sİ kızıl bayrak 2009 - 04

32
Sosyalizm İçin Düzen partilerinin seçim oyunlarına ve reformist solun dayanaksız hayallerine Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde! hayır! Sayı: 2009/04 30 Ocak 2009 1 TL

Upload: kizilbayrak

Post on 11-Mar-2016

241 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2009 - 04 / Ocak

TRANSCRIPT

Sosyalizm İçin

Düzen partilerinin seçim oyunlarına ve reformist solun

dayanaksız hayallerine

Çözüm devrimde,

kurtuluş sosyalizmde!

hayır!

Sayı: 2009/04 30 Ocak 2009 1 TL

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERErgenekon operasyonu Özbek çetesine

yöneldi… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3

Çankaya’da Ergenekon toplantısı… . . . 4

Şer üçlüsü toplandı…. . . . . . . . . . . . . . . 5

Türk Metal çetesi asalak burjuva sınıfın

bir parçasıdır! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Gerçek hesaplaşma metal işçileriyle

Türk Metal çetesi arasında yaşanacaktır!7

Emekçiler krize karşı alanlara çıktılar… 8

15 Şubat İstanbul mitingi üzerine... . . . . 9

Sinter ve Gürsaş direnişlerinden... . 10-12

Direnişçi Gürsaş işçileri ile konuştuk... 13

İşçi ve emekçi hareketinden... . . . . 14-.15

Yerel yönetimler ve liberal

yanılsamalar - H. Fırat . . . . . . . . . 16-18

ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer! . 19

Devlet madalyasından Kocatepe törenine

kontrgerilla gerçeği… . . . . . . . . . . . . . 20

Kriz karşıtı faaliyetlerden... . . . . . . . . . 21

Sınıf çalışmalarıdan.... . . . . . . . . . . . . . 22

Gençlikten... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23

Ateşkes sonrası Gazze.... . . . . . . . . . . . 24

“Davos Zirvesi”ne hazırlık…. . . . . . . . 25

Dünyadan... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

Obama ve yıkılan hayaller.... . . . . . . . . 27

Avrupa’da krize karşı paneller… . . . . . 28

Yerel seçimler ve devrimci tutum

M. Can Yüce . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29

Eylem ve etkinliklerden... . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Gün MatbaacılıkBeşyol Mah. Telsizler Mevkii Akasya Sk. No. 23/A

İSTANBUL / Tel: 0 (212) 426 63 30

Sayı: 2009/04 l 30 Ocak 2009Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Gülcan CEYRAN EKİNCİEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Krizin işçi sınıfı ve emekçilere daha fazla işsizlik,düşük ücret, esnek çalışma, ücretli/ücretsiz izinler vb.şeklinde ödettirilmeye çalışıldığı süreçte Türkiye’ninbirçok yerinde mitingler gerçekleştirildi. Adana,Kocaeli, İzmir, Lüleburgaz’da gerçekleştirilenmitinglere binlerce işçi ve emekçi katıldı, taleplerinihaykırdı.

Önümüzde Türk-İş, DİSK ve KESK’in ortakdüzenleyeceği 15 Şubat İstanbul mitingi var. Sendikakonfederasyonlarının dışındaki devrimci, demokrat,ilerici kurum ve örgütleri yok sayarak örgütlemeyeçalıştığı mitingin karar alma sürecine dair pek çok şeysöylenebilir. Ancak sendika bürokratlarının bututumuna rağmen mitingin onbinlerce işçi ve emekçinin“Krizin faturasını kapitalistlere ödetme!” şiarıylataleplerini haykırdığı mücadele mevzisine dönüşmesiiçin etkin ve yaygın bir ön çalışma yürütülmesigerekmektedir.

Mitinge etkin bir katılımın gerçekleşmesi içinbugünden sanayi havzalarında ve emekçi semtlerindetaleplerin işlenmesi, işçi ve emekçilerin eylemlitepkisini açığa çıkaracak bir hat izlenmesigerekmektedir. Mitingi krize karşı mücadelenin birparçası olarak gören ve mücadelenin bundan sonrasıiçin güçlenerek sürmesi gerektiğini savunan tümdevrimci güçler, ilerici unsurlar ve emek örgütleri bunagöre konumlanmalıdır. Etkin ve yaygın bir ön çalışmayıhedeflemelidir. Bu görev başta sınıf devrimcilerinedüşmektedir.

İşin bir yanı güçlü ve etkin bir ön hazırlık süreci isediğer yanı mitinge kitlesel katılım sağlanması veemekçi kitlelerin temel ve güncel taleplerini eylemalanına yansıtmasıdır. Bunun için yaygın birpropagandanın yanı sıra işçi ve emekçilerin yoğunolarak bulunduğu alanlarda gerçekleştirilecekeylemlerle mitinge çağrı yapmak anlamlı olacaktır.

***2. Ümraniye İşçi Kurultayı 1 Şubat Pazar günü

saat 11:00’de Yıldız 1 Düğün Salonu’ndagerçekleşecek. “Örgütlenmenin önündeki engelleriaşmak için” şiarıyla gerçekleşecek olan Kurultay’ınözellikle sermayenin sendikal örgütlülüğe yöneliksaldırıların arttığı bir dönemde gerçekleşmesi

anlamlıdır.Kurultay’ın bölgedesendikalaşmatalebiyle yola çıkan,bu nedenle iştenatılan ve direnişegeçen Sinter,Gürsaş vb.işçilerininmücadelesinigüçlendiren birmisyon oynamasıdileğiyle 2.Ümraniye İşçiKurultayı’nıselamlıyor, tüm işçive emekçilerikurultaya katılmayave güç vermeyeçağırıyoruz.

***Sınıf devrimcileri birçok yerde kapitalizm ve kriz

başlığı altında etkinlikler düzenliyorlar. Krize karşımücadelenin görevlerini tartışmak amacıylagerçekleştirilen etkinliklerden biri İstanbul’da diğeri iseİzmir’de 8 Şubat’ta gerçekleşecek.

İstanbul’daki panelde krizden ilk önce ve en fazlaetkilenecek kesim olan emekçi kadınların sorunlarıişlenecek. Emekçi Kadın Komisyonları 8 Şubattarihinde TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nda“Kapitalizm, kriz ve emekçi kadınlar” başlığı ile birpanel gerçekleştirecek. Panele, Petrol-İş Kadın DergisiGenel Yayın Yönetmeni Necla Akgökçe, Araştırmacı-Yazar Gaye Yılmaz ve Emekçi Kadın Komisyonlarıtemsilcisi konuşmacı olarak katılacaklar.

İzmir’de BDSP’nin düzenleyeceği sempozyumunbaşlığı “Kapitalizmin krizine karşı işçi sınıfınınmücadelesi nasıl olmalı?” 8 Şubat Pazar günü saat12:00’de TÜMTİS’in toplantı salonunda gerçekleşeceksempozyum üç oturumdan oluşuyor.

Her iki etkinliğe de tüm işçi ve emekçilerin,devrimci güçlerin, ilerici unsurların, sendikacıların,emek dostlarının katılımını bekliyoruz.

KKiittaappççıı vvee bbaayyii ii lleerrddee.. .. ..

Sosyalizm İçin

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Ergenekon operasyonlarının yeni hedefi TürkMetal’in başı Mustafa Özbek ile yardımcıları oldu.Uzun süredir “gözaltına alınacağı” söylentileridolaştığı için bu gelişme sürpriz değildi. Özbek vesendikası, Ergenekon operasyonunun siyasalhedeflerinin tam ortasında duruyordu. Öyle ki, sahibiolduğu Avrasya TV başta Kıbrıs konusu olmak üzereşoven “ulusalcı” muhalefetin ana odağı halinegelmişti. Ayrıca operasyon çerçevesinde gözaltınaalınan birçok isimle organik bağlantıları bulunuyordu.Fakat buna rağmen ve neredeyse çevresinedokunulmadık kimse kalmamışken, Özbek ve çetesineuzunca bir zaman dokunulmadı. Dokunmamak içinbelli bir özen gösterildiği de açıktı.

Bunun neden böyle olduğu, Özbek’e dokunmakiçin bunca zamandır niçin beklendiği ve bugün artıkneden dokunulduğu sorusunu yanıtlamak önemlidir.Çünkü böyle yapılırsa, Ergenekon operasyonlarınınsınıfsal özünü açıklamak ve devrimci sınıf tutumunutanımlamak kolaylaşacaktır.

Özbek’e bunca zamandır nedendokunulmadı?

Özbek’e ve çetesine bugüne kadar özenledokunmaktan kaçılmasının nedeni onun sahip olduğugüç değildir. Zira Ergenekon operasyonundan bugünekadar alınmış olanlar içerisinde Özbek nispeten zayıfhedefler arasındadır. Öyle ki, orduda en üst düzeydegörev almış generallerin gözaltına alındığı biroperasyonda Özbek’e gücünden dolayıdokunulmaması iddiasının bir ciddiyeti veinandırıcılığı olamaz.

Özbek’e dokunulmaması onun gücünden değil,fakat gördüğü işlevden dolayı olmuştur. Özbek’iErgenekon operasyonlarının dümen koltuğunda oturangüçler açısından bir süreliğine dokunulmaz halegetiren ihtiyaç, onun sendikal alandaki işlevindenkaynaklanmıştır. Öyle ki MESS grup TİS’leriÖzbek’in son dönemde düzene ve onun egemengüçlerine verdiği en büyük hizmet olmuştur.Dokunulmazlık da buradan gelmiştir. Özbek’in yaptığıbu büyük hizmet, bir bütün olarak tekelci sermayeninyararına olmuştur. Böylelikle de bir süreliğine de olsakendisine dokunulmamıştır. Ancak kullanılıp atılan birmendil gibi, hizmetin görülmesinin ardından gerekenyapılmıştır.

Belirtmek gerekir ki TİS sürecine karşın Özbek’eyine de dokunabilirlerdi. Ancak metal işçisinin

öfkesinin denetim altında tutulmasının zorlaşması veolası bir satış sözleşmesi karşısında bir patlamaolasılığının belirmesi Türk Metal çetesine yapılacakmüdahaleyi geciktirmiştir. Çünkü bir sendikaolmaktan çok Özbek ve çetesinin çıkar ve soygunyuvası olan Türk Metal, böyle bir darbeden sonra içbirliğini sağlamakta zorlanacağı gibi bu çeteye karşıbüyük bir öfke duyan metal işçisine de dişgeçiremezdi. Bu dönem içerisinde Özbekler’inboşluğunu doldurmak üzere hazırlanan bir takımunsurların da etkisizliği görüldüğü ölçüde köprüyügeçene kadar müdahaleden uzak durulmuş oldu.

Sınıfa ve sendikalarına karşı saldırı değil,sınıfa düşmanlıkta ortak olanların

dalaşması!

Egemen güçler açısından işçi sınıfı sözkonusuolduğunda tam bir uyumun bulunduğu buradangidilerek de görülebilir. Ergenekon operasyonunun nedemokratikleşmeyle, ne de çetelerle mücadele etmeklebir ilgisi yoktur. Ergenekon operasyonunu yönetenlerÖzbek’in işçi sınıfına karşı işlediği suçlarla dailgilenmemektedirler. Çünkü işçi sınıfını denetimaltında tutarak onun her hareketini daha filiz halindeezmek biçimindeki Özbek tipinde bir sendikacılığa herzaman ihtiyaç duymaktadırlar.

Diğer taraftan “ulusalcılar”ın işçi sınıfıkarşısındaki konumları da Özbek ve çetesi şahsındanettir. İşçi sınıfına düşmanlık, onun ekonomik-siyasalhareketine karşı Amerikancı düzenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda her türlü kirli ve kanlı işlerindetaşeronluk, bu çetenin tüm bir politikası ve pratiğidir.ABD patentli 12 Eylül darbesiyle oluşturulan sisteminen önemli parçalarından biri olarak örgütlenmiş, uzunyıllar boyunca işçi sınıfına ve toplumsal muhalefetekarşı kullanılmıştır, hala da kullanılmaktadır. Özbekve çetesi de Ergenekon operasyonunun hedefinde olanhemen tüm güçler gibi şoven “ulusalcı” kimlikleri veçizgileriyle artık emperyalizmin ve tekelciburjuvazinin politika ve yönelimlerine ayak bağıolmaktadırlar. Tasfiyenin gerisinde de esas olarak buvardır. Ancak bu halleriyle de Özbek ve çetesişahsında görüldüğü gibi bu “ulusalcı” tayfa, işçi sınıfıkarşısında ABD emperyalizminin ve işbirlikçi tekelciburjuvazinin safında durmaktadır.

Özbekler’in hizmette kusur etmedikleri MESSburjuvazisi, ezici ağırlıkla ABD ve AB merkezli,uluslararası alanda faaliyet gösteren ve sınır

tanımayan tekellerin organik parçasıdır. ABD ve ABemperyalizminin politikaları ve eylemlerinin gerisindede esas olarak bu tekellerin çıkarları bulunmaktadır.Dolayısıyla “ulusalcı” geçinen ancak hayatlarıemperyalizme ve işbirlikçi büyük burjuvaziyehizmetle geçmiş unsurların Amerikan karşıtı gibigösterilmelerindeki abeslik, Özbek sözkonusuolduğunda çok daha belirgindir. Hele hele Özbek halada görevinin başındayken ve daha bir kaç hafta öncebüyük bir uşaklığa yeniden imza atmışken. Sorun“ulusalcılık” kisvesine bürünmüş şoven milliyetçiliğinbelli bir noktadan sonra emperyalizmin çıkar veihtiyaçları için bir ayak bağına dönüşmesindençıkmaktadır. Özellikle Kürt sorunu ve Kıbrıssorununun Amerikancı çözümleri üzerinden çıkarılançatlak sesler bunun ifadesidir. Yaptıkları ve yapmaktaoldukları tüm hizmetlere karşın Özbekler’inharcanması bundan dolayıdır.

Bu tercihin gerisinde aynı zamanda, Özbek veçetesinin metal işçilerine karşı bugüne kadaroynadıkları rolün gereklerini yerine getirecek güç veolanakları büyük ölçüde kaybetmeye yüz tutmalarıbulunmaktadır. Öyle ki, eğer tam da TİS döneminedenk gelen ekonomik kriz yaşanmamış olsaydı, Özbekve çetesinin bu süreçte yerlerini korumaları eskisikadar kolay olmayacaktı. Çünkü metal işçileri TİSsürecinden yıllardır katlandıkları ağır çalışmakoşullarının değişmesini umuyorlar ve yeni bir satışsözleşmesini kolay kolay kabul etmeyeceklerinigösteriyorlardı. Ayrıca metal işçileri arasında Özbekçetesinin kurduğu korku duvarları büyük ölçüdeyıkılmaya yüz tutmuştu ve özellikle genç işçilerarasında boyun eğmeme eğilimi güçlenmekteydi. Krizortamının yardımıyla Özbek ve çetesi zorluğu nispetenkolay aşma olanağı buldu. Ancak bu sonuç onlarınartık eskisi gibi rahat olmadıklarını ve saltanatlarınıntemelsiz olduğu gerçeğini değiştirmedi. Burjuvazi içinkullanım ömürlerinin bitmekte olduğu açığa çıktı.

Sendikal koruculuk sisteminden kurtulmak işçi sınıfının kendi eseri olabilir!

Elbette bu durum metal işçisinin Özbek veçetesinden kurtulduğu anlamına gelmiyor. Çünküburjuvazinin Özbekler’e ihtiyacı olduğu gibi ortadaduruyor. Özbekler’den, Özbek gibi uşaklardanvazgeçemiyor/vazgeçemez. Bundan dolayı Özbek’inkendisi olmasa da, onda en yetkin örneklerinden birinibulan sendikal koruculuk sistemini koruyorlar. Busistemi yeni Özbekler’le güçlendirmek için elindengeleni yapıyorlar, yapacaklardır da. Bu nedenle işçisınıfı için esası yönünden değişen bir şey yoktur.

İşçilerin bu sendikal koruculardan ve koruculuksisteminden kurtulmak için sınıf olarakörgütlenmekten başka bir seçenekleri yoktur. Özbekgibi çürümüş ve çeteleşmiş korucuları sendikalhareketten kovacak, sendikaları sermeyenin elindeişçileri denetlemenin bir aracı olmaktan çıkaracakbiricik güç bizzat işçi sınıfı kendisidir.

İşçi sınıfı düzenin iç hesaplaşmasının ürünü olanErgenekon operasyonundan herhangi bir beklentiiçerisine olamaz. O sendikal korucularla olduğu kadaronları besleyen sermaye düzeninin kendisiyle hesabınıancak kendi öz gücü ve örgütlü mücadelesi ilegörebilir.

Ergenekon operasyonu Özbek çetesine yöneldi…

İşçi sınıfı kendi hesabını kendi görecektir!

Çankaya’da gündem Ergenekon...4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Çankaya’da Ergenekon toplantısı…

Kontralaşmış devleti tahkim operasyonu sürüyor!

11. Ergenekon dalgasından bir gün önce Çankayatepesinde gerçekleşen yemekli toplantı çeşitlitartışmalara yolaçtı. Sermaye medyasında manşetlerekonu olan Çankaya toplantısını, kimileri, dincigericiliğin Ergenekon konusunda yargıya müdahalesiolarak yorumlarken, toplantıya katılan yasama,yürütme, yargı organlarının şefleri ise, Ergenekonsoruşturmasının gündeme gelmediğini iddia ettiler.

Geniş kapsamlı tutuklama dalgasından bir günöncesine denk düşürülen toplantıda, “Ergenekonkonuşulmadı” iddiasına doğal olarak pek itibar edenolmadı. Toplantının esas gündeminin Ergenekonolduğundan şüphe edilmediği için, yargı organlarınınşeflerinin Gül-Erdoğan ikilisinin kanatları altınagirmesi, yargı bağımsızlığının ortadan kaldırıldığıtartışmalarını alevlendirdi.

Gerici cephenin laik kanadının yargıbağımsızlığının yitirildiği iddiası, dinci gericilerisıkıştırmak maksadıyla tercih edilen bir söylemolmanın ötesinde değer taşımıyor. Zira yargının dahaönce bağımsız olduğu iddiası uydurmadan ibarettir.Sorunun özü, yargının geleneksel düzen kanadınınetkisinden çıkıp dinci gericiliğin etkisi altınagirmesidir. Egemenler arası iktidar çatışmalarınınyaşandığı yerde tarafların düzenin yasalarına uyması,ancak zorunlu hallerde söz konusudur. Belirleyiciolan fiili güçler dengesidir.

Toplantının medyada özel ilgiye konu edilmesi,Gül-Erdoğan ikilisini rahatsız etti. Yemeklitoplantının yankılarını “hayretle izlediğini” belirtenAbdullah Gül, medyaya sitem ederken, “Görülendavayla ilgili konuşulur mu, mahkeme başkanları,Cumhurbaşkanı, Başbakan hukuku çiğner mi?” diyesoruyor. Oysa Ergenekon davasının kendisi, devletintepesindeki görevliden dibindekine kadar hepsininhukuku paçavraya çevirdiğinin kanıtlarıyla doludur.

Rizeli patronların yemeğine katılan TayyipErdoğan ise, patronlar huzurunda yaptığı konuşmada,“Türkiye, cesur bir biçimde, kararlı bir biçimdetabularının, korkularının kendisine ayak bağı olangelişmelerin, çeteleşmelerin özellikle mafyanın daüzerine gidiyor” iddiasını ortaya attı. İtalya’daGladio’ya karşı yapılan “Temiz Eller Operasyonu”naatıfta bulunan başbakan, devletin kontraörgütlenmesini temizlediklerini öne sürdü.

Çankaya toplantısının ardından, devletintepesindekiler tarafından ortaya atılan iddialarda,“hukuk sınırları içinde kalarak, devleti-orduyuçetelerden temizliyoruz” söylemi öne çıkarıldı. Oysayapılan, dinci gericiliğin karşıtı olan, ama aynızamanda ABD çizgisi ile belli noktalarda ayrışankesimlerin tasfiyesidir. Tasfiye edilen kanat içindekirli savaş şeflerinin de bulunması, AmerikancıAKP’ye “çeteleşmenin üstüne gidiyoruz” demagojisiyapma olanağı sağlıyor. Bu safsataya inanan ya daöyle görünen bazı liberaller ise, yüzleri kızarmadanhükümetin demokratikleşme için çaba harcadığınıyazıp çiziyorlar.

Oysa bilindiği gibi, işçi sınıfına, ilerici-devrimciharekete, Kürt halkına karşı işlenen ağır suçlarınhiçbiri açığa çıkartılıp failleri cezalandırılmışdeğildir. Cezalandırılmayacaktır da. Çünkü kapitalistdüzenin silahlı bekçileri aynı suçları halen işliyorlar,işleyeme de devam edecekler. Bu suçların hesabını

sormak ise, ancak devrimci sınıf hareketinin gelişipgüçlendiği koşullarda mümkün olabilir. Devlet bazıtetikçileri ya da deşifre olmuş kontra şefleriniharcayacak, ancak kapitalist devlet emekçilere karşıbir “suç örgütü” gibi çalışmaya devam edecektir.

Emperyalist merkezlerde planlanıp işbirlikçilereliyle sürdürülen bir operasyonun,“demokratikleşme” diye sunulması riyakârlığın daötesindedir. Zaten emir Washington’dakiefendilerden geldiği için, devletin hiçbir kurumubuna karşı çıkmıyor ya da çıkamıyor. Devletinomurgasını oluşturan militarist ve bürokratik aygıtlarda dahil, Ankara’daki Amerikancıların tümüErgenekon soruşturmasına onay vermiş görünüyor.Başbakan ile Genelkurmay başkanının haftalıkolağan görüşmeler yapmaya başlamaları ise,koordineli bir çalışma olduğuna işaret ediyor.

Görünen o ki, bu koordinasyon, devletin birkurum olarak çeteleştiğini belgeleyecek suçdosyalarının birlikte ayıklanmasını ve ABD’nin detalebiyle saf dışı bırakılan Avrasyacı eski NATOgenerallerine özenli davranılmasını sağlamayıhedefliyor. Nitekim başbakan ile genelkurmaybaşkanın ilk görüşmesinin ardından, gözaltındakigenerallerden ikisi serbest bırakıldı.

Basına kapalı yapılan Çankaya toplantısında,yeni dalgalarla devam etmesi beklenen Ergenekondavasının nasıl bir seyir izleyeceğinin dekonuşulduğu tahmin ediliyor. Mesele şu ki, budavanın seyri hangi yönde gelişirse gelişsin, sermayedüzeninin işçi sınıfı ve emekçileri hedef alan

saldırıları hız kesmeyecektir. Bu durumda yapılacakşey, demokratikleşme zırvalarını teşhir ederken,sermaye düzeni ile arkasındaki emperyalist güçlerekarşı mücadeleyi yükseltmektir.

Tersanelerde cinayetler gizleniyor!Tuzla tersaneler havzasındaki kuralsızlık tersane patronlarının yaşanan iş cinayetlerini gizleme çabalarıyla

sürüyor. İşçi sağlığı ve güvenliği önlemlerine kaynak aktarmayan tersane patronları yeni ölümlere kapıaralıyorlar. Şimdiye kadar 117 işçi yaşamını yitirirken Tuzla tersanelerinden yeni bir ölüm haberi daha geldi.

25 yaşındaki Hikmet Kaya isimli tersane işçisi, Baykar Raspa Boya isimli taşeron firma bünyesinderaspacı olarak çalışırken, 14 Ocak günü balast tankındaki gaz sıkışmasından kaynaklanan patlama sonucuyaralanarak hastaneye kaldırıldı. Kaya’nın 20 Ocak 2009 tarihinde gerçekleşen ölümünü Tersane İşçileriBirliği Derneği (TİB-DER) yöneticilerine SEDEF Tersanesi işçileri iletti. Kaya’yla birlikte iş cinayetlerinekurban gidenlerin sayısı 118’e çıktı.

Tersane İşçileri Birliği Derneği (TİB-DER) yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi: “SEDEF patronudiğer tüm patronlar gibi bu cinayeti gizlemeyi tercih etti. Cinayet, TORGEM Tersanesi’nde ücret alacaklarıiçin direnen işçilerin TİB-DER’le beraber yürüttükleri mücadelenin kazanımlarını anlattığımız bildirinindağıtımı sırasında SEDEF Tersanesi işçilerinin verdiği bilgilerle ortaya çıktı. 25 yaşındaki Hikmet Kaya’nıncenazesi Memleketi Muş’a gönderildi.

Krizi gerekçe göstererek binlerce işçiyi diri diri açlığın ve sefaletin dipsiz kuyusuna gömenler, çalışma‘şansı’ yakalayabilen işçileri de her türlü ağır çalışma koşulları altında çalıştırmakta ve katletmektedir.Dahası şirket isimleri kirlenmesin diye ölümleri gizlemektedirler. Yüksek ihtimalle de ‘kan parasıyla’ sorununüstünü örtmeye çalışacaklardır. Bu devran böyle gitmez, işçi mezarı kazan bu saltanat uzun sürmez. Bucehennemin sorumluları elbette ki tek başına Sedef Tersanesi patronu Metin Kalkavan değildir, fakat aynızamanda devletin tüm kurumları bu ölümlerin de sorumluları arasındadırlar.

Bilindiği üzere Başbakan R. Tayyip Erdoğan, SEDEF Tersanesi’ni ziyaret ettiğinde tersane patronlarınaaçık destek sunmuştu.

Sözde ‘hüzünlü’ bir konuşma yapan Metin Kalkavan’a karşı ‘Hüzünlü olmayacağız. Bizim abdestimizdenşüphemiz yok ki namazımızdan şüphemiz olsun’ diyebilmişti. Bu, hükümet tarafından tersane patronlarınaverilen açık desteğin en son örneklerindendir. Kalkavan rahat bir şekilde iş cinayeti işleme ve bu cinayetigizleme gücünü kendinde bulabilmiştir.

Buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki; tersane işçilerinin yaşam hakkını gaspedenlere karşı kararlımücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz.”

Krizin faturası kapitalistlere... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Geçtiğimiz Çarşamba günü toplanması beklenenancak Ergenekon soruşturması nedeniyle bir haftagecikmeyle gerçekleşen “Üçlü Danışma Kurulu”toplantısında hükümet, işçi ve işveren temsilcileri biraraya geldiler. Toplantıya Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanı Faruk Çelik, TİSK Yönetim Kurulu BaşkanıTuğrul Kudatgobilik, Türk-İş Genel Başkanı MustafaKumlu, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Hak-İşGenel Başkan Yardımcısı Mahmut Arslan katıldı.

Henüz toplantının sonuçları kamuoyuna yansımadıancak toplantı öncesinde TİSK’in açıkladığı “krizekarşı önlem raporu” patronların hükümetten ve sendikaağalarından beklentilerini göstermektedir. Bugünekadar sermaye kesiminin emirlerini görev kabul edensendika bürokratları ile hükümet, kendilerindenbeklenenleri eksiksiz yerine getirdiler. Sermayebaronları bu kez de kriz gündemi üzerindensendikalardan ve hükümetten beklentilerini dilegetirmiş oldular.

TİSK’in raporunda yer alan ifadeler patronların,krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek içinhazırlıklarını tamamladığını göstermektedir. Rapordanyansıyanlara göre, patronlar krizi bahane ederekkeyiflerince işçi atmanın önünü açacak yasaldüzenlemeler yapılmasını talep ediyorlar. Mevcut işyasasındaki haliyle güdük de olsa iş güvencesinikoruyan maddelerden kriz bahanesiyle kurtulmayaçalışan patronlar olağanüstü hallerde uygulanmaküzere istihdamı koruma kanununun çıkarılmasınıistiyorlar. Patronların “istihdamın korunması”ndankastettikleri “işyerinin varlığının korunması”dır.Raporda yeralan talepler bütününe bakıldığında,korumak istediklerinin işçinin iş güvencesini olmadığıortaya çıkmaktadır. Zira peşi sıra gelen ifade bunuanlatmaktadır: “Bu yasayla kriz dönemlerinde işverenemali yük getiren düzenlemelerin askıya alınmasısağlanmalı.”

Patronların kurtulmak istedikleri bir diğer konu dasüreli, belirli ve düzenli çalışma biçimidir. Özetlepatronlar zaten uygulamakta oldukları esnek çalışma

biçimlerini yasal olarak da güvenceye almakistemektedirler. Raporda yer alan ifadesiylehükümetten beklentileri açıktır; “esnek çalışmabiçimleri daha fazla kullanılmalı”dır.

Patronların uzun bir dönemdir göz diktiği kıdemtazminatı hakkı da kriz bahanesiyle gündeme getirilenbir diğer saldırıdır. Patronlar hükümetten “kıdemtazminatına dünyadaki uygulamalarına benzertarafların üzerinde anlaştığı yeni bir sistemgetirilmesi”ni talep etmektedir. Bir süredir kıdemtazminatının fona devredilerek tırpanlanması yönündetartışmalar yürütülüyordu. Bunun için değişikyöntemler önerilmiş, sermaye kesimi de bazı önerilerezarar edecekleri gerekçesiyle itiraz etmişlerdi. Krizbahanesiyle bir fırsatı daha değerlendirmek niyetindeolan patronlar, kıdem tazminatının tırpanlanmasıyönünde hükümete direktif vermiş bulunuyorlar.

Raporda yeralan bir diğer direktif ise “krizdönemlerinde yapılan toplu sözleşmelerde ‘işyerininvarlığını koruma’ kriterinin getirilmesi”. İşçininpazarlık gücünü zayıflatmayı, grev hakkına saldırmayıhedefleyen patronlar, krizi bahane ederek “işyerininvarlığını koruma” adı altında işçilere sefalet ücretlerinive daha beter çalışma koşullarını dayatmayahazırlanmaktadırlar.

Üçlü Danışma Kurulu’nda görüşülecek konulardanbirisi de ”kısa çalışma ödeneği”dir. TİSK raporunda dakonuya ilişkin şu görüşe yer verilmektedir: “Kısaçalışma ödeneğinin verilme koşulları ve başvurusüreci kolaylaştırılmalı. Halen en fazla 3 ay verilenkısa çalışma ödeneği süresi 10 aya çıkarılmalı.”

Patronların bugüne kadar işçinin lehine bir taleptebulunmadığına göre, kısa çalışma ödeneğinden kimfaydalanacak sorusu akıllara gelmektedir. Eğerhükümet kriz olduğunu kabul ederse, “kısa çalışmaödeneği”nden İş-Kur’a başvuran işletmelerin hepsifaydalanabilecektir. Bu konuda patronların isteğigerçekleşirse, kriz nedeniyle “iş daralması” yaşadığınıiddia eden işletme ve fabrikalarda kısa çalışmaödeneği uygulanacak. Böylece patronlar kısa çalışma

ödeneği süresi boyunca işçilere para ödeme, sigortaödeme, gelir vergisi ödeme yükümlülüğündenkurtulacak. Yani üç ay boyunca patronların cebindenbir kuruş para çıkmayacak. Patronlar kısa çalışmaödeneğinin 10 aya çıkarılmasını bu nedenle talepetmektedirler.

Patronlar bir kez daha krizi fırsata çevirirken olanişçilere olacak. Çünkü işçi işten çıkartıldığında kıdemtazminatı, ihbar tazminatı, kullanmadığı yıllık izinücretlerini alma hakkına sahiptir. İşe iade davası açmahakkı da vardır. Ancak işçi, işyerinde kısa çalışmaödeneği kabul görür ve üç ay boyunca kısa çalışmaödeneği alırsa, bu işyerinde krizin olduğu tescillenmişolacaktır. Bu anlamda işçi üç ay sonra eğer para varsayine kıdem tazminatı alabilir, ancak işe iade davasıaçtığında kazanma şansı yok denecek kadar azdır. İşinhukuksal boyutundan bakıldığında dahi, kısa çalışmaödeneğinin patronların çıkarına olduğu görülmektedir.Üstelik kısa çalışma ödeneği işsizlik sigortası fonundabirikmiş paradan karşılanacağı için işçiye faturası ikikat fazla olacaktır.

TİSK raporunda dile getirilen bir diğer talep de“Kriz öncesi dönemde primlerini düzenli ödeyenişverenlere prim indirimi ve ertelemesi gibi imkanlargetirilmesi”dir. Patronlar krizi bahane ederek işçininsigorta primlerini ödememeyi hükümetten talepetmektedir.

Patronların talepleri faturayı işçi ve emekçilereyıkmaya, kriz bahanesiyle sermayeye daha fazlakaynak aktarılmasına yöneliktir. Bunda şaşılacak biryan bulunmuyor. Zira sömürücü asalaklar milyonlarcaişçi ve emekçinin yıkımı anlamına gelen her durumdandaha fazla nasıl kâr ederiz mantığıyla bakıyorlar.

Önemli olan, bu saldırı ve dayatmalara karşı işçi veemekçilerin ne yapacağıdır. Bugüne kadar işçi sınıfınadefalarca ihanet etmiş olan, sermayeyle işbirliği yapansendika bürokratlarından medet ummak için hiçbirneden bulunmaktadır. Şer üçlüsünü dağıtmanın vekrizin faturasını kapitalistlere ödetmenin yolumücadeleyi büyütmekten geçmektedir.

Şer üçlüsü toplandı…

Sermaye ve uşakları krizin faturasınıişçilere ödetmeye kararlı!

Sendikal koruculardan hesap sorulacak!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Türk Metal çetesi asalak burjuva sınıfınbir parçasıdır!

“Ergenekon soruşturması” çerçevesinde TürkMetal-İş Sendikasının faşist başkanı BaşkanıMustafa Özbek tutuklandı. Tutuklanma değişiktepkilere konu edildi.

Açıktır ki, ne Türk Metal sınıfın çıkarlarınıgözeten bir sendika, ne de Mustafa Özbek sınıftanyana bir sendikacıdır. 34 yıldır saltanat süren ülkücüfaşist Özbek, metal patronlarıyla birlikte sözleşmetaslağı hazırlayabilecek kadar pervasız bir haindir.Sahibi olduğu ART Avrasya adlı televizyonkanalından darbeci paşaları açıkça sahiplenen,düzine düzine mal varlığını açıklamaktançekinmeyen ihanetçi bir kimliktir.

Mustafa Özbek’in devasa serveti

Mustafa Özbek Türk Metal Sendikası’nın 34yıldır değişmez genel başkanı unvanını elindetutuyor. Sendika yönetimini 1975’te ele geçirdi.Sendika içindeki her türden muhalif eğilimi baskı veşiddetle, mafya yöntemleriyle bastırdı. Bu sayedesendikada 34 yıllık saltanatını pekiştirdi.

Özbek 1957 yılında metal işçisi olarak çalışmayabaşladı. 1971 yılında atıldığı sendikacılık hayatında,basamakları hızla tırmandı. 1975 yılında TürkMetal-İş Sendikası’nın genel başkanı oldu.Değişmez genel başkanlık unvanı ve işçi sınıfınaihanette sınır tanımayan kişiliği ile sermayedarlarınen gözde müttefiklerinden biri olmayı başardı.

Faşist sendika ağası, metal patronlarına yaptığıhizmetler sayesinde “hatırı sayılır” bir servetinsahibi oldu. Kırıkkale-Samsun yolunda HABAŞ GazDolum Tesisleri, Ankara Çankaya’da iki apartman,Ankara Çubuk yolunda Metal Kooperatifi’ndedubleks villa, Ankara Keçiören’de iki daire, AnkaraBahçelievler’de iki daire, Ankara Bilkent’te villa,Ankara Gazi Üniversitesi Kooperatifi’nde dubleksvilla, Kırıkkale’de 5 katlı, 10 daireli apartman,Kıbrıs-Girne Çatalköy’de 15 dönüm arazi üzerindeiki villa, Ankara OSTİM’de tüp gaz dolum tesisi,kendine ait bir jeep, eşi ve çocuklarına ait 4otomobil, Ankara Beysukent’te 4 katlı villa,Çubuk’ta havuzlu çiftlik... Bunlar, servetinin birbölümünü, daha doğrusu bilinen kısmını oluşturuyor.

Kıbrıs’ta Özbek ile sendikaya ait mal varlığı dabasına yansımış bulunuyor. Özbek’in KuzeyKıbrıs’taki mal varlığı 1 milyon 189 bin 200 sterlin.Sendika adına kayıtlı malların toplam değeri ise 2milyon 730 bin sterlin.

Bu ihanet şebekesi, sendikanın sahip olduğuvarlığı kişisel gücü gibi kullanıyor. 270 bindolayında üyesi bulunan Türk Metal Sendikası, herişçinden bir günlük yevmiyesini, sendika üyelikaidatı olarak alıyor. Yani 1000 TL ücret alan birişçiden 33 TL sendikaya gidiyor. Mustafa Özbek veçetesinin yönettiği aylık gelir yaklaşık 12 milyonTL’yi aşıyor.

Mustafa Özbek ve tayfası her açıdan asalakburjuva sınıfının bir parçasıdır. Onlar işte bunun içinişçi sınıfı hareketi içinde burjuvazinin ajanı rolünüüstleniyorlar. Ancak ABD’nin ihtiyaçlarıçerçevesinde sermaye devletinin yenidenyapılandırılması süreci ile uyumsuzluk içindeler.Diğerleri gibi, salt bu nedenle operasyonun konusuoldular.

Kontra sendikacıların ve emek düşmanı

kontrgerilla devletinin tüm kirli icraatlarını açığaçıkaracak biricik güç işçi sınıfı ve emekçilerdir. İşçisınıfı ve emekçiler için sürekli yıkım yaratansermaye devleti ayakta kaldığı sürece, kontrgerilla

örgütlenmeleri de, Mustafa Özbek türündenelamanları da var olmaya devam edecektir. Buhainlerden hesap sormanın yolu devrimcimücadeleyi yükseltmekten geçmektedir.

OPSAN’da hak gaspları ve sendikal ihanetEkonomik kriz Türkiye’yi vurmadan önce OPSAN’ı vurmaya başladı. Haziran ayında fabrikada

çalışanların sayısı 400’e yaklaşıyordu. Bugün 60-70 işçi var fabrikada. Fabrika Ford’un tedarikçisi olarakçalışıyor.

İşyeri Topkapı’dan Gebze Organize’ye taşındı. Topkapı’dan buraya büyümek için geldi tabii. Ama geldiğigünden beri bir kez bile işçilerin maaşlarını zamanında vermedi. Üç bazen dört taksitte aldık maaşlarımızı.Krizin vurduğu son aylarda ise iyiden iyiye maaşlarımızı alamaz olduk. Üstelik bizim fabrika dünyanın enbüyük sendikası Türk Metal’de örgütlü. Türk Metal’de örgütlüyüz ama sendikanın varlığıyla yokluğuanlaşılmıyor işyerinde. İşçiler patronla karşı karşıya geldiğinde ise, nasıl oluyorsa sendikacılar ortaya çıkıyorve arayı bulmaya çalışıyorlar. Daha doğrusu işçiyi kandırıyorlar. Bunu özellikle şube başkanı yapıyor. Şubebaşkanının Mustafa Özbek’in yeğeni olduğu söyleniyor.

Gebze’de sendika şubesi varken bir de Aksa şubesinin açılmasını başkanın yeğenine torpil diyorlar. Biz deyaklaşık bir ay önce OPSAN’dan işten atılanlar kervanına katıldık. Ne bizim atılmamıza ne de altıncı aydanberi devam eden işçi atımlarına sendikadan gık çıkmadı. Bazı arkadaşlarımız tazminatsız 25/2’den atıldılar.Bize maaşların verileceğinin söylendiği günde gittik, maaşlar verilmedi. Son aylarda paralarımızı almak işbırakmakla mümkün olmaya başladı. İşyerimiz aynı zamanda MESS Grup Sözleşmesi kapsamında amaMESS’in kurallarını bile uygulamıyorlar.

İş bırakma eylemlerini toplu sözleşme döneminde yaptık. Eylemlerden sonra maaşlarımızı aldıysak daOPSAN’da bir şey değişmedi. En son işten atılan 68 kişinin maaşları ödenmedi. Biz de birbirine ulaşan birgrup işçi olarak 27 Ocak günü fabrikaya gittik ve alacaklarımızı istedik. Fakat muhasebe müdürü “ne zamanverileceği belli değil. Para olunca biz sizi ararız ” deyip, gülerek çekip gitti.

Aynı akşam başka arkadaşlara haber verip bir toplantı yaptık. Sorunu nasıl çözeceğimizi tartıştık. Birarkadaş “fabrikaya girelim, muhatap bulalım, kesin bir cevap alalım” dedi. İşçilerin çoğu kabul etti. Ertesi günfabrikaya gittik ama yine muhatap bulamadık. Bunun üzerine idari binayı işgal etmeye karar verdik ve içerigirdik. Panik halinde olan finans ve muhasebe yöneticileri, kendilerini dövebileceğimizi ama yapacak birşeyleri olmadığını söylediler. İşçilerin çoğu “buraya adam dövmeye gelmedik, paramızı almaya geldik”deyince sakinleştiler ama bizi de jandarmaya ihbar etmişler. Güvence verilmeden buradan çıkmayacağımızısöyledik. Uzun süren tartışmadan sonra idari binaya jandarmalar girdi. “Özel mülkü işgal ettiğimiz”gerekçesiyle suç işlediğimizi söyledi. Jandarmayla sert tartışmalar yaşandı. İşçileri orada tutmak için uğraştıkama başaramadık. Dışarı çıktıktan sonra biraz kapı önünde beklendi. “Burada beklemeye devam edelimparamızı alana kadar” önerisi kabul edilmedi. Çünkü çoğu kira verememiş, hastalarına ilaç alamamış vefaturalar birikmiş. Herkes çalışmak, başının çaresine bakmak zorunda olduğunu söyledi.

Son olarak, hiçbir sorunumuzda bize sahip çıkmayan sendikaya gidip basmayı düşündük. Sendikaya gittik,sabahtan beri sendikada bulunamayan başkan yarım saatte geldi. İşçilerle uzun uzun konuştu, bir kısmına işbulabileceğini söyledi, patronla görüşüp sorunu çözeceğini vaat etti. İşçileri kandırıp başından savmış oldu.Bir kısım işçi başkana açıktan, sendikanın sendika olmadığını, özellikle temsilcilerin fabrikada işçiyi sattığınıve patronun uşaklığını yaptığını söyledi. Eleştirilere yanıt veremeyen başkan da ne söylediğini bilmeyerekişçilere hak verdi! İşçilerin ücretleri almak için iş bırakma önerisini ise “başka işten atmalar olur, zaten işçilerde iş bırakmaz, buna ben yaptıramam” diyerek reddetti. Tüm işçiler sendika başkanına küfrederek çıktılarşubeden.

Opsan’dan BDSP’li işçiler

Sendikal koruculardan hesap sorulacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Gerçek hesaplaşma metal işçileriyle Türk Metal çetesi arasında yaşanacaktır!Ergenekon operasyonlarının başlamasının ardından

gözaltına alınması beklenen Türk Metal Sendikası’nıngenel başkanı Mustafa Özbek ile bazı yönetim kuruluüyeleri nihayet gözaltına alındılar. Mustafa Özbektutuklanırken, diğer yöneticiler serbest bırakıldılar.

Mustafa Özbek’in gözaltına alınmasının ardından,hem Türk Metal Sendikası’nın çeşitli düzeydekiyöneticilerden hem de Özbek’in gizli sahibi olduğuAvrasya TV’den, sendikacı kimliği, milliyetçiliği,Atatürkçülüğü, ulusalcılığından dolayı ve AKPkarşıtlığı üzerinden Özbek’e destek açıklamalarıyapıldı. Kimi düzen partilerinin temsilcileri vemilletvekilleri de bu destek gösterisine katıldılar.Böylece sicilli bir sınıf satıcısı olan M. Özbek’inmasum bir sendikacı olduğunu ispatlamaya veemekçilere yutturmaya çalışıyorlar. Yüzbinlerceişçinin üyesi olduğu bir sendikanın başkanına yapılanbu muameleyi ise son derece “anti demokratik”sayıyorlar!

Bu açıklama ve destek sahiplerinin büyük birbölümü ya Mustafa Özbek’le suç ortağıdır dolayısıylasahiplenmektedir, ya da yaşanan tutuklamayı bir de bucepheden AKP’yi yıpratma amacıylakullanmaktadırlar. Her iki tutumun sahipleri detepeden tırnağa işçi düşmanıdırlar.

Bayram Meral gibi tescilli bir işçi düşmanının budestek gösterilerinde öne çıkması, söylediklerimiziayrıca desteklemektedir.

Madalyonun görünen yüzünde bu destekçi takımıvar. Diğer yüzünde ise Türk Metal üyesi olsunolmasın, metal işçilerinin M. Özbek’in gözaltınaalınmasından büyük bir mutluluk duymaları vardır.Çünkü 34 yıldır sendikanın başında olan bu kirlişahsiyet bir gün bile ortalama bir sendikacı gibidavranıp işçilerin çıkarını savunmamıştır. Yıllarcaişçilerin aidatlarıyla saltanat sürmüştür. Oteller, tatilköyleri, televizyonlar, araştırma şirketleri, vakıflar vedaha sayılamayacak bir dizi ticari işletmeyi işçilerinalınterini asalak patronlara peşkeş çekerek eldeetmiştir.

Bütün bunlardan elde edilen servetin aynı zamandakontra örgütlenmelerin kirli işleri için de kullanıldığıda şüphe götürmez bir gerçektir. Mustafa Özbekhaininin sendikacı kimliğinden dolayı gözaltınaalınmadığı herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.Zira, ne Türk Metal on yıllardır bir işçi sendikasıdır nede Özbek bir sendikacıdır. Türk Metal bir kurumolarak bir tür çete örgütlenmesi, M. Özbek dekontrgerillanın bu çete içindeki maşasıdır.Kontrgerilla, tüm toplumsal yaşamın gayrımeşruyollardan denetlenmesi ve bunun için gerekli tümtedbirlerin alınması içindir. Kapitalist düzenin motorgücü olan metal işçilerinin de bu çerçevede zapturaptaltına alınmaması düşünülemezdi. İşte bu nedenledüzenin efendileri Mustafa Özbek gibi bir düşkünşahsiyet yarattı, büyüttü, yıllarca kullandı. Şimdi dediğerleri gibi, tüm hizmetlerine rağmen, çıkarılançatlak sesten dolayı bir kenara itiyor.

Türk Metal üyesi işçiler sendikalarından ve özeldede Mustafa Özbek’ten çektiklerini hiçbirsermayedardan çekmemiştir. İşçiler sendikalarına ençok ihtiyaç duyduklarında sendikaları onlara sırtınıdöndü. Patronlardan istenen her talepte öncelikle TürkMetal yöneticileri işçilerin karşısına dikildi. Hiçbirilerici öncü işçinin Türk Metal Sendikası’nın üyesiolarak barınmasına izin verilmedi. İşten atılacak

işçilere sendika karar verdi, kara listeler hazırladı.MESS’le yapılan sözleşmelerde birlikte sözleşmetaslakları hazırlandı, her sözleşme döneminde işçilersırtından hançerlendi. Fabrikalar adeta işçiler için açıkhapishanelere çevrildi.

Mustafa Özbek’in kirli sicili bu saydıklarımızlasınırlı değil. Kıbrıs’daki otellerinde ve tesislerinde“komandoların” eğitildiği, bu faşist çetelerin devrimcikatliamlarında ve devletin türlü kirli işinde kullanıldığıda biliniyor.

Bugün Mustafa Özbek’in gözaltına alınması,sendikal alana yapılmış bir saldırı değildir, amerikancısermaye devletinin yeni düzeyde tahkimatı bunugerektirmektedir. Eğer sendikal alana, işçi veemekçiye dönük bir saldırı görülmek isteniyorsa, soniki ayda işten atılan 20 bin Türk Metal üyesi işçiye,125 bin Türk-İş üyesine, örgütlü-örgütsüz sayıları yineson iki ayda 300 bine yaklaşan işten atılan işçilerebakılabilir.

Elbette Mustafa Özbek gibi bir satıcınıntutuklanması, hangi hesabın ürünü olursa olsun, metalişçilerini sevindirmiştir. Fakat bu it dalaşının metalişçilerine kazandırabileceği hiçbir şey yoktur. Sermayedüzeninin kendi iç hesapları ve hesaplaşmaları işçi veemekçileri ilgilendirmemektedir. Dolayısıyla sözkonusu gelişmede işçi ve emekçiler hiçbir biçimde birtaraf değildir.

Nitekim işçiler de, açık bir bilince dayalı değilsebile, daha çok sınıf sezgileriyle herhangi bir odağınyanında yer almayı tercih etmemektedir. İşte bunedenle Özbek haini işçiler tarafından sahipsizbırakılmıştır. Bu hiç de şaşırtıcı değildir. Yıllardırihanete uğratılıp patronların kucağına atılan ve çaresizbırakılan işçilerden başka ne beklenebilirdi ki? Dahaönce Özbek’in basın karşısındaki şovları için ve işinegeldiği eylemler için zorla götürülen işçiler şimdi degöstermelik sahiplenme gösterileri için, işten atmatehditleriyle eylem ve açıklamalara katılmayazorlanıyor. Mustafa Özbek’in yeğeni ve suç ortağıolan sendika yöneticileri, şimdilerde bir başlarınababaları için ulumaktadırlar.

Bu gelişmeler çerçevesinde BDSP’li Metal İşçileriolarak özellikle şu noktanın altını çizmek istiyoruz.

Birleşik Metal’in M. Özbek’in tutuklanmasınınardından yaptığı açıklamada, emek örgütleri tarafındanalışılmış reflekslerle bir sendika ve sendikacıyayapılmış bir saldırıymış gibi Özbek ve arkadaşlarınınsavunulmasının yanlış olduğu ve hatta tehlikelibulunduğu ifade ediliyor. Konuyla ilgili olarak KESKGenel Başkanı Sami Evren’in, “Özbek vearkadaşlarının bir emek örgütünün liderleri gibialgılanması yanlıştır. Konu hukuka intikal etmiştir.Suçu sabit görüldüğü takdirde kim olursa olsuncezasını çekmelidir” şeklindeki açıklaması ise, sınıf vekitle sendikacılığı adına son derece doğru biryaklaşım olarak değerlendiriliyor. Biz de BirleşikMetal’e hatırlatmak istiyoruz. Bu ülkede burjuvahukuku işliyor ve “hukukun işlediği” iddia edilenmahkeme salonlarında “adalet mülkün temelidir”yazıyor. Mülkün korunmasını esas burjuva yargısıgerçek bir adalet sağlayamaz. Düzen içi güç dengelerideğişip bugün Özbek’i tutuklama gücü bulanlar, yarınbaşka koşullarda pekala suçlu durumuna düşebilir. Bugörülmemiş bir şey de değildir. Birleşik Metal ve SamiEvren, Mustafa Özbek şahsında sınıfa ihanet edenlerlehesaplaşmayı burjuva yargısına havale ederek bilinçbulandırmaktadır.

Bu tablo karşısında emek örgütlerini, Türk Metalçetesinin başı ve diğer suç ortaklarını sahiplenmemeyeçağıranlar sadece çağrıyla kalmamalı, aynı zamandabu çeteyle hesaplaşmalıdırlar da. Hesaplaşmayımahkemelere bırakmak açık bir hesaplaşmayagirmekten kaçışın bir başka yoludur.

