaç  duyacaktır.  (Cummins,  2000).  Eğer  çocuklar  anadilini  tam  olarak  kazan‐

79

madan  ikinci  dili  kazanmaya  yönlendirilirse  anadili  kolayca kaybolabilir. Bu da çocuklarda her  iki dilde de yarım dilli ol‐malarına neden olabilir 

Çocuklar dili, çevrelerindeki insanları model olarak öğren‐dikleri  için,  ilk öğrendikleri dilde  içinde doğup büyüdüğü aile‐sine ait olan anadilleridir. Dolayısı ile çocuklar, ilk konuşmaları‐nı  içinde  doğup  büyüdükleri  aile  ortamında  öğrenmektedirler (Özdemir, 1988; Sağlam, 1992; Piyade, 1990). Dünyadaki bütün çocukların konuştuğu diller farklı olsa da, hepsinin dil öğrenme süreçleri  evrenseldir. Çocuklarda dil öğrenme doğuştan vardır ancak, her çocuk kendi çevresinde konuşulan dili, aile ortamın‐daki  yaşantıları  yoluyla  doğal  olarak  öğrenmektedir  (Yazıcı, 1999). Çocuklar dünyaya geldiğinde onların en yakınındaki kişi annesidir ve ilk kez annesinin konuştuğu dil sembolleri ile karşı‐laşır. Özellikle  erken  çocukluk döneminde  çocuklar dili model alarak  öğrendiği  için  anne‐babanın  çocukla  arasındaki  olumlu etkileşim  onların  dil  öğrenme  hızlarını  arttırmaktadır  (Clark, 2002). Başlangıçta anne ‐ babadan ve yakın akrabalardan öğreni‐len anadili, zamanla çevresinde iletişim içinde olduğu kişilerden öğrenilmektedir. Böylece  çocuklar  kendi  kültürüne  ait  ilk  biri‐kimlerini elde etmeye başlamaktadır. 

Çocukların nesneleri ve olayları,  ilk adlandırmaları,  tanı‐maları  ve  algılamaları  anadilinde  oluşmaktadır.  Çocukların anadilini bilmesi, onların algılama, muhakeme etme, problem çözme gibi zihinsel süreçlerinin  şekillenmesinde önemli  roller üstlenmektedir  (Aytemiz, 2000).   Çocukların duygu, düşünce, ilgi  ve  ihtiyaçlarını  ifade  etmelerine  uygun  fırsatların  yaratıl‐ması onların her  iki dil gelişimlerini olumlu yönde etkilemek‐tedir (Clark, 2002). İnsanlar duygu ve düşüncelerini en iyi bil‐dikleri  dilde  ifade  edebilirler.  Çocuklar  da  kendi  duygu  ve düşüncelerini en iyi şekilde anadilleri ile ifade edebilirler.  

80 

Gelişimsel olarak iki dilli çocuklarla tek dilli çocuklar ara‐sında  özellikle  dil  gelişimi  ve  sosyal  gelişim  acısından  bazı farklılıklar vardır. Tek dilli çocuklar anadilinde kelime hazine‐si,  cümle kurma, dili doğru olarak kullanma kavram geliştir‐me, dili soyut düşünme aracı olarak kullanma, düşündüklerini anadilinde  ifade  edebilme  ve  anadilinde  anlatılanları  anlama gibi açılardan iki dilli çocuklara göre daha başarılır. Çünkü bu süreçlerini tek dilli bir ortamda tamamlama şansına sahiptirler. İki  dilli  çocuklar  ise  bu  süreçleri  yalnızca  aile  ortamlarında kazanma  şansına  sahiptir.  Çünkü  toplumsal  yaşamlarında ikinci dille  iletişime geçmek durumundadırlar.  İki dilli çocuk‐lar, bu  süreçleri anadilinde  tam olarak kazanmadan  ikinci dil edinimine geçildiği için her iki dilde de yarım dillilik meydana gelebilmektedir.    İki  dilli  ortamda  yetişen  çocuklar  üzerinde yapılan araştırmalarda bu çocukların hem anadilinde hem de ikinci  dilde  ayrı  ayrı dil  yeteneklerine  sahip  oldukları  görül‐müştür. İki dilli çocukların, okula başlama yaşında ne anadille‐rinde ne de ikinci dilde tek dilli çocukların eriştiği konuşma ve düşünme  seviyesine  ulaşamadıkları  görülmüştür.  İki dilli  ço‐cukların ikinci dili iyi bir şekilde kazanabilmesi için önce ana‐dilinde belirli bir düşünme temelinin oluşması gerekmektedir. Anadiline konuşma ve yazı dili olarak vakıf olmak hangi or‐tamda  olursa  olsun  çocukların  genel  olarak  dil  ve  düşünce yeteneğini  etkilemektedir ve bu yeteneklerin gelişmesine yar‐dımcı olmaktadır (İleri, 2000).  

Batı Avrupa Ülkelerinde yaşayan okul öncesi dönemdeki çocuklar, göçmen Türk ailelerinin dördüncü kuşağını oluştur‐maktadır.   Kuşaklar  ilerledikçe  göçmen  ailelerin  çocuklarının ana dilleri giderek gerilemeye başlamaktadır. Kültürel mirasın aktarılmasında  ve  kültürel  benliğin  kazanılmasında  gerekli olan  ana dili, bu  çocukların önemli bir  sorunu haline dönüş‐

81

müş bulunmaktadır. Bu durumda da her  iki dilden ve kültür‐den  farklı  ama  her  iki  dilin  ve  kültürün  özelliklerini  içinde barındıran göçmen dili ve göçmen kültürü adı verebileceğimiz karma bir dil ve kültür yapısı oluşmaktadır. Ancak bu kültürel yapının daha sağlıklı olabilmesi ve iki kültürün kaynaştırılması için  gerekli  önlemler  yeterince  alınamadığı  için,  çocuklarda kültürel kimlik ve kültürel  benlik sorunları giderek büyümek‐tedir. Bu nedenle yurt dışındaki çocukların ana dilini öğrenme ihtiyaçlarının  karşılanması  yalnızca  ailelerin  sorumluluğuna bırakılmamalı  ve  her  iki  ülkenin  Milli  Eğitim  yetkililerinin denetiminde, iki dilli eğitim programları sunulmalıdır. İki dilli eğitim programlarına erken çocukluk döneminde başlanılarak, çocukların ana dil ve ikinci dil gelişimi desteklenebilir.  

  

Sonuç 

Yurt  dışındaki  Türk  çocuklarının  sağlıklı  bir  kimlik  geliştire‐bilmeleri için Türkiye’de eğitim araştırma geliştirme çalışmaları düzenli olarak yapılarak, orada yaşayan Türk çocuklarının ilgi ve  ihtiyaçları  doğrultusunda  çok  dilli  ve  çok  kültürlü  eğitim programları geliştirilerek uygulama yollarına gidilmelidir 

Sonuç olarak, bu önlemler alınabildiği takdirde, iki dilli ve iki  kültürlü ortamda  yer  alan  çocukların yaşadıkları  topluma uyum  sağlayan,  kendine  güveni  olan,  kendisi  ve  çevresi  ile barışık  yaşayabilen  bireyler  olabilmeleri  sağlanabilir.  Ayrıca, dil ve kültürel kimlik kazanma sorunları da giderilebilir.  

  

82 

Kaynakça 

Abalı,  Ünal: Almanya’daki Türk Gençlerinin Kültürel Benliği” Türko‐loji Çalışmaları Ve Almanya’daki Türk Çocuklarının Eğitim‐Kültür  Problemleri  Sempozyumu.  Ankara  1987,  Hacettepe Üniversitesi Yayınları: 67‐77. 

Aytemiz, Aydın: Almanya’da Türkçe.   Avrupa’da Yaşayan Türk Ço‐cuklarının Anadil  Sorunları  Toplantısı. Atatürk Kültür, Dil Ve  Tarih  Yüksek  Kurumu    TDK  Yayınları,  sayı:  734,  s:29, 2000 

Bott, P. Merkens, H. And      Schmind,  F.: Turkache Yugendliche und Aussiedler Kinder  in Familie und Schule, The aretsche und Emprische  Beitrapeder  Padoggischen  Farshung, Hohengeli‐nen. Schneider Verlog, 1990 

Clark, Beverly,L.  :” First‐and Second‐ Language Acquisition  in Early Childhood”. 2002 

Cummins,  J.: Bilingual Children’s Mother Tongue: Why  is  it  Impor‐tant for education? Sprog Forum (February,; Denmark), 2001 

İleri, E.: ʺAvrupa Topluluğu’nun Dil Politikası Ve Almanya’da Okula Giden  Türk Asıllı Öğrencilerin Dil Ve Eğitim Sorunları.” Av‐rupa’da  Yaşayan  Türk  Çocuklarının Anadil  Sorunları  Top‐lantısı. Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu   TDK Yayınları,  sayı: 734, s:29 , 2000 

Lambert,   W. E.().Deciding On Language Of Instructıon Psyshological And  Social  Considretions.  Multicultural  And  Multilingual Educaiton  İn  Immıgrant  Countrres  ,  Wenner  Gren Symposium Series: 93‐102, 1983 

Mussen,  P.N,  Conger,  J.J.  And  Kagan,  J.:  Child  Development  And Personality. Sevenfhedit. London Harper Collins Publishers, 1990 

Özdemir, Ç. M.: Federal Almanya’daki Türk İşçi Çocuklarının Eğitim Sorunları Açısından İki dillilik ve İki kültürlülük ile İlgili Eği‐tim Modelleri. Gazi Üniversitesi: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1988 

83

Piyade, Z. G.: The Bilingual Fist Language Acquisition of A Turkish Child.  A  Comprative  Case  Study.  Middle  East  Technical Universty: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1990 

Sağlam, M. :  F.Almanya İlkokullarında Türkçe ve Türk Kültürü Prog‐ramının  Etkinliği    Kuzey  Ren  Festfalya  Örneği,    Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1990 

Saracho,  Olivia.  N.:  “Essential  Requirements  for  Teacher  in  Early Childhood Bilingual/ Bicultural Programs.” Chilhood Educa‐tion, November‐ December: p. 96‐101, 1983 

Swısher,  K.: American Indian Learning Sytles Survey: An  Assessment of Teacher Knowledge. The Journal Of Educational Issues Of Language  Minority  Students.  (Http://Www.Ncbe. Gwu.Edu/Miscpubs/Jeilms/Vol13/Americ13),1994 

Writer,  J.,  M.  Ve  Acar,  N.,  V.  :  Çocukla  İletişim.M.E.B.  Yayınla‐rı:3120Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi: 971. İstanbul 1998 

Yazıcı, Zeliha (). Almanya ve Türkiye’de Anaokuluna Devam Eden 60‐76 Aylar Arasındaki Türk Çocuklarının Dil Gelişimi ile Oku‐ma Olgunluğu Arasındaki  İlişkinin  İncelenmesi.  Gazi Üni‐versitesi: Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1999 

   

 

 

 

 

 

85

   

Almanya’daki Türkiye Kökenli Göçmenlerin Sağlık Durumları: 

“Göç Hasta Eder”den “Göç Sağlığa İyi Gelir”e Geçiş İçin Öneriler 

Zuhal YEŞİLYURT GÜNDÜZ 

“Bedenimizde görülen bazı hastalıklar   

ruhlarımızda saklanan hastalıkların küçük parçalarıdır ” 

Nathaniel Hawthorne1 

Giriş 

Alman  İstatistik Ofisi’nin  2009 verilerine göre Almanya’da  16 milyonun  üzerinde  göç  arka  planına  (Migrationshintergrund) sahip  insan  yaşamaktadır.  Bu  sayı,  Almanya’daki  nüfusun yüzde 19,6’sına karşılık gelmektedir. Türkiye kökenli 3 milyon insan  ise, Alman vatandaşı “olmayan” en büyük grubu  teşkil etmektedir2.   1    <http://www.gridergi.com/harikasozler/saglik.htm>  2  Statistisches  Bundesamt:  Pressemitteilung  Nr.  248,  14.07.2010, 

<http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/Presse/pm/2010/07/PD10__248__122,templateId=renderPrint.psml> 

86 

Kısa  bir  süre  kalıp,  çalışıp,  tekrar memleketlerine  döne‐cekleri düşünülen  “misafir  işçiler”  (Gastarbeiter), dışlanmanın ve  ötekileştirmenin  açık  bir  ifadesi  olan  “yabancılar” (Ausländer),  göç  olgusuna  vurgu  yapan  “göçmenler” (Migranten) ve son olarak da “göç arka planına sahip insanlar” (Menschen  mit  Migrationshintergrund)  olmuşlardır.  Almanlar, ülkelerine gelen kişileri  isimlendirmede oldukça yaratıcı  fikir‐ler üretebilmişlerdir yıllar içerisinde. Max Frisch’in 1973 yılın‐da  ifade  ettiği  “Biz  işçi  çağırdık,  insanlar  geldi!”  (“Wir  riefen Arbeitskräfte, aber  es  kamen Menschen.”)  sözleriyse göç alan Al‐manya’nın  bu  olguya  aslında hâlâ hazır  olmadığının  bir  açık itirafı niteliğindeydi. 

Son olarak uygun görülen “göç arka planına sahip insan‐lar”  ifadesi, 1950’li yıllardan sonra Almanya’ya göç eden, yer‐leşen insanlar ile onların çocuklarını, torunlarını vs. kapsamak‐tadır.  Sonraki  “nesiller”  doğrudan  göç  etmedikleri,  yani  göç deneyimini  (ve hatta bazı zaman  travmasını) yaşamadıkların‐dan dolayı, onları da kapsayacak bir  ifade olarak kökenlerine vurgu yapmayı ve böylece onlara has bir kategori oluşturmayı uygun  görmüştür  Dilin  siyaseten  doğruluk  (political correctness)3 bağlamındaki önemi ve hatta bir olgunun  inşasını sağlayan en önemli unsur olduğu dikkate alınırsa, hangi ifade‐nin kullanıldığı da büyük önem taşımaktadır.  

İşte göç arka planına sahip bu insanların sağlık durumları araştırılmaya değer  bir  konudur. Dolayısıyla  kilit noktası  ko‐numundaki  temel olgu göç ve sağlık bağlantısıdır. “Göç hasta eder”  görüşünden  “Göç  sağlığa  iyi  gelir”  fikrine  kadar  tüm 

3   Siyaseten doğruluk (İngilizce: Political correctness), farklı dil, din, kültür ve 

cinsiyetten kişileri  incitmemek amacıyla, özenle kullanılan  ifade, düşünce ve  uygulamaları  tanımlamak  amacıyla  kullanılan  bir  terimdir. <http://www.seslisozluk.com/search/political+correctness> 

87

yelpazede  önemli  bulgulara  rastlamak mümkündür.  Bir  yan‐dan  ilk geldikleri dönem  itibariyle sosyo‐ekonomik bağlamda dezavantajlı  konumda  hayatlarına  başlayan,  çoğu  zaman  ol‐dukça zor, oldukça kötü  şartlarda çalışmak ve yaşamak duru‐munda olan göçmenler daha  fazla, daha  çok  sağlık  tehditleri yaşamaktadırlar. Özellikle de kayıt altında olmayan mülteciler ve yasal oturma  iznine sahip olmayan göçmenlerin sağlık du‐rumları kaygı vericidir. Bu açıdan bakınca göç ve sağlık sorun‐ları birbirleriyle doğrudan bağlantılı meseleler olarak karşımı‐za çıkmaktadır. Öte yandan bizzat göç eden kişiler kendi gele‐ceklerini  belirlemek  isteyen,  daha  iyi  koşullar  arayışı  içinde olan mücadeleci, aktif, cesur, genelde genç  insanlardır ve sağ‐lıkları  da  oldukça  iyidir.  Ekonomik  açıdan  nispeten  daha  az gelişmiş  ya da  gelişmekte  olan  bir  ülkeden  geliyorlarsa  eğer, Almanya gibi ekonomik açıdan daha gelişmiş olan bir ülkeye gitmiş  olmak,  sağlık  durumlarını  olumlu  da  etkileyebilir (Razum ve Spallek,  2009). 

Bu makalede bir şekilde Türkiye ile bağlarını koruyan, biz‐zat kendisi ya da ailesi Türkiye’den göç etmiş olan,  ikinci hatta üçüncü  nesil  olarak Almanya’da  yaşayan  insanların  sağlık du‐rumu  incelenecektir. Öncelikli olarak sağlık, göç gibi kavramla‐rın  tanımı  yapıldıktan  sonra  göçmen  durumunda  yaşamanın sağlığa  olumlu  ve  olumsuz  etkileri  irdelenecek  ve  son  olarak olumlu  örnekler  sunularak  daha  iyi  sağlık  olanaklarının  nasıl sağlanabileceği yönünde öneriler geliştirilmeye çalışılacaktır. 

 Kavramsal Arka Plan 

Sağlık ve hastalık gibi  ifadeler duyulduğu zaman, genelde bu‐nun  sadece  doktorlarla,  tıpla  ve  biyologlarla  alakalı  bir  alan olduğu  düşünülmektedir.  Oysa  sağlık  insanların  yaşadıkları toplum  ile de  çok yakından  ilgilidir. Ayrıca  sağlık  son derece 

88 

siyasi bir konudur. “Özel olan  siyasidir!”4  sloganının haklılığı feminizm  ve  kadın  haklarının  yanı  sıra  sağlık  konusunda da bir kez daha görülmektedir. 

Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization ‐ WHO) sağlık için “bedensel, zihinsel ve toplumsal olarak tam bir iyilik hali”5  tanımını  yapmaktadır.  1946  yılına  ait  bu  tanım  sağlığın sadece biyolojik bir olgu olmadığını açıkça göstermektedir.  

İnsanların yaşadıkları  toplumlar  sağlık durumlarını  etki‐lemektedir; sağlıkla ilgili olarak bu etkileşimi çeşitli boyutlarda görmek  mümkündür.  Örneğin  insanlar  sağlık  durumlarını başkalarına  bakarak  değerlendirmektedirler.  Sağlıkla  ilgili standartlar  toplumdan  topluma  farklılık  göstermektedir.  Bir diğer boyut ise insanların sıkça sağlığı “ahlak”la bağdaştırma‐ları  şeklinde  görünebilir. Örneğin  çeşitli  hastalıklar,  “ahlaklı” davranılmadığı için o hastalıklardan muzdarip  insanları adeta suçlama  unsuru  olarak  görülebilmektedir.  Yani  sağlıkla  ilgili görüşler bir kişinin kültürel normlara uyup uymadığı  ile  ilgili toplumsal  kontrol  ve  denetim mekanizması  olarak  görülebil‐mektedir.  Bir  başka  önemli  unsur  ise  sağlık  ile  ilgili  kültürel standartların  zaman  içinde  değişime  uğramasıdır.  Örneğin 1960’lı ve 1970’li yıllarda sigara  tüketimi gayet doğal ve hatta “modern” bulunurken, günümüzdeki bakış açısı çok  farklıdır. Ayrıca  sağlık  ve  yaşam  standartları  arasındaki  ilişki  büyük önem taşımaktadır. Yoksul toplumlarda görülebilen nice hasta‐lıkların adı, zengin toplumlarda duyulmamış bile olabilir. Yine aynı  şekilde  “zengin”  hastalıkları  olarak  nitelendirilen  bazı hastalıklara yoksul toplumlarda sıkça rastlanılmamaktadır. Son 

4   <http://personalispolitical.tripod.com/>  5   Preamble to the Constitution of the World Health Organization as adopted 

by the International Health Conference, New York, 19 June ‐ 22 July 1946.  <http://www.who.int/suggestions/faq/en/>    

89

olarak da sağlık ve toplumsal eşitsizlik arasındaki derin bağın altı  çizilmelidir.  Kaynakların  toplum  içerisinde  eşit  olmayan biçimde  dağılmasından  dolayı  sağlıklı  olmak,  refah  düzeyi yüksek olan insanlar için yoksul insanlara nazaran daha kolay ve olağandır. Varsıl  insanların çeşitli sağlık sorunlarını maddi olanaklarının  daha  fazla  olması  nedeniyle  daha  kolay,  daha rahat aşabildikleri de görülmektedir  (John  J. Macionis ve Ken Plummer, 2005). 

