sayı 25 yaz-güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken karl marx’ın anlayışı temel alındı....

301
Sayı 25 Yaz-Güz 2007

Upload: others

Post on 12-Jan-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Sayı 25 Yaz-Güz 2007

Page 2: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda
Page 3: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

G. Ü. İ. F. adına sahibi Prof. Dr. Kadri Yamaç Sorumlu yazı işleri müdürü Prof. Dr. Korkmaz Alemdar Editör Prof. Dr. İrfan Erdoğan

Yardımcı editörler

Doç. Dr. Bilal Arık Gazi Üniversitesi Yrd Doç. Dr. Gökhan Atılgan Gazi Üniversitesi

Yayın kurulu Prof. Dr. Levent Kılıç Anadolu Üniversitesi Prof. Dr. Ümit Atabek Akdeniz Üniversitesi Prof. Dr. Konca Yumlu Ege üniversitesi Doç. Dr. Hamza Çakır Erciyes Üniversitesi Prof. Dr. Merih Zıllıoğlu Galatasaray Üniversitesi Prof. Dr. Yüksel Akkaya Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Nazife Güngör Gazi Üniversitesi Prof. Dr. Hülya Yengin Kocaeli üniversitesi Prof. Dr. Raşit Kaya ODTÜ Doç. Dr. Ayhan Selçuk Selçuk Üniversitesi Prof. Dr. Bayram Kaya Manas Üniversitesi, Kırgızistan Prof. Dr. Dan Schiller University of Illinois, USA Prof. Dr. Vincent Mosco Queen’s University, Canada Prof. Dr. Stuart Ewen CUNY, USA Prof. Dr. Douglas Kellner UCLA, USA

Kapak ve sayfa tasarımı İrfan Erdoğan ISSN: 1302-146x Copyright © Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi. Tüm hakları saklıdır Yayın ve türü: Yılda iki kez basılan hakemli, yaygın, süreli bir dergidir. Yönetim merkezi ve adresi: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, 06510 Emek, Ankara

Tel: 90 312 212 6495 Fax: 0 312 212 1832 e-mail: [email protected]

Yayın tarihi: 15 Şubat 2008 Basım yeri: Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Basımevi, Emek, Ankara.

Page 4: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Dergi Politikası

1983 yılından beri “İletişim” başlığıyla çıkan İletişim Dergisi iletişim kuram ve araştırmalarına odaklanan bir sosyal bilimler dergisidir. Dergi farklı kuramsal yaklaşımlara ve inceleme yönelimlerine açık bir karaktere sahiptir; Türkiye ve dünyada iletişim konularının akademik tartışması için bir forum oluşturur; iletişim alanında kuramsal ve yöntem bilimsel olarak zengin bilgi kazanımı ve gelişmesine katkıda bulunarak toplumsal bağlamda faydalı bilginin oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.

Journal’s Policy

The Journal of Communication Theory and Research, launched in 1983 and formerly published under the title Communication, is a social science journal focusing on theory and research on communication. The journal is dedicated to present competing theoretical approaches and study orientations; to develop a forum for the scholarly discussion of communication issues in Turkey and around the world in order to further the field; to expand the frontiers of knowledge by contributing to the literature on communication; to perform its role in the development of theoretically and methodologically enriched multidisciplinary body of knowledge on communication.

Makale Sunumu

Makale göndermek isteyenler kesinlikle web sayfasındaki makale ve diğer yazıları sunma koşullarını okumalıdır. Makalenin bir kopyası PC word formatında hazırlanmalı ve “[email protected]” adresine bir niyet mektubuna eklenerek gönderilmelidir. Editör makaleyi okuduktan sonra ya değerlendirmeleri için iki hakeme gönderir ya da değişiklik önerileriyle yazara geri yollar. Yazar, isterse yaptığı değişikliklerle makaleyi göndererek süreci yeniden başlatabilir. Makalenin formatı kesinlikle Dergi’nin belirlediği kurallara uymalıdır. Fazla bilgi için derginin web sayfasına ve son sayılarından birine bakınız.

Submissions

Manuscripts submitted for publication consideration should be sent in digital form. Digital copy of a manuscript and inquiries of an editorial nature should be e-mailed (iletisimdergisi@ gazi.edu.tr). Please insure that the digital version of the submission is virus-free and created in PC Word format, not Macintosh. The digital copy should be double-spaced, and titles, text, references and formatting should follow the style guidelines of the journal.

Page 5: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Editörün notu Bu sayıda altı makale sunuldu. İlk makalede Tuba Duruoğlu günümüzde hemen her ülkede sürekli

gündemde olan terör konusuyla ilgili önemli bir yanı ele almaktadır: Medyada terörün sunumunun karakteri. Bu amaçla 11 Eylül olayının sunumunu ideoloji etkeni bağlamında incelemektedir. Terörün, sadece fiziksel yok etme ve kendi vücudunu bile bu amaçla feda etme ile gelen "kanlı şiddet" faaliyetine indirgendiği ve bu indirgemeyi sürekli destekleyen ve normal bir insanın anlamakta zorluk çektiği "suçsuz ve sorumlu olmayan insanların" hayatlarını kaybetmesine neden olan olayların sergilendiği bir dünyada yaşıyoruz. Tuba Duruoğlu’nun bu makalesi bize haberciliğin toplumsal sorumluluk (ve sorumsuzluk) bağlamında ne denli ciddi bir pratik olduğunu göstermektedir.

İkinci makale "meşrulaştırılmış örgütlü terörün" bir başka biçimini ele almaktadır: Bir ülkenin "demokrasinin inşası" bahanesiyle işgal edilmesi. Gül Keçelioğlu Zorcu ABD-Irak’a savaşında Hürriyet’teki sunumun karakterini incelemektedir. Makalenin önemi, Hürriyet gibi popüler karakterde olan ve geniş kitleler tarafından okunan bir gazetede insanlara sunulanın içeriksel doğasının irdelenmesinde yatmaktadır.

Üçüncü makale bir başka tür egemenliğin kurulması ve sürdürülmesi ile ilgili olan önemli bir konuyu incelemektedir: Makalede, Kemal İnal Türkiye’de toplumbilim kitaplarında iletişim konusuna yer verilmesiyle ilgili genel bir inceleme yapmaktadır. İncelemede, sosyoloji yapıtlarında iletişimin ele alınışının az olduğunu fakat giderek arttığını görmekteyiz. Aynı zamanda, sosyoloji kitaplarıyla ilgili olarak verilen bilgilere bakıldığında, Amerikan sosyolojisinin, farkında olarak veya olmayarak, baştan beri egemenliğinin olduğu görülmektedir. Yaygınlaşan bu egemenlikle birlikte, doğal olarak Amerikan türü iletişim anlayışının bu kitaplarda da temsili artacaktır. Makale ilk kez böyle bir temel bilgi vermesi bakımından önem taşımaktadır.

Dördüncü makalede Mehmet Cem Baykal Türkiye'de özellikle 1990’dan beri frekansları gasp eden ve artan bir şekilde sorumsuzca yayın yapan yayın endüstrisinin "toplumsal kontrolü" sorununu ele almaktadır. Makalede yayın ilkelerinin ihlâli ile yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlar, özellikle yasal yapılanma ve bu yapılanmanın uygulanması sorunları bağlamında incelenmektedir. Gerçi makale oldukça iyimser beklentiler ve öneriler ile gelmektedir, fakat sadece kendi çıkarlarına karşı sorumluluk hisseden güçlerin

Page 6: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

kontrolünün ne denli zor ve kontrol olasılığının ne denli az olduğunu, bu makaleyi okuduktan sonra çok daha iyi anlayacağız.

Beşinci makalede Ruhdan Uzun, kalıcılığını sürdüren ve giderek daha da ciddi soruna dönüşen bir konu üzerinde duruyor: İletişim fakültelerinde kontenjan ve mezunların istihdam sorunu. Makale bu bağlamda bize bazı önemli nicel verilere dayanan bilgiler vermektedir.

Son makalede, Şemsettin Küzeci Irak medyası hakkında hem temel bilgileri veriyor hem de Irak’daki medya pratikleri ve öldürülen iletişim profesyonelleriyle ilgili olarak bizi aydınlatıyor.

Geçen sayının Forum bölümünde kapitalist sistemi incelikle savunan ve bu savunuyu yaparken “cehaleti yeniden-üreterek ve insanları birbirine düşürerek baskıcı bir sistemi eleştiren, bu eleştiri nedeniyle, içlerinden, çok az da olsa bazıları “bölücü” ve hatta “vatan haini” olarak suçlanan ve iletişim alanında önemli yeri olan birkaç akademisyenin, yüzeyde bilinen fakat çoğu kişi tarafından okunmadığını tahmin ettiğimiz yazılarından alıntılar sunuldu. Bu yazılar 1950 öncesi yazılmış klasik metinlerdi. Bu sayıda Forum bölümü tarihsel ve diyalektik materyalist yaklaşımda “doğru bilinmesini” düşündüğümüz insan, toplum ve iletişimle ilgili önemli bilgilere verildi. Bunu yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı.

Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda getiren pratik iş” içinde değerlendirildiğinde, ne yazık ki, insan insan olma karakterini biraz daha yitirmektedir. Bu yitiriliş, bilgiçlik taslayan cehaletin bilinçli olarak yaygınlaştırıldığı 21. yüzyılda giderek artmaktadır. Buna bir de, öznel çıkarı için tüm insanlık değerlerini, iyi olan her şeyi çiğnemeye hazır olan, sadece alan ve kullanan, ve almadığı ve kullanmadığı zaman kolayca atan, en küçük bir vefa ve dostluk duygusu taşımayan insan tipinin yaygınlaşması eklenince, durum daha da vahimleşmektedir.

“Daha iyi bir dünya için” demek gittikçe zorlaşıyor. Radyo spikerleri “iyi kazançlar, bol kazançlar” temennileriyle kapatıyor

programlarını… “Kazanma” anlayışının dayandığı temel, insanlığın dayandığı temelin de göstergesidir.

Tüfek icat olduğu için mertlik bozulmadı. Bozulan mertlik tüfeğe gereksinim duydu ve tüfek icat edildi.

Televizyonun durumu, izleyici böyle istediği için değil, “izleyici böyle istiyor” diyenlerden dolayıdır.

İrfan Erdoğan

Page 7: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Sayı 25 Yaz-Güz 2007 MAKALELER Tuba Duruoğlu

Haber yapmada ideoloji etkeni: 11 Eylül olayı üzerine bir inceleme..................................................... 1

Gül Keçelioğlu Zorcu

Hürriyet’in Irak Savaşı'nda tarafların orduları hakkındaki görsel sunumu.................................................................................... 43

Kemal İnal

Türkiye’de toplumbilim kitaplarında iletişime verilen yer................ 57 Kemal Cem Baykal

Radyo ve televizyonda yayın ilkelerinin ihlâli ile yaptırım uygulaması sorunları............................................. 85

Ruhdan Uzun

İstihdam sorunu bağlamında Türkiye’de iletişim eğitimi ve öğrenci yerleştirme ..................................................................... 117

Şemsettin Küzeci

Irak'ta kitle iletişimi: 2003-2007 ..................................................... 135

Page 8: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

FORUM Forum hakkında ..................................................................................... 149 İrfan Erdoğan

Temel Bilgiler: Eleştirel yaklaşımlarda iletişim anlayışı................. 153 Bilim, insan ve iletişim ............................................................. 153 Maddi hayatın üretimi............................................................... 157 Düşünselin üretimi: ideoloji ve kültür ...................................... 166 Materyal ve düşünsel ilişkisi: kurulan yanlış bağlar ................. 192

Karl Marx

İnsan, toplum ve iletişim ................................................................. 199 İnsan ve toplum......................................................................... 199 Materyalin üretimi .................................................................... 200 Düşünsel ve üretimi .................................................................. 209 Materyal ve düşünsel üretim bağı ............................................. 216 İletişim ...................................................................................... 219

Basın özgürlüğü ve sansür............................................................... 229 Yöntem sorunu ................................................................................ 257

Garnham, Murdock, Grossberg, Carey, Hardt, Meehan

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler çatışması ........................ 267 TOPLANTI DEĞERLENDİRMESİ

RTÜK: Türkiye’de İzleyici ve Dinleyici Ölçümleri ....................... 281

Page 9: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.1-42

Haber yapmada ideoloji etkeni: 11 Eylül olayı üzerine bir inceleme

Tuba Duruoğlu1

Öz: Bu çalışmada 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de Dünya Ticaret merkezi ve Pentagon binasına yapılan uçak saldırıları örnek olay olarak seçilmiş ve bu olayın Türk basınında nasıl haber yapıldığı incelenmiştir. Bunun için ideolojileri birbirinden farklı olduğu bilinen iki gazete seçilmiştir: Egemen basından Hürriyet ve İslamcı basından Akit. Bu gazetelerin, olaydan sonra iki aylık süre içinde (12 Eylül-12 Kasım), olayla ilgili yaptığı tüm baş sayfa haberlerinin başlıkları, içerikleri ve haberde görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların iletileri, gazetelerin olaya ilişkin bakış açılarını ölçebilmek amacıyla öncelikle ilişki testine tabi tutulmuştur. Sonuçta gazetelerin ideolojisi ile 11 Eylül terör olayını haber yapmadaki tutumları arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Gazete haberlerinin başlıklarından, içeriklerinde ve haberlerde görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların iletilerinden örnekler verilmiştir. Nicel ve nitel bu bulgular aracılığıyla; Hürriyet 11 Eylül terör olayı haberlerini ABD’yi ve politikalarını destekler bir tutumla hazırladığı, Akit ise aksi bir tutumla ABD’ye ve politikalarına karşı haberler yaptığı bulunmuştur. Anahtar kelimeler: Terörizm, gazeteler, 11 Eylül, ideoloji Ideology factor in news-making: A study on the October 11 event Abstract: This article studied the ideology factor in the news. The September 11 problem was chosen as a case study to determine the coverage differences between Hürriyet and Akit. All of the first page news of these newspapers during the two months period after the September 11th were selected for investigation. Three hypotheses were tested. Newspaper headlines, main text and the sources of information were analyzed Findings supported all three hypotheses: there are significant differences between the newspapers. It was found that Hürriyet mostly support the USA, whereas, Akit are mostly against the USA. Keywords: terrorism, newspapers, ideology, Semtember 11.

1 Yüksek lisans mezunu, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi. e-posta: [email protected]

Makale

Page 10: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 2

GİRİŞ

Kitleleri etkileyip yönlendirmede işlevsel araçlardan en eskisi yazılı basındır. Gazete ile gerçek basitçe yeniden üretilmez, belli amaçlara uygun bir biçimde yeniden inşa edilir. Gerçeğin inşası, gerçek olana ilişkin temsilin içinde oluştuğu dilsel pratikler dolayımı ile taşınır ve üretilir. Bu süreç, seçme ve sunma, yapılandırma ve biçimlendirme işlemlerinin bütününü içine alır. Gazetede haber inşasıyla biçimlendirilen içerik, aynı zamanda, profesyonel ideolojilerin paketlenmiş karakterini taşır. İdeoloji, farklı insan gruplarının kendi pratiklerini tecrübe ettikleri, bu pratiklere belli türde bir anlam verdikleri, açıklamalar getirdikleri ve belli bir imgesel tutunum kazandırmak için düşünceleri kullandıkları gerçekliği şifreleyen düşünsel yapıyı anlatır (Hall, akt. Küçük, 1999b:208; Veron, akt. Dursun, 2001:79). Bu bağlamda ideoloji, toplumsal açıdan önemli belirli bir grubun ya da sınıfın içinde bulunduğu duruma ve hayat deneyimlerini simgeleyen fikirlere karşılık gelir ve 'dünya görüşü' kavramına yakınlaşır. Buradan da şöyle bir tanıma varılabilir: İdeoloji, çıkar çatışması durumlarında toplumsal grupların çıkarlarının meşrulaştırılması ve desteklenmesi sürecindeki söylemsel bir mücadele alanıdır (Thompson, Eagleton, akt. Dursun, 2001). Gazeteler kapitalist sermayenin egemen olduğu yönetimsel bir egemenliğin sürdürüldüğü mücadele alanıdır. Gazete dahil, tüm günlük yaşamda ideolojinin anlam üretmek için işlendiği temel ortam dil pratiğidir: Dil anlamın üretildiği araçtır. Dil pratik bilinçtir; bilinç gibi, sadece gereksinimlerle, zorunluluklarla ve öteki insanlarla ilişkilerle gelişir (Marx ve Engels, 1846: 15, 20, akt. Erdoğan ve Alemdar, 2005). Dolayısıyla dil, (Hackett’in belirttiği gibi 1997:44) söylemsel olmayan nesnelerin dünyasına doğrudan atıfta bulunabilen tarafsız bir aktarım aracı değil, fakat yapılandıran, gerçekliği kuran bir araçtır. Tüm söylem süreçleri ideolojik sınıf ilişkilerinden kaynaklanırlar (Pecheux, akt. Dursun, 2001:49; Said, 1994). Gazetecilikte, profesyonel pratiklerin ideolojisi ve bu ideolojinin “içinden geçerek kendini anlattığı dili”, egemenlik ve mücadelenin belli zaman ve yerdeki koşulunu yansıtır. Bu yansıtma, özellikle 11 Eylül gibi ciddi bir olayda oldukça belirgin olacaktır. Bu makale, gazetelerin 11 Eylül olayının “haber inşasını inceleme konusu olarak ele aldı.

Basın üzerine çalışmak, içeriğin inşasını ve anlamsal yükünü incelemeyi gerektirmektedir, çünkü anlam kendi kendine oluşmaz, amaçlı olarak inşa edilir. Basın, bağımsız bir gözlemci değildir, aksine aktif bir seçme ve sunma,

Page 11: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 3

yapılandırma ve biçimlendirmeyle gelen bir anlam pratiği, anlam üretimi yapar. Veron’un belirttiği gibi (Dursun, 2001), medya anlamlandırma failidir. Mesaj, ideolojik yapılanışı bazında analiz edilmelidir. Basınla ilgili içerikte toplumsal etki/sonuç bağlamında sorunlar varsa, araştırılması gereken, izleyicinin alımlama biçimi değil, içeriğin yükünün karakteridir. Alımlamanın karakteri ne olursa olsun, bu durum, basının içeriğinin yükünü ve basını haklı çıkarmaz ve sorumluluktan arındırmaz. Örneğin, bir çocuk pornosu üreten sektör, “tüketicinin/izleyicinin tercihleri ve arzu ettiği şekilde alınmaması” varsayımına dayanarak aklanamaz. Çocukların pornoda kullanılmasının nedenini “izleyici taleplerine ve anlamlandırmasına” indirgemek, gerçeği saptırmakta ve sorumlu tutulması gereken tarafı “serbest pazar” ilkesini de sunarak sorumluluktan arındırmaktadır.

Basının son zamanlarda üzerinde durduğu konulardan biri de terörizmdir. Özellikle 11 Eylül 2001 olayından sonra, Dünyada ve Türkiye’de terörizm güncelliği azalmayan konulardan biri olmuştur. Çünkü tarihin her döneminde toplumlarda ve toplumlar arasında çeşitli karakterdeki şiddet olayları olmuştur ve olmaktadır. Terörizmde, faaliyetin öznesi olan teröristin amacı, eylemin kendisinden çok eylemin yaratacağı psikolojik etkiyle bağıntılıdır. Bu etki de eylemin ne kadar yaygın bir şekilde duyurulduğuna, yayıldığına bağlıdır. Bu noktada basın dahil, diğer iletişim medyasının önemi ortaya çıkmaktadır. Basın, her olayı olduğu gibi, terör konusunu da işlerken, belirli bir ideolojiye ve çıkar yapısına uygun inşa ile gelir. Bu da çoğu kez o ülkede egemen olan devlet ideolojisidir. Fakat, basının tavır ve tutumları, kullandığı söylem, olayı nasıl ele aldığı ve okuyucuya ne şekilde aktardığı terör haberlerinde de farklılaşmaktadır.

11 Eylül olayı, ABD’nin ekonomi merkezi, savunma merkezi ve siyasi merkezinin bir defada hedef alındığı son yılların en önemli terör olayı olarak tarihe damgasını vurmuştur. Söz konusu merkezler meşrebi ne olursa olsun herkes tarafından ABD’nin dünya egemenliğinin başlıca sembolleri sayıldığı için buralara indirilen bir darbenin; durumu, konumu, düşünüşü ne olursa olsun her topluluğu hatta bireyi farklı yönlerden de olsa belli yoğunluk ve derinlikte etkilememesi mümkün görülmemektedir. Ancak dünyada yaşayan tüm insanların bir görüş üzerinde hemfikir olması ve olaya aynı bakış açısından bakması mümkün değildir. Bunu Chomsky (2002a:18, 25); olaydan sonra Amerikan medyasındaki bakış açılarının ortak olmadığını, halkın içinde farklı görüşleri benimseyen kesimler olduğunu, bu yüzden karşıt görüşlerin belirmesinin uzun sürmediğini ve bunların ilk olarak büyük medya

Page 12: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 4

organlarında dillendirilmeye başlandığını; öte yandan, zaten tarihte hiçbir dönemde de medyada herhangi bir konuyla ilgili olarak homojen düşüncelerin bulunamayacağını ve bunun pek çok örneğinin olduğunu anlatarak dile getirmektedir. Benzer şekilde Türkiye’de de olay ile ilgili olarak pek çok farklı bakış açısını temsil eden görüşün yazılı basın içinde yer almış olmaması mümkün değildir. Bu makalede, 11 Eylül olayından sonra yazılı basın aracılığıyla kamuoyuna yansıtılan farklı bakış açılarının, Türkiye boyutunda incelenmesi gerektiği fikriyle yola çıkılmıştır. Araştırmadaki amaç hangi görüşün ne kadar doğru ve geçerli olduğunu bulmak değil, Türk yazılı basınında 11 Eylül terör olayı haberlerini çözümleyerek, farklılıkları ve farklılıkların ideolojik karakterini incelemektir. Bu amaçla, makale 11 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen, dünyanın stratejik, ticari ve askeri en büyük güçlerinden birinin çok büyük darbe aldığı, en geniş kapsamlı ve yankı uyandıran örneklerden biri olan terör olayının, biri egemen diğeri ise İslamcı iki farklı ideolojik yönelime sahip gazetede haber olarak inşasının ideolojik yapısını belirlemek ve böylece iki gazetenin haber yapma politikalarına ilişkin çıkarımlarda bulunmak için tasarlandı. Tasarımın temel kuramsal varsayımına göre, haberin gazetede kodlanmış (paketlenmiş) biçimiyle gazetenin ideolojik yönelimi arasında bir bağ vardır. Bu kuramsal varsayımdan tezin temel araştırma sorusu çıkarılmıştır: “Farklı ideolojik yönelimlere sahip iki gazetenin 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberleri arasında nasıl bir farklılık vardır?”

Makalenin diğer amaçları, basının bilgileri yönlendirme, temsil etme ve anlamlandırmada nasıl bir yol izlediği ve izlenen yollardaki farklılıklarla ilgilenen akademisyenlere yeni bilgi sağlamak; bu konuda süregelen ve yapılacak olan yeni tartışmalara ve araştırmalara kaynak olmak ve ışık tutmak; basında nesnellik tezinin geçersizliğine bir örnek inceleme sunmak; birikmiş bilgiye katkıda bulunmaktır.

Bu makalenin konusuyla ilgili kaynak taraması sonucu 11 Eylül terör eyleminin basında yansıtılmasının doğasını ele alıp irdeleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Fakat terör ve terör haberleriyle ilgili niceliksel veya niteliksel pek çok çalışma yapıldığı görülmüştür. Niteliksel çalışmalar genellikle tanımlayıcı çalışmalar olup terörün ve özellikle uluslararası terörün kavramsal-betimsel açıklamalarına yönelmiştir. Aynı zamanda, Türkiye’nin çok uzun yıllar boyunca maruz kaldığı bu sorun araştırmalarla da desteklenmiş, ülkedeki terör örgütleri, yapılan eylemler ve alınan tedbirler belirlenip ortaya koyulmuştur. Bu çalışmaların sonucunda terörün oluşmasına

Page 13: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 5

engel olabilecek faktörler belirtilmiş, mücadelede hangi tedbirlerin alınması gerektiğine ilişkin öneriler getirilmiş, terörün bir toplumu bütünüyle etkisi altına aldığı öne sürülerek önlenmesi için siyasi, askeri ve polisiye tedbirlerin bir arada alınması gerektiği üzerinde durulmuş ve uluslararası iş birliğine gidilmesi önerilmiştir. Söz konusu araştırmalar, teorik ve niteliksel araştırmalardır; sayısal veriler vardır, fakat hangi yılda, hangi terör örgütünün, kaç terör olayı gerçekleştirdiğini gösteren frekans dağılımlarından öte gitmemektedir. Dolayısıyla bu incelemeler çalışmayla konu olarak benzer ancak yöntem olarak oldukça farklı çalışmalardır (Ak, 1995; Dilmaç, 1996; Tüzen, 1995).

Bu bağlamda, ikinci grup incelemeler, terör ve kitle iletişim araçlarının ilişkisini kuran araştırmalardır. Bu araştırmaların nitel olanları terörün kitle iletişim araçlarındaki sunumlarına bakmakta ve nasıl hazırlanması gerektiğine ilişkin normatif çözümler sunmaktadır. İlk grup araştırmalarda görüldüğü gibi, bu araştırmalarda da önce terörün kavramsal-betimsel tanımlaması yapılmış, ardından Türkiye’de terörün görünümü ve kitle iletişim araçlarına yansıması ele alınmıştır. Araştırmacıların bulgularına göre, kitle iletişim araçlarının, terörizm haberlerini yayımlaması açısından çok ciddi görev ve yükümlülükleri bulunmaktadır: Medya terörizmi önleyici olmalıdır, bu çok hassas konuda bilinçli yöntemler kullanılmalı ve hatta yeni yöntem ve ölçüler geliştirilmelidir. Medya organları doğru ve rasyonel kullanılmalı, terör haberlerinin sunumu için birtakım kurallar, yasal düzenlemeler ve denetlemeler getirilmelidir (Avşar, 1991; Karakaya, 1998; Korkmaz, 1997; Koru, 2002; Özbek, 2002). Görüldüğü gibi bu çalışmalar terörün kitle iletişim araçlarında nasıl iletilmesi gerektiğine ilişkin normatif kurallar öne sürmüş ve bu kurallar dahilinde sunum yapıldığında basının tarafsız olabileceği sonucuna varılmıştır. Ancak bu makalede böyle bir varsayımın olasılığı yok sayılmış, araştırma, basının hiçbir koşulda tarafsız olamayacağına ilişkin kuramsal temel üzerine inşa edilmiştir. Bu da kuramsal bağlam açısından söz konusu araştırmalardan uzaklığa işaret etmektedir. Öte yandan yöntem farklılıkları da bu çalışmayı onlardan ayırmaktadır.

Üçüncü tür araştırmalarda hem terör, hem basın ve hem de içerik çözümlemesi yönteminin üçünü de içeren nicel verilerle desteklenmiş çalışmalar vardır ve bunların sayısı oldukça azdır. Örneğin, Demircan’ın (1998) çalışmasında “Medyanın Siyasi İçerikli Terör Karşısındaki Tutumu” başlığı altında Hürriyet, Cumhuriyet ve Türkiye’nin PKK haberlerini sunumu ele alınmış, bu gazetelerin söz konusu haberleri iletirken farklı ve yanlı

Page 14: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 6

tutumlar sergiledikleri, gazetecilerin terörist eylemleri bilerek ya da bilmeden ya terörist örgüte hayranlık uyandıracak şekilde ya da devlete düşmanlık duygusu yaratacak şekilde sundukları bulunmuştur. Benzer şekilde, Fidan’ın (1995) çalışmasında, 1990-1991 yılları arasında en yüksek tirajlı beş gazetenin (Sabah, Türkiye, Hürriyet, Cumhuriyet, Milliyet) terör haberlerine ilişkin tutumları ele alınmış ve araştırma sonucunda gazeteler arasında bazı söylem farklılıkları ile birlikte; örneğin örgüt isimleri verilerek propaganda yapılması, güvenlik güçlerinin ve askeri birliklerin başarısına yeterli oranlarda yer verilmemesi veya istemeden, örgütün mücadele edilmeyecek kadar güçlü olduğu havası yaratılması gibi tutumlarla basının terör haberlerinin sunumunda haber ölçülerinin dışına çıktığı bulunmuştur. Hürriyet, Cumhuriyet ve Türkiye’nin başyazarlarının 1983-1997 yılları arasında yazdıkları terör içerikli yazıların çok boyutlu içerik çözümlemesini konu alan araştırmada ise, yazarlar ve gündemleri arasında anlamlı farklılaşma olup olmadığına bakılmış ve ele aldıkları konular, bakış açıları ve ortaya koydukları çözüm önerileri bakımından anlamlı farklılıklar bulunmuştur (Gündüz,1995). Bu çalışmalar da hem örnek olay bağlamında, hem seçilen gazeteler bağlamında hem ulaşılan sonuçlar bağlamında ve hem de ideolojik farkı tam anlamıyla vurgulamaması açısından bu araştırmadan farklılaşmaktadır.

Dördüncü tür araştırmalarda ise, yazılı basında herhangi bir olayın içerik çözümlemesi yapılmıştır (Aydın, 1999; Baştürk, 1999; Çöllü, 1999; Demirdelen, 2000; Keleş, 1997; Tek, 1991; Yıldırım, 1995; Yiğit, 1996).

Bu türde, 12 Eylül Askeri Müdahalesi, çevre imajı, öğretmen sorunları, Kardak Krizi, Gümrük Birliği süreci, laiklik, işçi ve memur eylemleri, bireysel şiddet, özelleştirme ve benzeri pek çok konu üzerinde çalışıldığı görülmektedir. Bu araştırmalarda örneklem, genellikle günlük altı gazeteden bir kaçıyla oluşturulmuştur. Bunlar Hürriyet, Milliyet, Sabah, Cumhuriyet, Türkiye ve Zaman’dır. Bu gazeteler farklı ticari gruplara ait olmaları, farklı ideolojileri benimsemeleri ve tirajlarının ülke çapında yüksek olmaları nedeniyle seçildi. Genellikle söz konusu çalışmalardan çıkan sonuç liberal popüler basın, demokratik sol basın ve muhafazakar sağ basının aynı olaylara ilişkin olarak haberi yayımlamada farklılıklar gösterdiklerine yöneliktir. Liberal popüler basın toplumdaki iktidar odaklarının varolan hegemonyacı söylemlerini dolayımlamakta ve kendisi bizzat egemen ideolojinin gönderim çerçevelerini üretmektedir. Liberal ve popüler olmayan özellikler gösteren basının ise, örnek olayların niteliğine göre, bu olayları ideolojilerine uygun

Page 15: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 7

hale getirdikten sonra, ya olumlayıcı bir biçimde yahut da karşıt tutumlar sergileyerek ilettikleri ya da dışarıda bırakarak hiçbir önem atfetmedikleri veya küçük haberler yaparak az önem atfettikleri bulunmuştur. Çalışmaların bir ortak özelliği de düzene karşı, adı geçen gazetelere nazaran daha radikal bir söylem kullanan gazetelerden hiçbirini örneklem olarak almamalarıdır. Bu bağlamda söz konusu çalışmalardan dışında, sadece iki araştırmaya rastlanmaktadır; o da Ergün’ün (1995) “Radikal Sol ve Radikal İslamcı İdeolojilerde Düzen Karşıtı Söylem” ve Erdem’in (1998) “İslamcı Basında Milli Selamet Partisi (1974-1977) Milli Gazete, Örnek Olayı” başlıklı içerik çözümlemesi çalışmalarıdır. Söz konusu araştırmalarla, bu çalışma arasında kuram ve yöntem açısından benzerlikler görülmüştür. Ancak bu makalede, bütüncül olarak tüm bunlardan farklı bir yol izlenmiştir.

Tüm bu çalışmalar, 11 Eylül terör olayı ile ilgili bu araştırmanın genel sınırlarının ve kuramsal çerçevesinin çizilmesine ve teori ve yöntem kısımlarının geliştirilmesine yardımcı olmuş ve araştırmaya örnek teşkil etmiştir. Ancak hiçbirisi liberal ve İslamcı basının tekil bir terör olayını nasıl haber yaptığının incelenmesini ve hem nicel hem nitel çözümlemeler aracılığıyla bunların karşılaştırılmasını konu almamıştır. Bu anlamda, bu araştırma, daha öncekilerin kuramsal ve yöntemsel eksikliklerini tamamlayarak, son yılların hatta kimilerine göre son yüzyılın en önemli olaylarından birini konu alan ilk çalışma olması, olayın içeriğiyle ilgili olarak İslamcı ve egemen söylemi kullanan iki basın kurumunu karşılaştırması ve haber öğeleri ve gazetelerin ideolojileri arasındaki ilişkiyi hem istatistik ilişki testiyle ve hem de haberlerden örnekler sunarak çok yönlü bir çözümlemeye gitmesi açılarından önem taşımaktadır.

Hipotezler Makalenin yukarıda sunulan kuramsal çerçevesinden hareket ederek şu

temel varsayım çıkarılmıştır: Basın kuruluşları, eğer farklı ideolojik yönelimlere sahiplerse, bu farklılık haber içeriğinde de yansıtılacaktır. Bu temel varsayıma göre, İslami ideolojiyi benimseyen Akit ve liberal ideolojiyi temsil eden Hürriyet, diğer haberlerde olduğu gibi 11 Eylül terör olayını da haber yaparken temsil ettikleri görüş ve düşüncelerden bağımsız olmayacaktır. Dolayısıyla, 11 Eylül terör olayının haberini yapmada benimsedikleri farklı ideolojiler nedeniyle, Hürriyet ve Akit’in haber içerikleri arasında farklılık olacaktır. Bu temel varsayımdan, ideolojik içerikle ilgili birbirine bağlı üç ayrı varsayım belirlenmiş ve bu varsayımlara bağlı üç hipotez oluşturulmuştur:

Page 16: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 8

1. Gazete haberlerinde ilk ideolojik yükleme ve yönlendirme başlıkla yapılır. Alt ve üst başlık ile, bir olayla ilgili haberin ana konusu belirlenir ve okuyucuya ilk anda genel bir perspektif verilmeye çalışılır (Dağlı, 1995). Dolayısıyla, eğer iki gazetenin haber sunumları arasında bir fark varsa, bu ilk olarak 11 Eylül terör olayı ile ilgili yapılmış olan haberlerin başlığında görülecektir. Bu kuramsal beklentiye bağlı olarak ilk hipotez belirlenmiştir: Hürriyet’te 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberlerin başlıkları ABD’nin ve politikalarını destekleyici yönde olurken, Akit’tekiler çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının karşısında olacaktır.

2. Haber metinlerindeki farklılığın çıkarılabileceğinin düşünüldüğü ikinci yer, başlık dışında haberi oluşturan paragraf, cümle ve kelimelerle biçimlendirilen metinin içeriksel doğasıdır. Çünkü haberde her kelime, cümle ve paragraf inşa edilen bir gerçeğin bütünleşik parçalarıdır (Erdoğan, 2007). Dolayısıyla iki gazetenin haber sunumları arasındaki fark 11 Eylül terör olayı ile ilgili yapılmış olan haberlerin, başlık dışında sunulan metin içi anlatımlarında da görülecektir. Bu kuramsal gerekçeden aşağıdaki ikinci hipotez çıkarılmıştır: Hürriyet’te, 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberlerin içeriğinin doğası çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının yanında olmayı yansıtırken, Akit’te 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberlerin içeriği çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının karşısında olmayı yansıtacaktır.

3. Profesyonel ideolojilerle gelen üretim pratiği, haberi oluşturmada seçilen (ve dışarıda bırakılan) kaynaklar ve bu kaynakların kullanımında da rutinleşmiş tercihler sergiler. Dolayısıyla, çıkar yapılarının belirlediği ve bu yapıları destekleyen gazetecilik pratiklerinde haber kaynağının (dolayısıyla, kaynağın sunduğu içeriğin) seçimi ve kullanımı da amaçlı olacaktır. Bunun anlamı gazeteciler bazı kişi ve kurumların görüşlerini haberlerine dahil ederken, diğer bazılarını haber dışı bırakacaktır. Bunun mümkün olmadığı durumda ise, aynı kaynağı kullandığı halde, içerik seçimiyle ve haberi biçimlendirme yoluyla arzu ettiği içerik biçimlendirmesini yapacaktır. Dolayısıyla, Hürriyet’te, 11 Eylül terör olayı ile ilgili görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların söylemlerinin ideolojik içeriği Akit’te farklı olacaktır. Bu tercihli kaynak kullanma ve içerik doldurma yöneliminden de üçüncü hipotez çıkarılmıştır: Hürriyet’te 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberde kaynak olarak kullanılan kişiler ve bu kişilerden elde edilen iletilerin içerikleri çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının yanında olurken, Akit’te çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının karşısında olacaktır.

Page 17: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 9

YÖNTEM

Nitel ve nicel veriler toplayan ve değerlendiren bu araştırmada, Türk basını içinde yer alan tüm gazeteler değil, sadece tasarımda belirtilen iki farklı yönelimdeki gazete, Hürriyet ve Akit, tipik örnek olarak alınıp incelendi. Hürriyet’in siyasi alanda devletçi, ekonomide ise liberalizmden yana bir yayın politikası izlediği çoğunlukla kabul edilmektedir. Örneğin geçmişte “Türk-Yunan gerginliği”, “Güneydoğu sorunu” gibi konularda haber politikasını devletin çıkarları doğrultusunda oluşturmuşken, devletin ekonomi alanındaki girişimlerine karşı çıkmış, haberlerini serbest piyasa ekonomisinin gereklilikleri doğrultusunda biçimlendirmiştir (bkz. Ülgü, 1998:67).

Akit ise, bu çalışma bağlamında, İslami ideolojinin yayın organı olarak ele alınmaktadır. Türkiye’de büyük medya grupları dışında en etkili basın organları İslami günlük gazetelerdir.

Gerekli verileri toplamak için, 11 Eylül terör olayının gerçekleştiği günden hemen sonra söz konusu iki gazetenin, olayı iki ay boyunca (12 Eylül 2001-11 Kasım 2001) ilk sayfada verdiği tüm haberleri araştırma kapsamına alınmıştır. 11 Eylül 2001 tarihinden sonra süreç içerisinde söz konusu haber, manşetten sürmanşete düşmüş, sürmanşetten ise olayın günden güne önemini yitirdiğinin göstergesi olan küçük başlıklarla iletilir hale gelmiş ve zamanla olay, haber değerini yitirdiğinden gazeteciliğin rutin kuralı gereği habere ilk sayfadan yer verilmemeye başlanmıştır.

Bu iki aylık sürede seçilen her iki gazetenin tüm sayılarının sadece ilk sayfa haberleri inceleme için kullanılmıştır. İki gazetenin 12 Eylül gününden itibaren gelişen olayları okuyucularına ilk sayfa haberiyle duyurdukları günlerin araştırma kapsamına alınmasının nedeni, ilk sayfanın (vitrin sayfasının), mesajın vurgulu bir şekilde ifade edildiği, haberin büyük ölçüde özetinin çıkarıldığı, en önemli yönlerinin ön plana çıkarıldığı ve okuyucunun en fazla dikkatinin çekildiği yer olduğundandır. Dolayısıyla bu şekilde oluşturulan bir örneklemin iki gazetenin ideolojilerini haber sunumunda belirlemek açısından, araştırmanın amacı doğrultusunda yeterli belge gereksinimini karşıladığı düşünülmüştür.

Verilerin analizi iki aşamada gerçekleştirilmiştir: Nitel ve nicel. Birinci aşamada kategoriler belirlenmiş ve kodlanmış, seçilen haberler söz konusu kategorilere; hazırlanan soru yönergesine (kodlama cetveli) kodlanmak koşuluyla uygulanmış, elde edilen sayısal bilgiler bilgisayar ortamına aktarılmış, verilerin frekansları dağılımları belirlenmiş ve gerektiğinde

Page 18: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 10

istatistik ilişki testine (chi square) tabi tutulmuştur. Sonuçlar değerlendirilmiş ve böylece haber içeriklerinin nicel çözümlemesi tamamlanmıştır.

İkinci aşamada ise haberlerdeki ideolojik farklılığı ortaya çıkardığı düşünülen ifadelerden (başlıklar, cümleler, kelimeler, paragraflar ve bunlar içindeki benzetme, sıfat, deyim, atasözü vs.) her kategori için ayrı ayrı örnekler verilerek, haber içeriklerinin nitel çözümlemesi yapılmış ve ilk aşamada bulunan nicel veriler bu aşamadaki nitel sonuçlarla desteklenmiştir. Bu aşamada, ilk temel analiz birimi olarak haber başlığı seçilmiştir. İkinci ana birim olarak da metin alınmıştır. Başlık ile ilgili çözümlemede tek bir birim yerine, kelime biriminden hareket edilerek kullanılan kelimeler bağıyla kurulan anlam bütünlüğüne bakılmıştır. Haber içeriğiyle ilgili çözümlemede ise, tam tersi bir süreç izlenmiştir: Birim olarak haberin tümü ele alınmış ve paragraflara, paragraflardan cümleler ve cümlelerden kelimelere doğru giden bir çözümleme süreci izlenmiştir.

Çözümlemelerin yapılabilmesi için, ilk olarak yukarıda da belirtildiği gibi kategoriler belirlenmiştir. Kategoride dörtlü ölçek kullanılmıştır. Bir başlık ve haber metni içeriği, örneğin ABD’nin güç gösterisi, ABD ve politikalarını övme, ona destek verme, acıma, yönlendirme, haksızlığa uğratılma, onaylama, dostluk ve benzeri tutumlarla açık olarak ABD’ye ve onun politikalarına ilişkin anlam ve mesaj bakımından olumlu öğeler atfedilerek sunulmuşsa o başlık, “ABD’nin ve politikalarının yanında” kategorisi içine yerleştirildi.

Bir başlık ve haber metni içeriği, örneğin, aşağılama, küçük düşürme, hakaret, alay etme, suçlama, düşmanlık besleme, onaylamama gibi ABD’ye ve onun politikalarına ilişkin anlam ve mesaj bakımından olumsuz öğeleri içeriyorsa, bu “ABD’nin ve politikalarının karşısında” kategorisi içine kondu.

Açıkça olumlu veya olumsuz anlam ve mesaj içermeyen, bir yargı veya değerlendirme taşımayan başlıklar ve metinler “Nötr” kategorisi içine kondu.

Bazı başlıklar ise “Belirsiz” kategorisi içine yerleştirilmiştir. Bu kategoride, başlıkta anlam ve mesaj bakımından hem olumlu hem de olumsuz öğelerin bir arada bulunduğu, başlığın iki yönelimden hangisine girebileceğinin ilk bakışta değil de, ancak haberin geri kalanının okumasından sonra anlaşılabileceği durumlar belirtilmektedir.

Haberde görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların söyledikleri de aynı kategori altında ele alınmıştır. Örneklem dahilinde ve sadece 11 Eylül terör olayı ile doğrudan ilgili olan görüşler yukarıda açıklaması yapılmış olan kategori ve ölçeklere uygulanarak, gazetelerin 11 Eylül terör olayı ile ilgili görüşlerine yer verdiği kişilerin /kurumların tutumları niceliksel verilerle ifade

Page 19: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 11

edilmeye çalışılmıştır. Nicel verilerle ifade edilen görüşlerden her biri için ayrı ayrı örnekler verilerek, bulunan niceliksel veriler nitel örneklerle desteklenmiş, böylece yukarıda sunulan gerekçeler nedeniyle gazetenin kendi ideolojisinden kaynaklanan yönelimi de belirlenmiş ve gazeteler arası karşılaştırmayla fark belirtilmiştir.

BULGULAR VE TARTIŞMA

Başlık inşasıyla ilgili bulgular

Bulgulara göre, her iki gazete sundukları başlıkların yönelimi bağlamında p= 0.001 seviyesinde birbirinden anlamlı farka sahiptir (Tablo 1). Dolayısıyla, bu bulgu makalenin ilk hipotezini desteklemektedir: Hürriyet’in 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberlerinin başlıklarındaki yönelim, gazetenin ideolojisine uygun bir şekilde, büyük çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının yanında olduğunu göstermektedir. Akit’in başlıklarında ise, yine gazetenin ideolojisine uygun bir şekilde, büyük çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının karşısında olduğu görülmektedir.

Tablo1. Hürriyet ve Akit’in haber başlıklarının yönelime göre dağılımı

ABD’nin ve politikalarının

yanında

ABD’nin ve politikalarının

karşısında

Belirsiz

Nötr

Toplam

Hürriyet 146 % 76.4

8 % 4.1

5 % 2.7

32 % 16.8

191 % 100

Akit 1 % 0.5

176 % 88.9

2 % 1.0

19 % 9.6

198 % 100

Chi square= 300.989 df= 3 p= 0.001 c= 0.66

İncelenen gazetelerde, Hürriyet’te toplam 191, Akit’te ise toplam 198

haber başlığı tespit edilmiştir. Hürriyet’in 191 haber başlığından 146’sında (%76.4) yönelim, ABD’nin ve politikalarının yanında olma biçimindedir. 32 başlıkta (%16.8) nötr inşa varken, sadece 8 başlık (% 4.1) ABD’nin ve politikalarının karşısındadır; 5 başlık ise (%2.7) belirsizdir. Akit ise, 198 haber başlığından 176’sı (%88.9) ABD’nin ve politikalarının karşısında yer almaktadır. Başlıkların 19’u (%9.6) nötr, 2’si (%1.0) belirsiz ve 1’i (%0.5) ABD’yi ve politikalarını desteklemektedir.

Page 20: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 12

İçerik inşasıyla ilgili bulgular

Bulgular, 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberlerinde, Hürriyet’in çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının yanında olacağını ve Akit’in ise çoğunlukla ABD’nin ve politikalarının karşısında yer alacağını belirten hipotezi (ikinci hipotez) doğrulamıştır (Tablo 2). Hürriyet’in incelenen 189 haberinden 151’i, yani toplam haber sayısının %76.4’ü ABD’nin ve politikalarını desteklemektedir. 24 haber (%12.7) nötr özellik gösterirken, 10 haber (%5.3) her iki tutumu da içermektedir. 4 haber ise (%2.1) ABD’nin ve politikalarının karşısındadır. Akit’te ise, 192 haberden 175’i (%91.1) ABD’nin ve politikalarının karşısındadır; haberlerin 17’si (%8.9) nötr özellik gösterirken, ABD’nin ve politikalarının yanında olan ve her iki tutumu da içeren habere rastlanmamıştır.

Tablo 2. Hürriyet ve Akit’in haber içeriklerinin yönelime göre dağılımı

ABD’nin ve politikalarının

yanında

ABD’nin ve politikalarının

karşısında

Her iki tutumu da içeriyor

Nötr

Toplam

Hürriyet 151 %79.9

4 %2.1

10 %5.3

24 %12.7

189 %100

Akit 0 %0

175 %91.1

0 %0

17 %8.9

192 %100

Chi square= 325.549 df= 3 p= 0.001 c= 0.68

Hürriyet ve Akit’in 12 Eylül 2001-12 Kasım 2001 tarihleri arasındaki ilk

sayfa haberlerinin başlık ve içeriklerindeki farklılıklara bakıldığında, haberlerin belli konular altında toplandığı görülmektedir. İçerik incelenmesinde, gazetelerin sıklıkla 6 ortak konu üzerine haber yaptığı bulunmuştur:

1. Olayın suçluları

Hürriyet’te bu haberler de kendi aralarında üç gruba ayrılmıştır: Suçluların kimliklerine, kişisel özelliklerine ve olay ile ilgilerine ilişkin bilgiler veren haberler; suçluların yapmayı planladıkları başka eylemlerle ilgili haberler ve Ladin’in zor durumda olduğunu vurgulayan haberler. Aşağıda bu sınıflandırmalara giren haberlerden ayrı ayrı örnekler verilmiştir,

Page 21: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 13

böylelikle gazetenin ABD’nin ve politikalarının yanında bir haber sunum politikası izlediği nitel örneklerle açıklanmıştır.

Suçluların kimliklerine, kişisel özelliklerine ve olay ile ilişkin bilgiler veren haberlere bakıldığında, gazetenin olayı haber yaptığı ilk günden itibaren hiçbir haberinde suçlunun Ladin dışında bir isim olabileceği ihtimaline yer vermediği, ilk günden itibaren Ladin ve örgütünü kesin bir dille suçlu ilan ettiği görülmektedir. Olayın ilk günü "Tüm şüpheler Ladin’e yöneldi” başlığıyla iletilen haberde Ladin, “ABD’nin baş düşmanı Suudi terörist” olarak nitelendirilmiş, üç hafta önce “Büyük sürprizler yaşayacaksınız” diyerek ABD’yi vuracağını söylediği belirtilmiş, Ladin’in sözleri suçlu ilan edilmesine gerekçe olarak sunulmuştur. Yani bu sözler, gazete tarafından saldırıyı onun düzenlediğine ilişkin şüphelerin yersiz olmadığına bir kanıt olarak kullanılmıştır. Asıl olarak gazetenin bu konudaki haberlerine bakıldığında genellikle, Amerika’da devlet ve medya aracılığıyla suçlu olarak duyurulan kişilerin haberlere konu yapıldığı görülmektedir. Amerikalıların suçlularla ilgili her türlü şüphelerine ve bulgularına ilişkin tüm açıklamaları kabul edilerek gazetede yayınlanmış, bu şekilde Amerika’daki eğilimlerin ciddiye alındığı gösterilmiş, ABD’nin haklılığı desteklenmiş ve her yeni haberle bu haklılık pekiştirilmiştir. Suçlularla ilgili haberlerin pek çoğunda tümü Arap kökenli bir takım kişilerin isimleri verilerek Ladin ve olay ile bağlantıları vurgulanmış, böylece suçlulukları doğrulanmıştır.

Örneğin 13 Eylül tarihinde gazetenin manşeti “İlk ipuçları Boston’da” şeklindedir. Alt başlıkta ABD’nin “tarihinin en büyük terörü”nü yaşatanlardan beşinin izini bulduğu belirtilmektedir. Haber içeriğine bakıldığında FBI’nın kulelere dalış yapan kişiler olduklarından şüphelendiği Ladin ile bağlantılı 5 Arap’ın kimliklerini belirlediği, 2 Arap öğrencinin ise arandığı bilgilerinin verildiği görülmektir. “İşte Caniler” sürmanşeti ise 14 Eylül tarihli gazeteye aittir. Altta, El Şeyhi gibi isimlerin verildiği haberde bu insanlar için “cani”, “korsan”, “New York Kamikazesi”, “Kamikaze pilot” gibi ifadeler kullanılmış ve diğer örneklerde de olduğu gibi kesin bir dille suçlu oldukları belirtilmiştir. Yine 16 Eylül’de Ziyad Jarrah, 26 Eylül’de “İşte Ladin’in celladı” başlıklı sürmanşet haberde Eymen Zevahiri gibi isimler olayın sorumluları ilan edilmiştir. Bu arada Ladin ve Atta’nın isimleri de yapılan haberlerde sık sık verilmiştir (19 Eylül, 20 Eylül, 21 Eylül, 29-30 Eylül, 2 Ekim, 6 Ekim, 10 Ekim, 17 Ekim). Haber başlıklarına bakıldığında bu isimlerin kesin bir dille “terörist” ilan edildikleri görülmektedir. “Teröristin Türk sevgilisi” manşeti (16 Eylül), “Baş terörist İstanbul’da” sürmanşeti (20

Page 22: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 14

Eylül), “Teröristin vasiyeti” (30 Eylül), “First-class teröristler” (18 Eylül), “Teröristin son gece klavuzu” sürmanşeti (29 Eylül) örnek başlıklardır. Haber içeriklerinde ise bu kişiler için “terörist” dışında pek çok suçlayıcı ifade kullanılmıştır. Örneğin “ABD’yi kana bulayan terör eyleminin bir numaralı ismi”, “Ladin’in sağ kolu”, “El Kaide örgütünün başlıca isimleri”, “terörün beyni”, “Ladin’in halefi”, “kanlı eylemlerin sorumlusu”, “ABD’yi kana boğan terör olayına imzası atanlar” gibi ifadeler bunlar arasında yer almaktadır. Haberlerde yaş, eğitim durumu, ırk vurgulanmış birinin Türk sevgilisi olduğu, birinin vasiyetinin bulunduğu, eylemi yaparken öleceklerini bilmedikleri, uçaklara first-class biletlerle bindikleri, eylemi yapmak için talimat kılavuzu hazırladıkları, saldırıdan önce New York’a gittikleri ve saldırı planlarını son kez gözden geçirdikleri gibi konular işlenmiş böylece bu isimlerin suçlulukları, kanıtlar gösterilerek vurgulanmış, kesin olarak kabul edilmiştir.

Suçluların yapmayı planladıkları başka eylemler olduğuna ilişkin haberler de yine Ladin ve örgütünün olayın sorumlusu olduğunu destekleyen haberlerdir. Gazeteye göre, Ladin’in örgütüyle bağlantılı kişiler Batılı ülkelere zarar vermek amacıyla daha önce de saldırı planları yapmışlar ancak yakalandıkları için başarılı olamamışlardır. Bu saldırı planları da, 11 Eylül olayını gerçekleştirenlerin Ladin bağlantılı olduğuna bir kanıt olarak sunulmuştur. 27 Eylül tarihli “Bush’u vuracaktı” başlıklı haber, “Ladin’in ölüm timine baskın” (28 Eylül) başlıklı haber ve “Milano’daki katliam planı” başlıklı haber (15 Ekim) gazetenin sürmanşetten duyurduğu ve bu tür haberlere örnek teşkil eden haberlerdir. Bunlarda örgüt üyelerinin, önemli ABD hedefleriyle Avrupa Parlamentosu ve NATO merkezini hedefleyen planlarının ele geçirildiği belirtilmektedir. Bunu yapabilmek için “kamikaze dalışı” ve “siyanürlü toplu imha” yöntemleri kullanacakları bildirilmiştir. Ancak haberlere göre tüm planlar uygulanamadan ortaya çıkarılmıştır. Haberlerde, yakalanan kişiler için “Ladin’in ölüm timi”, “Avrupa’yı cehenneme çevirmeyi planlayan Ladin’in cellatları”, “Ladin’in Avrupa’yı kana bulamak için örgütlediği hücreler”, “Ladin’in militanları” gibi içinde yoğun suçlayıcılık öğeleri barındıran ifadeler kullanılarak Ladin ile bağlantıları vurgulanmış, hem Ladin hem de söz konusu kişiler “terörist” olarak nitelendirilmiştir.

Gazetenin suçlularla ilgili son grup haberleri ise Ladin’in zor durumda olduğunu vurgulayan haberlerdir. Bunlarda Ladin’in suçlu olduğu için kaçtığı, yakalanmaktan korktuğu, istenmeyen adam olduğu ve hasta olduğu duyurularak suçluluğu desteklenmiş, güçsüzlüğü ifade edilmiştir. “4 karısıyla

Page 23: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 15

kaçtı” (18 Eylül) başlıklı sürmanşet haberde Ladin “asrın terörün bir numaralı sorumlusu” olarak tanımlanmış, Afganistan’ın kendini yargılama kararı alacağını düşündüğü için ailesi ile birlikte dağlık kesimdeki “in”ine çekildiği iddia edilmiştir. Haberde Ladin’in yakalanmaktan korkarak kaçtığı vurgusu yapılmaktadır. 21 Eylül tarihli haberde ise Ladin, Abdullah Öcalan’a benzetilerek “terörist” olduğu bir kez daha yinelenmiş, aynı zamanda küçümsenmiş ve aşağılanmıştır. Haber Afganistan’ın Ladin’i ülkeyi terketmesi için uyarması üzerine yapılmıştır. Ülke Ladin’i artık istememektedir. Çünkü Amerika’nın savaş açmasından korktuğu iddia edilmektedir. Gazete bu iddiasını “zoru gören Mollalar” ifadesiyle anlatmaktadır. Dolayısıyla haberde aynı zamanda Afganistan’ın ABD’den korktuğu belirtilerek ülke küçümsenmiş böylece ABD’nin gücü dolaylı olarak vurgulanmıştır. “Apo’ya döndü” sürmanşetiyle duyurulan haberde gazete Ladin’i “istenmeyen adam” olarak sunmuş, hiçbir ülkenin onu istemediğini belirtmiş ve bu durumuyla pek çok ülkeden “kovulduktan” sonra Kenya’da yakalanan terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a benzetmiştir. Haberde Ladin’in açıkça köşeye sıkıştığı, pek yakında Apo gibi yakalanacağı dolaylı olarak vurgulanmış, Apo’yla ilişkilendirilerek de “terörist” olduğu bir kez daha açıkça belirtilmiştir. 11 Ekim tarihli haberde ise Ladin’in böbrek ve karaciğer yetmezliği çektiği ve diyaliz makinesiyle dolaştığı iletilmektedir. Burada da Ladin’in sağlık sorunları vurgulanarak güçsüzlüğü ve zor durumda olduğu yinelenmiştir.

Suçlulara ilişkin Akit’in yaptığı haberlere bakıldığında ise gazetenin iki ay boyunca Hürriyet’in aksine ne Ladin ve örgütünün suçlu olduğunu ne de 11 Eylül saldırılarının bir terör olayı olduğunu kabul ettiği görülmüştür. Gazete Ladin’in suçluluğuna inanmadığını suçlularla ilgili olarak yaptığı dört grup haberle ortaya koymuştur: Bizzat Ladin’in açıklamalarına yer vererek, başkalarını suçlu ilan ederek, suçlular ile ilgili kanıtları yalanlayarak ve de Amerikalı ya da Amerika’yı destekleyen kişilerin suçluların Ladin ve örgütü olduğuna ilişkin kuşkularına yer vererek.

13 Eylül, 17 Eylül ve 29 Eylül tarihli haberlerde Ladin’in suçsuz olduğuna ilişkin açıklamaları yer almaktadır. Bunlarda Ladin, saldırıyı kendisinin gerçekleştirmediğini, saldırı hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını, Afganistan’da yaşadığını ve Afganistan lideri Molla Ömer’in bu tür eylemlere izin vermediğini, bunu yapanların kendi çıkarları için yaptığını, Müslüman olarak yalan söyleyemeyeceğini, suçsuz kadın, çocuk ve erkeklerin öldürülmesini desteklemediğini belirtmekte ve açıklamalarının hepsinde

Page 24: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 16

suçsuzluğunu yinelemektedir. Gazetenin de bu açıklamaları ayrıntılı olarak yayınlaması suçsuzluğun desteklendiğini vurgulamaktadır.

Gazete Ladin’in suçluluğunu kabul etmediğini ilk günden itibaren başkalarını suçlu ilan eden haberler yaparak da ortaya koymuştur. Bu tür haberlerde gazete kendine göre geçerli kanıtlar sunmuş ve böylece okuyucularını esas suçlunun başkaları olduğuna dolayısıyla da ABD’nin büyük bir hata yaptığına inandırmaya çalıştığı görülmüştür. Örneğin 12 Eylül günü saldırının Japon Kızıl Ordu örgütü tarafından üstlenildiği, sebebinin ise “Hiroşima ve Nagazaki’nin intikamını almak” olarak açıklandığı belirtilmiştir. 18 Eylül’de “İşte Şeytanlık” başlığıyla verilen sürmanşet haberde ise suçluların Vietnam sendromu yaşayan 4 Amerikan askeri olduğu öne sürülmüştür. Haberde aynı zamanda ABD, Ladin’i suçladığı için “günlerdir dünyayı aldatmakla” ve “şeytanca bir planla Müslümanları hedef göstermekle” suçlanmakta böylelikle Amerika’nın Müslümanları sebepsiz yere suçladığı belirtilerek Ladin’in suçluluğuna ilişkin inançlar çürütülmeye çalışılmaktadır. Başka suçluların arandığı bir diğer haber 19 Eylül tarihlidir. Haberde iki Yahudi örgütünün suçlular listesinde yer aldığı vurgulanarak dikkat bu örgütlere çekilmiştir. “Şeytan Amerika’da” (28 Eylül) manşetiyle ve “The Coup’a gözaltı” (30 Eylül) başlığıyla verilen haberlerde ise The Coup adlı Amerikalı satanist rap müzik grubu şüpheli ilan edilmiştir. Grubun şüpheli olmasının nedeni de, son albümlerinin “baştan sona ölüm, cinayet, katliam teması işleyen müzik ile dolu” olması, 11 Eylül olayını şarkıların sözleriyle “aynen resmetmesi”, “coup” kelimesinin İngilizce anlamının “başarılı vuruş, darbe, hareket, hükümet darbesi, bir ülkenin yönetim düzeninde değişiklik yapmak için zora dayanarak yasadışı yapılan eylem” olması ve grubun küreselleşme karşıtlarıyla yakın ilişkiler kurması olarak sunulmuştur. Sonraki günlerde grubun gözaltına alındığı haberi verilerek de bir önceki haberin yersiz olmadığı, grubun şüpheli olduğu dolayısıyla da Ladin’in suçsuzluğu vurgulanmak istenmiştir. Bu haberlerde aynı zamanda Bush, “bütün dikkatleri Afganistan üzerine toplayarak Amerikalıları suçluların bulunması konusunda tatmin etmeye çalışmakla” suçlanmaktadır. ABD’nin suçluyu kendi içinde araması gerektiği, suçlunun Afganistan olmadığı açık bir dille ifade edilmektedir. Yeterli kanıtların olduğu öne sürülerek dikkatlerin başka bir suçlu üzerine çekilmeye çalışıldığı bir diğer haber de “İsrail’de Şok” manşetiyle 3 Ekim tarihinde sunulmaktadır. Bu sefer İsrail gizli servisi MOSSAD suçlu ilan edilmiştir. Gerekçeler ise şu şekilde belirtilmiştir: 11 Eylül saldırısından önce Bush’un Filistin Devleti’ni tanımaya

Page 25: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 17

hazırlanması ve enkazdan “sadece iki İsrail vatandaşı”nın cesedinin çıkarılması. Gazetenin söyleminden açıkça anlaşılan İsrail, Filistin Devleti’nin tanınması konusunda ABD’yi uyarmak için bu saldırıları düzenlemiştir. Ayrıca DTM’de sadece iki insanın ölmesi “dünya ticaret trafiğini elinde bulunduran Yahudiler” için bir “tesadüf” sayılamaz. İsrail kendi halkının zarar görmesini engellemek için, onları 11 Eylül günü DTM’den uzak tutmuştur. Gazete bu haberinde olayın sorumlusunun İsrail olduğunu, bunu ispatlayabilmek için de yeterli kanıtların biriktiğini vurgulamaktadır. Yine 5 ve 6 Ekim tarihlerinde gazetenin bir başka suçluyu hedef gösterdiği ve dikkatleri Afganistan ve Ladin’den uzaklaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Bu haberde hedef JPALS adlı uzaktan kumanda sisteminin sahibi olan Raytheon şirketi ve Pentagon’un proje elemanlarıdır. Habere göre sistemle ilgili olan tüm yetkililer gözaltına alınmıştır. Son olarak 12 Ekim tarihli sürmanşet haberde de “Amerikalı itiraf etti: İslam ile savaş çıkarmak için bizimkiler yaptı” başlığıyla yine Amerika’nın saldırıyı kendisinin gerçekleştirdiği iddiası ortaya atılmaktadır. Gazete olayı “Müslümanları ortadan kaldırmak maksadıyla kendi vatandaşlarını öldürüyor” biçiminde yorumlayarak yine ABD’yi suçlamaktadır. Bu tür söylemlerle Amerika’nın bir din savaşına girişmek istediği, Hristiyanların Müslümanları yoketmek amacında olduğu ve bunu suçlunun Ladin olmadığını bile bile, başkaları olduğuna ilişkin bunca kanıta rağmen yaptığı vurgulanmaktadır.

Okuyucuları, Ladin ve örgütünün suçlu olmadığına inandırmak için gazetenin izlediği bir başka yol da bulunan tüm kanıtları yalanlamadır. Bu tür haberlerde suçlularla ilgili bulunan kanıtların yalan veya yanlış olduğu vurgulanarak ABD devlet ve medya organları yalancılıkla suçlanmıştır. Ayrıca kanıtları kanıtlarla ispatlayarak bunların kanıt olduklarını çürütme yoluna gidilmiştir. Örneğin 16 Eylül’deki haberde, FBI’nın suçlular listesindeki bir şahsın, 1 yıl önce bir uçak kazasında ölmüş olduğu; 17 Eylül’de FBI’nın 19 Arap kökenli kişiyi uçakları kaçırmakla suçladığı ancak bunların yolcu listesinde bile olmadığı; 19 Eylül’de suçlu olarak isimleri duyurulan pek çok kişinin çeşitli ülkelerde yaşadığı ve olay günü işlerinde çalıştıkları; 24 Eylül’de uçaklardan birinde öldü diye duyurulan bir şüphelinin hâlâ ülkesinde yaşadığı belirtilmektedir. Haber başlıklarına bakıldığında, başlıkların yoğun bir eleştirellik barındırdığı, sert alaycı ve hatta zaman zaman aşağılama ve hakarete varan bir dille oluşturulduğu görülmektedir. “FBI’nın terörist(!)leri yolcu listesinde yok!” (17 Eylül), “Yalan terörü” (19 Eylül), “Öldü denilen Velid Fas’ta yaşıyor!” (24 Eylül), “Kanıt değil saldırıya

Page 26: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 18

kılıf” (3 Ekim) bu tür başlıklardan bazılarıdır. Haber içeriklerinde kullanılan ifadeler de tıpkı başlıklardaki gibi şiddet içermektedir. Haberlerin hepsinde ABD medyası ve devlet organları "yalancılık” ve “sahtekarlık”la suçlanmıştır. “Yalan bombardımanı ile dünyayı aldatıyor”, “dünyada terör estiriyor”, “devlet eliyle terör”, “kanıtlar fos çıktı” gibi ifadeler ABD için kullanılan, suçlayıcı, aşağılayıcı, hakarete varan sert söylemlerdir. Bunlarda esas terörü Amerika’nın yaptığı, bu kanıtların “sivil katliamı”na bir gerekçe bulmak için uydurulduğu, geçersizliği ve alakasızlığı ortaya çıkarılan “sözde” kanıtlar olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca bu haberlerden birinde (19 Eylül) CNN’in “Yahudilerin elinde bulunan televizyon” olarak nitelendirildiği görülmüştür. Haberde, diğer pek çoğunda olduğu gibi, dinsel aidiyet vurgulanarak dini ayrımcılık yapılmaktadır. Zaten gazetenin pek çok haberinden de anlaşıldığı gibi bu olayı ilk günden itibaren Müslümanlara karşı savaş başlatabilmek için bir bahane olarak nitelendirdiği ve olaya baştan beri din penceresinden baktığı yukarıda da belirtilmişti.

Akit’in suçlularla ilgili son grup haberi ise ABD’li veya ABD’yi destekleyen kişilerin suçlulara ilişkin kuşkularına yer veren açıklamalarının haber yapılmasıdır. Böylece gazete Ladin’in suçluluğunun kesin olarak doğru olmadığına Amerika’nın kendisinin de inandığını vurgulayarak Ladin’in suçsuzluğuna destek bulmaktadır. Üstelik bu destek de Amerika’nın kendisinden veya müttefiklerinden gelen açıklamalara dayandırıldığı için daha güçlü bir kanıt niteliği taşımaktadır. Örneğin “FBI’dan itiraflar” (21 Eylül) başlıklı haberde kurumun yaptığı açıklamada bazı eylemcilerin kimliklerinin hâlâ şüpheli olduğunun itiraf edildiği; 17 Ekim’de (“ABD’nin kanıtı fasa fiso”) ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nin hazırladığı metinde soruşturma başlangıç aşamasında olduğu için ellerindeki bilgilerde “boşluklar” olduğu; 18 Ekim’de “Güldürme CNN” başlığıyla CNN televizyonunun 36 gün sonra yayınında Ladin’e “Eylemde senin ve El-Kaide’nin rolü nedir?” diye sorduğu; 19 Ekim’de “Kanıt gösterin” manşetiyle, ABD Müslüman lideri Farrakhan’ın, ABD’nin yalan söylemediğinden emin olmadığına, daha önce de yalan söylediğine, kanıt gösterilmesi gerektiğine ilişkin bir açıklama yaptığı; 5 Kasım tarihli “NATO ikna olmadı” başlıklı haberde ise Genel Sekreter Robertson’un saldırının sorumlusunun sadece Bin Ladin olup olmadığını bilmediği açıklamalara dayanılarak belirtilmiştir. Bu tür haberlerde ve başlıklarda, ABD sahte kanıtlar sunmakla suçlanmış ve bunun ilk ağızdan dile getirildiği vurgulanmıştır. Artık kanıtlara kimsenin inanmadığı ve ABD’nin Afganistan’a sebepsiz yere savaş açtığı açıkça dile getirilmiştir. Gün geçtikte

Page 27: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 19

kuşkuların arttığı, insanlarda aldatıldıkları duygusunun yaygınlaştığı belirtilmiş böylelikle ABD’nin yanlış yaptığı, “yalancı” ve “sahtekar” olduğu açıkça ifade edilmiştir.

Özetle konusu “suçlular” olan haberlere her iki gazetede de sıklıkla yer verildiği görülmüştür. Gazeteler kendilerine göre geçerli kanıtlar sunarak tuttukları tarafın suçlularla ilgili inançlarını destekleyen haberler yapmışlardır. Hürriyet olayın başından beri suçluyu Ladin ve örgütü olarak sunmuş böylece Amerika’nın suçlulara ilişkin bu tavrını destekler bir tutum sergilemiştir. Bunu da suçluların kimliklerine, kişisel özelliklerine, olay ile ilgilerine ve Ladin ile bağlantılarına vurgu yapan haberler yaparak, Ladin ile bağlantılı olan kişilerin yapmayı planladıkları başka eylemleri 11 Eylül saldırısını da onların yaptığına bir kanıt olarak göstererek ve Ladin’i küçük düşüren, güçsüzlüğünü vurgulayan haberlere yer vererek yapmıştır. Akit ise tam aksi bir tutum benimseyerek yaptığı haberlerle, Ladin ve örgütünün suçlu olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Bunun için bizzat Ladin’in suçlu olmadığına ilişkin açıklamalarına yer vermiş, başkalarını suçlu ilan etmiş, suçlular ile ilgili bulunan kanıtları, onların suçlu olmadığına ilişkin kendi kanıtlarını sunarak yalanmış ve çürütmeye çalışmış, suçluyu Ladin ilan eden taraftan bir takım otoritelerin konuyla ilgili kuşkularını dile getiren açıklamalarını haber yaparak benimsediği tavrı desteklemiştir.

2. ABD’yi destekleme veya desteklememe

Gazetelerin iki aylık süre zarfında sıklıkla haber yaptıkları ikinci konu olaylardan sonra ABD’nin tutumuna destek olma ya da olmamayla ilgilidir. Hürriyet haberleriyle bu tutumu onaylar, destekler bir tavır sergilerken, Akit ABD’yi politikalarından dolayı yoğun bir şekilde eleştirmektedir. Öncelikle Hürriyet incelenmiş, destek haberlerinin iki alt grup içinde tartışılması uygun görülmüştür: Türkiye’den verilen destek mesajları ve ABD ve Türkiye dışından verilen destek mesajları. Türkiye içinden verilen destek mesajlarını içeren haberlere bakıldığında çoğunlukla dönemin Başbakanı Ecevit’in açıklamalarına yer verildiği görülmektedir. “ABD’nin yanındayız” (13 Eylül), “Gereğini yapacağız” (15 Eylül), “ABD’ye destek insanlık borcumuz” (19 Eylül), “İşbirliğini görev biliyoruz” (13 Ekim), “Mecbur kalınca savaştan kaçılmaz” (2 Kasım) başlıklarıyla verilen bu açıklamalarda Türkiye’nin ABD’nin yanında olduğu ve ABD’ye her türlü desteği vereceği belirtilmiştir. Yine 16 Eylül’de Demirel’in, 26 Eylül’de Cem’in açıklamalarında da vurgu,

Page 28: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 20

olayın bir terör olayı olduğuna, ABD’nin büyük bir felakete ve haksızlığa maruz kaldığına ve Türkiye’nin ülkeye destek vermesinin şart olduğuna yapılmıştır. Gazete ABD’nin olaydan sonraki politikalarına Türkiye’nin desteğini vurgulayan açıklamaları haber yaparak ve destekleyen insanların görüşlerini seçip sunarak onların tavrını desteklediğini ve görüşleri paylaştığını gerek başlıklarla gerek haber içeriğiyle açıkça ortaya koymaktadır.

Diğer gruptaki haberlerde de Türkiye dışından verilen destekler konu edilmiştir. NATO (13 Eylül), Pakistan (16 Eylül), Rusya (28 Eylül, 4 Ekim, 8 Ekim), İngiltere (13 Ekim), Suudi Arabistan (10 Ekim), İran (25 Ekim), Arap Birliği (5 Kasım) gibi kurum ve ülkelerin ABD’yi desteklediği, politikalarını onayladığı yönünde haberler yapılmıştır. Bu haberlerin başlıkları “NATO da devrede”, “Anlaştılar”, “ABD’ye tamam dedi”, “ABD’ye sürpriz destek” gibi, açık olarak ABD için olumlu anlam ve mesajlar içermekte, dolaylı olarak da Ladin ve Afganistan’ın suçluluğunu pekiştirmektedir. Haberlerde bu ülkeler ve kurumlarla ABD’nin ortak görüşlere vardığı dolayısıyla haklılığı vurgulanmaktadır. Pek çoğunda ise Ladin’in suçluluğu ve Taliban için açıkça olumsuz söylemler kullanıldığı da görülmektedir (10 Ekim, 13 Ekim, 5 Kasım).

Akit ise açıkça ABD’nin politikalarını onaylamamakta ve tavrına destek sağlayabilmek için de Hürriyet’in aksine ABD’yi desteklemeyen ülkelerin ve kişilerin açıklamalarına yer vermektedir. Gazetenin bu tür haberleri dört grupta incelenmiştir: Çeşitli ülkelerin onaylamaması, dönemin muhalefet partisi üyelerinin onaylamaması, bilim adamı ve yazarların onaylamaması ve çeşitli ülkelerde yapılan protesto gösterilerinin haber yapılması. İlk grupta Cezayir (13 Eylül), Pakistan (18-19-25 Eylül), Mısır (17 Eylül), İran (27 Eylül, 11 Ekim, 7 Kasım), Birleşik Arap Emirlikleri (27 Eylül), Malezya (29 Eylül) gibi ülkelerin açıklamaları yer almaktadır. Bu haberlerde ABD’nin yanlış bir politika uyguladığı, tüm Müslümanları hedef yaptığı, aceleci davrandığı, Afganistan’a yapacağı bir saldırının desteklenmeyeceği, ABD’nin yanında olunmadığı temaları işlenmektedir. Bu şekilde ABD karşıtlığı açıkça vurgulanmaktadır. Haber başlıkları da olumsuz söylem kullanma açısından aynı açıklıktadır. “ABD’ye yardıma hayır”, “ABD’ye sert uyarı”, “Afganistan’a müdahale yanlış”, “Amerikan dayatmasına hayır”, “ABD’ye karşı cihad” vb. başlıklarda karşıtlık, eleştirellik, onaylamama ya da desteklememe ifadeleri açıkça kurulmuştur.

Page 29: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 21

Dönemin muhalefet partilerinden yapılan açıklamalar da ABD’ye karşıtlığın vurgulandığı haberler arasındadır. Örneğin 16 Eylül tarihinde “ABD’nin saldırısına hayır” başlıklı haberde SP Genel Başkanı Kutan’ın; “Terör bahane edilerek terör estirilmemeli” başlıklı haberde AKP Genel Başkan Yardımcısı Gül’ün ve “Terörün milleti olmaz” başlıklı haberde de BBP Genel Başkanı Yazıcıoğlu’nun ABD’nin Afganistan’a yapacağı müdahaleyi eleştiren görüşlerine yer verilmiştir. 19 Eylül’de de “Kovboy kafalı” başlığıyla SP Başkanvekili Candan’ın açıklamaları haber yapılmıştır. Açıklamada Bush ağır bir şekilde eleştirilmiş, devlet adamı mantığı taşımamakla, zalimlikle, acımasızlıkla suçlanmış bu da “Kovboy kafalı” tabiriyle nitelendirilmiştir. Görüldüğü gibi haberlerde ABD’nin tavrına yoğun bir eleştiri sözkonusudur. Seçme ve sunma mekanizmaları burada da işletilmiş muhalif görüşler, benimsenen tavrın desteklenmesi açısından işlevsel olmuştur.

Bazı bilim adamları ve yazarların da fikirleri haber yapılmıştır. 18 Eylül tarihli haber, uluslararası ilişkiler uzmanı Özfatura’nın saldırıların İslam dünyasına karşı hazırlanmış bir senaryo olduğuna ilişkin görüşlerini içermektedir. Burada olay yine Müslüman-Hıristiyan ayrımına getirilmiş, Müslümanların yok edilmesi için olayın bir bahane olarak kullanıldığı dolaylı olarak vurgulanmış böylelikle Amerika’nın desteklenmemesi gerektiği belirtilmiştir. 15 Eylül’deki manşet haberde İsveçli yazar Guillou’nun bir fuarda ABD’de eylemde ölen insanları saygı duruşuyla anma törenini terketmesi konu edilmiştir. Yazarın insan hayatına her yerde aynı değerin verilmediğini, Irak ve Vietnam’da öldürülenler için saygı duruşunda bulunulmamasının “ikiyüzlülük” olduğunu belirten açıklamalarına ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Burada yine açık olarak vurgu ABD’nin geçmiş politikalarına yapılmakta, bu kullanılarak şimdiki politikaları eleştirilmektedir. ABD’li yazar Chomsky’nin görüşlerinin konu alındığı haberde de (9 Ekim) aynı vurguların yapıldığı görülmektedir. Haberde Chomsky’nin, savaşın teröre karşı ve demokrasi için olmadığına, ABD’nin “ektiği terör”ün, Sudan, Filistin, Lübnan, Irak ve Vietnam’da yaptığı “katliamların bedelini ödediğine ilişkin sözleri yer almaktadır. Burada da vurgu ABD’nin uyguladığı eski uluslararası politikalara yapılmış, bir takım insanların açıklamaları kullanılarak benimsenen görüşler desteklenmiştir. ABD eskiden olduğu gibi yine “terör” uygulamaktadır. Dolayısıyla böyle bir tavır onaylanamaz.

Page 30: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 22

ABD’yi desteklememeye ilişkin son grup haberler ise dünyada yapılan ABD karşıtı protesto gösterilerine ilişkindir. 19 Eylül’de “Pakistan ayakta”, 22 Eylül’de “Usame rüzgarı”, 23 Eylül’de “Terörist Bush”, 24 Eylül’de “Savaş karşıtı gösteriler tüm dünyaya yayılıyor”, 26 Eylül’de “ABD’ye öfke seli”, 1 Ekim’de “Dünya ayakta”, 6 Ekim’de “ABD saldırırsa cevabını veririz”, 8 Ekim’de “ABD’ye ölüm”, 9 Ekim’de “ABD’ye lanet”, 10 Ekim’de “ABD’ye öfke tırmanıyor”, 20 Ekim’de “Pakistan halkı dün de ayaktaydı”, 1 Kasım’da “ABD saldırısına destek azalıyor” gibi başlıklarla verilen haberlerde Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Almanya, İngiltere, Amerika, Japonya, Afganistan, Hindistan, İtalya, Yunanistan, İran, İspanya, Fransa, Portekiz, Mısır, Fas, Güney Kore, Filistin, Filipinler, Türkiye, Umman gibi ülkelerdeki savaş karşıtı gösteriler, ABD’yi protesto eylemleri, barış ve adalet için yürüyüşler konu edilmiştir. Görüldüğü gibi başlıklarda yine ABD için olumsuz anlam ve mesajlar yüklüdür. Abartma, suçlama, tehdit ve şiddet öğeleriyle karşılaşılmaktadır. Öfke, lanet, ölüm, cevabını veririz, terörist Bush, dünya ayakta gibi ifadeler bunlara örnek teşkil etmektedir. Haber içeriklerine bakıldığında ise gazetenin öncelikle “Kahrolsun ABD”, “Terörist Bush’u durdurun”, “ABD saldırırsa cevabını veririz”, “ABD’ye ölüm” gibi atılan sloganlara vurgu yaptığı görülmektedir. Sloganlarda ABD’ye olan olumsuz mesajlar açıktır. Ayrıca haberlerde ABD “kör bir kin” beslemekle, “saldırgan”lıkla ve “terörist”likle açıkça suçlanmış diğer taraftan yapılan yorumlarla Ladin yüceltilmiştir. Yorumlar şöyledir: “Usame bir iken milyonlarca Usame’yi ayağa kaldırdı”, “uyuyan devi uyandırdı”, “yeni doğan çocuklara millet Usame adını veriyor” vb.

3. Türkiye’nin ABD’ye destek vermesi

Gazetelerin sıklıkla haber yaptığı üçüncü konu Türk hükümetinin ABD’ye verdiği askeri desteğe ilişkindir. Hükümetin, Amerika’nın Afganistan’a yaptığı operasyona Türkiye’nin fiilen destek vermesine ilişkin kararlar alıp uygulamasının Hürriyet tarafından memnuniyetle karşılandığı, Akit’in ise Hürriyet’in aksine bu konuda da ABD’yi ve Türk hükümetini şiddetle eleştiren bir tavır aldığı görülmektedir. Aşağıda öncelikle Hürriyet’in bu konudaki haberlerinden örnekler verilmiştir. Bu haberler üç grupta incelenmiştir. Birinci grup askeri desteğin talep edilmesi, izin çıkması, asker gönderilmesi gibi süreç içinde gelişen olaylarla ilgili haberlerdir. Bunlardan ilki “Amerika’ya Evet” başlığıyla 22 Eylül’de sürmanşetten verilmiştir. Haber

Page 31: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 23

hükümetin, ABD’nin operasyonda Türk hava sahasını ve havaalanlarını kullanmayı talep etmesi üzerine, bu isteği kabul etmesiyle ilgilidir. Gazetede bu talebin “derhal” kabul edildiği vurgulanmıştır. Bu, verilen izinle ilgili hiçbir kaygı duyulmadığı, ABD’ye verilen desteğin haklılığından ve gerekliliğinden emin olunduğu anlamını taşımaktadır. “NATO evet derse biz de varız” (8 Ekim), “Asker için yetki” (9 Ekim), “Meclis yetkiyi farkla verdi” (11 Ekim), “Türkiye 7 özel ülkeden biri” (13 Ekim) başlıklı haberler de fiili desteğe karşı memnuniyet belirten haberler arasındadır. Bunlarda örneğin, meclisin Afganistan’a asker gönderme kararını “farkla” vermesi, Türkiye’nin ABD’nin askeri destek istediği 7 ülkeden biri olduğu için “özel” olması gibi temalar vurgulanarak, Türkiye’nin fiilen etkin olmasının arzulandığı ve kararların memnuniyetle karşılandığı belirtilmiştir. Pek çok vekilin bu kararın alınması için ortak oy kullandığı vurgulanarak yine olayın haklılığı, gerekliliği ortaya çıkarılmıştır. Amerika’nın fiili destek istediği 7 ülkeden biri olunması da gazete için “özel” olma anlamına gelmekte, iyi bir ayrıcalık ve avantaj olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca yine 24 Ekim, 1 Kasım, 2 Kasım 5 Kasım ve 9 Kasım’daki haberlerde “Mehmetçiğin dünyayı sarsan terörizme karşı ağırlığını koyacağı”, bunun İslam’a karşı değil terörizme karşı bir savaş olduğu harekatın tüm insanlık için faydalı olacağı aynı zamanda böylece Türkiye’nin kendini kanıtlayacağı olumlu temaları işlenmektedir.

Fiili destekle ilgili olarak yapılan bir diğer haber grubunda Türkiye’nin maddi kazançları olacağı vurgulanmaktadır. Dolayısıyla ülke fiili destek vermekle pek çok fayda sağlayacaktır. Amaç bir takım kişilerin açıklamalarından faydalanarak Türkiye’nin bu tutumunun doğruluğunu ve bunun millete sağlayacağı avantajları okuyuculara iletebilmek böylece kendi görüşlerine de destek bulabilmektir. Örneğin 21 Eylül tarihinde “Ön safta ol parayı al” başlığıyla verilen manşet haberde IMF’nin “terörizmle savaşta ön safta yer alan Türkiye’ye büyük destek vereceğiz” sözleri altbaşlık yapılmıştır. Gazete haberde, ABD’ye bu konuda yardım ettiği için Pakistan’a IMF tarafından yüklü bir kredi verilmesinin kararlaştırıldığını, Türkiye’nin de böyle bir politika izlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Yine 1 Kasım tarihinde “Türkiye ABD’nin desteğini haketti” başlığıyla duyurulan haberde ABD Hazine Bakanlığı’nın Türkiye’nin finansman ihtiyacı üzerine yoğun olarak çalıştığı ve bu desteği hakettiğine ilişkin bir yetkilinin açıklaması aktarılmıştır. “Asker gidiyor dolar düşüyor” (2 Kasım), “En yakın dost Türkiye ve İngiltere” (3 Kasım) başlıklı haberlerde de ekonomik avantajlar vurgulanmakta, fiili desteğin ekonomiyi iyi yönde etkilediği belirtilmektedir.

Page 32: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 24

3 Kasım’daki haber başlığı ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Üyesi Bryza’nın sözlerini içermektedir. Haberde yine Türkiye’nin ABD için “özel” bir ülke olduğu açıkça ifade edilmiş ve Bryza’nın sözleri buna bir kanıt olarak sunulmuştur. Bryza aynı zamanda ekonomik destek konusunda yoğun çalışıldığını söylemektedir.

Gazetede bunun yanında ABD’li yetkililer tarafından ABD ve Türkiye’nin iyi ilişkilerine vurgu yapılan haberler de yer almaktadır. Bunlarda iki ülke arasıdaki dostluğa dikkat çekilerek, askeri desteğin verilmekteki haklılığına bir başka gerekçe gösterilmiş, durumun onaylandığı bu tür haberlerle pekiştirilmiştir. Örneğin 23 Eylül’de “Türkiye bizi seçti” sürmanşetiyle Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman’ın; 6 Ekim’de “Ankara’ya teşekkür etti” başlığı ile Savunma Bakanı Rumsfeld’in, 12 Ekim’de “Dostluğunuzu unutamayız” sürmanşetiyle Bush’un Türkiye’nin terörle mücadelede deneyimli en yakın ve en önemli müttefik ve dost olduğunu belirten, ABD’nin yanında yer aldığı ve yardımları için teşekkürlerini bildiren sözleri haber yapılmıştır. Görüldüğü gibi gazete Türkiye’nin ABD’ye askeri desteğini onayladığını ve memnuniyetle karşıladığını yaptığı haberlerle açık olarak ortaya koymuştur. Gerek başlıklarda gerekse haber içeriklerinde ABD için olumlu mesaj ve anlamlar kurulmuştur. Bu da ABD ve politikalarının yanında haberler yapıldığına ilişkin bir başka gösterge olmuştur.

Akit’in ise haberlerinde fiili desteği onaylamadığı, bunu olumsuz tepkiler vererek eleştirdiği görülmektedir. Örneğin ilk olarak Türkiye’nin “oyuna getirildiği” vurgulanmıştır. 15 Eylül’de “Oyuna gelme Ankara!” başlığıyla yapılmış olan haberde, 18 Eylül’de “Oyuna gelme Ankara amaçları Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak” başlıklı haberde ve 25 Eylül’deki “Körfez yetmedi mi?” başlıklı haberde hükümetin ABD yanlısı tavır koyması şiddetle eleştirilmiştir. Özellikle vurgu yapılan konu Türkiye’nin Körfez Savaşı’nda da ABD’nin yanında yer aldığı ancak bundan çok fazla zarara uğrayarak, zararlarının da tazmin edilmediğidir. Gazete bunu, “ders almamak”, “kazık yemek”, “Amerika’dan çok Amerikancılık”, “ABD dayatması”, “ABD’ye karşı teslimiyetçi bir tavır” ve “İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan saldırılara duyarsız kalmak” ifadeleriyle yorumlamış, böylece hem Türkiye’yi hem de Amerika’yı eleştirmiştir. Yine bu haberlerde Amerika’nın Türkiye’yi kendi amaçları için kullandığı anlatılmak istenmiş, “İslam’a saldırı”, “Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma” gibi ifadelerle din ayrımcılığı yapılmış, “Haçlı Seferi”ni kendilerinin

Page 33: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 25

yapmayacağı Müslümanlara yaptıracakları söylenerek olay bir dinler savaşı olarak sunulmuş din vurgusu ön plana çıkarılmıştır.

Fiili destek ikinci olarak Afganistan halkına “ihanet” olarak sunulmaktadır. 21 Eylül ve 11 Ekim tarihinde yapılan haberlerde Afganlıların Kurtuluş Savaşı’nda Türkler’e yardım ettiği ve Türkiye’yi tanıyan ilk halk olduğu ifade edilmiştir. Ancak Türkiye’nin ABD’ye tam destek vermesi, “Kurtuluş Savaşı ruhuna ihanet” (21 Eylül), “Tarihe ihanet” (11 Ekim) başlıklarıyla duyurulmuş, Türkiye bu tavrıyla Afganlıları hayal kırıklığına uğratmakla, 80 yıl öncesini unutmakla ve Afgan’ı satmakla suçlanmış, haber ve başlıklarda hissi vurgular yapılmıştır. Hürriyet asker gönderimini “terörizmle savaş” olarak nitelendirmişken, Akit bunu “Afganlı çocukları tepeleme” olarak yorumlamıştır.

Askeri destek aracılığıyla ülke için birtakım maddi olanakların doğacağına ilişkin haberlerde de yoğun bir eleştiri görülmektedir. “Ahlaksız teklif” başlıklı haberin (22 Eylül) altbaşlığında “IMF Mehmetçiğin kanı karşılığında para teklif etti. Teklif kamuoyunu ayağa kaldırdı” denilerek yine hissi ve abartılı vurgular yapılmıştır. Gazete bunu “Türk devlet geleneği ve tarihsel şahsiyetine hakaret” olarak yorumlamış, Türk askerinin “kiralık” olmadığını belirtmiştir. “Mehmetçik Bush’un uşağı değil” manşeti de 10 Ekim tarihli haberde kullanılmış askerin Afganistan’a gönderilmesi “ekonomik iflastan kurtulma formülü olarak Mehmetçiğin Afganistan’a gönderilmek istenmesi” olarak nitelendirilmiştir. Hükümetin bu tavrı da “Bush’tan da ihtiraslı” şeklinde ifade edilmiştir. Görüldüğü gibi bu haberlerde de hissi ifadeler kullanılıp, kışkırtıcı vurgular yapılmış hem hükümetin hem de ABD ve IMF’nin tavırları eleştirilmiş ve bu, askerin küçük düşürülmesi ya da Türk askerine hakaret olarak yorumlanıp sunulmuştur.

Asker gönderimine karşı olunduğunu belirtmek için dördüncü olarak Türkiye’nin daha önemli meseleleri olduğu da vurgulanmaktadır. 29 Eylül, 4 Ekim, 7 Ekim, 5 Kasım ve 6 Kasım tarihli haberler bu konuya örnek teşkil etmektedir. Bunlarda Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar ifade edilmiş ve vicdani duygu sömürüsü yapılarak, yetkililerin vatandaşlarının dertleriyle uğraşmak yerine “gaza gelip uluslararası koalisyonun yanına sürüklendiği” belirtilmiştir. Kullanılan ifadelerle (“mutfaklar alev alev yanıyor, işsiz ve aşsız milyonlara her gün yenileri ekleniyor ve insanlar büyük bir bunalıma sürükleniyor”) durumun duygusallaştırıldığı görülmektedir. Aynı zamanda haberlerde yine Afganlılara ihanet yorumu ve dini ayırımcılık öğeleri (“Haçlı İttifakı”) dikkat çekmektedir. Olay yine Amerika’nın

Page 34: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 26

“senaryosu” ve “bahanesi” olarak yorumlanmakta böylece Amerika için karşıt tutumlar açıkça ortaya koyulmaktadır. “Mehmetçiğin kanı ve canı üzerine yapılan pazarlık”, “askerini para karşılığında mazlum bir halkın üzerine gönderen ülke”, “halk nezdinde sıfır olan itibarları bu çirkin pazarlıkla tiksindirici hale geldi”, “işgüzarlık” gibi ifadelerle de eleştiri biraz daha öteye götürülüp Türk hükümetini aşağılayıcı, küçük düşürücü bir boyuta ulaşmıştır. Akit’in gerek başlıklarına gerekse haber içeriklerine bakıldığında Türkiye’nin Afganistan’a asker gönderilmesi konusunda da diğer iki haber grubunda olduğu gibi ABD’ye ve politikalarına karşı olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Gazete, bunu Ankara’nın oyuna gelmesi, Afganistan’a ihanet edilmesi, maddi avantajların sağlanacağına eleştiri yapılması, daha önemli sorunların olduğunun vurgulanması gibi şekillerde yorumlayarak, çarpıcı ifadeler kullanarak vurguları olumsuz anlam ve mesajlar üzerine yaparak sergilemiştir.

4. Gözdağı verme haberleri

Dördüncü grup haberlerde ise gazetelerin, yanında oldukları tarafın diğer tarafa gözdağı vermesini içeren vurgular yapmaları söz konusudur. Gözdağı veren haberler Hürriyet’te iki alt grupta incelenmiştir. İlki Bush’un açıklamalarına yer verilerek suçluların cezalandırılacağına ilişkin kararlılığın vurgulandığı haberler, ikincisi de ABD’nin teknolojik ve askeri gücünün vurgulandığı haberlerdir. Kararlılık ve güçlüğün vurgulanması, içinde korkutma stratejisini barındırmaktadır. Korkutma ise gözdağı vermenin en önemli unsurlarından biridir. Dolayısıyla gözdağını veren taraf için bu tür haberler olumlayıcı özellik taşımaktadır. Kararlılığın ön plana çıkarıldığı haberlere bakıldığında (12, 13, 16 ve 22 Eylül, 22 Ekim) bunların, Bush’un yaptığı açıklamalara dayanılarak hazırlandığı görülmektedir. Açıklamalarda 11 Eylül saldırılarının karşılıksız kalmayacağı, olaylarla ilgili herkesin cezalandırılacağı, harekatın en kısa zamanda, en doğru şekilde yapılacağı, güç ve silah kullanmanın yani savaş açmanın zorunlu olduğu belirtilmiştir. Başlıklar Bush’un en sert ve sivri sözleri kullanılarak hazırlanmıştır:

“Vereceğimiz cezayı herkes görecek” “Yapanla yaptırana ayrım yok” “Onu ininden çıkarıp alacağız” “Ladin’i yok edin” “Ya bizdensiniz ya da onlardan”

Page 35: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 27

Böylece haberin dikkat çekiciliği artırılmış olmaktadır. Ayrıca alt başlıklarda kullanılan “Bush sert çıktı”, “Başkan kararlı”, “Bush çok sert” gibi ifadelerle anlam güçlendirilmiştir. Haber içeriklerinde de açıklamaların ayrıntılarıyla sunulması açıklamaya verilen önemi ifade etmektedir. Bu vurgular haberlerdeki açıklamaların kararlılığının, ABD’nin gözdağını açık olarak ortaya çıkarmasına yardımcı olmuştur.

Teknolojik ve askeri gücün vurgulandığı haberlerde de ABD’nin sahip olduğu teknolojik savaş araçlarının isimleri verilerek, çeşitliliğine; sayıları verilerek çokluğuna dikkat çekilmektedir. Asker gücü için de aynı vurgular yapılmış, ayrıca harekata hazır olunduğuna işaret edilmiştir (12, 17, 19, 20, 24 ve 29 Eylül, 1, 3, 4, 6, 8, 13 ve 15 Ekim). Buna göre haberlerden ABD’nin Black Hawk, MH47 Chinook, UH-60 CH-53, DPV, nükleer savaş gemisi, bombardıman taarruz uçakları, helikopterler, firkateynler, hava lazeri, yıldırım torpili vb. pek çok savaş teçhizatına sahip olduğu öğrenilmektedir. “53 bin asker vur emri bekliyor”, “1000 dağ komandosu alarmda”, “3000 deniz komandosu tetikte” gibi ifadelerle de gözdağını pekiştirici anlamlar üretildiği görülmektedir. Ayrıca haberlerde bunun teröre karşı bir operasyon olacağı gazete tarafından sık sık dile getirilmektedir.

Hürriyet’in ABD’nin Afganistan’a ve Ladin’e verdiği gözdağını konu alan haberlerine karşılık Akit’in de haberlerinde bu öğelere rastlanmıştır. Gazetenin bunu, Taliban’ın veya Ladin’in birtakım açıklamalarına yer vererek, Taliban’ın ABD’ye gözdağı vermesi biçiminde yaptığı görülmektedir. (15 Eylül, 16 Eylül, 8 ekim, 18 Ekim, 11 Kasım). Başlıklarda açıklamaların sert ve sivri öğeleri ön plana çıkarılarak dikkat çekicilik ve vurgu artırılmıştır. “ABD saldırırsa bedelini öder”, “Taliban: Vururuz”, “ABD halkı artık rahat olamayacak”, “ABD ve İngiliz’in sonu Rus’tan beter olacak”, “Büyük kafiri yeneceğiz”, “Kimse Ladin’le başedemez”, “Nükleere karşı nükleer” gibi başlıklarla ve bunların haber içerikleriyle, Taliban’ın herhangi bir saldırıda her bedeli ödemeye hazır olduğu intikam için her şeyin yapılacağı, ABD’ye yardım eden herkesi de cezalandıracağı, her türlü ABD saldırısına hazır olduğu, karşılık verecek ve hatta ülkeyi yenecek kadar güçlü olduğu, ABD’nin hiçbir zaman amacına ulaşamayacağı belirtilmektedir. Gazete bu haberlerinde yine asıl terörü ABD’nin yaptığına, Müslümanlara karşı katliam yapıldığına ve bunun bir din savaşı olduğuna işaret etmektedir. Böylece haberde gerek şiddet ve tehdit içeren gerekse de meydan okuma öğeleri içeren ABD için olumsuz, Taliban için olumlu mesajlar kullanarak tavrını Taliban’dan yana koyduğunu açıkça belli etmektedir.

Page 36: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 28

5. Başarı haberleri

Beşinci grup haberler ise, yine gazetelerin destekledikleri tarafın operasyondaki başarılarını ilettikleri haberlerdir. ABD 8 Ekim 2001’de Afganistan’da resmen harekat başlatmıştır. Bunun üzerine Hürriyet gazetesi sık sık haberlerinde ABD’nin savaştaki başarılarını bildiren haberler yapmıştır. Bu haberlerde, operasyonda Ladin’in karargahlarının bulunduğu, kentlerin bombalandığı, pek çok kentin ve eyaletin ele geçirildiği, pek çok terör kampının imha edildiği konuları işlenmektedir. “Hedef Kabil”, “6 ülke vuracak 40’ı destekliyor” (8 Ekim), “ABD eziyor”, “Taliban’da hasar (9 Ekim), “ABD bunker busterlarla vuruyor” (11 Ekim), “Kabil’e 24 saat bomba yağdı” (12 Ekim), “Bin Ladin’in yeri 30’a 30 belirlendi” (23 Ekim), “9 terör kampı yokedildi” (24 Ekim) gibi başlıklarla da yine ABD’nin gücü ve başarısı açıkça vurgulanmıştır. Aynı zamanda gazetenin, haberlerinde Afganistan için kullandığı “çok büyük hasar gördü”, “ağır darbe aldı”, “teröristler yeraltındaki yuvalarında vuruldu”, “büyük ölçüde kontrol sağlandı”, “en ağır darbeyi yedi” gibi ifadelerden de Afganistan’ın güçsüzlüğünün ve yenilgisinin açıkça ortaya koyulduğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi operasyonda ABD’nin amacına ulaşmaya başladığı yani harekattaki başarıları ve Afganistan’ın aldığı hasar sıklıkla haberlerin konusu olmuş, bu da gazetenin ABD’nin ve politikalarının yanında haberler yaptığı bulgusunu desteklemiştir.

Akit gazetesinin de başarı haberlerine yer verdiği görülmektedir. Elbette bu haberler, Taliban’ın Amerika karşısında aldığı askeri başarıya ilişkindir. “2 ABD uçağı düşürüldü” (8 Ekim), “6 Uçak düşürüldü” (9 Ekim), “Tabutla dönüş başladı”, “Rambo zor durumda” (21 Ekim), “25 Amerikalı Komanda öldürüldü” (22 Ekim), “ABD’ye 40 tabut” (4 Kasım), “Taliban: 95 ABD askerini öldürdük” (6 Kasım), “4 ABD uçağı düştü” (7 Kasım) gibi açıkça başarı ve üstünlük unsuru taşıyan başlıklara sahip bu haberlerde pek çok ABD askerinin Taliban kuvvetlerince öldürüldüğü ya da esir alındığı, ABD uçaklarının ve helikopterlerinin düşürüldüğü, ele geçirilen pek çok kentin geri alındığı ve ABD’nin bu haberlere sansür koyarak, bu başarısızlıklarını ve aldığı “ağır darbeyi” dünyadan gizlediği belirtilmektedir. Gazetenin haberlerinde “apar topar geri çekilmek zorunda kaldı”, “Rambolar bu işin Hollywood’da film çevirmeye benzemediğini anladı” gibi ifadelerle de ülkeyi alaycı bir tavırla küçümsediği dolayısıyla da Afgan askerlerinin gücünü yücelttiği görülmüştür. Gazetenin ABD karşıtlığı, aynı zamanda, haberlerinde askerlerin sivilleri vurduğu suçlamayla da yansımaktadır. “Sivilleri vurdular”

Page 37: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 29

(8 Ekim), “Toni-coni sivilleri katletti” (9 Ekim), “ABD’den sivil katliamı” (11 Ekim), “Sadece bir köyde 200 şehit” (12 Ekim), “Kundaktaki bebekleri ve hayvanları bile öldürüyorlar” (13 Ekim), “ABD yine sivilleri vurdu” (16 Ekim), “Çocuk katliamı” (22 Ekim), “Hayasız saldırının 18. günü” (25 Ekim), “ABD vahşeti sürüyor” (29 Ekim), “Hayvanlaştılar” (2 Kasım) gibi başlıklarda görüldüğü gibi haberlerde ABD operasyonda sivilleri öldürmekle, ahlaki ve hukuki sınır tanımamakla suçlanmış, olay “katletmek, vahşet, hayasız saldırı, cinayet, terör, hayvanlaşmak” gibi şiddet içeren ve küçük düşürücü ifadelerle anlamlandırılmıştır. Bunun yanında “ABD namazda vurdu” (10 Ekim), “ABD yine cami vurdu” (24 Ekim), “ABD yine namazda bombaladı” (6 Kasım) başlıklı haberlerle de dini duygu sömürüsü öğeleri ön plana çıkarılarak, ABD’nin imana olan saygısızlığı ve terörle savaştığının da “tam bir palavra” olduğu okuyuculara iletilmiştir. Son olarak ABD birçok haberde de hastaneleri (17 Ekim, 23 Ekim), Kızılay’ı (11 Kasım) ve Kızılhaç binalarını (18 Ekim, 27 Ekim) vurmakla suçlanmıştır. Bu tür haberlerde de gazetenin yoğun olarak vicdani duygu sömürüsü yaptığı görülmektedir. ABD’yi sivilleri vurmakla suçlayan ve bunu bazen hakarete varan argo tabirlerle, küçük düşürücü, aşağılayıcı öğelere başvurarak, bazen şiddet içeren öğelere başvurarak, bazen de dini ve vicdani duygu sömürüsünü ön plana çıkararak yapan gazetenin bu tür haberlerinde de ABD için olumsuzlayıcı söylemler kullandığı ve bu şekilde karşıtlığı vurguladığı görülmüştür.

6. Diğer tarafı olumsuzlama, güçsüz ve zayıf gösterme

Gazete haberlerinde bir tarafın desteklenmesinin ve o tarafa yönelik olumlu mesaj ve anlamlar içeren haberler yapılmasının yanı sıra, bir de diğer taraf olumsuzlanmaktadır. Bu tür haberler ABD’nin Afganistan’a bir harekat düzenlemesindeki haklılığını vurgulamakta ve okuyucuyu Afganistan’daki rejimin değiştirilmesi gerektiği konusunda bir önyargıya sürüklemektedir. Böylece ABD’nin uygulayacağı politikalar için destek artırılmış olmaktadır. Örneğin bazı haberlerde (18 Eylül, 27 Eylül) Taliban’ın hayvanlar üzerinde kimyasal silah denediği bildirilmektedir. Bu, Amerikalıların enkaz kurtarma çalışmalarında kullandıkları köpeklere moral vermek için gösterdikleri çabayla karşılaştırılarak Taliban’ın kötülüğü ve Amerikalıların iyiliği vurgulanmıştır. 28 Eylül’de “Taliban kızların ırzına geçiyor” ve 29 Eylül’de “Kadına meydana Taliban dayağı” başlıklarına sahip haberlerde kadınlara, 30 Eylül’de "Tabut içinde askeri eğitim"”başlığına sahip haberde de askerlere

Page 38: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 30

kötü muamele yapıldığı ifade edilmektedir. “Taliban ünlü komutanı kurşuna dizdi” (27 Ekim), “Molla Ömer’den 23 kişi için ölüm fetvası” (9 Kasım) gibi şiddet öğeleri içeren başlıklar da yine Taliban’ın acımasızlığını, zulmünü ve katılığını dolaylı olarak belirten haberlere aittir.

Gazete Taliban’ı güçsüz ve zayıf gösteren haberlere de yer vermiştir. Bunlardan birinde Lider Molla Ömer’in sağlık durumunun kötü olduğu (“Molla Ömer’in akli dengesi bozuldu”-9 Ekim), diğerinde Taliban içinde olan iç çekişmeleri (“Taliban’da çatlak var”-17 Ekim), bir başkasında ise Taliban askerlerinin ABD güçlerinden korkup kaçtıkları (“Taliban kaçıyor”-11 Kasım) vurgulanmaktadır. Böylece başlık ve içeriklerde Taliban’ın olumsuzlanması yoluyla dolaylı olarak Amerika için olumlayıcı mesaj ve anlamlar üretilmiş olunmaktadır. Bir de 18 Ekim’de “Taliban planını Ankara bozdu” başlığıyla verilen haberde Taliban’ın “İslam dünyasını ayaklandırmak için” Mezar-ı Şerif’teki bir camiyi havaya uçurmayı planladığı ve Türk istihbaratının bunu ortaya çıkardığı belirtilmektedir. Haberde bu plan, “Müslüman-Hıristiyan çatışmasını körüklemek için hazırlanan korkunç plan” olarak nitelendirilmiştir. Görüldüğü gibi gazete Taliban’ın bir “din savaşını” körükleme planını vurgulamaktadır. Yani Taliban’ı Müslüman-Hıristiyan ayrımı yapmakla suçlamaktadır. Burada Akit gazetesinin de haberlerinde sık sık din savaşı çıkarmak istemesi nedeniyle ABD’yi suçladığı hatırlanmalıdır. Dolayısıyla bu örnek, gazetelerin, haberlerini ideolojilerine göre biçimlendirip anlamlandırmalarına, kendi anlamlarını ve bakış açılarını üretmelerine verilebilecek örnekler arasında yine en önemlilerinden biridir.

Hürriyet’in Taliban’ı olumsuzlayıcı bu tür haberlerine karşılık Akit de ABD için olumsuz olan ve genellikle ülkeyi herhangi bir konu bağlamında “suçlayıcı” pek çok haber yapmıştır. Daha önce de olduğu gibi bunlarda da gazete genelde başlıklarda ve haber içeriklerinde sert ve kaba bir üslup kullanmıştır. Hatta yine bu sert ve kaba üslubunun zaman zaman hakaretlere, küçük düşürmelere, aşağılamalara ve argo sözler kullanmalara kadar vardığı görülmektedir. Böylelikle haberler okuyucu için daha dikkat çekici hale getirilerek, daha güçlü ve vurgulu bir yönlendirme yapılmıştır. Hakarete varan ifadelerin, Müslüman-Hıristiyan ayrımının yani din unsurunun, şiddet içeren suçlayıcı öğelerin haber içeriklerinde ve başlıklarda sıkça kullanılması ABD’nin ve politikalarının sürekli olarak olumsuzlandığını göstermektedir. Örneğin gazetenin, 11 Eylül olayını ilk olarak duyurduğu 12 Eylül tarihinde manşet “Yakan da yanar” şeklindedir. Haberde ABD, Filistin-İsrail savaşında İsrail’den yana tavır koyduğu için ve Körfez Savaşı’nda Irak’ı bombalamakla

Page 39: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 31

suçlanmıştır. Burada ABD, “tavrını Filistin’i her gün kan ve ateşe boğan İsrail’den yana kullanan, Irak’taki çocukları ise bombalayarak katleden” ifadeleriyle nitelendirilmiş ve ülkenin saldırılara uğraması “ateşle tanıştı” biçiminde yorumlanmıştır. Ertesi gün Amerika’nın olaya karşı ortaya koyduğu tavır netleşmiş ve yapılan açıklamalardan saldırılara savaşla karşılık verileceği anlaşılmıştır. Akit’in bu habere ilişkin verdiği manşet haberdeki başlık şöyledir: “Yine terör ekiyor”. Haberde ABD için “bugüne kadar ektiklerini biçen”, “geçmişte terörist saldırılar gerçekleştiren”, “sağduyulu hareket etmeyen” şeklinde ifadeler kullanılmış, aslında 11 Eylül’deki saldırıların değil ABD’nin uygulamalarının “terör” olduğu belirtilmiştir. Bu tür haberlerde gazetenin, ABD’ye geçmişteki uygulamalarından dolayı yoğun eleştirileri açık olarak görülmektedir. Kullanılan şiddet ve öfke içeren ifadelerden de bunun ön plana çıkarılmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. 14 Eylül’deki haber suçluların Arap kökenli ve hedefin Afganistan olduğunun açıklanması ile ilgilidir. Manşet haberin başlığı “Bunun adı devlet terörü”dür. Eskiden de, örneğin Hiroşima, Nagazaki, Trablusgarp, Bağdat, Kabil, Ramallah gibi yerlerde ülkenin “terörist saldırılar” gerçekleştirdiği söylenerek, ülke dünyadaki insanları “kana boğmakla”, hiçbir delil olmamasına rağmen Afganistan’ı ve Ladin’i olayın faili ilan etmekle suçlamaktadır. Bu da “Başta Afganistan olmak üzere, İslam ülkelerine ve Müslümanlara karşı devlet terörü estiriliyor” ifadeleriyle anlatılmıştır. Yine din vurgusu yapılmış, sebepsiz yere Müslümanlara savaş açıldığı belirtilmiştir. 16 Eylül’deki haberde ABD ile birlikte NATO da suçlanmaktadır. “Hedefleri hilal” manşetiyle duyurulan haberde NATO’nun ABD’yi Afganistan’a savaş ilan etmesi konusunda desteklemesi ve bunun için saldırıyı tüm üye ülkelere yapılmış saymasına ilişin 5. maddeyi yürürlüğe koyması konu edilmiştir. Haberde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte NATO ve ABD’nin düşmanlıklarını İslam’a yönelttikleri ve NATO’nun bağımsız değil, ABD etkisinde bir kurum olduğu “10 yıl önce düşman rengini kırmızıdan yeşile çeviren ABD güdümlü NATO” ifadesiyle vurgulanmaktadır. Burada “10 yıl önce” Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı tarihi ifade etmekte, “kırmızı” komünizmi, “yeşil” ve “hilal” de İslam’ı sembolize etmek için kullanılmaktadır. Gazete burada da yine “İslam ülkelerini kana bulamak için” ABD’deki saldırıların bahane edildiğini vurgulamaktadır. “Tam sersemledi” başlığı 24 Eylül tarihli manşet habere aittir. Bu haberde ABD yine Afganistan’a operasyon düzenleyebilmek için bahaneler bulmakla suçlanmaktadır. Bunu da “mazlum Afganistan üzerine çullanabilmek için

Page 40: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 32

garip gerekçeler ileri sürmeye devam ediyor” şeklinde ifade etmiştir. “Uğradığı saldırıdan sonra kendini kaydeden”, “söylediklerinin de yaptıklarının da farkında olmayan” şeklindeki küçümseyici ifadeler de yine ABD için kullanılmıştır. Bir başka haberde (27 Eylül) ABD ve ona destek veren ülkeler, küstahlıkla, barbarlıkla, faşistlik ve vahşilikle suçlanmaktadır. Manşeti "Küstah ve Barbar” olan haber çeşitli ülkelerde Müslümanlara yönelik ayrımcılık yapıldığına ilişkindir. Habere göre ABD'de İran, Irak, Pakistan ve Mısır kökenli 4 kişi görünüşleri, isimleri, ırkları ve dinleri sebebiyle uçaklardan indirilmiş, İngiltere'deki camiler sabote edilmiş ve Müslüman aileler tehditlere maruz kalmış, Hollanda’da Müslümanların sınırdışı edilmesi gündeme gelmiş ve Fas kökenli bir öğrenci Kara Kuvvetleri okulundan atılmıştır. Haberde “ABD ve Avrupa ülkelerinin vahşi ve faşist yüzü son saldırıyla birlikte ortaya çıkmaya başladı” denmektedir.

