sebk-İ hİndÎ tesİrİnde İkİ Şaİr: Şeyh gÂlİb ve sÂfÎ Özlem...
TRANSCRIPT
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/9 Summer 2013, p. 1413-1440, ANKARA-TURKEY
SEBK-İ HİNDÎ TESİRİNDE İKİ ŞAİR: ŞEYH GÂLİB VE SÂFÎ*
Özlem ERCAN**
ÖZET
Divan Şiiri tarihi içinde Sebk-i Hindî üslûbuna dâhil olan yedi şair dışında bu akımın türlü özelliklerinden etkilenen şairler olmuştur. Bazı
şairleri Sebk-i Hindî’nin temsilcisi ilan etmek için bu akımın birkaç özelliğini göstermesi tabii ki yeterli değildir. Ancak XVIII. yüzyıl sonunda
yaşamış olan Sâfî’nin şiirleri ele alındığında fazlası ile bu akımın etkisinde kaldığı görülmektedir.
Sâfî, XVIII. yüzyılın son yarısında ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında yaşamıştır. Hakkında kaynaklarda bilgi bulunmayan Sâfî’nin Divan’ı
incelendiğinde üç önemli niteliği ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilk ikisi
Bektâşîlik ve İşrâkîlik’e mensup oluşu; üçüncü niteliği ise Sebk-i Hindî tesirinde bir şair görüntüsü vermesidir. Daha önce şairin hayatı
yanında İşrâkî ve Bektâşî oluşuna dair yayımlanan makaleye ek olarak bu makalede, onun Sebk-i Hindî’ye yaklaşan şiir görüşleri ve bu akımın
özelliklerinin Sâfî’nin şiirinde olup olmadığı tespit edilmeye
çalışılacaktır. Ayrıca her maddede Şeyh Gâlib’in fikir ve Sebk-i Hindî özellikleri de beyitlerle örneklendirilecek, böylece her iki şair arasında
bir karşılaştırma yapılmaya çalışılacaktır. Makalede amaç Şeyh Gâlib’in şiir anlayışını ortaya koymak değildir. Zaten bu konuda yapılmış
çalışmalar mevcuttur.
Makale Sebk-i Hindî’nin Bazı Özellikleri Hakkında Şeyh Gâlib ve Sâfî’nin Görüşleri ile Şeyh Gâlib ve Sâfî’de Sebk-i Hindî Tesiri ile Görülen Dil, Anlam ve İçerik Özellikleri olmak üzere iki ana bölümden
oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sâfî, Şeyh Gâlib, Sebk-i Hindî, Divan, XVIII. yüzyıl.
THE ATTITUDE OF THE TWO POETS SEBK-I HIND: SHEIKH GALIB AND SAFI
ABSTRACT
Sebk-i Hindi in the history of the Divan poetry, including the style
of the outside of the seven poets of this movement has been affected by the kinds of features. Representative of some of the poets to declare
Sebk-i Hindi in his poets of course, is not enough to show a few
* Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir. ** Yrd. Doç. Dr. Uludağ Üniv. Fen-Edb. Fak. TDE Bölümü, El-mek: [email protected]
1414 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
characteristics of this movement. However XVIII. more Safi’s, who lived at the end of the century, this movement was influenced poems are
taken.
Safi, XVIII. the last half of the XIX century experienced in the early years of the century. Safi’s sources, no information was available
about the nature of the three major emerging Divan examined. The first two of them being members of the Bektashi and Ishraki the third Sebk-i
Hindi under the influence of the nature of the image is that of a poet. Illuminationist next to the poet's life and the Bektashi on whether
earlier on in this article published in the article in addition to his
upcoming Sebk-i Hindi in his poets poetry Safi’s opinions and characteristics of this movement will be examined whether it is poetry.
In addition, each article features Sheikh Galib ideas and Sebk-i Hindi couplets of example, we made a comparison between the two poets
studied. Sheikh Galip purpose of this article is to demonstrate the
understanding of poetry. There are studies that have already been made in this regard.
Article Safi’s feedback Sebk-i Hindi in his poets, and the winner of the Sheikh Galib about some features of the winner and the Safi’s Sebk-
i Hindi showing the influence of language which meaning and content properties consist of two main parts.
Key Words: Safi, Sheikh Galib, Sebk-i Hindi, Divan, XVIII. century.
GİRİŞ
Şeyh Gâlib ve Sâfî‟nin Sebk-i Hindî‟den etkilenen iki şair olarak bahsine geçmeden önce
çok kısa biçimde Sâfî‟den söz açmak uygun olacaktır: Sâfî, XVIII. yüzyılın son yarısında ve XIX. yüzyılın ilk yıllarında yaşamıştır. Tezkirelerde yer alan Sâfî mahlaslı şairler incelendiğinde
içlerinden yalnızca Sâfî Murtazâ Efendi ile yüzyıl bakımından bir uyum söz konusu olsa da bu iki şairin aynı kişiler olmadığı görülmüştür. Bunun birkaç sebebi bulunmaktadır: Birincisi söz konusu Sâfî‟nin şiirlerinden yola çıkarak hem Bektâşî hem de İşrâkî olduğu anlaşılmıştır ki Sâfî Murtaza Efendi‟nin Bektâşî ve İşrâkî olduğuna dair herhangi bir ipucu bulunmamaktadır. İkincisi Sâfî Murtaza Efendi Sultan III. Mustafa döneminde (H. 1170-1187/M. 1757-1774) vefat ettiği için bu iki şairin aynı kişiler olmadığı görülmüştür.
Herhangi bir kaynakta hakkında bilgi olmadığından Sâfî‟nin hayatına dair en sağlam
bilgiler için yine şiirine müracaat etmek gerekmektedir. Bu bilgilere göre Sâfî, Rumeli, İstanbul ve Uşak gibi coğrafyalarda bulunmuş, H. 1221-1222/M. 1807-1808 yılları arasında sadrazam olarak görev yapmış Tayyar Mahmud Paşa‟nın kitabet hizmetine atanmış, dolayısıyla mesleği kâtiplik
olan bir şairdir. (Ercan 2013, 1376-1380)
Şeyh Gâlib ve Sâfî‟nin Sebk-i Hindî‟den nasıl etkilendiklerine geçmeden önce her iki şairin bu akımın belli başlı niteliklerine dair görüşlerine yer vermek gerekmektedir. Daha sonra
Şeyh Gâlib ve Sâfî‟de Sebk-i Hindî tesiri ile görülen dil, anlam ve içerik özellikleri üzerinde durulacaktır.
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1415
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
1. Sebk-i Hindî’nin Bazı Özellikleri Hakkında Şeyh Gâlib ve Sâfî’nin Görüşleri
1.1. Anlam Özellikleri
Anlam söze göre üstün olmakla birlikte anlam ile söz birbirini tamamlayan unsurlardır.
Şeyh Gâlib, şiirde “anlam”ın önemini ve söz-anlam bütünlüğünü, sözü mumun etrafında döne döne nihayetinde kendini ateşe atan “pervane”ye benzeterek anlatmaya çalışır. Bir bakıma bu benzetmede anlama ulaşmanın zorlukları da rol oynar. Kişinin kendini aşk ateşi içinde eritmeden vahdete ulaşması nasıl mümkün değilse, şairin de anlamı anmadan sadece sözle “vahdet ışığını bir dilden telaffuz etmesi” mümkün değildir. Görüldüğü gibi bu öncelikte, anlam sözden tamamıyla
soyutlanmış değildir.
Etmeyen lafzını pervâne-i şem‟-i manâ
Yek-zebân-ı suhan-ı şu‟le-i tevhîd olmaz (G. 123-6)1
Şeyh Gâlib, anlamın sözden ayrı olmadığını başka beyitlerde de dile getirmektedir. Turra
ve yağmacılık gibi, can ve göz gibi anlam ve söz birbirinden uzak olmamalıdır.
Turreden âşûb u yagmadır garaz
Lafzdan zîrâ ki manâdır garaz (G. 147-1)
Mefhûm-ı çeşm ü cân gibidir dinle pertevi
Ma‟nâdır Es‟edâ suhanın güldüren yüzün (G. 255-5)
Sâfî, renkli ve hayal dolu anlamların şairiyim, külfetli söze gücüm yok, diyerek anlamın değerine ilişkin düşüncelerini iletmekte, böylece o hayalleri, eşsiz anlamları yaratmak için bu işi
güçleştirecek sözlerin gereksizliğini vurgulamaktadır. Ancak burada belirtmek gerekir ki Şeyh Gâlib, şiirin herkesçe bilinen sözcüklerden oluşması gerektiğini ifade ederek (Kaplan 2007, 458) külfetsiz şiiri amaçladığını ilan etse de bu konuda başarılı olamamıştır. Sâfî‟nin de aynı konudan şikâyet etmesine rağmen onun da şiirlerinin oldukça külfetli olduğu görülmektedir.
Hayâl-i ma‟ni-i rengîn şâhid-i tab‟um
Tekellüf ile söze sarf-ı iktidârum yok (G. 167-7)
1.1.1. Anlam ince olmalıdır.
Şeyh Gâlib, anlamın inceliğine dair güzel bir benzetme ortaya koyar. Ona göre anlam,
ışık huzmeleri gibi güneşin pençesinden süzülüp gelir. Bu ışık hareketleri anlamın parlaklığına, aynı zamanda onun taraktan geçen saç kadar ince oluşuna ve düşünülerek oluşturulduğuna da işaret
etmektedir.
Pençe-i hurşîd-i ma‟nâya olur târ-ı şu‟â
Mûylar kim şâne-i dest-i teemmülden geçer (G. 61-4)
Sâfî, anlamın inceliğine Gâlib kadar güzel bir yaklaşım sergilemeye çalışır. Şair, Sâ‟ib ve
Şevket‟in anlamın inceliği ile vücudun inceliği arasında kurdukları alâkanın2 aynısını kullanır.
1 Şeyh Gâlib‟e ait beyitler “OKÇU, Naci (2011), Şeyh Gâlib Divanı, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları” adlı
kaynaktan alınmıştır. 2 Sâ‟ib “İnce manâ bulmak için kıl gibi inceldim. Böylece nazik tenkitçinin tenkidi ile artık üzülmüyorum.” derken,
Şevket “İnce manâların hayali beni o kadar inceltti ki kimse sesimi çiçeğin kokusu gibi işitmez oldu.” ifadesini
kullanmaktadır. (Demirel, Şener, “17. Yüzyıl Sebk-i Hindî Şairlerinden Nâilî ve Fehîm‟in Şiirlerinde Somutlaştırma veya
Alışılmamış
1416 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Yemeden içmeden kesilmiş derviş, tecritte iken vücudunu nasıl inceltiyorsa şairin sözü de incelmiş, böylece kimsede görülmeyen fikirleri ifade etmek mümkün olmuştur.
Sözün gibi inceltdi tenüm kayd-ı tecerrüd
Fikr-i teferrüd
Tîg-i Zekeriyyâ ile kat‟ oldı bu da‟vâ
Mânende-i Yahyâ (Müs. 26-VII)
Anlam inceliğini yaratmak için söz inceliğine de ihtiyaç vardır. Öyle ki Sâfî‟ye göre
anlam, dolayısıyla hikmet kumaşı, mekikten geçerek söz ipeğini dokumuştur.