Göç,  insanlık  tarihiyle  yaşıttır.  İktisat  Terimleri  Sözlü‐ğü’nün tanımına göre göç, “İktisadi, siyasi veya sosyal neden‐lerle bir yerleşim biriminden başka bir yerleşim birimine doğru gerçekleşen nüfus hareketleridir.” Göç  eden  insanların büyük bir bölümü  savaş,  iç  savaş,  etnik ya da dini  çatışmalar,  siyasi baskı  ya  da  katlanılamaz  orana  ulaşan  yoksulluk  nedeniyle, hayatlarını kurtarabilmek amacıyla veya daha iyi yaşam koşul‐ları umuduyla göç etmektedir. 

Türkiye’den Almanya’ya göçler de işte bu “daha iyi bir ya‐şam”  umuduyla  bundan  tam  50  yıl  önce  başlamıştır.  20  yılı aşkın  bir  süre  boyunca  göç,  kapitalist modelde  üretimin,  ge‐lişmenin ve kalkınmanın çok önemli bir aracı olarak kabul ve teşvik  edilmiştir  (Ibrahim,  2000).  Genç,  sağlıklı,  çalışkan  ve dinamik  “misafir  işçiler”  İkinci Dünya Savaşı’ndan  sonra geli‐şen, büyüyen, ama “kendi” işgücünün yeterli gelmediği Alman sanayiine cansiperane bir şekilde  istihdam sağlamış, ne sosyal hak, ne  insani  ihtiyaç düşünmeksizin çalışmış, çalışmış ve ça‐lışmıştır.  İşte onların böylesine çalıştıkları bir ortamda, birçok Avrupa ülkesinde kendini hissettiren petrol krizi beraberinde ihracatta daralma,  ekonomik küçülme ve gerileme  ile birlikte işsizlik oranlarında artışlar gerçekleşmiştir. Bu ekonomik krizin sonucunda 1973 yılında Almanya göç alımını durdurma kararı almış, birçok Avrupa Topluluğu ülkesi de benzer kararlar almış 

90 

ve Türkiye  ile  imzalanmış  olan  işgücü göçü  ile  ilgili  ikili  an‐laşmalar durdurulmuştur. Ve  hatta Almanya’da  bulunan  “ya‐bancıların” “evlerine” gönderilmeleri  için de maddi olanaklara başvurulmuştur. Tüm bu çabalara  rağmen başta aile birleşimi ve çeşitli meslek gruplarına yönelik imtiyazlar sonucu Alman‐ya’daki Türkiye kökenli  insanların sayısı azalmadığı gibi artış göstererek 2009 yılında 3 milyona ulaşmıştır. 

 Sağlık ve Göç İle İlgili Araştırmaların Göremedikleri  

Yukarıda  bahsedilen  ve  “göçmen”  kavramı  ile  ilgili  sorunlara dikkat çeken ayrıntılar da dikkate alındığında Almanya’da yaşa‐yan  “göçmenler”  ile  ilgili  araştırmaların  yaşadığı  ve  yarattığı sorunlar mutlaka vurgulanmalıdır. Araştırmalar genellikle  “Al‐man  olanlar”  ve  “Alman  olmayanlar”  şeklinde  bir  ayrım  yap‐maktadır. Dolayısıyla ne geldikleri devletler dikkate  alınmakta ne etnisiteleri ne de başka faktörler – ki sağlık söz konusu olunca özellikle  de  sosyo‐ekonomik  faktörler  son  derece  önemlidir. Bunun  yanı  sıra  bazı  araştırmalarda  “kültürel  farklılıklar”dan bahsedilmesi, bu yaklaşımın ne denli ayrımcı, dışlayıcı, ötekileş‐tirici olduğunu göstermektedir. Bu ayrım belki bilinçsizce, ama belki de bizzat bilinçli olarak yapılmaktadır. Buna örnek vermek gerekirse, bir araştırmanın  sonucuna göre, Türk göçmenlerinin sağlık  kavramına  bakışları  Almanlarınkinden  “farklıymış” (“Turkish  migrants  have  a  concept  of  health  different  from  that  of Germans” (Razum vd, 2005). Böyle bir ifadenin ne kadar ayrımcı, dışlayıcı ve küçümseyici olduğu ortadadır.  

Bir diğer  ve  çok  önem  taşıyan  gerçek de  şudur  ki,  hangi ifade kullanılırsa kullanılsın, “göçmenler” son derece heterojen, farklı,  renkli  bir  gruptur  ve  onları  tek  bir  kategoriye  –“Alman olmayanlar” kategorisine  –  indirgemek kesinlikle doğru olma‐yacaktır. Girişte de belirtildiği gibi sağlık tıbbi olmanın yanı sıra 

91

sağlık hizmetlerine  erişim olanaklarını ve  ekonomik olanakları da içermektedir. Dolayısıyla sağlık ve göç konulu araştırmaların bu boyutu da mutlaka dikkate alması gerekmektedir. 

 Tarihsel Süreçte Göç ve sağlık:  

İlk Yıllar – İlk göçmenler/“misafir işçiler” 

Almanya’nın  İkinci Dünya  Savaşı  sonrasında  hızlı  sanayileş‐mesi ve fabrikalaşması sonucunda artan işgücü ihtiyacını karşı‐lamak üzere Türkiye,  İtalya, Yugoslavya, Portekiz ve Yunanis‐tan  gibi Akdeniz  ülkeleriyle  ikili  göç  anlaşmaları  imzalaması sonrasında (ilki 1955’de olmak üzere) bu ülkelerden çok sayıda göçmen  gelmiştir.  Çoğunluğunu  erkeklerin  teşkil  ettiği  bu göçmenlerin bir özelliğiyse,  ciddi  sağlık kontrollerinden geçi‐rilmeleri ve ancak sağlıklı çıkmaları halinde Almanya’ya kabul edilmeleri  sonucu  – hafızamıza kazınan  fotoğraflar vardır bu konuda – genelde genç, dinamik, güçlü ve sağlıklı olmalarıdır. Bu dönemde sağlık  ile  ilgili yaşanabilecek sorunlar genelde  iş kazaları ve akut hastalıklarla sınırlıydı (Castañeda, 2011). 

Mesleki hastalıklar ve güvenlik önem  taşımaya başlamış‐tır, çünkü yabancı ülkelerden gelen çalışanların büyük çoğun‐luğu  kötü  koşullarda,  özel  yetenek  gerektirmeyen,  geçici  ve çevre kirliliğinin yoğun yaşandığı işlerde çalışmak durumunda bırakılmışlardır. Yaptıkları  işler  çok kısa vadeli ya da “basit”, “kolay”  olarak  değerlendirildiğinden,  eğitim  ve  iş  güvenliği gibi  yatırımlara  gerek  görülmemiştir.  Bu  durum  da  göçmen işçilerin aslında önlenebilir kazalar geçirmelerine yol açmıştır. İlave  bir  sorun  olarak  işveren  ve  denetleyici/amir  ve  işçiler arasında  iletişim  sorunları, kullanılan makinelere  aşina olma‐ma, güvenlik kavramına farklı algılar/bakışlar gibi sorunlar da eklenince  iş  kazaları  sorunu  daha  da  artmıştır.  Günümüzde dahi Almanya’daki göçmen işçiler Alman işçilere oranla iki kat 

92

daha  fazla mesleki  kaza  geçirmektedir. Ayrıca  5‐9  yaş  grubu Alman olmayan  çocukların Alman olan  çocuklara nazaran ev ve  trafik  kazalarına maruz  kalma  oranları da daha  yüksektir (Carballo vd, 1998). 

Ciddi sağlık sorunu yaşayan az sayıda göçmen, geldikleri ülkelerine geri dönmüştür. Bu durumda işgücü olarak çalıştırı‐lan  ve  1973’de  sayıları  2,6  milyona  erişmiş  olan  göç‐men/“misafir  işçiler”e  yönelik  özel  sağlık  hizmetlerine  pek fazla ihtiyaç duyulmamaktaydı. Araştırmalarda en fazla dikkat çeken unsur “misafir işçiler”de Almanlara oranla daha yüksek oranda  rastlanılan  tüberküloz  olmuştur  (Castañeda,  2011). Tüberkülozun,  yani  veremin  yoksulluğun  hastalığı  olduğunu söylemek mümkündür. Düşük eğitim oranları, eksik beslenme, yetersiz barınma, fazla kalabalık ortamlarda yaşama ve önleyi‐ci  ve  iyileştirici  sağlık  hizmetlerine  sınırlı  ve  yetersiz  erişim tüberkülozun artmasına neden olmaktadır. Batı Avrupa ülkele‐rinde  bu  konularda  ilerlemeler  yaşanması  sonucu  ciddi  azal‐malar  kaydedilebilmiştir.  Fakat  ekonomik  açıdan  az  gelişmiş bölgelerden gelişmiş Avrupa’ya yaşanan göçler  sonucu Avru‐pa’da da göçmenler arasında  tüberküloz vakaları artış göster‐miştir  (  Carballo  vd,  1998).  Düşük  sosyo‐ekonomik  statüye sahip göçmenler  –  tıpkı  aynı  ekonomik durumdaki Almanlar gibi  –  daha  yüksek  oranda  tüberküloz  riski  altındadırlar (Razum ve Spallek, 2009). 

Sağlık bağlamında en büyük sorun olarak dil engeli ilk de‐fa bu dönemde görülmeye başlanmış, sonrasında da bu sorun‐sal devam etmiştir ve günümüze kadar çözüm beklemektedir. Kısa, sert ve kaba  ifadeler kullanarak  iş ortamında anlaşmaya çalışan “misafir  işçiler” ve Almanlar, bu  tarzı hastane ve dok‐tor‐hasta  ilişkisine de taşımıştır, daha doğrusu taşımak zorun‐da  kalmıştır.  Örnek  olarak  “Bein  kaputt,  du  Krankenhaus!”  – 

93

“Bacak  bozuk,  sen  hastane!”  gibi  tıbbi  açıdan  gerekli  detaya in(e)meyen kısa ifadeler, talimatlar ve emirler ya da bir dokto‐run asla bir Alman hastasına söylemeyeceği “Kapiert?” – “An‐ladın mı?”  gibi  ifadeler  ya  da  kibar  olan  “Sie”  –  “siz”  yerine samimi  olunan  kişilerin  dışında  kullanıldığı  zaman  oldukça kaba olan “Du” – “sen” hitap şeklinin kullanılması, gösterilebi‐lir (Castañeda, 2011). 

Gerçekten de dil sorunları günümüzde dahi göçmen asıllı insanların uygun ve yeterli sağlık hizmeti almalarının ve hatta doğru teşhislerin konulmasının önünde önemli bir engel teşkil etmeye devam etmektedir (Razum vd, 2005). Örneğin dil soru‐nu  nedeniyle  doktora muayeneye  gidilirken  dile  hakim  olan aileden birinin ya da bir tanıdığın gelmesi ve tercüme yaparak yardım etmesi çok faydalı olmakla birlikte aynı zamanda sıkın‐tı yaratabilir de. Öncelikli olarak  tıbbi  terimlerin ve  tıp  jargo‐nunun doğru anlaşılamaması ve doğru, yeterli biçimde  tercü‐me  edilememesi  sorun  yaratabilmektedir.  Bunun  yanısıra  çe‐kinme,  utanma  gibi  duygulardan dolayı  belirtiler  tam  olarak anlatılamayabilir  ya  da  tercümesi  yapılmayabilir  (Razum  ve Spallek, 2009). 

1970’li yıllarda yapılan sağlık ve göç konulu araştırmalar genelde  psikosomatik  (bedensel  hastalıkların  ruhsal  kökenli olması) hastalıklara ve  ruh  sağlığı hastalıklarına  (düzensizlik‐ler)  ağırlık  vermiştir.  Bu  bağlamda  stres,  güvensizlik  ve  top‐lumsal destek eksikliğine ağırlık veren araştırmalar, göç olgu‐sunun  psikosomatik  sonuçları  üzerinde  durmuştur.  “Kökün‐den  sökülmüşlük  sendromu”  (“uprootedness  syndrome”  – “Entwurzelungssyndrom”),  “vatan  hasreti  hastalığı”  (“homesick illness” – “Heimwehkrankeit”) ya da “nostalji/özlem sendromu” (“nostalgia  syndrome”  –  “nostalgisches  Syndrom”)  gibi  terimler üzerine  tartışılmaktaydı.  “Misafir  işçi  sendromları” 

94 

(“guestworker  syndrome”  –  “Gastarbeitersyndrom”)  arasında  en dikkat  çeken ve  sorun yaratanlar arasında göç  eden  insanları somatistler (Psikotik olayların vücuttan kaynaklandığı ve fizik‐sel kökenli olduğuna inanan insanlar) (“somatizers”) ve “hasta‐lık  kuruntusu  olan  kişiler”  (“hypochondiracs”)  olarak  ifade  et‐mek gelmiştir. Somatoform, yani psikolojik acıyı bedenselleşti‐ren hastalıklarda, duygusal sıkıntılar ya da zor hayat koşulları doğrudan  fizyolojik  açıklama  yapılamaksızın  belirtiler  olarak yaşanabilmektedir. Özellikle  Türk  göçmenler  için  literatür  ve birçok  sağlık  uygulayıcısı  “somatizer”  ifadesini  sıklıkla  kul‐lanmıştır  (Castañeda,  2011).  Güvensizlik  deneyimleri,  uyum sağlama baskısı, kimlik çatışmaları, sosyo‐kültürel izolasyon ve yetersiz toplumsal destek, önyargılarla, klişelerle ve ayrımcılık‐la mücadele etme zorunluluğu, göçmenlerin psikolojik sağlığı‐na açıkça zarar vermektedir (Knipper ve Bilgin, 2009). 

1970’li  yıllar  itibariyle  göçmenlerin  “kontrolsüz”,  “histe‐rik” ve “dramatik” anlatım ve dışavurumlarına  sıkça değinil‐miş  ve  “Akdeniz  sendromu”  (“Mediterranean  syndrome”  – “Mittelmeer‐Syndrom”)  ya  da  “boğaz  hastalığı”  (“Morbus Bosporus”)  olarak  tanımlanmıştır.  Böylece  göçmenlerin  rahat‐sızlıklarının gerektiği kadar ciddiye alınmadığı ve hatta önem‐senmediği  görülmüştür.  Günümüzde  yapılan  araştırmalar, göçmenlerin Almanlara oranla daha fazla “somatizer” oldukla‐rı  fikrini  haksız  bulmakta  ve  asıl  sorunu,  işlevini  tam  yerine getir(e)meyen  ve  yetersiz  kalan  doktor‐hasta  ilişkisine  bağla‐maktadır (Castañeda, 2011). 

Psikosomatik  sorunlar  yaygın  olmaya  devam  etmektedir. Strese bağlı ülser gelişimi Almanya’daki Türkiye asıllı göçmenler arasında  sıkça  görülebilen  bir  hastalıktır  (Adrienne  vd,  1997). Bunun yanısıra bu insanlarda sıkça görülebilen diğer strese da‐yalı  semptomlarsa  sık  ve  şiddetli  baş  ağrısı,  korku/endişe 

95

(anksiyete)  atakları,  cildin  inflamasyonu/deri  yangısı (dermatitis) ve uyku bozukluklarıdır. Almanya’daki göçmenlerin yüzde 13’ü memleketlerinden uzaklaştıkları ilk 12 ayda depresif rahatsızlıklar yaşamaktadırlar.  İlave bir yüzde  25’inde depresif rahatsızlıklar sonraki  iki  ila beş yıl  içinde gelişmektedir. Bu  in‐sanlar genelde aileleri, eskiden nasıl ve hangi ortamlarda yaşa‐dıkları  ve  çocukluklarıyla  ilgili mübalağalı  anıları  aktarmakta‐dırlar. Evleri, memleketleriyle ve  “kesin dönüş”  ile  ilgili  seçici anılar ve hayaller bu bağlamda “göçmenin afyonu”  (“migrant’s opium”) olarak ifade edilmektedir (Carballo vd, 1998). 

 İlerleyen Yıllar – “Misafir İşçi Aileleri” 

1973  yılında Almanya’nın  işgücü  göçü  anlaşmalarını durdur‐masıyla birlikte “misafir  işçi” sayılarında azalma beklenirken, bu  insanların büyük çoğunluğu Almanya’da kalmaya ve hatta aile birleşimi kapsamında ailelerini de yanlarına almaya karar vermişlerdir. Hükümetin bu yeni, değişen ve gelişen göçmen nüfusa  karşın  hızlı  ve  doğru  yanıt  verdiğini  söylemek  pek mümkün değildir. Genelde onlara  “zaten memleketlerine dö‐necekler”  şeklinde  bakıldığından  dolayıdır  ki,  göçmenlerin entegrasyonlarına yönelik çalışmalara ve uygulamalara pek yer verilmemiştir. Oysa bir çok alanda olduğu gibi sağlık sistemini de yeni ihtiyaçlar ve görevler beklemekteydi. Her şeyden önce, aile birleşmeleri sonucunda daha fazla kadın ve çocuk Alman‐ya’ya  göç  etmiştir  –  artık  “misafir  işçi  aileleri”nden  (“Gastarbeiterfamilien”)  bahsedilmekteydi  –  ve  bu  insanların sağlık  sisteminden yararlanmaları gerekmiştir. Birçok göçmen kadın  için  sağlık  sistemiyle  ilk  temasları  ancak  çocuklarının doğumu  esnasında  olmuştur.  Anne‐çocuk  sağlığına  değinen araştırmaların  birçoğunda  göçmenlerin  “farklı  “kültürleri”, sağlık hizmetlerinden yararlanma konusundaki eksiklikleri ve 

96 

önleyici  tedbirlerin alınmasındaki sıkıntıları açıklamada baha‐ne olarak gösterilebilmiştir ( Castañeda, 2011). 

Oysa gerçekte göçmenlerin üreme sağlığı günümüzde de hâlâ çözüm bekleyen bir sorun olarak varlığını korumaktadır, çünkü hâlâ Almanya’daki Türkiye asıllı  insanların doğum ön‐cesi  (perinatal),  doğum  esnasında  (natal)  ve  bebek  ve  çocuk (postnatal) ölüm oranları diğer gruplara oranla daha yüksek‐lerde seyretmektedir (Adrienne vd, 1997). Anne ölümleri sağlık hizmetlerine erişim konusunda eşitsizliklerin varlığı konusun‐da  önemli  bir  göstergedir. Anne  ölümlerinin  büyük  çoğunlu‐ğunun önlenebilir olmasına rağmen, eğer hâlâ daha Almanlar‐la misafir  işçi ailelerindeki kadınlar arasında, önemli  farklılık‐lar kendini gösterebiliyorsa, sağlık hizmetlerindeki eşitsizlikler ve  adaletsizlikler  görmezden  gelinmemelidir.  Türkiye  asıllı göçmen kadınlarda 1990’lı yılların ortalarında bu oran Alman kadınlarla karşılaştırıldığında 1,5 kat fazlaydı. Sonrasında fark azalma  gösterse  de  bu  alanda  sorunların  tamamıyla  çö‐zül(e)mediği ortadadır6. 

Bir diğer dikkat çeken olgu ise göçmenlerin diğerlerine na‐zaran hastanelerin acil servis birimlerini daha fazla kullanmakta olmalarıdır. Bu, onların Alman sağlık sistemi içerisindeki düzen‐li ve mevcut  hizmetlerden  yeterli  ölçüde haberdar  olmamaları şeklinde yorumlanmaktadır (Knipper ve Bilgin 2009). 

Yapılan  araştırmaların  sonuçlarına göre,  1980’li yıllardan itibaren Almanya’da yaşayan Türk asıllı halkta yerel halka na‐zaran  erkeklerde  kalp‐damar  hastalıkları  teşhisi  daha  sık  ve daha  erken  konulmaktadır.  Türkiye  göçmenlerinin  kalp  krizi geçirme yaşları diğerlerine oranla çok daha erken – ortalama 10 yaş daha erken – olmaktadır. Bu, patolojik kolesterin oranlarına 

6   <http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423>  ve 

Razum ve Spallek, 2009, 

97

ve  daha  fazla  sigara  içmeye  bağlanmaktadır. Kadın  göçmen‐lerde dikkat  çeken  bir  olgu  ise  onların diyabet/şeker  (diabetis mellitus) oranlarının Alman hemcinslerine nazaran daha yük‐sek olmasıdır. Sebep olarak ise (ağır kalorili) beslenme değişik‐liklerine gitme  (Akdeniz mutfağından uzaklaşma) ve hareket‐sizlik, spor yapmama gibi nedenler gösterilmektedir  (Knipper ve Bilgin 2009). 