İşçi ve emekçiler, öncelikle de metal işçileri sınıfadöne döne ihanet eden bu hainlerden hesap sormakzorundadır. Bu hesap bugüne kadar sorulmadığıiçindir ki, bu hainler yıllarca sınıfın öz örgütlerinisermayenin kalesi haline getirdiler.

Açıktır ki, her fırsatta içi sınıfını satmış, sınıfınalınterini bir patrondan farksız bir biçimde sömürmüş,çalmış ve katliamlara kullanmış olanlardanmahkemeler değil işçi sınıfı hesap soracaktır. Dahadün TİS sürecinde yüzbini aşkın işçiyi masada satmışTürk Metal çetesiyle hesaplaşma görevi metalişçilerinin önünde durmaktadır.

BDSP’li Metal İşçileri

Krizin faturası kapitalistlere...8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Adana’da 24 Ocak Kararları’nınyıldönümünde miting!

Krizin faturasının işçi sınıfı ve emekçilereödetilmesine dur demek, sınıfın taleplerini alanlardahaykırmak ve Ortadoğu’da Amerikan emperyalizminiarkasına almış olan İsrail’e karşı direnen Filistinhalkının sesine ses katabilmek amacıyla 1980 24 OcakKararları’nın yıldönümünde Adana’da bir mitinggerçekleştirildi.

Mimar Sinan Açıkhava Tiyatrosu önünde toplanankitle buradan yolu kapatarak Uğur MumcuMeydanı’na doğru yürüyüşe geçti. İlk kolda Türk İş’ebağlı sendikalar yeraldılar. Bu kolun ve mitingin encanlı kortejini Mersin Limanı’nda örgütlendikleri içinişten atılan ve direnişlerini sürdüren Akan-Sel işçilerioluşturdular. Kendi pankartlarıyla mitinge katılanişçiler miting boyunca direniş sloganlarını yükselttiler.Türk-İş’in ardından TMMOB, CHP, DSP, EMEP, DevYol Devrimci Yaşam, Halk Cephesi, ÖDP, TKP, DİP-G ve Mücadele Birliği sıralandılar.

Önde DİSK’in yürüdüğü diğer kolda DİSK’e bağlısendikalar yeralırken, ardında KESK Adana ŞubelerPlatformu konumlandı. ATO ve Eczacılar Odasıpankartını KESK Mersin Şubeler Platformu izledi.Haber-Sen ise, pankartı ve attığı sloganlarla faşistörgütlenmeleri ve kontrgerillayı hedefe koyan birduruş sergiledi. Sendika kortejlerinin ardında, BirleşikEmek İnisiyatifi, Genç Sen, İHD, Halkevleri, AKA-DER, Alınteri, BDSP, ÇHKM, DHF, ESP, YDG,Sosyalist Parti ve DEV-LİS pankartları sıralandı.

Mitingte önce direnen Filistin halkınınyaşadıklarıyla ilgili kısa bir konuşma yapıldı.Ardından emeğin kurtuluşu mücadelesindeölümsüzleşenler ve Filistin’de yaşamını yitirenleradına bir dakikalık saygı duruşu gerçekleştirildi.

İlk konuşmayı miting tertip komitesi adına Türk-İş’ten Edip Gülnar yaptı. Krizin kapitalizmin kriziolduğu ve sebebinin de sosyal devlet uygulamasındanuzaklaşmak olduğunu söyleyen Gülnar, bu nedenlekrizin faturasının emekçilerin sırtına yüklenerekaşılamayacağını söyledi. İşsizlik sigortasının sahibininişçiler olduğunu, bu paranın işverenleri kurtarmak içinkullanılmasına izin vermeyeceklerini ifade etti.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün ve TMMOBadına Mehmet Soğancı, ATO temsilcisi, KESK adınaEmirali Şimşek, Eczacılar Odası adına BurhanettinBulut’un yaptığı konuşmalarının ardından miting sonaerdi.

Kızıl Bayrak / Adana

Lüleburgaz’da “faturayıödemeyeceğiz” mitingi

Yoğun işten atmaların yaşandığı bölgelerden biriolan Lüleburgaz’da 4 bini aşkın işçi ve emekçi “Krizinbedelini sermaye ödesin!” şiarıyla 25 Ocak günümiting gerçekleştirdi.

Emek Platformu’nun çağrısıyla gerçekleştirilenmiting sabah 11.30’da Lüleburgaz Hükümet Konağıönünde Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çorlu veÇerkezköy’den gelen emekçilerin toplanmasıylabaşladı.

Mitingin gövdesini Türk-İş’e bağlı sendikalarınüyeleri oluşturdu. Petrol-İş Sendikası 700’ü aşkınkatılımıyla dikkat çekerken, Kristal-İş, Tes-İş, TekGıda-İş, Şeker-İş, T. Harb-İş, T. Çimse-İş, Belediye-İşve Türk Metal sendikaları da mitinge katılan diğer

sendikalardı.DİSK pankartı arkasında yürüyen sendikaların

mitinge katılımı oldukça zayıftı. DİSK kortejindeGenel-İş Sendikası Trakya Şubesi ve Genel-İş üyesiTekirdağ Belediye işçileri pankartlarıyla 100 civarındabir katılım sağladılar. “Kriz bizi teğet geçmedi” temsilitabutuyla renkli bir görüntü oluşturan Emekli-Senkortejinde 80’i aşkın kişi yürüdü.

Yine DİSK pankartı arkasında yürüyen Genç-SenTrakya Üniversitesi Öğrencileri “Özgür bir gelecekistiyoruz! / Genç-Sen” pankartıyla yerlerini aldılar.

KESK’e bağlı sendikaların da katılımı zayıftı.Eğitim-Sen, Yapı Yol-Sen Tekirdağ İl Temsilciliği veTüm Bel-Sen’in pankart açtığı yürüyüşün en canlıkorteji kamu emekçileriydi. Siyonist katliama karşı dasloganlar atan KESK kortejinde 150’yi aşkın emekçiyürüdü.

Çeşitli siyasi çevrelerden ESP, UİD-DER, EMEP,ÖDP, Partizan, Tekstil İşçileri Yardımlaşma veDayanışma Derneği, Edirne Demokratik HaklarDerneği, Emek Gençliği, DİP ve Bağımsız DevrimciSınıf Platformu da yürüyüşte yer aldı. BDSP’liler,krizin faturasını ödememeye çağrı yapan bildirileritüm kortejlere ulaştırdılar. Sosyalist Kamu Emekçileride miting alanında “Krizin faturasını kapitalistlereödetelim!” başlıklı bildirileri dağıttılar

Tüm Üretici Köylüler Sendikası (Tüm Köy-Sen)pankartı arkasında yürüyen köylüler de kenditalepleriyle alanlardaydılar ve anlamlı bir katılımsağladılar.

Yürüyüş kolunun en önünde Kırklareli CamFabrikası’nda kriz gerekçe gösterilerek işten atılanKristal-İş üyeleri “İşten atıldım / Emek Platformu”imzalı tişörtler giyerek “Krizin bedeliniödemeyeceğiz!” yazılı pankartla yürüdüler. Ardındanise sendika genel başkanları ve konfederasyonyöneticileri yer aldılar. Türk-İş’e bağlı sendikalarTürk-İş ana pankartı arkasında kendi pankartlarınıaçtılar.

Miting alanında kitleye ilk olarak Kristal-İşSendikası Genel Başkanı Bilal Çetintaş seslendi.Kapitalizmin tarihinin krizlerin tarihi olduğunusöyleyerek, üretimden gelen güçle sermayeye dizçöktürülebileceğine vurgu yaptı. İsrail’in Gazze’degerçekleştirdiği siyonist katliamı lanetledi.

KESK adına yapılan konuşmayla devam edenmiting programı Türk-İş Genel Sekreteri MustafaTürkel ve DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ninkonuşmalarıyla sürdü. Başbakan’ın “Kriz teğet geçti”sözlerini eleştiren Türkel ve Çelebi AKP karşıtlığıüzerinden konuşmalarını sürdürdüler. “Artık lafınbittiği yerdeyiz. Eylemlerde buluşma zamanı!” diyerekmücadele çağrısı yapan Çelebi’nin konuşmasısloganlarla karşılandı. Ses aracından yapılankonuşmalar ve okunan şiirlerle devam eden mitingprogramı saat 13.30’da sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kocaeli’de krize karşı mitingKocaeli Emek ve Demokrasi Platformu tarafından

düzenlenen “Krize, yoksulluğa, işsizliğe, zamlara vesavaşa karşı miting” 25 Ocak günü Kocaeli’ndegerçekleşti. Miting saat 13.00’de Merkez Bankasıönünde kortejlerin oluşturulmasıyla başladı. Şehriniçinden sloganlarla geçen platform bileşenleri vekatılımcılar Kocaeli halkının da desteğini topladı.

Mitinge DİSK ve KESK’e bağlı sendikalarkatılırken, Hak-İş’e bağlı Çelik-İş de mitingte yerinialdı. Sendikaların arkasında EMEP, TKP, SDP, UİD-DER, Halkevleri, AHALİ kortejleri sıralandı. Yaklaşık3 bin kişinin katıldığı miting coşkulu bir atmosferdegeçti.

Mitingin konuşmasını platform adına KESKdönem sözcüsü ve SES Kocaeli Şube Başkanı HüseyinGülseven yaptı. Gülseven konuşmasında şunlarısöyledi:

“Krizin faturasını emekçilere ve halka çıkarmayaçalışıyorlar. Zaten milyonlarca kişinin işsiz olduğuülkemizde kriz yeni işsizler üretiyor. Önceleri ‘kriz biziaz etkileyecek’ diyenler şimdi ‘ben ülkenindoktoruyum, olay psikolojiktir’ diyor. İktidarda yeralan AKP hükümetinin en belirgin özelliği halkdüşmanlığıdır.”

Gülseven, Gazze’de yaşanan vahşet karşısındaAKP hükümetinin ikiyüzlü tutumunu da eleştirdi.

Gülseven’in ardından Birleşik Metal-İş GenelBaşkanı Adnan Serdaroğlu ve KESK Genel BaşkanıSami Evren söz aldı. Evren’in konuşması 15 Şubatİstanbul mitingine çağrı ile son buldu.

Kızıl Bayrak / Kocaeli

Emekçiler krize karşı alanlara çıktılar…

“Krizin bedelini sermaye ödesin!”

Krizin faturası kapitalistlere... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Kriz önümüzdeki dönemde etkisini daha yıkıcıolarak hissettirecek olmasına rağmen, işçi veemekçiler için ağır bir fatura bugünden kesilmişdurumda. Şimdiden onbinlerce işçi işten atıldı,yüzlerce işyeri kapandı. Sermaye sınıfı toplusözleşmelerde sıfır zam dayatıyor. Sendikalörgütlülükler dağıtılmaya çalışılıyor ve zamların ardıarkası kesilmiyor, vb...

Krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmekararlılığıyla davranan kapitalistler, tüm hazırlıklarınıda buna göre yapıyorlar. Görüşmeleri devam eden veönümüzdeki günlerde imzalanması beklenen İMFanlaşması ile sermaye hükümeti krizin tüm yükünüişçi ve emekçilere ödettirmeyi amaçlıyor.

Krizin işçi ve emekçiler için anlamı yıkım, açlık,yoksulluk iken, yüzbinlerce işçi ve emekçinin örgütüolmakla övünen sendikalar hala da dişe dokunur birtepkiyi ortaya koyabilmiş değiller. Sendikalkonfederasyonlar, milyonlarca işçi ve emekçiyeyönelik sosyal yıkımı ve yanısıra krizi fırsat bilereksendikal örgütlülüğe yapılan saldırıları izlemekte,dahası kimi fabrikalarda olduğu gibi atılacaklarınlistesini patronlarla elele hazırlayabilmektedirler.

18-19 Kasım tarihlerinde Genişletilmiş BaşkanlarKurulu’nda aldığı kararlar ile birlikte acil eylemprogramını ilan eden DİSK de ne yazık ki saldırılarıizler bir pozisyondadır. Açıkladığı acil eylem programıorta yerde durmaktadır. DİSK Başkanlar Kurulu’nunacil eylem programında ifade edilen“tüm bölgeleri,işkollarını, işyerlerini kapsayan bilgilendirme,hazırlanma kampanyası, bildiri, afiş, el ilanı ve gereklidiğer propaganda çalışmaları, atılan her işçiye,yapılan her zamma karşı, sendikalı-sendikasız işçilerarasında hiçbir ayrım yapmaksızın dayanışma içindeolunması, işten atılan işçilerin işyeriniterketmemelerinin desteklenmesi, işyerlerinde,sokaklarda, pazar yerlerinde küçük büyük demedenmücadele ve dayanışma ağları örgütlenmesi, tümillerde en büyük pazar yerlerinde haftanın belligünlerinde ‘krize karşı tencerem boş’ eylemleriörgütlenmesi, Türkiye’nin büyük illerinde tespit edilenmerkezlerde ‘kriz sonuçları tartışma kürsüleri’oluşturulması” yönündeki kararlar, şu ana kadar hoşama boş sözler olarak kalmaktan öteye geçemedi.

KESK’in durumu ise daha da vahim. İktisatçıMustafa Sönmez’e hazırlatılan ve sermayeye akılveren “sosyal program”ı tabanın basıncıyla geri çekenKESK, bunun yerine yeni bir program koyamadığıgibi, 657. sayılı yasanın güvencesine sarılarak krizdenen az etkilenecek kesimin kamu emekçileri olacağıavuntusuyla bugüne kadar geldi.

29 Kasım 2008 tarihinde Ankara’da gerçekleşenmitingi bir başlangıç olarak ilan eden sendikakonfederasyonları, onbinlerce işçi ve emekçininöfkesini dışa vurduğu, mücadele isteği ve kararlılığınıdile getirdiği mitinginin ardından sessizliğegömüldüler. Oysa 29 Kasım mitingi sonrası tabanagidilecek, açıklanan talepler ekseninde bir mücadeleörgütlenecek ve krizin faturasına karşı güçlü bir dirençgösterilecek denilmişti. Bütün bunlar ortada bırakıldı.Aynı şey DİSK’in görece daha ileri denebilecek acileylem programı için de geçerli. Programı hayatageçirmek yerine süreci izlemekle yetindi DİSKyöneticileri.

Sendika konfederasyonları, örgütlü tepkiyi sadece“kitlesel miting”lerden ibaret gören bir anlayışla,İstanbul mitingini gündeme getirmiş bulunmaktadırlar.

İstanbul Herkese Sağlık ve Güvenli GelecekPlatformu, krizin patlak vermesiyle birlikte SSGSS vesonuçlarına karşı yürütülen mücadeleyi krize karşı birmücadele hattına doğru evriltmeye yönelmişti. Buamaçla, geniş kesimlerin tepkilerini açığa çıkarmayıhedefleyen, emekçi kitleleri direnişe ve örgütlenmeyeçağıran etkin ve yaygın bir çalışma ile Şubat ayınınortalarında İstanbul’da bir miting gerçekleştirmeyihedeflemişti.

Bu çerçevede, İstanbul’da tek, güçlü ve aynızamanda politik mesajları kuvvetli bir mitingigündemine aldı. Ancak aynı zaman dilimi içerisindesendika konfederasyonları da İstanbul’da bir mitingdüzenlemeyi gündeme getirdiler. Bu girişimHSGGP’nin miting planlamasını zora soktu.

Ortaya çıkan yeni durum üzeine HSGGPbileşenleri (ki HSGGP’nin bir dizi bileşenikonfedasyonların alt örgütüdür) mitingin birlikteörgütlenmesi konusunda çabalarını yoğunlaştırdılar.İşin aslında sendika konfederasyonlarının mitingtartışmalarını tetikleyen de bizzat HSGGP’nin öndenbaşlattığı miting girişimleri olmuştur. Bundandolayıdır ki, HSGGP’nin eğilimleri de “gözetilerek!”,Şubat ayının ortasında bir miting yapılması kararınavarılmıştır.

Sendikal bürokrasi bildik rolünü oynuyor!

Ancak miting ile ilgili olarak bundan sonrakigelişmeler tam da sendikal bürokrasinin temelkarakteristiğini yansıtacak şekilde gelişmiştir. DİSKve KESK, TMMOB, TTB ve üç örgütle birlikte (buarada Türk-İş ile görüşmelerin sonuçsuz kalmasınedeniyle) 22 Şubat’ta miting yapmaya kararvermişlerdir. Bu karar çerçevesinde tertip komitesioluşturularak mitingin şiarı ve afişi belirlenmiş, temelkonuşma metni şekillendirilmiş ve “haydi kitlesel birmiting için kampanyayı birlikte örgütleyelim!”denilerek HSGGP ve diğer örgütlerin karşısınaçıkılmıştır.

Kendi aldıkları kararları dayatan, “ben yaptım

oldu” diyen, tabanın söz ve karar hakkını hiçe sayan,hele ki bir yılı aşkındır yer yer rakip ve ayrı bir iradeolarak gördükleri HSGGP’yi tanımayan sendikakonfederasyonları, tutup 22 Şubat mitingini kendibaşlarına kamuoyuna ilan edebilmişlerdir.

Şu ana kadar yaşananlar, DİSK ve KESKyönetiminin artık alışılmış tutumları bakımından fazlaşaşırtıcı da değildir. Ancak aradan daha birkaç gün bilegeçmeden yaşanacak olanlar, bu yapılardakibürokratik yozlaşmanın vardığı aşamayı göstermesibakımından son derece çarpıcıdır. Türk-İş ile mitinginortaklaştırılması (ki Türk İş de önden 15 Şubat’tamiting yapacağını ilan etmişti!) doğrultusundagirişimleri sürdüren KESK ve DİSK yönetimi, kapalıkapılar ardından Türk-İş’in istemi doğrultusunda 15Şubat’ta mitingi birlikte örgütlemeye kararvermişlerdir. Böylece KESK ve DİSK, bir gün içindesüreci birlikte örgütlemeyi planladığı TMMOB veTTB başta olmak üzere 5 örgütü gözü kapalı birşekilde yüzüstü bırakmıştır. Yerel örgütlere veinisiyatiflere karşı aslan kesilen KESK ve DİSKağaları, Türk-İş karşısında uysal kuzu gibidavranmışlar ve AB çizgisinin savunucusu ETUCörgütlenmesi çatısı altında mitingigerçekleştirileceklerini ilan etmişlerdir.

Tüm bu ayrıntıların ötesinde mitinge ilişkin tabloçok açık ve nettir:

DİSK ve KESK’in “Emek Cephesi” yaratmaiddialarının boş bir söz kalıbı olduğu bir kez dahagörülmüştür. “Emek cephesinin sesi”ni büyütmeyeçağıran DİSK’in öncelikle tüm emek güçlerini biraraya getirmek, birleşik mücadeleyi güçlendirmek içinbir çaba içerisine girmesi gerekirdi. Oysa şu ankendini dayatan, “ben yaptım oldu” diyen bir anlayışla15 Şubat İstanbul mitingi örgütlenmektedir.

Bu durumda, Süleymen Çelebi’nin 29 Kasımmitinginde ifade ettiği şu sözler, artık bizzat DİSK’inkendi olumsuz pratiğine yönelik olarak söylenmişkabul edilmelidir: “‘Örgütsel kıskançlıkların’ yerine‘paylaşım ve dayanışmayı’, ‘bensiz olmaz’ yerine‘sensiz olmaz’ şiarını, ‘öne çıkma değil’, ‘sıra neferiolma’ alçak gönüllülüğünü, yeniden ekmeğipaylaşmayı, mahallerde birlikte yürümeyi, işyerlerineomuz omuza mücadeleyi örmenin zamanıdır.”

15 Şubat İstanbul mitingi üzerine...

Düzene karşı öfkeyi bilemek vebürokratların oyunlarını bozmak için!

Krizin faturası kapitalistlere...10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Bir öteki nokta ise şudur: Gündemdeki miting, engeniş kesimlere gidildiği, mücadele taleplerianlatılabildiği, güçlü bir propaganda-ajitasyon faaliyetiile kitlelerin tepkisi ve öfkesi örgütlü bir tarza alanataşınabildiği koşullarda bir anlam taşıyacak ve asılişlevini de böylece yerine getirebilecektir. Oysa ki,konfederasyonların kendi iç tartışmaları ve bir ayıaşkın süredir başvurdukları oyalama taktikleri sonucu,miting hazırlıkları yalnızca 15 günlük bir zamanaralığına sıkışacaktır. Bu durumda geniş örgütlü-örgütsüz kesimlerin alana taşınması hedefigerçekleşemeyecek, miting sendikaların örgütlütabanıyla sınırlı kalan yeni bir hava boşaltma eylemiolma riski taşıyacaktır.

Bir öteki sorun, mitingin politik içeriği vehedeflerine ilişkindir. “Krizin bedelini ödemeyeceğiz”denmesine rağmen, kitlenin tepkisi krizin kaynağı olankapitalist düzene değil, fakat yalnızca AKP’yeyöneltilmek istenmektedir.

Son olarak, Türk Metal Başkanı Mustafa Özbek’intutuklanması ile birlikte, yine AKP karşıtlığı hesabıçerçevesinde, eylemin bu sicilli işçi düşmanınınsavunusu ile birleştirilmesi riski de vardır.

Bir çift söz de Türk İş’e...

Türk-İş, gerek kendi iç çıkar çatışmaları, gereksetaban basıncının artması karşısında en sıkıntılıdönemlerinden birini yaşıyor. Bu çerçevede krize karşımiting gerçekleştirmek, dahası bunu diğer sendikakonfederasyonları ile ortaklaştırmak yoluna gitmek,varolan basıncı hafifletme manevrasından ibarettir.Gerçekte, kurulduğu günden bugüne bizzat sermayesınıfına hizmet etmekle görevlendirilen Türk-İş, bugörevine uygun bir misyonla hareket etmektedir.Önünü kesemediği tepkileri denetimi altına almak dabir yönetme biçimidir. Nitekim, Türk-İş İstanbulŞubeler Platformu’nun 17 Ocak’ta Taksim’degerçekleştirdiği eylemi engellemek yerine, Tes-İş veTürk Metal gibi faşist-gerici yönetimlere sahipsendikalarla eyleme katılma yolu tutulmuştur. Busendikalar ise taşıdıkları bayrak ve flamaların yanısırakullandıkları en gerici sloganlarla da eyleme kendirenklerini vermeye ve böylece onu amacındansaptırmaya çalışmışlardır.

15 Şubat mitingi için bu çok daha geniş ölçekteböyledir. Krize karşı biriken öfke ve tepkinin düzenkanalları dışına çıkması ve kitlesel patlamalaradönüşmesi düzenin en büyük korkusudur. Dolayısıylasendikal bürokrasi burada bir kez daha devreyegirmekte, muhtemel öfke ve tepkiyi yatıştırmak vedüzen içi kanallara akıtmak için harekete geçmektedir.

15 Şubat’ta sokağa, eyleme!

Sendikal bürokrasinin mitingin içini boşaltmaçabaları karşısında 15 Şubat eylemine kitlesel vemilitan bir katılım sağlamak ayrı bir önem kazanmıştır.Kitlesel katılım sınıf hareketinin bugünkü tablosunundeğiştirilmesi yönünde anlamlı bir politik-moralkazanım olacaktır aynı zamanda. Başta HSGGP olmaküzere tüm ilerici ve devrimci güçlerin ortak bir duruşsergilemeleri ayrıca önemlidir. Bu, mitingin havasını,rengini ve atmosferini değiştirmek yönünde etkin birirade ortaya koyabilmenin zorunlu bir koşuludur.Tepkinin AKP karşıtlığından öte, “Krizin faturasınıkapitalistler ödesin!” şiarıyla, bizzat düzenin kendisineyöneletmesi de buna bağlıdır.

Mitinge yalnızca iki hafta gibi son derece kısa birzaman kalmış olsa da, fabrika fabrika, havza havza,sokak sokak eylem çağrıları yayılmalı, işçi veemekçilerin mümkün olduğunca kitlesel bir şekildealanlara taşınması sağlanabilmelidir.

İşçi ve emekçilerin biriken öfkesi ancak bu şekildeaçığa çıkarılabilir, sendikal bürokrasinin oyunlarıancak bu yolla bozulabilir.

Sinter ve Gürsaş direnişleriyle dayanışma gecesi gerçekleşti...

“Sinter’de, Gürsaş’ta direnişkazanacak!”

Kararlı direnişleriyle işçi sınıfına yürünmesigereken yolu gösteren Sinter ve Gürsaş işçileri birsüredir çalışmaları yürütülen dayanışma gecesini 28Ocak akşamı gerçekleştirdiler.

Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenmelerininardından işten atma saldırısıyla karşılaşan işçilerindirenişi birçok örgüt ve çevre tarafından ilgiye konuolurken, gerçekleştirilen dayanışma gecesine çeşitlisendikaların yöneticileri ve çevre fabrikaların işçileriyoğun ilgi gösterdiler.

Ümraniye Dudullu’daki direnişlerine aynı tarihtebaşlayan Sinter Metal ve Gürsaş işçileridirenişlerinin 38. gününde mücadele coşkularınıgeceye taşıdılar.

DİSK Yönetim Kurulu üyelerinden Ali RızaKüçükosmanoğlu, İsmail Yurtseven, CelalettinAykanat, Celal Ovat gecede yer alırken, KESKGenel Başkanı Sami Evren, Genel-İş SendikasıGenel Başkanı Erol Ekici, Genel-İş Anadolu Yakası Bölge BaşkanıVeysel Demir, Elektrik Mühendisleri Odası, Yapı-Yol Sen İstanbul Şubesi, BES 3 No’lu Şube, Belediye-İş Sendikası 2 No’lu Şube, Petrol-İş Sendikası Genel Merkezi de dayanışma gecesine destek sundular. BirleşikMetal-İş Sendikası’nın örgütlü olduğu fabrikalardan işçiler de geceye katıldılar.

