(ramazan yazÇİÇek) - tevhidvedusunceokulu.com filedînin kültürleúmesine bir anlamda...

16
1 Dînin Kültürleşmesi ya da Kültürün Dînleşmesi Üzerine 1 (Ramazan YAZÇİÇEK) Dînin kültürleşmesi ya da kültürün dîn haline getirilmesi de diyebileceğimiz bir süreç yaşanmaktadır. Zaman içerisinde etkisi farklı tonlarda seyretmekle birlikte bu durumun yeni bir şey olmadığını da biliyoruz. Senkretizm diye de adlandırılan; farklı inanç sistemlerinin etkileşime girerek karışması sonucunda ortaya çıkan yeni inançların varlığı da söz konusudur. Bugün, 'İslâm'ın Kültürleşmesi' veya 'Kültür oluşumuyla İslâm'ın' etkileşimini değerlendirmek istiyoruz. Böyle bir risk var mıdır varsa konuya dair neler söyleyebiliriz? Rabbimizin adıyla ve selamların en güzeliyle başlarım. Gündeme taşıdığınız 'dînin kültürleşmesi' sorunu çok temel bir meseledir. Yoğun gündem tartışmaları arasında asıl meseleler çoğu kez silikleşmektedir. İnsana, hayata anlam kazandıran temel meseleler doğru anlaşılmadığı taktirde gündemi de doğru okumak mümkün değildir. O durumda kirli bilginin zebunu; rüzgarın sürüklediği yöne giden nesne olursunuz. Ki bu durum, Müslümanca bir duruş olmadığı gibi tehlikelidir de. İslâm, müslümanlar açısından dînlerin en iyisi değil, kendisinden başka hak dîn olmayan bir inançtır. Bu yönüyle ed-dîn olan İslâm, "yaşam tarzı"dır. Yaşam tarzının temel parametrelerini belirleyen ise vahiydir. Vahyin hedefi, yaşamın sadece sınırlı alanlarına müdahale etmek olmadığı gibi, ahiret, öbür dünya ve ölümden sonraki hayat ile ilgili belli konularda inançlar vaaz eden anlamında dînler arasında bir dîn de değildir. İlgili muharref kanaatin esiri bir anlayış, gelenekselleşmiş dîn anlayışıdır. Bu anlayışın dîni, vahye dayalı değil kültüre dayalıdır. Kur'ân, İslâm'ın, insanların toplam yaşantılarına söyleyecek sözü olan, zaman ve mekânın sınırlarına mahkum olmayıp bütün boyutlarına dair emir ve yasaklar cihetiyle prensipler vaaz eden bir dîn olduğunu bildirir. Yine Kur'ân, İslâm'ın, her devirde ve bütün insanlar için fıtrî, gerçek, tek 1 Ramazan Yazçiçek ile "Dînin Kültürleşmesi ya da Kültürün Dînleşmesi Üzerine", Röportaj: Fatih Bütün, Nida, Malatya 2014, s. 28-38, s: 163.

Upload: others

Post on 12-Oct-2019

18 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

1

Dînin Kültürleşmesi ya da Kültürün Dînleşmesi Üzerine 1

(Ramazan YAZÇİÇEK)

Dînin kültürleşmesi ya da kültürün dîn haline getirilmesi de

diyebileceğimiz bir süreç yaşanmaktadır. Zaman içerisinde etkisi

farklı tonlarda seyretmekle birlikte bu durumun yeni bir şey

olmadığını da biliyoruz. Senkretizm diye de adlandırılan; farklı inanç

sistemlerinin etkileşime girerek karışması sonucunda ortaya çıkan

yeni inançların varlığı da söz konusudur. Bugün, 'İslâm'ın

Kültürleşmesi' veya 'Kültür oluşumuyla İslâm'ın' etkileşimini

değerlendirmek istiyoruz. Böyle bir risk var mıdır varsa konuya dair

neler söyleyebiliriz?

Rabbimizin adıyla ve selamların en güzeliyle başlarım.

Gündeme taşıdığınız 'dînin kültürleşmesi' sorunu çok temel bir meseledir.

Yoğun gündem tartışmaları arasında asıl meseleler çoğu kez

silikleşmektedir. İnsana, hayata anlam kazandıran temel meseleler doğru

anlaşılmadığı taktirde gündemi de doğru okumak mümkün değildir. O

durumda kirli bilginin zebunu; rüzgarın sürüklediği yöne giden nesne

olursunuz. Ki bu durum, Müslümanca bir duruş olmadığı gibi tehlikelidir

de.

İslâm, müslümanlar açısından dînlerin en iyisi değil, kendisinden başka

hak dîn olmayan bir inançtır. Bu yönüyle ed-dîn olan İslâm, "yaşam

tarzı"dır. Yaşam tarzının temel parametrelerini belirleyen ise vahiydir.

Vahyin hedefi, yaşamın sadece sınırlı alanlarına müdahale etmek olmadığı

gibi, ahiret, öbür dünya ve ölümden sonraki hayat ile ilgili belli konularda

inançlar vaaz eden anlamında dînler arasında bir dîn de değildir. İlgili

muharref kanaatin esiri bir anlayış, gelenekselleşmiş dîn anlayışıdır. Bu

anlayışın dîni, vahye dayalı değil kültüre dayalıdır.

Kur'ân, İslâm'ın, insanların toplam yaşantılarına söyleyecek sözü olan,

zaman ve mekânın sınırlarına mahkum olmayıp bütün boyutlarına dair

emir ve yasaklar cihetiyle prensipler vaaz eden bir dîn olduğunu bildirir.

Yine Kur'ân, İslâm'ın, her devirde ve bütün insanlar için fıtrî, gerçek, tek

1 Ramazan Yazçiçek ile "Dînin Kültürleşmesi ya da Kültürün Dînleşmesi Üzerine", Röportaj: Fatih

Bütün, Nida, Malatya 2014, s. 28-38, s: 163.

Page 2: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

2

hak dîn olduğunu haber verir. Kur'ân'da İslâm, bireysel ve toplumsal

talepleriyle birlikte her dönemde toplumu yeniden dizayn edecek

potansiyele sahip, Allah tarafından kabul olunacak tek hak dîn olarak

tanıtılır. Dînin hayat tarzı olması da bu anlamdadır. Bu dînin kaynağı

vahye dayalıdır ve değerlerinin belirleyicisi Allah'tır.

Tarihte farklı dînî geleneklerin bir arada yaşamasını sağlayan çokça

sosyolojik neden olmuştur. Her karşılaşma etkileşimi her etkileşim de bir

ölçüde değişim ve dönüşümü kaçınılmaz kılmıştır. Bu gerçeklik zamanla

yeni dînî yorumları ve mezhepleri doğurduğu gibi dînî senkretizmin

yaşanmasının ve farklı değerlerin bir araya gelmesi suretiyle oluşan yeni

inanç sistemlerinin oluşmasının da sebebidir. Farklı inanç sistemlerini ve

ibadet unsurlarını taşıyan karma dînsel gelenekler, senkretik dînler olarak

tanımlanmaktadır.