Başvurulan kaynaklarla ilgili bulgular

Hürriyet ve Akit’in, 11 Eylül terör olayı ile ilgili haberleri okuyucularına iletirken konuyla ilgili insanların, konunun uzmanlarının, önde gelen devlet ve siyaset adamlarının, liderlerin, bürokratların, bilim adamlarının ya da onlar adına veya onlardan bağımsız kurum, kuruluş ya da örgütlerin, kısaca kamuoyunda belirli bir saygınlığa sahip olan veya olacağı düşünülen kişilerin /kurumların görüşlerine sık sık yer verdiği görülmüştür.

Haberlerde görüşlerine yer verilen kişilerin sunduklarının her iki gazetede farklı yönelimlere sahip olduğu bulunmuştur: Gazeteler arasında p= 0.001 seviyesinde anlamlı bir fark çıkmıştır. Bu bulgu makalenin üçüncü hipotezini desteklemektedir (Tablo 3).

Tablo 3. Gazetelerde başvurulan kaynakların ilettiklerinin dağılımı

ABD’nin ve politikalarının

yanında

ABD’nin ve politikalarının

karşısında

Her iki tutumu da içeriyor

Nötr

Toplam

Hürriyet 79 %76.0

8 %7.7

12 %4.5

5 %4.8

104 %100

Akit 20 %13.5

113 %76.3

4 %2.8

11 %7.4

148 %100

Chi square= 128.771 df= 3 p= 0.001 c= 0.58

Page 41: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 33

İçerik analizinde, Hürriyet’te toplam 104, Akit’te ise toplam 148 görüşe yer verildiği bulunmuştur. Hürriyet’in yer verdiği 104 kişinin görüşünün 79’u, yani toplam yer verdiği görüş sayısının %76’sı ABD’nin ve politikalarını desteklemektedir. 12 görüş (%4.5) her iki tutumu da içeriyor iken, 8 görüş (%7.7) ABD’nin ve politikalarının karşısında, 5 görüş ise (%4.8) nötr karakterini taşımaktadır. Akit’te ise, 148 görüşten 113’ü (%76.3) ABD’nin ve politikalarının karşısındadır. Görüşlerin 20’si (%13.5) ABD’nin ve politikalarının yanında yer alırken; 11’i (%7.4) nötr, 4’ü ise (%2.8) her iki tutumu da içermektedir.

İnceleme sonunda gazetede görüşlerine yer verilen kişilerin ve kurumların genel olarak üç grup içine düştüğü bulunmuştur. İlk grupta Amerikan siyasetini veya ülke politikalarını yönlendirmede önde gelen siyasetçilere, bürokratlara, yetkililere, gazetecilere veya önde gelen basın kurumlarına yer verilmektedir: Başkan Bush, Dışişleri Bakanı Powell, Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman, Türkiye Büyükelçisi Pearson, CIA Eski Başkan Yardımcısı Johnson, Ulusal Güvenlik Konseyi Üyesi Bryza, Kissinger ve meşhur gazeteci W. Safire gibi kişiler ve The Sunday Times, Wall Street Journal ve Washington Post gibi gazeteler. Gazetenin çoğunlukla bu gruptaki kaynaklara ait iletilere yer vermiş olduğu göze çarpmaktadır. Bu tür iletilerin içeriğine bakıldığında, Ladin ve Afganistan’ın suçlu ilan edilmesi (14 Eylül-Powell, 16 Eylül-Bush, CNN International, 20 Eylül-Wall Street Journal, Jone’s Intelligence Review, 21 Eylül-ABD Dışişleri Yetkilisi, 22 Eylül-Johnson, Bush, 22 Ekim-Washington Post gibi kişi ve kurumların açıklamalarında olduğu gibi), Amerika’nın terörü ortadan kaldırmak amacıyla savaş başlatacağı şeklindeki açıklamalarla olayın sorumlularına göz dağı verilmesi, güç gösterisi yapılması (örneğin 12 Eylül’de Bush’un bunun kesinlikle bir terör eylemi olduğu, karşılıksız kalamayacağı ve herkesin ABD’nin vereceği cezayı göreceği; 13 Eylül’de olayı yapan ile yaptırana ayrım olmayacağı yani hem suçlunun, hem suçluya destek veren örgüt ve ülkelerin cezalandırılacağı; 14 Eylül’de herkesin ABD’ye karşı ilan edilen savaşta hangi tarafta yer alacağına karar vermesi gerektiği şeklindeki açıklamaları; 13 Eylül’de Kissinger ve Safire’in kesin delil olmadan bile şüphelilerin hemen vurulması gerektiğine; 14 Eylül’de Kissinger’in operasyonun yetmeyeceğine, terörü barındıran ülkelere karşı harekete geçilmesi gerektiğine, böyle terörü besleyen kaynakların kurutulabileceğine ilişkin görüşleri; The Sunday Times’ın 24 Eylül’de yayınlanan Kabil yakınlarındaki çatışmanın hedefe yönelmekten çok güç gösterisi şeklinde

Page 42: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 34

geçtiğine ilişkin haberi; Safire’nin 25 Eylül’de Afganistan’la birlikte geç olmadan Irak’ın da hedef alınması gerektiği şeklindeki açıklamaları ve benzeri görüşler), Türkiye ile olan karşılıklı iyi ilişkilere vurgu yapılarak Türkiye’nin “sadık ve tecrübeli bir müttefik” olduğuna dikkat çekilmesi (23 Eylül’de Dışişleri Bakan Yardımcısı Grossman’ın, terörün ne kadar korkunç olduğunu en iyi bilen ülkenin Türkiye olduğu, Türkiye’nin onları seçtiği vereceği desteğin özel bir önemi olduğu şeklindeki görüşleri; ABD Türkiye Büyükelçisi Pearson’ın 27 Eylül’de Türkiye’nin terörle mücadelede vizyon açısından liderlik üstlenecek bir ülke olduğuna dair yaptığı açıklama; 1 Ekim’de New York Times’ın, Türkiye’nin terörün yıllarca yarattığı yıkım ve acıyı yaşayan tecrübeli bir ülke olduğuna dair yazıları; Bush’un 12 Ekim’de Türkiye’nin gerçek bir dost ve çok önemli bir müttefik olduğunu her zaman gösterdiğini, 11 Eylül’den sonra da unutulmaz bir destek verdiğini, özgürlük, demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri paylaşan iki ülkenin şimdi de terörizme karşı dayanışma içinde olduğunu içeren sözleri gibi) ve ülkenin fiili destekte bulunması halinde elde edeceği faydaların açıklanması (Wall Street Journal’ın 20 Ekim’de yayınlanan, Afganistan’da öncü rol üstlenecek bir Türkiye’nin bölge liderliği için büyük avantaj yakalayacağına, böylece Türkiye’nin Avrupa’daki etkinliğinin artacağına ilişkin görüşleri; 1 Kasım’da ABD Hazine Bakanlığı’ndan yapılan, 11 Eylül saldırılarının Türkiye ekonomisine tam etkileri ve Türkiye’nin finansman ihtiyacı üzerinde yoğun çalışıldığı Türkiye’nin Washington’ın desteğini hakettiği şeklindeki açıklamalar; Bryza’nın 3 Kasım tarihinde güvenlik işbirliği bakımından ABD’ye Türkiye ve İngiltere’den daha yakın müttefik olmadığını, Ankara’nın Kafkasya’da kritik rolü olduğunu ve halen Türkiye’ye ekonomik destek konusunda çalışıldığını içeren sözleri; 6 Kasım’da Safire’in SSCB’yi bölen Çin gibi laik, Müslüman ve en güçlü orduya sahip Türkiye’yi kullanmak gerektiğine yani Türkiye’nin Kuzey Irak’ı işgal etmesi gerektiğine, böylece büyük para kazanan Türkiye’nin AB’ye girmesinin kolaylaşacağına, Kürt sorununun çözüleceğine, dünyanın da Ladin’den kurtulacağına dair yaptığı açıklamalar ve benzerleri) gibi öğelerin ön plana çıkarıldığı görülmektedir.

Hürriyet bununla birlikte ikinci bir grup olarak 11 Eylül terör olayıyla ilgili açıklamalarda bulunan Türkiye ve Amerika dışındaki çeşitli ülke liderlerinin ve uluslararası kurum, kuruluş ya da örgütlerin yetkililerinin görüşlerini de zaman zaman okuyucularına iletmiştir. Putin (12 Eylül), NATO (13 Eylül), Pakistan yetkilisi (16 Eylül), Blair (13 Ekim), Suudi Arabistan sözcüsü (10 Ekim), Arap Birliği Genel Sekreteri (5 Kasım) gibi kişilerin ve

Page 43: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 35

kurumların yer aldığı bu gruptaki iletilerde ise Amerika’nın tutumuna destek ve Ladin ve Taliban rejimine eleştiri niteliği taşıyan mesajlar öne çıkmaktadır.

Üçüncü grupta görüşlerine yer verilen kişiler veya kurumlar ise tavırlarını açık olarak, Amerika’nın ve uyguladığı politikaların yanında olma şeklinde ortaya koyan Türk hükümet yetkilileri veya siyaset adamlarıdır (13 Eylül-Ecevit, 15 Eylül-Ecevit, 16 Eylül-Demirel, 19 Eylül-Ecevit, 22 Eylül-Sezer, 28 Eylül-Cem, 11 Ekim-Bahçeli, Yılmaz, 13 Ekim-Ecevit, 31 Ekim-Diyanet İşleri Başkanı Yılmaz, 2 Kasım-Ecevit, 9 Kasım-Ecevit gibi). Bu kişilerin iletileri, olayın bir terör eylemi olduğu, olayda ABD’nin yanında olunduğu, Türkiye’nin ABD’ye destek vermesinin gerektiği, dolayısıyla aktif bir şekilde destek verilmesini tasvip ettikleri, Ladin ve Afganistan yönetiminin ülke halkının yararları ve terör olaylarının engellenmesi için ortadan kaldırılması gerektiği konularında birleşmektedir.

İnceleme sonunda ayrıca, gazetenin haberlerinde görüşlerine yer verdiği kişilerin/kurumların iletilerinden, Amerika’nın güç gösterisi ve gözdağı vermesi açılarından en sert ve sivri olanlarının gazetede manşet ya da sürmanşetle, yani büyük önem atfedilerek duyurulduğu görülmüştür. Örneğin 13 Eylül’de, siyasi konulardaki yazı ve görüşleriyle Amerika'da önemli yerleri olan Washington Post gazetecisi, Kissinger ve New York Times’dan William Safire’in hiçbir delil göstermeden Amerika’nın şüphelendiği suçluları, onları barındıran ve onlara destek veren her ülkeye savaş açarak ortadan kaldırması gerektiğine ilişkin ortak görüşleri “Hemen vur” başlığıyla sürmanşetten verilmiştir. 16 Eylül tarihinde ise içinde ABD’nin güç gösterisini ve korkutma stratejisini barındıran Bush’un bir görüşü gazetede yine sürmanşetle şu başlıkta duyurulmuştur: “Onu ininden çıkarıp alacağız.” Yine 22 Eylül ve 12 Ekim’de Bush’un “Ladin’i ve örgütünü yok edin”, “Dostluğunuzu unutamayız”, 23 Eylül’de Grossman’ın “Türkiye bizi seçti”, 13 Ekim’de Blair’in “Müslümanlar kendinize sorun Afganistan’daki gibi bir rejimde yaşamak ister miydiniz?”, 22 Ekim’de Bush’un “Ladin’i yok edin”, 6 Kasım’da gazetenin “Pulitzer ödüllü” diyerek nitelendirerek bu şahsı yücelttiği ve böylece fikirlerini değerli bulduğunu dolaylı olarak belirtmiş olduğu gazeteci Safire’in “Türkiye Kerkük petrolüne el koysun”, 9 Kasım’da Ecevit’in “ABD’ye yardım insanlık borcu” gibi sözleri gazetede manşet veya sürmanşet haber olarak iletilmiştir.

Akit’in iki aylık ilk sayfa haberleri incelendiğinde ise gazetenin, görüşlerine yer verdiği kaynakların iletilerinin çoğunlukla Amerika’nın ve politikalarının karşısında olduğu görülmüştür. Bu iletiler ile, gazetenin

Page 44: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 36

ideolojisi, Hürriyet’te olduğu gibi, örtüşmektedir. Çünkü Amerika’ya ve politikalarına muhalif görüşlere sahip kişilerin iletilerine yer vermek katı bir İslamcı ideolojiye sahip bu gazete için ideolojiyi yayma, destek bulma ve propaganda yapma açılarından işlevseldir. Bu görüşlerde özellikle ABD’ye yönelik eleştiri, suçlama, meydan okuma, karşı çıkma, uyarı, kınama gibi öğeler ön plana çıkmaktadır. Buna göre Akit’in haberlerinde yer verdiği iletiler de üç grupta ele alınmıştır. 11 Eylül terör olayının haber yapıldığı ilk günden itibaren gazete Amerika’ya muhalif bir tavır sergilemiş ve iki aylık süre zarfında da bu tutumundan vazgeçmemiştir. İlk gruptaki bu türlü iletiler genellikle Ladin (13 ve 20 Eylül, 4 ve 11 Kasım), Başkatip Yoldaş (13 Eylül), Dışişleri Bakanı Mütevekkil (17 Eylül), Pakistan Büyükelçisi Zaif (23 Ekim, 9 Kasım), Lider Molla Ömer (14 ve 15 Eylül, 9 ve 15 Ekim) gibi Taliban yönetimi üyelerine aittir. Bu görüşlerin hiçbirisinde suçlunun Ladin ve örgütü olduğu ve Ladin’in ABD’ye teslim edilmesi kabul edilmemiştir. Ladin’in kendisinin, olayla ilgisi olmadığına ilişkin açıklamalarına sık sık yer verilmiş, bu iletilerde de olayın sorumluluğu inkar edilmiş öte yandan aynı zamanda saldırının tasvip edildiği söylenmiştir. Taliban yönetimindeki yetkililerin açıklamaları da genel olarak aynı yöndedir. Buna göre ABD Ladin’i suçlamak için hiçbir kanıta sahip değildir, esas suçu Müslümanlara karşı ABD işlemektedir ve ABD’nin açtığı savaşa karşı direnilecek, karşılık verilecektir.

İkinci grup iletiler Afganistan ve Türkiye dışındaki ülke başkanlarının veya yetkililerinin ve uluslararası kurum, kuruluş veya örgütlerin yetkililerinin görüşlerinden oluşmaktadır. Çoğunlukla bu görüşler Suriye (15 Eylül), Mısır (17 Eylül), Endonezya (26 Eylül), İran (27 Eylül, 8 Ekim, 7 Kasım), Pakistan (26 Eylül, 6 Ekim), Katar (25 Ekim) gibi İslam devletlerine ait liderlerinin ve yetkililerinin iletilerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla görüşlerde Taliban yönetimine destek verilmesi, “cihad” ilanıyla ABD’nin askeri bir müdahalesine karşı çıkılması, ilan edilen suçlunun reddedilmesi gibi ABD’ye karşı olumsuz anlam ve mesaj içeren unsurlar dikkat çekmektedir.

Çeşitli örgüt ve kurumlar adına açıklamalar yapan kişilerin iletilerinde de savaşın durdurulması gerektiğine yönelik veya ABD’nin politikalarını eleştiren, suçlayıcı öğeler ön plana çıkarılmıştır (Alman Kızılhaç Örgütü’nden, 12 Ekim tarihinde yapılan, ABD’nin Afganistan sivil halkına dağıttığı yardım paketlerinin “ölüm tuzağı” olduğuna, propaganda amaçlı olarak özellikle sivillerin yaşadığı bölgelere havadan atılan ABD yardım paketlerinin sivil halkın mayınlı bölgelere giderek ölümüne sebep olduğuna dair açıklamalar; 19 Ekimde ABD Müslüman Birliği lideri Farrakhan’ın

Page 45: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 37

“Bunlar daha önce de yalan söylediler. Şimdi de yalan söylemediklerinin garantisi yok. Kanıtların açıklanması gerekiyor” şeklindeki açıklaması veya 2 Kasım’da BM Genel Sekreteri Annan’ın yaklaşan kış mevsimi nedeniyle, insanlara yardım edilebilmesi ve insani yardım faaliyetlerinin başlatılabilmesi için Afganistan’daki operasyonun en kısa zamanda sona erdirilmesi gerektiğine ilişkin sözleri bunlardan bazılarıdır).

Üçüncü gruptaki iletiler ise gazetenin, ABD’nin politikalarına muhalif olan Türk siyaset adamlarının, bilim adamlarının veya yetkili kişilerin görüşlerinden oluşmaktadır. Bu görüşler, genellikle suçluların Ladin ve Afganistan olamayacağına, böyle bir iddianın doğru olmadığına, Amerika’nın ortaya koyduğu tavırların yanlış olduğun sunmaktadır. Örneğin 13 Eylül ve 16 Eylül’de Saadet Partisi Genel Başkanı Kutan’ın ABD’deki eylemin Afganistan ya da Filistin kaynaklı olduğunu düşünmek, böyle bir organizasyonu oraya bağlamak için insanın saf olması gerektiğini ve eylemler nedeniyle hedefte Pakistan, Sudan, Irak ve Afganistan olmasının parti olarak kabul edilmeyeceğini içeren açıklamaları; uluslararası ilişkiler uzmanı Özfatura’nın ABD’nin, Afganistan şahsında İslam dünyasına savaş başlattığı, gerçekleştirilen saldırıların İslam dünyasına karşı hazırlanmış bir senaryo olduğu sözleri; SP Grup Başkanvekili Candan’ın olayın MOSSAD, FBI ve CIA içerisindeki köstebeklerin işbirliği ile yapılmış olduğuna, Afganistan’a yargısız infaz yapıldığına, bunun ise Bush’un “kovboy kafası” mantığından kaynaklandığına ilişkin görüşleri; MİT Daire Eski Başkanı Kaynak’ın 30 Eylül’de söylediği olayın suçlusunun Usame Bin Ladin olduğunu düşünenleri “çok komik” bulduğuna ve bunun terör değil iç savaş olduğuna dair sözler böyledir. Benzer şekilde, Türk hükümetinin bu konuda Amerika’nın yanında olmasının kabul edilemeyeceği belirtilmekte ve hükümet yetkililerinin Amerika için olumlu ve destekleyici tutumları eleştirilmektedir: 10 Ekim’de Kutan’ın, Türkiye’nin hedefi ve sonucu belli olmayan bir maceraya atılmaya hakkı olunmadığını, savaşa girmesi halinde ülkenin bölge ülkelerinden uzaklaşacağını; AKP Başkanı Erdoğan’ın, başbakanın “Kanıtlardan ABD tatmin olduysa bizde oluruz” sözleri üzerine onu, ABD’nin “siyasi noter katipliği” olarak suçlamasını; aynı gün BBP Başkan Yardımcısı Şendiller’in Türkiye’nin, ABD’nin “babasının uşağı” olmadığını ve onun “canı istiyor” diye savaşa girilmemesi gerektiğini; AKP üyesi Şener’in Türk askerinin kanının para ile satılamayacağını; 3 Kasım’da Kutan’ın Afganistan’a asker gönderilmesinin yanlış olduğunu, buna imza atan bakanların önce kendi çocuklarını göndermeleri gerektiğini, bunun adaletsizlik olduğunu içeren

Page 46: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 38

sözler bu yönelime örneklerdir. Bu tür mesajlara sahip iletilerin çoğunlukla muhalefet partilerine mensup kişilere ait olduğu dikkat çekmektedir.

Özetle Akit’in görüşlerine yer verdiği kişilerin/kurumların ortak paydada buluştuğu noktalar şunlardır: Sosyal hayatlarındaki İslami kimlikleri, İslamcı ideolojinin savunucusu olan bir parti mensubu olmaları, İslam kurallarına göre yönetilen bir devletin temsilcisi olmaları, Amerika’ya ve politikalarına herhangi bir nedenle ılımlı olmayan karşı gelmeleri.

Akit incelenirken, gazetenin kişilerin görüşlerini iletmede Hürriyet’te farklı bir sunum biçimi daha kullandığı göze çarpmıştır. Hürriyet suçlu ilan edilen Afganistan’ın yetkililerinin ABD ve politikalarına karşı olan görüşlerine haber hazırlanış mekanizmalarına uygun olarak nadiren ve küçük haberlerle yer vermiş yani görüşleri önemsizleştirmiştir (19 Eylül’de Taliban Ulema Meclisi Sözcüsü Molla Muhammed Hasan’ın, 29 Eylül’de lider Molla Ömer’in, 22 Eylül’de Pakistan Büyükelçisi Zaif’in Ladin’i teslim etmeyeceklerine ilişkin açıklamaları; 9 Ekim’de bir Taliban sözcüsünün ve yine Zaif’in Amerika’nın yaptığının teröristlik olduğunu ve Amerika’yla birlikte hangi ülke onun yanında yer alırsa düşmanları olacağını içeren sözleri gibi). Akit’e bakıldığında ise, gazetenin ABD’nin yanında olan kişilerin açıklamalarına yer verdiği ancak bu açıklamaları haberlerinde yeniden-biçimlendirerek yine ABD’ye karşı kullandığı görülmektedir. Örneğin, 18 Eylül günü Bush’un çıkacak olan savaşın bir “Haçlı Savaşı” olduğuna ilişkin açıklamaları gazetede “Bush kinini kustu”, “ABD dilinin altındaki baklayı çıkardı” ifadeleriyle eleştirilirken bunun Müslümanları “katletmek” için hazırlanan bir “şeytanca plan” olduğu iddia edilmiştir. 27 Eylül’de ise Bush’un “Bu iyilerle-kötülerin savaşı olacaktır” şeklindeki açıklamaları manşetten “Küstah” başlığıyla duyurulmuş ve haberde bu açıklamalar yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Aynı gün “Bu da yeni Mussolini” başlığıyla İtalyan Başbakanı’nın sözleri haber yapılmış, Berlusconi “İtalyan faşizminin önderi Mussolini’ye özenen İtalyan Başbakanı” olarak nitelendirilmiş; Batı uygarlığının İslam dünyasından üstün olduğunu belirten açıklamaları da “küstahça sözler sarfetti” şeklinde yorumlanmıştır. Başlık ve haber içeriklerindeki sert ve kaba üslup görüldüğü gibi hemen göze çarpmaktadır. Amerika’nın yanında mesajlar içeren ve bu yüzden eleştirilen bir başka görüş de Ecevit’e aittir. Ecevit’in Taliban rejimini “çağdışı” olarak nitelendirdiği ve Ladin Afganistan’da bulunmasa bile yönetimin değiştirilmesi gerektiğini belirttiği açıklama da “Hangi yüzle?” başlığıyla okuyuculara iletilmiştir. Gazeteye göre bu tür söylemler “Türkiye’deki insan hakları ve inanç

Page 47: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 39

hürriyetine yönelik baskılar sebebiyle başka devletlerin Türkiye rejimine de müdahale etme hakkı” doğurmaktadır. Gazetenin yönetime olan muhalif tavrı bu ifadeyle de ortaya çıkmıştır. Ayrıca aynı konuyla ilgili olarak bir başka haberde de (1 Ekim) “çağdaşlık”tan sözeden Ecevit’in “hâlâ 1952 model daktilo kullandığı, yönettiği ülkede sal ile eğitim yapıldığı, öğrencileri dörder kişilik masalarda tıkış tıkış oturttuğu, başörtülü ve sakallıları kamusal alana sokmadığını içeren yönetime ilişkin aksaklıklar vurgulanarak Başbakan’ın “çağdaşı Taliban” sözleri yine şiddetle eleştirilmiştir. 10 Ekim’de Bush’un “terörle savaşıyoruz” açıklaması da “tam bir palavra” şeklinde duyurulmuş çünkü haberde ABD camide namaz kılan insanları vurmakla suçlanmıştır. Bir başka haberde ise bir Pentagon yetkilisinin “Kızılhaç binası yanlışlıkla vuruldu” şeklindeki sözlerine yer verilmiş ve bu da Amerika’nın sivilleri vurduğunu destekler ve kanıtlar bir “itiraf” olarak sunulmuştur. Hürriyet’in ABD’nin yanında pek çok görüşü manşet veya sürmanşetten büyük önem vererek duyurduğu gibi, Akit’in de bu tür görüşleri okuyucularına sıklıkla manşet veya sürmanşet haber olarak ilettiği görülmüştür.

Yukarıda örneklerle açıklanan bulgularda görüldüğü gibi, her iki basın kurumu da tıpkı başlık ve haber içeriklerinde olduğu gibi kendi ideolojilerine uygun kaynakların iletilerini seçmiş ve sunmuşlar, bu şekilde kendi bakış açılarını güçlendirmiş ve desteklemişlerdir. Sonuç olarak araştırmanın başında, kaynağın ideolojisi ile gazetecinin haberi yapması ve okuyucularına iletmesi arasında anlamlı bir ilişki olduğuna yönelik yapılan tahminlerin geçerliliği nicel ve nitel bulgularla kanıtlanmıştır. Bu bulgular da, haber içerisinde görüşlerine yer verilen kişilerin/kurumların iletilerinde ideolojik anlamların gizli olduğu, bir haberin düzenleniş mekanizmaları dikkate alındığında, kaynakların ve iletilerinin tesadüfen seçilmediği, bu yer vermelerin belirli amaçlara hizmet ettiği varsayımlarını desteklemektedir.

Her iki gazetenin de haber üretimi kendi seçtikleri belirli kaynaklardan gelen bilgilere dayandırılmıştır,. Yukarıda da Hürriyet ve Akit’in haberlerini, görüşlerine yer verdikleri çeşitli kişi veya kurumların iletileriyle şekillendirdiği ancak bu iletilerin çoğunun içeriklerinin ve yönlerinin tesadüf olamayacak şekilde her iki gazetenin 11 Eylül terör olayına bakış açılarına uygun olduğu görülmüştür.

Page 48: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 40

SONUÇ

Hürriyet ve Akit’in 11 Eylül saldırılarıyla ilgili iki aylık süre zarfında verdikleri haberlerin bulgularına bakıldığında, Hürriyet’in çoğunlukla ABD ve politikalarının yanında olduğu, Akit’in ise ABD ve politikalarına karşı tavır takındığı görülür. Bu tür bulgular, haber inşası ve ideoloji arasında sıkı bir bağ olduğuna yönelik araştırma varsayımının doğruluğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla, bulgulardan çıkarılacak sonuca göre, ne haber başlığı ne haber içeriği ne de kaynakların kullanımı ideolojiden bağımsız ve tarafsızdır.

Haberde başlık ana temayı belirleyen, okuyucuya ilk anda içerik ile ilgili genel bir bakış açısı sunan, haberin en önemli unsurudur. Bulgular, haber başlığının, haberin özetinin birkaç kelimeyle çıkarılması ya da hızlı bilgilendirme yöntemlerinden biri olarak değil, belli bilişleri aktaracak biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Her iki gazetenin başlıklarında da duygu sömürüsünden yüceltmeye, aşağılamadan övgüye, küçük düşürmeden dostluk ifadesine kadar pek çok olumlayıcı ve olumsuzlayıcı hissi vurgular yapılmış, bu şekilde desteklenen veya onaylanan taraf açıkça belli edilerek okuyucunun yönlendirilmesi aranmıştır. Dolayısıyla, bu çalışma içinde başlıkla ilgili bir kategorinin oluşturularak incelenmesi, Hürriyet ve Akit’in ideolojik yönelimlerindeki, propaganda yapma eğilimlerindeki ve okuyucularına sesleniş biçimlerindeki işlevini değerlendirebilmek, başlık ile ideoloji arasındaki ilişkiyi ve bu bağlamda gazetelerin başlık hazırlamada birbirinden farkını vurgulayabilmek açılarından işlevsel olmuştur.

Her iki gazetenin kullandıkları haber kaynaklarına ve uzmanlara ve onların iletişimlerinin içeriğine bakıldığında, Hürriyet’in çoğunlukla Amerika’nın ve politikalarının yanında olan kişilerin/kurumların görüşlerine yer vermeyi tercih ettiği ortaya çıkmıştır. Yani 11 Eylül terör olayı ile ilgili görüşleri haber yapılanların ideolojisi ve bu ideolojiye dayanarak oluşturdukları iletiler ile Hürriyet ve Akit’in benimsediği ideoloji arasında örtüşme olduğu görülmüştür. Bu yüzden, örneğin, Akit’in tutumunun tersine, Hürriyet’in haberlerinde, benimsenen ortak ya da benzer ideolojiden kaynaklanan benzer görüşlere yer vermesi, sahip olunan ideolojinin desteklenmesi veya onaylanması gibi olumlayıcı mesaj ve anlamlar içermektedir. Ayrıca bunlar çoğunlukla, Amerika’nın insanlık dışı bir terör eylemine maruz kaldığı, olayı gerçekleştiren kişilerin ve o kişilerle ilgili olan tüm örgüt ve devletlerin cezalandırılması, dolayısıyla Taliban yönetimdeki

Page 49: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

11 Eylül’ün sunumu 41

Afganistan’a savaş açılması gerektiği ve Amerika’nın böyle bir politika izlemesindeki haklılığı noktalarında birleşmektedir.

Bulgular her iki gazete de ABD’nin olaydan sonra uyguladığı politikaların desteklenmesi konusunda farklı tavırlar alındığını göstermektedir. Hürriyet ülkeyi desteklediğini ve politikalarını onayladığını Türkiye’den ve başka ülkelerden yapılan destek ve “yanında olma” içeren açıklamaları haber yaparak vurgulamıştır. Akit ise ülkeyi desteklemediğini yine çeşitli yollardan ortaya koymuştur. Ülkeye karşı olan, politikalarını desteklemeyen kişilerin ve ülkelerin mesajlarını haber yapmış, aynı zamanda ABD için düzenlenmiş protesto gösterilerini sıklıkla duyurmuştur. Her iki gazete de kullandıkları başlıklarda, haber içeriklerinde ve başvurdukları kaynaklarda çok “tercihli” davranmakta ve son ürün olan haber bu tercihlerle biçimlendirilmektedir.

Makalenin bulguları ve girişte sunulan ilgili incelemeler, haberin inşasında tesadüfi, gelişigüzel, nesnel, yansız, tarafsız, doğrunun ve haklının yüceltilmesi gibi kavramların geçersiz olduğu ve haberlerin somut çıkar hesaplarına uygun şekilde oluşturulduğuna ve sürdürülen düşünsel çerçevelerin (ideolojilerin) içinde yapıldığına işaret etmektedir.

Teşekkür: Tezimde olduğu gibi, bu makalemin hazırlanmasında da bana yoğun düzeltmelerle yol gösteren Prof. Dr. İrfan Erdoğan’a teşekkür ederim.

KAYNAKÇA

Ak, A. (1995). Uluslararası Terörizm, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi,

Avşar, Z. (1991) Türkiye’de Terörün Görünümü ve Kitle İletişim AraçlarınaYansıması, İstanbul: İ.Ü.Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y: L. Tezi.

Aydın, R. (1999). Türk Basınında Öğretmen Sorunları, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Ayaz, B. (1997). Türkiye’de İnsan Hakları ve Kürt Sorunu Örneğinde Türk Basını, İstanbul: Belge.

Baştürk, E.Ş. (1999). Ulusal Söylemin İnşasında Yazılı Basın ve Kardak Krizi Örnek Olayı, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Chomsky, N. (2002a). 11 Eylül, Çev. D. Körpe, İstanbul: Om. Chomsky, N. (2002b). 11 Eylül ve Sonrası Dünya Nereye Gidiyor?, Çev. T. Doğan

Vd., İstanbul: Aram. Çöllü, E.F. (1999). Türk Basınının Laiklik Konusundaki Tutumu, İstanbul: İ.Ü.

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi. Dağlı, N. (1995). Gazete Yayınlama Teknikleri, Ankara: İmaj Yayıncılık.

Page 50: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Tuba Duruoğlu 42

Demircan, H. (1998). Siyasi İçerikli Terör Karşısında Medyanın Tutumu, İstanbul: M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Demirdelen, D.Ç. (2000). Türk Basınında Gümrük Birliği Sürecinde Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri İçerik Analizi Çalışması, Eskişehir: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Dilmaç, S. (1996). Uluslar Arası Bir Sorun Terörizm ve Türkiye, Ankara: G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Dursun, Ç. (2001). TV Haberlerinde İdeoloji, Ankara: İmge Kitabevi. Eagleton, T. (1996). İdeoloji, Çev. M. Özcan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Erdem, D. (1998). İslami Basında Milli Selamet Partisi Milli Gazete Örnek Olayı,

Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. L. Tezi. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2005) Öteki Kuram, Ankara: Erk. Erdoğan, İ. (2005). İletişimi Anlamak Ankara: Erk. Erdoğan. T. Vd. (2001). 11 Eylül Saldırılarının Yankıları, İstanbul: Yapı Kredi. Ergün, E. (1995). Radikal Sol ve Radikal İslamcı İdeolojilerde Düzen Karşıtı Söylem,

Ankara: O.D.T.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tez. Fidan, M. (1995). Kitle İletişim Araçları ve Terör: Basında Terörün İncelenmesi İle

İlgili Uygulamalı Bir Araştırma, Konya: S.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi.

Gündüz, M. (1995). Basın ve Terör, Erzurum: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi.

Hackett, R.A. (1997). “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”, Ankara: A. Ü. İlef Yıllık,.

Hall, S. (1999). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Çalışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”, Medya İktidar İdeoloji, Der. M. Küçük, Ankara: Ark.

Hall, S. (1999b). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, Medya İktidar İdeoloji, Der. M. Küçük, Ankara: Ark.

Karakaya, G. (1998). Medya ve Terör İlişkisi, Ankara: G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Keleş, Ç. (1997). İdeolojik İnşa Sürecinin Çözümlenmesi: Medya ve Özelleştirme, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Korkmaz, G. (1997). Terörizm ve Kitle İletişim Araçları İlişkisi, Ankara: G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Koru, F. (2002). 11 Eylül O Kader Sabahı, İstanbul: Timaş Yayınları. Küçük, M. (1999). Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınları. Özbek, O. (2002). 11 Eylül 2001’in Düşündürdükleri, İstanbul: Cumhuriyet Kitapları. Said, E. (1994). Haberlerin Ağında İslam, İstanbul: Pınar Yayınlar. Tek, H. (1991). 12 Eylül ve Basın, Ankara: G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Yayımlanmamış Y. L. Tezi. Tüzen, H. (1995). Türkiye’de Anarşi, Terör ve Anomi (1968-1980), Ankara: H.Ü.

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ülgü, N. (1998). Medyada Özelleştirme Haberleri, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Yayınlanmamış Y. L. Tezi. Yıldırım, Y. (1995). Yazılı Basında Çevre İmajı: Milliyet, Cumhuriyet, Zaman

Örneği, Ankara: G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y.L. Tezi. Yiğit, E.Y. (1996). Türk Yazılı Basınında 12 Eylül Müdahalesi, Ankara: A.Ü. Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Y. L. Tezi.

Page 51: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.43-56

Hürriyet’in Irak Savaşı’nda tarafların orduları hakkındaki görsel sunumu

Gül Keçelioğlu Zorcu 1

Öz: Bu araştırmada Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefiklerinin (İngiltere, İspanya) Irak’ı işgali sürecinde, Hürriyet’te yer alan görsel anlatılarda tarafların orduları ile ilgili sunumun karakteri incelendi. İncelemede, tarafların askerlerinin, askeri teçhizat, plan, strateji ve faaliyetlerinin gösterildiği fotoğraf, grafik, imaj ve haritalar data olarak kullanıldı. Elde edilen data hem niteliksel hem de niceliksel görsel analiz tekniği kullanılarak incelendi. İncelemenin bulguları, Hürriyet’in savaşı ABD lehine taraflı olarak sunduğu ve savaşın sunumunda büyük oranda uluslararası dev medya tekellerine bağlı kaldığı yönündeki varsayımı doğruladı. Anahtar kelimeler: Savaş, Irak işgali, Hürriyet, görsel anlatı The character of Hürriyet’s visual presentations about the armies of parties involved in Iraq war Abstract: This article studied the Hürriyet’s visual presentational charactiristics of warring armies in Iraq war. The necessary data were determined as photos, graphics, images and maps, military equipment, plan, strategy and activities of the both sides. Quantitative and qualitative evaluations for meaning of visuals were used for analysis. The findings supported the hyptohesis that the visual character of presentations by Hürriyet are in favour of the USA and that Hürriyet is mostly depended on the international mass media monopolies in its presentations. . Keywords: War, occupation of Iraq, Hürriyet, characteristics of the presentation in visual narratives.

1 Yüksek Lisans öğrencisi, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi e-posta: [email protected]

Makale

Page 52: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 44

GİRİŞ

Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinin (İngiltere, İspanya) 20 Mart 2003 tarihinde Irak’ı işgali ile başlayan süreç, tüm dünyadaki ekonomik-politik dengeleri yeniden biçimlendirebilecek bir karaktere sahiptir. Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması esasında gerçekleştirilen bu savaş, uluslararası hukuk açısından olduğu kadar savaş ve medya konusunda da yoğun tartışmaları beraberinde getirmiştir. İşgal öncesi, ABD ve müttefiklerince Irak’ta kitle imha silahları bulunduğu yönünde ortaya atılan iddia, Irak’a saldırının temel gerekçesi olarak gösterilmiştir. Savaşın ilerleyen süreçlerinde bu temel gerekçenin doğru olmadığının ortaya çıkması, uluslararası kuruluşlar tarafından da yürütülen, savaşın meşruiyetine ilişkin tartışmalara hız kazandırmış ve “propaganda, manipülasyon, dezenformasyon terimleri yeniden sıcak gündeme oturmuştur” (İnceoğlu, 2003).

Enformasyon akışında büyük bir mücadelenin yaşandığı bu savaşta, koalisyon güçleri açısından haber kontrolü savaşın en önemli ayaklarından birini oluşturmuştur. “Vietnam savaşından ders alan batılı devletler ve askeri yetkililer, gazetecileri mümkün olduğunca savaşın dışında tutmak ve onlara sadece dünyaya yansıtmaları isteneni göstermeleri için ciddi bir haber yönetimi (news management) uygulamıştır” (Çatalbaş, 2003: 246). Bu savaşta ABD ve koalisyon güçlerinin uyguladığı haber yönetimi ile savaşın gerçek karakteri gizlenmiş, savaşa ilişkin sahte bilişler işlenmiştir. Savaş süresince yanlış ya da çarpıtılmış bilgiler medyadan geçerek sunulmuştur. Yaygın medya sıcak savaş görüntülerini ya da bir savaşın yaratabileceği gerçek tahribatı göstermekten imtina etmiştir. Savaş, “savaşan bedenlerden çok ordu kuvvetlerinin hareketlerini işaretleyen uydu fotoğrafları, stratejik önemdeki hedeflerin bu harita-fotoğraflarda konumlanışı, savaş uçaklarının kalkış-inişleri, bu uçakların ve taşıdıkları silahların özelliklerini gösteren imajlar, gece düşen bombaların ışıkları ve benzeri görüntülerle hafızalarda yer tutmuştur” (Tarhan, 2003: 238).

1952’de Kore Savaşı sırasında görev yapan ABD’li gazeteci UPI (United Press International) ajansı muhabiri Robert C.Miller’ın “Yazı işleri müdürlerimiz ve yayıncılar, kimi zaman tamamen düzmece bilgileri haber diye yayınladılar. Çoğumuz, cepheden gönderdiğimiz haberlerin yalan olduğunu biliyorduk. Ama yazmak zorundaydık. Çünkü bize bu bilgileri verenler, resmi ve sorumlu kişilerdi. Ve büyük bir olasılıkla kendileri de bunların yalan olduğunu bile bile veriyorlardı...” (Arapkirli, 2001) sözleri,

Page 53: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 45

savaşlarda, savaşa ilişkin yanlış ya da çarpıtılmış bilgilerin medyadan geçerek aktarıldığının bir göstergesidir. Uluslararası haberlerin yayılmasında büyük etkinliğe sahip olan dev medya tekellerinin “haber seçimlerini belirli siyasal, diplomatik ve ekonomik ölçütlere göre yaptıkları da bir gerçektir” (Girgin, 2002: 65). “Uluslararası haber ajanslarının, haber seçiminde izledikleri ölçüt, bilinçli ya da içgüdüsel bir biçimde uluslararası ekonomik sistemin kaynağını bulduğu kapitalist ülkelerin çıkarları olmaktadır” (Özcan, 1983: 19). CNN, BBC, Fox News gibi uluslararası televizyon kanalları ile Associated Press (AP), REUTERS gibi uluslararası ajanslar tarafından yayılan bazı kritik öneme sahip haberlerin doğru olmadığının ya da çarpıtılmış haberler olduğunun ortaya çıkmasında bağımsız Arap televizyonlarının, özellikle de El Cezire’nin, varlığı büyük rol oynamıştır. Örneğin; “AP Saddam’ın komutanlarıyla iletişiminin kesildiğini duyururken, Irak lideri komutanlarıyla bu bağımsız televizyonlarda boy göstermiştir” (Faraç, 2003). Bu durum, savaşta büyük medya kuruluşları tarafından paketlenmiş haberler yayıldığı iddialarını güçlendirirken, medyada alternatif yapıların öneminin tartışılmasını da sağlamıştır (Herman ve Chomsky, 1988; Erdoğan, 1995; Erdoğan ve Alemdar, 2007).

Bu savaşın gazetecilik pratiği açısından en önemli olgularından biri de savaş muhabirliği ile ilgili yeni bir olgu olan “embedded journalism”in gündeme getirilmesidir. “Embedded gazeteciliğin ilk uygulamasına yönelik örnekler Afganistan Savaşı sırasında görülmekle birlikte, asıl uygulamalar Irak Savaşı’nda yapılmıştır.” (Tokgöz, 2004: 80) Bu savaş en fazla gazeteci kaybının yaşandığı savaşlardan biri olmuş, El Cezire ve Irak televizyonları ile bağımsız gazetecilerin kaldığı Filistin Oteli saldırıya uğramıştır. Bu durum ile “embedded journalism” pratiği arasında bir bağ olduğu düşünülürse gazeteciler için bu konunun hayati öneme sahip olduğu söylenebilir. Birlikte hareket ettiği askeri birlikle bütünleşmişliği ifade eden “embedded journalism” kavramı Türkçe’ye “iliştirilmiş gazetecilik” olarak çevrilmiş ve bu konu akademisyenler ve gazeteciler tarafından bir çok yönüyle ele alınmıştır. Bağımsız gazeteciler için büyük bir tehdit içeren “iliştirilmiş gazetecilik” pratiği, gazeteciyi cephenin bir parçası haline getirirken, haberin sunumunda egemen söylemin daha da yaygınlaşmasına neden olacak potansiyeli içinde taşımaktadır.

Savaş boyunca tartışılan dezenformasyon, haber yönetimi, yaratılan imajlarla savaşın gerçek karakterinin gizlenmesi, sahte bilişler işlenmesi, bunların medyadan geçerek sunulması, “iliştirilmiş gazetecilik” pratiği ile

Page 54: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 46

medyanın savaşta cephenin bir parçası haline getirilmesi gibi olgular medyada savaşın sunumunun incelenmesini gerekli kılmaktadır. Savaşı sunan çeşitli haber kaynaklarından biri de gazetelerdir. Bu makalede, en genel anlamda, Hürriyet’in savaşı sunumu konu edilmiştir. İnceleme için Hürriyet’in tercih edilmesinde, savaş süresince Türkiye’de en yüksek tiraja sahip olan gazete olmasının yanı sıra ana akım medyayı temsil edebilecek bir içeriğe sahip olması da belirleyici olmuştur. Zaman ve sayfa sınırlılıkları göz önüne alınarak kapsamı daraltılan bu incelemenin konusu “Hürriyet’te yer alan görsel anlatılarda tarafların ordularının sunumu” olarak belirlenmiştir. Medyanın savaşı ele alışı bir çok araştırmacı tarafından çeşitli açılardan incelenmiş olmasına rağmen Hürriyet’in savaşı sunumunun karakteri üzerine herhangi bir araştırma bulunmamaktadır. Bu konudaki boşluğun doldurmasına katkı sunmak amacıyla hazırlanan bu çalışmanın temel varsayımı Hürriyet gazetesinin savaşı Amerika Birleşik Devletleri lehine taraflı ve ABD’nin yaratmak istediği portreye uygun olarak sunduğudur. Hürriyet’in savaşı sunumunda kullandığı kaynakların tespit edilmesinin temel varsayımı destekleyici karakteri düşünülerek ortaya atılan diğer bir varsayım ise Hürriyet’in savaşı sunumunda uluslararası dev medya tekellerine bağımlı olduğudur.

YÖNTEM

Bu inceleme kapsamında ABD’nin Irak’ı işgal ettiği günden bir gün önce çıkan 19 Mart 2003 ve Bağdat’ın ele geçirildiği günden bir gün sonra çıkan 10 Nisan 2003 tarihleri arasında Hürriyet’te tarafların askerlerinin, askeri teçhizat, plan, strateji ve faaliyetlerinin gösterildiği fotoğraf, grafik, imaj ve haritalar incelenmiştir. Bu fotoğraf, harita, imaj ve grafikler nicel içerik analizi tekniği ile toplanarak kategorileştirilmiştir. İncelenen her görsel malzeme ile ilgili kaynak gösterilip gösterilmediğine, gösterilmişse bu kaynağın ne olduğuna bakılmış, hangi kaynaktan ne kadar yararlanıldığı tespit edilmiştir. Elde edilen genel bulgular sıralandıktan sonra taraflarla ilgili bulgular hem niteliksel hem de niceliksel metin analizi tekniği kullanılarak değerlendirilmiştir.

Bu incelemede, Hürriyet’te savaşın sunumu incelenirken ekonomi-politik yaklaşım ve medyanın ideolojik bir araç olduğu yönündeki kuramsal yaklaşımlardan hareket edilmiştir. Hürriyet Doğan Medya Holding bünyesinde yer alan, grubun en önemli yayın organıdır. Holding medyacılığı,

Page 55: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 47

doğası gereği kapitalist piyasa sistemine, uluslararası medya tekellerine ve siyasal iktidara bağımlıdır. Dolayısıyla Hürriyet ve sahipleri de bu sayılan unsurlara bağımlıdır. Gazetede çalışan kimi profesyoneller bu bağımlılığa gönüllüyken, bazıları bunu yaşam koşullarını yeniden üretebilmek için zorunlu görmektedir. Kitle iletişim araçlarından geçerek aktarılan her türlü malzeme ideolojik bir içeriğe sahiptir. Holding medyacılığı da yine doğası gereği kapitalist piyasa sisteminin ideolojisini hem barındırır hem de bu ideoloji için biliş işler.

ANALİZ VE DEĞERLENDİRME

Yukarıda sözü geçen tarihler arasında Hürriyet’te, tarafların askerlerinin,

askeri teçhizat, plan, strateji ve faaliyetlerinin sunulduğu toplam 293 adet

fotoğraf, grafik, imaj ya da harita tespit edilmiştir. ABD ve müttefikleri ile

ilgili 266 adet görsel malzemeye yer verilirken (Tablo 1) Irak tarafı ile ilgili

41 adet görsel malzemeye yer verildiği (Tablo 2) bulgulanmıştır.

Tablo 1. ABD ve müttefikleri ile ilgili verilerin dağılımı

Kategori N %

Karşısında kimin olduğunun gösterilmediği; silah, füze, tank ya da top namlusunu karşıya uzatmış asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar

18

6,8

Teçhizatlarını donanmış, elinde silahı hazır bekleyen asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar

5

1,9

Hareket halindeki asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar 99 37,2

Bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin fotoğraflar 48 18,0

Hareket halindeki tank ve diğer askeri araçların gösterildiği fotoğraflar 17 6,4

Savaş uçaklarının ve taşıdıkları silahların, çeşitli askeri teçhizatın özelliklerini gösteren imaj ve grafikler ile askeri plan ve stratejileri, stok durumları, ele geçirilen-geçirilemeyen yerleri gösteren grafik ve haritalar

18 6,7

Askerlerle ilgili özel ya da magazinel fotoğraflar 53 19,9

ABD ordusu ve askerlerinin aldığı yenilgilerin gösterildiği fotoğraflar 6 2,3

Diğer 2 0,8

Toplam 266 100

Page 56: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 48

Bu görsel malzemeler içinde 14 adet fotoğrafta her iki taraf da gösterilmektedir. Her iki tarafın da yer aldığı fotoğraflarda genellikle, öldürülmüş Irak askerleri yanında hareket halinde bulunan koalisyon güçlerine bağlı askerler, yaralı Irak askerlerine yardım eden koalisyon güçlerine bağlı askerler, Iraklı askerleri esir alan koalisyon güçlerine bağlı askerler yer almaktadır.

Tablo 2. Irak tarafı ile ilgili toplanan verilerin dağılımı

Kategori N %

Karşısında kimin olduğunun gösterilmediği; silah, füze, tank ya da top namlusunu karşıya uzatmış asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar 1 2,4

Hareket halindeki asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar 3 7,3

Bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin fotoğraflar 2 4,9

Hareket halindeki tank ve diğer askeri araçların gösterildiği fotoğraflar 1 2,4

Savaş uçaklarının ve taşıdıkları silahların, çeşitli askeri teçhizatın özelliklerini gösteren imaj ve grafikler ile askeri plan ve stratejileri, stok durumlarını, ele geçirilen-geçirilemeyen yerleri gösteren grafik ve haritalar

1 2,4

Askerlerle ilgili özel ya da magazinel fotoğraflar 1 2,4

Irak ordusu, askerleri ve direnişçilerinin ümitsiz, güçsüz, yetersiz ya da yenik gösterildiği fotoğraflar 29 70,8

Diğer 3 7,3

Toplam 41 100

Hürriyet’te ABD ve müttefiklerinin askerleri ile ilgili, karşısında kimin olduğunun gösterilmediği, silah, füze, tank ya da top namlusunu karşıya uzatmış asker ya da askerlerin gösterildiği 18; teçhizatlarını donanmış, elinde silahı hazır bekleyen asker ya da askerlerin gösterildiği 5; Hareket halindeki (elinde silahıyla ileriye doğru koşan, sürünerek bir yerlere gitmeye çalışan, nöbet tutan, komuta merkezinde çalışan, esir alan, esirleri bir yerden bir yere götüren, tatbikat yapan, Iraklı sivil ya da askerlerin üzerini arayan, kimlik kontrolü yapan, Iraklı asker ya da sivillere yardım eden, Iraklı sivillerle selamlaşan) asker ya da askerlerin gösterildiği 99 olmak üzere toplam 122 adet fotoğrafa yer verilmiştir (Tablo 1). Irak askerlerinin bu şekilde sunulduğu 4 fotoğrafa yer verilmiştir. Karşısında kimin olduğunun gösterilmediği, silah, füze, tank ya da top namlusunun karşıya uzatıldığı 1 fotoğrafa rastlanmıştır

Page 57: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 49

(Tablo 1). Bu fotoğrafta karşıya uzanan tek bir silahın sadece namlusu gösteriliyor, silahı kimin tuttuğu gösterilmemiş. Hareket halindeki asker ya da askerlerin gösterildiği 3 fotoğraftan (Tablo 1) ikisi, düşürülen bir İngiliz savaş uçağından Dicle’ye inen 2 İngiliz askerinin Iraklı askerler ve siviller tarafından aranması ile ilgili. Diğer fotoğrafta ise bir çiftçi tarafından düşürülen Apache helikopterin yanında bulunan 2 Irak askeri ve siviller bulunuyor.

Irak ordusunun donanımına ilişkin 4 adet görsel malzemeye yer verilirken; ABD ve koalisyon güçlerinin ordularının donanımına ilişkin 83 adet görsel malzeme bulunmaktadır. Bunlardan 48 tanesi bombardıman uçakları ve kullanımlarına, 17 tanesi hareket halindeki tank ve diğer askeri araçlara, 18 tanesi askeri teçhizat, plan, strateji ve faaliyetlere ilişkin görsel malzemelerdir (savaş uçakları ve taşıdıkları silahlar ile çeşitli askeri teçhizatın özelliklerini gösteren imaj ve grafikler ile askeri plan ve stratejileri, stok durumlarını, ele geçirilen-geçirilemeyen yerleri gösteren grafik ve haritalar) (Tablo 1). Irak ordusunun donanımına ilişkin 4 görsel malzemeden 2 tanesi bombardıman uçakları ve kullanımlarına; 2 tanesi de askeri teçhizat, plan, strateji ve faaliyetlere ilişkindir.

ABD tarafına ait bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin toplam 48 fotoğrafın 18 tanesinde bomba atan savaş uçağı (uçakları) ve savaş gemisi (gemileri) ile onlara ait parçaların gösterildiği tespit edilmiştir. Kalan 30 fotoğrafta ise bombanın düştüğü yer ya da bombadan etkilenen insanlar gösterilmiştir. Bombaların düştüğü yer olarak askeri bölgeler ve hükümete ait binaları gösteren 13, sivil halkın yaşadığı yerleri gösteren 4, bombanın nereye düştüğünün belirtilmediği 1, bombanın düştüğü yerin değil bombadan etkilenen insanların ön plana çıkarıldığı 12 fotoğraf yer alıyor. Bu fotoğraflarda bombardımandan sonra olay yerinden geçen insanlara, bombardımandan etkilenmiş bir ya da birkaç insana, birbirine sarılmış ağlayan insanlara, yaralı, hastanede tedavi gören bir ya da birkaç insana yer verilmiş. Bombanın düştüğü yerin gösterildiği fotoğraflar genelde bombanın düştüğü yeri uzak açıdan gösteren, atılan bir bombanın yaratabileceği tahribatı göstermeyen fotoğraflardır. Bombanın düştüğü yeri yakın çekim ile gösteren ve bir bombanın yaratabileceği gerçek tahribatı gösteren 1 adet fotoğrafa yer verilmiştir. Bu ilk ve tek ciddi sıcak savaş görüntüsü ise “psikolojik savaş” başlığı altında sunulmuştur (08.04.03 sf. 17). Irak tarafına ait bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin ise 2 fotoğraf bulunmaktadır. (Irak’ın Kuveyt’teki Şark Çarşısı’nı vurması ile ilgili oldukça küçük bir fotoğraf ve

Page 58: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 50

Irak’ın Erbil yakınındaki Harrir Havaalanı’na yaptığı füze saldırı ile ilgili fotoğraf.) Fotoğrafların her ikisi de uzak açıdan çekilmiş ve atılan bombanın yaratabileceği tahribatı göstermeyen bir içeriğe sahip.

Hürriyet’te yer alan görsel anlatılarda sıcak çatışma görüntüsü ya da bir karşılıklılık durumu yokken cephede namlularını karşıya uzatmış koalisyon güçleri vardır ve bu güçlerin karşı cephesinde, kimin olduğu gösterilmemiştir. Amerikan ordusunun ilerleyişine uzun süre izin vermeyen Umm-Kasr direnişi, manşet olamasa da, 24 Mart 2003 tarihli gazetenin birinci sayfasında yer alabilmişse de fotoğrafta yine direnişçiler değil, koalisyon güçleri bulunmaktadır. Amerika ve koalisyon güçlerinin askeri faaliyetleri, teçhizatları, plan ve stratejilerine Hürriyet’te ayrıntılı olarak yer verilirken, Irak ordusu ve direnişçilerinin askeri faaliyetleri, teçhizatları, plan ve stratejileri neredeyse hiç yer bulamamıştır. Tüm bu veriler göstermektedir ki, Hürriyet bu savaşta Irak ordusunu, askerlerini ve direnişçileri yok saymıştır. Bir taraf olarak göstermemiştir. Savaşlarda cepheler olur ve cephe kavramı alınla ilgili bir kavram olup içinde karşılıklılığı barındırır. Oysa bu savaşta “Irak cephesi” olmayan bir cephe olarak sunulmuştur.

Bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin görsel anlatılarda; savaşın insandan, bedenden uzak olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır. Amerika, hedefi Saddam olarak göstermiş ve Saddam ile yakınları dışında kimsenin burunun kanamayacağı izlenimi yaratmaya çalışmış, Hürriyet de bu izlenimi pekiştirecek haberler yaparak Amerikan propagandası ile paralel bir söylem sunmuştur. Böylece bir ülke kişileştirilmiş, Irak Saddam’a indirgenmiştir. Bu söylemle Irak’a değil Saddam’a saldırılıyormuş ve Irak halkı bu saldırıdan hiçbir zarar görmeyecekmiş izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır. “Psikolojik savaş” başlığı ile verilen haberin (08.04.03 sf. 18) fotoğrafında bir bombanın yaratabileceği gerçek tahribat ilk kez verilmiştir. Ancak habere “Psikolojik savaş” başlığı verilmesi ilginçtir. Hürriyet’te, ilk ve tek ciddi sıcak savaş görüntüsü (yaralı insanların gösterilmesi dışında) “Psikolojik savaş” olarak adlandırılarak sıcak savaşa ilişkin anlam tahrif edilmiştir.

İncelenen gazetelerde toplam 53 veride koalisyon güçlerine bağlı askerler; özel hayatları, isimleri, kişisel özellikleri, dramatik tasvirleri, yaptıkları kahramanlıklar ile yer bulurken (Tablo 1), Irak askerleri ile ilgili sadece 1 veride Irak’ın Güney Cephesi Komutanı Ali Hasan El Macid’in ismi geçmektedir.

Hürriyet’te yer alan fotoğraflarda ve bu fotoğrafların ilgili olduğu haberlerde Amerikalı askerler, özel hayatları, isimleri, kişisel özellikleri,

Page 59: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 51

dramatik tasvirleri, kahramanlıkları ile yer bularak “özne”leştirilmiştir. İncelenen gazetelerde Irak askerlerine yönelik bu tür haberlere rastlanmamıştır. Bu şekilde ABD ve koalisyon güçleri ile ilgili bizden birileri söylemi kurularak bu askerlerle okuyucular arasında bir yakınlık tayin edilmeye çalışılmıştır.

Irak ordusu, askerleri ve direnişçilerinin ümitsiz, güçsüz, yetersiz, yenik ya da küçük düşürülen bir sunumla verildiği toplam 29 adet fotoğraf bulunmaktadır. Bu fotoğraflarda, ümitsiz bir ırak askeri; öldürülmüş Irak askerleri; ABD ve müttefiklerinin ilerleyişinden geriye kalmış enkaz halindeki askeri teçhizat; elinde silah olan kadın, çocuk ya da diğer siviller; elinde silahla gösterilen yöneticiler; kalabalık topluluklar halinde elleri enselerinde esir alınan, ABD askerleri tarafından yardım gören, yere yatırılıp üzerleri aranan, esir alındıktan sonra etrafı tel örgülerle çevrilmiş, vücutlarına numaralar yazılmış esir alınan Iraklı askerler gösteriliyor. Iraklı bir grup general ile iki Rus generalin yer aldığı fotoğrafın (03.04.03 s.14) ilişkili olduğu haberin başlığında “Kızıl Ordu Parmağı” “Saddam’ın savunma planını iki Rus general hazırlamış” başlıklarına yer veriliyor. Bu fotoğraf ve ilgili olduğu haber, Irak yönetiminin dış güçler tarafından kullanıldığı yönünde bir söylem içeriyor. ABD ve koalisyon güçlerinin ordularının gördüğü zararın gösterildiği toplam 6 adet fotoğraf yer alıyor. Bunlar; esir alınan ABD askerlerinin gösterildiği 3 fotoğraf ve Iraklı bir sivil tarafından av tüfeği ile düşürülen Apache helikoptere ait 3 ayrı fotoğraftır.

Hürriyet’te ABD ve koalisyon güçlerinin orduları ve askerleri tehditkar, güçlü ve yardımsever bir sunumla verilirken Irak ordusu ve askerleri ümitsiz, güçsüz, yetersiz, yenik ya da yardıma muhtaç bir sunumla verilmiştir. İncelenen tüm fotoğraflarda elinde silah olan toplam 5 Irak askeri gösterilmektedir. Koalisyon güçlerine bağlı askerlerin gösterildiği fotoğraflarda yer alan silahlı asker sayısı ise 1000’den fazladır. Iraklı askerlerin yer aldığı fotoğraflardan bir tanesinde, dizlerinin üstüne çökmüş ve elindeki silahına başını yaslamış bir Irak askerinin fotoğrafı bulunmaktadır (19.03.03, s. 16). Bu fotoğraf “Gitmiyoruz” başlıklı haberin yanında yer alıyor ve haberin içeriğinde ABD’nin, Saddam ve ailesine Irak’tan çıkmaları için tanıdığı sürenin dolduğundan söz edilirken “Irak lideri Saddam Hüseyin ve oğulları, ABD Başkanı George W. Bush’un dün sabaha karşı ülkeyi terk etmeleri için verdiği 48 saatlik ültimatomu reddetti” ifadelerine yer veriliyor. Irak ordusu, askerleri ve direnişçilerinin ümitsiz, güçsüz, yetersiz, yenik ya da küçük düşürülen bir sunumla verildiği toplam 29 adet fotoğrafa yer verilirken

Page 60: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 52

ABD ve koalisyon güçlerinin ordularının gördüğü zararın gösterildiği toplam 6 adet fotoğrafa rastlanmıştır. Bu 29 fotoğraf dışında Irak tarafı ile ilgili “hareket halindeki asker ya da askerlerin gösterildiği fotoğraflar” başlığında değerlendirilen 3 fotoğrafta da (elinde silahla gösterilen askerler bu fotoğraflardadır) Irak tarafının güçsüz, yetersiz bir sunumla verildiğini söylemek yanlış olmaz. Bu fotoğraflardan iki tanesi düşürülen bir İngiliz savaş uçağından Dicle’ye inen 2 İngiliz askerinin Iraklı askerler ve siviller tarafından aranması ile ilgiliyken, diğer fotoğrafta ise bir çiftçi tarafından düşürülen Apache helikopterin yanında bulunan 2 Irak askeri ve siviller bulunuyor. Iraklı askerlerin gösterildiği fotoğrafların yok denecek kadar az olması, var olan az sayıdaki fotoğrafta da Irak askerlerinin sivillerin faaliyetleriyle birlikte ya da sivillerin faaliyetlerinin gölgesinde verilmesi Irak ordusunun bu fotoğraflarda da zayıf ve güçsüz bir sunumla verildiğini göstermektedir.

Hürriyet ABD ve koalisyon güçlerini olumsuz bir kodla vermemek için yoğun bir çaba içinde olmuştur. Haberlerde sivillere yöneltilen namlular haklılaştırılmaya çalışılmıştır. “İkisi de çaresiz” başlığı ile verilen fotoğrafta (28.03.03 s.17) sırtı dönük bir şekilde yerde oturan ve haberin içeriğinde Baas Partisi üyesi olduğu söylenen bir Iraklı ve bu kişiye namlusunu doğrultmuş bir İngiliz askeri bulunmaktadır. Silahlı ve silahını arkası dönük yerde oturan bir sivile uzatmış olan bir askerle arkasından kendisine silah uzatılmış bir sivilin ikisinin de çaresiz olduğunu söylemek doğrudan sivillere yönelik saldırıları olumlamak anlamına gelir. Yine başka bir haberde “En büyük korku” manşeti altında “Çarşaflı kadın ve İngiliz askeri” başlıklı bir fotoğrafın (31.03.03, s.1) altında intihar saldırılarının askerin moralini bozduğundan ve askerlerin yaşadığı güvensizlikten söz ediliyor. Fotoğrafta çarşaflı bir kadına namlusunu doğrultmuş bir İngiliz askeri bulunmaktadır. Yine bu sunumda da sivillere yönelik saldırıları haklılaştırmaya dönük bir çaba vardır. Gazetede yer alan köşe yazıları bu çalışmanın kapsamında değildir. Ancak Hürriyet’te yer alan ve altında haber ya da başlık olmayan, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün yazısını bağladığı ve onun “Geç kalmış beyaz bayrak” olarak yorumladığı fotoğraf (23.03.03, s. 1) ele alınacaktır. Fotoğrafta bir siper içinde, ellerinde beyaz bayrak olan, öldürülmüş iki ıraklı asker ve onlara bakan iki koalisyon askeri bulunmaktadır. Fotoğraftan anlaşılan, aslında Hürriyet dışında, ulusal basının büyük çoğunluğunun bildirdiği gibi, fotoğraftaki askerlerin beyaz bayrak gösterdikleri halde öldürüldükleridir. Oysa Ertuğrul Özkök, yazısını iliştirdiği bu fotoğraf için, kullandığı başlıkla,

Page 61: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 53

askerlerin beyaz bayrak çıkarmadan önce öldürüldükleri iddiasında bulunmuştur. Gazetenin genel yayın yönetmeni tarafından yapılan bu yorum, analize gerek bırakmayacak niteliktedir.

Hürriyet’te yer alan, tarafların ordularının sunumuna ilişkin toplam 293 verinin 109 tanesinde kaynak gösterildiği gözlemlenmiştir. Gösterilen kaynaklardan 90 tanesi yani %82.5’i AP ve REUTERS adlı uluslararası dev medya tekellerine aittir (Tablo 3). Bu bulgu Hürriyet’in yer verdiği görsel anlatılarda büyük oranda uluslararası medya tekellerine bağlı kaldığını göstermektedir.

Tablo 3. Toplanan verilerde gösterilen kaynaklar

Kaynaklar N % AP 53 48,6 REUTERS 37 33,9 DHA 6 5,5 AA 8 7,3 HÜRRİYET 2 1,8 SIPA PRESS 1 0,9 THE SUN 1 0,9 PRESS RED 1 0,9 TOPLAM 109 100,0

SONUÇ

Araştırma bulguları en az aşağıda sunulan anlamları ima etmektedir: 1. Hürriyet bu savaşta Irak ordusunu, askerlerini ve direnişçileri yok

saymıştır. Bir taraf olarak göstermemiştir. Savaşlarda cepheler olur ve cephe kavramı alınla ilgili bir kavram olup içinde karşılıklılığı barındırır. Oysa bu savaşta “Irak cephesi” olmayan bir cephe olarak sunulmuştur.

2. Bombardıman uçakları ve kullanımlarına ilişkin görsel anlatılarda; savaşın insandan, bedenden uzak olduğu izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır. Sıcak savaşa ilişkin anlam tahrif edilmiştir.

Page 62: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 54

3. Amerika, hedefi Saddam olarak göstermiş ve Saddam ile yakınları dışında kimsenin burunun kanamayacağı izlenimi yaratmaya çalışmış, Hürriyet gazetesi de bu izlenimi pekiştirecek haberler yaparak Amerikan propagandası ile paralel bir söylem sunmuştur. Böylece bir ülke kişileştirilmiş, Irak Saddam’a indirgenmiştir. Bu söylemle Irak’a değil Saddam’a saldırılıyormuş ve Irak halkı bu saldırıdan hiçbir zarar görmeyecekmiş izlenimi yaratılmaya çalışılmıştır.

4. Amerikalı askerler, özel hayatları, isimleri, kişisel özellikleri, dramatik tasvirleri, kahramanlıkları ile yer bularak “özne”leştirilmiş ve bu şekilde ABD ve koalisyon güçleri ile ilgili içimizden birileri söylemi kurularak bu askerlerle okuyucular arasında bir yakınlık tayin edilmeye çalışılmıştır.

5. Hürriyet’te ABD ve koalisyon güçlerinin orduları ve askerleri tehditkar, güçlü ve yardımsever bir sunumla verilirken Irak ordusu ve askerleri ümitsiz, güçsüz, yetersiz, yenik ya da yardıma muhtaç bir sunumla verilmiştir.

6. Hürriyet ABD ve koalisyon güçlerini olumsuz bir kodla vermemek için yoğun bir çaba içinde olmuştur. Haberlerde sivillere yöneltilen namlular haklılaştırılmaya çalışılmıştır.

7. Hürriyet yer verdiği görsel anlatılarda büyük oranda uluslararası dev medya tekellerine bağlı kalmıştır.

Dikkat edilirse, incelemenin sonuçları, temel varsayımların doğrulandığını göstermektedir. Hürriyet gazetesi savaşı ABD’nin yaratmak istediği portreye uygun biçimde sunmuştur ve savaşın sunumunda uluslararası medya tekellerine bağlı kalmıştır.

“Savaş politikanın başka araçlarla sürdürülmesidir. Bütün savaşlar, kendilerini doğuran politik sistemlerden ayrılamaz” (Lenin, 1980: 129). “Modern savaşların esas nedeni kapitalizmdir. Çünkü bu ekonomik tarz, yapısı gereği belirli bir coğrafyada dengeye gelemez, kâr hadlerinin düşme eğilimi yüzünden mutlaka dünyanın tümüne doğru genişlemek, yani globelleşmek zorundadır. Bu genişlemeyi iktisadi yollardan yapmayı tercih eder, ancak direniş gördüğünde savaşa başvurmaktan çekinmez” (Kılıçbay, 2003: 145). Kapitalizmin doğasına uygun olarak Amerika, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışmaktadır ve Irak İşgali de bu biçimlendirmenin en önemli pratiklerinden biri olarak ortaya çıkmıştır ancak tarihte gelişen birçok savaşta olduğu gibi savaş, gerçek karakterine uygun bir biçimde sunulmamıştır.

Page 63: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Hürriyet’in Irak savaşını sunumu 55

“Özellikle Batı Orta Çağ geleneğinden gelen adalet dağıtma misyonu, din yayma misyonu veya benzerlerinin yüceltilmeleri esasında ortaya çıkan” (Kılıçbay, 2003: 144) Irak’a demokrasi ve özgürlük götürme söylemi, “ABD açısından, başından beri, basit bir propaganda malzemesi olmanın ötesinde bir işlevsellik kazanmıştır. Ayrıca bu, Amerikan işbirlikçiliğinin de temel hareket noktası olma özelliğini taşımaktadır. Dünyanın dört bir yanında pek çok insanın bu yanılsamaya tutsak ve kurban olmasıysa, ona ürpertici bir gerçeklik maskesi de kazandırmaktadır” (Gerger, 2003: 11).

ABD savaş süresince meşruiyet temelini gerçeğin tahrifatına dayandırmış ve kamuoyuna inanmaları için Hollywood yapımlarını aratmayacak bir senaryo sunmuştur. Savaş medya tarafından seyirlik bir hale getirilirken bu senaryoya bağlı kalınmıştır. Senaryo şudur ki; “Saddam, Irak halkının yaşadığı sıkıntıların sorumlusu olan bir diktatör ve tüm dünyayı ele geçirmeye çalışan kötü karakterdir. Amerika ise tüm dünyaya demokrasi ve refah götürmek için seçilmiş kutsal elçi, dünyayı bu gözü dönmüş caniden ve yandaşlarından kurtaracak olan Süpermen’dir. Saddam ve yandaşları her an ellerinde olan nükleer bombaları yeryüzüne atabilir ve dünyayı mahvedebilir. Süpermen onu durdurmalıdır. Süpermen’in hedefi sadece Saddam’dır, Saddam ve yandaşları dışında hiç kimseye zarar vermek istemez. Elbette savaşlarda suçsuz insanlar da zarar görebilir ama tüm dünyanın kurtulması pahasına bu kayıplar gözden çıkarılabilir.” Bu senaryo böyle yazıldığında komik gelebilir ancak ABD yönetiminin savaşı sunumunun özeti budur. İncelemenin sonuçları göz önüne alındığında Hürriyet’in ABD yönetimi tarafından paketlenen bu senaryoya uygun bir sunum yaptığını söyleyebiliriz. Ana akım medya, doğası gereği hem dünyada hem de Türkiye’de siyasal ve ekonomik iktidarın uygulamalarının meşrulaştırıldığı bir alandır ve savaşta da ideolojik bir aygıt olarak görevini hakkıyla yerine getirmiştir. Bugün ABD tarafından İran’a yapılabilecek bir saldırı gündemdeyken hazırlanan benzer senaryolar her an “süper gücün maceraları 2,3,4…” şeklinde dolaşıma sokulabilir. İnsan yapımı yıkım ve acı makinesi olan savaşa karşı olmak ve gerçeğin tahrif edilmesine karşı uyanık olmak hem vicdani hem de akademik bir sorumluluktur.

Page 64: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Gül Keçelioğlu-Zorcu 56

KAYNAKÇA

Althusser, Louis (1978). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çev. Yusuf Alp ve Mahmut Özışık. İstanbul: Birikim Yayınları

Arapkirli, Z. (2001). “Savaşın İlk Kurbanı Gerçeklerdir”. www.ntvmsnbc.com/ news/110341.asp

Chomsky, N. (2002). Medya Gerçeği. Çev. Abdullah Yılmaz ve Osman Akınhay. İstanbul: Everest Yayınları

Çatalbaş, D. (2003). “Savaşı Aktarmak ve Anlamlandırmak: Gazeteciliğin Profesyonel değerleri ve Yaygın Medyanın Tutumu”. Doğu-Batı. 24: 245-253

Erdoğan, İ. (1995). Uluslararası İletişim, İstanbul: Kaynak. Erdoğan, İ. (2001). “Kitle İletişimi Örneğinde Marksist Siyasal Ekonomi Yaklaşımı

Üzerine Bir Tartışma”. Praksis. 4: 276-313 Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2007). Öteki Kuram: Kitle iletişimine yaklaşımların

tarihsel ve eleştirel bir değerlendirmesi, Ankara: Erk, 2007. Faraç, M.. (2003). “Savaş, Barış ve Dezenformasyon…”. Cumhuriyet: 22.03.2003 Gerger, H. (2004). “Amerikan Emperyalizminin Ayırdedici Özellikleri”. Praksis. 11:

11-22 Girgin, A. (2002). Uluslararası İletişim, Haber Ajansları ve A.A. İstanbul: Der. Golding, P. ve Murdock, G. (2002). “Kültür, İletişim ve Ekonomi Politik”. Medya

Kültür Siyaset. Der: Süleyman İrvan. Ankara: Alp Yayınları Hall, S. (2002). “İdeoloji ve İletişim Kuramı”. Medya Kültür Siyaset. Der: Süleyman

İrvan. Ankara: Alp Yayınları Herman, E. S. ve N. Chomsky (1988). Manifacturing consent: political economy of

mass communication. NH:Panteon. İnceoğlu, Y. (2003). “Savaşta Medya Cephesi”. Radikal: 20.03.2003 Kılıçbay, M. Ali (2003). “Savaş ve Ekonomi” Doğu-Batı. 24: 143-145 Lenin, V. İ. (1980). Sosyalizm ve Savaş. Ankara: Sol Yayınları Özcan, Z. (1983). Uluslararası Haberleşme ve Azgelişmiş Ülkeler. Ankara:

Dayanışma Yayınları Tarhan, B. A. (2003). “Görmek, Gözlemek, Savaş ve Teknoloji”. Doğu-Batı. 24: 231-

244 Tokgöz, Oya (2004). “Irak Savaşında Yeni Bir Gazetecilik Uygulaması: Embedded

(İliştirilmiş) Gazetecilik”. Savaşın Yüzleri Uzlaşmanın Aşamaları. Der. Ü. Doğanay. Ankara: A. Ü. Basımevi

Page 65: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.57-83

Türkiye’de toplumbilim kitaplarında iletişime verilen yer

Kemal İnal 1

Öz: Bu makale, Türkiye’de yayımlanan toplumbilimsel yapıtlarda kitle iletişiminin yer alınışını incelemek için tasarlandı. Bu amaçla, toplumbilimciler tarafından çıkarılmış kitapların içeriklerine bakıldı. Araştırmanın bulgularına göre, kitle iletişimine en çok köy araştırmalarında, en az ise lise toplumbilim kitaplarında yer verilmektedir. Kitle iletişimine yer veren kitapların çoğu Amerikan tarzı modernleşme yaklaşımıyla gelmektedir. İncelenen kitaplarda kitle iletişim araçlarının sayıca artması ve günlük hayatta yaygın biçimde kullanılması gibi maddi göstergeler, kitapların yazarları tarafından özellikle kırsal bölgelerde modernleşme yönünde olumlu değişimler olarak değerlendirilmiştir. Oysa, tek başına kitle iletişim araçlarının sayısının ve kullanımının artmasının toplumbilimsel kitaplarda vurgulanması, değişimin kavranmasını sağlamaz. Anahtar kelimeler: Toplumbilim, iletişim, iletişimin toplumbilimi, toplumbilimsel kitaplarda iletişim Communication in sociology books in Turkey Abstract: This article was designed to study the inclusion of mass communication in the sociology books in Turkey. To do so, the contents of the sociological books were analyzed. It was found that mass communication was included most in the rural socology books and least in the high school sociology books. The presence of discussions on mass communication in the rural (village) works might be attributed to some facts such as intense interest of social scientists toward the villages, the longstanding rural structure of the country, and social scientists’ attempts to explain the process of modernization in the rural areas in relation to the influences of mass communication. Keywords: sociology, communication, sociology of communication, communication in the sociological works.

1 Doç. Dr., Gazi Üniversitesi e-posta: [email protected]

Makale

Page 66: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 58

GİRİŞ

Batı’da toplumsal hayatta olduğu gibi iletişim sözcüğü üniversiteler içinde de popülerleşmiş ve bazı üniversiteler 1960’lardan önce iletişim bölümleri açmaya, kolejler iletişimle ilgili yeni bir disiplinler arası yaklaşıma yer vermeye başlamışlardı (Berlo, 1960:3-4). Sosyal bilim dallar içinde en yenilerinden biri olan iletişim bilimleri, Batı’da 20. yüzyılın başlarından itibaren gelişmeye başlamış ancak gelişimin hızlanması, 2. Dünya Savaşı’nın acil ve somut sorunlarına çözüm beklendiği yıllarda olmuştur (Oskay, 1995:233). Dolayısıyla sosyal bilimciler, bilinçli ya da bilinçsiz katılımcılar olarak ve çok çeşitli biçimlerde (araştırma bulgularının gazete makaleleri halinde rapor edilmesi, sosyal bilimcilerle yapılan söyleşi ve röportajlar, radyo ve TV programlarına danışmanlık vb.) kitle iletişim konusu ve araçlarıyla çoğu zaman temas halinde olmuşlardır (Haslam ve Bryman, 1994). Batıda sosyal bilimcilerin kitle iletişim konusu ve araçlarına yönelik bu ilgilerinin toplumbilimsel cephesinin tarihi ise pek yeni sayılabilir. Batı’da toplumbilimin iletişime ilgisi 1920’li yıllarda başlamıştır. Toplumbilimcilerin iletişime dikkatini çeken, basının toplumsal etkisini ortaya koyan bir araştırma (Thomas ve Znaniecki, 1920) olmuştur. Bu araştırma daha sonra kitle iletişimi ile ilgili pek çok araştırmaya öncülük etmiştir.

Ülkemiz açısından durum ise genelde pek parlak değildir. Alemdar’ın (1981:9) da belirttiği gibi, “kitle iletişim sosyolojisi ya da kitle iletişimine sosyolojik yaklaşım ülkemizde henüz çok yenidir. Karşılaştığı boşluğu, Batı’da geliştirilen kavramlar ve yöntemlerle doldurmaya çalışmıştır.” Bunun yanı sıra, Alemdar’a göre, yapılan toplumbilimsel çalışmalarda, özellikle Amerikan esinli köy monografilerinde, kasaba ya da kent (gecekondu) incelemelerinde iletişime gösterilen ilgi, bölümlerden sadece birinin haberleşmeye ayrılmasıyla yeterli bulunmuştur. Alemdar, bu incelemelerde iletişime ilişkin bulunabilecek bilgilerin, posta ve telgrafla ilgili bilgiler, gelen-giden mektup sayısı vb ile sınırlı kaldığını belirtir (Ögel, 1995:247). Dolayısıyla, kitle iletişim araçlarına gösterilen bu sınırlı ilgi, konunun ayrıntılı, eleştirel ve çözümlemeli bir şekilde ele alınmasını önlemiştir. Konu, dışarıdan alınan hazır çerçevelerde incelenmiştir. Bu açıdan Türkiye’de toplumbilimsel çalışmalar, iletişim konusuna gösterilen ilgi açısından 1930’ların sonlarından yakın zamanlara değin büyük ölçüde modernleşmeci bir yaklaşımı temel almıştır. Başta köy monografileri olmak üzere yapılan saha çalışmaları, kent araştırmaları ve kuramsal incelemelerde toplumun

Page 67: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 59

modern tutum ve değerleri ne ölçüde benimsediği, iletişim açısından kitle iletişim araçlarına sahiplik ve onları kullanım oranına indirgemiştir. Değişimin modernleşme olarak tanımlandığı bu çalışmalarda kitle iletişim araçlarının değişimi doğrudan, tek taraflı ve olumlu olarak sağlayabileceğine ilişkin bir inanç belirmiştir. Modern olma, kitle iletişim araçlarına sahiplik ve bunları yaygın biçimde kullanmayla tanımlanmış; modern yönde değişim ile kitle iletişim teknolojisinin kullanımı arasında birebir ilişki kurulmuştur. Türkiye’de toplumbilimsel çalışmalardaki bu modernleşmeci yaklaşımın benimsenmesi, büyük ölçüde dönemin koşullarından kaynaklanmıştır. Dünyada 1930’lardan 1960’lara değin modernleşmeci yaklaşımın egemenlik kurmasının Türkiye’deki toplumbilimcileri de etkilediği ileri sürülebilir. 1930’lardan itibaren Türkiye’den toplumbilimcilerin yüksek lisans ve doktora öğrenimleri için Avrupa’nın yanı sıra ABD’yi de tercih etmeye başlamaları ve bu ülkede geliştirilen yaklaşımları (Modernleşme, Yapısal-İşlevselcilik vb.) benimseyip Türkiye’ye taşımaları, 1950’lilerden itibaren Türkiye’nin birçok bakımdan ABD ile yeni ilişkiler kurması gibi gelişmeler sonucu ülkemizde sosyal bilim geleneğinin modernleşmeci yaklaşımın büyük ölçüde etkisi altına girdiği görülür. Fakat bu yaklaşım çerçevesinde incelenen konuların kapsamlı biçimde kavranabildiği kolaylıkla söylenemez.

Modernleşmeci yaklaşımın aksine toplumbilimsel çalışmalarda iletişim konusunu incelerken daha ayrıntılı, çözümlemeli ve eleştirel bir bakış açısının benimsenmesi, konunun daha ayrıntılı biçimde ele alınmasını sağlar. Özellikle kitle iletişim araçlarının bağlamsal açıdan ele alınarak yeniden üretim süreçlerinde ve egemenlik ilişkilerinin kurulmasında nasıl kullanıldığının bulgulanması, açıklamaya giden yolda önemli üstünlükler sağlar. Türkiye’de sosyal bilimcilerin iletişime yaklaşımlarında uzun süre eleştirel bir yaklaşım kullanmadıkları görülmektedir. Ne var ki, 1930’lardan yakın zamanlara değin sosyal bilimcilerin iletişim konusuna yönelik sınırlı ve modernleşmeci yaklaşım içinde kalan ilgileri, iletişim teknolojisinde yaşanan gelişmelerin de etkisiyle değişmeye başlamıştır. Bu değişimde, yeni yaklaşımların ortaya çıkmasının yanı sıra iletişime yönelik çalışmaların artmasının da payı vardır.

Erdoğan ve Alemdar’ın (1990:11) belirttikleri gibi, Türkiye’de iletişim alanındaki araştırmalar eskiye göre gelişmiştir. Örneğin, iletişim alanını anlamada önemli bir rolü olan tarih çalışmalarında bir kıpırdanma başlamıştır. İletişim kuramları konusunda bilinenler geçmişe göre daha da çoğalmıştır. Toplumbilimciler iletişim toplumbilimiyle hem bir ders hem de çalışma alanı olarak henüz ilgilenmeye başlamış olsalar bile bu alan, yani “İletişim

Page 68: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 60

Toplumbilimi” (Sociology of Communication, Sociologie de la Communication) ya da toplumbilimsel nitelikli iletişim dersleri, Türkiye’nin yüksek öğretim kurumlarının toplumbilim bölümlerinde yaygın bir ders olarak okutulmaya başlanmıştır. İnternetten yapılacak küçük çaplı bir araştırmayla kamu üniversitelerinin önemli bir kısmında iletişim ile ilgili bir toplumbilimsel dersin verildiği görülecektir. Ancak, kamu üniversitelerinin toplumbilim bölümlerinde yaygın biçimde verilen İletişim Toplumbilimi derslerine karşın Toplumbilime Giriş kitaplarının çoğunda bu disipline bir alt bölüm ayrılmaması ve İletişim Toplumbilimi adı ya da ona yakın bir isim altında çok az ders kitabı yayınlanmış olması, araştırmaya değer bir konu olarak görünmektedir.

Bir başka önemli nokta ise, konunun nasıl ve hangi içerikle ele alındığıdır. Bu açıdan Alemdar’ın isabetle belirttiği gibi, Toplumbilime Giriş kitaplarında bir toplumbilim dalı olarak İletişim Toplumbilimi’nden pek söz edilmediği; edildiğinde ise, genellikle tutucu Amerikan kuramcılarının yaklaşımlarının yeğlendiği görülmektedir (Ögel, 1995:247). Öte yandan, toplumbilimcilerin İletişim Toplumbilimi adı altında ya da benzer ve yakın isimlerle çok az çalışma yayımlamış oldukları gerçeği de göz ardı edilmemelidir. İletişim Toplumbilimi adıyla ya da buna yakın isimlerle yayımlanan ders kitabı sayısı, birkaç örnek çalışma (Şenyapılı, 1981; Gökçe, 1993; Tüfekçioğlu, 1997; Bal; 2004) dışında son derece azdır ve bu kitapların da kitle iletişiminin Türkiye’de etkisinin iyice arttığı 1990’lı yıllar sonrasında yayımlandığı görülmektedir. Ancak, bir ders kitabı ve bölüm alt başlığı olarak Türkiye’de sosyal bilimlerde hak ettiği ilgiyi şu ana değin yeterince bulamayan iletişime toplumbilimsel yaklaşımın tarihsel kesit içinde nasıl bir durum gösterdiği de şimdiye kadar pek incelenmemiştir. Dolayısıyla bu makale, ülkemizde geçmişten günümüze toplumbilimsel kitaplarda iletişim konusunun nasıl ve ne oranda incelendiğini ele alarak iletişim toplumbiliminin yerli dinamiklerini süreç içinde sorgulamaktadır.

1930’lı yılların sonlarından günümüze değin Türkiye’de sosyal bilimciler, özellikle de toplumbilimciler tarafından yayımlanan çeşitli tür ve dallardaki “toplumbilimsel” kitaplarda iletişim konu, kavram ve araçları ne oranda ve hangi içerikle yer almıştır? Bu çalışma, Türkiye’de toplumbilimsel kitaplarda ‘İletişim Toplumbilimi’ne bir disiplin ve toplumbilimin alt dalı olarak yer verilip verilmediğinin yanı sıra (kitle) iletişim araçlarının hangi yaklaşım çerçevesinde, ne derece ve nasıl ele alındığı, hangi kuramsal yaklaşımlar temelinde irdelendiği ve bağlamlarda açıklandığını incelemektedir.

Page 69: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 61

Dolayısıyla bu makale, bir bakıma Türkiye’de çeşitli alanlara mensup sosyal bilimcilerin yazdıkları toplumbilimsel nitelikli kitaplarda iletişim ile ilgili akademik/kuramsal ve bilimsel/olgusal bilgilere/verilere ne derece yer ve önem verildiğini saptama amacı gütmektedir.

Türkiye, Cumhuriyet’in başlangıç yıllarından bu yana eğitim, yönetim ve iletişim gibi çok çeşitli alanlarda devletin kurucu seçkinlerinden kaynaklı kitlesel ölçekli çok sayıda katılım ve değişim etkinliklerinin etkilerine maruz kalmıştır. Ulusal okul, Millet Mektepleri, Halk Odaları gibi aktif eğitsel katılımın öne çıktığı, radyo gibi kitle iletişim araçlarıyla bilgi ve bilinç elde etmede artışın sağlandığı ve nihayet çok partili yaşama geçişle birlikte geniş halk kitlelerinin seçilme ve seçme haklarını kullanmalarıyla gerçekleşen kitlesel katılım ve yaşanan değişimler, toplumsal yapıda önemli açılımlar sağlamıştır. Tüm bu kitlesel ve katılıma dayalı etkinliklerin yarattığı değişimler, yerli ve yabancı sosyal bilimciler tarafından çeşitli şekillerde saptanmaya çalışılmıştır. Bu değişimlerden belki de en önemli olanlardan biri de, kitle iletişimi alanında ülkemizde yaşanan gelişmelerdir. Bu gelişmelerin toplumbilimsel yapıtlarda bir biçimde saptanmaya çalışılmış olduğu beklenebilir.

Bu çalışmanın amacı, yukarıda belirtilen ve kabaca yeni kitlesel bir toplum olmanın yarattığı değişme ve gelişmeleri iki sosyal bilim dalının iç içe geçtiği noktada ortaya çıkarmak, toplumbilim ile iletişim bilimleri disiplinlerinin kesiştiği alanın Türkiye’de nasıl bir görünüm sergilediğini tarihsel bir süreklilik ve farklı alt alanlarda (köy toplumbilimi, kent toplumbilimi vd.) belirlemektedir. Gerek toplumbilim gerekse iletişim bilimleri, toplumsal yapının değişim dinamiklerini kapsamlı biçimde kavramayı sağlayacak birbirine yakın iki alandır. Ancak bu iki alanın Türkiye’deki akademik çalışmalarda ne oranda ve nasıl kesiştiği şimdiye değin pek de araştırılmamıştır.

Özellikle toplumsal değişimin 1930’ların sonlarından itibaren dinamiklerini kavramada kırsal bölgedeki modern iletişim teknolojisini belirleme çalışmaları, bu iki dalın iç içe kullanıldığının zengin örnekleri olmuştur. Bu çalışmanın önemi, toplumbilimsel çalışmaların iletişim bilimleri, konusu ve araçlarına kendi içinde ne oranda ve nasıl yer verdiği belirlenerek disiplinler arası bakışla yapılan çalışmaların hangi ölçüde gerçekleştiğini belirlemekte yatmaktadır. Bunun yanı sıra, Türkiye’de sosyal bilimciler, yapmış ve yazmış oldukları toplumbilimsel nitelikteki bilimsel çalışma ve yapıtlarda genelde toplumsal gelişmişlik ölçü(t)lerini verirlerken kitle iletişim

Page 70: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 62

araçlarının toplumsal yapı içindeki rol ve işlevlerini son derece kısıtlı biçimde kavramaya çalışmışlardır. Bunun nedeni, özellikle 1960 ve 70’lerde egemenliğini sürdüren kalkınmacı ve modernleşmeci yaklaşımın aslında ne amaç güttüğünün bilinmemesi, bu yaklaşımı körükleyen Amerikan sosyal ve siyaset bilimcilerinin ciddi ölçüde etkisinde kalınması ve bunun hala devam etmesidir ki, şimdi bile bu etki farklı bir kılıfta (küresel dünyada bilgi toplumu kılığında) devam etmektedir. Oysa halk, özellikle köylü kitlesi tarafından bu araçlardan ne oranda yararlanıldığının ötesinde, bunların hangi niyet ve amaçlarla, ne tür değerler atfedilerek kullanıldığı pek araştırılmamıştır. Dolayısıyla, bu makalede incelenen toplumbilimsel kitaplarda kitle iletişim konusu ve araçlarının ne tür bir bakış açısıyla ele alındığının belirlenmesi, çalışmanın temel problemini oluşturmaktadır.

YÖNTEM

Çalışmanın verilerini topladığı kaynağı, Türkiye’de 1930’lı yıllardan günümüze değin sosyal bilimcilerce yazılmış “toplumbilimsel nitelik”teki tüm akademik ve eğitsel kitaplardan oluşmuştur. Bu nedenle çalışmanın kapsamı, toplumbilimsel kitaplarla sınırlıdır ve veri kaynağı, bu kitaplardaki akademik ve eğitsel içerikten oluşmaktadır. Ulusal yazında yer alan toplumbilimsel kitapların toplam sayısının ve diğer niteliklerinin daha önceden belirlenmemiş olması, bu belirlemeyi gerçekleştirmenin çok zaman alacağı ve güç olacağı gerekçesiyle genel bir liste oluşturmaktan ziyade rastlantısal olarak ulaşılabilen her toplumbilimsel nitelikteki kitap incelemeye alınmıştır. Bir kitabın akademik ve eğitsel ölçüde “toplumbilimsel” niteliğe sahip olup olmadığı, kitabın içerdiği ünite, konu ve kavramlara bakılarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Öte yandan iletişimden gerek konusal gerekse kavramsal ve araç (medium) olarak bahsetmeyen toplumbilimsel kitaplar, göz ardı edilmekten ziyade, çalışmada anlamlı bir gösterge olarak oransal değerlendirmeye eklenmiştir. Çalışmamızda, iletişim konu, kavram ve araçlarına yer veren kitaplar içerik çözümlemesine tabi tutulmuş; bu çözümleme niteliksel açıdan kullanılmıştır. Her kitapta iletişimle ilgili bilgi ve verilerin, büyük ölçüde kitapların “İçindekiler”, “Metin”, “Dizin” ve “Sözlük” kısımlarında olduğu görülmüş ve çözümleme bu kısımlarda yapılmıştır. “Köy”, “Kent”, “Giriş”, “Genel” ve “Lise Sosyoloji” olmak üzere beş kitap türü incelenmiştir. Kitaplarda iletişimle ilgili incelenen kategoriler, iletişim ile ilgili “sözcük”, “konu”, “kavram”, “kuram ve kuramcı”, “kitle iletişim araçları” olmuştur.

Page 71: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 63

“Toplumbilime Giriş” kitaplarında ayrıca “İletişim Toplumbilimi” disiplinine yer verilip verilmediği, verildiyse konunun nasıl ve ne oranda ele alındığı da saptanmıştır. Oranlama, konunun incelenen toplumbilimsel kitabın toplam sayfası içindeki kapsadığı yere göre belirlenmiştir.

BULGULAR VE TARTIŞMA

Çalışmamızda elde edilen genel niceliksel bulgular, Tablo 1’de frekans (f) ve yüzde (%) olarak gösterilmiştir.

Tablo 1. İncelenen toplumbilimsel kitaplarda iletişim konusu, kavramı ve

araçlarının yer alma sıklık ve oranları

Kitabın Türü İletişim konu, kavram ve araçlarını içeriyor N %

İletişim konu, kavram ve araçlarını

içermiyor N %

Toplam N %

Köy Araştırması 8 62 5 38 13 100 Kent Araştırması 8 40 12 60 20 100 Toplumbilime Giriş 9 40 13 60 22 100 Kuramsal 24 34 47 66 71 100 Lise Toplumbilim 3 33 6 67 9 100 Toplam 52 42 83 58 135 100

Çalışmada toplam 135 adet toplumbilimsel nitelikli kitap incelenmiştir.

Buna göre içinde herhangi bir iletişimsel kavram, konu ve araç içermeyen kitap sayısı 83’tür (% 58). Kitaplardan 52 tanesi (% 42) ise iletişimle ilgili konu, kavram ve araçlara en az bir kez yer vermiştir. Buna göre kitapların çoğunda iletişim konu, kavram ve aracının yer almadığı görülmüştür. Tablo 1’e göre, kitap türleri içinde iletişime en çok köy (saha) araştırmalarında (% 62); ikinci olarak, kent (saha) araştırmalarında (% 40) ve Toplumbilime Giriş kitaplarında (% 40); üçüncü olarak genel kitaplarda (% 34), en az ise Lise Toplumbilim kitaplarında (% 33) yer verilmiştir. Köy araştırmalarında, daha ziyade monografilerde iletişim konusuna diğer türlere göre daha fazla yer verilmesi, beklenen bir bulgu olarak değerlendirilebilir, zira 1930’lardan başlayarak Amerikan kaynaklı modernleşmeci (ve kalkınmacı) bir yaklaşım Batı etkisine açık tüm dünyada sosyal bilimlerde egemenliğini kurmuştur. Önemli Türk sosyal bilimcilerinin (Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif, Mübeccel Belik Kıray, Nermin Erdentuğ,

Page 72: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 64

Nermin Abadan-Unat vb.) 19. yüzyılın aksine, 20. yüzyılın başlarından, daha doğrusu Cumhuriyet’in kurulmasından itibaren yüksek lisans ve doktora eğitimleri için daha çok ABD’yi tercih ettikleri ya da en azından ABD menşeli kaynakları (kuram, yayın, bilimsel etkinlik vb.) takip ettikleri bilinmektedir. ABD’de şekillenen modernleşmeci yaklaşım, bu sosyal bilimcileri, özellikle toplumbilimcileri etkilemiştir. Nitekim bu yaklaşımı temel alan toplumbilimcilerin “ulusal ülkü”yü içselleştirmiş kişilik ve formasyonları sonucu ülke kalkınmasına dair araştırma yapmamaları beklenemezdi. 1930’lardan itibaren kalkınmanın ulusal modernleşme ile eşanlamlı olduğu düşüncesi, yazılan toplumbilimsel nitelikteki kitaplarda ele alınan konu ve benimsenen yaklaşım biçimiyle de görülebilir. Kırsal bir toplum olarak Türkiye’nin öncelikle köyden kalkınarak modernleşeceğine yönelik inanç ile girişilen çeşitli resmi kitlesel, demokratik ve parasız uygulamalar-Köy Odaları, Köy Mektepleri, Köy Enstitüleri, Halkevleri vb.-düşünüldüğünde, köye yönelik akademik çalışmalarda iletişim konusunun ele alınmaması beklenemezdi. Nitekim köy monografilerinde, “geri” ve “geleneksel” yapının kırılmasında modern iletişim ve kitle iletişim araçlarına doğrudan ve mutlak bir olumlu rol atfedildiği görülmektedir. Bu olumlu role vurgu, yakın dönemli çalışmalarda da yapılmıştır:

Hasanoğlan’lılar aynı tarzda telgraftan da faydalanmasını öğrenmiş, acele işlerini bu modern araçla yapmağa alışmışlardır. Radyolar birçok köylülerin yalnız kendi memleketleri ile değil, dünya ile de temaslarını artırmıştır (Yasa, 1955:48).

Bugün Hasanoğlan düne bakıma dışla ilişki kurmada çok daha üstün bir duruma erişmiş bulunmaktadır. Gerek taşıt ve haberleşme araç ve olanakları, gerekse ilişki çeşit ve alanları eskisiyle karşılaştırıldığı zaman bu yargının nedenli doğru olduğu kendiliğinden belirmiş olacaktır (Yasa, 1969:26).

Gazete, kitap, dergi okumada Hasanoğlan benzeri kasabalarla karşılaştırılmayacak kadar ileri bir duruma ulaşmış bulunmaktadır (Yasa, 1969:239).

Görüldüğü gibi üretim yapısı geniş toplumla bütünleşmeye elverişli olmayan topluluklarda, kütle haberleşme imkanları var olsa da, etkin biçimde kullanılmamaktadır (Ozankaya, 1971:134).

Bu araçlardan radyo, en yoğun ölçüde girdiği köylerde (özellikle c köyünde) bile, etkin bir biçimde siyasal bilinçlenmenin aracı olamamakta, yayınların gerek dili, gerekse içeriği geniş köylü kitlesinin bilgi düzeyinin üstünde bulunmaktadır (Ozankaya, 1971:134).

Page 73: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 65

Okuryazarlık, radyo ve sinema izlemede önemli bir etmendir. Okumaz-yazmazlarla kıyaslandığında okur-yazarların önemli bir bölümü radyo dinlemekte ve gazete okumaktadır. Radyo dinleme, sinema izleme ve gazete okumada önemli bölgesel farklılıklar vardır. Kitle iletişim araçlarına maruz kalma, diğer bölgelere oranla gelişmiş bölgelerde daha yüksektir (Tuğaç vd., 1973:271).

Kitle iletişim araçlarının giderek yaygınlaştığına, köy topluluklarında da etkili olmağa başladığına ilişkin gözlemler artmaktadır (Geray, 1974:39).

Gerçekten de bu köylerde büyük çoğunluğun gazeteyi anlayacak, toplumsal, ekonomik ve siyasal konulardaki haberleri ve yorumları anlayacak düzeyde kültür düzeyi yoktur (Merter, 1990:113).

Radyo ve televizyon köylüler ile dış dünya arasındaki bağlantıyı sağlamış, köy toplumunu kapalı toplum olmaktan kurtarmış, açık toplum haline getirmiştir. Radyo ve televizyon gibi haberleşme vasıtaları, köyü kapalı bir çerçeve olmaktan çıkararak köylünün sosyal temas sahasını genişletmiştir (Merter, 1990:113).

Köyün kitle iletişim vasıtalarıyla dışa açılması köylerimizde hakim olan geleneksel normların değişmesini sağlamaktadır (Merter, 1990:113).

Kitle iletişim araçları, köylülerin üretim ile ilgili bilgilerini artırdığı için gelir düzeylerinin yükselmesine ve sosyal refah düzeyinin artmasına neden olmuştur (Merter, 1990:114).

Öte yandan genelde incelenen kitaplarda kitle iletişim araçlarından ulusal düzeyde bahsedildiği görülmüştür. 1990’lı yıllarla birlikte ortaya çıkan yerel medyadan sadece tek bir çalışmada (Güçlü, 2002) söz edildiği saptanmıştır. Bu da, kitle iletişim araçlarında devlet (resmi) tekelinin ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan “özel medya sektörü”ne ilişkin gelişmenin son dönem toplumbilimsel kitaplarda pek de fazla ele alınmadığını akla getirmektedir.

Köy Araştırmaları

Köy araştırmalarında iletişim konusundan diğer kitap türlerine göre daha fazla bahsedildiği belirtilmişti. Buna göre toplumbilimsel köy araştırması kitaplarının % 62’si iletişim konu, kavram ve araçlarına yer verirken, % 38’sinde konuya ilişkin herhangi bir ibareye rastlanmamıştır. Kitapların kendi içinde iletişim konusuna ayrılan oranlar Tablo 2’de görülmektedir. Kitap başına verilen oranların toplamı, kitap sayısına bölündüğünde ortaya çıkan oran (% 13), köy araştırmalarında iletişim konusuna ayrılan oran olmaktadır.

Page 74: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 66

Tablo 2. Köy araştırmalarında iletişim konusu, kavramı ve araçlarının dağılımı

Köy araştırmaları Sayfa Toplamı

İletişim konu, kavram ve araçlarına ayrılan sayfa N %

Yasa (1955) 290 14 5 Keleş ve Türkay (1962) 85 4 5 Yasa (1969) 381 25 7 Beşikçi (1969) 302 1 0,3 Tütengil (1969) 148 2 1,5 Ozankaya (1971) 323 15 5 Tuğaç vd. (1973) 386 12 3 Geray (1974) 408 6 1,5 Atalay (1979) 250 34 14 Eserperk (1979) 206 8 4 Merter (1990) 251 20 8 Hız (2002) 148 15 10

Kitaplar kendi içinde çeşitli açılardan değerlendirilebilir. İlk dikkat çeken

nokta, isimlendirme. Değişik tarihlerde ve farklı sosyal bilimcilerce yazılmış köy konulu daha eski tarihli kitaplarda (Yasa, 1955; Yasa, 1969; Tütengil, 1969; Ozankaya, 1971) “haberleşme” ismi kullanılırken yakın zamanda basılmış kitaplarda ise (Tuğaç vd., 1973; Geray, 1974; Atalay, 1979; Eserperk, 1979; Merter, 1990) “(kitle) iletişim” ya da “medya” gibi daha güncel terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu konuda tek bir istisnayla Hız (2002), eski kuşak toplumbilimciler gibi “haberleşme” ismini tercih etmiştir.

İletişim konusu, incelenen daha eski tarihli kitaplarda (Yasa, 1955; Yasa, 1969; Kıray, 1972; Geray, 1974; Tezcan, 1977; Eserperk, 1979; Kıray, 1982, Yıldırak, 1982) “taşıt, vasıta, yol” gibi ulaşımla ilgili konularla birlikte ve iç içe (yeni tarihli kitaplara göre daha fazla) ele alınmıştır. Bundan, geçmişte köylülerin ulaşım sorunlarını ve bundan kaynaklı iletişim sıkıntılarını daha fazla yaşamalarının belirleyici bir yeri olsa gerek. Bir de, 1960 ve 1970’lerde ulaşımla köylerin kalkınması arasında doğrudan ilişki kurulmasının da payı vardır. Bu durum, eski monografilerde bariz biçimde görülmektedir. Örneğin, Yasa (1955) Hasanoğlan Köyü’nün İçtimaî-İktisadî Yapısı adlı monografisinde Hasanoğlan’da kullanılan ulaşım araçları olarak tren, araba gibi modern makineli araçların yanı sıra ‘kağnı’, ‘eşek’, ‘at arabası’ gibi hayvan gücüyle yapılan taşıma biçimlerinden bahsetmekte; köyde modernleşmenin yarattığı çeşitli değişimleri aynı zamanda haberleşme ve

Page 75: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 67

ulaşım açısından ele almaktadır. Bu açıdan eski monografilerde ulaşımdan kaynaklanan sorunlar nedeniyle köyün dışarısıyla (belde, kasaba, şehir, yabancı ülke) ilişkileri de modernleşmenin bir göstergesi olarak irdelenmektedir (Yasa, 1955; Yasa, 1969). Bu da anlaşılır bir bulgudur, çünkü özellikle köy monografilerinde kendi içine kapalı ve yeterli, çoğunlukla yolu olmayan, dış dünya ile ilişkileri çok sınırlı olan köylüler için iletişim, öncelikle ulaşım anlamına gelmektedir. Kitle iletişim araçlarının kapalı köy yapısı içinde yerinin ya olmaması ya da çok az olması, iletişimin “merkez” ile sadece ya da yoğunlukla ulaşım boyutunda kurulmasına neden olmaktadır.

Daha yeni çalışmalarda ise artık ulaşımla ilgili olarak hayvan gücünden bahsedilmediği görülmektedir. Yazarlar (Atalay, 1979; Merter, 1990; Hız, 2002) iletişim konusunu ulaşım konusuyla birlikte ele almamakta; aksine, artık köylülerin daha çok iletişim araçlarıyla olan ilişkilerinin değişik boyutlarının (en çok tercih edilen iletişim araçları, programlar, türler vs) değerlendirilmesini ve bireysel tercihlerin nasıl farklılaştığının vurgulanmasını tercih etmektedirler. Bunda, iletişim araçlarının hem nicelik hem de nitelikçe artması ve gelişmesinin, dolayısıyla bu araçlara sahiplik ve izlenme oranlarının yaygınlaşmasının büyük bir etkisi olsa gerek.

Yine eski tarihli toplumbilimsel kitaplarda (Yasa, 1955; Keleş ve Türkay, 1962; Yasa, 1969; Tütengil, 1969; Ozankaya, 1971; Tuğaç vd., 1973; Geray, 1974; Atalay, 1979; Eserperk, 1979) postane, telefon, radyo, gazete, sinema, tiyatro gibi ilk kuşak/klasik kitle iletişim araçları incelenirken daha yeni tarihli köy araştırmalarında (Merter, 1990; Hız, 2002), beklenenin aksine, küreselleşmeyle birlikte artık etki ve yaygınlığı iyice artan yeni elektronik kitle iletişim araçlarından (bilgisayar, İnternet, kablolu TV vd.) bahsedilmemektedir. Bunun nedeni, ya yazarların alan araştırması yaptıkları köylerde bu yeni kitle iletişim araçlarına rastlamamaları ya da bu yeni araçların listeye eklenmesinin unutulmasıdır.

Kent Araştırmaları

Kent araştırması alanına ait 20 adet kitaptan 8’nin (% 40) iletişim konu, kavram ve araçlarına yer verirken 12’sinin (% 60) vermediğini yukarıda belirtmiştik. Buna göre, incelediğimiz kitap türleri içinde kent araştırmaları, Toplumbilime Giriş kitaplarıyla birlikte iletişim konusundan en çok bahsedenler listesi içinde ikinci sırada yer almaktadır. Kitapların kendi içinde iletişim konusuna ayrılan oran Tablo 3’de görülmektedir. Kitap başına verilen oranların toplamı, kitap sayısına bölündüğünde ortaya çıkan oran (% 7), kent

Page 76: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 68

araştırmalarında iletişim temasına ayrılan oran olmaktadır. Kent araştırmalarında iletişime ayrılan oran (% 7), köy araştırmalarında ayrılan orandan (% 13) daha az, hatta neredeyse yarı yarıyadır. Aslında tam tersi olması beklenirken bu bulgu nasıl değerlendirilmeli? Şu söylenebilir: Türkiye’de toplumbilim çalışmalarında uzun süre egemenliğini kurmuş olan Modernleşme paradigmasının kuramsal yaklaşım, çözümleme bağlamı, değerlendirme ve yorumlama biçimlerinin herhalde en çok köy monografilerinde kullanıldığı; bu yaklaşım içinde de kitle iletişim araçlarına özel bir önem verildiği ileri sürülebilir. Bu da, köyde yaşanan önemli yapısal dönüşümleri akla getirmektedir. Böylece, özellikle 1950’li yıllardan itibaren kırsal bölgelerde gerçekleşen tarımsal makineleşme ve yeni üretim (ekme, biçme vb.) biçim ve ilişkilerinin köy toplumsal yapısında ortaya çıkardığı gelişmeler (işsizlik, kente göç, ailede rol değişimi, çözülen akrabalık ilişkileri vb.) en çok modernleşme bağlamında değerlendirilmiştir. Dolayısıyla, toplumbilimciler, diğer sosyal bilimciler (antropolog, iktisatçı vd.) gibi gözlerini kentten çok köye çevirmişlerdir. Bunda, birkaç on yıllık zaman dilimi öncesine değin Türkiye’nin kırsal bir toplum olmasının da önemli bir payı olsa gerek. Bu yapının modernleşmesinin en anlamlı göstergelerinden biri olarak kitle iletişim araçları alanındaki değişim kullanılmış olabilir.