Devrimci güçler ile düzen solu ve reformist parti temsilcilerinin de katıldığı gecede yerel seçimler öncesidüzen partilerinin temsilcileri de boy gösterdi. DSP Üsküdar Belediyesi Başkan Adayı Levent Kırca, CHPMilletvekili Çetin Soysal, DSP Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’a Birleşik Metal-İş Sendikası yöneticileritarafından plaket verildi.

Saat 19.30’da başlayan geceye Gürsaş işçileri kısa mesafeden pankart açarak coşkulu sloganlarla geldiler.“Yaşasın örgütlü mücadelemiz! / Gürsaş İşçileri” pankartını açan işçiler Sinter işçileriyle beraber etkinliğinyapılacağı salona yürüyüşle ulaştılar. “İşgal, grev, direniş!”, “Sinter’de, Gürsaş’ta direniş kazanacak!”sloganlarına salondaki konuklar da karşılık verdiler.

Gecenin yapıldığı salonun iki tarafında Sinter ve Gürsaş işçilerinin pankartları ile sahnede “Gürsaş veSinter Metal işçilerinin direnişinde 38. gün” pankartı yer aldı. Direnişçi işçilerin sloganları gece boyunca hiçsusmadı.

Türkü Hazel’in sunuculuğunu yaptığı dayanışma gecesi Nazım Hikmet’in “İşçi Sınıfına Selam” şiiriylebaşladı. Sinter ve Gürsaş işçilerinin örgütlenme süreçlerine ilişkin bilgilerin verilmesiyle devam etti. Direnişyerinde giydikleri önlüklerini gecede de giyen işçiler “Sınıfa karşı sınıf savaşı!”, “Zafer direnen işçilerinolacak!”, “Krizin faturası patronlara!”, “Ne yağmur ne kar, Sinter’de direniş var!” sloganlarını attılar.

Gece programı, Sinter’deki direniş sürecinin anlatıldığı sinevizyon gösterimiyle devam etti. BirleşikMetal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu Sinter ve Gürsaş’taki mücadele sürecini anlattı. Coşkulukonuşması sık sık sloganlarla kesilen Serdaroğlu, Sinter patronunun uyguladığı baskıları “terör” olaraknitelendirdi. Yetkilileri yasaları uygulamaya çağırdı.

Sinter işçileri adına söz alan Murat Öğütçü direnişlerine destek veren kurum ve kişilere teşekkür ederkenanayasal haklarını kullandıkları için işten atıldıklarını ifade etti. Sinter işçilerinin gelecekleri için de mücadeleettiğini belirtti. Organizedeki tüm patronların direnişlerinden korktuğunu ve mücadelenin kazanana kadarsüreceğini sözlerine ekledi.

Dayanışma gecesine gelen düzen partilerinin başkan adayları ve yöneticileri de protokol masasında yeraldılar. Levent Kırca, Çetin Soysal ve Jale Ağırbaş sahneye çıkarak konuşma gerçekleştirirken Dev-Sağlık-İşSendikası’nda örgütlendikleri gerekçesiyle Kadıköy Sağlık Polikliniği’nde yaşanan işten atmalara karşı ÇetinSoysal protesto edildi. Soysal tepkiler karşısında çaresiz kaldı ve kendini savundu. Salonun birçok kısmındanCHP’li Kadıköy Belediyesi’nin sendika düşmanı tutumu Dev-Sağlık-İş’in bildirileriyle protesto edildi. Arayagirerek protestoları engellemek isteyen sendika yöneticilerine karşı salondan “İşçiler kürsüye!” sloganlarıyükseldi.

Bir süre devam eden gerginliğin ardından Gürsaş direnişçileri adına Mahir Güngör kürsüye geldi.Konuşmasına Kavel direnişinin yıldönümünü hatırlatarak başlayan Gürsaş direnişçisi, dayanışma gecesininKavel direnişinin yıldönümüne gelmesinin anlam ve önemine vurgu yaptı.

Gürsaş’taki direniş sürecini özetleyen Güngör, karşı karşıya kaldıkları saldırıların sermaye sınıfınınsaldırıları olduğunu, Sinter ve Gürsaş direnişlerinin organize sanayi bölgesindeki diğer işyerlerini etkilediğinive direniş ateşini yayacaklarını söyledi. Gürsaş direnişçisi coşkulu konuşmasını, “Biz kazanacağız, bizkazanacağız, biz kazanacağız!” diyerek sona erdirdi.

Dayanışma gecesi Ali Ekber Eren ve programda yer alan diğer sanatçıların söylediği türküler eşliğindeçekilen halaylarla devam etti.

Gecede 1 Şubat günü gerçekleşecek olan 2. Ümraniye İşçi Kurultayı’na çağrı bildirileri dağıtıldı.Geceye bini aşkın işçi ve emekçi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

28 Ocak 2009 / Ümraniye

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Gürsaş direnişinde 36. gün…

Patronun örgütlenmeyidağıtma çabası

Gürsaş direnişinin 36. gününde (26 Ocak) bir işçidaha işten atıldı. Atılan işçi direnişçi arkadaşlarınakatılarak mücadeleyi büyütüyor. Gürsaş patronuörgütlenmeyi dağıtmak için her işverenin kullandığı biryönteme daha başvurdu. Montaj bölümü için ayrı birşirket kurup atölye tutarak montaj yapmaya başladığıöğrenildi. Bu atölyenin nerede olduğu sır gibisaklanıyor. Ancak Gürsaş işçileri bu yeri bulmak içinçaba içindeler. Buldukları zaman hukuki süreçbaşlatılacağı gibi, fiili-meşru araçlarla mücadelelerinisürdüreceklerini ifade ediyorlar. Bu durumun kendisidirenişi zayıflatmak bir yana tam tersi bir etki yarattı.İşçilerin öfkesini daha da artırdı.

Gürsaş işçileri 26 Ocak günü fabrikalarında bireyleme daha imza attılar. Patron işçileri cezalandırmakiçin yemeklerde kısıtlamaya gitti. İşçilerin cevabıyemekleri boykot etmek oldu. Evlerinden getirdikleriekmeklerini alarak dışarı çıkan işçiler, direnişçiişçilerle yemeklerini paylaştılar. Böylece, geçen haftaservis güzergahlarının kısaltılmasından dolayı yapılanservis boykotuna bir de yemek boykotu eklenmiş oldu.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Gürsaş direnişinde 37. gün...

“Taşeronlaştırmaya geçit yok!”

Direnişimizin 37. gününde (27 Ocak) Gürsaşpatronu baskılarına devam ediyor. Patron bu sefer demakinelerde birden fazla işçinin çalışmasını gerekçegöstererek çay ve yemek paydoslarında üretime aravermeden çalışılması talimatını verdi.

Biz işçilerin yanıtı ise çay ve yemek paydoslarımızıgasp ettirmemek oldu. İşin azaldığı koşullarda nedenpaydoslarda çalışılır? Bu sorunun yanıtını nasılaçıklarlar bilinmez ancak biz işçiler için net olan birşey var ki, ne yapılırsa yapılsın haklı ve meşrumücadelemizi hiçbir güç engelleyemez. Bu ve benzeribaskılara boyun eğmeyeceğiz.

Yine Gürsaş patronu hiçbir yazılı gerekçesunmadan işçilerden savunma istemiştir. Bu bilepatronun içinde bulunduğu sıkışmayı ve pervasızlığıgöstermek için yeterlidir.

Dışarıdaki direnişe ise destek her geçen gün artıyor.27 Ocak’ta Kadıköy PSA Derneği Gençlik Kolları’ndanbir grup genç gelerek desteklerini sundular, daimayanımızda olacaklarını belirttiler, yapacağımız eylem veetkinliklerin haberinin verilmesini istediler.

Gürsaş patronu işçilere % 6-8 arasında bir zamönermiştir. Bu oran sendika üyesi olmayan işçilerdehoşnutsuzluklara neden oldu. Bu durum üye olmayanişçiler için bir kez daha uyarıcı niteliktedir. Sermayeninişçiler için ne düşündüğünün bir kez daha göstergesiolmuştur. Onlara bir kez daha sesleniyoruz: “Kurtuluşyok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”

Bugün (27 Ocak) akşam çıkıştaki sloganlarımızayenilerini ekledik. Patronun taşeron saldırısına karşı“Taşeronlaştırmaya geçit yok!”, “Taşeronu bulur,başınıza yıkarız!” sloganları bizim için tutulacak yolugösteriyor.

Birleşen işçiler yenilmezler!Gürsaş işçileri

Ümraniye’de“DirenişinSesi” çıktı!

Ümraniye’de sınıf bilinçli işçiler tarafındanhazırlanan “Direniş’in Sesi” bülteninin ilk sayısı çıktı. Ümraniye’de halihazırda süren işçi direnişlerine müdahaletemelinde hazırlanan bültenin amacına dair, “‘Bu işçilerle bir şey olmaz!’ diyenlere inat Sinter’de, Gürsaş’ta,Ünsa’da direnen işçiler kazanacak!” vurgusunun yapıldığı ilk yazıda şunlar söyleniyor: “İşçi sınıfının kurtuluşuiçin mücadele eden sınıf bilinçli işçiler olarak, direnen işçilerin her koşulda kazanması için bir ses de direnişbülteni üzerinden yükseltiyor, bunun önemli bir ihtiyacı karşılayacağını umuyoruz. Bu bülten, bir yandandirenişlerimizin gidişatıyla ilgili düşüncelerin paylaşımını sağlarken, bir yandan da direnişin sesini tüm havzayaulaştırıp en etkin desteği-dayanışmayı örmeye hizmet etmek için çıkıyor. Elbette bunu yaparken hem direnenişçiler olarak bilincimizi ve irademizi güçlendirecek, hem de patrona ve arkasındaki güçlere, direnişi zaafauğratan her türlü bürokratik pespayeliğe karşı mücadeleyi yükseltecektir. Başta direnişçi arkadaşlarımız olmaküzere tüm işçilerin, direnişin sesini sahipleneceğine olan inancımızla bir kez daha haykırıyoruz; İşçilerin birliğisermayeyi yenecek!”

Bültende direnişlere yönelik dayanışmanın önemine vurgu yapılıyor ve son iki hafta içinde gerçekleşendayanışma örneklerine yer veriliyor. 15 Ocak’ta HSGGP’nun ziyaretinin yanısıra BES 3 No’lu Şube’nindirenişle dayanışma amacıyla hazırladığı bildiri, afişlerin yanısıra gıda ve para yardımı kampanyası örnek teşkilediyor.

Bültende, 20 Ocak sabahı TİB-DER üyesi tersane işçilerinin ziyaretine de yer verilmiş. “TORGEM’dekazandık! Sıra Sinter ve Gürsaş’ta!” diyen tersane işçilerinin sesi bültene taşınmış.

Gürsaş işçileri direnişi anlatıyor...Sendikalaştıkları için işten atılan Gürsaş işçilerinin direnişi bir ayı geride bıraktı. Gürsaş işçileri ile yapılan

röportajlar işçilerin öfkesini, direncini ve kararlılığını yansıtıyor. Gürsaş işçileri aynı zamanda kazanmanınyollarına işaret ediyorlar ve direnişin sınıfın toplamına mal edilmesinin ihtiyacına vurgu yapıyorlar. Sendikayönetiminin tutumlarını da eleştiriyorlar.

Sinter Metal’de kazanmak için…Bültende yeralan “Sinter Metal’de kazanmak için” başlığını taşıyan yazı, direniş sürecini ve kazanmak için

neler yapılması gerektiğini ele alıyor. Öncelikli olarak üretimi durdurmanın hayati önemine işaret ediyor:“Direnişi kazanmanın en temel koşullarından biri ne yapıp edip üretimi tümüyle durdurmaktır. Üretiminsürdürülebilmesi, patron için soluk almayı sağlayan bir tür oksijen desteği oldu. O buna yaslanarak, manevraüstüne manevra, oyun üstüne oyun sahnelemeyi sürdürüyor. Bir fabrikaya işçi ve malzeme giriş çıkışında sorunyaşanmıyorsa, orada direnişlerin, grevlerin kazanması yalnızca şansa kalır. Üretimi tümüyle durdurmak,kazanmayı şans olmaktan çıkaracaktır.”

Bültende Sinter Metal direnişçilerinin “Direnişin kazanılması için ne yapılmalı” sorusuna verdikleri yanıtlarayer veriliyor.

“Bağımsız direniş komitesi”nin yaşamsal bir ihtiyaç olduğunun belirtildiği yazı ise şu sözlerle son buluyor:“Bütün bu gerçekler orta yerde duruyorken, bağımsız taban inisiyatifinin, doğal olarak bunun cisimleşmişifadesi olarak direniş komitesinin bir an önce yapılanıp işe koyulması hayat memat meselesidir. Gereken adımlaratılıp iç birlik güçlendirildikçe, dış desteğin de aynı oranda güçleneceğinden, hatta çok daha ileri, eylemselbiçimler kazanacağından zerrece kuşku duymayalım. Çünkü işçi sınıfı ve emekçilerin, Sinter Metal’de, Gürsaş’tavb.’nde yakılan direniş ateşlerine her zamankinden çok daha fazla ihtiyacı var.”

Geçtiğimiz günlerde ardı ardına eylemler gerçekleştiren işçiler, 28 Ocak günü “Sinter işçileri ile dayanışmagecesi” düzenliyorlar. Bültende aynı zamanda geceye çağrı da yeralıyor.

Direnişçi işçilerden suç duyurusu…Direnişteki Sinter ve Gürsaş işçileri patronların uyguladığı baskılara ve yasa tanımayan tutumlarına karşı

23 Ocak günü Ümraniye Adliyesi’ne yürüyüş düzenlediler.Yaklaşık 10 gündür hareketsizlik halinde olan direniş, işçiler açısından sıradanlaşmıştı. Sinter’deki

sessizlik 23 Ocak günü gerçekleştirilen yürüyüşle bozuldu.Ümraniye Dudullu’daki fabrikaları önünden yürüyüşe başlayan Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi metal

işçileri yaklaşık 5 km’lik yolu sloganlar atarak katettiler.Öğle saatlerinde “İşimizi istiyoruz! / Sinter Metal İşçileri” pankartı açılarak başlayan yürüyüş boyunca

coşkularını koruyan işçiler “Ne yağmur ne kar, Sinter’de direniş var!”, “Atılan işçiler geri alınsın!”, “Direnedirene kazanacağız!”, “Sinter patronu tutuklansın!” sloganlarını attılar.

Fabrikalar bölgesinden geçen işçiler çevre fabrikaların işçileri tarafından ilgiyle karşılandılar. Yoğunyağmur altında gerçekleştirilen yürüyüş boyunca yapılan konuşmalarda patronların saldırıları anlatılırkenmücadele çağrısı yapıldı.

Sinter ve Gürsaş işçileri yaklaşık bir saat süren yürüyüşlerinin ardından Ümraniye Adliyesi’ne gelerekpatronların hukuksuzluklarına karşı suç duyurusunda bulundular. Ardından adliye önünde Birleşik Metal-İşSendikası Genel Örgütlenme Sekreteri Özkan Atar, Sinter ve Gürsaş işçilerine seslendi. Sinter ve GÜRSAŞpatronlarının hukuksuzluklarına sessiz kalmayacaklarını belirtti. Açıklama, Sinter işçileriyle dayanışmaamacıyla 28 Ocak akşamı Ümraniye’de gerçekleştirilecek dayanışma gecesine çağrıyla son buldu. Basınaçıklamasının sonrasında direnişçi işçiler arabalarla direniş yerine döndüler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Direnen işçiler kazanacak!12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Sinter ve Gürsaş işçileri 24 Ocak günü KartalMeydanı’na direniş coşkularını taşıdılar. Öğlesaatlerinde Kartal Bankalar Caddesi’nden KartalMeydanı’na yürüyen Birleşik Metal-İş üyesi Sinter veGürsaş işçileri kitlesel ve coşkulu eylemleriyledirenişlerindeki kararlılığı gösterdiler.

Eylemde Gürsaş işçileri “Yaşasın örgütlümücadelemiz / Gürsaş İşçileri” pankartını açarken,Sinter Metal işçileri de “İşimizi istiyoruz / Sinter Metalişçileri” pankartıyla yer aldılar.

DİSK’e bağı Genel-İş Sendikası İstanbul AnadoluYakası Bölge Başkanlığı ve bağlı şubelerin depankartıyla yer aldığı eyleme BDSP, OSB-İMESİşçileri Derneği, TİB-DER, EMEP, Yurtsever Cephe,TKP, Eğitim-Sen, UİD-DER, UM-DER, MalatyalılarDerneği, Emekli-Sen Kartal Şubesi, Halkevleri ve BESüyeleri de destek verdi.

Eylemleri boyunca “İşgal, grev, direniş!”, “Krizinbedeli patronlara!”, “Bedel ödedik, bedel ödeteceğiz!”,“Yaşasın Sinter, Gürsaş direnişimiz!”, “Sinter-Gürsaşomuz omuza!”, “Gemileri yaktık geri dönüş yok!”sloganlarını atan işçiler, aynı bölgede sürdürdükleridirenişlerini bir kez daha eylemle birleştirdiler.

Kartal Meydanı’nda direnişçi işçilere ve Kartalhalkına seslenen Birleşik Metal-İş Sendikası SelçukGöktaş, bugün Türk Metal çetesine sahip çıkanlarınyarın oy istemeye geldiklerinde utanacaklarını ifadeetti. Konuşmasına birlikte mücadele çağrısıyla sonveren BMİS Genel Sekreteri direniş kararlılığını şusözlerle dile getirdi:

“Biz bu kavgayı nefesimiz yettiği yere kadarsürdüreceğiz. Sinter işçileriyle, Gürsaş işçileriyle,Türkiye işçi sınıfıyla nefesimiz yettiği yere kadarmücadele edeceğiz. Suçsa suç işleyeceğiz. Yeter artık,bu ateşi yaktık yakmaya da devam edeceğiz.”

Birleşik Metal-İş Sendikası Genel ÖrgütlenmeSekreteri Özkan Atar ise, Sinter ve Gürsaş işçilerininanayasal haklarını kullandıkları için kapı önünekonulduklarını belirterek 27 Ocak günü Ankara’dameclis önünde olacaklarını duyurdu.

Atar’ın konuşması 28 Ocak akşamı Sinter veGürsaş işçileriyle dayanışma amacıylagerçekleştirilecek geceye çağrıyla son buldu. EylemeSinter ve Gürsaş işçilerinin aileleri de katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sinter ve Gürsaş işçileri Kartal’da yürüdü…

“Krizin bedeli patronlara!”

Sinter direnişçileri TBMMönünde eylemdeydi...

“Sendika hakkımızengellenemez!”

2008 yılının 19 Aralık tarihinden itibarenÜmraniye Dudullu’da direniş ateşini yakan SinterMetal işçileri, geçtiğimiz hafta Ümraniye veKartal’da gerçekleştirdikleri yürüyüşlerinardından 27 Ocak günü Ankara’da TBMM binasıönünde eylemdeydiler.

Direnişlerinin sesini duyurmak için meclisegiden Sinter işçileri TBMM Dikmen Kapısıönünde basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Sabah saatlerinde TBMM Dikmen Kapısıönüne “İşimizi istiyoruz! / Sinter Metal İşçileri”pankartını açarak gelen Birleşik Metal-İşSendikası üyelerini Sincan Organize SanayiBölgesi’nde bir yıla yakın zamandır grevlerinisürdüren TEGA grevci işçileri ve BMİS AnadoluŞube yöneticileri karşıladı.

“Direne direne kazanacağız!”, “Sendikahakkımız engellenemez!”, “Atılan işçiler gerialınsın!” ve “Babalar işsiz, çocuklar aç!”sloganlarını atan işçiler adına TBMM DikmenKapısı önünde konuşan Birleşik Metal-İşSendikası Genel Örgütlenme Sekreteri ÖzkanAtar, 380 Sinter Metal işçisinin sendikaya üyeolduğu için işten çıkartıldığını söyledi. İşçilerin36 gündür işlerine geri dönmek için mücadeleettiğini belirterek, işçilerin anayasal haklarınınihlal edildiğini belirtti. Direniş boyuncamilletvekillerinin, siyasi partilerin işçileri yalnızbıraktığına değinen Atar, “Bugün burayaparlamentoda bulunanlara görev vesorumluluklarını hatırlatmaya geldik” dedi.

Bu sözler üzerine işçiler “Sermayenin kölesiolmayacağız!” , “İşçiler burada devlet nerede!”sloganları attılar. BMİS yöneticisi konuşmasını,“Sorun barışçıl yollarla çözülmezse eğer ailelerleberaber daha şiddetli eylemler yapacağız” diyerekbitirdi.

Yapılan açıklamanın ardından sendikayöneticileri ve işçiler Ufuk Uras’ın daveti üzerinemeclise girerek içeride milletvekilleri ve ÇalışmaBakanı Faruk Çelik’le görüştüler.

TBMM ziyaretine ilişkin basın açıklamasıyapan DİSK / Birleşik Metal-İş Sendikası, Sinterişçilerinin haklı mücadelesinin sonuna kadaryanında olduğunu belirtti. Sinter Metalpatronunun hukuksuzluğu hakkında bilgilendirmeyapılan açıklamada, Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığımüfettişlerinin işyerinde konuyla ilgili olarakyaptıkları incelemeler sonucunda hazırladığıraporun gereklerinin yerine getirilmesi istendi.

12 Ocak 2009 tarihli raporda iş akitlerifeshedilerek kapı önüne konan işçilerin sendikalnedenlerle çıkartıkları belirlenmişti.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı FarukÇelik, ÖDP Genel Başkanı ve İstanbulMilletvekili Ufuk Uras, CHP Milletvekili ÇetinSoysal ve AKP Milletvekili Mehmet Sekman ilegörüşen işçiler, Sinter Metal işçisinin uğradığıhaksızlıkları dile getirdiler, bu yasadışı durumundüzeltilmesi için gerekenlerin yapılması talebindebulundular.

Kızıl Bayrak / Ankara

Sinter Metal patronu yeni oyunlar peşinde!Sinter Metal işçileri direnişlerinin 37. gününde bir grup temsilci ile TBMM’ye giderken, diğer işçiler Sinter

Metal’in Amerika’da iş yaptığı Copeland firmasının temsilcilerini fabrika önünde sloganlarla karşıladılar.Copeland temsilcileri fabrika içinde iken sloganlarla taleplerini haykıran Sinter Metal işçileri, temsilciler

fabrikadan çıktığı sırada ise pankart açtılar.Geçtiğimiz hafta Copeland’ın Türkiye temsilcisi işyerine geldiği sırada bir görüşme gerçekleştiren Sinter

işçilerine, 28 Ocak’ta kendilerini yetkililer ile görüştürme sözünü verilmişti. Ancak bu görüşmegerçekleştirilmedi. Fabrikaya gelen yetkilliler yalnızca pankartta yazılanları okumakla yetindiler. Bu durum,kendisi de sermayedar olan Copeland yetkililerinin sendikal örgütlülüğe saldırı konusunda Sinter Metalpatronu ile aynı safta olduğunu göstermiş oldu.

Bu arada fabrika içinde çalışmakta olan işçilerle bir toplantı gerçekleştiren fabrika yönetimi, işçilere bölümdeğişikliği dayatmasında bulundu. Bölüm değişikliğini kabul etmeyen işçileri çıkışlarını vermekle tehdit etti.Tazminatları ise bir bölümü peşin bir bölümünü taksitle vereceğini, bunu da ancak işe geri dönüş davasıaçılmadığı takdirde yapacağını söyledi. İşçiler bu dayatmaları kabul etmeyerek, kendi bölümlerinde çalışmayadevam etmek istediklerini söylediler.

Sinter Metal patronunun bu dayatmalarının gerisinde üretimde yaşadığı sıkışma ve sendikal örgütlülüğüdağıtmak üzere yeniden başvurduğu taşeronlaştırma oyunu yatıyor. CNC, taşlama gibi bölümlerin olduğuikinci binayı taşerona devretmeyi planlayan Sinter Metal patronu, kendi üretimini fırın ve preslerin yer aldığıana bina ile sınırlandırmayı düşünüyor. 20 kadar ihanetçi işçinin işbaşı yapması ile cesaret alan Sinter patronu,bu yeni oyunla Sinter Metal işçilerinin mücadelesine ciddi bir darbe vurmaya hazırlanıyor.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Zafer direnen işçilerin olacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

- Direnişinizin birinci ayını geride bıraktınız?Önce kısaca neden direnişe geçtiniz anlatır mısınız?

Mahir Güngör: Direnişimiz üç arkadaşımızınfarklı gerekçelerle işten atılmasıyla başladı. Biz debuna karşı içerde tepki gösterdik. Bu tepkilerinsonucunda benimle birlikte iki arkadaşımız daha iştenatıldı. Daha önce de iki işçi atılmıştı. Toplam 8 işçiatıldı. 6 işçi 22 Aralık tarihinde kapı önünde direnişebaşladık.

Patron bu aşamadan sonra baskı uygulamayabaşladı. Önce ne yapacağını şaşırdı, durumuanlayamadı. Bir parça tablo netleştikten sonrasaldırıya geçti. Bu süre zarfında içeridekiarkadaşlarımıza dönük baskılar daha da arttı. Tabiidışarıda bizi de rahat bırakmadılar. Bir çadırkurmuştuk kendi emeğimizle. İlk hafta bir akşam bizyokken çadırımız yıkıldı. Daha sonra MakineMühendisleri Odası’nın yardımı ile yeni bir çadırkurduk.