  “Yabancı”dan” “Göçmen”e Geçiş 

“Misafir işçiler”in hâlâ Almanya’da kalmaları sonucunda isim‐lendirmede  değişime  gidilerek  öncesinde  “yabancılar”, 1990’lar sonrasında ise “göçmenler” kavramına geçişle birlikte bu  insanların  “entegrasyonuna”  yönelik  çabalarda da  artışlar görülmüştür. Dil kursları, uyum programları, eğitim destekleri bu dönemde çoğalmış ve artan biçimde göçmenler bunlardan faydalanmıştır. 

Sağlık  konusundaysa  birbiriyle  bağlantılı  üç  alan  dikkat çekicidir.  İlk olarak göçmen hastaların sağlık gereksinimlerine daha  iyi yanıt verebilecek  adımlar  atılmıştır,  örneğin  tıbbi ve hemşirelik eğitiminde kültürel hassasiyet artırıcı yaklaşımların kabulü  ve  uygulanması  ile  çeşitli dillerde  broşürler  hazırlan‐ması gibi dil sorununun çözümüne yönelik çabalar gibi. İkinci olarak  ilk nesil “misafir  işçiler”  artık yaşlanmaktaydı. Ağır  iş ve yaşam koşulları onların sağlık sorunlarının ve ihtiyaçlarının diğerlerine nazaran daha  fazla olduğunu göstermekteydi. Bu‐na karşın sağlık sisteminin bu insanlara yönelik sağlık ihtiyaç‐larına yanıtı yetersiz olmuş ve gecikme ile gelebilmiştir. Aslın‐da  yaşları  ilerledikçe  bu  insanların  emeklilikleri  için  “kendi” ülkelerine “dönecekleri” ya da geleneksel çok nesilli kalabalık aile  ve  evlerde  çocuklarının  onlara  bakabilecekleri  düşünül‐müştü ya da var sayılmıştı. Fakat birçoğunun artık memleket‐

98 

lerinde  kökleri,  tanıdıkları  kalmamıştı,  çocukları Almanya’da evlenmişti,  artık  “kalıcıydılar”,  fakat  aynı  zamanda  da  yeni ülkelerinde  de  temelleri,  dayanakları  yeterli  değildi. Üçüncü olarak artan bir şekilde başka ülkelerden gelen sağlık uzmanla‐rıyla  birlikte  daha  çok  dilli  hastane,  muayene  vs.  ortamları oluşabilmiş, dil sorunlarının azaltılmasına yönelik çabalar yo‐ğunlaştırılabilmiştir (Castañeda, 2011). 

Ailenin  yaşam  biçimi,  sosyo‐ekonomik  statüsü  ve  olası genetik  etkenler  çeşitli  rahatsızlıkların  ve  risk  faktörlerinin oluşmasını  ve  sıklığını  belirlemektedir.  Sağlık  hizmetlerinin varlığı (ya da yokluğu) ve bu hizmetlere erişimin yanı sıra ön‐leyici  tedbirler  (preventive measures) de önemli  rol oynamakta‐dır. Pediatri ve çocuk sağlığı açısından dikkat çeken bir sonuç‐sa, Robert Koch Enstitüsü’nün  2003‐2006 dönemini  kapsayan geniş  çaplı Çocuk ve Gençlik Sağlık Araştırması’nın,  (Robert‐Koch‐Institut:  Kinder‐  und  Jugendgesundheitssurvey)  göçmen asıllı çocuk ve gençlerde atopik (alerjen maddelerle, toz, polen gibi)  temaslarda klinik  semptomların  (bronşal  astım,  alerjiler, ürtiker, ekzema gibi) oluşması ve bu maddelere aşırı duyarlı‐lıktan  kaynaklanan  rahatsızlık  teşhisinin,  göçmen  arka  plana sahip olmayan çocuk ve gençlere nazaran daha az konulması‐dır (yabancı asıllılarda yüzde 17,7; diğerlerinde yüzde 23,9, yaş aralığı:  0‐17).  Öte  yandan  göçmen  köklere  sahip  çocuklarda beslenme  sorunlarına  ve  hareketsizliğe  dayalı  olarak  gelişen aşırı  kiloya/obeziteye  göçmen  asıllı  olmayanlara  kıyasla daha sık rastlanmaktadır (yüzde 19,5’e karşın yüzde 14,1, yaş aralığı: 3‐17)  (Razum  ve  Spallek,  2009).  Yapılan  araştırmalara  göre göçmen asıllı ailelerin difteri ve  tetanos’a karşı 11‐17 yaş arası çocuklarını aşılatma oranları göçmen asıllı olmayanlara oranla daha düşüktür. Benzer bir şekilde bebek ve çocuklarda gerekli olan erken çocukluk dönemi muayenelerine katılım oranları da 

99

daha azdır. Bu çocukların yüzde 14’ünün, Alman çocuklarının ise  yüzde  2’sinin  bu  tür  önleyici  muayenelere  getirilmediği tespit edilmiştir (Knipper ve Bilgin 2009). 

 Göçmen  asıllı  çocuklar  için  kansızlık  (anemi),  tüberküloz, dişlerde  çürük  (carie),  kazalar  sonucu  yaralanmalar  (örneğin kask, dizlik, bileklik gibi önleyici nesnelerin daha az kullanılma‐sı sonucu) gibi alanlarda göçmen asıllı olmayan çocuklara oranla daha çok vakalar tespit edilmiştir ( Knipper ve Bilgin 2009.) 

Dil  sorununa  dönecek  olursak,  iletişim  engellerinin  hâlâ sorun  teşkil ettiğini  ifade  etmek gerekmektedir. Bu bağlamda diğer Alman hastaların dil konusunda sorun yaşayan göçmen‐lere yönelik olası hoşgörüsüz ve sabırsız tavırlarının bu insan‐ların sağlık durumlarının daha  iyi hale gelmesine katkı sağla‐madığı barizdir. Dil sorununun özellikle de hastane ve muaye‐ne ortamlarındaki mevcut zaman kısıtları ve/veya doktorların ve diğer  sağlık personelinin  göçmenlerin  bazı  kültürel uygu‐lamalarını anla(ya)mamalarının, bu insanların sağlık hizmetle‐rinden yeterli ve uygun biçimde yararlanmalarının önünde bir engel olduğu kesindir. Göçmenler  sağlık personeli  tarafından sıkça “problemli hastalar”‐“Problem‐Patienten” olarak  tanımla‐nabilmekte ve bunun sonucunda ayrımcı, dışlayıcı muameley‐le, duygusal olarak çok mesafeli ve soğuk davranışlarla, hasta‐lıklarına ve hassasiyetlerine duyarsız  tutumlarla karşı karşıya kalabilmektedir. Buna dair bir örnek, göçmen asıllı  insanların sıkça hastane ortamlarında aynı odalara yerleştirilerek burada gettolaşmanın uygulanmasıdır (Castañeda, 2011). 

Öte yandan, muayene ve hastane ortamlarında iletişim ek‐sikliklerinin ve  işbirliği  konusunda  sorunların  yaşanabilmesi‐nin altında yatan sebepler de iyi okunmalıdır. İdari yönergeler‐le  yönetilen/yönetilmek  durumunda  olan,  zaman  kısıtları  so‐run teşkil eden ve insana “organ” olarak bakabilen bir anlayış‐

100 

tan yola  çıkan bir hastane ortamında bu  sorunların yaşanma‐masını düşünmek mümkün değildir. Bu sorunlar doğal olarak göçmen  kökenli  olmayan  insanlar  için  de  aynen  geçerlidir. Göçmenlerdeyse  ilaveten  dil  sorunları, Alman  sağlık  sistemi konusunda yetersiz bilgi sahibi olma, dışlanma korkuları, top‐lumsal güvensizlikler ve  sağlık  çalışanları  tarafından kültürel klişelerle  ve  önyargılarla  karşılaşmak  durumunda  kal‐mak/kalabilmek gelmektedir ( Knipper ve Bilgin 2009). 

 İncinebilir Gruplar 

Göçmen asıllı nüfusun içinde daha fazla risk ve zorluk altında olan dört incinebilir (vulnerable) gruba özel vurgu yapılmalıdır (Robert Koch Institut, 2008). Öncelikli olarak çocuklar ve genç‐ler  eğitimleri  konusunda  Alman  yaşıtlarıyla  karşılaştırılınca daha  büyük  zorluklar  çekmekte,  daha  az  eğitim  almakta  ve sıkça da diploma ya da meslek sahibi olamamaktadırlar. Eksik alınan  eğitimin  sunucunda  geleceğe  yönelik  beklentiler  ve umutlar da sınırlanmaktadır. Dezavantajlı ve mağdur toplum‐sal statülerinden kaynaklanan çeşitli sağlık riskleri ortaya çıka‐bilmekte  ve  sonuçta  sağlık  sorunlarıyla mücadele  etmek  du‐rumunda kalabilmektedirler. Burada unutulmaması gereken ve bu gençlerin göğüslemesi gereken bir ilave sorunsa, ailelerinde bulunabilen  geleneksel, muhafazakar  düşünme  ve  davranma biçimleri ile yaşadıkları toplumun paylaştığı değerler ve norm‐lar arasındaki olası çelişkidir. 

İkinci ve artan biçimde  sorunları göze çarpan bir grupsa yaşları  artık  ilerlemiş  olan  ilk  nesil  göçmenleridir.  Çoğu  ilk başta  göç  ettikleri  ülkede  kalmayı  tasarlamamışlardır.  Sağlık durumları, hayatları boyunca zor koşullar altında çalıştıkların‐dan  ve  yaşadıklarından  dolayı  oldukça  kötü  olabilmekte  ve ciddi  sağlık bakımına  ihtiyaç duyabilmektedirler. Almanya’da 

101

yaşlanmak onlar  için ailevi, psiko‐sosyal ve ekonomik  sıkıntı‐larla bağlantılı olabilmektedir. 

Bir diğer  incinebilir göçmen grubu  ise kadınlar  teşkil  et‐mektedirler. Kadınlar, sağlığa etkileri son derece olumsuz olan çoklu baskılar ve zorluklarla baş etmek zorunda bırakılmakta‐dır. Mesleki sıkıntılar, yorgunluklar  (ya da  işsizlik gibi sorun‐lar) ve ailenin  ihtiyaçları, taleplerinin yanısıra “farklı” bir kül‐türde  yaşamanın  getirdiği  zorluklar  ortadadır.  Bu  kadınların kendi sağlıklarıyla ilgili memnuniyetleri, yaşları ilerledikçe çok azalmaktadır. 

Son olarak, en zor durumda olan grupsa, yasal oturma iz‐nine  sahip olmayan, dolayısıyla yasal  açıdan güvence  altında olmayan  insanlardır. Yasa dışı çalışma koşulları adeta sömürü düzeyinde ve çok zor olmaktadır. Bu kişilerin sağlık sigortaları bulunmamaktadır. Dolayısıyla ciddi sağlık problemleri sonucu tedavi  görmek  durumunda  kalırlarsa Almanya’dan  sınır  dışı edilebilmektedirler. 

 Olumlu/Başarılı Örnekler 

“Migrant‐friendly  hospitals”  –  Göçmen  dostu  hastaneler  adı altında Avrupa  Birliği  destekli  bir  proje  kapsamında  12 AB üyesi  ülkedeki  çeşitli  hastaneler,  bir  koordinatör  olarak  bir bilimsel enstitü, uzmanlar, uluslararası örgütler ve çeşitli bilgi ağları bir araya getirilerek göçmenlere uygun, onların  ihtiyaç‐larını  dikkate  alan  ve  başka  hastaneleri  de  artan  bilgi  biriki‐minden  faydalandıran  çalışmalar  gerçekleştirmişlerdir.  09‐11 Aralık  2004  tarihli  sonuç  belgesi  ve  öneri  listesi  niteliğindeki Amsterdam Deklarasyonu’nda öncelikli olarak  etnik, kültürel ve toplumsal “farklılıkları” sonucu çok fazla incinebilir olan bir grup  olarak  göçmenlerin  hastane  hizmetleri  bağlamındaki ihtiyaçlarını daha  fazla dikkate alan hizmetlerin verilmesi ge‐

102 

rekliliği belirtilmiş ve bu Deklarasyon bundan sonraki hastane hizmetleri  için yön gösterici ve belirleyici olmuştur7. ve buna benzer web sayfalarında Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli insanlar için sağlık konusunda çeşitli bilgilendirmeler, adresler, vs. bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli sağlık konularını içeren Türk‐çe broşürlere de erişim mümkündür.8  

 Önleyici Çalışmalar 

 “Önlem  tedaviden  daha  iyidir  (ve  daha  ucuzdur)!” (“Prevention  is  better  (and  cheaper)  than  cure!”9. Bu basit gerçek birçok alanda geçerli olduğu gibi özellikle de tıp ve sağlık ala‐nında da dikkate alınmalıdır. Aşılama ve kontrol amaçlı mua‐yeneler gibi hizmetlerden Türkiye kökenli göçmenlerin Alman‐lara nazaran daha az  faydalandığı daha önce  ifade edilmiştir. Önlem  çalışmalarından  yararlanılmasının  önünde  iki  engel görülmektedir.  Bir  taraftan  göçmen  nüfusunun  daha  farklı olabilecek sağlık sorunları, sağlığa yönelik  ihtiyaçları ve sağlı‐ğa/sağlıklı  yaşama  genel  bakışları  görülmelidir.  Öte  yandan bazı önleyici  tedbirlere göçmenlerin erişmesinin çok da kolay olmadığı dikkat çekmektedir. Bu bireysel düzeyde dil sorunla‐rından  kaynaklanacağı  gibi  önleyici  tedbirlerden  haberdar ol(a)mamalarından  da  kaynaklanabilmektedir.  Kurumsal  dü‐zeydeyse  son  derece  heterojen  bir  grup  olan  ve  farklı  farklı ihtiyaçları olan göçmen nüfusa yönelik uygun önleyici çalışma‐ları  hazırlayıp  uygulamaya  koymakta  zorlanan  Almanya’yı görmek gerekmektedir. Aslında mevcut olan sisteme heterojen 

7  <http://www.mfh‐eu.net/public/home.htm>  ve  <http://www.mfh‐

eu.net/public/european_recommendations.htm> 8   <http://www.medknowledge.de/migration/migration‐tuerkei.htm>  9   <http://wellbeingandhealth.net/general‐health/prevention‐is‐better‐than‐

cure‐and‐cheaper/>  

103

göçmen  nüfusunu  daha  çok  dahil  ederek,  onları  hedef  gru‐bu/grupları olarak görerek, onlara yönelik çalışmaları güçlen‐direrek önlemleri artırmak mümkün olabilecektir. Bu bağlam‐da bilgilendirici materyalin daha fazla oranda Almanca dışında çok  konuşulan  dillere  çevrilmesi,  gerektiği  ölçüde  kültürel hassasiyetleri dikkate alan çalışmaların ve çevirilerin yapılması önem taşıyacaktır. Önleyici tedbirlerin önceliği, göçmen erkek‐ler  arasında yüksek  sigara  içme gibi, mevcut  risk oranlarının düşürülmesine  yönelik  çabaların  sarf  edilmesi  yönündedir (Razum ve Spallek, 2009). 

Bunun yanısıra çeşitli hastanelerin başlatmış oldukları ter‐cüme hizmetlerinin daha yaygın ve olağan hale getirilmesi de önem  taşımaktadır.  Ve  tabii  belki  de  en  önemlisi  daha  çok göçmen  kökenlere  sahip  sağlık personelinin her  alanda  çalış‐ması, kariyerlerinde yükselmeleri ve karar alıcı mercilere gel‐meleri de göçmenlerin  sağlık  sorunlarının  azaltılmasına katkı sağlayabilecektir. 

Sağlık hizmetleri herkes için anlaşılabilir ve kabul edilebi‐lir olmalıdır. Bu özellikle de sağlıkla  ilgili aydınlatıcı ve bilgi‐lendirici materyal  ve  önleyici  tedbirler  için  geçerlidir. Kronik hastalar  için  bu  daha  da  elzemdir,  çünkü  onların  tedavileri uzun zamana yayılmaktadır ve üstelik yaşamlarını da sürdürü‐lebilir biçimde değiştirmeleri gerekmektedir, doğal olarak ye‐terli  ve  uygun  anlatımlar  sayesinde  uyum  (compliance)  sağla‐maları garanti edilmelidir (Knipper ve Bilgin, 2009).  

Göçmen kökenlere sahip  insanların sorunsuz ve çatışma‐sız  biçimde  entegrasyonlarının  sağlanması  için  siyasi  ve  top‐lumsal bağlamda tüm gereken koşulların sağlanması tıbbi açı‐dan  da  önem  taşımaktadır.  Bu  bağlamda  çok  dilliliğin  başta okullar ve iş ortamları olmak üzere her ortamda desteklenmesi ve  ulus‐aşan  ya  da  çok  uluslu  kimliklerin  geliştirilmesi  çok 

104 

anlamlı olur. Burada göçmenlerin sağlık durumlarını  iyileştir‐mek amacıyla sadece sağlık personeli değil, sağlık hizmetleri‐nin sunulması ve sağlanmasında payı olan herkes ve her birim – resmi daireler, yönetim, sağlık sigortaları, vs. katkılarını sağ‐lamak durumundadır (Knipper ve Bilgin, 2009). 

 Değerlendirme Yerine 

Almanya’da diğer Avrupa ülkelerine  benzer  bir  şekilde  yaşa‐nan “yabancı” düşmanlığı, aşırı sağın yükselişi, milliyetçi söy‐lemin  çoğalması  (hatta  muteber  sayılabilmesi)  ve İslamofobi’nin  artması  sonucu,  bu  ülkede  yıllardır  yaşayan, tüm  ömürlerini  orada  geçirmiş  olan  ve  hatta  orada  doğmuş, evlenmiş,  çoluk  çocuk  sahibi  olmuş  insanların  halen dışlana‐bilmesi olağan ve kabul edilebilir bir durum değildir. 

Bu durum ayrıca, büyük bir kısmının yaşamakta olduğu olumsuz sosyo‐ekonomik koşullar da eklendiğinde göçmenle‐rin, hakları olan sağlık hizmetlerinden yeterli oranda  faydala‐namamaları sonucunu da beraberinde getirmektedir. Zira sağ‐lık  sadece  sağlık değildir, hiçbir zaman. Sağlık aynı zamanda ekonomik bir olgudur. Sağlık sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun,  sosyal  devlet  olgusu  ne  kadar  ilerlemiş  olursa  olsun, sağlık  hizmetlerinden  yararlanmak  belli  bir  kaynak  gerektir‐mektedir – ki Almanya’da, tıpkı bazı diğer ülkelerde de olduğu gibi sosyal devletin zaman içinde daha geriye itildiği, daha çok piyasa  koşullarına  geçildiği,  daha  çok  neoliberal  bir  sisteme doğru gidildiği de bariz bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla sosyo‐ekonomik açıdan zor koşullar altında yaşayan insanların –  göçmen  asıllı  olsun  ya  da  olmasın  –  sağlık  hizmetlerinden yararlanmaları daha zordur.  

Ayrıca  ekonomik  sıkıntılar  nedeniyle  sağlıklı  yaşam  için elzem  olan  sağlıklı  beslenme,  sağlıklı  ev  ortamları,  sağlıklı 

105

yaşam biçimi (spor yapma, yüzme, vs.) gibi olmazsa olmazları gerçekleştirmek de her birinin maliyetli olması nedeniyle kolay olmamaktadır. Bundan dolayıdır ki göç ve  sağlık bağlamında ilk  ve  en  temel  olarak  insanların  sosyo‐ekonomik  koşulları geliştirilmelidir.  Sonrasında dil  sorununun  önündeki  engeller en aza  indirilmelidir. Bazı basit ama etkili yöntemlerle, proje‐lerle ve çalışmalarla “göç hasta eder”den, “göç sağlığa  iyi ge‐lir” konumuna gelmek mümkündür. 

                       

106 

Kaynakça 

Carballo, Manuel & Divino, Jose Julio & Zeric, Damir: “Migration and health  in  the European Union”, Tropical Medicine & Inter‐national Health, Volume 3, Issue 12, December 1998. 