Tablo 3. Kent araştırmalarında iletişim konusu, kavramı ve araçlarının dağılımı

Kent Araştırmaları Sayfa

Toplamı İletişim konu, kavram ve araçlarına ayrılan sayfa N %

Kıray (1964) 240 11 5 Yasa (1966) 306 13 5 Keleş (1971) 210 4 2 Kıray (1972) 138 9 8 Şenyapılı (1981) 349 2 0,8 Kongar (1986) 459 8 2 Alpar ve Yener (1991) 341 4 1,4 Güçlü (2002) 137 4 3

Kent araştırmalarında, köy araştırmalarında olduğu gibi isimlendirmede

tercihin yıllar geçtikçe pek değişmediği görülmüştür. Neredeyse tüm kitaplarda (Kıray, 1964; Yasa, 1966; Keleş, 1971; Kıray, 1972; Kongar, 1986; Alpar ve Yener, 1991) “haberleşme” terimi kullanılmıştır. Sadece tek bir

Page 77: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 69

toplumbilimci (Güçlü, 2002), günün yaygın ifadeleri olan “iletişim” ve “medya” terimlerini kullanmıştır. Bunda haliyle “iletişim” ve “medya” terimlerinin “haberleşme” terimine göre daha yeni olması ve yaygın kullanıma henüz girmesinin önemli bir payı olsa gerek. Özellikle özel radyo ve TV kanallarının “kitle iletişim araçları” terimini bile neredeyse kullanmadığı, yerine söylenmesi ve yazılması kolay ve pratik olan “medya”yı tercih etmesinin ancak 10-15 yıllık bir geçmişe sahip olduğu hatırlanırsa, konu aydınlığa kavuşur.

Kent araştırmalarında artık, köy araştırmalarında iletişim konu, kavram ve araçlarıyla birlikte ele alınan ulaşımdan bahsedilmemekte; daha ziyade, iletişim şekilleri ve araçlarından söz edilmektedir. Bu kitaplarda da iletişime ayrılan bölümlerden Türkiye’nin (kitle) iletişim alanında geçirdiği değişimler açık biçimde izlenebilmektedir. Örneğin, eski tarihli çalışmalarda (Kıray, 1964; Yasa, 1966; Keleş, 1968) “günlük ortalama telgraf sayısı”, “günlük ortalama mektup sayısı”, “radyo sahipliği oranı”, “en çok dinlenen radyo programları” gibi çokça ele alınan konular, daha yeni çalışmalarda (Şenyapılı, 1981; Kongar, 1986; Alpar ve Yener, 1991; Güçlü, 2002) yerini ağırlıkla “okunan gazete ve dergi tipi”, “izlenen TV programları” ve “özel medya kanallarından hangisinin izlendiği”ne bırakmaktadır.

Toplumbilimsel giriş kitapları

Toplumbilime Giriş türüne ait 22 adet kitaptan 9’nun iletişim konusuna yer verirken 13’nün vermediğini Tablo 1’de belirtmiştik. Buna göre, incelediğimiz kitap türleri içinde Toplumbilime Giriş kitapları, Kent araştırma kitaplarıyla birlikte iletişim konusundan en çok bahsedenler arasında ikinci sırada yer almaktadır. Kitapların kendi içinde iletişim konusuna ayrılan oranlar, Tablo 4’de görülmektedir.

Eserperk’in kitabında iletişim ya da İletişim Toplumbilimi başlığı altında “İçindekiler” kısmında herhangi bir ibare yok; ama dizin kısmında yer alan “iletişim” sözcüğünün çeşitli sayfalarda geçtiği ancak bu terimin de bir disiplini anlatmaktan çok kişiler arası ilişki ve etkileşimi anlatan ifadelerle (“sosyologlar arası iletişim noksanlığı”,s.108; “insanlar aralarındaki iletişimin sürekliliğini sağlamak”, s.126; “eğer insanlar ortaklaşa bir dünyada yaşamasa... iletişim sağlayamayacak”, s.127 vb.) ele alındığı görülmektedir. Bu nedenle bu kitapta iletişime ayrılan yeri (sayfayı) belirlemek mümkün olmadı.

Page 78: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 70

Tablo 4. Toplumbilime giriş kitaplarında iletişim konusu, kavramı ve araçlarının dağılımı

Toplumbilime Giriş Kitapları

Sayfa Toplamı

İletişim konu, kavram ve

araçlarına ayrılan sayfa

N % Eserperk (1981) 230 - - Tan (1981) 154 1 0,6 Meray (1982) 232 8 3,5 Ergil (1984) 256 4 1,6 Sayın (1985) 185 1 0,5 Ozankaya (1986) 446 10 2,2 Dönmezer (1990) 455 19 4,1 Sanay (1991) 206 1 0,5 Tezcan (1995) 238 2 0,8

Tablo 4’de görüldüğü gibi Toplumbilime Giriş kitaplarında iletişim

konusuna diğer kitap türlerine göre daha az yer verilmiştir. Bu da, incelenen Toplumbilime Giriş kitaplarında iletişim konusuna hak ettiği yerin verilmediğini göstermektedir. Toplumbilime Giriş kitapları yazarları içinde sadece 4 kişi (Tan, 1981; Ozankaya, 1986; Dönmezer, 1990; Sanay, 1991) toplumbilimin alt dalları içinde İletişim Toplumbilimine ayrı bir yer ayırmış, ancak birbirinden farklı isimlendirmeler kullanmışlardır. Tan “Kitle İletişim Sosyolojisi”, Ozankaya “İletişim”, Dönmezer “Radyo-Televizyon Sosyolojisi”, Sanay “Kitle Haberleşme Sosyolojisi” isimlerini tercih etmişler.

Kitapların kendi içinde iletişim konusuna ayrılan dağılıma göre. kitap başına verilen oranların toplamı (% 13,8), kitap sayısına (9) bölündüğünde ortaya çıkan oran (% 1,5), Toplumbilime Giriş kitaplarında iletişim konusuna ayrılan ortalama oran olmaktadır. Toplumbilime Giriş kitaplarında iletişime ayrılan kitap başına oranın (% 1,5), köy (% 13) ve kent araştırmalarında (% 7) iletişime ayrılan oranların çok altında kalması nasıl açıklanmalı? Bu bulgu, Türk sosyal bilimcileri için ‘İletişim Toplumbilimi’nin diğer alt dallar gibi ve kadar önem arz etmediğini göstermektedir. Klasik alt dallar (Aile Toplumbilimi, Köy Toplumbilimi vd.) Toplumbilime Giriş kitaplarında genişçe yer bulurken iletişim, hele kitle iletişimi gibi 20. yüzyılı çok derinden etkileyen bir konunun 20. yüzyılın sonlarında yazılan Türk menşeli Toplumbilime Giriş kitaplarında yeterince yer almaması, konunun

Page 79: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 71

önemsizliğinden ziyade, Türk sosyal bilimcilerinin ilgisizliklerine bağlanabilir. Kitle iletişiminin bu derece geliştiği ve çok büyük etkilerde bulunduğu bir dönemde Türk sosyal bilimcilerin konuya bu derece az ilgi göstermelerinin nedenleri daha ayrıntılı biçimde incelenmelidir.

Niteliksel toplumbilim kitapları

Türkiye’de toplumbilimsel alan yazınının genelinin dökümüne ilişkin yeni ve kapsamlı herhangi bir sistematik çalışmaya rastlayamadığımız için rastlantısal olarak olabildiğince çok sayıda toplumbilimsel kitaba bu inceleme amacıyla ulaşmaya çalıştık. Alan yazını çalışmasının ilk sonuçlarından biri, “genel niteliksel toplumbilimsel” türdeki kitapların diğer türlere göre sayıca daha fazla olmasıdır. Bu nedenle incelememizde genel niteliksel kitapların sayısı (71 adet) diğerlerinden daha fazla yer aldı. Bu niteliksel kitaplardan 24’ü (% 34) iletişim konusuna yer verirken 47’sinde (% 66) iletişim konusuna ilişkin bir ibareye rastlanmamıştır. ,

Tablo % 5’deki veriler dikkate alındığında, incelenen kuramsal toplumbilimsel kitaplarda kitap başına iletişime ayrılan sayfanın 11, kitap başına düşen oranın ise % 4,3 olduğu görülür. Bu oran, köy ve kent çalışmalarından daha düşüktür.

Genel niteliksel toplumbilimsel kitaplarda iletişim konusunun genellikle kitabın toplumbilimsel inceleme konusuna (kadın, boş zamanlar, suç, çocuk, toplumsal değişme, aile, vb.) göre ele alındığı görülmüştür. İncelenen genel niteliksel kitaplar içinde iletişim konusuna yer veren çalışmalar, Tezcan (1977) % 13,4, Kıray (1982) % 14, Erder (1984) % 12, Kongar (1985) % 6, Arat (1994) % 21, Çitci (1998) % 5,3, Göle (2000) % 7, Tezcan (2005) % 5 gibi oranlarla diğer kitaplardan daha fazla bir temsile sahiptir. Bu kitapların bazılarında iletişim konusunun diğerlerinden oransal olarak yüksek olmasının ardında, iletişim bilimcilerin de bir rolü vardır. Örneğin, Erder’in (1984) yayına hazırladığı ortak kitapta Aysel Aziz’in makalesi (“Kırsal Kesimde Kitle İletişim Araçlarının Aile Yapısına Etkisi”) ile Oya Tokgöz’ün makalesi (“Kentlerde Kitle Haberleşme Araçları ve Aile Tüketim Biçimleri”); yine Arat’ın (1994) yayına hazırladığı kitapta gazeteci-yazar Zeynep Alemdar’ın makalesi (“Basın ve Kadın”) ile gazeteci Necla Akgökçe’nin makalesi (“Kadın ve Aile Dergisi, Müslüman mı, Modern mi?”) bu çerçevede değerlendirilebilir. Dolayısıyla yazarın doğrudan iletişim bilimci olması, güvenli bir temsile izin vermediği için doğrudan iletişim bilimcilerce yazılan toplumbilimsel nitelikteki kitaplar (bunlara iletişime toplumbilimsel açıdan

Page 80: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 72

yaklaşan kitaplar denilebilir; örneğin, Aziz, 1982; Tokgöz, 1982; Güçhan, 1992; Dursun, 2001; Çelenk, 2005; Mutlu, 2005; Erdogan, 1998; Erdoğan 2007, Erdoğan ve Alemdar, 2005a; Erdoğan ve Alemdar, 2005b) inceleme dışı bırakıldı. Fakat ortak kitaplarda iletişim bilimcilerin yer almasının inceleme konusu açısından bir sakınca (temsil problemi, değerlendirme, çözümleme vb.) yaratmayacağı düşünüldü.

Tablo 5. Genel niteliksel toplumbilimsel kitaplarda iletişim konusu, kavramı ve araçlarının dağılımı

Kuramsal Toplumbilimsel Kitaplar

Sayfa Toplamı

İletişim konu, kavram ve araçlarına ayrılan sayfa N %

Yasa (1970) 228 4 1,7 Tezcan (1974) 418 4 0,9 Tezcan (1977) 223 30 13,4 Berkes (1978) 656 9 1,4 Erkal (1981) 181 1 0,5 Alkan (1982) 82 1 1,2 Kıray (1982) 499 7 1,4 Yıldırak (1982) 211 1 0,5 Dönmezer (1984) 504 14 2,8 Erder (1984) 272 31 12,0 Kongar (1985) 460 26 6,0 Kongar (1988) 368 2 0,6 Alkan (1989) 380 8 2,0 Arat (1992) 333 4 1,2 Kongar (1992) 236 4 1,7 Aydın (1993) 270 2 0,7 Oktay (1993) 253 6 2,5 Arat (1994) 211 44 21,0 Tekeli (1995) 389 6 2,0 Şen (1995) 583 2 3,0 Mardin (1997) 199 4 2,0 Çitci (1998) 582 31 5,3 Göle (2000) 260 16 7,0 Tezcan (2005) 151 7 5,0

Page 81: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 73

Genel niteliksel toplumbilimsel kitaplarda geçmişten günümüze doğru olan süreçte iletişim konu, kavram ve araçlarının farklı ele alındığı görülmüştür. Eski tarihli kitaplarda (örneğin Yasa, 1970; Tezcan, 1974) daha çok kitle iletişim araçlarının yıldan yıla artışı, kullanımının yaygınlaşması, kişi başına düşen kitle iletişim aracı sayısı gibi toplumdaki iletişimsel gelişimin maddi modernleşme yönü ele alınırken daha yakın tarihli kitaplarda (örneğin Oktay, 1993; Arat, 1994; Çitci, 1998; Göle, 2000) ise iletişim konusunun incelenen bağlamlara göre eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulduğu görülmektedir. Örneğin, Oktay (1993) TV ve videoyu özellikle popüler bazı diziler üzerinden ideolojik ve sınıfsal bir çözümlemeye tabi tutarken, Arat’ın (1994) yayına hazırladığı kitapta Oya Tokgöz siyasal reklamlarda kadın söylemini, Zeynep Alemdar basın ve kadın ilişkisini, Necla Akgökçe Müslüman bir kadın-aile dergisinin modernliğini, Göle’nin (2000) editörlüğünü üstlendiği kitapta ise Umut Azak, İslamcı radyolarda çalışan türbanlı spikerlerin konumunu eleştirel bir biçimde irdelemektedir. Dolayısıyla, genel niteliksel toplumbilimsel kitaplarda iletişim konusuna süreç içinde işlevsel bir rol biçen ve modernleşmeci görüş açılı betimsel bir yaklaşımdan iletişim aracının kendisini çeşitli parametre ya da yaklaşımlar (toplumsal sınıf, kapitalizm, kitle kültürü, ideoloji, yeniden üretim, dinsellik vb.) bağlamında irdeleyen ve eleştirel biçimde inceleyen bir bakış açısına geçildiğini görüyoruz.

Genel niteliksel kitaplar içinde iletişim üzerine olan görüşlerine sistematik biçimde ve genişçe yer veren toplumbilimcilerin başında Kongar (1985) gelmektedir. Gerçekten de Kongar, “toplumsal değişme” olgusunu incelediği kitabında iletişim konusuna “Modernleşme” bölümü altında “Haberleşme ve Değişme” adıyla ayrı bir alt başlık ayırmıştır. Kongar, bu alt başlıkta iletişim konusunu neredeyse bir iletişim bilimci gibi oldukça ayrıntılı başlıklar halinde (“Haberleşmenin Tanımı”, “Haberleşmenin Öğeleri”, “Haberleşmenin İşleyişi-Kaynak ile Alıcı Arasındaki İlişkiler”, “Gelişme Düzeyine Göre Haberleşme Sistemleri” vd.) ele almıştır. Yine, Dönmezer (1984), suç bağlamında olsa da, iletişim konusuna oldukça ayrıntılı yer vermiş, çeşitli kitle iletişim araçlarını suçbilimsel bir değerlendirmeye tabi tutmuştur.

Genel niteliksel kitapların bazılarında (Berkes, 1978; Aydın, 1993; Tekeli, 1995; Mardin, 1997) ise tarihsel yaklaşım gereği iletişim konusu, çoğunlukla yerli ya da yabancı bazı yayın organlarının, öncelikle gazete ve dergilerin (Bulletin de Nouvelles, Takvim-i Vekayi, Le Moniteur, Ceride-i Havadis, Tercüman-ı Ahvâl, Ülkü, Çingıraklı Tatar, Diyojen, Hayal vd.)

Page 82: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 74

ülkemizde ortaya çıkış, işlev, etki ve önemleri üzerinden ele alınmıştır. Bu tarihsel toplumbilimsel yaklaşım gereği yazarlar, eleştirel, çözümlemeli ya da doğrudan verdikleri bilgilerle kitle iletişim araçlarının önem ve rolleri üzerinde durmuşlardır. Diğer kuramsal kitaplardan bazıları ise genellikle iletişim konusunu ele aldıkları inceleme konusuna (subject matter) göre değerlendirmişlerdir. Örneğin, iletişim konusunu Tezcan (1977) ‘boş zamanların değerlendirilmesinde kitle iletişim araçlarının kullanımı’, Erkal (1981) ‘haberleşme ve ulaşım araçlarının artan etkinliğinin spor faaliyetlerinin ortaya çıkış ve gelişmesine yardımcı olması’, Kongar (1992) ‘kamuoyunun oluşturulmasında kitle iletişim araçlarının rolü’ gibi açılardan ele almışlardır.

Genel niteliksel toplumbilimsel kitaplarda kitle iletişim konusu, kavramı ve araçlarına yönelik çoğunlukla olumlayıcı bir bakış açısı egemendir. Buna göre, kitle iletişim araçları hem toplumsal gelişmeyi sağlamakta hem de bir gelişmişlik ölçütü olmaktadır. Oysa konuya doğrudan olumsuz bakanlar da vardır. Metin Erksan (Şen, 1995:495) kendi ilgi konusu ve mesleği olan sinema konusunun “medyacılar” tarafından “senaryo” kavramıyla yozlaştırılıp kullanılması bağlamında çarpıtıldığını sitemkar ve çok ağır bir dille eleştirmiştir: ”Türkiye’de kendini aydın sanan bütün politikacıların ve medyacıların; bir pislik, rezillik, bir alçaklık olgusunu anlatacakları zaman, bu olguyu bir filmin içerik ve biçiminin yazılı öğesi olan “senaryo” olarak tanımlamaları, bu insanların sinema olgusu hakkındaki kültürel düşüncelerinin açık bir belgesidir... medyacılar için politik ve medyatik her tür; kötülük, pislik, rezillik, alçaklık “senaryo” demektir... Oysaki yalandan alçaklığa kadar her tür pislik “politika”nın ve “medya”nın içinde fazlası ile vardır.”

Lise toplumbilim kitapları

Orta öğretim (Lise) ders kitaplarının, öğrencilere belli bir disiplini, diyelim fen ya da sosyal bilgisini kazandırmada önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Zira öğrenciler, herhangi bir disiplinle, örneğin toplumbilimle ilk kez lise sıralarında karşılaşmakta; bu dönemde söz konusu bilimsel disipline ilişkin temel bilgileri, konunun “uzmanı” olan toplumbilimcilerden edinmektedirler. Bu nedenle çalışmamızda, çeşitli tarihlerde toplumbilimcilerce yazılan ve basılan, ardından Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanıp liselerde okutulan Toplumbilim kitaplarını da inceleme uygun görüldü. Lise düzeyi olsa da, bu kitaplarda “profesyonel” toplumbilimcilerin (akademisyen, öğretmen vd) kitle iletişim konu, kavram ve araçlarına yer verip vermediği, verdiyseler iletişim konusunu nasıl ele

Page 83: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 75

aldıkları, rastlantısal olarak seçilen 9 adet kitap üzerinden incelendi. Bulgulara göre, lise Toplumbilim kitaplarında iletişim konusuna, kitap türleri arasında en az yer verildiğini bulguladık. 9 adet lise kitabından 3’ü (% 33) iletişim konusuna yer verirken, kalan 6’sında (% 67) konunun ele alınmadığını saptadık. İletişim konusuna yer veren lise toplumbilim kitaplarının (Nirun vd., 1993; Ozankaya, 1999; Öztürk ve Coşkun, 1999) da yeni tarihlerde (1990’lar) yazılmış olduğu görülmektedir. 1990’lı yıllardan itibaren iletişim konusunun lise toplumbilim kitaplarına girmesi, dünya ve Türkiye’nin bu dönemle birlikte etkilerine doğrudan maruz kaldığı küreselleşme ve bu süreçte kitle iletişim araçlarının, özellikle TV ve bilgisayarın (İnternet’in) artan etkisine bağlanabilir.

Tablo 6. Lise toplumbilim kitaplarında iletişim konusu, kavramı ve araçlarına ayrılan sayfa/oran

Lise Toplumbilim Kitapları Sayfa toplamı İletişim konusuna ayrılan sayfa/oran

Nirun vd. (1993) 166 - - Ozankaya (1999) 198 1 0,5 Öztürk ve Coşkun (1999) 252 1 0,4

Lise toplumbilim kitaplarında iletişim konusuna verilen oran

ortalamasının (% 0,3) diğer alan kitaplarından çok daha düşük olduğu görülmektedir. Oranın düşük çıkmasında, kitap yazarlarından ziyade, oluşturduğu müfredatla ders kitaplarında hangi konunun, hangi oran ve içerikte yer alacağını saptayan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın sorumluluğu belirleyici olsa gerek. Nitekim hem Ozankaya’nın (1999) hem de Öztürk ve Coşkun’un (1999) kitaplarında konu başlığı aynıdır:”Kitle İletişim Araçları.” Fakat sorumlu kim olursa olsun, yakın geçmişte ya da günümüzde Lise Toplumbilim kitaplarında iletişim konusuna çok daha geniş yer verilmesi gerekirdi, çünkü günümüzün çocuk ve gençlerinin hayatı büyük ölçüde kitle iletişim araçlarının olumlu ya da olumsuz etkisine açık biçimde yaşanmaktadır.

Gerek Ozankaya (1999) gerekse Öztürk ve Coşkun’nun (1999), “Kitle İletişim Araçları” konusunu bir sayfalık kısıtlı bir alan içinde bile olabildiğince zengin biçimde işleme kaygısıyla hareket ettikleri görülmektedir. Örneğin Ozankaya (1999), kitle iletişim araçlarını tek tek saymakta, bunların günümüz toplumundaki önem ve rollerini belirtmekte, “iletişim patlaması” (s.166) denilen gelişmeyi açıklamakta, iletişimde hızı

Page 84: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 76

artıran düzen ve araçları (telekomünikasyon, mikrodalga düzenler, yapay uydular ağı, e-mail, silikon yongası vd.) yalın ve etkileyici biçimde aktarmaktadır. Ozankaya’nın (1999) tek kusuru, belki de “iletişim” kavramına sözlükte yer vermemesidir. Oysa Öztürk ve Coşkun (1999:212-213), sözlükte hem iletişim kavramına yer vermekte hem de iletişim alanında son dönemlerin popüler tartışma konularından (dünyanın küçük bir köye dönüşmesi, küreselleşme, TV’nin çocuğun toplumsallaşmasındaki etkileri, kitle iletişim araçlarının yaydığı kültür emperyalizmi, ulusal “bir örnekleşme”) bahsetmektedirler.

SONUÇ

Çalışmada elde edilen sonuçlar, bazı kuramsal sonuçlara ulaşmaya imkan verecek niteliktedir. Bu sonuçlardan ilki, iletişime modernleşmeci yaklaşımı, diğeri ise iletişimde işlevselci durumu ortaya koymaktadır.

Çalışmada, geç 1960’lara kadar tüm dünyada egemen paradigma olmasından hareketle Türkiye’de Modernleşmeci yaklaşım, iletişim olgusu ve kitle iletişim araçları üzerinden incelenmeye ve belirlenmeye çalışılmıştır. İncelenen kitaplar çerçevesinde ortaya çıkan genel sonuç, geçmişten günümüze Türk sosyal bilimcilerin iletişim konusu ve kitle iletişim araçlarına olan bakışlarının modernleşmeci bir çerçeve içinde kaldığıdır. Burada köy monografileri ya da incelemeleri (Yasa, 1955; Keleş ve Türkay, 1962; Yasa, 1969; Tütengil, 1969; Ozankaya, 1971; Tuğaç vd., 1973; Atalay, 1979; Eserperk, 1979; Merter, 1990; Hız, 2002) ile kent ve kasaba araştırmaları (Kıray, 1964; Yasa, 1969; Keleş, 1971; Kıray, 1972; Şenyapılı, 1981; Kongar, 1986; Alpar ve Yener, 1991;Güçlü, 2002) başta olmak üzere incelenen toplumbilimsel kitaplarda Türk köy, kasaba ve kentlerindeki değişmeler incelenirken kitle iletişim araçlarının (öncelikle radyo, sinema, tiyatro, gazete, kitap, telefon, dergi, mektup, telgraf; daha sonra televizyon) yapısı, etkisi, kullanımı ve atfedilen anlamları ele alınmakta; bu açıdan çeşitli bireysel ve toplumsal tutum değişimleri modernleşme eğiliminin bir örneği ve göstergesi olarak saptanmaya çalışılmakta; nihayet değişme, modernleşme olarak tanımlanmakta ve olumlanmaktadır. Bu kitapların bazılarında modernleşme yaklaşımının bazen açık biçimde isim zikredilerek tercih edildiği de görülmektedir; örneğin, Tuğaç vd.’nin (1973) yazdıkları kitabın adı (“Modernization in Turkish Villages”) ve Kongar’ın (1985:255, 256.) konuyu ele aldığı alt başlıklar (Modern Haberleşme Sistemi, Geleneksel Haberleşme

Page 85: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 77

Sistemi), modernleşme yaklaşımının açık biçimde benimsendiğinin göstergeleri olarak değerlendirilebilir. Modern olmanın, herhangi bir kitle iletişim aracına (tercihen birden fazlasına) sahipliğe ya da kitle iletişim araçlarına sahiplik ile bunları yaygın ve etkili biçimde kullanmanın doğrudan modern bir tutum almaya indirgendiği bu çalışmalarda değişim ile teknolojik uyum arasında biçimsel bir ilişki kurulmakta; bir teknolojik alet olarak kitle iletişim aracının neden, hangi amaçla ve nasıl kullanıldığından ziyade sahiplik oranı ve kullanımın yaygınlığı önemsenmekte ve gösterilmekte; bu biçimsel yaklaşım da, nihayetinde kitle iletişim aracı ile insan (köylü, kasabalı, kentli) arasındaki ilişkiyi eleştirel bir çözümlemeye tabi tutmadan açıklamaya çalışmaktadır. Köyde (kasaba ve kentte de, hatta gecekonduda) insanların telefona sahiplik ya da telefonu kullanım oranları, kitap okuma eğilimleri, postaneye attıkları mektup sayısı, gazeteleri hangi mekânda okudukları, hangi gazeteyi en çok beğendikleri, en çok dinledikleri radyo programları, haberleri en çok hangi iletişim aracıyla edindikleri, bir yıl içinde kaç kez sinemaya gittikleri gibi maddi göstergeler köy, kasaba ve kentteki sakinlerin modern tutum alma eğilimlerinin mutlak bir göstergesi olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşım içinde kalınarak kitle iletişim aracı ile modernleşme arasında birebir, mutlak ve karşılıklı bir ilişki kurulmakta; kitle iletişim aracını (yeterince) kullanmama, geri kalmışlığın ya da yeterince gelişmemişliğin önsel (a priori) bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Modernleşmeci yaklaşım tercihi, incelenen toplumbilimsel kitapların yazarlarını haliyle ve bekleneceği gibi yapısal işlevselci (structural functionalist) bir tutum almaya itmekte; bu da, kitle iletişim araçlarına tutucu bir bakış açısıyla (kitle iletişim aracına doğrudan ve mutlak bir yararlılık atfetme, bu araçları toplumsallaşma ve uzlaşma bağlamında onaylama, olumlu toplumsal değişimleri işlevselliğin doğal gereği sayarken olumsuz sonuçları kitle iletişim araçlarını yeterince ve doğru biçimde kullanmamaya bağlama vb.) yaklaşmaya neden olmaktadır. İncelenen kitaplardan bazı örnek ifadelerle bu durum şöyle somutlaştırılabilir:

Bütün bu araçlar (kitle iletişim araçları-K.İ.), kül halinde, bir tür sosyal murakebe, teftiş, uzlaşma, uyuşma ve sosyalleştirme fonksiyonlarını yerine getirmektedirler (Dönmezer, 1984:287).

Kanaatimizce gazete ve diğer mevkutelerin suç haberlerini kamuya vermeleri yüklenmiş bulundukları haberleşme fonksiyonunun tabiî gereğidir ve bu görev uygun bir şekilde yerine getirildiği taktirde faydalıdır (Dönmezer, 1984:293).

Page 86: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 78

...gazete ve dergilerin haber verme fonksiyonlarının icrası dolayısiyle... (Dönmezer, 1984:293).

Filmler de bu işlevi (“toplumsallaşma”-K.İ.) yerine getiren yaygın eğitim araçlarından birisidir (Tezcan, 1977:114).

Çağdaşlaşmamış kitlelerin ulusun tümüyle kaynaşmasını sağlayan araç olarak filmlerin önemli katkı ve rolleri gözden uzak tutulmamalıdır (Tezcan, 1977:116).

TV’nin işlevleri esas olarak dört grupta toplanabilir... Çeşitli programlarıyla TV, bu işlevlerini yerine getirmeye çalışır. Özel eğlence programları ile eğlence, haber bültenleri ile haber verme ve salt eğitim-öğretim amacı ile yapılan yayınlarla da eğitim işlevlerini yerine getirir (Tezcan, 1977:127).

Alt-grupların toplumla bütünleşmesini hızlandıran çeşitli iletişim araçlarının geliştirilmesi formel normlara uyma zorunluluğunu arttırmakla beraber, enformel kontrolün etkinliği de belirli ölçüde sürdürülmektedir (Eserperk, 1979:163).

Köyün kitle iletişim vasıtalarıyla dışa açılması köylerimizde hakim olan geleneksel normların değişmesini sağlamaktadır (Merter, 1990:113).

Radyo, televizyon, sinema, gazete ve benzeri kitle iletişim araçlarının toplum yaşamında, habercilik işlevi dışında, kamuoyunun oluşmasına, vatandaşın siyasal sürece bilinçle katılmasına yardımcılık, ulusal bütünleşme ve halk eğitimi konularında önemli işlevler yüklendiğini biliyoruz (Geray, 1974:39).

Otel giderek bazı haberleşme fonksiyonlarını da yüklenmektedir (Kıray, 1972:69).

Bölge ile ve şehir içinde çeşitli iş fonksiyonları arasında gerekli bütünleşmeyi temin eden temelde bir haberleşmeden söz edilmektedir (Kıray, 1972:71).

Bu makalede Türkiye’de 1930’lu yıllarından günümüze değin köy, kent, genel niteliksel, giriş ve lise tür ve düzeyinde yazılan toplumbilimsel nitelikteki kitaplarda iletişim konu, kavram ve araçlarının ne oranda/sıklıkta ve hangi içerikle yer aldığı incelendi. Niceliksel olarak frekans (f) ve yüzde (%), niteliksel olarak cümle temelinde içerik çözümlemesi uygulanan çalışmada Türkiye’de toplumbilimsel nitelikli kitaplarda iletişime toplumbilimsel bakış açısı ortaya konuldu ve kitap türleri arasında oransal kıyaslamalar yapıldı. Buna göre, ele alınan dönemde yayımlanan toplumbilimsel kitaplar içinde iletişim konu, kavram ve araçlarına yer vermeyen kitapların yer veren kitaplardan daha fazla olduğu; inceleme konusuna en çok köy araştırmalarında, en az ise Lise Toplumbilim (ders)

Page 87: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 79

kitaplarında yer verildiği görüldü. Bu sonuç, ülkenin uzun süren kırsal nitelikli yapısı, Türkiye’de köy gerçeğine yönelik yoğun ilgi, modernleşme yaklaşımının yerli sosyal bilimcilerin üzerindeki etkisine bağlandı. Fakat daha da önemlisi, iletişim konu, kavram ve araçlarının kitaplarda nitelikselin yanı sıra niceliksel değerlendirmelere nasıl tabi tutulduğu sorusudur. Bu tutum, büyük ölçüde değişmeyi modernleşme çerçevesinde algılayan ve tutucu biçimde yapısal-işlevselliğe indirgeyen bakış açısının iletişim ile Modernleşme/İşlevselcilik arasında kurduğu birebir, zorunlu ve mutlak ilişkiden kaynaklanmaktadır. Ulusal sosyal bilimciler, iletişim konu, kavram ve araçlarını eleştirel biçimde önemli yapısal parametreler (toplumsal sınıf, iktidar ilişkileri, üretim biçimi, bilinç, kültürel yeniden üretim vb.) üzerinden değil de, bir gelişmişlik ölçütü, değişmenin ve Batılı olmanın göstergesi, kırsal/geleneksel değerlerden kopmanın zemini, gerici yapılara karşı çıkmanın gereği gibi bağlamlarda algılamalarına neden olmuşlardır. Türkiye’de iletişim toplumbilimine egemen olan bakışın uzun süre bu şekilde olduğu ve incelenen yeni baskılı kitaplarda da bu eğilimin devam ettirildiği söylenebilir. Ancak, son dönemlerde yapılan çalışmalarda durumun belli ölçülerde değiştiği de görülmektedir. Böylece, çalışmanın başında da belirtildiği gibi, iletişime süreç içinde işlevsel bir rol biçen ve modernleşmeciliği esas alan betimsel bir yaklaşımdan iletişim aracının kendisini çeşitli parametre ya da yaklaşımlar (toplumsal sınıf, kapitalizm, kitle kültürü, ideoloji, yeniden üretim, dinsellik vb.) bağlamında irdeleyen ve eleştirel biçimde inceleyen bir bakış açısına geçildiğini saptamak mümkündür.

Dolayısıyla, iletişim ya da kitle iletişim toplumbiliminin dinamikleri modernleşme, işlevsellik, uzlaşma, uyum ve dengeden ziyade çeşitli bilinç dönüşümleri, kültürel yeniden üretim, iktidarın egemenlik kurma çabaları, popüler etkileme ve etkilenmeler gibi çeşitli, farklı, zengin, çok katmanlı, muhalif, etkileyen ve etkilenen yapısal unsurların ele alınmasıyla anlaşılabilir. İletişim araçlarının kitleyle olan ilişkisi, basit bir teknoloji-insan ilişkisi olmanın ötesinde ve üzerinde açılımlara sahiptir. Ne var ki, bu açılımların incelenen toplumbilimsel kitaplarda iletişim toplumbilimini doğrudan ilgilendirmesine karşın ele alındığı pek söylenemez.

Günümüzün özellikle gelişmiş toplumları giderek iletişim olgusundan daha çok etkilenmekte, hatta hızlı ve etkili iletişime ihtiyaç duyulması, iletilerin günlük yaşam kalıplarını daha çok belirlemesine yol açmaktadır. Bilgisayar, İnternet ve cep telefonu başta olmak üzere etkili kitle iletişim araçları toplumsal değerler üzerinde daha fazla etkiye neden olmaktadır.

Page 88: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 80

Toplumbilimcilerin bu etki-tepki sürecinin değişim dinamiklerine kayıtsız kalmaları beklenemez, zira hemen her kurumda bu kitle iletişim araçlarının etkisini görmek mümkün. Aile ortamında televizyonun, okul ve diğer kurumlarda İnternetin, günlük hayatın her alanında cep telefonunun yarattığı yeni bilgi, değer ve etkileşim kalıpları toplumbilimciler tarafından mutlaka ve daha derinlemesine incelenmelidir. Ancak bu incelemeler, 20. yüzyıldaki tipik modernleşmeci ve işlevselci bakış açısını temel alan çalışmalarda yapıldığının tersine, kitle iletişim aracının toplumsal yapı içindeki konumunu bağlamsal ve nedensel biçimde ele alınmasıyla gerçekleştirilmelidir. Bir kitle iletişim aracına sahiplik oranı, bu aracın ne tür amaçlarla ve mekânlarda kullanıldığı kuşkusuz önemlidir ama bu aracın yeniden üretim süreçlerine neden sokulduğu ve egemenlik ilişkilerinde nasıl kullanıldığı da dikkate değerdir. Zira kitle iletişim araçlarına sahiplik oranının artması ya da insanların günlük yaşamlarında kitle iletişim araçlarını daha yaygın ve etkili biçimde kullanmaları, tek başına bir gelişmişlik, modernlik ya da kalkınma ölçüsü olarak kullanılamaz. Sosyal bilimciler, çalışmalarında bu araçların hem toplumsal düzenin tutucu biçimde yeniden üretilmesinde nasıl kullanıldığını gösterebilmeli hem de kitle iletişim araçlarının yarattığı çeşitli sorunları ortaya koyabilmeliler. Dolayısıyla, sosyal bilimcilerce, kitle iletişim araçları bağlamında modernleşmeci görüş ve işlevsel bakış açısına atıfla mutlak bir gelişmişlikten ziyade bilgi ve bilinçlerin olumlu olduğu kadar olumsuz biçimlerde nasıl kullanıldığı da ele alınmalıdır.

KAYNAKÇA2

Alemdar, K. (1981). Türkiye’de Çağdaş Haberleşmenin Tarihsel Kökenleri. İletişim Sosyolojisinin Temelleri Üzerine Bir Deneme, Ankara: Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Yayınları, No:165.

Alemdar, K. ve Erdoğan, İ. (1990). İletişim ve Toplum. Kitle İletişim Kuramları. Tutucu ve Değişimci Yaklaşımlar, Ankara: Bilgi Yayınevi.

Alkan, T. (1982). The Political Integration of Europe. A Political Socialization Approach. Content Analysis of the Turkish, French, German, and Italian History Textbooks, Ankara: Middle East Technical University.

Alkan, T. (1989). Siyasal Bilinç ve Toplumsal Değişim, Ankara: Gündoğan Yay. Alpar, İ. ve Yener, S. (1991). Gecekondu Araştırması, Ankara: DPT Sosyal Planlama

Başkanlığı Araştırma Dairesi Yay.

2 Sadece iletişime yer veren kaynaklar kaynakçaya alındı.

Page 89: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 81

Arat, N. (yay. haz.) (1992). Türkiye’de Kadın Olgusu. Kadın Gerçeğine Yeni Yaklaşımlar, İstanbul: Say yay.

Arat, N. (yay. haz.) (1994). Türkiye’de Kadın Olmak (Kadın Sorunlarından Kesitler), İstanbul: Say yay.

Aydın, S. (1993). Modernleşme ve Milliyetçilik, Ankara: Gündoğan Yay. Aziz, A. (1982). Toplumsallaşma ve Kitlesel İletişim, Ankara Üniversitesi Basın-

Yayın Yüksek Okulu Yayınları No:2. Bal, H. (2004). İletişim Sosyolojisi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Yay.

No:42. Berkes, N. (1978). Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Doğu-Batı Yay. Berlo, David K. (1960). The Process of Communication. An Introduction to Theory

and Practice, New York: Holt, Rinehart and Winston, Inc. Çelenk, S. (2005). Televizyon, Temsil, Kültür. 90’lı Yıllarda Sosyokültürel İklim ve

Televizyon İçerikleri, Ankara: Ütopya Yayıncılık. Çitci, O. (ed.) ( 1998). 20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar ve Gelecek Konferansı,

Ankara:TODAİE Yay. No:285 Dönmezer, S. (1984). Kriminoloji, İstanbul: Filiz Kitabevi, Yedinci Bası. Dönmezer, S. (1990). Sosyoloji, İstanbul, 10. baskı. Dursun, Ç. (2001). TV Haberlerinde İdeoloji, Ankara: İmge Kitabevi Yayıncılık Erder, T. (yay. haz.) (1984). Türkiye’de Ailenin Değişimi. Toplumbilimsel

İncelemeler, Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği Yay. Erdogan, İ. (1998). Kapitalizm, Kalkınma, Postmodernizm ve İletişim. Ankara: Mavi. Erdoğan, İ. (2007). İletişimi Anlamak. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (1995). Öteki Kuram. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2005a). Popüler Kültür ve İletişim. Ankara: Erk. Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2005b). Öteki Kuram. Ankara: Erk. Ergil, D. (1984). Toplum ve İnsan. “Toplumbilimin Temelleri”, Ankara: Turhan

Kitabevi Yay. Erkal, M. E. (1981). Sosyolojik Açıdan Spor, İstanbul: Filiz Kitabevi. Eserperk, A. (1979). Sosyal Kontrol, Sapma ve Sosyal Değişme. Erzurum’un İki

Köyünde Karşılaştırmalı Bir Araştırma, Ankara:Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yay., No:76.

Eserperk, A. (1981). Sosyoloji, Ankara: Ankara Üniversitesi DTCF Yay. No:303. Geray, C. (1974). Planlı Dönemde Köye Yönelik Çalışmalar (Sorunlar, Yaklaşımlar,

Örgütlenmeler), Ankara:TODAİE yay., No:139. Gökçe, O. (1993). İletişim Bilimine Giriş. İnsanlararası İlişkilerin Sosyolojik Bir

Analizi, Konya: Turhan Kitabevi Yay. Göle, N. (2000). İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. İslam ve Kamusal Alan Üzerine Bir

Atölye Çalışması, İstanbul: Metis Yay. Güçhan, G. (1992). Toplumsal Değişme ve Türk Sineması. Kente Göç Eden İnsanın

Türk Sinemasında Değişen Profili, Ankara: İmge Kitabevi Yayıncılık.

Page 90: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 82

Güçlü, S. (Ö). (2002). Kentlileşme ve Göç Sürecinde Antalya’da Kent Kültürü ve Kentlilik Bilinci, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yay./2865, Yayınlar Dairesi Başkanlığı.

Haslam, C. ve Bryman, A. (1994). “Introduction” in C. Hhaslam ve A. Bryman (eds) Social Scientists Meet the Media, Londra: Routledge.

Hız, K. (2002). Sosyolojik Açıdan Kötekli Köyü. Sosyo-kültürel ve Ekonomik Değişimin Araştırılması, Muğla: Muğla Üniversitesi Yay. No:33.

Keleş, R. (1971). Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara:Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., No:314.

Kıray, M. (1984). Ereğli. Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası, İstanbul: İletişim Yay.

Kıray, M. B. (1972). Örgütleşemeyen Kent. İzmir’de İş Hayatının Yapısı ve Yerleşme, Ankara: Sosyal Bilimler Derneği Yay.

Kıray, M. B. (1982). Toplumbilim Yazıları, Ankara:Gazi Üniversitesi İİBF Yay., No:7.

Kongar, E. (1985). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul: Remzi Kitabevi, Geliştirilmiş ve Genişletilmiş 4. Basım.

Kongar, E. (1986). Türkiye Üzerine Araştırmalar, İstanbul: Remzi Kitabevi. Kongar, E. (1988). Türk Toplumbilimcileri-2, İstanbul: Remzi Kitabevi. Kongar, E. (1992). 21. Yüzyılda Dünya, Türkiye ve Kamuoyu, İstanbul: Simavi Yay. Mardin, Ş. (1997). İdeoloji, Toplu Eserleri 3, 4. Baskı, İstanbul: İletişim Yay. Meray, S. L. (1982). Toplumbilim Üzerine, İstanbul: Hil Yay. Merter, F. (1990). 1950-1988 Yılları Arasında Köy Ailesinde Meydana Gelen

Değişmeler (Malatya Örneği), Ankara: T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı.

Mutlu, E. (2005). Globalleşme, Popüler Kültür ve Medya, Ankara: Ütopya Yayınları. Nirun, N. vd. (1993). Liseler için Sosyoloji III, İstanbul: MEB Devlet Kitapları,

Yedinci Basılış. Oktay, A. (1993). Türkiye’de Popüler Kültür, İstanbul: Yapı Kredi Yay. Oskay, Ü. (1995). “İletişim teorileri, teorisyenleri: onlar iletmişlerdi” (Panel) içinde

zeynep Ögel (yay. haz.) ) el, dil, göz, kulak: iletişim işim, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Ozankaya, Ö. (1971). Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür. İki Grup Köyde Yapılan Karşılaştırmalı Bir Araştırma, Ankara:Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., No:322.

Ozankaya, Ö. (1986). Toplumbilim, İstanbul: Tekin Yayınevi, Altıncı Baskı. Ozankaya, Ö. (1999). Lise Sosyoloji, Ankara: Doğan Yayıncılık Ögel, Z. (yay. haz.) (1995). el, dil, göz, kulak: iletişim işim, İstanbul: Yapı Kredi

Yayınları. Öztürk, M. ve Coşkun, M. K. (1999). Liseler için Ders Kitabı Sosyoloji, Ankara: Türk

Tarih Kurumu Basımevi. Sanay, E. (1991). Genel Sosyoloji Dersleri, Ankara: Gazi Üniversitesi Yay., No:2

Page 91: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplumbilim kitaplarında iletişim 83

Sayın, Ö. (1985). Sosyolojiye Giriş. Sosyolojinin Temelleri, İzmir: Erdem Kitabevi. Şen, S. (yay. haz.) (1995). Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, İstanbul: Bağlam Yay. Şenyapılı, Ö. (1981). Toplum ve İletişim, Ankara: Turhan Kitabevi. Şenyapılı, T. (1981). Gecekondu. ‘Çevre’ İşçilerin Mekanı, Ankara: ODTÜ Mimarlık

Fakültesi. Tan, M. (1981). Toplumbilime Giriş. Temel Kavramlar, Ankara: Ankara Üniversitesi

Eğitim Fakültesi Yay. No:97. Tekeli, Ş. (yay. haz.) (1995). 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar,

3. Baskı, İstanbul: İletişim yay. Tezcan, M. (2005). Çocuk Sosyolojisi, Ankara: Kök Yay. Tezcan, M. (1974). Türklerle İlgili Stereotipler (Kalıp yargılar) ve Türk Değerleri

Üzerine Bir Deneme, Ankara: Ankara Üniversitesi Eğitim Fak. Yay.:44. Tezcan, M. (1977). Boş Zamanlar Sosyolojisi, Ankara: Doğan Matbaası. Tezcan, M. (1995). Sosyolojiye Giriş. “Temel Kavramlar”, Ankara: Ankara

Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yay. No:177. Thomas, W. ve Znaniecki, F. (1920). “The Wider Community and the Role of the

Press” in Polish Peasant in Europe and America, Gorhan Press, Vol IV, s.241-271’den aktaran K. Alemdar (1981), Türkiye’de Çağdaş Haberleşmenin Tarihsel Kökenleri.

Tokgöz, O. (1982). Televizyon Reklamlarının Anne-Çocuk İkilisine Etkileri. (Eskişehir ve Yozgat’ta Yapılan Alan Araştırmaları), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 501

Tuğaç, A. vd. (1973). Modernization in Turkish Villages, Ankara: Turkish Republic State Planning Organization.

Tüfekçioğlu, H. (1997). İletişim Sosyolojisine Başlangıç, İstanbul: Der Yayınevi Yasa, İ. (1955). Hasanoğlan Köyü’nün İçtimaî-İktisadî Yapısı, Ankara: TODAİE. Yasa, İ. (1966). Ankara’da Gecekondu Aileleri, Ankara:Sağlık ve Sosyal Yardım

Bakanlığı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü Yay., Sayı:46. Yasa, İ. (1969). Yirmibeş Yıl Sonra Hasanoğlan Köyü. Karşılaştırmalı Bir

Toplumbilimsel Araştırma, Ankara:Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yay., No:270.

Yasa, İ. (1970). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Temel Sorunları, Ankara:TODAİE Yay., No:119.

Yıldırak, N. (1982). Köy Sosyolojisi-I, Ders Notu, Ankara Üniversitesi Ziraat Fak., Teksir No:90.

Page 92: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal İnal 84

Page 93: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.85-116

Radyo ve televizyonda yayın ilkelerinin ihlâli ile yaptırım uygulaması sorunları Kemal Cem Baykal 1

Öz: Bu çalışmada, Türkiye’de radyo ve televizyon yayıncılığında yaşanan sorunlar, yayın ilkelerinin ihlâli ve yaptırım uygulaması üzerinden ele alınmıştır. Temel veri toplama tekniği olarak arşiv taraması tekniği kullanılmış, Kanunda yer alan ve etik olarak uygulanan yayın ilkelerinin ihlallerine dair verilere ulaşılmış ve bu veriler istatistik haline dönüştürülmüştür. Çalışmada, 3984 sayılı kanunda öngörülen yayın ilkelerinin ihlâllerinin bu alandaki önemli sorunlardan biri olduğu, özdenetim mekanizmasının işlemediği, RTÜK tarafından yayıncı kuruluşlara uygulanan yaptırımların etkisiz kaldığı, kimi yayın ilkelerinin yapısından kaynaklanan sorunların yayıncılar açısından güçlükler yarattığı sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar kelimeler: Yayıncılık, yayın ilkeleri, yayın ilkelerinin ihlâli, RTÜK Problems of Broadcasting codes applications and violations Abstract: This article was designed to study the violation of broadcasting codes and problems arising from applications of legal sanctions by the broadcasting stations. Necessary information for violation of broadcasting codes in law and ethical codes were collected and classificated by searching archives. It was found that broadcasting codes 3984 are violated often, the self – regulation organizations and broadcasters are not sufficiently interested in supply self– regulation codes and principles, sanctions are ineffective and there are some problems arising from broadcasting codes. Keywords: Broadcasting, broadcasting codes, violation of Broadcasting Codes, Radio and Television Supreme Council (RTÜK)

1 Yüksel Lisans mezunu, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi e-posta: [email protected]

Makale

Page 94: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 86

GİRİŞ

Bu makalenin konusunu, Türkiye’de radyo ve televizyon yayıncılığını “kamu yararı” amacıyla düzenleyen “yayın ilkeleri”nin ihlâlleri ve yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda, kapsamlı olarak 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun” ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) uygulamaları ele alınmış; ayrıca özdenetim kuruluşları ve yayın kuruluşlarının uygulamalarına da değinilmiş, yayın ilkelerinin ne sıklıkla ve hangi nedenlerle ihlâl edildiği belirlenmiş ve yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlar irdelenmiştir.

Günümüzde radyo ve televizyon yayıncılığı kitle iletişiminin merkezinde yer alır. 20. yüzyılın ürünü olan radyo ve televizyonun yazılı basınla arasında çok önemli bir fark vardır. Bu fark, radyo ve televizyonların kamusal bir mal olan frekansları ve atmosferi kullanması nedeniyle ortaya çıkar. Frekansların kullanımı bazı durumlarda devletin tekelinde olabileceği gibi, bazı durumlarda özel girişimcilere devredilebilir. İşte bu noktada, özel girişimcilerin görevi, belli kısıtlamalara uyarak kamuya en iyi şekilde hizmet etmektir (Çiftci, 1999). Kuşkusuz, kamu hizmeti yayıncılığının gerekliliğinin nedeni sadece frekanslar değildir. Radyo ve televizyon yayıncılarını kamuya karşı sorumlu yapan asıl husus, bu yayınların demografik farklılık göstermeden tüm topluma aynı anda ve yaygın biçimde seslenecek bir yapıya sahip olmasıdır. Çünkü radyo ve televizyon yayınlarını takip etmek, yazılı basında olduğu gibi, okuma–yazma bilmek ya da yine yazılı basın ve sinemada olduğu gibi ek bir ücret ödemek gibi zorunluluklar getirmez.

Yukarıdaki nedenler, milyonlarca kişiyi etkileyebilecek kapasiteye sahip olan radyo ve televizyon yayınlarını, “kamu yararı”na göre düzenleyecek olan yayın ilkelerinin varlığını zorunlu kılmaktadır. Zira, hiçbir zaman hiçbir toplumda sınırsız hürriyet diye bir şey olamayacağı, sınırsız hürriyetin anarşi ve neticede hürriyetsizlik doğuracağı bir gerçektir (Kapani, 1981: 9).

Batı’da radyo ve televizyon yayıncılığında çoğulcu sisteme geçiş 1980’lerin ikinci yarısında başlamıştır. Türkiye’de ise, bağımsızlıktan uzak bir kamu yayıncılığı anlayışıyla gelişen devlet tekeli, 1980’lerde gelişen liberal ekonomi politikalar ve ortaya çıkan uydu teknolojileri sayesinde 1990 yılında kırılmıştır. 1990’dan 1994’e kadar birçok özel radyo ve televizyon kuruluşu Anayasaya aykırı bir biçimde yayınlarını sürdürmüş ve bu süre içinde köklü bir yayıncılık anlayışının bulunmadığı Türkiye’de, birçok “yayıncılık felaketi” meydana gelmiştir. Dört yıllık kanunsuz dönemde ilk göze çarpanlar, medya

Page 95: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 87

savaşları ve ekranlardaki küfürleşmeler, ayrım yapılmadan, herhangi bir zaman diliminde yayınlanan kırmızı noktalı filmler ve 900’lü cinsellik hattı reklamları ile medyumlar arasındaki yumruklaşmalar olmuş, kişilik hakları sıkça ihlâl edilmiştir. Bu dönemi, özgürlüğe kavuşan yayıncıların, ellerindeki özgürlüğü kötüye kullandığı bir dönem olarak nitelendirmek mümkündür.

1993’te Anayasanın değiştirilerek özel yayın kuruluşlarına izin verilmesi ve 20 Nisan 1994’te RTÜK’ün göreve başlaması ile yayıncılık alanındaki fiili dönem sona etmiştir. Bu tarihten itibaren yayıncılar, 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’da belirtilen (m.4) yayın ilkelerine tâbi olmuşlardır. Ancak gerek Türkiye’de köklü bir yayıncılık anlayışının bulunmaması, gerekse dört yıllık fiilî dönemin verdiği alışkanlıklar nedeniyle, 3984 sayılı Kanunda öngörülen yayın ilkeleri sürekli ihlâl edilmiştir. Neredeyse her gün kararan ekranlar nedeniyle kimileri RTÜK’ü sansürcü bir kuruluş olarak ilân ederken, kimileri de yapılan ihlâller karşısında verilen yaptırımların hafif olduğu kanısında varmışlardır. Bazı zamanlarda ise, “yayın ilkeleri” çok tartışılmış ve yayın ilkelerinden kaynaklanan sorunların (muğlâklık, yayın ilkelerinin yapısı vb.) yayıncıların aleyhine bir durum yarattığı savunulmuştur.

Yayıncılık alanındaki sorunların ve yayın ilkelerinin ihlâllerinin hızla devam etmesine rağmen, Avrupa Birliği’ne (AB) uyum amacıyla 2002 yılında, 3984 sayılı Kanunun yayın ilkelerini ve yaptırımları düzenleyen maddelerinde değişiklikler yapılmış, yaptırımların “yayın kuruluşu” yerine ihlâlin gerçekleştiği “programa” uygulanması kabul edilmiştir. Yayın ilkelerinin defalarca ihlâl edilip herhangi bir somut yaptırımla karşılaşılmaması anlamına gelen bu yeni düzenleme, 2002 yılından sonra ihlâllerin sayısının önemli bir biçimde artmasına neden olmuştur. Bu durumun da etkisiyle, 2002 yılından sonra reyting ( reyting) 2 kaygısıyla, birçok ulusal televizyon kuruluşunda, yayın ilkelerini sürekli ihlâl eden, duygu sömürüsü

2 Erdoğan (2007), reyting kavramını” izleyici reytingi” ve “içerik reytingi” olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bu bağlamda, izleyici reytingi, reklamcılarla yayın kuruluşları arasındaki ekonomik ilişkiyi düzenleyen mekanizmadır. İçerik reytingi ise, özellikle akıllı işaretler gibi mekanizmalar yoluyla, medya pratikleriyle gelen sorunlar sadece şiddet, müstehcenlik ve uygunsuz dil kullanımına indirgenmekte, sorumluluk izleyiciye yüklenmekte, böylece medya ve reklam endüstrileri yaptıklarından dolayı sorumluktan aklanmaktadır. Medyadaki içeriklerin taşıdığı bilişsel ve davranışsal seviyesizlikle ilgili sorun çözümü için, bu tür içeriği hazırlayanları “toplumsal sorumluluğa davet etme” yerine, izleyiciyi eğitme ve bilinçli izleme öngörülmektedir.

Page 96: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 88

yapan ve hatta kimi zaman katılımcılarının ölümüne neden olan “kadın programları”na ve ayrıca ahlâk sınırlarını zorlayan yarışmalara sıkça yer verilmeye başlanmıştır.

Yukarıdaki gerekçelere bağlı olarak, makale, şu kuramsal varsayımlardan hareket ederek ve bu varsayımlarla ilgi veri toplayıp irdelemek için inşa edildi:

• 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde öngörülen yayın ilkeleri, özel yayın kuruluşları tarafından sıkça ihlâl edilmektedir. Bu durum, yayıncılık alanındaki önemli sorunlardan biridir.

• 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde öngörülen yayın ilkelerinin sıkça ihlâl edilmesinin en önemli nedeni yayıncıların reyting kaygısıdır. Farklı bir söylemle, reyting kaygısı arttıkça, yayın ilkeleri daha fazla ihlâl edilmektedir.

• 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde öngörülen yayın ilkelerinin yapısından kaynaklanan kimi sorunlar, yayıncılar açısından adaletsizlik yaratmakta ve bu durum, ihlâl sayısını artırıcı bir nitelik taşımaktadır.

• 3984 sayılı Kanunda belirtilen yaptırımların caydırıcı olmaması, yaptırım uygulamasında yaşanan sorunların başında gelmektedir. Farklı bir söylemle, caydırıcı olmayan yaptırımlar, “yaptırım” kavramını nispeten anlamsızlaştırmakta ve ihlâllerin artışına neden olmaktadır.

• Yaptırım uygulama sürecinde, özellikle RTÜK’ün yavaş çalışması ve yargı mercilerinde yargılamanın uzaması, yaptırımların caydırıcılığını önemli oranda ortadan kaldırmaktadır.

• Türkiye’de, yayın ilke ve esaslarının oluşturulup uygulanması bağlamında, özdenetim anlayışı yeterince gelişmemiştir. Bu durum, denetim açısından tüm yükü Devletin omuzlarına bindirmektedir. 3984 sayılı Kanunda yer alan yayın ilkelerinin (m.4) sıklıkla ihlâl edilmesinin en önemli nedenlerinden birisini bu husus oluşturmaktadır.

YÖNTEM

Bu çalışmada, “yayın ilkelerinin ihlâlleri ve yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlar” 20 Nisan 1994 – 14 Mayıs 2002 tarihleri arası ve 15 Mayıs 2002 – 28 Mart 2007 tarihleri arası olmak üzere iki kesitte ve ulusal radyo ve televizyon kuruluşları bağlamında incelenmiştir. Bu durumun en önemli nedeni, 2002 yılında, 3984 sayılı Kanunun yayın ilkelerini ve yaptırımları düzenleyen maddelerinin değişikliğe uğramasıdır. 1994 – 2002

Page 97: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 89

arasındaki verilerin daha sınırlı bilgiler içermesi nedeniyle (bu dönemi kapsayan verilerde, yaptırımın hangi programa uygulandığı, ihlâl tarihi ile yaptırım kararının alındığı tarih, tebellüğ tarihi ile yaptırımın uygulandığı tarih gibi bilgiler bulunmamaktadır.), ulaşılan sonuçların, yapılan analizlerin ve tartışmaların bir kısmı, yalnızca 2002 – 2007 yılları arasını kapsamaktadır. Ayrıca, çalışmada ele alınan yayın ilkeleri, 3984 sayılı Kanunun 4. Maddesinde öngörülen yayın ilkelerini, Basın Konseyi tarafından oluşturulan Basın Meslek İlkelerini ve Doğan Medya Grubu yayın ilkelerini kapsamaktadır.

Bu çalışmada, önceden planlanmasına rağmen, neredeyse tamamı yayıncılar tarafından yargıya intikal ettirilen RTÜK kararlarının yargı organlarınca hangi oranda hukuka uygun bulunduğuna da sayısal olarak yer verilememiştir. Bu durumun nedeni, söz konusu verilerin tarafımıza verilmesi isteğinin, RTÜK Hukuk Müşavirliği’nce kabul edilmemesidir.

Bu makale için gerekli veriler kütüphane taraması ve “arşiv taraması yoluyla toplandı. Kütüphane taramasıyla alandaki var olan bilgilere ulaşılmış, arşiv taramasıyla da, RTÜK’ten, 20 Nisan 1994 – 28 Mart 2007 tarihleri arasında ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarının gerçekleştirmiş olduğu ihlâllere dair ham veriler alınmış, bu veriler gruplandırılmış ve istatistik analiz yapılmıştır. Basın Konseyi’nin internet arşivinden, Konsey’in 1 Ocak 1996 – 1 Temmuz 2007 tarihleri arasında ulusal radyo ve televizyon kuruluşları hakkında vermiş olduğu tüm kararlar elde edilmiştir. Çalışmada, aynı zamanda, “görüşme” tekniği de kullanılmıştır. Bu yolla, RTÜK’ten elde edilen bilgilerin nasıl yorumlanması gerektiği ve ilke ihlâlleri ile yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlarla ilgili RTÜK çalışanlarından çeşitli bilgiler elde edilmiştir.

ANALİZ VE DEĞERLENDİRME

1994 – 2002 yılları arasında yayın ilkelerinin ihlâli

Türkiye’de, yaklaşık dört yıl süren “sınır tanımayan” yayıncılık anlayışı, RTÜK’ün göreve başlamasından itibaren yerini yayın ilkelerinin ihlâline bırakmıştır. Bu bağlamda, 3984 sayılı Kanunun 4. maddesi, 20 Nisan 1994’ten 14 Mayıs 2002’ye kadarki süre içinde 15 ulusal televizyon kanalı tarafından 141 tanesi uyarıyı, 251 tanesi yayın durdurmayı gerektirecek şekilde 392 kez ve 19 ulusal radyo kanalı tarafından, 51 tanesi uyarıyı, 64 tanesi yayın durdurmayı gerektirecek şekilde toplam 115 kez ihlâl edilmiştir.

Page 98: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 90

Bu rakamlar, özellikle televizyon kanalları göz önünde bulundurulduğunda kulağa oldukça fazla gelmektedir.

Bu dönemde ulusal radyolar tarafından en fazla ihlâl edilen yayın ilkeleri: Kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırı ötesinde küçük düşüren ve iftira niteliği taşıyan yayınları yasaklayan “j” bendi (39 ihlâl), toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa sevk eden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınları yasaklayan “g” bendi (33 ihlâl) ile genel ahlâk, toplum huzuru ve Türk aile yapısını korumayı amaçlayan “d” bendidir (15 ihlâl).

Aynı dönemde ulusal televizyon kuruluşlarında, çocukları ve gençleri zararlı içerikten korumayı amaçlayan “m” bendi (79 ihlâl), genel ahlâk, toplum huzuru ve Türk aile yapısını korumayı amaçlayan “d” bendi (68 ihlâl), kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırı ötesinde küçük düşüren ve iftira niteliği taşıyan yayınları yasaklayan “j” bendi (59 ihlâl) ile haber ve olayların doğru ve çabuk bir biçimde sunulmasını amaçlayan “l” bendi (55 ihlâl) en fazla ihlâl edilen yayın ilkeleri olarak göze çarpmaktadır.

Bu dönemde ilke ihlâllerinin bir hayli fazla olmasının yanı sıra, söz konusu ihlâllerin yayıncı kuruluşlara göre dağılımı da dikkat çekmektedir. 1994 – 2002 yılları arasında, 15 ulusal televizyon kanalı tarafından gerçekleştirilen toplam 392 ihlâlin 252’si, sırasıyla Star (Interstar), Kanal D, Show TV, Kanal 6 ve ATV’ye aittir. Dolayısıyla 15 ulusal yayın kuruluşu içerisinde beş tanesinin, yayın ilkelerinin yaklaşık % 64’ini, geri kalan 10 tanesinin ise ilkelerin yaklaşık % 36’ini ihlâl etmesi, bazı yayın kuruluşlarının “reyting”i esas alan yayın politikalarının “sorumluluk” kavramının önüne geçtiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Nitekim Rekabet Kurumu tarafından yapılan araştırmada (Adaklı, 2006: 258), 1995 – 1998 yılları arasında televizyon kuruluşlarının reklam geliri paylarında, Show TV, ATV, Kanal D, ve Star’ın ilk dört sıra içinde olduğu görülmektedir. Bu da göstermektedir ki, daha fazla reyting ve dolayısıyla daha fazla reklam almak için yayın ilkelerinin sıkça ihlâl edilmesi gerekmektedir. Bu bakımdan, “reyting kaygısı” ile yayın ilkelerinin ihlâli arasında ilişki olduğu söylenebilir.

2002 – 2007 yılları arasında yayın ilkelerinin ihlâli

Programların karakterinin “ reyting gerekçesiyle” giderek “ihlal yönünde” dönüştürülmesi artmaktadır. Erdoğan (2005: 94, 99; 2006, 2007) bu gerekçenin altında, kitle iletişim araçlarının “mal satışı, pazarlama, promosyon ve sahte bilinç işleme makinesi” olarak kullanılması, tüketime

Page 99: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 91

teşvik için bilişlerin aptalca biçimlendirilmesi, insanlarda nedensellik bağları kurma yeteneğinin körleştirilmesi gibi nedenler yattığını belirtmektedir.

15 Mayıs 2002 ile 28 Mart 2007 yılları arasındaki beş yıllık verilere bakıldığında, yayın ilkelerinin ihlâllerinde çok büyük bir artışın olduğu gözlenmektedir. Bu dönemde, 19 ulusal televizyon kuruluşu, 591’i “uyarı”, 4’ü “özür dileme”, 106’sı “program durdurma”, 19’u “para cezası” ve 6’sı “yayın durdurmayı gerektirecek şekilde toplam 726 ihlâlde bulunmuşlardır.

Bu dönemde, ulusal radyo kuruluşlarının ihlâllerinde ise düşüş görülmektedir. 2002 ile 2007 arasında, 13 ulusal radyo kanalı, 39’u uyarı, 1’i “özür dileme”, 5’i “program durdurma” ve 7’si “yayın durdurma”yı gerektirecek şekilde, yayın ilkelerini toplam 52 defa ihlâl etmişlerdir. RTÜK uzmanları, söz konusu düşüşün temel nedeninin ulusal radyo kuruluşlarının, ulusal televizyon kuruluşlarının aksine RTÜK tarafından yeterince izlenememesi olduğunu ifade etmiştir.

Bu dönemde ulusal televizyon kuruluşları tarafından en fazla ihlâl edilen yayın ilkeleri, zararlı içerikten çocukları ve gençleri korumayı amaçlayan “z” bendi (201 ihlâl), yayınlarda temel insan haklarını ve insan onurunu korumayı amaçlayan “s” bendi (63 ihlâl), millî, manevî değerleri ve Türk aile yapısını korumayı amaçlayan “e” bendi (62 ihlâl) ile bilgi iletişim telefonları yoluyla dinleyici ve seyircilere ikramiye verilmemesi ve lotarya yapılmamasını öngören “p” bendidir (62 ihlâl). Bu dönemde ulusal radyo kuruluşları tarafından en fazla ihlâl edilen yayın ilkesi ise 14 ihlâlle 4. maddenin, kişi ve kuruluşlara eleştiri sınırı ötesinde saldırıda bulunulmamasını öngören “ı” bendidir.

Özellikle ulusal televizyon kuruluşlarına bakıldığında yayın ilkelerinin ihlâllerindeki artışın önceki döneme göre yaklaşık olarak % 85 olduğu görülmektedir. Ancak bu dönemde, ihlâlde bulunan yayın kuruluşlarının sayısının 15’ten 19’a çıkması yanıltıcı olmamalıdır. Zira, önceki dönemde olduğu gibi, bu dönemde de belli başlı bazı yayın kuruluşları ihlâllerin önemli bölümünü gerçekleştirmişlerdir. 2002 ile 2007 arasındaki beş yıllık dönemde 726 ihlâlin 517’sinin sırasıyla, Star, Kanal D, Show TV, ATV ve Flash TV’ye ait olduğu görülmektedir. Başka bir söylemle, önceki dönemle benzer bir biçimde beş ulusal yayın kuruluşu, yayın ilkelerinin yaklaşık %71’ini ihlâl ederken, geri kalan 14 yayın kuruluşuna düşen pay % 29 civarındadır. Hatırlanacağı gibi, bu dönemde en fazla ihlâli gerçekleştiren yayın kuruluşları olan Star, Kanal D, Show TV ve ATV, önceki dönemde de en fazla ihlâli gerçekleştiren ilk beş yayın kuruluşu içinde yer almaktadır.

Page 100: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 92

Yukarıdaki bilgilerden sonra, yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden yayın kuruluşları ile “reyting kaygısı” arasında bağ kurmak anlamlı olacaktır. Programların izlenme oranlarının ölçümlenmesi ve raporlanması suretiyle uluslararası düzeyde hizmet veren AGB Anadolu A.Ş. (AGB) tarafından yapılan bir araştırmada (Adaklı, 1996: 260), ATV, Kanal D, STAR ve Show TV, Ocak – Mart 2003 tarihleri arasında ana yayın kuşağında3 en fazla pazar payına sahip ilk dört kanal konumundadır. Yine aynı şekilde, Doğan Grubu tarafından yapılan bir araştırmada (EUMAP, 2005: 240), 2004 yılını kapsayan verilerde, Kanal D’nin içinde bulunduğu Doğan Grubu televizyonlarının, ATV’nin içinde bulunduğu Merkez Medya Grubu televizyonlarının, Show TV’nin içinde bulunduğu Çukurova Grubu televizyonlarının ve o günlerde kontrolü TMSF’nin elinde bulunan Star’ın 447 milyon €’luk televizyon reklam harcamalarının % 75’inden fazlasını elde ettiğini ortaya koymaktadır. Yine yapılan farklı bir araştırma ( www.medyatava.net/ reytingengine.aspx ), Mart 2007 verilerine bakıldığında tam gün izlenme paylarında sırasıyla Kanal D, Show TV, ATV ve Star’ın ilk dört sırayı paylaştığını ortaya koymaktadır.

Yukarıda, bu dönemde ilke ihlâllerinin rakamsal niteliğine, ilke ihlâllerindeki artışlara ve ilke ihlâlleri ile “reyting” arasındaki ilişkiye yayın kuruluşları bazında değinilmeye çalışıldı. Sonraki başlıklarda ise, 2002 – 2007 yılları arasındaki popüler program türlerine ve bu programlardaki bariz ilke ihlâllerine çeşitli örneklerle değinilerek, ilke ihlâlleri ile “reyting” arasındaki bağ kuvvetlendirilmeye çalışıldı.

Direnç yarışmaları

Bu dönemde, üzerinde durulması gereken ilk program türü, fiziksel ve ruhsal dayanıklılığı odak alan uzun süreli yarışma programlarıdır. Bu yarışma programlarının ilk örneği, 2001 yılında başlayan ve bu dönemde de bir süre devam eden ve özelikle, yarışmacıların birbirleriyle yaşadıkları gerilimden beslenen “Biri Bizi Gözetliyor” (BBG) yarışmasıdır. BBG’ye “s” ve “z” bentlerinden “uyarı” yaptırımı uygulanmıştır. Bunun dışında, 2003 yılından itibaren, “Popstar”, “Türkstar”, “Akademi Türkiye” gibi, yarışmacıların jüri üyeleri ile yaşadıkları gerilimi merkez alan yarışmalar öne çıkmıştır. Ancak bu dönemde yayınlanan yarışma programlarından en problemli olanlar, gelin

3 Ana yayın kuşağı (prime time), 20.00 – 22.59 saatleri arasını kapsamaktadır.

Page 101: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 93

adayları ve kaynana adaylarının “kurgulanmış” kavgalarına dayanan “evlendirme yarışmaları” olmuştur.

Show TV’nin 2004 yılı Ekim ayında yayınına başladığı “Gelinim Olur Musun”, gelin adaylarının ve anneleriyle birlikte damat adaylarının katıldığı bir yarışma programı olarak düzenlenmiştir. 2004 yılının en fazla reytingine ulaşan “Gelinim Olur Musun” programı, Türkiye’nin AB ile müzakere kararının alınacağı toplantının birçok televizyon kanalınca canlı yayınlarla verdiği 17 Aralık 2004 akşamı % 78’lik izlenme oranıyla birinci olmuştur (Serim, 2007: 293 – 294). Bu denli yüksek reyting’e ulaşan “Gelinim Olur Musun” yarışmasını çeşitli kanallarda yayınlanmaya başlanan, “Size Anne Diyebilir Miyim”, “İkinci Bahar Gönüllerde”, “Biz Evleniyoruz”, “Kalplerde İkinci Bahar” “Bir Prens Aranıyor”, “Sahte Gelin”, “Beyaz Atlı Prens” gibi evlendirme yarışmaları takip etmiştir.

Yüksek izlenme oranlarına ulaşan evlendirme yarışmalarının, yayın ilkelerini kısa sürede birçok kez ihlâl ettiği saptanmıştır. 2004 yılının sonundan itibaren yayınlanmaya başlanan sekiz evlendirme programında, 4. maddede belirtilen yayın ilkeleri, toplam 29 kere ihlâl edilmiştir. Tek tek programlar bazında incelendiğinde, 29 ihlâlin 13’ünün Kanal D’de yayınlanan ve birbirinin devamı niteliğinde sayılan “Size Anne Diyebilir Miyim” ve “İkinci Bahar Gönüllerde” programlarına ait olduğu görülmektedir.

Evlendirme programlarında, herhangi bir “kamu yararı” ya da mazur gösteren bir durum mevcut değilken, özellikle yarışmacılar arasında son derece seviyesiz tartışmalar yaşanmış ve bu durum, program içeriklerinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Ancak asıl dikkati çeken nokta, yayıncı kuruluşun daha fazla izlenmek amacıyla programın içeriğine herhangi bir müdahalede bulunmaması olmuştur. Bu durumun en açık kanıtı, Kanal D’de yayınlanan Size Anne Diyebilir Miyim ve Gönüllerde İkinci Bahar’ın 18.12.2004 ile 14.05.2005 tarihleri arasındaki yaklaşık beş aylık dönemde yedi farklı ilkeden toplam 12 ihlâlde bulunmalarıdır. Bu konudaki diğer bir örnek ise Show TV’de yayınlanan Bir Prens Aranıyor yarışmasıdır. Üst Kurul, programa, 03.05.2005 tarihindeki yayını nedeniyle “e” ve “z” bentlerinden “uyarı” vermiş ve bu karar 09.03.2005 tarihinde tebellüğ edilmiştir. Ancak aynı program 15.03.2005 tarihinde “e” ve “z” bentlerini tekrar ihlâl ederek “program durdurma” cezası almıştır.

Page 102: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 94

Reality Show programları

2002 – 2007 yılları arasında yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden program türlerinden biri, reality kategorisinin içine giren “kadın programları” olmuştur. Kısaca tanımlamak gerekirse, kadın programları, şiddete ve tecavüze uğrayan ya da çevresiyle ciddi sorunları bulunan kadınların sorunlarını çözme amacı güden ve bu amaçla, programa katılan izleyicilerin ya da ekran başındakilerin de tartışmaya dahil edildiği program çeşididir.

Kadınların sorunlarını çözmek amacıyla ortaya çıkan “kadın programları”, yayıncıların reyting kaygısı sonucunda oldukça fazla eleştirilmiş ve hatta “toplumsal bir sorun” olarak nitelendirilmiştir. Bu durumun en temel nedeni ise, canlı olarak yayınlanan bu programlarda, programın yapımcısı veya sunucusu tarafından, ancak hukukun çözebileceği sorunların bir hâkim ya da savcıymış gibi çözülmeye çalışılması, olayın trajik yönünün ve sosyal boyutunun ikinci plana atılarak anlık çatışmalar ve gerilimler üzerine yoğunlaşılması olmuştur (Serim, 2007: 337; Kayış, 2007: 14).

Yukarıda belirtilen özellikleriyle “kadın programları”, yayın ilkelerini birçok defa ihlâl etmiştir. Bu dönemin en fazla izlenen “kadın programları” olan “Sabah Sabah Seda Sayan”, “Kadının Sesi” ve “Serap Ezgü ile Biz Bize”, 4. maddede belirtilen yayın ilkelerini yaklaşık bir buçuk yıl içinde toplam 35 defa ihlâl etmişlerdir. Bu programlar içinde “Sabah Sabah Seda Sayan”, 11 farklı bendi 21 defa ihlâl ederek, Türk yayıncılık tarihinin en fazla ihlâlde bulunan programı olmuştur. Söz konusu programın ihlâlleri arasında, “genel ahlâkın korunması”, “Türk aile yapısının korunması”, “özel hayatın gizliliğinin korunması”, “Türkçenin kurallara uygun kullanımı”, “insan onuru ve temel insan haklarına saygı gösterilmesi”, “kişilerin manevî şahsiyetlerine saldırıda bulunulmaması”, “Türk millî eğitiminin genel amaçlarının korunması”, “şiddet kullanımının özendirilmemesi” ve “gençlerin ve çocukların zararlı içerikten korunması” gibi ilkeler bulunmaktadır. Reyting kaygısıyla hiçbir “yayın ilkesi”ni dikkate almayan programın içeriğine, yayın kuruluşu olan Kanal D tarafından da müdahale edilmemesi ise dikkat çekicidir. Bu konuda, “e” bendinin defalarca ihlâlini gösteren bir örnek, konuyu daha iyi açıklayacaktır. İlk olarak 29.04.2004 tarihinde “e” bendini ihlâl ederek “uyarı” yaptırımı alan program, aynı bendi 16.02.2005 ve 22.12.2005 tarihlerinde ihlâl ederek sırasıyla “program durdurma” ve “para cezası” yaptırımları almıştır. Yine aynı şekilde, aynı programa, “z” bendini

Page 103: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 95

arka arkaya dört defa ihlâl etmesi nedeniyle “artırımlı para cezası” yaptırımı da uygulanmıştır.

Adı “Sabahların Sultanı” olarak değiştirilen “Sabah Sabah Seda Sayan” programının reyting oranlarının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. “Sabahların Sultanı”, en fazla izlenen 100 program içerisinde 04.09.2007 tarihinde 12., 05.09.2007 tarihinde 8. ve 06.09.2007 tarihinde 7. Sıradadır ( www.medyatava.net/ reytingengine.aspx ).

Bu dönemde, kadın programları içinde en fazla tartışılan ve hatta bu programların “toplumsal bir sorun” olarak görülmesine yol açan program ise “Kadının Sesi” olmuştur. Bu durumun nedeni, kadınların sorunlarını çözmek amacıyla yayınlanan programın, olayların sosyal boyutunu göz ardı eden anlayışının “cinayet”lere kadar uzanan sorunlara yol açmasıdır. Yayın ilkelerini 11.04.2005 ile 23.02.2006 arasında yedi kez ihlâl eden “Kadının Sesi”nde bu duruma ilk örnek, 14 Nisan tarihinde yayınlanan program olmuştur. Kenan Alp isimli şahsın, eşi Tijen Alp’i, kendisini aldattığı gerekçesiyle bıçaklayarak öldürmesinden birkaç gün sonra gelinin ve damadın aileleri, söz konusu programda küfürleşmeye kadar varan bir tartışma yaşamış ve birkaç gün sonra iki aile arasında yaşanan silahlı kavgada bir kişi hayatını kaybetmiştir (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=312135). Bu olaydan yaklaşık bir ay sonra, yine “Kadının Sesi” programına Elazığ’dan katılan Birgül Işık, programda söyledikleri nedeniyle İstanbul’dan Elazığ’a dönüşünde oğlu tarafından öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, “Kadının Sesi” programı, “toplumsal bir sorun” haline geldiği gerekçesiyle Kanal D yönetimi tarafından yayından kaldırılmıştır (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ haber.aspx?id=320265).

Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, verilen örneklerden de yola çıkarak, kadın programları hakkında birtakım saptamalarda bulunmuştur. Buna göre, “kadın programları”nda, toplumun yoksulluk durumunun ve duygularının kötüye kullanıldığı, aile içi olumsuz ilişkilerin teşhir edildiği ve programa katılan bireylerin aile mahremiyetlerinin ortadan kaldırıldığı, “kadın sorunlarının dile getirilmesi” adına kadının küçük düşürüldüğü, kötü muameleye maruz kalmış kadınların yaşantılarının çıkar amaçlı kullanıldığı ve sonuç olarak bu tür programların çocuk ve gençleri, cinsel, sosyal, psikolojik ve duygusal, ahlâki ve aile içi ilişkiler yönünden olumsuz etkileyebileceği kanaatine varılmıştır (RTÜK, 2005: 78).

Page 104: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 96

Haber bültenleri

2002 – 2007 yılları arasında yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden program türlerinden biri de RTÜK’ün program sınıflandırmasında “haber” kategorisinde yer alan ana haber bültenleridir. Bu durum, en temel görevi “haber vermek” ve kamuoyunu bilgilendirmek olan televizyon kuruluşlarının, görevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getiremediğinin göstergesidir.

Yukarıdaki paragraflarda, son beş yıl içinde yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden televizyon kuruluşlarının Star, Kanal D, Show TV, ATV ve Flash TV olduğu ifade edilmişti. Söz konusu yayın kuruluşları, reytingi esas alan yayıncılık anlayışlarını ana haber bültenlerinde de sürdürmüşlerdir. Ana haber bültenleri bağlamında, beş yıllık süre içinde Star 21, Kanal D 12, Show TV 15, ATV 10 ve Flash TV 18 kez ihlâlde bulunmuştur. Bu beş ulusal yayın kuruluşunun yalnızca ana haber bültenlerinde gerçekleştirdiği toplam 76 ihlâl, 19 ulusal yayın kuruluşunun gerçekleştirdiği tüm ihlâllerin % 10’undan fazladır.

Beş ulusal yayın kuruluşunun ana haber bültenlerinde gerçekleştirdiği ihlâllerle, bu yayın kuruluşlarının ana haber bültenlerinde aldıkları reyting arasında sayısal bağ kurmak mümkündür. 02.05.2007 tarihli reyting Raporu’na göre (http://www.medyatava.com/ reyting.aspx), 100 program içerisinde Kanal D ana haber bülteni 4., ATV ana haber bülteni 12,. Show TV ana haber bülteni 13. ve Star ana haber bülteni 23. sırada bulunmaktadır.

Ana haber bültenlerinin yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden program türlerinden biri haline gelmesi, son yıllarda bu türün “tabloidleşme” adı verilen yapısal bir değişikliğe uğramasından kaynaklandığı düşünülmektedir. Kısaca tabloidleşme, haberlerde içeriğin ve üslubun sansasyonelleşmesi ve sulandırılması olarak ifade edilebilir. Tabloidleşmenin diğer bir yönü ise, haberin dramalaştırılması, kimi zamanlarda ise bir “aksiyon filmi” haline dönüştürülmesidir. Bu tür bir habercilik anlayışı, habere konu olan olayı önemsizleştirdiği gibi, habere konu olan kişiler üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır (Bennett, 2000: 110-117).

Türkiye’de tabloidleşme, haber bültenlerinde, haberin dramalaştırılması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Özellikle, trafik kazası, cinayet, doğal afet gibi olayları konu alan haberlerde, bir fon müziği ile birlikte, ölü ve yaralılar mozaiklenmeden gösterilmekte ve ölen kişilerin geride kalan yakınları ile ilgili bilgiler verilirken “duygu sömürüsü” öne çıkarılmaktadır. Bu bağlamda, ana haber bültenlerinde gerçekleştirilen 76 ihlâlin 11’i, 3984 sayılı Kanun’un

Page 105: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 97

4. maddesini daha ayrıntılı bir biçimde açıklayan “Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik”’te “Program hizmetlerinin bütün unsurları, insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olmalıdır. İnsanların ölüm anları ve benzeri durumlar, duygu sömürüsüne yol açacak biçimde verilmemelidir...” şeklinde düzenlenen “s” bendine aykırılıktan kaynaklanmaktadır. Haberin aksiyon filmi haline dönüştürülmesi de Türkiye’de fazlaca öne çıkan bir olgudur. Özellikle kapkaç, hırsızlık, yaralama, cinayet gibi olayları konu alan haberlerde “canlandırma” yoluyla olay yeniden kurgulanmakta ve “şiddet” içeren görüntülere defalarca yer verilmektedir. Bu bağlamda, 76 ihlâlin 12’si çocukları ve gençleri korumayı amaçlayan “z” bendine, 9’u ise, gereksiz şiddet kullanımını yasaklayan “v” bendine aykırılıktan kaynaklanmaktadır. Tabloidleşmeden kısmen bağımsız olarak, beş yayın kuruluşunun ana haber bültenlerinde özel hayatın gizliliğini koruyan “f” bendi 5 kez, kişilerin manevî şahsiyetlerinin korunmasını öngören “ı” bendi 8 kez ve tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluğu esas alan “l” bendi 6 kez ihlâl edilmiştir.

Ana haber bültenleri, kamuoyunu bilgilendirmenin, televizyonların en temel işlevi olmasının bir sonucu olarak hiçbir zaman yayından kaldırılamayan süreklilik arz eden programlardır. Ancak, yayın kuruluşlarının en önemli işlevlerini ikinci plana atarak, reytingi esas alan yayıncılık anlayışı, basamaklı ceza sistemi göz önünde bulundurulduğunda, bu programların sürdürülebilirliğini ve hatta yayın kuruluşunun geleceğini tehlikeye atmaktadır. Örneğin, ana haber bülteni nedeniyle Üst Kurul tarafından daha önce, “z” bendinden “uyarı”, “program durdurma” ve “para cezası” verilen Flash TV’ye, aynı bendi tekrar ihlâl etmesi nedeniyle 15.02.2007 tarihinde “artırımlı para cezası” verilmiştir. Dolayısıyla, Flash TV ana haber bülteninin bir yıl içinde aynı bendi tekrar ihlâl etmesi, 33. maddeye göre, söz konusu yayın kuruluşunun lisans iptaline neden olacaktır. Yine aynı şekilde, ATV’nin de “z” bendini ihlâlden “uyarı”, “program durdurma” ve “para cezası” bulunmaktadır. Bu yayın kuruluşunun da aynı yayın politikasını sürdürmesi, “lisans iptali”ni gündeme getirecektir.

Çözüm önerileri

Yukarıdaki başlıklarda, daha fazla izlenen yayın kuruluşlarında ve daha fazla izlenen programlarda, yayın ilkelerinin daha fazla ihlâl edildiği ortaya konulmuştur.

Page 106: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 98

Özel yayın kuruluşlarının yegâne gelir kaynağı reklamlardır. Daha çok izleyici çekme kaygısı, kamusal yarar – toplumsal ilgi ayrımında, toplumsal ilgiyi ön plana çıkarmakta ve toplumun ilgisini daha çok çekeceği umulan programlara fazla oranda yer verilmektedir. Farklı bir söylemle, bu yayın politikası, “içi boş”, “seviyesiz” ve “sakıncalı” içeriklerin daha fazla izleyici/kâr getireceği beklentisinden kaynaklanmaktadır.

Sorunu çözmenin en etkili yolu, kuşkusuz, radyo ve televizyon yayıncılığına hizmet eden yayın mensuplarının (özelikle üst düzey medya yöneticileri), ellerindeki “ifade özgürlüğü” hakkını kötüye kullanmaması ve hassas olan yayıncılık alanını herhangi bir ticarî faaliyetten bağımsız bir alan olarak görmeleridir. Örneğin, yayın kuruluşlarının, kadın programları, gelin-kaynana yarışmaları ya da sulandırılmış ana haber bültenleri vb. programlara yer vermemek ya da bu programların formatını değiştirmek için ortak hareket etmeleri durumunda reyting kavramı zaten değişecektir. Böylelikle birçok yayın kuruluşu kendine çeki düzen verecek ve daha kaliteli içeriklerin reyting elde etme şansı olacaktır. Ancak gerçek bir özdenetim anlamına gelen bu uygulamanın gerçekleşmesi, yayın kuruluşları arasında ciddi bir uyum gerektirmesi nedeniyle pek mümkün görünmemektedir.

Konuyla ilgili diğer bir öneri, izleyicilerin, örgün eğitim ve nitelikli medya okuryazarlığı projeleriyle eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve kalitesiz içeriklere karşı toplumsal tepki oluşmasının sağlanmasıdır. Geçtiğimiz yıl, Kanada’da bir grup izleyicinin haber bülteninin içeriğini sulandırmaya başlayan bir televizyon kuruluşunun önünde toplanıp protesto amaçlı gösteri yapması bu duruma örnek gösterilebilir. Kuşkusuz günümüzde birçok izleyici, “kalitesizlik” konusunda birbirleriyle yarışan yayın kuruluşları karşısında seçeneksiz kalmakta ve vakit geçirmek amacıyla bu yayınları izlemektedir. Ancak bu durum, kalitesizliği ilke edinen yayın kuruluşlarının reytingini artırmakta ve bir anlamda sistemin yeniden üretilmesini sağlamaktadır.

Yaptırımların uygulanması ve caydırıcılığı

RTÜK’ün göreve başladığı 1994 yılından Mart 2007’ye kadarki dönemde ulusal radyo ve ulusal televizyon kuruluşları, yayın ilkelerini toplam 1285 defa ihlâl etmişlerdir. 2002 yılında 33. maddenin, “yayın kuruluşuna yaptırım” yerine “programa yaptırım” yönünde değişmesinin bir sonucu olarak, 2002 öncesi ve 2002 sonrası dönemdeki ihlâller arasında, ulusal televizyon kuruluşları göz önüne alındığında ciddi bir orantısızlık olduğu görülmektedir. Ulusal televizyon kuruluşları, 1994 – 2002 arasındaki sekiz

Page 107: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 99

yıllık dönemde yayın ilkelerini 392 kez ihlâl ederken, 2002 – 2007 arasındaki beş yıllık dönemde bu sayı 726’ya çıkmıştır. Başka bir söylemle, henüz ikinci sekiz yıl dolmamış olmasına rağmen, artış % 85 civarındadır. Ulusal radyo kuruluşlarının ihlâl sayısının ise, 1994 – 2002 arasındaki dönemde 115, 2002 – 2007 arasındaki dönemde 52 olduğu görülmektedir. İki dönem arasındaki süre eşitsizliği göz önünde bulundurulduğunda, ulusal radyoların ihlâllerde küçük bir düşüş gözlenmektedir. Önceden de belirtildiği gibi RTÜK uzmanları, bu düşüşün asıl nedeninin ulusal radyo kuruluşlarının merkezden yeterince izlenememesinin sonucu olduğunu ifade etmiştir.

Yaptırımların caydırıcılığını ortaya koyması bakımından 3984 sayılı Kanunun 33. maddesinin ilk sekiz yıldaki haline kısaca göz atmak yerinde olacaktır. Bu dönemde, ilk ihlâlde verilen bir “uyarı”dan sonra, ihlâlin tekrarında “yayın durdurma” veya “lisans iptali” olmak üzere iki farklı yaptırım uygulamasını öngören Kanun’da, 4. maddenin her bendi ayrı ayrı değerlendirilmekte, buna karşın yaptırıma konu olan program, herhangi bir önem taşımamaktadır. Farklı bir söylemle, uygulanan yaptırımlar yayıncı kuruluşa yönelik olmaktadır.

Bu dönemde uygulanan yaptırımlar çeşitli eleştirilere uğramıştır. Akıncı’ya (1999: 193) göre, 1994 – 2002 arası dönemde, 3984 sayılı Kanunun 33. Maddesi, hukukun “cezanın kişiselliği” ilkesine aykırıdır. Bir programın, yayın ilkelerini ihlâl etmesi yüzünden kanala “yayın durdurma” yaptırımının uygulanması, yaptırımın yayın kurumunda çalışan herkese sirayet etmesine neden olmakta, kişisel sorumluluk kurumsal sorumluluğa dönüşmektedir. Bununla birlikte, izleyicinin görsel–işitsel hizmetten yararlanma hakkı elinden alınmaktadır. Erkelli (1998: 185) ise, “yayın durdurma” ve “lisans iptali” yaptırımlarının oldukça ağır, iletişim özgürlüğünü hiçe sayan, ve medya gerçeğine uygun olmayan yaptırımlar olduğunu savunmuştur. Bir “yayın durdurma” kararı, yayın kuruluşuna milyonlarca dolara mâl olmaktadır.

Yukarıdaki eleştirilerin aksine, Agee, Ault ve Emery, medyada sosyal sorumluluğu biçimlendirirken iç içe geçmiş beş halkadan söz etmekte ve yayın içeriklerinden, tek tek yayıncıların yanı sıra, yayın kuruluşlarının da sorumlu olduğunu savunmaktadır. Bu bağlamda en içteki ilk halka, tek tek yayıncıların sorumluluğunu, ikinci halka, medya kuruluşlarının kendi kurumsal sorumluluğunu, üçüncü halka ülke düzeyinde yerleşik meslekî ahlâk kurallarını, dördüncü halka, hukukun koyduğu sınırlamaları ve en dıştaki beşinci halka ise halkın tahammül sınırını temsil etmektedir (Erciyes, 2001: 50).

Page 108: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 100

Acaba RTÜK, ilk sekiz yılda eleştirilere uğrayan “ağır yaptırımları” ve geniş bir takdir yetkisini ne şekilde kullanmıştır? Görünen odur ki, Üst Kurul, verdiği kararlarda ulusal televizyon kuruluşlarının ihlâllerini oldukça makul biçimde cezalandırmıştır. Bu dönemde, ulusal televizyon kuruluşlarına verilen 251 “yayın durdurma” kararının 234’ü, yani % 93’ü, “1 gün yayın durdurma” biçiminde olmuştur. Üst Kurul’un takdir yetkisinin üst sınırı ise, 14.11.2001 tarihli kararla Star’a verilen 15 günlük cezadır. Ancak bu dönemde, ulusal radyo kuruluşlarına uygulanan 64 “yayın durdurma” kararının yalnızca 30’u, yani % 46’sı “1 gün yayın durdurma” biçiminde olmuştur. Verilen 54 yayın durdurma kararı ise, 10 gün ve 10 günün altındaki sürelerdir. Buna karşın verilen durdurma kararlarının toplam 10 tanesi 10, 15, 30 ve 90 günlük süreleri kapsamaktadır. İki radyoya iki kez verilen “90 gün yayın durdurma” yaptırımları aynı zamanda, “yayın durdurma”nın üst sınırını oluşturmaktadır.

Yukarıdaki verilerden yola çıkarak, bu dönemde uygulanan “yayın durdurma” yaptırımının caydırıcılığıyla ilgili net bir yorum yapmak olanaksızdır. Ancak ihlâl sayısı göz önünde bulundurulduğunda, bu düzenlemenin de caydırıcılık açısından birtakım sorunlar taşıdığı söylenebilir. Kanaatimizce bu durumun en önemli nedeni, yayıncı kuruluşların dört yıllık kanunsuz dönemden kalma alışkanlıkları ve ulusal televizyon kuruluşlarına uygulanan “yayın durdurma” yaptırımlarının % 93’ünün “1 gün” ile sınırlı kalmasıdır.

1994 – 2002 yılları arasındaki uygulamalara değindikten sonra, 33. maddenin “yayın kuruluşuna yaptırım” yerine “programa yaptırım” esasına dayanan yeni halini ele almak gerekmektedir. Ancak bunun için, “programa yaptırım uygulaması”nın özünü kısaca tartışmak konunun anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.

Ulusal televizyonlar açısından değerlendirildiğinde, ihlâllerin yaklaşık olarak % 85 oranında artması sonucunu doğuran yeni düzenleme, her programı ayrı ayrı ele almakta, ihlâllerden programın yapımcısı ve sunucusunu sorumlu tutmakta ve bir anlamda, yayın kuruluşunun sahip olduğu “yayın politikası” ile programın yapımcısı arasındaki bağı koparmaktadır. “Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik”in 36. maddesine göre, her yayın ilkesi ayrı ayrı değerlendirilmekte, bir yayın ilkesinin ilk kez ihlâl edilmesi durumunda “uyarı” metni, programın yapımcısına ve sunucusuna gönderilmekte, ihlâlin tekrarı halinde, ikinci yaptırım olan “program durdurma”, adından da anlaşılacağı gibi yine programı hedef almaktadır. Bir yayın ilkesinin, bir

Page 109: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 101

program tarafından ancak üçüncü defa ihlâlinde konu, yayın kuruluşunu ilgilendirir hale gelmekte ve para cezası uygulanabilmektedir. İhlâlin bir yıl içinde tekrarı halinde para cezaları yüzde elli oranında artırılmakta, takip eden bir yıl içinde yeniden tekrarı halinde ise yayıncı kuruluşun lisans süresi bir yıla kadar geçici olarak durdurulmaktadır.

Yayıncı kuruluşunun sorumluluğunu büyük ölçüde kenara bırakıp, ihlâllerden programın yapımcısı ve sunucusunu sorumlu tutmak bir bakıma olanaksızdır. Hatırlanacağı gibi, 1994 – 2002 arası dönemde 15 ulusal televizyon kanalı tarafından gerçekleştirilen toplam 392 ihlâlin % 65’i Star, Kanal D, Show TV, Kanal 6 ve ATV tarafından gerçekleştirilmiştir. Yine aynı şekilde 2002 – 2007 arası dönemde, 19 ulusal televizyon kanalı tarafından gerçekleştirilen 726 ihlâlin %71’i, Star, Kanal D, Show TV, ATV ve Flash TV’ye ait olduğu görülmektedir. Bu durum net biçimde ortaya koymaktadır ki, bazı yayın kuruluşlarının reytinge ve “içi boş” programlara dayanan yayın politikası, ilke ihlâllerini beraberinde getirmekte ve bu bağlamda, programın yapımcısının veya sunucusunun yayın kuruluşuna karşı “bağımsızlığı” söz konusu olamamaktadır. Ayrıca, özel hukukta da önemli bir kurum olan “istihdam edenin sorumluluğu”ndan yola çıkarak söz konusu yapımcı veya sunucuların, yayın kuruluşları tarafından istihdam edildiğinin, ihlâlleri gerçekleştiren programların kanal yönetiminin isteği doğrultunda yayınlandığının ve bu programların gerektiğinde kanal yönetimi tarafından yayından kaldırıldığının unutulmaması gerekmektedir.

“Yayıncı kuruluşa yaptırım” uygulanması yerine “programa yaptırım uygulanması yönündeki değişiklik, ihlâllerin artmasına hangi biçimde sebep olmuştur? Bu soruya bir örnekle yanıt vermek mümkündür. Hatırlanacağı gibi, eski uygulamada yayıncı kuruluşa, 4. maddenin ihlâl edilen her bendi için bir “uyarı” verilmekte ve ihlâlin herhangi bir programda tekrarı halinde, “yayın durdurma” veya “lisans iptali” yaptırımları uygulanmaktadır. Bu durumda 4. maddede bulunan yayın ilkelerinin sayısı göz önüne alındığında, teorik olarak bir yayın kuruluşu tüm ilkeleri bir kez ihlâl ettikten sonra (toplam 20 ihlâl), akabindeki tüm ihlâllerde “yayın durdurma” veya “lisans iptali” yaptırımıyla karşı karşıya kalmaktadır. Ancak 33. maddenin yeni haliyle birlikte bu durum değişmiş ve artık her program ayrı ayrı değerlendirilmeye başlanmıştır. Bir yayın kuruluşunun bir günlük yayın akışında ortalama 15 farklı program yayınlandığı düşünülürse, farklı yaptırım uygulaması kapsamına giren “a”, “b” ve “c” bentleri kapsam dışında bırakıldığında, bu yayın kuruluşu teorik olarak bir günlük yayın akışı

Page 110: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 102

kapsamında, yaklaşık 300 ihlâl gerçekleştirdikten sonra “program durdurma” yaptırımı olan ikinci aşamaya geçebilecektir. 4 Daha farklı biçimde açıklama gerekirse, bir yayın kuruluşunun bir günlük yayın kuşağındaki tüm programların, “program durdurma” yaptırımına kadar yaklaşık 300 kez yayın ilkelerini ihlâl etme hakkı bulunmaktadır.

“Programa yaptırım uygulanması” ile son yıllarda yayın ilkelerinin ihlâllerine somut yaptırımlar uygulanmasının zorlaştığı görülmektedir. Sonraki başlıklarda değinilecek olan, Üst Kurul uygulamalarından kaynaklanan eksikliklerin ve yargıdan kaynaklanan sorunların da etkisiyle, ihlâllerin çok büyük bir kısmı “uyarı” ile cezalandırılmakta, ikinci ve üçüncü basamaklar olan “program durdurma” ile “para cezası” yaptırımlarına birkaç yıldan önce geçilememekte, bu durum da yaptırımların caydırıcılığını ortadan kaldırmaktadır. 2002 – 2007 arasında ulusal televizyon kuruluşları tarafından gerçekleştirilen 726 ihlâlin 591’i “uyarı”, 4’ü “özür dileme”, 106’sı “program durdurma” ve 19’u “para cezası” olarak cezalandırılmıştır.

Farklı bir söylemle, uygulanan yaptırımların yaklaşık % 82’si “uyarı” olmuştur. Oysa ihlâllerin daha az olduğu 1994 – 2002 arası dönemde “uyarı” cezalarının oranı yaklaşık % 36 iken, caydırıcı yaptırım olan “yayın durdurma”ların oranı, yaklaşık olarak % 64’ür.

“Programa yaptırım uygulaması”nın en dikkat çeken yönlerinden biri de, çok uzun bir zaman dilimini kapsamayan programlar üzerinde herhangi bir etki taşımamasıdır. Yıllarca süren ana haber bültenleri ve buna benzer yayın türleri dışarıda bırakıldığında, bir ya da iki sezon yayında kalan ve sürekli aynı yayın ilkesini ihlâl eden (örn. şiddet) dizi filmler çoğu zaman, yavaş işleyen uygulama sürecinin de etkisiyle, yalnızca “uyarı” ile cezalandırılmakta ve kimi zaman verilen “uyarı” ve “program durdurma” yaptırımları, söz konusu dizi yayından kaldırıldığı için aynı yayın kuşağında farklı bir programa uygulanmaktadır.

4 Bu ilkelerin ilk ihlâlinde yayın kuruluşunun yayını “uyarı”sız olarak bir ay süreyle durdurulmakta, ihlâlin tekrarı halinde ise ilgili kuruluşun lisansı iptal edilmektedir.

Page 111: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 103

Çözüm önerileri

Yukarıdaki eleştirilerden sonra, aşağıda 3984 sayılı Kanunun 33. maddesinin nasıl düzenlenmesi gerektiği konusunda birtakım öneriler sunulmuştur.

Frekans tahsisi yapılmalıdır

Şu anda Türkiye’de, TRT’nin kanalları hariç lisanslı olarak 24 tane ulusal televizyon kuruluşu yayın yapmaktadır. Ancak yapılan görüşmede RTÜK uzmanları, havadaki frekansların en fazla 8 – 10 ulusal yayın kuruluşu tarafından sağlıklı bir biçimde kullanılabileceğini belirtmişlerdir. O nedenle, Avrupa ve ABD’de olduğu gibi ilk olarak frekans ihalesi yapılıp, uygun bulunan 8 – 10 yayın kuruluşuna beş yıl için lisans verilmelidir. Ayrıca lisans hakkı kazanan her yayın kuruluşunun yaptırımlarının kaydedildiği bir “karne”si olmalıdır ve bir “yaptırım sınırı” belirlenerek bu sınırı aşan yayıncıların lisans süreleri kısaltılmalı ya da lisansları iptal edilmelidir. Bu durumda, boşalan frekanslar için yeni ihaleler açılmalıdır.

Programa yaptırım uygulamasından vazgeçilmelidir

Yukarıdaki paragraflarda ifade edildiği gibi, yayın içeriklerinin sorumluluğu, programın yapımcısından ve sunucusundan daha fazla yayın kuruluşuna aittir. Ayrıca programın yapımcısı ve sunucusu üzerinde “istihdam edenin sorumluluğu” bulunmaktadır. Programa yaptırım uygulamasının bir sonucu olarak, 2002 – 2007 arası dönemde uygulanan yaptırımların % 82’si yalnızca “uyarı” ile cezalandırılmıştır. Bunun yanında birçok zaman, uzun yargı süreci nedeniyle –yaptırıma konu olan program yayından kaldırılmış olduğu için – “program durdurma” yaptırımı aynı saatte yayınlanan ilgisiz bir programa uygulanmaktadır. Bu nedenle, yaptırımların hedefi “yayıncı kuruluşlar” olmalıdır.

Basamaklı yaptırım uygulamasından vazgeçilmelidir

Basamaklı yaptırım uygulamasında, Üst Kurul’un yavaş çalışması ve yargıya intikal eden kararların uzun sürede çözüme kavuşması gibi nedenlerle ikinci ve üçüncü basamak yaptırımlara çoğu zaman geçilememektedir. Basamaklı yaptırım uygulamasıyla ilgili diğer bir sorun da ikinci ve üçüncü basamaktaki cezaların orantısızlığıyla ilgilidir. Hatırlanacağı gibi, ulusal yayın

Page 112: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 104

kuruluşlarında aynı “yayın ilkesi”ni ikinci defa ihlâl eden programa “1 – 12 kez” program durdurma üçüncü defa ihlâl eden programa 125.000 YTL’den 250.000 YTL’ye kadar idarî para cezası uygulanmakta ve takip eden bir yıl içinde ihlâlin tekrarı halinde bu ceza yüzde 50 oranında artırılmaktadır. Bu konuyla ilgili, önceki yıllarda Kanal D’de yayınlanan Kurtlar Vadisi dizisini örnek göstermek yerinde olacaktır. Dizinin yapımcıları (Serim, 2007: 291), dizinin gecede 4,5 milyon dolar kazandığını ifade etmektedir. Farklı bir söylemle, Kurtlar Vadisi’nin gecede yaklaşık 4,5 milyon dolar reklam geliri bulunmaktadır. Bu durumda, Kurtlar Vadisi’ne verilecek bir “program durdurma” ya da birkaç “program durdurma” yaptırımının üçüncü basamak yaptırım olan 250.000 YTL para cezasından daha ağır olacağı söylenebilir. Oysaki ikinci basamak yaptırım üçüncü basamaktan daha hafif olmalıdır.

Yaptırımlar yeniden düzenlenmelidir

Acaba 33. maddede hangi yaptırımların yer alması caydırıcılığı sağlayacaktır? Kanaatimizce, kısmen caydırıcı olsa da “yayın durdurma” yaptırımına ve 2002’den sonra uygulanmaya başlanan “program durdurma” yaptırımlarına başvurulmamalıdır. Bunun en önemli nedeni, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde de rastlanmayan “yayın durdurma” yaptırımının “sansür” niteliğinde olması ve “kitle iletişim özgürlüğü” ile bağdaşmamasıdır. Çünkü yayın içeriklerinden her ne kadar “yayın kuruluşları” sorumlu olsa da kamunun bilgi alma hakkı korunmalı, yayın kuruluşu farklı biçimde cezalandırılmalıdır. “Program durdurma” yaptırımına da daha önce bahsedilen sorunlar nedeniyle yer verilmemelidir. Bu nedenle 33. madde, program yerine yayın kuruluşuna uygulanacak dört farklı yaptırım içermelidir. “uyarı”, “para cezası”, “lisans süresinin kısaltılması” ve “lisans iptali” biçiminde düzenlenecek yaptırımlardan “uyarı” ve “para cezası” yaptırımları basamaklı olmamalıdır. Farklı bir söylemle, ihlâlin ağırlığına göre, “para cezası” ilk yaptırım olarak uygulanabilmelidir.

Uyarı

33. maddede yer alacak “uyarı” (warning) yaptırımı, şu anki sistemde neredeyse hiç kullanılmayan “özür dileme” yaptırımını da içine alacak bir şekilde düzenlenmelidir. Bunu için Ofcom’un uygulamalarını referans almak gerekmektedir. Ofcom, “uyarı” veya özür dileme metinlerini ilgili yayın kuruluşunda günün çeşitli saatlerinde yayınlatmaktadır. Örneğin Ofcom ilgili

Page 113: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 105

kararında, Bloomberg LP isimli yayın kuruluşuna verilen uyarı metninin, söz konusu yayın kuruluşunda arka arkaya üç gün saat 11.00’de yayınlanmasına karar vermiştir (www.ofcom.co.uk). Kanaatimizce, Türkiye’de de “uyarı” yaptırımının etkisi buna benzer bir biçimde artırılmalıdır.

Para cezası

Para cezaları (financial penalty) ulusal yayın kuruluşlarının reklam gelirleri göz önünde bulundurularak yeniden düzenlenmeli ve miktarlar artırılmalıdır.

Lisans süresinin kısaltılması

Yayın kuruluşları için beş yıl olarak öngörülen lisans sürelerinin kısaltılması (shorten the licence), ilke ihlâllerinde (“a”, “b” ve “c” bentleri hariç5) doğrudan uygulanan bir yaptırım olmamalıdır. Daha önce, yayın kuruluşları için yaptırımların kaydedildiği bir “karne” oluşturulması öngörülmüştür. Bu uygulamayla birlikte, belirli bir sürede Üst Kurul’ca belirlenen “yaptırım sınırı”nı aşan yayıncıların lisans süreleri kısaltılmalıdır.

Lisans iptali

Lisans iptali, ihlâlin ağırlığına göre, yalnızca 4. maddenin “a”, “b” ve “c” bentlerinin ihlâllerinde ve “karne”lerinde Üst Kurul’ca belirlenen “yaptırım sınırı”nı aşan yayıncılara karşı uygulanabilmelidir. Ayrıca her iki yılda bir en fazla ihlâlde bulunan iki yayın kuruluşu tespit edilerek bu kuruluşların lisansı iptal edilmeli, açılacak ihaleyle iki yeni yayın kuruluşuna frekans tahsis edilmelidir.

Yaptırım uygulamasında RTÜK’den kaynaklanan sorunlar

33. maddenin RTÜK tarafından uygulanmasında dikkati çeken ilk husus, ihlâlin gerçekleştiği tarih ile Üst Kurul tarafından yaptırım kararı alınan tarih arasındaki önemli farktır. Ulusal radyo ve televizyon kuruluşları, RTÜK

5 Bu yayın ilkeleri, ülkenin bölünmezliğini korumayı, toplumu şiddete, teröre, ve etnik ayrımcılığa sevk eden yayınları ve yayın kuruluşlarının sahiplerinin ve yakınlarının, ellerindeki gücü haksız çıkar amacıyla kullanmalarını engellemek amacıyla düzenlenmiştir.

Page 114: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 106

tarafından 24 saat izlenmekte ve ihlâller bu şekilde tespit edilmektedir. Ayrıca ihlâllerin tespitinde, izleyici şikâyetlerinin kaydedildiği bir telefon hattı olan “RTÜK İletişim Merkezi” de rol oynamaktadır. Bu şekilde, yayın ilkelerini ihlâl ettiği düşünülen programlar için Yayın İzleme Değerlendirme Dairesi uzmanları tarafından ihlâl gerekçesi ve ihlâl için öngörülen yaptırımı içeren raporlar hazırlanmakta ve Daire Başkanı’nın da onayıyla bu rapor, dokuz kişiden oluşan Üst Kurul’a sunulmaktadır. Konu hakkında son karar, haftada en az bir kez toplanan Üst Kurul tarafından verilmektedir. Ancak aşağıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi, bu süreç kimi zaman ciddi biçimde uzamaktadır6 (bkz. Tablo 1).