Harîr-i lafz-ı mâgû-yı zebân-ı zer-nişânumdan
Perend-i mihr-i hikmetdür kıyâs itme keşânundur (K. 8-41)
1.1.2. Anlam bigâne olmalıdır.
Anlamda bigânelik, şairin kaleminden çıkan duygu ve düşüncelerin herkese görünmemesi
yani kapalı olması demektir. Bu konuyu Sâfî şiirinde dillendirmemekle birlikte Gâlib, aşina sözcüklerle şiir yaratılmalı diyerek bilinmeyen sözcükleri yabani otlara benzetir. Ona göre bigâneliği yabancı ve okuyucular tarafından anlaşılmayan sözcüklerle yaratmak marifet değildir. Esas olan herkesin bildiği sözcüklerle anlam cümbüşü yaratmayı başarmaktır. Böylece bildik sözcüklere yeni anlamlar yüklenerek kapalı anlamlar yaratmak mümkün olacaktır. Gâlib‟e göre bigâne mana sırlara yol bulacak ve bigâne mana yaratmada aşırıya gidilmesi sözün çekiciliğini de ortadan kaldıracaktır.
Âşinâ lafz iledir cünbiş-i manâ-yı latîf
Gülsitân-ı ireme sebze-i bîgâne abes (G. 29-6)
Harâbî-i dilim fehm eyleyip seylâb-ı eşkimden
Niçe ma‟nî-i bîgâne harîm-i râza yol bulmuş (G. 137-3)
Hücûm-ı manî-i bîgâneden teng oldu eş‟ârı
Aceb Gâlib kelâmın neyle dilkeşlendirir bilmem (G. 229-5)
1.1.3. Anlam renkli olmalıdır.
Gâlib, kalem kan parası ödediği için ondan damlayan kara mürekkebin renkli anlamlar
doğurduğunu söylemektedir. Cahil kişilerin söze önem vermelerini renkli anlama ulaşamama sebebi olarak görmektedir. Çünkü gül renkli şarap nasıl sarhoş yapıyorsa renkli anlamın da sözü ateşlendirdiğini düşünmektedir.
Hüşk-i magzâna verir şu‟le-i elfâz-ı safâ
Varamaz manî-i rengîne dimâg-ı yâkût (G. 27-6)
Bağdaştırmalar”,http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/sener_demirel_naili_ve_fehim_siirler.p
df)
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1417
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Niçin manâ-yı rengin lafzı âteşlendirir bilmem
Sürâhîyi mey-i gül-renk serkeşlendirir bilmem (G. 229-1)
Daha önceki Sebk-i Hindî şairleri gibi Sâfî de anlamın inceliği ile gönül arasında bir bağ
kurmaktadır. Kadehe benzetilen gönül, kadehin inceliği ve kırılganlığı ile eşdeğer tutularak ince sözü, içindeki şarap ise renkli anlamı çağrıştırmaktadır.
Câm-ı Cem câm-ı cihân-nümâ-yı gönlümdür benüm
Ma‟ni-i rengîn ü nâzik bezm-i „işretdür bana (G. 12-6)
Seng-i gamla tek mükedder olmasun da hâtırum
Ma‟ni-i rengîn ü nâzik hem mey ü hem şîşedür (G. 121-2)
1.1.4. Anlam derindedir.
Gâlib, anlamın derinliğine verdiği önemi tevhit esası ile birleştirerek ifade eder. Ona göre
anlam dalgıcı, tevhit halkasını Allah‟tan aldığı feyz ile incilerle doldurur. “Gavvas-ı mana” terkibi içinde anlamın derinliği gizlidir. İnciyi denizden çekip çıkarmak, tevhit gibi bir merhaleye ulaşmak ne kadar zorsa anlamı ortaya koymak da o kadar güçtür.
Alır gavvâs-ı ma‟nî nakd-ı câna anı bî-minnet
Sadef-veş feyz-i Hak‟dan pür-güherdir halka-i tevhîd(G. 38-11)
Benzer ifadeler Sâfî‟de de yer eder. Anlam ucu bucağı olmayan bir deniz, içindeki inciler
ise eşsiz mücevherlerdir.
Çıkardun gevher-i şehvârı deryâ-yı ma‟ânîden
Fürûg-ı şeb-çerâğ-ı bahr u kândan haber virdün (G. 177-7)
1.2. Söz Özellikleri
Gerek Şeyh Gâlib, gerek Sâfî sözsüz anlamın, anlamsız sözün olmayacağı konusunda
ortak bir görüşe sahiptirler. Gâlib, anlam ve söz ilgisini perilerin şişe içinde yaşadığı inancından yola çıkarak açıklamaya çalışır. Maarif sahipleri anlam perisini söz şişesi içinde etkilemektedir,
diyerek tesirli bir anlam için söze ihtiyaç olduğunu anlatmaya gayret eder.
Etmede ehl-i ma‟ârif perî-i manâyı
Şîşe-i lafzda tesîr nefesden nefese (G. 277-5)
Sâfî ise şiirde söz ve anlamın gereksiz olmadığını, Allah‟ın katıksız hikmetini anlatmak
için her ikisinin de sarf edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Sâfiyâ efsâne sanma hikmet-i eş‟ârda
Hikmet-i mahz-ı Hudâ‟dur lafz u ma‟nâdan garaz (G. 145-11)
1.2.1. Söz ince olmalıdır.
Şeyh Gâlib sözün inceliğini, renkli anlamlarla süslenen beyitleri şişeye benzetmek suretiyle ortaya koymaktadır. Şişe sözcüğü, içinde inceliği barındırdığı gibi üzerindeki renkli
nakışlar da anlamın renkliliğini çağrıştırmaktadır.
Pîçîde lafzı manî-i rengîne verdi rûh
Her beytim oldu şîşe-i pür-tâb-ı gül arak (G. 166-8)
1418 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Sâfî ise yaradılışından fışkıran renkliliğe vurgu yaparak üslup sahiplerinin bu renklerden
hoşlandığını söylemektedir. Üslup sadece anlamla ya da sözle yaratılamayacağı için yaradılışındaki renklerin hem anlama hem de söze yansıdığını ifadeye çalışmaktadır.
Gül-i reng-i hınâ rûy-ı sepeddür bâğ-ı tab‟umdan
İder harf-âferînân-ı cihân reng-i hınâdan hazz (G. 151-12)
Bir başka beytinde ise Sâfî, şiirini renkli şaraba benzetmektedir.
Mey-i rengîn-i nazmum Câm-ı Cem‟dür
Şarâb-ı hâne-i hammârı bilmem (G. 217-4)
1.2.2. Söz dar ve kısa olmalıdır.
Gâlib, doğrudan doğruya sözün darlığından dem vurmasa da sevda ile gönlü dar olduğu
hâlde anlam güneşinin apaçık ortada olduğunu söyleyerek az sözle çok şey anlatılması gerektiğini benzetmelere dayanarak ifade etmiştir.
Hurşîd-i ma‟nâ yine hüveydâ Es‟edâ
Sevdâ-yı zülfün ile dili teng ü târ iken (G. 247-6)
Sâfî ise hüner ortaya koymak hikmetin ağzına kadar dolu kadehidir. Aşırı mübalağa ve
sözü uzatarak şiiri zora koşmam, diyerek kısa ve anlaşılır şiir ile hikmet arasındaki bağı söyleme ihtiyacı duyar. Fakat bu konuda pek de başarılı olamamış, sözü kısaltma çabalarına rağmen uzun tuttuğu beyit sayıları ile bu ilkeye aykırı davranmıştır.
Sâgar-ı ser-şâr-ı hikmetdür beyân-ı ma‟rifet
Düşmezem igrâk u tatvîl ile kayd-ı müşkile (G. 252-12)
1.2.3. Söz az, anlam fazla olmalıdır.
Gâlib‟e göre söz ustaları şiiri, ucu bucağı olmayan sınırsız bir hudut hâline getirmişlerdir.
Oysa Gâlib‟in şiiri az sözle çok şey anlatmayı başarmıştır.
Ser-hadd-i nazmı bulmadı tab‟-ı suhanverî
İcâza vardı Gâlibin eş‟ârı neyleyim (G. 224-9)
Sâfî de kalemin gönül levhasının beyazında sözü kısa tuttuğunu söylerken bir bakıma söz
hakkındaki görüşününün kısalıktan yana olduğunu açıklamış olur.
Olursa ol zamān-ı tār reg-i mısŧardan āzāde
Sözi eyler beyāż-ı levĥ-i dilde muħtaśar ħātem (G. 216-33)
2. Şeyh Gâlib ve Sâfî’de Sebk-i Hindî Tesiri ile Görülen Dil, Anlam ve İçerik
Özellikleri
2.1. Dil Özellikleri
2.1.1. Genişletilmiş Tamlamalar ve Birleşik Yapılar:
Sebk-i Hindî şiirinde peş peşe gelen genişletilmiş tamlamaların amacı, anlatılan
kavramları ve düşünceleri daha ayrıntılı ele almaktır. Babacan, genişletilmiş tamlamaların kullanılmasının nedenlerine dair birtakım kuramlar öne sürmektedir. (Babacan 2012, 218-229) Bunları Şeyh Gâlib ve Sâfî Divanı‟ndan beyitlerle örneklendirelim:
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1419
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
1. Şiire anlatım derinliği ve zenginliği katmak:
Gâlib, “Hayret bakışını nur girdabına gark etti, o su âleminin güneş aynasına yazık.”
derken denizin iki yönünü, birincisi içindeki canlılarla bir başka âlem olduğunu; ikincisi güneş ışıklarını yansıtan bir aynaya benzediğini vurgulamaktadır.
Nigâh-ı hayreti girdâb-ı nûra gark etdi
Dirîğ o âyine-i âftâb-ı âlem-i âb (G. 15-10)
Sâfî‟de de bu şekilde kurulmuş tamlamaların sayısı oldukça fazladır. Hatta bu
tamlamaların çoğu üçlü olduğu gibi bir kısmı da dörtlü, beşli ve altılı terkiplerle kurulmuştur. “Şâh-râh-ı mâtem-i şâh-ı şehîd-i Kerbelâ” (G. 2-4), “âb-şâr-ı çeşme-i hurşîd-i himmet” (G. 3-26), “çerâğ-ı çeşm-i şîr-i mâhiyân” (G. 4-10), “keşti-i deryâ-yı nûr-ı ahzar-ı çarh-ı felek” (G. 178-9) gibi hemen her gazelde rastlanılan genişletilmiş tamlamaların amacı yine söz konusu unsurların birden fazla yönünü ele almaktır.
2. Sözü kısaltmak:
Üç veya daha çok unsurdan oluşan karışık genişletilmiş tamlamalar ile iki unsurlu
tamlamaların ters çevrilmesinden (izâfet-i maklûb) ya da kısaltılmasından (izâfet-i maktû‟) oluşan birleşik yapılar gösteren Sebk-i Hindî şiirinin dili (Babacan 2008, 185) sayesinde şair, anlamın derinleşmesine ve şiirde az söz sarf edilmesine neden olur. Şeyh Gâlib‟de “güher-zâd, Âlevî-kîş, derviş-dil, civân-baht, siyeh-rûz …” gibi pek çok izâfet-i maklûbların yanı sıra “pâk-tâbân, pâş-âb,
âb-rû…” gibi izâfet-i maktû‟lar da Sebk-i Hindî‟nin sözü kısaltma ilkesine bağlı olarak görülmektedir.