Castañeda, Heide:  ““Over‐Foreignization” or  “Unused Potential”? A critical  review of migrant health  in Germany and  responses towards  unauthorized migration”,  Social  Science & Medi‐cine, 2011 

http://personalispolitical.tripod.com/  http://wellbeingandhealth.net/general‐health/prevention‐is‐better‐

than‐cure‐and‐cheaper/  http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423  http://www.aerzteblatt.de/v4/archiv/artikeldruck.asp?id=62423  http://www.destatis.de/jetspeed/portal/cms/Sites/destatis/Internet/DE/

Presse/pm/2010/07/PD10__248__122,templateIdrender‐Print.psml Statistisches Bundesamt: Pressemitteilung Nr. 248, 14.07.2010 

http://www.gridergi.com/harikasozler/saglik.htm  http://www.medknowledge.de/migration/migration‐tuerkei.htm  http://www.mfh‐eu.net/public/european_recommendations.htm http://www.mfh‐eu.net/public/home.htm  http://www.seslisozluk.com/search/political+correctness http://www.who.int/suggestions/faq/en/    Preamble  to  the  Constitu‐

tion  of  the World Health Organization  as  adopted by  the International Health Conference, New York, 19 June ‐ 22 Ju‐ly 1946 

Huismann,  Adrienne  & Weilandt,  Caren  &  Geiger,  Andreas  (Ed.): “Migration and Health in Germany”. In Country Reports on Migration and Health in Europe, Wissenschaftliches Institut der Ärzte Deutschlands, Bonn, 1997. 

Ibrahim,  Maggie:  “The  Securitization  of  Migration:  A  Racial  Dis‐course”, International Migration, Vol. 43, Nr. 5, 2000 

Knipper, Michael & Bilgin, Yaşar: Migration und Gesundheit, Konrad Adenauer Stiftung, 2009 

107

Macionis, John J. & Plummer, Ken: Sociology. A Global Introduction, Third Edition, 2005, Pearson, Prentice Hall. 

Razum,  Oliver  &  Sahin‐Hodoglugil,  Nuriye  N.  &  Polit,  Karin: “Health, Wealth or Family Ties? Why Turkish Work Migrants Return  from  Germany”,  Journal  of  Ethnic  and Migration Studies, Vol. 31, No. 4, July 2005 

Razum,  Oliver  &  Spallek,  Jacob:  “How  Healthy  are  Migrants? Findings  and  Implications  Drawn  from  the  Study  of Immigrants to Germany”, Focus Migration, Policy Brief, No. 12, April 2009 

Robert  Koch  Institut.  Statistisches  Bundesamt:  Migration  und Gesundheit.  Schwerpunktbericht  der  Gesundheits‐berichterstattung des Bundes, 2008 

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

109

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uygulamalar 

 

 

 

 

111

   

Kadın Sığınmacılar: Uluslararası Göçün Sessiz Tanıkları 

Yeliz KÖMÜRCÜ, Rabia ÖZSOY ve  Arzu ÇOBANOĞLU 

 Giriş 

Zorunlu  göç  kategorisinde  değerlendirilen  mültecilik  ve  sı‐ğınmacılık,  çeşitli  nedenlerle  insanları, ülkelerinde  baskı  gör‐meleri nedeniyle ülkeyi  terk etmek zorunda bırakan bir olgu‐dur.  “SIĞINMACI” ve  “MÜLTECİ”  sözcükleri  aynı  anlamda‐dır. Biri Türkçe, biri Arapça sözcük olup, her  ikisi de “sığınan kişi” demektir. Türkiye, 1951 tarihli “Mültecilerin Hukuki Du‐rumuna  İlişkin  Cenevre  Sözleşmesi1”nde  geçen mülteci  tanı‐mını coğrafi çekince ile imzalamış ve kendi göç ve iltica düzen‐lemelerini  1994  tarihli  İltica  Yönetmeliğine2  göre  yürütmeyi seçmiştir.  Buna  göre  Türkiye’ye  Avrupa  ülkelerinden  gelen kişiler  “mülteci” olarak  tanınırken, Avrupa dışındaki ülkeler‐den (Ortadoğu, Afrika) gelenler “sığınmacı” olarak kabul gör‐mektedirler.  Birleşmiş Milletler Mülteciler  Yüksek Komiserli‐

1   Bunun için bkz.: 

<http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179‐199.pdf> 2   1994  yılında  İçişleri  Bakanlığı  tarafından  yapılan  Yönetmelik  için  bkz.: 

<http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod= 3.5.946169&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=iltica eden> 

112 

ğiʹnin Nisan 2009 verilerine göre ülkemizde toplam 18 bin mül‐teci  ve  sığınmacı  bulunmaktadır.  Bunların  45  tanesi mülteci statüsünü  almıştır.  6897  sığınmacıdan  2805ʹini  kadınlar  oluş‐turmaktadır. Ülkemize geldikten sonra Birleşmiş Milletler Mül‐teciler Yüksek Komiserliği  (BMMYK) Ofisi’ne ya da herhangi bir Emniyet Müdürlüğü Pasaport ve Yabancılar Şubesine gide‐rek mülakat  veren  sığınmacıların mülakat  formu,  İçişleri  Ba‐kanlığı’na gönderilir. Bu kişiler Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir  birimi  olan  Yabancılar Hudut  İltica Dairesi  tarafından  32 uydu  şehirden  birine  gönderilirler.  Bu  şehirler  içinde  Ispar‐ta’nın da olması ve  Isparta’daki kadın  sığınmacıların bir  süre önce görsel ve yazılı basında çeşitli haberlerinin çıkmış olması bizi, uluslararası göçün, kadınları ne derece  etkilediğini araş‐tırmaya yöneltmiştir.  

Ayrıca  2012  yılında  yürürlüğe  girmesi  planlanan  yeni “Göç  ve  İltica  Yasası”na  göre,  uydu  kentlerin  sayısının  51’e çıkacak olması, buna bağlı olarak da Türkiye’deki sığınmacı ve mülteci sayısının artacak olması bize bu gerçekliği görmezden gelmememiz gerektiğini düşündürmüştür. 

 Yöntem 

Uluslararası  göçün  kadın  sığınmacıların  üzerindeki  etkisini tespit etmek amacıyla yapılan bu araştırmanın modeli, tarama modelinde betimsel nitelikli bir çalışmadır. Araştırmanın evre‐nini  Isparta  il merkezinde  bulunan  sığınmacı  kadınlar  oluş‐turmaktadır.  Araştırmanın  örneklemi,  Isparta  Valiliği  Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı,   Isparta  İl Emniyet Müdür‐lüğü Pasaport ve Yabancılar Şubesi,  İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü  ile görüşmeler sonucunda  toplanan bilgiler doğrultusunda oluşturulmuştur. Buna göre,  Isparta  ilinde ya‐şamını sürdüren 83 kadın sığınmacı arasından rastgele örnek‐

113

leme  yöntemiyle  belirlenen  48  sığınmacı  araştırma  için  seçil‐miştir. Araştırma verilerinin elde edilmesinde 24 sorudan olu‐şan bir soru listesi3 kullanılmış ve her bir katılımcıyla yüz yüze görüşme yapılarak veriler toplanmıştır. Katılımcıların sorunla‐rını  daha  iyi  yorumlayabilmek  için  aralarından  7  sığınmacı kadın  ile  derinlemesine  görüşme  yapılmış  ve  bu  görüşmeler metamorfik inceleme tekniği ile yorumlanmıştır. 

 Bulgular ve Tartışma 

Araştırmaya dâhil edilen örneklemin genel özellikleri aşağıda sunulmuştur.  

 Tablo 1: Görüşülen kadınların uyruğu 

Uyruğu  n  % 

Somali  46  95,8 

Sudan  2  4,2 

 Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırmaya dâhil edilen kadın‐

ların çoğu (%95,8’i) yani toplam 46’sı Somali uyrukludur.   

Tablo 2: Görüşülen kadınların uyruğu 

Medeni Durumu  n  % 

Evli  30  62,5 

Bekar  18  37,5 

3   Soru listesi için bkz. Ek: Görüşme Soruları 

114 

Tablo 2’ye göre, araştırmaya katılan 30 (% 62,5) kadın evli, 18 (%37,5) kadın ise bekârdır.  

 Tablo 3: Görüşülen kadınların yaş dağılımı 

Yaş  n  % 14‐24  19  39,58 25‐34  14  29,166 35‐44  11  23 45 ve üzeri  4  8,32  Tablo 3’te görüldüğü gibi araştırmaya dahil edilen kadın‐

ların  %29.2’si  25‐34  yaş  arasında,  %23’ü  35‐44  yaş  arasında %8.32’side 45 yaş ve üzeridir.  

 Tablo 4: Kadınların eğitim düzeyi 

Eğitim Düzeyi  n  % 

Hiç  26  54,16 

İlköğretim  14  29,16 

Lise  6  12,5 

Üniversite  2  4,16 

 Tablo  4  incelendiğinde,  kadınların %54,2’sinin  okuryazar 

olmadığı,  %29,2’sinin  ise  ilköğretim,  %12,5’inin  lise  ve %4,2’sinin de Üniversite mezunu olduğu görülmektedir. 

   

115

Tablo 5: Türkçe kursuna katılma oranı 

  n  % Giden  31  64,5 Gitmeyen  17  35,5  Tablo 5’e bakılarak sığınmacı kadınların yarısından  fazla‐

sının  Türkçe  kursuna  gittiği  görülmektedir. Ancak  katılımcı‐lardan edinilen bilgilere göre Türkçe dil kursunun kısa  süreli olmasından dolayı  çok verimli olamadığı yönünde geri bildi‐rimler alınmıştır. 

 Tablo 6: Görüşülen kadınların uyum sorunu 

  n  % 

Çekenler  40  83,4 

Çekmeyenler  8  16,6 

 Tablo 6’da görüldüğü gibi, araştırmaya katılan kadınların 

yaklaşık %85’nin bulundukları çevreye uyum sağlama ve sos‐yal ilişki kurma konusunda sorun yaşadıklarını belirtmişler. 

Sığınmacıların Türkiye’de kaldıkları süre boyunca kişi ba‐şı aylık 138 TL  ikamet harcı ödeme zorunluluğu bulunmakta‐dır. Aşağıdaki  tabloda  bu harcı  ödeme durumuna göre dağı‐lımlar verilmiştir.  

 Tablo 7: İkamet harcı ödeme durumu 

  n  % Ödeyenler   31  64,5 Ödemeyenler  17  35,5   

116 

Yukarıda  görüldüğü  gibi  sığınmacı  kadınların %36’sının ikamet  harcını  ödemede  sorun  yaşadıkları  görülmektedir. BMMYK  tarafından  sığınmacılara  ödenen  kişi  başı  aylık  102 TL’lik  yardımın  ikamet  harcını  karşılamakta  yetersiz  kaldığı örneklem grubu tarafından ifade edilmiştir. 

 Tablo 8: Sığınmacıların sağlık hizmeti alırken kullandıkları 

 iletişim kurma yöntemine göre dağılımı 

  Kişi sayısı   Yüzde Tercüman  39  %81,25 Kendisi  9  %18,75  Tablo  8’de  görüldüğü  gibi,  sığınmacı  kadınların %81,3’ü 

bulundukları  toplumun  dilini  bilmediğinden  diğer  hizmet alanlarında olduğu gibi sağlık hizmetlerinden de yararlanırken ancak tercüman aracılığı ile iletişim kurabilmektedir.  

Yapılan görüşme sonucunda katılımcıların %100’ünün ül‐kelerindeki savaştan dolayı Türkiye’ye göç etmiş oldukları ve hepsinin  halen  iltica  başvuru  görüşmelerinin  devam  etmekte olduğu belirlenmiştir.  

Yedi sığınmacı kadın ile yapılan derinlemesine görüşmele‐rin metamorfik  inceleme  tekniği  ile  yapılan  yorumları  ve  en çarpıcı olan cümleleri aşağıdaki tablolarda sunulmuştur  

        

117

Tablo 9: Çaresizlik Hissi 

GÖRÜŞME  CÜMLE/CÜMLELER  YORUM VE AÇIKLAMA 

Babam  Konselette  İran’da çalışıyordu. Babamı  orada öldüreceklerdi.  Biz  de kaçırdık. 

Karşılaştığı  risk  duru‐munda  kaçmaktan  başka çare bulamama. 

2. şahıs 

Askerler  evi  tararken  biz masa  arkasına  saklanıyor‐duk. 

Güçlünün  karşısında güçsüzün yenilgisi. 

Komşumuz  bana,  senin anne  baba  öldü  dedi. Gel benimle  kal  sen  dedi. Komşumun  yanında  kal‐dım. 

Belirsizlik  sonucu  ne yapacağını  bilememe.  Ve bunu  istemsiz  olarak kabul etme. 3. 

şahıs 

Kader  yazdı.  Biz  Türki‐ye’ye gelmek. 

Olay  karşısında  kendisi‐nin karar verememesi. 

Sonra  geldi  ben  buraya. Manyak olcam düşünmek‐ten. 

Düşüncelerine bir  çözüm önerisi  aramış  ama  çö‐züm bulamamış. 

5. şahıs 

Burada  hayat  zor  oluyor. İnsanlar  iyi  davranıyor. Ama  annemle  konuşamı‐yorum. Nerde bilmiyorum da. 

Anne şefkatini arama. 

6. şahıs 

Askerler eve geliyor. Para, altın  eşyaları  alıyor.  Karşı çıktığımızda  bizi  öldürü‐yorlardı. 

Güçlünün  karşısında hiçbir şey yapamama. 

7. şahıs 

Hep  evdeydim.  Dışarı çıkamıyordum.  Savaştan hep kaçıyorduk. 

Savaşın  getirdiği  zorlu şartlara uyum. 

118 

Tablo 10: Geride Bırakılanlar  

GÖRÜŞME  CÜMLE/CÜMLELER  YORUM VE AÇIKLAMA 

1. şahıs 

Önceden  hükümet vardı.  İsteyen  askere gidiyor  istemeyen gitmiyordu.  Ama şimdi  karar  yok. Herkes  gitmek  zo‐runda. 

Hükümetin yıkılması, halkın kararlarının  önemsenmeme‐si.  Özgürce  karar  vermenin geçmişte kalması. 

3. şahıs 

Savaştan  önce  çok güzel  hayat  yaşıyor‐dum.  Kocamın  ara‐bası  vardı.  Evimiz vardı. 

Yaşanan güzel günlerin sona ermesi. 

5. Şahıs 

Benim  arkadaş  var. Ben  mektebe  gidi‐yorduk. 

Arkadaşları  geride  kaldı. Eğitim hayatına son verdi. 

Sizler  gibi  biz  de dışarı  çıkıyor,  arka‐daşlarla  geziyorduk, mektebe  gidiyorduk. Hayat  çok  güzeldi. Sinemaya  gidiyor‐duk. 

Önceki  yaşama  duyulan özlem. 

6. şahıs 

Hükümet olduğunda ne  istersek onu yapı‐yorduk. Onu  oluyor‐duk.  Avukat  falan istesek oluyorduk. 

Düzenli  bir  toplumsal  yaşa‐mın getirdikleri. 

Somali’de  doktor‐dum  .İyi  bir  doktor‐dum. En güzel mem‐leketti  Somali  harp başlamadan. 

Geride  bırakılan  lüks  yaşa‐ma özlem. 7. 

şahıs 

Ev  kendimizindi, kira  değildi.  Devlet hastanesinde  çalışı‐

Eskiye ve düzenli bir hayata özlem… 

119

  

Tablo 11. Yoksunluk Söylemi  

GÖRÜŞME  CÜMLE/CÜMLELER  YORUM VE AÇIKLAMA 

Gemiye  çok  para  ver‐medim.  Bende  para yoktu.  Gemide  yemek vermediler  bana.  So‐mali’den  hurma  ve ekmek almıştım onun‐la idare ettim. 

Umutları katık etmek. 

3. Şahıs 

Kocamın  işi yok. Kira‐yı  Vali  veriyor.  Sosyal Yardımlaşma  eve  ara‐bayla yemek getiriyor. 

Düzenli  ve  sürekli  gelire duyulan ihtiyaç. 

Somali’  de  kalan  ço‐cuklara  kardeşim bakıyor. Onları buraya getirmek  istiyor  ama çok  para  istiyorlar. Bende de para yok. 

Maddi  olanaksızlıklar  bir aileyi  böyle  paramparça ediyor. 4. 

Şahıs 

Sende  para  var  mı dedi  mafya.  Yok  de‐yince  babayı  öldürdü‐ler. 

Parasızlığın getirdikleri… 

yordum.  Kocam mühendisti.  Ben 1500$  alıyordum aylık. Somali’de  çok  iyi komşuluk  vardı. Hükümet vardı. Sizin komşuluklardan daha iyiydi. 

Sırtını  dayayacak  kimsenin olmamasından yakınma. 

120 

Afrikalı  askerler  geldi eve  para  istediler. Annem  yok  dedi. Asker  beni  gördü. Evlenmek istedi. 

Savaşın  acı  faturasını ödeyen kadınlar… 

Kardeşlerim  gelemedi. Gemi  çok  pahalı.  An‐nem  para  bir  kişiye yetti. 

Parasızlık  karşısında  bir kadının  çocukları  arasın‐dan  seçim yapmak zorun‐da kalması. 

5. Şahıs 

Benim  ayakkabı  yok. Dışarı  çıkmak  istiyo‐rum  olmuyor.  Arka‐daşla  aynı  ayakkabıyı giyiyorduk.  Arkadaş ayakkabıyı  giydiği zaman  ben  evde  otu‐ruyordum. 

Yoksulluk  ve  yalnızlığa mahkûm edilme… 

7. Şahıs 

Birleşmiş  Milletler, Sosyal Yardımlaşma ve çevredeki  Türkler yardım  ederek  kirayı ödüyoruz.  Burada yaşam zor, iş yok. 

İnsanın  iki  yüzü:  Acıma‐sızlık ve Merhamet 

         

121

Tablo 12. Zorlamanın Dili  

GÖRÜŞME  CÜMLE/CÜMLELER  YORUM VE AÇIKLAMA 

Kızlarda  erkeklerde sünnet  oluyor  bizde. Küçük  yaşta  yapıyor‐lar.  Çünkü  medreseye gittiğimizde  sen  yap‐tırmadın  aaa  ayıp diyorlar. 

Geleneklere  boyun  eğ‐me… 

Bir kıza ayıp olduğun‐da  öğrendiklerinde silah alıyorlar ve o kızı öldürüyorlar.  

Kadın  olmanın  dayanıl‐maz ağırlığı 1. 

Şahıs 

Önceden  büyükler  10, 11,  12 yaşlarında  evle‐niyorlardı.  Kızı  ister‐lerse  hemen  veriyor‐lardı. 

Kadına  tanınmayan  söz hakkı. 

15 yıl önce harp başla‐dı.  Ve  bizim  hayat değişti. 

İnsanların  elinden  kayıp giden hayatlar…. 

15  yaşını  dolduran erkekleri savaşa alıyor‐lardı. 

Savaş  büyük  küçük  din‐lemiyor… 

6. Şahıs 

Somali’de savaş varken evde  yalnız  bir  kız olduğunda  askerler bize ayıp  (tecavüz) bir şey yapıyorlardı. 

Savaşın  kadınlar  üzerin‐deki olumsuz etkileri. 

122 

Nereye  gidiyor  dedi‐ğimizde bin, bin dedi‐ler  biz  de  mecbur bindik. 

Belirsizliğe kaçış… 

7. Şahıs 

Kızlar,  erkek  hemen silah  alıyordu.  Zorun‐luydu  çünkü  eve  giri‐yor evde ne var ne yok alıyorlar.  Karşı  çıkar‐sak öldürüyorlardı.  

Güçlünün  güçsüzler  üze‐rindeki etkisi. 

 Tablo 12. Toplumsal Yaşamdan Dışlanma  

GÖRÜŞME  CÜMLE  /  CÜMLE‐LER 

YORUM VE AÇIKLAMA 

Sünnet  yaptırmak gerekiyor. Yoksa ayıp diye dışlıyorlar. 

İçerisinde  bulunduğu  du‐ruma karşı çaresizlik… 

1. Şahıs 

7  yaşında  namaza başlıyoruz.10  yaşına kadar namaz olmazsa sen  İslam  değil  git diyorlar. Kovuyorlar. 

Dinin yanlış algılanması… 

2. Şahıs 

Onlar  bize  Arap diyorlardı  buradaki‐ler. Siyah olunca. 