Bu genel değerlendirmeden sonra bahsi özele indirgeyecek olursak,

İslâm’ın gelenekselleşmesi (gelenekçi/atalar yolu) geleneğin de dînleşmesi

diyebileceğimiz süreç tarih boyunca "tahrif" ekseninde yaşanmıştır. Yani

ed-dîn olan İslâm, Allah'ın dîni olmaktan uzaklaştığı her dönemde tahrife

senkretik bir harmanlamayla maruz kalmıştır. Bu durumda İslâm'ın yerine

ikame edilenin neliği, hiç mi hiç önemli değildir. Keza her tahrif öğesi

heva-hevesin ilah edilmesinden südûr etmiştir. Hakkın karşısında yer alan

batılın isminin ve ritüellerinin farklılığı önemsizdir, çünkü öz aynıdır. Her

şeyden bir parça taşıyan dînî senkretizm, İslâm'dan da unsurlar taşımış

olabilir. Bu, onu İslâm kılmadığı gibi onun şirk ile malul cahilî dînlerden

bir dîn olduğu gerçeğini de değiştirmez. Zira "Allah nezdînde hak dîn

İslâm'dır." (Ali İmran, 3/19.) "Kim, İslâm'dan başka bir dîn ararsa, bilsin

ki kendisinden (böyle bir dîn) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan

edenlerden olacaktır." (Ali İmran, 3/85.)

Farklı kavimlerle anılan kültürün, 'İslâm kültürü' olarak da kullanımı

söz konusudur. Kültür dendiğinde anlaşılandan hareketle, dînin

kültürleşmesi serüvenine dair neler söyleyebiliriz?

Kavramlar söz konusu olduğunda çok ihtiyatlı olma gereğine inanıyorum.

Zira zikredilen kavramdan daha önemli olan, tarafların o kavramdan ne

anladığı hususudur. Nitekim dilin de dili vardır. Ve dahi dilin ruhu vardır.

Dili kendi anadilinden koparırsanız bir anlamda ruhsuzlaştırmış olursunuz.

Dilin dili, içinde doğduğu kültürel yaşanmışlıktır. Dilin ruhu, fıtrata

yaratılış gerçeğine muvafık olmasıdır.

Page 3: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

3

Her kavram kendi felsefesinin çocuğu olup kastını taşımak ister. Siz ona

kastına rağmen farklı anlamlar yüklediğinizde anlam güdükleşir ve

hafifmeşrep bir duruma malzeme olmaya başlar. 'Kavimlerin kültürleri'yle

"İslâm kültürü" terkibi de öyledir.

Dînin kültürleşmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu

durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıştır. Bilmiyoruz! Bu husus belki

de imtihanın tabiî neticesidir. Şu farkla ki, her tahrifin ardından İslâm

mesajı peygamberler aracılığıyla yeniden gelirken, Resulullah (as) ile

birlikte (Hatemu'n-Nebiyyin) bu mesaj son kez gelmiştir. Vahiy,

Rabbimizin dileyeceği zamana kadar da beşer müdahalesinden korunmuş

olarak muhafaza olacaktır. Önceki peygamberlerin gönderilmesine konu

sapma mahiyet itibariyle ne idiyse Resulullah'ın gönderilişi dönemindeki

sapmalar da aynıydı. Ve hatta sonradan oluşan sapmaların dahi mahiyet

itibariyle farkı yoktur. Allah'tan başka hak İlah'ın olmadığı hususu, İslâm

davetinin aslıdır. Dîni Allah'a has kılmaya çağrı, dînin kültürleşmesine

reddiye çağrısıdır aslında.

Resulullah (as)'dan sonra dînin kültürleşmesi serüveni son derce dramatik

öğeler taşır. Bu süreçte yaşanan değişimin parametreleri doğru okunmalı

ve bunlardan ders çıkartılmalıdır. Süreç içerisinde baş gösteren siyasî

ihtilaflar, fıkhî, kelamî ihtilafları beraberinde getirmiş; husûle gelen fitne,

bozulmaları tetiklemiştir. Diğer taraftan kalabalık kitleler, fetihler

neticesinde genişlemeye devam eden İslâm coğrafyasına Kur'ân mesajını

sindirmeden katılmışlardır. Tercüme faaliyetlerinin filtre edilmeyişi,

muharref dîn mensuplarının ihtida ederken bilerek bilmeyerek yeni

girdikleri İslâm dînine taşıdıkları hurafe kültürü, farklı toplum ve dînlerin

felsefesinin hadis, fıkıh gibi dîni literatüre girmesi, dînin kültürleşmesi

sürecinin önemli sebeplerindendir.

Müslümanların iktidarı ele almasıyla, kaybettikleri nüfuz ve iktidarlarının

bekasını örtük biçimde içten çökertme çabasıyla perdeleyenler, kendi inanç

ve geleneklerinin atıklarını yeni girdikleri dîne taşımışlardır.

Yahudileşmeye mukabil ruhbanîleşme serüveninin bir benzeri Resulullah

(as) sonrası Müslüman toplumda yaşanmıştır. Bir tarafta refah, saltanat ve

çılgınca harcama kültürü buna mukabil diğer tarafta mistik duygularla

ruhbanîleşme temayülü… Her iki eğilimin de dînin gelenekselleşmesi

sürecine önemli katkıları olmuştur.

Page 4: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

4

Burada şu husus merak konusu: Bozulmayı; dînin kültürleşmesini

fark edenler müdahale edenler olmadı mı?

Tabii ki olmuştur ve hiçbir dönemde bu eksik olmamıştır. Tarih boyunca

da böyledir. Peygamberimiz (as), "Ümmetimden bir cemaat, Allah'ın emri

tahakkuk edinceye kadar, bâtıla galebe çalarak hak üzere devam edecek ve

onları yardımcısız bırakanlar onlara zarar veremiyeceklerdir." buyuruyor.

Buhârî ve Tirmizî'nin rivayet ettiği hadiste işaret edilen husus, ümmetin

öncelikli vasfının hak üzere devam etmesi, yardımcısız bırakılmalarına

rağmen bâtıla galebe çalmasıdır. Allah dîninin yardımcıları, insanlar için

çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak tarif edilir. Bâtıla galebe çalacak

olanların en büyük davaları; önce ve sonra "La İlahe illallah" davasıdır. Bu

ceht ve gayret ister bizatihi tahrife isterse farklı tonlamalarla bid'at ve

hurafelere karşı olsun sürekli olagelmiştir. Buradaki hak üzere oluş, bildik

manada cemaat, gurup, bölge ve hatta zamanla mukayyet olmayıp, dîni,

bütünüyle Allah'a has kılanların mevcudiyetidir.

Örneğin Hz. Ömer'in ta o dönemde ortaya koyduğu kaygıları dikkat

çekicidir: "Siz Kur'an'a uyun; Kur'an'ı kendinize uydurmayın. Kim Kur'an-ı

Kerim'i kendisine uydurursa Kur'an onu cehenneme kadar sürükler, fakat

kim Kur'an'a tâbi olursa, Kur'an onu Firdevs cennetlerine götürür." Bu

uyarı, bozulmalar karşısında temel kaynağa dikkat çekmedir.