Sîne pür-âteş ü dil gevher-i aşk ile tolu
Berk-hîz ebr-i güher-zâd ki derler o biziz (G. 122-2)
Bir abâ-pûş u yavuz atlı vü Bagdâd pûşulu
Âlevî-kîş ü dervîş-dil ü Osmânlı güzel (G. 202-1)
Gamınla geldi bana tıfl iken dem-i pîri
Eyâ gazâl-i civân-baht ü hûşmendim gel (G. 204-6)
Gam-ı hatınla siyeh-rûz ü zindedâr-ı şebim
Sen artık eylediğim âh u zârı benden sor (G. 82-4)
Pâk-tabân-ı sipihr rûz ü şeb-i hicrânın
Sûret-i defter-i amâline benzer kâgıd (G. 39-4)
Gevher-misâl etmedeyiz pâş-âb-ı rû
Olmaz çekîde katresi hurd olsa câmımız (G. 110-5)
Değil reng-i hına küstâh düşmüş âb-rû dökmüş
Ayag-ı sâkîye gül-bûse nakş etmiş leb-i mînâ (G. 6-4)
1420 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Aynı şekilde Sâfî‟de de bu yapılara bolca rastlamak mümkündür. Sâfî, “perî-zâd,
semender-zâd, teşne-dil, ahen-dil, bed-sirişt, huceste-makdem, cehende-berk, berk-cehende, dil-bend, rîş-hand, süst-endâm, dil-sîr, firişte-manzar, tîre-baht, cân-çeşm, rûşen-çerâğ, mâye-hasîsân…” gibi izâfet-i maklûbların yanı sıra “mâh-tâbân, ser-rişte, câme-hâb, pîr-zen …” gibi izâfet-i maktû‟ları da kullanır. Ayrıca “güft u gû” yerine “güft-gû”, “pîç ü tâb” yerine “pîç-tâb”,
“mihr ü mâh” yerine “mihr-mâh” gibi sözcüklerde “atıf vav”ına gerek duymayarak “imâle-i memdûd” yapmayı tercih etmesi sözü azaltma gayretini göstermektedir.
Kemend-i çeşm-i kübrâ-yı perî-zâdân-ı vahşet hem
Semend-i pür-şitâb-ı şûh-tab’-ı berk-i cevlânum (K. 15-21)
Cehende-berk-i handân-ı kazâ-yı recm-i Şeytân‟am
Şerâr-ı âteş-i cân-sûz-ı kasr-ı sakf-ı bünyâdam (G. 210- 9)
Benüm re‟y-i savâb-ı Sâ‟ib-i takdîr ü tedbîrüm
Hayâl-ârâ benüm mihr-i hilâlüm mâh-tâbânum (K. 15- 10)
Hikâyâtum benüm bu şehr-i „aşk-ı lâ-mekân içre
Kitâb-ı mâh mihri kıssa-i Âdem‟le Havvâ‟dur (G. 80- 6)
Dil meş‟âl-i kârvân-ı takdîr
Cân-çeşm ü çerâğ u nûr-ı tevfîk (G. 166-2)
Bir beytin tüm mısraını içine alan genişletilmiş tamlamalara her iki şairden birer beyit
örnek vermek yeterli olacaktır:
Gâlib,
Şâhenşeh-i iklîm-i gam-ı dîv-sipâhız
Şûriş-fiken-i ma‟reke-i saff-ı sürûşuz (G. 121-4)
Sâfî,
Reg-i gevher-çekân-ı pençe-i müjgân-ı tîr-endâz
Reg-i hall-gerde-i yâkût-ı bahr-i şâh-ı mercânum (K. 15- 15)
2.1.2. Yeni Sözcük ve Terkipler:
Değişen şiir üslûbu ile birlikte yeni anlamları yeni mazmun ve sözcüklerle anlatma çabası
Sebk-i Hindî‟nin şiir diline taşıdığı özelliklerdendir. Buna verilecek en güzel örneklerden biri XVII. yüzyılın ortalarından itibaren ilk olarak Nâilî‟nin şiirlerinde karşılaşılan ve Sebk-i Hindî ile ortaya çıkmaya başladığı gözlemlenen “siyâh-bahâr” terkibidir. Benzer bir kullanım da “nûr-ı siyâh” (siyah-nur) tamlamasıdır. Daha önceleri İran sahasında ortaya çıktığı kabul edilen ve aynı zamanda tasavvufî bir anlam da yüklenen nûr-ı siyâh, güzelin alnına düşen siyah kâkülüdür. Güzelin alnına/yüzüne inen bir siyah örtü olarak düşünülen kâkül, aynı zamanda nuranîlik vasfıyla
da donanmıştır. (Yıldırım 2007, 3) Şeyh Gâlib‟in şiirinde aynı manada yer eden bu tamlamaların geçtiği birkaç beyit şöyledir:
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1421
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Gâlib gül-i mazâmin ü elfâz-ı sâdeden
Kâğıd siyeh-bahâr sefîd ü siyâh u sürh (G. 18-8)
Eylemezdi arş-ı alâsında hüsnün cilvegâh
Olmasa nûr-ı siyeh ey hûr peyker perçemin (G. 178-9)
Sâfî‟nin şiirinde siyâh-bahâr terkibi görülmese bile “nûr-ı siyâh” sık sık yer etmektedir.
Bunun dışında fazlasıyla “dâğ-ber-dil, nâ-ber-câ, pây-der-âh, tâ-be-evc, sad-pîç-tâb, azâdî-ne-dân, dâğ-ber-dâğ” gibi ön ek ve edat ekleriyle oluşturulmuş pek fazla kullanılmayan yapıların yanında Türkçe-Farsça “tamka-zen, karakuşî” gibi sözcüklerle oluşturulmuş birleşik isimler de bu konuda söz konusu edilebilir.
Kemîne-„abd-i âzâdî-ne-dân-ı şâh-ı „irfânam
Sanursın pâdişâh-ı mülk-i „aşka inkıyâdum (yok) (G. 168-9)
Benüm tamka-zen-i cins-i metâ’-ı ‘aşk-ı hayrânum
Benüm ser-pençe-i şîr-i esed Bistâm Damgân’um (K. 15-50)
Kısâs-ı magz-ı şîr-i hûn-ı mazlûmân-ı ‘âlemdür
Beyâz-ı safha-i takdîrde hükm-i karakuşî (G. 269-7)
2.1.3. Konuşma Diline Yer Verme:
Sebk-i Hindî şairleri, şiirde az kullanılan sözlüklerde geçen sözcüklerin yanında halk
arasında yaşayan deyim, tabir ve atasözlerinden de yararlanırlar. Hem anlatım gücünü arttırmak hem de konuşma diline yaklaşmak endişesi ile Şeyh Gâlib, her şairde kullanılan bu yapılara sıklıkla yer vermiştir. Hatta bazı gazeller bütün beyitleriyle veciz ifadelerle dolu olduğu gibi (G. 91, G. 112) müstakil beyitler ve gazellerde de (G. 226, G. 248, G. 312) halk şairinin edasına rastlanır.
Meseldir bu suhan âlemde hakkâ
Ki ârifler gözünden gizlenilmez (G. 112-5)
Meseldir hâs ü âm ü indinde çünkim kâr ber- nevbet
Sen oldun haylidendir ey felek dilşâd yetmez mi (G. 333-5)
Cihânda nice sır var kimse bilmez
Bilinmek olsa da farza denilmez (G. 112-1)
Gül gibi açıldım ammâ gülmedim
Rûyına takıldım ammâ gülmedim (G. 226-1)
Bir bölük üftâdeyi bilmezlenip etme helâk
Böyle şeylerden begim kan olduğun bilmez misin (G. 248-2)
1422 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Gözcegizim boyamak ister benim
Âl boyayıp kan ile dudagını (G. 312-3)
Şeyh Gâlib gibi Sâfî de “meseldür” gibi ifadeleri birkaç beytin dışında kullanmadığı için
atasözü değerindeki ifadeleri belirlemek zorlaşmaktadır. Genellikle külfetli bir dile sahip olmasına rağmen halk söyleyişine yakın beyit ve hatta gazellerin (G. 191, G. 212, G. 282) yer alması konuşma diline yakınlaşma çabası olarak görülmektedir.
Gerekmez fikr-i dünyâ ni‟met-i elvân-ı „âlemle
Meseldür iki cân-bâz oynamaz bir rîsmân üzre (G. 249-2)
Gülistân-ı fenâda hâr-endûh u nedâmetle
Meseldür bülbül ağlar gül güler eyler figân âteş (K. 11-130)
Tokınma çek elün ey Kahramân-ı gam benden
Senünle söyleşecek şimdi tâkatüm yohdur (G. 98-4)
Bahâr geldi yine tâze güller açıldı
Benüm açılmağa pek öyle niyyetüm yohdur (G. 98-5)
Giyüp mâtem tonın deyr-i güheristân-ı „âlemde
Ezelden erganûn-ı „aşkı ben çaldum çalacağum (G. 191-3)
Mû-miyânunla senün teng-i dehânun vasfına
Her biri bir söz dimiş ben dinlemem yavrum şu bu (G. 234-11)
Pîr-i erkân-ı tarîkatdür müşârün bi‟l-benân
Sen benüm taş atma Hünkârum Hacı Bektâş‟uma (G. 245-3)
Bir zamân ağzın bıçağ açmaz idi ol zâhidün
Rağbet itmez oldı şimdi nakş-ı pây-ı Düldül‟e (G. 252-8)
Sâfiyâ kendi kulağumla işitdüm dün gice
“Kul hüve’llâh”3 söyledi subh-ı ezân-ı bülbüle (G. 252-14)
Ele ben şikârum aldum yine bir şikâra saldum
Mey-i bahr-i „aşka taldum yoluna kodum bu cânı (G. 257-3)
3 O Allah‟tır. (İhlâs, 112/1)
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1423
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Dil-i zârumun giderken bu reh-i fenâda Sâfî
Tütüni çıkar içerden yolı bir mezâra düşdi (G. 258-10)
„Âlem-i imkâna ben bin kerre gitmiş gelmişem
Murg-ı rûhum „âlem-i lâhûta pervâz eyledi (G. 261-4)
Perestâr-ı kamer şem‟-i Çigil „işve-perestânı
Bu bircik mâh-ı tâbânı tarîk-i Hâcı Bektâşî (G. 268-3)
Sebk-i Hindî şairleri dilde halk söyleyişlerinin yanında sözlüklerde yer almayan ya da çok az kullanılan sözcükleri de tercih ederler. Sâfî‟de bu duruma örnek oluşturacak birkaç sözcük
olarak sadece “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar”da tespit edilebilen “gajgajlamak”4 ve 1600 yılından itibaren Osmanlı Kanunname‟lerinde geçen (www.nisanyansozluk.com) Macarca “varoş” (sur dışı mahalle) sözcükleri dikkat çekmektedir.