Göç sonucu yeni bir ülkede yabancılarla kurulan ilişki. 

5. Şahıs 

Bizim  kimlik  yan tarafta  yabancılar çalışmıyor  yazıyor. Çalış yok. 

Çaresizliğin  yarattığı  öfke‐nin ifadesi… 

123

Yolculuk  çok  kötüy‐dü.  Geminin  en  aşa‐ğısında  yolculuk geçirdik.  Yaklaşık olarak  1  ay  sürdü yolculuk. 

Geminin en altında geldiler. Şimdi  de  toplumun  en aşağısında  gibi  hissediyor‐lar. 

6. Şahıs  İlk  geldiğimde  çok 

zordu.  İnsanlar  hiç görmemiş  gibi  bakı‐yorlardı.  Ama  şimdi öyle  bakmıyorlar. Alıştılar. 

İçinde  bulunduğu  toplum‐sal  konumdan  memnun olmama durumu. 

Kıza  ayıp  (tecavüz) olursa  kız  hep  evde oturuyor. Onla kimse evlenmiyor. 

Toplum  tarafından  dışlan‐ma, yalnızlığa itilme… 

7. Şahıs 

Kız evlenmeden önce erkek  doktora  gide‐mez.  Erkek  doktora gittiği  öğrenilirse  o aile oradan kaçıyor. 

Geleneklerin  kadın  üzerin‐deki baskısı… 

 Sonuçlar ve Tartışma 

Yapılan  görüşmeler  sonucunda  pansiyonda  kalan  sığınmacı kadınlara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı  tarafından öğlen yemek getirildiği ve böylelikle onların yiyecek ihtiyaçla‐rının  karşılandığı  görülmüştür.  Bu  kişilerin  kaldıkları  pansi‐yonlarda mutfak, banyo ve yemekhaneyi ortak olarak kullan‐dıkları  ve  kaldıkları  odalarda  yeterli  ev  eşyalarının  olmadığı yerinde  görülmüştür.  Sığınmacılar,  kendilerine Birleşmiş Mil‐letler  Mülteciler  Yüksek  Komiserliği  tarafından  kişi  başına aylık  102  TL  verildiğini  ve  bu  miktarın  onlara  yetmediğini, çalışma  izinleri  olmadığından  dolayı  çalışamadıklarını,  bu 

124 

yüzden de ekonomik sıkıntı çektiklerini ifade etmişlerdir. Sos‐yal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı’nın da ihtiyaç görüldüğü takdirde maddi olarak yardım ettiği saptanmıştır. Sığınmacıla‐rın okul çağındaki çocuklarının 3 farklı  ilköğretim okuluna ve bir genel liseye devam ettikleri tespit edilmiştir. Isparta Bağlar Mahallesi’nde  kirada  kalmakta  olan  kişiler  ise  ev  kiralarını Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin ödediği paradan ve çevredeki Türklerin yardımlarından karşıladıkları‐nı belirtmişlerdir.  

Ayrıca derinlemesine görüşme sonuçları yorumlandığında aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır: 

1. Kadınların  tamamının,  ülkelerinde  gördükleri  şiddet ve savaştan kaçtıkları, 

2. Ülkelerindeki  geleneklerin  baskısını  hala  üstlerinde hissediyor oldukları, 

3. Kaçış sırasında yaşadıkları  travmatik deneyimlerin et‐kisinde kaldıkları,  

4. Ülkelerine ve arkada bıraktıklarına duydukları özlem‐den dolayı mutsuz oldukları görülmüş, bağlı oldukları aile  hekimleriyle  de  görüşerek  psikolojik  durumları hakkında bilgi alınmıştır. 

5. Bekleme sürecinin sancılı oluşu, 6. Sosyal çevre yoksunluğunun sorunlarını arttırdığı, 7. Türkçeyi  iyi  bilmediklerinden  dolayı  uyum  sorunu 

çektikleri görülmüştür.  

Önerilerimiz ve Katkılarımız 

Sığınmacılara uygulanan prosedüre  göre  bir  sığınmacının ül‐kemizde  2,5‐3  yıl  kalabilmektedir. Ama  Isparta  Sığınmacı  ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği yetkilileri  ile yaptığımız gö‐rüşmeler  sonucunda  bazı  sığınmacıların  8  yıldır  burada  bu‐

125

lunduğu   öğrenilmiştir. Sığınmacıların Türkçeyi öğrenmelerini sağlayabilirsek; hem sosyal  ilişki ağlarını  (komşuluk, arkadaş‐lık gibi) geliştirerek bekleme sürecinin sıkıntılarını hafifletme‐lerine hem de Türk kültürünü gittikleri ülkelerde tanıtmalarına yardımcı olmuş oluruz. Kadınların  çoğunluğunun maddi  im‐kânsızlıklardan,  yaşadıkları  korku  ve  kaygıdan,  Isparta’yı  iyi bilmemelerinden dolayı  evlerinden  çıkmamayı  tercih  ettikleri tespit  edilmiştir. Bu  sorunu  çözebilmek  amacıyla  sığınmacıla‐rın ikamet ettikleri pansiyonda, Türkçe dersi vermek üzere bir öğretmenin görevlendirilmesi için Isparta İli Halk Eğitim Mer‐kezi Müdürlüğü  ile  görüşme  yapılmıştır.  07.03.2011  itibariyle de Türkçe kursu sığınmacı kadınların ikamet ettiği pansiyonun alt katında açılmıştır. 

 

126 

Kaynakça 

Yılmaz, Cevdet,   “Risk Kapıyı Kırınca‐Kentlerde Yoksulluk, Dayanış‐ma, Güven ve Güvenlik”169‐203 

Akkaya,A  .,  (2002)  ,Mülteci Kadınlar ve Sığınmacı Kadınlar, Toplum ve Hukuk Dergisi, 2 (4) 75–83  

Buz, Sema,  (2008). “Türkiye’deki Sığınmacıların Sosyal Profili”, Polis Bilimleri Dergisi, 10 (4), 1–14  

http://www.mülteci.net  http://www.amnesty.org.tr  Mültecilerin  Hukuki  Durumuna  İlişkin  Cenevre  Sözleşmesi, 

<http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179‐199.pdf> 

Türkiyeye İltica Eden Veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Tür‐kiye’den İkamet İzni Talep Esen Münferit Yabancılar İle Top‐luca  Sığınma  Amacıyla  Sınırlarımıza  Gelen  Yabancılara  ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar HakkındaYönetmelik,  

  <http://www.mevzuat.gov.tr/Metin.Aspx?MevzuatKod=3.5.946169&MevzuatIliski=0&sourceXmlSearch=iltica eden>  

 

127

EK: Görüşme Soruları 

 A. Cinsiyeti B. Yaşı: 14‐24 25‐ 34 35‐44 45 ve üzeri C. Medeni Durumu D. Nereli (Uyruğu)  1. Neden Türkiye’ye geldiniz? 2. Hangi yollarla geldiniz? 3. Türkiye’ye gelmeyi kendiniz mi istediniz? 4. Eğitim durumunuz nedir? 5. Hangi dilleri biliyorsunuz? 6. Türkçeyi biliyor musunuz? 7. Türkçe kursuna gittiniz mi? 8. Ailenizin diğer bireyleri nerede? Akrabalarınızla nasıl 

iletişim kuruyorsunuz? 9. Çocuğunuz  var  mı?  Yaşadığınız  yerde  çocuğunuzu 

okula gönderiyor muydunuz?   10. Ekonomik alanda sıkıntı çekiyor musunuz? 11. Çalışıyor musunuz? Çalışmıyorsanız nasıl gelir  sağlı‐

yorsunuz? 12. İkamet  harcını  verdiniz mi? Verdiyseniz  nasıl  verdi‐

niz? 13. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği baş‐

vurunuzu  kabul  etmezse  ne  yapmayı  düşünüyorsu‐nuz? 

14. İltica başvurunuzun görüşülmesi devam ediyor mu? 15. Isparta’daki  diğer  sığınmacılarla  ilişkileriniz  nasıl? 

Birbirinize destek oluyor musunuz? 16. En çok yaşadığınız sorunlar nelerdir? 17. Uyum sorunları yaşıyor musunuz? 

128 

18. Sağlık karneniz var mı? 19. Doktorlara  rahatlıkla  derdinizi  anlatabiliyor  musu‐

nuz? 20. Isparta’daki insanlarla ilişkileriniz nasıl? 21. Boş zamanlarınızda neler yapıyorsunuz? 22. Türk kültürüyle  sizin kültürünüz  (örneğin yemekler) 

benziyor mu? 23. Ülkenizden uzakta olduğunuz için kendinizi nasıl his‐

sediyorsunuz? 24. Türkiye’de kalmak ister misiniz? 

 

 

  

 

 

129

   

Kültürel İşbirliğinde Çok Kültürlülük ve Kültürlerarası İletişim1 

Aziz ZERIA 

Kültür Nedir? 

Kültürü anlamanın ortak yolu, onu nesilden nesile aktarılan ve tarihi,  kurumları, dili, normları ve değerleri  içeren öğelerden oluştuğunu görmek ile mümkündür. Mikel Hogan‐Garcia kül‐türü  ‘‘bir  toplumun/grubun  paylaşılan,  öğrenilen değerler  ve normlar  sistemidir;  bu  toplumun/grubun  yaşam  tasarımı2’’ olarak  tanımlamaktadır.  Geert  Hofstede’ye  göre  kültür,  bu anlamda değerler sistemini içermektedir ve değerler, kültürün yapı  taşları  arasında  yer  almaktadır3.  The  World  English Dictionary, kültürün tanımlarını şu şekilde listelemektedir: 

 1. Ortak gelenekleri olan bir grup  insanın  toplu  eylemi‐

nin  paylaşılan  temelini  oluşturur.  Grup  üyeleri  tara‐

1   İngilizce’den çeviren: Pınar Derya DOĞRUYOL 2   The Four Skills of Cultural Diversity Competence, by Mikel Hogan‐Garcia 3   Hofstede, G.,  1984, Culture’s  Consequences:  International Differences  in 

Work Related Values cited  in Hill, C. W. L., 1999,  International Business, Competing in the Global Marketplace, 3rd edition, Irwin McGraw – Hill, p. 79 – 81 

130 

fından iletilen ve güçlendirilen, miras kalan eylemlerin, inançların, fikirlerin, değerlerin ve bilginin toplamıdır.  

2. Bir  toplum ya da  sınıf  tarafından değer biçilen  sanat, yemek, görgü, kıyafet,  aydınlanma ve gelişim  (sosyal takibin sonucu olarak) vb. gibi sanatsal ve sosyal takip, ifade ve zevklerdir. 

 Kültür ve yaratıcılık kişisel gelişimin,  sosyal uyumun ve 

ekonomik  büyümenin  önemli  unsurlarındandır. Günümüzün stratejisi  kültürlerarası  anlayışı  desteklemektedir  ve  kültürü politikaların  kalbine  yerleştirmektedir.  Avrupa  Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso’nun da dediği gibi, kurulduğun‐dan  bugüne  kadar  Avrupa  Komisyonu  iletişim  stratejisinde giderek  küreselleşen  dünyada Avrupa  kültürünü  konumlan‐dırma amacını içeren bir gündeme sahiptir. 

Dünyanın birçok yerinde yerli kültürler ve onların uygula‐yıcıları ithal kültürler ve eğlence sektörü tarafından bastırılmak‐tadır.  Giderek  daha  yoğunlaşan  çok  uluslu  eğlence  sektörleri homojenize olmuş küresel kültürü yaymaktadır. Ticari organlar ulusların kendi kültürlerini, kurumlarını ve sanatçılarını destek‐lemelerini kısıtlayarak durumu daha da kötüleştirebilir.  

Aynı  şekilde,  IMF gibi uluslararası  finans kurumları kül‐türel ve diğer programları birtakım gerekçelerlerle (çok ihtiyaç duyulan krediler durumu) kısıtlayabilir.  

Dünyadaki vatandaşlar farklı bir küreselleşmeyi göz önüne getirmektedir: ulus  içindeki kültürel üretimi ve aralarında ger‐çek bir değişimi teşvik eden; kültürel çeşitliliğin birlikte yaşama dinamiğini  teşvik eden bir küreselleşmeyi. Çift  taraflı, bölgesel ve  küresel  ticaret  anlaşmalarının  kültürel  sektörü  daha  fazla içermesine yönelik baskılara karşı dünya  çevresindeki kültürel 

131

gruplar,  kültürler  arasında daha  iyi  bir  etkileşim  ve daha  adil kültürel işbirliği için daha çok çalışmak zorundadırlar. 

 Küreselleşme 

Küreselleşmenin  artan  etkisi  homojenite  ve  farklılaştırma  ile ilgili  önemli  soruları  da  beraberinde  getirmektedir. Artan  bir şekilde,  insanlar  kendi  kültürel  deneyimlerinin  kendilerinin doğrudan kontrolleri dışında dış  etkenlerce yayıldığını ya da sindirildiğini düşünmektedir. Coca‐Cola, McDonalds, L’Oreal, Sony,  Sky  vb.  şirketlerin  ürünleri  ile  birlikte  imaj  ve  yaşam tarzlarını  da  satmaları  yukarıda  bahsi  geçen  benzer  soruları giderek  daha  çok  şiddetlendirmektedir.  Şirketler  karlı  ticaret olanaklarını  sömürüyor olabilir  fakat ürünleri ve  teknolojileri kapitalist değerleri ve (biraz idealize edilmiş) batılı ya da Ame‐rikan yaşam tarzlarını desteklemektedir.  

Kültürel bağlamda, internetin doğrudan bir medya kanalı olarak kabul edildiğini ve birçok kültür operatörünün aktivite‐lerini  web  üzerinden  duyurma  çabasını  gözlemlemekteyiz: Neredeyse  tüm  önemli  kültürel  oyuncunun  aktivite,  galeri, tiyatro, sinema, festival tanıtımlarını yapmak, haber bültenleri, broşürler yayınlamak ya da ticari işlemler amacıyla web siteleri kurdukları gözlenmektedir.  

Bu olumlu gelişmelere karşın çok uluslu ve rekabetçi rakipler ile yüz yüze gelmek adil bir kültürel platforma ulaşmayı zorlaş‐tırmaktadır. Fakat önleyici tedbirler alan ve yenilikçi bir uluslara‐rası  kültür  politikası  yaratıcılık  ve  kültür  sektörlerine,  ulusların arasında diyalog ve  işbirliği kurmaya ve küreselleşme  sürecinin imkanlarından yararlanmaya ön ayak olacak yararlı bir araç ola‐rak  görülmektedir. Bu  araç  aynı  zamanda,  kültürel değişimleri, kültürel  çeşitliliği desteklemeyi ve kültürel etkiyi güçlendirmeyi içeren iki taraflı ortaklıklar kurmayı da içermelidir. 

132 

Kültür Platformuna Erişim Politikası 

 2009 yılında yapılan öneriler şu şekilde özetlenmiştir:  Dil engellerini aşmak.  Kültüre  erişimin  karşısındaki  dil  engellerini  ortadan kaldırmak için‐ Dil eğitim ve çeviri desteği.  

Yüksek nitelikli profesyonelliği desteklemek.  Profesyonel gelişimi ve büyümeyi  sağlamak ve  sonu‐cunda kültürel arz çeşitliliğini genişletmek için‐ sosyal koruma ve eğitim programları düzenlemek. 

Finansmanı ve prosedürleri geliştirmek.  Sanatçı ve kültür profesyonellerinden oluşan grupların finansman olanaklarına sahip olmalarını sağlamak için ‐  daha  çeşitli  ve  esnek  finansman  olanakları,  bilgiye daha kolay erişim. 

İlerleyen hareketlilik ve değişim.  Hareketliliği  artırmak  ve  kültürel  paydaşları  yabancı ülkelerdeki etkinliklere dâhil etmek ve hareketliliği art‐tırmak  için, hareketlilik  finansmanı,  sanatsal  süreç ve ürünlerin  yayılmasını  desteklemek,  değişim  için  alan yaratmak. 

Yeni  teknolojilerin  kültürel  amaçlı  kullanımını  teşvik etmek. 

Yeni  teknolojilerin  kültürel  amaçlı  kullanımını  teşvik etmek için, yeni teknolojilere, halka ve kültürel aktörle‐re erişim artarken, yaratıcıların ve yorumcuların hakla‐rının korunmasını sağlamak. 

 Avrupa Kültür Vakfı  ‘‘Enlargement of Minds’’: 

Artan  eğitim  ve  kültürel  destek  ve AB’nin  doğudaki yeni komşuları ile işbirliğini sağlamak. 

133

Akdeniz ülkelerini  işaret  eden daha güçlü kültürlera‐rası girişimler gerçekleştirmek.  

Sivil  toplum  kuruluşlarının  rolüne  daha  fazla  önem vermek. 

Kültürler ve uygarlıklar arası diyaloğu kurmak.  Sanatçıların, eserlerinin, kültür operatörlerinin, mal ve hizmetlerin  bölgeler  arasında  dolaşımını  ve  kültürel işbirliğini destekleyen birçok uluslararası yasal çerçeve ve politika mekanizması vardır. Bunlardan bazıları: 

Çok  taraflı  anlaşmalar  (evrensel;  bölgesel;  alt‐bölgesel) 

İki taraflı anlaşmalar (ülkeler, bölgeler, şehirler ve kurumlar arası) 

Ulusal  tedbirler  (örneğin ulusal kültür kurumları ve vakıflar)  

Bölgesel  ve  yerel  önlemler  (bölge  ve  şehir  eşleş‐tirmelerini içerir) 

Komşu ülkelerle geliştirilen kültürel  işbirlikleri  iki  ta‐raflı güveni ve anlayışı teşvik etmek; önyargı ve cahil‐liği azaltmak; ortak kimliğin hayati varlığı olarak çeşit‐liliği kutlamak adına esas bir rol oynamaktadır.  

 Kültürel İfadenin Çeşitliliğini Ölçmek için UNESCO’nun 

Geliştirdiği Program 

Kültürel ifadenin çeşitliliğini korumak ve teşvik etmek.  Kültürel  aktivitelerin,  mal  ve  hizmetlerin  doğasının, kimlik,  değer  ve  anlam  araçlarının;  ekonomik  büyü‐menin faktörlerinin doğasının farkına varmak. 

Karşılıklı yarar temelinde özgürce etkileşimi teşvik et‐mek  için  kültürel  ifadeyi desteklemeyen  şartlar  geliş‐tirmek. 

134 

Devletlerin  egemenlik  haklarını  yeniden  onaylamak için tedbirler ve politikalar geliştirmek, kabul etmek ve uygulamak.  

Kültür  ve  sürdürülebilir  gelişme  arasındaki  ilişkiyi, uluslararası  işbirliğinin  ve  dayanışmanın  gerekliliğini vurgulamak.  

 Kültürel İşbirliği: Birleşik Krallık’taki Durum  

Birleşik Krallık  her  biri  ayrı  kültür  ve  tarihe  sahip  4  ulustan oluşmuştur,  İngiltere, Wales,  İskoçya  ve Kuzey  İrlanda.  1998 senesine kadar bu ulusların yönetimi daha çok kültürel konu‐lardan  sorumluydu.  Bölgesel  ve  yerel  otoritelerin  güçlü  per‐formansları  nedeniyle,  merkeziyetçilik  Birleşik  Krallık’  taki sanatı tanımlayan karakteristik bir özellik haline gelmiştir. 

Diğer bir prensip, 1946  senesinde gerçekleşen  erken mü‐dahaledir. Ulusal  bir  kuruma  ʹarms‐length4ʹ,  temelinde  sanat için ayrılmış hükümet  fonlarını dağıtma hakkı verilmiştir. Bu kurum, Büyük Britanya Sanat Konseyi adını almıştır. 1994 se‐nesinde  kurumun  sorumlulukları  İskoçya,  İngiltere  ve Wales Sanat Konseylerine delege edilmiştir ve daha sonra 2002 sene‐sinde Bölgesel Sanat Komisyonu serbest yönetimine geçmiştir. Birleşik Krallık  ʹarms‐lengthʹ  temelinde  kamu  kurumları  olan sivil  toplum  kuruluşları  sayesinde  kültür  alanında  harcama yapmaktadır. 