Ayrıca ilk günlerde sendikacılarla yaşadığımızproblemler de oldu. Mesela şube başkanı patronladiyalog yolunu tıkayacağı gerekçesi ile kendiyaptığımız pankartımızı indirmemizi istedi. Ama şuanda bu sorunları bir ölçüde aşmış durumdayız.

- İçeride baskılar arttı demiştiniz. Ne türdenbaskılardı bunlar?

Özhan: İçeride örgütlü arkadaşlarımızın yemeğinikısıtladılar. Servisi kısıtladılar. Savunma istediler eftenpüften sebeplerle. Yok “şapka takıyorsunuz”, “eylemyapıyorsunuz”, yok “dışarıdaki arkadaşlarınızlabirlikte bizim aleyhimize sloganlar atıyorsunuz” gibikonularda savunmalar istediler. Kaynakhanede birarkadaşımızın üzerinde yoğun bir baskı kurdular. Bubaskılar sonucunda arkadaşımız evde eşiyle birtartışma yaşamış. Eşi hamileydi ve düşük yaptı.

Mahir Güngör: Arkadaşımıza yardımcı olmakamacıyla bir fon oluşturduk. Biz zaten içerdeçalışırken bir fon oluşturmuştuk. Direnişin ilk ayındabu fonun bayağı katkısı oldu. İkinci ay arkadaşlartekrar bir fon oluşturup para verdiler. Fon hala devamediyor. Ama onun dışında maddi sıkıntılarımızoldukça yoğun. Direnişimizin 3. haftasında birarkadaşımız bu zorluklardan kaynaklı bıraktı direnişi.En son dün bir arkadaşımız daha işten atıldı.Direnişimiz tekrar 6 kişiye çıkarak güçlendi.

- İşten çıkartılma gerekçesi neydi?Özhan: Bir arkadaşımızı, içerisinin malını

direnişteki arkadaşlarına getirdiğini iddia ederekhırsızlıkla suçladılar. Bu iddialarını ispat daedemediler. Karakola şikayetçi oldular ama bir sonuçalamadılar. Sonra hiçbir gerekçe sunmadanarkadaşımızı 26 Ocak sabahı işten çıkardılar. Herhangibir fesih kağıdı da verilmedi. Sadece sözlü olarak işineson verildi.

- İçerideki baskılar devam ediyor mu? Bubaskılara karşı neler yapıyorsunuz?

Mahir Güngör: Devam ediyor. Süreklisavunmalar isteniyor. En son makineci arkadaşlarınözellikle çay ve öğlen paydoslarında değişerekçalışmalarını, makinelerin kapanmamasını söylediler.Onlar da kabul etmedi. Bunun için savunma istendiavukat aracılığıyla. Baskı oluşturulmaya çalışıldı.Buna karşı arkadaşlar savunma vermediler. Çünküyazılı bir kağıt bile ellerine verilmedi.

Biz bu yapılanlara karşı boş durmuyoruz. Onların

dilekçelerine karşı dilekçeler veriyoruz. ÇalışmaBölge Müdürlüğü’ne şikayet ettik bu yaşananları.Servis güzergahlarının kısılmasından kaynaklıarkadaşlar bir gün geç geldiler işe. Pazartesi günüyemek boykotu yapıldı. Yemekhanede işçilericezalandırmak için salatayı kaldırdılar. İdari personeleverilen salata sendikaya üye olsun olmasın hiçbirişçiye verilmemeye başlandı. Arkadaşlarımız bunakarşı yemek boykotu yaptılar. Evden getirdikleriyemekleri alıp bizim yanımıza geldiler. Yemeğiberaber yedik.

Şurası açık ki bunların hepsi sendikal örgütlülüğeyönelik saldırılar. Bizleri, içerideki arkadaşlarımızıyıldırmak için. Ama tam tersi etki yapıyor.Arkadaşlarımız artık barışçıl eylemlerden daha radikaleylemlere geçmek gerektiğini söylüyorlar.

Yanı sıra patronun taşeron tartışması vardı.Pazartesi günü bunu hayata geçirdiğini öğrendik.Montaj bölümü oraya taşınacakmış. Söylentiye görede buradaki iş bitirildikten sonra ücretsiz izinle birliktetüm sendika üyelerini işten atmak gibi bir planları var.Şu an bu durumu takip ediyoruz. Buna karşı artık fiili-meşru bir hat izlemek gerekiyor ve bu konudakararlıyız.

- Aynı gün başladığınız Sinter direnişi hakkındakidüşünceleriniz nelerdir? Bu direnişlerin birleştirilmesiiçin neler yapılabilir?

Mustafa Sancak: Birleşmesi kesin gerekiyor. Budirenişleri şimdi birlikte tutmak hepimizin görevi.Gerçekten kazanmak istiyorsak bunu yapabilmekzorundayız ve gerçekten yapabileceğimiz çok şey var.Bir kere fiili-meşru eylemleri güçlendirmemiz gerekir.Bunlar yapılmadan mümkün değil, olmaz. Patron,hükümet hepsi bir. Askeri, polisi hepsi bir. Birlikolmadıktan sonra, bölünüp parçalandıktan sonra nasılbaşarıya ulaşılır ki?

Mahir Güngör: Sinter’deki sorun işçilerinbağımsız bir irade ile ortaya çıkamaması ile ilgili. Buişçilerin gerçekten bağımsız bir direniş komitesikurmak gibi bir sorumlulukları olduğunudüşünüyorum. Çünkü çok atıl kalıyorlar. Sendikanınzaten işçileri aktive eden bir politik hattı yok. Bir ayıaşkındır beklemeci bir süreç yaşandı orada. Yaniişçilerin inisiyatiflerini geliştiren bir şey yok. Buolmadıktan sonra oradaki direniş gerçek anlamdakazanamaz. Asıl kazanım buradan olmalı. Kazanımdenilince sadece sendikayla beraber işyerine dönmekanlaşılmamalı. Bu kuşkusuz önemli ama sorun budeğil. İçeriye hangi işçilerle, nasıl bir bilinçledönüldüğüyle alakalı bir şey. Şu an patron şu veya buşekilde diz çökse, işçiler içeri girse ben bir kazanımolarak görmem onu. Çünkü ondan sonra da herhangibir saldırı karşısında alacakları tutum daha pasifolacaktır.

Ama burada sorun Gürsaş işçilerinin söylediği gibi“Sendika ne diyorsa tersini yapın!” değil. Bir parçaöyle bir algı oluştu sanıyorum. Ama bizimsöylediğimiz, mücadelenin ihtiyaçları neyigerektiriyorsa onu yapmak. Direnişse direniş, eylemseeylem. Çadır kurmaksa çadır kurmak. İşgalse işgal.Direnişin ihtiyaçları üzerinden bakılması ve eylemlihattın güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.Bizim her yaptığımız buna hizmet ediyor. Yoksasendikanın istediğinin tersini yapmak gibi bir algılayışyok bizde.

Biz mesela sendikaya yük olmamak içinçevremizdeki devrimci kurumların, demokratik

kurumların etkinliklerine katılıyor, sözümüzüsöylüyor, insanları dayanışmaya çağırıyoruz. Bu gibiişlerle atıl durumda olan insanların daha aktif halegeleceğini düşünüyorum. Sinter’deki arkadaşlar dabunları yapabilirlerse, direnişin kazanımlasonuçlanabileceğini düşünüyorum. Ama kazanımmeselesi sadece paraları almak ve sendikayla işyerinegirmek olmamalı. Bir bilinç açıklığının sağlanmasıgerekir. İnsanlara ekmek vererek direnişte tutamayız.İnsanlara o ekmeği nasıl kazanacaklarını öğreterekdirenişi büyütebiliriz. Ama insanlar şu an hazır ekmekvar, sendika bunu sağlar derlerse burada sorun olur.Yani ekmekten daha önemlidir bilinç, öyle diyeyim.

- Gürsaş işçileri örgütlenme ve direniş sürecininasıl geçirdiler peki?

Mustafa Sancak: Gürsaş’taki işçilerin birbiriyledayanışması, örgütlüğü çok güzel. Her şeyi içeriylebirlikte yapıyoruz zaten. Bir adım atılacaksa birlikteatıyoruz. İçeride de komitemiz var, dışarıda dakomitemiz var. Gerektiği zaman birlikte toplantılaryapıyor, birlikte karar alıyoruz.

Üye olmadan önce de toplantılar yapıyorduk. YaniGürsaş’ta güzel bir birliktelik var. İnsanlar kendisorunlarına sahip çıkıyorlar.

Mahir Güngör: İlk dönem belli sorunlar vardıaslında. Hala kısmen sorunlarımız var ama bir parçaaşmış olduk. Bu sorunları aşmada işçi arkadaşlarınalınan kararların bir parçası olması önemli bir etkenoldu. Ama bunun dışında önemli bir etken de eylemlibir hat izlenmesi oldu diyebilirim. Yani yemekboykotu, servis boykotu, dilekçelere karşı dilekçeler…Bunlar belki bir parça pasif eylemler olarak kalıyorama insanın bilincinde önemli değişikliklere yolaçıyor.

İlk başta yetki sorunu üzerine tartışmalar vardımesela. Her gelindiğinde buraya yetki sorulurdu. Yaniiş dışarıya havale edilirdi. Ama pasif de olsa böyleeylemli bir hat izlendikten sonra arkadaşlar işi çözecekhalkanın kendileri olduğunun yavaş yavaş farkınavardılar. Ama yeterli mi, değil. Daha yapmamızgereken onlarca iş var.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Direnişçi Gürsaş işçileri ile konuştuk...

“Bilinç ekmekten daha önemlidir!”

Sınıfa karşı sınıf!14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

IBM’de mücadele sürecek!IBM Türk’te örgütlenme mücadelesi yürüten Tez-

Koop-İş Sendikası, her hafta Yapı Kredi Plaza önündegerçekleştirdiği eylemlerine bu hafta da devam etti. 28Ocak günü yapılan final eyleminde, IBM’deki sendikalörgütlenme mücadelesini daha farklı ve güçlüeylemlerle sürdürüleceği duyuruldu.

Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu bileşenlerieyleme etkin bir katılım gerçekleştirdiler. Tez-Koop-İşSendikası İstanbul 2 No’lu Şube yöneticileri ve işyeritemsilcileri renkli dövizlerle katıldılar. TMMOB İKKise,“Güvenli bir gelecek için iş güvencesi istiyoruz!”pankartı açtı.

“IBM’de sendikal haklara saygı istiyoruz!”pankartının açıldığı eylemde, “Direne direnekazanacağız!”, “IBM işçisi yalnız değildir!”, “IBM’deişten atılan temsilcilerimiz geri alınsın!”, “Noter vebarajlar kaldırılsın!” vb. dövizler taşındı.

Konuşmaların ardından basın açıklaması yapıldı.IBM’deki sendikal örgütlenme sürecine değinilenaçıklamanın son bölümünde Desa, Sinter vb.direnişlerle dayanışma çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

BES’ten protesto eylemiBüro Emekçileri Sendikası İstanbul Şubeleri, 28

Ocak günü gerçekleştirdikleri bir eylemle hükümetinsosyal güvenlik alanındaki politikalarını protesto ettiler.

Beşiktaş-Fındıklı’da bulunan Sosyal GüvenlikKurumu İstanbul İl Müdürlüğü önünde gerçekleşeneylemde, Sosyal Güvenlik Reformu’nun bedeliniödemeyeceklerini belirten emekçiler, hükümettençalışma barışının sağlanması için acil önlemleralmasını istedi.

BES 2 No’lu Şube Başkanı tarafından okunanaçıklamada, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı’nınbirleştirilmesiyle, yetkilerin belirsizliklerle dolu birsürecin yaşanmasına sebep olduğu söylendi. SosyalGüvenlik Kurumu’nun hükümetin kadrolaşmasının biraracı haline getirildiğine dikkat çekildi. 24 bin çalışanınbulunduğu SGK’nın ciddi sorunlarla karşı karşıyaolduğu belirtilerek, çalışanların talepleri sıralandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

OPSAN’da ihanete ve ücret gaspınatepki

Kriz gerekçesiyle işçi çıkarmaların ve hakgasplarının yaşandığı fabrikalardan biri olan OPSANMetal’de işçiler 1.5 aylık ücret alacakları içinkararlılıklarını ifade ettiler.

Gebze Güzeller Organize Sanayi Bölgesi’ndekurulu bulunan OPSAN Metal işyerinde işten atılanyaklaşık 70 işçiden 25’i, 27 Ocak günü fabrikayagelerek işten atma saldırısı sonucunda içeride kalanücretlerini talep ettiler. Türk Metal çetesinin iştenatmalara ve ücret gaspına karşı sessiz kaldığıOPSAN’da fabrika yetkilileri ve muhasebeciylegörüşen işçiler ücret alacaklarının bir an önceverilmesini talep ettiler.

Ücretlerini alana kadar bekleyeceklerini belirtenişçiler jandarma tarafından fabrikadan çıkarıldılar. TürkMetal ihanetçileri ortada görünmezken, işçiler kısasüren bir bekleyişin ardından Türk Metal SendikasıGebze Şubesi’ne gittiler. İşçiler haklarına sahipçıkmayan Türk Metal’e tepkililer.

Kızıl Bayrak / İstanbul

ÜNSA’da direniş sona erdiKartal Samandıra’da kurulu ÜNSA Ambalaj’da

“kriz” gerekçesiyle yaşanan işçi çıkartmalara karşıbaşlayan direniş sona erdi. ÜNSA bünyesinde faaliyetgösteren Doğa Tekstil isimli taşeron firma işçileri,haklarını almak için fabrika önündeki kararlıbekleyişlerini sona erdirdiler. Kriz bahanesiyledaralmaya gittiğini söyleyerek toplu işten çıkartmalarabaşvuran Ünsa patronuna karşı mücadele yürütenişçiler alacaklarının bir kısmını elde ederken, diğerkısmını ise iki taksit halinde almak için anlaşmayavardılar.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

ÖKP Ankara’da yürüdüÖzelleştirme Karşıtı Platform Ankara bileşenleri,

özelleştirmeleri protesto etmek için 24 Ocak günüÖzelleştirme İdaresi Başkanlığı önünde basınaçıklaması gerçekleştirdi. Kolej Kavşağı’nda buluşankitle ÖİB’e yürüyüş gerçekleştirdi.Yürüyüşte,“Özelleştirmeler durdurulsun, Özelleştirmeİdaresi Başkanlığı kapatılsın!” yazılı pankart taşındı.

Özelleştirme İdaresi önünde okunan basınaçıklamasında, öncelikle 1980’de açıklanan 24 OcakKararları ve Uğur Mumcu’nun aynı tarihte katledilişihatırlatıldı. ÖİB’nin “BOTAŞ, MKE, TKİ deözelleştirilebilir” açıklamasına değinilerek, kamununtamamen tasfiye edilmesi eleştirildi.

Açıklamanın ardından “Kemal Unakıtan’ınpijamaları” temsili olarak açık artırmaya çıkarıldı. 120kişinin katıldığı eylem, özelleştirme karşıtımücadelenin süreceği vurgusuyla son buldu.

Kızıl Bayrak / Ankara

CHP önünde sendika düşmanlığıDev-Sağlık İş Sendikası, sendikal örgütlenmenin

önündeki engellerle beraber atılan işçilerin gerialınması için 24 Ocak günü CHP İstanbul İl Binasıönünde basın açıklaması gerçekleştirdi.

“Sendika haktır engellenemez! KadıköyBelediyesi’nde işten çıkartılan sağlıkçılar geri alınsın!/ DİSK Dev-Sağlık-İş” pankartının açıldığı eylemdeDev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu bir

konuşma yaptı. Ardından işten atılan Songül Kalkanbasın açıklamasını okudu.

Basın açıklaması sırasında kolluk güçleri, “trafiğiengelliyorsunuz” bahanesiyle kitlenin kaldırımaçıkmasını istedi. Bunun reddedilmesi üzerine poliskalkanlarıyla müdahale edildi. Polisin tutumu “Baskılarbizi yıldıramaz!” sloganıyla karşılandı. Yaşananarbededen sonra basın açıklamasına devam edildi.

İşten atılmaların sendikal nedenli olduğunu belirtenKalkan, işten çıkarmaların öncesinde ve sonrasındatehdit ve baskılar, sürgünler, sendikadan istifayazorlamalar gibi saldırıların yaşandığını ifade etti.Kadıköy Belediyesi’ni sendika düşmanı tutumundanvazgeçmeye çağırdı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sinter’de onur mücadelesi!Direnişlerinde bir ayı geride bırakan Birleşik

Metal-İş Sendikası üyesi Sinter Metal işçileri patronun“yüzsüz” tutumlarına karşı onuruna sahip çıkıyor.

Sinter Metal patronu Olgun Tanberk’in, direniştekiişçilerin içeride kalan 22 günlük çalışmalarının karşılığıolan ücretin bir kısmını (150 TL) hesaplarınayatırmasını protesto eden işçiler 23 Ocak günü fabrikaönünde sloganlar attılar.

Sosyal haklar, ikramiyeler, kömür parası, senelikprim, aylık prim, erzak, yılbaşı erzağı ve 22 günlükmaaşları ile birlikte 3 bin TL’ye yakın ücret alacaklarıolan işçiler patronun bu tutumunu “kendileriyle dalgageçmek” olarak nitelendirdiler. Sinter patronu 22günlük çalışmanın karşılığı olan paranın kalan kısmınıise Şubat ayının ilk haftasında ödeyeceğini söyledi.

Hesaplarına yatırılan 150 TL’yi istemediklerinibelirten işçiler “Gün gelecek, devran dönecek,patronlar işçiye hesap verecek!”, “Yarım değil hepsiniöde!”, “Sadaka değil hakkımızı istiyoruz!”, “Bedelödedik ödetiriz!”, “Direne direne kazanacağız!”,“Açlıktan ölmeyiz, biz bu yoldan dönmeyiz!”sloganlarını atarak Sinter patronunun “onursuz”tekliflerine karşı çıktılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kürşat’ta eşler de eylemde!İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde işten atılan Kürşat

İşçi ve emekçi hareketinden…

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

taşeron işçilerinin başlattıkları açlık grevinin 16.gününde (22 Ocak) Kürşat işçilerinin eşleri deeylemdeydi.

Konak Meydanı’nda toplanan kadınlar ve çocuklar,işçilerin açlık grevini sürdürdüğü yere kadarsloganlarla yürüdüler. Belediye önünde ilk konuşmayıaçlık grevini sürdüren işçilerden Özkan Kılıç yaptı.Kocaoğlu’nun verdiği sözleri tutmadığını ve direnerekişlerini geri kazanacaklarını söyledi. Ardından “İBB’deişten atılan ve direnişte olan işçilerin eşleri” imzalıbasın açıklaması okundu. Taşeron çalıştırmanın sosyaldemokrat belediyeciliğe sığmadığı vurgusununyapıldığı açıklamanın ardından, işçilerin eşleri AzizKocaoğlu ile basının önünde konuşacaklarınısöylediler.

Belediye binasının karşısındaki İZSU’ya giderekKocaoğlu’yla görüşme ısrarını sürdüren işçi eşlerindendördü görüşmeye kabul edildi. Kocaoğlu’ndan“Eşleriniz taşeronda çalışmaya devam etsin ya da açlıkgrevine devam etsinler. Yapacak bir şey yok” cevabınıalan işçi eşleri, direnişte kararlı olduklarını ve 29Mart’ta yerel seçimlerde gereken yanıtı vereceklerinisöylediler.

Kızıl Bayrak / İzmir

“Soygunun hesabını PTT versin!”KESK Haber-Sen üyeleri, PTT şubelerindeki

soygun ve çalışma koşullarına ilişkin 28 Ocak günüŞişli PTT Merkez Müdürlüğü önünde bir basınaçıklaması gerçekleştirdiler. Eylemde, “Soyguna gözyumanlar güvenliği sağlamayanlardır!” Haber-Senpankartı açıldı, dövizler ve KESK flamaları taşındı.

Basın açıklamasında, PTT’de yaşanan sorunlara hergün bir yenisinin eklendiği, soygun olaylarının arttığısöylendi. Tüm sorunların özelleştirme politikalarısonucu olduğu ifade edildi. Başta güvenlik ve personeleksikliği olmak üzere PTT şubeleri ve dağıtımmerkezlerindeki sorunların bir an önce çözülmesiistendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sağlıkta hak gaspları ve baskılarSES Genel Merkezi, sağlık ve hizmet işkolunda

yaşanan hak gaspları ile SES üye ve yöneticilerininkarşı karşıya kaldığı baskı ve engellemelere karşı 22Ocak günü Ankara’da basın toplantısı düzenledi.

Açıklamada, üniversite hastaneleri, SHÇEK vediğer kamu kurum ve kuruluşlarına bağlı yataklı tedavikurumlarında çalışanlardan yemek ücreti alınmasıuygulamasına karşı eylemlerin süreceği belirtildi. TTBile yemeklerin ücretli hale getirilmesine ilişkin ortak birimza kampanyası yürütüldüğü ve imzalarıngerçekleştirilecek eylemle bakanlığa iletileceğibelirtildi. Sağlık Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulutarafından, SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun’unmemuriyetten çıkarıldığı, SES MYK üyesi MeryemÖzsöğüt’ün de, davası sonuçlanmadığı haldememuriyetten çıkarıldığı bilgisi verildi. Açıklamanınson bölümünde talepler dile getirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

SES’ten yemek boykotuSES, kamu hastanelerinde yemeklerin

ücretlendirilmesine karşı 28 Ocak günü Bakırköy Ruhve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde yemek boykotugerçekleştirdi. Hastane bahçesinde bir araya gelensağlık çalışanları yemeklerin ücretlendirilmesiniprotesto etmek için çorba içtiler. Eylemde konuşan SESBakırköy Şube Başkanı Leyla Koç, bir aydır yemekboykotuna devam ettiklerini ve %98 katılımsağladıklarını ifade etti. Koç, Maliye Bakanlığıgenelgesi geri çekilene kadar mücadeleye devamedeceklerini vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Numune’de yemek eylemiKadıköy Haydarpaşa Numune Hastanesi’ndeki

sağlık çalışanları ve İstanbul Tabip Odası, 23 Ocakgünü Haydarpaşa Numune Eğitim ve AraştırmaHastanesi Vehbi Koç Acil Tıp Merkezi önündegerçekleştirdikleri ortak basın açıklamasıyla,yemeklerin ücretli hale getirilmesini protesto ettiler.Eylemde sağlık çalışanları yakalarına “Yemekhakkımız gasp edilemez!” kokartları taktılar, talepleriiçeren dövizleri taşıdılar.

Basın açıklaması öncesi İstanbul Tabip OdasıBaşkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan kısa bir konuşmayaptı. Basın açıklamasını ise Haydarpaşa NumuneHastanesi çalışanları adına Naciye Erdoğan okudu.Sağlık çalışanları olarak çalışma koşullarının her geçengün ağırlaşmasına rağmen kesintisiz biçimde hizmetverdiklerini vurgulayan Erdoğan, hükümetin ekonomikkrizi gerekçe göstererek haklarını gasp ettiğini söyledi.Ekonomik krizin bedelini emekçilere ödetmedoğrultusunda atılacak hiçbir adımı kabuletmeyeceklerini vurguladı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Demiryolları “Tuzla”laştı!Demiryollarında örgütlü KESK’e bağlı Birleşik

Taşımacılık Çalışanları Sendikası, manevra esnasındaölen ve ölümden dönen manevracıların sorumlusununTCDD yönetimi olduğunu, 23 Ocak günü HaydarpaşaGarı’nda gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla duyurdu.Demiryolu emekçileri iş cinayetlerine karşı 23 Ocak’tabazı şubelere bağlı işyerlerinde 10.00-12.00 saatleriarasında iş bıraktı.

“Az adamla çok iş” mantığı nedeniyle makasçı,manevracı ve gard fren ünvanlarında çalışan emekçileri“Tren Teşkil Memurluğu” adı altında tek bir ünvandabirleştiren TCDD yönetimi BTS’liler tarafındanprotesto edildi. İş cinayetleri sonucu yaşamını yitirendemiryolu çalışanlarının fotoğraflarını taşıyan BTS’liemekçiler, Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD’yisorumluluklarını yerine getirmeye çağırdılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Balcalı’da “promosyon” eylemiÇukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nde

gaspedilen promosyon hakkının çalışanların taleplerigözetilerek ödenmesi için, SES, Dev Sağlık-İş veEğitim-Sen tarafından 23 Ocak günü ortak bir basınaçıklaması gerçekleştirildi. İş Bankası önünde yapılanaçıklamada, imzalanan genelge çerçevesinde ÇukurovaÜniversitesi Rektörlüğü’nün çalışanları ilgilendiren bukonuda çalışanlara danışmadan, herhangi bir banka ileanlaşma yaptığı belirtildi. Promosyonda yapılanadaletsizliğe karşı İş Bankası Çukurova ÜniversitesiŞubesi’ne çalışanların hesaplarından yapılan otomatiködemelerin iptal edileceği ve Rektörlüğe karşı buihalenin iptali için her türlü hukuk mücadelesininyürütüleceği ifade edildi.

Kızıl Bayrak / Adana

Yapı-Yol Sen: “Bu pislik bize aitdeğil!”

Yapı-Yol Sen İstanbul Şubesi, Tapu ve KadastroMüdürlükleri’ne yapılan rüşvet operasyonlarına ilişkin23 Ocak günü yazılı açıklama yaparak “yolsuzluk,hırsızlık ve rüşvetçiliğin bir işleyiş biçimi” olduğunubelirtti.