Künâmından gazanferdür çıkar bu ejder-i âhum
Hemân bir gajgajup bir mâr-ı pîçân oldı gitdükçe (G. 240-17)
Kilîdi burc-ı şehr-i himmetün sedd-i Sikender‟dür
Alursan Hızr-ı himmetle alursan sen bu varoşı (G. 269-8)
Sâfî, günlük hayatta geçen Türkçe sözcüklere bolca yer vermektedir: Agu (zehir), ava
(baba, dede, ata.), ayag (ayak, kadeh), bakıl (sakalı belirmiş kimse), batman (7,692 kilogram olan ağırlık ölçü birimi), belik (ok ve yay kuburu), bengi (sonsuz), berker (güçlü, sağlam kişilikli kimse), birlıg (birlik), boz (sürülmemiş toprak), çak (sade; tamam), çakuc (çekiç), çan (değirmenlerde tahılın bitmesini haber veren, taş üzerine sarkan ipe bağlı maden parçaları), çömçe
(tahta kaşık, kepçe), dibek (içinde kahve ve benzeri şeylerin dövüldüğü büyük havan), emlek (süt kuzusu), esrimek (sarhoş olmak), eyin (iplik), gajgaj (ejderha sesi), gecin (fasulye vb. bitkilerin sapı), gerç (eğlenme, alay), güc (gönül, yürek), kasmak (bol gelen bir giysi vs. daraltmak), kaşmer (maskara), katmer (arasına yağ veya kaymak sürülerek kat kat yapılmış yufka, bir çeşit gözleme), kıran (kıyı, kenar; kıraç arazi; dağ eteği), kiçe (keçe), kiriş (ok atılan yayın iki ucu arasındaki esnek bağ), kovcı (gammaz), koz (davar ağılı), mişyaş (kuşkulu), nöker (maiyet memuru), ocag (ocak), otak (otağ), örgüç (hörgüç), sayru (hasta), sınur (sınır), sin (çukur), söyünmek (sönmek), sunkur
(akdoğan), süci (şarap), takma (damga), tek (gibi), tencale (tuvak (duvak), yag (yağ), yalag (ağaç su oluğu), yalap yalap (parıl parıl), yanlıg (gelinlerin zülüflerine taktıkları gümüş süs), yarag (malzeme), yelkovan (gereksiz işler peşinde koşan ), yerlik (kiler), yunmak (yakmak), yumak (yıkamak).
2.1.4. Alışılmamış Bağdaştırmalar:
Alışılmamış bağdaştırmalar, Sebk-i Hindî‟nin hem söz hem de anlam yönünü
ilgilendirmektedir. Soyut sözcüklerin somut sözcüklerle bir araya getirilmesiyle oluşturulan bu yapıların sözle ilgisi Sebk-i Hindî‟de sözün incelmesi ve az sözle çok şey ifade etme çabası ile ilişkilendirilebilir. Sebk-i Hindî‟de anlam sözden üstün tutulduğu için söz, bu yapılar sayesinde
4 …Tokat‟ta Gajgaj Dede tekkesidir. “Şehre hail cihan-nüma” bir küçük dağ üzerinde olup, bir mesire makamında olan
ve Evliya Çelebî‟nin ziyaret ettiği o sırada birkaç kanaat sahibi dervişi bulunan bu tekkenin banisi Gajgaj Dede, Yesevî
müridlerinden bir er olup, Pîr‟in emri ile buraya gelmiş ve “Celalî sıfat olup ejder gibi gajgajladığından” Gajgaj Dede
ismini almıştır. (Köprülü, Fuad. (1993) Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, s. 48.)
1424 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
elden geldiğince incelecektir. Birbirleriyle ilgisi bulunmayan sözcükler, bunlar bazen zıt anlamlı da olabilir, bir araya getirilerek anlamını ancak şairin bilebileceği şiirler meydana getirilmektedir. (Demirel 2006, 48) Şeyh Gâlib ve Sâfî‟nin gazellerinde geçen soyut kavramların somutlaştırıldığı ikili ve zincirleme sıfat ve isim tamlamaları incelendiğinde çıkan sonuçlar şunlardır:
1. Her iki şairde de aynı beytin içinde birden fazla soyut unsurun somutlaştırıldığı
görülmektedir. Gâlib‟in söz konusu beyitlerinde “tevfîk, hâhiş, istignâ” ve “şerm, safâ, hüsn, nâz” aynı beyitte somutlaştırılan soyut unsurlardır.
Cihât-ı şeşder-i tevfîk olmuş nat‟-ı hâhişde
Tehî galtân degildir ka‟beteyn-i nerd-i istignâ (G. 10-5)
Kıl nesîm-i şermi reng-ârâ-yı emvâc-ı safâ
Tâ bahâristân-ı hüsnü eylesin gülpûş-ı nâz (G. 124-2)
Sâfî‟de de benzer örnekleri bulmak mümkündür:
Pâdişâh-ı hüsn ü ân rûh-ı musavversin „ayân
Reng olmış nâz u bûy-ı ‘işve olmış cân sana (G. 5-3)
Çıkardum gevher-i maksûd-ı ‘aşkı bahr-i hayretden
Bana bu himmeti Hızr-ı tevekkül himmet itmişdür (G. 103-15)
Tarîk-i şîve-i ‘irfân ü resm ü râh-ı matlabda
Girîbân-ı tahammül perde-i rûy-ı tevekküldür (G. 120-3)
2. Bazı alışılmış bağdaştırmalar, izâfet-i maktû„lar ile yapılmıştır. Âh, süreyyâ
yıldızına benzetilerek somutlaştırılmış ancak izafet kesresi kullanılmamıştır.
Nûr-ı kandîli olur evc-i süreyyâ-âhının
Sîne-dâğ-ı gamını verse ney-i sünbüle karz (G. 146-3)
Sâfî‟den de şu beyit örnek verilebilir:
Kazâ-yı „âlem-i „aşk içre tîr-i rûy-ı terkeşdür
Semender-tab’-ı şûh-ı berk-i cevlânum degül ser-keş (G. 141-3)
3. Bir tamlama içinde bazen iki soyut unsur birden somutlaştırma yoluna gidilmiştir. Gâlib‟in
Mâye-i renc ü hasâretle gınâ geldi bana
Şimdi kâlâ-yı inâyetden abâ geldi bana (G. 9-1)
Mevc-i bûy-ı cünûn târ-ı hayâl-i sevdâ
Cümle âşüftesidir sünbül-i hod restesinin (G. 177-2)
beyitleri ile Sâfî‟nin şu beyti bu kullanıma örnektir:
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1425
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Kıblegâhumdur benüm şâh-ı garîb-i dil-nüvâz
Şeh Takî veyâ Nakî ol ma‟den-i hilm ü hayâ (G. 2-10)
4. Her iki şairde de bazı soyut unsurlar, tamlama şekli dışında bağımsız unsurlarla
oluşturulmuştur. Soyut benzeyene sahip somut unsurlar, izâfe-i teşbîhî ile kurulmuş başka bir isim tamlaması ile ve bazen de sadece bir değil, iki soyut unsur birlikte somutlaştırılmıştır. Gâlib, beyitte “dil” ve “cân” gibi iki soyut unsur “irfan meclisinin arkadaşları” biçiminde somutlaştırılarak arkadaşlık bağının okuyucuda yarattığı hisle dil ve can arasındaki ilgi anlatılmaya çalışılmıştır.
Dil ü cânın enîs-i bezm-i irfân olduğun tuyduk
O iki goncenin zîb-i gülistân olduğun tuyduk (G. 170-1)
Benzer örneklere başka bir beyitlerde de rastlanmaktadır. İlk iki beyitte gönül, beliğ
teşbîh yapılarak tecelli nurunun sarhoşu ya da coşkun bir denize; son iki beyitte ise temsîl yoluyla somutlama (telmîh) kullanılarak gönül, Sencân, Hoca Neş‟et, Veysel Karanî ve Nûşirvân-ı Âdil‟e benzetilmiştir. Gâlib,
Gönül kim mest-i envâr-ı tecellîdir sipihrin ben
Şarâb-ı sâf-ı mehtâb olsa içmem câm-ı mâhından (G. 237-6)
Sâfî,
Nişân virmekde hevl-i mahşer-i subh-ı kıyâmetden
Dilüm bir bahr-i pür-âşûb-ı tûfân-zâ-yı âteşdür (G. 84-4)
Dilüm bir bahr-i pür-âşûb-ı deryâ-yı „anâsırdur
Tecellîde ya Sencân-ı zamân yâ Hˇâce Neş’et‟dür (G. 77-6)
Melâhat kişveriyle taht-ı mîzân-ı „adâletde
Ya bir Veysü’l-Karan gönlüm ya Nûşirvân-ı ‘Âdil‟dür (G. 106-5)
Tablo 1‟de gösterildiği üzere, Şeyh Gâlib ve Sâfî‟nin divanlarındaki gazeller tarandığında
her iki divanda da toplam 333 soyut unsur somutlaştırılmıştır. Hem Gâlib hem de Sâfî tarafından somutlaştırılan soyut unsurların sayısı 118‟dir. Sadece Şeyh Gâlib‟de yer alan soyut unsurlar 85 iken yalnızca Sâfî‟nin somutlaştırdığı soyut unsurlar 130‟dur. Görüldüğü üzere Gâlib Divanı‟ndaki 336 gazelde, Sâfî Divanı‟ndaki 287 gazele göre daha az unsur somutlaştırılmıştır.
Ortak Kul. Soy. Uns. Şeyh Gâlib’de Soy. Uns. Sâfî’de Soy. Uns. „adem „acz „adâlet/‟adl „akl ârâm ahd „aşk „atâ „âtıfet „irfân ârzû ân a‟mâl âhenk âfât âfiyet âmâl âfet âh âzâr âz baht bahâ „azâb bekâ behcet şeref belâ belâgat basîret
1426 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
cân cevr behbûd cefâ dimâğ şevk cemâl dîn beyân cezbe du‟â bürhân cûd edâ cebr cünûn efsûs cehl da‟vî/da‟vâ emân celâl derd endâm cennet derûn fahr ta‟arruz devlet ferdâ cüdâ dil fikret çâre ecel fitne tahammül edeb fitrâk dirâyet elem füsûn ebed emel gayb ecr endîşe gazab elest esrâr gurûr eltâf ezel hâb emânet fakr hâhiş endûh fenâ hasâret ervâh ferâgat hâsiyyet fakru fahr feyz hayâlât ferâğ fikr heves fesâd firâk hışm fevz fürkat/firkat hilâf fıtrat gaflet himem fursat gam hüsn gurbet gayret hüviyyet hased gönül iftikâr hatar gümân iktidâr havf haclet/hacâlet îmâ hayât hakîkat imdâd hicâb hasret inkâr hilm hâtır intizâm himmet hayâ iştihâr hüdâ hayâl itâb hürmet hayret i‟tidâl ıztırâb hecr/hicr keder „ibret hevâ keyfiyyet icâbet hicrân kîn iffet hidâyet maksûd ihlâs hikmet matlûb ihtiyâr hired mekr iltifât hüner melâmet imkân hüsn menfâ‟at insâf hüviyyet mu‟cize işret hüzn neş‟e kahr
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1427
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
i‟tibâr merâm imtihân idrâk merhamet inâyet iftihâr minnet inbisat ikbâl mukâbele irşâd îmân murâd isyân irâdet nâle ittihâd istignâ nasîhat kader işve niyâz kefâlet kâbiliyyet remz kerâmet kalb renc kevn kâm sabâhat kevser kanâ‟at sebât kıdem kazâ sehâ kısmet kerem selâmet kıyâmet kesret sıhhat kibr lutf sihr kudret ma‟ânî şekvâ la‟net ma‟nâ/ma‟nî şîve lâhut ma‟rifet ta‟bîr ledün mahabbet tahassür letâfet mâtem tâli‟ mağfiret matlab tarab mahşer melâhat tasmîm mansıb mihnet tecrübe ma‟siyet nâmûs te‟emmül mecâz nâz tekellüm melâ‟ik neşât terahhum melâlet nezâket terbiyyet mevhûm ömr mî‟âd râz mihen rûh musîbet sa‟âdet muveffâ
safâ münâcât
savâb nâm
sevdâ necâbet
sitem necât
şerm nedâmet
şöhret nefs
ta‟ât nemât
ta‟n neng
tab‟ neşv ü nemâ
tahayyül nisyân
tahkîk nübüvvet
takvâ rahmet
tecellî râstînî
tecrîd re‟y
tedbîr rızâ
1428 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Tablo 1: Soyut unsurların şairlere göre dağılımı.