Yaşanan fitne ve sıkıntılara rağmen şu yaklaşımdaki duyarlılığa bakın: Re-

sulullah (as), müşrikler arasında bulunan şecaat ehli; güçlü kuvvetli ve halk

arasında itibarlı iki Ömer'den birinin Müslüman olması için Allah'a duada

bulunuyor ve şöyle niyaz ediyordu: "Allah'ım! İslâm'ı Ebû Cehil bin Hişam

veya Ömer bin Hattab'la kuvvetlendir!" Ne gariptir ki, iki Ömer'den biri

olan Ömer bin Hişam, diğer namıyla Ebû Cehil, Resulullah'ı öldürecek

olana 100 deve vaat ederken, Ömer bin Hattab da bu teklifi kabul edip

Resulullah'ı öldürmek üzere yola çıkan kişidir. Ve neticede Allah Ömer bin

Hattab'a hidayet verir. Kendisiyle Müslümanların güçlenmesi arzulanan

Hz. Ömer'in sonraki bir dönemde ortaya koyduğu tavrı oldukça

manidardır. Fars ülkesi fethedilip Şah'ın ailesiyle birlikte hazineleri birçok

Fars'lıyla Medine'ye getirildiğinde Hz. Ömer'in, "Allah'ım bu Celula

esirlerinin kadınlarından olacak çocukların şerrinden sana sığınırım."

dediği rivayet olunur. Tarihçilerin bildirdiğine göre Hz. Ömer'i korkutan

Celula esirlerinin çocukları Sıffîn Savaşı'nda karşılıklı saflarda yer alırlar.

(Bkz.: Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, Pınar Yayınları, İstanbul

2004.)

Page 5: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

5

Sünnî-Şiî ayrımının da oluşmasına büyük katkıda bulunan Sıffın Savaşı,

bilindiği üzere İslâm toplumunun Halifesi Hz. Ali ile İslâm Devleti'nin

Suriye valisi Muaviye bin Ebu Süfyan arasında yapılmıştır. Müslümanların

kendisiyle güçlenmesi niyazında bulunulan Hz. Ömer, Müslüman

toplumun kitleler halinde katılımla çoğalmasından endişe duyuyor! İşte bu

kaygı, mesajı sindirmeden teslim olanların inancı kültürleştirmesine

duyulan kaygıdır. Bu, feraset ve basirettir. Kuşkusuz bozulmayla birlikte

izleyen dönemlerde de ihya hareketleri; tecdit çabaları kesintisiz devam

etmiştir. Mâlûmunuz imha ve tahrif tarihi müstakil bir konu olduğu gibi

ihya ve tecdit tarihi de bu sohbetin sınırlarını aşan müstakil bir konudur.

Ancak şu gerçek unutulmamalıdır: Kültürler savaşlar kadar hızlı ikame

olmadıkları gibi etkileri de savaşlar kadar hızlı kaybolmaz. Dolayısıyla

gelenek, kültür denilen medeniyet akşamdan sabaha oluşmadığı gibi

etkisinin de akşamdan sabaha kaybolması beklenmemelidir. İkamesi de

izalesi de uzun zaman alır. İhya ve inşa ehli bu gerçeği bilerek ceht ve

gayretini sabırla sürekli kılmalıdır.

Var olan bir şey midir kültür; icad edilmiş, oluşturulmuş bir şey mi?

Kültür felsefesine girecek olursak sanırım bu röportajda sadra şifa bir

noktaya gelemeyiz. Kültür için farklı disiplinler farklı tanımlar yapmışlar.

Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin

bütünü denildiği gibi tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde oluşan bütün

maddi ve manevi değerler ile bunları oluşturmada, sonraki nesillere

iletmede kullanılan araçların bütünü; hars, ekin de denilmiştir. Toplumların

ortak değeri, kültürün bir üst ifadesi için medeniyet uygarlık diyenler de

olmuştur. Kültür, taşıdığı unsurlar keşfedilen değerler gibi farklı tecrübeler

ilgi ve istidat neticesinde üretilen değerlerdir de.

Bunların içinde bir anlamda insanlığın ortak mirası; maruf, örf, urf

diyebileceğimiz muteber değerler vardır. Bunlar, fıtrata, vicdana muvafık;

işitildiğinde insanda olumsuz bir his oluşturmayan faydalı ve süreklilik arz

eden değerlerdir. Yine bunlar, fıtrat ile uyumu cihetiyle İslâm'a ters

değillerdir. İnsanın yaratılış hakikatine; fıtrat ve vicdana muhalif; heva-

heves ürünü; yaratanı yok sayan veya yetkilerini gasp eden inanışlara ve bu

zeminde üretilenlere gelince bunlar İslâm tarafından tasvip edilmezler. İşte

sorun da buradadır ve bununla yüzleşilmelidir. Dînin kültürleşmesi veya

kültürün dîn gibi sorgulanmaz kılınmasıdır burada mesele. Nitekim

sorunun varlığı ve boyutu ezber bozan mesaj olarak vahyin gelmesinin de

sebebidir. Gelenekle yaşamı çepeçevre kuşatan bozulmalar evvelemirde

Page 6: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

6

vahyin konusu olmuştur. Marufla geleneği, marufla kültürü tefrik eden

ayraç, vahye muhalif olup olmama hususudur.

Sorunla yüzleşmeyi biraz daha açar mısınız?

Bugün Müslümanları öncelikle ilgilendiren mesele vahyî hakikatlerin

geleneksel kültürün bir parçası haline getirilmiş olmasıdır. Tersinden

okuma da aynı vahameti ortaya koymaktadır. Geleneksel kültürlerin dîn

haline getirilmiş olması, geleneğin vahiy gibi kabul edilip sorgulanmaz

kılınmasıdır. Burada çözüme, muharref dîndarlığın vahiy dîndarlığı

olmadığının kabul edilmesi; vahyin, üretilmiş değerlerden tefrik edilmesi

ile ulaşılabilir. Körü körüne atalar yolu takipçiliği reddedilmeli, tecdit

bilinci ihya edilerek Kur'ânî zeminde problemlerle yüzleşmekten imtina

edilmemelidir.

Müslüman toplumların geri kalmasının ve bugün yaşanan birçok sorunun

ardında tecdit bilincinin ertelenmiş olması yatmaktadır. İçtihat ertelenmiş,

yeri, tabiatı ve kaynağı itibariyle farklı olan mitsel ya da usçu yaklaşımlar

tarafından doldurulmuştur. Taklit taassubunun zihinleri dumura uğrattığı,

tecdit bilincinin köreldiği, beşerî mülahazaların mutlaklaştırıldığı, ortaya

çıkan yeni sorunlara Kur'ânî çözümler üretme zorunluluğunun ertelendiği

bir gerçeklik zemininde, Müslümanların yeniden uyanış ve Kur'ân'la diriliş

zorunluluğu vardır. Müslüman için esas olan, değişim gerçeğiyle

yüzleşirken Kur'ânî çözümler üretebilmektir.

'İslâm kültürü' dendiğinde ne kastediyoruz? Daha açık bir şekilde

İslâm'ın bir kültürü var mıdır?

"İslâm kültürü" terkibinin kullanıldığı yer itibariyle yanlış hatta fasid

olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda 'İslâm kültürü' olmaz ancak

Müslümanların kültürü olur. Müslümanların kültürünün içinde doğrularla

birlikte yanlışlar da vardır kuşkusuz. Bu tespit, kültürün doğası gereğidir.