Yapılan yolsuzlukların asıl mağdurunun emekçilerolduğu, yaşanan sorunların çözümünün birleşmek veörgütlenmekten geçtiğini vurguladı: “İşte bunun için bupislik bize ait değildir diyoruz. Ama bu pisliği biztemizlemezsek kimse temizlemeyecektir. Bunun içinönce birleşmek ve örgütlenmek zorundayız. İşkolumuzörgütlülüğün en az olduğu işkollarından biridir veüzerimize bu kadar gelebilmelerinin en önemli nedeni

örgütsüzlüğümüz yani sendikasız oluşumuzdur.”Diğer yandan Tapu Kadastro 2. Bölge Müdürlüğü

yayımladığı talimat ile, Bölge Müdürlüğü’ne bağlıbirimlerde cep telefonu kullanımını yasakladı veuymayanlar hakkında yasal işlem yapılacağını bildirdi.Yapı-Yol Sen İstanbul Şubesi, Tapu ve Kadastroçalışanlarını verilen talimata uymamaya çağırdı.Talimata karşı idari ve hukuki süreci başlattığınıduyurdu.

Eskişehir’de yemek boykotu!Sağlık emekçilerinin, yemeklerin ücretli hale

gelmesini protesto etmek amacıyla Türkiye genelindebaşlattıkları üç günlük boykot, 22 Ocak günüEskişehir’de de yapılan basın açıklamasıyla başladı.Türk Sağlık-Sen ve SES’in birlikte örgütlediği basınaçıklaması, OGÜ Hastanesi giriş kapısındatoplanılması ve eyleme katılan sağlık emekçilerinesimit dağıtılmasıyla başladı. Böyle bir uygulama hayatbulursa, sağlık emekçilerinin yemek için hastane dışınaçıkacakları ve molayı sonuna kadar kullanacakları,olası kötü durumlardan hükümetin ve okul yönetimininsorumlu olduğu dile getirildi. Açıklamaya yaklaşık 200sağlık emekçisi katıldı.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Eğitime kötü karne!Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri, her öğretim dönemi

sonunda kamuoyuyla paylaştığı “DönemDeğerlendirmesi”ni 22 Ocak günü gerçekleştirdiğiaçıklamayla sundu. 2008-2009 öğretim yılının birincidöneminde okul, öğrenci ve eğitim emekçilerininkarşılaştığı sorunları belirleyen rapor 32 maddedenoluşuyor.

Öğretmenlere çalışma saatlerinin dışında verilenangarya işler, elektrik, doğalgaz ve su faturalarınınödenmemesi nedeniyle eğitim-öğretimin kesintiyeuğraması, Eğitim-Sen üyelerinin baskılara uğramaları,eğitimi paralı hale getiren uygulamalar vb. sorunlarınvarlığını koruduğunu belirten Eğitim-Sen İstanbulŞubeleri, sorunlara dikkat çekmeye devam edeceklerinisöylediler.

Açıklamanın ardından, Öğretmenevi’nden yalnızcaeğitim emekçilerinin yararlanması, bandrol ücreti adıaltında üye aidat uygulamasından vazgeçilmesitalebiyle toplanan 10 bini aşkın imza Milli EğitimBakanlığı’na, Öğretmenevi Hizmet ve Sosyal İşlerDairesi Başkanlığı’na gönderildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar16 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

CMYK

“AKP ile hesaplaşma fırsatıdır”!

Önümüzde 28 Aralık 2003 gibi erken bir tarihteEMEP Genel Başkanı Levent Tüzel’le yapılmış birröportaj var. Zamanında Evrensel’de yayınlanan,ardından uzun süre EMEP sitesinde tutulan bukapsamlı röportaj, EMEP’in yerel seçimlere ilişkinpolitikasının çerçevesini özetliyor. Dolayısıyla işinaslında, sıradan bir gazete röportajından çok, bu formiçinde bir partinin yerel seçim politikasını bellibaşlıklar üzerinden özetleyen temel önemde birmetinle yüzyüzeyiz. Parti sitesinde uzun süretutulması ve EMEP’in yerel seçimlere ilişkinpolitikasının esaslarını ortaya koyan neredeyse tekmetin olması da bunu gösteriyor.

Evrensel’de yayını esnasında bu röportaja, yerelseçim olayı kastedilerek, “AKP ile HesaplaşmaFırsatıdır” başlığı konulmuş. “AKP karşıtlığı”eksenine oturan bir seçim platformunuKarayalçınlar’dan bağımsız olarak daha o gündenhaber veren bu başlık, metnin EMEP sitesinekonulmuş örneğinde de aynen korunmuş. Röportajınilk sorusu da bu konuda ve nitekim verilen yanıtın özüve esası aktardığımız başlığa yansıtılmış durumda.

Bir yerel ya da genel seçimi, o an hükümettebulunan parti ile hesaplaşma ekseninde ele almak,seçimlerde izlenecek çizginin ve yapılacak çalışmanınana amacını buradan tanımlamak, parlamenter işleyişedayalı burjuva politikasının tipik bir davranışbiçimidir. O an iktidar olan partinin hedef halinegetirilmesi, kitlelerin öfke ve tepkilerinin buparlamenter hedefe yöneltilmesi, burjuva partilerine vepolitikacılarına böylece; sorunların gerçek kaynağınıgizleme, temel sınıf ve iktidar ilişkilerini, bununifadesi temel kurumları perdeleme, her türlü öfkenin,tepkinin ve tartışmanın dışında tutma olanağı sağlar.Gerçek iktidar ilişkilerinin parlamenter kurumlar veişleyişle perdelendiği tüm kapitalist ülkelerde ve buarada Türkiye’de, her seçim döneminde muhalefetpartileri hükümet partisi/partileriyle, tersinden dehükümet partisi/partileri muhalefet partileriyle hep debu çerçevede “hesaplaşır”lar.

Komünistlerin “parlamenter oyun” olarakniteledikleri aldatıcı işleyişin temel bir yönüdür bu.Bundan dolayıdır ki komünistler her dönemde, fakatözellikle de seçimler döneminde, bu yapı ve işleyişiniç yüzünü sergilemeye, kitlelerin bilincini ve dikkatinibu orta oyunundan gerçek iktidar yapısı, ilişkileri veişleyişine çekmeye çalışırlar. Sorunların gerçekiktisadi-sınıfsal nedenlerini ve kaynaklarına ortayakoymaya, parlamenter yanılsamaları kırarak kitleleregerçek çözüm ve çıkış yolunu göstermeye özel birdikkat gösterirler. Komünistler ve tüm gerçekdevrimciler için seçimler, işte bu anlamda bir“fırsat”tır. Lenin’in sözleriyle, komünistler içinseçimler, “özel bir siyasal işlem değildir, binbir türlüvaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmakdeğildir, ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasaldünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerinisavunmak için özel bir fırsattır.”

EMEP’li liberaller içinse seçimler, “AKP ile

Hesaplaşma Fırsatıdır”. Tıpkı CHP’den MHP’ye veİP’e kadar tüm burjuva düzen partileri için olduğugibi. Elbette bu partilerin her biri ve bu arada EMEPve “Demokratik Güçbirliği” için bu hesaplaşmanıniçeriği, öncelikli unsurları ya da vurguları, farklıdır yada farklı olabilir, fakat bu sorunun özünü ve esasınıdeğiştirmez. Burada temelde burjuva parlamenternitelikte bir ilkesel ve politik tutum yansımaktadır,aslolan da budur.

EMEP’in daha ilk temel yerel seçimdeğerlendirmesinde sorunun böyle konulması birrastlantı değildir. Tersine, sonraki hemen tümaçıklamalarda ve Evrensel’in köşe yazılarında bututum aynı biçimde sürdürüldü. Bu arada “DemokratikGüçbirliği” deklarasyonunda da sorun böyle ortayakonuldu ve buna ilişkin vurguyu EMEP’liler özellikleöne çıkardılar. Deklarasyonu kamuoyuna açıklayanortak toplantıda, EMEP başkanının konuşması, bizzatEvrensel’in verdiği habere göre AKP karşıtlığıeksenine oturmaktaydı. Evrensel’in bazı köşe yazarlarıise, teorik ve ilkesel sorunlarda boşluğun da verdiğibir naiflik ve patavatsızlıkla, bunun ölçüsünü iyicekaçırdılar ve halen de aynı minvalde yazıp duruyorlar.(Bunun gerçekten pek hoş bazı örneklerini daha sonraayrıca göreceğiz).

Liberal akıl hocaları, A. Cihan Soylular, “Sınıfbilincine ulaşmış işçi ve ileri emekçiyle, sınıfındevrimci partisi”ni uyarıyor, seçim döneminde“emekçilerin sorunları, zorlukları, çözümün neredeolduğunu açık olarak bilmelerini sağlayacak birpolitik ajitasyon ve propaganda” yürütmelerindensözediyorlar. Ama nedense bunu iki aylık birgecikmeyle yapıyorlar; aylardır sakız gibi tekrarlanıpdurulan liberal söylemler karşısında susanlar, seçimdönemi bitmek üzereyken sözüm ona “devrimci”uyarılarda bulunuyorlar. Üstelik bunu yanlış bilincinve tutumun sahiplerini dosdoğru hedefleyerek dedeğil, fakat orta yere, demek oluyor ki boşluğaseslenerek yapıyorlar.

Bilgece duran o sade sözleriyle bize şunlarısöylüyordu Mustafa Yalçıner: “Herkes bilir ki,AKP’nin önünü kesmekle sınırlı davranılamaz.” Başkabir durumda bu sözler gerçekten ferahlatıcı olabilirdi.Gelgelelim burada sorunumuz, görmüş bulunduğumuzgibi, “AKP’nin önünü kesmekle sınırlı” davranılıpdavranılamayacağıyla değil, fakat bir seçimçalışmasının eksenine o anki hükümet partisiylehesaplaşmanın konulup konulamayacağı ile ilgidir. Vebu, burjuva temsili kurumlar ve seçimler sorununayaklaşımda, parlamenter avanaklıkla devrimci sınıftutumunu ayıran temel ölçütlerden biridir.

Ve biz inanıyoruz ki, çok kimse gibi MustafaYalçınerler de bunu gerçekten çok iyi bilirler.Gelgelelim onların sorunu hiç de bilip bilmemekleilgili değildir. Onların sorunu, öteki bazı EMEPyöneticileri ve Evrensel yazarlarında olduğu gibicahillik değil, fakat tümüyle, giderek bayağı bir halalan liberal oportünizmle ilgilidir. Onlar çok şeyi birçok kimseden iyi biliyorlar, fakat bilmezliktengeliyorlar ve bu onlar payına hiç de onurlandırıcı birdurum değil. İki onyılın tasfiyeci ve terbiye edici

süreçleri, “herkes”in bildiklerini bilmezlikten gelmekonumuna düşürmüştür onları. Bu cahilliğe kıyasladaha vahim bir durumdur ve utanç vericidir.

Liberal hayaller ya da fabian “sosyalizmi”

“EMEP nasıl bir yerel yönetim anlayışınısavunuyor?” Bu, sözkonusu röportajın ikincisorusudur ve doğal olarak verilen yanıt burada elealdığımız konu bakımından fazlasıyla önemlidir.Devrimci, hatta hatta sosyalist olmak iddiasındaki birparti temsilcisine böyle bir soru sorulduğu zaman,normal olarak, kapitalizm koşullarında ve onunbelirlediği sınıfsal egemenlik ilişkileri ve buna dayalıiktidar yapılanması ve işleyişi altında, “yerelyönetimler”in ne olduğu, ne anlama geldiği üzerinehiç değilse bir çift sözle bir şeyler söylenmekdurumundadır. Bunu, A. Cihan Soylular’ın iki aysonra yapmak zorunda kaldıklarını yapmak olarak datanımlayabiliriz. Ama hayır, EMEP başkanı bu denlitemel önemde bir soruya bu teorik-ilkesel çerçevedenhareketle bir yanıt vermek yoluna gitmiyor. Onu yanıtıtümüyle pratiktir ve tüm içeriği ile düzenin içmantığına ve işleyişine oturmaktadır.

Tüm yanıtı kesintisiz olarak aktarıyoruz: “Özelleştirmeci, rantçı, ayrımcı bir belediyecilik

karşısında demokratik, halka denetim imkanısağlayan, doğrudan halkın katılımının olanaklarınısunan bir belediyeciliktir. Yani bir kısım sermayepartilerinin ve onların çevrelerinin, şirketlerin çıkarsağladığı, kamu kaynaklarını kendi lehlerinekullandığı bir belediyeciliğe karşı, bu kaynaklarıayrım gözetmeksizin herkese adil bir şekilde aktaran,karşılığında kâr ve menfaat gözetmeyen birbelediyecilik, bizim savunduğumuz. Böyle birbelediyecilik, bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliğiortadan kaldırmaya, temel problemleri çözmeyedönüktür. Belediye hizmetleri bugün, belediye başkanı,yardımcıları, belediye başkanının siyasal partisi ve opartiye yakın kesimlerin istekleri doğrultusundabelirleniyor. En küçük bir imar düzenlemesi, altyapıçalışması dahi birilerinin haksız kazanç sağlamasıgözetilerek yapılıyor. İhtiyacı olana değil de, parasıolana hizmet götürülüyor. Oysa hizmetler ve onaayrılan kaynaklar, halkın denetimine açık olmasıgerekir. Böyle bir yönetim anlayışını yerleştirmenin tekyolu, katılımı sağlamaktır. Bunun için de halkın kendiiçerisinden seçtiği temsilciler aracılığıyla belediyeninbütçesini, harcamalarını, hizmetlerini denetleyen birmeclisin, oluşumun kurulması lazım. Ancak bu şekildekatılım demokratik olur, şeffaf olur. Ancak bu şekildebelediye bir kesimin rant kapısı olmaktan çıkabilir.”

Buna kısaca dürüst ve halkçı bir belediyecilik dediyebiliriz. Fakat tüm dürüstlüğüne ve halkçıheyecanına rağmen bu yanıtta ilke olarak düzeni aşaniğne ucu kadar bir şey yok. Söylenenlerin özü ve özetişuna çıkıyor: Ortada sorunların çözümü ve halkahizmet için yeterli “kamu kaynakları” var, fakatbelediyeleri elinde bulunduran “rantçı, ayrımcı”sermaye partileri bunları kendileri, çevreleri ve birkısım şirketler için kullanmaktadırlar. EMEP’in temsil

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalarH. Fırat

(Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm,

Eksen Yayıncılık, s.93-103)

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 17

CMYK

ettiği “dürüst ve halkçı belediyecilik” bu duruma sonverecek, “bu kaynakları ayrım gözetmeksizin herkeseadil bir şekilde aktar”acak ve “karşılığında kâr vemenfaat gözetme”yecektir. “Böyle bir belediyecilik,bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliği ortadankaldır”acak, bu arada “temel problemleri” deçözecektir.

Demek ki bu anlayışa göre, yerel yönetim vehizmetlar alanında burjuva sınıf egemenliğisisteminden ve kapitalist özel mülkiyet düzenindenkaynaklanan herhangi bir sorun yok. Bunlaradokunmaksızın, ama yönetim anlayışını değiştirerek,mevcut durumu kökten değiştirmek olanaklıdır. Halkındesteği kazanılır ve yönetime gelinirse, hırsızlık verantçılık önlenirse, kaynaklar ayrımsız olarak herkesiçin kullanılırsa, böylece dengesizlikler giderilir vetüm temel sorunlar çözülür.

Biz bu acısız ve sancısız çözüm yolunu, “hizmettedürüstlük” ve “hizmet dağıtımında adalet” olarak daözetleyebiliriz. Yani İngiliz fabianizmi ya da“yerel”den öteye ulusal düzeyde genelleştirilmişbiçimiyle, İsveç “sosyalizm”i! Yani bugünün değilsebile “sosyal devlet” döneminin sosyal-demokrasisi!

Gelgelelim, bizim döne döne “belediyesosyalizmi” olarak niteleyip teşhir ettiğimiz burjuvaliberal anlayış da tamı tamına budur. Bu düşünce vemantık biçimi, hiç değilse yerel yönetim ve hizmetsorunu üzerinden, kapitalizmin aklanması veonaylanmasından başka bir şey değildir. Bu düşünüştarzı, yerel sorunların, yerel hizmetlerdekiyetersizliklerin, aksamaların ve ayrımların, yerelyöneticilerin izlediği politikadan, onların hırsızlığa,yolsuzluğa ve bu arada beceriksizliğe dayalı yönetimanlayışından kaynaklandığını iddia eden burjuvapropagandasının bir yinelenmesinden başka bir şeydeğildir. Hırsızlık, yolsuzluk, rantçılık, bürokratikhantallık, bunun öteki yüzü olan halktan kopukluk vebu arada beceriksizlik, bütün bunlar her kapitalistülkede olduğu gibi Türkiye’de de yerel yönetimgerçeğinin bir parçasıdır.

Fakat tüm bunları giderseniz ve bu arada tüm butemizlikle belediyeleri “bir kesimin rant kapısıolmaktan çıkar”sanız bile, yerel hizmetler alanında“temel sorunları” çözemezsiniz. Çünkü kapitalisttoplumda, tüm öteki temel sorunlar gibi yerelhizmetler alanındaki temel sorunlar da, kötüyönetimden değil, fakat sınıf egemenliği sistemindenve kapitalist mülkiyet düzeninden kaynaklanmaktadır.Bu sınıf egemenliği sistemini yıkmadan, bu mülkiyetdüzenin temelden değiştirmeden, iktidarın yanısırabirikmiş zenginliklerin ve kaynakların kamunun elineve hizmetine geçişini sağlamadan, bu sorunların birtekini bile çözemezsiniz. Yerel kamu kaynaklarının endürüst ve adil bir kullanımı bile bu sorunlarınçözümünü değil, fakat olsa olsa, geçmişte,kapitalizmin genişleme döneminde Avrupa sosyal-demokrasisinin bir ölçüde yapmayı başardığı gibi,halk kitlelerinin yaşamında nispi bir iyileşmesağlayabilir. Bu ise temel sorunların çözümü anlamınagelmediği gibi kapitalizmi de zayıflatmaz, tersine,kitlelere aldatıcı ve duruma katlanılabilir bir tatmin

sağlayarak, böylece ona daha sağlam ve nispeten dahaistikrarlı bir zemin sağlar.

Bu kapitalizm koşullarında en iyi sonuçtur, fakatbugünün Türkiye gerçekleri gözetildiğinde, liberal birreform projesi olarak bile herhangi bir başarışansından yoksundur. Bu nedenledir ki biz onudayanaksız hayallere dayalı liberal bir proje olarakniteliyoruz. Bunların boş hayaller olduğuna ne iyi kiartık A. Cihan Soylular da tanıklık ediyorlar. “‘Endevrimci belediye yönetimleri’ dahi halkın ve kent vebeldelerin tüm gereksinmelerini karşılama olanağıbulamayacaktır” deniliyordu bize, daha önceaktardığımız pasajda. İzleyen satırlarda ise DEHAP’ınhalihazırdaki yerel yönetim deneyimi hatırlatılarakşunlar söyleniyor: “Bu, daha kapsamlı bir tartışmakonusu olmakla birlikte, kapitalizmin kurallarınınişlediği ve burjuvazinin iktidar erkini elinde tuttuğukoşullarda, belediye başarılarının sınırlarının aslındaönceden bir tür belirlendiğinin de göstergesidir.”

Halkçı belediyelerin sorunların çözümünden çok,bu sorunların neden çözümsüz kaldığının halkkitlelerine gösterilmesine olanak sağlayacağını,dolayısıyla temel kazanımların iktisadi ya da sosyalolmaktan çok siyasal olabileceğini nihayet hatırlayanve lütfedip hatırlatan A. Cihan Soylular, sözü şurayabağlıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin destekledikleribelediye yönetimlerinin başarısı halkın dolaysızkatılımı ve desteğine bağlıdır; ancak bunun dasınırlılıkları ve yetmezlikleri olacağını unutamayız. Buyetmezlik ve sınırlılıkların aşılabilirliği sağlandığındaise, artık farklı bir yolda, iktidarın alınması yolundayürümekten söz edilecektir.” Demek ki belediyecilikkapsamına giren “temel sorunlar”ın devrimden vedevrimci iktidarın alınmasından ayrı bir çözüm

olanağı yoktur. Ve nihayet final sözleri: “İşçi sınıfı ve emekçilerin

çıkarı, iktidarın eksiksiz alınmasındadır ve kurtuluşunyolunu açacak olan da budur.” Aynı konuda MustafaYalçıner neler söylüyordu: “Herkes bilir ki, mevcutdüzen çerçevesinde ‘yerel kurtuluş’lar olanaklıdeğildir.”

İyi ama, A. Cihan Soylular ve Mustafa Yalçınerlerbunları bu açıklıkla biliyorlardı da neden aylarboyunca hatırlamak ve hatırlatmak, böylece EMEPyöneticilerinın ağzından ve Evrensel’in sayfalarındantaşıp duran bütün o liberal söylemlerin karşısınakoymak ihtiyacı duymadılar? Bu sorudaki şaşırtıcılıksoruluş tarzından geliyor. Gerçekte bu soruanlamsızdır, zira ortada hala da herhangi bir müdahaleyoktur. Sadece görüntüyü bir nebze olsun kurtarmayayönelik göz boyayıcı sözler vardır ve bunlar damuhtemeldir ki saflardaki huzursuz bazı öğeleriyatıştırmak içindir.

Biz yeniden “EMEP Genel Başkanı LeventTüzel”in röportajına dönelim. Daha sonraki sorularıyanıtlanırken aynı konu, yerel yönetim anlayışıüzerinde durmayı sürdürüyor Levent başkan.Okuyoruz:

“Savunduğumuz yönetim anlayışının hedefi sadecetemel ihtiyaçların karşılanması değil, emekçilerinkültürel, sosyal vb. her yönüyle kendinigeliştirebileceği imkanlara da kavuşturulmasıdır.Böyle bir belediyecilik ilçelerdeki olumsuz koşullaragöz yummayacağı gibi, fabrikalardaki kötü çalışmakoşullarına da göz yummayacaktır. Dahasımüdahaleci bir tarzda yapacağı düzenleme vehizmetleriyle halkın layık olduğu koşullaroluşturulacaktır. Bu nedenle partimiz ve beraber

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalarH. Fırat

(Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm,

Eksen Yayıncılık, s.93-103)

Yerel yönetimler ve liberal yanılsamalar18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

hareket edeceği emekten, demokrasiden yana güçleröncelikle bulundukları bölgedeki yerel sorunlarıçözmeyi temel alan bir program etrafındabirleşmelidir.”

Liberal hayaller birilerinin ayaklarını yerden(kapitalizmin ve günümüz Türkiye’siningerçeklerinden de denebilir buna) böyle kesiyor işte.“Temel ihtiyaçların karşılanması”nın sağlanması neki, liberal hayaller daha da ötelere kanat çırpıyor;hedef “emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüylekendini geliştirebileceği imkanlara dakavuşturulmasıdır.” Yani? Yani tam ve eksiksiz birsosyalizm!

Bu liberal baylar, “emekçilerin kültürel, sosyalvb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlarakavuşturulması”nın ne demek olduğu üzerine hiçdüşünmüşler midir acaba? Bunun önündeki engelinburjuva sınıf egemenliği sistemi ve mülkiyet düzeniolarak kapitalizm ve bunun gerçekleştirilmesinin isetamı tamına sosyalizm, üstelik gelişmiş, komünizmedoğru evrilmiş bir sosyalizm olduğunu bilmiyorlarmı? “Levent başkan” değilse bile bazı başkanyardımcıları (Yalçınerler) ve bu arada işleri kenardangötüren liberal akıl hocaları elbette bunu çok iyibiliyorlar. Ama buna rağmen bu liberal yavelere aylarboyu sessiz kalabiliyorlar. Nihayet bazı doğrularısıraladıklarında ise, bunu, bu liberal rezaleti haklıolarak eleştiren komünistlere ve devrimcilerekinlerini kusmadan yapamıyorlar.

A. Cihan Soylular şu sözleri, tam da “belediyesosyalizmi”nin örtülü eleştirisini yapmak zorundakaldıkları o kısacık yazılarının satır aralarınasıkıştırıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşudavasına sadakatle bağlı olan herkes, sınıflarmücadelesi yasalarının bilincinden uzak, dünyayıve toplumsal yaşam ve mücadeleyi kendi küçükbarınaklarında yorumlayıp kendi dışındaki herkeseçamur sıçratmak için tepinen ar yoksunlarınıgörmezden gelecek ve halkın davasının ilerletilmesiiçin önüne çıkan görev ve sorumluluklarını yerinegetirmek için çalışacaklardır.” (26 Şubat tarihli oaynı yazı, vurgular bizim.)

İşin küfür ve hakaret yanını bir yana bırakıyoruz.Ama şu “Sınıflar mücadelesi yasalarının bilincindenuzak” iddiasını alınız ve “EMEP Genel BaşkanıLevent Tüzel”in partinin yerel yönetimler ve yerelseçimler üzerine buraya kadar aktardığımız (ve dahasonra daha fazlasını da aktaracağımız) sözleriylekarşılaştırınız. Levent başkan’ın bu düşünceleri şahsıdeğil fakat partisi adına açıkladığını, dahası, tam dabu nedenle, belki de bu metnin Levent başkan adınaliberal akıl hocalarından biri tarafından kalemealındığı gerçeğini de göz önünde tutunuz ve sonradönüp A. Cihan Soylular’ın yukarıda siyah olarakverdiğimiz küfür ve hakaretlerine yeniden bakınız.Umuyoruz ki böylece, gerçekte kimin/kimlerin “aryoksunu” olduğu konusunda dolaysız bir fikiredinmeniz hiç de güç olmayacaktır.