Ek  olarak,  yayın,  piyango  fonları  ya  da  kültürel  ihracat kontrolleri, AB ve uluslararası meseleler gibi belirli konularla Birleşik Krallık hükümeti ilgilenir. Ancak üye yönetimler meş‐

4   Yerel  yönetim  ile merkezi  yönetim  arasındaki  güç  dengesini  korumaya 

yarayan ʹarms‐lengthʹ mesafesi koyulmuştur. 

135

ru çıkarı korumaktadır ve bu nedenle ulus ötesi kültürel işbir‐liği sürecine dâhil olmaktadır. 

Önemli  sayıda  uluslararası  kültürel  işbirliği  ağlar,  deği‐şimler ve kişisel bağlantılar aracılığıyla kamu kurumları dışın‐daki  bireyler  ve  organizasyonlar  tarafından  yürütülmektir. Genellikle,  ulus  ötesi  işbirlikleri  İngiliz  Milletler  Toplulu‐ğu’nun yanı sıra Kuzey Amerika ülkeleri ile kurulmaktadır. 

Avrupa ile işbirliği, güçlü ve çeşitlidir. AB’nin genişlemesi Birleşik Krallık’ın kültür politikasını da etkileyen faktörlerden‐dir. Hâlihazırdaki küresel durum gelecekteki  işbirliği aktivite‐lerine  ve  stratejilerine  damgasını  vuracaktır.  Fakat  ulus  ötesi kültürel  işbirliğinin  güncel  durumunu  değiştirmesi  beklenen üçüncü  bir  faktör  vardır  ki  bu  da  yeni  teknolojilerdir. Hem bilgi hem de  iletişim  teknolojisi açısından, yeni medya sanatı‐nın ve yeni mecraların hem ulusal politikayı hem de ulus ötesi işbirliklerini etkilenmesi beklenmektedir.  

Hükümet, Kültür Medya ve Spor Birimi  (Department  for Culture, Media and Sport  ‐ DCMS) yayın, vergi,  ihracat kont‐rolleri,  kültürel  nesneler  üzerinde  hükümet  tazminat  düzeni, kamu borç verme hakkı ve Milli Piyango gibi belli konularda Birleşik Krallık’ın sorumluluklarını ve haklarını korur.  

DCMS,  üye  kuruluşlarla  birlikte  çalışmaktadır  ve  onlara devredilen alanlarda ve DCMS’nin sorumlu olduğu alanlarda fikir ve bilgi paylaşımında bulunur.  İntikal konularında,  İskoç Parlamentosu ve Kuzey  İrlanda Meclisi birincil mevzuatı yap‐mak ile yükümlüyken, Wales Ulusal Meclisi de ikincil mevzua‐tı yapmakla yükümlüdür5.   

5   Study on Cultural Cooperation in Europe 

137

   

Kültürlerarası Diyalog ve Kültürel İşbirliğinin bir Öncüsü ve Uygulaması: Avrupa Kültür Parlamentosu ‐ ECP1 

Karl‐Erik NORRMAN 

Kültürlerarası Diyalog nedir? 

Kültürlerarası  Diyalog  nispeten  yeni  bir  kavramdır  ve  hatta moda  olduğu  söylenebilir.  Kültürlerarası  Diyalog,  UNESCO, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği  (AB)  gibi  birçok  uluslararası kuruluşun gündemindedir. Örneğin, 2008 yılı, AB’de  ‘‘Kültür‐lerarası Diyalog Yılı’’ olarak kutlanmıştır. 

Benim görüşüme göre, kültürlerarası diyalog olarak böy‐lesine moda olan bir kavramın bazı avantajları, dezavantajları ya da  riskleri bulunmaktadır. Yoğun bir kültürlerarası diyalo‐gun hâlihazırda Kuzey Afrika’da tanıklık ettiğimiz demokratik devrime katkıda bulunduğu  inancındayım. Bu kavramın,  çok da  fazla  içeriği olmayan diğer  içi boş bir  teknokratik düstura dönüşmesi de riskleri arasında sayılabilir. 

Nitekim Kültürlerarası diyalog, 1990ʹlı yıllarda bilinmeyen bir kavramdı!  ʺKomünizmin  çöküşündenʺ önce 1989‐1992 yıl‐ları  arasında  farklı  bir  uluslararası  terminoloji  kullanıyordu: 

1 Çeviren: İngilizceden çeviren: Pınar Derya DOĞRUYOL 

138 

Politikacılar ve analistler bu bağlamda  ʺfarklı  sosyal  sistemler arasında barışçıl bir  şekilde bir arada yaşamʺ hakkında konu‐şuyordu.  Bu  kapitalist  dünya  ile  komünist  dünya  arasındaki soğuk savaş terminolojisiydi. 

1992 sonrası Berlin Duvarı, Demir Perde ve Sovyet  İmpa‐ratorluğu’nun  çöküşü  ile birlikte geriye  sadece bir  tek dünya kalmıştı. Artık bu dünyada  farklı  şekillerde  tek bir sosyal sis‐tem vardı,  bu da  kapitalizmdi. Kapitalizmin  farklı  şekillerine bakacak olursak: 

-  “Batılı demokratik kapitalizm” (Amerika Birleşik Dev‐letleri ve Batı Avrupa’da II. Dünya Savaşı sonrası kuru‐lan geleneksel sistem), 

- 1990’ların başında hızlıca icat edilmek zorunda kalınan Doğu Avrupalı yeni demokratik kapitalizm, 

- “Otoriter kapitalizm”  (esas olarak Orta Doğu ülkeleri ve Rusyaʹyı kastediyorum),  

- “Komünist  kapitalizm”  (Çin  ve  Vietnam’da  yıllardır uygulanan bir paradokstur). 

Dünyanın  birçok  yerinde  geleneksel  ideolojiler  ortadan kaybolmaktadır  ve  pragmatik  olarak  politikacılar  siyasi mer‐kezde buluşmaya çalışmaktadırlar  (siyasi kutuplaşmanın güç‐lendiği Amerika  Birleşik Devletleri’ndeki  duruma  kıyasla  bu yeterince  ilginçtir  ‐ değerli  arkadaşlarım  bu  başka  bir  zaman tartışabileceğimiz başka bir konudur). 

Yeni küresel siyasi durumun bir sonucu olarak, 1992 sene‐sinde Amerikalı Profesör Fukuyama The End of History adlı kita‐bında ciddi ideolojik çatışmaları olmayan uyum içinde bir dün‐ya  görmüştü.  Sizin de  bildiğiniz  gibi‐  son  15  yıllık  gelişmeyle birlikte‐ Profesör Fukuyama daha sonra tezini revize etmiştir. 

1990’larda  dinler  ideolojilerden  arta  kalan  boşlukları  dol‐durmaya  başladı.  Bu  eğilim,  her  nasılsa,  sadece  komünizmin 

139

yıkılmasının sonucu değildi, fakat heyecan verici bu gelişmenin de  nedeniydi. Radikal dinler  1978‐1980  yılları  arasında  çoktan yayılmaya başlamıştı ve yeni yüzyıla doğru  1980’lerde doruğa ulaşmak üzere daha da güçlenerek büyümeye devam etti. 

Bu gelişmeyi tetikleyici bazı faktörler şunlardır: Karizmatik ve  anti‐komünist  Polonyalı  Kardinal Woytola  1978  senesinde papa oldu – 1979 senesinde İranlı köktenci Ayatollah Khomeini, İran’ın de  facto  lideri oldu ve 1980 senesinde Birleşik Devletler Başkanı  olan  Ronald  Reagan  evanjelik  radikalizm  hareketini destekler görünüyordu. İlerleyen yıllarda önemli siyasi gelişme‐ler kutuplaşmayı daha da güçlendirdi; örneğin Filistin direnişi ve Sovyet‐Afgan Savaşı ve komünist ekonomilerdeki iç erozyon. Tüm bunlar sadece komünizmin yıkılmasını değil çeşitli dünya dinlerinin radikalleşmesini de desteklemiştir. 

Bu gelişmenin çifte etkisi olarak, 1980’lerde Birleşmiş Mil‐letlerde  İsveçli bir diplomat olarak  çalıştığım  sıralarda  işimin bir  parçası  olan  bir  alandaki  tutum  değişikliğine  değinmek isterim: o dönemde aile planlaması, kondom ve doğum kontro‐lüne yönelik uluslararası tutum değişti ve daha kısıtlayıcı oldu. Dinler  siyaseti  ve  uluslararası  programları  olumsuz  yönde etkilemeye başladı. 

Belki  Fukuyama’nın  kitabına  tepki  olarak  ya  da 1990’lardaki yeni durumun analizi olarak diğer bir Amerikalı Profesör Huntington 1996 senesinde “Clash of civilizations‐ Me‐deniyetler Çatışması” kitabını kaleme aldı. Bu kitapta,  dünyada gerçekleşen  yeni  çatışmaların  kültürel  ve  dini  bir  arka  planı olduğunu iddia etmekteydi. Bazı insanlar bu kitaba, 10 yıl ka‐dar önce başlayan teröre karşı savaşa yönelik bir “kehanet” ola‐rak  dikkat  çekti.  Bazıları  kitabın  verdiği  mesajın  provokatif olduğunu ve kültürel  farklılıkların yarattığı yeni  iklime yönelik 

140 

yapıcı çözümler bulma çabalarına karşı zararlı etkileri olabile‐ceğini savundu. 

Peki, sanırım kabul edebiliriz ki, dünyada fikirlerde ya da değerlerde  her  zaman  farklılıklar  olacaktır. Uygarca  ve  barış içerisinde  bu  farklılıkların  üstesinden  gelmek,  halen  insani varlıklar olarak bizim sorumluluğumuzdadır. Görüşüme göre, bu kültürlerarası diyalogun başladığı zaman ve yerdir. 

 Kültürlerarası Diyalog Medeniyetler  

Çatışmasının Alternatifidir! 

 “Kültür”  kavramının  farklı  anlamları  bulunmaktadır.  Bizler “Kültürlerarası  Diyalog”tan  söz  ettiğimiz  zaman,  bu  farklı medeniyetler, gelenekler, dinler ve değerler arasındaki diyalog anlamına  gelmektedir. Avrupalılar  toplumun  belirli  bir  alanı olarak  (siyasette, bütçe önceliklerinde ya da  ruhun önemli bir insani boyutu olarak) “Kültür”den söz ettikleri zaman, genel‐likle  biz  kültürü  sanat  ya  da  geniş  bir  yaratıcılık  anlamında edebiyat olarak kastederiz. 

Benim  bakış  açım:  Sanatçılar  ve  diğer  kültürel  kişilikler hep öyle oldular, onlar kültürlerarası diyalogun ne olduğunu bilmeksizin yüzyıllar boyunca ona dâhil oldular. Tarafsız,  jeo‐politik  ya  da  dini  arka  planına  bağlı  olmaksızın  konuştuğu kişiyle bağımsız bir şekilde tartışabilmek sanat ve kültür insan‐ları için her zaman kolay olmuştur. 

Din günün en önemli konusu olarak ortaya çıktığında, iyi eğitim görmüş her Müslüman Yahudi ve Hıristiyan’ın bildiği konu, köken olarak İbrahim’den geldikleri, aynı peygamberlere inandıkları ve aynı Allah’a  inandıklarıdır. Yani kısacası hepsi‐nin dini kökeni sonuçta aynıdır. Sorun şu ki, bu gerçekler tarih boyunca unutulmuştur ve okullarda öğretilmemiştir. Kültürle‐rarası diyalogun kamusal  alanda, özellikle okullarda ve yerel 

141

düzeyde ama aynı zamanda sivil toplumu içeren diğer seviye‐lerde bir platforma ihtiyacı vardır. Avrupa Kültür Parlamento‐su (European Cultural Parliament ‐ECP) kültürlerarası diyalog için elverişli platformlardan biridir. 

Şimdi sizlere ECP fikrinden biraz bahsetmek ve nasıl çalış‐tığımızı anlatmak isterim: 

1998 senesinde ‐ölümünden 1 sene önce‐ ünlü kemancı ve dünya vatandaşı Yehudi Menuhin  şunu  söyledi: “Sanatçıların bir meclise ihtiyaçları vardır’’ sanırım Almanca söylemiş olmalı “Die Künstler brauchen ein Parlament!”. Bu açıklamayla neler kastettiğini bilmiyordum ama bir  şekilde haklı olduğunu his‐settim. Birkaç sene önce Avrupa Komisyonu’nun efsanevi baş‐kanı  Jacques  Delors  da  şöyle  demişti:  ‘‘Avrupaʹnın  bir  ruha ihtiyacı var’’. Bu  iki açıklama birlikte Avrupa boyutunun kül‐tür  bağlamında  güçlenmesi  ve  kültürel  boyutun  Avrupa’da güçlenmesi gerektiği hissi ‐ bazı diğer üst düzey Avrupalılarla birlikte‐ bana ECP’yi kurma  ilhamı verdi. Bizim düşüncemiz, sanatçıların ve diğer kültürel kişiliklerin gerçekten bir meclise ihtiyaçları olduğu ve sanatçıların ve diğer entelektüellerin bu‐rada  beyan  edecekleri  fikirlerinin Avrupa  söylemine  katkıda bulunacağıydı. 

ECP,  2001  senesinde  Strasbourg’taki Avrupa  Komisyonu binasında  kuruldu ve  ilk  toplantısını Bruges’te  gerçekleştirdi. ECP,  siyasi  açıdan  bağımsız,  gönüllülük  esasına  dayanan  bir sivil  toplum örgütüdür. Biz bir boşluğu doldurduk: ECP  tüm sanat  dallarından  ve  sektörlerden  sanatçılar  ve  aydınlar  için Pan‐Avrupa’daki  tek  forumdur.  Lütfen  dikkatle  not  ediniz! Nota Bene!  : Bizim  “Avrupa”  tanımımız Avrupa Konseyi’nin tanımı  ile  aynıdır,  Türkiye’nin  de  içinde  yer  aldığı  47  üyesi vardır.  

2002 senesinde 20 ülkeden toplam 35 kişinin yer aldığı kı‐sıtlı sayıda bir grupla başladık. O zamandan bu yana çekirdek 

142 

üyelerden,  kurucu  üyelerden  ve  ev  sahibi  ülkelerden  gelen adaylar sayesinde üye sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bugüne kadar Bruges, Graz, Cenova, Lizbon, Turku, Sibiu, Liverpool, Göteborg ve Atina’da olmak üzere toplam 9 toplantı gerçekleş‐tirdik. Ekim 2011’de Macaristan Pécs’te 10. toplantımızı gerçek‐leştireceğiz.  Halihazırda  43  Avrupa  ülkesinden  Türkiye’de dahil, toplam 160 üyemiz bulunmaktadır. 

Sanatçılar,  yazarlar,  filozoflar, mimarlar  ve  diğer  kültür operatörlerinin çoğu zaman gelecekle ilgili vizyonları vardı ve var  olacaktır. Toplumun  geri  kalanının  bu vizyonerleri dinle‐mek  için  sebepleri  vardır. Çünkü  onlar  özgürlüğü  savunmuş ve diğerlerinden önce adaletsizliği kınamıştır. Sanatçıların ah‐laki rolleri de hesaba katılmalıdır. Onlar sınırları kabul etmek zorunda değildir – onlar her zaman bütün  sınırların ötesinde çalışmıştır. Onlar küreselleşme  icat  edilmeden  önce  ʺKüreselʺ düşünüyorlardı. Onlar politikacılar,  teknokratlar ya da diplo‐matlardan daha doğal olarak sınırlar ve kültürler ötesiyle işbir‐liği yapmakta,  iletişim kurmaktaydılar. Bunları kendi  tecrübe‐lerime dayanarak söylüyorum, 30 yılı aşkın İsveçli bir diplomat olarak çalıştım. 

Kültürel  kişiliklerin  neden  ortak  bir  forumunun  olması gerektiğini  ortaya  koyan  bazı  argümanlar  vardır. ECP  bu  fo‐rumu sağlar. 

 ECP, - Avrupa Birliği içinde kültür için daha güçlü bir rol, - Daha güçlü bir Avrupa Birliği, - AB ve aday/komşu ülkeler arasında daha güçlü kültü‐

rel ve entelektüel işbirliği ve - Daha yapıcı kültürlerarası diyalog için lobi oldu.  Kültürlerarası Diyalog, ECP toplantılarının temel bir moti‐

fi  oldu.  Örneğin,  2007  senesinde    Romanya,  Sibiu’da  –  ‘‘AB 

143

Kültürlerarası Diyalog Senesi’’nden 1 yıl önce – bizim  toplan‐tımızın ana konusu “kültürlararası diyalog”du. Fakat bu konu dolaylı olarak da olsa neredeyse tüm 9 toplantıda da gündeme gelmiştir, örneğin  “Sınır Ötesinde Tolerans  ve Anlayışı Destekle‐mede Sanatçıların Rolü” ya da “Avrupa’da Demokrasi – Kültür ve Medya  için Meydan Okuma”  ya  da  “Kültür  ve Medyada Kalite” konularını  tartıştığımız zamanlarda bile kültürlerarası diyalog konusu gündeme gelmektedir. 

ECP fikirler, tartışmalar ve münazaralar için bir forumdur. Bu nedenle ECP toplantılarında birçok fikirler ortaya çıkmakta, yeni projeler ve yeni ağlar kurulmaktadır. Bunlara bazı örnek‐ler verecek olursak: 

- NUROPE  –  the  Nomadic  University  for  Arts, Philosophy  and  Enterprise  in  Europe”–  Finlandiya, Turku’da yer alan ve Avrupa çapında, İstanbul da dahil toplam  15  “Oasis”  düzenlemiş  bir  post‐graduate  fo‐rumdur. 

- “Love  Difference”  – Akdeniz  Bölgesi’nin  sınırları  ve denizleri ötesinde anlayışı destekleyen sanatsal bir pro‐jedir. Bu proje Cittadellarte, Biella, İtalya’da yer almıştır ve ünlü  İtalyan görsel  sanatçı Michelangelo Pistoletto tarafından kurulmuştur. 

- “Culture and Health” –  İngiliz ve  İsveçli müzisyenler, tıp  profesörleri  ve  politikacılar  arasında  işbirliği. Sussex ve Stockholm’da yer almıştır. 

ECP’nin Avrupa  projelerine  diğer  bir  katkısı, Avrupa’yı dünyadaki en rekabetçi bilgi temelli bölge yapmayı hedefleyen Lizbon Strateji’ne bir  tepki olarak ortaya  çıkmasında yatmak‐tadır. Her nasılsa Avrupa Birliği politikacıları bu stratejiye kül‐türü  koymayı  unutmuştur!  Bu  nedenle  ECP,  2006  senesinde çeşitli  çalıştaylar düzenleyerek  “Kültür  –Bilgi Temelli Ekonomi‐

144 

nin Kalbi” belgesini yayınlamıştır. Bu belgenin Avrupa Komis‐yonu’nun gelecek politikalarına önemli etkileri olmuştur. 

Ama daha önce de söylediğim gibi, tolerans, anlayış, ortak kimlikler, demokrasi, kültürel özgürlük,  insan hakları ve Avru‐pa’da kültürel çeşitlilik her zaman üyelerimiz için önemli tartış‐ma konuları olmuştur ve bu konular hep gündemimizdedir. 

Münazaralarda,  tartışmalarda,  think  tank  toplantılarında ve raporlamada bazı Avrupalı ve evrensel demokratik değerler bize rehberlik etmektedir:  

- İnsan  Hakları  Bildirgesi‐BM’nin  deklare  ettiği  İnsan Hakları, 

- Kültür ve medya alanında ifade özgürlüğü, - Laik bağlamda din özgürlüğü, - Açıklık, - Sosyal Eşitlik, - Kadın ve erkek eşitliği, - Cinsel tercih özgürlüğü, - Ölüm cezasının ve işkencenin yasaklanması, - Çatışmalara barışçıl çözümler. Ek olarak kültürel bir lobi olarak, kültür ve medyada kali‐

te  için  ısrarcıyız. Kaliteyi en uygun hale getirmek  için gerekli derinlik, analiz ve  çabanın  tersine, hızlı ve gereksiz  iletişimin sanat ve medyanın sağlanmasında hâkim olabildiği ve fazlası‐nın ana akım olabildiği küreselleşen dünyada kalite önemli bir konudur.  