Müslümanların kültürü hatta doğrusu Müslümanlara (!) nispet edilen kültür

sorgulandığında İslâm sorgulanmış olmaz. Keza sorgulanan üretilmiş

değerlerdir. Velev ki doğrulama, övgü dahi bu terkip üzerinden yapılırsa

yine hatalı olduğu kanaatindeyim. Nitekim bugün doğru denilenin yarın

yanlış olduğu tespit edildiğinde hatalı olanın İslâm değil kendisine nispet

edilen Müslümanların kültürü olduğu bilinmiş olunur. Yaşadığımız

coğrafyaya bir bakalım! Müslümanların kültürü sahip oldukları gelenekleri

üzerinden İslâm tanınabilir mi? Müslümanların carî durumu üzerinden

İslâm tanınmaya kalkılırsa ne kadar güven verici bir durum, kabule şayan

Page 7: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

7

bir görüntü söz konusudur? Davet, Müslümanların kültürüne midir yoksa

İslâm'a mıdır? Tabi ki İslâm’adır. Dolayısıyla İslâm'a bir sıfat veya eklenti

yapmaya gerek yoktur. Zira İslâm, pür hakikattir. Ve bütün doğruları

mahfuz hak inançtır.

Farklı terkipler için de bunu söyleyebiliriz. Örneğin "İslâm tarihi" netameli

bir ifadedir. Zira kastedilen Âdem (as) ile birlikte vahyin; tevhidin seyri ise

ne ala. Değil, günahı sevabıyla Müslümanların ortaya koydukları tarihleri

ise buna İslâm'ın tarihi denmez, Müslümanların tarihi denilmelidir.

Müslümanların tarihi övgüyü gerektiren şaheserlere sahip olduğu gibi

hatalarla malul zafiyetlere de sahiptir. Ve yine ahlak... "İslâm ahlakı"

ifadesi vahye müstenit her bir dengeli, fıtrî duruşu; kavimler ötesi,

gelenekler ötesi bir safiyeti temsil eder. Böyle bir durum ancak Kur'ân ve

Sünnet demektir. Peki, Müslüman ahlakı dediğimizde bu safiyeti

görebiliyor muyuz? Hayır. Birincisi ideal iken ikincisi hatalar ile malul fiili

durumdur. Burada Müslüman ahlakı yerine İslâm ahlakı derseniz doğru ile

birlikte hataları da İslâm'a mal etmiş olursunuz! Kaldı ki İslâm, zaman ve

mekânla mukayyet değildir. Âdem (as) ile gelen bütün peygamberlerin

ortak mesajıdır.

"Kültür" ve "İslâm kültürü" kavramları da bu hassasiyetle okunmalıdır.

Kavmine ve kimliğine bakılmaksızın beşer tarafından üretilmiş bir değer

olarak kültür, yaratılış hakikatinin keşfi zemininde insanlığın yitiğidir.

Müslüman olmayan birey veya toplumlardan gelmesi, keşfedilmesi

reddedilmesi için sebep olmamalıdır. Evrensel beşerî ahlakta İslâmî

esaslarla mezc olduğu sürece zenginliktir. Müslüman toplumlarda İslâm'ın

gerekleri yaşanmadığı ancak başka toplumlarda fıtrî zeminde marufa dair

değerler üretildiği takdirde, bu değerler İslâm'a muhalif değil muvafık

demektir. Bunlar reddedilmemeli bilakis yitik olarak alınmalıdır.

Senkretizm, kültürleşmenin 'dîn' anlayışındaki karşılığı nedir?

Müstakil bir konu olmakla birlikte dînin kültürleşmesi denildiğinde akla ilk

gelen kavramlardan biri senkretizmdir. Senkretizm, farklı yaklaşım, inanış

ve öğretileri kaynaştırıp uzlaştırma mantığına sahip felsefî bir düşünme

biçimdir. Senkretizm, yer yer mistik kayıtsızlığı esas alan; siyasal talepleri

olan ve fakat ötekisinden siyasaldan soyutlanmış bir dîn talebinde bulunan

pragmatist bir yaklaşımdır. Felsefî ve teolojik karakteriyle senkretik

(bağdaştırmacı) inançların günümüz gerçekliğinde politik talepler

üzerinden yürütüldüğü görülür. Bu yönüyle de senkretizm farklı anlam

dünyalarına sahip birçok kavramla iç içelik göstermektedir.

Page 8: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

8

Kültürlerin senkretik bir harmanlamayla nasıl dîn haline getirildiğine;

ardından tartışmasız kılınarak iman konusu yapıldığına farklı

çalışmalarımızda değindik. Özellikle Türk Müslümanlığı kitabımızda

Ümeyyecilikle başlayan süreç ve ardından senkretik karakterle oluşan tepki

akımları; yaşadığımız coğrafyadaki kültürlerin bilhassa tasavvuf

havzasında dînleşmesi serüvenini anlattık. Orada, gnostik karakterli

düşünce ekollerinden beslenen dîn anlayışının İslâm dışılığını, senkretizm

eleştirisi üzerinden yaptık.

Peygamberi sevme, onun mesajını anma ve hatırlama hassasiyeti,

kandiller, mevlid gibi seremoniler ortaya çıkardı. Dînî bir hassasiyetin

ürünüdür denebilir mi bu ürünlere?

Vahyin son kez geldiği cahiliye toplumu dînsiz bir toplum değildi. Bu

vurgu doğru anlaşılmalıdır. Ve hatta o toplum teşeddü ehli bir toplumdu.

Dîndarlıkta şiddetli; dînde kuvvet ve dayanıklı bir toplum... Hemen hiçbir

işleri ve inanışları yoktu ki kendilerini üzerinde buldukları atalarının dîni

dikkate alınmadan yapılsın. Üretilen kandiller, mevlidler, kutlu doğum

haftaları ve şimdilerde Hz. Peygamberi haşa uçup-kaçan bir mitsel figüre

dönüştürme gayretleri hep dîndarlık hamasetiyle yapılmaktadır. Bunların

bir kısmı süflî amaçlara malzeme yapılmak istenirken ekseriyetinin

dîndarlık hamasetiyle yapıldığına inanıyorum. Ancak asıl samimiyet

Allah'ın emir ve yasaklarına uymaktadır. Muteberlik Allah'ın dîninin

dîndarlığındadır! Aksi takdirde insan sayısınca dîn ortaya çıkar. Vahye,

Resulullah'ın sünnetine muhalif yönelimler samimi olabilir mi? Hep aynı

muharref dîn anlayışı ile üretilen bid'at ve hurafelerdir bunlar. Dîne rağmen

dîn. Birincisi Allah'ın dîni diğeri beşer uydurması dînler. Allah (cc),

"Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona

karşı sen mi vekil olacaksın?" (Furkan, 25/43) diye uyarmaktadır. Hurafeci

mantığı harekete geçiren saik, Allah'ın dîni İslâm; Kur'ân ve Sünnet

değildir. Harekete geçiren saik, ilah edilen heva-hevestir. Heva-hevesin

ilah edilmesi de aslında bir tür dîndarlıktır. Ancak bu dînin dîndarlarına

vekil olabilecek yoktur diye buyuruyor Allah (cc).