Tablo 1. İhlâller ile RTÜK kararları arasındaki tarihsel fark

Kuruluş Program Adı İhlâl Tarihi Üst Kurul Kararı Show TV Karar Anı 12.09.2002 08.01.2003 Show TV Haber Özel 18.12.2002 07.05.2003 Flash TV Ana Haber Bül. 23.09.2002 12.01.2003 Star Deşifre 24.12.2002 07.05.2003 CNN Türk Manşet 02.01.2003 21.05.2003 ATV Magazin Keyfi 05.09.2002 08.01.2003 TGRT Telekritik 10.01.2003 21.05.2003 Star Hayatın İçinden 21.11.2002 30.04.2003 Kanal 7 Evlere Şenlik 30.11.2004 07.03.2005 Kanal D Kadının Sesi 17.11.2004 09.02.2005 Kanal D Arena 23.11.2004 05.07.2005 TV 8 Ana Haber Bül. 14.01.2005 27.01.2006 Star A Takımı 12.05.2006 10.08.2006 ATV İş Dünyası 09.10.2005 26.01.2006 TV 5 Ana Haber Bül. 18.06.2006 02.10.2006 Kanal 1 Kadınlar Matinesi 25.06.2006 02.10.2006 Alem FM Matrak 15.09.2005 27.01.2006 Tatlıses Cenk ile Abuzer 30.09.2005 27.01.2006

6 RTÜK, tarafından yayıncı kuruluşlara “program durdurma” ve “para cezası” yaptırımları uygulanabilmesi için, bir önceki kararın (örn. uyarı) yürütmesinin yargı tarafından durdurulmamış olması gerekmektedir. Eğer önceki karar hakkında yargı tarafından alınmış bir yürütmeyi durdurma kararı varsa, RTÜK, aynı programa aynı yayın ilkesinden tekrar yaptırım uygulamak için yargı kararını beklemek durumundadır. O nedenle tabloda yalnızca ilk yaptırım basamağı olan “uyarı” kararlarıyla ilgili örneklere yer verilmiştir.

Page 115: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 107

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı gibi çoğu zaman, ihlâlin gerçekleştiği tarih ile Üst Kurul’un yaptırım kararı aldığı tarih arasında dört – beş aylık süreler bulunmaktadır. Bu durum, yaptırım uygulama sürecinin yavaş işlemesine neden olmaktadır. Ayrıca, “programa yaptırım uygulaması”nın geçerli olduğu sistemde, kimi zaman yaptırıma konu olan program yayından kaldırıldıktan sonra Üst Kurul tarafından yaptırım kararı alınmaktadır. RTÜK’ün, süreci yavaş işletmesinin diğer bir sonucu da, yaptırım uygulamasında bir sonraki basamağa geçişin zorlaşması ve yayın kuruluşları üzerinde caydırıcılığın azalmasıdır. Kuşkusuz yerel ve bölgesel radyo ve televizyon kuruluşlarının varlığı da düşünüldüğünde, yüzlerce yayın kuruluşu hakkında birçok konuda karar alan RTÜK’ün, oldukça büyük bir iş yükü bulunmaktadır. Ancak tüm gün izlenme paylarında ilk sıralarda yer alan, dolayısıyla da toplum üzerinde önemli etkiye sahip olan ulusal radyo ve televizyonlara ilişkin kararların daha kısa sürede alınması gerekmektedir. Kanaatimizce, ihlâllere ilişkin raporların Yayın İzleme Değerlendirme Dairesi uzmanları tarafından daha kısa sürede yazılması, gerekirse bunun için personel sayısının artırılması ve Üst Kurul’un, ulusal yayın kuruluşlarına daha fazla önem vererek, gerektiğinde haftada birkaç defa toplanarak, kararlarını mümkün olduğunca kısa sürede vermesi gerekmektedir.

Yaptırım uygulamasında RTÜK’ten kaynaklanan diğer bir sorun, bir programın, bir yayın saatinde birden fazla yayın ilkesini ihlâl ettiği durumlarda, ilgili programa sadece tek yaptırım uygulamasıdır. Örneğin, daha önce “f” ve “ı” bentlerinden uyarısı bulunan bir programın, aynı yayın saatinde “f” ve “ı” bentlerini tekrar ihlâl etmesi durumunda, 3984 sayılı Kanunun 33. maddesine göre her yayın ilkesi tek tek değerlendirildiğinden “f” bendinden ayrı, “ı” bendinden de ayrı program durdurma cezası alması gerekmektedir. Ancak RTÜK uygulamalarında durum böyle olmamakta ve bir programda yapılan farklı ihlâllere tek bir yaptırım uygulanmaktadır (bkz. Tablo 2).

Bu uygulamada dikkati çeken asıl husus, ihlâl edilen ilkelerin yaptırım uygulamasında birleştirilmesine rağmen, kayıtlara her ilke için ayrı ayrı yaptırım uygulanmış gibi geçirilmesidir. Örneğin, “v” ve “z” bendini 13.09.2005 tarihinde ihlâl eden Show TV Ana Haber Bülteni’ne, bu iki farklı ihlâle karşılık 1 “program durdurma” yaptırımı uygulanmasına karşın, her iki bentten de program durdurma yaptırımı uygulandığı varsayılmıştır. Dolayısıyla, ilgili program “v” ya da “z” bentlerinden birini tekrar ihlâl ettiğinde, “para cezası” yaptırımıyla karşı karşıya kalacaktır. Kanaatimizce

Page 116: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 108

RTÜK’ün, bir programın, aynı yayın saatinde ihlâl ettiği yayın ilkelerinin, uygulamada tek bir ihlâlmiş gibi değerlendirilmesi, 3984 sayılı Kanunun 33. maddesine aykırıdır. Ayrıca bu uygulama caydırıcılığı da azaltmaktadır.

Tablo 2. Aynı programda birden fazla yayın ilkesinin ihlâline RTÜK

tarafından tek yaptırım uygulanması

Yayıncı Kuruluş

Program Adı

İhlâl Tarihi İhlâl Edilen İlkeler

Uygulanan Yaptırım

Star Süper Magazin

17.12.2005 “e” ve “z” bendi

1 Program Durdurma

Kral TV Masal 30.06.2005 “t” ve “z” bendi

1 Program Durdurma

Show TV Ana Haber Bülteni

13.09.2005 “v” ve “z” bendi

1 Program Durdurma

Kanal D Sabah Sabah Seda Sayan

22.12.2005 “e” ve “z” bendi

Para Cezası (tek yaptırım)

ATV Sabah Yıldızları

24.01.2006 “s” ve “z” bendi

1 Program Durdurma

Number One FM

Russian Girls

02.02.2006 “t” ve “z” bendi

1 Program Durdurma

Yaptırım uygulamasında yargıdan kaynaklanan sorunlar

Yaptırım uygulamasında ortaya çıkan sorunlarla ilgili diğer bir sorun da yargı ile ilgilidir. RTÜK Hukuk Müşavirliği ve Yayın İzleme Değerlendirme Dairesi çalışanlarının belirttiğine göre, özellikle 2002 sonrasında ulusal radyo ve televizyon kuruluşları, yayın ilkelerinin ihlâli nedeniyle uygulanan yaptırımların neredeyse tamamında, kararın iptali için yargıya başvurmaktadır. Bu bağlamda, yayıncı kuruluşlar, ilgili kararın kendilerine tebliğ edildiği tarihten 15 gün içerisinde İdare Mahkemesine başvurmakta ve Mahkemeler neredeyse başvuruların tamamında, kararın yürütmesini durdurup Üst Kurul’un savunmasını istemektedir. Ayrıca dava sürecinde, konuyla ilgili bilirkişilerin de görüşlerine başvurulmaktadır. Türkiye’de, yargı sürecinin yavaş işlemesi de göz önüne alındığında, RTÜK’ün kararlarının uygulanması ya da iptali için önemli bir zaman diliminin geçmesi gerekmektedir (bkz. Tablo 3).

Page 117: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 109

Tablo 3. Yargıya intikal eden RTÜK kararlarının uygulanması için geçen süre

Yayıncı Kuruluş

Program Adı Yaptırım Kararının Yayıncıya Tebliğ Tarihi

Yaptırımın Uygulanma Tarihi

Kanal D Ana Haber 26.05.2003 11.12.2003

Kanal D Beyaz Show 13.04.2005 30.09.2005

Star Süper Magazin 08.12.2005 27.07.2006

ATV Ya Şundadır Ya Bundadır

07.12.2005 03.10.2006

Kanal D Beyaz Show 11.04.2006 30.03.2007

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi yargı sürecinin uzun bir

süreyi kapsaması, yaptırım uygulama sürecinin uzaması ve caydırıcılığın azalması gibi sorunları beraberinde getirmektedir. Ayrıca, basamaklı yaptırım uygulaması nedeniyle dava sonuçlanıncaya dek Üst Kurul, ilgili programın aynı yayın ilkesini tekrar ihlâl etmesi durumunda yeni bir yaptırım uygulayamamaktadır. Örneğin, 10.10.2006’da Üst Kurul tarafından “uyarı” alan ve 10.12.2006’da bu kararın yürütmesini durdurtan bir yayın kuruluşunun dava sonuçlanıncaya dek aynı yayın ilkesini defalarca ihlâl etmesi durumunda RTÜK yeni bir yaptırım uygulamak için belki bir yıl sürecek dava sonucunu beklemek durumunda kalacaktır. Diğer bir ifadeyle, bir yayın ilkesini iki ay içinde üst üste iki kez ihlâl eden programa, her bir karar için yalnızca ortalama sekiz aylık yargı süreci göz önünde bulundurulduğunda (ağır işleyen RTÜK uygulamaları hariç), ikinci basamak olan “program durdurma” yaptırımının uygulanması için iki yıla yakın süre geçmesi gerekmektedir.

Çözüm önerisi

Kayış (2007: 149)’a göre, bu durumun çözümü için RTÜK kararlarına mahkeme nezdinde yapılacak itirazların en geç üç gün içinde sonuçlanması yönünde değişiklikler yapılmalıdır. Kanaatimizce de, hassas bir alan olan radyo ve televizyon yayıncılığının özel konumu unutulmamalı ve gerekirse

Page 118: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 110

yalnızca RTÜK’ün verdiği kararlara yönelik itirazlara bakan idarî mahkemeler kurulmalıdır. Yeni kurulacak bu mahkemelerde, psikologlar, sosyologlar, iletişim bilimcileri ve akademisyenler “danışma kurulu” olarak görev yapmalı ve bu kişiler, tarafsızlığı sağlamak amacıyla belli bir süre sonra değiştirilmelidir. Böylece süreç hem daha hızlı hem daha sağlıklı bir biçimde yürütülmüş olacaktır.

Yaptırım uygulamasında yayın ilkelerinden kaynaklanan sorunlar

İçel ve Ünver (2005: 407), yayın ilkeleri denilince, yayınların toplum üzerinde çeşitli yönlerden zararlı olmaması için kaçınılması gereken hususların anlaşılması gerektiğini belirtip, yayınların daha iyi ve daha yararlı olması için uyulması gereken esasların yerinin yayın ilkeleri olmaması gerektiğini belirtmiştir. İçel ve Ünver’in eleştirisine örnek olarak 4. Maddenin şimdiki halinde yer alan “g” ve “h” bentleri de gösterilebilir. Yayınlarda, Türk millî eğitiminin genel amaçların ve Türkçenin korunması, önceki başlıkta belirtildiği gibi yararlı birer “yayın ilkesi” olsa da, bu ilkelerde yer alan “… millî kültürün geliştirilmesi” ve Türkçenin, “millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve bilim dili halinde geliştirilmesinin sağlanması” ifadeleri, “yayın ilkesi” olmanın ötesine geçmektedir. Bu durum kanaatimizce, “g” ve “h” bentlerinin uygulanmasını zorlaştırarak, yayıncılara yerine getirilmesi güç olan yükümlülükler yüklemektedir. Zira, bu iki yayın ilkesi çerçevesinde düşünüldüğünde, “her programda” (örneğin bir futbol maçında) Türkçenin ve millî eğitimin genel esaslarının geliştirilmesinin ne şekilde mümkün olacağını kestirmek zordur.

1984 sayılı Kanunun 4. maddesindeki yayın ilkelerinin yapısından kaynaklanan diğer bir sorun ise, bazı ifadelerin birden fazla yayın ilkesinde tekrar etmesidir. Örneğin, “ı” bendinde yer alan “haberlerin doğruluğuna emin olunmaksızın veya soruşturulmaksızın yayınlanmaması” ifadesi ile “l” bendinde yer alan, “haberlerin yayınlanmasında tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine bağlı olunması…” cümleleri büyük ölçüde aynı anlamı ifade etmektedir. Bu duruma verilebilecek diğer bir örnek ise “b” ve “v” bentlerindeki benzer ifadelerdir. “v” bendinin ikinci bölümünde, yayınların ırkçı nefret duygularını kışkırtıcı nitelikte olmaması gerektiği savunulurken “b” bendi, “Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi” cümlesiyle aynı tür yayınları engellemeyi amaçlamaktadır. Bazı ifadelerin

Page 119: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 111

birden fazla yayın ilkesinde tekrar etmesinin, uygulamada birtakım sorunlara yol açabileceği açıktır. Bunlardan en önemlisi, birden fazla bentte yazılmış yayın ilkesine hangi bentten yaptırım uygulanacağıdır. Örneğin haberlerin doğru olması ilkesini ihlâl eden bir yayın kuruluşuna, tek bir ilkeyi ihlâl ettiği için tek bir yaptırım uygulanması gerekmektedir. Ancak söz konusu yayın ilkesinin hem “ı”, hem de “l” bentlerinde öngörülmesi nedeniyle, yayın kuruluşuna aynı ihlâl için iki farklı bentten yaptırım uygulanabilecektir. Kanaatimizce bu durum, yayıncı açısından adaletsizlik yaratacaktır. Bu konuyla ilgili diğer bir sorun ise, RTÜK’ün hatalı uygulamalarına olanak verebilecek nitelikte olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, haberlerin doğru olması ilkesini ihlâl eden yayıncıya önce “ı” bendinden “uyarı”, aynı ihlâlin tekrarı halinde ise “l” bendinden tekrar “uyarı” verilmesi mümkündür (oysaki ikinci ihlâlde “ı” bendinden “program durdurma” yaptırımı uygulanması gerekir).

Yukarıda sayılan sorunların haricinde, 4. Maddede öngörülen yayın ilkeleri muğlak oldukları gerekçesiyle sıkça eleştirilmektedir. Türkiye’de 3984 sayılı Kanunun yürürlüğe girip RTÜK’ün kurulmasının üzerinden 13 yıl ve bazı yayın ilkelerinin değiştiği tarih olan 2002’den bu yana beş yıl geçmiştir. Bu süre içinde yayıncıların tutumu (yayın ilkelerinden ne anladıkları), RTÜK’ün kararları (yayın ilkelerinin sınırlarının nasıl yorumlandığı) ve yargı kararlarının ışığında, yayın ilkelerinin nasıl anlaşılacağına dair ortak bir görüşün olması gerektiği savunulabilir. Yukarda sayılan üç değişken içinde, özellikle “yargı kuruluşları”, kanaatimizce RTÜK’ün keyfi uygulamalarını engelleyecek en büyük güvence niteliğindedir. Ayrıca, yayın ilkelerinin ihlâli nedeniyle yargıya intikal eden tüm davalarda, psikologlardan ve iletişim konusunda uzmanlaşmış akademisyenlerden oluşan bilirkişi heyetlerinin görüşüne başvurulduğu da unutulmamalıdır. Tüm bunlardan yola çıkarak, yayın ilkelerinin yorumlanmasında birden fazla değişken olduğunu ve yaptırım uygulamasında, Kanunda yazan ifadelerin tek başına belirleyici olmadığını belirtmek mümkündür.

Page 120: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 112

ETİK KURALLAR OLARAK YAYIN İLKELERİNİN İHLÂLİ

Basın Konseyi’nin uygulamaları ve basın meslek ilkelerinin ihlâli

Yayın ilkelerinin, özellikle son beş yıl içinde ulusal televizyon kuruluşları tarafından çok yoğun bir biçimde ihlâl edilmesi, aynı zamanda Türkiye’de radyo ve televizyon yayıncılığı alanında oturmuş bir özdenetim anlayışının olmadığının göstergesidir. Acaba Basın Konseyi, yayıncılık alanındaki özdenetimin neresinde bulunmaktadır?

Türkiye'de yayınlanan yazılı, sözlü ve görüntülü tüm basın (medya) organları ve İnternet yayıncılığı yoluyla hizmet veren tüm kitlesel iletişim organlarının da gazetecilik faaliyetlerinden sorumlu olan Basın Konseyi, 1 Ocak 1996 – 1 Temmuz 2007 tarihleri arasında, ulusal radyo ve televizyonlar hakkında yalnızca 15 yaptırım uygulamıştır. Söz konusu yaptırımların 12’si ulusal televizyon kuruluşlarına, 3’ü ise ulusal radyo kuruluşlarına yönelik olmuştur. Ulusal televizyon kuruluşlarına uygulanan yaptırımların 8’i “uyarı” 4’ü “kınama” olurken, ulusal radyo kuruluşlarına 3 “kınama” yaptırımı uygulanmıştır. Basın Konseyi, radyo ve televizyonların haricinde çok büyük bir kısmı yazılı basına yönelik 341 tane “uyarı” ve “kınama” yaptırımı uygulamıştır.

Basın Konseyi, radyo ve televizyon kuruluşlarının yalnızca gazetecilik faaliyetleri üzerinde özdenetim yetkisine sahip olsa da, 11 yıl içinde radyo ve televizyonlar hakkında verilen kararların oldukça az olduğu dikkati çekmektedir. Hatırlanacağı gibi, önceki başlıklarda, son beş yılda, ulusal televizyonlar tarafından yayın ilkelerini en fazla ihlâl eden program türlerinden birinin “ana haber bültenleri” olduğu ifade edilmişti. Buradan yola çıkarak, Konsey’in özellikle televizyon kuruluşlarının “gazetecilik faaliyetleri” üzerinde etkisiz kaldığı sonucu ortaya çıkmaktadır.

Basın Konseyi’nin ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarının “gazetecilik faaliyetleri” üzerinde etkisiz kalmasının en önemli nedeni, Konsey’in birçok konuda re’sen harekete geçme yetkisinin bulunmamasından kaynaklanmakta. Sadece ilgili haber veya yayından zarar gören kişilerin şikâyeti üzerine harekete geçebilen Basın Konseyi, genel ahlâk anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı ya da incitici, gazetecilik mesleğini özel amaç ve çıkarlara alet edici, şiddet ve zorbalığı özendirici yayınlarda doğrudan harekete geçip karar alabilme yetkisine sahip değildir (İçel ve Ünver, 2005: 251). Her ne kadar, 22 Nisan 2000’de Konsey Sözleşmesi’nde, “basın mesleğinin, ahlâka aykırı özel çıkarlara alet edildiğine ilişkin olarak

Page 121: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 113

yazılı, sözlü, görüntülü basına topluca yöneltilen iddiaları başvuru beklemeden araştırmak” şeklinde bir değişiklik yapılmış olsa da, kanaatimizce bu değişiklik oldukça sınırlıdır.

Basın Konseyi’nin ulusal radyo ve televizyon kuruluşları ile ilgili olarak 11 yılda verdiği karar sayısının yalnızca 15 olması, kararların caydırıcı olup olmadığı yönünde tartışma yapmanın yersizliğini de ortaya koymaktadır. Ancak asıl üzerinde durulması gereken husus, Konsey’in yapısıyla ilgilidir. Basın Konseyi her ne kadar “tüm” medyada özdenetimi sağlamayı hedeflese de, faaliyetlerinin çok büyük bir bölümünün yazılı basın üzerine olduğu görülmektedir. Zaten bağışlar ve üyelerin yıllık katılım paylarıyla ayakta duran bir özdenetim kuruluşundan “tüm” medya organlarını gözlemesini beklemek, fazla iyimserlik olacaktır. Önemli bir bütçeye sahip olan RTÜK bile, yerel ve bölgesel yayın kuruluşları bir yana ulusal radyo kuruluşlarını bile sağlıklı bir biçimde izlemekte sıkıntılar yaşamaktadır.

Türkiye’de radyo ve televizyon yayıncılığında özdenetimi sağlamanın en temel yolu, yalnızca haberle sınırlı kalmayarak tüm program türlerini denetleyen, saygın bir özdenetim kurulu (yayın standartları konseyi) oluşturmaktır.

Doğan Medya Grubu tarafından oluşturulan yayın ilkelerinin ihlâli

Doğan Medya Grubu, Türkiye’de yayın ilkeleri oluşturup özdenetimi sağlamaya çalışan tek yayın grubudur. Ancak uygulamaya bakıldığında, 2002 yılında yayınlanan ilkelerin özdenetimi sağlamada başarılı olduğunu söylemek pek mümkün değildir.

Neredeyse tamamı, 3984 sayılı Kanunun 4. maddesinde de yer alan maddeler içermesine rağmen Doğan Medya Grubu’nun bir üyesi olan Kanal D, 2002 – 2007 yılları arası dönemde 4. maddeyi en fazla ihlâl eden ikinci yayın kuruluşu olmuştur. Bu dönemde 4. maddeyi 125 defa ihlâl eden Kanal D kuruluşunun oranı, 19 yayın kuruluşu tarafından gerçekleştirilen 726 ihlâl içinde yaklaşık olarak % 17 civarındadır.

2002 – 2007 yılları arasında tek tek yayın ilkeleri bağlamında değerlendirildiğinde de Kanal D’nin, özdenetimi sağlayamadığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Doğan Medya Grubu Yayın İlkelerinin 17. maddesi, “Şiddet ve zorbalığı özendirici veya kışkırtıcı; çocukları cinsel konularda olumsuz yönde etkileyici, bireyleri topluluklar ve uluslararasında nefret ve düşmanlığı körükleyici yayın yapmaktan kaçınılır” biçiminde düzenlenmiştir. Ancak uygulamaya bakıldığında, bu yayın ilkesiyle benzer olarak 4.

Page 122: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 114

maddenin çocukları ve gençleri korumayı amaçlayan “z” bendinin Kanal D tarafından 38 kez ihlâl edildiği görülmektedir. Kanal D’nin, “z” bendinin ihlâli bağlamında ulusal televizyon kuruluşları içindeki payı ise yaklaşık olarak % 19’dur. Kanal D, bunun haricinde şiddet kullanımını özendirici nitelikteki yayınları yasaklayan “y” bendini de 6 kez ihlâl etmiştir.

Kanal D ile ilgili olarak verilebilecek benzer bir örnek ise Doğan Medya Grubu Yayın İlkelerinin 6. maddesinde yer alan “düşünce, vicdan ve ifade özgürlüğünü sınırlayıcı; genel ahlâk anlayışını, din duygularını, aile kurumunun temel dayanaklarını sarsıcı yayın yapılamaz” ifadesidir. Ancak, ilgili yayın kuruluşu, 4. maddenin “Türk aile yapısı”nı korumayı amaçlayan “e” bendini 21 kez ihlâl etmiştir. Ulusal televizyon kuruluşları bazında düşünüldüğünde, “e” bendinin tüm ihlâlleri içinde Kanal D’nin payı, yaklaşık olarak % 33 oranındadır. Ayrıca, Kanal D, 4. maddenin “genel ahlâk” ile ilgili birinci fıkrasını da 8 kez ihlâl etmiştir.

Kanaatimizce, özdenetimin birinci basamağı olan yayın kuruluşlarına düşen temel görev, kendi özdenetim ilkelerini oluşturmalarının yanında bu ilkelere uymaktır. Bu durum kitle iletişim alanı üzerindeki “devlet denetimi”ni de önemli ölçüde azaltacaktır.

SONUÇ

Bu çalışmada, arşiv taraması tekniğiyle, varsayımlar test edilmeye çalışıldı. Bu bağlamda ulaşılan ilk sonuç, Türkiye’de yayın ilkelerinin ihlâllerinin bu alandaki en temel sorunlardan biri olduğudur. Radyo ve televizyon kuruluşları, 1994 – 2007 yılları arasında 4. Maddede öngörülen yayın ilkelerini 1285 defa ihlâl etmişlerdir. Ayrıca, en fazla izlenen yayın kuruluşlarının aynı zamanda en fazla ihlâlde bulunan yayın kuruluşları olması dikkat çekicidir. Bu durum, reyting kaygısıyla oluşturulan içi boş içeriklerin eğitimsizlik, bilinçsizlik, merak gibi insanî duygular nedeniyle ilgi gördüğü ya da halkın benzer kalitesiz içerikler arasında “seçeneksizlik”ten bu tür yayınları izlediği şeklinde yorumlanabilir.

İhlâllerin bu denli fazla olmasının en önemli nedenlerinden biri, özellikle 2002 yılında 3984 sayılı Kanunun, “yayın kuruluşuna yaptırım” yerine “programa yaptırım” şeklinde değiştirilmesidir. Bu duruma, RTÜK ve yargı organlarının da ağır çalışması eklenince program durdurma ve para cezası gibi ileri basamak yaptırımlara geçilmesi birkaç yılı bulur hale gelmiş ve adeta yayıncılar daha fazla ihlâl için teşvik edilmiştir. Yayın ilkelerinin sıkça ihlâl

Page 123: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yayın ilkeleri ihlali 115

edilmesinin diğer bir nedeni ise Türkiye’de özdenetim anlayışının yeterince gelişmemiş olmasıdır. Türkiye’de radyo ve televizyon yayıncılığını temel alan bir özdenetim kuruluşu bulunmamakta, Basın Konseyi’nin bu alana yönelik özdenetimi ise yetersiz kalmaktadır. Bunun yanı sıra, yayın kuruluşları da kendi yayın ilkelerini oluşturup uygulama bakımından yetersizdir. Bunların yanı sıra, kimi yayın ilkelerinin yapısından kaynaklanan sorunlar yayıncılar açısından adaletsizlik yaratmakta ve bu durum ihlâl sayısını artırıcı nitelik taşımaktadır.

Tüm bunlardan yola çıkarak Türkiye’de yayıncılık alanında devletin, özdenetim kuruluşlarının ve yayıncıların üzerine düşen görevi yeterince yerine getirmediği ve yayıncılık alanının sosyal sorumluluktan uzak bir biçimde işlediği sonucuna varılmıştır. KAYNAKÇA Adaklı, G. (2006). Türkiye’de Medya Endüstrisi, Neoliberalizm Çağında Mülkiyet ve

Kontrol İlişkileri, Ankara: Ütopya. Akıncı, M. (1999). Bağımsız İdarî Otoriteler ve Ombudsman, İstanbul: Beta. Alemdar, K. ve Erdoğan, İ. (2005). Popüler Kültür ve İletişim, Ankara: Erk. Avrupa Birliği İzleme ve Savunuculuk Programı (2005). Avrupa’da Televizyon

Düzenleme, Politikalar ve Bağımsızlık, Ankara. Baykal, K. C. (2008). Radyo ve Televizyon Yayıncılığında Yayın İlkelerinin İhlâli ile

Yaptırım Uygulamasında Ortaya Çıkan Sorunlar, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Bennett, L. (2000). Politik İllüzyon ve Medya, Çev.: Seyfi Say, İstanbul: Nehir. Çiftci, A. (1999). Uluslararası Hukuk Açısından Radyo ve Televizyon Hukuku,

Ankara: G.Ü. İletişim Fakültesi Basımevi. Erciyes, C. (2001). “Medya Etiği ve Klasik Etik Kodları”, Türkiye ve Siyaset Dergisi,

Mayıs- Haziran 2001. Erdoğan, İ. (2007). “Minarenin Kılıfları: reyting, Temsil, Halka İstediğini Verme,

Otodenetim ve RTÜK”, http://www.findthelinks.com/irfanerdogan/ Erkelli Kızıl, N. (1998). İletişim Özgürlüğü ve Medyada Oto– Kontrol, İstanbul: Beta. İçel, K. ve Ünver, Y. (2005). Kitle Haberleşme Hukuku 5. Baskı, İstanbul: Beta. Kayış, S. N. (2007). Tanrım Reytingimi Koru. İstanbul: Güncel Yayıncılık. Kapani, M. (1981). Kamu Hürriyetleri, Ankara: A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları No:

453. RTÜK (2005). Televizyon Programlarındaki Şiddet İçeriğinin, Müstehcenliğin ve

Mahremiyet İhlâllerinin İzleyicilerin Ruh Sağlığı Üzerindeki Etkileri, Ankara: RTÜK Yayınları.

Serim, Ö. (2007). Türk Televizyon Tarihi 1952 – 2006, İstanbul: Epsilon Yayınları. www.basinkonseyi.org.tr

Page 124: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Kemal Cem Baykal 116

www.medyatava.net/ reytingengine.aspx http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=312135 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=320265 www.ofcom.co.uk 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun (R.G. 20.04.1994 / 21911). Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik (R.G.

17.04.2003 / 25082). RTÜK Yayın İzleme Değerlendirme Dairesi’nden alınan ve ulusal yayın

kuruluşlarının ihlâlleri ile bu kuruluşlara uygulanan yaptırımları gösteren listeler. 1 Ocak 1996 – 1 Temmuz 2007 tarihleri arasında “Basın Meslek İlkeleri”nin

ihlâllerine ve uygulanan yaptırımlara dair, Basın Konseyi’nin internet sitesinin arşiv kısmından derlenen bilgiler.

12 Mart 2007 tarihinde RTÜK Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği’nden Neriman SARAÇOĞLU ile Yapılan Görüşme.

28 Mart 2007 tarihinde RTÜK Hukuk Müşavirliği’nden Adem PETEK ile Yapılan Görüşme.

28 Mart 2007 tarihinde RTÜK Yayın İzleme Değerlendirme Dairesi’nden Tülin YÜKSEL ile Yapılan Görüşme.

Page 125: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.117-134

İstihdam sorunu bağlamında Türkiye’de iletişim eğitimi ve öğrenci yerleştirme

Ruhdan Uzun1 Öz: Bu makale Türkiye’deki iletişim eğitimi ve öğrenci yerleştirmeyi istihdam sorunu bağlamında irdelemek için tasarlandı. ÖSYM’nin 2007 yılı için hazırladığı Yüksek- öğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’ndaki verilerden yararlanılarak, iletişim eğitimi veren lisans ve önlisans programları, kontenjanlar bazında incelendi. İnceleme iletişim eğitimi kontenjanları ile istihdam arasında dengesizlik olduğunu ve iletişim eğitimindeki bölüm ayrımlanmasından yola çıkılarak iletişim eğitiminin yapılanmasının medya endüstrilerinin çıkarlarına artan bir şekilde bütünleştiğini buldu. Anahtar kelimeler: İletişim, iletişim eğitimi, eğitimin endüstriye bütünleşmesi, istihdam. A study of communication education and student allocation in Turkey in term of employment problem Abstract: This study was designed to investigate the employment problem in communication in Turkey. Faculty programmes and two-year vocational training schools in the communication discipline were examined in terms of quotas. Necessary data was collected from the Guide of Higher Education Programmes and Quotas for 2007 by Student Selection And Placement Center. The study found the existence of serious imbalance between quotas of communication education and employment and increasing integration of structure of communication education into the interests of the media industries. Keywords: Communication, communication education, industrial integration, employment

1 Doç. Dr., Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi e-posta: [email protected]

Makale

Page 126: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 118

GİRİŞ

Türkiye’de genelde eğitim, özelde ise iletişim eğitimi tartışmalı ve sorunlu bir konudur. Bunda iletişim alanının son derece dinamik bir sektör olmasının payı büyüktür. Endüstrinin hızla gelişip çeşitlenmesi, gazeteciliğin değişime uğraması, sürekli yeni beceriler gerektiren bir meslek haline gelmesi, bunun yanında reklamcılık ve halkla ilişkiler gibi sektörlerin gelişmesi gibi olgular iletişim eğitimine de yansımaktadır. Sürekli gelişen bir alanda nasıl bir eğitim verileceği tartışma konusu olurken, sayıları giderek artan iletişim fakülteleri mezunlarının istihdam sorunu da giderek artmaktadır.

Günümüzde medya sektörünün iletişim eğitimini denetlemek istediği, buna karşılık iletişim fakültelerinin üniversiter yapı içinde kurulmuş olmaları dolayısıyla (Mutlu, 1992:138-139) bu denetime karşı direnç gösterdikleri bilinmektedir. Medya çalışanları arasındaki alaylı/mektepli ayrımı, zaman içinde mektepliler yönünde evrim geçirse de medya sektörü, üniversite düzeyinde verilen iletişim eğitimini tartışmakta, genellikle de olumsuz eleştiriler yöneltmektedir (bkz. Özkök:2001, Gürkan:2001, Eğin:2007). Söz konusu eleştiriler, sektörün iletişim eğitimini denetlemek istediğinin ancak, henüz bu isteğini gerçekleştiremediğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Sektörün gereksinim duyduğu meslek adamlarının yetiştirilmesinin üniversite eğitiminin niteliğiyle nasıl bağdaştırılacağı konusu, iletişim fakültelerinin ders programlarının belirlenmesine yönelik tartışmalara da yansımaktadır (Dağtaş, 2003). Ders programlarının hazırlanmasında kuramsal derslerle meslek uygulamalarına yönelik derslerin nasıl dengeleneceği sorusunun temelinde, iletişim eğitiminin sektörün mü yoksa üniversitenin mi denetiminde olacağı sorusu yatmaktadır. Tartışmalarda, kuram/uygulama ayrılığının fetişleştirilmesi ise asıl soruyu gözden kaçırmak anlamına gelmektedir. Kuram ve uygulamanın birbirine zıt olmadığı, kuramın sosyal pratiğin açıklaması olduğu; kuramın pratikte yapılanın nedenlerinin ve sonuçlarının sistemli, güvenilir ve geçerli açıklamasını sunmayı gerektirdiği (Erdoğan, 2003: 98) göz önünde tutulursa, sektörün iletişim eğitiminin eleştirel niteliğinden rahatsızlık duyduğunun işaretleri görülebilir.

1980’li yıllardan itibaren medya sektörünün büyümesi ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin teknik personel ve meslek adamı taleplerini artırmasına karşın, iletişim eğitimi almış herkese sektörde iş olanağı bulunmamaktadır. Tekelleşme olgusu, Türkiye’de alternatif medyanın

Page 127: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 119

gelişmesini engellerken, medya grupları, izleyici sayılarını artırmak için daha nitelikli bir habercilik ve kamusal yayıncılık anlayışını benimsemek yerine; büyük paralarla transfer edilen “popüler” gazetecilerle yayınlarını sürdürmektedir (Dağtaş, 2003:153).

Üniversite düzeyinde iletişim eğitimi almış mezunlar işe alınmak için ya kişisel ilişki kanallarını kullanmak ya da başka alanlarda iş aramak zorunda kalmaktadır. İletişim alanında bir iş bulduklarında ise çok düşük ücretlerle ve sosyal güvenceden yoksun olarak çalıştırılmaktadırlar. Sık sık yaşanan krizler sonucu işten çıkarılanlar yanında işsiz olanların sayısı da giderek artmaktadır (Medyada İstihdam, 2007).

Bütün bu sorunları artıran bir başka öğe de iletişim alanında çalışmak için mutlaka iletişim eğitimi almış olma zorunluluğunun bulunmamasıdır. Gazetecilik, televizyonculuk, reklamcılık, halkla ilişkiler gibi mesleklere girişin hemen herkese açık olması, hatta bu mesleklerin meslek olup olmadığı yönündeki tartışmaların da sürmesi (Bertrand, 2000:23; Belsey, 1998:8), iletişim alanında eğitim görenlerin istihdam sorununu artırmaktadır. İletişim eğitimi alan ancak kendi alanında istihdam olanağı bulamayanlar, başka mesleklere giriş koşullarını karşılayamadıkları için sıkıntı yaşarken, çok farklı meslek eğitimi almış kişiler iletişim mesleklerinde istihdam edilebilmektedir (Medyada İstihdam, 2007).

YÖNTEM

İletişim alanında eğitim ve istihdam politikalarının uyumlaştırılması ve tarafları hoşnut edecek gerçekçi politikaların oluşturulması, sektörün acil gereksinimleri arasındadır. Bu yönde atılacak adımların ise önce mevcut durumun belirlenmesiyle sağlamlaştırılacağı açıktır. Bu çalışma, önlisans ve lisans düzeyinde verilen iletişim eğitiminin genel yapısını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Böylelikle endüstriyel yapının eğitim alanındaki kurumsal yansımalarını belirleme olanağı doğacaktır. Bu amaçla, önce Türkiye’deki iletişim eğitiminin kısa tarihi özetlenmiş, ardından Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nin 2007 yılı için hazırladığı Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’ndaki verilerden yararlanılarak, iletişim eğitimi veren programlar, kontenjanlar bazında incelenmiştir. Böylece iletişim eğitimi kontenjanları ile istihdam arasındaki dengesizliğin ortaya konması hedeflenmiştir. Bunun yanında iletişim eğitimindeki bölüm ayrımlanmasından yola çıkılarak iletişim eğitiminin yapılanmasının sektörün

Page 128: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 120

gelişmesiyle bağlantısı incelenmiş; iletişim eğitimi konusundaki tartışmalara katkıda bulunmak amaçlanmıştır. Bunun için Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’ndaki veriler kullanılmıştır. Kılavuz’da yer alan iletişim alanında eğitim veren fakülte ve yüksek okul bölümleri sınıflandırılmış, her bölüme ayrılan öğrenci kontenjanı üniversitelerin sahiplik yapıları bazında belirlenmiş ve tablolar biçiminde sunulmuştur.

Türkiye’de üniversite düzeyinde iletişim eğitimi önlisans, lisans ve yüksek lisans programları aracılığıyla yürütülmektedir. Bu çalışmada yalnızca lisans ve önlisans programları incelenmiştir. Ayrıca, iletişim eğitimi hem devlet üniversitelerinde hem de vakıf üniversitelerinde verilmektedir. Merkezi yerleştirmeyle öğrenci alan KKTC ve yurtdışındaki bazı üniversiteler de çalışmaya dahil edilmiştir. Yeni kurulan ve henüz öğrenci kontenjanı bulunmayan iletişim fakülteleri ve bölümleri ise çalışma kapsamı dışında bırakılmıştır.

ANALİZ VE DEĞERLENDİRME

Türkiye’de İletişim eğitimi

İletişim eğitimi, tarihsel süreç içinde önce basının ortaya çıkıp bir endüstri haline gelmesi sonucu ilk olarak gazetecilik eğitimi biçiminde belirmiştir. İlk gazetecilik eğitimi ise 1908 yılında ABD’de Missouri Üniversitesi’nde kurulan gazetecilik okulunda başlamıştır. 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, endüstrinin gelişmesine koşut olarak ABD’de profesyonel düzeyde eğitim veren gazetecilik okulu sayısı 100’e ulaştı. 1970-1990 yılları arasında ABD’de iletişim mezunlarının sayısı % 35 oranında artış gösterdi. (Mutlu, 1994:165, Mutlu, 2000:245).

Türkiye’de ise gazetecilik eğitimi ile ilgili fikirler Gazeteci Ahmet Rasim tarafından ortaya atılmış, fakat Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda gazetecilik eğitimi bakımından Osmanlıdan bir miras devralınmamıştı (Topuz, 1973:115). 1931’de çıkarılan Cumhuriyet döneminin ilk Basın Yasası gazetecilik yapanların ve özellikle sorumlu konumda olanların eğitimiyle ilgili bazı koşulları yerine getirmeleri konusunda birikimlere sahipti. Bu yasanın ilgili hükmü 1933’de kaldırılınca, çalışmalar da durdu (Alemdar, 1981:2-3).

Türkiye’de ilk özel gazetecilik okulu 1948’de Müderris Fehmi Yahya tarafından açılan İstanbul Özel Gazetecilik Okulu’dur. Üniversite düzeyinde bir eğitim kurumu olan okul, basın dünyasına ve iş hayatına hazırlıklı eleman yetiştirmek amacıyla kuruldu. Okul, biri ortaokul üzerine 3 yıllık, diğeri ise

Page 129: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 121

lise üzerine bir yıllık eğitim veren iki devreden oluşuyordu. Okulun eğitimine 1963 yılında ara verildi (İnuğur, 1988:155-157).

1949 yılında, İstanbul Üniversitesi Senatosu İktisat Fakültesi’nde bir gazetecilik enstitüsü kurulmasına karar verdi (Abadan-Unat, 1972: 68). 1950 yılı güz döneminde Gazetecilik Enstitüsü’ne iki yıllık eğitim için öğrenci alındı. Enstitüye hem lise mezunları hem de Enstitü Yönetmeliğinin geçici maddesi gereği olarak iki yıl fiilen gazetecilik yapmış olan kişiler, öğrenim durumlarına bakılmaksızın öğrenci olarak kabul edildi. Enstitüde İktisat Fakültesi öğretim üyeleri yanında tanınmış gazeteciler de ders verdi.

Öğrenci Derneği 1960’da eğitimin üç yıla çıkarılması için istekte bulunmuştur. Bunun üzerine eğitim süresi önce üç yıla daha sonraları da dört yıla çıkarılarak Enstitünün adı İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’na dönüştürüldü.

Gazetecilik Enstitüsü’nün basını dar anlamda ele alması, kitle iletişim araçlarının tümünü kapsayacak biçimde eğitim veren bir eğitim kurumu gereksinimini doğurmuştu. Ankara Gazeteciler Cemiyeti, toplumsal gelişmenin iletişim, tanıtma ve etkileşimle birlikte gerçekleşebileceği bilinciyle, 1960 sonrası lisans düzeyinde yeni bir yüksek okulun kurulmasını gündeme getirdi. İletişim alanında eğitim verecek bir okul kurulması hakkındaki istek, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne iletildi. Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulu 1962’de “Haberleşme Enstitüsü”nün kurulmasını ilke olarak kabul etti.

Okulun kuruluşu ile ilgili sorunların UNESCO Genel Merkezinden gönderilecek bir uzman tarafından incelenmesi gündeme geldi. Bu amaçla görevlendirilen Brüksel Üniversitesi Gazetecilik Profesörü Roger Clausse, çalışmalar yaparak bir rapor hazırladı.

Raporda, Siyasal Bilgiler Fakültesi bünyesinde kurulacak okulun dar anlamda sadece gazeteciliği değil, televizyon, radyo, sinema, halkla ilişkiler kavramlarını kapsaması gerektiği, üniversite eğitimi hedeflenirken onun yanında uygulamaya da önem verilmesi ve meslek çevreleriyle ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiği vurgulanıyordu. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Clausse’un raporu ışığında okulun kurulması için hazırladığı yönetmelik, 1964’te Ankara Üniversitesi Senatosunca kabul edildi. Bu kararla okulun adı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu oldu (Abadan-Unat, 1972:70-76; Tokgöz, 1975:117-118; Altun, 1995:107-109). 1965 yılında eğitim vermeye başlayan okula, üniversite giriş sınavıyla lise mezunları ile yine yapılan sınavı kazanmış 5 yıl meslekte çalışmış lise

Page 130: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 122

mezunları arasından öğrenci alındı. Başlangıçta Basın, Halkla İlişkiler, Radyo-Televizyon olmak üzere üç bölüme sahip olan Okulun bölüm sayısı, 1968’de yapılan bir değişiklikle Basın ve Halkla İlişkiler bölümlerinin birleştirilmesiyle ikiye indirildi. Bu durum 1988 yılında Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümlerinin birbirinden ayrılmasına kadar sürdü (Tokgöz, 2003:22).

1965’te, 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile Türkiye’de özel yüksek okulların açılabilmesine olanak tanınınca, gazetecilik eğitiminde özel yüksek okullar dönemi başladı. 1966’da İstanbul Özel Gazetecilik Yüksek Okulu, 1967’de Ankara’da Başkent Özel Gazetecilik Yüksek Okulu, 1968’de İzmir’de İzmir Karataş Özel Gazetecilik Okulu hizmete açıldı (Altun, 1995: 110). Bu okullar yapılan şikayetler üzerine incelemeye alındı ve 1971 yılında çıkarılan bir yasa ile devletleştirilerek akademilere bağlandı (Tokgöz, 2003:23).

1970’li yıllarda Eskişehir’de Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, bir televizyon istasyonu kurma girişimlerine başladı. Bu girişim 1972’de Televizyon ile Eğitim Enstitüsü’ne televizyonun bağlanmasıyla kurumsal bir nitelik kazandı. 1975’te Enstitü Sinema ve Televizyon Yüksek Okulu’na dönüştü. Sinema ve Televizyon Yüksek Okulu 1979’da Televizyon ile Öğretim ve Eğitim Fakültesi adını aldı, fakülteye basın-yayın bölümü de eklenerek 1980’de Fakültenin adı İletişim Bilimleri Fakültesi olarak değiştirildi (Altun, 1995:113).

2547 sayılı yasa ile Yüksek Öğretim Kurulunun kurulmasıyla birlikte, tüm mevcut devlet üniversitelerinde eğitim ve öğretim bakımından yeni düzenlemeler yapılması gündeme geldi. Bu düzenlemelerle birlikte, yüksek öğretim kurumlarının teşkilatı 1982 yılında 41 sayılı kanun hükmündeki kararname ile tekrar düzenlendi. Bu kararname ile gazetecilik alanında eğitim veren okullar, Ankara, İstanbul, Marmara, Ege ve Gazi Üniversiteleri Basın Yayın Yüksek Okulları adı altında bu üniversitelerin rektörlüklerine bağlandı.

1992’de ise 3837 sayılı yasa ile 2908 sayılı yüksek öğretim kurumları yasasında değişiklik yapılarak, mevcut bulunan beş Basın-Yayın Yüksek Okulu, İletişim Fakültelerine dönüştürüldü. Ayrıca, bu yasa ile Konya’da Selçuk Üniversitesi’ne bağlı İletişim Fakültesi ile Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi’ne bağlı İletişim Bilimleri Fakültesi kuruldu.

Devlet üniversiteleri içinde iletişim fakültelerinin sayısı artarken, 1997 yılından itibaren vakıf üniversitelerinin kurulmasının yolu açılınca, vakıf üniversiteleri içinde de iletişim fakülteleri açıldı.

Page 131: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 123

Bunların yanında, devlet üniversitelerinin ya da vakıf üniversitelerinin güzel sanatlar fakülteleri içinde iletişimle ilgili lisans programları açılmaya başlandı. Bu süreçte, meslek yüksek okullarında da iletişim, halkla ilişkiler, radyo ve televizyon yayıncılığı, fotoğrafçılık gibi bölümler oluşturuldu.

İletişim eğitimindeki sorunları “Türkiye’deki iletişim disiplininin kimlik bunalımı” olarak nitelendiren Mutlu’ya (1992:138-139) göre, iletişim eğitiminin başlama gerekçesi Lazarsfeld geleneği çerçevesinde, sadece medya personelinin yetiştirilmesine duyulan gereksinimdir:

“Basın sektörünün SBF Basın ve Yayın Yüksekokulu’nun kuruluşundaki etkin katılımı ve talepleri bu gerekçenin somut bir kanıtıdır. Ne var ki endüstriyle Basın ve Yayın Yüksekokulları arasındaki ilişki başlangıcından bugüne kadar Lazarsfeld’in Amerika için amaçladığı verimlilik ve işbirliği düzeyine de ulaşamamıştır. Basın endüstrisinin sık sık bu okullardaki mesleki eğitimi yetersizlikle eleştirmesi bu durumun somut bir göstergesidir. İlginçtir ki, okullar da bu eleştiriler karşısında, ne açık bir karşı eleştiri geliştirmekte, ne de kuruluşların ardındaki gerekçeyi tartışıp kendileri için yeni bir zemin arama çabası göstermektedirler.”

Günümüzde iletişim fakülteleri, misyonlarını belirlerken iletişim eğitiminin niteliğini irdelemekte, ders programlarının hazırlanmasından, ders verecek kadroların oluşturulmasına varıncaya kadar çeşitli başlıklar altında iletişim eğitiminin amacını tartışmaktadır. Ancak, iletişim fakültelerinin öncelikleri konusundaki tartışma henüz sonuçlanmış değildir.

İletişim eğitimi veren üniversite, fakülte ve yüksekokullar

Türkiye’de üniversiteye giriş sınavlarını düzenlemekle de yetkili olan Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nin bu amaçla düzenlediği kılavuzda 143 üniversite yer almaktadır. Bunların 108’i Türkiye’de 35’i ise Türkiye dışındadır (Tablo.1). 143 üniversiteden 42 (% 29.37) vakıf ve devlet üniversitesinde iletişim eğitimi verilmektedir. Bunların 9’u Türkiye dışında 33’ü Türkiye’dedir. Türkiye’de iletişim eğitimi veren 33 üniversitenin 16’sı ise vakıf üniversitesidir.

Türkiye’de önlisans için ayrılan 236.213 kişilik toplam kontenjanın 4953’ü (% 2,09) iletişim alanında eğitim vermek üzere ayrılmıştır (Tablo-2). Lisans eğitimi için ayrılan 180.027 kişilik kontenjanın ise 6659’u (% 3,70) iletişim alanına ayrılmıştır. . İletişim eğitimi verilen lisans ve önlisans programlarına ayrılan kontenjan ise toplam kontenjanın yüzde 2,68’ini oluşturmaktadır.

Page 132: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 124

Tablo1. Türkiye’de iletişim eğitimi veren üniversiteler

Yer Sahiplik İletişim eğitimi veren

üniversiteler Devlet Üniversitesi 17

Türkiye Vakıf Üniversitesi 16

Türkiye Dışı 9 Toplam 42

İletişim eğitimi veren fakülte ve yüksekokulların toplam kontenjanı ise 11.612 kişidir (bkz.Tablo.2). Bu kontenjanın yüzde 42, 65’i yüksekokullara, yüzde 57,35’i ise fakültelere aittir.

Tablo2. İletişim eğitimine ayrılan kontenjanların genel kontenjana oranı

Program Genel Kontenjan İletişim Eğitimi Kontenjanı Yüzde

Önlisans 236.213 4953 2,09 Lisans 180.027 6659 3,70 Toplam 416.240 11612 2.78

İletişim eğitimine ayrılan lisans eğitimi kontenjanların üniversitelerin sahiplik yapısına göre dağılımına bakıldığında, en fazla kontenjan 2580 ile (%38.74) devlet üniversitelerine ayrılmıştır (Tablo.3). İkinci sırada 2318 kişilik (%34.81) toplam kontenjanla vakıf üniversiteleri gelmektedir. Yurtdışındaki üniversitelerde ise iletişim eğitimi için 1761 kişilik (%26.45) kontenjan ayrılmıştır.

Tablo 3. İletişim kontenjanlarının sahiplik yapısına göre dağılımı

Sahiplik Kontenjan Yüzde

Devlet 2580 38.74 Vakıf 2318 34.81 Yurtdışı 1761 26.45 Toplam 6659 100.00

Page 133: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 125

Türkiye içinde 108 üniversite bulunmaktadır ve bunların 25’i vakıf üniversitesi, 83’ü ise devlet üniversitesi statüsündedir. İletişim eğitimi veren devlet üniversitelerinin toplam devlet üniversitelerine oranı yüzde 20.5’dir. Diğer yandan, iletişim eğitimi veren vakıf üniversitelerinin toplam vakıf üniversitelerine oranı ise yüzde 64’tür. İletişim eğitimi veren üniversitelerin toplam üniversite sayısına oranı ise yüzde 30.5 olmaktadır. İletişim eğitiminin vakıf üniversiteleri için daha popüler olduğu veya yapıldığı görülmektedir.

İletişim eğitimi veren fakülteler ve bölümleri

Fakülte bazında bakıldığında, toplam 45 fakültede iletişim eğitimi verilmektedir (Tablo 4). Bunların 36’sı Türkiye’de, 9’u Türkiye dışındadır. İletişim eğitimi verilen fakültelerin genel kontenjanı ise 6659 kişidir. Bu rakam genel kontenjanın yüzde 3,70’ini oluşturmaktadır. Lisans düzeyinde iletişim eğitimi, 30 iletişim fakültesi, 9 güzel sanatlar fakültesi ile 1 işletme fakültesi (Atılım Üniversitesi), 1 iktisadi ve idari bilimler fakültesi (Çağ Üniversitesi), Fen-Edebiyat fakültesi (Doğuş Üniversitesi), 1 Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu (Okan Üniversitesi), 1 Türkoloji ve Yabancı Filolojiler Fakültesi (Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi) ve 1 Filoloji Fakültesi’nde (I.I.Mechnikov Odessa Milli Üniversitesi) verilmektedir.

Tablo 4. İletişim eğitim veren fakültelerin dağılımı

Fakülteler Sayı Güzel Sanatlar, Tasarım 9 İletişim, İletişim Bilimleri 30 İktisadi ve İdari Bilimler 1 İşletme 1 Fen Edebiyat 1 Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu 1 Türkoloji, yabancı Filolojiler Fakültesi 1 Filoloji Fakültesi 1 Toplam Fakülte Sayısı 45

Page 134: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 126

Gazetecilik eğitimi, 20 üniversitede, yalnızca iletişim fakülteleri ile iletişim bilimleri fakültelerinde verilmektedir (Tablo 5). Bölüm adı, iki üniversitede (Anadolu Üniversitesi ve Girne Amerikan Üniversitesi) Basın ve Yayın, diğer üniversitelerde ise gazeteciliktir.

Tablo 5. İletişim eğitimi veren bölümlerin dağılımı

Bölümler ÜniversiteGüzel

Sanatlar Fakültesi

İletişim Fakültesi

İşletme, İktisat, Uygulamalı Bilimler

Yüksekokulu

Fen Edebiyat Fakültesi

Gazetecilik 20 - 20 - - Radyo Sinema Televizyon 302 7 25 - -

Halkla İlişkiler Reklamcılık 28 - 25 3 -

Diğer 93 2 7 - 1 Radyo, televizyon ve sinema eğitimi, 30 üniversitede verilmektedir. Bu

eğitim, hem güzel sanatlar fakülteleri hem de iletişim fakülteleri içinde yer almaktadır. 7 Güzel Sanatlar ve 25 iletişim fakültesi radyo, televizyon ve sinema konularında eğitim vermektedir. Bölüm adı genellikle, iletişim fakültelerinde “Radyo Sinema ve Televizyon” olarak geçerken, güzel sanatlar fakültelerinde, “Sinema” ya da “Sinema ve Televizyon” olarak geçmektedir. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Sinema ve Televizyon bölümünün yanı sıra Televizyon Haberciliği ve Programcılığı bölümü vardır.

Halkla ilişkiler, reklamcılık ve tanıtım eğitimi ise 28 üniversitede, 25 iletişim fakültesinde, 1 işletme fakültesinde, 1 iktisadi ve idari bilimler fakültesinde 1 de Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nda verilmektedir. Mersin’de Çağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Halkla İlişkiler bölümü, Ankara’da Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümü, İstanbul’da Okan Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu’nda ise Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümü bulunmaktadır. Halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık konusunda eğitim

2 Maltepe ve Marmara Üniversitelerinde, hem güzel sanatlar hem de iletişim fakültelerinde eğitim verildiği için fakülte sayısı üniversite sayısından fazladır. 3 İzmir Ekonomi Üniversitesinde Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinde de iletişim eğitimi verildiğinden, fakülte sayısı üniversite sayısından fazladır.

Page 135: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 127

veren bölümlerin adları “Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, “Halkla İlişkiler ve Reklamcılık” olarak geçmektedir. Bazı fakültelerde ise reklamcılık halkla ilişkilerden ayrılarak farklı bir bölüm haline gelmiştir. Reklamcılık bölümleri, diğer bölümlerden farklı olarak EA puan türüyle öğrenci almaktadır. İstanbul’da Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ise Reklam Tasarımı ve İletişimi bölümü oluşturulmuştur.

Diğer bölümler ise “İletişim”, “Bilgi ve Belge Yönetimi”, “İletişim Tasarımı”, “İletişim Bilimleri”, “Kültür Yönetimi”, “Medya ve İletişim Sistemleri”, “Sanat Yönetimi”, “İletişim Sanatları”, “Medya ve İletişim” bölümleridir. İletişim Bilimleri bölümü, diğer bölümlerden farklı olarak İstanbul’da Doğuş Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi içinde yer almaktadır.

İletişim eğitimine ayrılan kontenjanların bölümlere dağılımına bakıldığında (Tablo 6) ilk sırayı 2564 kişi (% 38,51) ile halkla ilişkiler, reklamcılık ve tanıtım eğitimi veren bölümlerin aldığı görülmektedir. İkinci sırayı 2005 kişilik (% 30,11) kontenjanla radyo, sinema ve televizyon eğitimi veren bölümler almaktadır. Gazetecilik eğitimi veren bölümler, 1412 kişilik (% 21,20) kontenjanla üçüncü sırada yer almaktadır. Diğer bölümlere ayrılan kontenjan ise 678 kişi ile toplam kontenjanın yüzde 10.18’ini oluşturmaktadır.

Tablo 6. İletişim eğitimi verilen bölümlerin kontenjanların dağılımı

Bölümler Türkiye Kontenjan

Türkiye Dışı Kontenjan

Toplam Kontenjan

Yüzde

Gazetecilik 880 532 1412 21,20 Radyo Sinema Televizyon 1519 486 2005 30,11 Halkla İlişkiler, Tanıtım, Reklam 1821 743 2564 38,51 Diğer 678 - 678 10,18 Toplam 4898 1761 6659 100

Türkiye içindeki üniversitelerin sahiplik yapısına göre bölüm

kontenjanlarının dağılımına bakıldığında (Tablo 7), gazetecilik eğitimi devlet üniversitelerinde iletişim eğitimi alanındaki kontenjanın yüzde 32,56’sini (840 kişi)oluştururken, vakıf üniversitelerinde bu oran yüzde 1,72’ye (40 kişi) düşmektedir. Radyo Sinema Televizyon alanındaki eğitim kontenjanı devlet üniversitelerinde yüzde 35,85 (925 kişi) olurken, vakıf üniversitelerinde yüzde 25,63’tür (594 kişi). Halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık alanında verilen

Page 136: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 128

eğitim için devlet üniversitelerinde yüzde 29,26 oranında (755 kişi) bir kontenjan ayrılmıştır. Buna karşılık vakıf üniversiteleri söz konusu kontenjan için yüzde 45,99 oranında (1066 kişi) bir kontenjan ayırmaktadır. Diğer bölümler için devlet üniversiteleri yüzde 2,33 oranında (60 kişi) bir kontenjan ayırırken, vakıf üniversitelerinin yüzde 26,66 oranında (618 kişi) bir kontenjan ayırdığı görülmektedir.

Tablo 7. Bölüm kontenjanlarının sahiplik yapısına göre dağılımı

Bölüm Devlet Üniversitesi

%

Vakıf Üniversitesi

%

Gazetecilik 840 32,56 40 1,72 Radyo Sinema Televizyon 925 35,85 594 25,63 Halkla İlişkiler, Reklam 755 29,26 1066 45,99 Diğer 60 2,33 618 26,66 Toplam 2580 100,00 2318 100,00 Söz konusu veriler, gazetecilik eğitiminin vakıf üniversiteleri için

çekicilik taşımadığını, bu üniversitelerin son yıllarda sektörün gelişmesine paralel olarak halkla ilişkiler, tanıtım, reklamcılık gibi alanlardaki eğitime yöneldiğini göstermektedir. İletişim tasarımı, iletişim sanatları gibi yeni açılan bölümler de devlet üniversitelerinde yeni yeni varolmaya başlarken, vakıf üniversitelerindeki kontenjanların dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır.

Lisans düzeyinde ikinci öğretim

İletişim eğitimi verilen fakültelerin 6659 olan genel kontenjanının 430’u ise ikinci öğretim öğrencisidir (Tablo 8). Bu öğrencilerin genel kontenjana oranı ise yüzde 6,46’dır. İletişim alanında ikinci öğretim Marmara, Erciyes, Kocaeli ve Selçuk Üniversitelerinde verilmektedir. Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yalnızca Gazetecilik bölümünde; Marmara, Kocaeli ve Selçuk Üniversiteleri İletişim Fakültelerinde ise Gazetecilik; Halkla İlişkiler ve Tanıtım; Radyo Sinema ve Televizyon bölümlerinde ikinci öğretim yapılmaktadır.

İkinci öğretimler bölüm bazında değerlendirildiğinde, 170 (% 39.54) kişi ile en fazla gazetecilik bölümüne öğrenci alınmaktadır. Radyo Sinema Televizyon ve Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümlerine ise 130’ar kişilik (%

Page 137: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 129

30.23) kontenjan ayrılmıştır. Diğer kategorisinde değerlendirilen bölümlerin ise ikinci öğretimi bulunmamaktadır.

Tablo 8. İkinci öğretimlerin bölümlere göre dağılımı

Bölümler Kontenjan %

Gazetecilik 170 39.54 Radyo Sinema Televizyon 130 30,23 Halkla İlişkiler ve Tanıtım 130 30,23 Toplam 430 100,00

Burslu öğrenciler

İletişim alanındaki lisans programlarında 451 burslu öğrenci kontenjanı bulunmaktadır (Tablo 9). Yalnızca vakıf üniversitelerinde yer alan bu kontenjanlar, toplam kontenjanın 6,77’sini oluşturmaktadır. Burslu programlara yerleştirilen öğrencilere sağlanan burs, sadece öğretim ücretini kapsamaktadır. Bunun dışında kalan barınma, ulaşım, kitap vb. konular burs kapsamı dışındadır. Burslu kontenjanların bazıları destek bursudur. Bu burs, eğitim öğretim ücretinin % 50’sini kapsamaktadır.

Tablo 9. Burslu kontenjanların bölümlere göre dağılımı

Bölümler Kontenjan Yüzde Gazetecilik 47 10,42 Radyo Sinema Televizyon 115 25,50 Halkla İlişkiler ve Tanıtım 219 48,56 Diğer 70 15,52 Toplam 451 100

Burslu kontenjanlarda, 219 kişi ile (% 48,56) en fazla Halkla İlişkiler ve

Tanıtım bölümlerinde burs olanağı bulunmaktadır. İkinci sırada 115 (% 25,5) kişilik burs olanağı ile Radyo Sinema Televizyon bölümleri gelmektedir. Diğer kategorisinde değerlendirilen bölümlere sağlanan burs olanağı ise 70’tir (% 15,52). Burs olanağı en az bölüm ise 47 kişilik (% 10,42) kontenjanla gazetecilik bölümü olarak görünmektedir.

Page 138: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 130

Toplam 451 burslu kontenjanlar 335 kişi ile (%74,28) en fazla Türkiye’deki vakıf üniversiteleri bünyesinde yer almaktadır Yurtdışındaki burslu kontenjan sayısı ise 116 kişidir (% 25,72).

İletişim eğitimi veren yüksekokullar

Türkiye’de meslek yüksekokulları bazında iletişim eğitimi veren 46 üniversite bünyesinde 57 yüksekokul bulunmaktadır. Bazı üniversitelerde 1’den fazla yüksekokulda iletişim eğitimi verilmektedir. Örneğin, Kocaeli Üniversitesi’nde hem Kandıra Meslek Yüksekokulu’nda, hem de Karamürsel Gazanfer Bilge Meslek Yüksekokulu’nda halkla ilişkiler bölümleri bulunmaktadır. Sakarya Üniversitesi’nde ise hem Sakarya Meslek Yüksekokulu, hem Ali Fuat Cebesoy Meslek Yüksekokulu hem de Sapanca Meslek Yüksekokulu’nda halkla ilişkiler bölümleri yer almaktadır.

İletişim alanında önlisans eğitimi veren üniversitelerden 10’u vakıf üniversitesi 32’si devlet üniversitesidir, 4 üniversite ise KKTC’de yer almaktadır.

Toplam 57 meslek yüksekokulunun adları Meslek Yüksekokulu olarak geçerken, 4’ünün Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, 5’inin adı Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, 1’inin de İşletmecilik Meslek Yüksekokulu’dur.

İletişim eğitimi veren Meslek yüksekokullarının toplam öğrenci kontenjanı, 4953’tür. Bu, önlisans için ayrılan toplam kontenjanın yüzde 2,09’unu oluşturmaktadır.

Yüksekokul bölümleri

Önlisans düzeyinde iletişim eğitimi veren üç bölümde toplam program sayısı 104’tür (Tablo 10).

Tablo 10. Yüksekokullarda bölümlerin kontenjanları

Bölüm Program Sayısı Kontenjan Yüzde

Radyo, Televizyon 39 1662 33,55 Halkla İlişkiler, Reklam 42 2406 48,58 Yayımcılık 23 885 17,87 Toplam 104 4953 100,00

Page 139: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 131

Yayıncılık bölümü kategorisi, “Tasarım ve Basım Yayımcılık”, “Fotoğrafçılık”, “Matbaacılık”, “İnternet Gazeteciliği ve Yayıncılığı”, “Masaüstü Yayıncılık” adlarıyla eğitim veren bölümlerini kapsamaktadır.

Radyo televizyon kategorisi, “Radyo ve Televizyon Yayımcılığı”, “Radyo ve Televizyon Programcılığı”, “Radyo ve Televizyon Tekniği”, “Fotoğrafçılık ve Kameramanlık”, “Radyo ve Televizyon Yapım ve Yönetimi” adıyla eğitim veren bölümleri kapsamaktadır. Halkla ilişkiler, tanıtım, reklamcılık kategorisi ise “Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Tanıtım”, “İletişim ve Halkla İlişkiler”, “Halkla İlişkiler ve Reklamcılık”, “Açıkhava Reklam Ürünleri ve Serigrafi” adıyla eğitim veren bölümleri kapsamaktadır.

Yüksekokullarda 42 programla en çok halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık bölümleri yer almaktadır. Bölümlere göre yüksekokulların kontenjanları incelendiğinde de en çok halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık bölümlerine kontenjan ayrıldığı görülmektedir. Bu bölüme ayrılan kontenjanlar, 2406 kişi ile önlisans düzeyindeki iletişim eğitimi kontenjanlarının yüzde 48,58’ini oluşturmaktadır.

Önlisans düzeyinde ikinci öğretim

Önlisans düzeyinde iletişim eğitimi veren yüksekokulların toplam bölüm sayısı 28’dir. Önlisans düzeyinde ikinci öğretime ayrılan toplam kontenjan ise 1430’dur. Bu oran iletişim eğitimine ayrılan yüksekokul kontenjanlarının yüzde 28.87’sini oluşturmaktadır. En fazla kontenjan 595 kişi ile (% 41,61) halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık bölümlerine ayrılmıştır (Tablo.11).

Tablo 11. Yüksekokullarda bölümlere göre II. öğretim kontenjanları

Bölüm Sayı Kontenjan Yüzde

Radyo, Televizyon 11 515 36,01 Halkla İlişkiler, Reklam 9 595 41,61 Yayımcılık 8 320 22,38 Toplam 28 1430 100,00

Page 140: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 132

Burslu kontenjanlar

İletişim eğitim veren ön lisans programlarında toplam 110 burslu kontenjan bulunmaktadır. Bu oran, iletişim alanında önlisans eğitimi için ayrılan toplam kontenjanın yüzde 7,69’unu oluşturmaktadır. Burslu kontenjanlar 63 kişi ile en fazla halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılık alanlarında eğitim veren bölümlerde yer almaktadır. Bunu 29 ile radyo televizyon ve 18 ile yayımcılık takip etmektedir.

SONUÇ

Türkiye’de üniversite düzeyinde iletişim eğitiminde, gerek eğitim veren üniversite sayısı, gerekse fakülte ve yüksekokul sayısı açısından hızlı bir nicel gelişme gözlenmektedir. Devlet üniversiteleri yanında son yıllarda açılan vakıf üniversitelerinde de iletişim alanında eğitim verilmekte, iletişim bu üniversitelerin popüler programları arasında yer almaktadır. İletişim sektörünün büyümesi, iletişim teknolojilerindeki gelişmeler ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla, medyanın ve medya çalışanlarının görünürlüğünün artmasının, iletişim fakültelerine talebi artırdığı, bu talep artışının da vakıf üniversiteleri tarafından fark edildiği görülmektedir.

Türkiye’de iletişim alanındaki eğitim, parçalı bir yapıya sahiptir. Bu eğitim, daha çok iletişim fakülteleri ile güzel sanatlar fakülteleri içindeki bölümlerde yer almaktadır. Ancak, iletişim fakültesi bulunmayan bazı üniversitelerde bile fen edebiyat fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi ya da işletme fakültesi bünyesinde iletişim eğitimi veren bölümler yer almaktadır.

İletişim eğitimi fakülteler yanında yüksekokullarda da verilmektedir. Lisans düzeyinde iletişim eğitimi vermeyen üniversitelerde bile ön lisans düzeyinde iletişim eğitimi verildiği görülmektedir. Hatta bazı üniversitelerde, birkaç yüksekokulda birden iletişimle ilgili aynı programlar açılmıştır. Ayrıca hem lisans hem de yüksek lisans düzeyinde ikinci öğretim veren üniversiteler bulunmaktadır.

İletişim eğitimi bölümler bazında değerlendirildiğinde ise iletişim fakültelerinin “Gazetecilik ve Halkla İlişkiler”, “Radyo ve Televizyon” biçiminde oluşan geleneksel yapıdan ayrıldığı görülmektedir. Başlangıcından beri, bölümler endüstriyel yapıya göre belirlenmekte, endüstrideki pratikler bölümlere ayrılmada ölçüt olarak belirmektedir. Türkiye’de halkla ilişkiler ve reklamcılık sektörlerinin gelişmeye başladığı 1980’li yıllarda, “gazetecilik ve

Page 141: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim eğitiminde kontenjan ve istihdam 133

halkla ilişkiler” adıyla anılan bölümler, endüstriyel yapıya yeni eklemlenmelerle birlikte daha sonraki yıllarda ayrılmış; halkla ilişkiler, tanıtım ve reklamcılıkla ilgili bölümlerin hem sayısı hem de kontenjanı artmıştır. Radyo ve Televizyon bölümleri de sinemayı kapsayacak biçimde genişletilmiş, ayrıca sadece sinema eğitimi veren bölümler de kurulmuştur. Bunun yanında, bilgisayarların yaygınlaşması ve ağ teknolojilerinin gelişmesiyle görsel iletişim tasarımı, masaüstü yayıncılık, internet gazeteciliği gibi yeni bölümler oluşturulmuştur. Türkiye’de gazetecilik adıyla başlayan iletişim eğitimi, alandaki gelişmelere uygun olarak çeşitlenmiş, gazetecilik bölümleri diğer bölümler arasında hem sayısı hem de kontenjanı en az bölüm haline gelmiştir. Bölümler, iletişim endüstrisinin yaygın iş bölümünde istihdam edilecek insanları yetiştirmek üzere çeşitlenmektedir.

Türkiye’de 2007 yılında, üniversitelerde, iletişim eğitimi için 11.612 kişilik bir kontenjan ayrılmıştır. Sektörün her yıl bu sayıda yeni elemana gereksinimi olmadığı açıktır. İletişim eğitimindeki hızlı nicel artış, istihdam sorunları yanında eğitimin ve eğitim verecek kadroların niteliğine ilişkin sorunlara da yol açmaktadır. Bu sorunlar çözülmedikçe iletişim eğitimi veren fakülte ve yüksekokulların sayısı ve bunların kontenjanlarındaki artış, alandaki sorunları daha da büyütecektir. Sözü edilen sorunların yalnızca iletişim fakültelerinin sorunu olmadığı, Türkiye’deki üniversite eğitimiyle ilgili siyasal bir tercih olduğu söylenebilir. Çarpık istihdam politikaları nedeniyle işsizlikle karşı karşıya gelen gençleri dört yıl daha oyalamaya yönelik bu siyasal tercihlerin bir sonucu da yüksek lisans programlarına yapılan başvuruların sayısının artmasıdır. Öğrencilerin, bir yandan kısıtlı iş olanaklarının olduğu bir rekabet ortamında daha fazla niteliğe sahip olmak için diğer yandan da işsizlikle karşılaşma anını geciktirmek için yüksek lisans programlarına başvurdukları düşünülebilir.

Eğitim politikalarının çarpıklığı yanında, Türkiye’nin kendi toplumsal gereksinimlerine uygun bir iletişim politikasının olmaması da iletişim eğitimi alanındaki sorunları artırmaktadır. İletişim ve eğitim politikalarının uyumlaştırılması, her iki alanda da ülke gerçeklerine ve toplumun gereksinimlerine uygun politikalar oluşturulması ve mevcut eğilimlerden yola çıkarak, endüstrinin gelecekte alacağı biçimi göz önüne alan bir planlama yapılması, sorunların çözümünde acil bir gereklilik olarak belirmektedir.

Page 142: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Ruhdan Uzun 134

KAYNAKÇA

Abadan-Unat, Nermin (1972). Batı Avrupa ve Türkiye’de Basın Yayın Öğretimi, Ankara: Sevinç Matbaası.

Alemdar, Korkmaz (1981). “Cumhuriyet Döneminde Gazetecilik Eğitimi Konusunda İlk Girişimler”, İletişim, AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu Yayın Organı, 1981.

Altun, Abdülrezzak (1995). Türkiye’de Gazetecilik ve Gazeteciler, Ankara: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları.

Belsey, Andrew (1998). “Journalism and Ethics: Can They Co-exist?”, Media Ethics, s.1-14, Matthew Kieran (Ed.), London: Routledge.

Bertrand, Claude-Jean (2000). Media Ethics and Accountability Systems, USA: Transaction Publishers.

Dağtaş, Erdal (2003). “Gazetecilik Eğitiminde Kuram ve Uygulama İkilemi: Türkiye’deki İletişim Fakülteleri Üzerine Bir Araştırma”, İletişim, Bahar (17), s.143-200.

Eğin, Oray (2007). “Gazetelere Düşman İletişimciler”, Akşam, 3 Nisan 2007. Erdoğan, İrfan (2003). Pozitivist Metodoloji, Ankara: Erk Yayınları. Gürkan, Nilgün (2001). “Medya Dünyası ve İletişim Fakülteleri”, Radikal2, 3 Haziran

2001. İnuğur, Nuri (1988). Türk Basınında İz Bırakanlar, İstanbul. Medyada istihdam (2007). Medyada İstihdam Olanaklar/Sınırlılıklar, Ulusal

Toplantı, 27 Nisan 2006, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Kırkıncı Yıl Kitaplığı No: 1

Mutlu, Erol (1992). “Kitle İletişim Kuramları ve Türkiye’deki Basın Yayın Eğitimi” A.Ü. Basın Yayın Yüksek Okulu Yıllık, 1991-1992, s.119-142

Özkök, Ertuğrul (2001). “Bir Kokteylin Perde Arkası”, Hürriyet, 24 Mayıs 2001. Tokgöz, Oya (1975). “Türkiye’de Mesleki Eğitim Yapan Okullarda Mesleki Eğitim

ve Stajın Önemi”, 2. Türk Basın Kurultayına Sunulacak Tebliğler, S. 114-124, Ankara: Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Ayyıldız Matbaası.

Tokgöz, Oya (2003) “Türkiye’de İletişim Eğitimi: Elli Yıllık Bir Geçmişin Değerlendirmesi”, Kültür ve İletişim 6/1 Kış, s.9-32

Tokgöz, Oya (2006) “Türkiye’de İletişim Araştırmalarında İletişim Eğitiminin Rolü ve Önemi”, Küresel İletişim Dergisi, S.1, Bahar 2006, s.1-12

Topuz, Hıfzı (1973). 100 Soruda Türk Basın Tarihi, İstanbul: Gerçek Yayınevi. Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu (2007). Öğrenci Seçme ve

Yerleştirme Merkezi.

Page 143: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.135-148

Irak’ta kitle iletişimi 2003–2007

Şemsettin Küzeci1 Öz: Bu makale istila ve iç savaşla milyona yakın insanın hayatını kaybettiği ve kaybetmeye devam ettiği Irak’da kitle iletişimiyle ilgili olarak medyanın yapısı ve pratikleriyle durum analizi yapmak ve bilgi vermek için tasarlandı. Bu amaçla ırak kitle iletişimi araçlarıyla ilgili var olan tarihsel ve güncel bilgiler toplandı ve değerlendirildi. Makalenin bulgusuna göre, gerçi 300’e yakın iletişimcinin de öldürüldüğü Irak, çok ciddi sorunlarla dolu bir zaman geçirmektedir, fakat Irak medyası varlığını sürdürmekte ve bu durumu mümkün olduğu kadar hem Irak halkını hem de dünyadaki kamuoyunu bilgilendirmek için gereği gibi kullanmaktadır. Anahtar Sözcükler: Kitle iletişimi, Irak, haber, Irak savaşı. Mass communication in Iraq Abstract: This study was designed to assess the situation and provide information about the general structure and practice of the mass media in Iraq wherein close to one million people have lost their life up till 2008 because of the invasion and civil war. The necessary data were collected by using the existing documents and recent information. The study concluded that Iraq wherein nearly 300 mass communication Professional have been killed has been experiencing extremely difficult times, however, mass media in Iraq continue to survive and provide necessary information in order to make Iraqi people and world public opinion aware of the daily happenings. Keywords: Mass communication, Iraq, news, Iraq war.

1 G.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo, TV ve Sinema bölümü yüksek lisans öğrencisi “Irak’ta Kitle İletişimi ve Basın Özgürlüğü” konulu Yüksek Lisans tezi yapmaktadır. Kerkük, Irak gazetesinin Türkiye Temsilcisi ve Türkmeneli TV’de Program yapımcısıdır. e-posta: [email protected]

Makale

Page 144: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 136

GİRİŞ

Irak yaklaşık son 30 yılını savaşla geçirmiştir. 1980’den itibaren sekiz yıl süren Irak-İran savaşı, 1991’de patlak veren birinci körfez ve 2003’te ikinci körfez savaşları, Irak’ta büyük can ve mal kaybına yol açmıştır. Bu olağanüstü duruma rağmen Irak’ta hayat sürüyor, kitle iletişim araçları de görevini yerine getirmeye çaba harcıyor. Kitle iletişimin gelişmesi ve teknolojinin ilerlemesinden geri kalmayan Irak iletişimcileri 2003–2007 tarihleri arasında yapmış oldukları yayınları ile 100 yıllık Irak devletinin tarihini, medeniyetini, kültürünü ve siyasi durumunu açıkçasına dünya kamuoyuna bilgi akışının sağlanmasını gerçekleştirdiler.

9 Nisan 2003’te demokrasi ve özgürlük adına Irak’ı işgal eden ABD ve müttefikleri, öncelikle Enformasyon Bakanlığı’nı feshederek yerine Irak İletişim Ağı’nı kurdu. Sansürü kaldırdı. Basın kanununu yok sayarak Irak’ta yazılı ve görsel basını özgür bıraktı. Dolayısıyla birçok gazete, dergi, tv kanalları, radyo ve iletişim organları devletten izin almadan, serbestçe yayın yaptılar ve hala da yayınlarını sürdürüyorlar. Bunların yanında devlete ait tv kanalları, radyo istasyonları Irak İletişim Ağı’na bağlı olarak faaliyet göstermektedir. Ancak, Irak’ta yayın organları Planlama Bakanlığı’na bağlı Sivil Toplum Dairesi’nden ticari iş yaptıkları için çalışma müsaadesi ve izin belgesi almak zorunlu kılınmışsa da uygulanması gerçekleşmemiştir.

Irak’ta 2003–2007 tarihleri arasında yaklaşık 2000 civarında gazete, dergi, bülten vs. yayınlar günlük, haftalık, 15 günde bir, aylık ve 3 aylık olarak, siyasi parti ve hareketler, sivil toplum kuruluşları tarafından ülkenin etnik gruplarının konuştukları muhtelif dillerde çıkarılmaktadır. Bu gazetelerin sayısı kadar gazete ve dergi de çeşitli nedenlerden dolayı birkaç ay yayınlanarak kapanmak zorunda kalmıştır. Ancak 2003–2007 tarihleri arasında Irak Gazeteciler Cemiyetine yayın yapmak için resmi izin başvurusunda bulunan süreli yayın organları (gazete, dergi, haber ajansı, tv, radyo ve İletişim şirketlerinin) sayısı 367 olarak tespit edilmiştir (tamimi, 2007).

ABD’nin işgali döneminde ulusal ve yerel tv ve radyo istasyonlarının hızla artığı gözlendi. Yaklaşık 100 civarında ulusal ve yerel tv kanalı Irak’ta yayın yapmaktadır. ABD güçleri başta her siyasi parti ve gruplara kitle iletişimine önem vermeleri açısından mali destek vermeye başladı. Ancak, bu destek daha sonra kısıtlandı. Çünkü birçoğu, yayın organlarında ABD’nin işgalci güç olduğunu haber ve yayınlarında vurguladılar. Daha sonra bazı

Page 145: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 137

kesimlere destek vermeye başlayan ABD, birçok kitle iletişim aracının faaliyetini durdurdu ya da dolaylı yollarla engelledi (Küzeci, 2007).

İşitsel iletişim alanında radyo yayınları büyük çapta hız kazandı. 1932’den beri yayın yapan Irak radyosu 60 yıl boyunca Irak’ta iktidarların hal lisanı olmuştu. İşgal sonrası televizyon kanallarının sayısını dört katına yükselten radyo vericileri bulunmaktadır. Kimi parti binasının çatısı katında bir verici ile basit bir mikser ve birkaç cihaz, bir spiker ile partisinin propagandasını yapmaktadır. Kimi de kendi kafasına göre yayın yapıp, Irak’ta denetim, yayın kanunu ve yayın yasağının bulunmayışından yararlanmaktadırlar. Bugün Irak’ta 200’den fazla radyo istasyonu ve vericiler bulunmaktadır. Bu radyolar; siyasi partiler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, dini akımlar ve ticari amaçla, siyasi, sosyal, ekonomi, kadın, gençlik- spor, öğrenci, kültür -sanat, gaziler ve çocuklara yönelik çeşitli programlar üretmektedirler (Hasan, 2007).

TV kanallarının hemen tamamının bir FM radyosu bulunmakta ayrıca yerel ve ulusal yayın yapan birçok radyo istasyonu da yayın yapmaktadır. Bu radyoların yayın politikaları ise siyasi partiler tarafından bazen engelleniyor, özellikle de yayın sonrası denetim mekanizması devreye giriyor. Bu mekanizma yasal olmayan yollarla Irak’ın bütün iletişim alanlarında hâkim bir durumdadır. Bazı radyolar ekonomi ve siyasi destek bulmadıkları için yayın hayatına son vermişti.

2000’de internet teknolojisine kavuşan Irak, 2003’ten sonra ülke ile ilgili yayın yapan web siteleri sırasıyla bakanlıklar, haber siteleri, yazılı basın (gazete ve dergiler), görsel basın (TV ve radyolar), siyasi partiler, sivil toplum kuruluşlarına ait tanıtıcı web sitelerdir. Ayrıca, Irak’ta ve yurtdışında onlarca bireysel, kurumsal ve ticari web siteleri bulunmaktadır. Bu siteler o kuruluşların kurum şemasını, faaliyetlerini ve bazı gizli bilgileri yayınlamakla dikkat çekiyor. Örneğin “Irak’ın Milli Güvenlik Stratejisi Planı 2007–2010” ve “Kerkük Petrol Şirketi’nin gizli kalması gereken önemli bilgileri” sitelerde yer almaktadır. Bugün Irak’ı anlamak ve izlemek için, takip edilecek yüzlerce web sitesi vardır. Ancak, bunların yanında parmak sayısı kadarı bağımsız web sitesi Irak’ı gerçek anlamda yansıtmaktadır. Onlardan ikisi: www.nahrain.com ve www.kitabat.com .

İşgal sonrası Irak’ta kitle iletişimi bir bütün olarak ele aldığımızda, devletin iletişim organları hariç, iletişim konusu etnik ve mezhebi faktörlere ayrılmıştır. Yazılı ve görsel basını Arap Şii, Sünni, Kürt, Türkmen, Süryani, Kildanı, Yezidi ve diğer yabancı grupların dil, din, kültür, inanç, sosyal, kültür ve siyasi rantlarını gerçekleştirmek için iletişim araçlarını

Page 146: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 138

kullanmaktadırlar. Hak ve hürriyetlerinin yanında basın sistemini çalıştıran bir basın kanunu hiçbir zaman uygulanamadı. Malum siyasi nedenler ve dikta iktidarın hâkim olduğu bir gerçektir. Ancak Irak’ta bazı dönemlerde basın özgürlüğü ara sıra yaşanır olmuştur. Irak Basın Kanunu, Görüş Basını olarak Arap dünyasında en zengin ve önemli basın rejimlerinden biridir.

Irak’ta Basın Kanunu 1908 yılında Osmanlı İmparatorluğunda Meşrutiyetin ilanından sonra, 16 Temmuz 1909 ‘da oluşmuştur. 1931’de 82. sayılı İlk Basın kanun tasarısı ve 1954 ile 1963 yıllarındaki değişikler, 1964 tarihli ve 206 nolu kanun basın özgürlüğüne gözlemci bir kılıç niteliğinde idi. Irak’ın geçirdiği devrimlerde basını önemli etken olarak büyük rol oynamıştır. Daha doğrusu halkın gerçek aynası olmuştur (Bayati, 2007).

2003–2007 tarihleri arasında Irak’ta işgal güçleri veya terör örgütlerince öldürülen Iraklı gazetecilerin sayısı 250’ye ulaşırken 20 civarında da yabancı basın mensubunun öldürüldüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla da 3 Mayıs 2007’de basın günü bayramı münasebetiyle Fransa’da yapılan protestolarda Irak’ta öldürülen Iraklı ve yabancı gazeteciler anıldı (Basın Günü, 2007).

Irak’ta kitle İletişim araçlarının bir kısmı devletin tekelinde ise de, kamu sektörü yararına ayrılan araçlar yanında özel sektörün de araçları vardır. Ancak, kitle iletişimi ve basın özgürlüğü genel anlamıyla fikir ve vicdan hürriyetleri çerçevesinde mutlaka yeniden gözden geçirilmelidir (Dakuki, 1975).

Irak Gazeteciler Cemiyetine kayıtlı yayın organları (2003–2007)

ABD’nin işgali sonrası Irak’ta yayın yapan kitle iletişim araçlarının sayısı 2000(ikibin)’e ulaşırken, 9 Nisan 2003 yılından itibaren yayın izni vermeye başlayan Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne 2004–2007 yılları arsasında resmi başvuruda bulunan yayın organlarının sayısı 367 yayın organı olarak saptanmıştır. Bu başvurular gazete, dergi, tv, radyo, haber ajansı ve iletişim şirketleri olarak yer almaktadır.

2003’ten sonra Irak’ta 100 civarında Kürtçe yayın organı olmasına rağmen bunların yalnız beş’i resmi başvuruda bulunmuştur. Irak’ın kuzeyinde (Erbil, Süleymaniye ve Dohuk) illinde kendi yönetimlerine bağlı Kürt Gazeteciler Cemiyeti’ni itibar alarak yayın izinlerini kendi hükümetlerinden almışlardır. Resmi başvuranlar: Zagros (aylık), Rünaki (haftalık), Nevruz El-Irak (aylık), Kürdistan riyazî (haftalık) ve El-Ehali (günlük) olarak başvuruda bulunmuştur.

Page 147: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 139

Üçüncü asil unsur olan Türkmenlerin yayın organları ise ağırlıklı olarak yalnız Kerkük’te 100’ün üstünde yazılı basını bulunmaktadır. Ancak birçoğu belli sürelerde yayın yapıp daha sonra siyasi, güvenlik ve ekonomi nedenlerden dolayı yayını durdurulmuştur. Türkmenler de Irak’ta iletişim sektörünü düzenleyen bir kanunun olmadığından büyük sıkıntıları içerisinde çalışmaktadırlar. Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne resmi başvurularını büyük çoğunlukla yapmamışlardır.

Irak Gazeteciler Cemiyeti’nin resmi kayıtlarına göre Türkçe olarak dört gazete üç dergi ve bir ajans toplam sekiz başvuru tespit edilmiştir. Resmi başvuruda bulunanlar: Irak Türkmen Cephesi’nin resmi yayın organı olan haftalık Türkmeneli, Türkmen Karar Partisinin yayın organı haftalık Türkmen Karar, Türkmen Adalet Partisinin resmi yayın organı haftalık Tercüman, (Kardeşlik) partisinin organı haftalık El-Ehaa ve aylık olarak yayınlanan Yurt, Türkmendili, Sümer dergileri ve günlük haber üreten Türk haber adında bir haber ajansı başvuruda bulunmuştur.

Azınlık olarak Irak’ta yaşam mücadelesi veren diğer bir etnik grup ise Süryanilerdir. 2003’ten sonra onlar da kendi yayın organlarını kurmaya çalıştılar, iki TV kanalı beş radyo ve yaklaşık beş gazete yurt içi ve yurt dışında çıkarmaya çalıştılar. Irak Gazeteciler Cemiyetine resmi başvuruları ise yetim başvuru sayılan haftalık El-Mesih adında bir gazete başvurusu tespit edilmiştir.

Diğer resmi başvurulardan 353 başvuru Arapça yayın organlarının başvurularıdır. Irak’ta 1500 civarında Arapça yayını bulunan yazılı ve görsel yayın sahipleri Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne çok kısıtlı sayıda başvuruda bulunmuşlardır. Başvuruların çoğu Bağdat’tan olduğunu gösteriyor. Bu da Irak Gazeteciler Cemiyeti’nin Hükümet tarafından itibar görmediğini ortaya koymaktadır. İşgal sonrası Irak’ta fesih edilen Enformasyon Bakanlılığı kitle iletişim sektöründe büyük bir boşluğa yol açmış ve iletişimcilerin özgür ve serbest bir şekilde çalışmalarına engel olmuştur.

Irak’ın 18 Vilayeti, bölgelere bölünerek ve bir basın kanunun olmadığı için kendi inisiyatifleri veya Valilikten izin alarak haber yapmaya ve yayın çıkarmaya çalışılmıştır. Ayrıca, Irak’ta siyasi dengelere hâkim olan siyasi parti, örgüt, akım, hareket ve sivil toplum kuruluşları, kendi tabanını örgütlemek için ve kamuoyunu kazanmak için hiç kimseden izin olmayarak kendi yayın organını çıkarmışlardır (Tablo 1).

Page 148: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 140

Tablo 1. Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne kayıtlı yayın organlarının 2004- 2007 arası dağılımı

Yıl Gazete Dergi Ajansı TV Radyo Şirket Toplam

2004 1 1 - - - - 2 2005 111 35 - 1 - - 147 2006 81 41 4 3 1 1 131 2007 49 30 4 1 1 2 87

Toplam 242 107 8 5 2 3 367

2003 yılında Irak’ta 1000 civarında yayınlanan gazete ve dergi’den

herhangi birisi Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne başvurusunu yapmamıştır. 2004’te başlayan resmi başvurular yıllara göre baktığımızda: 2004’te bir

gazetede bir dergi, toplam iki başvuru, 2005’te 111 gazete, 35 dergi, 1 tv kanalı toplam 147 başvuru, 2007’de 49 gazete, 30 dergi, 4 haber ajansı,1 tv kanalı ve 2 iletişim şirketi toplam 87 yayın organı resmi bir şekilde başvuruda bulunmuş, bir kısmı da her yıl başvurusunu yenileyerek yayın hayatını resmi kaydı ile sürdürmüştür.

Yayın organlarının çeşitliliklerine göre; 2004–2007 yılları arasında 242 gazete, 107 dergi, sekiz haber ajansı, beş TV kanalı, iki radyo ve üç iletişim şirketi resmi başvuruda bulunmuşlardır.

Tablo 2. Irak Gazeteciler Cemiyeti’ne kayıtlı yayın organlarının yayın

sıklığına göre dağılımı

Süre Gazete Dergi Ajansı TV Radyo Şirket Toplam

Günlük 69 - 8 5 2 3 87 Haftalık 152 17 - - - - 169 15 Gün 14 5 - - - - 19 Aylık 7 75 - - - - 82 3 Ay - 10 - - - - 10

Toplam 242 107 8 5 2 3 367

Page 149: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 141

2004–2007 yılları arasında Irak Gazeteciler Cemiyetinde resmi kaydı olan 367 süreli yayın organları arasında, günlük olarak; 69 gazete, 8 haber ajansı, 5 televizyon kanalı, 2 radyo, 3 iletişim şirketi toplam 87 başvuru; haftalık olarak; 152 gazete, 17 dergi toplam 169 başvuru; 15 günde bir yapılan başvuruların 14’ü gazete ve 5’i de dergi toplam 19 başvuru yapılmıştır. Aylık ise, 7’si gazete 75’i de dergi toplam 82 başvuru yapılmıştır. Üç ayda olanlarda yalnız 10 dergi başvurusu saptanmıştır.

Irak’ta etnik gruplarının kimlik arayışı ile birlikte yayın organlarının sayısı da giderek artmıştır (Tablo 3). Arapça olarak; 233 gazete, 103 dergi, 7 haber ajansı, 5 televizyon kanalı,2 radyo, 3 iletişim şirketi toplam 353 başvuru yapılmıştır. Kürtçe; 4 gazete, bir dergi toplam 5 başvuru yapılmıştır. Türkçe ise, 4 gazete, 3 dergi ve bir haber ajansı toplam 8 başvurusu bulunmaktadır. Süryanilerin başvurusu ise yalnız bir adet gazete başvurusu yapılmıştır.

Tablo 3. Irak Gazeteciler Cemiyetine kayıtlı yayın organlarının dillere

göre dağılımı

Dil Gazete Dergi Ajans TV Radyo Şirket Toplam

Arapça 233 103 7 5 2 3 353 Kürtçe 4 1 - - - - 5 Türkçe 4 3 1 - - - 8 Süryanice 1 - - - - - 1 Toplam 242 107 8 5 2 3 367

Irak’ta televizyon kanalları

Irak’ta görsel basın; 1952 yıllarına dayanır, O tarihlerde İngilizler tarafından Kerkük’te düzenlenen İlk Sanayi Fuarında kurulan bir tv istasyonu olduğu gibi Irak’a hediye edilmiştir. Dolaysıyla da 1953–1956 yıllarında Irak Televizyonu kurulmuş olup siyah beyaz olarak 1956 yılında yayına başladı (gündüz, 2008). Bugün televizyon Irak halkının gelişmeleri izlediği önemli araçlardan biridir. Iraklılar çanak antenler aracılığı ile uydu yayınını izlemeye çalışmaktadırlar (El-kenani, 1968).

2003–2007 yılları arasında Irak’ta yaklaşık 100 civarında tv kanalı vardır. Ulusal ve yerel TV kanallarının birçoğu siyasi parti, hareket, örgüt ve sivil toplum kuruluşlarına aittir (El-Adili, 2007). Irak’ta 39 TV kanalI çoğu Nilsat, Arabsat ve bir kısmı de Hotbird uydu üzerinden yayın yapmaktadır. Bu tv kanalları: El-Iraqiye, El-Sharqiye, El-Mismar, El-Sümerie, El-Hürra, El-

Page 150: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 142

Bağdadiye, El-Biladi, El-Fırat, El-Iraqiye Spor, El-Babiliye, El-Selam, Bağdat, El-Hürriye, El-Müstekille, E-lDiyar, El-Feyha, Babil, El-Dire, Ashtar, El-Kisare, El-Tevasul, Atyaf, El-Nahrain, Salahattin, El-Musuluye, El-Rafideyin, El-Envar, El-Meshrih, El-Hüre Irak, Vinüs, El-Ahid, El-Furkan, Afak, Kürdistan, Kürdsat, Zegros, Ashur, Geli Kürdistan, Türkmeneli’dir. Diğerleri ise yerel olarak Irak’ın 18 ilinde olmak üzere her ilde birden fazla yerel tv kanalı bulunmaktadır. Ayrıca işgal sonrası Irak Enformasyon Bakanlığına alternatif olarak kurulan Irak İletişim Ağı’na bağlı 10 tv kanalı bulunmaktadır bunlardan: “ Irakiyye, Irak Spor, Atyaf, Basra, Kerkük, Kut, Divaniye, Kerbela, İmare, Semava” (Irak Siteleri, 2007).

Irak’ta radyo kanalları

İşgal sonrası işitsel iletişim alanında radyo yayınları büyük çapta hız kazandı. 1932’den beri yayın yapan Irak radyosu 60 yıl boyunca Irak’ta müteakip iktidarların hal lisanı olmuştu. İşgal sonrası televizyon kanallarının sayısını 4 katına yükselten radyo vericileri bulunmaktadır. Kimi parti binasının çatısı katında bir verici ile basit bir mikser ve birkaç cihaz, bir spiker ile partisinin propagandasını yapmaktadır. Kimi de farklı amaçlar için yayın yapıp, Irak’ta denetim, yayın kanunu ve yayın yasağının bulunmayışından yararlanmaktadırlar. Bugün Irak’ta 200’den fazla radyo istasyonu ve vericiler bulunmaktadır. Bu radyolar; siyasi partiler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, dini akımlar ve ticari amaçla, siyasi, sosyal, ekonomi, kadın, gençlik- spor, öğrenci, kültür -sanat, gaziler ve çocuklara yönelik çeşitli programlar üretmektedirler.

Uydu üzerinden yayın yapan TV kanallarının hemen tamamının bir FM radyosu bulunmakta ayrıca yerel ve ulusal yayın yapan birçok radyo istasyonu da yayın yapmaktadır. Bu radyoların yayın politikaları ise siyasi partiler tarafından bazen engelleniyor, özellikle de yayın sonrası denetim mekanizması devreye giriyor. Bu mekanizma yasal olmayan yollarla Irak’ın bütün iletişim alanlarında hâkim bir durumdadır. Bazı radyolar ekonomi ve siyasi destek bulmadıkları için yayın hayatına son vermişti.

200’den fazla yayın yapan radyo vericileri ağırlık olarak Arapça dilindedir. Kütçe, Türkçe ve Süryanice yayınlar ise toplam 40 civarındadır. Irak İletişim Ağı’na bağlı 11 adet radyo bulunmaktadır (Şebeket, 2007):

Dini Programlar ve Kuran’ı Kerim Radyosu: 07 Ağustos 2005’te kuruldu. FM olarak 24 saat yayın yapmaktadır. Bu radyonun yayını bütün Irak’ı kapsamaktadır. Hotbird ve Nilsat üzerinden de yayın yapalaktadır.

Page 151: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 143

Şehrezor Radyosu: 30 Ağustos 2006’da kuruldu. Çocuk ve Kadınlara yönelik yayın yapmaktadır. Yayın frekansı 103,3 mh. dır. Ayrıca, Nilsat üzerinden de yayın yapmaktadır.

Cil (Nesil) Radyosu: 30 Ağustos 2007’de kuruldu. Gençlerle yönelik yayın yapan bu radyonun frekansı,105,2 mh. dır. Ayrıca, Arabsat üzerinden de yayın yapmaktadır.

Asdika Rafideyin (Rafideyin Yoldaşları) Radyosu: 24 Temmuz 2007’de kuruldu. Irak’ta yaşayan yabancılara yönelik İngilizce yayın yapmaktadır.

Basra Radyosu: 15 Nisan 2005’te kuruldu. Günlük 5 saat yayın yapmaktadır.

Kerkük Babagürgür radyosu: 14 Temmuz 2007’de kuruldu. Arapça, Kürtçe, Türkmence ve Süryanice olarak günlük 16 saat yayın yapmaktadır.

Babil Radyosu: 31 Temmuz 2005’te kuruldu. Günlük altı saat yayın yapmaktadır.

Kut Radyosu:11 Temmuz 2005’te kuruldu. Günlük iki saat yayın yapmaktadır.

Necef Radyosu: 13 Ağustos 2005 ‘te kuruldu. Günlük 4 saat yayın yapmaktadır.

Garraf Radyosu: Bu radyo 1 Temmuz 2007’de Nasıriyye şehrinde kuruldu. Günde dört saat yayın yapmaktadır.

Semava Radyosu: 1 Mayıs 2007’de kuruldu. Günde bir saat yayın yapmaktadır.

Ayrıca, Irak’ta muhtelif dilde ve ilde yayın yapan diğer yerel radyo vericilerinden bazıları “Bet Nahrain, Sbs radio, Urfm, Bilad, Bağımsız Irak Radyosu, Ahwar, Firateyin, Hüriyye, Nas, Dicle, Sewa, IraqFM, Newa, Merbid, Dengi Kürdistan (Dohok), Şenaşil Basra, TERT(Türkmeneli” (Delil, 2007).2

Irak Gazeteciler Cemiyeti

Irak’ta gazeteci örgütlenmesi 1869’da ilk gazetenin yayınlanmasından çok sonra gerçekleşir. İlk örgüt olan Irak Gazeteciler Cemiyeti 178 nolu kanunla 1969 yılında kuruldu. Irak gazetecilerinin o güne kadara her hangi bir sendikaları olmamıştır. Yalnız, 14 Temmuz 1958 devrimi öncesi Ehali’nin

2 Fazla bilgi için bkz: www.kitabat.com, www.ifoiraq.org, www.ara.today. Reuters.com, www.eyeiraq.com, www.ijrda.com, www.freemediawatch.org .

Page 152: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 144

yazı işleri müdürü Kamil Çadırcı’nın bir girişimi olmuştur. O da gazetelerin yazı işleri müdürlerini bir cemiyet altında toplanmalarını öngören bir kuruluş olarak, gazetecilerin çalışmalarını düzenleyen, hükümet ilanlarının dağıtımı ve yayını ile ilgili bir düzenleme getirmesi idi. Ancak, Irak Gazeteciler Cemiyeti çıkarılan kanuna göre iletişim alanındaki bütün sektörü kapsayan bir cemiyet olarak bu misyonu üstlendi.

Irak Gazeteciler Cemiyeti kanunun 3. maddesinde olduğu gibi, özellikle de basın özgürlüğü konusunu, yazılı ve görsel basın alanında çalışan iletişimcilerin haklarını garanti altına alınmasını benimsedi. Ayrıca, sendika, çok önemli konuların üzerine giderek, “iletişim fesadı” olarak adlandırılabilecek iletişim kamu ve özel kesimde istismar etmek isteyenlere karşı mücadele etmiştir. İletişimi hükümetler ve bazı istismarcı şirketlerin elinden kurtarmaya çalışmıştır.

Bu kanun gereği Gazeteciler Cemiyeti’ne iletişimcilerin haklarını savunmaya yetki vermiştir. Özellikle de siyasi iltica talebinde bulunan gazetecilerin başvurularını, Arap ülkelerinde oturma ve çalışma imkânı yaratmak ve Arap ülkeleri için ortak gazetecilik kartının gerçekleştirilmesi hakkı verilmiştir.

Cemiyet ayrıca, gazetecilerin yetkili mercilerce bazı kolaylıkların sağlanması için görevlerini yapmakta ulaşım, sağlık konusundaki ücret ödemeden ve indirimlerin ve bazı vergilerden muaf tutulmaları için çaba harcamaktadır. Ayrıca, işsiz iletişimcilere iş bulmak imkânı sağlamak, evsizlere ev ve arsa temin etmek için olağanüstü bir şekilde çalışmaktadırlar.

Cemiyet yeni matbaaların tesisi, haber ajanslarının kurulması, kaliteli gazetelerin yayınlanması ve reklâm şirketlerinin kurulmasıdır.

Basın Kanunu sendikaya bazı görevler de yüklenmiştir. Komşu ülkeler ile iletişim alanında faaliyet gösteren Cemiyetler, sivil toplum kuruluşları ile ciddi işbirliği ve ikili ilişkilerin pekiştirmesi ve bazı antlaşmaların imzalanması, ortak seminerler, kongreler, panel ve bilgili alışverişini bölgesel ve uluslararası platformda gerçekleştirmektir.

Irak’ta İletişimcilerin çektikleri sıkıntılardan doğan Irak Gazeteciler Cemiyeti, kuruluşundan bu yana Irak gazetecilerinin ve iletişimcilerin haklarını ve menfaatlerini savunmaktadır. Bu da Irak’ta birçok ünlü gazetecilerin teyidini, güvenini ve desteğini kazanarak diğer gazetecilere bir teşvik olmuştur.

Cemiyete kuruluşundan bu yana 9000 üye kayıt edilmiştir. Ancak bu üyelerin büyük kısmı emekliye ayrılmış ya da vefat etmiştir. Mesleği

Page 153: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 145

bırakanlar, yurt dışına gidenler de olmuştur. Bugün bu sendikada yazılı, görsel ve işitsel iletişim alanında faaliyet gösteren 4000 civarında aktif? üyesi vardı. Ayrıca, cemiyetin katılımcı ve çalışan üyeleri de vardı.

Bugünkü Gazeteciler Cemiyeti 1959 yılında kurulan Gazeteciler Cemiyeti’nin uzantısıdır. Ancak, içtüzük ve işlevleri ve görevlerinde büyük fark vardır. Bugün bu cemiyet özel bağımsız bir meslek sendikasıdır. Gayri siyasi, her hangi bir parti, akım, hareket ve radikal gurupların güdümünde değildir. Gerçek gazeteciler bu sendikaya sımsıkı sarılmışlardır. Sendikaya alternatif olacak yeni kurulan diğer kuruluşların tabanları olmadığı için bu sendikanın önünde pasif ve yetersiz kalmışlardır.

Irak’ta Gazeteciler Cemiyeti Kanunu ile emekli gazeteciler kanunu dışında Irak iletişimcilerin sistemini düzenleyen ve gazetecilerin haklarını savunan her hangi bir kanun yoktur. Ancak, işgal sonrası Tanıtma ve Enformasyon Bakanlığı’nın alternatifi olarak kurulan Irak iletişim Ağı, bu hakları sınırlı bir şekilde savunmaya çalışıyor. Bu da yeterli değildir. Çünkü gazete çıkarmak, televizyon kanalı açmak şahsi girişimler, siyasi hareket ve partiler veya dini akımların girişimlerine bağlıdır. Diyebiliriz ki, bu dönemdeki gelişmeleri bir “iletişim devrimi” olarak niteliğindedir. Çünkü 9 Nisan 2003’ten sonra yayına başlayan gazete, dergi, tv vs. kitle iletişim araçları bugüne kadar benzeri bulunmayan bir dönem olarak saptanmaktadır. Hatta basın özgürlüğü ve fikir ve düşünce özgürlüğü açısından da diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Irak’ta bu dönem büyük mesafeler katedilmiştir.

Irak Gazeteciler Cemiyeti Kanunun 25. maddesine dayanarak iletişimcilerin mesleki temel ilkeleri doğrultusunda çıkan anlaşmazlıkları ve açılan davalarda temel alınır.

Irak’ta kitle iletişime iki açıdan baktığımızda önce geniş çapta ifade ve düşünce özgürlüğü yazlı, görsel ve işitsel basınına ne kadar yansıdığına bakmamız gerekir. Bu hususu işgal sonrası iyice görebiliyoruz. İkinci açıdan İletişimcilerin zorluklarına baktığımızda ölüm, kaçırma, tutuklama ve tecavüzler göz ardı edilmeyen önemli bir husustur. Güvenlik, istikrarın olmadığı bir ortamda ne kadar basın, ifade ve düşünce özgürlüğü var olsa da bir şeylerin ifade etmediğini bir gerçektir.

Bu nedenlerle birçok yayın durduruldu, kapatıldı. Bu da sektörün bazı İletişimcileri kaybettiği hafızalardan silinmeyen bir gerçektir.

Irak’ın birlik ve beraberliği için Irak basın mensupları vermiş olduğu mücadele gerçekten de çok önemli bir unsurdur. Gerçek gazetecilik anlayışıyla harekete eden basın mensupları vatanın bölünmez bütünlüğü için

Page 154: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 146

kalem oynatmaktadırlar. Her hangi bir akıma kapılmadan yazılarını demokrasi ve insan hakları çerçevesinde halkla iktidar arasında bir köprü oluşturmaya çalışıyorlar. Bu önemli unsur da Irak Gazeteciler Sendikası’nın başlıca hedeflerinden biridir.

Ayrıca, Irak Gazeteciler Cemiyeti Irak’ta iletişiminin gelişmesi ve ilerlemesi için öncelikle aşağıdakileri önermektedir:

• Kurum kuruluşlar arasındaki şahsi rant ve çıkar ilişkilerinin giderilmesi gerekmektedir.

• Güvenlik sorununun ortadan kaldırılması iletişimi sektörünü hareketlendirir, • Milli menfaatler doğrultusunda hareket ederek, yeni bir basın kanunun

çıkarılması elzemdir. • İletişimciler maddi ve manevi olarak devlet tarafından desteklenmeli. • Özel sektörde çalışan iletişimciler için özel emekli kanununu çıkarılması. • Hükümet ilanlarının görsel ve yazılı basında eşit dağıtımının sağlanması. • Bağımsız gazetelere kâğıt ve diğer ihtiyaçlarının dağıtımının giderilmesine

de kolaylık sağlanması. • İletişimciler için özel uzmanlık kurslarının açılması. • Sözleşmeli kadronun istihdamı.

2003–2007 yıllarında Irak’ta öldürülen iletişimciler

Irak Gazeteciler Cemiyeti genel merkezinin 2003–2007 tarihleri arasında kayıtlarına ve yaptığımız araştırma sonucu, Irak’ta 18 yabancı diğerleri Iraklı olmak üzere toplam 247 iletişimci öldürülmüştür. Bunlardan 112’si görev başındayken, 41 yardımcı kadro (teknisyen vs.) diğerleri ise çeşitli patlamalarda ölmüşlerdir. 59 İletişimci kaçırılarak öldürülmüştür. 17 İletişimci kayıplar listesindedir. 28 iletişimci ise çeşitli nedenlerden dolayı tutuklanmış yargılanılmayı beklemektedirler.

229’u erkek, 18’i kadın olarak öldürülen iletişimciler, 2003’te 7 şehit, 2004’te 55 erkek ve 4 kadın toplam 59 şehit, 2005’te 47 erkek ve 6 kadın toplam 53 şehit, 2006’da 92 erkek ve 7 kadın toplam 99 şehit., 2007’de 28 erkek ve 1 kadın toplam 29 iletişimci şehit edilmiştir.

2003–2007 yılları arasında Irak’ta insan hakları ihlallerine maruz kalan iletişimcilerin durumunu ortaya koyuyor. Burada öldürülen iletişimcilerin %30 suikast’tan, %25’i tutuklama sonucu öldürüldüğü, %15 tecavüz, %15’i de kaçırma, %10’u sorgu ve yargılanma, %3’ü kapatma ve son olarak %2’si tahrip olaylarına maruz kalmaktadırlar. Aynı yıllar arasında, 2003–2007 yılları arasında Irak’ta hangi gruplar tarafından öldürülen iletişimcilerin, %55’i silahlı gruplar, % 35’i hükümet görevlileri (asker, polis, muhafızlar) ve %10’u da ABD ve İngiltere askerleri tarafından öldürüldüğü saptanmıştır.

Page 155: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Irak’ta kitle iletişimi 147

Irak’ta 247 iletişimcinin 203’ü Bağdat’ta ve 44’ü de diğer illerde öldürülmüştür. 2003’te 4, 2004’te 12, 2005’te10, 2006’da 5, 2007’de 13 iletişimci şehit edilmiştir. Bu iletişimcilerin bir kısmı dış ülkelerin kitle iletişimi medyası için çalışmaktaydı. Bunlar, farklı nedenlerle, kimi silahlı güçler tarafından idam edilmiş, kimi kaçırarak öldürülmüş, kimi de görevi başında patlamalar sonucu hayatlarını kaybetmiştir.

SONUÇ

2003–2007 yıllarında Irak’ta iletişim mesleği ister yerel, isterse de uluslararası platformda olsun en tehlikeli meslek olarak saptanmıştır. Bu güne kadar dünyada vuku bulan bütün savaş ve afet durumlarında ve iletişimcileri hedef olan hususların hiç birisi 2003 tarihinden sonra Irak’ta ki iletişimcilere karşı yapılan vahşi ve acımasız infazlar niteliğinde olmamıştır. Kimini tehdit kimini pusuya düşürerek, kimini bombalı saldırıda katletmek kimini de sokak ortasında infaz ederek hunharca öldürmüşlerdir. Gün gittikçe Irak’taki iletişimcilerin işleri zorlaşmaktadır ve haber alma özgürlükleri tamamen yok ediliyor.