Peki komünistlere ve devrimcilere küfrederek deolsa “belediye sosyalizmi”ne yöneltilen bu eleştirelsözlerin, parti olarak EMEP ve gazete olarakEvrensel için herhangi bir anlamı ve sonucu varmıdır? Yanıt için somut duruma bakalım. “SeçimÇalışması ve Halkın Örgütlenmesi” başlıklı ve A.Cihan Soylu imzalı yazı, 26 Şubat tarihli Evrensel’deyayınlandı. Yukarıdaki küfür ve hakaretleri içeren buyazı, ardından gidip titrek ve bulanık biçimde deolsa, “belediye sosyalizmi”ne dayalı liberal hayallerkonusunda uyarılara bağlanıyor ve öylecenoktalanıyordu. İşte bu yazıdan yalnızca iki sonra,Evrensel’in genel yayın yönetmeni İhsan Çaralan,kendine ait köşede “Yerel Mücadele ve Yerelİmkanlar” başlıklı (dolayısıyla başlığıyla bile haylidikkat çekici) bir yazı yayınladı. Bu yazıdan uzuncabir bölümü aşağıya alıyoruz:

“Kuşkusuz ki; yerel yönetimlerin en klasik

görevleri olan; yol, su, elektrik, doğalgaz,kanalizasyon, kitle taşıması gibi hizmetlerin ucuz,kaliteli, adil (yoksul bölgeleri ve yoksul halkkesimlerinin ihtiyaçlarını en öne alan bir adaletanlayışıyla) bir biçimde nasıl çözüleceği elbette ki,iyi bir biçimde propaganda edilmelidir. Bunun içinyerel imkânların neler olduğu, geçmişte bunlarınnasıl çarçur edildiği, ’hizmet veriyoruz’ adı altındahalkın parasıyla kimlerin nasıl vurgunlar yaptığıgösterilmelidir. Ama, bunun da ötesinde kentlerin,emekçi semtlerinin sadece; işe gidilip gelinen, sonrada uyunan mekânlar olarak değil; herkese insancayaşam koşullarının sunulduğu sosyal ortamlar olarakele alınması son derece önemlidir. Bu amaçla sağlık,eğitim hizmetlerinin herkesin parasızyararlanabileceği bir biçimde sunulması, sinemalar,tiyatrolar, halk kütüphaneleri, kültür evleri, kadın vegençlik evleri gibi kurumların ihtiyaca uygundüzeyde hizmet verecek tarzda geliştirilmesi, yerelyayıncılığın tekelci yayıncılık karşısındadesteklenmesi (gazete, radyo, tv. vb.), çevreninkorunması, hizmetlerin engellilerin ihtiyaçları dagözetilerek düzenlenmesi... Bütün bu hizmetlerinyerel dokunun ve onun imkânlarının kullanılması

üstüne şekillendirilmesi, çalışmanın yerelleşmesibakımından son derece önemlidir.”

Bu sözleri hiç değilse şimdilikyorumlamayacağız. Zira buradaki (ve yazınıntoplamındaki) yaklaşım, tamı tamına Levent Tüzel’inbu yazıyı iki ay önceleyen düşünceleri ileörtüşmektedir. Bu ikincisi üzerine söylenmesigerekenleri söylemiş bulunduğumuza göre, onları birde bu yeni versiyon üzerinden tekrarlamamızgereksizdir.

Buna rağmen buraya bu geniş pasajı almamızınnedeni, A. Cihan Soylular’ın uyarılarının Evrenselyazarları için bir anlam ifade etmediği konusundadolaysız olarak bir fikir vermektir. Neden etmediğiiçin tahmin yürütmek mümkün, ama buna buradagerek yok. Bunun yerine teknik mahiyetteki şuhatırlatmalarla yetiniyoruz: İhsan Çaralan’ın 28Şubat tarihli yazısı A. Cihan Soylu’nun 26 Şubattarihli yazısını izlemişti. Onu ise A. Cihan Soylu’nun1 Mart tarihli yazısı izledi ve 26 Şubat yazısındayalnızca bir paragraf olarak verilen düşünceler, bukez daha geniş ve açık vurgularla, bu son yazınıntamamını oluşturdu. Bunun bir anlamı olup olmadığısorusunun yanıtını ise burada açıkta bırakıyoruz.

Parlamenter avanaklıkEMEP’in yerel seçim politikasının esaslarını sunan 28 Aralık tarihli röportajla sürdürüyoruz. Sözkonusu

röportaj için Evrensel’deki yayında yapılan ve metnin EMEP sitesindeki kullanımında korunan sunuş aynenşöyle:

“EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, yerel seçimlerde sağlanacak bir başarının, ülkenindemokratikleşmesi ve halkçı bir iktidarın kurulmasının yolunu açacağını vurguladı. Tüzel, bu nedenleemekten, demokrasiden ve bağımsızlıktan yana partilerin, örgütlerin halkçı bir yerel yönetim anlayışıetrafından güç birliği yaparak seçime girmesi gerektiğini belirtti.” (Vurgular bizim)

Bu temenni ve çağrının çok geçmeden “Demokratik Güçbirliği” ile gerçekleştiğini biliyoruz. “DemokratikGüçbirliği” sadece temenninin gerçekleşmesi olmadı; çağrıyla birlikte dile getirilen hedefi de (yerel seçimbaşarısı ve bununla “halkçı bir iktidar”a yürüme) aynı şekilde, fakat daha açık ve özlü bir biçimde tanımladıve bunu daha genel bir çağrıya dönüştürdü:

“Tüm halkımızı, emek, demokrasi ve barış güçlerini Türkiye’nin her yerinde ve hayatın her alanındademokratik güçbirliklerini geliştirmeye, güçlendirmeye ve bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidarolmak için çalışmaya çağırıyoruz. Demokratik Güçbirliği, yeni bir Türkiye için halkın gerçek iktidarınıkurma doğrultusunda yeni bir umut olacaktır.” (Vurgular bizim)

Gerçekleştirilecek geniş bir “güçbirliği” sayesinde elde edilecek bir yerel seçim başarısı ile “ülkenindemokratikleşmesi ve halkçı bir iktidarın kurulması” sorunu arasında kurulan bu dolaysız bağ, ya daDeklarasyon’un ifadesiyle, “bugün için yerellerde, yarın ise genelde iktidar olmak” hedefi, yerel seçimlerboyunca EMEP açıklamalarına ve propagandasına hakim bir başka temel politik tema oldu. EMEPpropagandası ve Evrensel yazarları bunu öylesine bir doğallık içinde yineleyip duruyorlar ki, insan buradakiaşırı rahatlığa baktığı zaman, bu çevrenin nispeten kısa sayılabilecek bir süre içinde liberal sol burjuvaideolojisini benimsemede ve özümsemede katettiği mesafeye şaşırmadan edemiyor. Yerel seçim başarısıyla“yerel iktidar”, ardından bundan da alınacak güç ve itilimle bu kez bir genel seçim başarısıyla ülke düzeyinde“genel iktidar”...

Bu, parlamentarizme dayalı burjuva liberal ideolojinin dipsiz kuyusudur! (...)

(Tasfiyeci Sürecin Son Aşaması: Parlamentarizm,Eksen Yayıncılık, sf: 104-105)

Bir direnişin ardından... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Ünsa Çuval’da 4 Aralık günü ücret ve tazminatalacaklarının ödenmesi talebi ile başlayan direnişgeçtiğimiz hafta sonu sona erdi.

Direniş, krizi fırsat bilen Ünsa patronununtaşeronların bir bölümünü kapatma kararı alması veişçilerin alacaklarını vermemesi üzerine başlamıştı.2006 yılında Rozi direnişinde yer alan bir işçininNakliyat-İş yöneticilerine haber vermesi ile birliktesendika yöneticileri işyerinin önüne gelmiş, işçilerleyaptıkları toplantıda direniş kararı alınmıştı. İlk birkaçgün direnişe çıkma konusunda kararsız olsalar da,patronun oyalayan tutumları üzerine, Eda Tekstiltaşeronunda çalışan 85 Ünsa işçisi, bayram dönüşüolan 15 Aralık günü Samandıra’daki ana fabrikaönünde direnişe başlamıştı. Taşeronun işçilerinalacaklarını vermemesi üzerine direniş, bu durumunasli sorumlusu olan Ünsa’nın önüne taşınmıştı.

Direniş boyunca işçiler iki kez alacaklarınınödenmesi talebiyle fabrikayı işgal ettiler. Bunundışında fabrika önünde ve Taksim gibi merkeziyerlerde bir dizi eylem gerçekleştirdiler.

Direnişte geçen 50 gün boyunca Ünsa işçileri,belki de yıllar boyunca öğrenmedikleri şeyleri bumücadele içerisinde öğrendiler. Bu tablo, herhangi bireylemin işçilerde yaratacağı bilinç sıçramasının enbüyük kanıtlarından biri oldu. Olanakların çok dahafazla olduğu Sinter gibi fabrikalarda hayatageçirilmeyen eylemlerle Ünsa işçileri sınıf mücadelesipayına anlamlı bir deneyim elde ettiler.

Ancak Ünsa direnişinde yaşananlar sadeceolumluluklar değildi. Direniş kendi içinde sürekli birbiçimde yalnızlaştı ve kan kaybetti. Özellikle sonzamanlarda direnişe katılan işçi sayısında ciddiazalmalar yaşandı. İşçiler yalnızca patronla görüşmeyapılacağı vb. günler direniş alanına gelmeyebaşladılar. İşçilerin bir kısmı patronla anlaşarak,alacaklarının bir kısmını hibe ettiler ve direniş alanınıterk ettiler. En son geçtiğimiz hafta sonu direnişedevam etmekte kararlı olan 15-20 civarında işçisi isealacaklarının bir kısmını peşin, geride kalan bölümünüde 2 senet halinde alarak direnişi sonlandırdılar.

Direnişlerde böyle zayıflama veya kırılmalaryaşanmasının sınıf mücadelesinin bugünkü düzeyiaçısından anlaşılır yanları bulunuyor. Ancak Ünsa’dabu zayıflamayı yaratan en temel etkenin direnişin“öncüleri” tarafından sürekli bir biçimdeyalnızlaştırılması olduğunu söyleyebiliriz. Nakliyat-İşyöneticileri, genel başkanlarının DİSK yönetim kuruluüyeliği kimliğini de kullanarak başlattıkları budirenişte bir kez daha, bilinen dar grupçu vebenmerkezci tutumlarını sergilediler.

Sınıf mücadelesinin yalnızca kendilerindensorulduğunu sananlar, biz sınıf devrimcilerinin veOSİM-DER’li işçilerin direniş alanında yer almasınabile tahammül edemediler. Ünsa’da yürüttüklerimücadeleler nedeniyle ve “işyerinin gelecektekiçıkarlarına zarar vereceği!” iddiasıyla, işten atılan eskiÜnsa işçilerini direniş alanından kovmaya bileyeltenebildiler. Hatta daha da ileri giderek, direnişçiişçileri kışkırtıp bu işçilere saldırtmaya kalktılar.Dahası, Ünsa’nın ana fabrikasında çalışan işçilerinbile direnişçi işçilerle görüşmesine engel oldular.

Sınıf devrimcileri olarak, her zaman olduğu gibi,işçi sınıfının her direnişinin kendi direnişimiz olduğubilinciyle hareket ettik ve direnişin ileriye taşınmasıiçin tüm olumsuzluklara karşın elimizden gelen çabayısarf ettik. Direnişin soluğunu ana fabrikanın içine veçevre fabrikalara taşımaya çalıştık. Bunu ne küçük dar

grupçu hesaplarla, ne de başka anlamsız kaygılarlayaptık. Buradaki tek kaygımız, çalıştığımız havzadagerçekleşen bir direnişe karşı sorumluluklarımızıyerine getirmek oldu. Ancak kendileri dar grupçıkarları peşinde koşan bu “öncüler”, “buradankendi partinize adam götüremezsiniz, boşunagelmeyin!”, “burada bir sendika var, bir siyasalhareket var, size gerek yok!” gibi söylemlerlebizleri de kendileri gibi sandıklarını ortaya serdiler.

Elbette bizler de çalıştığımız alanlarda örgütlügücümüzü büyütmek gibi temel bir kaygıyla hareketettik. Ama bu sınıf mücadelesinin toplamkazanımlarını gözeten bir kaygı oldu her zaman.Hiçbir zaman örgütsel çıkarlarımızı önplana alarak, birdirenişin kaderi ile böylesine oynama hakkınıkendimizde görmedik.

Evet, tüm bu yapılanlara direnişin kaderi ileoynamak diyoruz. Çünkü biz komünistler, bir direnişinkazanımını hiçbir zaman sınırlı taleplerin kazanılmasıolarak algılamadık. Biz direnişlerin kazanımlarını,talepler elde edilse de edilmese de, her zaman sınıfmücadelesine sunduğu toplam katkılar üzerindendeğerlendirdik. Bir işçinin sınıf bilincinin gelişiminiise, onu kendi fabrikasının dar dünyasından çıkaraktüm dünyayı algılamaya başlaması ile ölçtük. Bizimgözüne taktığımız at gözlüğü ile değil kendi gözleri iledünyayı algılamasını sağlamaya çalıştık!

İşte Ünsa’daki “öncüler” tam da bu noktada sonderece kötü bir pratik sergilediler. Kurduklarıbürokratik tahakkümle, işçilerin kendilerinden başkahiç kimse ile temas kurmalarını, hatta konuşmalarınıistemediler. Hatta direnişe dair düşüncelerini paylaşansıradan bir mahalle bakkalını bile direniş alanındankovdular. Direnişe ziyarete gelen çeşitli kurumlardantemsilcileri işçilerle görüştürmediler.

Tüm bu yaşananların yarattığı sonuçları özetlemekbakımından ibretlik bir örnek ise, ana fabrikadaörgütlü olan DİSK Tekstil Sendikası’nın tutumu oldu.Dışarıda taşeron işçilerin direnişi DİSK ÖrgütlenmeSekreteri’nin öncülüğünde yürürken, aynıkonfederasyona bağlı ana fabrikada örgütlü olan DİSKTekstil “direnişle hiçbir ilgisi olmadığını, üyelerininişverenle bir problemi olmadığını” söyleyebilecekkadar pervasızlaşabildi. Bırakalım sınıf dayanışmasıörülmesini, aynı konfederasyona bağlı bir sendikanındireniş düşmanlığı yapmasına göz yumulabildi.

Şimdi sormak gerekiyor. Bu nasıl bir anlayıştır ki,

bir direnişte en önemli silah olan sınıf dayanışmasıdışlanabiliyor. Ya da bu dayanışmayı sadece kendisiyasal çevresi ile sınırlı düşünebiliyor? Bunuyapanlar, bu direnişlerde gerçek bir kazanım eldeettiklerine ya da sınıf mücadelesine en küçük bir katkısunduklarına kendilerini nasıl inandırıyorlar?

Bu tutumu sergileyenlerin, alanlarda attıkları“Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganı konusundakisamimiyetlerini sorgulamaları gerekiyor. Ya da kendi“önderlik!” ettikleri direnişler dışındaki direnişleregerçekleştirdikleri ziyaretleri!..

Ünsa’da yaşanan direniş hakkında daha pek çokşey söylemek mümkün. Ama biz şimdilik bu kadarı ileyetinmek istiyoruz. Sınıf dayanışmasının örülememesinedeniyle yarım kalan bu direnişin çeyrek zaferininolumlu yönlerini örnek alalım, olumsuz yönlerini notdüşelim. Bunu yaparken de, bu anlayışa yön verensiyasal iradenin kuruluş gerekçesinde küçük burjuvasol harekete ilişkin yazdıkları ile bitirelim. Buradasöylenenler onlara, gerçek durumlarını görmelerinikolaylaştıracak bir ayna işlevini yerine getirecektir:

“Sosyalist Kamp’ın çöküşü bizim KüçükburjuvaSol Grupları da olumsuz yönde etkiledi. Devrimciteoriyi bilmeyen bu grup şefleri inançlarını önemli biroranda yitirdi. Tabiî devrim hedeflerini de yitirmişoldular bu inanç kaybıyla… O zaman, güçlü, birleşikgerçek bir Devrimci Partiye de pek ihtiyaç yok diyedüşünmeye başladılar… Varsın küçük olsun amabenim olsun. Yani ‘baş ben olayım da gerisi o kadarönemli değil’ gerici, küçükburjuva anlayışınakapıldılar, bu grupların tepesinde bulunan şefler… Buanlayış onları gerçek devrimcilikten, Derlenişten,Birlikten ve Devrim hedefinden kopardı ve birerderebeyine dönüştürdü…” (Halkın Kurtuluş PartisiKuruluş gerekçesi’nden...-www.kurtuluspartisi.org)

Ümraniye’den sınıf devrimcileri

ÜNSA’da yarım direniş, çeyrek zafer!

MGK-JİTEM-Kontrgerilla dağıtılsın!20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Ergenekon soruşturmasına ses çıkarmayanGenelkurmay, sıra JİTEM’e ve işin Kürdistan boyutunagelince sert tepki gösterdi. JİTEM davasındayargılanan eski Diyarbakır JİTEM KomutanıAbdülkerim Kırca’nın cenazesine tam kadro katılmasıve yaptığı açıklamayla Genelkurmay, bu eli kanlıtetikçiyi ve icraatlarını sahiplendiklerini ortaya koydu.Cenaze töreninde dikkat çeken noktalardan biri de,Ergenekon operasyonunda gözaltına alınıp bırakılaneski MGK Genel Sekreteri emekli orgeneral TuncerKılınç’a rütbeli subayların asker selamı vermesi vediğer katılımcılar tarafından alkışlanması oldu.

Kuşkusuz, intihar ettiği açıklanan JİTEM’ci AlbayAbdülkerim Kırca’nın cenazesine TSK komutakademesinin “mesaj verme” amacıyla topluca katılmasıve Tuncer Kılınç’a gösterilen ilgi bir tutumunifadesidir. Bilindiği gibi, TSK’nın politik kültüründecenazeler üzerinden mesaj verme önemli bir yertutmaktadır. Özellikle kritik siyasi dönemeçlerde bucenazeler daha geniş askeri katılımla düzenlenir. Buçerçeveden bakıldığında, Genelkurmay’ın Kırca’nıncenazesini vesile ederek, bir güç ve kararlılıkgösterisinde bulunduğu açıktır.

Verilmek istenen mesajla, Ergenekonoperasyonunda Kürt halkına karşı yürütülen kirlisavaşta işlenen suçların deşelenmesinin istenmediğiapaçık ortaya konuluyor. Genelkurmay, özellikle ordugörevlileri için bir sınır konulmasını, davanın fazladallandırılıp budaklandırılmadan sonuçlandırılmasınıistiyor. Böylece, kontrgerilla, onun emir ve komutazinciri dokunulmazlar listesine kaydediliyor. Geriyeise, bazı konularda çatlak sesler çıkardığı için ABD’yirahatsız eden, zaten teşhir olmuş, feda edilmesinde çokda sakınca görülmeyen bazı eski elemanlar kalıyor.Yani istenen, bugüne kadar olduğu gibi, “devlet sırrı”kuralına tam riayet edilmesidir!

Öte yandan, AKP hükümetinin de, bazı önemsizistisnalar dışında, Genelkurmay ile aynı yerde durduğugörülüyor.

Genelkurmay, Kırca’nın cenazesi öncesinde yaptığıyazılı açıklamada gazetecileri tehdit ederek şunlarısöyledi:“Son zamanlarda, bazı basın ve yayınorganlarında, ‘sözde bir itirafçı’nın ifadelerinedayanarak, 10 Nisan 1998’de Serik/Antalya’dateröristlerle girdiği çatışmada bakıma muhtaç malulgazi olan, emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırcaile ilgili olarak suçlayıcı haberlere yer verilmiştir.Dün emekli Jandarma Albay Abdülkerim Kırca’nın,evinde intihar ederek vefat ettiği öğrenilmiştir.”

Geçtiğimiz günlerde yapılan basın bilgilendirmetoplantısında da şunlar söylenmişti: “Yargılamasürecinde sorumlu ve duyarlı olması gerekenkesimlerin özen ve hassasiyet göstermesi gerekirken,kişi ve kuruluşların adeta yargısız infaz edilerek suçluilan edilmesi, temel insan haklarına aykırı olduğu gibihiçbir hukuki ve ahlaki kuralla da bağdaşmamaktadır.Artık, yetkili ve sorumlu makamlar ile sağduyulumedyanın üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeküzere söylem yerine gerekli tedbirleri almazamanıdır.”

İroniye bakınız ki, “yargısız infaz” yapmaklagörevli biri olan Kırca için, “yargısız infaz yapıldı”deniliyor! Eski JİTEM tetikçisi Aygan’ın ifadelerinegöre, emekli Albay Kırca, 30’un üzerinde yargısız

infazın emrini verdi, bazı işkence ve cinayetlerde isebizzat yer aldı. Bugün, Kırca’nın yargılanması için tam16 yıldır süren ve fakat uygun mahkeme bulamayan birdava var orta yerde. Yargılanmasına olanaktanımayanlar şimdi “yargısız infaz”dan bahsediyorlar.

Genelkurmay’ın “sözde itirafçı” dediği AbdülkadirAygan, ilk itiraflarına 2004 yılında başladı. Aygan’ınitirafları ile ilgili savcılık araştırma yapmış, cesetbulunmuş ve yargı itirafların doğruluğunu kabulederek, JİTEM elemanları ve Abdülkerim Kırcahakkında dava açmıştı. Yıllardır uyuşmazlıkmahkemesinde bekleyen dava nihayet geçtiğimizaylarda başlamıştı. Ancak Abdülkerim Kırca hiçbirduruşmaya gitmemiş, avukatlar onun hakkında hiçbirbilgiye ulaşamamıştı.

Abdülkadir Aygan, Abdülkerim Kırca hakkındaşunları söylüyor: “Grup Komutanı AbdülkerimKırca’nın yaşamım boyu unutamayacağım birkatliamına şahit oldum. Kırca kendi başına buyruk,MİT’e ve emniyete kafa tutan biriydi. Sivaslıdır veülkücü gelenekten gelmedir. Sağlık EmekçileriSendikası, SES’ten Necati Aydın, Mehmet Ay veRamazan Keskin adındaki üç genci DGM’denbırakılmalarından sonra gözaltına almamızı emretti.Bunları aldık ve JİTEM’e götürdük. Oradasorgulandıktan sonra Silvan yoluna götürdük. Kırca,gözleri kapalı olan bu gençlere arazide diz çöktürdü veçok yakın mesafeden enselerine kurşun sıktı.”

Bu açıklamalar ve bunu destekleyen bir dizi kanıtüzerine dava, onca yıl sürüncemeden sonra, Diyarbakır3. Ağır Ceza Mahkemesi başlayacak, tabiiengellenmezse...

Genelkurmay’ın JİTEM elemanlarını koruyanaçıklamalar yapması ilk değil. 9 Kasım 2005 günüŞemdinli’de bulunan Umut Kitabevi’nebombalanmasının ardından halkın yakaladığı ikiastsubay Ali Kaya ve Özcan İldeniz için zamanınGenelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “tanırım iyiçocuktur” sözlerini sarf etmiş, bu sözler üzerineGenelkurmay hakkında soruşturma isteyen savcı FerhatSarıkaya görevden alınmış ve sanıklar suçüstüyakalandıkları halde tahliye edilmişlerdi.

Genelkurmay’ın mesajları hemen etkisinigöstermeye başladı. Tayyip Erdoğan başta olmak üzerekimi görevliler konuşmaya başladılar. Erdoğan, intihareden emekli Albay Abdülkerim Kırca ile ilgili çıkan

haberlere, “Yargısız infaz yapıldı” diyerek tepkigösterdi.

Genelkurmay’ın “Yetkili ve sorumlu makamların,söylem yerine gerekli tedbirleri alma zamanıdır”sözleri, ertesi gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü deharekete geçirdi. Gül, yasama, yargı ve yürütme erkleritemsilcilerini bir yemekte buluşturdu. Yanı sıra askeriyargı temsilcileri de davet edildi.

Durumdan vazife çıkaran Ankara CumhuriyetSavcısı ise, yasal olarak kimlerin sorgulama içingözaltına alınmaması gerektiğini açıklayan bir bildiriyayınlama zorunluluğu hissetti. İstanbul 14. Ağır CezaMahkemesi ise, avukatların belgelere ulaşma hakkınıkısıtlama kararı aldı.

Kısacası, Genelkurmay’ın JİTEM’ci AbdülkerimKırca’ya sahiplenen açıklaması ve bu konudahükümetle yapılan görüşmeler sonuç verdi! Görünen oki, JİTEM ve kontrgerilla çeteleri tarafından işlenencinayetlerin, yargısız infazların, köy yakmalarınüzerine gidilmemesi için “devlet erkleri” el birliği ileçalışıyor.

Tüm bu olup bitenler, kontrgerillanın tasfiyesi ya daordunun siyasal sistem üzerindeki ağırlığınınazaltılarak demokratikleşmenin yolunun açılmasınadeğil, ABD yönlendirmesiyle devlet aygıtının yenidenyapılandırılmasına işaret ediyor.

Ergenekon operasyonları, kontrgerilla ve onunşeflerinin işledikleri tüm suçlardan yargılanmalarınınbiricik yolunun, sermayenin kontrgerilla devletine karşıişçi ve emekçilerin birleşik militan devrimcimücadelesinden geçtiğini bir kez daha ortayakoymuştur.