İlginçtir muharref toplumlarda iman ve İslâm'dan önce takva ve ihsan

konuşulur. Oldukça masumane duran sinsi bir sapmayı besleyen nüanstır

bu. Takva ve ihsan sahibi oldukları düşünülen; üzerinde takva ve ihsan

alametlerinin (!) gözüktüğü öyle insanlar vardır ki, imanlarını zayi eden

inanış ve eylem içindedirler. Unutulmamalıdır takva ve ihsan nakıs bir

iman üzerine inşa edilemez. Bu alametler, iman ve İslâm'ı teyid edici

olmalı iman ve İslâm tarafından tekzip edici olmamalıdır. Kaldı ki iman ve

Page 9: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

9

İslâm'a rağmen takva ve ihsan da olmaz. Nitekim bu tutum zaman

içerisinde iman mevhumunu anlamsız içi boş bir heyulaya; mürcie

inancına dönüştürmüştür. İrcaî düşüncenin vardığı modern algı da bu

zemindedir. Yapılanlar dîndarlık adına yapılmaktadır, oysa sonuç ihyaya

değil imhaya varmıştır. Ve hatta bu tür dîndarlık seremonilerine katılmayıp

tasvip etmeyenler kınanır, ehl-i sünnet dışılıkla itham edilirler. Yani

Sünnete ittibaya çağıranlar sünnet dışı ithamına maruz kalırlar. Çok

gariptir, Resulullah'a dahi sabiî diyorlardı. Hz. Ömer Müslüman olduğunda

ona da demişlerdi. Ne demek biliyor musunuz? "Dînden çıktı."

Suphanallah! Dîne çağırana dînden çıktı diyorlar. Şairin, "körler

memleketinde görmek, bir hastalık sayılır." mısraı ne kadar da tasvir

edicidir. Hâsılı o toplum dînsiz değildi, bir dîn üzereydi. İşte o dîn gelenek

dîniydi. Dînin kültürleşmesi tam da budur. Hangi dönemde hangi toplumda

yaşanırsa yaşansın fark etmez.

Toplumlar kendilerine, vahyedilenle tarihsel süreçte bir takım

ritüeller, seremoniler üretiyorlar. Toplumların bu seremoni ve

ritüelleri vahyedilen İslâm ile karşılaştırıldığında nasıl bir durumla

karşı karşıyayız?

Resulullah (as)'ın vefatından sonraki süreçte farklı kültürlerle karşılaşmalar

etkileşimi ve dolayısıyla değişim ve dönüşümü kaçınılmaz kılmıştır.

Toplumlar fevç fevç İslâm'a girdikleri gibi farkındalık dinamiğinin

zayıflamasıyla orantılı bir şekilde Müslüman toplum da başkalarından

etkilenmiştir. Müslümanların sahabe döneminden uzaklaştıkça Kur'ânî

peygamber kavrayışının zayıfladığı vakıadır. Peygambere sevginin O'na

itaat ile gösterileceği hakikati, O'nu, "kul-nebi" olarak görme gereği, yer

yer Ulûhiyet vasıflarına sahip efsanelerle dürülü mitolojik-peygamber

algısına dönüştü.

Bu algıyı besleyen ister peygamber sevgisi, isterse dîndarlık hamaseti

olsun fark etmez. Gelinen noktada inanılanlar, İslâm dışı kültürlerden

devşirme hurafeler yığınıdır. Kur'ân, indiği toplumun öncelikle tanrı

tasavvurunu düzeltiyor ve doğru bir Allah inancı inşa ediyor. Zamanla

tekrar tasavvurlara varıncaya dek bir bozulma söz konusu oluyor. Şu anki

durum da budur. Duygusal bir muhayyile efsanevî, esrarengiz tutum,

neredeyse beşerî hüviyetinden tecrit edilmiş adeta melekleştirilmiş bir

peygamber anlayışı söz konusudur. Bunun rivayet kültürüyle

desteklenmesi işin vahametini artırmıştır. Menkıbe, keramet ve faziletleri

anlatma adına oluşan peygamber inancı, beşerî özellikleri göz ardı edilen

beşer üstü kutsal bir varlık tasavvuruna dönüşmüştür.

Page 10: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

10

Tarihsel ve kültürel birikime karşı dînin müdahalesi nedir?

Vahiy, ezber bozan bir mesajdır ve insanlığın gidişatına ilahî müdahaledir.

Her uyarı ile insanlık bir kez daha doğru Allah inancına ve dolayısıyla

doğru bir Peygamber tasavvuruna kavuşmuştur. Sahabe kuşağı cahilî tanrı

telakkisinden arınmış, vahiy, peygamber, melek, cin, hayat, kadın-erkek

hülasa dîn ve dîndarlık tasavvurları yeniden inşa edilmiştir.

Nitekim bütün peygamberlerin ortak mesajı, "Allah'tan başka İlah

olmadığına inanmak ve kulluğu sadece Allah'a has kılmaktır."

Evvelemirde İlahî mesaj ile dînin müdahalesi bu yönde olmuştur.

Somut bir kavram üzerinden gitmek istiyoruz; 'sivilleşme', 'sivil

toplum'. Peygamber Hılfu'l-fudul'a üyeydi ve bazı rivayetlere göre

elçilik geldikten sonra da 'üye olurdum' ikrarı var. Bugünkü şartlarda

'yardımlaşma', 'ezilenlerin hakkını koruma' gibi İslâmî hassasiyetler

'sivil toplum', 'insanî hak dernekleri' gibi bir pratiğe sarılmamızı

gerekli kıldı. Ne dersiniz, sizce bu İslâmî bir hissiyat ve hassasiyetin

aks-u lameli olarak değerlendirilemez mi?

Modern toplumların problemlerine yönelik olarak ortaya çıkan sorunlara

çözüm arayışları çoğu kez ya felsefî bir öneri ya da yeni bir teolojik

tanımlama üzerinden yapılmıştır. Geliştirilen teolojik tanımlamalar

kuşkusuz içine doğduğu konjonktür göz ardı edilerek değerlendirilemez.

Oluşan yaklaşımda kullanılan dînsel argümanların epistemik zemini iç

tutarlılık açısından önemlidir. Keza bu, çözüm önerilerinin oturduğu zemin

açısından aslî unsurdur. Ve yine bu açılımları, "ideal toplum önerileri"nden

hatta cari yönetimlerden ayrı düşünmek de olası değildir.

'Sivilleşme', 'sivil toplum' önerilerinin ne epistemik zemini ne

parametreleri ne de teoriden pratiğe giderken oluşan hareketi cihetiyle

İslâmî hissiyat ve hassasiyetle alakası vardır. Keza İslâm'ın bütüncül

yapısı, parçacı, pragmatik ve beşerî üretmelere şerh düşmeye müsait

değildir. Modern toplumların problemlerine dair çözüm önerilerinde

İslâm'dan da unsurların olması başka, bu unsurları taşıyan paradigmaların

'İslâmî' kabul edilmesi ve/veya oradan hareketle 'İslâmî olanın

oluşturulması' daha başkadır.