Bu olumsuz durum Irak’ta fikir, ifade ve basın özgürlüğünü ciddi boyutta etkilemektedir. Sonuçta iletişim hareketini de felç etmiş durumdadır. Irak iletişimcileri bu durumdan endişe ve kaygı duyarak, Uluslar arası iletişimciler örgütlerine seslerini ulaştırmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca, Irak’ta işgal sonrası herhangi bir basın ve iletişim kanunun olmadığı için, bu endişe ve kaygı ülkede görev yapan yabancı yazılı ve görsel basın mensuplarının da gittikçe kaygıları artmaktadır. Irak iletişimcilerinin aleyhine olan Irak Anayasasındaki boşlukların bir an önce yetkililer tarafından doldurulması ve yeni iletişim kanunun çıkarılması şart olmuştur.

Irak’taki iletişimci sektörünü düzenleyen bir kanun taslağının olmadığı için ve henüz meclis tarafından bu konu ele alınmadığından ötürü bu acı gerçekler dünya iletişim tarihinde bir kara leke olarak yazılacaktır.

Başka bir husus ta Irak’ta bir basın kanunun olmaması birçok gazeteciyi zor durumda bırakmıştır. Nasıriyye, Kerbela ve Basra illerinde yalan haber yayın gerekçesiyle bazı gazeteciler kurumları tarafından mahkemelik olmuştur. Hak ve hürriyetleri savunan bir kanunun var olmaması, birçok basın mensubuna haksızlık olmuştur. Birçoğu kadrosuz veya sözleşmesiz çalışarak işten çıkarıldıklarında ne maaşlarını nede tazminatlarını alabilmişlerdir. Bu ciddi sıkıntılar biran önce Irak hükümeti tarafından giderilmemesi durumda,

Page 156: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Şemsettin Küzeci 148

an azından şimdilik aşağıda özetlediğimiz dört koynu dikkate almalarında ülkede görev yapan yerli ve yabancı iletişimcilerini kısmen olsa da rahatlatacaktır.

1. Irak Ulusal Meclisi (Parlamento) tarafından basın kanunun biran önce çıkarılması, bu kanunda İletişim alanında çalışanların hak-hürriyet, düşünce, ifade ve ayrıca haber alma ve yayıma özgürlüklerini düzenleyen bir kanun niteliğinde olması,

2. Bugüne kadar Irak’ta çıkarılan kanunların araştırılması, incelenmesi ve dikta rejimler tarafından dekara edilen maddelerin yerine İfade ve düşünce özgürlüğü, haber alma ve bilgi edinme, fikir işçisi kanunlarının çıkarılması ve Irak anayasasındaki suç ve ceza kanunlarından bazı maddelerin düzeltilmesi,

3. Devlet kurumlarının basın mensuplarına bilgi sunmakta açık, şeffaf, adil ve herkese eşit olmaları,

4. Irak’ta basın kanunun çıkartılana kadar, Irak basın mensuplarının hak ve hürriyetlerini savunan ve işlerini güvence altında sağlayan bir özel büronun devlet tarafından tesisi edilmesini öneriyoruz.

KAYNAKÇA

Şahap El-Timimi, Ş. (2007). Irak Gazeteciler Cemiyeti Başkanı, Mülakat, 24 Ekim. Küzeci, Ş. (2007) ABD’nin Irak’ta Medya Terörü www.avrasyagundemi.com 21

Mayıs. Hasan, N. (2007). Belgesel ”Irak’ta Radyo Tarihi”, www.babagurgur.net Bayati, C. (2007) Gazeteci-Yazar, Mülakat, 22 Kasım. Basın Günü, (2007). Haber, www.aktueldergi.org 3 Mayıs. Dakuki, İ. (1975). Irak Anayasalarında Kütle Haberleşme Özgürlüğü, Ankara: Önder

Matbaası. Gündüz, T. (2007). İletişim Uzmanı, Mülakat, 20 Kasım. El-Kenani , N. M. (1968). Methal Fil-İlam- İletişime Giriş. Bağdat: Kültür ve İrşat

Bakanlığı Yayınları. El-Adili, H. (2007) Irak Radyo ve Televizyoncular Birliği Başkanı, Mülakat, 15

Kasım 2007. Irak Siteleri (2007). http://www.nahrain.com/ Şebeket El-İlam El-Iraqi- Irak İletişim Ağı (2007). www.pdffactory.com Delil (2007) Delil El-Mecaki El-Irakiyye- Irak web siteleri rehberi,

www.9neesan.com

Page 157: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.149-152

Forum hakkında Forum geçen sayısında idealist felsefeden hareket eden bazı önemli

aydınların iletişimle ilgili olarak bilinmesi gereken ancak ya hiç bilinmeyen, ya basmakalıp bir şekilde bilinen ya da yanlış bilinen görüşlerini vermişti: Bu bağlamda, Charles Cooley’in Social Organization kitabından iletişimle ilgili parçalar; Thorstein Veblen’in kitabından Sosyal Sınıflar, Leisure Class ve Conspicious Consumption ile ilgili parçalar; Edward Bernays’ın kamuoyu araştırmalarının tehlikesiyle ilgili olarak 1945’deki bir açıklamasına karşı, P. Lazarsfeld, Harry Field ve Claude Robinson’un tepkilerini ve bu tepkilere karşı Edwards’ın yanıtı; Bernard Berelson’un klasik Communication and Public Opinion makalesinden alıntılar; H. D. Lasswell’in The Structure and Function of Communication in Society başlıklı yapıtından alıntılar; Paul Lazarsfeld ve Robert K. Merton’un Mass Communication, Popular Taste, and Organized Social Action yapıtından parçalar; Elihu Katz ve P. Lazarsfeld’in Personal Influence kitabının giriş bölümü sunulmuştu.

Forum için geriye kalanın başında teolojik ve eleştirel anlayışlar gelmektedir. Teolojik yaklaşımı, özellikle günümüzdeki teolojik yaklaşımı derginin sonraki sayısına saklandı. Forum’un bu sayısı eleştirel yaklaşım yaklaşıma ayrıldı. Bu amaçla, önce, liberal çoğulcu olanlar dahil hemen tüm eleştirel görüşün az çok dayandığı Marx’ın insan, toplum ve bilim anlayışı hakkında temel bilgiler verildi. Bu temel bilgilerden sonra, Marx’ın orijinal yapıtlarından iletişimle ilgili konular sunuldu. Bunu, çoğunlukla liberal görüş sergileyen Marx’ın basın özgürlüğü ve sansür üzerinde yazdıklarının sunumu takip etti. Son olarak da eleştirel yöntemin çoğunlukla hareket noktası olan Marx ve Engels’in yöntem hakkındaki görüşleri verildi.

Forum

Page 158: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 150

Eleştirel yaklaşımlar hakkında sayısız hurafeler, uydurular her yeni nesle işlendiği için, eleştirel yaklaşımın dayanağı ve görüşü nedir, eleştirel iletişim yaklaşımı ve açıklamaları neler üzerine eğilir gibi temel konuların bilinmesi gerekir. Bilinmesinin en önde gelen nedenlerinden biri, kitle iletişiminin doğasını en geçerli bir şekilde açıklayan yaklaşımların başında eleştirel okulların yaklaşımı gelmesidir.

Her yaklaşım tarzının dostları ve düşmanları olduğu gibi, eleştirel okulların da oldukça bol düşmanları vardır. Eleştirel yaklaşımı benimseyenlerin veya kullananların hiçbiri, düşmanlıkları hak edecek hiçbir kötülük ve yanlışlık yaptıkları düşüncesinde değildir. Eleştirel okullara bakıldığında, insanı ve insanca yaşam arayışını merkeze alan bir felsefe, epistemoloji, metodoloji, araştırma ve açıklama yönelimi görülür. Dolayısıyla, (a) kendi çıkarını her şeyin üstünde gören, çıkarı için her şeyi yapmaya hazır olan, vicdanını ve ruhunu paraya satan bir “akademisyen,” (b) insanları günde en az 12 saat asgari ücretle çalıştıran ve ardından da edepsizce “işverenler milyonlarca aileyi doyuruyor, işverenler olmasa işsiz ve aç kalırlar” diyen “aydınlar”, (c) kendi varlığını sürdürme koşullarından mahrum edilmiş olan ve düşman olarak da küpe takanları, açık seçik giyinen kızları, ırksal azınlıkları, kiliselerdeki papazları ve bölücüleri gören bilişsel ve vicdansal bakımdan dumura uğratılmışlar (yani, maddi olarak yoksul bırakılma yanında, kendi ve toplumun asıl koşullarının nedenlerini kavrama yetisinden de yoksun bırakılmış olan insanlar, dinsizlerin falan gelip, milletin malını ve dinini elinden alacağı korkusuyla saldırganlaştırılan tehlikeli-zavallılar), (d) elinden alınacak özgürlüğünün ve malının olmadığının, kendini yoksul bırakanın malını koruduğunun ve böylece kendi yoksulluğunun yeniden üretilmesine katıldığının farkında olmayanlar, kapitalizmin bilişsel ve vicdansal gaddarlığının aracı durumuna düşürülmüş olanlar, eleştirel yaklaşımlara yakınlık gösteremez veya ona sempati duyamaz; ancak düşmanı olabilir. Ne yazık ki, “sokaktaki insana işlenen” bu düşmanlıklar, sokaktaki insandan farklı bir düşünsel yeteneğe sahip olmadığı halde bir şekilde okulları ve iletişim örgütlerini dolduran bazı “öğretmen,” “akdemiysen,” “gazeteci”, “televizyoncu” denenler tarafından da taşınmakta ve yayılmaktadır. Birileri kapitalizmi anlamadan kapitalizm düşmanlığı yaparken, birileri de eleştirelin ne olduğunu anlamadan, “ya sev, ya terk et” mantığını taşımaktadırlar. Faaliyeti üzerine düşünmeyen ve faaliyet üzerine düşünmeyi yasaklayan bir toplum, gelişemediği gibi, başkalarının ganimeti olur.

Page 159: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum hakkında 151

Eleştirel yaklaşımlar insan ve toplumla ilgili her şey üzerinde dururlar. Her konuyu tarihsel, siyasal, ekonomik, düşünsel/ideolojik, kültürel, etiksel ve normatif açılardan alır ve incelerler. Bu yaklaşımlar insanları ve insanların mutluluğunu temel hareket noktası olarak aldıkları için, hümanist/insancıl karaktere sahiptirler. Eleştireldirler, çünkü insan olmayı, cemaat olmayı, insanca yaşama ve insanca ilişkilerle gelişmeyi arzular ve ararlar. Bu nedenle, eleştirel yaklaşımı özümseyen ve içselleştirenler, gerçek anlamıyla kendine ve tüm insanlara karşı dostça ve iyilik dolu duyarlılık taşırlar. “Her koyun kendi bacağından asılır” diyen ve insanca duyarlılığı ve dayanışmayı yok sayan ve anlamsızlaştıran görüş gibi görüşleri doğru bulmadıkları için eleştireldirler. Karl Marx’a “tek bildiğim, ben Marxsist değilim” dedirten insanlık durumunu, insanlık durumuna bakarak açıkladıkları için eleştireldirler.

Eleştirel dünya görüşü ve bu görüşe dayanan bilim ve araştırma yönelimi, insanı, toplumu, toplumun oluşumunu, gelişmesini ve bugünkü durumunu açıklar; bu açıklamanın ahlakı, herhangi bir şirketin veya kurumun öznel çıkarını merkeze koymaz, onun yerine insanlığın genel faydasını temele koyar. Eleştirel görüşlerin insancıllığın/hümanizmin ve ahlakın merkezinde insanın insanlığını kazanması ve bu amaçla gelişmesi vardır. Eleştirel görüşler, kapitalizmin standartlaşmış kitle üretiminden, moda ve kitle iletişim endüstrilerinin bilinç ve davranış yönetiminden geçerek yarattığı sürü psikolojisiyle hareket eden ve kendini sürüden biri değil de özgür birey sanan “özgür tüketici” (insan bile denmiyor, “tüketici” diyerek aslında aşağılanıyor) ile gelen sahte ve aşağılık bireyciliğini reddeder. Eleştirel yaklaşımların hemen hepsi, propagandaların ve aksine, bireyin olabilecek en somut bireysel özgürlüğünü kazanması üzerine inşa edilmiştir, toplum içinde sürüleşmesi üzerine değil. Eleştirel görüşler de bireyciliği savunurlar, fakat bu bireycilikte, kişi zenginliğini ve değerini diğer insanları yoksun ve yoksul bırakarak kazanmaz; tam aksine, bireyin özgür birey oluşu ve değerini kazanması diğer insanlarla birlikte ve diğer insanlardan geçerek olur. Bu “birey oluş” birliktelikteki sömürüye, baskı ve teröre dayanmaz; tam aksine, birliktelikteki dayanışmaya ve birlikte gelişmeye dayanır.

Eleştirel yaklaşımlara göre, küresel pazarın demokrasi, özgürlük, insan hakları, karşılıklı bağımlılık, kamusal alan, özel alan, cemaat ruhu, serbest rekabet gibi iddiaları; sahtekârın ve sahtekârlığın iyi olana, insanın özlediklerine sahiplik iddiasıdır. Çünkü kapitalizm insanın gerçekte sahip olmak ve yaşamak istedikleri arasında özgürlük ve insanlık gibi bazılarını düşünsel bazda ortadan kaldıramaz, bu nedenle, tek çare olarak tüm iyi

Page 160: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 152

şeylere sahip çıkmak ve bu sahiplik yoluyla bilinç ve davranış yönetimi yapmak zorundadır. Buna kötünün, sahtenin ve yalanın kendini iyi, gerçek, doğru ve sahi kılığında dolaşması denir. Ne yazık ki, gerçek domatesin tadını bilmeyenlere, farklı paketlerle sunulanları farklı değerdeki domatesler olarak satmak kolaydır: Demokrasiyi, özgürlüğü ve insan hakkını deneyimlemeyen, ancak ona sunulanlara göre karar verebilir.

Eleştirel görüşlerin insanı ve toplumu anlamadaki yöntemi üzerine çoğu yanlış olan epey şeyler söylenmiştir ve söylenmektedir. En genel ve en açık şekilde, eleştirel okulların çoğunun, özellikle tarihsel/diyalektik materyalist görüşü benimseyenlerin, yöntemi şudur: İnsanı (toplumunu) anlamak istiyorsan, insanın kendi hakkında ne söylediğinden ve insan hakkında birilerinin ne söylediğinden hareket etmeyeceksin; insanın neyi nasıl yaptığından hareket edeceksin. Dolayısıyla, insanı ve toplumun anlamak, insanın kendini nasıl ürettiğinden geçerek anlaşılabilir. İnsanın kendini nasıl ürettiği de neyi nasıl yaptığını analizle anlaşılabilir. Bu da, insanın örgütlü ilişkiler yapısının şimdi bağlamı ve tarihsel bağlamı içinde incelenmesini gerektirir. Dikkat edilirse, bu tür yaklaşımda, insana, düşüncesinden, aklından, tutumlarından, algılarından ve ideolojisinden hareket ederek ulaşmıyoruz. İnsana insanın örgütlü ilişkilerini nasıl kurduğu ve yürüttüğünden hareketle ulaşıyoruz. İnsanın tutumlarına, algılarına, düşüncesine ve ideolojisine (örneğin, neyi neden öyle söylediğine ve öyle davrandığına) tutumların, algıların, düşüncenin ve ideolojinin, sanki canlı birer aktör/özne gibi, kendisine bakarak ve böylece bireyin kendisinin düşünerek yarattığı bir şey olarak ulaşmıyoruz. Tam aksine, neyi nasıl yaptığından (üretim tarzı ve ilişkilerinden) hareket ederek neyi nasıl yaptığını kendine ve diğerlerine nasıl anlattığıyla ulaşıyoruz.

Okumak, özellikle bilmek ve soruşturmak için okumak, zahmetlidir. Bu zahmeti seçtiğiniz için kendinizle övünebilirsiniz, biri size “para kazandırdı mı?” diye alay ederek sorsa bile. Hem kendini hem de dostu ve düşmanı “ötekileri” bilmek istemeyen, bilmeye karşı olan ve hatta bilmek isteyeni engelleyen ve baskı altında tutan bir insan ve insanlık durumu, insanlığın yüz karasıdır.

Page 161: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 24 Kış-Bahar 2007, s.153-198

Temel Bilgiler: Eleştirel yaklaşımlarda iletişim anlayışı

İrfan Erdoğan

BİLİM, İNSAN VE İLETİŞİM

Bir bilimsel yaklaşımın (veya her hangi bir açıklamanın) en temel karakterini anlamak için, o yaklaşımın (açıklamanın) neyi nasıl ele aldığı ve açıkladığına bakmak, “bilme” ile ilgili atılacak ilk adımlardan biridir. Örneğin, “iş yerinde verimlilik” konusunu ele alan bir açıklama, çalışanların motivasyonundan, algılarından, tutumlarından bahsediyorsa ve verimliliğe çözüm olarak da, işçilerin motivasyonunun artırılması için aralarında rekabet yaratılması, algılarında ve tutumlarında şirket bizliğinin oluşturulması, çalışanlarda verimi artırmak için etkili iletişim stratejilerinin kullanılması, ikna yöntemlerinin uygulanması, katılımcı örgüt yönetimi gibi önerilerde bulunuyorsa, bu tür yaklaşım “şirketi ve şirket çıkarlarını” gerçekleştirmeyi merkeze koyan ve insanı, şirketin amaçlarını gerçekleştirmede bir araç olarak gören bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda, insanı ve toplumu anlamada, insan merkezden alınmış ve yerine “şirket” konmuştur. Bu durumda, insan dahil her şey şirket (kurum, devlet) için vardır. İşte, bu düşünceyi tersine çevirir ve insanı merkeze yerleştirirseniz, yani şirketin (kurumun, devletin) insan için (ama şirkete, kuruma, devlete sahip olan imtiyazlılar için değil) olduğunu belirtirseniz, temel olarak, Marksist bir anlatı tarzıyla gelirsiniz. Bu yaklaşımla insanı ve toplumu açıklamak elbette sizi Marksist yapmaz. Hiçbir insan “söylediğiyle” veya “düşündüğüyle” “söylediği veya düşündüğü gibi” olamaz; İnsanın ne ve nasıl olduğunu belirleyen “ne söylediği veya ne düşündüğü” değildir; neyi nasıl yaptığıdır. “Bir şey olmak” (örneğin dinci olmak, Marksist olmak, kapitalist olmak) ancak, bu olmayla ilişkili koşulları yaşamakla olur. Bir insan kapitalizmi savunabilir, ama o insan kapitalist

Forum

Page 162: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 154

olmayabilir. Bir insan, Marksist söylemle gelebilir, Marksist analiz yapabilir, ama o insan Marksist olmayabilir; bir kapitalist, Hıristiyan veya Müslüman olabilir. Hatta her camiye giden ve namaz kılanın “Müslüman olduğunu” bile iddia edemeyiz, çünkü camiye gidişinin ve namaz kılışının asıl nedeni, görünen ve söylenen neden olmayabilir. Her türban giyen “kökten dinci” olmayacağı gibi, her Levi’s giyen veya Coca Cola içen de “Batı düşüncesinin ve egemenliğinin savunucusu” değildir. Bu durumda, bir insanın “ne ve nasıl olduğunu” belirleyen o insanın kendini (ve diğer insanları ve doğayı) nasıl ürettiğidir. Diğer bir deyişle, neyi nasıl yaptığı onun ne ve nasıl olduğunu gösterir. Bu yaptığını (hem materyal üretimini hem de düşünsel üretimini) kendine ve diğerlerine nasıl açıkladığı ise, yapılanın doğasını ve insan gerçeğini doğru olarak temsil edebileceği gibi, doğru ve gerçek hakkında “doğru ve gerçek olmayan doğru ve gerçekler” olabilir.

Bilim, kuram ve insan pratiği

Hangi konuda ve alanda olursa olsun, sosyal bilimlerde bilim ve bilimin kullandığı kuramsal yaklaşım insan gerçeğini anlamaya ve anlatmaya, yaşananı ve yaşananla ilgili olanı açıklamaya çalışır. Bir televizyon program yapımcısı belli örgütlü yapı içindeki üretim ilişkilerinden geçerek “televizyon ürününün” üretimine katılır. Bu onun kendini ve içinde bulunduğu koşulu günlük yeniden-üretme pratiğidir. Bir akademisyen televizyon programcısının ortaya koyduğu ürünü inceleyerek onun doğasını anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu onun pratiğidir. TV programını eleştiren bir akademisyene “gelsin programın bir karesini çeksin de görelim” (yani yapamaz) diye karşılık veren bir program yapımcısı tek kelimeyle saçmalamaktadır. Çünkü televizyon yapımcısının işi program yapmaktır; televizyon programını inceleyen ve eleştiren bir akademisyenin işi de programı incelemek, geçerli açıklamalar getirmek ve gerekiyorsa eleştirmektir.

Elbette hepimiz bir şeyleri açıklarız. Fakat, Marx’ın Alman İdeolojisi yapıtında belirttiği gibi, gerçek hayatta spekülasyonun bittiği yerde bilim başlar. Marx için bilim pratiğin, faaliyetin, insan gelişmesinin pratikteki sürecinin temsilidir. Sadece Marx’ın açıklamasında değil, kapitalist bilimin açıklamalarında da, bilimin (ve kuramın) insan pratiğini açıkladığı belirtilir. Dolayısıyla, günümüzde cehaleti yaygın bir şekilde yeniden-üreten biliş yönetiminin “kuram ve pratiğin iki ayrı, iki farklı şey” olduğu iddiası geçersizdir: Kuramla pratiği açıklamaya çalışan bir bilim adamının amacı açıkladığını doğru açıklamaktır. Bu da araştırmaya dayanan bilgi birikimiyle

Page 163: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 155

kuram inşası ve kuram testini (ampirik test olması şart değil) gerektirir. İddianın bir diğer geçersiz yanı da şudur: Bir pratiği yapabilmek için insanın o pratik üzerine düşüncesini yansıtması gerekir; aksi takdirde o pratiği yapamaz; yaparsa, ancak maymun gibi yapar: kendi tarihini yaratamaz (gelişemez). Marx’a göre, bilimle bilinç hakkındaki boş konuşma son bulur; bilginin bağımsız bir dalı olarak felsefe, varlık aracını kaybeder.

Eleştirel yaklaşımların çoğunun hareket noktası insandır. İdeoloji ve düşünceler üzerinde dururken de, Marx’ın görüşünü benimseyenler düşünceyi, aklı ve ideolojiyi insan dışında insandan bağımsız “yapan özneler” olarak ele almazlar; insanın kendini ve toplumunu üretim tarzı ve ilişkileri içinde üretmesi olarak ele alırlar.

Yaşayan insana ulaşmak için, biz, insanın düşündüğünden, düşlediğinden veya insanın düşünüldüğünden, hayal edildiğinden ve hikaye edildiğinden başlayarak yola çıkmayız. Biz gerçek, etkin insandan başlayarak yola çıkarız ve insanların gerçek hayat süreci temeli üzerinde bu hayat sürecinin yansımalarının ve ideolojik yansımalarının gelişmesini gösteririz (Marx ve Engels, 1846: 14).

Marx (Engels ile) 1845’de Alman İdeolojisi yapıtında sunduğu bu yaklaşım tarzıyla, genç Hegelciliği bırakıyor ve tarihsel materyalist yaklaşıma doğru yol alıyordu. Marx Felsefenin Sefaleti (1846) ve Komünist Parti Manifestosu (1848), Fransa’da Sınıf Mücadelesi (1850) yapıtlarıyla, Marksizm olarak nitelenecek ve liberal okullar dahil birçok yaklaşım tarzını etkileyen bir dünya görüşünü kurmaya devam etti. Sonraki yapıtları kendi yaklaşım tarzıyla insanı ve toplumunu açıklıyordu. Bu açıklama, bu bölümde, iki büyük ana başlık altında sunuldu: Maddenin (materyalin) üretimi ve düşünselin (ideolojinin) üretimi. Bu ana başlıkların her biri alt başlıklarıyla (aşağıda) açıklandı.

İletişim ve insan

Egemen tanımlamalarla gelen sınırlamayı aşan iletişim tanımı, iletişimi insanın yaşamını üretmedeki faaliyetleri ve bu faaliyetlerin olduğu üretim güçlerinin tarihsel yapısı içinde ele alan betimlemedir. Bu bağlamda iletişim, belli yer ve zamanda, belli koşullarda, belli tarihi geçmişi olan insan etkinliğinin yapılmasının zorunlu koşuludur. Bu etkinlik belli bir amaçla konuşma, yazma, gösterme, bir davranışta bulunma, bir kültürel, siyasal, ekonomik veya sosyal faaliyet yoluyla insanın kendini ve toplumunu yeniden üretmesidir.

Page 164: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 156

İnsan iletişiminin üretim tarzı ilişkinin bağlamındaki doğaya göre değişir. Unutmayalım, bu doğayı da oluşturan ve değiştiren örgütlü çıkar yapıları içinde yaşamını üreten insandır. Kendi kendine iletişimde yalnızken tarz kişinin ruh hali ve bunu yaratan duruma göre şekillenir ve değişir. Diğer bir kişi veya kişilerle ilişkideki iletişim ise, iletişimin tarzı örgütlü yer ve zamandaki bağlama göre çeşitlenir. Bu bağlamda da yine bireylerin karakterleri, duyguları, anlık ruh halleri, örgütlü yapıların getirdiği egemenlik ve mücadele bağlamı ve ilişki biçimleriyle birlikte iletişimin tarzını belirlerler.

İnsanlar belli iletişim tarzlarına bağlı olarak belli iletişim ilişkilerine girerler. Bu tarz düşmancaysa, iletişim ilişkileri de kavga, küsme, görmezlikten gelme, savaş için planlar yapma ve uygulama gibi şekiller alır. İletişim ilişkilerinde insan kendi kendine iletişim yaparken, ya kendi başına yalnız kendi kendine düşünerek bir mental ilişkide bulunmaktadır ya da bunu herhangi bir örgütlü yer ve zamandaki dışla ilişkileri sırasında yapmaktadır. Bu ilişki ile insan sürekli kendini ve o anki ve genel ilişkilerini ve durumları değerlendirir, kararlar verir ve ilişkilerini yürütür. Böylece hem kendini hem de ilişkide bulunduğu çevreyi yeniden üretir. Bu yeniden üretimle insan kendini, dışını ve ilişkilerini kurar ve sürdürür; kendini ve dışını biçimlendirir ve yeniden biçimlendirir; kendini ve diğerlerini örgütlü yer ve zamanlarda bulduğu, yerleştirildiği ve yerleştirdiği pozisyonlarda tanımlar; tanımlanmış olanı yeniden-tanımlar; insanda ben, sen, o, biz (kimlik ve aitlik) ve onlar bilinci oluşur ve gelişir. İletişim ilişkilerinde insan hem kendisiyle baş başa iken hem de diğer insanlarla etkileşim öncesi, sırasında ve sonrasında; düşünsel ve karar verme sürecinden geçerek, bir amacı, isteği gerçekleştirir.

Kitle iletişimi

Kitle iletişimi kitle denen halkı kullanıcı olarak amaçlayan örgütlü yönetsel/yönetimsel iletişim biçimidir. Kitle iletişimi örgütlerinin büyük çoğunluğu kâr amaçlı kurulmuş kapitalist şirketlerdir. Kâr amacı gütmeyenler ise devlet kontrolünde yürütülen kurumsal yapıdır. Vakıf veya sivil toplum örgütleri gibi kuruluşların kurdukları kitle iletişim yapıları ticari görünmeyen ticari yapılanmalardır. Kitle iletişiminin örgüt ve içerik konusu, kapitalist ekonomik süreçler ve ideolojik kontrol mekanizmaları kapsamı içinde yer alır. Bu bağlamda kitle iletişimi kapitalist ekonomik, siyasal ve kültürel pazar yapısının bütünleşik bir parçasıdır. Aktif bir şekilde hem ticari şirket olarak kendini hem de kapitalist ideolojinin üretiminden geçerek kapitalist pazar yapısını destekleyen bilinci üretir.

Page 165: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 157

MADDİ HAYATIN ÜRETİMİ

Maddi hayatın üretimi, insanın fiziksel varlığını sürdürmek için yemek, içmek, barınmak gibi en temel gereksinimlerini gidermekle başlayan ve kurduğu toplum içinde gelişen yeni maddi gereksinimlerini gidermek için yaptığı üretim demektir. Yemek yemek gereksinimini gidermek için yapılan tüm faaliyetler ve bu faaliyetlerle “yemek” için sağlananlar, insanın fiziksel varlığını sürdürmek için yaptığı maddi üretimdir. Bir ekmek maddi bir üründür ve bu ürün maddi hayatın maddi bir parçasıdır. Ekmek ile acıktıkça insan karnını doyurduğunda, kendi fiziksel varlığını yeniden üretir. Kendi fiziksel varlığını yeniden üretmek için, her gün ekmek yapar. Dolayısıyla, maddi hayatın üretimi sürekli yeniden üretim gerektirir: Her gün yemesi ve dolayısıyla her gün ekmek üretmesi gerekir. Maddi hayatını üretemeyen insan açlıktan veya susuzluktan ölür.

Eleştirel yöntem

Sadece eleştirel yaklaşımlar değil, hemen her yaklaşım tarzı, değişen biçim ve ölçüde, maddi üretimi açıklamaya çalışır. Bu açıklama işinde, kapitalizmin kullandığı yönteme siyasal ekonomi denir. Bu siyasal ekonomi sonradan, stratejik amaçlarla, “siyasal” kavramını atarak, “ekonomi” olmuştur. Marksizm’in geliştirdiği yönteme ise, Marksist siyasal ekonomi yöntemi denir. Dolayısıyla, Marksist siyasal ekonomi, örneğin, kitle iletişimi denen örgütlü insan faaliyetinin “iletişimde maddi üretim ve üretim ilişkilerini, bu ilişkilerim amaç ve sonuçlarını” incelemek için yapılır.

Yöntemin temel kuramsal dayanakları

Marx’ın geliştirdiği yaklaşımdan hareket eden eleştirel yönteme göre: Dünya bizim bilgimizden bağımsız olarak vardır. Dünyanın varlığı bizim

bilincimize bağlı değildir. Daha açıkçası, etrafımızda gördüğümüz, ilişkiye girdiğimiz ya da görmediğimiz, bilmediğimiz "şeyler" bizim bilincimiz, algılamamız ve bilgimiz dışında vardır; bir şeyin varolması için onu duymak, tatmak, koklamak gerekmez.

Dünya, ussal veya ruhsal değil, doğasında ve kökeninde maddeseldir. Bu Marksist maddeciliğin eşyaya (paraya, mala) tapınması anlamına gelmez. Tersine, Marx insanın maddi ilişkilerin ve üretim biçiminin getirdiği yabancılaşmadan ve ezilmeden kurtulmasını derinden arzulamıştır.

Page 166: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 158

Maddecilik, burjuva ideolojisinin kara cehaletiyle ve yaratılış ideolojisinin Haçlı ve Yeşil cehaletiyle öne sürdüğü gibi "komünizmin maddeye taptığı" anlamına gelmez. Marksist maddecilik eşyaya tapmaz; tam aksine, ne dediğini bilmeyen cehaletin ideolojisi ve kültürü dahil, kapitalist dünyanın kendisinin maddeye (örneğin paraya, mala ve mülke) tapışının ve insanın değerini mal sahipliği gösterisinden geçerek kazanması hastalığının eleştirisini yapar.

Metafizikten ve mekaniksel maddecilikten farklı olarak, Marksist maddecilik maddenin ne olduğu hakkında bir önyargıya veya kesin bir karara sahip değildir. Madde, nesnel olarak varolanın adıdır. Beyin, düşünce, bilinç maddenin ürünüdür veya (eğer madde insansa) madde hakkında bilgidir. Bunun ötesinde, maddenin doğası, yapısı, bileşimi, kitle, enerji, mekân ve zaman ile ilişkili sorulara yanıtı bilimin vermesi gerekir. Başka bir deyişle Marksist maddecilik maddenin varlığını kanıtlar ve maddenin özellikleriyle ilgili sorulara bilimsel araştırma ile yanıt verilmesini önerir.

Marksist maddecilik indirgemeci değildir: Ne maddenin özelliğini, ne de yüksek düzeydeki yapıyı aşağı düzeye indirger. Tümevarım ve tümdengelim, analiz ve sentez, zorunlu olarak beraberdirler. Tek taraflı olarak birini göğe çıkarıp diğerini yere batırma yerine, her ikisini de önemlerine göre birbirini tamamlayan, birbirine ait olarak değerlendirmek gerekir.

Marksist anlayış sonsuz karmaşık ilişkiler ve karşılıklı ilişkiler dünyasını benimser. Marksist maddecilikte çevrenin ürünü olan bir "yaşayan organizma" (insan) bu çevreye karşılık verir ve onu değiştirebilir. Mekaniksel ve metafizikçi maddecilik ise, evreni devamlı değişen bir süreç olarak kavrayamaz (Engels, 1882:174; Selsam ve Martel,1984:45, 46).

Tarihsel maddecilik Marksist maddeciliğin veya Marx’ın deyimiyle "maddeci yöntemin" insan toplumlarının evriminin incelenmesine uygulanmasıdır. Diyalektik materyalizm toplum teorisidir. Tarihsel materyalizm diyalektik materyalizmin insan/toplum tarihini anlamada uygulanmasıdır. Marx’a göre, tarihin bu şekilde düşünülmesi üretimin gerçek sürecini açıklama yeteneğimize bağlıdır. Bunun için de yaşamın materyal üretiminden başlamak gerekir. Sonra buna bağlı ve üretim tarzıyla (sivil toplum ve onun çeşitli aşamalarıyla) yaratılan ilişki biçiminin tarihin temeli olarak kavrama, devlet olarak onun eylemini betimleme, tüm farklı kuramsal ürünleri açıklama, ondan yükselen tüm bilinç biçimlerini, dini, felsefeyi, etiği vb,. açıklama, çıkış kaynaklarını ve bu temelden büyümelerini betimleme gelir. Tüm bunlar, kendi bütünlüklerinde ve karşılıklı etkileşimleri ile açıklanmalıdır.

Page 167: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 159

Marx’ın materyalist tarih anlayışı idealizmden ve daha önceki tüm tarih anlayışlarından epistemolojik kopmayı temsil eder. Hegel ve diğer geleneksel tarihçiler ve ekonomistler somut insan deneyiminden başlarlar ve ondan soyut ve genel prensipleri çıkartırlar. Marx soyut ve genel prensipleri belirlemeyle işe başlar ve idealist varsayımlarla bozulmamış somut deneyime ulaşır.

Yöntem: Kitle iletişimi

Eleştirel siyasal-ekonomi yaklaşımına göre, kitle iletişimi her şeyden önce tarihsel bir üretim tarzının bütünleşik bir parçasıdır. Bu nedenle, önce kitle iletişiminin tarihsel olarak toplumsal üretim tarzı ve bu tarzla olan üretim ilişkileri incelenir. Örgütlü etkinlik olarak kitle iletişiminin kendi örgütlenme biçimleri, ürettiği ürünleri üretim biçimleri ve üretim ilişkileri ele alınır. Bu bağlamda, örgütlerin gelişmesi ve tarihsel yapısı, iletişim profesyonelliği ve pratikleri, iletişim endüstrisinin örgütlenişi ve iş yapış biçimi, üretim ilişkileri, ücret ve fiyat politikaları, tekelleşme, pazar yapısı ve kontrol politikaları, profesyonelleşme, teknoloji ve ürün transferi ve politikaları ve kâğıdın jeopolitiği gibi konular açıklanmaya çalışılır. Aynı zamanda, kitle iletişiminin ürettiği emtia ile üretilen veya üretilmek istenen ‘izleyici-tüketici” ile ilişkileri, kendine bağlı olan ve kendinin bağlı olduğu endüstrilerle olan ilişkilerinin incelenmesi önde gelen sorunsallardır. Bunlar kitle iletişiminin incelenmesinde odak ve hareket noktasını belirler. Böylece, iletişimin siyasal ekonomisi (a) kitle iletişimiyle ilgili üretim tarzı ve ilişkilerini, ekonomik ve siyasal biçimlenmeleri, (b) bu biçimlenmelerin ulus içi ve uluslararası ekonomik ve siyasal yapılarla olan bağlarını, (c) bu biçimlenmelerin tarihsel gelişimini, (ç) belli bir zaman ve yerdeki durumunu, (d) kitle iletişimi teknolojileriyle aracılanmış iletişimin üretimi ve üretim ilişkilerini, (e) ilişkilerdeki karşılıklı bağları inceleyerek kitle iletişimini açıklamaya çalışır. Fakat bu incelemede bu birime (örneğin kültüre, metine, iletişime) üretim, değişim ve dağıtım tarzlarından bağımsız bir karakter tanımak ve hatta giderek bunlar üzerinde belirleyiciliğe sahip olduğunu iddia etmek, bir ağacın veya ağaçlar topluluğunun ormanı meydana getirdiğini iddia etmek gibidir.

Dikkat edilirse, kitle iletişiminin siyasal ekonomisinin incelenmesinde sadece bu yapının tarihsel gelişimi, belli yer ve zamandaki durumunun belirlenmesi ve yukarıda belirtilen bağların kurulması ve incelenmesi yeterli değildir. Siyasal ekonomi yaklaşımı kitle iletişiminde üretimden insanı soyutlamayan üretim ilişkilerinin ve değer yaratılmasının karakteriyle ilgilenir

Page 168: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 160

ve bunu yaparken toplumsal ve uluslararası bir bağlam sunar. Böylece kitle iletişiminin belli zaman ve yerdeki üretim tarzını genel toplumsal ve bu toplumsalın bağlı olduğu uluslararası siyasal ve ekonomik pazar ile ilişkilendirerek doğasını anlamaya çalışır.

Dolayısıyla siyasal ekonomi, en geniş anlamıyla, sistemin nasıl çalıştığı ve belirleyici sonuçlarını inceler. Belli tarihsel üretim biçimine eğilir ve farklı üretim örgütlenmelerinin farklı dağıtım/bölüşüm kalıbı üreteceği üzerinde durur. İnsanların temelde sosyal olduğu varsayımı yerine, kişilerin benliği/özlüğü, kişiliği birbiriyle ilişkileri içinde oluştuğu ve geliştiği temelinden hareket eder. Siyasal ekonomiye göre, insanların içinde var olduğu sosyal ilişkiler yapısı, insanların anlamlar veya sembolik biçimler alışverişiyle sürdürülür. Siyasal ekonomide medya incelemelerinin alanı genel toplumsal üretim, devir ve kendine-ayırma (artık değerin gaspı) süreçlerinden hareket ederek medyayı kapsar. Bu yaklaşımlar kitle iletişim sorunsalını üretim biçimini, üretim ilişkilerini, sınıf, sınıf oluşumu ve sınıf bilincini merkeze taşıyarak işe başlarlar. Bu bağlamda kitle iletişim olgusunu, kapitalist iletişim düzenini, düzenin örgütleniş ve çalışma ve gelişme biçimi, iletişim faaliyetlerinin amaçları ve sonuçlarını incelerler. Kitle iletişiminin üretimi, üretim ilişkileri ve koşulları üzerinde dururlar. Bunları yaparken, kitle iletişiminin örgüt yapısı, sahiplik, pazar ilişkileri, tekelleşme, pazar kontrolü, kitle iletişimi örgütlerinde iş koşulları, çalışma politikaları ve pratikleri, toplu sözleşme gibi konulara eğilirler. İletişim ürünlerinin üretimi ve dağıtımındaki yapısal durum ve ilişkiler; üretim biçiminin ve teknolojisinin yapısı; iletişim profesyonelleri ve emekçilerinin iletişim örgütleri içindeki yeri ve sahiplikle olan ilişkisi; iletişimde mülkiyet ilişkileri; mülkiyet ilişkilerinin ürünün yapısını belirlemesini ele alırlar. Bu yaklaşım ve incelemeler, aynı zamanda, uluslararası iletişimde, kurumsal ve teknolojik yapıların transferi, ürün transferi ve bu yapılarla birlikte gelen profesyonel pratiklerin ve ideolojinin transferi üzerine eğilirler.

Tüm bunları, aynı zamanda, iki ana alan içine yerleştirebiliriz: (1) İletişimin siyasal ekonomisini ulusal seviyede ele alan ve

kapitalist iletişim sistemini ve faaliyetlerini inceleyenler; (2) Uluslararası ekonomik düzene ve iletişimde emperyalizm

konusuna eğilen yaklaşımlar (yeni-sömürgeciliğin veya emperyalizmin genel iletişim yapısını inceleyenler).

Siyasal-ekonomi incelemeleri, üretim tarzından ve ilişkilerinden hareket ederek, düşünsel ve yönetimsel üst-yapıyla ilgili yorumlar da yaparlar.

Page 169: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 161

Maddi hayatın üretimi ve iletişim

Hayatın üretimi ancak bu üretimin gerçekleşmesi için gerekli iletişim ile gerçekleşebilir. Ekonomik olan her şeyde iletişimden geçerek materyalin ve düşünselin üretimi yapılır. Kitle iletişiminin iş/ticaret veya kamu hizmeti olarak örgütleniş tarihi, gelişmesi ve iş yapış biçimi; tekelci, kartelci veya oligopolistik yönelimi ve pratikleri; kitle iletişiminin örgütlemesinde ve yönetimindeki sınıfsal ve ulus içi ve uluslararası pazar yapısı; pazarlama ve satış politikaları temel etkinliklerinin ve bu etkinliklerin yürütülmesinin zorunlu gereği olan iletişimin başında gelir. Türkiye gibi ülkelerde, kitle iletişim teknolojilerinin üretimi ve transferi, teknolojik ve medya örgütlenmesi, yönetim biçimi ve yönetim politikaları, profesyonel pratikler, ürün üretimi ve ürün üretim ve dağıtım ilişkilerini ulusal yerellik ötesinde, uluslararası öğeleri de katarak incelemek gerekir. Bunun en başta gelen nedeni Türkiye gibi ülkelerin emperyalist kapitalist güçlere, onların teknolojik araçlarına ve bu araçların ürettiği ürüne olan bağımlılığıdır. Dolayısıyla, Türkiye’nin tarihi gibi medyanın da tarihi yeni-sömürgeci bağımlılığa giden ulusal bağımsızlık mücadelesine gelen ve sonrası gelişmeler içinde ele alınmalıdır.

Aşağıda, eleştirel yaklaşımlardan Marx’ın yönteminden hareket edenlerin kitle iletişiminin incelenmesinde üzerinde durdukları sunuldu.

İletişimi üretim biçimi

İletişim araçlarının örgütlenme ve işleyiş biçimi aynı zamanda ürün üretimi ve ilişkisinin biçimini anlatır. Kitle iletişimi üretim biçimi bütün üretim araçlarını, çalışma yöntemlerini ve iletişimin süreci içinde kişiler arasında yerleşmiş üretim ilişkilerinin tümünü içerir. Bu alan içinde, televizyon, radyo, sinema, basın sistemlerinin nasıl kurulduğu incelenir. Bu sistemlerle belli toplumsal ilişki modellerinin nasıl başarılı bir şekilde yerleştirildiği araştırılır. Sınıf mücadelesi koşulları içinde üretim güçlerinin gelişmesi sonucunda bu sistemlerin nasıl değişmiş ve değişmekte olduğu üzerinde durulur.

İletişimin siyasal ekonomisi sembolsel üretimin üretim tarzı ve ilişkilerini incelerken genel Marksist siyasal ekonominin eğildiği alanlar üzerinde durur. Fakat diğer materyal üretimlerden farklı olarak iletişimde üretilen ürün sembolsel bir karaktere sahiptir. Kitle iletişim araçlarıyla sembolselin üretiminin kontrolü (neyin, nerede, nasıl ve ne sonuçlarla üretileceği,

Page 170: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 162

dağıtılacağı ve tüketileceği, ücret politikaları ve yaratılan zenginliğin bölüşümü ve yeniden üretimin ve üretim koşullarının yönetimi) hem ekonomik bağlamda hem de bilinç yönetimi bağlamında önem kazanır. Kitle iletişiminde üretim tarzı ve ilişkileriyle üretilen ürünle aynı zamanda seyirci denilen bir diğer ürün üretilir. Kitle iletişiminin bu iki ürünü de kulanım ve değişim değerine sahiptir.

Kitle iletişiminde üretim ve emek

Kitle iletişiminin üretimi, üretim için gerekli kaynakları mülkiyetinde tutan kapitalist sermaye (veya devlet) ile kendi yaşam koşullarını üretme olanaklarından yoksun bırakılmış ve kendi yaşam koşullarını üretebilmek için paraya, dolayısıyla kapitalistin belirlediği koşullarda çalışmaya ihtiyacı olan emeğe gereksinim vardır. Kapitalist üretim biçimi önce emeği mülkiyet yapısından geçerek kaynaklardan ayırır (yabancılaştırır). Üretim yapmak için özel mülkiyetteki kaynakların kullanılması gerekir. Bu da emeğin işe koşulmasını zorunlu kılar. Dolayısıyla, önce emeği yabancılaştıran sermaye, sonra da ücretli kölelik yoluyla (insanları çalıştırarak) emek ile kendi mülkiyetine geçirdiği kaynakları birleştirerek üretim yapar. Üretimden elde ettiği artı değerin gaspıyla emeğin yoksunluğunu ve kendisinin zenginliğini üretir. Kitle iletişimini üreten emek, iletişim örgütünde çalışan herkestir. Fakat ürünün karakterinin nasıl olacağını belirleyen güç örgüt politikalarına karar verenler ve bu politikaları ürünü biçimlendirerek gerçekleştiren profesyonel kadrodur. Bu kadroyu kendini özgür sanan ve yaptığını halka hizmet olarak düşünen film yapımcıları, haberciler, programcılar, yönetmenler, gazeteciler, editörler, muhabirler, redaktörler vb oluştururlar. Bu kişiler kitle iletişimini üreten emeğin kalifiye, uzman kadrosunda yer alanlardır.

Kitle iletişiminin üretim, dağıtım ve tüketim pazarının yerel, ulusal ve uluslararası karakteri, pazar yapısının özelliklerini anlatır. Üretimin olabilmesi için teknolojik pazar ve emek pazarı gerekir. Teknolojik pazarda hem araç olarak ürün (hardware) hem de iletişim olarak ürün (software) üretimi gelişmiş kapitalist pazarın elindedir. Bu teknolojilerin üretiminde kullanılan emek de büyük çoğunlukla uluslararasıdır: Sermaye, üretimi işçi sendikalaşmasının olmadığı ucuz yörelerde yapmaktadır. Yerel, ulusal ve uluslararası pazarda kitle iletişimi medyasında çalışanlar üzerinde ücret politikaları ve çalışma koşullarının düzenlenmesiyle kontrol sağlanır. Bu kontrolün doğası sendikalaşmayı önleme, fazla mesai vermeden uzun saatler en asgari ücretle çalıştırma, hafta sonları çalıştırma, bayramlarda ve tatillerde

Page 171: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 163

hiçbir ödeme yapmama, sağlıksız ve tehlikeli iş ortamında çalıştırma, kadın ve çocukları çok daha az ücretle çalıştırma, keyfi olarak işe alıp keyfi olarak atma, sosyal sigortalarını ödememek için çalışma koşullarını yasalara aykırı olarak düzenleme, ayni nedenle iki ücret biçimi uygulama (birincisi defterde görünen ücret, ikincisi ise el altından keyfi olarak verilen veya verilmeyen para) gibi sayısız şekillerde gelmektedir (Erdoğan, 2002a).

Üretim ve denetim

Galbrait, Parsons, Bell, Huntington gibi Amerikan toplumbilimcilerinin açıklamalarına göre, denetim sahiplikten artan bir şekilde ayrıldı, şirketler büyüyüp yeni kaynaklar bulmak için dışarıya gözünü çevirince meşru paydaşların sayısı giderek arttı. Bunun sonucu, kurucu ve ailesinin paylarının çoğunluğunu tuttuğu geleneksel şirket yapısının yerini, kaynakların kullanılması üzerinde etkili bir denetim için yeterli temel sağlamayan küçük sahiplikler halinde bölünen payların oluşturduğu bir yapı aldı. Buna ek olarak, büyük şirketlerin işletme denetimi yeni elit profesyonellerin eline geçti. Böylece, yönetim araçları üzerindeki egemenlik, günümüz şirketinin denetimi için bir temel olarak, üretim araçlarının sahipliğinin yerini aldı (yani günlük işleyişi yürüten ve denetleyenler maaşlı yöneticiler oldu). Bu tartışma ilk bakışta akla yatkın görünür. Önde gelen iletişim şirketleri ağının birçoğunda kurucu aileden olanlar önemli ve çoğu kez denetimi sağlayan payı elde tutmaktadır ve birçok durumda bu kişiler yönetimi ellerinde tutarlar. Bu durum bu kişilere şirketin genel politikası ve bu politikanın günlük uygulaması üzerinde önemli bir denetim olanağı verir. Buna ek olarak, geniş firmalardaki pay sahipliği, artan bir şekilde birbirinden izole olmuş kişiler kitlesi arasında dağıldığı görüşünün aksine, egemen finans kurumlarının (özellikle bankaların) ve öteki büyük şirketlerin elinde toplanmaktadır. Özel hisse sahiplerinin çoğunun genel pasifliğiyle karşılaştırıldığında, örgütsel yatırımcılar yatırım yaptıkları şirketlerin işlemlerine çok daha fazla karışırlar. Hisselerinin yeterli bir miktarda (bazen % 5) ya da stratejik önemde olduğu yatırım yapan firma genellikle yönetim kurulunda temsilciye de sahiptir. Sahipliğin tekelleşmesi, genişleyen birbirine kenetli şirket paydaşlığı ve yönetimdeki etkinlik, çeşitli sanayi ve finans Kapital sektörleri arasındaki çıkar bağlılığı ve ortaklığını sürdürmeye yardım eder. Varolan araştırmalar sadece kaynak tahsisatının ana süreçleri üzerindeki denetimin hâlâ önemli derecede sahipliğine bağlılığını değil, aynı zamanda sahip olan grubun görülebilir ortak çıkarlarıyla teşhis edilebilir bir kapitalist sınıfı oluşturmaya

Page 172: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 164

devam ettiğini ortaya koyar. Bu durum, Marx'ın Alman İdeolojisi'ndeki tanımlamasının hem uygun sorular sormaya, hem de yanıtlar aramaya başlamak için genel bir çerçeve sağlamaya devam ettiğini gösterir.

Mülkiyet ilişkilerinde denetim neyin üretileceği, nerede üretileceği, nasıl üretileceği, nereye ve nasıl dağıtılacağı, talebin kontrolü tüketim ve yaratılan zenginliğin nasıl bölüşüleceği ile ilgili denetimdir. Bu denetim tüm bunları tanımlama, belirleme ve üretim kaynaklarını harekete geçirme gücünü ve bu gücün kendini nasıl ürettiğini ifade eder. Bu yolla, genel politika ve strateji formüle edilir ve denetlenir. Sürdürme, büyüme ve yayılma (birleşmeler, satın almalar veya yeni pazarlara girme, yatırımın parçalarını ne zaman ve nasıl satma veya işçilerin işlerine son verme kararları vb) kararları verilir ve uygulanır. Temel finans politikasının geliştirilmesi, örneğin, yeni payların ne zaman çıkarılacağı; temel bir ödünç alıp almama, kimden ve hangi koşullarla ödünç alınacağı belirlenir. Kârların dağıtımı üzerinde denetim uygulanır. Ne yazık ki, tüm bunlar iletişim alanındaki tartışmalarda bir kenara itilir ve konu, örneğin, gazete sahibinin gazetecinin işine müdahalesine, yani haberin içeriğine doğrudan veya dolaylı etkisine indirgenir.

Marx'a göre, üretim araçlarının sahipliği onların ekonomik üretimi kendi çıkarları doğrultusunda yönetmesini ve "kâr" şeklinde sonuçlanan artı-değerin büyük kısmını almalarını sağlamıştır. Bununla birlikte, Marx kapitalistlerin istediklerini yapmada tamamen özgür olmadıklarını belirtmiştir: Kapitalistler, büyüyle ortaya çıkardığı ruhlar dünyasının güçlerini artık denetleyemeyen büyücü ile aynı durumdadır. Kâr peşinden koşularak yaratılan ekonomik sistem periyodik bunalımlar ve kârlılığı tehdit eden toplumsal çatışmalar üreten öğelere sahiptir. Sonuçta kapitalistlerin etkinlikleri gerçekte kârlılığı korumaya çalışan tepkilerdir. İletişim kurumlarını kendi çıkarlarını ilerletmek ve kendi güç ve ayrıcalıklarını pekiştirmek için bir araç olarak kullanırlar. Bu analiz, kapitalistlerin belli iletişim kurumları içinde çıkarları ardından nasıl koştukları üzerine eğilir. İkinci temel şekli daha genel bir düzeyde inceleme yapar ve kültürel endüstrilerin bir bütün olarak kapitalist sınıfın ya da en azından egemen bir bölümünün ortak çıkarları korumak için işleyiş biçimine bakar. Marx bunu maddi üretim araçlarını denetleyen sınıfın aynı zamanda düşünsel üretim araçları üzerinde de denetime sahip oldukları, düşüncelerin üretim ve dağıtımını belirledikleri ve bu sınıfın düşüncelerinin o dönemin egemen düşünceleri olduğu şeklinde açıklar. Marx'ın açıkladığı gibi kapitalistin istediği olabildiğince çok elde etmektir. Bizim yapmamız gereken kapitalistin gücü, gücün sınırları ve bu sınırların niteliklerini soruşturmaktır.

Page 173: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 165

Tüketim ve üretim bağı ve okuyucu/izleyici

Marx’ın “Siyasal Ekonominin Eleştirisine Bir Katkı” yazısında belirttiği gibi (1857, ek 1) üretim aynı zamanda tüketimdir ve tüketim aynı zamanda üretimdir. Her biri aynı anda kendinin karşıtıdır. Üretim tüketimin maddesini ve tarzını nesnel ve öznel olarak üretir. Üretim aynı anda tüketimi yaratırken tüketiciyi de yaratır. Üretim tüketimi (a) tüketimin maddesini sunarak, (b) tüketimin tarzını belirleyerek (c) tüketicide ürünler olarak sunduğu maddeler için gereksinim yaratarak tüketimi üretir. Dolayısıyla üretim tüketimin maddesini (amacını), tüketimin tarzını ve tüketmek için isteği üretir. Marx’ın aynı yapıtta açıkladığı gibi, üretim, dağıtım, değişim ve tüketim tek bir bütünün halkaları, bir birimin farklı yanlarıdır. Üretim belirleyicidir ve süreç daima üretimle taze başlar. Değişim ve tüketimin belirleyici öğe olamayacağı açıktır. Aynı şey ürünlerin dağıtımı anlamında kullanıldığında dağıtım için de böyledir. Fakat üretim faktörlerinin dağıtımının kendisi üretimin bir safhasıdır: Farklı üretim tarzı belli tüketim, dağıtım, değişimi ve bunların birbiriyle ilişkilerini belirler. Dar anlamda üretim, bu diğerleri tarafından belirlenir. Örneğin, eğer pazar veya değişim alanı genişlerse, üretimin miktarı artar ve farklılaşır. Üretim dağıtımdaki değişimlerin (örneğin tekelleşme, nüfusun coğrafik dağılımındaki farklılıklar) sonucu değişir (Erdoğan, 2002a).

Kitle iletişiminin ürün üretiminden, dağıtımı ve tüketimine kadar bütün aşamalarında farklı tüketimler vardır. Üretim sırasındaki tüketim, üretim araçlarının ve emeğin kullanımıyla olan tüketimdir. Bu tüketimle iletişimin ürünü üretilirken, bu üretimi üreten araçların, gereçlerin ve emeğin de tüketimi, dolayısıyla dinlenmesi, yenilenmesi veya zamanla tümüyle değişmesi gerekir. Aynı konu dağıtımda da geçerlidir. Kitle iletişiminin ürettiği ilk ürünün (örneğin gazetenin) tüketimi okuyucular tarafında yapılır. İkinci ürünün (izleyicinin) tüketimi reklam endüstrisi ile medya endüstrisi arasındaki ilişkide yapılır. Tüketim kullanımla ve bu kullanıma atfedilen kullanım değeriyle birlikte olur. Bu kullanımın (tüketimin) doğasından geçerek üretimin koşulları yeniden-üretilir (dikkat: “kullanımla üretimin koşullar belirlenir” denmiyor): Kullanımla (tüketimle) üretimin tarzı belirlenmez. Üretimin doğası (teknolojik yapı) tüketimin belirleyicisidir. Üretim olmaksızın tüketim olamaz; fakat tüketim olmaksızın, teorik olarak faydasızlığı nedeniyle üretim olmaz (üretim için tüketicide fayda duygusu ve düşüncesi yaratılır). Tüketim üretimi iki şekilde üretir: (a) Bir ürün ancak tüketimden geçerek gerçek ürün olur. (b) Tüketim ürün için gereksinim,

Page 174: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 166

dolayısıyla neden yaratır. Gereksinim olmaksızın (veya yaratılmaksızın) üretim olmaz. Okuyucular/izleyiciler medya tüketimlerinden geçerek yönlendirilen tüketimleriyle, sadece kitle iletişiminin üretiminin koşullarını/doğasını yeniden-yaratmazlar, aynı zamanda kitle iletişiminden geçerek doğrudan veya dolaylı çıkar sağlayan bütün örgütlü yapıları da yeniden-üretirler. Dolayısıyla, kitle iletişiminin izleyicileri ürün tüketimiyle hem medya firmalarının ekonomik varlığının garantisi olurlar hem de bu firmaların ekonomik varlığını sağlayan kamu ve özel yapıların ekonomik ve ekonomik olmayan amaçlarının gerçekleşmesi olasılığını artırırlar. Böylece okuyucu/izleyici tüketimle fiziksel ve psikolojik olarak kendini yenileme, rahatlama, dinlenme, eğlenme, doyum sağlama işini (üretimini) yaparken, aynı zamanda tüketime kadar olan bütün aşamalardaki egemenlik ve mücadele koşullarının süregelen ve tüketimin doğasıyla yeniden oluşan doğasını da üretir. Fakat şu asla akıldan çıkarılmamalıdır: İzleyiciler son ürünün kullanım doğasından gelen üretimin koşulunu yeniden-üretme ötesinde, üretimin ve dağıtımın ekonomik ve siyasal düzenlenmesi ve üretim politikalarında kendi istemlerine bağlı planlı bir etkiye sahip değildirler.

DÜŞÜNSELİN ÜRETİMİ: BİLİŞ, İDEOLOJİ VE KÜLTÜR

İnsan, maddi yaşamını üretirken aynı zamanda bu hayatın düşünselini de (kavramları, düşünceleri, düşünce sistemini, inançlarını) üretir. İnsan yaşam koşulları üzerinde düşüncesini yansıtır, böylece aktif olarak yaşam koşullarını değiştirmeye çalışır. “Her acıktığında ağaca çıkıp muzu koparıp yeme” faaliyeti üzerinde düşüncesini yansıttığı için (faaliyeti üzerinde düşündüğü için), insan, örneğin ağaçtaki tüm muzları indirir, onları istif eder, gerektiğinde kendisi için kullanır. Hatta, maymunlardan farklı olarak, insan diğer insanları muzdan mahrum ederek, onları, örneğin, karınlarını doyurabilmeleri için ücretli köleliğe mahkum eder. Bu mahkum edişi de “serbest rekabet” ve “insanın sahip olduğu en büyük özgürlük” olarak sunan bir düşünsel üretim yapar. Dikkat edilirse, insan yaşamında var olan şeyler üzerinde düşünür, yaptığı ve düşündüğü üzerinde düşünür. Bu düşünsel üretim ile, kendi hayatı ve başkalarının hayatını anlamlandırarak düzenlerken, örneğin, gerçeği ve sahteyi de üretir.

Düşünselin üretimi, aynı zamanda hem materyal ve materyalin üretimi hem de üretilmiş düşünsel ve düşünselin üretimi üzerine inşa edilir. Böylece, örneğin, peynir gemileri örgütlü üretim ilişkileri içinde insan emeği ile

Page 175: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 167

yürütülürken ve bu yürütme işi düşüncelerle açıklanır. kullanılırken, gemileri düşüncelerin yürüttüğü söylenir.

Marksist yaklaşım, her yaklaşımın yaptığı gibi “düşünsel” üzerinde de hem kuramsal olarak durur ve kuramsal açıklamalar getirir hem de araştırmalar yapar. Düşünsel ürün ve düşünselin üretimiyle ilişkili Marksist yaklaşım üzerinde Marksist siyasal ekonomide olduğu gibi, tek bir yaklaşım tarzı yoktur, onun yerine Marksist ve Marksist yönelimli/etkili yaklaşımlar vardır. Düşünsel ürünü ve üretimi “ideoloji” içine yerleştirmek, ancak ideolojiyi “düşünce sistemi” “düşünce bilimi” olarak tanımlarsak mümkün olabilir. Dolayısıyla, sadece düşünselin üretimi siyasal ekonomi içinde ele alınabilir; fakat düşünsel ürünün doğasının incelenmesine gelindiğinde, siyasal ekonomi ürünün düşünsel içeriğinin karakterini üretim tarzı ve ilişkileri bağlamı ötesinde ele alıp ayrıntılı olarak incelemediği için, örtüşen ve örtüşmeyen yanlarıyla oldukça zengin “Marksist” incelemeler vardır. Bu incelemelerin hemen hepsi “sınıf bilinci, ideoloji ve düşünceler” üzerinde durur.

Üretim tarzı ve ilişkilerinden geçerek insanın maddi yaşamı üretilir. Maddi yaşamın üretimiyle birlikte, maddi yaşamın ve maddi yaşamla ilişkili üretim biçimi ve ilişkilerinin de bilinci üretilir. Asla, hangisinin önce geldiği sorusuna saplanmamak gerekir: İnsan yaşamak zorundadır ve bu da ancak maddi hayatın sürekli üretimiyle mümkündür. Maddi hayatını üreten insan bu üretimi, kendi ve dışı üzerinde düşünebildiği, faaliyetleri ve durumu üzerinde düşüncelerini yansıtabildiği için yapabilmektedir. Dolayısıyla, insan gereksinimler hisseden, bu hissettiği gereksinimlere göre faaliyetlerde bulunan ve bu gereksinimi ve faaliyetleri ve sonuçları üzerinde düşünen, dolayısıyla materyal ve düşünsel hayatını birlikte üreten bir yapıya sahiptir. İnsan düşünemezse, üretim yapamaz, üretim yapamazsa, yaşayamaz. İnsan faaliyeti ve ürettiği üzerine düşüncesini yansıtamazsa, tarih ve kültür yaratamaz: On binlerce yıldır maymunun yaptığını yapardı. İnsan yaptığını adlandırmalı ve anlamlandırmalıdır ki yaptığını yapma ve gereksinimini açıklama ve karşılama etkinliği ve bu etkinliğin bilincine varsın.

İnsanın yaşamını üretmesi için gerekli faaliyetleri yapmasında, kaçınılmaz olarak, kendi-kendisiyle ve dışıyla iletişimde bulunmasına, dolayısıyla karar vermelere, yapmalara ve anlamlandırmalara ek olarak, özellikle kapitalist düzende, bilinç üretiminin de üretimi planlı ve örgütlü olarak yapılır. Kitle iletişimi, reklam ve moda gibi endüstriler, belli davranış kalıplarına uygun bilinç üreten endüstrilerdir. Fakat bilinç üretimi sadece bu endüstrilerle sınırlı

Page 176: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 168

değildir. Althusser’in devletin ideolojik aygıtları olarak nitelediği eğitim kurumları, baskı aygıtları olarak nitelediği yasal sistem (özellikle polis kurumları) ve ordu günlük rutinleşmiş pratik içinde bilinç üretimi yapılan örgütlü yerlerdir. Bilinç yönetiminin en planlı ve kasıtlı olanı, üniversitelerde, devlet içinde ve dışında özel olarak kurulan, devletin ve özel vakıfların fon desteğiyle yaşayan, isimlerinin başında, ortasında veya sonunda eğitim, okul, özgürlük, insanlık, hak, demokrasi gibi kavramlar olan eğitim, araştırma ve geliştirme kurumlarıdır, örgütleridir, şirketleridir.

Emtia ve bilinç üretimi sistemlerinin kuruluş ve çalışma biçimlerinin incelenmesi, ürün biçimlenmesi ve dağıtımının özelliklerinin araştırılması belli bir sistemin belli yer ve zamandaki (ve o zamana kadar getirdiği ve geliştirdiği) bir üretim ve ilişkiler gerçeğinin doğasını anlamamıza yardım eder. Bu ürünün öncelikle incelenmesi gereken asıl içeriği budur. Çünkü bu bilinç yönetimi amaçlı bir bilinç yönetiminin üretim ve ilişki yapısının insan gerçeğini anlatır.

Düşünselin üretimiyle ve düşünselin üretiminin amaçları ve sonuçlarıyla ilgili düşünmek ve araştırma yapmak elbette önemlidir. Bilinç yönetimi için yaratılmış bir ürünün (örneğin Huntington’un son kitaplarının) sembollerle söylediğinin elbette incelenmesi gerekir. Bu inceleme, sadece sembollerle üretime, dağıtıma, değişime, tüketime ve ürüne yüklenen yükün doğasını anlamaya ve açıklamaya çalışır. Bu açıklama, ürünün ve sembolsel içeriğinin içinden çıktığı örgütlü üretim gerçeğiyle ilişkilendirilmeyi gerektirir, eğer insan gerçeğini doğru yakalamak istiyorsak. Bir bilinç yönetimi ürününün içeriğinin (egemen kodlamanın) önemsiz olduğunu, önemli olanın insanların bu içeriği alımlamasının doğası olduğunu öne sürmek oldukça anlamlıdır. Fakat bunun, gerçeği açıklamadaki geçerliliği ancak, alımlamanın “kendi tarihini yapan aktif öznenin, bu tarihi ancak kendini içinde bulduğu koşullarda yapar” gerçeğiyle, egemenliğin sürekli olarak biliş ve davranışları amaçlı olarak yeniden üretme işi olduğuyla ve bu işin günümüzde aktif bir şekilde yapıldığıyla ilişkilendirilerek değerlendirilmesine bağlıdır. Bu gerçekle ilişkilendirilmeyen “alımlama” veya “izleyici” araştırması, açıklamaktan çok yaratılmış egemen mitlere ve hurafelere yeni eklemeler ötesine geçemez; daha kötüsü egemen yapının düşünselinin yeniden üretimine katkıda bulunur. Örneğin, alımlama çözümlemesi yaparak tüketim demokrasisinden, televizyon önünde mücadeleden veya “semiotik demokrasiden” bahsetmek böyledir.

Page 177: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 169

Kitle iletişimi, ürünü, aynı zamanda, ideolojik-kültürel olan bir ekonomik örgütlü faaliyettir. Ürün olarak sunduğu şeyler (programlar, haber, eğlence vb) ve bu sunumuyla kendine çektiği izleyicilerin niceliği ve niteliği kitle iletişimi örgütünün “emtiası” olduğu için, kaçınılmaz olarak, sadece bu emtianın üretimindeki ve dağıtımındaki biçim ve ilişkiler, kullanım ve değişim değerinin yaratılması değil, aynı zamanda iki tür bitmiş ürünün de incelenmesi gerekir: Birincisi, mesaj denilen sembollerle şifrelenmiş bitmiş-ürünün ideolojik karakterinin incelenmesidir. İkincisi ise izleyici denilen “sürekli biçimlendirilme süreçleri içinde olan” ve bitmiş-ürünü kullanan insan-ürünün bilinç yönetimi ve mücadele bağlamında incelenmesidir. Bu tür incelemeler günümüzde eleştirel kültürel incelemeler adıyla yapılmaktadır. Fakat bunların bazılarının ne denli eleştirel olduğu ve özellikle hangi ideolojik yapıyı destekleyen bir eleştirellik getirdiğine çok dikkat etmek gerekir. Eleştirel olarak ileri sürülen kültürel incelemelerin önemli bir kısmı (örneğin post-yapısalcılar) aslında Karl Marx’ı ve Marksist siyasal ekonominin ölümünü ilan eden bir eleştirel karaktere sahiptir. Dolayısıyla, kültürel incelemelerin önemli bir kısmının eleştirelliği Marksizm’e karşı yöneltilmiş bir eleştirelliktir. Böylece, bu tür kültürel incelemeler kendilerine egemen yapılar içinde kendileri ve sistem için tehlikesiz ve fonksiyonel yer kurmuşlardır. Popüler olmalarının nedeni tutarlılığı reddeden tutarlılıklarından veya tutarsızlıklarından değil, neyin kadınımsı ve neyin erkeğimsi olduğunu ayırt edemeyen veya etmeyi seksist bulan, görünümsel ve bilişsel belirginsizlikten, erkek ve kadını kesin çizgilerle ayıran belirginliğe kadar her şeyi sömüren bir pazar ortamında, ruhani bir şekilde anlaşılmaz, bukalemun gibi renkli ve Mesih olduğunu ilan eden milletvekili gibi delicesine ilgi çekici görünümlerindendir. Aslında, insanın kendini ve toplumunu üretmesi sırasında, bu üretmenin nasıl yapıldığına (ve nasıl yapılmadığına) bağlı olarak üretilen bilinç ve kendini içinde bulduğu koşullara reaksiyon gösteren insanın iki ayrı şeyi yaşamadığının anlaşılması gerekir: Kendini her gün örgütlü yapılardaki egemenlikler ve mücadeleler içinde üreten ve her gün örgütlü yapılar içindeki egemenlikler ve mücadelelerle üretilen insan, fiziksel varlığının gereksinimi olan materyalliği ve örgütsel yapıları üretirken, aynı zamanda bu varlığın (kendinin) ve yapının materyalliğini anlatan düşünseli de üretir. Fiziksel kendini ve örgütsel sosyali üretirken, aynı zamanda, kendinin ve sosyalin neliğini, nasıllığını, nedenliğini, neredenliğini, nereyeliğini (popüler deyimle geçmişi, şimdisi ve geleceğiyle “kimliğini” ve diğer kimlikleri) de üretir.

Page 178: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 170

Bu insan gerçeği bağlamında, kültürelci yaklaşımlar kendilerini “ekonomizm” veya “ekonomik indirgemecilik” diye uydurdukları “öcüden” azat etmişler, kendilerini insanın materyal gerçeğinden ayırarak metafizik ve mikro-seviyedeki kendi yarattıkları anlaşılmaz çıkmaza sokmuşlardır. Böylece, kültürelci indirgemecilik denebilecek bir tutarsızlıklar çokluğuna saplanmışlardır: Hiç bir şeyi açıklayamayan bir kuramsız kuram veya yaklaşım, bilimsellikten yoksundur. İnsanın aynı zamanda hem materyali hem de bu materyalin anlatımını üretmesi, kaçınılmaz olarak incelemede ya ikisini birden alma veya inceleme amacıyla ayırt ederek ele alma alternatiflerini ortaya çıkarmaktadır. Her ikisi ayrı ayrı ele alınıp incelendiğinde, özellikle kültürel yaklaşımların siyasal ekonomiyle kendilerini tamamlayıcı bir köprü kurması gereği ön plana çıkmaktadır. Aksi takdirde, sorunlarına çözüm bulmak için, “sonsuz semiosis, intertextuality, decentered-self” vb yamalarla çıkmaza, çözüm yerine daha çok belirginsizliğe ve bilimsellikten uzak, belli çıkarları gerçekleştiren fonksiyonel anlamsızlığa gömülme ortaya çıkar.

Düşünceler ve materyal ilişkiler yapısı

Düşüncelerin ve görüşlerin üretilmesi bağımsız bir şekilde, kendiliğinden, insanın iradesinden bağımsız olarak oluşmaz. Düşünceler maddi etkinliklere, gerçek yaşam süreçlerine ve pratiğine, insan ilişkilerine bağlıdır. Düşünceler bir şeyler ve birileri içindir; bir şeyler ve birileri hakkındadır. Düşünceler hakkındaki düşünceler bile insan yaşamıyla ilişkilidir. Düşünce iletim ve üretim kurumlarının hem kendileri hem de ürettikleri örgütlü yaşamdan ve yaşamın materyal ve materyal olmayan ifadelerinden bağımsız değildir. Düşünen insan örgütlü güç yapıları ve ilişkileri içinde yaşayan insandır. Dolayısıyla, düşüncesi materyal ilişkiler yapısından bağımsız değildir; aynı zamanda o materyal ilişkiler yapısını da değiştirme gücünden yoksun bırakılmıştır. Özgürlük ve bağımsızlık taslayan bir gazeteciyi düşünün: Onun sattığı özgürlük ve bağımsızlık bağlı olduğu firmanın çıkar ve mülkiyet ilişkileriyle belirlenen özgürlük ve bağımsızlıktır. Bu çerçeveye aykırı olan “özgür düşüncenin” ifadesi risklidir: Gazeteci egemen olan düşünsel üretim pratikleri ve doğasını kendi farklı “düşüncesini ifade ederek” farklı “praksisle” değiştiremez. Bu lüks ona verilmemiştir. Dolayısıyla, yoksun bırakılmış sınıflar için risk alıp mücadele koşulu yaratılmıştır.

Page 179: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 171

Küresel bilinç ve biliş işleme

Teknolojiyi üreten ve ürünlerini dağıtanların üstünlüğü kaçınılmaz olarak hem kendine işlevsel bilinçler hem de karşıtlıklar yaratmaktadır. Bu sonuç tesadüfi değildir. Kendiliğinden olur, fakat kendiliğinden olması evrensel değil, kurulan ilişkinin doğasından gelmektedir. Aynı zamanda bilinçli olarak yapılmaktadır. Bu bilinçlilik hem iletişim stratejilerinin planlı bir parçasıdır hem de yaptığıyla kendini yaratan insanın kendini-yeniden işçi, memur, programcı, yazar, film yapımcısı, gazeteci vs olarak üretmesiyle gelen bilinçliliktir. Post-modernizm, post-pozitivizm, globalleşme ve karşılıklı bağımlılık bu bilinçlilikle sıkı sıkıya bağlıdır. Bu bilinçle bir zamanlar modernleşme ile eritilmek istenen “kültürler ve kültürel yerellikler” sonradan korunması ve güçlenmesi gereken “unutulan yerel kimlikler” olarak yeniden keşfedilir. Din, dil, ırk, renk, cinsiyet gibi ne denli “böl ve yönet” politikaları için işlevsel faktörler varsa bu “koruma” içine yerleştirilir. Yereli daha düzenli, ucuz ve sürekli bir şekilde sömürme politikaları “yerel kimlikler politikası” adıyla yüceltilir. Dünyanın yerel çokluklar ve çoğulculuk içinde demokratikleşip globalleştiği söylenir. Yerellik ve yereli koruma kapitalist bilinç yönetiminin en karmaşık yapılandırmalarından biridir. Bu yapı aslında (1) kontrolü kolay yerel yönetimlerin kurulmasını ve (2) yerel kimliklerin yanına, içine ve üzerine global kapitalist pazarın tüketici kimliklerini koyarak heterojenlik hayaliyle kendini kandıran homojen bir kültür yaratmayı amaçlar. Kitle iletişim araçlarının yaygınlığı ve özelleştirilmesi bu amaca ulaşmada hayati öneme sahiptir. Kitle iletişimi oldukça karmaşık endüstriyel çıkarların ve güçlerin birbiriyle ittifakta ve yarışta olduğu bir ulusal ve uluslararası çevrenin parçasıdır. Anlaşılması ancak bu çevre içinde incelenerek mümkündür.

Eleştirel yaklaşımlar 1970'lerden beri iletişimin önem kazanan yeni bir yanına, uluslararası alana eğilmeye başladılar. Pozitivist okul uluslararası ilişkileri olumlu bir gözle herkesin kalkınma çabası içine sokarken, Marksist yönelimli görüşler ve incelemeler bu süreci sömürü ve neo-emperyalist, neo-kolonici, kültürel emperyalizm ve medya emperyalizmi gibi tanımlamalar içinde anlamlandırmışlardır. Bu yaklaşımlar ve araştırmalar doğrudan kolonicilikten yeni koloniciliğe geçişi ve bu geçişteki siyasal ve ekonomik yapı transferi, bu transferde gerekli olan teknolojik ve profesyonel ideolojilerin transferi üzerinde dururlar. Uluslararası iletişimde ulusların iletişim sistemlerinin bu tür etkilenmesi ve biçimlendirilmesi yanında,

Page 180: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 172

uluslararası iletişim örgütlerinin faaliyetleri ve bu faaliyetlerin ekonomik, kalkınma ve ideolojik anlamları üzerinde durulur. Kültür emperyalizmi ve kültürel egemenlik üzerinde duran yaklaşımlar, ürün transferi ve profesyonel ideolojilerin gittikleri ülkelerin sosyal bilinci ve kültürüne yaptığı biçimlendirmeler, yeniden biçimlendirmeler ve egemenlik kurması üzerinde çalışırlar.

Sahte bilinç ve egemen düşünceler

Varoşlarda yaşayanların herhangi bir işçi partisine oy vermemesi, onun yerine kendilerini sömürenlerin çıkarlarını temsil eden sağ partilere oy vermesi, sahte-bilinç tanımlaması içine girer: Sahte-bilinç, en basit şekliyle, ideolojik süreçlerden geçerek materyal gerçeklerle onun düşünsel anlatımları arasında yanıltıcı bağ kurmayı anlatır.

İnsanlar kendi yaşam ve üretim ilişkilerinin sahte bilincine nasıl sahip olabilirler? İnsan kültürünün antropolojik anlamda yayıldığı araç olan dil, aynı zamanda bu kültürün çarpıtıldığı araç olur mu? İnsanların hesaplar ve açıklamalar oluşturduğu, dünyalarının farkına vardığı ve onu anladığı bu araç, özgürleştirme yerine aynı zamanda bağlar ve engeller mi? Düşünce insanların gerçek durumlarını açıklığa kavuşturma yerine nasıl saklayabilir? Kısaca, ideolojide kendi bilinç ve düşüncelerinin üreticisi olan insanların durumlarının tersine görünmesini nasıl açıklayabiliriz?

Bunun nedeni Alman İdeolojisi'nde Marx tarafından belirtilmiştir: Çünkü bu insanlar kendi üretim güçlerinin gelişmesi ve bu gelişmeye uyumlu ilişkiler tarafından koşullandırılmıştır. Çünkü insanlar altında yaşadıkları ve ürettikleri belli koşullar tarafından "merkezden ayrılmışlardır" ve kendilerinin yapmadıkları ve elde olmadan girdikleri durumlar ve koşullara bağlıdırlar, kendi etkinliklerinin ortak "yazarları" (yapıcısı, kurucusu, yaratıcısı) olamazlar. Pratikleri doğrudan doğruya kendi amaçları ve niyetlerini anlayamaz. Dolayısıyla, insanın dünyasına anlam verdiği nesnel durumlarını öznel olarak denedikleri, "kim ve ne" olduklarının bilincine vardıkları koşullar onların kendi elinde değildir ve sonuç olarak, şeffafça kendi durumlarını yansıtmayacaktır. Marx’a göre, genişleyen maddi üretimin dayandığı işbölümünün ilerlemesiyle, düşünsel ve elle yapılan ayrımı ortaya çıkar. Her biri farklı alanlarda, farklı pratik ve örgütlerde, farklı toplumsal tabakada yerine yerleşir. Düşünsel iş kendi maddi ve toplumsal temelinden tamamen özerk olarak görünür ve mutlak bir alana, kendini gerçekten kurtarmaya atılır. Fakat, aynı zamanda kapitalist üretimin koşulları altında düşünsel işin araçları

Page 181: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 173

egemen sınıflar tarafından tutulur. Bu nedenle, ideoloji herhangi bir kapitalist toplumsal biçimin sadece basit bir düzeyi değildir; üretilen egemenlik ve mücadeleyle ilişkilidir: Yönetici maddi güç aynı zamanda yönetici entelektüel güçtür; düşünsel üretim araçları üzerinde denetime sahiptir; dolayısıyla, genel olarak düşünsel üretim araçlarına sahip olmayanların düşünceleri egemen düşüncelere bağlıdır; egemen düşünceler egemen maddi ilişkilerin ideal (=düşünce şeklindeki) ifadelerinden başka bir şey değildir.

İdeoloji, sınıf ve kitle iletişimi

Marx ideolojileri belli bir toplumsal bilinç biçimi olarak tanımlar. İdeoloji yasal ve siyasal ilişkilerle birlikte üstyapıyı meydana getirir. Bu üstyapı üretim ilişkileri tarafından belirlenen "gerçek temel" üzerinde kurulmuştur ve bu temele tekabül eder. Gerçi “tekabül etme” aynen yansıtan belirleyici bir ilişkiyi zorunlu kılmaz, fakat "gerçek temel" üzerinde kurulması bu üstyapının üretim biçimi ve ilişkilerinden çıkıp geldiğini anlatır. Marx, özellikle Grundrisse'de ideolojilerin kendi görece bağımsızlığı, kendilerine özgü farklı özellikleri olduğunu, dolayısıyla "tabana" bağımlılığını karmaşık ve dolaylı bir bağımlılık olduğunu belirtir.

İdeoloji sadece düşünceler veya temsiller sistemi değildir; her şeyin ötesinde ve üstünde toplumsal pratikler setidir (yani birbirine bağlı bir bütün oluşturan parçalar bütünüdür). Böyle olunca, gazeteciliğin ideolojisi sadece nesnellik, basın özgürlüğü, halkoyu, iletişim bilimi hakkındaki düşünceleri değil, aynı zamanda gazeteciliği düşünmenin ve gerçekleştirmenin tek yolu olarak kuran pek çok pratikleri kapsar.

Eğer her kapitalist toplumda bir burjuva kültürü, bir egemen ideoloji varsa, demokratik ve sosyalist kültürün elemanları da vardır. Dolayısıyla, ideolojinin analizi egemen ideoloji alanına hapsedilemez. Çünkü eğer egemen bir ideoloji varsa, aynı zamanda egemenlik altında olan, mücadele veren bir ideoloji veya ideolojiler de vardır.

Marx egemen sınıfın egemen düşüncelerinden ve bu düşüncelerin zihinsel üretim yoluyla zihinsel üretim araçlarına sahip olmayanlara olan ilişkisinden söz ettiğinde, sınıflar arası ilişkide düşünce, düşünce üretimi, tüketimi ve alışverişini açıklar.

Kitle iletişimi açısından, bu bağlamda belli inceleme konuları ortaya çıkar:

Page 182: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 174

Birincisi, düşünsel üretim araçları olarak kitle iletişim araçlarının sınıfsal sistem içindeki yerinin saptanmasıdır. Bu da, bu araçların mülkiyet yapısı ve egemen sınıfların bu araçların işleyişi üzerindeki denetleme biçimlerinin incelenmesini gerektirir.

İkincisi, kitle iletişim araçlarının düşüncelerin (ideolojinin) üretime ürettikleriyle nasıl katkıda bulunduğunun incelenmesi ve açıklanmasıdır. Genellikle burada incelemeler kitle iletişim araçlarının işleyiş ve üretim yöntemleri, profesyonelleşme, içeriğin nasıl biçimlendirildiği ve nelerle doldurulduğu gibi ideolojik pratiğin yapısı, biçimi ve nasıl çalıştığı üzerinde durur.

Üçüncüsü, egemen üretim ilişkileri içinde alternatif, karşıt, devrimci iletişim biçimlerinin ve ilişkilerinin oluşumu ve gelişimini araştırır.

Dördüncüsü, kitle iletişim sisteminin, bu sistemin varlığına izin veren genel yapının makro bakımdan incelenmesidir.

Eleştirel yaklaşımı toplumla ilgilenmedeki bir pratiğin parçası odluyla yetinmeyen incelemeciler için, eleştirel incelemenin amacı, kitle iletişimi hakkında karşıt iletişim sistemlerinin üretiminde kullanılabilecek, egemen ideolojinin etkilerini karşılığı ile denkleştirebilecek ve ezilen toplumsal kesimler ve sınıflar içinde devrimci bilincin şekillenmesine katkıda bulunabilecek bilgi elde etmektir. (Bu işi, farklı amaçlarla aslında, en başarılı bir şekilde pazarlamacılar yapmaktadır).

Dikkat edilirse, düşünceler, fikir, bilinç ve ideoloji anlayışından hareket ederek yapılan Marksist incelemeler, örneğin, iletişim yapısının ideolojisi ve ideolojik pratikleri; bu pratiklerin toplumsal yapı içindeki anlamları; medya-profesyonelliği ve ideolojisi; iletişim ürününün ideolojik içeriği; egemen kültür ve anlayış ve bunların iletişimdeki yeri; kültürel/ideolojik egemenlik ve emperyalizm; kitle iletişim araçlarının egemen ideolojik pratiklerin içinde aldığı yer; ideolojinin kültürel, siyasal ve iletişim etkinliklerinde tuttuğu yer; kitle iletişim araçlarının ideolojik propaganda için kullanılmaları; haberin, eğlencenin, basının kültürel ve ideolojik yapısı ve bunun toplumsal yaşamdaki anlamları; yerel-kültürel pratiklerin egemen ve dış kültürel ürünlerin egemen baskısıyla düştükleri durum; yabancılaşma ve bilinç yönetiminde kitle iletişiminin yeri; uluslararası ideolojik egemenliğin iletişim ürünlerinin biçimleriyle, içerikleriyle ve eklemlenmiş değerleriyle taşınması; direniş ve direnişin düşünsel yapısı; işçi sınıfı bilinci ve medya içeriğinin ideolojisi gibi konular üzerinde dururlar.

Page 183: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 175

İdeolojinin egemen düzendeki işlevleri

İdeolojiden geçerek egemen düzenin desteklenmesi oldukça çeşitli ve çoğulcu biçimlerde olmaktadır.

İlk işlev maskeleme ve yerinden etmedir. Egemen kültür ideolojisi, sistemin sınıfa dayanan sömürgen temelini ve doğasını maskeler. Eğer ideolojik işaretler örtme niteliğine sahip olmasaydı, gerçeğin anlamını saptama ve nesnelliğini tanımlamada getirilen gizemleştirmeyi açığa çıkarırdı. İdeolojik sürecin çalışma biçimi (modis operandi) gerçek itici güçlerin unutulmasını, halkın varolan toplumsal düzenin kökenini görmemesini ve doğal düzen gibi yaşamalarının sağlanmasını içerir. Böylece, bütün toplumsal örgütlerin ve kurumların toplumsal baskı araçları olduğu gerçeği ortadan kaldırılır. Yaratılan mit toplumsal olgunun kendi gerçeğini boşaltır ve sistemi haklı gösterir. Olguları tarihsel anlamlarından kopartır ve "eşyanın doğasına" katar. Böylece, mit gerçeği evcilleştirir ve sistem tarafından dayatılan sahte gerçeğin çıkarı için eklemler.

İkinci etkisi parçalama veya ayırmadır: Devletin farklı alanlarının birliği "güçlerin ayrılığı" kuramı içinde dağıtılır. İşçi sınıfının ortak çıkarları bu sınıfın farklı tabakaları arasındaki içsel muhalefet biçiminde parçalanır (kaliteli işçi, kalitesiz işçi; tarım işçisi, endüstri işçisi; elini, dilini, beynini kullanan işçiler; özel sektör işçisi, büro işçisi, kamu sektörü işçisi, memurlar vs). Ortak yaratılan değer bireysel ve özel olarak alınır. Üreticilerin gereksinimleri, tüketicilerin "istekleri" olarak sunulur. İnsanlar birbirine düşman gruplar haline getirilebilir.

Üçüncü ideolojik etki hayali bir birlik veya uyum empoze ederek, gerçek yerine hayali ilişkileri koymaktır. Bu, bireyi, grupları, çeşitli ideolojik bütünlükleri (dernek, ulus, halkoyu, genel çıkar, popüler istek, toplum, vs) yeniden oluşturmayı içerir. Bu düzeyde birlikler tekrardan, fakat bu sefer sınıf ilişkileri düzeyine ve ekonomik çelişkileri maskeleyen ve yerinden eden, düşmanca olmayan bütünlükler olarak sunan bir biçim üretilir. Önce bütün, sınıf parçalanır, bireyselliğe indirgenir, sonra farklı bir biçimde, farklı anlam verecek bir şekilde yeniden birleştirilir.

İdeolojilerin temsiller sistemi olarak, kişilerin yaşadığı deneylerden ayrılamaz olduğunu söylemek, aynı zamanda kişilerin alışkanlıklarını, zevklerini ve reflekslerini kapladığını söylemektir. Bunun anlamı halkın büyük çoğunluğunun bu temsillerin temellerinin asla bilinçlerinde görünmeden yaşamaları demektir. Bu toplumsal doğa olarak yaşanan ve

Page 184: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 176

yaşamın tümüne nüfuz eden bir üretim biçiminin kabul ettiği bir durumun sorusudur. İnsanların farklı anlama gelecek ileti çözümlemesini kabul etme olasılığı çok azdır. Çünkü bir tarafta kendilerinin "doğal, günlük" yorumları ve öbür tarafta bu doğal, normal yoruma zıt bir yorum vardır.

İdeolojinin sonu ve teknolojinin yansızlığı

Son zamanlarda moda olan pazar çıkarı için işlevsel bir bilinç yönetimi faaliyeti de “ideolojilerin son bulduğudur.” Bunun en belirgin ifadelerinden biri, insanların bilişlerini her gün sunduklarıyla (bol çıplak kadın resmi, güzel insan olarak nitelenenlerin yaşamlarının promosyonu, popüler yapılan insan tiplerinin nerede kiminle ne yaptıkları, duygu sömürüsü, falcılık, bol bireysel tüketim ürünlerinin reklamı ve aptalca tüketimin promosyonu, bütünleştirme adına yapılan ırkçılık, kadın hakları adına yapılan cinsel ayrımcılık, bol spor ve bulmacayla oyalamayla) yapılan biliş ve davranış yönetimini en görünür şekilde yapan Hürriyet gibi gazetelerin “ideolojisiz” olarak nitelenmesidir. Dikkat edilirse, küresel pazara ait her ürün, her düşünce ve her ilişki ideolojisiz (normal, evrensel, doğru) olarak nitelenmektedir. Bu evrensellik, normallik ve doğrulukta, Coca Cola içen herhangi bir ideolojiyle ilişkilendirilmezken, Cola Turka teolojik ideolojiyle ilişkilendirilmektedir. Blue jean giyen, üzerinde Amerikan firmalarının isimleri yazan, çok az kişinin anladığı İngilizce sloganların yazıldığı giysilerle dolaşma, ideolojisiz, dolayısıyla normal olarak nitelenirken, siyasal bir ifade olarak nitelenmezken; türban giyme tehlikeli, istenmeyen, kötü ideolojik ve siyasal ifade olarak nitelenmektedir. Bu durum düşünsel yapıların (ideolojilerin) materyal düzen ve ilişkisel yapılarla ne denli iç içe ve bütünleşik olduğunu da gösterir. Burjuva demokrasisinin New York Times türü liberal toplum anlayışını sunan Cumhuriyet gazetesini “solcu” ve hatta “bölücü ve tehlikeli” ideolojiye sahip olduğunu sandıran/düşündüren gerizekalılaştırmanın ideolojisi, aynı burjuva siyasal ve ekonomik pazarının işlediği biliş (ideolojik) tarzlardan biridir.

Aynı ideolojik tarz toplumda işine geldiğinde veya gelmediğinde teknolojiyi yansız olarak, şahane şeyler yapıyor olarak sunar. Ama bu sırada kimin ve ne için şahane şeyler yaptığını ve kimden ne alıp kime ne verdiğini söylemez. İnternet denen en modern ticari pazarlama ve alışveriş aracı demokratikleştiren araç olarak sunulur, ama hiç kimse demokratikleştirme yaşamaz, deneyimlemez, siyasal kararlara internetten geçerek etkide bulunamaz.

Page 185: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 177

Ticari reklam ve ilişki yanında, büyük çoğunlukla sürekli oyun, chat ve vekaleten ve gerçek cinsel ilişki kurma aracı olarak kullanılan internet ve benzeri teknolojiler ideolojilerin son bulduğu, nesnel ve yansız olarak sunulur: Televizyonu ve gazeteyi sen nasıl kullanırsan, o şekli alır. Çok doğru ama, sen kullanıyorsun, sen biçimlendirmiyorsun. Sen birilerinin ideolojik ve materyal çıkarlarına uygun bir şekilde biçimlendirilmiş televizyon ve gazeteyi kullanıyorsun. Bu televizyon ve gazeteler nasıl yansız, nesnel ve ideolojisiz olabilir ki? Tekelci kapitalist ekonomik sistemin ve siyasal sistemin çerçevelediği doğrular ve yanlışlar dünyasında üretim yapanlar hiçbir eski veya yeni teknolojiyi toplumun çıkarı için uygulayamazlar. Eğer belli ölçüde toplumsal fayda varsa, bu fayda ancak kapitalist amaca uygun olarak biçimlendirilmiş olan ve çoğu kez belli ödeme gerektiren kullanım ve tüketime ait olan toplumsal faydadır.

Bir şeyleri ideolojisiz ve yansız olarak sunmak ve diğer şeyleri ideolojik propaganda ve kötü olarak nitelemek, o toplumdaki egemen materyal ve bu materyali besleyen düşünsel çıkarların kendisinin meşruluğunu ilan etmesi ve korumasıdır.

Materyal ve ideolojik egemenliğin teknolojisi ve bu teknolojinin kullanılış biçimi sosyal iletişimin alt-yapısını etkiler. Kapitalizmin kültür teknolojisi ve politikası kapitalist yapıların ifadesidir. Bu yapılar da belli kapitalist üretim ve sosyal ilişki biçimleri tarafından şekillendirilmiştir. Emperyalist kültürün teknolojisi az gelişmiş ülkelerde, gelişmiş ülkelerde de olduğu gibi, yeni bir toplum yaratma yerine var olan sistem içinde, var olan sistemin yetiştirdiği profesyoneller tarafından kullanılarak, var olan sisteme hizmet eder. Çoğu kez, sosyal gücün örgütlenmesinde ve paylaşılmasındaki değişikliklere katkıda bulunur.

Kitle iletişimi ve egemen pratikler bağı

Kitle iletişimi egemen materyal ve ideolojik pratikleri destekler ve yeniden üretir. Kitle iletişim araçlarının çağdaş biçimleri ilk kez 18. yüzyılda İngiltere'nin tarımsal kapitalist topluma dönüşmesiyle birlikte çıktı. İlk kez orada “sanat ürünü” bir mal oldu. Pazar ilişkilerinde kültür kurumları da görünmeye başladı. Kitaplar, gazeteler, dergiler, kitapçılar ve kütüphaneler; eleştiri ve eleştirmenler; gazeteciler ve yazarlar; en çok satılan kitaplar (best sellers) çıktı. Burjuva sınıfının yükselişi yeni kitle iletişim araçlarını birlikte getirdi. Çünkü iletişim araçlarının gelişimi tarımsal kapitalist ve sınai kent kapitalizmi dönemlerinde izlenebilir. İleri tekelci kapitalizm diye adlandırılan

Page 186: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 178

dönemde çağdaş kitle iletişim araçları büyük ölçüde gelişti, çoğaldı. Kültürün üretimi ve dağıtımında önde gelen araçlar ve kanallar haline geldi. Daha sonraki gelişme evresinde, kitle iletişim araçları çağdaş iş ve üretim sürecinin kalbine girdi ve sistemin öteki ekonomik ve teknik parçaları gibi geniş çapta kitle örgütlerinden biri oldu.

Toplumsal bilmenin ve bilincin üretim ve tüketimi bu çağdaş araçların aracılığına bağlıdır. Bu araçlar yoğun bir şekilde kültürel ve ideolojik alanı sömürgeleştirmiştir. Kitle iletişim araçlarının görevi “toplumsal bilginin” (bilincin ve ideolojinin) oluşturulması ve tutulmasıdır. Seçilip verilen toplumsal bilgiler yoluyla insanlar kendi dünyasını, dış dünyaları, kendi gerçeklerini ve başkalarının yaşadıkları gerçekleri öğrenir ve böylece titizlikle paketlenmiş bir bütünlüğü kavrar.

Sermaye ve üretim koşulları altındaki toplum daha karmaşık ve çok boyutlu, şekil bakımından daha da çoğulcu olarak biçimlenir. Bölgeler, sınıflar, alt sınıflar, kültürler, alt kültürler, mahalleler, topluluklar, çıkar grupları içinde yaşam kalıpları sersemletici karmaşıklıkla düzenlenir ve yeniden düzenlenir. Bu, bilişsel, kültürel, siyasal ve ekonomik anlamda böl ve yönet politikası, çoğulculuk, toplumsal yaşamı sayısız şekillerde sınıflama ve düzenleme yollarını getirir. Kitle iletişim araçlarının işi, bu çoğulculuğu yansıtma ve bu çoğulculuk üzerinde yansımalar yapma, bu çoğulculukla nesnelleştirilmiş sözcükler, ideolojiler ve yaşam biçimlerinin sürekli bir kaydını tutmaktır. Bu araçların seçip dağıttığı “bilgiler” ve değerlendirmeler, "yeğlenen anlamlar ve yorumlar" içinde sıralanır ve düzenlenir. Burada mücadele ve çatışma koşullarında, yeğlenen ve dışarıda bırakılan açıklamalar arasında, izin verilen ve verilmeyen davranış arasında, anlamlı ve anlamsızlar arasında, birleştirilmiş pratikler, anlamlar ve değerlerle bunlara karşı olanlar arasındaki sınır sürekli olarak çizilir, yeniden çizilir, savunulur ve tartışılır. Bu süreçlerle, tasnif edilen, görünür olan ve tanınan bir düzen kurulur. Bununla birlikte, kendi zamanında ve yolunda azınlık ve aksi görüşler için, yer bulunmalıdır ve bulunur. Böylece her sağduyulu kişinin kendisini bağlayacağı bir "düzen" ortaya çıkar. Bu, kitle iletişim araçlarının ideolojik çalışmasının birleştirici ve pekiştirici düzeyini biçimlendirir: Katılımın üretimi ve meşruluğun inşası kitle iletişim araçlarının ideolojik etkisinde önemli bir yandır.

Marx'ın belirttiği gibi, tek, rasyonel, evrensel bakımdan geçerli olanlar olarak tortulaşmış rasyonelliklerini tutan varsayımlar ve önkoşullar ideolojik maskeleme ve hazır biçimiyle kabul edilme süreciyle görünmez yapılır.

Page 187: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 179

Kodlama amacıyla kullanan ve manipüle edenlere bile (örneğin gazetecilere) "halihazırda bildiklerimizin bir toplamı" olarak görünürler. Anlam verdikleri her olayı inşa ederler ve belli ideolojik yapıları (güç, zenginlik, egemenlikleri) yeniden-üretecek bir şekilde vurgularlar. Bu süreç kodlayıcılar için fark edilmez hale gelmiştir: Sık sık profesyonel ideolojilerin müdahalesi (sunuş biçimleri, yansızlık, nesnellik) ile maskelenir. Böylece, olaylar sistemli bir biçimde kodlanmazlar, fakat çok sınırlı ideolojik veya açıklayıcı repertuar içinde kodlanırlar. Bu repertuar "şeylere" egemen ideolojinin alanı içinde anlam verme yönelimine sahiptir. Bundan daha fazla olarak, kodlayıcı olaylara verdiği anlamın etkililiği, güvenirliliği ve açıklayıcı gücünü uygulamak ister. Bu nedenle, izleyicinin rızasını kazanmak için kodlama repertuarının tümünü (sözcük, söz, görüntü, sunuşlar, temsil, oyun gibi) kullanır. Bunu kendi taraflı yorumu için değil, fakat kodlamasının içinde işlediği alan ve sınırların meşruluğu için yapar. Bu belirleme noktaları (kabul edilen referanslar ve referans noktaları) olayların "yeğlenen okunmasını" güvenilir ve güçlü yapar. İzleyicilerin rızasını kazanmayı amaçlar ve dolayısıyla izleyicinin "iletiyi çözeceği" biçimde inşa ederler.

Kitle iletişim araçları sadece sınıflar arasında yaygın bir şekilde dağıtılmaz, fakat aynı zamanda sınıfları toplumsal iletişim şebekesi içine sokar ve ideolojik bölgeleri yönetmek için kendilerinin popüler meşruluğunu sürekli olarak yeniden üretir.

Kitle iletişim araçları kapitalist toplumlarda egemen ideolojilerin söylemleri içinde "dünyayı tasnif etme" ideolojik çalışmasını sürekli olarak yerine getirir. Bu ne basit, ne de bilinçli bir iştir. Egemen alanı oluşturan farklı ideolojiler arasında içsel çelişkiler vardır, hatta bunlar egemenlik için yarışır ve mücadele ederler. Böylece, kitle iletişim araçlarının işlerini, çelişkileri de üretmeden kaçınarak yapabilmesi olanaksızdır: Bu araçlar karşı etkinlikte bulunan yönelimlerin olduğu ortamda çalışır.

Kitle iletişimi ve bilincin üretimini açıklama

Kitle iletişiminde sadece kitle iletişimi ürünün üretim tarzı ve ilişkilerinin doğası incelenmez, aynı zamanda bu materyal ürünle gelen düşünselin üretimi (insanla, yaşamla, siyasal ve ekonomik sistemle vb ilgili ideoloji, bilinç, inançların üretimi) önem kazanır. Bu üretim kitle iletişiminin ürününün materyal olmayan fakat materyali ve kendini ve kendinden olmayan anlatan içeriğiyle ilişkilidir. Dolayısıyla ekonomik egemenlik ve mücadele tarihinin incelenmesi, kitle iletişiminde, aynı zamanda sembolselin üretiminde emeğin,

Page 188: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 180

emeğini nasıl kullanacağının kontrolünün önemini ön plana çıkarır. Emeğin, emeğini nasıl kullanacağı sermayenin örgütlediği yer, örgütlediği zaman ve örgütlediği teknolojiyle elinden alınmıştır. Emek emeğinin hiçbir koşulunu kontrol edemeyeceği bir mücadele ve boyun sunma durumuna düşürülmüştür. Bu ücretli serbest-kölelik bağlamında özellikle kitle iletişim profesyonelleri ürünün biçimlenmesinde ne denli özgür oldukları, özgür olmaları veya olmamalarının bitmiş ürüne aslında ayrı bir karakter getirip getirmeyeceği, örgütteki yönetici ve karar vericilerin özerkliklerinin aslında ürünün karakterini egemen sınıfın pazar ve siyasal sistemine aykırı bir sonuç çıkarıp çıkarmayacağı gibi sorular ve sorunlar önemli incelenme konusu olarak ortaya çıkar. Bu da giderek kitle iletişiminde kapitalist sınıfın çıkarlarını yeterince anlayan, dolayısıyla ne kapitalist örgüt sahiplerinin kontrolüne ne de devlet yoluyla yasalarla düzenlenmiş kontrole gerek bırakmayan profesyonellerin üretimi konusunu ön plana çıkarır.

Kitle iletişim araçları, diğer bütün üretim faaliyetlerinde olduğu gibi, belli üretim ilişkileriyle materyal bir ürün sunarken, bu ilişkilerin ve sunuşun bilincini de sürekli üretir. Buna ek olarak, kitle iletişimi diğer üretim birimlerinden farklı olarak, hem kendi için hem de genel üretim biçimi için, programlanmış ve paketlenmiş bilinçler üretir. Çünkü kitle iletişiminin ürünü haber, eğlence, müzik, film ve enformasyon gibi isimlerle üretilen ve günlük yaşamdaki insanı öyküleyen bir karaktere sahiptir. Bir “gömleğin” mesaj olarak öykülediğiyle, bir “Televole” programının sunduklarındaki öyküler nicel ve nitel yoğunluk farklılıklarına sahiptir. Televole’den geçerek bir gömleğe kullanım değerinden öte değerler yüklenerek, onun değişim değeri ve satış miktarı artırılabilir veya moda dışı bırakılıp kullanım değeri düşürülerek, değişim değerinde ciddi kayıplar ortaya çıkarılabilir.

Dikkat edilirse, kitle iletişimi bilinçlerin yönetimsel amaçlar bağlamında bilinçli olarak üretildiği örgütlü faaliyetleri içerir. Yani, kitle iletişiminin örgütlenmesinde ekonomik amaç, siyasal ve bilinç yönetimiyle ilgili (ideolojik) ürünlerin üretilmesi ve dağıtılmasıyla gerçekleşir. Üretilen ürünlerle ilgili olarak üretim biçimi ve ilişkilerinin incelenmesi, örgüt içi, örgütler arası ve kamu gücüyle olan üretim ilişkileri ve politikalarının anlaşılmaya çalışılması gerekir. Bu da, kaçınılmaz olarak siyasal ile ekonomik iç içelik olduğu gerçeğini gösterir ve ikisinin ya birlikte ya da analiz amacıyla ayırt edilmesi gerektiğini ortaya çıkarır. Fakat ekonomik, siyasal, ideolojik veya kültürel analiz için ayırt edildikten sonra, kendisi için belirleyici bağımsızlık ilan edip, kendi başına açıklayıcılık iddiası, sosyal gerçeği

Page 189: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 181

anlamada ciddi aksaklıklar ortaya çıkarır. Özellikle siyasal gücün ve ideolojinin (dilin, bilincin veya kültürün) ekonomi dahil sosyal gerçeği ve insanı biçimlendirdiğini öne sürmek geçersizdir.

Profesyonellik ve profesyonel ideolojiler

Kitle iletişimi profesyonel iletişimcileri gerektirir. Kitle iletişiminde profesyonellik ülkenin baskın kültürü ve ideolojisiyle ve profesyonel ideolojiler ve kültürle ilişkilidir. Bu bağlamda, öncelikle medya profesyonellerinin enformasyonu, bilgiyi, haberi, eğlenceyi ve sporu nasıl tanımlayıp sundukları, yani profesyonel ideolojilerin ne olduğu önem kazanır. Haber programlarında ve basındaki haberlerin nasıl ve neden seçildiği; haber yapılmayan olaylar ve konuların neden haber dışı bırakıldığı profesyonel ideolojilerin çerçevesi içinde belirlenir. Bu belirleme de her seferinde profesyonel yansızlık ve nesnellik olarak sunulur. Bu anlamda, medyanın nesnel olduğu, örneğin haberlerde olayları olduğu gibi sunduğu öne sürülür. Nesnellik iddiası oldukça yaygın eleştirilerle karşılaşmaktadır:

a. Öznellik, bütün programlarda daha konunun düşünülmesinden ve seçiminden başlayarak kendini gösterir. Medyanın çevredeki olayların hepsini verme olasılığı teknik olarak imkansızdır. Medya dikkatle seçtikleri arasından sunum yapar. Bu süreçte, seçme ve dışarıda bırakma yoluyla yanlılık ortaya çıkar.

b. Medya profesyonelleri haber ve eğlence değerinde olanları seçerler. Bu seçtiklerini "halk bunları istiyor" ve "medya halka böylece istediğini veriyor" diye sunarlar. Halkın bu şekilde istediğini bilme ve istediğini verme iddiası oldukça geçersiz bir iddiadır. Bunun geçerliliği yukarıda, üretim ve tüketim arasında kurulan bağda açıklandı.

c. Medyada verilenlerde en önde gelen ölçü "alışılagelmişin ötesinde" tanımıyla getirilmektedir. Bu ölçüye göre, köpeğin insanı ısırması değil de, insanın köpeği ısırması haber yapılmaktadır. Bu anlayışa göre, günlük normal sorunlarımızın haber değeri yoktur; onun yerine uçlar ve en marjinal olanlar seçilmektedir. Aslında belli marjinallerin seçilmesi sistemli bir kasıt sonucudur: Böylece istisna gerektiğinde kural yapılır ve gerektiğinde “bu istisnadır” denerek belli bir dünya görüşü işlenir.

d. Bu uçlar ve marjinaller de, "insan ilgisi" (human interest) kavramı ile açıklanmaktadır. Böylece, insan ilgisine uygun sunumlar verdikleri iddiasıyla sunduklarında haklılık, doğruluk ve gereklilik iddia etmekte ve sunulanların kalitesinin (aslında yüksek kalitesizliğin) seviyesini normalleştirmekte ve

Page 190: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 182

meşrulaştırmaktadırlar. Aslında alışılagelmişin dışında ve insan ilgisi içinde diye sunulanlar endüstriyel yapıların ideolojik ve ticari çıkarlarını gerçekleştirme yönünde bilinç yönetimi işi görmektedirler. Örneğin televizyonda yüceltilen eğlence kültürü içki, müzik, sigara ve moda ile çerçevelenen dört duvar içindeki ticari bir ortamda olmaktadır. Haberler çoğunlukla dedikodular biçiminde olmakta; cinayetler, trafik canavarına yüklenen kazalar, görünüşleri ve yaşam tarzlarıyla tüketim aptallığının temsilcisi olan sanatçılarla yapılan show'lar televizyonda egemen durumdadır. İnsan ilgisi hep seks ve seksle karışık eğlence mi ki medya büyük ölçüde bu "ilgileri" sömüren sunumlar yapıyor? İnsan ilgisi barınak, ekmek, iş ve gelecek kaygısını içermiyor mu ki medyada bunlar çok ender sunulmaktadır, ve sunulduğunda ise sulandırılmakta ve bireyselliğe indirgenmektedir? Seks ve tüketime yönelik sunumlarla hangi endüstriyel yapıların reklamı ve satışı yapılıyor? Travestilerin, sanata küfür olarak duran “sanatçıların” ve saçından ayak tırnağına kadar moda ve kozmetik endüstrilerin satışını yapanların egemen olduğu televizyonda hangi insanlar nasıl bir insanlık ilgisini ne tür bir şekilde ve hangi çıkarlar için öne çıkarmaktadır? Neden bir kez Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok kentte kanser ve solunum yolları hastalığı yapan hava kirliliği haber yapılmamaktadır? Haber yapılınca neden üretici değil de kaçak kömür kullanan yoksullaştırılmış sefiller suçlanmaktadır? Neden havaya zehir saçan belediye ve özel otobüsler ve arabalar, çocuklarda beyin hasarına neden olan kurşunlu benzin haber yapılmıyor? İnsan ilgisinin dışında olduğu ve olağan dışı olmadığı için mi? Neden Amerika gibi az sigara içilen bir ülkede her yıl yarım milyon insanın ölümüne neden olan sigara endüstrisi ve bu endüstrinin ortağı devlet televizyon haberleri ve programlarında soruşturulmuyor? Türkiye'de gittikçe yaygınlaşan sefalet konusu hangi insanların ilgisi dışında? Zaman zaman sunulduğunda, neden sefalet bireysel durum olarak gösteriliyor ve medya bu insanlara yardım dilenciliği yapıyor? Bütün bunlara cevap özellikle medyanın sermaye düzeninin bütünleşik bir parçası olmasında aranmalıdır. Bu medya doğal olarak kendisinin ve kendisini besleyen endüstrilerin çıkarlarını desteklemeye yönelecektir.

e. Dolayısıyla, medya bu çıkarlar çerçevesi dışında, siyasal ve diğer egemen güçlere karşı halkın gözü, kulağı ve dili olamaz. Medya izleyicilerin gözünü, kulağını ve dilini belli endüstriyel yapıların çıkar bilinci yönünde biçimlendirmeye çalışır.