Son  olarak:  “ECP  Gençlik Ağı”  oluşturduk.  Geçen  sene oluşturulan bu ağ hâlihazırda rolünü belirlemek üzeredir. “ECP Gençlik Ağı” şimdiye kadar, Avrupaʹnın çeşitli yerlerinden gelen bir düzine gençten oluşan  çekirdek bir grup olmasına  rağmen ECP  toplantılarında ve bir paydaş olarak ağın  içinde güçlü bir varlık göstermektedirler. Yeni medyada, ECP‐blogunda  (çoktan 

145

vardı), facebook ve twiterda güçlü bir interaktif platform kurma‐ları  onların  katkıları  (genç  olmalarının  dışında)  arasındadır. Gençlik ağı geleceğe açılan penceredir. 

“ECP Gençlik Ağı” yeni üyelere açıktır; 20 ‐30 yaş arasında‐ki sanatçılara, bilim adamlarına, öğrencilere ve kültür yöneticile‐rine açıktır. Antalya’dan yeni üyeleri ağımıza davet ediyoruz.  

ECP  hakkında  daha  fazla  bilgi  için: www.kulturparlament.com web sitesini ziyaret edebilirsiniz. 

  

 

 

 

 

147

  

“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Antalya’da Yabancılara Sunulan 

Güvenlik Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi 

Ozan AKKUŞ  

Giriş 

Antalya, tarihi doğal güzellikleri ve modern turistik tesisleri ile ulusal  ve  uluslararası  bir  cazibe merkezidir. Her  yıl  120’nin üzerinde ülkeden yaklaşık 10 milyon turistin ziyaret ettiği An‐talya, 2010 yılında vize muafiyeti anlaşmaları kapsamı dışında kalan  ülkelerden  gelen  35.000  yabancının  yerleşmeyi  tercih ettiği  bir  ildir.  Antalya’daki  yerleşik  yabancıların  2009’daki sayısı 105 farklı ülkeden olmak üzere, toplam 32.955’tir.  

 Şekil 1: Antalya ya gelen turist sayıları 

        

 Şekil 2: 2000 yılında ülke genelinde ikamet eden yabancı sayısı 

2005 2006 2007 2008 2009 2010

GİRİŞ ÇIKIŞ

148 

           

Şekil 3: 2010 yılında ülke genelinde ikamet eden yabancı sayısının dağılımı 

  Her  iki  şekil  incelendiğinde, 2000 yılında  (Şekil 2) Türki‐

ye’deki  yerleşik  yabancıların  kentlere  göre dağılımında  İstan‐bul yüzde 42  ile birinci  sırada yer alırken,  İzmir yüzde 14  ile ikinci, Ankara  ve Bursa  yüzde  13  ile  üçüncü  konumdadırlar. 2010 yılına gelindiğinde (Şekil 3), daha önce ilk dörtte adı bile geçmeyen Antalya, İstanbul’un (%33) hemen arkasından yüzde 20 ile ikinci sırada yerini almıştır.  

149

 Şekil 4: Antalya da  ikamet  eden yabancıların uyruklarına göre dağılımı  

                100’ün  üzerinde  farklı  ülkeden  insanın  yaşadığı  Antal‐

ya’da,  özellikle  başta Rusya  ve Almanya  olmak  üzere  bugün sayıları 35.000’i bulan yabancı  ikamet etmektedir  (Şekil 4). Bu nedenle Antalya’ya yerleşerek yaşamayı  tercih eden ve kendi‐lerini  hemşehri  olarak  nitelendirdiğimiz  yabancılarla  sürekli iletişim ve  etkileşim  içerisinde bulunarak onlara yönelik yeni hizmetler geliştirmek veya mevcut hizmetleri  iyileştirmek ge‐rekmektedir. Bunda  İl Emniyet Müdürlüğü’ne de  önemli  gö‐revler düşmektedir. Bu denli çok sayıda yabancının yaşadığı bu şehirde Antalya Emniyet Müdürlüğü, güvenlik ve huzuru sağ‐lama  hizmetlerini  yerine  getirirken,  yerleşik  yabancıların  da katkı ve destekleriyle ‘‘Dünya Kenti Antalya’’ya uygun hizmet üretmeyi  hedeflemiştir.  Bu  amaca  ulaşmak  için Müdürlüğü‐müz,  ‘‘Dünya  Kenti  Polisi’’  bilincini  geliştirerek,  Antalya’da 

RUSYA25%

ALMANYA13%

KAZAKİSTAN12%

UKRAYNA9%

AZERBAYCAN6%

KIRGIZİSTAN4%

DANİMARKA4%

İNGİLTERE3%

HOLLANDA2%

DİĞER22%

150 

yaşayan  ya  da  Antalya’yı  ziyarete  gelen  yabancı  konuklara sunulan hizmetlerin kalitesini artırarak daha iyi hizmet verme‐yi amaçlamaktadır.  

 Motivasyon 

Yabancılar  Şube Müdürlüğü, Antalya Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı,  Antalya’da  ikamet  eden  yabancıların  oturma,  çalışma, evlenme, mülk edinme, öğrenim ve diğer hususlardaki ikamet taleplerini kabul ederek, uygun görülmesi halinde yabancılara “İkamet Tezkeresi”   tanzim eden bir birimdir. Bunun yanı sıra il  sınırları  içerinde  suça  karışan  ya  da  illegal  olarak  ikamet eden yabancıların işlemlerini yürütmek ve Türk vatandaşlığına geçmeyi  isteyen  yabancıların  tahkikat  işlemlerini  yapmak  da Şubemizin görevleri arasındadır. Yabancı ülke konsoloslukları, fahri  konsolosluklar,  yabancılarla  ilgili  faaliyet  gösteren  Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ve turizm şirketleriyle görüş alışve‐rişinde bulunularak, yabancıların karşılaştığı sorunların çözü‐müne yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların amacı, ülkemiz  turizm  sektörüne  katkı  sağlanması,  ilimizde  ikamet eden yabancıların kendilerini daha güvende hissetmesi ve ya‐şadıkları  şehrin  bir  bireyi  olarak  görmesidir. Yabancılar  Şube Müdürlüğüʹne  başvuran  yabancıların  karşılaşabileceği  bürok‐ratik engellerin ve sorunların en kısa sürede çözümü, konu ile ilgili bilgilendirilmesi ve kendilerine yardımcı olunması konu‐sunda birimimiz çalışanları tarafından azami önem verilen bir unsurdur. Geçmişten bu yana ʺbacasız fabrikaʺ olarak tanımla‐nan  turizm  sektörünün  ülkemizde  gelişmesi  ve  daha  bilinçli hareket edilmesi, yabancıların ülkemizde yaşayacağı muhtemel olumsuzlukların  ülkemizin  dünya  turizmindeki  saygınlığını zedelemesini  engellemek  başlıca  hedeflerimizdir.  Yabancılar Şubesiʹnde  yaptığımız  bu  çalışmalar  küçük  gibi  görünse  de, 

151

bunun geleceğe yapılan bir yatırım olduğu açıktır. Bu hedef ve amaçlarla birimimiz personelinin etkinliğinin ve donanımının artırılması adına eğitim ve kişisel gelişim çalışmaları yürütül‐mektedir. 

 Başlama Noktası 

Şubemize  başvuran  yabancıların  yaşadıkları  temel  sorunları gözlemleyerek  yola  çıkan  Yabancılar  Şube  Müdürlüğü’nde görev yapan biz gençler, gönüllü olarak bir araya gelerek, ya‐bancıların  işlemlerini hızlandıracak, güvenlikle  ilgili problem‐lerini belirleyecek ve bu konu  ile  ilgili çözüm yolları üretecek bu projeyi hazırlama kararı aldık. Şubemiz Amirleri ile düşün‐celerimizi  paylaşarak,  olumlu  tepkilerini  aldık. Her  ne  kadar görev alanımız  içinde olsa da, biz genç Polisler  için böyle bir proje  sosyal  alanda  gelişimimizi  destekleyecek  bir  deneyim olacağını düşündük. Bu aşamadan sonra daha geniş bir alanda gözlem yapmaya başladık. Bu kapsamda;  

− Şubemize  müracaatları  esnasında  yabancıların  hangi evrakları hazırlamaları gerektiği  konusunda yeterince bilgi sahibi olmadıklarını fark ettik. Türkçe bilmedikle‐ri  için devreye  iş  takipçilerinin  girdiğini  ve  bazen de yabancıları mağdur ettiklerini gördük.  

− İlimizde  ikamet eden yabancıların sayısı ve ne amaçla ikamet  ettikleriyle  ilgili  istatistikleri  tutmakla  görevli arkadaşlarımızdan aldığımız veriler ışığında projemizi hazırlamaya karar verdik. Yerleşik yabancı sayısındaki potansiyeli  göz  önünde  bulundurduğumuzda,  kentin nüfusuna  büyük  katkı  sağlayan  yabancıların  hayatını kolaylaştırma konusunda, görev yaptığımız Şubeye ve dolayısıyla  İl  Emniyet Müdürlüğümüze  görev  düştü‐ğünü düşündük.  

152 

− Projemizde bize destek  sağlayabilecek, projemizin da‐ha geniş bir kitleye ulaşması konusunda yardımcı ola‐bilecek kurumların  listesini  çıkarması  için bir arkada‐şımızı  görevlendirdik. Arkadaşımızın  hazırladığı  liste sonucunda  ilimizde  bulunan  Konsolosluk  ve  Fahri Konsolosluklar, yabancıların kurduğu çeşitli dernek ve kuruluşların da katılımı ile projemizin etki alanının da genişletilebilmesi  için  ilgili  kurum  ve  kuruluşlardan destek istedik. 

İlk önce kendi aramızda beyin  fırtınası yaparak, projenin ön adımlarını değerlendirdik ve yol haritasını hazırladık. Aynı zamanda,  yerleşik  yabancıların  sorunlarına  ve  ihtiyaçlarına yönelik  gerçekleştirilen  akademik  çalışmaların  da  analizini yaparak projeye akademik boyut kazandırdık. Proje ön taslağı‐nı  hazırlayarak,  konu  ile  ilgili  bilgi  ve  fikirlerimizi Amirleri‐mizle paylaştık. Aldığımız onay kapsamında proje çalışmaları‐na ve gerekli araştırmalara başladık.   

Yukarıda  tespit ettiğimiz bulgulardan yola çıkarak bizler, projede atılması gereken adımları  tespit ettik. Buna göre; pro‐jenin  uygulanması  esnasında,  yabancıların  karşılaşabileceği güvenlik sorunlarına yönelik çalışmaların da yapılması gerek‐tiğini belirledik. Bu anlamda Konsolosluklar ve yerleşik yaban‐cılarla çalışan STK’lar ile konu hakkında fikir alışverişi yapıla‐rak  atılması  gereken  adımlarla  ilgili  somut  çıktılar  alınmıştır. Bu kurumların da desteği alınarak projenin planlaması yapıldı. İlimizde  bulunan  Konsoloslukların  yetkilileri  ile  görüşerek, yabancıların bir suça maruz kaldıklarında ulaşabilecekleri acil telefonlar ve kurumlarla ilgili bilgiler aktarılarak, onların mağ‐duriyetlerinin en aza indirilmesi çalışmalarını başlattık. 

Bizler, Antalya Emniyet Müdürlüğüʹnde görevli genç Polis Memurları,  ilimizde  kurumumuz  tarafından,  sürdürülmekte 

153

olan  pek  çok  yerel  projede  görev  almakta,  diğer  kurumların düzenlemiş  olduğu  konferans,  toplantı,  seminer  vb.  pek  çok bilgilendirme  ve  bilinçlendirme  çalışmalarını  yakından  takip etmekteyiz.  İlimizde yabancılara yönelik yapılan konferans ve seminerleri  takip  etmek,  önceliklerimiz  arasında  yer  almıştır; bu durum projeyi hazırlama fikrinin ortaya çıkışını da destek‐lemiştir.  Yerleşik  yabancıların  kendilerini  ilimizde  daha  gü‐vende  hissetmelerini  sağlayacak  çalışmalar  yapılmasının,  ül‐kemizin  tanıtımı  açısından  da  iyi  olacağını  düşündüğümüz‐den, böyle bir projeyi proje katılımcıları ile birlikte hazırlamaya karar verdik.  

Konsolosluklar ve  fahri konsolosluklar aracılığıyla Antal‐yaʹda yaşayan engelli yabancılara da gereken destek, bilgilen‐dirme aynı zamanda Yabancılar Şubesi’ndeki  işlemlerinin hız‐landırılması  için  çalışmalar  öngördük.  Engelli  yabancılardan Şubemize gelemeyecek durumda olanların müracaatları bilva‐sıta alınarak, işlemler sonunda hazırlanacak olan ikamet tezke‐releri  evlerinde  kendilerine  teslim  edilecektir.  Ayrıca  engelli yabancıların müracaat,  şahsi  güvenlikleri  ve  herhangi  bir  so‐runla  karşılaşmaları  durumunda  ne  yapmaları  gerektiğine ilişkin bilgilendirme çalışmaları da yapılacaktır.  

 Hedefler 

1. Türk  vatandaşı  ile  evli  olma,  eğitim‐öğretim  görme, gayrimenkul  edinme,  çalışma  vb.  nedenlerle  ikamet izni alma  suretiyle, Antalyaʹda yaşamını  sürdürmekte olan yabancı ülke vatandaşlarının  tamamına bu proje ile ulaşmak. Bu hedefimizi gerçekleştirmek  için Alan‐ya, Kemer, Manavgat ve Kaş İlçe Emniyet Müdürlükle‐rimizden  de  genç  arkadaşlarımız  ve  destekleyiciler projemizde yer alacaklardır. 

154 

2. İlimizde  yaşayan  yabancı  uyruklu  hemşehrilerimizin katkılarıyla  sunduğumuz hizmetin kalitesini  artıracak ve  yerleşik  yabancıların  güvenlik  beklentilerine  daha etkin  cevap verebilecek  iletişim  sistemini  yerleşik  ya‐bancılar ile personelimiz arasında sağlamak.  

3. Yabancılar  Şube Müdürlüğüʹne başvuruları  esnasında yabancıların  idari  işlemlerinin hızlandırılmasını sağla‐yacak  bilgilendirme  ve  bilinçlendirme  faaliyetleri yapmak. 

4. Mevcut  hizmet  kalitesinin  artırılması  için  çalışmalar yapılırken, yabancıların fikirlerini de almak ve böylece farklı  ülkelerdeki  işleyişi  saptayarak,  Avrupa  ülkele‐rindeki standardın yakalanması için proje çerçevesinde tespit edilen iyileştirme noktalarını öneri olarak Emni‐yet Genel Müdürlüğüʹne sunmak. 

5. Yabancıların maruz kaldığı suç  türlerini  tespit ederek, yabancıları  bunlardan  korumak  için  alınabilecek  ön‐lemleri içeren kitapçıklar, broşürler hazırlamak ve bun‐ların yabancılara ulaştırılmasını sağlamak. 

6. Yabancılara karşı işlenen suçlar konusunda yabancıları bilinçlendirmek. 

7. İl Emniyet Müdürlüğümüze ait web sitesinin farklı dil‐lerde hazırlanarak, yapılacak  işlemler  ile  ilgili bilgiler içeren düzenlemeler yapmak. 

8. İlimizde ikamet eden ancak Şubemize gelip işlemlerini takip  edemeyecek durumda  olan  engelli ve hasta  ya‐bancıların  müracaatları  bilvasıta  alınarak,  müracaat sonunda hazırlanan  ikamet tezkereleri kendilerine Şu‐bemizde  görevli  olan Polis Memurları  tarafından  tes‐lim edilmesini sağlamak. 

 

155

Proje Uygulaması 

Proje  kapsamında,  yabancı  dil  bilen  arkadaşlarımızdan  oluş‐turduğumuz  bir  ekiple,  projemizin  amaç,  hedef,  tanıtım  ve iletişim konularıyla  ilgili  İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca dillerinde proje  ile ilgili materyaller hazırlanacaktır. Bu mater‐yaller, toplantılar esnasında projede yer alan genç tercümanla‐rımız aracılığıyla yabancılarla birebir iletişim kurularak kendi‐lerine  iletilecektir.  Bu  toplantılar  il  merkezimizde  yapıldığı gibi, il merkezi dışında yabancıların yoğun olarak yaşadığı Kaş ve Alanya  ilçelerimizde de yapılacaktır. Toplantılar esnasında, İngilizce,  Rusça, Almanca  ve  Fransızca  dillerinde  hazırlanan anketler yabancılara dağıtılacaktır. Toplantılar esnasında, kuru‐lacak  diyaloglarla  yabancıların  sorunları  ve  güvenlikle  ilgili istek ve dilekleri, proje sorumlusu yabancı dil bilen genç arka‐daşlarımız aracılığıyla rapor haline getirilerek, Yabancılar Şube Müdürlüğümüz aracılıyla ilgili birimlerimize, kamu kurum ve kuruluşlarımıza iletilecektir. Ayrıca projede kültürlerarası diya‐logun  geliştirilmesi  ve Avrupalılık  bilincinin  oluşması  adına toplantılar sonrasında yabancıların kendi kültürlerini  tanıtabi‐leceği bir platformun oluşturulması  sağlanacaktır. Bunun  için toplantı öncesinde proje  sorumlusu gençlerimiz, gerekli plan‐lamaları  yapacaktır. Ayrıca Yabancılar  Şubesi’ne müracaatları durumunda her ülke vatandaşına hazırlaması gereken evraklar ve diğer hususlarda bilgilendirme yapılacaktır.  

Projeye  katılan  istekli  yabancılara Halk Eğitim Merkeziʹ‐nin  programları  doğrultusunda  yetişkin  eğitimine  yönelik kurslarda,  ilgi  alanlarına göre  eğitim  almalarını  sağlanacaktır (halk  oyunları,  el  sanatları,  bilgisayar,  bağlama,  vb.). Yöresel yemeklerimizin tanıtımının yapılacağı piknik ve geziler düzen‐lenecek,  tarihi ve  turistik yerleri gezilecek; köy hayatı  tanıtıla‐caktır.  Gönüllü  yabancıların Halk  Eğitim Merkezleri’nde  ka‐

156 

tılmış oldukları el sanatları kurslarındaki becerilerini gösteren materyallerden  oluşan  serginin  “10  Nisan  Polis  Haftası”nda açılması  sağlanacaktır.  Projenin  kapanış  toplantısında  proje süresince yapılanlar yerel basın mensupları, STK’lar,  ilgili ku‐rum ve kuruluşlara anlatılacaktır. Ayrıca projeye destek veren kurum  ve  kuruluşlar  ile  yabancı  ülke  temsilcilikleri  arasında kurulan  iletişim  ağının  gücünü  yitirmemesi  adına,  kurumlar arası sorumluluk paylaşımı,  işbirliğinin devam ettirilmesi  için çalışmalar sürdürülecektir. 

 Gençlik Programı Hedeflerine Uygunluk 

Proje,  katılımcı  gençlerin  Avrupa  Vatandaşlığı  düşüncelerini geliştirecektir. 

Ayrı dil, ayrı kültürden insanları birbirine bağlayan ortak unsur olan Antalyaʹnın  ʺyabancı sakinleriʺ  ile kurulan diyalog sayesinde, başta proje ekibinin olmak üzere,  ilde  ikamet eden tüm gençlerin Avrupa vatandaşlığı konusundaki  fikirleri geli‐şecektir. Yabancılar dışlanmadan,  ʺötekileştirilmedenʺ  bu  şeh‐rin birer ferdi olarak kabul edilecektir. Bu doğrultuda yürütü‐lecek çalışmalar, desteği alınan diğer kurumların da sayesinde adım adım  ilerletilecektir. Aynı  şekilde, Avrupa Birliği ülkele‐rinden gelen kentin yeni sakinleri, yerel halkı Avrupa Birliği’ne uzanan  yolda  bilinçlendirerek,  onları Avrupa Vatandaşlığının getirileri konusunda bilgilendirecek ve yerel halkı Avrupa Va‐tandaşlığı sürecine hazırlayacaktır. 

‐  Proje  kapsamında,  ilimizde  ikamet  eden  yabancıların güvenlik birimlerimizden aldıkları hizmetten memnun kalma‐ları  sağlanacak  ve  mevcut  hizmetlerin  kalitesini  artırırken, yabancılardan da görüş alınacaktır. 