Müstakil olarak bu konuyu değerlendirdiğimiz bir çalışmada, mustaz'af,

hilfu'l-fudûl ve maslahat kavramlarını ıstılahî yönüyle ele almış modern bir

paradigma olarak Latin Amerika'da geliştirilen Kurtuluş Teolojisinin

Page 11: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

11

İslâmîliği imkanı üzerinden değerlendirme yapmıştık. (Ramazan Yazçiçek,

"Kurtuluş Teolojisi'nden Hareketle 'İslâmî Bir Kurtuluş Teolojisi' İmkânı",

Tezkire, Ankara, s: 40, ’04, s. 68-91.)

Hilfu'l-Fudûl'a gelince öncelikle şu noktanın tespiti gereklidir: Esas

itibariyle Hilfu'l-Fudûl'un amacının İslâm'da sağlanmış olması itibariyle

İslâm'dan sonra Hilfu'l-Fudûl yoktur. Çünkü İslâm, bizatihi fazilettir; yani

çözümün özü; tümü itibariyle şerrin her çeşidini bertaraf etme imkânıdır.

Aslında Hilfu'l-Fudûl İslâmî yönelimlerin son dönemde gündeminden

düşmeyen bir yöntem arayışıdır. Bu arayışı tecdidi bir çaba olarak

önemsiyorum; ancak bunun, şer'î şerife rağmen, faydacılıkla sığınılacak bir

fetva olmadığının özellikle altını çiziyorum.

Hilfu'l-Fudûl'da esas amaç, hak ve adalet için erdemlilerle işbirliğidir.

Bunun öncülü, ittifak edilen konuda şer'î şerife muhalif bir durumun

olmamasıdır. Bu, amaç için her yolu meşru görmeme; amaç-araç uyumu

demektir. Kötünün kötüyü devirmesinden iyi doğmaz. Reddedilen kadar

yerine ikame edilen de önemlidir. Risâletten sonra belki fıkhı oluşmamış

günümüz ortamında bir yöntem olarak görülebilecek Hilfu'l-Fudûl'un

hümaniter her bir yaklaşımın sığınağı olmadığı bilinmelidir.

Hz. Peygamberin de iştirak ettiği "hilf" (anlaşma) mala, servete, güce karşı

koyuş gerekçeli değildir. Amaç, başkasının malına haksızca el koymaya,

zalimin kaba kuvvetle ve zulümle gasp ettiği malı hak sahibine iadesini

temin etmeye ve zalimin mazlumu ezmesine engel olmaktı. Nitekim malı

ilk alınarak iade edilenin Yemen'li bir tüccar olduğu gerçeği vurgumuzu

teyid etmektedir. Hilfu'l-Fudûl başı ve sonu hayır olan bir birlikteliktir. Bu

iç dinamik dikkatten uzak tutulmamalıdır. Müslümanlar kötülüğün izalesi

iyiliğin ikamesi noktasında faziletlilerle birlikte hareket edebilir. Hilfu'l-

Fudûl ile ilgili önemli bir nokta da zulme karşı Müslüman olmayanlarla

ortak bir çabanın içinde olunurken alternatif çözüm noktasında İslâm'ın

tercih ve tavrını ortaya koyabilmektir. Müslümanların reddetmekle

emroldukları halde yanlışın meşruiyetine sebep olabilecek birlikteliklerden

kaçınmaları gerekir; keza böyle bir ilişki ıstılahî olarak Hilfu'l-Fudûl'u

karşılamaz. Nitekim konuya maslahat açısından baktığımızda da

kanaatimizi karşılayacak yeterince delil vardır:

İslâm hukukçuları maslahatın muteber olduğunu ittifakla kabul eder.

Onlara göre nefsî arzunun mahsulü olmayan ve nass'lara aykırı düşmeyen

maslahatla amel etmek gerekir. Aynı zamanda maslahatın şer'î bir delile

aykırı olmaması, kat'î ve küllî (umûmî) olması da şart koşulmuştur. İslâm

Page 12: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

12

hukukçuları, bilgi elde etmenin ilk yolunun haber-i sâdık olduğunu

söylemektedirler. Keza Allahü Teâlâ'nın emirleri maslahat'ı kavramamızda

ilk yoldur. O'nun nehiyleri de mefsedet'i gösterir. Gazalî: "Maslahattan

maksat, şer'î şerifin gayelerini korumak ve gerçekleştirmektir" der. İlâhî

teklife muhatap olan her insan, emrin en yüksek derecesi olan 'tevhid

akidesini' muhafaza etmek, en şiddetli nehiy olan 'tağut'a kulluktan' da

kaçınmak durumundadır. Zira küfür, mefsedet hükmündedir. Mefsedetin

izalesi imkân olduğunda her Müslümanın üzerine vaciptir. Tağutî güçlerle

savaşmak maslahatın en üst derecesidir. İbn-i Abidîn: "Dînin muhafazası,

maslahatların en üstünüdür" hükmünü zikreder." Demek maslahat, keyfi

olarak arzu ve heveslerle belirlenemez. "Eğer hak, onların kötü arzu ve

isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur

giderdi" (Mü’minun, 23/ 71).

İslâm, tarih boyunca sosyal yaşama müdahale etmeyi hedeflemiştir.

Günümüzde yeni tehlike, "Lâ İlâhe İllâllah"ın profan veya metafizik

yönelimlere eklemlenmesindedir. Bu sebeple İslâm, beşerî paradigmalara

eklemlenmeden kendi inanç ve yöntem gerçekliği içerisinde

sahiplenilmelidir. Sosyal-siyasal hayata müdahaleyi imanın zorunlu gereği

gören İslâm, her sapmada vahye rücû edişi telkin eder. Bu ahenk ve

bütünlük, İslâm'ın bütüncül özelliğindendir.

Anadolu'nun İslâmlaşmasında(!) tasavvufî düşünce üzerine tarikatlar

bina ediliyor. Yani, yeniden bir yapılanma süreci… Türk dînî kimliği

şekilleniyor… Bu sürecin, 'Anadolu'nun İslâmlaşması' bağlamında

kısa bir tahlilini nasıl yapabiliriz?

Hz. Ömer dönemine geri dönmek istiyorum. Askerî yönden mağlup edilen

Fars ülkesi kültürel yönden mağlup edilememişti. Zerdüşt dîninin ve

Yunan felsefesine alternatif olan Cundişapur Okulu birikimine sahip Fars

kültürünün olanca cürufu Müslüman topluma inanç umdeleri diye

aktarılmıştı. Bu zeminde ihtida edenlerden kendilerini İslâm'a değil İslâm'ı

kendilerine uyduranlar vardı. Hak dîne değil galip dîne teslim olanların

faturası ağır, şekli, ismi değişip özü değişmeyenlerin geleneksel dîn

anlayışının oluşumunda etkileri büyük olmuştu.

Yahudiler gibi kendilerinin dünyanın efendileri olarak yaratıldıkları

düşünen Farisîlerin Araplarla mukayeseyi dahi içlerine sindirmezken, ezici

bir savaşla onların egemenlikleri altına girmeyi kolay kabullenecekleri

durum değildi. Ve öyle de oldu. Bu kez İslâm'ı kendilerine benzetmeyi

politika haline getirdiler.