Page 191: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 183

f. Ankara Radyosunda bir zamanlar Türkçe müzik yerine Amerikan müziği sunanlar sadece kendi zevk, dünya görüşü ve müzik anlayışını mı sunuyorlardı? Bilerek veya bilmeyerek Amerikan kültürel emperyalizminin yayılmasına katkıda mı bulunuyorlardı? Yoksa Amerikan müzik kültürüyle Türk müzik kültürü arasında bir kültürel alışverişi mi sağlıyorlardı? Bu sorunun yanıtı oldukça açıktır.

g. Tekelci medya olmazsa, serbest pazar kuralları çalışarak çok özgür ve çoğulcu medya içerikleriyle mi karşılaşırız? Diğer bir deyimle, medyanın kapitalist pazarın ekonomik ve ideolojik çıkarına hizmet etmesi tekelci ve oligopolist yapısından dolayı mı? Yoksa, kapitalist pazarın bütünleşik bir parçası olmasından mı? Bütünleşik parçası olmayabilir mi? Olmayabilme olasılığı çok sınırlıysa, neden? Neden medya haberlerinde aynı formatın her gün tekrarlanması yoluna gidilmektedir? Bu format neden --cinayet, spor, siyasal parti ve hükümetle ilgili -- hep benzer şekilde biçimlenmiştir?

Özlüce, kitle iletişiminde profesyonellik, profesyonel ideolojilerin öğrenilmesi, ürün üretimiyle uygulanması ve savunulmasını içerir. Profesyonellik örgütün ve örgütü var eden sistemin genel amacını, politikasını, hoşgörü çerçevesini, kontrollü alternatiflerini, dostunu ve düşmanını bilerek üretimde bulunmaktır. Bunun için de kitle iletişim örgütlerinin sahiplerinin sürekli direktifine ve karışmasına gerek yoktur, çünkü “kime nasıl hizmet vereceğini ve vermek zorunda olduğunu çok iyi bildiği için, profesyonelin adı profesyoneldir ve işinin karakterine de profesyonellik denmektedir.

Kitle iletişimi, üretim ve malın fetişleştirilmesi

İdeoloji kendi başına bağımsız bir etkinliğe sahip değildir, fakat genellikle bilinç yönetimi ve sahte bilinç sınırları içinde çalışır. Kapitalist toplumda bütün etkinlik ve ürünler pazar dünyasının ve mantığının parçalarıdır. İletişim etkinliği ve ürünleri egemen toplumsal ilişkilerden kaçamaz. Bu kapitalist iletişim biçimini yerleştirmek ve doğal bir etkinlik şekline büründürmek için kitle iletişim araçları her ürün ve etkinlik gibi hem fetişleşme sürecinden geçerler hem de fetişleştirirler. Böylece insanlar materyal şeylere ve kendilerinden başkaya başkalaşırlar (=bir çeşit psikolojik metamorfoz); başkalaşım ve başkalaştırma süreçlerinde “şeylere” hayat ve canlılık verilir: Para "çalışır"; sermaye "üretir"; kitle iletişim araçları "etkiler".

Meşruluğunu güvence altına almak için, kapitalist üretim biçimi egemenliğinin akılcılığını kanıtlayan fetişlere gereksinim duyar. Fetişlerin

Page 192: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 184

ortaya çıkışı üretim güçlerinin gelişmesiyle yakından ilişkilidir. Bir sürecin ya da olgunun fetişe dönüştürülmesi, üretimin gerçek koşullarından soyutlanmış, yalıtılmış bir nesne biçimi içine kristalleştirerek bir fetiş haline getirilmesidir. Nereden ve nasıl geldiği gayret, çok çalışma, biriktirme ve aklını kullanma gibi kişisel davranış özelliklerine bağlanır. Böylece mülkiyet yapısı ve ilişkilerinden soyutlanarak sunulur. Üretim araçlarına sahipliğin ve denetimin getirdiği emek sömürüsünü olası kılan üretim ilişkileri biçimi özel girişim, demokrasi, yatırım, iş kurma, kişisel özgürlük, bağımsızlık gibi kavramlarla fetişleştirilir. Böylece, sömürü sonucu elde edilen zenginlik artıdeğerin birikimi sürecinden koparılıp ayrılır. Aynı biçimde burjuva iktisatçıları değerin saptanması hakkındaki kuramlarını "eşyanın doğası" ve ürünlerin kendileriyle açıkladıklarında fetişleştirirler. Her fetiş gibi, iletişim fetişi de egemen olan yayma teknolojisinin baskıcı ve manipüle edici gücünü gizler ve onu özgürlük ve mutluluk gücü olarak niteler. Halka da bu aldatıcı görünüş sunulur. İletişim araçları, fetişler evreninde, bir aktör olurlar (bir görevi gören, yapan olurlar) ve doğal bir güç görünüşünü alırlar. Bu tür ayırma ve uzaklaştırma, egemen sınıfın bu ideolojik aygıtlar üzerindeki tekelini reddetmesine izin verir.

Eleştirel yaklaşımlarda kültür

Eleştirel yaklaşımların çoğunun dayandığı diyalektik materyalist felsefeye göre, kültür sadece değerleri, yargıları, tutumları vb taşıyan düşünsel bir süreç değil, fakat daha çok yaşanmış ve yaşanandır. Kültür hem bilinçli şekilde seçen ve deneyimlerinin muhasebesini yapan insan (özgür bir şekilde hareket eden tek bir birey değil, üretim ilişkilerindeki insan) tarafından oluşturulur; hem de, aynı anda, geçmişteki insanların yaşam biçimi ve ifadelerinden miras kaldığı için, önceden belirlenmiş ve süregelendir. Dolayısıyla, kültür sosyal yaşamı anlatırken, aynı zamanda o yaşamı anlamaya ve farklı etkinlikler yapmaya engel olarak da durur.

Karl Marx’a göre (1970), sanatsal yeteneğin gelişmesi talebe, ve talep de iş bölümüne ve ondan sonuçlanan insan kültürünün koşullarına bağlıdır: Achilles kurşun ve saçma ile mümkün müdür? Yahut da İlyada'nın basın ile, basın teknolojisiyle? (Marx, 1973). Yani, Marx demek istiyor ki, kurşun ve saçmanın üretildiği bir teknolojik koşulda, Achille gibi bir kültürel ürün olasılığı yoktur. Marx kültür ve ekonomi arasında dengesiz bir ilişki olduğunu belirtir. Engels kültürü teknolojiye bağlar. Trotsky konuya daha çok sosyolojik açıdan yaklaşır: Kültür insanlığın o zamana kadar ki tarihi boyunca

Page 193: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 185

elde ettiği beceri ve bilgilerin toplamıdır. Kültür basitçe "bir yaşam biçiminin tümü" değildir; insanın doğayla aktif ilişkisinden büyür. İdealist felsefedekilerin aksine, Marx bilim ve teknolojiye geleneksel değerleri ve örgütleri yok eden --özellikle, örneğin, aileyi ortadan kaldıran veya yozlaştıran-- bir çeşit canavar olarak bakmaz. Marx’a göre (1970), burjuvazi üretim araçlarını durmadan yenilemeksizin (= Marx bu "yenileme" kavramını üretim araçlarında devrim yapma olarak kullanır) varlığını sürdüremez. Bu yenilemeyle/devrimle üretim ilişkileri ve üretim ilişkileriyle de toplumdaki bütün ilişkiler de yenilenir. Böylece, özel mülkiyete dayanan üretim tarzının sürekliliği sağlanır.

Marx'ın da belirttiği gibi Protestanlık kapitalist birikim için gerekli olan kişisel disiplin ve kendini tutma değerini vurgular; bu nedenle örneğin geleneksel dini bayram günlerini çalışma gününe çevirerek, sosyal dünyayı sofuluktan kurtarmada önemli rol oynamıştır. Marx'ın yaklaşımında “geleneksel aile yapısını kapitalizm ortadan kaldırdı; güzelim folklorumuz, geleneklerimiz, göreneklerimiz, kültürümüz yok oluyor” söylemiyle kapitalizm-öncesi kültüre sıkı sıkıya sarılmaya çalışan ve sarıldıkça hayal kırıklığına uğrayan idealizmi bulamayız. Aynı zamanda, modern kapitalizmde işçi sınıfının düzene baskılar ve rıza üretiminden geçerek boyun sunduğunu ve tarihsel "devrimci görevini" yapmaktan yoksun bir duruma geldiğini, "kendi başına bir sınıf" olma niteliğinden kurtulup "kendisi için bir sınıf" olma durumunun, kitle kültürü ve tüketimi yardımıyla da, ortadan kalktığı görüşünü de bulamayız. Bu tür düşünü zorunlu olarak, işçi sınıfının radikal burjuvazi veya küçük burjuvazinin liderliği altına girmesini ve aynı zamanda "işçi sınıfı adına devrim" fikrini getirir. Marx bu tür anlayış biçimine şiddetle karşı çıkmıştır. Örneğin, 1879’da Alman Sosyal Demokrat Partisi liderlerinden Bebel ve Liebknecht’e dağıtılması için gönderdiği mektupta bunu gayet açıkça belirtmiştir: Hemen 40 yıldır, sınıf mücadelesini tarihin itici gücü olarak, ve özellikle burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf mücadelesini modern sosyal devrimin en-önemli manivelası olarak vurguladık. Bu nedenle, sınıf mücadelesini silmeyi arzulayanlarla işbirliği yapmamız bizim için olanaksızdır. Enternasyonel doğduğunda, savaş-çağrısını açıkça formülledik: İşçi sınıfının kurtuluşu işçi sınıfının kendisi tarafından kazanılmalıdır. İşçilerin kendilerini kurtaramayacak kadar tahsilsiz olduklarını ve yardım-sever büyük burjuvazi ve küçük burjuvazi tarafından yukardan serbest bırakılmalarını açıkça ifade edenlerle işbirliği yapamayız.

Page 194: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 186

Modern kitle iletişim araçlarının gelişmesi kültürel üretim ve dağıtımın teknolojik, örgütsel ve yer-zamansal doğasını değiştirmiştir. Örneğin telefonla yapılan konuşmada iletişim aracının kendisinin özelliğinin getirdiği tertip derecesi oldukça düşüktür. Öte yandan yazı, süsleme, oymacılık, boyama, ses kaydı, film veya video ile görüntü kaydı, parşömene ve taşa yazı her biri çeşitli derecede tertipleme getirir.

Modern araçların önemli bir diğer etkisi sembolsel biçimlerin mekaniksel çoğaltma olanaklarında olmuştur. Sembolsel biçimlerin çoğaltılabilmesi kolaylığı sağlayan teknolojinin ticari sömürü için iletişim örgütleri ve ilgili örgütlerin büyük çapta yaygınlaşmasına yol açmıştır. Diğer bir etki de izleyicilerin sembolsel iletişim sürecine "katılma özelliği ve süresi" olmuştur. Orhan Veli'nin şiirini okuyan, bir müzede herhangi bir sanat eserini inceleyen, bizim bu kitabı okuyup anlamaya çalışan ve televizyonda "gıdıklarsam güler misiniz" eğlence programını seyreden kişiler arasında katılma derecesi ve yoğunluğu, duyularını, beyinlerini, hafızalarını, belleklerini, hislerini ve sahip oldukları entelektüel kaynakları kullanmaları da farklıdır.

Sembolsel biçimlerin üretimi ve dağıtımı çoğu kez belli örgütsel kurallara, kaynaklara ve geleneklere bağlı çeşitli ilişkiler içinde olur. Kişilerin üretim, dağıtım, muhafaza ve tüketimde tuttukları yer kültürel sembollerin\biçimlerin her türlü karakterini saptamada değişen derecede etki yapar. Üretim, dağıtım ve tüketim sadece belli türdeki insanları ve birkaç örgütü kaplamaz. Aksine çeşitli alanlardaki birçok örgütü ve bu örgütlerde çalışan insanları, ve örgütler ve insanlar arası ilişkileri içerir.

Harold Innis (1950) yersel-zamansal bakımdan iletişim teknolojilerinin getirdiği özellikler üzerinde geniş ölçüde ilk duranlardandır: Yüz yüze iletişimde yersel-zamansal ayırım yoktur, çünkü yer ve zaman aynı anda iletişimin oluşu sırasında paylaşılmaktadır. Fakat araya yollar girip "yarim İstanbul’u mesken mi tuttun" türkülerine başladığımızda, yarimizin bizi duyabilmesi için ya mektup yazarız, ya telefonda söyleriz türkümüzü, ya radyoda "istekler" programında, ya video kullanarak, ya da telgrafın tellerine" kuşları kondurarak. Her kullanılan araç yer ve zamansal bakımdan önemli sonuçlar ortaya çıkarır. Burada kalıcılık üretimin tekrarlanması ve umutsuz-umutların sürekliliğine bağlıdır. Düğün yaparsın, video'ya çekersin, video o sembolsel biçimin varlığını şimdiki zamandan gelecek zamana uzatır. Evlilik gelecek zamanda di'li geçmiş zaman olsa bile (yani bitse bile), seyretme olanağı her zaman vardır.

Page 195: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 187

Kültürün incelenmesi (kültürel inceleme değil)

İnsanın gerçek hayat koşullarından hareket ederek biçimlendirilen bir kuram, (a) insanın düşüncesini, (b) düşünselin üretimini ve (c) üretilenin içeriğini, yaşanan insan gerçeğinin doğasıyla ilişkilendirir. Eğer bir kuramın temel referans noktası, yaşananın metinsel ifadesi (temsili) ise, o zaman gerçeği yakalayamama, hurafeler ve mitler üretme olasılığı artar. Bu olasılık da, ruhanilikle mitleştirmenin araştırmacı ve egemen yapı için faydalı işlevselliği nedeniyle büyük ölçüde artar. Bu sorun, Marx’ın 1859’da Siyasal Ekonominin Eleştirisine Bir Katkı yapıtının önsözünde açıkça ortaya konmuştur. Önsözde Marx, uzun yıllar alan çalışmaları onu, yasal ilişkilerin ve siyasal biçimlerin ne kendi başlarına ne de insan beyninin genel gelişmesi temelinden hareket ederek anlaşılamayacağı sonucuna götürdüğünü belirtiyor. Marx’a göre yasal ilişkiler ve siyasal biçimler, Hegel’in “sivil toplum” olarak nitelediği, yaşamın materyal koşullarından çıkıp gelmektedir. Bu sivil toplumun anatomisi siyasal ekonomide aranmalıdır. Materyal yaşamın üretim tarzı genel sosyal, siyasal ve entelektüel süreçlerini koşullandırır. İnsanın varlığını belirleyen bilinci değildir. İnsanın sosyal varlığı bilincini belirler. İletişimin ve iletişim teknolojisinin belli zaman ve yerlerdeki genel ve özel karakterleri Marx’ın bu kuramsal çerçevesiyle ele alınarak incelendiğinde doğru olarak anlaşılabilir. Özelikle kitle iletişiminin işletme veya kurum olarak örgüt yapısı, pazar ve bilinç yönetimiyle ilgili işlevlerinin kavranabilmesi bu çerçeve içinde çok daha anlamlı bir şekilde olabilir. Belli bir üretim tarzının ürünü olarak iletişim araçlarının kendini ve kendini yaratan koşulları üretmesi birbiriyle zorunlu nedensellik bağı içinde olan iletişimin maddesel olanının üretim tarzı ve sosyal bilincin üretimi ile gerçekleşir. İnceleme amacıyla bunlar ayrılabilir fakat sonuçların araştırmanın kuramsal varsayımları çerçevesi ötesinde genel kuramsal yapıyla ilişkilendirilmesi gerekir. Özellikle günümüzün iletişim araçlarının ürünü aynı anda hem bir emtia hem de sosyal bilincin yönetimi özelliklerini doğrudan taşır. Medya metninin içeriği ile ilgilenme ve içeriğin merkeze konulması, bu içeriğin üretim tarzı ile ilişkilendirilmemesi ve ideolojik yapıyı öne geçirecek biçimde ilişkilendirilmesi önemli bir hatadır. Ayrıca düşünsel süreçlerin belirlemediği materyal yapı ve ilişkilerin ikincil plana itilmesi veya etkilenen sonuç konumuna yerleştirilmesi de yanlıştır.

Kitle iletişimiyle bilincin üretimi ideoloji ve kültür konusunu ve ideolojinin ve kültürün doğasını anlama gereksinimini ortaya çıkarır.

Page 196: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 188

Marksist kültür incelemesi geleneğinde toplum yapısı ve değişimi, kamu çıkarı nosyonu ve kitle iletişiminin fonksiyonları farklı olarak tanımlanır. Bireyin kapitalist yapılardaki gerçek koşulları incelenir ve kültürün ve iletişimin özgürleştirici potansiyeli üzerinde durulur. Toplumda medyanın fonksiyonu ve iletişimin kültürel süreçlerinin siyasal sonuçları üzerine eğilinir (Hardt, 1997). Kitle iletişiminde ideoloji ve bilincin üretimi araştırmaların odak noktasını oluşturur. Kitle iletişiminde üretim ve tüketimin doğası egemen ideolojik süreçler bağlamında ele alınır.

Marksist kültür incelemesi içeriğin ideolojik yapısı ve ideolojinin (bilinç yönetiminin) izleyicilerin çözümlemelerinden geçerek bulduğu ifadelerin anlamları üzerinde durur; çünkü medya içeriğinin ve anlamının kontrolü, insanların kendi-bilincine varmaya başladığından itibaren başlayan yoğun “yetiştirme” pratikleri yoluyla olur. Bu kontrol:

• Günlük yaşamın geçtiği her tür toplumsal örgütlenmelerdeki pratikler ve inançlarda yatan genel anlam verme çevresinden geçerek olan kontroldür;

• Ekonomik güç, pazar yapısı ve ilişkilerinden geçerek olan kontroldür; • İlişkilerin yasal düzenlenmesinden geçerek olan kontroldür; • Medyada sahiplik yapısından geçerek olan kontroldür; • Örgüt çıkarlarını ve amaçlarını gerçekleştirmeye odaklanmış

profesyonel ideolojilerden geçerek yapılan üretim biçimiyle gelen kontroldür;

• Medya profesyonellerinin güç yapısının karakterine göre biçimlenmiş öznel çıkar ilişkilerine uygun oto-sansür ile gelen kontroldür;

• Medya dahil toplumsal kurumların sahipleri ve üst yöneticileri arasındaki geçmiş benzerliği (aynı veya benzer okullardan mezun olma) ve şimdi olan ilişkiler benzerliği (aynı eğlence yerlerine, aynı balolara, toplantılara, kulüplere vb gitme) yoluyla desteklenip gelen kontroldür;

• Kaynakların kontrolüyle gelen kontroldür; • Amaçlı olarak seçilen kaynakların içeriksel doğasıyla olan kontroldür; • Bu tür kontroller yoluyla üretilene alıştırılmış izleyicilerin katılımıyla

desteklenen kontroldür. İdeoloji, kültür ve kültürel örgütlere eğilen yaklaşımlar 1980 öncesinde (a)

çok önemli olmasına rağmen kimsenin pek üzerinde durmadığı, özellikle Tarih ve Sınıf Bilinci yapıtıyla G. Lukács, (b) kültür ve ideoloji eleştirisiyle gelen Frankfurt Okulu’nun kitle kültürü eleştirisi, (c) Althusserci yapısalcılık

Page 197: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 189

ve Gramsci’nin anlayışından etkilenen eleştirel kültürel incelemeler yaklaşımları ve (d) uluslararası iletişim kuramında, Marksist ve Neo-Marksist bağımlılık kuramından gelen kültürel emperyalizm tezi olarak dört ana gruba ayrılabilir. Bu tür kültür, ideoloji ve bilinç incelemelerinin çıkış noktaları Marx'ın Alman İdeolojisi, Siyasal Ekonominin Eleştirisine Bir Katkı, Katkı’ya giriş, Kutsal Aile ve Grundrisse'deki parçalardır. Bu incelemeler, sonradan, 1960’ların Neo-Marksist Bağımlılık ve Emperyalizm kuramlarıyla gelişmiştir. Marksist temelli ideoloji ve kültür incelemeleri uluslararası ekonomik düzen; bu düzende yer alan ülkelerin iletişim sisteminin özellikleri; bu özelliklerin neden bu biçimi aldığı; ekonomik emperyalizmin ve sömürünün iletişim alanında da uygulanması; teknoloji ve örgüt satışıyla kapitalist yapıların diğer ülkelerin yapılaşmasını biçimlendirmesi veya etkilemesi; iletişim ürünü akımıyla sadece ekonomik çıkar sağlama değil, aynı zamanda bilinçleri ve kültürel pratikleri etkileyerek kapitalist pazar sisteminin satışının yapıldığı; bütün bunlara karşı mücadele biçimlerinin ne olduğu veya ne olabileceği üzerinde dururlar.

Kültür incelemeleri temel olarak aşağıdaki konular üzerinde dururlar: Anlamın üretimi konusu: Bu bağlamda, belli bir kültürün nasıl üretildiği

sorusu üzerinde durulur. Buna bağlı olarak “ne tür anlam verme pratikleri ve sembolleri kullanılır?” ve “sosyal sınıflar, bireyler, sosyal gruplar, ırklar, etnik gruplar, dinler vb nasıl temsil edilir?”gibi sorular gelir. Bu bağlamda, amaç, içeriğin doğası ve bu içeriğin nasıl üretildiğinin egemenliği sürdürme ve üretim ilişkileriyle ilişkilendirerek anlamak ve açıklamaktır. (Dolayısıyla, kültürel incelemelerin önemli bir kısmı bu çerçeve dışında kalır).

Sembolsel ürünlerin tüketimi ve anlam verme konusu: Bu bağlamda, ürünlerin tüketiminin karakteri ve bunun anlamları üzerinde durulur. Burada amaç, tüketicinin veya izleyicinin “velinimet olması, talebin arzı belirlemesi, halka istediğinin verilmesi” gibi uyduruları destekleyen “veriler” toplayıp “pazar promosyonu” yapmak değildir; egemenliğin biliş ve davranış yönetiminden geçerek nasıl sürdürüldüğünü anlamak ve mücadele durumunu ve olasılıklarını bulmaya çalışmaktır. (bu bağlamda da, kültürel incelemelerin önemli bir bölümü, bu çerçeve dışına düşer).

Sembollerin üretimi ve tüketiminin materyal temeli konusu: Kültürün üretimi ve dolaşımının materyal temelleri nedir? Kültürün tüketimi, örneğin kitle iletişim araçlarının sembolsel ürünlerinin tüketimi nasıl toplumdaki zenginlik veya yoksunluğa katkıda bulunuyor?

Page 198: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 190

Toplumsal yapının üretimi konusu: Kültürel üretim, tüketim ve anlamların incelenmesi, toplumdaki güç/iktidar hakkında bize ne öğretebilir?

Marksist kültür incelemeleri kapitalist iş yerindeki ve iş dışındaki egemenlik ve sınıf mücadelesini sosyoloji, antropoloji, dil ve edebiyattaki yansımalara taşıdı. Marksist ve Marksist yönelimli edebiyatçı ve dilbilimciler dilde sınıf mücadelesinin kızışmasına ve kapitalist bilinç endüstrilerinin ve ideologların bu alana kontrol amaçlı ciddi müdahalesine neden oldu. Dilde sınıf mücadelesi gelişmiş kapitalist ülkelerde (özellikle Amerika'da) kapitalist ideolojinin dilinin ve bu dille gelen sembollerin anlamı ve bu sembolik anlamların günlük yaşamla ilişkisi ya eleştirel ya da meşrulaştırıcı biçimlerde olmaktadır. Türkiye gibi ülkelerde ise dilde sınıf mücadelesi Anadolu dilinin aşağılanmasıyla başlayıp gelişen bir karaktere sahiptir. Bu gelişmede egemenlik ve mücadele, sadece geleneksel Osmanlı dönemindeki Arapça ve Farsça karışık dilinin yüzyıllar boyu egemenliği üzerine değil, aynı zamanda, batılılaşmanın getirdiği yeni sınıfın, daha doğrusu yetiştirdiği yeni aydınların, Batının kültür ve ürün transferiyle oluşturulan egemenliğin dili üzerinde olmaktadır.

Son zamanlarda, Türkiye’de kültür incelemelerinin post-modern yapısalcı biçimlerinin gözde olması, baskıcı bir ortamda kendine eleştirel güven arayanların, imtiyazlı olan ve kendilerini imtiyazlı sananların yüksek seviyede ayrıcalık arayışlarını anlatır. Daha basitçe, en son modayı giyen, yiyen ve içenin (en son modayı tüketenin) kendi içine doldurduğu ve dışa yaydığı üstünlük duygusu ve “zamana uyma” ile gelen katılımcı coşkuyla kendine özgürlük türküleri okuması ve bu okumadan geçerek bu okumayı kendine sağlayan sisteme, eleştirse ve hatta memnun olmasa da, öpücükler yağdırmasıdır: Eleştirel görünen beddualarla gelen dualar…

Amerika'da ve Batıda egemen olan dil ticari bir kültürün kendi ideolojik ve ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmeye yönelik geliştirdiği ve sürekli desteklediği kendini ifadesidir. Türk dilinin direnişi hem iç hem de içle ortaklık kuran dış dillerin egemenliğini kırma mücadelesidir. Örneğin özel üniversitelerin bazılarında eğitim dilinin İngilizce olması, kültürel emperyalizmin varlığının göstergesidir: Eğer öğretici ve öğrenen aynı dili (Türkçeyi) konuşuyorsa, ana dil dışındaki sembollerle iletişim gereğinin anlamı savunulamaz bir durum ortaya çıkarır. Savunma sadece bir egemenliğin meşrulaştırmasından öteye gidemez. Bunun anlamı elbette emperyalizmin diliyle emperyalizme karşı gelinemez demek değildir. İngilizce Türkçe gibi semboller sistemidir. Bu sembollerin anlamı ilişkideki

Page 199: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 191

tarihsel geçmişe ve amaçlara göre biçimlendirilir. Dolayısıyla İngilizce’nin araç olarak kendisi kendiliğinden egemen anlamlar üretemez. İngilizceyi Amerikan egemenliğiyle özdeştirerek biz anlam üretiriz. Bu dil kullanıldığı çevreden çıkıp bir diğer çevrede kullanılan dilin üzerine çökertildiğinde yeni bir egemenlik kurulmuş olur. Dolayısıyla, sorun bu bağlamda İngilizcenin nasıl kullanıldığı değil, yerel bir dilin yerini almasıdır. Elbette, dilin nasıl kullanıldığı bunu takip eder. Anlam iletiminin başarısı ortak sembollerin (ortak dilin) ve belli bir ortamda ortak yaşam deneyimlerinin olmasına ve bunların örtüşme derecesine bağlıdır. İkinci bir dil özel bir deneyimi ve bu dilin duyarlılıklarının kazanılmasını anlatır. Fakat burada unutulmaması gereken önemli bir faktör vardır: Semboller ortak olabilir, fakat ortak sembollerin olması ortak amaçların olduğu anlamına gelmez. Türkçe veya yabancı bir dilin bir ilişkide kullanımı dilden geçerek üretilenle veya üretilmek istenenin doğasıyla da önem kazanır. Okullarda yabancı dille eğitimde birinci boyut kültürel emperyalizmin varlığının kanıtıdır dedik. İkinci boyut, İngilizceyi kullanmanın kendisi, kendi başına egemenliği anlatmaz. Kullananın ideolojik kimliği ve duyduğu aitlikler yabancı dilden önce gelir. İngilizcenin neyi nasıl anlatmak için kullanıldığı önemlidir. Fakat yine de şunu kesinlikle kabul edelim ki, Türkçenin kullanıldığı bir ortamda İngilizcenin iletişim aracı olarak seçimin kendisi, iki dil arasındaki mücadelede birinin o ortamda egemenlik kurduğunu ifade eder. Bu okullar Türkiye'nin koşullarında Batının "kaliteli" liberal çoğulcu eğitiminin verildiği yer ve aynı anda toplumsal mücadele alanlarından biri durumunda mı? Bu okullarda dili Türkçeleştirmek neyi değiştirir? Sorun kaliteyi düşürme mi? İngilizce eğitim kendi başına kalite anlamına mı gelir? Egemenin dilini bilmekte zarar mı var? Egemenin dilini bilmek ile bu dilde resmi kamu veya resmi özel eğitim yapmak arasında ne gibi farklar vardır? Buna cevabı bir başka örnekle verelim: İngilizce 16 ve 17’inci yüzyıllarda sömürgecilikle ilişkilendiriliyordu ve şimdi post-sömürgecilikle ilişkilendirilmektedir. Bu durum Shakespeare tarafından “'Henry V'” ve “The Merry Wives of Windsor” isimli oyunlarında işlenmiştir. Shakespeare İngilizceyi hem sömürgeciler tarafından kullanılan eski bir dil olarak hem de fethetme ve kendini geliştirme yeteneğine sahip modern bir dil olarak görür (Helgerson, Tichard 1998). Fakat her durumda, dil ile birlikte duyarlılıklar da gelir. Bu duyarlılığın doğası dilin bilinmesinde, dilin kendinde değil, dili kullananın kendi ve öteki bilincinin doğasındadır.

Page 200: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 192

MATERYAL VE DÜŞÜNSEL İLİŞKİSİ: KURULAN YANLIŞ BAĞLAR

Kültürün çözümlenmesi

Marx bazen ekonomi ve kültür arasındaki genel ilişkilere döndü. Bunlardan en önemlisi Siyasal Ekonominin Eleştirisine Bir Katkı yapıtında yer alır. Marx burada, Alman İdeolojisi'nde belirttiği zihinsel üretim ve dağıtım üzerindeki sınıf denetimi sisteminin kendisinin, kapitalist üretim biçiminin temel dinamiğinde yattığını ve koşullandığını belirtir. Dolayısıyla, kültürel üretimin yeterli bir çözümlemesi, sadece denetimin sınıf temelinin çözümlemesini değil, aynı zamanda bu denetimin uygulandığı genel ekonomik koşulların çözümlemesini gerektirdiğini açıklamaktadır. Marx'ın bu açıklaması şaşkınlık yaratmış ve yanlış anlamalara uğratılmıştır.

Birinci yanlış anlama, Marx'ın entelektüel ve kültürel yaşamın ekonomik ilişkiler tarafından "saptandığı" düşüncesi etrafında döner. Marksizm’i eleştirenler bunu “ekonomik belirleyicilik” diye sunmuşlardır: İnsanların düşünceleri ve etkinlikleri tümüyle kendi denetimlerinin ötesinde ekonomik güçler tarafından belirlenir. Bu yorum Marx'ın temel pozisyonunu kasıtlı olarak veya bilmeden hatalı olarak sunmaktır. Marx, "saptama" ve "koşullandırma" kavramlarını bu tür dar anlamda kullanmaz. Fakat daha geniş anlamda, sınırların belirlenmesi, çerçevelerin çizilmesi ve baskı kullanma anlamlarında kullanır. Ayrıca, Marx insanı koşulların kurbanı olarak asla kabul etmez. Aksine insan kendi tarihini kendi yapar; fakat bunu kendini içinde bulduğu koşullardan bağımsız olarak yapmaz: İnsanın tarihsel yapısı tarihin koşullarından gelen ve bu koşullara bir tepkidir.

İkinci yanlış anlama, Marx'ın ekonomik ilişkileri “gerçek temel” ve kültürel ve entelektüel yaşamı bu temel üzerine kurulmuş “üstyapı” olarak nitelemesiyle ilgilidir. Bazıları Marx'ın sözünü sözlük anlamıyla alıp statik ve değişmeyen bir şey anlamına dönüştürmüşlerdir. Bu yorum, Marx'ın kapitalizmi hâlâ gelişme sürecinde olan dinamik bir sistem olarak sunduğu gerçeğini ve aşağıdaki birkaç alt-bölümde sunulanları görmezlikten gelir.

Üstyapıyı bağımsızlaştırma sorunu

Engels 1890’da Josep Bloch’a yazdığı mektupta şöyle diyor: Tarihsel materyalist görüşe göre, tarihte belirleyici faktör, son analizde, gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marx ne de ben bundan fazlasını asla

Page 201: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 193

belirtmedik. Eğer birisi ekonominin tek belirleyici faktör olduğunu ilan ederek saptırıyorsa, bu önermeyi anlamsız, soyut ve aptalca bir klişeye dönüştürür. Engels bunu, fikirleri üretimden bağımsız kılan veya fikirlerin önceliğini öne süren Hegelcilere karşı açıklama olarak getirdiklerini belirtir.

Materyal ile düşünsel olanı soyutlayarak ayırabiliriz; fakat ikisi bir büyünü oluştururlar. Kilisenin Avrupa’da materyal üretimdeki varlığı ve materyal ilişkilerdeki yeri, insanların kafalarındaki düşünselden farklı/ayrı olarak sadece düşünülebilir, fakat her ikisi de gerçekte birlikte vardır.

Kitle iletişimindeki maddi üretim tarzı ve ilişkileri, kendilerini aynı zamanda siyasal ve yasal ilişkiler olarak ortaya koyar. Dilde bu ilişkiler sadece kavramlar biçiminde görülür. Bu kavramlar bir bakıma esrarengiz güçler olarak kabul edilir. Bu kabul yanında, siyasal bilimciler ve hukukçular günlük bilinçte bu kavramlara aynı zamanda belli bir geçerlilik ve daha fazla ilerleme tanırlar; bu kavramlarda mülkiyet ilişkilerinin gerçek temellerini görürler. Örneğin, varolan ilişkiler yasalara göre düzenlendiği için, gerçek ilişkilerin temeli gibi görünür ya da öyle gösterilir. Eğer varolan sistemde günlük etkinliklerin nasıl yapıldığına bakarsak zorunlu olarak bu sonuca varırız: Örneğin, ev alacak veya satacak olan, bunu yasalara uygun işlemlerle yapar. Böylece bu işlemlerle ev alışveriş ilişkisinin temeli bu ilişkileri düzenleyen yasalar olarak görünür.

Aktif özne olarak birey ve koşul ilişkisi

Marx'ın da açıkça belirttiği gibi insanları biçimlendiren koşullardır, fakat insan içinde bulunduğu koşullara reaksiyonla kendi tarihini kendi yapar. Eğer işçi ve köylü sınıfları "dışarıdaysa," bu mücadele tarihlerindeki bugünkü durumlarını işaret eder. Nereden başlayıp nereye geldiklerini gösterir. Ayrıca bu yaşanan toplum sisteminin toplumdaki gurupların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmesi için verdikleri mücadele ve aldıkları yeri gösterir. İdeoloji artık 19. yüzyılın siyasal ideolojilerinde olduğu gibi, içsel tutarlılığa sahip fikirler ve inançlar sistemi şeklini almaz. Onun yerine, iletişim endüstrisi ürünlerinin içinde taşıdığı bir biçim olmuştur. Bu biçim statükoyu kopya eder ve kişileri ona entegre eder, öteye gitmeyi ve eleştirel bilinci ortadan kaldırır. Kitle iletişim endüstrileri "sahte bilinç" ve "sahte fikir birliğini" çıkarır. Tüm bunları yapan insandır: İnsanın kendine ve birbirine yaptığıdır.

Page 202: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 194

Aktif öznenin yerinden edilmesi: Metin/dil dışında gerçek olmaması

Marx’ın doğru olarak belirttiği gibi tarih, teknoloji, metin, dil kendi başlarına bir canlılığa, bir yapma kapasitesine sahip aktif özneler değildir. Siyasal düşünce” tarih yapamaz. Bunların hepsi özne olan insana aittir. Yapan insandır. Fakat biliş ve davranış yönetiminde yapılanlardan biri de, insanı merkezden almak ve onun yerine, örneğin dili, düşünceyi, ideolojiyi, şirketi, televizyonu yerleştirmektir. Böylece, merkeze ne yerleştiriliyorsa, her şey ona (örneğin şirkete) göre düşünülür ve yorumlanır.

Özellikle küresel pazarın çıkarlarını koruyan veya küresel pazarın çıkarlarına ciddi tehlike oluşturmayan “post” ön ekiyle gelen kuramsal yaklaşımlarda, insan ve insanın oluşturduğu materyal ilişkiler yapısı kültürden, ideolojiden ve metinden (ifade edilmişten) geçerek anlamlandırılır. İdeolojinin, dilin, kültürün veya her hangi bir metnin (söylemin) tarihi ancak insanla ve insanın kendini ve toplumunu üretme biçimi ve ilişkileri içinde olabilir. Metinler-arasılık (Intertextuality) düşünsel ürünler bağlamında değil, ancak bu bağlamların olduğu örgütlü yer ve zamandaki insanla anlam bulabilir. İnsanı ve toplumunu anlattığını iddia eden fakat insanı merkezden eden yerde öykülemeler, hurafeler ve masallaştırmalar başlar.

Canlı insanın canlı ilişkileri hiç kimsenin doğru dürüst tanımlayamadığı “discourse” denen mekaniksel “söylem” sürecine (ifade edilmişin veya edilenin kendisine bakarak anlamlandırılmasına) indirgenince, hele bir de buna, mevsimlik tekrarlanan standartlaştırmayla yaşayan moda dünyasını bile göremeyecek kadar körler tarafından, “hiçbir şey kalıcı değildir, her şey sürekli değişir, dolayısıyla tekrarlanan kalıplar yoktur” düşüncesi eklenince, Karl Marx’ın “metni” sadece diğer milyonlarca metin arasında bir metin olur: Sadece olası açıklamalardan biri yapılır. Böylece, siyasal ve ekonomik bağlam, en iyi biçimiyle, ifade edilen içine (metne, örneğin bir televizyon programına, romana, vücut diline, giysi tarzına) indirgenir ve bu indirgenen metin/söylem içinden geçerek anlamlandırılır. Dünya, örneğin, asgari ücretler ve fiyat politikalarıyla yoksullaştırma ve yoksun bırakmayla yürütülen egemenlikler ve mücadeleler dünyası değil, asgari ücretin “..e göre” anlamlandırıldığı metinler dünyası olur. En son ne zaman anlamlandırmayla, söylemle, dilin belirlediği gerçekle karnını doyurdun, kiranı ödedin, alışveriş yaptın?

Page 203: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 195

Metin içi ve metinler arasılıkla kurulmaya çalışılan bağlam gerçek insan ilişkileri ve pratiği bakımından bağlam dışıdır, günlük yaşam bağlamından yoksundur; tarihsiz, öznel ve sadece bunu yapanlara ve egemen pazara faydalı çabalardır.

Kişilerin, “insanları siyasal olarak özgürleştiren metinlerden” ve “karşıt okumalardan” geçerek bireysel kimlikler kurması ve televizyon durum komedilerinden ve dizilerden geçerek kapitalizme karşıtlık oluşturması iddiası karşıtlığı mücadeleye dökecek, sendikalaşma gibi örgütlenmenin olmadığı bir koşulda, yazarın kendini ve ona inananları kandırdığı, saçmalıktır. İnsan metinlerle ve metinlerden geçerek yaşamıyor. Metinlerle ve metinlerden geçerek karın doyuranlar ve karşıtlık üretenler (örneğin köşe yazarları, televizyonda tartışma programları yapan aydınlar) için bile bu doğru değildir, çünkü onlar yaşamlarını metinler üreterek ve bu üretimden para kazanarak yapmaktadır; metinlerle yaşayarak değil.

Metni anlama ve anlamlandırma belli örgütlü yer ve zamanda egemenlik ve mücadele ilişkileri ve fiziksel ve sosyal olarak varlığını sürdürebilme koşullarıyla bağlam kurmayı gerektirir. Pozitivistler izleyici araştırmaları yapar, etkiyi ararlar; izleyici araştırmaları şirketlere ve bilinç yönetimi yapan herkese oldukça faydalıdır. Onlar, asla televizyonla ilgili asıl sorunun televizyonu yöneten eğitimlilerin çıkar hesapları ve bu hesaplara göre oluşturulan içerik biçimleri olduğunu kabul etmezler ve onu incelemezler bile. Onun yerine, izleyici araştırmaları yaparlar ve daha da aşağılık bir şekilde televizyon sorunlarının tek bir çözümü vardır, o da izleyicileri eğitmektir” diyerek, izleyicileri aşağılarlar ve dürüst insanları iğrendirerek kustururlar. İzleyici araştırmaları yapanlar ile, “izleyici kendi anlamını inşa eder (metin çözümler, inşa-yıkar ve yeniden-inşa yapar) diyen alımlama araştırmacısından farkı ne? Biri pozitivist empirik araştırmayla apaçık bir şekilde şirketlerin çıkarını gerçekleştirir ve para kazanır (bazıları para bile kazanmaz). Diğer (alımlama araştırması yapan) şirketlerin doğrudan kullanabileceği istatistiksel veriler sunarak şirketlere yardım etmezler, onun yerine eleştiri olarak sunulan biliş iğfaliyle, hem düzenden memnun olamayan kendilerini rahatlatırlar, hem düzenden memnun olmayan kendileri gibi olanları rahatlatırlar hem de egemen yapılar için işlevsel olan eleştiri sunarak toplumu yönetenleri rahatlatırlar. Hele bir de, Karl Marx’ı “Freudcu anlamlandırmayla analiz eder ve Marx’ın bu fikirleri sunmasını ödipüs kompleksle veya “bilinçaltına atılmış doyumsuzlukların ifadesiyle” açıklarsan, sen “eleştirel iyiler” arasına dahil edilirsin.

Page 204: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 196

Metinler (sözler, giysiler, gazetedeki yazılanlar vb) belli bir örgütlü yer ve zamanda yaşayan insanın kendini çeşitli amaçlara ve gereksinimlere bağlı olarak ifadeleridir. Dolayısıyla, metinlerde yaşananın ve biçimlendirilmişin ifadelerini buluruz. Bunları elbette incelemek gerekir. Ama bunu incelerken bunların belli insan ilişkileri koşulunda tarihsel olarak belirlenmiş ifadeler olduğunu göz ardı etmemek ve ifadelerin anlamlandırılmasını gerçek insan ilişkileri koşuluyla bağlar kurarak yapmak gerekir. Bunların yanında, en çok vurgulamak istediğim şudur: Metni okuma (alımlama) sorunsalından önce, metni üreten, dağıtan, tüketen, okuyan ve inceleyen “beyne, düşünceye” değil, o beyni ve düşünceyi taşıyan insanın günlük kendini fiziksel ve sosyal olarak üretmesindeki biçimlere ve ilişkilere, alımlamada belli biçimde çözüm yapan insanın bu şekilde çözüm yapmasını belirleyen koşullara bakmak gerekir. Dürüst akademisyen/insan, alımlama ile sunulan eleştiriyle, izleme araştırması yapan bazı akademisyen bozuntularının eksik bıraktığını tamamlama işine girmez. Dürüst akademisyen/insan “bazı akademisyen bozuntusu” kavramını kullanmama takılarak, asıl gerçeği bir kenara itip, benim “söylemimin” katılığıyla ilgilenmez. Dürüst ve aklı başındaki bir insan “televizyonlardaki, insanlara insanca değerler işlemeyen çöplüklere çözüm” nedir?” sorusuna, “televizyonlarda o tür programları yapanlar çözümün ne olduğunu domuz gibi biliyorlar” diye yanıt verildiğinde, var olan çıkarlara uygun aşağılık anlamlandırma yönelimine bir diğerini ekleyerek, gerçeği bir kenara itip, “bize domuz” dedi diye olabilecek en aptalca yorumu yapmaz. “Domuz gibi biliyorlar” demek, “siz domuzsunuz” demek değildir. Bu son örnekten, bir diğer gerçek daha ortaya çıkmaktadır: Doğru anlamlandırma veya anlamlandırmanın nedeni, öyle yapıldığını, anlamlandırmanın anlamını ancak onun olduğu ilişkisel, duygusal, tarihsel, şimdi ve çıkar bağlamında ele alırsak “açıklamak istediğimizi doğru açıklarız; elbette, açıklamak istediğimizi doğru açıklamak gibi bir amacımız varsa.

Aktif öznenin yerinden edilmesi: Tarihin tarih yapışı

Marksizm, tarihi birbirini izleyen önceden bilinmeyen nadir olaylar dizisine ve insanların birbiriyle çatışan isteklerine indirgeyen görüşü kabul etmez. Tarihin itici gücü, insanlar arası ilişkilerdir. "Bizim tarih anlayışımız her şeyin ötesinde, araştırma için bir yol göstericidir; Hegelcilerin tarzı gibi yapı için bir manivela değil" (Engels,1890:71). Her tarih, her toplum araştırılmalı, toplumun farklı biçimlerinin varlık koşulları incelenmelidir.

Page 205: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Eleştirel iletişim anlayışı 197

Yani incelemeler soyut fikirlerden değil, somut gerçeklerden hareket edilerek yapılmalıdır.

Maddeci tarih anlayışı, üretimin her toplumsal düzenin temeli olduğu ilkesiyle başlar: Tarihte görülen her toplumda zenginliklerin dağılımı ve toplumun sınıflara veya tabakalara ayrılması, (a) ne üretildiği, (b) nasıl üretildiği (üretim biçimi ve ilişkileri) ve (c) üretilenin nasıl el değiştirdiğine bağlıdır.

Tarih kendi başına hiçbir şey yapmaz; savaşlar onun eseri değildir. Onları yaşayan insanlar yapar. Tarih, kendi amaçlarına ulaşmak için insanı kullanmaz. O, kendi amaçları peşinde koşan insanların etkinliklerinden başka bir şey değildir (Marx ve Engels 1844).

Küreselleşme, emperyalizm ve medya emperyalizmi

Dikkat edilirse, kurulan yanlış bağlar oldukça çoktur. Günümüzde en moda yanlış bağlardan biri de küreselleşmedir.

Günümüzde artık kimse emperyalizm gibi “geçmişin kavramlarından bahsetmiyor, bahseden de “60’larda kalmış” olarak niteleniyor. Günümüzde artık küreselleşme, karşılıklı bağımlılık, yönetişim gibi kavramlar gündemde. Bir kavramın ve anlatının gündemde olması onun anlattığının geçerliliğini kanıtlamaz. Bir kavramın gündem dışı bırakılması, o kavramın açıkladığı gerçeğin artık olmadığını anlatmaz. Küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramlar hızla küreselleşen kapitalist imparatorluğun (emperyalizmin) kurnazca hazırlanmış kılıflarıdır.

Küreselleşme (globalization) çoğunlukla iletişimdeki gelişmelerden geçerek uluslararası alışverişlerin (exchange) büyümesi safhasını anlatmak için kullanılır. Küreselleşme ekonomik anlamda kapitalist pazarın dünya üzerindeki yaygınlığını yücelten bir kavramdır. Siyasal anlamda ise kendine dönük ulus devletlerin ve korumacı politikaların son bulduğunu heceler. Küreselleşme yerel olanın son bulduğunu ve herkesin ve her şeyin dünyaya ait olduğunu anlatır. Küreselleşme, bu aitlikte beraberlik ve karşılıklı bağımlılık anlamını taşır. Küreselleşme emperyalizm kavramını ortadan kaldırır ve emperyalizmin sonunu ilan ederek onun yerini alır. Bu bağlamda küreselleşme günümüzün egemen yapılmış gerçeğidir: Bu gerçeğe göre, toplumlar ve insanlar artık enformasyon ve iletişim ağlarıyla birbirine bağlanmış durumdalar. Karşılıklı ilişki ve bağımlılık içindeler ve isteseler de dışarıda olamazlar. Dikkat edilirse, küreselleşmeyle ilgili anlatılar küreselleşme gerçeğini açıklamaktan çok gizlemektedir. Aslında,

Page 206: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İrfan Erdoğan 198

küreselleşme fikri pazarlama ve yönetim uzmanlarının malıdır. Onların dünya görüşü ve yeni dünya düzeni için meşrulaştırıcı ve mitler yaratan anahtardır.

Elbette, küreselleşme diye bir yapı var: Büyük sermaye küreselleşmekte ve pazar (emek ve küçük sermaye) küresel çıkarların gerçekleşmesi için yerele hapsedilerek küreselleştirilmektedir. Küresel serbest pazarda sermaye serbesttir ve emek ise kontrol edilen pazar durumundadır. Küreselleşme aynı zamanda, Küreselleştirilen emek gücünün birleşmesini ve kendiyle küresel seviyede mücadeleye girmesini önlemek için, kendi küreselleşirken, emeğin gücünü yerelleştirerek böler, parçalar. Bunu da esnek üretim ve küresel-yerelleşme gibi politikaları uygulayarak yapar.

Günümüzde küresel şirketler yerel, ulusal ve uluslararası seviyelerde çalışmaktadır. Küreselleşmiş pazarda bir şirket aynı anda yerel ve uluslararası olmak zorundadır. Bu durumdan “glocalization” denen küresel-yerelleşme kavramı çıkarılmıştır. Küresel-yerelleşme ile tasarım, üretim, pazarlama ve bir zamanlar ayrı olan faaliyet alanları coğrafîk bütünleşmeye uğratılır. Bu entegrasyonla birlikte, küreselleşmenin bilincini yaratan ideolojik biçimlenmeler de ortaya çıktı. İfade özgürlüğü artık siyasal alandan ekonomik alana taşındı ve “ticari ifade özgürlüğü” oldu. Ticari ifade özürlüğü serbestçe ticari faaliyette bulunmadır. Bu özgürlük, insan hakkı tanımını endüstriyel öznel çıkarlar için yeniden yapmaktadır: Her yıl milyonlarca insanı katleden tütün/sigara endüstrileri insan haklarına uygun ve sosyal sorumluluk duygusuyla sigaraların üzerine “sigara sizi öldürür” diye yazarak “duyarlılık promosyonu” yapmaktadır.

Page 207: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s. 199-228

Karl Marx İnsan, toplum ve iletişim

İNSAN VE TOPLUMU

Marx'a göre, şekli ne olursa olsun, toplum insanların karşılıklı etkinliklerinin ürünüdür. İnsanlar isteklerine göre, herhangi bir toplum şeklini seçmede özgür değildir. İnsanın yeteneklerinin gelişmesinin belli bir durumu dikkate alındığında, buna karşılık olan bir ticaret ve tüketim biçimi anlaşılabilir. Belli bir üretim, ticaret ve tüketim gelişme devresi, yanında ona karşılık bir toplumsal alt yapı, aile, düzen, sınıflar, tek sözcükle sivil toplum getirir. Böyle bir sivil toplum da onun resmi ifadesi olan bir siyasal devlet yaratır.

Toplum sadece kişiler topluluğu değildir; bu kişilerin birbirine karşı olan ilişkilerin toplamıdır. Köle ya da yurttaş olma kişiler arası toplumsal bir şekilde belirlenmiş bir ilişkidir. İnsan ancak toplum içinde ve toplum içinden geçerek köledir. Bu, işçi, köylü, kapitalist, bakkal, hırsız, zengin, fakir, ev sahibi ve kiracı için de aynıdır. Yoksul ile zengin, kapitalist ile işçi arasındaki fark ancak toplumsal açıdan vardır. Toplumdaki belli ilişkiler sonucu ortaya çıkan oluşumlar (yoksulluk, zenginlik, işsizlik, evsizlik, açlık), bu belli biçimin değişmesiyle değişir, ortadan kalkmasıyla onlar da kalkar.

Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) yapıtının önsözünde, insan ve toplumuyla ilgili temel kuramsal yaklaşımını şöyle açıklamaktadır:

Ulaştığım ve ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk eden genel sonuç, kısaca şöyle özetlenebilir: Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, kaçınılamaz bir şekilde, aralarında kendi arzularından bağımsız, belirli ilişkilere girerler; yani, onların maddi üretim güçlerinin belirli bir gelişme seviyesine uygun üretim ilişkilerine (girerler). Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını,oluşturur, yasal ve siyasal üstyapının yükseldiği ve belli sosyal bilinç biçimlerinin tekabül ettiği gerçek temeli oluşturur.

Forum

Page 208: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 200

Maddi hayatın üretim tarzı, sosyal, siyasal ve entelektüel hayatın genel sürecini belirler. İnsanların yaşam biçimini belirleyen bilinçleri değildir; ama, onların bilincini belirleyen sosyal yaşam biçimleridir. Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri var olan üretim ilişkilerine veya – bu sadece aynı şeyi yasal terimlerle ifade eder—o zamana kadar çalıştıkları çerçeve içindeki mülkiyet ilişkileriyle çatışmaya başlar. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimlerinden, bu ilişkiler onların prangasına dönüşür. Ardından, toplumsal devrim dönemi başlar. Ekonomik temeldeki değişmeler tüm koca üstyapıyı eninde sonunda dönüşüme götürür. Bu tür dönüşümleri incelemede, doğa bilimlerindeki kesinlikle saptanabilen üretimin ekonomik koşullarının maddi dönüşümü ile yasal, siyasal, dini, artistik veya felsefi – kısaca, insanın bu çatışmanın fakına vardığı ve savaştığı ideolojik biçimleri— ayırt etmek daima zorunludur.

Nasıl ki, insan bir kişiyi onun kendini ne sandığıyla değerlendir- mezse, aynı şekilde, insan böyle bir dönüşüm dönemini kendi bilinciyle değerlendiremez, fakat, aksine, bu bilinç maddi yaşamın çelişkilerinden, üretimin sosyal güçleri ve üretim ilişkileri arasında var olan çatışmadan açıklanmalıdır. Hiçbir sosyal düzen yeterli üretici güçler gelişmeden asla yıkılmaz ve yeni üstün üretim ilişkileri, varlıkları için gerekli maddi koşullar eski toplumun içinde olgunlaşmadıkça asla eskinin yerini alamaz. Bu nedenle, çözüm için gerekli materyal koşullar hazır olduğu zaman veya biçimlenme sırasında problemin kendisinin yükseldiğini yakın inceleme her zaman gösterdiği için, insan ancak çözebileceği görevlere kendini hazırlar. Genel olarak, Asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumun ekonomik gelişmesindeki dönemler olarak atanabilir. Burjuva üretim tarzları, toplumsal üretim sürecinin son düşmanca biçimidir — bireysel düşmanlık anlamında değil, fakat bireylerin sosyal yaşam koşullarından çıkıp gelen bir düşmanlık--, fakat burjuva toplumunun içinde gelişen üretici güçler bu düşmanlığın çözümü için materyal koşulları da yaratırlar. İnsan toplumunun tarihöncesi bu sosyal biçimlenmeyle kapanır.

MATERYALİN ÜRETİMİ

Üretim

Marx Grundrisse’de “Siyasal ekonominin eleştirisinin temelleri” başlığı altında “dolaşım (üretim, tüketim, dağıtım, mübadele) konusunu incelerken önce “üretim” ile başlar ve üretimde başlangıç noktası olarak “toplumda üretim yapan bireyleri, dolayısıyla, toplumsal olarak belirlenmiş bireysel üretimi” alır. Marx toplum dışında bir bireyin kendi başına üretim yapacağını (dolayısıyla toplum dışında dil, anlam, dil, özgürlük, bireycilik olacağını)

Page 209: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 201

saçma bulur. Marx için, birlikte yaşayan ve birbiriyle konuşan insanlar olmadan dil olamaz (özgürlük, bireycilik, kölelik) ve aynı şekilde, toplum dışında yalnız bir insan tarafından üretim de saçmalıktır. Dolayısıyla, Marx’a göre, insan, hayatını ve hayatı diğer insanlarla birlikte üretir ve bunu yaparken yaşamın ve üretimin her türlü ifadelerini de üretir.

Marx, yukarıdaki açıklamasından sonra, “üretimin tarihsel ilişkisinin ebedileştirilmesi” alt-bölümünde “üretim” ile ne demek istediğini açıklar. Marx üretimi açıklarken (yani özelden başlarken) birey ve toplum arasındaki bağı kurar ve üretimde (ve toplumun anlaşılmasında), merkeze üretim yapan insanı yerleştirir:

Biz üretimden bahsettiğimizde, daima aklımızda olan toplumsal gelişmenin belli safhasındaki üretimdir, toplumdaki insanlar tarafından yapılan üretimdir. Bu nedenle, üretimden bahsedebilmek için ya tarihsel gelişme sürecini farklı dönemlerinden geçerek izlemeliyiz, ya da önceden, modern burjuva üretim gibi, belli bir tarihsel dönemle ilgilendiğimizi açıklamalıyız (Marx, Grundrisse, Production, Consumption, Distribution, Exchange)

Marx için üretimin evrensel koşulları denen şeyler hiçbir gerçek tarihi üretim aşamasının kavranmasına bir yararı olmayan soyut öğelerden başka bir şey değildir:

Yine de, her üretim dönemi belli ortak özelliklere, ortak karakterlere sahiptir…. Genel anlamda bir soyutlamadır, fakat üretim ortak elemanı çıkarır ve tamir eder, ve böylece bizi tekrardan korursa bir rasyonel soyutlamadır. Hala, bu genel kategori, karşılaştırmayla elenip çıkarılan bu ortak elemanın kendisi çoğu kez parçalara ayrılmıştır ve farklı belirleyicilere ayrılmıştır. Bazı belirleyiciler her döneme aittir, diğerleri sadece birkaçına. (Marx, Grundrisse, Production, Consumption, Distribution, Exchange)1.

Marx mülkiyetin (veya mal sahibi olma isteğinin) “üretimin ön koşulu” olduğu görüşünü kabul etmez: Her üretim, bir birey için bir toplum biçimi içinde ve toplumdan geçerek doğadan elde etmedir (sahip olmadır).2 Marx için, “mülk (sahip olma) üretimin ön koşuludur (belirleyicisidir)” demek totolojidir. Benzer şekilde, üretimin olmadığı, dolayısıyla herhangi bir tür mülkiyetin olmadığı düşüncesi de totolojidir (yani. aynı şeyi kendisiyle

1 Not: Türkçe ve İngilizce farklı kaynaklardan ayrıntılı okumak isteyenler için, kaynakça, bu bölümde bu şekilde verildi. 2 “Toplum içinde” ve “toplumdan geçerek” kavramları Marks için insanı anlamada en temel kavramlar arasındadır.

Page 210: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 202

açıklamaktır; çünkü üretim demek sahip olmak demektir, elde etmek, sağlamak demektir).

Marx’ın belirttiği gibi, üretim araçları olmadan üretim mümkün değildir, hatta bu araç sadece bir el olsa bile.

Üretim ve işçinin yabancılaşması

Kapitalist üretim tarzı ve ilişkileri içinde insanlar birden fazla yabancılaşma deneyimlerler: (a) İş alanındaki yabancılaşmada insan ürettiği nesneden yabancılaşır; Üretilen nesneden yabancılaşma üretim sürecinin, üretim faaliyetinin bir sonucudur. Mallar/emtialar insan emeğinin yabancılaşmış ürünleridir. (b) İnsan üretim sürecinden yabancılaşır: Neyin nerede, hangi koşulda, ne amaç ve sonuçlarla üretileceğine karar verme gücünden insanın tümüyle yoksun bırakılması; iş koşullarının tümüyle insanın dışında, ona rağmen belirlenmesi. (c) Ürün üretildikten sonra, ücret vererek üretilenden ve zenginlikten emeğin yoksun bırakılmasıyla gelen yabancılaşma; (ç) Kaynaklarla bağ kuran paranın, özü ve değeri tanımlaması ve tapılan amaç haline gelmesiyle oluşan yabancılaşma (d) kendini gerçekleştirememe nedeniyle veya üretim tarzının getirdiği materyal ve bilişsel egemenlik altında biçimlenmiş kendiyle, kendi kendinden yabancılaşması. (e) diğer insanlardan yabancılaşma: İnsanın işine, işinin ürününe ve kendisine olan ilişkisinde gerçek olan, aynı zamanda diğer insanlarla olan ilişkisinde de gerçektir. Marx'ın belirttiği gibi (1844a)

“emeğinin ürünü ne olursa olsun, işçi olduğu gibi" değildir. Bu nedenle, ürünü daha çok oldukça, işçi daha az "kendisi" olur. İşçinin ürününe yabancılaşması sadece emeğinin bir nesne olması değil, fakat ürünün işçinin dışında, bağımsızca, işçiye yabancı bir şey olarak varolması ve işçiye karşı duran kendi başına bir güç olması anlamına gelir. Bu nesneye işçinin verdiği yaşam, düşman ve yabancı bir şey olarak işçiye karşı durması demektir.

Üretimin dağıtım, mübadele ve tüketimle genel ilişkisi

Günümüzde dağıtım kavramı, mal ve hizmetlerin kullanım safhasına ulaştırma olarak ele alınır. Dağıtım sorunları şirketin pazara ulaşma ve yayılma sorunları olarak düşünülür. Bu tür anlatıda, “paylaşım” (zenginliğin yaratılması ve bölüşümü) yoktur. Marx için, toplum üyeleri, gereksinimlerine göre üretim yaparlar. Dağıtımla bireyin üründeki payı belirlenir. Mübadele ile zaten bölüşülmüş paylar bireysel gereksinimlere göre daha da bölünür. Tüketimle, ürün bireyin gereksiniminde kullanılan ve kullanımla bu

Page 211: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 203

gereksinimi gideren nesne olur. Dağıtım bireye düşen ilişkiyi (miktarı) belirler. Mübadele bireye dağıtımla düşen paya göre talep ettiği üretimi belirler. Tüketim tüm süreci yeniden başlatan bitiş noktası olarak düşünülür. Marx için, üretimi, dağıtımı, mübadeleyi ve tüketimi birbirinden bağımsız, ayrı şeyler olarak düşünmek yanlıştır.

Tüketim ve üretim

Marx’a göre, üretim ve tüketim aynı anda olur: Üretirken tüketiriz ve Tüketirken üretiriz. Marx bu ilişkiyi çeşitli yönleriyle, tartışmaktadır: Üretim de o anda olan tüketimdir. İki katlı tüketim, öznel ve nesnel: Birey üretimde sadece kendi yeteneklerini geliştirmez aynı zamanda harcar, üretim eyleminde kullanır. Üretirken kullanımla üretim araçlarının eskimesi tüketimdir. Benzer şekilde, ham madde kullanım sonucu doğal biçimini ve bileşimini kaybetmesi nedeniyle tüketilir. Üretim eylemi, dolayısıyla, her anında bir tüketim eylemidir. Tüketim de o an olan üretimdir. Yemek yemek bir tüketme şeklidir. Yemek yerken yapılan tüketimle, insan kendi vücudunu üretir. Bu her tür tüketim için doğrudur, çünkü her tür tüketimle insan bir şekilde kendi fiziksel varlığını üretir. Üretimin o an tüketim ve tüketimin de üretim olması, her birinin diğerine zıt olmasıdır. Fakat bu zıtlık yanında, ikisi arasında “arayan giren” bir hareket olur. Üretim tüketimi aracılar (yani, üretim tüketimin maddesini yaratır, bu madde olmaksızın, tüketimin tüketeceği nesne olmaz). Aynı zamanda, tüketim de üretimi aracılar: Tüketim yoksa, üretim de yoktur, çünkü üretimin bir anlamı kalmayacaktır.

Marx’ göre, tüketim üretimi iki şekilde üretir: Birincisi: Bir ürün tüketilirse (kullanılırsa) gerçek üründür. Bir giysi ancak giyme eylemi içinde gerçek bir giysi olur. Kimsenin yaşamadığı bir ev gerçek bir ev değildir. Dolayısıyla, bir ürün, doğal bir nesneden farklı olarak, ancak tüketimden geçerek bir ürün olur. Bir ürüne “bitiş dokunuşunu” (son fırçayı) tüketim verir. Çünkü ürün nenselleştirilmiş eylem olarak üretim değildir. Ürün aktif nesne için (insan için) nesne olarak üretimdir. İkincisi: Tüketim yeni üretim için gereksinim, neden, dürtü yaratır.

Üretim tüketim için materyal ve nesneyi sağlar. Nesnesiz tüketim, tüketim değildir. Bu bağlamda, üretim tüketimi yaratır, üretir. Fakat üretim tüketim için sadece nesne yaratmaz, aynı zamanda, tüketime üretimin özelliğini, karakterini, bitmiş halini verir. Nesne genel bir nesne değildir, belli şekilde tüketilecek ve üretim tarafından aracılanacak belli bir nesnedir: Açlık açlıktır. Ama çatal ve kaşıkla yenen pişmiş etle doyurulan açlık, elle yenen çiğ etle

Page 212: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 204

doyurulan açlık aynı değildir. Dolayısıyla, üretim sadece nesneyi üretmez, aynı zamanda tüketim tarzını da üretir. Böylece, üretim tüketiciyi de üretir. Ayrıca, üretim gereksinim için materyali sağlamaz, aynı zamanda materyal için gereksinimi de sağlar. Bu yolla, üretim özne için nesneyi yaratmaz, aynı zamanda nesne için özneyi de yaratır (yani, üretim hem maddeyi üretir hem de tüketiciyi). Dolayısıyla, üretim (1) tüketim için materyali yaratarak, (2) tüketimin tarzını belirleyerek ve (3) ürünü yaratarak tüketimi üretir (Marx, Grundrisse).

Dağıtım ve üretim

Marx dağıtımı diğer süreçlerle ilişkilendirerek açıklar. Marx için dağıtım sadece ürünlerin dağıtımı olarak ele almak çok basit ve yüzeyde bir yaklaşımdır. Sadece ürünlerin dağıtımı olarak düşünülmemesi gereken dağıtımı gerçek ilişkiler yapısı içinde açıklar: Dağıtım üreticilerle ürünler, dolayısıyla, üretim ve tüketim arasına girer; sosyal yasalara uygun olarak üreticinin payının ne olacağını belirler. Faiz ve kâr dağıtım tarzlarıdır ve bu dağıtım tarzının önkabulü sermayenin üretim aracı olduğudur. Faiz ve kâr, benzer şekilde, sermayenin yeniden üretim biçimleridir (Marx, Grundrisse).

Üretim aracı olan emek, dağıtımda, dağıtımın özelliği olarak görünür. Eğer emek ücret emeği olarak belirlenmeseydi, kölelikte olduğu gibi üründen aldığı pay ücret olarak görünmeyecekti. En gelişmiş dağıtım biçimi olan toprak kirası, üretim aracı olarak geniş çapta toprak mülkiyeti, aslında geniş çaplı tarım gerektirir. Dağıtım tarzı ve ilişkileri (dağıtımın yapısı) tümüyle üretimin yapısı tarafından belirlenir. Dağıtımın kendisi hem nesnesinde hem de biçiminde, üretimin bir ürünüdür.

Dağıtım, ürünlerin dağıtımı olmadan önce, (1) üretimin enstrümanlarının dağıtımıdır; (2) toplumun üyelerinin farklı türdeki üretimlerde dağıtımıdır. Ürünlerin dağıtımı sadece bu dağıtımın (üretimin yapısının) bir neticesidir.

Alışveriş/mübadele ve sirkulation/dolaşım

Dolaşım mübadelenin sadece belli bir anıdır ve aynı zamanda mübadelenin tümü olarak düşünülür. Mübadele, üretimle belirlenen dağıtım ile tüketim arasında “aracılayan” bir andır. Üretimin kendi içinde yer alan faaliyetlerin ve yeteneklerin alışverişi, doğrudan üretime aittir ve üretimi oluştururlar. Benzer şey ürünlerin alışverişinde de olur: Alışveriş, ürünü bitirme ve doğrudan tüketim için uygun hale getirme yoludur/aracıdır. Bu çerçevede, alışveriş/mübadele üretimin kendi içindeki bir faaliyettir.

Page 213: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 205

Dağıtıcılar ve dağıtıcılar arasındaki alışverişin örgütlenmesi, kendisi üretme faaliyetidir ve tümüyle üretim tarafından belirlenir. Alışveriş, ürünün doğrudan tüketim için el değiştirdiği son safhada üretimden bağımsız ve ilgisiz görünür. Aslında (1) İster iş bölümü kendiliğinden, anlık, doğal olsun veya tarihsel bir gelişmenin ürünü olsun, iş bölümü olmaksızın bir alışveriş yoktur. (2) özel alışverişin ön koşulu özel üretimdir. (3) Alışverişin yoğunluğu, uzantısı ve tarzı (nasıl yapıldığı) üretimin yapısı ve gelişmesi tarafından belirlenir.

Marx, incelemelerinde ulaştıkları sonucun üretimin, dağıtımın, alışverişin ve tüketimin aynı şey olduğu sonucuna ulaşmadıklarını, bunların bir bütünün içindeki farklılıklar olduğunu (bir bütünün üyeleri olduğunu) belirtir: Üretim, sadece kendisi üzerinde değil aynı zamanda diğer anlar üzerinde de baştan egemendir. Süreç, yeniden başlamak için daima üretime geri döner. Alışveriş ve tüketim egemen olamaz. Benzer şekilde, ürünlerin dağıtımı olarak dağıtım, üretim öznelerinin/agents dağıtımı olarak kendisi üretimin bir anıdır. Belli bir üretim belli bir tüketimi, dağıtımı ve alışverişi belirler. Aynı zamanda, bu farklı anlar arasındaki belli ilişkileri belirler. Tek yanlı biçimiyle üretimin kendisi diğer anlar tarafından belirlenir. Örneğin, eğer alışveriş alanı genişlerse, üretimin hacmi büyür ve farklı branşlar arası bölünmeler de derinleşir. Dağıtımdaki değişim üretimi değiştirir. Tüketim gereksinimleri üretimi belirler. Farklı anlar (üretim, dağıtım, alışveriş ve tüketim) arasında karşılıklı ortak ilişkiler olur. Bu her organik bütün için böyledir.

Devlet ve toplum yapısı

Marx'ın yaklaşımının yapısını belirten temel kavram üretim biçimidir. Marx için üretim, sadece ekonomik bağlamda malların üretimi değildir. Marx üretim dediğinde, tarihsel bir toplumdan bahsetmektedir. Örneğin adalet sisteminin kendini üretmesi suç ve cezanın üretilmesine bağlıdır. Suçun üretilmediği yerde (suçun olmadığı veya bir şeyin suç olarak tanımlanmadığı veya güçlünün suçlu-egemenliğine devam etmek için), yasasıyla, polisiyle, mahkemesiyle ve hapishanesiyle adalet sistemi ve bu sistemi besleyen hukuk fakültesi gibi diğer sistemlere de gerek kalmazdı, oluşmazdı.

Marx için toplumsal yapı ve devlet sürekli belli maddi sınırlar, varsayımlar ve koşullar altında aktif olan gerçek insanların yaşam süreçlerinden çıkarak gelişir. Devlet topluma dışarıdan zorla kabul ettirilmiş bir güç değildir, aksine, gelişmenin belli bir evresinde oluşan toplumun ürünüdür. Devletin varlığının nedeni, birbiriyle çatışan sınıfların olmasıdır.

Page 214: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 206

Sınıf düşmanlığını denetleyen devlet, normal olarak ekonomik bakımdan egemen olan sınıfın kontrolündedir. Egemen sınıf devlete sahip olmakla, ezilen sınıfın sömürüsünde ve aşağı tutulmasında yeni araçlara ve olanaklara sahip olur. Eski devlet, her şeyin ötesinde, kölelik koşullarını garantileyen köle sahiplerinin devletiydi. Feodal devlet köylü serfleri ve köleleri tutmak için soyluların bir organıydı. Çağdaş temsili devlet, sermaye tarafından kitleleri sömürme mekanizmalarını garantileyen ve geliştiren araçtır. Devlet sonsuzdan beri varolmamıştır. Devleti ve devlet gücünü bilmeyen toplumlar da varolmuştur. Gelişmenin belli bir evresinde, toplumun sınıflara ayrılmasını içeren evrede, devlet bu ayrılma nedeniyle zorunlu olmuştur. Üreticilerin üretimi özgür ve eşit birleşme temeli üzerine yeniden örgütlediği bir toplum, devleti antikler müzesine kaldıracaktır (Engels, 1884). Devlet, egemen sınıfın bireylerinin kendi ortak çıkarlarını teyit ettiği ve bir dönemdeki sivil toplumun tümünün özetlendiği bir şekildir. Tüm toplumsal örgütlerin biçimlenmesinde, devlet arabulucu olarak etkinlikte bulunur ve bu örgütler siyasal bir biçim alır. Dolayısıyla, yasanın özgür isteğe dayanması bir düştür. Hukukun din kadar az bir bağımsız tarihe sahip olduğu unutulmamalıdır. Sivil hukukta toplumdaki mülkiyet ilişkileri genel isteğin sonucu olarak ilan edilir (Marx ve Engels, 1846). Devlet kendini önce insanlar üzerinde ideolojik bir güç olarak sunar. Özellikle tarihçiler, siyasetçiler, hukukçular ve yasa yapıcıları gibi profesyoneller devleti sınıflar üstü, toplum çatışmaları ötesinde bağımsız bir varlık olarak görürler. Dolayısıyla, ekonomik ilişkiler kökenini silip ortadan kaldırırlar. Sonuç olarak hukuksal biçim, ekonomik içerikten soyutlanır ve kendine özgü tarihsel gelişime ve bağımsızlığa sahip olduğu iddia edilir. Devletin ve hukukun bağımsızlığı iddiaları arttıkça devletin ve hukukun belli bir sınıfın organı olması da artar (Engels, 1888).

Devlet ve toplumun yapısı, siyasal bakımdan, iki ayrı şey değildir: Devlet toplumun yapısıdır, aktif, bilinçli ve resmi ifadesidir. Devlet genel ve özel yaşam, genel ve özel çıkarlar arasındaki çelişki üzerine kurulmuştur. Devletin varlığı ile herhangi bir tür köleliğin varlığı birbirinden ayrılamaz (Marx,1844a). Çağdaş devlet tarafından insan haklarının tanınması, eski devirdeki (antik çağdaki) devletin köleliği tanımasıyla aynı anlama sahiptir. Eski devrin devletinin temeli kölelikti. Çağdaş devletin temeli, sivil toplum ve bu toplumun bireyi; yani öteki insanlarla tek bağı özel çıkar olan, ücretli işin kölesi olan, bencil gereksinimleri olan, bağımsız kişidir. Çağdaş devlet bu temeli tanıdı, fakat yaratmadı. Çağdaş dünyada herkes köleliğe ve toplumsal yaşama aynı anda katılır. Fakat sivil toplumun köleliği görünüşte en büyük

Page 215: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 207

özgürlüktür. Çünkü "imtiyaz" (örneğin mülkiyet sahibi olma), yerini "hak" ile değiştirmiştir, yani herhangi bir hakka sahip olmayı, bu hakkın gerektirdiği yaşamın unsurlarına sahip olmadan, özgürlük kabul etmek. Bu gerçek, kişinin mutlak köleliğinin ifadesinden başka bir şey değildir (Marx ve Engels, 1845). Örneğin, Amerika'da pamuk tarlalarında çalışan, mal gibi alınıp satılan, efendisine ve toprağa bağlı zenci köleler endüstrileşmenin gerekleri sonucu burjuvazi tarafından bu tür kölelikten azat edildiler. Burjuvazi, feodalitenin kölelerine özgürlük verdi, ama bu onları burjuvazinin ücretli köleleri haline getirdi. Zencilerin ve tüm işçilerin yüz yüze geldikleri bu yeni ilişkiler ve durum, en büyük özgürlük olarak sunuldu. Sivil toplumun üyelerini birlikte tutan, birbirine bağlayan devlet değil, insanların temel gereksinmeleri, çıkarlarıdır. Bu nedenle, gerçekte, devlet sivil hayatı değil, sivil hayat devleti ayakta tutar (Marx, Engels, 1845). Sivil toplumu koruduğu bahanesiyle çeşitli başka organlarını (ordu, polis gibi) harekete geçiren devlet, gerçekte, kendi varlığını biçimlendiren toplum şeklini, çıkarlar düzenini, dolayısıyla kendini korumak zorunluluğu ile hareket etmektedir. "Günümüzün toplumu" bütün uygar ülkelerde varolan ve her ülkenin kendine özgü tarihsel gelişimi ile az çok farklı ve gelişmiş olan kapitalist toplumdur. Öte yandan, günümüzün devleti Almanya'da, İsviçre’de, İngiltere’de, Amerika'da, kısaca her ülkede farklıdır. Bu farklılıklara karşın, bu devletlerin hepsi de çağdaş burjuva toplumuna dayanır ve belli temel ortak özelliklere sahiptirler (Marx, 1875).

"Özgür devlet" nedir? Alman İmparatorluğunda devlet, Rusya'daki devlet kadar özgürdür. Özgürlük, devleti topluma egemen olan bir organdan, topluma tamamıyla bağımlı organa dönüştürmeyi içerir. Bugün devlet şekilleri devletin özgürlüğünü kısıtlama derecesine göre az ya da çok özgürdür (Marx, 1875).

Devlet egemen "irade" üzerinde durmaz, bunun yerine, kişilerin maddi yaşam biçimlerinden çıkar ve egemen bir "irade” şekline sahiptir. Eğer bu "irade" egemenliğini yitirirse, bu sadece "iradenin" değiştiğini değil, aynı zamanda insanların iradelerine karşın yaşamları ve maddi varlıklarının da değiştiği anlamına gelir (Marx, 1846).

Yasa ilkel toplum ve özel mülkiyetle aynı anda gelişir. Sivil hukukun gelişmesi mülkiyet ilişkilerinin gelişmesiyle oluşup biçimlendi. Sivil hukukta varolan mülkiyet ilişkileri genel iradenin (halkın isteğinin) sonucu olduğu ilan edilir (Marx ve Engels, 1846: 61). Pozitivist-deneyci kuramda yasalar anayasa ile ilgili yasalar, sanki Tanrı vergisi gibi varlıkları ve geçerlilikleri hiç soruşturulmaz: Sorun, kişilerin bu yasalara uyması, uymayanların da çeşitli

Page 216: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 208

yollarla uydurulması olur. Marksist yaklaşım, yasaların toplumsal üretim biçiminden çıktığını ve bu biçimin değişimiyle değiştiğini belirtir. Bunu Engels (1890) şöyle açıklar: Çağdaş devlette yasa hem genel ekonomik konuma ve bu konumun ifadesine karşılık olmak zorundadır; hem de, iç çelişkilere karşın, kendi içinde tutarlı olmak zorundadır.

Toplumların iş yerlerinde, işe alınmaktan çalışma koşullarına ve işten atmaya kadar çeşitlenen ilişkilerden geçerek üretilen bilinç, devletlerin okullar, polis ve ordu gibi resmi baskı ve eğitim kurumlarında üretilenlerle desteklenir. Günümüzde bu planlı üretim işini kitle iletişim araçları özelikle kapitalist pazar ideolojisini yayma işinde yaygın bir şekilde yapmaktadırlar.

Dikkat edilirse, iletişim insan ve toplumun var oluşunun her anı ve yerinde olan bir kaçınılmazlıktır. Kitle iletişimi ise, öncelikle pazarın üretimi ve pazarın bilinç yönetimi içinde yer alır. Bu gerçeğe rağmen iletişimin “nereye aitliği” sorusu üzerinde tartışılan önemli bir sorun olmuştur. Bu sorunla birlikte ideoloji, maddi taban ve belirleyicilik, üst yapıyı bağımsızlaştırma gibi tartışmalar ortaya çıkmıştır.

Sivil toplum, birey ve ilişki

Günümüzde burjuva liberal biliş yönetimi pratiklerinin dünyada yaydığı moda kavramlardan biri de sivil toplumdur. Bu kavram özelleştirme, devleti küçültme, devlet(ve ordu)müdahalesini ortadan kaldırma, denetimi sivil toplum örgütleri yoluyla yapma gibi küresel sermayenin politikalarını desteklemek için kullanılmaktadır.

Marx “sivil topluma” karşı çıkar; çünkü sivil toplum birbirine tesadüfi olarak veya dışsal olarak bağlı bireyleri ifade eder. Marx için toplum (veya sivil toplum) içsel, gerekli ilişkiler ve pratiklerden oluşur. Bu bağlamda Marx 1847’de felsefenin Sefalet yapıtında şöyle yazıyordu: Toplumda sosyal ilişkiler sivil toplumda olduğu gibi kişi ve kişi arasındaki değildir; işçi ve kapitalist, çiftçi ve toprak sahibi vb arasındadır. Bu ilişkileri ortadan kaldır, tüm toplumu ortadan kaldırırsın. Neden? Marx’ın sonradan Grundrisse’de (1858) belirttiği gibi, ekonomistler ve sosyalistlerin toplumu ekonomik koşullara göre düşünmeleri yanlıştır. Toplum bireylerden oluşmaz, ama toplum karşılıklı ilişkiler bütününü, bu bütünde bireylerin tuttuğu ilişkileri ifade eder. İnsan toplum içinde ve toplumdan geçerek köledir, efendidir, vatandaştır. Kölelik ve vatandaşlık ilişkideki sosyal özelliği anlatır. Bir insan kendiliğinden, kendi varlığıyla köle veya vatandaş değildir. Toplum içinde ve toplumun üretim tarzı ve ilişkilerinde aldığı tanımlanmış yere bağlı olarak

Page 217: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 209

vatandaştır veya köledir. Dikkat edilirse, idealist felsefenin veya kapitalist bilimin üretim ilişkilerinden ve örgütlü yer ve zamandan soyutlanıp “sivil toplumda” “özgürlük tanınmış” ve birbiriyle bu soyutlanmışlıkta özgürce ilişkideki bireyi, Marx’da örgütlü yer ve zamanda içsel ilişkiler içine yerleştirilmiştir. Köle ile efendisi, kapitalist ile işçi arasındaki ilişkiler tesadüfi, bireylerin kendi özgür iradeleriyle belirlediği ve yürüttüğü ilişkiler değil, aksine içsel ve zorunlu ilişkidir, çünkü birinin varlığı diğerinin varlığını gerektirir, her birini ilişkisi diğeri olmaksızın var olamaz. Bu durumu, günümüzde, küresel pazar ideolojisi, yine bireyleri (ve uluslararası ilişkilerde toplumları) örgütlü yer ve zaman içindeki konumlandırıldıkları koşuldan soyutlayarak, “karşılıklı bağımlılık” olarak sunmakta, evrenselleştirilmekte ve normalleştirilmektedir. Bu karşılıklı bağımlılık üretim tarzı ve ilişkileriyle kurulan bir karşılıklı bağımlılıktır; ücretli kölelik sistemini oluşturan üretim koşulların ücretli köleliği üretmeyecek biçimde değiştiğin düşün, ücretli köle kalmadığı gibi, bu köleliğin sırtından geçinen kapitalist de kalmaz; çünkü ilişkiler yapısı bu “karşılıklı bağımlılığı” üretmez. Dolayısıyla, bu karşılıklı bağımlılık üretilmiş bir bağımlılıktır.

DÜŞÜNSEL VE ÜRETİMİ

Marx'a göre, düşünce insan beyni tarafından yansıtılan ve düşünce şeklinde tercüme edilen maddi dünyadan başka bir şey değildir

İnsan üretilmiş bir bilince sahiptir. Bilinç, başlangıçtan beri, toplumsal bir üründür ve insan var oldukça kalır. İnsan bilinci ilk olarak yakın çevrenin ve öteki insanlar ve şeyler hakkındaki bilinçtir. Aynı zamanda, tümüyle yabancı, güçlü ve yenilemez olarak görünen doğanın bilincidir. İnsanın bilinci artan üretim, gereksinimler, nüfus ve ilişkilerle yayılır ve gelişir. Maddi ve düşünsel işbölümünün artmasıyla bilinç “gerçek olan bir şeyi” insanın kavraması olur. Bu andan itibaren bilinç kendini dünyadan azat etme ve saf kuram, teoloji, felsefe, ahlak ve benzerlerinin şekillenmesine yol tutma pozisyonundadır. Bu kuram, felsefe ve teoloji varolan toplumsal ilişkilerle çelişkiye düşse bile, ancak varolan üretim güçleriyle çelişkiye düşmesi sonucu meydana gelebilir. Yani, yaşam, bilinç tarafından belirlenmez, fakat bilinç yaşam tarafından belirlenir. Yaşamın bilinç tarafından saptandığını ileri süren yaklaşımda bilinç, yaşayan kişi gibi ele alınır. Bilincin yaşam tarafından saptandığını belirten yaklaşımda yaşayan kişilerin kendileri gerçek yaşamda yaşadıkları gibi ele alınır ve bilinç tamamıyla onların bilinci olarak düşünülür. Yani

Page 218: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 210

insanın oluşumunu bilinci belirlemez, insanın toplumsal oluşumu bilincini belirler. Pozitivist yaklaşımda başlama noktası yaşayan birey olarak alınan bilinçtir. Marx için başlama noktası yaşayan bireylerin kendileridir ve bilinç sadece bu bireylerin bilinci olarak alınır. Bilinç asla bilinçli varlıktan başka bir şey değildir ve insanların varlığı kendi gerçek yaşam süreçlerinden başka bir şey olamaz. Dil pratik bilinçtir; bilinç gibi, sadece gereksinimlerle, zorunluluklarla ve öteki insanlarla ilişkilerle gelişir (Marx ve Engels, 1846).3

Marx’a göre, bilinç ve fikirleri özerk ve açıklamada-yeterli olarak almanın, ve böylece, gerçek kişileri içinde bulundukları gerçek koşullarda bu fikirlerin üreticisi yerine bu fikirlerin ürünleri olarak almanın kendisi belli sosyo-tarihsel koşulların sonucudur. Bunu çok kez tekrarlanan, fakat bazıları tarafından zor anlaşılan şu cümlelerle ifade etmişlerdir: "Eğer ideolojide insanlar ve insanların durumları camera obscura'da olduğu gibi tersine görünürse, bu olgu insanların tarihsel hayat süreçlerinde olduğu kadar, göz bebeğinde objelerin ters dönmesi gibi insanların fiziksel yaşam süreçlerinden çıkıp yükselir."

Marx fikirlerin, zihinsel üretimin, zihinsel ve maddi işbölümünün gelişmesiyle birlikte özerkliğe sahip olduğu görünümünü verdiğini belirtmiştir. Bu iş bölümünü zihinsel ürünü üretenlerin özerklik hayali altında iş gördüklerini görmelerini de engeller. Bu hayal altında, Marx ve Engels'e göre, bilinç kendinin varolan-pratiğin/etkinliğin bilincinden başka bir şey olduğunu, kendinin gerçek/elle tutulur bir şeyi gerçekte temsil ettiğini sanarak kendi kendini över. Bu sanmadan itibaren, bilinç kendini dünyadan azat etme ve "saf" kuram, felsefe, ahlak, ve benzeri "teslikleri"4 yapmaya başlarlar. Bu tesliklerin biçimlenmesi kendilerini özerk sanan kuramsal doktrinler ve etkinlikler anlamında olan ideolojinin çıkmasını işaret eder. Dikkat edersek Marx zihinsel üretimin işbölümüyle maddi üretimden ayrıldığını, bu ayrılma sonucu zihinsel üretimi yapanların (örneğin bugün televizyoncuların, bilim adamlarının, yazarların, araştırmacıların) gerçekte toplum üzerinde, toplum ötesinde, maddi koşullardan bağımsız bir şekilde, özerkliğe sahip olduklarını sandıklarını belirtiyor.

3 Dilin dışında gerçek olmaması ve dilin insanı belirlemesi mutlak olsaydı, o zaman insanın gelişme olasılığı olabilir miydi? Dili ne, ne için ve nasıl geliştirecekti? Dilin belirlediği gerçek ve insanın dili değiştirme olasılığı ortadan kalkmıyor mu? 4 Teslik, eskiden köylerde gübre ve yakacak için topladığı hayvan dışkısı yığını.

Page 219: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 211

Marx'a göre, her üretim biçimine karşılık gelen toplumsal ve kültürel üstyapı da tarihsel bakımdan özeldir. İnsan tarihindeki her temel üretim biçimi, bugüne kadar, bazılarının emeğinin başkaları tarafından sömürülmesine dayanmıştır. Dolayısıyla ne kadar karmaşık, gelişmiş ve verimli olursa olsun, üretim biçimleri düşmanca çelişki üzerine kurulmuştur. Fakat bu çelişkinin kurumsallaştırıldığı toplumsal biçimler, açıklandığı kuramsal yasalar ve düşmanlığın yaşandığı bilinç biçimleri, her toplumsal yapıda mutlaka kendine özel biçimlerde gerçekleşir.

Düşüncenin ilişkisel ifadesi olan, sözü de içeren, sosyal içinde üretilen, dildir. Marx dili insanın doğayı denetleme bilgisinin geliştirildiği, saklandığı, yayıldığı ve uygulandığı ana "aracı" olarak ele alır. Dili öteki insanlarla ilişki gereksiniminden yükselip gelen bir "pratik bilinç biçimi" olarak niteler. Kapital'de, bu birikmiş bilginin iş ve işçilerin becerilerinde nasıl kamulaştırıldığını ve çağdaş endüstriye daha da ilerlemesi için farklı bir üretici güç olarak nasıl uygulandığını ve sermayenin hizmetine nasıl sokulduğunu anlatır. Burada kültür, işgücünün araçları ve pratiğinde, kuşaktan kuşağa geçen işaretler, düşünce, bilgi ve dilde gerçekleşen insanın doğası üzerine gücünün biriken büyümesidir.

Düşünce, düşünme, bilinç ve ideoloji

Marx genç Hegelcileri, örneğin Feuerbch, Bauer ve Stirner, eleştirip onların görüşlerini Alman İdeolojisi olarak "Alman ideolojisi" yapıtında niteleyip eleştirdiğinde ideolojiyi negatif anlamda almıştır.

İnsanların bilinç biçimi insanların maddi yaşam koşulları tarafından belirlenir. Düşünme, kavrama ve daha genel olarak fikirlerin üretimi kendi yaşam gereksinmelerini üreten insanların günlük etkinlikleri tarafından saptanır. Marx'a göre, ideolojiyi oluşturan kuramsal doktrinler ve etkinlikler toplum ve tarihin bilimsel bir şekilde incelenmesiyle açıklanıp değiştirilmelidir. "Bilimsel bir şekilde açıklanması" demek örneğin genç Hegelcilerin görüşlerinin belli sosyal ve tarihsel koşulların ürünü olduğunu göstermektir. "Değiştirilmesi" demek onların koşullara bağlılığını, özerklik iddialarının tabansızlığını gösterdikten sonra, onlar geçerliliklerini, kredilerini yitirip onu takip eden sosyal-tarihsel dünyanın pozitif bilimine yer verirler: Spekülasyonun bittiği yerde --gerçek hayatta-- gerçek pozitif bilim, fiili etkinliğin temsili, insanın fiili gelişme süreci başlar.

Marx ideolojiyi sosyal hayatın pozitif veya ilerici bir öğesi olarak ele almamıştır. Marx, ayrıca, proleter ideolojisi, sosyalist ideolojiden veya

Page 220: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 212

tarihsel materyalizmi proletaryanın ideolojisi falan olduğundan hiçbir zaman bahsetmemiştir. Napolyon örneğiyle Marx ideolojiyi işçi\köylü sınıfını yanlış yöne sevk edebilecek, egemenlik ilişkilerini tutmaya yardım edebilecek soyut doktrinler ve hayali yanlış görüşler olarak niteler.

Düşünceler ve sınıf bağı

Marx "Alman ideolojisi" ile başlayarak, fikirlerin üretim ve dağıtımını/ yayılmasını sınıflar arasındaki ilişkilere bağlamaya başlamıştır: Yönetici sınıfın fikirleri her dönemde yöneten fikirlerdir. Toplumun maddi gücü olan sınıf aynı zamanda entelektüel gücüdür. Marx 1859'da "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" yapıtına yazdığı önsözde fikirleri ve ideolojiyi ekonomik koşullara ve üretimdeki sınıf ilişkilerine bağlı olduğunu ve onlardan ürediğini belirtmiştir. İdeoloji (a) egemen sınıfın çıkarlarını ifade eden fikirler sistemidir ve (b) sınıf ilişkilerini aldatıcı bir biçimde temsil eder.

Marx’a göre, her tarihi dönemde, egemen sınıfın düşünceleri topluma egemendir: Marx'a göre, maddi üretime sahip olan veya üretimi denetleyen sınıf, aynı zamanda düşünsel üretimi de denetler. Bunu da özellikle üretim ve dağıtımı denetleme yoluyla sağlar ki, bu yasalarda düşünceyi açıklama özgürlüğü olarak kendini gösterir. Burjuva yasalarına göre herkes düşüncesini açıklama özgürlüğüne sahiptir, fakat bunu ancak dağıtım araçlarına ve olanaklarına sahip olanlar kullanabilir. Bu nedenle, Marx düşünceyi açıklama özgürlüğünü, özellikle basın özgürlüğünü, mülkiyet özgürlüğü olarak niteler. Marx'a göre, egemen düşünce, maddi ilişkilerin ifadesinden başka bir şey değildir.

Başka bir deyişle, egemen düşünceler, düşünce halinde kavranan ilişkilerdir. Bu kavrama sonucu egemen sınıfın düşünceleri, o dönemin egemen düşünceleri olur. Düşünsel üretim araçlarından yoksun olanlar bu egemenliğin altına girerler (Marx ve Engels,1846).

Marx'a göre, eski egemen sınıfın yerini alan her yeni sınıf, amaçlarına ulaşmak için kendi çıkarlarını toplumdaki herkesin çıkarları olarak sunmak zorundadır. Bu nedenle, çıkarlarını düşünceler halinde açıklarken, bu düşünceleri tek akılcı ve geçerli olan düşünceler olarak gösterir. Devrimi yapan her sınıfın çıkarları başta herkesin çıkarları gibi görünür. Bunun nedeni açıktır: Çünkü devrilen sınıfa karşı tüm toplum savaşmıştır. Egemenlik altındayken ve egemenliği yeni ele geçirdiğinde, bu yeni sınıfın kendi sınıf çıkarı kendine özgü bir çıkar olarak henüz gelişmemiştir; öteki sınıfların çıkarlarıyla bağlanmıştır. Bu nedenle, devrimden başlangıçta öteki sınıfların

Page 221: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 213

üyeleri de yararlanır. Bu da, burjuva devrimini örnek alırsak, devrimden sonra proletaryanın kendisini burjuvazi düzeyine yükseltmesiyle, yani proleter olmaktan çıkıp, burjuva olmakla olur. Her yeni sınıf, bir öncesine göre, egemenliğini daha geniş tabana dayandırarak sağlar. Karşılık olarak, egemenlik altındaki sınıfların mücadelesi bu yeni egemen sınıfa karşı daha keskin olarak çıkar (Marx ve Engels, 1846).

Toplumda kurulu ilişki biçimlerinin gelişen üretim güçleriyle çelişkileri arttıkça, egemen sınıf içindeki ve bu sınıfla bağımlı sınıf arasındaki çatışma büyür. Bu ilişkilerin önceki kavramlaşmasında gerçek bireysel çıkarlar genel çıkarlar olarak sunulurdu, sonraları bu kavramlar idealleştirilen deyimlerle (ulusal çıkar, birlik, devlet gibi) bilinçli yanılsamalar (herkesin özgür, eşit olduğu, çok çalışmayla zengin olunacağı gibi) ve kasıtlı olarak yapılan kandırmalar içine girilir. Bunlar sahte olarak suçlandıkça, daha çok dogmatikçe ileri sürülürler ve kurulu düzenin dili daha kandırıcı, daha ahlakçı ve daha dinci olur.

Tarihte önemli rol oynayan ideolojilere Marksist yaklaşım bağımsız bir tarihsel gelişme tanımaz. Çünkü tarih, düşünceler ve ideoloji insandan öte, insandan ayrı bir varlığa sahip değildir. Tarih, amaçları peşinde giden insanların etkinliğinden başka bir şey değildir. İdeoloji ve düşünceler ise, maddi ilişkilerin ve koşulların anlatılışıdır. Bugün Marksist yaklaşıma yapılan eleştirilerden biri de ideolojinin ve düşüncelerin rolünü kabul etmediği iddiası ki, gerçekte bu eleştiriler Marksist diyalektiği anlamamaktan kaynaklanır. Bu tür eleştiriler bilerek ya da bilmeyerek Marksist diyalektiğin önemli bir yanını, karşılıklı ilişkiyi ihmal ederler. Bir kez tarihsel bir öğe, öteki öğeler, ekonomik gerçekler tarafından, ortaya çıktıktan sonra kendi durumuna, kendi çevresine ve hatta kendi oluş nedenlerine karşılık verebilir (Engels, 1893). Daha açıkçası, Marksist yaklaşım, düşüncelere, ideolojilere, dine bağımsız bir tarihsel gelişme tanımaz, fakat bunların insan tarihine etkisini reddetmez.

Egemen görüşler ve örgütler belli üretim biçiminin ürünleridir: Ne ebedi gerçeği, ne de zorunlu ve değişmez insan birliği biçimlerini ifade ederler: Toplumdaki egemen güçlerin dünya görüşü ve çıkarlarının ifadesidirler.

Marx’a göre, ne berrak/saf bir işçi sınıfı ideolojisi ve kültürü, ne de berrak/saf bir egemen sınıf kültürü veya ideolojisi vardır. Ne işçi sınıfı, köylü sınıfı, ne de egemen sınıf birbiriyle ilişkisi olmayan bir dünyada yaşar. Kültür ve sınıf arasındaki ilişki diyalektiksel, dengesiz ve çelişkilidir. Kültürün gelişimi üretim biçimine, bu biçimdeki işbölümüne ve üretim araçlarındaki gelişmeye (örneğin teknolojiye) bağlıdır.

Page 222: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 214

Üretim ilişkileri, üretim güçlerini geliştirme yerine geriletmeye ya da engel olmaya başladığı zaman, üretim biçiminde değişim kaçınılmaz olur. Başka bir deyişle, tarihteki bütün çatışmaların kökeni, üretici güçlerle bunlar arasındaki ilişki şeklinin çelişkisindedir. Fakat bir ülkede çatışmanın olması için, bu çelişkinin zorunlu olarak bu ülkede olması gerekmez: Uluslararası ilişkiler, geri endüstriye sahip ülkelerde benzer çelişkiler çıkarmak için yeterlidir (Marx ve Engels, 1846).

Düşünselin üretimi: Hurafelerin kalıcılığı ve rolü

Marx'a göre, üretimdeki insanlara sosyal ilişkiler artan bir şekilde görünür olması gereken bir zamanda, bu kişiler başka yerlere bakmaya devam edebilirler, geçmişteki bir şeyi özleyip isteyebilirler veya kendi sınıfsal çıkarlarını temsil etmeyen imajlar ve fikirleri aziz tutabilirler. Burada Marx ideoloji terimini kullanmamış, halk arasında gizli dolaşan ve onların batıl itikatlarını ve ön yargılarını kışkırtan "hayaller', "sabit fikirler", "ruhlar", "hayaletlerden" bahsetmiştir. Bu geleneksel semboller ve değerler, Marx’ın deyişiyle "eski ve kutsal önyargılar ve fikirler treni" modern burjuva toplumunun kalbinde yaşamaya devam etmektedir. Üretimdeki devrimler onları süpürüp ortadan kaldırmamıştır. Bunlar devrim arifesinde güçlü gerici bir güç olarak kendilerini yeniden gösterirler. Marx'ın bu görüşü 1848-1851 arasındaki olaylar ve coup d'etat sonucunda oluşmuştur. Neden 1848-1851 olayları devrim yerine geçmişin taklidini yapan gerici bir rejime yol verdi? Marx'a göre Bonapart başarılı bir darbe/ihtilal sahneye koydu, çünkü diğer nedenler arasında, Bonapart Fransız toplumunda sayıca en çok olan bir sınıfı, yani küçük toprak sahibi köylüleri, temsil etti: Fransız köylüleri Napolyon adlı birinin kendilerine bütün şan/şerefi getireceği mucizesine inanıyorlardı. Dolayısıyla Napolyon bu mucizenin adamı olarak görüldü, çünkü adamın adı Napolyon’du. Napolyon'un darbesinde rol alan sınıflar sınıf çıkarları doğrultusunda değil, Napolyon tarafından maniple edilen bir geleneğe göre hareket ettiler. Marx bunu 1852’deki The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte yapıtında etraflıca incelemiştir. Yapıtta, Marx’a göre, bir geleneği oluşturan sembolsel biçimlerin kriz zamanlarında halkı geriye geçmişe çekebilir, böylece onlara kolektif çıkarlarını algılamadan ve kendilerini ezen bir sosyal düzeni değiştirmek yönünde etkinliğe geçmeyi önler. Gelenek halkı geçmişin gelecek, efendinin gerçekte onların hizmetinde olduğuna inandırma yönünde kılavuzluk edebilir.

Page 223: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 215

Sahte ve yalanın üretimi: Din ve Marx

Teolojik gücü egemen yerinden eden ve Tanrının yerine parayı (satın alma gücünü ve örneğin “en büyük Fenerbahçe, ondan başkası yok” gibi sloganlarla şirketleri) yerleştiren ve “teolojik sermayeyi kendine işbirlikçi olarak yeniden ekonomik ve siyasal alana dahil edenlere göre, “kötü ve dinsiz Karl Marx “din kitlelerin afyonudur” demiş. Biliş yönetimiyle gelen sahtekarlığın ötesine geçip, gerçeğin ne olduğuna bakalım:

Marx'a göre din: “somut dünyanın ahlaki tedbiri, kutsal tamamlanması, bu dünyanın haklı

çıkarılması ve avunmak için evrensel temeldir; din insan öz varlığının düşsel tasavvurudur, çünkü insan öz varlığı (ruhu) doğru gerçeğe sahip değildir.”

Dine karşı mücadele, dinin "ruhsal kökü olduğu bu dünyaya” karşı dövüştür.

Din, “baskı altındaki ezilen yaratığın iç çekişidir, kalpsiz dünyanın kalbidir, ruhsuz durumun ruhu olduğu gibi ve halkın afyonudur."

Marx'a göre, halkın "düşsel mutluluğu" olan dinin kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunu gerektirir; düşlerden vazgeçme isteği, bu düşlere muhtaç olan koşullardan vazgeçme isteğidir. Yani, düşleri ortaya çıkaran ve düşlerle beslenen koşulların ortadan kalkması ve aynı zamanda gerçek mutluluğu sağlayan koşulların gelmesiyle düşler silinip gider.

Marx'a göre, tarihin amacı (yani insanın amacı) bu dünyanın gerçeğini kurmaktır. Böylece cennetin eleştirisi dünyanın eleştirisine, dinin eleştirisi doğrunun eleştirisine ve teolojinin eleştirisi siyasetin eleştirisine dönüşür5 (Marx, 1844a).

Bu dönüşümün en önemli anlamlarından biri de şudur: Kimse klasik bilinç yönetimi mekanizmalarının yalanlarıyla kolay kolay kandırılamaz.

5 Örneğin, Marks’a göre, türban “isteriz” diyenlerle “istemeyiz” diyenler arasındaki çekişmenin asıl nedenini bilmek isterseniz, materyal çıkarlar dünyasına ve bu dünyanın sürdürdüğü siyasete ve bu siyasetin biliş ve davranış yönetimine bakın. Bunu yaparken, türbanı önce “teolojk sermaye” ile ilişkilendirin. Ardından “teolojik sermaye” ile “laik sermaye” ve genel kapitalist sermaye arasında bağlar kurun. Türbana aynı zamanda, kara çarşafın getiremeyeceği, dindarlar arasında sımfsal farklılığın göstergelerinden biri olarak değerlendirin. Oradan moda endüstrisine bağ kurun. Moda endüstrisinden, mevsimlik grupsal/sınıfsal sürüleştirmeye geçin. Oradan ekonomik bilinç yönetimi üzerinde durun. Ondan sonra, bu bilinç ve davranış yönetimini siyasal alana taşıyın ve oradaki işlevlerini düşünün.

Page 224: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 216

MATERYAL VE DÜŞÜNSEL ÜRETİM BAĞI

Marx için, materyal ve düşünsel üretim birbirinden bağımsız iki ayrı şey değildir. Birbirinden bağımsız “ekonomi” ile “ideoloji” ilişkisi de değildir. Sosyal varlık ile sosyal bilinç ilişkisidir. Sosyal varlık aynı zamanda sosyal bilinci de taşıyandır. Üstyapıya (örneğin ideolojiye veya yasa yapıcıya) bağımsızlık vermek demek, idealist felsefenin yaklaşımını benimsemektir: insanın neliğini tanımlayan düşüncedir, akıldır. Altyapının (sosyal varlığın, yani materyal koşulların) her şeyi belirlediğini söylemek, “kendi tarihini kendisi yapan” düşünen ve yapan özne/aktör olarak bireyi/insanı, kendini içinde bulduğu koşulların pasif yeniden-üretici olarak nitelemek demektir (Böyle olmasını kapitalist sınıf canı gönülden isterdi, zaten bilinç endüstrileriyle yapılmak istenen de soruşturmasız üretime ve tüketime katılmaktır). Eğer bu doğru olsaydı, insanlık tarihi mücadeleler ve egemenlikler tarihi olmazdı. Marx için alt ve üst yapı (sosyal varlık ve sosyal bilinç) birbirinden ayrı, birbirinden bağımsız iki şey değildir. Maddi kendini ve dünyasını üreten insan, bunu düşünsel olanı da birlikte üreterek yapar.

Materyal hayatın ve bilincin üretimi arasındaki bağ çoğu kez basitleştirilerek alt-yapı üst yapı ilişkisi olarak ele alınır. Alt ve üst yapı kavramları çok tartışılan ve yanlış anlaşılmış (ya da yanlış sunulmuş) kavramlardır. En basit anlamda, altyapı toplumda üretim güçlerini, biçimlerini ve ilişkilerini içeren dinamik ekonomik yapı anlamına kullanılır: Üstyapı, altyapı tarafından oluşturulur. Altyapıyı tutmak, geliştirmek ve değiştirmek için karşılık veren örgütlenmeler, düşünceler, ideolojiler ve ilişkiler olarak ortaya çıkar. Dikkat edilirse, üstyapı bir sonuç olarak ele alınmaktadır. Aslında, belli bir üretim biçimi ve ilişkileri oluştuğu andan itibaren, karşılıklı bir etkileşim başlar. Altyapının sürekli olarak üstyapıyı kendine tamamen uyduracak şekilde kesinlikle saptadığı, dolayısıyla üstyapının sadece bağımlı değişken olduğu fikrini Marx ve Engels kabul etmezler.

Alt-yapının üst yapıyı belirlediği, dolayısıyla Marksizm’in “ekonomik indirgemecilik” olduğu fikrinin geçersizliği Marx’ın insan ve tarih anlayışında açıkça görülür: İnsan kendi tarihini yapar. Bunu kendini içinde bulduğu koşullarda yapar. İnsanlar ne içinde bulundukları koşulların esiridirler, ne de bu koşullardan bağımsız olarak kendi tarihlerini yaparlar. Yaşadıkları koşullarda oluşturdukları düşüncelerle koşulları değiştirmek için mücadeleyle kendi tarihlerini yaparlar. Böylece kendilerini ve toplumlarını oluşturur ve değiştirirler.

Page 225: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 217

Gerçekte, Marx ideolojiyle, örneğin fikir adamlarının, hukukçuların etkinlikleriyle ilgili açıklamalarında, üst yapının alt yapıya kayıtsız şartsız bağlı olmadığını görürüz. Ayrıca, Marx'ın fikirlerin materyal temeli üzerindeki tartışmasında da açıkça görülebileceği gibi (görmek istemeyenler ve görmemeyi daha uygun bulanlar dışında) kişinin durumuna bakıp onu değiştirmeyi düşünmesinin anlamı, alt yapının belirlediği ilişki ve fikirlerden hareket ederek durumunu değiştirmek için o alt yapıya tepkiyi, alt ve üst yapı arasındaki ilişkinin sadece tek yönlü bir ilişki olmadığını, tek yönlülüğün sadece toplumsal biçimin oluşumunda varolduğunu ve sonradan üst yapının da alt yapıya o yapıyı tutmak, geliştirmek veya değiştirmek için karşılık verdiğini görürüz. Marx’ın insan ve tarih, üretim ve tüketim hakkındaki tartışmalarında da aynı sonuca varabiliriz.

Marx insan ve toplum oluşumu ve değişimini düşüncelerin değişmesinden veya aklın gelişmesinden geçerek olan bir süreç olarak ele almaz.6

Marx'ın deyişiyle maddi yaşam koşullarının üretim biçimi toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam süreçlerini genel olarak belirler. Toplum gelişmesi sırasında maddi üretim güçleri varolan üretim ilişkileriyle çelişkiye düşer. Bununla bir toplumsal devrim dönemi başlar. Ekonomik temelin değişmesiyle geniş üstyapının tamamı hızla az çok dönüşüme uğrar.

Yasal, siyasal, dinsel, estetik ya da felsefi kısaca ideolojik formlar arasında daima bir ayırım yapmak gerekir: Bizim bir kişi hakkındaki düşüncemiz, o kişinin kendini nasıl düşündüğüne dayanmadığı gibi, böyle bir dönüşüm dönemini kendi bilinci ile muhakeme edemeyiz: Tersine bu bilinç maddi yaşamın çelişkileriyle, toplumsal üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasında varolan çelişkiyle açıklanabilir (Marx, 1859).

Marx oldukça açık: Ekonomik altyapı diye basitçe belirtilen ekonomik üretim biçimi ve ilişkileri, doğrudan siyasal üstyapı diye bilinen düşünceler, inançlar, değerler, kültür, bilgi, ideolojiler, yasalar, kurallar ve bütün bunlarla ilgili örgütlenmeler ve ilişkiler tarafından belirlenmez. Marx üstyapının dönüşümünde altyapının kesin, doğrudan, hemen oluşan belirleyiciliğinden söz etmiyor. Böyle doğrudan bir belirleme olsaydı, mücadeleye çok az bir yer

6 Bizim diğer kişiler hakkındaki bilgilerimiz o kişilerin kendilerini nasıl düşündüğüne dayanamaz, çünkü onların nasıl düşündüğünü bilemeyiz. Kişileri ancak ilişkiler içinde anlayabiliriz. Toplumu ve değişimini de benzer şekilde, üretim biçimi ve ilişkilerini inceleyerek anlayabiliriz. Toplumu nasıl hikaye edildiğinden değil, hikaye edilme dahil, nasıl üretildiğinden hareket ederek anlayabiliriz.

Page 226: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 218

kalırdı, çünkü değişen ekonomik yapıya uygun bir üst-yapı oluşurdu; üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasında bir çelişki oluşmazdı. Eğer egemen düşünceler ekonomik yapının asıl doğasını yansıtsaydı, geniş çalışan kitleler sınıf çıkarlarına uygun bir şekilde örgütlenir ve davranırlardı.