2.1.5. Sıfatların Sıralanması (Tensîkü’s-sıfât):
Sıfatların sıralanması anlamına gelen Tensîkü‟s-sıfât, Sebk-i Hindî şairlerince beğenilerek
kullanılmasının sebebi bu sanatın şiirde vasfetmeye imkân vermesidir. Çünkü Sebk-i Hindî şairleri, genişletilmiş tamlamalar ve birleşik yapılarla vasfettikleri kişi, kavram ya da mekânı değişik
açılardan görmek için bu sanata başvurur. (Babacan 2012, 287) Şey Gâlib‟de söz konusu sanatla oluşturulmuş başka örnekleri de görülen5 bu gazelde, “matlab” kavramı, “heves, hevâ, sayd, belâ, edâ, riyâ, şifâ” gibi çoğunlukla soyut unsurlara benzetilerek tensîkü‟s-sıfât yapılmıştır.
Baht-ı pîre heves-i zülf-i dütâdır matlab
Hâstgârân-ı gama hep bu hevâdır matlab
5 G. 1, G. 2, G. 14, G. 17, G. 18, G. 19, G. 38, G. 39, G. 53, G. 57, G. 63, G. 68, G. 69, G. 70, G. 72, G. 78, G. 80, G. 88, G. 89, G. 90, G. 93, G. 98, G. 99, G. 101, G. 103, G. 107, G. 117, G.122, G. 126, G. 128, G. 131, G. 153, G. 161, G. 168,
G. 184, G. 194, G. 199, G. 200, G. 201, G. 202, G. 207, G. 209, G. 216, G. 220, G. 222, G. 230, G. 231, G. 243, G. 244,
G. 249, G. 302, G. 303, G. 307, G. 315, G. 316, G. 318, G. 325
tegâfül riyâ
temennâ rü‟yet
temkîn sabâvet
tevekkül sabr
tevfîk sıdk
tevhîd süveydâ
ümmîd şâdî
va‟d şâdmân
vahdet şân
vefâ şefâ‟at
visâl şehâdet
vuslat şekk
zât tahayyür
zevk takdîr
taklîd
taleb
ta‟zîm
teberrâ
tefekkür
teşrîf
tevâzu‟
„unvân
ülfet
vahşet
yakin
zann
118 85 130 333
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1429
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Ebr-i zülf içre nihân oldu o hâl-i müşgîn
Çeşm-i şehbâz ne çün sayd-ı hümâdır matlab
Gerçi mümkin sitem-i gamzeden olmak tahlîs
Âh kim hâtır-ı nâ-kâma belâdır matlab
Ruhûna âteş-i ter rûyına güldür demeden
Sûziş-i aşk-ı bu vech ile edâdır matlab
Ferş-i dergâhını bir nakş-ı cebîn olsun der
Bu riyâdan dil-i zühhâda riyâdır matlab
Gâlibâ nûş-ı lebin ver bedel-i zehr-i gazab
Haste-i hasrete ey şûh şifâdır matlab (G. 22)
Sâfî‟de de redife dayalı olarak sadece bir kavramın vasıflarının sıralandığı gazeller
olduğu gibi6 her bir beytinde başka bir unsurun sıfatlarının sayıldığı gazeller de mevcuttur. Bu tip gazellerin sayısı oldukça fazladır.7
Nâle-i ney hem nevâ-yı bâb-ı Cennet‟dür bana
Nefha-i Sûr-ı Sirâfîl-i kıyâmetdür bana (G. 12-2)
Câm-ı Cem câm-ı cihân-nümâ-yı gönlümdür benüm
Ma‟ni-i rengîn ü nâzik bezm-i „işretdür bana (G. 12-6)
Redife dayalı olarak Sâfî birtakım unsurları vasfetmenin yanında zaman zaman bazı
şiirlerinde8 kendini de tensîkü‟s-sıfât yaparak vasfetmiştir.
Tîg-i samsâm-ı kazânun cevheri dirler bana
„Arsa-i heycâda zîrâ Haydarî dirler bana (G. 21-1)
Şît geldüm kavmümi da‟vetde taksîr itmedüm
Hânedân-ı Âdem ü Havvâ‟ya zîrâ mülhakam (G. 190-4)
Eğer yüz döndürürsem mihnetünden bil ki nâ-merdem
Kabûl-i kısmet itmez hâsılı bir cevher-i ferdem (G. 192-1)
6 G. 40, G. 71, G. 99, G. 115, G. 153, G. 156, G. 161, G. 181, G. 194, G. 200, G. 219, G. 233, G. 238, G. 265, G. 275. 7 G. 13, G. 14, G. 17, G. 76, G. 77, G. 80, G. 84, G. 85, G. 86, G. 87, G. 93, G. 95, G. 97, G. 109, G. 111, G. 113, G. 118,
G. 119, G. 120, G. 121, G. 137, G. 146, G. 196, G. 199, G. 246, G. 269, G. 270. 8 G. 178, G. 189, G. 190, G. 192, G. 195, G. 197, G. 198, G. 201, G. 202, G. 203, G. 206, G. 207, G. 208, G. 209, G. 210,
G. 211, G. 213, G. 230, G. 231, G. 247.
1430 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Tensîkü‟s-sıfâtın kullanımına dair iki şair arasında bir karşılaştırma yapılırsa Gâlib‟in 57
gazelde, Sâfî‟nin 62 gazelde bu sanatı söz konusu ettiği görülecektir. Bu sayılar gazel sayılarına göre yüzdeye vurulursa Gâlib, % 16.96 gazelde; Sâfî, % 21.60 gazelde bu sanatı tercih etmiştir.
2.2. Anlam ve İçerik Özellikleri:
2.2.1. Hayalcilik ve Mübalağa:
“Gâlib‟in şiiri, derin hayal örgüsüyle yoğrulmuş olup fazla terkiplidir.” (Pala 1995, 163)
cümlesini ispatlarcasına Gâlib, şiirin temel öğelerinden olan hayal unsurunu beyitlerde işlemek bir yana konu olarak da hayalden bol bol bahseder. Kimi beyitte hayali kuşa benzetirken, kimi beyitte de kendini hayalin Aristosu ilan eder. (Kaplan 2007, 460) Hatta Keşmir ülkesi hayallerle yeşillenirken, Gâlib‟in fikirleri Kâbil‟i geçerek Hindistan‟a ulaşır. Onun şiiri bir tarakla çözülmeyen saçlar gibi, hayallerle düğüm düğüm olmuştur. Gâlib‟e göre şiirde hayal olmazsa o sözlerin değeri yoktur. Çünkü hayal dolu sözler mucize değerinde olup söz erbabı ona Kur‟an gibi
iman etmektedir.
Mürgân-ı hayalâtla Gâlib bu neşîden
Her beyt-i perî-hâne-i manâ mı değildir (G. 47-6)
O Aristo-yı hayâlim ki cihân
Seyr-gâh-ı rasad-ı kalbimdir (G. 69-4)
Gark eder tâ kişver-i Keşmîri sebz âb-ı hayâl
Fikr-i Gâlib kim sevâd-ı Hinde Kâbilden geçer (G. 61-7)
Çözülmüyor dil-i sad-pâremizden ukde-i nazm
Aceb ki zülf-i tahayyül dolaşdı şânemize (G. 276-5)
Bu söze Kur‟ân gibi îmân eder ehl-i sühân
Şâ‟irin Gâlib tahayyül rütbe-i i‟câzıdır (G. 55-7)
Sâfî‟ye göre şiirleri hayal bağının en güzel kokulu goncasıdır. Fanilik karşısında keder
duymayan şair, hayallerinin asırlara intikal edeceğini bilerek hayal kasrının sağlam oluşundan dem vurur. Hatta Belkıs‟ın kasrı karşılığında hayal kasrını vermek mümkün değildir. Bu hayaller sağlam ve eşsiz olduğu kadar, sözlüğe ihtiyaç duymadan rahatça anlaşılabilir. Yani külfetli sözler ile anlam örtülmemiş, hayaller gölgelenmemiştir. Divanı gül yaprağından sayfalar hâlinde hayal içinde
hayaller doğurmaktadır. Öyle ki hayal, gelin süsleyen bir taze hat olmaktadır.
Mutarrâ-gonce-i bâğ-ı hayâl-i nazm-ı rengînem
Gül-i rûy-ı sefîddür zîver-i sır-şîşe-i ra‟nâ (K. 1- 79)
Keder yoh sarsar-ı kahr-ı fenâdan
Benüm kasr-ı hayâlüm pek metîndür (K. 119- 2)
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1431
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Hâce-i Dânâ hayâlüm bî-me‟âl anlar benüm
Nükte-i rengîn ü nutk-ı Esfereng‟i istemez (G. 133- 6)
Benüm dîbâce-i fihrist-i „unvân-ı kıyâmetdür
Hayâl-ender-hayâl-i safha-i gül-berg-i dîvânum (G. 215- 8)
Sefîd-âb-ı hayâlüm yine çekdi bir hat-ı tâze
„Arûs-ı gâze-i ruhsâre-i nazm u beyân üzre (G. 249- 9)
Cihânda virmezem kasr-ı hayâlüm kasr-ı Belkîs‟e
Benüm fikr-i derûnum benzemez fikr-i Süleymân‟e (G. 250- 25)
En basit konuların bile derin hayallerle süslenmesi, herhangi bir konunun abartılarak
anlatılmasını zorunlu kılmıştır. Mesela Şeyh Gâlib‟in,
Nigeh-i çeşmi çü şehbâz nümûn oldı bana
Tâ‟ir-i rûh-ı Kudüs sayd-ı zebûn oldı bana (G. 7-1)
beytinde Cebrail, avlanabilen bir kuş olarak hayal edilir. Tabi gerçekte böyle bir durum mümkün
olmasa da sevgilinin bakışını elde eden âşık Cebrail‟i bile avlayabilir. Gerçekten de mübalağada aşırıya kaçan bu beyit, Sebk-i Hindî şairlerinin hayallere farklı açılardan baktıkları göz önüne alınarak yorumlanırsa pekâlâ âşığın Cebrail‟i avlaması mümkün olmaktadır. Çünkü âşık, ilâhî sevgili Allah‟ın bakışına sahip olursa, yani Allah kişinin gönlünde tecelli ederse Cebrail‟i avlamak kolay olacaktır. Böylece âşık, Cebrail‟in bünyesinde barındırdığı temizliği Allah‟ın yardımı ile elde edebilecektir ki bu da mümkündür.