Page 13: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

13

Emevîlerin zulmüne karşı oluşan her türlü tepki, niteliğine bakılmaksızın

karşı cephede yer almakta gecikmemişti. Bu cephe, Şu'ûbiyye akımıdır.

Heterodoks (cemaat dışı) akımlar için uygun siyasal bir zemin temelinin

daha ilk dönemde Şu'ûbiyye ile atıldığı kanaatindeyiz. Türk heterodoks dîn

anlayışı da bunun dışında değildir. Ümeyyecilik muhalifliği, İran, Hint,

Orta Asya İslâm öncesi dînlerinin farklı formlarda ve fakat kitabî olan

dışında devamlılığını sağlama fırsatını doğurmuştu.

Bu hareket zamanla Şu'ûbiyye'nin de ötesine geçmiş, İslâm dışı unsurların

farklı isim ve ekoller olarak yapılanma ve devamını sağlamıştı. Sonraki

dönemlerde oluşan senkretik ve heterodoks zümrelerin oluşmasının fırsatı

daha o dönemde Şu'ûbiyye hareketiyle yakalanmıştır. Çakışan meşruiyet

talepleri sınır tanımamış, geçmiş kavimlerin sapmaları benzeri bozulmalar

İslâm toplumunda da meydana gelmiştir. Sosyal ve siyasal bir zemine

oturan bu sapmaların önemli bir kısmı zamanla akideye taşınmış ve

maalesef ihtilaf alanları genişlemiştir.

Türk toplumunun İslâm anlayışı, bu anlayışın tarihsel kökleri ve teşekkülü

sürecinde kendisiyle temasa geçilen toplumlar hakkında doğru bilgilenmek

gerekir. Bunu elde etmenin bizce iki yolu vardır: Bunlardan ilki, Türklerin

İslâm'la tanışma serüvenini incelemek ve süreci doğru okumak iken bir

diğeri, günümüz Türk dîn anlayışını Kur'an ile test etmek ve ortaya çıkan

farklılıkları tespit etmektir. Şu noktanın öncelikle vurgulanmasında fayda

mülahaza ediyorum: Aslında her bir etnik, bölgesel veya sosyal gurubun

İslâm anlayışı hakkında doğru kanaate varmanın yolu bu değerlendirme

yöntemini uygulamaktır.

Hiçbir tasavvuf cereyanı İslâmiyet'in beşiği olan Arabistan'da doğmamış

ve yerleşip gelişmemiştir. Bu tespit tasavvufun yapısı itibariyle İslâmiyet'i

eski kültürleri dâhilinde algılayan Mevâlî orta tabakasının kitabî ve nasçı

İslâm anlayışını temsil eden hâkim Arap Müslüman sınıfına karşı

geliştirdiği mistik bir tepki hareketi olmasının açık bir delilidir (Bkz.:

Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderîler, TTKY, Ankara 1999). Türkler

İslâmiyet'i büyük ölçüde tasavvuf kanalıyla almışlardır. Bunun da esas

itibariyle kitabî bir İslâm anlayışına muhalif mistik hareket olduğu tekrarla

zikre değerdir. Binaenaleyh bu anlayış doğru okunmadığı sürece günümüz

varislerinin ellerinde bulunan bakiyenin niteliği doğru anlaşılamayacaktır.

Sonlara yaklaşıyorken şunu sormak istiyoruz; hem toplumsal hem de

dîn anlamında Osmanlı'nın kozmopolit yapısı, uzlaştırmayı hedefleyen

bir taraftan da yeni dînî argümanlar, seremoniler üreten bir yapı.

Page 14: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

14

Osmanlı'da, 'İslâm'ın kültürel havzası'nın oluşumuna dair neler

söyleyebiliriz?

Anadolu'daki bugünkü İslâm ahalisinin dînî hayatını doğru anlamak için

Türkmenlerden mürekkep kavmî unsurların Anadolu'ya nasıl, hangi

mahiyette ve hangi itikâta sahip olarak geldiklerini bilmek zorunluluğu

vardır. Bu anlamda İslâm Medeniyeti dairesine girmiş olan

Maverâünnehir ve İran sahalarına gelmeden önce Oğuz Türkmenlerinin

hangi dîn ve an'anelere sahip olduklarını bilmekte fayda vardır. Şurası

muhakkaktır ki, hariçten gelme itikat sistemlerinin kuvvetine rağmen yeni

İslâmî şekiller altında Türkmenlerin eski an'anelerinin sonradan kabul

ettikleri dînlerden daha etkin olduğu ortadadır. Türkmenler, İslâmî şekiller

altında eski kavmî an'anelerinin izlerini takip ediyorlardı. Örneğin halk

velîleri olan 'Türkmen Babaları'nda eski 'Türk Kam-Ozan'larının

İslâmlaşmış şeklini görmekteyiz.

Tarihte bir çok kez yaşanan saltanat kavgası, Türk kültürü müdavimleri ile

İran kültürü temsilcileri arasında ve fakat tasavvuf ortak paydasında

yapılmıştır. Bu kavgada dîn adına ileri sürülen görüşler çoğu kez muharref

inanışlara dayanan görüşlerdir (Yazçiçek, Türk Müslümanlığı). Osmanlı'da,

'kozmopolit yapı' tasvirinizi teyid eder şekilde kitabî bir inanç üzere

olanların yanında, tasavvufî ve an'anevî kodların sosyal hayatının ve dîn

anlayışının kılcallarına değin sirayet ettiği zümreleri görmek de

mümkündür.

Belli zamanlarda yapılan, tekrarlanan törenler dîne/ kutsala yönelişin

bir göstergesi midir?

Kültür dîndarlığının artması ve gösterişçi dîndarlık, dîne yönelişin

göstergesi olamaz. İçi boşaltılan kavramlar üzerinden dîndarlık tanımı

yanıltıcıdır. Bu, tabir caizse 'dırar' gibi bir durumdur. İman-küfr

mücadelesinde özellikle şu nokta göz ardı edilmemelidir: Allah'ın arzının

hemen her yerinde olduğu gibi, üzerinde yaşadığımız coğrafyada da İslâmî

düşünceye yöneliş hızlanmış, şeklen de olsa artık İslâmî söylem ve

motiflerin yer yer daha bir ağırlık kazandığı görülmektedir. Bir zamanlar

söylenilen, "Biz Kur'ân'ı anlayamayız" v.s. sözlerinin yerini, şimdilerde,

"Kur'ân'daki İslâm", "Kur'ân İslâm'ı", "Kur'ân ve Sünnet ölçüdür" gibi

ifadeler almıştır. Kur'ân vurgusunun ön plana çıktığı bu aşama, kuşkusuz

sevindirici, düne göre önemli ve de olumlu bir evrilmedir. Ancak burada,

"Kur'ân ölçüdür" denildiği halde, fırka, indî görüş ile Kur'ân'a gelindiği

gibi yine saptıran elebaşlarla arınmadan Kur'ân'dan çıkılıyorsa, o zaman,

Page 15: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

15

"Kur'ân ölçüdür" söylenmesinin faydadan öte zararı olacaktır. İşte dırar

tasvirimiz bundan ötürüdür. Zira Kur'ân'a dönüş ne kadar gerekli ve de

değerli ise Kur'ân'a yönelişten ne anlaşıldığı da bir o kadar önemlidir.