Marx’ın bu açıklamaları oldukça anlamlı. Fakat şu açıklaması oldukça doğru ve düşündürücü: Hiçbir toplumsal düzen, bu düzen içindeki ¨bütün üretim güçleri gelişmeden önce yok olmaz ve daha yüksek üretim ilişkilerinin varoluş koşulları, eski toplumun içinde olgunlaşmadan önce asla ortaya çıkmaz. Bu nedenle insan kendini, çözebileceği görevlere ayarlar. Bu görev, çözüm için maddi koşulların varolduğu veya hiç değilse biçimlenme sürecinde olduğu zaman ortaya çıkar. Örneğin burjuva toplumunun içinde gelişen üretim güçleri sınıf düşmanlığının çözümü için maddi koşulları da yaratır (Marx, 1859:52, 53). Dikkat edilirse, bu açıklama sınıf çatışması, tarihi itme ve “filozoflar sadece dünyayı çeşitli şekillerde yorumluyorlar, önemli olan… dünyayı değiştirmektir” diyen Marx’a pek uymuyor. Marx bu açıklamayla, “kendiliğinden olacak evrimci” bir görüş getirmektedir. Marx bunu, “bir işi para kazanmak için yapma” ile gelen koşulun getirdiği “kaygıların belirlediği” (materyal ilişkilerin belirlediği) bilincin gerçeği yeniden inşasıyla mı yaptı acaba? Bunu bilemeyiz. Fakat şunu çok iyi bilebiliriz: Böyle bir açıklama, Marx gibi egemen güçlerce çok tehlikeli olarak nitelenen birinden gelince, egemen güçler çok rahatlar; çünkü bu sözlerle Marx “toplum değişimi kaçınılmazdır, ama merak etmeyin, korkmayın, rahatınız kaçmasın, çünkü devrimin olabilmesi için (yeni üretim ilişkilerinin eskisinin yerini alabilmesi için, kapitalistlerin ve onların bol ücretli kölebaşlarının yerini bir başkalarının alabilmesi için) bunu yapacak üretim güçlerinin “olgunlaşması gerekir” demektedir. Kapitalist sınıf rahat uyuyabilir, çünkü böyle bir olgunlaşma yok ve olgunlaşmaması için de elbette gerekli görülen tedbirler alınmaktadır.

Tarihsel sosyal değişimi anlamak için üretimin koşullarının gelişmesini incelemek gerekir önce. Bu gelişme hakkında elde edeceğimiz bilgiler o dönemin ideolojik bilinç biçimlerinin açıklanmasına da yardım eder. Bilincin ideolojik biçimleri görece kıymetleriyle değil, ekonomik üretim koşulları yoluyla açıklanmalıdır. Bunu yaparken aynı zamanda ideolojik maskeleri indiririz. Örneğin, mülkiyetin evrensel ve kutsal olmasının, egemenlikleri ve yaşamları özel mülkiyet sahipliğine dayanan bir sınıfın çıkarlarının ifadesi olduğunu ve toplumsal koşulları yanlış-temsil ettiğini açıklamak gibi...

Page 227: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 219

İLETİŞİM

Marx basın özgürlüğü dışında, iletişimi ayrıntılı olarak ele alarak incelememiştir. Fakat Kapital ve Grundrisse dahil yapıtların içinde insan ve toplumla ilgili açıklamalarında iletişim önemli bir faktör olarak işlemiştir.

Marx iletişim konusunu, malların üretimi ve dağıtımını ve bunlar için gerekli teknolojiyi ve iletişim araçlarını üretim, dağıtım, tüketim, devlet, sınıfların oluşması ve toplumların değişmesi ile ilişkileri ve bağları içinde ele almıştır. Diğer bir deyimle, Marx iletişimi insanın kendini ve toplumunu üretmesindeki sosyal faaliyetler (sosyal üretim faaliyetleri) içinde ele alır. Marx’ın görüşünde iletişim, bir tarafın bir diğer tarafa mesaj göndermesi ve geribesleme olarak da bir etki beklentisi, amacı içine sıkıştırılmamıştır. Hiç kimse mesaj gönderip almak için iletişimde bulunmaz. İletişim insanın kendi biyolojik, sosyal ve psikolojik varlığını üretme faaliyetinin zorunlu ve bütünleşik bir parçasıdır: İnsanların olduğu yerde insan faaliyeti ve iletişim vardır. İletişim yoksa insan da toplum da yok demektir: Marx’a göre, kendi varlıklarının sosyal üretiminde, insanlar kaçınılmaz olarak kendi iradeleri dışında ilişkilere girerler. Bu ilişkiler insanların yaşamlarını üretim ilişkileridir. Bu üretim ilişkileri, üretimin materyal güçlerinin belli bir tarihsel gelişme safhasına uygundur. Kendini ve sosyali üreten insan, bu üretim biçimlerini ve ilişkilerini ancak iletişimle başlatabilir ve yürütebilir.

Dikkat edilirse, Marx iletişimi sosyal üretim faaliyetleri içinde ele almakta ve insanın nasıl olduğunu insanın kendini nasıl ürettiğinde ve insandaki değişimi üretim biçimindeki değişimle açıklamaktadır. Üretimi de sadece materyal hayatın üretimi (ekonomik üretim) değil, aynı zamanda emeğin, fikirlerin, bireyin kendisinin, dinsel adetlerin vb üretimi olarak ele almaktadır. Bu üretimin de insanlar arası ilişkiden/iletişimden geçerek geliştiğini belirtir: “Her bireyin üretimi bütün diğer bireylerin üretimine bağlıdır; ve bireyin ürününün kendi hayatının gereksinimlerine dönüştürmesi, benzer şekilde, tüm diğerlerinin tüketimine bağlıdır” (Marx, Grundrisse, aktaran Haye, 1980:97). Bireylerin karşılıklı ve her yönlü bağımlılığı bireylerin sosyal bağını şekillendirir. Bu sosyal bağ değişim değerinde ifade edilir. Değişim değeriyle her bireyin kendi faaliyeti (ilişkisi, iletişimi) veya ürünü kendisi için bir faaliyet ve ürün olur. Birey genel bir ürün üretmelidir. Bu genel ürün parayla ifade edilen değişim değeridir. Her bireyin diğer bireylerin faaliyetleri üzerinde veya sosyal zenginlik üzerinde uyguladığı güç, kendinde değişim değerinin (paranın) sahibi olarak var olur. Birey sosyal gücünü ve topluma

Page 228: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 220

bağını cebinde taşır. Faaliyet ve faaliyetin ürünü, bireysel ifadesi ve şekli ne olursa olsun fark etmez, daima değişim değeridir.7 Değişim değeri de içinde bütün bireysellik ve özelliğin reddedildiği ve yok olduğu bir genelliktir. Bu durum, (örneğin eski Anadolu köylerinde olduğu gibi) birey veya ailenin veya cemaatin bir ferdinin kendisini doğrudan ve doğal olarak üretmesinden çok farklıdır. Kapitalist yapıda ürünün sosyal biçimi kadar faaliyetin sosyal karakteri ve bireylerin üretimdeki payı yabancı ve nesnel bir şey olarak görünür. Bireyleri “birbirine ilişkide” olarak değil, “ilişkilere boyun sunma” olarak karşı karşıya getirir. Bu ilişkiler onlardan bağımsız olarak var olur ve birbirine ilgisiz insanlar arasındaki karşılaşmalardan, çarpışmalardan yükselir. Her birey için hayati koşul olan genel faaliyetler ve ürünler değişimi onlara yabancı, bağımsız bir şey olarak görünür. Değişim değerinde, kişiler arasındaki sosyal bağ şeyler arasındaki sosyal ilişkiye dönüşür. Değişim aracının sahip olduğu sosyal güç ile bireyleri birbirine bağlayan cemaatin gücü birbirine zıt bir ilişki içindedir: Değişim aracının gücü arttıkça, cemaatin gücü azalır. Her birey bir “şey” şeklinde sosyal güce sahip olur. Bireysel ürünleri veya faaliyetleri değişim değerine, paraya, dönüştürme zorunluluğu ve böylece bu nesnel şekilde kendi sosyal güçlerine sahip olmaları ve sosyal güçlerini göstermeleri iki şeyi kanıtlar: Artık bireyler sadece toplum içinde toplum için üretirler. Üretim doğrudan bir şekilde sosyal değildir; birlikten doğan bir şey değildir. Bireyler sosyal üretim altında toplanmıştır. Sosyal üretim onların dışında onların kaderi olarak var olmaktadır. İnsanlar arasında üretim ve tüketimdeki genel bağ ve karşılıklı bağımlılık tüketiciler ve üreticilerin birbirine ilgisizliği ve bağımsızlığı ile birlikte artar. Bu çelişki krizlere götürür. Bu yabancılaşmanın gelişmesiyle birlikte, bunun üstesinden gelmek için çabalar da gelir: Bireylerin diğer bireylerin faaliyetleri hakkında enformasyon elde ettiği ve kendi faaliyetlerini ona göre ayarlamaya çalıştığı kurumlar çıkar. Aynı zamanda iletişim araçları/yolları da gelişir (Marx, Grundrisse, aktaran Haye, 1980: 97,98,99,100,102,103).

Marx iletişim araçlarının gelişmesini üretim, dağıtım, alışveriş ve tüketim ilişkilerinin karakterine getirdiği sonuçlar bağlamında ele alıp irdelemektedir. Örneğin, demir yolunu, telgrafı ve buharlı gemileri Marx modern üretim araçları için gerekli ve yeterli iletişim araçları olarak niteler. Marx’a göre

7 Paranın dini, mezhebi, milleti, uyruğu, kişiliği var mıdır? Dolar denildiğinde atfedilen özellikler nelerdir ve bu nereden gelmektedir?

Page 229: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 221

imalat döneminden kalan iletişim ve taşıma araçları modern endüstride kısa zamanda engel olmaya başladı. Dolayısıyla, iletişim ve taşıma araçları, nehirde ve denizde giden buharlı gemilerin, demiryollarının ve telgrafın yaratılmasıyla, mekaniksel endüstrinin üretim tarzına giderek ayarlandı ((Marx, Capital 1, part ıv, ch 15: machinery and modern industry).

Marx’ın iletişimi üretim ilişkileri ve üretimdeki gelişmeler içinde ele alışı, aşağıda, ele alındığı bağlam içinde alt başlıklarıyla sunuldu.

İletişim, insan ve düşünceler

İnsanlar materyal ve düşünsel yaşamlarını her gün sürdürmek için birbiriyle sosyal ilişkiye girerler. Bu ilişkiyi gerçekleştirmek ancak iletişimle mümkündür. Bu ilişkilerden geçerek insanlar düşüncelerini üretir ve değiştirirler. Marksist iletişim anlayışında, insanlar kavramların ve düşüncelerin üreticileridir. Toplumsal ilişkilerini maddi üretimleri ile bağıntılı olarak kurarlar ve kendi toplumsal ilişkileriyle bağıntılı ilkeler, düşünceler ve kategoriler üretirler. Toplumsal ilişkilerin değişimi ile bu düşünceler de değişir. Dolayısıyla düşünceler ilkeler, kategoriler tarihi ve geçici ürünlerdir. Düşünce, din ve ahlak, bağımsızlığa ve tarihe sahip değildir. İnsanlar kendi maddi üretimini ve ilişkilerini geliştirerek aynı zamanda kendi düşüncelerini ve düşünce ürünlerini de değiştirirler. Marksist yaklaşım "gerçek, aktif insanlardan başlar ve bu insanların gerçek yaşam süreçleri temeli üzerinde bu yaşam süreçlerinin yankılarının ve ideolojik reflekslerinin gelişmesini” inceler. İnsan beyninde biçimlenen düşler aynı zamanda zorunlu olarak deneyci biçimde doğruluğu araştırılabilir ve maddi öncüllere bağlı maddi yaşam süreçlerinin yüceltilmeleridir. Ahlak, din, metafizik, geri kalan bütün ideoloji ve bunlara karşılık olan bilinç biçimleri, bu nedenle, bağımsız değildirler: Hiç bir tarihe, gelişmeye sahip değildirler; fakat insanlar, kendi maddi üretimlerini ve ilişkilerini geliştirerek, kendi gerçek varlıkları, düşünceleriyle birlikte düşüncelerinin ürünlerini de değiştirirler (Marx, 1847:109; Marx ve Engels, 1846).

Üretim, üretim araçları, güçleri ve iletişim

Marx incelemesini iletişim araçlarının (means) maddiliğinden hareket ederek yapmıştır. Örneğin ona göre, endüstri ve tarımın üretim yöntemindeki devrim, aynı şekilde üretimin toplumsal sürecinin genel koşullarında, yani taşıma ve iletişimin araçlarında bir devrimi zorunlu kıldı: İmalat döneminden

Page 230: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 222

sanayi dönemine aktarılan taşıma ve iletişim araçları bu yeni dönemin hızına, geniş dalgalanmalarına, sermaye ve emeğin üretimin bir alanından ötekine sürekli aktarılmasına ve yarattığı dünya pazarının gereksinmelerini karşılamada yetersizdi ve kendilerinin bu yeni sanayi biçimine hoş karşılanamaz bir engel olduğunu gösterdiler. Böylece yolcu gemilerinin yapımı, iletişim ve taşıma araçlarında (means) yaygın değişiklikler, nehirde işleyen buhar gemileri, demiryolları, okyanusta işleyen buhar gemileri ve telgraflar ile, geniş çaplı, sanayinin yöntemlerine yavaş yavaş uyduruldular. Marx'ın bu yaklaşımı basın, radyo, televizyon gibi öteki araçların kökenini araştırmada yol gösterici olabilir. Bunu izleyen adım belli iletişim biçimlerinin sınıf yapısında, enformasyon pazarının görünümünde, para ve finans pazarlarında, tarımda, toplumsal hareketlerde, işçi direnişi biçimlerinin görünümünde devletin rolünde, enformasyon aygıtında, şehir ve köy arasındaki ilişkilerde ve işçi pazarında uyandırdığı etki biçimlerine bakabiliriz. Fakat her şeyden önce, iletişim araçlarının toplumsal ilişkileri ayarlamak ya da ayaklandırmasında oynadığı rol soruşturmalıdır. Bu bakımdan Marx sınıfların, bilincin, düşüncelerin ve ideolojinin üretimi üzerinde durmuştur.

Buğday kendi üretimi için tohum olarak hizmet görür, fakat ürün sadece buğdayı içerir, dolayısıyla, iş gücü, uygulamalar, gübre gibi ilişkili elemanlardan farklı şekle sahiptir. Ama endüstrinin belli bağımsız dalları vardır. Bu dallardaki üretici sürecin ürünü yeni bir maddi ürün, bir emtia değildir. Bu dallar arasında, mal ve insan taşıması yapan veya mektup, telgraf, iletişimlerin gönderilmesi işini yapan sadece iletişim endüstrileri, ekonomik bakımdan önemlidir. (Marx, Capital 2, ch I, the circuit of money capital).

Marx, iletişim araçları dahil insanın geliştirip kullandığı araçları tek bir görev içine sıkıştırmaz. Ona göre bir ev tüketim kadar üretim için de hizmet edebilir. Aynı şekilde gemi ve vagon, taşıma aracı olduğu kadar eğlence aracıdır. Bir cadde üretimin kendisi için iletişim aracı olduğu gibi, aynı zamanda yürümek içindir (Marx, Grundrissee, Threefold character, or mode, of circulation).

İletişim araçlarında sahiplik

Engels araçlar üzerinde serbest teşebbüs olarak sahipliğin demiryolları, posta, telgraf gibi iletişim araçlarında farklı geliştiğini belirtmektedir. Bu araçlarda sahipliğin kapitalist toplumun temsilcisi devletin mülkiyetine dönüştürüldüğünü açıklıyor. Engels!e göre, devlet mülkiyetine dönüştürme

Page 231: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 223

için gereksinim önce posta, telgraf, demiryolları gibi iletişim ve ilişki kurumlarında hissedildi (Engels, 1878, part III, Socialism I. Historical).8

İletişim araçlarındaki gelişmeye nedenler

İletişimdeki değişmelere bakıldığında, özellikle günümüzde egemen olan araçların gelişmesi öncelikle savaş iletişimiyle ilgili gereksinimlerle olmuştur. Daha geriye gittiğimizde de para dahil, sözün veya düşüncenin, kararın, hesabın insan beyni dışında kaydedilmesi için gerekli taşıyıcı aracın çıkış ve gelişmesinin nedeni ve amacı ekonomik ve siyasal güç yapısının gereksinimlerinden doğmuştur. Bu durum, en ilksel iletişim aracından en modern cep telefonuna kadar böyle olmuştur. Yazının icadı veya internetin icadı meraklı bir mucidin insanlığı düşünerek yaptığı bir buluş değildir. Ticari gereksinimlerin (özellikle hesap tutmadan başlayarak talep yaratmaya kadar tüm ticari gereksinimlerin)ve siyasal gereksinimlerin (ülke içinde kontrolü sağlayan baskı güçlerinin gereksiniminden, diğer ülkelerle ilişkide savaşta güçlü olma gereksinimlerinin) bir sonucudur.9 Örneğin, Engels ordunun gücünün seviyesini belli bir zamandaki üretim ve iletişimde ulaştıkları seviyeye bağlamaktadır: Silahlanma, kompozisyonu, organizasyonu, taktikleri ve strateji her şeyin üstünde üretim ve iletişimde ulaşılan seviyeye bağlıdır (Engels, 1878, part III. Theory of Force).

8 Benzer şekilde, kapitalist devletin, alt yapısı çok uzun zaman alacak ve büyük yatırımlar gerektirecek, dolayısıyla uzun zaman zarar yapacak alanlarda (elektrik, posta, telefon, telgraf, demiryolu), bu işi üstlenme ve alt-yapıyı ülkenin kaynaklarını kullanarak kurması, örneğin, Türkiye’de 1980lerin sonlarına doğru olmuştur. Yani, dünyanın her ülkesinde, kapitalist devlet alt-yapısı için büyük yatırım gerektiren ve uzun dönem kâr etmeyen işler için kendisi ülkenin kaynak ve zenginliklerini kullanarak yatırım yapmıştır. Bu işi yaparken de, elbette satın alımları ve yaptırma işlerini çoğu kez özel şirketlerle yaptığı ihalelerle yürütmüştür. Devletin mülkiyetindeki bu alanlarda alt-yapı tamalanıp artık büyük karlar elde etme seviyesine gelindiğinde, kapitalistler “özelleştirme” politikalarıyla, leş kargası gibi, hazır yapıya el koymuşlardır. Onlar için yapılması gereken hazır sistemi ele geçirmek, sistemdeki “bakım ve onarımları” yapmak (bazen bunu hâlâ devlete yaptırmak, çünkü para harcama gerektirir) ve paraları toplamaktır. Bu durum o denli çirkin bir hale geldi ki, hastanelerin boş alanları bile para toplaması için özel şirket denen mafya gruplarına kiralanmaktadır. 9 Ayrıntılı bilgi için Schiller, Mattelart, Erdoğan gibi isimlere bkz.

Page 232: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 224

İletişim araçlarını taşınamaz sermaye olarak niteleyen Marx, Engels gibi, iletişim araçlarındaki gelişmeyi üretici güçlerdeki gelişmeye bağlar. Dolayısıyla, Marx için iletişim ve taşıma araçlarının gelişmesi genellikle üretici güçlerin gelişmesi kategorisi içinde yer alır.

İletişim araçlarının gelişmesinin getirdikleri

Marx iletişim araçlarındaki gelişmeleri toplumun değişimiyle ilgili hemen her konu içinde ele almıştır. Marx’a göre, okyanus gemiciliğinde ve iletişim araçlarındaki gelişmeler sezon-işine dayanan tekniksel temeli silip götürdü ve üstesinden gelinemez denen tüm diğer zorluklar büyük binalar yeni makineler, çalıştırılan insan sayısındaki artış ve tüm bunların toptan ticaretinin yapılmasında neden olduğu değişiklikler önünde yok oldu (Marx, capital 1, section 8, revolution effected in manufacture, handicrafts, etc).

Marx’a göre, iletişim araçlarında ve taşımadaki gelişme, üretimden tüketime kadar olan tüm süreçlerde çabukluğu veya yavaşlığı belirler. Bu da, her sürecin doğasını etkiler. Kapitalist üretim tarzı bir malın taşınmasındaki maliyeti, iletişim ve taşıma araçlarındaki gelişmelerle azaltır (Marx, Capital 2, part 1, chapter VI, the costs of circulation).

İletişim ve taşıma araçlarındaki gelişme malların dolaşım zamanını kesinlikle azaltır, fakat farklı malın ve aynı malın farklı pazarlara giden farklı parçalarının dolaşımındaki zamanın görece farkını ortadan kaldırmaz. Örneğin, gelişmiş deniz araçları ve buharlı gemiler seyahat zamanını kısaltır ve bunu hem yakın hem de uzak limanlar için yapar. Görece fark, gerçi çoğu kez azalır, ama kalır. Fakat görece fark iletişim ve taşıma araçlarındaki gelişmelerle coğrafik uzaklığa tekabül etmeyecek şekilde değişebilir. Örneğin, üretim yerinden uzaktaki bir yerleşim merkezine giden bir demiryolu, demir yoluyla bağlanmayan yakındaki bir yere olan uzaklığı görece veya mutlak olarak uzatır. Benzer şekilde, aynı koşullar üretim yerinin geniş pazarlardan görece uzaklığını değiştirebilir. Bu durum, iletişim ve taşıma olanaklarındaki /araçlarındaki değişim yüzünden, eski merkezlerin gerilemesi/bozulması ve yeni merkezlerin çıkmasını açıklar.

Ayrıca, taşıma araçlarının gelişmesiyle, sadece yer/uzay içindeki hareketin hızı artmakla kalmaz, aynı zamanda, coğrafik uzaklık zaman bağlamında kısalır. Sadece birçok geminin aynı limana gitmek için aynı anda hareket etmesini veya aynı iki istasyon arasında birkaç trenin aynı anda seyahatini sağlayan iletişim olanakları/araçları kitlesinin gelişmesi olmaz, aynı zamanda, yük gemileri aynı haftanın birbirini takip eden günlerinde

Page 233: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 225

Liverpool’dan New York’a gitmek için yola koyulur (Marx, Capital vol 2, chapter XIV the time of circulation).

Bir yandan, iletişim ve taşıma araçlarındaki gelişmeler malların dolaşım zamanını kısaltırken, aynı zamanda, bu araçlardaki gelişme giderek daha uzak pazarlar için, dünya pazarı için çalışmayı zorunlu hale getirir. Uzak yerlere giden mallar çok büyük ölçüde artar. Bununla, sosyal kapitalin bir kısmı uzun dönem mal-kapital safhasında, dolaşım zamanı içinde, kalır. Aynı anda büyüyen sosyal zenginlik oluşur. Bu zenginlik doğrudan üretim olanağı hizmeti verme yerine, iletişim ve taşıma araçlarına ve onların çalışması için gerekli taşınamaz ve dolaşımdaki kapitale yatırılır (Marx, Capital vol 2 chapter XIV the time of circulation).

Marx toplumun nüfusunun yoğunluğu ile iletişim araçları arasında bağ kurmaktadır. Marx’a göre, seyrek nüfusu ve iyi gelişmiş iletişim araçları olan bir ülkede nüfus yoğunlaşması, çok nüfusu ve kötü-gelişmiş iletişim araçları olan bir ülkedekinden daha fazladır. Kusurlu iletişim araçları bir yerdeki kıtlığın diğer yerden getirtilmesine izin vermez, dolayısıyla, toplumda (açlık gibi) sorunlar çıkar (Marx, Capital I. Chapter 14: Division of labour in manufacture, and division of labour in society.)

Marx’a göre bilim, keşifler, iş bölümü, gelişmiş iletişim araçları, dünya pazarının yaratılması, makineler işçiyi değil sermayeyi zenginleştirir ((Marx, Grundrisse: Notebook III).

Üretim biçiminin değişmesi, iletişimin ve bireyin değişmesi

Marx’a göre endüstrinin bir alanındaki radikal değişim diğer alanlarda da değişimleri getirir. Endüstrinin ve tarımın üretim tarzında olan bir devrim, örneğin taşıma ve iletişim araçlarında da devrim yapar.

Marx iletişim araçlarını sürekli bir değişimin aracı olarak niteler. Marx’a göre, eski iletişim araçlarının yerini yenilerinin almasıyla, demiryollarının, deniz ve nehir yollarında buharlı gemilerin ve telgrafın yaratılmasıyla, iletişim araçları giderek endüstrinin üretim tarzına uyumlaşır (Marx, Capital 1, part ıv: production of relative surplus-value, ch 15: machinery and modern ındustry).

Marx’a göre üretimin belli bir dönemine tekabül eden sosyal koşulların yeni ortaya çıktığı sırada veya ölüp giderken, üretimde doğal olarak farklı derecede ve farklı etkilerle/sonuçlarla karışıklıklar ve rahatsızlıklar olacaktır: Marx Grundrisse’de Roma’daki ilkel cemaat üretim tarzının gelişmelerle yıkılıp gitmesini anlatırken, değişimi ve değişimde insanın, yeniden üretim ve iletişim biçiminin değiştiğini anlatır. Üretim tarzının değişmesiyle sadece

Page 234: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 226

yeniden-üretim faaliyetindeki somut koşullar değişmez, aynı zamanda üretenler (insanlar) değişir. İnsanlar kendilerinde yeni kaliteler yaratırlar, kendilerini üretimde geliştirirler, kendilerini dönüştürürler, yeni güç ve fikirler, yeni ilişki/iletişim tarzları, yeni gereksinimler ve yeni dil geliştirirler. Üretici emeğin bu gelişmesiyle aynı zamanda toplumun dayandığı üretim tarzı çözülür (değişir) ve üretim tarzındaki değişmeyle, somut birey, Romalı, Yunanlı vb olarak tanımlanan birey de çözülür (Haye, 1980).

İletişim araçları ve dünya pazarının kontrolü

Marx’a göre, modern endüstri bir dünya pazarı kurar. Bu pazar ticaret, denizcilik ve iletişiminde büyük gelişmeler elde eder. Burjuvazi, üretim araçlarındaki hızlı gelişmelerle, kolaylaştırılmış iletişim araçları ve yollarıyla, bütün ulusları, hatta en barbar olanları bile, kendine çeker. Bütün ulusları burjuva üretim tarzına kendini ayarlama zorunda bırakır. Tek kelimeyle kendi imajında bir dünya yaratır. Bazen işçiler zafer kazanırlar, fakat sadece o zaman için. Uğraşlarının gerçek meyvesi, o anki sonuçlarda değil, gittikçe artan birleşmelerinde yatar. Bu birleşmeye modern endüstri tarafından yaratılan ve farklı yerlerdeki çalışanların birbiriyle ilişki kurmasını sağlayan geliştirilmiş iletişim araçları/yolları yardım eder.

Marx ucuz mal üretimi ve gelişmiş iletişim ve taşıma araçlarının yabancı pazarların fethedilmesi yolunu döşediğini ve bu süreçte diğer ülkelerdeki üretimin kapitalist endüstriyel yapının çıkarına uygun bir şekilde sadece belli ürünleri, özellikle tarım ürünleri, üreten kolonilere dönüştürüldüğünü belirtmektedir: Modern endüstrilerin merkezlerinin gereksinimlerine uyan yeni bir uluslar arası iş bölümü çıkar ve dünyanın bir kısmını, endüstriyel olana hizmet veren tarımsal üretim alanına çevirir. Marx’ın bu açıklaması “karşılaştırmalı avantajlar politikasına uygun” bir dünya yaratıldığını anlatmaktadır (Marx, Capital 1, section 7, Crises in The Cotton Trade).

Dolaşımın maliyeti ve iletişim araçları

Üretimin, değişim (alışveriş) değerine, böylece alışverişe dayanması arttıkça, alışverişin fiziksel koşulları -- iletişim ve taşıma araçları – dolaşımın maliyeti için daha önemli olur. Doğası nedeniyle kapital, her uzaysal (yer) engelini aşar. Böylece, alışverişin fiziksel koşullarının – iletişim ve taşıma araçlarının – yaratılması ve bu araçlarla zamanın kontrolü yoluyla uzay (yer) sınırının ortadan kaldırılması, olağanüstü zorunluluk olur.

Page 235: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İnsan, toplum ve iletişim 227

Ancak, taşıma maliyetindeki azalmalara uygun oranda kitleler halinde uzak pazarlara doğrudan ürün sağlanabildiği ölçüde; ancak, aynı zamanda, iletişim ve taşıma araçlarının kendileri kapital tarafından yönetilen iş için kâr elde etme alanları sağlayabildiği ölçüde; ancak ticari trafik çok büyük miktarda olduğu ölçüde; ucuz iletişim ve taşıma araçlarının üretimi olur.

Kendi-kendine yeterli Asya komünlerinde (köylerinde), bir taraftan yol gereksinimi yoktur ve öte yandan yolların olmaması onları kapalı izolasyonlarına kilitler, böylece Hindistan’da olduğu gibi, varlıklarını sürdürmelerinde değişim olmayan bir yaşam biçimlendirir.

Marx için iletişim araçlarının üretimi, dolaşımın fiziksel koşulunun üretimi içindedir. O da, taşınamayan kapitalin üretimi içindedir ve özel bir durum oluşturmaz.

Dolaşımda zaman ve iletişim araçları

Marx’a göre iletişim araçları üretim safhasının bir parçasıdır. Ürünü pazara getirmeyle veya ürünün emtiaya dönüşümü bağlamında, taşıma ve dolayısıyla iletişim araçları dolaşımı belirlemez. Bu araçlar (1) dönüşü (kârı) belirleyince ve (2) kapitalin para biçiminden üretimin koşulu biçimine dönüştürmeyi belirleyince, dolaşımı belirlerler (Marx, Grundrisse).

Marx’a göre, dolaşım zamanının azaltan ana araç gelişmiş iletişimlerdir. 19. yüzyılın başından beri son elli yıl iletişim alanında devrim getirdi. Karada şose yoların yerini demiryolları aldı, suda yavaş ve düzensiz sefer yapan gemilerin yerini hızlı ve güvenilir buharlı gemiler aldı. Bütün dünya telgraf telleriyle sarıldı (Marx, Capital 2).

İletişim ve taşıma araçlarının muazzam gelişmeleri gerçek dünya pazarını bir gerçek olgu yaptı (Capital 3, part V, Ch 30 Money-Capital and Real Capital; Engels, 1845).

Değer, yabancılaşma ve iletişim araçları

Marx insanın ürününden, araçlardan ve kendinden yabancılaşması hakkında oldukça yazmıştır. Örneğin, tüm değerlerin para ile ölçülmesiyle gelen tür yabancılaşmayı, iletişim araçlarındaki gelişmenin azaltmadığını belirtmektedir: Dünya pazarının otomasyonu parasal ilişkilerin (alışveriş değerinin) gelişmesiyle ve parasal ilişkilerin gelişmesi otomasyonla artar. Üretim ve tüketimdeki karşılıklı bağımlılık ve genel bağ, tüketiciler ve üreticilerin birbirine karşı bağımsızlığı ve ilgisizliği birlikte arttığından beri,

Page 236: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 228

yabancılaşma da artar. Bu yabancılaşmadan kurtulmak için çabalar da artar. Her bireyin diğerlerinin faaliyetleri (örneğin, güncel fiyatların listesi, döviz kuru, mektup ve telgrafla tüccarların arasındaki bağlar) hakkında bilgi elde etmesini ve böylece kendisini ona göre ayarlamasını sağlayan kurumlar doğar. Bu sırada elbette iletişim araçları da gelişir. Gerçi belli bir verili durumda, bu yollarla yabancılaşmanın üstesinden gelinmez, yine de olasılıkları içeren ilikiler ve bağlar kurulur.

KAYNAKÇA

Engels, F. (1845) The Condition of the Working Class in England Engels, F. (1878) Anti - Duhring. Engels, F. (1882) Dialectics of Nature. Engels, F. (1884). The Origins of Family, Private Property and the State. Engels, F. (1888) Ludwig Feuerbach.. Engels, F. (1890) Letter to Condrad Schmidt. Engels, F. (1893) Letter to Franz Mehring. Haye, Yves de la (1980). Marx and Engels on the means of communication. Paris:

International general. Marx, K. (1844) Economic and philosophic Manuscripts. Marx, K. (1844a) Critique of Hegel’s Philosophy of Right. Marx and Engels (1845) The Holy Family Marx, K., Engels, F. (1846) The German Ideology. Marx. K. (1847) The Poverty of

philosophy. Marx, K. (1858) Grundrisse. www.Marksists.org/archive/marx/index.htm Marx, K. (1859) A contribution to the critique of political economy. Marx, K. Capital vol. 1, II ve III. Marx, K. (1875) Critique of the Gotha Program.

Page 237: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.229-256

Karl Marx Basın özgürlüğü ve sansür Marx doktorasını aldıktan sonra, üniversitede öğretim üyesi olmak istedi,

fakat Hegelciler, genç-Hegelciler ve Alman devleti için tehlikeli görülen insanlar, 1980 Türkiyesi’nde yapıldığı gibi, üniversitelerden atıldığı ve üniversiteye alınmadığı, onların yerine “yaşasın vatan, millet ve Prusya” diyen çıkarcı, kurnaz, sahtekâr, kendi çıkarı için “millet ve devlet” bahanesiyle anasını bile öldürecekler ile üniversiteler doldurulduğu için, Marx üniversiteye giremedi. Bunun üzerine, gazetecik mesleğini seçti. 1842'de, muhalefetteki radikal burjuva iş adamları tarafından kurulan ve desteklenen Rheinische Zeitung’da önce yazamaya başladı ve sonra gazetenin yazı işleri yöneticiliğini yaptı.

Marx 1842’de gazetecilik işine başladığında Basını sansür konusu önemli konulardan biriydi. Marx resmi devlet organı olan gazetede (Preussische Allgemeine Staats-Zeitung) sansürü destekleyen yazılara karşılık veriyor ve parlamentodaki sansür yasalarıyla ve basın özgürlüğüyle ilgili tartışmaları analiz ediyor ve eleştiriyordu. Sansürü savunan lobinin mantıksız ve lütuf gösteren duruşunu yeriyordu.

Gazeteci olarak Marx belki de ilk “araştırmacı gazeteci” olarak nitelenebilir: Marx’ın, yönetimsel kararları eleştiren ve haksızlığa harşı gelen ilk makalelerinden biri, ormanda yerdeki ağaçları “çalan” Prusyalı köylülere verilen cezadaki adaletsizlik üzerine olmuştur.

Marx gazeteci olarak çalıştığında, yazısının basılması için yazdıklarını önce devlet tarafından atanmış bir sansürcüye (polise) götürmesi ve onun sansüründen sonra “kötü şeylerden” arınmış olarak yayınlanması gerekiyordu. O sırada Kıta Avrupa’sındaki tüm ülkelerdeki gazetecilerin önünde iki seçenek vardı:

Forum

Page 238: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 230

(1) Bir zamanlar feodalizme karşı kapitalist mücadelede yaptığı gibi, günümüzde dördüncü güç olarak nitelenen biçimde işini yapmak, ya da,

(2) Günümüzde yaygın bir şekilde olduğu gibi sistemin savunuculuğunu yapmak ve statükoyu korumak.

Birinci seçeneği seçenler için cezalar ve ülkeden sürülme vardı. İkinciyi seçenler için para, kolaylıklar ve imtiyazlar vardı. Marx eleştireldi, öfkeli ve polemiğe girerek yazıyordu. Eşi Jenny ona etkili olabilmesi için ılımlı olmasını öneriyordu 1844 Haziran’ındaki mektubunda (Marx, 1974: xii):

Çok kızgın ve tahrik edici yazma. Diğer yazılarının ne denli etkili olduğunu biliyorsun. Nazikçe ve olgulara dayanarak veya şakacı ve hafif yaz….Üniforma bol geliyorsa ve sıkıca bağlanmamışsa ne fark eder ki… Kuşakları gevşet, kravatını çöz ve şapkanı yukarı kaldır ---bırak ortaçlar özgürce aksın ve kelimeleri kendileri arzu ettikleri gibi yerleştir. Seninki gibi bir ordu haddinden fazla katı yürümemelidir.

Marx sert savaşçı olmaktan geri durmadı.“Filozoflar sadece dünyayı çeşitli şekillerde yorumluyorlar, önemli olan, her nasılsa, dünyayı değiştirmektir” diyen Marx sadece “kalemle yazanlar” olarak nitelediği gazeteci türünü aşağılık olarak gördü. Onun için gazeteci savaşa, mücadeleye kendini adayandır.

Marx gazeteci olarak yazdığı yazılarda o zamanın önemli konularını ele alıp işledi. Bu yazılarında özgürlükçü ve hümanist bir insan vardır. Ona göre gerçek/doğru hükümete ait olan bir mal değildir, evrenseldir ve insanlığa aittir. Ama egemen örgütlü gerçeklerde Marx her gün yazdıklarını Prussıa devletinin bir sansürcüsüne okutmak zorundaydı, aksi takdirde yazısı basılmazdı. “Aptal bir bürokrat olarak nitelenen” sansürcü, Marx’ın yazılarının üstünü çizerken, aslında hemen her bürokrat (ve statükonun her gazetecisi ve editörü gibi) yaptığını meşrulaştıracak en önemli gerekçeyi de sunuyordu. Bu gerekçe, kendini materyal olarak üretme olanakları elinden alınmış ve kendini efendisini çıkarına adamış bir kölebaşının, kendini yeniden üretme koşullarını ona sağlayan efendilerinin getirdiği baskı ve terörün onun (ve hemen herkesin) bilincinde oluşturduğu “gerçeği” ortaya koyuyordu: “Şimdi, bu benim ekmeğimi kazanma meselem, şimdi her şeyi çizip atıyorum” (Marx, 1974: xviii).

Her gün sansür ile birebir muhatap olan Marx, basın özgürlüğü için mücadele verdi ve basın özgürlüğüyle ilgili yazılar yazdı. Bu yazıları “Marx on the Freedom of Press and Censorship” adı altından basıldı.

Page 239: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 231

Marx 1840’lardaki yazılarında ilgisini özgürlük üzerinde toplamıştır. Çünkü onun için özgürlük demokratik yaşam biçimini ön koşuludur. Bu görüşü nedeniyle, gazeteci olarak yazdıklarında, özgür basın fikrini şiddetli bir şekilde savunur. Marx için basın insanların entelektüel yaşamlarını iletiştiği en genel yoldur. Basın bir kişinin ününe bakmaz, sadece haber almanın (istihbarat) ününü bilir (RZ, 19/5/42; Fetscher, 1969: 94).

Marx “Sixth Rhine Province Assembly” meclisinin kararına karşı tartışma sunan ve basın özgürlüğü ve sansür konusunu ele alan makaleler yazmıştır. Marx 5 Mayıs 1842’de basılan ilk makalesinde Prusya sansürünü ve devletin resmi gazetesinin savunusunu eleştirmiştir. 8 Mayıs’ta “Özgür Basının Muhalifleri” makalesinde Prusya hükümetiyle Katolik kilise arasındaki çatışma üzerinde durmuştur. 10 Mayıs’taki makalesi Meclisin (Rhine Province Assembly) ağaç hırsızlığı tartışmasına ayrılmıştır. 12, 15 ve 19 Mayıs tarihlerinde yazdıkları sansür ve özgürlük üzerinde durmuştur. Bu makaleler Marx’ın Rheinsche Zeitung für Politik gazetesindeki ilk yazılarıdır.

Gazeteye 1842’de yazmaya başlayan Marx, Ekim 1842de gazetenin editörü oldu. Reformist ve ilerici çevrelerin Marx’ın yazıları hoşuna gitti ve bunu Marx’a belirttiler.

Gazete muhalif Rhein burjuvazisinin reformist organıydı. Marx ile gazete devrimci-demokratik (komünist değil) şekil aldı. Bu durum Mart 17 1943’de istifaya zorlanmasını getirdi ve istifasıyla sonuçlandı. Fakat bu istifa gazete üzerindeki baskıyı sona erdirmedi ve finans desteğini de yitiren gazete hemen kapandı.

Marx gazetede sürdürdüğü kampanyada iki siyasal amaç üzerinde duruyordu: Birleşmiş ve demokratik bir Almanya ve dışarıda devrimci insanları destekleme ve devrim düşmanı Rusya’ya karşı savaş. Gazetede çalışanlar Jacobinlerin kırmızı berelerini giyen militan işçilerdi. Marx baskı altında, son destekleyici hissedarları da çekilince, gazeteyi kapatırken ebedi mesajı aynıydı: "emancipation of the working class." 1948 Fransız devrimi kaybettiğinde, Marx gazetedeki yazısıyla yenilgiye uğrayan başkaldırıcıları kutluyordu ve Engels Almanya’da ve muhtemelen tüm Avrupa’da proletaryayı destekleyen tek gazete olduklarını söylüyordu.

Marx, Köln’de the Neue Rheinische Zeitung gazetesini Haziran 1848de çıkarmaya başladı. Köln Almanya’nın o zaman en ilerici ve endüstri şehriydi. Marx’ın yönetimindeki gazete o zamanın en meşhur gazetesi oldu. Gazete Mayıs 1849 başkaldırıları sırasında Marx Prusya’dan atıldığında kapandı. Marx bu gazetede "Redakteur en Chef" olarak çalıştı. Gazetenin altı editörü

Page 240: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 232

vardı: Friedrich Engels, Heinrich Bürgers, Ernst Dronke, Georg Weerth, Ferdinand Wolff, and Wilhelm Wolff. Engels o bir seneye yakın zamanı “basın özgürlüğünü yaşadıkları ve kullandıkları zaman” olarak nitelemiştir (Hardt, 1992).

Demokratik bir sosyal ve siyasal varoluş için, basın özgürlüğü, toplanma ve dernek gibi birlik kurma özgürlüğü gibi anayasal ön koşullar, burjuvanın kendisi veya işçi sınıfı için kazanmada başarısız olduğu haklardı.

Onun yerine, demokrasiyi, proleter karakteri vurgulayan demokrasiyi, savunmak Neue Rheinische Zeitung gazetesinin editöryal görevi oldu (Fetscher, 1969, 146).

Marx 1949 Paris’e döndü ve aynı yıl Paris’ten de sürülünce Londra”ya yerleşti. Orada the Neue Rheinische Zeitung gazetesini aylık olarak çıkarmaya başladı. Aynı zamanda da British Museum kütüphanesinde siyasal ekonomi çalışmaya başladı. Library. Bu sırada the New-York Daily Tribune gazetesine yazı yazıyor ve Avrupa siyasal editörü olarak çalışıyordu. Marx diğer Amerikan gazetelerine de zaman zaman yazılar yazmıştır. Amerikan gazetecilerinin mülakatını kabul etmiştir. 1851-1861 yılları arasında New York Daily Tribune gazetesine Avrupa’dan yazdığı yazılar arasında Rus-Osmanlı savaşı haber ve yorumları bulunmaktadır. Bu yazılarında, genellikle somut durum analizi yapmaktadır.

Gerçi Marx 1860lara kadar gazetecilik yaptı, çeşitli gazetelere yazılar yazdı, fakat 1940lardan sonraki çalışmalarının hiçbirinde basın özgürlüğü ve sansür konusunu herhangibir şekilde ve liberal çoğulcu bakış açısıyla ele alan bir çalışma yapmadı.

Zaten Marks, 1940ların ortalarından itibaren yasaların ve düşüncelerin üzerinde duran bir hukukcu, mekaniksel materyalist ve idealist Hegelci yaklaşım tarzını terk etti ve eleştirdi.

Engels, Marx’ın toplumların gelişmesini analiz etme ve anlamak için gerekli bilginin siyasal ekonomide olduğuna karar verdiğini belirtmektedir, çünkü insan gelişmesinin tarihsel sürecini anlamada devlet yerine sivil toplum alanı anahtarı tutmaktadır.

Almanya’da barınamayan Marx, gazetecilik serüveniyle birlikte kısa zamanda Avrupa devletleri tarafından istenmeyen adam ilan edilir. Böylece, Marx’ın Avrupa’da bir ülkeden diğerine gidip gelişi başlar. Marx siyasal ekonomi çalışmak için Fransa’ya gider. Son durağı İngiltre olur.

Page 241: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 233

ÖZGÜRLÜK

Marx için özgürlük insanın özüdür, özündedir. Bu nedenle, özgürlüğün karşıtları bile özgürlüğün gerçeğine karşı savaşırken bile özgürlüğü yerine getirirler; İnsan doğası için takı olarak reddettikleri ö<gürlüğü, kendileri için en değerli takı/süs eşyası olarak ayırmak isterler (Marx, 12 Mayıs, 1842)

Marx’a göre “özgürlük, kendini ister baskı makinesinin mürekkebinde, bir toprak parçasında, bilinçte veya siyasal mitingde ifade etsin, özgürlük olarak kalır (Marx, 19 Mayıs, 1842). Dolayısıyla, 6. Rhine Meclisindekiler, basın özgürlüğünü mahkum ederken, kendilerini mahkum ettiler. Eğer sansür adaletle aynı şey olsaydı, bu bir zorunluluk olmayan olgu olarak kalırdı.Ama, bunu ötesinde, özgürlük sadece benim hayatımın ne olduğunu içermez, aynı zamanda nasıl yaşadığımı içerir; sadece özgür olanı yaptığımı değil, aynı zamanda özgür olarak yaptığımı içerir. Aksi takdirde, bir mimar ile kunduz arasında bir kunduzun kürklü bir mimar ve mimarında da kürksüz bir kunduz olması dışında ne fark olacaktı ki? (Marx, May 15 1842).

Marx için ne zamanki bir özgürlük biçimi reddedilirse, genel olarak özgürlük reddedilir ve ondan sonra özgürlük varmış görünüşüne sahip olur. Özgürlüğün yokluğu kuraldır ve özgürlük istisnadır, tesadüfi ve keyfi oluştur (Marx, 19 Mayıs, 1842). Marx, özgürlüğü kendilerine ayıran ve diğerlerini bundan mahrum bırakmaya çalışan baskı yapısının taşıdığı düşünce tarzını ve sunduğu gerekçeleri şu şekilde açıklar ve eleştirir: Bu beyler, özgürlüğü mantığın evrensel ışığındaki doğal bir hediye olarak değil, yıldızların özel olarak olumlu takımının doğa üstü hediyesi olarak görürler. Özgürlüğü sadece belli kişilerin ve sosyal güçlerin bireysel karakteri olarak kabul ederler. Bu nedenlerle, bu beyler evrensel mantığı ve evrensel özgürlüğü, “mantıksal olarak inşa edilmiş sistemlerin” kötü fikirleri ve hayaleti arasına sokarlar. İmtiyazlıların özel özgürlüğünü korumak için, insan doğasının evrensel özgürlüğünü yasaklarlar. Ayrıca, bu beylerin modern devlet içindeki gerçek pozisyonları, bu pozisyon için taşıdıkları düşünceye hiç tekabül etmediği için, gerçek dünyanın ötesinde yaşadıkları için ve, bunların sonucu olarak, kendi faaliyetlerinden memnun olmadıkları için, kaçınılmaz olarak diğer dünyanın teorisine, ellerindeki dine başvururlar (Marx, 10 Mayıs, 1842).

Marx’a göre, özgürlüklerin her kısıtlanması gücü ellerinde tutanların bir zamanlar özgürlüğün kısıtlanması gerektiğine inanmalarının ve bu inançlarının sonraki görüşlerinde yol gösteren prensipler olarak hizmet ettiğinin gerçek göstergesidir.

Page 242: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 234

BASIN

Marx için basın “halk iletişimi” (kamusal iletişim) aracıdır. Marx (ve özgürlük arayan 19 yüzyıl gazetecileri ve aydınları) için teori ve pratikteki diğer bir amaç, “gerçek” olanı, “doğru” olanı takip etme, aramadır. Bu amaç toplumdaki sosyal, ekonomik ve siyasal çevrenin gazetecilik ve gazeteciler için biçtiği görevdir (RZ 8, 8/1/43; Fetscher, 1969, 122).

Marx basını “basın bireylerin entelektüel oluşlarını iletişebildiği en genel yoldur. Kişiler için saygıya sahip değildir, sadece haber almaya/akıla saygılıdır” diye açıklar (Marx, 19 Mayıs 1842). “Entelektüel iletişim yeteneğini/gücünü resmi olarak özel dış ifadeler tarafından saptanmasını ister misin?” diye soran Marx, bu sorusuna şöyle yanıt veriyor: Başkaları için olamayacağımı, ben olamam ve kendim için olamam. Eğer başkaları için manevi güç olmama izin verilmezsem, kendim için manevi güç olma hakkına sahip olamam (Marx, 19 Mayıs 1842).

Gazeteye ve fikirlerin özgür akışının korunmasına değer verme açık bir kamusal/halk alanı boyutlarını gerektirir. Basın özgürlüğü karşıt fikirlerin ifadesi için zorunlu koşuldur. Bu koşul olmazsa, gazetecilik yapılamaz. Fakat Marx özgür bir Almanya ve hatta Kıta Avrupa’sı bulamaz. Sürekli sürülür, tehdit ve baskı altındadır. Marx’a bunu “Almanlar fikirlere o kadar çok saygı gösterirler ki ender olarak fikirleri gerçekleştirirler (19 mayıs 1842).

Marx Prusya’da gazetecilerin iç ve dış haberlerdeki zıt tutumlarını eleştirir: Dışarıdan verilen haberlerin “gerçek yalanlar” olduğunu ve yalanın gerçeğin yerine geçirildiğini belirtir. Buna karşı kamu otoritelerinin bir şey yapmadığını, fakat benzeri iç haberlerin kınamayla, mahkum etmeyle ve sansürle karşılandığını belirtir. Gazetecilerin dışarıdaki durumları okuyucularıyla paylaşırken, içerideki durumlara aynı yaklaşmamasını eleştirir: what is wrong with a press that attempts to share volatile situations and activities abroad with its readers--history in the making--through news from far-away places, while rejecting the representation of similar historical processes in its domestic coverage (RZ 8, 8/1/43; Fetscher, 1969, 122)?

Gerçeğin haberini verme gerçeği dokümanla ortaya koyma sürecine ışık tutma kadar anlamlı olmayabilir. Çünkü gerçeği inşa çok zordur. Marx’a göre gerçek, olgunun kendisinden fazla birşeydir; keşfetme eylemidir; gerçeğin araştırılmasının kendisi dürüst olmalıdır; gerçek araştırma, bağıntısız parçaları sonuçlarda birleştirilerek açıklanan gerçektir (Fetscher, 1969, 23).

Page 243: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 235

1840’lar Prusya’da gazeteler ve süreli yayınlar üzerindeki sansür ve prusya otoritelerinin basın üzerindeki baskısı istedikleri editörü çalıştırma ve resmi kararlara itirazsız uymaya kadar gidiyordu.narks resmi otoritelerin basın yöneticilerinden bilimsel uzmanlığı olan ve “sadık düşünceye sahip”“saygın editörler” çalıştırmalarını istemeleriyle alay etmiştir. Marx sansürcülerin böyle bir uzmanlığa sahip olup olmadığını ve eğer sahipseler, neden yazar gibi davranmıyorlar? diye sorar (Fetscher, 1969, 36).

Marx gazeteci olmayla ilgili tedbirlere bakarak sorar: O zaman, kim gazeteci olma hakkına sahiptir? Resmi belgeler “yetkili” ve “yetkisiz” bireylerden bahsetmekte ve uzmanlaşmayı, örneğin eşitli alanlarda yazma sertifikasını, önermektedir. Marx, alaylı bir şekilde, ayakkabılar hakkında yazmak için ayakkabıcılara yetki verilmesini belirtir ve yetkinin, “yetkili” ve “yetkisiz” okuyucuların yaratılmasıyla sonuçlanan bir entelektüel pratik belirlemesi getireceğini söyler. Alaya devam ederek, “sadece yetki verilen yazarların kendi çalışmalarını satın alma ve okumaya izin verilmesi oldukça uygundur” der. Benzer şekilde, yurttaşlar, uzmanlık alanlarına ve yazdıkları konulara göre, basına hem yetkili hem de yetkisiz katkıda bulunanlar olur.

Sansür ve baskı altındaki Alman basını pasif, etkisiz ve sansürden ve hükümet tarafından kapatılmaktan korkuyordu. Marx basını bu tutumu nedeniyle eleştirir: Günlük “Alman basını, güneşin altındaki en zayıf, en uyuşuk ve ürkek kurum! En büyük haksızlıklar gözleri önünde olabilir veya ona karşı haksızlıklar yapılabilir.” Bunun karşısında sessiz ve sır tutan bir şekilde kalır. Bu durumu basından asla duyamazsınız. Aslında, askeri sansürcüler tarafından sansür güçlendirildiğinde, bu değişikliklere Alman basını hemen hemen hiç reaksiyon göstermez. Sanki normal/doğal bir şeymiş gibi karşılar (Marx, 15, Mart, 1849; Fetscher, 1969: 182-183).

Marx basın üzerindeki Prusya denetimindeki aşırılıkları, sansür faaliyetlerini, enformasyonun gizlenmesini, basının nasıl düzenleneceğiyle ilgili önerileri teşhir eder, onlarla alay eder ve eleştirir.

Marx aynı zamanda Alman basınının katı kontrolü olmazsa, Alman monarşisinin tehlikeye düşeceğinin de farkındadır. Çünkü özgür basın demokratik prensiplerin ve pratiklerin yükselmesi demektir (Marx, 27 nisan, 1849; Fetscher, 1969: 200).

Page 244: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 236

ÖZGÜR BASIN

Marx’ın 5 Mayıs ile 19 Mayıs 1842’deki ve sonraki gazete makaleleri bireysel ve kolektif sosyal, siyasal ve ekonomik özgürlük bağlamında basın özgürlüğünü savunan tartışmalar sunar. 1

Marx için basın koşulsuz özgür olmalıdır: Özgür basın halkın ruhunun her yerde tetikte olan gözüdür, halkın kendine inancının materyalleşmesidir, bireyi devlet ve dünyayla bağlayan zarif bağdır; maddi mücadeleleri entelektüel mücadeleye dönüştüren ve kaba materyal biçimlerini idealleştiren materyalleşmiş kültürdür. Halkın kendine dürüstçe itirafıdır ve itirafın günahtan kurtarma gücü çok iyi bilinir. Halkın kendini içinde görebileceği ruhsal aynadır, ve kendini soruşturma bilgeliğin ilk koşuludur. Çok yönlüdür, her yerdedir, her şeyi bilir. Daima gerçek dünyaya fışkırıp akan ve geriye kendisine akan ideal dünyadır.2

SANSÜR

İlkokul öğretmenlerimiz bize “konuştuğun gibi yaz, ve yazdığın gibi konuş” diye öğretti. Sonradan bize şöyle denilir: Sana buyrulmuş olanı söyle ve diğerlerinden sonra tekrarladığını yaz” (Marx, 19 Mayıs, 1842).

1 Marx’ın bu açıklamasına baktığımızda, İstanbul gazetelerini ve televizyonlarını biçimlendirenlerin ve onları savunan çıkar sahiplerinin ruhlarının ne denli karanlık, ne denli çirkin, ne denli aşağılık, ne denli kötü olmadığını görürüz herhalde. 2 Marks günümüzdeki yaygın gazeteleri görseydi, endüstriyel materyal ilişkilerin getirdiği egemen düşünsel üretimin, bu söylediklerinin tam tersine, basın özgürlüğünün artık medyanın materyal çıkar sağladığı diğer endüstrilerle birlikte kendi çıkarını gerçekleştiren “imtiyazlıların özgürlüğü” olduğunu görürdü. Yani, günümüzde basın özgürlüğü, öznel çıkarları peşinde koşan gazetecilerin ve akademisyenlerin kapitalistlerle kurduğu çıkar ortaklığıyla (ki bu gazeteciler ve akademisyneler arasında kral sofrasının kırıntıları için yapılan yarıştır) oluşturduğu “imtiyazlılar için ve imtiyazlılara ait özgürlük” savunusu biçimine dönüştürülmüştür. Basın özgürlüğü, Marks’ın da açıkça vurguladığı gibi, örgütlü sansüre karşı verilen ve genel özgürlüktür. Bu da ancak, medyadaki üretim ilişkilerinin karakterinin bu özgürlüğün gelişmesine izin verecek bir biçimde dönüşüme uğramasıyla mümkündür. Yoksa, basın etiği, basın kanunu gibi mekanizmalar, mekaniksel materyalizmin kurnazca kurduğu tuzaklardır, kandırma yollarıdır, meşrulaştırma araçlarıdır.

Page 245: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 237

Marx’a göre sansür özgürlük fikrinden çıkıp gelmez. Sansür baskı yoluyla uyma, rıza, katılma arar ve ister. Sansür basının karakterine aykırıdır, basının kendi karakteriyle çelişir. Sansür düşüncelerin açıkça alışverişine karşı direnir; her tür eleştiri nosyonuna, entelektüel yorumlamaya ve yansıtma sürecine karşıdır. Sansürün karşı olduğu ve engellemeye çalıştığı her şey entelektüel çalışmanın ve basının pratiklerinin kendi içinde, doğasında vardır.

Marx gerçi sansürün yasa olarak var olduğunu, fakat yasal olmadığını belirtir: Sansür yasa değil, polis tertibidir, emridir, düzenidir. Marx’a göre, yasa olarak sansür yoksul ve yoksun düzenlemedir, çünkü başarmak istediğini başaramaz ve elde ettiğinde de başarılı olmayı istemez.

Her sansürden geçmeyen basılı sansür sadece basın için değil aynı zamanda toplumun geneli için de zararlıdır. Sansür altında sansürlenmemiş olarak çıkan basının karakteri şüphelidir ve güven sorunu yaşar

Sansür ve basın arasındaki mücadele, iyi ve kötü basın arasındaki bir mücadele değil mi?

Sansür mücadeleyi ortadan kaldırmaz, tek taraflı yapar. Açık mücadeleyi gizli bir mücadeleye dönüştürür. Prensipler üzerindeki mücadeleyi, prensibi olmayan güçlüye karşı güçsüz bir prensip mücadelesi yapar.

Sansür devletin/hükümetin tekelindeki eleştiridir. Eleştiri, eğer gizliyse, eğer kuramsal değil fakat pratiksel ise, eğer tarafların üstünde değil de kendisi bir taraf ise, eğer mantığın/aklın keskin bıçağıyla değil de keyfiliğin kör makasıyla çalışıyorsa, eğer sadece eleştiri yapıyor ama eleştiriyi Kabul etmiyorsa, rasyonel karakterini yitirmez mi? (Marx, 19 Mayıs, 1842).

Prusya sansürü ve gazetelerin durumu

Mart 1842de, resmi devlet gazetesi “Preussische Allgemeine Staats-Zeitung” “hükümetin gerçek niyetini halka anlatma” gerekçesiyle devlet sansürünü destekleyen, yukarıda da örnekleri verilen, yazılar yazmaya başladı. Marx bu gazeteyi ve Meclisin aldığı sansür kararlarını eleştirdi (Marx, 5 Mayıs, 1842):

Yeni sansür talimatları yayınlandı. Gazetelerimiz dış görünüşü ve geleneksel özgürlük biçimini benimsemeleri gerektiğine inandılar. The Preussische Staats-Zeitung, gazetesi de, uyanmak zorunda kaldı ve bir çeşit liberal, en azından bağımsız fikirlere sahip olmaya uyanmak zorunda kaldı. Staats-Zeitung gazetesi bu vuruştan kendine gelemedi. Önce bu gazete şu soruyla geldi: "What use has the greater freedom from censorship been to you Prussian newspapers?"

Page 246: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 238

Belli ki, söylemek istediği şudur: Yıllardır sansüre sıkı sıkıya uymanın bana faydası ne olmuştur? En titiz ve yoğun denetime ve muhafızlığa rağmen ben ne oldum? Ve şimdi bana ne olacak? Yürümeyi öğrenmedim ve sansasyon-seven halk kalça kemiği yerinden çıkan kişiden zıplayarak havada ayaklarını birbirine vurmasını bekliyor.

Dolayısıyla, senin için de olacak mı, kız kardeşim! Hadi zayıflıklarımızı Prusya halkına itiraf edelim, fakat itirafımızda diplomatik olalım. Onlara, gazeteleri için ilginç olmadığımızı açıkça söylemeyeceğiz.

Onlara, eğer Prusya gazeteleri Prusya halkı için ilginç değilse, Prusya devletinin gazeteler için ilginç olmadığını söylemeliyiz.

Sansüre gerekçe: insanın kötü, olgunlaşmamış ve kusurlu olması

Marx Meclis konuşmacısının sansür için sunduğu gerekçeleri ince ve alaylı bir şekilde eleştirmiş ve bu gerekçelerin geçersizliğini ortaya koymuştur.

Konuşmacının gerekçesi: İnsan, birey olarak ve kitle halinde, daima aynıdır. Doğası nedeniyle kusurlu ve hamdır ve gelişmesi sürdüğü sürece eğitime ihtiyacı vardır. Eğitilmesi ölümüyle son bulur. Eğitim sanatı yasaklanmış eylemleri cezalandırmayı içermez. Onun yerine, iyi etkileri öne çıkarmayı ve kötü olanlardan uzak tutmayı içerir. Kötünün siren müziği kitleler üzerinde güçlü etkilere sahiptir ve gerçeğin basit ve ciddi sesine karşı gelir. Bunun üstesinden gelmek zordur. Kötü basın insanların ihtiraslarına/tutkularına hitap eder. Amacı mümkün olduğu kadar çok kötü prensipler ve kötü düşünceleri, fikirleri yaymaktır. Öte yandan, iyi basın daima savunma durumundadır. Etkisi, düşman bölgesinde anlamlı hiçbir ilerleme elde etmeksizin, savunma, dizginleme, birleştirme, pekiştirme olabilir. Dış koşulların bunu daha da zorlaştırmaması iyi bir şanstır.

Marx’ın değerlendirmesi: Eğer insan ırkının olgun olmaması basın özgürlüğüne karşı gelmek için gizemli neden ise, o zaman her seviyede sansür insan ırkının olgunlaşmasına karşı oldukça makul araçtır. Süregiden gelişme kusurlu. Gelişme ölümle son bulur. O halde, insanları bu kusurlu durumundan kurtarmak için öldürmek oldukça uygun olacaktır. En azından, konuşmacı basın özgürlüğünü öldürme sonucuna varıyor. Bu görüşe göre, gerçek eğitim bir kişiyi bütün hayatı boyu bir beşiğe bağlamayı içerir, çünkü yürümeyi öğrenir öğrenmez, düşmeyi de öğrenir. Düşme ile yürümeyi öğrenir. Fakat eğer biz hepimiz kundak elbiseleri içinde kalırsak, bizi kim kundakla saracak? Eğer biz hepimiz beşikte kalırsak, bizi kim sallayacak? Eğer hepimiz

Page 247: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 239

mahkumsak, hapishane gardiyanı kim olacak? İnsanların kusurlu olduğu iddiasına devam edersek: İnsanların kusurlu olduğu iddiası kusurlu, hükümetler kusurlu, meclisler kusurlu, basın özgürlüğü kusurlu, insan varlığının her alanı kusurlu olur. Bu nedenle, bu alanlardan biri bu kusur nedeniyle var olmayacaksa, hiçbirinin var olmaya hakkı kalmaz, genel olarak insan var olma hakkına sahip olmaz. Marx İnsanın kusurlu/hatalı/noksan olmasıyla ilgili gerekçeleri çürütürken, “bu kusurlar arasında, neden özgür basın mükemmel olmak zorundadır? Kusurlu/yetersiz bir yerel devlet, mükemmel basın talep ediyor? Kusurlu/yetersiz olan, eğitim gerektirir. Eğitim de insan, dolayısıyla kusurlu/yetersiz değil mi? Eğitimin kendisi de eğitim gerektirmez mi? Kendi varoluşuyla insan olan her şey kusurluysa/yetersizse, her şeyi birleştirip, iyi ve kötü. Gerçek ve sahte her şey için aynı saygıyı göstermemiz gerekmez mi? her şeyin kendisinden kusurlu/yetersiz olduğu fikrinin kendisi tüm kusurların/yetersizliklerin içinde en kusurlu ve yetersiz olandır” diyen Marx, devam eder: Bu nedenle, biz şeylerin varlığını değerlendirme ölçüsü olarak fikrin içsel özünü almalıyız. O zaman, tek taraflı ve önemsiz deneyimler tarafından kendimizin doğru yoldan sapmasına az izin veririz. Çünkü böyle bir durumda, sonuç aslında her deneyin ortadan kalktığı, tüm yargıların durdurulduğu, bütün ineklerin siyah olduğudur (Marx, 10 Mayıs, 1842).

Sansüre gerekçe: iyi basın, kötü basın

Marx meclisteki konuşmacıların ve sansürü meşrulaştırmaya çalışanların sözlerini alıp, bu sözlerle öne sürülen görüşle çoğu kez alaylı olarak geçersiz yapmaya Mayıs 12, 1842 (ve diğer) makalesinde de devam etmektedir:

Basının genel olarak kötü olduğunu kabul etme yerine, konuşmacı basını iyi ve kötü basın olarak ayırmaktadır. Sansür faaliyeti, kaçınılmaz olarak, sansürcüleri gazeteleri iyi ve kötü, faydalı ve tehlikeli gibi gruplara ayırmasını ortaya çıkaracaktır. Bu iyi ve kötü ayırımı elbette topluma da yansıtılacaktır. Marx ise, basını rasyonel ve ahlaklı (özgür) basın ve yüzsüz, utanmaz, sansürlenmiş basının parfümlü düşükleri (anasından düşük olarak doğmuşlar) olarak ayırt eder. Marx’a göre sansürden geçmiş basın içerikleri iyi olsa bile kötüdür ve tam tersine, özgür basın içerikleri kötü olsa bile iyi olarak kalır. Sansürlü basın hipokrasisiyle, karakter yoksunluğuyla, hadım harem ağasının diliyle, kopek gibi kuyruk sallayışıyla, kendi temel doğasının iç koşulunu gerçekleştirir. Sansür edilmiş basın medeni bir canavardır.

Page 248: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 240

Konuşmacının gerekçelerini kabul etmeyen Marx, “konuşmacı sansürü haklı çıkarabilmek için, sansürün basın özgürlüğünün özünün bir parçası olduğunu kanıtlamalıydı; onun yerine, özgürlüğün insanın özünün bir parçası olmadığını kanıtlıyor” diye belirtir.

Marx, kötü basın hakkında inanılmaz şeylerin söylendiğini belirtir: Kötü gazetelerin amacı kötülüktür ve kötülüğün mümkün olduğu kadar çok yayılmasıdır. Konuşmacının bu sözüyle başlayarak, Marx, konuşmacının her söylediğini eleştirir (Marx, 12 Mayıs 1842): Konuşmacı kötü basının iyi basından iyi olduğunu söylemektedir, çünkü kötü basın daima saldırıdadır ve iyi basın da savunmadadır. Eğer iyi basın “savunurken, dizginlerken ve pekiştirirken,” sürekli olarak gelişmeye, dolayısıyla hayata karşı değil mi? bu yüzden, ya bu iyi savunmacı basın kötüdür ya da gelişme kötü bir şeydir.

Konuşmacıya göre, iyi basın güçsüzdür, iktidarsızdır ve kötü basın ise sınırsız güçtedir. Konuşmacı için iyi basın ve iktidarsız basın aynıdır. Konuşmacı iyi olanın iktidarsız olduğunu mu yoksa iktidarsız olanın iyi olduğunu mu söylemek istiyor? (Marx, Mayıs 12, 1842).

Kendini beğenmiş iddia şudur: Benim kişiliğim iyidir, benim kişiliğimle uygun düşen kişiler de iyidir; ve kötü basın bunu kabul etmeyi reddediyor. Kötü basın!

Konuşmacı başta basın özgürlüğüne saldırdı, sonra genel olarak özgürlüğe ve ardından da iyiye saldırdı (Marks, 12 Mayıs, 1842).

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE SANSÜR

Marx basın özgürlüğünü, toplanma ve örgüt kurma ile birlikte, demokratik toplum için zorunlu koşul olarak görür. Basın özgürlüğünü, diğer özgürlüklerle birlikte, reddedilemez, vazgeçilemez, engellenemez hak olarak görür. Marx’a göre, özgür basın insanları birleştiren, kendilerine güveni geliştiren ve gözetme sağlayan bir kamu kuruluşudur (Marx, 15 Mayıs, 1842). Marx gazetelere çok önemli sosyal sorumluluk ve toplumu aydınlatma görevi yükler. 1849’dathe Neue Rheinische Zeitung gazetesinin editörü olarak mahkemeye çıktığında, savunu olarak şöyle demiştir: kendi çevresinde ezilmişi temsil etmek ve sosyal ve siyasal gücün belli cellatlarına karşı koymak gazetenin görevidir”.Marx’a göre, var olan koşullarda, gazetesinin görevi “var olan siyasal durumun tüm temellerini yıkmaktır/çökertmektir (Şubat 14, 1849, NRZ gazetesi, Fetscher, 1969;175).

Page 249: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 241

Marx için basın özgürlüğü, “güzellik gibi, insanın savunabilmesi için sevmesi gerekir. Gerçekte sevdiğimin varlığı zorunlu ve gereklidir, ve onsuz benim kendi varlığım ne doludur, tatmin olmuştur ne de tamamdır.”Basın özgürlüğünü asla gereklilik olarak görmeyenler ve rasyonel yaklaşımları nedeniyle basın özgürlüğü nosyonuna duygusal bağlanmaları engellenmiş olanlar özgürlük konusunu bir diğer ilginç şey gibi, dış bir olay gibi ele alırlar (Marx, 5 Mayıs, 1842).

Marx için basın özgürlüğü kendi başına yeterli değildir ve bireyin ve veya halkın gereksinimlerini gideremez (ve gidermemelidir)3 Yani, basın özgürlüğü tarihsel temelli sosyal, siyasal kültürel koşullara ve güçlere katkıda bulunan faktördür. Basın özgürlüğü, hem öznel türdeki devlet çıkarlarının üstesinden gelmeli, hem de özgür basının toplumdaki yetersizlikleri ve sakatlıkları yansıtması ve muhtemelen sembolize etmesi gerektiğini anlamalıdır.

Marx’a göre, konuşmacının söylediği, basının, yalanlar ve kandırmalar dahil eksikliği, hatası veya başarısızlıkları, aynı zamanda devletin, halkın, bürokrasinin ve sansürcülerin eksikliği, hatası ve başarısızlığı değil mi? Sansürcüler bu tarihsel bütünün dışındalar mı? (Marx, 5 Mayıs 1842).

Marx yazılarında, özgürlük arayışı ve mücadelesinde basının önemi üzerinde durur. Marx için genel basın insan özgürlüğünün farkına varılmasıdır: Sansür ülkesinde basın özgürlüğü yok mudur? Genel olarak basın insan özgürlüğünün bir kavranmasıdır. Neticede, nerede basın varsa, orada basın özgürlüğü vardır (Marx, 12 mayıs, 1842). Marx’ın burada dediği oldukça açık: Basının olduğu her yerde özgürlük vardır. Yani, özgürlük daima oradadır, vardır. Özgürlüğe, sadece başkasının özgürlüğü olduğunda saldırılır. Dolayısıyla, her tür özgürlük ya birilerinin imtiyazı olarak ya da evrensel hak olarak daima var olmuştur. Bunun bir anlamı da, “birilerinin özgürlüğünün bittiği yerde diğerlerinin özgürlüğünün başladığı” sözünün geçersizliğidir, çünkü imtiyazlı özgürlük bir diğerinin imtiyazdan yoksun edilmesiyle, bir diğerinin özgürlüğünün elinden alınmasıyla gerçekleşir. Gücün özgürlüğü ve zenginliği güçsüz bırakılan ve yoksul bırakılandan dolayıdır.

Marx için basın özgürlüğü sorunu özgürlüğün imtiyaz mı yoksa genel hak mı olduğu sorunudur (Marx, 12 Mayıs1842):

3 Kullanımlar doyumlar yaklaşımının “kullanımların işleveselliğini ve alınan doyumları normalleştirilmesini düşünün. Bir arkadaşla oyundan geçerek karşılanacak ve giderilecek gereksinim yerine, internetteki oyunları oynayarak “kendini gerçekleştirme ve sosyalleşme” arasındaki farkın önemini düşünün.

Page 250: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 242

Soru, basın özgürlüğünün olup olmaması değildir, çünkü basın özgürlüğü daima vardır. Soru basın özgürlüğünün belli bireylerin imtiyazı mı yoksa insan beyninin bir imtiyazı mı olduğudur. Soru bir tarafın hakkının diğer taraf için yanlış olup olmadığıdır. Soru, “beynin/aklın özgürlüğünün” “beyne/akla karşı özgürlüğün” daha çok hakka sahip olup olmadığıdır. Eğer “evrensel özgürlüğün” gerçekleşmesi olarak “özgür basın” ve “basın özgürlüğü” reddedilecekse, o zaman, bu daha çok özel özgürlüğün gerçekleşmesi olarak sansüre ve sansür edilmiş basına uyar, çünkü tür kötü ise (türdeki) canlılar nasıl iyi olabilir? Eğer konuşmacı tutarlı olsaydı, özgür basını değil, basını tümüyle reddederdi. Ona göre, basın iyi olacaktı eğer özgürlüğün ürünü, örneğin insan ürünü, olmasaydı. Bu nedenle, sadece hayvanlar ve tanrılar basın hakkına sahip olacaktı.

Basın ve devrim

Basının Hollanda’da Belçika devrimini getirdiği söylenmektedir. Hangi basın? İlerici mi yoksa gerici mi? Aynı soruyu Fransa için de sorabiliriz. Eğer konuşmacı, demokratik olan teolojik Belçika basınını suçlarsa, Fransa’daki mutlakiyetçi teolojik basını da suçlamalıdır. Her ikisi de hükümetlerinin devrilmesine yardım ettiler. Fransa’da, basın özgürlüğü değil, sansür devrimi yaptı.

Belçika devrimi başta manevi/ruhsal/dinsel devrim olarak görüldü, basının devrimi olarak. Basının Belçika devrimine neden olduğu iddiası bunun ötesinde anlamsızdır. Fakat bu suçlamak için bir vesile midir? Devrim derhal maddi bir biçim mi varsaymalıdır? Konuşma yerine vurmak? Hükümet bir manevi devrimi gerçekleştirebilir, maddi bir devrim önce hükümeti manevileştirmelidir.

Belçika devrimi Belçika ruhunun bir ürünüdür. Basın da, Belçika devriminde kendi katkı payına sahiptir. Belçika basını devrime ilgisiz kalsaydı Belçika basını olmazdı. Aynı zamanda, Belçika devrimi Belçikalı olmazdı, aynı zamanda basının devrimi olmasaydı. Halkın devrimi her alanın kendi biçimiyle yaptığı bir bütündür. Basın da basın olarak neden olmasın ki? (5 Mayıs, 1842) .

Basın özgürlüğü ve sansürün haklı çıkarılma farkı

Marx’a göre, basın özgürlüğü sansürden oldukça farklı gerekçeye sahiptir. Basın özgürlüğünün kendisi bir fikrin (düşüncenin) somutlaşmasıdır, özgürlüğün somutlaşmasıdır, pozitif iyi olandır. Sansür özgürlüksüzlüğün somutlaşmasıdır, benzerliğin/aynılığın dünya görüşünün özün dünya görüşüne karşı polemiğidir; sadece negatif karaktere sahiptir (Marx, 12 Mayıs, 1842).

Page 251: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 243

Basın özgürlüğünün ekonomik yanı

Marx 1842 yazılarında, hümanist, özgürlükçü ilişkisel, siyasal ve yasal temele dayanarak tartışmalarını sunuyordu. Özgür basın için gerekli ekonomik koşullar üzerinde durmuyordu. Elbette, 1942’de Karl Marx’ın basın özgürlüğü üzerinde dururken, özgürlük sorunu ile üretim tarzı ve ilişkileri arasında bağ kurması ve ekonomik bir analiz yapması beklenemez. Çünkü o zaman, kendisinin de 1957de belirttiği gibi, bir hukukçu gibi yaklaşan, rasyonalist, idealist, sosyal eleştirmendi. Komünist değildi ve komünizme de sıcak bakmıyordu. Gazetesinde de komünizme ve komünistlere karşı uzak durmuştu. Fakat 1944’de Marx artık komünist düşünceyi kabul eden biriydi. Fakat siyasal ekonomi ile analiz yapacak bilgiye henüz sahip değildi.

Sansürlü basın, hükümet ve halk

Sansürlü basın moral bozucu etkiye sahiptir. Basın sürekli yalan söyler ve yalanın bilincini bile reddetmelidir ve tüm utanmayı atar. Bu gazetelerde hükümet sadece kendi sesini duyar ve kendi sesini duyacağını da bilir. Halkın sesini duyduğu hayalini de (basının halka istediğini yansıttığı uydurusunu da) barındırır. Halkın da bu hayali barındırmasını talep eder. Halk kısmen siyasal batıl inanca gömülür, kısmen siyasal inançsızlığa veya, tümüyle siyasal hayattan uzaklaşır ve özel bireyler kalabalığı olur ( Marx, 15 Mayıs 1842).

Sansür ve özel kişi

Marx sansürcülerin klasik gerekçelerini ele alıp tek tek irdelemektedir. Bunların arasında hepimizin bildiği “mantığın ve tasanın otoritesini reddeden, eleştiren kötü düşünce tarzı” önde gelenler arasındadır. Buna sunulan çözümlerden biri son zamanlarda, Amerika’dan Türkiye’ye de sirayet etti: ya sev, ya terk et. “kötüler” eleştirdikleri için kötüdürler, eleştirdikleri için sevmezler, aynı zamanda terk de etmezler. Dolayısıyla, başlarına gelenleri ve gelecekleri hakederler (Marx, 15 Mayıs 1842).

Basın özgürlüğü ve kötü insanlar

Klasik tartışmalardan biri de “kötü insanlar burnunu sokmazsa özgürlük veya basın özgürlüğü iyidir. Böylece “kötü insanların özgürlüğü kullanmak özgürlüğe zarar getirmesi önlenmelidir” iddiası meşrulaştırılır. Bu kötü insanlar kimler? Marx’ın da verdiği örneklerde de görüldüğü gibi aslında bunlar iyi insanlar. Dolayısıyla, özgürlüğü kullanma kime kalıyor? Kötü

Page 252: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 244

insanlara. Özgürlük böylece kötünün kendi için kullandığı ve diğerlerini mahrum ettiği oluyor.

Sansürü savunanlara göre, basın özgürlüğü alışılagelen hayat tarzını güzelleştiren hoş, değerli bir şeydir. Fakat konuşmayı yalan söylemek için kötüye kullanan, kötü kişiler, komplo kuran beyinler, hırsızlık yapan eller, firar eden ayaklar da var. Konuşma ve düşünce, eller ve ayaklar iyi şeyler olurdu, eğer onları kullanan kötü insanlar olmasaydı. Bunları kullananlara karşı hiçbir çare henüz bulunamadı.

Marx yukarıdaki düşünceyi şu benzeştirme örneğiyle eleştiriyor: Dünyanın durmaksızın hareket ettiği ilk kez bilim tarafından keşfedildiğinde, birçok soğukkanlı Alman yatak takkelerini sıkı sıkı tutmuş ve Baba vatanlarının değişebilir koşulları üzerinde iç çekmiş olmalılar. Aynı zamanda, gelecek hakkında dehşet verici bir belirsizlik onu her an başaşağı dönen bir evi sevdirmemiş olmalı (Marx, 15 Mayıs, 1842)

Kötünün iyiyi, yanlışın doğruyu sorumlu tutması

Marx’a göre, basın özgürlüğü de değişen koşullar için, astronominin teleskopunun evrenin sürekli hareketinden sorumlu olduğu kadar çok az sorumludur. Marx, dünyanın her şeyin merkezinde olması ve herşeyin onun için varlığının getirdiği rahatlığın devamının bozulmasını astronomiye mal ederek (düzenin bozuk ve aşağılık gerçeğini anlatanların, bu bozuk ve aşağılık gerçeği yaratanlar tarafından suçlanması gibi) gerçeğin nasıl birilerini rahatsız ettiğini ve sorumlu olarak sorumlu olmayanın verildiğini şöyle (komik bir şekilde) açıklıyor: Kötü astronomi! Dünya, saygıdeğer bir kasaba adamı gibi, evrenin merkezinde oturduğu, sakince kil piposunu içtiği, hatta ışığı kendisi yakmadığı, güneş, ay ve yıldızlar itaatkâr gece lambaları gibi dünyanın etrafında döndüğü zamanlar ne hoş zamanlardı (Marx, 19 Mayıs 1842).

Kötünün herkesi kendi gibi sanması ve sunması

Marx herşeyi bireye indirgeyen (günümüzün davranışçı, bireysel faydacı psikoloji ve sosyal psikolojisinde olduğu gibi) ve insanın tüm amaç ve davranışlarını “küçük ilgi ve çıkarlara” göre açıklayan yaklaşım tarzını da şu şekilde açıklar: Belli bir tür psikoloji büyük şeyleri küçük nedenlerle açıklar ve insanın mücadele verdiği herşeyin çıkar meselesi olduğunu doğru bir şekilde hissederek, sadece bireysel küçük çıkarlar olduğu yanlış-düşüncesine

Page 253: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 245

ulaşır. Bu tür psikoloji ve bilgi özellikle kasabalarda bulunur. Oralarda, geçen fikirler bulutunun ve gerçeklerin ardında ipleri çekerek her şeyi harekete geçiren çok küçük cücelerin olduğunu kavrayan akıllı beynin işareti olarak görülür. Eğer insan bir cama çok yakından bakarsa, kafasını cama vurur. Bu akıllı beyinlerin insan ve evren hakkındaki bu bilgileri aslında kendi kafalarındaki mistikleştirilmiş şişliklerdir (Marx, 19 Mayıs 1842).

Basın özgürlüğü ve ticaret özgürlüğü

Marx şöyle başlıyor:

Dili olan ve konuşmayan, Kılıcı olan ve dövüşmeyen, Gerçekte sadece sefil yaratıktan başka ne ki?

Basın özgürlüğünü sunanlar basın özgürlüğünün ticaret yapma

özgürlüğünün, şeylerin süregelen durumunun dışında bırakılmamasını arzu ederler. Yani, basın özgürlüğünün ticaret özgürlüğü altına konması istenmektedir. Marx basın özgürlüğünü böyle isteyenlerin görüşünü basitçe reddedemeyeceğimizi belirtir ve bundan hareket ederek düşünce özgürlüğünün üstünlüğünü açıklar. Marx için insanın elleri ve ayaklarının insan elleri ve ayakları olması hizmet ettikleri kafadır.

Eğer basının kendisi sadece ticaret olarak nitelenirse, o zaman, beyin tarafından yürütülen bir ticaret olarak basın, kollar ve ayaklarla yapılan ticaretten daha çok özgürlüğü hak eder. Kolların ve ayakların özgürlüğe kavuşturulması beynin özgürlüğe kavuşturulmasından geçerek insanca anlam bulur, çünkü kollar ve ayaklar, ancak hizmet ettikleri kafa nedeniyle insan kolları ve ayakları olur (Marx, 19 Mayıs 1842).

Marx’a göre, düşüncesini söyleyenin görüşünü tanır ve anlarsak, onu daha ciddi şekilde eleştirebiliriz. Bu nedenle, özgürlüğü ticaret için isteyeni anlamalıyız ve hakkını vermeliyiz. Ama ticari alanın özgürlüğü ticari alana aittir ve örneğin ticari alanın özgürlüğünün basında çalışan gazetecilerin özgürlüğünün üzerine çökmesi, bu alanı işgal etmesi, özgürlüğün ortadan kaldırılmasıdır.

Marx önce aşağıda tırnak içindeki görüşü haklı bulur ve ardından da, belli durumlar/koşullar sunarak eleştiri getirir:

Page 254: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 246

İnsan sanatın sürekli varlığını basının özgürlüğüyle yan yana düşünebilir, çünkü beyne dayanan çalışma/iş yüksek derecede ustalık gerektirebilir. Fakat ticaret özgürlüğü yanında basının süregelen özgürlüksüzlüğü Tanrıya karşı bir günahtır.

Elbette! Aşağı seviyedeki özgürlük, eğer yüksek biçim hakka sahip değilse, açıkça haktan yoksun nitelenir. Eğer devletin hakkı tanınmamışsa, bir vatandaşın hakkı aptalcadır. Eğer genel olarak özgürlük doğruysa, belli biçimdeki özgürlük de haklıdır. Daha yüksek hak biçiminin olmasının alt-biçimdekinin varlığıyla kanıtlanması ne kadar doğru sonuç ise, alt alanı yüksek alanın ölçüsü yapma ve onun yasalarının kendi alanındaki yasalar olmadığını, yüksek alanın yasaları olduğunu iddia ederek karikatüre dönüştürme yanlıştır. Bu, bir devi cücelerin evinde yaşamaya zorlamaya benzer.

Ticaret, mülkiyet, vicdan, basın ve mahkeme özgürlükleri aynı türündür. Fakat farklılıklar unutmak ve bir alanı diğer bir alanın ölçütü, standardı yapmak çok yanlıştır.

Ticaret özgürlüğü tam olarak ticaretin özgürlüğüdür ve bir diğer özgürlük değildir, çünkü ticaret özgürlüğü içinde ticaretin doğası engellenmeden, kendi hayatının içsel kurallarına göre gelişir. Her özel alanın özgürlüğü o alanın özel özgürlüğüdür.

Basın özgürlüğünü ticaret özgürlüğünün bir çeşidi yapmak, savunmadan önce onu öldüren savunmadır, çünkü belli bir karakterin, başka bir karakter tarzı içinde özgür olduğunu iddia etmek, onu ortadan kaldırmaktır. Ticaretin özgürlüğü basının özgürlüğü değildir. Senin kendi biçiminde özgür olman, benim özgürlüksüz olmamla aynıdır (Marx, 19 Mayıs, 1842).

Dikkat edilirse, Marx basın özgürlüğün ticari özgürlük içinde düşünülmesini özgürlüksüzlük olarak niteler ve kabul etmez. Marx’a göre, basının ilk özgürlüğü, bir ticaret olmamasıdır.

Özgürlük ve ekmeğini “kazanma”

Marx, basın kendi gerçek karakterine sahip mi? Basın kendi doğasının saygınlığına, asaletine uygun mu hareket ediyor? Basın kendini bir ticaret seviyesine düşürme özgürlüğüne sahip mi? diye soruyor ve oldukça açık ve somut bir yanıt veriyor: Yazar elbette yaşayabilmek ve yazabilmek için para kazanmak zorundadır, ama para kazanmak için yaşamamalı ve yazmamalıdır (Marx, 19 Mayıs 1842).

Page 255: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 247

Béranger şöyle diyor şarkısında:

I live only to compose songs. If you dismiss me, Monseigneur, I shall compose songs in order to live.

Marx yukarıdaki şarkıyı yazan şairin “ben şarkı yazmak için yaşarım, beni kovarsan, yaşamak için şarkı yazarım” diye tehdidini, “şairin uygun olan yerini, şiir onun için araç olduğunda terkedeceğini kabullenmesi” olarak niteler. Marx için yazar işine araç olarak bakmaz (Marx, 19 Mayıs 1842).

Marx’a göre, yazmak bir sonuç/amaç için araç olamaz. 4 Dil, yazma, düşünce, ifade özgürlüğün özüdür, hareketsiz yansıması değil. Kelimeyi ve parayı eşleştiren sistem, halkın okumak için ödeyeceğinin ne olduğunu düşünen editörlerin istediğini sunan gazetecilerin aşağılık işleri ödüllendirir.

Marx için, basını maddi kazanç aracı durumuna alçaltan yazar bu içsel özgürlüksüzlük için cezalandırılmayı hakeder: onun kendi varlığı kendi cezasıdır.5

Marx basının elbette bir ticaret olarak var olduğunu belirtir: Fakat bu yazarların işi değildir; basımcıların ve kitapçıların işidir. “Biz burada basımcıların ve kitapçıların özgürlüğüyle ilgilenmiyoruz; basının özgürlüğüyle ilgileniyoruz” (Marx, 19 Mayıs 1842).

Sansür, yazar ve aydınlar

Sansür aynı zamanda ciddi ve onurlu yazarlar ve aydınlar için de ciddi sorunlar getirir. Kendi ülkesinde sansüre ve baskıya uğrayan bir aydın için ya tüm risklere rağmen ülkesinde yaptıklarına devam etmek ya da komşu bir ülkeye giderek, oradaki koşulların belirlediği ve kullandığı durumlar içinde, oradan yazmak. Bu, Marx ve tarihte birçok önemli aydının başına gelmiş olan bir durumdur. Örneğin, Marx Avrupa’da kentten kente veya ülkeden ülkeye sürülürken, aynı yıllarda ve sonrasında Osmanlı aydınlarından bazıları da Avrupa’da, gazetecilik dahil, faaliyetlerine devam ediyorlardı. Sansür yazarı

4 Türkiye’de kaç gazeteci, özellikle İstanbul gazetecilerinden kaç tanesi “kendisi için belli bir yaşam koşulunu sürdürmek için gazetecilik yapmıyor” dersiniz? Sefil durumdaki gazetecileri de bu soru içine katabiliriz. İzleyici araştırması yapan akademisyenlerin muhtemelen hepsine yakını için de aynı soru geçerlidir. 5 Ama bu cezalı varlık ürettiği ürünlerle (yazdıklarıyla) gazeteciliği aşağı seviyeye indiren bir yapıyı yeniden üretmektedir. Dolayısıyla, zararı kendine değil, bizedir.

Page 256: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 248

uygun olmayan olarak ilan eder. Halkın sesini önceden bildiğini iddia eder. Hangi yazarın otorite olduğunu ve hangisinin olmadığına karar verir (Marx, 19 Mayıs 1842).

“Yazarları yetkili ve yetkisiz diye ikiye ayırmak kimin için yapılır?” diye soran Marx ve bir sotuyla biten şu yanıtı veriyor:

Açıkça, gerçekte yetkili olan için değil, çünkü onlar etkilerini sansürsüz hissettirebilir. Dolayısıyla, bu ayırım dış imtiyazlar yoluyla kendilerini korumak isteyen ve diğerlerini etkilemek isteyen “yetkisiz” olanlar için mi?

Eleştirisine devam eden Marx, Alman aydınlarını ve edebiyatını yaratanların bu “yetkili” kişiler olduğunu belirtiyor:

Eğer Almanlar tarihinde geriye bakarsa yavaş siyasal gelişmesinin ana nedenlerini “yetkili yazarların” varlığında bulur. Bunlar (doktorlar, artistler, yazarlar, akademisyenler) halk ile beyin, hayat ile bilim, insanlık ile özgürlük arasına yerleştirdiler. “yetkisiz” olan yazarlar “bizim literatürümüzü yarattılar” (Marx, 19 Mayıs 1842).

Basın özgürlüğü için tedbirler?

Devlet konuşmacıları ve diğer savunucular tarafından sunulan gerekçeler “basın özgürlüğünü” sağlamak ve kötülere karşı korumak gibi temellere dayanmaktadır. Marx basın özgürlüğüyle (aslında, sansürle) ilgili olarak sunulan tedbir çözümlerden aşağıdakileri örnek verir: Bazıları basını sadece Rhine bölgesindeki dini ve devlet işlerini tartışmayla sınırlamak istemektedir. Bazıları isimleri yasaklanmış içeriği işaret eden yerel gazetelerin basılmasını önermektedir. Bazıları da fikirlerin özgür ifadesini her bölgede tek bir gazeteye vermek istiyorlar. Bazıları sadece hükümetin imtiyaza sahip olmasını istemekte, diğerleri daha çok sayıda insanlar arasında paylaşılmasını arzu etmektedir. Bazıları tam bazıları da yarım sansür istemektedir (Marx, 19 Mayıs 1842).

Marx bu önerileri ve girişimleri, öğrencisine nasıl atlayacağını öğreten bir jimnastik öğretmeni örneğiyle eleştirir: öğretmen öğrencisini bir hendeğin yanına götürür. Pamuk iplik kullanarak hendek boyunca ne kadar uzağa atlayacağını gösterir. Daha ilk derste öğrenci hendeğe düşer ve o zamandan beri hendekte ölü yatmaktadır. Öğretmen Almandı ve öğrencinin adı da “özgürlük” (Marx, 19 Mayıs 1842).

Page 257: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 249

Kitaplar, gazeteler ve sansürcüler

Marx, 5 Mayıs tarihli makalesinde Almanları, kitapları ve gazeteleri kinayeli bir şekilde eleştirmektedir. Bu sırada, Marx kendi ürünlerine tiksintiyle bakan ve kalın kitapların önünde reverans yapan (eğilen) gazete editörleriyle de alay eder: Siz Almanlar kendilerinizi sadece uzun uzun ifade edersiniz! Devletin örgütlenmesi hakkında çok sayfalı kitaplar yazarsınız, Bay Yazar ve Bay Editör’ün dışında kimsenin okumadığı sağlam öğrenim kitapları; fakat unutmayın ki gazeteleriniz kitap değildir. Üç ciltlik sağlam bir çalışmaya kaç tane basılı sayfa gittiğini düşünün! Bu nedenle, günümüzün ve çağımızın ruhunu/gerçeğini istatistiksel tablolar sunan gazetelerde aramayın, fakat hacmi sağlamlılığının garantisi olan kitaplarda arayın!.

Marx “siz kitaplara hükmedemezsiniz, kitaplar size hükmeder. Siz kitaplara önemsiz eklersiniz; aynı şekilde, Preussische Staats-Zeitung’un görüşü içinde, halk siyasal literatürlerine önemsiz bir ek olmalıdır” diyerek belli kitaplara ve Preussische Staats-Zeitung gibi belli basına karşı eleştirisine devam ediyor ve eleştirisini Rhine Meclisi’nin kararına getirerek bitiriyor: Okullarda kalın kitapları çalış ve çabukça gazeteleri, çarpık formatıyla, centilmence hafifliğiyle sevmeye başlayacaksınız.

SANSÜR YASASI, BASIN YASASI VE ÖZGÜRLÜK

Marx sansür yasasını yasa olarak kabul etmez ve özgürlüğe karşı tedbir olarak niteler. Basın yasasını ise özgürlüklerin korunması için gerekli görür. Marx için basın yasaları belli basın pratiklerini soruşturan basın özgürlüğüdür. Basın yasaları, özgürlüğü basının normal koşulu olarak görür. Dolayısıyla, basının normal koşulu olan yasaları kırmak, bu tür özgürlüğün çiğnenmesi demektir. Basın yasaları basın özgürlüğünün “yasal tanınmasıdır” ve “halkın özgürlüğünün İncil’idir (kutsal el kitabıdır) (Marx, 12 May1842) Fakat Marx’ın 20 Temmuz 1848’de NRZ gazetesinde Prusya Basın Yasası’na karşı yönettiği eleştirilerde, basın yasasını “özgürlüğün” ifadesi olarak değil, tam aksi bir şekilde nitelediğini görürüz. Zaten Marx Almanya’dan atılıp İngiltere’ye gidinceye kadar, bu yıllarda, gazetedeki yazılarından dolayı mahkemeye verilmiş ve sonunda da Almanya’dan atılmıştır. 1848’deki yasayı Marx “Napolyoncu basın despotizmi” olarak değerlendirmektedir: Yasanın uygulanmaya başlandığı günden itibaren Prusyalı yönetici memurlar rahat uyuyabilirler. Eğer vatandaşlar, suçsuz oldukları halde hapsedilirse ve bunu gazeteler haber yaparsa, dört buçuk aydan dört buçuk yıla kadar hapis yer.

Page 258: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 250

Eğer bölge memurları gerici seyyar satıcılık yapıyorsa ve Royalist adresler için imza topluyorsa, ve bunu basın açıklarsa, dört buçuk aydan dört buçuk yıla kadar hapis! Bu yasanın uygulanmaya başlandığı günden itibaren memurlar istedikleri despotluğu, yasa dışılığı yapabilirler; tutuklayabilirler. Basın artık haber veremeyecek, sadece genel şeyler yazacak. 6

Basın yasası ve sansür yasasının meşrulaştırılması

Marx’ın diğer sayfalardaki eleştirilerinde sansürün nasıl meşrulaştırıldığı açıklandı. Aşağıdaki meşrulaştırma, ki Marx bunu da eleştiriyor, oldukça kurnazca yapılan bir biliş yönetimi ifadesidir:

Sansür kötü olanı engellemeyi ararken, basın yasası tekrarlanmasını engellemek için ceza getirir. Her insan kurumu gibi her ikisi de kusurludur. Soru hangisinin daha az kusurlu olduğudur. Tümüyle manevi konu olduğu için, yasa koyucunun niyetini açıkça ve somut olarak ifade eden ve böylece doğru ile yanlışı kesin bir şekilde ayıran ve keyfiliği ortadan kaldıran biçim bulma sorunu asla çözülemez. Keyfilik, yani bireysel seçeneğe göre hareket etme sansür ve basın yasasından ayıklanamaz, ayırt edilemez. Bu nedenle, her ikisini de kaçınılmaz kusurlarıyla ve sonuçlarıyla düşünmemiz gerekir. Eğer sansür iyi olanın çoğunu bastırırsa, basın yasası kötü olanın çoğunu engellemeye muvaffak olamayacaktır. Bununla beraber, gerçek uzun zaman bastırılamaz. Kötü kelime çıktıktan sonra durdurulamaz ve etkisi hesaplanamaz, çünkü kötü için hiçbir şey kutsal değildir ve gıdasını ve yayılma yolunu insan kalbinde bulur.

6 Dikkat edilirse, Marx’ın bu yasayı eleştirmesi, basın yasası hakkındaki önceki görüşlerinden farklıdır. Marks’ın 1842’de basın yasalarına olumlu bakması oldukça normaldir. Fakat basın hakkında yasanın olması her zaman basın özgürlüğünün tanınması ve tanınan özgürlüğün de basın endüstrisinin özgürlüğü değil de halkın veya gazeteci emeğin özgürlüğü olması olasılığı çok azdır. Bu olasılık ancak mücadelenin gücüne bağlıdır; çünkü yasalar gücün ve güç ilişkilerinin dinamik ifadeleridir. Yasalar, bu nedenle, daha çok, güçlünün çıkarlarına bağlı olarak ilişkileri meşrulaştıran ve hukuksal olarak düzenleyen mekanizmalardır. Üretimin tarzı ve ilişkilerin egemen karakterine aykırı düşemez, herhangibir nedenle aykırı düşerse ya yeniden düzenlenir ya da işletilmez, çalışmaz bir şekilde “insanlar özgürdür” gibi sadece yazılı ifade olarak kalır. Elbette, bu ifadenin olması özgürlüğün tanınması anlamınadır, fakat kullanılma olasılık ve olanaklarının ortadan kaldırıldığı, olmadığı ve engellendiği bir ilişkiler yapısında, bu özgürlüğün anlamı “varlığının tanınmasından” öte bir yere gitmez; daha kötüsü meşrulaştırma ve “demokrasi ve özgürlük var” sahtekarlığı için propaganda aracı görevini yapar. Bir sürü özgürlükler var. En son hangisini kullandın? Kullandıysan ne ve kimin için kullandın? Kullanamadıysan, neden kullanamadın?

Page 259: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 251

Basın yasasına karşı sansür yasası

Dikkat edilirse, Marx için basın yasası, basın özgürlüğünün yasal olarak tanınmasıdır. Sansür yasası ise, polisin özgürlüğe karşı engelleyici tedbiridir. Sansür tedbirleri yasa değildir. Basın yasası önlem/tedbir değildir.

Basın yasasında, özgürlük cezalandırır. Sansür yasasında özgürlük cezalandırılır.

Sansür yasası özgürlüğe karşı şüphenin yasasıdır. Basın yasası özgürlüğün kendine verdiği güvenoyudur. Basın yasası özgürlüğün kötüye kullanılmasını cezalandırır. Özgürlüğü suçlu olarak görür. Basın yasası gerçek yasadır, çünkü özgürlüğün pozitif varlığıdır. Basın yasası özgürlüğü basının normal durumu olarak niteler. Basın yasasının yokluğu basın özgürlüğünün yasal özgürlük alanı dışında olması demektir.

Sansür ve sansür yasası

Sansür yasası, olanaksızdır, çünkü suçu değil düşünceyi cezalandırma peşindedir, çünkü sansürcü için formülden başka bir şey olamaz, çünkü hiçbir devlet sansür kurumu yoluyla yürüttüğünü genel yasal koşullarla koyma cesaretine sahip değildir. Bu nedenle de, sansürün çalışması mahkemelerin değil, polisin sorumluluğuna verilir (Marx, 15 Mayıs, 1842).

Sansür kendisi içinde bir son olmadığını, kendisi içinde ve kendisi için iyi bir şey olmadığını, temelinin “amaç aracı haklı kılar” prensibi olduğunu kabul eder. Marx için “haklı/meşru olmayan araçlar gerektiren amaç haklı çıkarılabilecek bir amaç değildir” ve, sansürcüler gibi, basın da “amaç aracı haklı çıkarır” prensibini kullanıp övünemez mi?” (yani, sansürcüler için bu prensip övünülecek ve kullanılacak bir şeyse, o zaman basın niye kullanma hakkına sahip değil ki?) (Marx, 15 Mayıs, 1842).

Sansür yasası yasa değildir, bir polis yasasıdır, polis tedbiridir; kötü bir polis tedbiridir, çünkü amaçladığını elde edemez, ve elde ettiğini amaçlamaz. Eğer sansür yasası, özgürlüğü itiraz edilebilir bir şey olarak engellemek istiyorsa, sonuç kesinlikle tam zıddıdır. Sansürün olduğu bir ülkede, her yasaklanmış basılı konu, örneğin sansür edilmeksizin basılmış bir konu, bir olaydır. Bir şehit olarak görülür ve halesiz ve inanların olmadığı bir şehit olamaz. Bir ender/istisna olarak nitelenir. Eğer özgürlük insanlar için değerli olmaktan asla çıkamayacaksa, bir istisna özgürlüğün eksikliğine çok daha kıymetli gelecektir. Her gizem baştan çıkarır/bozar/yozlaştırır. Kamuoyunun kendine gizemli olduğu yerde, gizem bağlarını biçimsel olarak kıran her yazı

Page 260: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 252

parçası ile baştan yozlaştırılır/bozulur. Sansür, yasaklanmış her çalışmayı, iyi veya kötü olsun, olağanüstü doküman yapar. Basın özgürlüğü ise, her yazılı çalışmayı dıştan empoze edilen bir etkiden yoksun bırakır (Marx, 15 Mayıs, 1842).

Eğer sansür, niyetinde dürüst ise, keyfiliği engellerdi; fakat sansür, keyfiliği yasa yapar. Olmasını önlediği hiçbir tehlike, sansürün kendisinden daha büyük bir tehlike değildir. Her varlığın hayatı için tehlike kendini kaybetmede yatar. Bu nedenle, özgürlüğün eksikliği insanlık için gerçek ölümcül tehlikedir. Şimdilik, etiksel sonuçları bir kenara bırakırsak, unutmayın ki özgür basının avantajlarını, rahatsızlıklarını omuzlamaksızın tadamazsınız. Gülü dikensiz koparamazsın. Özgür basın ile ne kaybedersin? (Marx, 15 Mayıs, 1842).

Önleyici yasanın önleyiciliği

Gerçek önleyici yasa yoktur. Yasalar sadece emir olarak engeller. Ancak çiğnendiğinde aktif yasa olur, çünkü özgürlüğün bilinçsiz doğal yasası bilinçli devlet yasası olduğu zaman gerçek yasadır. Yasanın gerçek yasa olduğu yerde, örneğin özgürlüğün varlığı biçiminde olduğu yerde, insan özgürlüğünün gerçek özüdür.7 Dolayısıyla, yasalar insanın eylemini

7 Marx’ın “yasalara” bu tür olumlu yaklaşımı, devletlerin yasalarına ve bu yasaların oluşum ve değişim koşullarına ve uygulanma biçimlerine bakıldığında, pek de geçerli görünmemektedir: Yasalar bir sınıf egemenliğinin yürütülmesinde ve bu sınıfın kendi arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde kullanılan araçlardır. Evrensel karaktere sahip değildirler. Yasalar, egemenliğin, örgütlü yeri ve zamanı, ilişkileri düzenlemesi, amaçlar gerçekleştirmesi, bu amaçları ve faaliyetleri meşrulaştırması yolları içinde yer alır. Basın yasaları, egemenliğin ve egemenliğe karşı mücadelelerin belli zaman ve yerdeki dinamik durumunu ve biçimlendirilmiş gerçeğin belli yanlarının ilişkisel ifadeleridir. Bu yasalarla gelen basın özgürlüğü, basın tüccarının çıkarlarını gerçekleştirmek için, çalışanların özgürlüğünü ve haklarını çiğnemek için, mal ve biliş iğfali pazarlaması için kullandığı özgürlüktür; basında çalışanların bir kısmının “özgürlüklerle” engellendiği ve belli çıkarlar için çok işlevsel olan bilişsel çöplüklerle dolu gazeteler üretmek için olan bir özgürlüktür. Bu özgürlük “boğazlarını sıkmıyoruz ya, özgürler, gazetemizi alıp okumasınlar” diyenlerin özgürlüğüdür. İnsanları gerçek bilmeden ve insanca toplumsal ilgiden yoksun kılan (insanların bilme özgürlüğünü elinden alan) aşağılık bir özgürlüktür. Devletin yasalarının hem ifade olarak hem de uygulanma olanakları ve biçimleri olarak “herkesin” yasası olabilmesi için, devletin “herkesin devleti” olması gerekir ki tarihte böyle bir devlete rastlanmaz, çünkü insanlık tarihi giderek mükemmelleşen kölelik biçimleri tarihidir, dolayısıyla devletler de bu kölelik biçimlerinin devletleridir.

Page 261: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 253

önleyemez, çünkü onlar gerçekte eyleminin kendisinin hayatının içsel yasalarıdır, hayatının bilinçli yansımalarıdır. Böylece, yasa insanın özgür yaşamı karşısında geri adım atar, ta ki insanın gerçek eylemi özgürlüğün doğal yasasına uymayıncaya kadar. Devletin yasası insanı özgür olmaya zorlar. Dolayısıyla, önleyici/engelleyici yasalar anlamsız çelişkidir.

Önleyici yasa içinde bir tedbire/önlemeye, rasyonel bir kurala sahip değildir, çünkü rasyonel kural şeylerin doğasının, bu durumda özgürlüğün, bir sonucudur. Eğer özgürlüğün engellenmesi başarılı olacaksa, konusu kadar geniş olmalı, yani sınırsız olmalıdır. Bu nedenle önleyici yasa sınırsız sınırların çelişkisidir. Yasanın işlemesi gereklilikten değil, sansürcünün her gün yaptığı gibi keyfilikten durdurulur. 8

İnsan vücudu doğal olarak ölümlüdür. Dolayısıyla, hastalık kaçınılmazdır. Neden insan iyiyken değil de hastayken doktora gider? Çünkü sadece hastalık değil, doktor da kötüdür. Tıbbi korumada yaşam kötü olarak nitelenir ve tıb okullarında tarafından insan vücudu tedavi nesnesi olarak görülür. Ölüm, sadece ölüme karşı önleyici tedbirlere sahip olan hayata tercih edilmez mi?

8 Marx’ın bahsettiği bu sansür kalktı artık (aslında, gereği duyulunca işine başlamak için, perde arkasında bekliyor, bekletiliyor). Şimdiki sansür (ve sansürcü) en sinsi, en alçak, en namussuz, en saldırgan, en yalancı, en dolandırıcı bir sansürdür (ve sansürcüdür). Adı da, sinsiliğine ve şerefsizliğine yakışır bir karakterdedir: Otosansür veya otodenetimdir. Sansürcü de, kendine zevkle ve isteyerek otodenetim yapan veya mecburen oto denetim yapmak zorunda kalan gazetecidir. Ama gazeteci aslında bu modern sansürcülüğün en son halkasıdır ve (isteyerek, bilinçli olarak katılmıyorsa) yoğun bir baskı altındadır (işsizlik, aşsızlık, eşsizlik, evsizlik korkusuyla gelen endüstriyel terörizm). Bu son halkanın üstüne maddi ve ideolojik çıkarlarıyla endüstriyel yapılar çöküp oturmuştur. Otodenetim gibi, “akıllı işaretler” mekanizması da, en alçakça mekanizmalardan biridir: Hasta izleyici mi ki, bazı kurnazlar ve akılsızlar izleyiciye “akıllı işaretler” sunuyorlar? Hasta izleyici mi ki bazı şerefsizler ve bilemeyen cahiller (ben de cahilim ve hâlâ öğreniyorum; bu tür cahiller öğrenince, tercihlerini yaparlar, dolayısıyla, umarım bu notum onları bilgilendirir ve tercihlerini bilerek ve namussuzların namusluluk giysisiyle dolaştığı bir ortamda namusluca yaparlar) “medyayla ilgili sorunlara tek çözüm vardır, o da izleyicilerin eğitilmesidir.” Hasta izleyici mi ki, medya sorunlarını ve alımlamayı anlamak için “izleyici araştırması” denen (aslında pazar araştırması olan) araştırmalar yapılıyor. Hasta olanlar medyanın içeriğini bu şekilde dolduranlar ve onları destekleyen aydın ve akademisyen taslakları değil mi? Aslında onların “otodenetim” hastalığına çözüm bulmaları gerekmez mi? Onların “akıllı işaretlerle” kendilerini kontrol etmesi veya kontrol edilmesi gerekmez mi? Onların insanca ve toplumsal sorumlulukla üretim yapmaları için “eğitilmesi” gerekmez mi? Ama hastalar toplumda egemen olunca, hasta olmayanların tedavi edilmesi ardından koşulur.

Page 262: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 254

özgür hareket de hayata ait değil mi? özgürlüğün engellendiği hayatın dışında herhangi bir hastalık nedir? Kalıcı/ebedi doktor bir hastalık olurdu. Bu hastalıkta doktorun ölme olasılığı bile olmazdı, yaşamaya devam etmek zorunda kalırdı. Eğer hayat ölseydi, ölüm yaşayamazdı. Akıl/beyin vücuttan daha çok hakka sahip değil mi? Aslında, bu çoğu kez “ vücutsal hareket zararlıdır ve aklın özgür hareketinden çekilmelidir” diye yorumlanmıştır. Sansürün başlangıç noktası, hastalığın normal durum olduğudur ve özgürlük de hastalık. Sansür sürekli olarak basına, basının hasta olduğu garantisini verir ve basının fiziksel durumunun sağlığının delili ne olursa olsun, basın kendini tedavi ettirmeye izin vermelidir. Fakat sansürcü, hastaya göre farklı tedavi uygulayan eğitilmiş doktor bile değildir. Sansürcü her şey için tek bir mekaniksel, evrensel tedavi – makas-- bilen köy/kır doktorudur. Benim hastalığımı iyileştirmeyi amaçlayan cerrah bile değildir. Sansürcü benim vücudumda sevmediği, onu rahatsız eden ve sinirlendiren her şeyi fazla/gereksiz gören ve onları alan cerrah estetikçidir. Sansürcü derideki bir sivilceyi görmemek için geri iten ve daha duyarlı iç organlarda geri çıkabileceğini umursamayan bir şarlatandır (Marx, Mayıs 12 1842).

Kuşları yakalamayı ve kafese koymayı yanlış olarak nitelersin. Kafes kuşu kuş avcılarından, kurşunlarda ve kasırgalardan koruyan bir

tedbir değil mi? Bülbülleri körleştirmeyi barbarca bulursun. Ama sansür kaleminin ucuyla

basının gözlerini çıkarmanın barbarca olduğunu düşünmezsin. İsteği olmadan özgür bir insanın saçlarının kesilmesini despotça bulursun. Fakat, her gün sansür entelektüellerin etini keser ve sadece hiçbir reaksiyon göstermeyen boyunsunucu kalpsiz vücutlar bırakır, sağlıklı diye! (Marx, 12 Mayıs, 1842).