İngilizce, Rusça, Almanca  ve  Fransızca  olarak  hazırlana‐cak  anket  aracılığıyla,  ilimizde  ikamet  eden  “yabancı 

157

hemşehrilerimiz”in  güvenlik  birimlerimizden  beklentileri, günlük hayatta ya da  Şubemizden aldıkları hizmet  esnasında karşılaştıkları  sorunlar  saptanacaktır.  Düzenlenecek  toplantı‐larda  yabancıların  kendi ülkelerinde  benzer  hizmet mekaniz‐malarının  işleyişi  ya  da  kurumumuzun  hizmet  standardının yükseltilmesi  konusundaki  fikirleri  alınacaktır.  Böylece,  aynı şehri  paylaştığımız  hemşehrilerimizin  de  kendi  hayatlarını etkileyen konular hakkında söz sahibi olmaları sağlanacaktır.  

‐ Özellikle Avrupa Birliği’nde  toplumsal uyumu  geliştir‐mek için gençler arasındaki dayanışma ve hoşgörü duygusunu güçlendirecektir. 

Projenin uygulamaya konulmasıyla, yerli halk, Antalyaʹda ikamet eden ve  şehir nüfusuna büyük katkı  sağlayan yabancı hemşehrilerimizin  farkına varacak,  aynı  apartmanı,  sokağı ya da semti paylaştığı, komşusu olan yabancıya bakış açısı olumlu yönde gelişecektir. Aynı şekilde, proje uygulayıcısı biz gençler, proje süresince yerleşik yabancılarla sürekli  işbirliği  içerisinde kalarak proje  aktivitelerini yürüteceğiz. Bu, kültürlerarası da‐yanışma  ve  hoşgörünün  oluşturulmasına  katkı  sağlayacaktır. Düzenlenecek etkinlikler ve kurslar ile kültürümüz tanıtılarak, önyargılar  aşılacak  ve  hoşgörü  ortamı  yaratılarak  dostluklar oluşturulacaktır. 

‐ Proje,  farklı ülkelerdeki gençler arasındaki karşılıklı an‐layış duygusunu geliştirecektir. 

Proje etkinliklerinin yürütülmesi sırasında kültürel farklı‐lıklardan  dolayı  yaşanabilecek  çatışmaların  ortaya  çıkması mümkündür. Ancak,  farklı  arka plandan  gelen proje  gençleri ile yerleşik yabancılar arasında oluşturulacak ortak çalışmalar ve işbirliği sayesinde, bu çatışmalar en aza indirilecek ve karşı‐lıklı anlayış güçlendirilecektir.  

158 

‐ Proje, gençlik  faaliyetlerine yönelik destek sistemlerinin kalitesini  ve  gençlik  alanındaki  sivil  toplum  kuruluşlarının kapasitesini artırmaya yöneliktir. 

Proje  kapsamında  kurulacak  ortaklıklar  sayesinde  daha geniş bir kesime ulaşılacak ve kurumlar arası iletişim ağı geniş‐letilecektir. Proje  faaliyetleri  sonrasında da kurumlar  arası  iş‐birliğinin devam ettirilmesi sağlanacak ve  farklı sorun alanla‐rına  yönelik  ortaklaşa  çalışmalar  geliştirilecektir. Dolayısıyla, Antalya’nın Avrupa Birliği ülkeleri  ile  işbirliği ve ortaklık ka‐pasitesinin arttırılmasına katkı sağlanacaktır.  

‐ Yabancıların yaşadıkları  şehirde,  söz  sahibi olmaları ve kendilerini güvende hissetmeleri sağlanacaktır. 

Düzenlenecek  toplantılarda, yabancıların  çeşitli  sebepler‐den dolayı ikamet alımları esnasında yapmaları gereken işlem‐ler, değişen mevzuatla ilgili bilgilendirmeler yapılacaktır. Böy‐lece,  yabancılar  kendi  işlemlerini  kendileri  yürütecek,  kötü niyetli ve aracı kişilerle muhatap olmaları, zor duruma düşme‐leri  engellenecektir. Yapılacak olan  çalışmaları  sayesinde, An‐talya  Emniyet Müdürlüğü’nün  kurum  içerisinde  yürütmekte olduğu  “Toplum  Destekli  Polislik  Projesi”  faaliyetlerinde  ili‐mizde  ikamet eden herkesin desteği alınacak; şehrin daha gü‐venli  hale  gelmesi  sağlanacaktır.  Yabancı  hemşerilerimizin kendilerini güvende hissetmelerinin  sağlanmasıyla,  ʺsuça ma‐ruz kalma korkularıʺ ortadan kaldırılacak; şehrimizde yaşama‐yı  tercih eden yabancı sayısı gün be gün artacaktır. Böylelikle şehrimizin  yabancı  sakinleri  birer  ʺgönüllü  kültür  elçisiʺ  ola‐caklardır; bu durum, ülkemiz turizminin de gelişmesini sağla‐yacak bir unsurdur. Proje sorumlusu olarak biz gençler, Emni‐yet Müdürlüğümüz ve yerleşik yabancılar arasında bir köprü kuracak ve sorunların çözümünde etkin rol alacağız. 

 

159

Hazırlık Faaliyetleri ve Öngörülen Faaliyetler 

1. Proje ekibimizle toplantı yaparak, proje konusu ile il‐gili  beyin  fırtınası  yaptık.  Toplantımıza  bize  destek verecek  uzman  kişileri  de  alarak,  onlarla  görüşleri‐mizi paylaştık. Aramızda iş bölümü yaparak (yaban‐cıların kurmuş olduğu derneklerle görüşme; basınla işbirliği;  sponsor  ve  destek  kuruluşların  bulunması; anket  sorularının,  broşürlerin,  afişlerin  hazırlanma‐sı… vb.),  projede uygulayacağımız çalışmaları ayrın‐tılı olarak planladık. Bu planlamayı yaparken, proje‐de  yer  alan  biz  genç  Polis  Memurları  fikirlerimizi paylaştık. Ülkemizin  ʺbacasız  fabrikasıʺ  olan  turizm sektörüne katkı  sağlamak ve Antalya  ilimizin Avru‐paʹda tanıtımını yapmayı temel hedefimiz olarak be‐lirledik. 

2. Projemizin hazırlık  aşamasında, bize destek verecek kurum, kuruluş ve STK’ları  tespit  ettik. Kurumların tespiti, projemize destek yazılarının  alınması ve ku‐rumlarla  irtibat  kurulması  konusunda  bir  arkadaşı‐mızı görevlendirdik.  

3. İlimizde bulunan Konsolosluk, Fahri Konsolosluklar, yabancılarla  ile  ilgili  dernekler,  turizm  ve  seyahat acenteleri, yabancı uyruklu  şahısların kendi dillerin‐de  yayımladıkları  dergi  ve  gazetelerin  yetkilileri  ve sahipleri, turizm alanında faaliyet gösteren birim, fe‐derasyon ve derneklerle irtibata geçmek üzere iki ar‐kadaşımızı  görevlendirdik.  Bu  arkadaşlarımızın  dü‐zenleyeceği ziyaretler ve tanıtım toplantılarıyla proje süresince  ilgili  kurum,  kuruluş  ve  STK’ların projeyi desteklemeleri,  toplantılara  azami  ölçüde  katılımları sağlanmaya çalışılacaktır. 

160 

4. Yabancıların ülkemizde en çok maruz kaldıkları suç‐lar ile ilgili tespit çalışmaları yapmak, istatistikî veri‐leri derlemek, bu suçlara maruz kalmamaları için alı‐nacak  tedbirler  hakkında  yapılan  toplantılarda,  ge‐rekli  bilgilendirme  sunuları  ve  broşürlerini  hazırla‐mak için çalışmalar başlattık.  

5. İkamet  tezkeresi  almak  üzere,  Şubemize  müracaat eden yabancıların en sık karşılaştıkları sorunları  tes‐pit etmek amacıyla bir anket ve örnekleme yaparak, yabancılarla görüşmeler yapılması  için hazırlık yap‐tık. Buna göre, proje uygulamasında yapılacak anket ve görüşmeler neticesinde çıkacak sonuçlara göre ya‐bancılara yardımcı olabileceğimiz konular tespit edi‐lerek,  İngilizce,  Rusça,  Almanca  ve  Fransızca  dille‐rinde  broşürler ve  broşürlerde  en  çok karşılaştıkları sorunların çözümüne ilişkin bilgiler yer alması karar‐laştırıldı. Bu bilgiler ilimizde yabancı dilde yayın ya‐pan gazete, dergiler ve yabancıların üye olduğu der‐neklerle paylaşılmıştır. Ayrıca, Yabancılar  Şube Mü‐dürlüğü’ndeki  personelle  toplantılar  yapılarak,  ya‐bancıların karşılaştığı sorunlar, Şubemiz personeli ile paylaşılarak  çözüm yolları hakkında bilgi paylaşımı yapılmıştır.  Mevzuattan  kaynaklanan  se‐beplerden dolayı  çözülemeyen konular  için  ise, Emniyet Genel Müdürlüğüʹne  çözüm  önerilerinin  yazılması  plan‐lanmıştır. 

6. İlimizde  ikamet  eden  yabancıların  müracaat esnasında  alınan  iletişim  bilgilerini  (e‐mail, Antalyaʹda  ikamet  ettikleri  adresleri,  yurtdışı adresleri  ve  telefon  numaraları  gibi)  içeren  veri  ta‐banının oluşturulması için çalışmalar başlatıldı. Oluş‐

161

turulan  bu  veri  tabanı  sayesinde,  yabancılara  kendi kültürleri için anlam içeren özel günler, bayramlarda kutlama mesajları yollanacaktır.  

7. İlimizde  ikamet  eden  yabancıların  iletişim  sürecine dâhil edilebilmesi için, Konsolosluklar, bu amaçla ku‐rulmuş dernekler ve yabancılara yönelik yayın yapan yerel basın yayın kuruluşları  ile  işbirliği  ağı oluştu‐ruldu.  

8. Emniyet  Müdürlüğümüze  ait  Web  sayfasında düzenlemeler  yapılmıştır.  İlimizde  ikamet  eden  ya‐bancıların Müdürlüğümüz  ile kolayca  iletişim kura‐bilmeleri,  e‐mail  yoluyla  soru ve  sorunlarını doğru‐dan  iletebilmeleri  amacıyla  “www.antalya.pol.tr”de yer alan Yabancılar Şube Müdürlüğü sayfasının farklı yabancı dillerde hazırlanması  için  iyileştirilme  çalış‐maları yapılacaktır.  

9. İl merkezimizde, Alanya, Manavgat, Kemer  ve Kaş ilçelerimizde  yaşayan  yabancılarla  iki  ayda  bir  to‐plantı düzenleyerek, toplantı sonrası anket ve birebir görüşmeler  ile  geri  bildirimler  alınarak,  elde  edilen veriler  ışığında  bir  sonraki  toplantıda  ele  alınması gereken  konular  belirlenecektir.  Bu  konular  belir‐lenirken, öncelikle yabancıların güvenlik ile ilgili kar‐şılaştıkları  sorunlara  çözüm  olacak  konuların  belir‐lenmesine özen gösterilecektir.  

10. İki ayda bir yapılacak toplantılar sırasıyla İl Merkezi, Manavgat, Kemer, Kaş  ve Alanya  gibi,  yabancıların yoğun bir şekilde yaşadığı ilçelerimizde yapılacaktır. Bu  toplantılarda  yabancı  düşmanlığı  ile  mücadele, kültürel  çeşitliliğe  saygı,  farklı  kültürlere  mensup olan  ancak  aynı  şehirde yaşayan  insanların birbirle‐

162 

rine  saygı  göstermesi  gerekliliği  vurgulanacaktır. Manavgat,  Kemer,  Kaş  ve  Alanya’da  yapılacak  et‐kinlerde ilçe emniyet müdürlüklerimizden 2’şer genç arkadaşımız da projemizde  yer  alacaktır.  İlçelerdeki etkinliklerimizi görevli arkadaşlarımız yerine getire‐cektir. 

11. Halk Eğitim Merkeziʹnden alacağımız destekle, ilimiz sınırları  içersinde  ikamet eden yabancılarımıza Halk Eğitim Merkezi’nin yetişkin eğitimi  için düzenlediği kurslardan  faydalanma  yoluna  gidilecektir.  (Halk oyunları ve el sanatları, Türkçe öğrenimi, bilgisayar, bağlama vb.)  Bu kurslar sonunda sergi ve gösteri et‐kinlikleri düzenlenecektir. Yöre kültürüne ait yemek‐lerin  tanıtımının  yapılacağı  piknik  ve  gezilerin düzenlenmesi,  tarihi  ve  turistik  yerlerin  gezilmesi, köy hayatının  tanıtılması, gönüllü yabancıların Halk Eğitim  Merkezleri’nde  katılmış  olduğu  el  sanatları kursunda becerilerini gösteren materyallerden oluşan serginin  “10  Nisan  Polis  Haftası”nda  açılması sağlanacaktır. 

12. İki ayda bir düzenlenecek toplantılar sırasında hazır‐lanan  stantlarda  yabancıların  kendi  ülkelerine,  kül‐türlerine ait unsurları sergileyebileceği, tanıtım yapa‐bilecekleri bir platform kurulması sağlanacaktır. Proje ekibinde yer alan genç arkadaşlarımızın aracılığıyla, kültürlerarası kaynaşmanın  sağlanması yönünde  ça‐lışmalar yapılacaktır. Katılımcıların pasif kalmaların‐dan ziyade, birbirleri ile iletişim halinde olmaları sağ‐lanacaktır.  

13. Dil  çeşitliliğinden  en  iyi  şekilde  yararlanan  bir  top‐lum oluşturulmasına yardımcı olmak adına  ilimizde 

163

ikamet  eden  yabancıların  yabancı  dil  öğrenmeleri için,  isteklilerin proje  ekibinde görevli olan genç ar‐kadaşlarımız aracılığıyla Halk Eğitim Merkezleri’nde açılacak kurslara katılmalarını ve Türkçe öğrenmele‐rini sağlayacağız. Bu, yabancıların günlük hayatlarını kolaylaştırmasının  yanı  sıra  farklı  kültürden  ve  dil‐den  kişilerin  de  birbirini  tanımasını,  birbirine  saygı duymasını sağlayacaktır.  

14. Görevli  arkadaşlarımızın  katılımıyla  iki  ayda  bir Türk kültürünü, yaşamını ve özellikle köy yaşamını tanıtmak  için  geziler düzenleyeceğiz. Bu  geziler,  ili‐mizdeki yabancıların yaşadığı çevrelerin yakınındaki köylere düzenlenecektir. Bu yolla, yabancıların bura‐daki  halkın  yaşam  biçimlerini  tanımasını  sağlayaca‐ğız.  

15. İlimizde yerleşik yabancı  ailelerin düzenleyeceğimiz toplantılar  vesilesiyle  tanışmalarını  sağlayarak,  kül‐türlerarası bir köprü kurulmasını sağlayacağız. Yerle‐şik yabancıların proje kapsamında düzenleyeceğimiz etkinliklerde aktif rol almalarını da sağlayacağız. Pro‐je sorumlusu olan biz gençler de daha  fazla yerleşik yabancıyla birebir  irtibat kurma  şansına sahip olaca‐ğız.  

16. Toplantılarımızda, Anadolu  kültür  mozaiği  üzerine güzel sözler söylemiş olan Yunus Emre, Âşık Veysel ve Mevlana  gibi  düşünürlerin  söz  ve  düşüncelerin‐den alıntılar yaparak,   insan sevgisi konusuna ve ya‐şadığımız  coğrafyada  insanın  ne  denli  önemsendiği konusuna dikkat çekeceğiz.  

17. Yerel yönetim temsilcileriyle irtibata geçerek, yerleşik yabancılarla yapacağımız  toplantılarda  yer  almaları‐

164 

nı, yabancıların sorunlarının saptanmasını ve çözüm yollarının neler olduğunu birebir görüşmelerini sağ‐layacağız. Yerel yönetim  ile  ilgili  sorunların çözümü için  ilgililere bize aktarılan sorunları  ileteceğiz. Proje ekibi  olarak,  çözüm  bulunması  ve  çalışmalar  yapıl‐masını için dikkatleri çekeceğiz. 

 Gerçekleştirilen Faaliyetler 

Bu genel kapsam çerçevesinde hazırlanan bu projeye, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Akdeniz Üniversitesi Rektör‐lüğü, Antalya’da  bulunan Konsolosluk  ve  Fahri Konsolosluk‐lar,  yabancılarla  ilgili dernekler,  turizm ve  seyahat  acenteleri, yabancıların kendi dillerinde çıkartmış olduklar gazete ve der‐gi temsilcilikleri, projenin paydaşlarıdır. 

• Projenin  amaçları  kapsamında  Paydaş  Kurumlarla Toplantılar düzenlenmiştir. 

• İlçe  Emniyet Müdürlüklerince  proje  kapsamında  ya‐bancılarla “Huzur Toplantıları” yapılmıştır. 

• Müdürlüğümüze müracaat eden yabancıların memnu‐niyetlerini  ölçmek  amacıyla  hazırlanan  anket  uygu‐lanmaya konulmuştur. 

• Yaklaşık  3000  kişinin mail  adreslerinden  oluşan  veri bankası oluşturulmuştur. 

• Mail  adreslerini  içeren veri  tabanının kullanılarak ya‐bancı hemşehrilerimizle  sürekli  iletişim halinde  bulu‐nulması planlanmıştır. 

• İl ve  ilçe müracaat personeline yönelik  sürekli  eğitim programları planlanmıştır. 

• Yabancıların karıştıkları veya maruz kaldıkları suç tür‐lerini tespit ederek, alınabilecek önlemleri içeren kitap‐çıklar hazırlanmıştır. 

165

• Proje  kapsamında,  yabancı  dil  bilen  genç  bir  ekiple, projenin  amaç,  hedef,  tanıtım  ve  iletişim  konularıyla ilgili  İngilizce,  Rusça,  Almanca,  Fransızca  dillerinde proje  ile  ilgili  materyaller  hazırlanmıştır.  Hazırlanan materyaller, toplantılar esnasında projede yer alan genç tercümanlarımız  aracılığıyla  yabancılarla  birebir  ileti‐şim kurularak kendilerine iletilmiştir.  

• Toplantılar il merkezinde ve yabancıların yoğun olarak yaşadığı Manavgat, Kemer, Kaş, Alanya ilçelerinde ya‐pılmıştır.  Toplantılar  esnasında,  İngilizce,  Rusça,  Al‐manca ve Fransızca dillerinde hazırlanan anketler ya‐bancılara  dağıtılmıştır.  Ayrıca  projede  kültürlerarası diyalogun geliştirilmesi, Avrupalılık bilincinin oluşma‐sı adına toplantılar sonrasında yabancıların kendi kül‐türlerini  tanıtabileceği  bir  platformun  oluşturulması sağlanmıştır. Yabancılar Şubesi’ne müracaatlarında her ülke vatandaşına hazırlaması gereken evraklar ve diğer hususlarda  bilgilendirme  yapılmıştır.    Projeye  katılan istekli yabancılara Halk Eğitim Merkeziʹnin programla‐rı doğrultusunda yetişkin eğitimine yönelik kurslarda, ilgi  alanlarına göre  eğitim  almaları  sağlanmıştır  (halk oyunları, el sanatları, bilgisayar, bağlama, vb.)  

• Yöresel  yemeklerimizin  tanıtımının  yapılacağı  piknik ve geziler düzenlenmiş,  tarihi ve turistik yerleri gezile‐rek;  köy  hayatının  tanıtılma  çalışmaları  yapılmıştır. Gönüllü yabancıların Halk Eğitim Merkezleri’nde ka‐tılmış  oldukları  el  sanatları  kurslarındaki  becerilerini gösteren  materyallerden  oluşan  sergisi  yapılmıştır.  Projeye destek veren kurum ve kuruluşlar  ile yabancı ülke temsilcilikleri arasında kurulan iletişim ağının gü‐cünü  yitirmemesi  adına,  kurumlar  arası  sorumluluk 

166 

paylaşımı, işbirliğinin devam ettirilmesi için çalışmalar sürdürülecektir. 

“Onlar Bizim Hemşehrimiz” Projesi, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı tarafından, Gençlik Programları çerçevesinde Nisan 2011 Dönemi Proje Başvurula‐rı içerisinde yaklaşık 200 proje arasından desteklenmeye değer 20  proje  içerisinde  1.  sırada  kabul  görmüş  ve AB  Eğitim  ve Gençlik  Programları  tarafından  desteklenen  projeler  arasına dâhil edilmiştir.