Keza, "Kur'ân'daki İslâm"dan kitleleri şeytanizme râm etme, âyetlere batınî

manalar verenleri kutsama, Allah'a ağız dolusu küfreden mistik hezeyanları

"hak ve aşk şehidi" ilan etme, reddetmekle emrolunan tağutu tasdik ve

tasvip etme anlaşılıyorsa şayet, öncelikle bu inanç, Kur'ân'ın öngördüğü

inanç değildir.

Bid'at ve hurafelerin dîn diye yaşandığı günümüzde, "Kur'ân" vurgusu

olumlu karşılık bulmuştur. Zaten olması gereken de "Kur'ân"ın esas

alınmasıdır. Her müslümanın talep ve çabası bu noktada yoğunlaşmalıdır.

Toplumun kokuşmuş dîn algılayışı, bid'at ve hurafelerle dürülü dîn

telakkisi, doğruları Kur'ânî olan bu söylemin ilgi ile izlenmesine sebep

olmuştur. Ancak "Kur'ân" vurgusu, insana, Allah'tan başka edinilen

ilâhların, rableştirilen şahısların reddîni, tağutun bütün çeşitleriyle inkarını

ve de fitne kalmayıncaya; dîn bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar Allah

yolunda mücadeleyi emretmektedir. Burada, birileri "geleneksel dîn

anlayışı"nın reddi ile elde ettikleri primi, şeytanizme, profan sistemlere

meşruiyet tanımakta kullanmaktadırlar. Oysa kof kültür dîninin iflası,

Kur'ân'ın bütün boyutlarıyla hayata ikamesini zorunlu kılmaktadır. Haklı

bir noktadan hareket, varılan yanlış noktayı meşrulaştırmaz. Çıkış

noktasının doğruluğu, alternatif çözümün de doğruluğuyla bir anlam ifade

eder. Neticede Kur'ân'a yöneliş bize Kur'ân dışı hezeyanları; batınî, hurufî

yaklaşımları tereddütsüz reddetmeyi emreder.

Kutsala yönelişin gerçekçi göstergesi nedir?

Günümüz insanının tasavvuru büyük ölçüde modern aklın tahrifatına uğramıştır.

Bakın "kutsal" diyorsunuz. Sizi kınamıyorum! Ancak "kutsal"ın nemenem bir

şey olduğunu bilmiyorum(!) Kutsalın, dîn ve hele ed-dîn olmadığını ise

biliyorum. Ve hatta kutsal'ın, hayat tarzı ve Allah nezdinde kabul olunacak tek

hak dîn olan İslâm demek olmadığını ise çok iyi biliyorum. Maalesef bu sıkıntı

çoğumuzun lisanına sirayet etmiştir. Etik diyoruz ahlak yerine. Aşkın diyoruz

Allah yerine. Kuşkusuz kutsal, etik, aşkın gibi modern terminolojinin (!)

kullanılacağı kendi anlam dünyaları vardır. Ancak bu İslâmî ıstılahlara (!)

mukabil değildir. Kavramların aslî mecrasına rücû ettirilmesi lazım. Bu sebepten

tahrip olmuş tasavvurlar, yeniden ve her an vahyin inşasına muhtaçtır diyorum.

Keza doğru bir tedaviye ancak tasavvurdan başlayan isabetli bir süreçle

varılabilir.

Page 16: (Ramazan YAZÇİÇEK) - tevhidvedusunceokulu.com fileDînin kültürleúmesine bir anlamda 'dînin tahrif tarihi' de diyebiliriz. Bu durum hiçbir dönemde inkıtaa uğramamıtır

16

Kur'ân'da dine yönelişin nasıl olacağı bildirildiği gibi nasıl olmayacağı da

bildirilmektedir. Allah, münafıkların imanını yalanlamakta, "İnanacaksanız

müslümanlar gibi inanın" (Bkz.: Bakara, 2/13.) diye buyurmaktadır."Nitekim

biz, (Kur'an'ı) kısımlara ayıranlara azabı indirmişizdir. Onlar, Kur'an'ı bölüp

ayıranlardır. Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı

sorguya çekeceğiz. Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir!"

(Hicr, 15/90-94.) Kur'ân, Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık kılınmış, öğüt

almak için kolaylaştırılmıştır. (Kamer, 54/17, 22, 32, 40; Duhan, 44/2; En'am,

6/98, 114, 157; Yusuf, 12/1; Şuara, 26/2; Nur, 24/1, 34, 46.) O, en doğruya

ileten, rehber, yol gösterici (Casiye, 45/11; Bakara, 2/2; İsra, 17/9.) zikirdir. O,

diri olanların uyarılması (Yasin, 36/70; Bkz.: 27/80; 30/52; 35/22.) için

gönderilmiştir. Kur'ân'ın rehber oluşu her ihtilafta yol göstericiliğidir.

Müslümanın bir anı dahi Kur'ân'dan kopuk olamaz. Kur'ân dışı beslenenler

problemlerinin çözüm kaynağını başka zeminlerde ararlar. İman edenler

ise,"İleride ondan sorumlu tutulacaksınız." (Zuhruf, 43/44.) diye işaret edilen

kitapta çözümü ararlar. Dolayısıyla Allah'a yönelişin gerçekçi göstergesi, gereği

üzere bir hayattır.

Sözlerimi izninizle şu noktayı hatırlatarak tamamlamak istiyorum: Madem, dîni

hayat; hayatı da dîn kılmak gerekiyor, o halde dünyanın geçici metaına

aldanılmamalı ebedi âlemin gereği unutmamalıdır. Gelenek dîndarlığından,

kültür dîndarlığından vahiy Müslümanlığına niyet etmeliyiz. Bir de burada

kültürü daha ziyade gelenek yönüyle konuştuk. Modernitenin diğer cehennem

olduğu da unutulmamalıdır. Bu tarafta da modern mitoslar çağdaş hurafeler,

dînleştirilen ideolojiler var. Bilimin dînleştirilmesi, aklın dînleştirilmesi tehlikesi

vardır. Bid'at ve hurafe derken aklımıza ilk gelen kabir putçuluğu, nazar

boncuğu, ağaçlara çaput bağlamadır. Artık taştan, ağaçtan put yapılmadığı

izahtan varestedir. Günümüzde insandan, düşüncelerden, ideolojilerden putlar

vardır. Nice yüzleri kâbeye dönük olanlar var ki, maalesef kalplerinin kâbeleri

farklı farklıdır. Daha az tehlikeli olmayan bu husus unutulmamalıdır. Salt

geleneği hedef tahtasına oturturken dînin moderleşmesi veya modern taleplerin

dînleşmesi göz ardı edilmemelidir.

Netice itibariyle, Kur'ân'ı uyan olmaktan çıkartır, hayat tarzımızda ona uyar onu,

uyulan kılarsak o zaman "Kur'ân müslümanı" oluruz. "İman edenlerin Allah'ı

anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha

gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı." (Hadîd, 57/16.)

Dînin kültürleşmesinin bariyeri, dînin Allah'a has kılınmasıdır. Kültür

İslâm'ından vahiy İslâm'ına geçişin yolu da hakikatin ta kendisi olan Kur'ân'a

yönelmedir.