Sansürü savunan, sansürcü ve hakimin bakış farkı

Marx, bu farkı 15 Mayıs 1842’deki yazısında şöyle açıklıyor: Basın yasası sansür yasasından farklı olduğu gibi, bir hakimin basına karşı

tutumu sansürcünün tutumundan farklı olacaktır Elbette, gözleri Cennete takılı kalmış konuşmacımız, dünyayı kendinin

çok altında adi toz yığını olarak görür. Dolayısıyla, onun güller hakkında tozlu olduklarından başka söyleyeceği bir şeyi yoktur. Burada da, konuşmacı, aynı ölçüde keyfi olan iki ölçü/önlem görür. Onun için keyfilik bireysel düşünceye göre olan eylemdir ve bireysel düşünce entelektüel şeylerden ayırt edilemez. Eğer entelektüel şeylerin düşüncesi bireyselci ise, o zaman bir entelektüel görüşün diğer bir entelektüel görüş üzerinde, sansürcünün fikrinin

Page 263: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Basın özgürlüğü ve sansür 255

yazarının fikri üzerinde ne hakkı var? Fakat biz konuşmacıyı anlıyoruz. Onun için dünyada olan her şey kusurlu olduğundan, onun için geriye tek bir soru kalıyor: Keyfilik/kapris halkın yanında mı yoksa hükümetin yanında mı duracak?

Yasa hakim gerektirir. Eğer yasalar kendilerini uygulasaydı mahkemenin hiçbir anlamı kalmazdı.

İnsan olan her şey kusurlu! Ye, iç! Hakimler de insan. O zaman, neden hakim talep ediyorsun? Yasaları neden istiyorsun, nasıl olsa yasalar da insanlar tarafından uygulanacak ve insanlar tarafından yapılan her şey kusurlu? Her şeyi efendinin iyi niyetine bırak! Rhineland adaleti Türk adaleti kadar kusurludur. Dolayısıyla: Ye, iç!

Hakim ile sansürcü arasında ne fark vardır? Sansürcünün yasası yoktur, efendileri vardır. Hakimin efendileri yoktur,

yasası vardır. Bununla beraber, hakimin görevi yasayı yorumlamaktır. Sansürcünün görevi onun için resmi olarak yorumlanmış yasayı anlamaktır. Bağımsız hakim ne bana ne de hükümete aittir Bağımlı sansürcü, hükümetin bir aygıtıdır. 9

9 Türkiye ve benzeri ülkelerdeki hakimlerin ne kadarı böyledir acaba? Marx aynı ve sonraki yıllarda, yazdıkları nedeniyle durmadan mahkeme önüne çıktığında, hakimlerin de bu denli “bağımsız” olmadığını ve “yasayı yorumun” çıkar ilişkilerine ve düşünsel yapıya bağlı olarak nasıl biçimlendiğini çok iyi anlamıştır. Yasal düzenlemeler ekonomik ve siyasal pazardaki oyunun kaidelerini belirlerler. Yasayı düzenleyenler gibi uygulayanlar da, bu oyunun egemenliğin yanında duran parçalarıdır. Kuralların oluşturulması, ceza ve ödüllerin belirlenmesi, denetleme ve uygulama için formal örgütlenmeler geliştirilir. Kapitalist mülkiyet düzeni ve ilişkileri ulusal ve uluslararası egemenliğin karakterine bağlı olarak yasal yapılanmaları oluşturur ve gerektiğinde değiştirir. Dolayısıyla, yasaları yapan güç ilk bakışta siyasal olarak biçimlenmiş bağımsız bir organ olarak görünür. Aslında bu sadece bir görünümdür. Yasaları yapan güç pazarın üstünde, pazarın dışında, pazarın çıkarlarına karşı olan, pazarda hakkaniyet ölçülerine göre ilişkileri düzenlemeyi amaçlayan ve düzenleyen bir güç değildir. Yasal güçler kendilerini böyle sunar ve sanabilirler, fakat örgütlü yaşamın gerçeğinde, yasal düzenlemeler güç ilişkilerinin bir yansıması olarak yükselir. Bu nedenle ki çalışma hakkı, insanca yaşama hakkı, barınak hakkı, yiyecek ve giyecekten yoksun olmama hakkı, endüstrilerin talan etmediği ve kirletmediği temiz çevrede yaşam hakkı, doğru bilgiye ve enformasyona ulaşma hakkı, okuma ve hakkı, insanca kendini geliştirme hakkı, grev hakkı, gösteri ve yürüyüş hakkı ya hiç düzenlenmemiştir ya da vermemek, engellemek ve insan hakları adı altında insan haklarını çiğneyen egemenlikleri kontrol mekanizmalarıyla meşrulaştırmak için düzenlenmiştir.

Page 264: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 256

Hakim bağlamında, bireysel bir aklın güvensizliği vardır. Sansürcü durumunda, bir bireysel karakterle gelen güvensizlik vardır. Hakim önüne getirilen somut bir basın suçuyla karşı karşıyadır; sansür ise basının ruhuyla….

Hakim somut bir yasaya göre beni yargılar. Sansür sadece suçu cezalandırmaz, suçu yaratır. Mahkeme önüne çıkarılırsam, var olan bir yasaya uymadığım için suçlanırım ve bir yasanın çiğnenmesi için, o yasanın olması gerekir. Eğer basın yasası yoksa, basın tarafından çiğnenen bir yasa da yoktur. Sansür beni var olan bir yasayı çiğnemekle suçlamaz. Fikrimi, kendisinin ve efendilerinin fikrine uymadığı için mahkum eder (Marx, 15 Mayıs 1842) 10

“Tanrıyı reddederek vidanın sesini boğanın kurtuluş umudu yoktur” sözüne karşı Marx şöyle yanıt veriyor:

Kişisel zayıflığını insanlığın zayıflığı yapanın kurtuluş umudu yoktur. Tanrının gerçeğine ve iyinin her yerdeki gücüne inanmaksızın Tanrının arkasına sığınmak hipokrasidir. Kendi kurtuluşunu herkesin kurtuluşunun üstüne yerleştiren kendini-aramadır.

Bu insanlar genel insanlıktan şüphe duyarlar, ama bireyleri aziz ilan ederler. İnsan doğası hakkında dehşet verici resim çizerler ve aynı zamanda, belli imtiyazlı bireyler önünde eğilmemizi (reverans yapmamızı) talep ederler.

Biliyoruz ki tek başına insan zayıftır, aynı zamanda biliyoruz ki bütün güçlüdür (Marx, 15 Mayıs, 1842).

KAYNAKÇA

Marx, K. (1974) On freedom of the press and censorship (Çev. Padover, S. P.). New York: McGraw-Hill. Hardt, H. (1992) Critical Communication Studies, history and theory in America. NY.

Routhledge. Engels, F. (1869). Die Zukunft, No. 185 (August 11); Marx-Engels Archives at

Marksists.firetrail.com/archive/bio/amrx/eng-1869.htm. Marx-Engels Archives: Marksists.firetrail.com/archive/bio/amrx/eng-1869.htm.

10 Sadece, Türkiye’de değil, birçok ülkede, basın yasası içinde olmayan, ama başka yasalar içinde olan ve basının adı geçmese bile, basının yaptıklarını suç olarak niteleyen diğer yasalar vardır.

Page 265: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s.257-266

Karl Marx: Yöntem Sorunu

Marx’ın yöntemi: Açıklama

Eleştirel okullar içinde kültürel inceleme yapanların bazıları ve siyasal ekonomi inceleme yapanların hemen hepsi Marx’ın yaklaşım tarzı üzerine inşa ederler (veya öyle yaptıklarını sanırlar). Marx “süreçleri önceden belirlenmiş belli bir yöntem” düşüncesini, standartlaşmayı kabul etmez. Marx için siyasal ekonomi yöntemi, pozitivizmde olduğu gibi empirik süreçler silsilesi olamaz. Marx’ın yöntemi a posteriori düşünce geliştirme ve diyalektik sunum veya açıklama yöntemidir. Diyalektik de asla ve asla, bize bir zamanlar öğretildiği ve hâlâ öyle sanıldığı gibi “tez-antitez-sentez” gibi saçma tarihsizlik değildir. “Tez ve antitez” diye ikili zıtlık, Marx’ın şiddetle eleştirdiği mekaniksel materyalizmde vardır. Marx bu zıtlığı ve sentez olarak bir sonuca varma anlayışını kabul etmez. Diyalektiğin kendisi hiçbir şeyi açıklamaz, hiçbir şeyi ispatlamaz, hiçbir şeyi önceden tahmin etmez, hiçbir şeyin olmasına neden olamaz. Diyalektik bir düşünme biçimidir. Bu düşünme biçimi, varlığın kanıtını ve doğasını düşüncede (akılda, tanrıda, ideal süreçlerde) değil, düşünce ve eylemin birliğine dayanır.

Marx’ın görüşüne göre, gerçek ile akılcılık arasında (varlık ile bilinç arasında) bir diyalektik birlik vardır. Akılcılık tarihseldir, çünkü insan aklı (mantığı) dünyayla ilişki içinde gelişir. Marx insanı ve toplumunu anlamaya çalışırken, gerçek olandan başlar ve insan aklını (mantığını, akıl yürütmeyi), insan bilincini ve insan fikirlerini “olan” üzerinden açıklar. Benzer şekilde, Marx’ın bilimi kuram ve pratiğin diyalektik birliği üzerine kurulmuştur. Kuramın kanıtı gerçek dünyadaki pratikte yatar.

Kapitale bakıldığında, Marx’ın analizinin altında yatan temel varsayımları görürüz. Marx bu varsayımları kanıtlamak için veya yanlışlamak için hareket etmez: Bu varsayımlar onun bilgiye/gerçeğe yaklaşımını ve gerçeğe/bilgiye ulaşma ile ilgili anlayışını gösterir. Marx’a göre: Sosyal olan, gerçek denen

Forum

Page 266: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 258

vardır ve ancak tarihsel bağlamı içinde anlaşılabilir. Toplumlar birbirinden üretim tarzlarına göre ayrılırlar. Kuram kendi tarihsel ve sosyal sınırları dışına itilirse/çekilirse anlamını yitirir. Örneğin, artı-değer kavramı ancak kapitalist üretim tarzı için geçerlidir, çünkü bu üretim tarzının bir özelliğidir.

Marx’ın analizi, kuram ve tarih arasındaki ilişkiyle içsel olarak inşa edilmiştir. Örneğin pozitivizmde ve idealizmde olduğu gibi, Marx’ın yöntemi düşünsel/kavramsal çıkarsamalar üzerine odaklanmaz. Ona göre, sadece düşünsel mantık yürütme sınırlıdır, çünkü araştırmacının kafasında gelişen ilişkilerin gerçek hayatta da neden öyle olduğunu açıklamak imkansızdır. Gerçek, düşünen beynin dışında oluşur. Marx’a göre nesnel gerçeğin insan düşüncesine atfedilip atfedilemeyeceği kuramın bir sorusu değildir, pratikle ilgili bir sorudur. İnsan, gerçeği, örneğin gerçeği ve gücü/iktidarı, düşüncenin yanlılığını gerçeği pratikte ispat etmelidir, pratikten soyutlanmış olarak düşüncenin gerçek veya gerçek olmadığı üzerindeki tartışma, tümüyle “scholastic” bir sorudur” (Marx, 1947; 121).1

Marx’ın araştırma yöntemi soyuttan somuta doğru gider. Marx analizinde niteliksel ve nicel gözlemle kullandığı datayı kullanmıştır.

Bu datalarla sosyal dünyayı açıklamıştır. Bunu yaparken daima ve defalarca incelediği toplumdan gözlemle kuramsal inşa oluşturacak verileri toplamış ve kuramsal açıklamalar getirmiş ve bu kuramsal yapıyı sosyal gerçekle ilişkilendirerek gerçeği yakalamaya çalışmıştır.

Hareket noktası ve temel karakteri

Marksist yaklaşımda insan kuramın ve incelemenin merkezinde yer alır. Bunu Marx oldukça açık bir şekilde belirtmiştir: "Yaşayan insana ulaşmak için, biz, insanın düşündüğünden, düşlediğinden veya insanın düşünüldüğünden, hayal edildiğinden ve hikaye edildiğinden başlayarak yola çıkmayız. Biz gerçek, etkin insandan başlayarak yola çıkarız ve insanların gerçek hayat süreci temeli üzerinde bu hayat sürecinin yansımalarının ve ideolojik yansımalarının gelişmesini gösteririz" (Marx ve Engels, 1846: 14).

Dolayısıyla, insan tarihinin ilk koşulu yaşayan insanların var olmasıdır. Kurulacak ilk gerçek bu insanların fiziki örgütlenmesi ve doğayla ilişkisidir. Bu da bizi, insan örgütlenmesinin doğasını incelemeye götürür.

1 Marx, K. (1947) "Theses on Feuerbach" In The German Ideology, NY: International Publishers.

Page 267: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yöntem sorunu 259

Marx'a göre insan tarihle beraber değişir; kendini geliştirir; kendini dönüştürür; tarihin bir ürünüdür; kendi tarihini kendi yaptığı için, kendisi kendisinin ürünüdür. İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, fakat bunu istedikleri şekilde, kendileri tarafından seçilmiş koşullar altında yapmazlar; varolan koşullar altında yaparlar. Bu bize koşulların anlaşılması, dolayısıyla araştırılması gereğini anlatır.

Tarihin yapılabilmesi için insanın varolması yanında, yaşayabilecek bir durumda olması gerekir. Bu gereksinme nedeniyle, yaşam her şeyden önce, yeme, içme, giyme, barınak gibi birçok şeyleri zorunlu kılar. Dolayısıyla, ilk tarihsel etkinlik bu gereksinmeleri gidermek için maddi hayatın kendisinin üretilmesidir. İnsanlar kendi yaşamları için gerekli geçinme araçlarını üretmeye başlar başlamaz hayvanlardan ayrılırlar. Kendi geçinme araçlarını/olanaklarını üretmekle insanlar dolaylı olarak kendi gerçek maddi yaşamlarını yaparlar.

Kendi yaşamını her gün yeniden üreten insan, etkinliklerle, hem kendini hem de diğer insanları biçimlendirmeye başlar. Bu biçimlendirme anne, baba ve çocuklar arası sosyal ilişkilerle (aile) olur. Sonra, artan gereksinim, nüfus, artan işbölümü, farklılaşmalar, yeni toplumsal ilişkilerle aile arka plana itilir.

İnsanların geçimlerini sağlayan şeyleri yapma biçimi önce kendilerinin sahip olduğu ve yeniden üretmek zorunda oldukları şeylerin doğasına bağlıdır. Buna üretim biçimi denir.

Üretim biçimi, kişilerin basitçe fiziksel varlıklarını yeniden üretme (reproduction) olarak anlaşılmamalıdır. Bunun ötesinde, üretim biçimi, kişilerin belli etkinlik biçimlerinin ve yaşamlarının ifadesidir ve "neyi" "nasıl" ürettiklerini içerir.

Kişilerin doğası, üretimlerini belirleyen maddi koşullara bağlıdır. Yani köleyi köle, efendiyi efendi yapan içinde yaşadıkları maddi koşulların getirdiği bir şeydir. Köleliği ve efendiliği gerektirmeyen koşullarda köleliği ve efendiliği bulamayız.

Ne zaman üretimden söz edilirse, toplumsal bireylerin üretiminden veya toplum kalkınmasının/gelişmesinin belli bir evresindeki üretim akla gelmelidir. Bu nedenle üretimden söz etmek için ya tarihi gelişmenin sürecini izlemeliyiz ya da belli bir tarihi dönemle uğraştığımızı belirtmeliyiz.

Toplumsal yaşamlarını üretirken insanlar iradelerinden bağımsız olan ilişkilere girerler. Bu ilişkiler insanların maddi üretim güçlerinin belli gelişme düzeyine karşılıktır. Yani toplumda var olan üretim ilişkileri kişinin istekleriyle değil, insanların maddi üretim güçlerinin belli gelişme düzeyiyle

Page 268: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 260

saptanır. Bu üretim ilişkilerinin toplamı toplumun ekonomik yapısını belirler. Bu ekonomik yapı toplumun gerçek temelidir.

Maddi yaşamın üretim biçimi genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam süreçlerini belirler (Marx ve Engels, 1846; Marx, 1859).1

Marx’ın siyasal ekonomi yöntemi “Siyasal Ekonominin Eleştirisine Bir Katkı” (1859) yapıtı için 1857’de hazırladığı, fakat kullanmadığı “Giriş” içinde yer almaktadır. Bu aşağıda sunuldu.

Marx’ın yöntemi

Belirli bir ülkeyi ekonomi politik bakımdan ele aldığımız zaman, o ülkenin nüfusunu, bu nüfusun sınıflara bölünmesini, kentlerde, köylerde, deniz kıyısında dağılımını, ayrı ayrı üretim kollarını, ihracatı ve ithalátı, yıllık üretim ve tüketimi, metaların fiyatlarını vb. incelemekle işe başlarız.

Mevcut önkoşulu oluşturan gerçek ve somutla işe başlamanın en doğru yöntem olduğu sanılabilir, bu bakımdan örneğin ekonomi politikte, tüm üretim toplumsal eyleminin temeli ve öznesi olan nüfusla işe başlamak doğru gibi gözükür. Ama soruna daha yakından bakınca, bunun, bir yanılgı olduğu anlaşılır. Örneğin nüfusu oluşturan sınıfları gözönünde tutmazsak, nüfus denen şey, soyut bir kavramdan başka bir şey olmaz. Öte yandan, ücretli emek gibi, sermaye vb. gibi sınıfların üzerine kurulu bulundukları öğeleri hesaba katmazsak, bu sınıflar da boş sözcüklerden öte bir anlam taşımaz. Bu öğeler, değişim, işbölümü, fiyatlar vb. varsayımına dayanır. Örneğin sermaye, ücretli emek olmadan, değer, para, fiyat vb. olmadan hiç bir şey değildir. Demek ki, incelemeye nüfusla başladığımız takdirde, bütünün kaos halinde bir görünüşünü elde ederiz, oysa konuyu daha sınırlı ve belirli olarak saptadığımızda, gittikçe basitleşen kavramlara varırız; somuttan gittikçe daha ince ve ayrıntılı hal alan soyutlamalara geçeriz ve sonunda en basit belirlemelere varırız. Buradan hareket ederek, yeniden nüfusa varana dek yolu ters doğrultuda bir kere daha katetmek gerekir, ama bu kere nüfus, bir bütünün kaos halinde görünüşü olmaktan çıkar, birçok belirlemelerin ve

1 Marx için bu deyiş sanki, maddi ve düşünsel olanın toplumsal üretiminin, üretimle başlayan ve birbirini takip eden, birbirinden bağımsız safhalar olduğu anlamına değildir asla. Üretim biçimi bunların hepsini içerir. Marx’ın üretim, dağıtım, dolaşım, mubadele/alşveriş ve tüketim ile ilgili, daha önceki sayfalarda açıklanan görüşlerine yakından bakılırsa, bunları bir bütünü oluşturan ve birbiriyle etkileşimde olan öğeler olarak ele aldığı görülür.

Page 269: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yöntem sorunu 261

ilişkilerin zengin bir toplamı haline gelir. Birinci yol, doğuşunda ekonomi politiğin tarihsel olarak katetmiş olduğu yoldur. Örneğin, 17. yüzyıl iktisatçıları, her zaman canlı bir toplum ile başlarlar: nüfus, ulus, devlet, uluslar grubu; ama bunlar, her seferinde, işbölümü, para, değer vb. gibi bazı belirleyici soyut genel ilişkileri tahlil yoluyla ortaya çıkarmaktan öte bir sonuç elde etmemişlerdir. Tecrit halinde bu etkenler azçok saptanır saptanmaz ve soyut olarak ifade edilir edilmez, emek işbölümü, gereksinme, değişim-değeri gibi basit kavramlardan hareket eden ve devlete, uluslararası değişime ve dünya pazarına kadar varan ekonomik sistemler başlamış olur. Bu sonuncu yöntem, besbelli ki, doğru bilimsel yöntemdir. Somut, çok sayıda belirlemelerin sentezi olduğu için, bu yüzden de çeşitli öğelerin birliğini, temsil ettiği için somuttur. Onun için somut, gerçek hareket noktası olmasma karşın, ve bunun sonucu olarak aynı zamanda konunun ilk bakışta görünüşünün hareket noktası olmasına karşın, düşüncede, o, bir hareket noktası olarak değil, sentez süreci olarak, sonuç olarak görünmektedir. Birinci yöntem, görünüşün bütünlüğünü soyut bir belirlemeye indirgemiştir; ikinci yöntemle, soyut belirlemelerin düşünce yoluyla somutun elde edilmesine varılır. Onun için Hegel, gerçeği, kendi içinde yoğunlaşan, kendi kendine derinleşen, kendi kendine hareket eden düşüncenin bir sonucu olarak gördü, oysa soyuttan somuta yükselmeden ibaret olan yöntem, düşünce için, somutu benimseme, onu düşünülmüş bir somut biçiminde yeniden üretme tarzından başka bir şey değildir. Ama burada somutun kendisinin doğuşu süreci sözkonusu olamaz. Örneğin en basit iktisadi kategori, diyelim ki, değişim-değeri, nüfusu gerektirir, belirli koşullar altmda üretimde bulunan bir nüfusu; belli cinsten aileye ya da komünü ya da devleti vb. gerektirir. Değişim-değeri, ancak, somut, canli ve önceden varolan bir bütünün tek yarılı ve soyut ilişkisi biçiminde varolabilir. Bilinç için -ve felsefi bilinç öyledir ki, onun için kavrayışa varan düşünce, gerçek insanı teşkil eder ve bunun sonucu olarak da, ancak kavranan bir dünya, gerçek bir dünya olarak görünür- evet bilinç için, kategorilerin hareketi -dıştan basit bir dürtü alan- ve sonucu dünya olan gerçek üretim eylemi olarak görünür; ve bu da somut toplamın düşünülen toplam olarak, somutun beyinde temsili olarak gerçekten düşüncenin, anlayışın bir ürünü olduğu ölçüde doğrudur (ama bu da, bir totolojiden başka bir şey değildir); ve bu dünya, kendi kendine meydana gelen, gözle görülebilen görüntünün dışında ve üstünde düşünülen kavramların ürünü değildir, gözle görülenden hareket edilerek varılan kavramların düşünülmesinden meydana gelen bir üründür. Bunun bütünü, zihinde

Page 270: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 262

düşünülmüş bir toplam olarak göründüğü biçimde, kendisi için mümkün olan biricik tarzda, bu dünyanın sanat, din, pratik zekâ yoluyla benimsenmesinden farklı olan bir tarzda dünyayı benimseyen düşünen beynin bir ürünüdür. Sonra daha önce olduğu gibi, gerçek özne, zihnin dışında bağmısızliğı içinde varlığını sürdürmektedir; ve bu, zihnin salt spekülatif, salt teorik bir faaliyette bulunduğu sürece böyledir. Demek ki, teorik yöntemin kullanılmasında da, öznenin, toplumun, ilk veri olarak ıihinde devamlı hazır bulunması gerekir.

Ama bu basit kategoriler tarihsel ya da doğal nitelikte ve daha somut olan kategorilerden once gelen bağımsız bir varlığa da sahip değil midir? Duruma göre, örneğin Hegel, hukuk felsefesini, öznenin ne basit hukuki ilişkisini oluşturan tasarrufla başlatırken haklıydı. Ama, aile anlamadan, çok daha somut ilişkiler olan efendi ilc köle arasındaki ilişkiler olmadan, tasarruf da olmaz. Buna karşılık, henüz ancak tasarruf aşamasında olup, mülkiyet aşamasına ulaşmamış olan ailelerin, kabile topluluklarının varolduğunu söylemek doğrudur. Demek ki, mülkiyet konusunda en basit kategori, basit aileler ya da kabileler toplulukları ilişkisi olarak görünmektedir. Daha yüksek bir aşamaya varmış olan toplumda mülkiyet, daha gelişmiş bir örgütlenmenin daha basit bir ilişkisi olarak görünmektedir. Ama her zaman tasarruf ilişkisi olarak ifadesini bulan somut bir taban varsayılır. Tasarrufta bulunan tecrit edilmiş bir vahşi düşünülebilir. Tasarrufun aile biçimine kadar tarihsel bakımdan evrime uğradığı doğru değildir. Tam tersine, tasarruf, bu "daha somut hukuki kategorinin" varlığını varsayar. Bununla birlikte basit kategoriler de, daha somut kategoride fikri ifadesini bulan daha karmaşık ilişki ya da bağıntı sözkonusu olmadan, henüz gelişmemiş olan somutun içinde gerçekleşebildiği bağıntı ifadesidir. Para, sermayenin meydana gelmesinden önce, bankaların, ücretli emeğin vb. meydana gelmesinden önce tarihsel bakımdan olabilirdi ve vardı. Demek ki, daha basit kategorinin daha az gelişmiş bir bütünün egemen bağıntılannı ifade edebildiğini ya da, tersine bütünün daha somut bir kategoride ifadesini bulacağı doğrultusunda gelişmesinden önce tarihsel bakımdan varlığını sürdürmekte olan daha gelişmiş bir bütüne bağlı ilişkileri ifade edebildiğini söyleyebiliriz. Daha basitten daha karmaşığa yükselen soyut düşüncenin seyri, bu ölçüde gerçek tarihsel sürece tekabül eder.

Öte yandan, örneğin kooperatif biçim gibi, gelişmiş bir kinin soyut ifadesi bulunduğu sanısına varılabilir. Bu, bir anlamda doğrudur. Bir başka anlamda doğru değildir. Belirli çok gelişmiş bir emek türüne karşı kayıtsızlık, hiç biri mutlak olarak egemen durumda bıılunmayan bir gerçek emek türleri

Page 271: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yöntem sorunu 263

toplamının varlığını gerektirir. Böylece en genel soyutlamalar, ancak bir niteliğin birçoklarının, hepsinin ortak niteliğinin belirdiği en zengin somut gelişmeyle meydana gelebilir. O zaman, onu yalnız özel bir biçimde düşünemez duruma gelmekteyiz. bir yandan, bu genel olarak emek soyutlaması, yalnızca emeklerin somut bir toplamı düşüncesinin sonucu değildir. Belirli şu ya da bu emek karşısında kayıtsızlık, bireylerin bir emekten ötekíne kolayca geçebildikleri ve yaptıkları emek türünün kendileri için raslansal ve bu bakımdan da önemsiz olduğu bir toplum biçimine tekabül eder. Burada emek, yalnızca kategoriler alanında değil, ama gerçeklikte de genel olarak servet yaratan bir araç olmuştur ve, belirleme olarak şu ya da bu özel görünüm altında, bireylerle aynı şey olmaktan çıkmıştır. Bu durum, burjuva toplumların en modern biçiminde, Amerika Birleşik Devletleri'nde en yüksek gelişme derecesine ulaşmıştır. Ancak orada "emek", "genel olarak emek", düpedüz emek kategorisinin soyutlaması, modern ekonominin hareket noktası olarak pratik gerçek olmaktadır. Demek ki, modern ekonomi politiğin birinci plana yerleştirdiği ve bütün toplum hükümleri için geçerli olan pek eski bir bağıntıyı ifade eden bu en basit soyutlama, ancak en modern toplunıun kategorisi olarak, bu soyut biçimde pratik bir gerçek niteliği kazanabilmektedir. Denebilir ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde bir tarihsel ürün olarak beliren emeğin belirli bir biçimine karşı bu kayıtsızlık, örneğin Ruslarda doğal bir evrim olarak görünmektedir. Ama bir yandan, her emeğe (işe) koşulmaya doğal bir eğilimleri olan barbarlarla, kendi kendilerini emekte (işte) istihdam eden uygarlar arasındaki fark ilginçtir. Ve öte yandan da, Ruslarda, belirli bir işe karşı kayıtsızlık, pratikte, onları ancak dış etkilerin koparıp uzaklaştırabileceği iyice belirlenmiş bir emeğe (işe) geleneksel bağımlılıklarına tekabül eder.

Bu emek örneği, en soyut kategorilerin bile -özellikle soyut niteliklerinden ötürü --bütün dönemler için geçerli olmakla birlikte, bu soyutlamanın belirli biçimi içinde, tarihsel koşulların ürünü olduklarını ve ancak bu koşullar için ve onların çerçevesi içinde tam anlamıyla geçerli bulunduklarını açıkça gösterir.

Burjuva toplumu, üretimin en gelişmiş ve çeşitli tarihsel örgütlenmesidir. Bu bakımdan, bu toplumun ilişkilerini ifade eden ve onun yapısını anlamamıza olanak sağlayan kategoriler, aynı zamanda, burjuva toplumunun kalıntıları ve öğeleriyle kurulmuş olduğu ve bu kalıntılardan bir kısmı henüz aşılmadığından, içinde hâlâ taşıdığı ve bunların basit işaretlerinin gelişerek tam anlamlarına kavuştukları vb.,, kaybolmuş olan bütün eski toplum

Page 272: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 264

biçimlerinin yapıları ve üretim ilişkileri lıakkında bir fikir edinmemize de olanak sağlar. İnsanın anatomisi, maymun anatomisinin anahtarıdır. Aşağı-hayvan cinslerinde, daha yüksek bir biçimin müjdeleyicisi olan işaretleri, anıcak tııı yüksek biçimin kendisini tanıdıktan sonra anlamak mümkün olmuştur. Böylece burjuva ekonomisi bize, antikçağ ekonomisinin vb. anahtarını vermektedir. Ama, bütün tarihsel farkları silen ve bütün toplum biçimlerinde burjuva toplumunu gören iktisatçıların yaptığı gibi değil. Toprak rantını bildiğimiz zaınan, haracı. öşürü anlamak mümkündür. Ama bunları aynı şey saymamalı. Hem üstelik, burjuva toplumunun kendisi de, tarihsel gelişmenin antitez niteliğinde bir biçimi olduğuna göre, bu toplumda ancak solmuş, lıatta kıyafet değiştirmiş biçimde bulabileceğimiz daha öııceki toplum biçimlerine ait olan ilişkileri gözlemleyebiliriz. Örneğin komünal mülkiyet gibi. Demıek ki, burjuva ekonomisinin kategorileri, öteki toplum biçimleri için de geçerli olan belirli bir gerçeği içeriyorlarsa, bu gerçek, ancak cum grano salis (bir tuz tanesiyle) alınabilir. Bu kategoriler, solmuş olan, karikatür haline gelmiş olan vb. bu gelişmiş biçimleri içlerinde barındırabilirler, ama her zaman temel bir farkla. Tarihsel gelişme denen şey, son tahlilde, en son biçimin geçmiş biçimleri, kendi öz gelişme derecesine vardıran aşamalar olarak değerlendirmesine dayanır, ve bu son biçim, çok ender olarak, ve ancak belirli koşullarda, kendi özeleştirisini yapabildiğine göre, eski biçimleri lıer zaman tek yanlı bir açıdan değerlendirir - hiç kuşku yok ki, kendisini çöküş çağları sayan tarihsel dönemler burada sözkonusu değildir. Hıristiyan dini, ancak kendi eleştirisini, söz uygun düşerse, “bilkuvve” bir dereceye kadar tamamladıktan sonradır ki, dalıa önceki mitolojilerin nesnel olarak anlaşılmasına yardım edebilmiştir. Aynı biçimde, burjuva ekonomi politiği, ancak burjuva toplumunun özeleştirisi başladığı gün, feodal, antik, doğu toplumlarını anlayabilmiştir. Yeni bir mitoloji yaratan burjuva ekonomi politiği, kendisini geçmişte açık ve basit bir biçimde bildiremediği sürece daha önceki toplumlar ve özellikle henüz doğrudan dnğrııya savaşım halinde olduğu feodal toplumlar hakkındaki eleştirisi, paganlığın (putperestlik) hristiyanlık tarafından eleştirisine ya da katolikliğin protestanlık tarafındatı eleştirisine benzedi.

Genel olarak bütün tarihsel ya da toplumsal bilimlerde olduğu gibi, híç akıldan çıkarmamak gerekir ki, ekonomik kategorilerin hareketinde özne, (burada burjuva toplumu sözkunusudur) gerçekte olduğu gibi, kafada da mevcuttur, bu yüzden de varlık biçimleri, belirli varoluş koşulları ifade eder, çok kez bu belirli toplunıun, bu öznenin özel basit yönlerini ifade eder ve

Page 273: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Yöntem sorunu 265

bunun sonucu olarak bu toplum, bilimsel bakımdan da, ancak kendisi bu niteliği ile sözkonusu olduğu andan itibaren varolmaya başlar. Bu kuralı akılda tutmak gerekir. Çünkü bu kural Kabul edilecek olan planın seçiminde, bize kesin hareket tarzları vermektedir. Her üretim ve her varlığın kaynağı toprağa bağlı olduğuna göre, örneğin, toprak rantı ile, toprak mülkiyeti ile işse başlamak ve ondan geçerek, belli bir kararlılığa ulaşmiş olan her toplumda ilk üretim biçimine, tarıma varmak, doğal bir davranış olarak görünmektedir. Oysa bundan daha yanlış birşey olamaz. Her toplum biçimine bütün öteki üretimlere ve onlardan doğan ilişkilere sıra ve önemlerini veren belirli bir üretim ve onun doğurduğu ilişkilerdir. Tıpkı bütün renklerin özel tonlarını değiştiren bir genel aydınlatma gibi. Tıpkı birlikte fışkıran bütün varlık biçimlerinin özgül ağırlıklarmı belirleyen özel eter gibi. Çoban halklar örneğine bakalım. (Avcılıkla ve balıkçılıkla uğraşan basit halklar, gerçek gelişmenin başladığı noktanın ötesindedirler.) Onlarda yer yer belirli bir biçimde tarım ortaya çıkar. Bu, halklarda toprak mülkiyeti biçimini belirler. Bıı kolektif bir mülkiyettir ve bu halklar, geleneklerine bağlı kaldıkları ölçüde, toprak mülkiyeti de bıı biçimini ınııhafaza eder: örnek, Islavların komünal mülkiyeti. Tarımın bu biçiıninin egemen bulunduğu sağlam biçimde kökleşmiş tarıma sahip olan halklarda -bu kökleşme daha şimdiden önemli bir aşamayı teşkil eder --, tıpkı antik çağ ve feodalite toplumlarında olduğu gibi, sanayinin kendisi de, sanayinin örgütlenmesi ve ona tekabül eden mülkiyet biçimleriyle birlikte azçok toprak mülkiyetinin niteliğini taşır. Ya eski Romalılarda olduğu gibi sanayi tamamen tarıma bağlıdır, ya da ortaçağda olduğu gibi kentlerde ve kurduğu ilişkilerde köy örgütlenmesini taklit eder. Ortaçağda sermayenin kendisi de -salt para biçiminde sermaye sözkonusu olmadığı ölçüde- geleneksel meslcğin alet edevatı vb. biçimde, toprak mülkiyetinin bu niteliğini taşır. Burjuva toplumunda durum tam tersinedir. Tarım gittikçe sanayinin basit bir kolu durumuna girer ve tümüyle sermayenin egemenliği altındadır. Bu, toprak rantı için de böyledir. Toprak mülkiyetinin egemen olduğu bütün toplum biçimlerinde, doğa ile ilişkinin önem ve önceliği vardır. Sermayenin egemen olduğu toplumlarda ise üstün olan tarihsel bir seyir içinde yaratılan tuplumsal öğedir. Sermayenin ne olduğunu bilmeden toprak rantını anlamak mümkün değildir. Ama toprak rantı olmadan da, sermaye anlaşılabilir. Sermaye, burjuva toplumunun tıer şeye tahakkum eden iktisadi gücüdür. Zorunlu olarak meydana getirdiği son nokta gibi, başlangıç noktası da, toprak mülkiyetinden öncc açıklanmalıdır. Her ikisini de ayrı ayrı inceledikten sonra, aralarındaki karşılıklı ilişkiyi araştırmak gerekir.

Page 274: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Karl Marx 266

Demek ki, iktisadli katıegorileri, tarihsel bakımdan belirleyici rol oynadıkları sıra ile bulmak olanaksız ve yanlıştır. Onların ele alınış sırasını belirleyen şey, tam tersine, modern tıurjuva toplumda aralarındaki ilişkilerdir, ve burada sıra, doğal sıranın tersi olup, tarihsel evrim boyıınca, birbirlerini izledikleri sıraya uymamaktadır. Sözkonusu olan, değişik toplum biçimlerinin birbirini izlemesinde, iktisadì bağıntılar arasında tarihsel olarak kurulan ilişki değildir. "Fikir olarak" birbirini izleme sıraları (Proudhon) hiç değildir. (Tarihsel hareketin bulanık bir anlayışı.) Süzkonusu olan, bunların, modern burjuva toplumu çerçevesi içindeki hiyerarşisidir.

Antikçağda tüccar halkların –Fenikelilcrin, Kartracalıların-, saf bir durumda (soyut belirleme) ortaya çıkmış olmalarını belirleyen şey, tarımcı halkların egemen durumda bulunmalarıdır. Ticari sermaye ya da para biçiminde sermaye olarak sermaye, sermayenin henüz toıplumların egemen öğesi olmadığı yerlerde bu soyut biçimde belirir. Lombarıdiyalılar, Yahudiler, ortaçağın tarımla uğraşan toplumları karşısında aynı biçimde yer alırlar.

Ulusal servet kavramının kendisi de, 17. yüzyıl iktisatçılarında, bu biçimde ima edilmektedir --bu fikir, I8. yüzyıl iktisatçılarında da vardır --: servet, yalnız devlet için yaratılır, ama devletin gücü bu servetle boy ölçüşür. Bu, servetin kendisini ve onun üretimini modern devletlerin nihayi amacı kılan ve bu devletleri yalnızca servet üretme araçları olarak değcrlendiren fikri nıüjdeleyen, henüz bilinçsiz ikiyüzlü biçimin kendisidir.

Sıra açıkça şöyle olmalı: 1. Bütün toplum biçimlerine az çok uyan, ama yukarıda açıklandığı

anlamda uyan, genel soyut belirlemeler; 2. Temel sınıfların dayandıkları burjuva toplumun iç yapısını oluşturan

kategoriler. Sermaye, ücretli emek, toprak mülkiyeti; bunlar arasındaki karşılıklı ilişkiler. Kent ve köy. Üç büyük toplumsal sınıf; bunlar arasındaki değişim. Dolaşım. Kredi (özel).

3. Devlet biçiminde burjuva toplumunun yoğunlaşması. Kendisiyle ilişkisi içinde ele alınması. “Üretici olmayan” sınıflar. Vergiler. Kamu borçları. Kamu kredisi. Nüfus. Sömürgeler. Göç.

4. Uluslararası üretim ilişkileri. Uluslararası işbölümü. Uluslararası değişim. İhracat ve ithalat. Kambiyo kuru.

5. Dünya pazarı ve kriz.

Page 275: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s. 267-280

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler çatışması

Siyasal ekonomi

Engels (1843) Özeti yapıtında, siyasal ekonominin çıkışını ticaretin gelişmesi ve lisanslı sahtekarlık sisteminin (zenginleme biliminin) gelişmesiyle açıklar. Siyasal ekonomi farklı varsayımlardan hareket eder ve iki temel şeyi ifade eder:

(a) Birincisi, siyasal ekonomi “economics” denilen disiplinin 19. Yüzyılın sonunda çıkmasından önce, ekonomiyi inceleyen disiplindi. İsim değişikliği bu iki disiplinin odaklanma alanlarını yansıtır. Klasik siyasal ekonomi emeği ekonomik değerin kaynağı olarak düşünen bir teoriye dayanıyordu. Bu teorinin yaratıcıları, özellikle Adam Smith, David Ricardo ve Alfred Marshall, serbestlik doktrini (laissez passer laissez faire) ve ekonomik kâr elde etme ile ilgili yorumlarında var olan egemen sistemi evrenselleştirdi, doğallaştırdı ve meşrulaştırdılar. Robertson’dan Marx’a kadar ve sonraki Marksist düşüncede olan siyasal ekonomistler kapitalist sistemde üretilen ekonomik değerin temelinin (kârın orijininin) emeğin sömürüsü olduğunu belirterek egemen sistemin meşruluğunu, dolayısıyla siyasal ekonominin doğallaştırdığı ve evrenselleştirdiğini soruşturdular.

Görüldüğü gibi siyasal ekonomi kavramı sadece Marksizm’e ait değildir. Dolayısıyla, her siyasal ekonomi incelemesi, eleştirel görünse bile, Marksist bir analiz karakteri taşımaz.

(b) İkincisi, siyasal ekonominin siyasal yanıdır: Bu yanla, siyasal ekonomi toplumlardaki kurumlar ve güç ilişkilerini, ve bunların gereksinimlerimizi tanımlamamızı ve karşılamamızı nasıl etkilediklerini inceler. Bu bağlamda, kitle iletişim araçlarının ne denli özel bir yere sahip olduğu ortaya çıkar. Dikkat edilirse, burada siyasal ekonomi incelemesinin altında yatan temel

Forum

Page 276: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 268

varsayım ortaya çıkar: Ekonomide olanlar toplumsal güç ilişkilerini yansıtır ve etkiler. Kapitalist mülkiyet dengesiz sosyal güç yaratan bir kurumdur. Pazar ve diğer kurumlar dengesiz sosyal güce dayandıkları için siyasaldır. Dolayısıyla, ekonominin, siyasetin ve toplumun incelenmesi birbirinden bağımsız olarak ele alınıp ayrılamaz. Bunların ayrı olduğunu ileri sürmek veya sanmak ekonomide var olan güç ilişkilerini saklar ve ekonomi ile siyasal ve toplumsal birlikteliği ortadan kaldırır. Bu da ekonomik sömürüyü ve belli çıkarların belirlediği siyasalı doğallaştırmaya ve meşrulaştırmaya, dolayısıyla insanlık durumu için sorumlu tutmadan azat etmeye yardım eder. Siyasal ekonomi, örneğin kitle iletişim sürecinde bu güç ilişkilerini ve kurumları ayırt etmeyi, onların etkilerini incelemeyi, sonuçlarını açığa çıkarmayı, olası çözümler ve alternatifler sunmayı sağlar.

Engels’in belirttiği gibi (1878) siyasal ekonomi, en geniş anlamıyla, insan toplumunda temel materyal gereksinimlerin üretim ve mübadelesini (exchange) yöneten yasaların bilimidir. Bu yasaların evrensel değişmezliğe sahip olduğu iddiası yanlıştır. Konusunu ele alış biçimi nedeniyle, siyasal ekonomi tarihsel bir bilimdir. İnsanların üretim ve değişim yaptığı koşullar ülke içinde ve ülkeler arasında değişir. Siyasal ekonomi, bu nedenle, bütün ülkeler ve bütün tarihsel dönemler için aynı olamaz. Belli bir tarihsel toplumda üretim ve değişim tarzı ve bu toplumu doğuran tarihsel koşullar, onun ürünlerini dağıtım tarzını belirler. Engels Anti-Dühring yapıtında siyasa ekonomi yöntemini aşağıdaki biçimde özetlemiştir:

Üretim ile değişim iki farklı işlevdirler. Üretim, değişimsiz olabilir; ama değişim, üretimsiz olamaz.

İnsanların üretim ve değişim koşulları ülkeden ülkeye ve her ülkede de kuşaktan kuşağa değişir. Öyleyse ekonomi politik de bütün ülkeler ve bütün tarihsel dönemler için aynı olamaz.

Belirli bir tarihsel toplumun üretim ve değişim biçimi ile bu toplumun tarihsel koşulları, aynı zamanda ürünlerin bölüşüm biçimini de içerirler.

Bölüşümdeki farklılıklarla birlikte sınıf farklılıkları da ortaya çıkar. Toplum, ayrıcalıklı sınıflarla yoksun bırakılmış sınıflar, sömürücülerle sömürülenler, egemenlerle yönetilenler biçiminde bölünür.

Bölüşüm, üretim ve değişimin salt edilgen bir sonucu da değildir; o da ötekiler üzerinde etkili olur.

1950’lerin sonlarından itibaren gelişen neo-marksizmi iletişim alanına taşıyan birkaç öncü vardır: Robert A. Brady, H. Innis. D. W. Smythe ve H. Schiller. Genel olarak bu kişilerin anlayışına göre:

Page 277: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 269

Political economy is not in the end simply an academic treatise on how organized power prevails in the allocation, production, and distribution of resources; the organization of civil society; and the management of social equities. In its Marxian or Neo-Marxian tradition, it provides an understanding for the intellectual self-defense of working people and a call to resistance and to action for the kinds of social change that put people and common welfare ahead of personal and private accumulation and privilege. What has been called the administrative approach to communications study is primarily concerned with the skills and techniques of communicative exchange and institutional homeostasis, whereas political economy as a critical discourse is more concerned with revealing the constitution of power and its hegemonic practices in such areas as communicative control and ideological legitimacy. Building on this tradition, the political economy of communications is more relevant in the present era of global liberalization, privatization, and deregulation than at any time in the past.

In fact, it is now more clearly and widely understood that the new global infrastructure of telecommunications and media has been designed largely for purposes of intensification of consumption, corporate reorganization, industrial relocation, military logistics, and a more globalized international division of labor. Workers remote from the headquarters of capital produce not only products once identified with the core industrial states but also the communication and informational commodities that make possible an information high society of global bankers, financiers, traders, manufacturers, producer services, tourism operators, and military command and control. Despite increased participation in the global information economy by its local and regional conglomerates, the east and southeast Asian region remains firmly locked into the technological and operational clutches of transnational corporations. As John Lent and I observe, Third World workers and peasants are not and never have been citizens of this emerging informational world. Massive unemployment in the “miracle economies” of the region reveals the fragility of even modest hopes of a better life for most people in the new global order, marked by a recession that has severely shaken local confidence and even that of its foreign corporate and suprastate sponsors (Susman, 1999).

Kültür endüstrisinden kültürel incelemelere

Marx’dan, Lukacs ve Frankfurt Okulu’na, eleştirel anlayış 1960’ların sonlarına kadar, ideoloji ve kültürü anlamlandırmada alternatif yaklaşım olarak egemenliğini sürdürdü. Marks ve Lukacs’da ideoloji, düşünceler ve bilinç toplumu anlama ve anlamlandırmada önemli yer tutarken, Frankfurt Okulu ile kültür endüstrisinin kapitalist toplumların sürdürülebilirliklerini sağlamadaki aktif rolü ve kitlelerin bilişlerinin yönetilmesi, tüketim toplumu ve kültürü tartışmaları yoğunlaştı. Kültürel incelemelerin 1970’lerde tırmanışı, Frankfurt Okulu temsilcilerinin ölmesi, Habermas’ın Frankfurt

Page 278: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 270

Okulu’nu tabuta koyan “son temsilcisi” olması, neo-Marksizmin ve ardından siyasal ekonominin önem kazanmasıyla birlikte, Frankfurt Okulu tarihe karıştı ve tek temsil eden olma karakterini yitirdi. Kültürle ilgili olarak, Schiller ve Garnham 1970’lerde başlayarak, Neo-Marksist geleneği oluşturdular ve kültür konusunu uluslararasına, bilinç yönetimi ve kültürel emperyalizm konularına genişlettiler. 1980’ler post-modern ve post-yapısalcı (Baudrillard, Foucault, Derrida, Lyotard) egemenlikle geldi. Aynı zamanda, bu yazarlar “siyasal ekonomi” yaklaşımından kendilerini uzak tuttular. Amerikan liderliğindeki küresel pazar yaygınlaşmasının ideolojisini “ideolojinin sonunun” ilanıyla destekleyenler arasına, Amerikan devlet banklığı memuru F. Fukoyama’dan önce, Baudrillard da katıldı (1987). Kellner’in belirttiği gibi (2008):

Baudrillard, Lyotard, and other forms of postmodern theory which reject macrotheory and political economy, or wallow in implosion, fragmentation, irony, and nihilism, lack the theoretical resources to develop a critical theory of contemporary society.

Kültürel incelemelerde iki temel yaklaşım tarzı egemen olmuştur: Kültürelciler ve yapısalcılar. Kültürel incelemeleri 1950’lerde başlatanlar, Marx, Malınowski ve Lukacs’dan etkilenen Raymond Williams, Richard Thomas ve E. P. Thompson olmuştur. kültürel incelemelere sonradan yapısalcılık ve ardından da post-yapısalcılık eklenmiştir. Sınıf analizi yapan ilk kültürelcilerin ve Althusserci yapısalcılığın yerini önce Gramsci’ye dayanan kültür ve hegemonya anlayışı ve sonra da post-modern ve post yapısalcı yaklaşımlar aldı.

Kültürelciler ve post-yapısalcılar iki kuramsal yapıyı anlatmazlar, aksine her biri içinde farklı teoriler ve farklı yaklaşım tarzları vardır. Ayrıca, kültürelciler ile yapısalcılar birbirinden kesin çizgilerle ayrılan farklılıklar göstermez. Yapısalcılar bir metindeki temel kodları, metindeki anlam inşasını, metinde gerçeğin temsilini, metindeki ikili zıtlıkları, metinde kültürel kodların ve konvensiyonları incelerler.

Siyasal ekonomi kültürel incelemeler tartışması

Kültürel incelemeler, aşağıda Hardt ve diğerlerinin de açıkladığı gibi, 1960’lardan sonra “eleştirel” ve Marksist yanını hemen hemen tümüyle yitirmiştir. Kültürel incelemeler, hangi isimle gelirse gelsin, Marksist varsayımlarla hareket eden küçük bir azınlık dışında, liberal-çoğulcu kültürel incelemeler karakterini almıştır. Neo-marksist ve eleştirel siyasal ekonomi yaklaşımından, birey şirketin örgütlü yapısı ve yapısal ilişkileri içinde ücretli

Page 279: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 271

olarak çalışandır. İş dışında ise sömürgeleştirilmiş bir dinlenme ve eğlenme hayatının parçasıdır. Zamanını televizyon önünde veya Migros’ta geçirmesi, televizyon önünde ve Migros’ta “tercihler” yapması, onu asla “bağımsız” ve “mücadele eden” birey yapmaz. Ayrıca, televizyon önünde veya Migros’ta “çözümlemeler” yapan birey üzerine eğilmek ile pazarlama araştırmasında anket sorusuyla şirketler dünyasına bilgi toplamak arasında, nihai analizde, bir direnişi heceleyen bir karakter taşımadığı için, fark kapitalist sistemi farklı biçimde desteklemeden öte gitmez. Ayrıca, televizyonun önü mücadeleyi değil, uymayı ve katılmayı örgütleyen ve pazarlayan bir egemen ilişkisel yapıyı anlatır. Fiske ve Grossberg gibi kültürelcilerin bireyin izleyici olarak bağımsızlığı üzerine eğilmek, aktif izleyici teziyle gelen bilinç ve davranış yönetimini, daha süslü ve okuyucuyu rahatlatıcı bir ikna yöntemiyle yapmak demektir. Hiçbir insan materyal yaşamını izleyici olarak ve Ankamall’da dolaşarak yeniden üretemez. Hiçbir insan izleyici olarak ücret politikalarına ve iş koşullarına etki yapamaz. İnsanın boş zamanını kullanmasına bakarak bağımsızlık ve özgürlük sonuçları çıkaranlar bile, kendi zamanlarının ve uzamlarının büyük bir kısmını kendileri örgütleyememektedir.

Bu karakterin temsilcilerinden biri olan Hartley’in de belirttiği gibi “kültürel incelemeler artık solun entelektüel girişimi değildir.” Hartley (1991) kültürel incelemeleri anlatısı küresel pazarın post-modern kutlaması gibi:

Cultural Studies is notable for its participants' squeamishness about orthodoxy, manifested positively in a commitment to interdisciplinarity, and negatively in the avoidance of authority; it has no unified theory, textual canon, disciplinary truths, agreed methodology, common syllabus, examinable content, or professional body, no bodily integrity at all.

Güç/iktidar televizyonu açma kapama, program seçme ve anlamı yeniden inşa etme (deconstruction and reconstruction) gibi güç ve iktidar, televizyona ve bilgisayara sahip olma gibi kaynaklara sahiplik, insanı yaşam kalitesini geliştirmede nereye götürür ve bu götürdüğü hayali ve hayali olmayan yerlerde insan ne kazanır ve ne yitirir? Bunları düşünmeden, şu aşağıdakileri söylemek, “edebiyat yapma” yoluyla bilinçleri bulandırmadır:

Cultural Studies combines social and textual matters, focusing on power through its textual deployment, and on the social distribution of the resources and products of sense-making, whether they be the technical and corporate 'hardwares' of the global media industries, or the codes and conventions of various semiotic 'softwares' (from language to continuity editing), by means of which people might make sense of themselves, each other, and the world at large.

Page 280: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 272

Kültürel incelemelerin toplumsal yapıyı ve yapısal ilişkilerden kopması, yapıyı ve yapısal ilişkileri, örgütlü egemenlikler ve mücadeleler içinde üretilen “temsillerdeki” ifadesel yapıları inceleyerek insan ve toplum gerçeğini “okuduğunu” iddia etmesi (post-yapısalcılar ve post-modernistler nesnel gerçeği kabul etmedikleri için, onların böyle bir iddiası yok), kültüre ve ideolojiye bağımsızlık vermesi, siyasal ve ekonomik güç ilişiklerini bir kenara itmesi ile gelen ortamda, siyasal ekonomistler ve Neo-Marksistlerle olan ilişkilerinde birkaç yönelim getirmiştir: uzaklaşma, uzlaşma arayışları ve kopuşla gelen eleştiriler. Uzlaşmayı Murdock gibi bazıları kendi üretimlerinde sağladılar. Fakat çoğunlukla yapılan uzlaşma arayışları yaklaşma yerine daha çok kopuşu perçinledi.

1999’da, Journal of Media Economics “Special issue on the Political Economy of Communications” sayısında, o zamana kadar süregelen tartışmalar, kültürel incelemelerle Marksizm arasındaki ilişkinin dostluktan daha çok düşmanlığa dönüştüğünü göstermektedir (Hall, 1992:279).

Örneğin, ideolojinin iletişim ve kültür alanında yeterli anlaşılması için siyasal olandan soyutlanmaması gerektiğini belirten Hardt (1997), özellikle kültürel incelemelerin Amerika’daki durumunu şöyle açıklamaktadır:

Ideological issues cannot be effectively pursued within the fields of either communication studies or cultural studies, with the political aspects of an alternative perception of society and culture not addressed by attempts to redefine issues such as democracy or communication. The potential of cultural studies as a political project is not being realized in the US, while the field of communication studies has welcomed the potential of a multidisciplinary perspective. Critical communication studies focus on communication from an ideological stance and should replace conventional mass communication theory literature.

However, neither cultural studies nor communication studies constitute effective arenas for the pursuit of ideological issues; that is, efforts to redefine notions of communication, participation, or public interests and democracy do not even attempt to address the political consequences of an alternative conceptualization of culture and society. They fail completely in providing concrete alternatives to bankrupt utopian constructions of communication and media environments in contemporary society. The present debates over "public" journalism and the dismantling of public broadcasting are cases in point.

More specifically, a critical theory of communication and media must be sensitive to the materialization of class consciousness and reveal the nature of class distinctions in the context of culture and politics. Thus, the notion of class consciousness in this context implies community and solidarity as well as collective action to serve class interests. It finds expression in the

Page 281: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 273

discourse of class, including potential competition between individual and collective expressions of interest within a particular class. The state of communication or media may have an effect on the sense of community and solidarity as well as on the psychological mobility of individuals, producing conditions for collective action and a state of flux among class members and across classes. In either case, class consciousness is bound up with class struggle, such as the weakening of class consciousness among workers through the lure of mediated realities (particularly in advertising) that deny class diversity and promise upward mobility.

In fact, the conceptualization of "mass" communication in American media studies constitutes an ideological construct which serves to obscure working-class interests by endorsing several class-related biases that flow from the interests of a cultural bourgeosie; they are an inherent producer orientation in research agendas and a reliance on large scale reception, based on notions of property, e.g., ownership of the means of production and the means of reception, respectively.

However, since the ideological parameters of U.S. American cultural studies are determined by liberal-pluralist ideas, including progressive notions of change, they remain supportive of commercial-industrial interests that guide the relationship between media and society. The result has been an administrative approach to the study of communication.

The proponents of British Cultural Studies within the field of communication studies have promoted the importance of gender and race, but continue to misunderstand the need for class analysis, disregard economic determinants of "a way of life," and produce an ideological critique of communication and culture without grasping the importance of the "political."

The `political" refers to a conscious response to the specific conditions of existence at a specific historical moment, guided by the potential for change under an alternative ideological explanation of the emancipatory role of communication in society. It relates to theory and practice in ways that reflect the significance of ideology, not only as the basis for a critique of communication in society, but also as the source of emancipatory agendas for change. More specifically, the "political" refers to a critical theory of society with definite responses to the reality of communication and the prospects of a better way of life. It relates observation to change and does so aggressively and towards specific goals. In this sense, the "political" completes the making of communication studies as a critical practice.

Therefore, based on a critique of communication in late capitalism, including the consequences of a commercialized culture, critical communication studies must develop emancipatory strategies for political solutions to the current conditions of communication in society. More specifically, the conditions of production and consumption constitute major concerns that bear directly on institutional practices and create at least three distinct areas of investigation with a wide variety of topical issues.

Page 282: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 274

In the area of work and relations of production they relate to working conditions, including new definitions of work and freedom of intellectual labor, and speak to the collective interests of media workers involving labor policies and practices and collective bargaining. In the area of media reception and consumption they address the needs of an informed and active citizenry for information, education, and entertainment, including the possibilities of feedback and participation in the shaping of an information environment. In the area of media organizations and their relations to society, finally, they suggest an involvement in the creation of media policies, ranging from questions of ownership and control to issues of content and public service

Hardt kültürel incelemelerle ilgili değerlendirmesinde yalnız değildir. Hem eleştirel siyasal ekonomistler (örneğin Schiller ve Mosco) hem de eleştirel kültürel incelemeciler, kültürel incelemelerin egemen karakterine karşı çok ciddi eleştiriler getirmişlerdir. Bu eleştirilerin çoğu, kültürel incelemelerin toplumsal olanı ele alış biçimi üzerine odaklanır:

To those who had retained more traditional Marxist sensibilities, it appeared that the more that the populist proponents of cultural studies ignored the structural constraints imposed by political and economic realities, the more they packed the language of revolutionary politics into reinterpretations of audience activities. Cultural studies practitioners often predefined readers and texts in Marxist terminology that prescribed “struggle,” “resistance,” “challenges,” “contestations,” “contradictions,” and so on. Sholle (1990, 97) observes that as cultural studies proceeded, it continued to gesture toward a complex view of the activities of the viewer/reader; yet, in its application, “it reduces the tensions surrounding questions of class consciousness, the text and relations of power to simple dichotomies between determined producers and intentional consumers, between passive and active responses, and between dominant-elite and dominated audience (McLaughlin, 1999).

Bu eleştiriler karşı eleştirilerle karşılanmıştır. Bu eleştirilerin bazıları, “sokaktaki adamın” bilgileri gibi çoğunlukla geçersiz ifadelerdir:

On the most fundamental level, political economy continues to suffer from the tendency to induct all analysis to class alone, despite political economists’ claim that their discipline no longer is aquainted with economism and reductionism (Skjerdal, 1998).

Meehan siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler arasındaki tartışmanın, gerçek bir karşılıklı anlayış ve diyalog üretmediğini belirtmektedir. Elbette, anlaşmazlıktaki asıl sorun, örgütlü yapılarda farklı bir biçimde ürün üreterek kendi toplumsal varlıklarını yeniden üreten insanların oluşturduğu çıkar ve bu çıkar yapısının düşünseli ve duyarlılığıyla ilgilidir. Fakat Meehan, umutlu bir yorum sunuyor:

Page 283: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 275

Stabile's type of cultural studies, which integrates political economy, contrasts sharply with the stereotypes of political economy and cultural studies found in the colloquy of Nicholas Garnham and Lawrence Grossberg. I conclude that dialogue between critically oriented scholars is not only possible, but essential to an adequate account of media artifacts, audiences, and institutions.

Garnham's essay, "Political Economy and Cultural Studies: Reconciliation or Divorce?" (1995a) suggested that the answer to his rhetorical question is "divorce," despite-or perhaps because-as he claims, "the project of cultural studies can only be successfully pursued if the bridge with political economy is rebuilt" (p. 62). Rebuilding the proverbial bridge seems unlikely given Garnham's assumption of cultural studies' disdain for any form of political economic contextualization. For Garnham, cultural studies had renounced its roots in Marxism and political economy by ignoring "how the resources for cultural practice, both material and symbolic, are made available in structurally determined ways through the institutions and circuits of commodified cultural production, distribution, and consumption" (p. 71).

By decontextualizing its objects of study-ranging from diasporic culture to soap operas to shopping--cultural studies, he argued, celebrates them as politically liberating "texts" through which individuals construct personal identities while opposing capitalism. For Garnham, this is nonsensical. Understanding such texts requires contextualizing them in terms of structures, forces, and dynamics that are firmly rooted in the problem of survival and in relations of domination. A society's culture is intimately connected to its political economy: Both expression and consumption of culture are shaped by the structure of opportunities institutionalized within a society. In capitalism, those opportunities are organized first by class and then, within classes, by varied statuses accorded to "mainstream" versus "marginal" demographic indicators. This perspective problematizes cultural studies' emphasis on personal agency in the construction of identities through consumption. Decontextualization obscures the crucial point: Identity kits are prestructured by corporations and circulated through the media and retailing systems. These systems operate in the interests of capitalism. The assertion that consumption and consumerism undermine capitalism appears disingenuous at best, hypocritical at worst.

Garnham went on to quote two leading practitioners of cultural studies-Stuart Hall (1992) on the intrinsic reductionism and economism of all forms of Marxism and Angela McRobbie (1992) on the untenability of any social theory granting priority to the economic-to demonstrate cultural studies' rejection of anything economic. Garnham identified this as cultural studies' "profound misunderstanding of political economy" and ultimately argued that this central error robs cultural studies of both its critical edge and its radical agenda. Worse, cultural studies scholars have raised a "rhetorical smoke screen" in publicly railing against political economy as an approach consumed by the primacy of the economic.

Page 284: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 276

To make that case, Garnham turned to two champions of the of the resistance model, Grossberg and John Fiske. Much of the research done by Fiske and Grossberg has generated readings of media texts or social behaviors that connect consumption, pleasure, and subversion.

Grossberg went on to suggest that Garnham is also a hack: But he [Garnham] fails to acknowledge that every few years, some political economist -usually one involved with Media, Culture, and Society- writes the latest version of their attack on cultural studies, although the articles have not changed much since the mid-1970s. And they raise the same two criticisms: First because cultural studies ignores the institutions of cultural production, it celebrates popular culture and gives up any oppositional role; second, because cultural studies ignores economics, it is incapable of understanding the real structures of power, domination, and oppression in the contemporary world. (p. 72)

Ending the first paragraph in this way, Grossberg… summarized Garnham's substantive concerns, he did so only after characterizing Garnham as a "heterosexist" bigot and hack. Further, his summary of the political economy critique was reduced to old, recycled essays not worth citing.

Carey, considers himself an outsider… and dismisses both Garnham and Grossberg as irrelevant. Carey (1995) first dismissed Garnham for mistaking "the interminable conflict between political economy and cultural studies as an episode within contemporary British intellectual life". Carey saw Garnham's essay as provincial and one-sided and endorsed cultural studies' break from political economy,… its attitude toward cultural studies is nothing if not condescending. These are the tones of a bitter divorce, not a search for a friendly reconciliation or a merger of intellectual labor. (p. 82)

Carey (1995) found that cultural studies has mistakenly come to be defined by "the sort of thing practiced by Stuart Hall and other alumni of the Birmingham Centre for the Study of Contemporary Culture" (p. 82).y It is easy to read "the sort of thing" as dismissive, particularly given Carey's view that the importation of French structuralism into cultural studies by Hall (and by extension Grossberg) is "fatally wrong" (p. 83). Although he noted the value of Grossberg's work, Carey blamed structuralists for developing cultural studies into a text-based, anti-populist, apolitical enterprise. Carey concluded his discussion of political economy and cultural studies thus:

Reducing Garnham and Grossberg to mere "school men" jockeying for position inside a professoriat divorced from both intellectual and political life, Carey turned to his own project. This is no less than the revitalization of democratic conversation among citizens on political matters outside the media, which he identified as the practical aim of cultural studies. Carey's (1995) essay, then, used Garnham and Grossberg to advance Carey's particular vision of cultural studies as not structuralist, not textual, and not Leftist. This surely is not an argument for "friendly reconciliation or a merger of intellectual labor" (p. 82).

Page 285: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 277

Such a hoped for reconciliation is found in Murdock's (1995) essay. His strategy is to demonstrate that cultural studies and political economy have enjoyed a long, mutually beneficial association…Yet some scholars, Murdock argued, have sought to disrupt this happy accord: John Fiske has recently argued "each sphere requires its own methodologies and theoretical frameworks" and "neither can be adequately analyzed from the perspectives of the other." To accept this academic apartheid is to break faith with the original project of cultural studies. (p. 90).

Thus, Murdock connected Fiske to apartheid while linking Williams, Hall, an Grossberg to political economy. Murdock (1995) then invoked the words of Hall and others to provide a social context for this disengagement, finding the villain in the ascendancy of Thatcherist/Reaganist neoliberalism and the concurrent crisis of socialism. As opportunities for progressive political change have diminished, cultural studies has sought out arenas in which "contests of signification and meaning (p. 91) make progressive change possible. Citing Grossberg, Murdock critique cultural studies for "erasing relations between culture and specific economic an political realities" (p. 91). This is consistent with Murdock's appeal for a return to good relations between the two approaches in order to work towards the construction of a more complete account of the central dynamics of contemporary culture and to mobilize those insights to defend the symbolic resources required to extend the rights and duties of citizenship in the service of revitalizing democracy. (p. 94)

Garnham (1995b) argued that Grossberg "continues to misrepresent political economy" (p. 97) and misunderstands the role of political economic systems in relation to gender, race, employment, etc. With a certain exasperation, he found that Grossberg's claim that issues of ecology, environment, and indigenous peoples "are not crucially political economic issues seems almost willful blindness" (p. 97).

Garnham (1995b) then proceeded to drub Carey for romanticism and empty rhetoric, along the way dismissing Hall's work on Thatcherism as "both politically unhelpful and in certain important respects just plain wrong" (p. 100). Garnham insisted that if Carey wants a conversation about democracy in the language of ordinary people, such a conversation must necessarily address economics and policy-but not culture.

Neither Garnham, Grossberg, nor Carey are particularly civil to one another. Grossberg and Carey are not interested in a civic discourse on economic and political questions that include views of those ordinary people who support neoliberalism, anti-environmentalism, racism, and so forth. Nor is cultural studies interested in audiences, as represented in the text, that fail to resist the dominant ideology. Garnham concluded that CSMC`s attempt to generate a conversation between cultural studies and political economy is futile.

Page 286: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 278

That conclusion would seem to be the case as long as one ignores Murdock. Garnham's decision to overlook the one person arguing for integration and using a nonjudgmental tone suggests that Murdock may be the only contributor believing that a conversation is the colloquy's purpose. For Garnham, Grossberg, and Carey, the purpose seems to be the exchange of insults, accusations, and predictable arguments. For Garnham and Grossberg, the exchange is but one more debate in a now-ritualized combat between political economy and cultural studies, the latter understood as "the sort of thing" done by Hall and Grossberg.

Cultural studies sees itself as critically revealing the workings of dominant ideology in mediated texts and in social relations. Further, it traces the ways that ordinary people resist capitalism by appropriating media content, consumerist activities, and social identities. That form of appropriation is deeply subversive, ever when it appears submissive to capitalist values. The counter-stereotype is that cultural studies is so focused on finding oppositional meanings in texts and behaviors that it can no longer discern the real workings of the dominant ideology, the system of hegemony, or the economic interests that generate media texts in the first place.

Generating matching stereotypes for political economy is easy. From within the paradigm, political economy celebrates itself as nonreductive, power-focused, and critical. Political economy reveals the workings of capitalism in industrial structures and political systems that generate the proverbial playing field in which people consume media, make meanings, and work for a living. Media industries are in the business of creating entertainment that earns revenues primarily from advertisers. The resulting "texts" reflect the demands of advertisers, not audiences. Political economists unmask and demystify the media, thereby empowering people to see beyond the surface claim that what we see is what we want. The counter-stereotype sees political economy as so focused on generating models of huge, monolithic, omnipotent corporation that action is futile.

Beyond Murdock, who has integrated cultural studies and political economy for at least two decades, other critical scholars whose research has addressed these intersections are worth noting… In her study of the contrast between the populism of D. W. Griffith's early films and the reactionary sentiments of his later films, political economist Janet Wasko (1978) connected the shift in Griffith's ideological stance to his increasing dependence on banks for financing and the banks' increasing control over Griffith's scripts. Todd Gitlin's book (1983) on prime-time television traced the corporate politics and network strategies that combine to shape the contents and the aesthetics of television programs. In their books on commercialization, Robin Anderson (1995) and Matthew McAllister (1996) discussed the increasing interconnection of media makers, distributors, and advertisers with extensive analysis of particular images, claims, and narratives in order to demonstrate the effect of economic concentration on the content of media artifacts.

Page 287: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Siyasal ekonomi ve kültürel incelemeler 279

An exemplary integration of political economy and cultural studies can be found in Stabile's (1995) essay, "Resistance, Recuperation, and Reflexivity: The Limits of a Paradigm." ...The implications of Stabile's (1995) analysis for the resistance model is-and remains-serious indeed. Perhaps more important, though, is her articulation of a truly critical approach to cultural studies:

First, the analysis would have to provide both diachronic and synchronic readings of media texts, while at the same time accounting for the objective, material conditions of the production of texts within a larger historical context. Second, the analysis would have to be self-reflexive, insofar as the theorist would have to be able to theorize the ways in which her own theoretical categories are themselves structured and limited by her field, its historical context, as well as its relations to other fields.

Stabile's synchronic reading mandates a careful, contextual reading of the media artifact, a practice that provides the critic with opportunities for creative and novel interpretation. She limits that interpretive freedom by requiring a diachronic reacting to ground the interpretation in both the industrial system that constrains the makers of the artifact and the social, cultural, and economic histories that give rise to the particular artifact, its makers, and its audiences. Here Stabile has pointed the way to a dialogue between critical media researchers regardless of their research focus, even as she reminds us that intellectual work is still labor. And in the case of professors, that labor is expended in service within an increasingly privatized system of education where productivity is measured by the numbers of students processed and the number of articles published. Neither the conditions of our labor in the idea factory nor the conditions of our consumption as part of the targeted commodity audience should be overlooked. Stabile reminds us that the material conditions of production and consumption provide the context of our insights and our pleasures.

Regardless of the special focus of one's research, critical scholars share an ethical obliga¬tion to produce knowledge that accurately describes the media and reveals the hidden dynamics whereby media corporations attempt to commercialize and con¬trol expression in service to advertisers and ultimately to capital. Our task is to illu¬minate the phenomena. For the media, that means explicating the experiences of and relationships among corporations, audiences, makers, and regulators (Meehan, 1999).

Kültürel incelemeciler dahil, insan ve toplum konusuyla ilgilenen herkes, Chesney’in şu açıklamasına önem vermeli:

At present there is a tendency to do just the opposite, to avoid the truth because the social system seems impervious to radical change, and speaking the truth to those in power might jeopardize chances at wrangling concessions from them. When we stop speaking the truth to power, we soon

Page 288: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Forum 280

stop speaking it to each other, and it is only a matter of time until we stop looking for it, or even recognizing it. This tendency to compromise our vision to accommodate the interests of the powerful – to censor ourselves – may well be the most dangerous and reactionary idea of them all, and one that we can and must abolish.

KAYNAKÇA

Hall, S. (1992) Cultural studies and its theoretical legacies. In Cultural studies, edited by Lawrence Grossberg, Cary Nelson, and Paula Treichler, 277-94. New York: Routledge Kegan Paul.

Grossberg, Lawrence. 1995. “Cultural studies vs. political economy: Is anybody else bored with this debate?” Critical Studies in Mass Communication 12 (1): 72-81.

Skjerdal, T. S. (1998). Structures vs. interaction, political economy vs. cultural studies. Centre for Cultural and Media Studies, University of Natal.

Hardt, H. (1997). “Beyond cultural studies - recovering the 'political' in critical communications studies”. Journal of Communication Inquiry, 21 (2):70-79.

Hartley, J. (1991). “Popular Reality: A (Hair)Brush with Cultural Studies. Continuum:” The Australian Journal of Media & Culture, 4 (2).

Kellner, D. (2008)). Critical Theory Today: Revisiting the Classics. http://www.gseis.ucla.edu/faculty/kellner/essays/criticaltheorytoday.pdf.

Sussman, G. (1999). “Special issue on the Political Economy of Communications.” Journal of Media Economics, 12(2): 85-87.

McChesney, R. (2000). “The political economy of communication and the future of the field.” Media, Culture & Society, 22: 109-116.

Meehan, E. R. (1999). “Commodity, culture, common sense: media research and paradigm dialogue.” The journal of media economics, l2(2), 149-163.

Garnham, N. (1995a). “Political economy and cultural studies: Reconciliation or divorce?” Critical Studies in Mass Communication, 12, 62-71.

Garnham, N. (1995b). “Reply to Grossberg and Carey.” Critical Studies in Mass Communication, l2, 95-100.

Grossberg, L. (1995). “Cultural studies vs. political economy: Is anyone else bored with this debate?” Critical Studies in Mass Communication, 12, 72-81.

Stabile, C. A. (1995). “Resistance, recuperation, and reflexivity: The limits of a paradigm.” Critical Studies in Mass Communication, 12, 403-22.

McLaughlin, Lisa (1999). “Beyond “Separate Spheres”: Feminism and the Cultural Studies/Political Economy Debate.” Journal of Communication Inquiry 23(4): 327-354

Page 289: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

İletişim kuram ve araştırma dergisi Sayı 25 Yaz-Güz 2007, s. 281-295

Bir toplantı üzerine

RTÜK: Türkiye’deki izleyici ve dinleyici ölçümleri

RTÜK 21 Aralık 2007’de İstanbul’da izleyici ölçümleriyle ilgili bir panel

düzenledi. Toplantıya tüm televizyonlar, televizyon temsilcileri ve bazı akademisyenler katıldı. Fakat televizyonlarda bu toplantıyla ilgili olarak, çok kısa bir değinmeyle geçiştiren TRT dışında, haber yapılmadı. Basında sadece bir gazetede, bir haber çıktı.

Toplantıda akademisyenler çoğunlukla “reyting sisteminin zorunlu ve iyi olduğunu, halka istediğinin verildiğini, izleyicilerin televizyon izleme davranışlarının değiştiği için, yakında, reyting ölçme sisteminin buna çözüm getirmesi gerektiğini vurguladılar ve ‘RTÜK’ünde kolaylaştırıcı yollar bulması gerektiğini belirttiler.

Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi İrfan Erdoğan’da bir konuşma yaptı. Bu konuşma ve Erdoğan’ın değerlendirmeleri aşağıda verilmektedir.

Halka istediğini verme ve bilişsel yoksulluk

Pavlov’a “neden senin izleyicin zil sesini duyunca iştahlanıyor” diye sorduğumuzu düşünelim. Pavlov, “deneyimlerle oluşan koşullandırılmış tepkiden” diye yanıt verirdi. Şimdiki Pavlovlar da “zil sesini sevdiği için iştahlanıyorlar; zaten ben, onlar istediği için zil çalıyorum” diyor ve aylığını “bu şekilde hak ederek” cebine indiriyor.

“Medya halka istediğini veriyor” diyen egemen bir akademik ortamda yaşıyoruz. Kitle üretim ve dağıtım pazarının promosyonunu yapanlar, basın ve yayın araçlarından geçerek insanlara kitle endüstrilerinin istediğini verirken, kaçınılmaz olarak günümüzde gördüğümüz seviyesizliğe,

Toplantı değerlendirme

Page 290: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 282

aptallaştırmaya, bilişleri ve bilinçleri en ilkel seviyede tutmaya mecburdurlar; çünkü sahte ve yalanı satabilmenin ve yaygın bir hale getirebilmenin yolu, örgütlü baskılar yanında, budur. Kitle üretim pazarı üretimini ve dağıtımını, kendisi için değil insanların gereksinimlerini gidermek ve isteklerini yerine getirmek için yaptığını, akademisyenlerin ağzıyla da söylemek zorundadır. Endüstriyel yapılar için yapılan bilinç ve davranış yönetimi işinde diğer bir zorunluluk da şudur: Öznel çıkarlara ters düşen gerçeklerin dönüştürülmesi ve düşünsel imajlar inşası yoluyla uyduruların gerçek gibi sunulmasıdır. Bu yalan ve sahtekarlıkta, öznel çıkarları için doğal ve toplumsal değerleri pazarlayanlar ve satanlar modern, çağdaş ve toplumu ilerleten insanlar olurlar; “izleyici araştırması” diye özel çıkarları için bilimi araç olarak kullananlar, akademisyen, araştırmacı ve bilim adamı olurlar. Gerçeği yeniden inşa eden pratiklerle (sahtekarlık, yalan ve kandırma işiyle) aynı zamanda, nesnellik, dürüstlük, doğruluk ve haklılık taslanır. Kendi çıkarlarına göre gerçeği, doğruyu ve haklıyı belirleyen bu “insanımsılıkta,” “televizyon halka istediğini veriyor” diyen “aydın ve akademisyen” geçinenlerin olacağı, hem de belli yerlerde çok olacağı normaldir. Bu tür insanımsılıkta, sizin “halk sizden şunları mı istiyor da veriyorsunuz?” diye sorup, onları kendi gerçekleriyle yüzleştirdiğinizde, akıl yürütme seviyeleri, onlara verilen klişelerle hareket etme düzeyinde dondurulmuş insanların kullandığı savunma ve saldırı söylemleriyle gelirler: Önyargı, değer yargısı, halka istediğini vermeyen elitizm, bölücülük, komünizm, tutuculuk, geleneksellik, geri kalmışlık ve popülist söylem gibi klişelerle tartışmayı sonlandırırlar. Kilşelere başvurma çoğunlukla, karşı savunma yapılamadağında ve diğerinin söylediklerini çürütme becerisi, bilgisi veya olasılığı olmadığında yapılır. Klişeleri cahiller, bilişsel yapısı karmaşık olmayanlar, kışkırtıcılar ve propagandistler kullanır. Bu klişeleri kullananların kendileri? Kendileri nesneldir, gerçekçidir, haklıdır, doğrudur: Kendileri, halka istediğini veren televizyoncularla birliktedir. Belki televizyon haber ve program yapımcılarının önemli bir kısmı “halka istediğini veriyoruz” propagandasını yapmamaktadır veya bu tür cahilce ve yanlış iddiayı sunmayı utanç verici olarak nitelemektedir. Dikkat edilirse, yukarıdaki anlatıda bir ciddi sorun ortaya çıkmaktadır: Öznel çıkarlara göre biçimlendirilen gerçeklerin savunulması ve doğruyu savunanların çeşitli yollarla kötülenmesi.

Televizyonlardaki kalitesiz programcılık ve dolayısıyla kalitesiz ürüne neden olarak bazıları reyting yarışını, yani rekabeti vermektedir. Bazıları da “halkın istediğinin bu olduğunu” söylemektedir. Diğer bazılarına göre ise,

Page 291: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 283

izleyicilerin kalitesizliği programlardaki kalitesizliği getirmektedir. Bu kalitesizlik reyting kaygısı ile daha da artmaktadır. Yukarıdaki gerekçeler, örgütlü çıkar yapıları tarafından belirlenen programlarda “tür seçme” ve “içerik doldurmayı” haklı çıkartan geçersiz gerekçelerdir. Eğer medya profesyonelliğinin ürün üretim pratikleri kaliteyi üretme olsaydı, yani medya profesyonellerinin tercihleri toplumsal bakımdan anlamlı içerikler üretme yönünde olsaydı, o zaman reyting yarışı daha kaliteli üretim yarışına dönerdi. Fakat medya dünyasındaki üretim, siyasal ve ekonomik pazar için işlevsel olan içerikleri üretme tercihi yönünde olduğu için, reyting yarışı da doğal olarak, siyasal ve endüstriyel yapılar için işlevsel olan “çok faydalı çöplük üretimi” yarışı biçiminde olmaktadır. Bu işlevsel çöplük üretimine karşı eleştiriler sunulduğunda ve insanlar şikayet ettiğinde de, belki utanmazlığın belki de cehaletin en yüksek seviyesine çıkılarak, “halka istediği veriliyor” denerek, televizyonun hemen herkes tarafından çeşitli nedenlerle eleştirilen durumundan dolayı izleyici sorumlu tutulmakta, suçlanmakta, hor görülmekte ve aşağılanmaktadır.1 Televizyonlarda sunulanların büyük çoğunluğuna bakıldığında (dikkat edin hepsine demiyorum), aklı başında olan, kafası çalışan, vicdanı olan, insana ve insanlığa değer veren, iyilik ve güzellik isteyen, sevgi ve dayanışma arayan, huzur içinde dinlenmek ve eğlenmek isteyen, düşmanlık ve baskılara karşı olan hiçbir insanın böyle programlar ve haberler yapmayacağını görür.

Sorumlu (ve suçlu) kim? Talep edenler. Cahil halk. Eğitimsizler. Arz edenler, “televizyonlarda her gün rastladığımız içeriklerin tersi olan

arzlarda” bulunsalar ne olur? Talep edenler (izleyiciler) televizyoncuların boğazına sarılıp “biz moda, soda, çikolata, et teşhiri ve paparazzilerle yaşamın tadını çıkartmak istiyoruz; değerimizi biz ancak böyle buluruz; bizi bunlardan nasıl mahrum edersiniz” mi derler? Hayır. O zaman, bu tür televizyon içeriklerini asıl talep edenler kimler? Asıl talep nereden geliyor? Bu sorunun yanıtını bilmemek için bilişsel olarak dumura uğratılmış olmak gerekir. Veya dürüst olmamak gerekir.

1 Bunun anlamı, izleyicinin rasyonel, mantıklı, istediğini çok iyi bilen, tercihlerini kendisi için doğru nedensellik bağları kurarak ve sonuçlar çıkararak yapan birey olduğu değildir. Olabilirler de, olmayabilirler de. Burada amaç, izleyiciyi savunmak değil, “halka istediği veriliyor” diyenlerin yanlış olduğunu (somut koşuldaki duruma göre, dürüst olmadığını veya vicdanını parayla kirlettiğini veya ne dediğini bilmeyecek kadar cahil olduğunu veya diğer bir çok bireysel durumu) açıklamaktır.

Page 292: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 284

Anadolu insanı ne istiyor?

Televizyonla Anadolu halkına verilenler belli öznel çıkarların istediğidir. Halkın istediği bu öznel çıkarların halktan geçerek yansımasıdır. Bunu televizyonlarda gördüklerimizden hareket ederek oluşturduğumuz şu sorularla açıklayalım:

Anadolu insanı, “biz televizyonlarda erkek mi yoksa kadın mı olduğu belli olmayan sunucuların ve eğlendiricilerin olmasını istiyoruz” dediği için mi, televizyonlarda acayip erkeğimsiler (ve kadınımsılar) çocuklarımıza örnek insan tipi oluyorlar?

Anadolu insanı, yarı Türkçe ve yarı İngilizce bilgisiyle, “biz Huysuz Virgin” isteriz!” diye tepinip durduğu için mi Huysuz Virgin ve benzerleri var televizyonda?

Anadolu insanı “biz dondurma yemek istemiyoruz, bizim ciddi cinsel sorunlarımız var, biz dondurma ve çikolata gibi yiyeceklerle ve hatta içeceklerle bu nedenle ilgileniyoruz” dedikleri için mi reklamlarda, örneğin dondurma ve çikolata yenmiyor, yeniyor.

Anadolu insanı “bırakın şu saçmalığı, Meclis açıldı da ne demek; Meclis start aldı deyin” dediği için mi haberlerde “start aldı” denerek halka istediği veriliyor?

Anadolu insanı “biz Türkçe isimli televizyon adı da istemiyoruz, biz Show, Star, NTV gibi isimler istiyoruz” dediği için mi bu televizyonların adı bile Türkçe değil?

Anadolu insanı hangi modacının, şarkıcının, sporcunun ve zenginin nerede kiminle “ne halt ettiğini bilmek” için yanıp tutuştuğu için mi, bu tür kişilerin nerede kimle ne halt ettikleri televizyonlarda durmadan yayınlanıyor?

Anadolu halkı, biz İngiliz, Alman ve İtalyan liginde maçları ve puan durumunu bilmek istiyoruz, onları bilmezsek biz cahil kalırız, dediği için mi, haberlerde ve programlarda bu ülkenin zamanı bu tür haberlere ayrılıyor?

Page 293: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 285

Anadolu insanı hadi istediği için mi TGRT FOX oldu?

Anadolu insanı hayatın tadını insanlarla dayanışma, uyum, sevgi, anlayış, iyi ve duyarlı günlük ilişkiler içinde yaşayarak çıkarmak istemediği, onun yerine “hayatın tadııı, Colla Colla” diyerek, hayatın tadını ve anlamını midesinden geçerek çıkaran basit hayvanlar olduğu için mi, reklamlarda insanlar hep yeme, içme, giyinme, gösteriş ve vekaleten-seksten geçerek hayatın tadını çıkarıyorlar?

Anadolu insanı “biz biraz da İspanyolca öğrenelim” dediği veya “bizim İspanyol Harlem’indeki sefillerden farkımız yok” diye ağladığı için mi “Kola Turka” diye bir diğer gazlı ve şekerli su hayatımıza renk ve tat katmaya geldi?

Anadolu insanı insanlığını yitirmiş hunhar ve cani olduğu, mutsuz, yoksul, kötü ve perişan olduğu için mi, Avrupa Birliği’ne girilirse Türkiye’ye demokrasi, insan hakları, refah ve mutluluk geleceği pompalanıyor bize?

Biz tavuk pişirmeyi bilmiyorduk ve Amerikalılardan dış yardım istedik, onlar da bizi sıkıntıdan ve dar boğazdan kurtarmak için mi KFC’yi gönderdi? Televizyonlar da “bizi dar boğazdan kurtarana” şükran etmek için mi KFC ve benzerlerinin reklamını yapıyor?

Anadolu halkı “biz her Kurban Bayramı’nda hangi kurbanlık dananın kent sokaklarında dehşet saçtığını görmek istiyoruz” dediği için mi televizyonlarda her yıl “kaçan dana, kaçan inek, kaçan öküz” haberleri verilir?

Bizim değerli olan ve övünülecek hiçbir yiyeceğimiz, içeceğimiz, giyeceğimiz, sanatımız ve insanımız olmadığı için mi, değerimizi, statümüzü ve insanlığımızı Batının endüstriyel yapılarının çoğu kötü maddi ve düşünsel ürünlerini transfer etmekten, kullanmaktan ve tüketmekten geçerek alıyoruz? İyiler yok mu alınacak? Alınan bazı “iyiler” neden “kuşa çevriliyor”?

Bizim ülkemizde düşünen, yaratıcı olan, sanatı anlayan ve sanat yapabilecek kapasitede ve yetenekte insan olmadığı için mi, örneğin TRT logosu yabancılara yaptırılıyor?

Page 294: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 286

Halka hizmet veren “özgürlüğün ve serbest girişimin, serbest rekabetin,

halka hizmetin temsilcisi olan demokrasi şampiyonu televizyonlar”, Anadolu insanının yukarıdaki örneklerde verilen isteklerine göre programlar yaparak (düşünsel ve ilişkisel çöplük ve pislikleri sunarak) Türkiye’yi çağdaş enformasyon toplumu ve bilgi toplumu mu yapmaktadır?

Aptallığı, aptalca tüketimi, aptalca ilgileri yücelten ve sürdüren “program” ve “haber” adı verilen bu çöplükler Anadolu insanının bilişine, dikkatine, ilgisine Anadolu insanı istediği için mi sunuluyor?

Tv ve reklam endüstrilerinin, izleyicileri pazarda yaşayan kandırılacak ve yönlendirilecek tüketiciler olarak görme yerine, toplumda yaşayan yurttaş, vatandaş ve insan olarak görme olasılığı var mı? Yanlışın doğru yapıldığı yerde, örneğin reklam ve medya dünyasında, bu çok riskli bir seçenektir.

NBC News eski başkanı, Reuven Frank’ın dediğine kulak verelim: Haber, halkın ilgi duyduğu mu yoksa halkın yararına, çıkarına olan mıdır? “Halka istediğini verme” işi, uyuşturucu madde satıcısının iddiasıdır. Haber, halkın duyuncaya kadar ilgilenip ilgilenmediğini bilmediği bir şeydir.2

Bu son cümlenin anlamını ve halka istediğini vermeyi Revlon'ın başkanı Mitch Epstein oldukça açık bir şekilde şöyle belirtmektedir: Biz liderleriz, kadının ne isteyeceğine biz karar veririz. Bazen kadınlara sorarız, fakat onlar bize parlak eye shadow istediklerini söyleyemezler, çünkü böyle bir şeyi görmemiş ve duymamışlardır. Dolayısıyla, biz yarattık, onlara bildirdik, eye shadow için arzuyu, isteği, talebi yarattık." 3

Birileri seni bilmek istiyor: İzleyici araştırmaları

“İzleyici araştırmaları” diye endüstriyel çıkarlar için pazar araştırması yaptığının farkında olmayanlar (bazıları farkında, çünkü bu bazıları iyi para kazanıyor bu işten) durmadan izleyicilerin neyi, ne kadar, nasıl izlediğini ölçmektedir. Kimse çıkıp şunları söylemiyor:

Kitle iletişimiyle ilgili sorunların kaynağı izleyiciler değildir. Siz ne biçim akademisyensiniz? Yaptığınızın ne anlama geldiğini bilmiyor musunuz? Kitle iletişimiyle ilgili sorunlar

2 Kaynak: Neil Hickey (1998). “Money Lust”, Columbia Journalism Review, http://backissues.cjrarchives.org/year/98/4/moneylust.asp 3 Kaynak: Erdoğan, İ. Alemdar, K. ve (Open Reality, p. 84)

Page 295: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 287

kimin neyi ne zaman ve ne kadar izlediği değildir. Kitle iletişimiyle ilgili sorunlar ürün içeriğinin biçimlendirilmesi ve biçimlendirmede aranan ve oluşan sonuçlardır; kitle iletişiminin iş yapış ve üretim biçimidir; kitle iletişiminin ücret ve üretim politikalarıdır.

Sosyal sorumluluk, özdenetim ve sinsi biliş yönetimi

Kimse “özdenetim denen şey aslında olabilecek en sinsi ve en seviyesiz sansürdür” demiyor. “Hiç değilse ‘otosansür tek ve en iyi çözümdür’ diye öğrencilerin bilişlerini kirletmeyin” demiyor. Gazetelerde ve televizyonlarda üretilen her ürün (her haber ve her program), karmaşık bir otodenetimin sonucudur. Bu özdenetimin dayandığı ve beslendiği temel ise şirket çıkarıdır. Özellikle 1980’lerden beri artan bir şekilde gazeteciler ve televizyon programcıları üzerinde kurulan şirket baskısı ve terörü sonucunda “şirket sahipliğinin çıkarıyla kendi öznel çıkarını birleştirmek zorunda kalan veya bunu pragmatik olarak gören bir medya profesyonelliği gelişti. Dolayısıyla, televizyon ve gazetelerin içeriğini üretenlerin kaygısı sosyal sorumluluk değildir ve olamaz; toplum faydasına yönelik bir sorumluluk ancak öznel çıkarlara ve bu çıkarların örtüştüğü genel politikalara uygunsa olabilir. Bu pratikte, temel sorumluluk şirket çıkarı üzerine inşa edilir. Merkezde şirket vardır ve her şey şirketin etrafında konumlandırılır ve şirket çıkarına göre anlamlandırılır. Gazeteci veya programcı bunu yapmazsa işinden olur. Özlüce, “özdenetim” denen şirket sansürü daima vardı zaten. Özdenetim denen sansür (ve üretim yapanları şirket çıkarını her şeyin merkezine alan bir profesyonelliğe zorlayan terör) nedir? Özdenetim bitmiş-ürünü ortaya çıkaran iş yapış biçiminin bütünleşik bir parçasıdır. Her ürün (her haber ve her program) özdenetimin sonucudur. Yani, elimize alıp okuduğumuz bir gazetenin veya seyrettiğimiz bir televizyon programının “ne ve nasıl olduğu” nasıl bir özdenetimin egemen olduğunu anlatır. Dolayısıyla, gazetelerin ve televizyonların günümüzdeki egemen karakterinin nedeni, özdenetimin karakterinden dolayıdır. Yani, sorun, kurtarıcı olarak yüceltilen otodenetimdir. Özdenetim kurtarıcı değildir. Hunhar bir sansürdür. Çözüm ise, sorumluluğu şirkete karşı değil, insana ve insanlığa karşı olan bağımsız ve özgür gazetecilerin ve programcıların oluşmasını sağlayan bir otodenetim koşulunun oluşturulmasıdır. Ne yazık ki, dünya “meli ve malı” ile gelen “önerilerle, umutlarla, beklentilerle” yönetilmemektedir. Aksine, güç ve güç uygulamalarıyla yönetilmektedir. Bu yönetim için yoğun “düşünsel açıklayıcı

Page 296: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 288

ağlar” kurulur ve çalıştırılır. Örneğin, öznel çıkarlarına uygun olarak her an ve her gün her tür üretim ve dağıtımda endüstrilerin uyguladıkları yoğun engelleyici sansürler “serbest rekabet” diye yüceltilir ve korunur. Medya çalışanları üzerinde günlük pratikle ve yaratılmış iş koşullarıyla kurulan baskılarla oluşturulan sansür “otosansür” olarak isimlendirilir. Serbest kölenin efendisinin çıkarlarına uygun olarak davranması ve ürün biçimlendirmesi anlamına gelen bu ototsansür dehşet verici insanlık dramı olarak nitelenme yerine, post-modern demokrasinin arzulanan değerli bir özelliği olarak sunulur. Düşünsel ve materyal yoksun ve yoksul bırakma (sansür) üzerine kurulu endüstriler, kendi tehlikeli ürünlerine karşı toplumun şimdisini ve geleceğini koruyan haklı ve doğru politikaları daima özgürlüklerine karşı sansür olarak nitelemişlerdir ve nitelemeye devam edeceklerdir.

Cehaletin-bilgiçlik taslaması: İzleyicileri eğitelim

Toplantıda, “medyanın halka istediğini verdiğini” söyleyenler ve “izleyici araştırmaları” yapanlar, kitle iletişimiyle ilgili soruna çözüm olarak “halkı eğitmekten başka” bir çözüm olmadığını ileri sürdüler. “Bilinçli izleyiciler bilinçli tercihler yapacaklar”.

Bu çözüm, kurnazca işlenmiş bilgiçlik taslamaktan başka bir şey değildir. Bu çözümle gelenler izleyicilere (ve kendilerine, çünkü onlar da izliyor ve gazete okuyorlar) şöyle diyor: Sen, kendinin ve çocuğunun neyi seyredip neyi seyretmeyeceğine, neyi okuyup neyi okumayacağına doğru karar veremeyecek kadar eblehsen, yazık sana. Medyayı suçlamayı bırak. Bilinçli izleyici ve okuyucu ol. Biz senin “izle veya bizim gazeteyi oku” diye boğazını sıkmıyoruz. Sevmiyorsan, izlemezsin, okumazsın.

Ben de diyorum ki: Yoruldum, vakit geçireyim diye televizyon seyretmek istiyorum. Ben bilinçli bir izleyiciyim (bilinçsiz olan var mı?). Bir kanalı açıyorum, çöplük. Diğerini açıyorum, çöplük. Hepsi çöplükle dolu. Ben bu çöplük yığınlarından birine takılıyor ve izliyorum. Ben bilinçli ve bilgili izleyici olsam veya olmasam ne fark eder, eğer televizyonlardaki ve gazetelerdeki hemen her şey (birkaç istisna dışında) çöplük ve pislikle doluysa? 4

4 Bu “çöplük” olarak nitelediklerimin hepsi de, aslında, geniş kitleleri yönetmede çok işlevsel olan “bilinç ve davranış yönetimi” araçlarıdır. Bu “çöplük” dediklerim, aslında yöneten güçler için çok değerlidir. Enformasyon, bilgi, haber, eğlence, eğitim,

Page 297: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 289

Dolayısıyla, sorun eğitimsiz izleyicide ve eğitimsiz okuyucuda mı yoksa öznel amaçlarla çöplük üreten çok eğitimlilerde mi? Kimin eğitilmesi gerekir: İzleyicinin mi yoksa bu çöplüğü üretenlerin mi? Neyin değiştirilmesi gerekir: izleyicinin izleme alışkanlıklarının ve tercihlerinin mi yoksa üretenlerin üretim tercihlerinin ve üretim alışkanlıklarının mı? Birilerinin öznel çıkarlarını gerçekleştirmede oldukça işlevsel olan bilişsel ve davranışsal çöplük işleyen tür ve içerik üretiminin durdurulması asıl çözümdür. Böyle tür egemenlikte bir dergi editörünün önünde ne tür seçenekler olabilir ki?

Akılsızlar için: Akıllı İşaretler 5

“Medyanın halka istediğini verdiği” uydurusuyla gelenlerin, “izleyici araştırmaları” diye pazar araştırması yapanların, kitle iletişimiyle ilgili soruna çözüm olarak “halkı eğitmekten başka yol olmadığını” söyleyenlerin yazılarında ve konuşmalarında promosyonunu yaptığı bir diğer çözüm de televizyondaki “akıllı işaretlerdir.” Akıllı işaretlere “içerik reytingi” sistemi denir. İçerik reytingiyle, kurnazca televizyon içeriğiyle gelen modernlik ve çağdaşlık taslayan çöplük ve pislikleri sadece şiddet, açık-seçiklik ve uygun olmayan dil kullanımına indirgenir. Kitle iletişim araçları kendi başlarına hareket eden, bağımsızlığına sahip "özneler" olarak sunulur. Böyle kullanılınca, kitle iletişim araçlarının görev nitelikleri bu araçların kendileriyle sınırlanır ve "kahraman" ya da "kötü adam" bu araçlar olur. Bu, aynı zamanda, egemen güçlerin ve sözcülerinin, ahlakçı maskesi ardında gizlenerek, radyo, televizyon ve basının “aşağılık, terbiyesiz, bayağı, saldırgan ve müstehcen” içeriği, ve “zararlı, kötü ve rahatsız edici” etkisi hakkında eleştiri yapma hakkını da getirir: Bu ikiyüzlü eleştiri sonunda izleyiciyi (okuyucuyu) bu tür içeriği istediği ve izlediği için suçlu bulur. Asıl “yapan” aklanır.

moda gibi isimlerle sunulan bu işlevsel çöplükle, kitleler siyasal ve ekonomik çıkarlara uygun olarak hazırlanır, beslenir, yönetilir ve yönlendirilir. 5 İşaret akıllı olmaz. İşaret akıl taşımaz. “Akıllı işaret” diyenlerin demekden dedikleri şu: hey, izleyiciler, bakın, siz o kadar akılsızsınız ki, neyi seyredeceğinizi ve neyi sweyretmeyeceğinizi bile bilmiyorsunuz. Biz, siz akılsızlar için “akıllı işaretler verdik. Onlar bile sizden akıllı, size önceden akıl verecek; siz de akılsız olduğunuz için, dinlemeyeceksiniz. Akıllı işaretleri siz akılsızlara, hem sizi suçlamak hem de o programın promosyonunu yapmak için hazırladık.

Page 298: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 290

Aslında sorun türlerin içeriğinin ne amaçlara hizmet etmek için nasıl doldurulduğudur (örneğin sabah kadın programları) ve bu türlerin içeriğinin (örneğin haberlerin dedikoduyla ve düşmanlıkla doldurulması, yoğun bir şekilde aptalca tüketim ve bu tüketimi destekleyen anlayışın ve değerlerin pompalanması, insanca dayanışmayı ve anlayışı ortadan kaldıran değerlerin işlenmesi gibi). İçerik reytingi, medya ve reklam endüstrilerinin kendi çıkarını Türkiye’de “akıllı işaretler” ile koruma ve geliştirme biçimidir. Böylece, sözde, içerik hakkında bilgi vererek, aileler kontrollü tv izleyecekler. Bunun olmayacağını bunu yapanlar çok iyi bilirler. Tam aksine, içerik reytinginin bir promosyon işlevi gördüğünü de çok iyi bilirler. Akıllı işaretlerin insanları engellemeyeceğini, tam aksine akıllı bir şekilde yönlendireceğini de bilirler. Akıllı işaret denen "biliş igfal oyunu" Anadolu insanına hakarettir; kurnazca konmuş promosyon aletidir; izleyiciyi aşağılama ve suçlamadır:

Eğer akıllı işaretler denen içerik reyting sistemi gerekiyorsa, televizyon ve reklam endüstrileri, bu reyting sistemini kendi üretiminde uygulayarak, çöplük ve pisliği üretmeyi durdurmalıdır. Eğer sigara öldürüyorsa, çözüm sigaranın üzerine "sigara öldürür" yazmak değil, sigarayı üretmemektir. Tv ekranının üzerine akıllı işaretler denen kurnazlığı koymakla, serbest pazar edepsizce reklam yapmakta ve kendini sorumluluktan arındırmaktadır, kendini aklamaktadır. Çözüm: Çöplüğü üretmeyin.

Bilmek ve bilmemek

Toplantıda “çözüm ne?” denildi ve yanıt olarak da “izleyicilerin eğitimi” verildi. Benım yanıtım, “çözüm üretilen çöplükleri üretmeyin” oldu. “Bu çözümü biliyorlar mı? Medyada bu üretimi yapanlar çok yaratıcı insanlar. Çözümü çok iyi biliyorlar, ama yapmıyorlar, yapmazlar, yapamazlar.”

Bilmemek, aptallaştırılmış olmak, yanlış olmak, yanlış bilmek veya yanlış yapmak asla suç değildir. İnsanın insan olma özelliği yaptıkları, bildikleri, düşündükleri üzerinde düşüncesini yansıtabilmesidir. İşte bu yansıtabilme nedeniyle ki insan tarihi, toplumu, savaşı ve barışı, iyiliği ve kötülüğü, özlüce insanlık durumunu yaratır, sürdürür ve değiştirir. Aşağıdaki örnekteki kadın “gerizekalılaştırma” ve “tehlikeli bilgiç cahiller yaratma sürecinin” ne olduğunu ve düşünen insanın bundan kurtuluşuna bir örnektir:

Şili’de fakirlik, pislik, çamur, işsizlik, sefalet, hastalık ve çaresizlik içindeki gecekondu semtlerinden biri. Sel gelmiş ve selden sonra üniversite

Page 299: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 291

öğrencileri ve öğretmenler bu felakete uğramış zavallılara yardım ediyor. Bu arada bu insanlarla konuşuyorlar. Ariel Dorfman kadın-aşk-romanlarının, tv dizilerinin, gençlerin okuduğu dergilerin, aşk şarkılarının, foto-romanların, kovboy filmlerinin onların sağlığı ve geleceği için zararlı olduğu hakkında konuşurken, gecekondu kadınlarından biri şefkatli bir şekilde: "Bunu bize yapma, arkadaşım; Benim düşlerimi benden alma" diye serzenişte bulunuyor. Ne Ariel Dorfman kadını ne de kadın Ariel Dorfman'ı ikna edebiliyor. Kadın düşler istiyordu, çünkü düşlere ihtiyacı vardı. Dorfman ise kendinin bile tümüyle atamadığı bu düşleri teşhir etmek istiyordu. Şili'de ve Şili gibi ülkelerde, Dorfman’ın belirttiği gibi "biz silahlarımızı, makinelerimizi, banka tekniklerimizi, çevre-yollarımızı, teknolojimizi ithal ettik. Aynı zamanda, popüler kültürümüzün çoğunu da ithal ettik. Fakat bunlar önümdeki bu kadın için çok az önemliydi. Kadın hayatta kalmak için bu illüzyonlara gerek duyuyordu... Birkaç ay sonra...Salvador Allende Şili’nin başkanı seçildi... Birkaç yıl sonra, aynı semte gittim...Şans eseri, o kadınla karşılaştım tekrar. Ben onu hatırlamadım. Fakat o beni tanıdı. Bana geldi ve haklı olduğumu, artık çöplük okumadığını söyledi: "Şimdi, arkadaş, gerçeği düşlüyoruz.”6 İnsan olmak kendisi kadar diğer insanların da (ötekilerin de) insan olduğunu vicdanında hissetmektir (bilmek yetmez). İnsan olmak gerçeği düşletmek ve gerçeği düşlemeye başlamaktır. Ama en yüksek seviyedeki alçalmışlığın egemen olduğu 21 yüzyılda, bunları söylediğinizde, bu yüksek seviyedeki alçalmışlığın “popülist söylem yapma” diyen baskısıyla karşılaşırsın. Popülist söylemlerle insanları uzun yıllardır kandıran sahtekarlar böylece, doğruyu söylemeyi, düşünmeyi ve söyleyeni sustururlar.

İzleyici araştırması yapanlar “nesnel” ve eleştirenler ise “önyargılı”

Sosyal bilimlerde nesnellik genellikle çoğunluk tarafından benimsenen egemen bir yönelimin tanımladığı öznelliktir (inter-subjectivity). Bu egemen yönelim, aynı zamanda, bilim ve bilimi yönlendiren ve kullanan azınlıkta olan güçlü çevrelerin çıkarının da bir ifadesidir. Bu nesnelleştirilmiş öznellik, mekaniksel ve standartlaşmış kuralların ve öznel çıkarların karşılıklı olarak birbirini desteklemesiyle sürdürülür. Gouldner’ın duyarlı bir şekilde belirttiği

6 Aktaran Erdoğan, İ. ve Alemdar, K. (2005) Kültür ve İletişim. Erk: 2005.

Page 300: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

Toplantı değerlendirme 292

gibi7 “nesnellik insanların sevme kapasitesi kötürümleştiği zaman kendilerine sundukları tesellidir. Nesnellik yansızlık değil, kendinden ve toplumdan yabancılaşmadır. Nesnellik kişinin sevmediği fakat karşı gelmediği bir dünya ile anlaşması, barış yapmasıdır. Nesnellik kişi statükodan koptuğu, fakat statükonun eleştiricileriyle özdeştirilmekten çekindiği zaman ve anlamlı alternatifler kadar toplumsal gerçeklerden ayrıldığı zaman yükselir. Nesnellik “iç dünyaya kaçıp sığınmanın zayıflığını”, “ilgisizliğin prensipleştirilmiş üstünlüğüne" dönüştürür.8 Nesnellik yabancılaşmış ve siyasal bakımdan yersiz yurtsuz olanların ideolojisidir. Fakat bu nesnel kişiler orta sınıftır ve

7 Gouldner, A.W. (1970: 103), The coming crisis of Western sociology. NY: Basic. 8 Bu nedenle ki, örneğin, bilimsel dilde, hırsıza ve sahtekara, hırsız ve sahtekar diyemezsin, çünkü bu kavramları bilimde kullanamazsın; bu kavramlar “bilimsel dil değil” denerek kullanılmaz, kullanan da yerilir. “Değer yargısızlık” diye getirilen bir bilimsel yapının bir kısmına “aşağılık, sahtekar, geri-zekalı” diyemezsin, dersen bilimsel olmazsın. Bilimin “nesnel dilini” kullanmalısın. Bilim bu tür değer yargılı kavramları kullanmaz, çünkü kullanırsa, bilim yapanların bir kısmının “ne mal olduğu” da ortaya çıkabilir. Bilimin en önde gelen amacı belirsizlikleri ortadan kaldırmaktır. Belirsizliği ortadan kaldırmak, aynı zamanda, dil denen “ortak şifreler sistemini” kullanmaktır. Bilimin dili ile toplumun dili ayrı, farklı iki şey değildir. Bilimin kullandığı kavramlar ve sunduğu anlatılar, belirsizliği ortadan kaldırma yerine, daha çok belirsizlik yaratırsa, bilim amacına ulaşmaz. Elbette bilimin kullandığı kodların bazılarını, bu kodlar “sınırlı kodlar” olduğu için herkesin anlayacağı beklenmez. Bu normaldir. Fakat bunun anlamı, sosyal bilimin dili ile halkın dilinin veya gündelik dilin ayrı iki dil olduğu, dolayısıyla, bilim adamının gündelik dili kullanamayacağı, kullanmaması gerektiği anlamına değildir. Örneğin, geri-zekalılık bir biyolojik “durumu anlatır ve buna kibar olarak “zihinsel özürlü” olma denir. Her iki kod da kullanılabilir. Geri-zekalılık, aynı zamanda, işlenmiş bilişlerle ve bu bilişlere insanın aktif olarak katılmasıyla yaratılan bir “bilişsel durumu” anlatır. Dolayısıyla, moda, soda, içecek, reklam ve medya endüstrileriyle ve “özel dersane eğitimiyle” bilişleri ergenlık çağında dondurulmuşlardan bazılarının “izleyici araştırmaları yapmayı, izleyicinin ne istediğini bilme” sanmaları normaldir. Bu “normal” duruma “gerizekalılık” ve bu “normal” durumu “izleyiciye istediğini veriyoruz, bir programın kalmasını ve gitmesini, reyting yoluyla sağlayan izleyicilerdir” diyerek bilgiçlik taslayana da “geri zekalı” demek, hakaret değildir, bir “bilişsel durumu” herkesin anlayacağı bir ortak şifreyle açıklamak demektir. Ama, kendinin olmayan duyarlılıklarla doldurulmuş ve bu duyarlılıkları kendinin duyarlılıkları sananlar, “geri-zkealı” kavramını duyduklarında, bu duyarlılıkları harekete geçer ve “geri-zekalıllık” kavramını “hakaret” olarak nitelerler. Bir gerçeği ortadan kaldırmanın bir yolu da, onu “önyargı” veya “bilimsel dil” değil” diye niteleyerek, yanlış saymaktır. Yanlışın doğrunun yerini aldığı yerde, doğrunun yanlış olarak nitelenmesi kaçınılmazdır. (Elbette, “gerizekalı” kavramı “hakaret amaçlı” olarak da kullanılabilr. “Akıllı” kavramının da hakaret olarak kullanılabildiği gibi).

Page 301: Sayı 25 Yaz-Güz 2007 · 2013-04-06 · yaparken Karl Marx’ın anlayışı temel alındı. Okumak ve anlamaya çalışmak zevk olmaktan çıktığında ve okuma “parasal fayda

RTÜK: izleryici değerlendirme 293

toplumsal statükonun sınırları içinde iş görürler.” Gouldner’ın tanımladığı bu “nesnellik taslayan insan” günümüzde post-modernleşmiş ve küreselleşmiştir: Artık neo-liberal egemenlik altında materyal çıkar peşinde koşan ve küresel pazarla bütünleşmiştir. Kaygısı, yabancılaşma veya sistemle barışık olmama değil, tam aksine sistemle bütünleşme yarışında maksimum öznel çıkar sağlamadır. Bu gruba, muhtemelen, İstanbul akademisyenlerinin önemli bir kısmı, ve Ankara, Eskişehir ve İzmir’deki akademisyenlerin de “becerikli bir azınlığı” ve bazı “umutla” çabalayanları dahildir. Taşra diye küçümsenen üniversitelerdeki durumun nasıl olduğunun ise, ciddi ve dürüst bir şekilde araştırılması gerekir.

Düşündüklerimizi neden öyle düşündüğümüzü ve yaptıklarımızı neden öyle yaptığımızı hiç düşündük mü ciddi bir şekilde? Düşünelim biraz, çünkü bulduklarımız bizi şaşırtacaktır büyük olasılıkla.