Sâfî‟nin de şiirlerinde mübalağa ve hayaller sıklıkla yer eder. Şair, âşığın tabiatinin
kuvvetinin ecel aslanının pençesi gibi olması (G. 77-10) gibi akla göreneğe uygun mübalağalar (tebliğ) yapar. Şiirlerde, hasret gözyaşının coşkun bir deniz gibi taşması (G. 3-19), yıldırım ve
bulutların âşığın sihri altına girerek başında dönüp durması (G. 41-1), ahtan dumanların güneşe perde olması (46-7), âşığın Süleyman karşısında zayıf bir karınca kadar küçük olması (G. 44-6), sevgilinin güzelliğinin Cebrail‟in nefesinden paha bulması (59-18) gibi akla uygun, göreneğe uygun olmayan (iğrak) mübalağalar da görülmektedir. Ancak divanda akla ve göreneğe uygun olmayan mübalağalar da (gulüvv) çok kullanılmıştır. Mesela Allah‟ın takdirini bozmak mümkün olmadığı hâlde âşığın ahı karşısında kaza da felek de yıkılıp gitmektedir. Ya da başka bir beyitte güneşin sesi şelale, gözyaşı tükenmeyecek bir kükürt madeni olmaktadır.
Ey kazâ nâle-i âh-ı seherümden hazer it
Çarh-ı gerdânı yıkar âh-ı yetîmân-ı edeb (G.40-3)
Nevâsı âb-şâr-ı çeşme-i hurşîd-i himmetdür
Sirişki ma‟den-i gûgird-i bî-pâyân olur peydâ (G. 3-26)
2.2.2. Hikmet:
Şeyh Gâlib, şiirde hikmetin varlığını reddetmez. Ona göre söz hikmet potasına konulunca eriyip iksir olur. Yani iksir gibi daha etkili bir hâl alır. Hatta Şeyh Gâlib‟in gönlü hikmetin
coşkunluğu ile dolup taştıkça güneş bile onu kıskanmaktadır.
1432 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Olunca rey-i zerrin vaz-ı pôte-i hikmet
Anın kelâmı olur ol sebîkiyle iksîr (K. 32-39)
Reşk eder ana çeşm-i hurşîd
Cûş-ı hikmetle çâğdır gönlüm (G. 231-5)
Şeyh Gâlib şiirde hikmet konusunda bunları söylerken Sâfî de Gâlib‟in çağdaşı ve Mevlevi âlimlerinden olan Şemseddin Efendi‟yi9 Gâlib‟in feyz aldığı kişilerden ilan eder ve Gâlib‟in hikmet kadehinin onun sayesinde dolduğunu; o kadehin parlaklığının ise Mevlânâ‟dan
kaynaklandığını ifade eder.
Fürûg-ı câm-ı hikmet feyz-i Şemsü‟d-dîn-i ma‟nâdur
Celâlü‟d-dîn-i Mevlânâ‟dan aldı Gâlib-i mînâ (G. 26- 20)
Sâfî‟ye göre şiirde hikmet efsane değil, Allah‟ın ta kendisidir. Şairin gönlü hikmet
esrarıyla dolu bir hazinedir. O hikmet güneşinin ışığı ile ihyadır. Onun şiiri hikmet delili ve hikmet denizinin cevheridir. O kadar ki bu hikmet dolu şiiri Muhyiddin Arabî, Anadolu arifleri, Mevlânâ ve Uluğ Mirza okumaktadır. O hikmet dersinin üstadıdır. Ama onun hikmetleri her okul çocuğuna
kitap gibi açılmamaktadır.
Sâfiyâ efsâne sanma hikmet-i eş‟ârda
Hikmet-i mahz-ı Hudâ‟dur lafz u ma‟nâdan garaz (G. 145-11)
Dilüm gencîne-i „ilm-i ledün esrâr-ı hikmetdür
Değül kıst-ı reşen bu ey Süleymân-ı cihân-ârâ (K. 1- 109)
Şerâr-ı âteş-i seyyâle-i berk-i kerâmetden
Fürûg-ı mihr-i hikmetle olursan ben gibi ihyâ (K. 1- 154)
Bahâr-ı ma‟rifetle nâm-zed-i bürhân-ı hikmetdür
Benüm nâm-ı kasîdem ey tılısm-ı “’alleme’l-esmâ”10 (K. 1- 237)
Sanma hikmetden tehîdür sözlerüm hem bî-garaz
Şeyh-i ekber „ârif-i Rûm anı Mevlânâ okur (K. 7- 9)
Merkezem bahr-i muhît-i hikmet-ender-hikmete
Nokta-i devvâr-ı kudretdür Ulug Mîr-zâ okur (K. 7- 12)
İktibâs-ı nûr ider hurşîd-i „âlem Sâfiyâ
Gevher-i deryâ-yı hikmetdür bizüm eş‟ârımuz (G. 132- 7)
9 Şeyh Gâlib, Divan‟ında bu kişinin Mekke‟ye gidişi ve Şam Mollası oluşu üzerine iki tarih kıtası (T. 42, T. 43) kaleme
almıştır. 10 İsimleri öğretti. (Bakara, 2/31-32)
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1433
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Debîristân-ı ders-i hikmet içre pîr-i üstâdam
Kitâb-âsâ açılmam gördiğüm tıfl-ı sebah-hâna (G. 247- 29)
2.2.3. Ateş:
Şairlerin şiirlerinde ateş imgesini kullanmaları büyük ölçüde ıstırabla ilgili görülmektedir.
Istırabın kaynağı ise üç şekilde karşımıza çıkar: Şairlerin hayatlarında başlarından geçen acı olaylar sonucunda yaşadıkları ıstırap; Sebk-i Hindî‟nin tesiriyle bu akımın bir teması olarak kullanılan ıstırap; aşk sonucu çekilen ıstırap. O hâlde Şeyh Gâlib‟in şiirlerinde bu imgeyi kullanma sebebi olarak ıstırabın önemli bir yer tuttuğunu söylemek yanlış olmamaktadır. Zaten şairin hayatına bakıldığında da zayıf, çelimsiz bedeni, Konya‟daki çilesini tamamlayamaması, Galata Mevlevihanesi postnişini iken III. Selim‟in kız kardeşi Beyhan Sultan‟a âşık olduğuna dair çeşitli
iddialar ve Sultan‟ın genç yaşta ölümünün arkasından sıralanan çeşitli sebepler, gerçekte şairin pek de rahat ve huzurlu bir hayat yaşamadığını göstermektedir. Dolayısıyla acılarını ateş imajı ile dışa vuran Gâlib, bu yolda ateşle ilgili birtakım imajları da yaratma çabasına içine girmiştir. (Demirel 2000, 65-89)
Sâfî de şiirlerinde ateş imajını fazlasıyla kullanır. Hayatı hakkında çok fazla bilgiye sahip
olamadığımız şairin bu imgeyi kullanma sebebi içinde “ıstırab”ın ne kadar yer tuttuğunu bilmek mümkün değildir. Ancak bu durumu Sebk-i Hindî etkisi olarak değerlendirirsek ateş imgesinin şiirlerinde yer etme biçimi hakkında şunları söylenebilir:
Kıvılcım, şerer, şu‟le, fürûğ, kandîl, şem‟, kibrit gibi başka yakıcı ve yanıcı unsurlarla da
hatırlatılarak kullanılan ateş imgesi, Sâfî‟nin şiirine müstakil beyitler dışında birkaç manzumede redif biçiminde kullanılarak da etki etmiştir. “Kasîde-i Garrâ El-Müsemmâ Bi-„ıkd-ı Süreyyâ” başlıklı 199 beyitlik “ateş” redifli ve zü‟l-metâlî kasidede şair, Sebk-i Hindî‟den etkilenen diğer şairler gibi her şeyi ateş olarak gören bir bakış açısıyla, ateş imajını onunla ilişkilendirebileceği
bütün unsurlarla işlemeye çalışır: Ateş, şafak vakti doğudan görünen aydır. Kalemden ifade bulan sevgilinin beni, yanak tüyü ve dudağı ateştir. Ateş, Hz. Âdem‟den evvel nam tahsil etmiş ancak asıl ününü Hz. İbrahim‟den almıştır. Şairin kendi kıvamı da ateştendir. Onun endamı, ruhu ve mayası ateştir. Cihan ateş kesilmiştir, fitili de Ümmühan‟ın evinde ateşlenmiştir. Fitne dolu ahir zaman ateş doludur.
“Ateşdür” redifli gazelinde de ateşte yaşayan bir semender olduğunu söyleyen şair,
gözünü, dünyayı, gönlünü, âhını, sevgiliyi, gözyaşlarını, gezindiği çölü her şeyi ateş olarak görür.
Benem bu bahr-i âteş içre Sâfî lenger-endâzam
Dilüm keştî-süvâr-ı kasr-ı nâ-peydâ-yı âteşdür (G. 84-13)
Şiirlerde Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerin kıssalarıyla ilgili biçimde ateş
imgesini kullanmakla birlikte şiiri ve güzel şiir söyleyen şairlerin dilini de ateşe benzetir.
Çerâğ-ı dûdmân-ârâ-yı hâssu‟l-hâss-ı „irfânam
Bana gülzâr-ı İbrâhîm olur bu tûde-i âteş (G. 141-2)
Bu Tûr-ı şu‟le-i envâr-ı dîdâr-ı tecellîde
Şerâr-ı âteş-i Mûsâ-yı „İmrân oldığum kaldı (G. 277-30)
Şerâr-ı tab‟-ı âteş-bâz-ı Sâfî‟den hakîkatde
Degüldür bu gazel bir âteş-i sûzân kalmışdur (G. 81-16)
1434 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Mutrib-i hoş-nagme-i devr-i Hicâz u Isfahân
Merhabâ ey Sâ‟ib-i âteş-zebânum merhabâ (G. 19-11)
Şair, genellikle aşk ve hasret konularıyla yan yana getirdiği ateşi, bazen de şarapla
ilişkilendirir. Mizacı, ateş renginde ve etkileyiciliğinde olan şarapla buluşunca, âşık mehtabın keteni yıpratması gibi kendinden geçer. Bir başka beyitte vatan sevgisi ağır gelip de ateşe dönüşünce âşığa Nemrud‟un ateşi bile gül bahçesi gibi gelmektedir.
Bakılsa penbe vü âteş gibidür sâgar-ı rengîn
Mizâc-ı ehl-i takvâya ketân ü mâh-tâb ammâ (G. 6-13)
Cezbe-i hubb-ı vatan oldı tılısm-ı âteş
Nâr-ı Nemrûd bana oldı gülistân-ı edeb (G. 40-43)
2.2.4. Istırap:
Sebk-i Hindî‟nin başlıca konularından biri olan ıstırabı her iki şair de somut ya da soyut
birtakım unsurlara benzeterek kullanmışlardır. Şairler, ıstırap duygusunun türlü aşamalarını ifadeye çalıştıkları cefâ, gam, derd, belâ, keder, gussa, elem, mihen, mihnet, endûh, kahr, cevr ve sitem gibi sözcükleri alışılmamış bağdaştırmaları da kullanarak sık sık ele almışlardır. Bu sözcüklerin kullanım sıklıklarını ortaya koyan aşağıdaki tablodan da anlaşıldığı üzere Şeyh Gâlib Divan‟ındaki
614 manzumede (32 kaside, 73 tarih, 13 terci-i bend, 8 müseddes, 18 tahmis, 2 muhammes, 11 şarkı, 10 mesnevi, 1 bahr-i tavil, 336 gazel, 1 mersiye, 2 lugaz, 43 kıt‟a, 64 rubai) bu sözcükler 407 defa tekrarlanmıştır. Buna karşılık 18 kaside, 28 musammat (Biri gazellerin arasındadır.), 287 gazel, 1 kıt‟a, 4 rubai olmak üzere toplam 338 manzumede söz konusu on dört unsur 426 defa tekrar edilmiştir. Görüldüğü gibi Sâfî, daha az manzume kaleme almasına rağmen Şeyh Gâlib‟e göre ıstırap ve onun doğurduğu diğer hisleri daha fazla anmıştır.
Istırab ve Onunla İlgili Sözcükler Şeyh Gâlib Sâfî
cefâ 27 32
gam 134 170
ıstırab 8 4
derd 79 66
belâ 48 20
keder 11 9
gussa 3 1
elem 5 12
mihen 2 1
mihnet 10 40
endûh 3 8
kahr 8 40
cevr 31 12
sitem 38 11
TOPLAM 407 426
Tablo 2: Istırab ve onunla ilgili sözcüklerin kullanım sıklığı.
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1435
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
2.2.5. Tezat:
Az sözle çok şey anlatma gayreti içinde olan Sebk-i Hindî şairi, teşbîh, istiâre, mecâzî
telmîh, leff ü neşr gibi sanatları ön plana çıkarırlarken anlaşılmayı zorlaştırmak için birbirine aykırı anlamları bir araya getirmişlerdir. Özellikle tezat kullanımı şiire farklı bir bakış açısı ile yaklaşılmasına ve zihinde tasarlanabilecek alışılmış kavramlar için uzak bağdaştırmaların meydana
getirilmesine yardımcı olmuştur. (Öztekin 2009, 522-523)
Şeyh Gâlib‟in alışılmamış bağdaştırmaları böyle bir zıtlıkla ne şekilde kullandığını ortaya koymak için gazellerinde en çok kullandığı bağdaştırmalardan biri olan “dil” (gönül) gibi soyut bir
kavramı tezatın içine nasıl dâhil ettiği üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Gâlib, soyut bir unsur olan gönlü, somut bir unsura, kuşa benzeterek onun aciz kanadının
ulaştığı noktayı “Kaf Dağı” olarak görür ve gönlün anka kuşu olduğunu ilan eder. Yani şair, insanın iradesi içinde yer eden acziyet gibi bir dereceyi Kaf Dağı‟nın sakini olan ankaya yakıştırmakta, böylece zıtlık gösteren iki unsuru yan yana getirmektedir.
Bâl-i aczin ferş-i râh eyler talebde Cebreil
Murg-ı dil ankâ-yı kâf-ı lâ-mekân olsun da gör (G. 71-4)
Bir başka beyitte, âşık dışında herkes için bir sıkıntı mekânı ve zamanı olan mahşer, gönül âlemi için rahatlıktır. Mahşer ve rahatlık gibi zıt iki kavramı birlikte ele alan şair, gönlün mahşer karşısındaki tavrına da işaret etmiş olur.
Âşûb-ı gamınla dest-i mahşer
Râhatgede-i cihân-ı dildir (G. 101-6)
Bir diğer beyitte, gönülden kopup gelen ateşli gözyaşlarını kırmızılık itibariyle yakutla
bağdaştıran şair, gerçekte ateşin olduğu yerde su bulunmamasına rağmen, gönlü ateşle somutlaştırmış ve gözyaşını bu ateş yerinden çıkan ya da ateşin sebep olduğu su olarak hayal etmiştir.
Yâkût-ı sirişkiz yerimiz dîde vü dildir
Âteşle sudan hâsıl olur bir güheriz biz (G. 107-10)
Gâlib, gönül ile başka zıt unsurları da bir arada kullanır. “Panzehir-zehir, kesret-vahdet,
rûşen etmek-zulmet” sözcükleri ile birbirine zıt olan iki unsuru, iki ayrı mısrada kullanarak hem şekil bakımından bir paralelik sağlamış hem de sözcüklerin anlamının doğurduğu zıtlıktan faydalanmıştır: Bakış zehri, gönül panzehrini etkisiz hâle getirmek niyetindedir. Kesret denizi içinde eşsiz bir inci olan âşık, gönül (vahdet) sarayında vahdet içindedir. Gönül çırası, pervane böceği, karanlıklar içinde kalmasın diye aydınlık olmalıdır.
Bakdı keskin buldu pâ zehr-i dilin hâsiyetin
Etdi zehr-âb-ı nigehden hançer-i burrânı sebz (G. 108-5)
Dürr-i yetîm-i mevce-i deryâ-yı kesteriz
Vahdet-sarâ-yı dilde dahı bir bulunmuşuz (G. 126-6)
Rûşen et çeşm-i çerâg-ı cân u dil bulsun safâ
Zulmet içre kalmasın pervâne Allâh aşkına (G. 286-5)
1436 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Sâfî, alışılmamış bağdaştırmaların içinde en çok somutlaştırdığı “aşk”ı tezat birtakım
unsurlarla şu şekilde kullanmıştır: Tecelli zevkine ermek isteyen kişi, aşk kilisesi içinde Hz. Musa‟yı anmalıdır.
Eğer zevk-i tecellîden haberdâr olmag istersen
Bu deyr-i „aşk içinde Mûsi-i „İmrân olur peydâ (G. 3-9)
Başka bir beyitte, çölün içinde akarsu olması mümkün olmadığı hâlde aşk çölünde âşığın
iki gözünden akan yaşlar Ceyhun olmuştur.
Dâmen-i sahrâ-yı „aşk içre benüm her subh u şâm
Her dü-çeşmüm eşk-bâr-ı hasretüm Ceyhûn olur (G. 91-8)
Sâfî, Hz. Musa‟nın Tur Dağı‟nda yolunu kaybetmesi üzerine karşılaştığı yanan ağacın
ışığının, siyah nur perdesinden çıktığını söyleyerek ve bu durumu Hz. Musa‟nın mucizesinin aşk sabahına benzeterek “siyah nur” ile “subh” sözcüklerinin yarattığı zıtlığı ortaya koymuştur.
Perde-i nûr-ı siyehden şu‟le-i nâr-ı şecer
Subh-ı „aşk-ı mu‟ciz-i Mûsâ-yı „İmrân gösterür (G. 107-16)
Diğer bir beyitte, dünyanın güzelliklerinin sufiler için haram ancak aşk şarabının helal
olduğunu söyleyen şair, “helal” ve “haram” sözcükleri ile yarattığı anlam zıtlığı yanında aynı Gâlib‟de olduğu gibi bir paralellik de ortaya koymuştur.
Bâde-i „aşk-ı Hudâ ber-mûcib-i fetvâ helâl
Mezheb-i rindânda sûfî mihr-i dünyâdur harâm (G. 218-4)
2.2.6. Üslûb-ı Muâdele:
Osmanlı sahası Sebk-i Hindî şiiri araştırmalarında bir içerik özelliği olarak kabul edilen (Babacan 2008, 447) üslûb-ı muâdele, Kedkenî tarafından “üslûb-ı muâdele” olarak adlandırılan ve
bir beyti oluşturan mısraların gerek gramer gerekse anlam bakımından birbirinin bağımsızlığını esas alan bir yapıdır. (Mum 2007, 386)
Üslûb-ı muâdele, Sebk-i Hindî şairlerinin yeni anlamlar bulmalarına ve yeni mazmunlar
oluşturmalarına imkân sağlarken, herhangi bir soyut düşüncenin, diğer mısrada örneklendirilmesi sonucu somut hâle gelmesine de yardımcı olmaktadır. Bu üslûbun yapısı şöyledir: “Mısra-ı makûl” ya da “pîş-mısra” denilen ilk mısra, soyut düşüncenin dile getirildiği mısradır. “Mısra-ı mahsûs” ya da “mısra-ı berceste” denilen ikinci mısra ise somutlaştırmanın yapıldığı mısradır. İki mısra arasındaki bağlantıyı kuran sanatlar ise teşbîh, telmîh, leff ü neşr ve hüsn-i tahlil gibi sanatlardır. (Babacan 2008, 316) Üslûb-ı muâdelede verilen somut olay, klasik somut olay örneklemesinden farklıdır. Burada hem öne sürülen düşüncenin hem de verilen örneğin bir kanaat, gözlem ya da
inanca dayanması gerekmektedir. (Babacan 2010a, 847-848)
a. Teşbîh Yoluyla Yapılan Üslûb-ı Muâdele
Tespitlere göre klasik üslup şairleri daha çok mufassal (teşbîhin bütün unsurlarının kullanıldığı teşbîh) ve mücmel teşbîhleri (benzetme yönü söylenmemiş teşbîh) tercih ederken Hint üslûbunu takip eden şairler daha çok beliğ teşbîhi (teşbîhin iki temel öğesinin söylendiği teşbîh)
tercih etmişlerdir. (Babacan 2010b, 762) İlk beyitte Gâlib, gönlü inciye, cezbe denizini derûn-ı sadefe ve ıstırabı habâba benzeterek beliğ teşbîh; ikinci beyitte ise gönlü Kâbe‟ye benzeterek ancak benzetme edatını söylemeyip benzetme yönünü, benzeyen ve kendisine benzetileni söylediği için müekked teşbîh (mucez, muhtasar) yapmıştır.
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1437
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
O bahr-i cezbede kim gönlüm ıztırâba gelir
Güher derûn-ı sadefden çıkıp habâba gelir (G. 50-1)
Seng-i siyâh-ı ta‟n ile gönlüm yıkıldı lîk
Vîrânedir ki Beyt-i Mükerrem sanır gören (G. 245-3)
Sâfî, gönlünü nazım ve nesir meydanının ustalığı içinde bir gazanfere benzeterek beliğ
teşbîh yapar. Bu benzetme ikinci mısrada gönlün ere teşbîhi ile pekiştirilir. Ayrıca şair, nazım ve nesrinin laf olmadığını da vurgulamış olur.
Pîşezâr-ı nazm u nesr içre gazanferdür gönül
Er gerekdür hamleme ben degülem lâf u güzâf (G. 162-4)
b. Leff ü Neşr Yoluyla Yapılan Üslûb-ı Muâdele
Leff ü neşr, ilk mısrada en az iki şeyi söyleyip ikinci mısrada bunlarla ilgili benzerlik ve
karşılıkları vermek (Dilçin 2000, 437) suretiyle oluşturulan bir sanattır. Aynı zamanda sözcüklere birebir karşılık verildiği için hem lafızla hem de anlam yönüyle ilişkilidir. Bu sebeple soyut unsurları somutlaştırmak üslûb-ı muâdele için kolaylıkla kullanılabilecek bir yapıdadır. Bu sanatta
iki yol takip edilir:
1. Temsîl: Şair, ilk mısrada genel bir yargı, düşünce vs. ortaya atarak diğer mısrada söz konusu kavramlarla ilgili temsîlî unsurları sıralar. Bu kavramlar genellikle telmîh esaslıdır.
(Babacan 2010a, 849) Misal olarak ilk beyitte Gâlib, “küniştin gönl”ü ve “esir-i küfr”ü “büt-i Hak-gûy” ve “Mansûr”; ikinci beyitte “kalb”i ve “akl”ı “Eflatun” ve “Aristo” biçiminde temsîl ederek somutlaştırmıştır Ancak Sâfî, bu biçimde somutlaştırmayı tercih etmemiştir.
Bir küniştin gönlün olmuşdur esîr-i küfrü kim
Her bût-i Hak-gûyi bir Mansûr‟a eyler itirâz (G. 145-3)
Kalb-i dânâ olmaz akl-ı maâşa mesken
Arama hum-ı Felâtûnda Aristâlisi (G. 334-4)
2. Kavramsal karşılık bulma: Teşbîh esas alınarak oluşturulan bu leff ü neşrde birinci
mısradaki kavramlara karşılık ikinci mısrada verilen kavramlar, birinci mısradakilerin benzetileni olmuştur. (Babacan 2010a, 849) Aşağıdaki örneklerde her iki şairden de aralarında benzerlik ilgisi olan ve birbirinin karşılığı biçiminde söylenmiş beyitler görülmektedir.
Gâlib,
Kanlar akar aceb ki bu çeşm-i sefîdden
Hûnâbe hîz bu çeşm-i kâfûrdur bana (G. 1-11)
Sâfî,
Tenük-magzân-ı ‘âlem nûr-ı Hakk‟dan bî-basîretdür
Ne zevk alsun şu’â’-ı mihr ü mehde dîde-i hizbâ (K. 1-138)
Haber virdi bu sırrı ‘âlem-i gayb-ı hüviyyetden
Nihân olmaz ‘ayândur gün gibi âyînede cevher (K. 9-22)
1438 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
c. Telmîh Yoluyla Yapılan Üslûb-ı Muâdele
Şair, ilk mısrada yer alan soyut bir fikri ikinci mısrada telmîhe dayalı olarak somut bir
olay, kişi ya da unsurla somutlaştırma yoluna gider. Gâlib, eşsiz, tek manayı kilisedeki İsa tasviri olarak somutlaştırırken; Sâfî, nazlı yaradılışını bir rakkasa benzetmekle kalmayıp ikinci mısrada onu sema eden bir Mevlâna gibi hayal etmektedir.
Bâlâ-rev olan ancak manâ-yı mücerreddir
Tasvîri Mesîhânın büt-hânede kalmıştır (G. 59-2)
„Aceb rakkâsdur gerdûn-ı tab’-ı „işve-engîzüm
Celâlü’d-dîn-i Mevlânâ gibi gelmekde devrâna (G. 247-18)
2.2.7. Teşhîs ve Tecsîm:
Mecâz-ı mürsel ve istiâre olmak üzere iki yolla yapılan teşhîs, cansız veya zihnî bir varlığı maddî ve gerçek hüviyete kavuşturarak ona insana has nitelikler kılma sanatıdır. Eğer soyut varlıklar alışılmamış bağdaştırmalar ile somutlaştırılıp insana ait özellikler atfedilirse bu tür teşhîse
tecsîm denir. Sebk-i Hindî şairleri kapalı istiâre yoluyla teşhîs sanatını kullanırlar. Teşhîs belli yollarla yapılmaktadır. (Babacan 2012, 377-383) Şehy Gâlib ve Sâfî‟nin şiirlerinden örnekler vererek inceleyelim:
1. İnsan tarafından yapılan eylemin, cansız bir varlığa atfedilmesi:
Gâlib, her iki mısrada da cansız unsurlara insanî tavırlar yüklemiştir. “Gamze” cellat ve
“tâlih” kişiyi helâk eyleyen bir insan durumundadır.
Reşk-i Mirrih-i felekde gamze-i cellad-veş
Etmezem tâli‟le ünsiyet helâk eyler beni (G. 330-4)
Sâfî ise gözü sarhoş, lâlenin bağrını yaralı, nergisin gözünü uykulu olarak hayal etmiştir.
Çeşminün esrüklügi vü zülfinün sevdâsıdur
Lâlenün bağrında dâğ u nergisün çeşminde hâb (G. 37-4)
2. İnsana ait bir eşyanın ya da uzvun cansız varlıklara atfedilmesi (istiârî teşhîs):
Gâlib, mehtabın eliyle eteğini tuttuğunu, Sâfî ise gönlün nazik mizaçlı şişesinin kırıldığını
söyleyerek her iki cansız varlığı da insan uzuvlarıyla bağdaştırmıştır.
Bendesi Yûsuf gibi bir Sîneçâk
Kim eteğin tutdu kef-i mâhtâb (G. 16-18)
Zâhid-i hod-bîn kavl-i Hakk’dan eyler i’tirâz
Şîşe-i nâzik-mizâc-ı hâtırı meksûr olur (K. 6-74)
3. Cansız varlığın insanın bir özelliğine benzetilerek kullanılması (temsîlî teşbîh):
Çoğu kez üslûb-ı muâdeleden faydanılarak ilk mısrada yer alan cansız varlık, ikinci
mısrada bir insanî vasfa büründürülerek teşhiş oluşturulur. Sanatın oluşmasında teşbîh rol oynamaktadır. Gâlib, sevgilinin dudak tüylerini öpmenin saç tarafından engellenemeyeceğini, saç böyle bir fetva verirse Kurân‟a aykırı olacağını söylerken, saçı müftüye teşbîh etmiş olur.
Sebk-i Hindî Tesirinde İki Şair: Şeyh Gâlib ve Sâfî 1439
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
Men eyleyemez bûs-ı hat-ı la‟lini zülfün
Fetvâsı anın âyet-i Kur‟ân‟a muhâlif (G. 162-2)
Sâfî’den alınan örnek beyitte ise felek, ayı ve güneşi yüzüne duvak yapan bir geline
benzetilmiştir.
Devr-i zülfünde görüp âyine-i dîdârun
Çarh gökde yüzine mihr ü mehi itdi tuvak (G. 164-6)
4. Soyut düşünce ve kavramlara insansı özellikler verilerek cisimlendirme (tecsîm):
Gâlib, “Tecelli nurunun sarhoşudur.”, Sâfî, “Tufanın sonsuz denizinin gemicisidir.”
diyerek gönlü cisimlendirmiş, böylece tecsîm sanatını uygulamışlardır.
Gönül kim mest-i envâr-ı tecellîdir sipihrin ben
Harâb-ı sâf-ı mehtâb olsa içmem câm-ı mâhından (G. 237-6)
Dilüm keştî-süvâr-ı bahr-i bî-pâyân-ı tûfândur
Gıdâdur şâh-ı mercân bu neheng-i bahr-i tûfâna (G. 246-15)
SONUÇ
XVIII. yüzyıl şairlerinden Sâfî‟nin şiirleri değerlendirildiğinde şiirde manayı daha fazla önemseyen aynı zamanda sözün önemini de kabul eden bir şair olduğunu söylemek mümkündür. Sebk-i Hindî‟den oldukça etkilenen şair, geniş hayal gücünü ve mübalağayı şiirlerinin ana
malzemesi yaparak söz konusu üslûbu benimsediğini göstermiştir. Ayrıca Sâfî‟nin sözü azaltan, anlamı çoğaltan sanatları kullanması, tezat, teşhiş ve tecsîm ile üslûb-ı muâdeleye bağlı olarak telmîh, hüsn-i ta‟lil, teşbîh ve leff ü neşre dair örnek teşkil edebilecek beyitleri kaleme alması onun bu üslûba yakınlık derecesini ortaya koymaktadır. Bunların yanında genişletilmiş tamlamalar, yeni kelimeler, konuşma dili, alışılmamış bağdaştırmalar, aşırı hayal, mübalağa, sıfatların sıralanması, hikmet, ateş ve ıstırap gibi özelliklerin şiirlerde yer alması ve üstelik söz konusu örneklerin sıklıkla tekrarlanması Sâfî‟nin benimsediği üslûba dair kuşkuları ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca Tur-Musa-
tecelli, hayret, girdâb, tasavvufu içerik gibi konular da Sâfî‟nin şiirinde yer ettiği hâlde bunlar bir başka çalışmaya bırakılmıştır.
Şiirlerinde Hakânî, Nefî, Sâ‟ib, Gâlib, Şevket, Örfî ve Hoca Neş‟et gibi şairleri
beğendiğini söyleyen Sâfî‟nin şiirinde belirlenen özelliklerden de yola çıkarak Sebk-i Hindî olması mümkündür. Sebk-i Hindî‟nin temsilcisi sayılan şairlerin bile bu üslûbun bütün özelliklerini sergilemedikleri malûmdur. Sâfî‟nin bütün şiirlerinin söz konusu akımın her özelliğini sergilediği iddiası da söz konusu değildir.
KAYNAKÇA
BABACAN, İsrafil (2010a), “Necati‟nin Gazellerinde Kullanılan Kimi Somutlayıcı Anlatım
Yolları, Turkish Studies, Volume, 5/3, Summer, s. 843-854.
BABACAN, İsrafil (2010b), “Sebk-i Hindî Şiirinde Teşbîh ve İstiâre Tercihindeki Farklılıklar”,
Turkish Studies, Volume 5/1, Winter, s. 756-773.
BABACAN, İsrafil (2008), Klasik Türk Şiiri‟nde Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu),Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
1440 Özlem ERCAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/9 Summer 2013
BABACAN, İsrafil (2012), Klâsik Türk Şiirinin Son Baharı Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu), Ankara:
Akçağ.
DEMİREL, Şener (2006), “17. Yüzyıl Sebk-i Hindî Şairlerinden Nâilî ve Fehîm‟in Şiirlerinde
Somutlaştırma veya Alışılmamış Bağdaştırmalar”, Sözde ve Anlamda Farklılaşma, İstanbul: Turkuaz Yayınları, s. 34-88.
DEMİREL, Şener (2000), “Ateş Redifli İki Matla Beytinin Karşılaştırmalı Tahlil Denemesi”, Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C. 10, Sayı 2, s. 65-89.
DİLÇİN, Cem (2000), Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara: TDK.
ERCAN, Özlem (2013), “Bektâşî ve İşrâkî Bir Şair: Sâfî, Hayatı ve Divan‟ının Nüshaları”, Turkish
Studies, Volume 8/1, Winter, s. 1375-1395.
KAPLAN, Mahmut (2007), “Şeyh Gâlib‟in Şiir Anlayışı”, Turkish Studies, Volume 2/4, Fall, s.
455-465.
MUM, Cafer (2006), “Sebk-i Hindî‟de Beyit Yapısı, Paradoksal İmajlar ve Çoklu Duyulama”,
Sözde ve Anlamda Farklılaşma: Sebk-i Hindî 29 Nisan 2005 Bildiriler (Hazırlayanlar: Hatice Aynur, Müjgan Çakır, Hanife Koncu), İstanbul: Turkuaz Yayınları, s. 108-141.
MUM, Cafer (2007), “Orta Klasik Dönem (1600-1700) Sebk-i Hindî”, Türk Edebiyatı Tarihi, C. II,
İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.
OKÇU, Naci (2011), Şeyh Gâlib Divanı, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
ÖZTEKİN, Özge (2009), “Eski Şiire Diyalektik Gönderme: Sebk-i Hindî‟nin Alışılmamış Bağdaştırmalarında Metaforik Bir Yansıma Olarak Karşıtların Birliği”, Turkish Studies,
Volume 4/1-I Winter, s. 519-528.
PALA, İskender. (1995) “Gâlib Vardır Şeyh Gâlib‟den İçerü”, Şeyh Gâlib Kitabı, İstanbul: İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, No: 18.
Sâfî Divanı, Millî Kütüphane, Yazmalar, FB/245.
Sâfî Divanı, Millî Kütüphane, Yazmalar, A/8870.
YILDIRIM, Ali (2007) “Siyah-bahar Tamlamasının Bir Üslup Özelliği Olarak Divan Şiirinde Yer
Alması”, İlmi Araştırmalar, S. 23, s. 1-10.
http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20%20EDEBIYATI/sener_demirel_naili_ve_fehim_siir
ler.pdf (12.06.2013)
http://www.nisanyansozluk.com/ (03.06.2013)