DESA’da direnişin 206. günü...Her Cumartesi saat 13.00’te DESA’nın İstiklal Caddesi üzerindeki mağazası önünde buluşan DESA

Direnişiyle Dayanışma İstanbul Kadın Platformu üyeleri, Emine Arslan’la beraber 24 Ocak günü deeylemdeydi.

Arslan eyleme, “Ben Emine Arslan… DESA fabrikası önünde 206 gündür direniyorum!” döviziyle katıldı.Kadınlar, DESA ürünlerini boykot çağrısı yaptılar.

Emine Arslan ile DESA’nın Düzce Organize Sanayi Bölgesi’ndeki fabrikası önünde direnen işçilerin işe iadedavalarının lehte sonuçlandığının belirtildiği açıklamada, DESA patronunun işe iade davalarını temyizegönderdiği ifade edildi. “Kriz dünyaya açılmayı planlayan DESA’nın işini kolaylaştıracak” diyen DESApatronunun, krizi sendika üyesi işçileri işten atmak için kullandığı vurgulandı. Platform üyeleri DESAürünlerini boykot etme çağrısında bulundu.

“DESA patronu sendikayı hala kabul etmiyor!”, “Direnen işçiler sendikayla fabrikaya dönene dek DESA’yıboykot!” dövizlerini açan kadınlar, açıklamanın ardından eylemi sona erdirdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Devlet madalyasından Kocatepe törenine kontrgerilla gerçeği…

Kontrgerilla devletinden hesabı işçi veemekçiler soracak!

Kriz karşıtı faaliyetlerden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Kartal’da 25 Ocak günü “Krizin sonuçları vemücadelenin olanakları” başlığını taşıyan birpanel gerçekleştirildi. Panele konuşmacı olarakBirleşik Metal-İş Sendikası Toplu SözleşmeUzmanı İrfan Kaygısız ve BDSP Temsilcisi katıldı.

Panelde ilk olarak söz alan İrfan Kaygısız,krizin genel olarak yarattığı atmosfere değinerekkapitalist krizin daha da şiddetleneceğini belirtti.Kriz sürecini metal patronlarının örgütü MESS’inverileriyle ele alan Kaygısız, MESS’in ifade ettiği%40 küçülmenin her 100 işçiden 40’ının iştençıkarılacağı anlamına geldiğini ifade etti.

Sermayenin saldırıları karşısında işçi sınıfı vesendikaların eğilimine dair bir tablo çizmesininardından “ne yapmalı?” sorusuna yanıt verenKaygısız, saldırılara karşı bölgesel mücadelelerinörgütlenmesi, sınıfın politikleştirilmesi, talepleringenelleşmesi ve var olan direnişlerle daha güçlüdayanışmanın yaratılması gerektiğinin altını çizdi.Yükselen her direnişin bir üste sıçratılmadığıkoşulda gerileyeceğini, ancak bu direnişleringeliştirilebildiği takdirde sadece kendi için değil,tüm sınıf açısından bir kazanım olacağını, işçisınıfına yol göstereceğini vurguladı. Güncelmücadeledeki yöntem ve araçları sıralayanKaygısız, bu krizin faturasını ödememek içinsokağa çıkılması, sokağın ele geçirilmesigerektiğini ifade etti.

BDSP temsilcisi, sermayenin saldırılarıkarşısında ne yapılacağının ve mevcutdeneyimlerin tartışılmasının önemine vurgu yaptı.Krizin dünya çapında yarattığı sonuçları özetledi,krizin bir sonucunu da kapitalizmin kendinisavunmaya geçmesi ve sosyalizmin güncelliğinintekrar ortaya çıkması olarak tanımladı. Atılacakher adımın, gerçekleştirilecek her direniş veeylemin devrimci iktidar perspektifiyleörgütlenmesi gerektiğini ifade etti. Sosyalizmufkundan uzak her adımın bu düzeneyedekleneceğini, kapitalizmin sınırları içerisinesıkışacağını vurguladı.

Sosyalizmin tek kurtuluş yolu olduğununaltının çizilmesiyle devam eden konuşmada,fabrika komiteleri başta olmak üzere, bölgelerdehavza platformları, yanısıra birleşik mücadeleyisağlamak amacıyla ortak mücadele platformlarıkurulması gerektiği söylendi. İşten çıkarmalardafabrikayı terketmeme, işgal ve direniş öneçıkarılırken, ortak mücadele hattı olarak genel grevve genel direnişin hedeflenmesi gerektiğivurgulandı.

Soru-cevap bölümünde tekstil, metal ve diğerişkollarından işçilerin sorduğu sorularla mücadeleyöntemlerinden krizin sonuçlarına, sendikalarınmisyon ve tutumlarından bugün varolandirenişlerin tablosuna, ortak platformlarınduruşlarından düzen partilerinin duruşlarına,Venezüella ve Almanya’daki sınıf hareketinintablosuna kadar birçok konuda tartışma yürütüldü.

Panel, 15 Şubat’ta İstanbul’dagerçekleştirilecek mitinge çağrıyla sona erdi.

Kızıl Bayrak / Kartal

Topkapı’da krizin faturasınakarşı imza kampanyası

Krizin faturasını ödememek için yürüttüğümüzçalışmalarımıza yeni araçlarla devam ediyoruz. “İştençıkarmalar yasaklansın!”, “Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!”, “İnsanca yaşamaya yeterli vergiden muaf asgariücret!”, “Zamlar geri çekilsin, fiyatlar dondurulsun!”, “Artanoranlı gelir ve servet vergisi!”, “Eğitim, sağlık gibi temelhaklar ücretsiz olsun!”, “İşsizlik sigorta fonu tümüyle işçilerinkullanımına açılsın, işçilerin denetimine verilsin!”, “Kıdemtazminatı hakkına dokunulamaz!”, “İMF, Dünya Bankası vb.emperyalist kuruluşlarla kölece ilişkilere son!”, “Tüm iç ve dışborç ödemeleri durdurulsun!” talepleriyle başlattığımızkampanyamızı bölgemizdeki işçilere taşıyacağız.

23 Ocak sabahı Terazidere’de özellikle çorap işçilerininyoğun olarak kullandıkları bir güzergâh olan Çelik Çorap önünde kampanyamızı başlattık. Standımızdataleplerimizin yazılı olduğu ve 15 Şubat’ta konfederasyonların ortak olarak düzenleyeceği mitinge çağrı yapanbüyük boy dövizler de kullandık.

15 Şubat’ta gerçekleştirilecek mitinge kadar sürdürmeyi planladığımız imza kampanyasını işe giriş ve çıkışsaatlerinde fabrika önlerinde ve merkezi güzergâhlarda açacağımız standların yanısıra tüm havzayı dolaşarak işçive emekçilerin bulunduğu alanlarda sürdüreceğiz.

Topkapı İşçi Derneği üyeleri

Sefaköy’de ortak kriz paneliKüçükçekmece yerelinde, yaşanan ekonomik krizin etkilerine karşı işçi ve emekçileri aydınlatma ve yaşanan

krizi devrimci amaçlarla değerlendirme amacıyla kurulan yerel platform 25 Ocak günü bir panel gerçekleştirildi.İbrahim Okçuoğlu’nun katıldığı toplantıda “Kapitalist krizin yapısal nedenleri ve mücadele biçimleri”

tartışıldı. Okçuoğlu konuşmasında kapitalist üretimin ilk krizi yaşadığı zamandan bu yana her 8-10 yılda bir krizin

tekrarlandığını, bunun da üretimin anarşik yapısından kaynaklı olduğunu söyledi. Krizin ABD’de yaşanan konutkrizi ile başlamasının nedenlerini açıkladı. Bu kriz sürecinde emperyalist güç odakları arasındaki çıkarçatışmalarının daha da belirginleştiğini ifade etti. Krize karşı ortak çözümler amacıyla düzenlenen toplantılardanhiçbir sonuç çıkmamasını buna örnek gösterdi. Kriz sürecinin en önemli kazanımının, kapitalizminsorgulanmaya, Marksizmin haklılığının yeniden kabul görmeye başlaması olduğunu söyledi.

Okçuğlu konuşmasına şu sözlerle devam etti: “Fakat bu hiçbir şekilde kapitalizmin kendiliğinden yıkılacağısonucunu yaratmamalıdır. Eğer kapitalizmin yıkıcı gücü olan işçi sınıfı harekete geçmez, bu süreçte siyasalörgütlülüğü önderliğinde kapitalist sisteme karşı eyleme geçmezse, bu sistem bir şekilde işçi sınıfını daha daköleleştirerek bu süreçten çıkacaktır. Bu yüzden sınıfın siyasal unsurlarına önemli görevler düşmektedir. Bugününgörevi kapitalist kriz sürecinden devrimci amaçlarla yararlanmaktır.”

Sunuma yapılan eklemeler ve soruların ardından panel sona erdi. Katılımın zayıf olduğu paneli Alınteri,BDSP, BİD, ESP, EHP ve TÖP örgütledi.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Sincan’da İşçiden İşçiye dağıtımlarıSermayenin dünya çapındaki krizi gittikçe derinleşirken bunun sonuçları Sincan Organize Sanayi Bölgesi

üzerinden de açıkça görülmektedir. İşten atılan işçi sayısının 12 bini bulduğu Sincan Organize’de, yanısıraücretsiz izin ve ücret gaspı saldırıları da neredeyse tüm fabrikalarda uygulanıyor.

Erkunt, Hidromek, Arçelik gibi büyük ölçekli fabrikalarda işten çıkarmalar gündemde. Son olarak ErkuntTraktör ve Döküm fabrikasının %40 küçüleceği söylentileri işçiler arasında yayılmakta. Bu da yüzlerce Erkuntişçisinin işten atılacağı anlamına geliyor. Hidromek ve Arçelik fabrikalarında da benzer durumlar söz konusu. Bufabrikalarda Türk Metal Sendikası örgütlüdür. Ülke çapında olduğu kadar Sincan Organize’de de ihanetçikimliğini hep göstermiş olan bu çetenin işçileri arkadan hançerlemesi ise an meselesidir.

Şu ana kadar patronların yoğun saldırılarına karşı fabrikalardan örgütlü bir tepki yükseltilmiş değil. Bunungerisinde Sincan Organize işçilerinin örgütsüz ve dağınık tablosu var. Organize’yi sarsabilecek büyük ölçeklifabrikaların hepsinde de hain Türk Metal Sendikası’nın varlığı bu tepkileri boğmaktadır.

Sincan İşçi Derneği Girişimi olarak, krizin kaynağı olan çürümüş sermaye düzenine karşı işçi ve emekçilerimücadeleye çağırmak için birçok araçla da sınıfa seslenişimizi sürdürüyoruz.

İşçiden İşçiye Ankara İşçi Bülteni‘mizin yeni sayısının dağıtımlarına ara vermeden devam ediyoruz. Sincaniçerisindeki farklı servis noktalarına üç gün boyunca aralıksız dağıtımlarımızı gerçekleştirdik. Servis noktalarınınher birinde özel olarak yüklendiğimiz dağıtımlarımız sonucu daha önce ulaşamadığımız işçilere ulaştık. Bunuönümüzdeki günlerde de sürdüreceğiz. Sincan İşçi Derneği Girişimi olarak bültenimizin Şubat ayı sayısınınhazırlıklarına da başladık. Organizeye ve bölgeye yüklenişimizi daha da tempolu bir şekilde sürdürmeye devamedeceğiz.

Ankara İşçiden İşçiye

Kartal’da panel…

“Krizin sonuçlarıve mücadelenin

olanakları”

Sınıf çalışmalarıdan...22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Küçükçekmece’de sınıfçalışmalarından…

Sınıf dayanışması her geçen gün daha fazla artanbir ihtiyaç halini alıyor. Bu amaçlı çıkarılan BDSPimzalı “DESA, Sinter, Gürsaş, Ünsa… Direniyor!Sınıf dayanışmasını yükseltelim!” şiarlı afişleriGüneşli, Yenibosna, Sefaköy’de fabrikaların olduğubölgelerde yaygın bir şekilde kullandık. Devletinkolluk güçleri afişlerimize tahammülsüzlüğünühemen yırtarak gösterdi. Özellikle direniştekifabrikalarla ilgili bölümün yırtılması, bölgemizdebulunan Desa patronunun hazımsızlığının bir ürünü.

“Krizin faturasını kapitalistler ödesin!”

Krize karşı faaliyetimiz açtığımız imza standlarıile devam ediyor. İmza standını ilk gün ajitasyonkonuşmaları eşliğinde Sefaköy merkezinde bulunanGümüşçüler Çarşısı’nda açtık. İmza atanlar kriznedeniyle özellikle AKP hükümetine karşı olanöfkelerini dile getirdiler. İmza atanlar arasındakrizden kaynaklı işten atılan işçiler de bulunuyordu.

Emekçi kadınlar krizin faturasınıödememek için mücadeleye!

Patronlar krizi en az zararla atlatmak için faturayıişçilere ve emekçilere kesmeye devam ediyor. Butablodan en fazla etkilenenler işçi kadınlar oluyor.Öncelikle kadınlar işten atılıyor, ücretleridüşürülüyor, kırıntı düzeyindeki hakları gaspediliyor,vb... Emekçi kadınları krizin faturasını ödememeyeçağıran Emekçi Kadın Bülteni’ni kadın işçilerinyoğun çalıştığı hedef fabrikalara ulaştırdık.

Gazete satışlarımız sürüyor…

Düzenli olarak haftalık gazete satışını 27 Ocaksabahı Şirinevler meydanda gerçekleştirdik. Gazetesatışı yaparken, işçi ve emekçileri direnen işçilerle vedirenen halklarla dayanışmayı yükseltmeye, kendihakları ve gelecekler için mücadeleye çağırdık. Satışesnasında yine devlet terörüne maruz kaldık.Arkadaşlarımız keyfi bir şekilde GBT kontrolündengeçirildi. Ara vermeden faaliyetimizi sürdürdük vepolisin tutumunu teşhir ettik.

DESA’ya dayanışma ziyareti…

Sefaköy DESA önünde Emine Arslan tümkararlılığıyla, 200. gününü aşarak direnişine devamediyor. Direniş yeri günlük olarak ziyaret ediliyor.Son olarak Küçükçekmece’den Emekçi KadınlarDESA direnişçi Emine Aslan’ı ziyaret ettiler.

Küçükçekmece BDSP

Çiğli’de kadınpaneli!

“Sağlığın Özelleştirilmesi ve Kadın Sağlığı”paneli 24 Ocak günü Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi’ndegerçekleştirildi. Panel hazırlıkları çerçevesindeçıkardığımız ozalit ve afişleri mahallelerde ve işçiservis güzergahlarında yaygın bir şekilde kullandık.

Hazırladığımız davetiyeleri işçi ve emekçikadınlara elden dağıttık. Panele konuşmacı olarakEmekçi Kadın Komisyonu adına bir arkadaşımız veKadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Zehra Metekatıldı.

İlk önce Emekçi Kadın Komisyonu adına bir konuşma yapıldı. Komisyonun şimdiye kadar yaptığıçalışmalar hakkında bilgilendirmede bulunuldu ve komisyonun amaçları anlatıldı. Kadının kurtuluşununsosyalizmde olduğu vurgulandı. Kadınların her alanda mücadele etmesi gerektiği söylendi. Konuşma, tümkadınların çalışmaya davet edilmesiyle son buldu.

Daha sonra söz alan Dr. Zehra Mete sağlığın özeleştirilmesi ve SSGSS’nin kadını nasıl etkilediği üzerinesunum yaptı. Bu yasayla sağlığın paralı hale geldiğini, hastaların ise müşteri durumuna düştüğünü söyledi.Çeşitli örneklerle sağlığın özelleştirilmesini anlattı. Bu uygulamaların AKP hükümetiyle beraberpervasızlaştığından bahsetti. İnsanlar ses çıkardıklarında bu saldırı yasalarının geri çekilebileceğinden sözetti. Daha sonra panele katılan kadınlar görüşlerini paylaştılar.

Çiğli İşçi Kültür Sanat Evi Kadın Komisyonu çalışanları

Ümraniye’de sınıf bilinçli işçilerin çağrısı ileyaklaşık beş aydır hazırlıkları sürdürülen 2.Ümraniye İşçi Kurultayı 1 Şubat günü toplanacak.

Bölge işçilerinin katılımına açık bir şekildeoluşturulan Hazırlık Komitesi ile yapılan önçalışmalarda, bölge işçileri kurultayınörgütlenmesinde aktif biçimde rol almayaçağrılmışlardı. Propaganda-ajitasyon çalışmalarında,yapılan anketlerde ve toplantılarda bu çağrıyinelenirken, aynı zamanda çeşitli fabrikalarda veişçi semtlerinde kurultay hazırlık toplantılarıgerçekleştirildi. Bu toplantılarda işçi sınıfının genelplanda içinde bulunduğu durum ve fabrikalarınözgün sorunları tartışıldı. Yanı sıra kurultaya hazırlıkçerçevesinde üç temel etkinlik gerçekleştirildi.

Kurultaya az bir zaman kalmışken, KurultayHazırlık Komitesi bir kez daha yoğunlaştırılmış kitleçalışması ile bölge işçilerini kurultaya katılmayaçağırıyor.

Hafta boyunca İMES kapılarında, İstanbulÇarşısı’nda, Tepeüstü’nde kurultay bildirilerinibölge işçilerine ulaştıran Kurultay HazırlıkKomitesi, bölgenin birçok noktasında da kurultayaçağrı afişleri yaptı.

25 Ocak sabahı erken saatlerde OSB’ye,Kadosan, DES ve Ferhatpaşa Köprüsü’ne “Örgütlüişçi yenilmezdir! / 2. Ümraniye İşçi Kurultayı” şiarlıafişlerden 300 adet yapıldı. İşçilerin yoğun olarakgeçtiği yerler afişlerle donatıldı.

Öğlen saatlerinde Dudullu merkezde pazarıngirişine “Krizin faturasını ödemeyeceğiz!” başlığınıtaşıyan afişler eşliğinde masa açıldı. Önlükleringiyildiği çalışmaya Dudullu emekçilerinin yoğunilgisi vardı. Ajitasyonlarla birlikte Dudulluemekçilerine krizin faturasını ödememe vemücadele çağrısı yapıldı, kurultaya çağrıdabulunuldu. İki saat içerisinde yaklaşık 400 imzatoplandı.

26 Ocak günü İMES A Kapısı’nda, 27 Ocak

günü İMES E Kapısı’nda açılan standlar ileçalışmalar devam etti. Ayrıca kurultay çalışmalarıkapsamında dernek binasına 6 x 3 metrelik pankartasıldı.

Fabrika önlerinde gerçekleştirilen bildiri vebülten dağıtımlarının yanı sıra Dudullu-İçerenköyhattı, sanayi içi, Ümraniye-Sultanbeyli hattı,Ümraniye, Samandıra ve Sultanbeyli’nin emekçimahalleleri kurultay çağrısını içeren afişlerledonatıldı. Propaganda çalışması kapsamında 28Ocak gününe kadar 1.500’ün üzerinde afiş, 8 bineyakın bildiri, 2 bin civarında bülten kullanıldı.Ayrıca fabrikalara özel olarak hazırlanan bildirilerindağıtımı ile kurultay çağrısı yoğunlaştırılıyor.

Bölgedeki ilerici kurumlar, sendikalar ve sendikatemsilcileri ziyaret edilerek kurultay çağrısıyinelenirken, akşamları ise havzanın emekçimahallerinde kapı kapı evler ve kahvelerdolaşılarak, kurultaya ve 28 Ocak günügerçekleştirilecek Sinter Metal işçileri ile dayanışmagecesine çağrı yapılıyor.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

2. Ümraniye İşçi Kurultayı’na etkin hazırlık!

Gençlikten... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-CoğrafyaFakültesi’nde 21 Ocak günü okul yemekhanesindesivil faşistler devrimci, demokrat ve yurtseveröğrencilere sözlü tacizde bulundular. Saldırıya karşılıkvermeye giden devrimcilere sivil polislerle beraberfaşistler saldırı gerçekleştirdiler. Bunun üzerine çıkançatışmada düzenin kolluk kuvvetleri de öğrencileremüdahalede bulundu ve öğrencilerden yaralananlaroldu.

Okulda süren bekleyiş sırasında, kolluk kuvvetleritarafından sınava götürülmeye çalışılan faşistleredevrimci-demokrat yurtsever öğrenciler gerekli cevabıvererek okula girmelerini engellediler. Olaylarnedeniyle öğrenciler okuldan toplu çıkış yaptılar.

22 Ocak sabahı okula toplu giriş yapmak isteyenöğrencilere polis tarafından kimlik kontrolü ve üstaraması dayatıldı. Bunu kabul etmeyen öğrenciler okulönünde beklemeye başladılar ve bir süre sonra okulagirebildiler.

Faşist baskılar okul girişinde bir grup öğrenciningözaltına alınmak istenmesiyle sürdü. Arkadaşlarınasahip çıkarak gözaltıları engellemeye çalışandevrimci, demokrat, yurtsever öğrencilere polistarafından gaz bombası atıldı. Saldırı sırasında bazıöğrenciler gözaltına alınırken bir kişi de polistarafından ağzına silah dayanarak tehdit edildi vehavaya ateş açıldı.

DTCF’liler faşist saldırganlığa 22 Ocak günü saat12.30’da geçekleştirdikleri basın açıklamasıyla yanıtverdiler. Açıklama için okula girmek isteyen kitle içerialınmak istenmese de polisin engelleme girişimleriboşa düşürüldü. Basın açıklamasında, bir günöncesinden itibaren yaşanan süreç özetlendi, polisineli satırlı ve sallamalı faşistleri koruduğu gerçeği birkez daha teşhir edildi.

Açıklamaya destek veren Eğitim-Sen GenelBaşkanı Zübeyde Kılıç da kısa bir konuşma yaparak,üniversitenin özerk, demokratik bir kurum olması

gerektiğine değindi. Kamera, turnike ve özel güvenlikbirimleriyle öğrencilerin baskı altına alınmayaçalışıldığına dikkat çekerek, mücadeleninüniversitelerin asıl sahiplerine bırakılana kadarsüreceğini söyledi. İnsan Hakları Derneği deaçıklamaya destek verdi.

Arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep etmek vesaldırıları teşhir etmek için öğrenciler 22 Ocak günüAnkara Adliyesi’nin önünde bir basın açıklamasıgerçekleştirmek istediler. Kolluk güçleri, Adliyeönünde kitle yavaş yavaş toplanırken, eyleme katılaniki devrimciye saldırdı. Saldırısını sözlü tacizlebaşlatan polis, devrimci öğrencilere fiziki saldırıdabulunarak gözaltına almaya çalıştı.

Arkadaşlarının yanına giden kalabalık bir kitleninolaya müdahalesiyle polis devrimcilere gazbombalarıyla azgınca saldırdı. Karşılıklı çatışmalarUlus’a kadar sürdü. Ulus’ta tekrar toplanandevrimciler bu defa Kurtuluş’a yöneldiler. Polissaldırısı burada da devam etti. Bir saate yakın sürençatışmada çok sayıda yaralanan ve gözaltına alınanoldu.

Ekim Gençliği / Ankara

Çiğli’de liseligençlik şenliği…

İLGP olarak ilk dönemin sonunda gençliğiilgilendiren sorunları gündemleştirmek amacıyla 25Ocak günü bir etkinlik gerçekleştirdik.

Tüm etkinliği ve programı liselilerin öz gücünedayanarak örgütledik. Etkinliğe çağrı amacıylayüzlerce el ilanı dağıttık, onlarca afiş yaptık, ozalitastık. Şenliğin duyurusu için Çiğli merkezdebulunan okul çevrelerine A3 afiş, merkeze ise ozalitafiş kullandık. Davetiyelerimizi liseli gençliğeulaştırdık.

Etkinliğimiz 25 Ocak günü saat 15.00’te Çiğliİşçi Kültür Sanat Evi’nde başladı. Salona “Ticarieğitime, şovenizme ve emperyalist savaşahayır!/İLGP” pankartını, sahneye ise “Gençlikgelecek, gelecek sosyalizm!” yazılı afişi astık.

Program devrim ve sosyalizm mücadelesindeyitirdiğimiz devrim şehitleri anısına saygı duruşuylabaşladı. Daha sonra gençliği ilgilendiren sosyal vesiyasal gelişmelerin anlatılmasıyla devam etti.Yaşanan tüm sorunlara karşı liseli gençliğinmücadele etmesi gerektiği vurgulandı. Gençliğinsorunlarına gerçek ve kalıcı çözümlerbulabilmesinin yolunun devrim ve sosyalizmmücadelesine katılmaktan ve bu mücadeleyibüyütmekten geçtiği ifade edildi.

Konuşmanın ardından liselilerden oluşan“Ekmek Arası Tiyatro Topluluğu”nun kendi yazıphazırladığı “Kim deli?” isimli tiyatro oyunusahnelendi. İlgiyle izlenen oyunun ardından yineliseli gençliğin emeğiyle hazırlanan “Bir Ses BirRitim” başlıklı müzik sunumu gerçekleşti. Kürtçetürkü ve ezgilerin yanı sıra devrimci marşlardanoluşan program yoğun alkış aldı.

Ardından sahneye Nazım Hikmet, Ahmet Arif,Hasan Hüseyin vb. devrimci ilerici şairlerinşiirlerinden derledikleri hazırlıklarıyla bir kez dahaliseli gençlik çıktı. Mizansene dayalı olarak okunanşiirler büyük beğeni topladı.

Program liselerde değişik sorunlar yaşayangençliğin sorunlarını ve çözüm önerilerini dilegetirmesi amacıyla hazırlanan serbest kürsübölümüyle devam etti. Değişik okullardan 7 liselisöz alırken, Ekim Gençliği ve İLGP de serbestkürsüden liseli gençliğe seslendi.

Serbest kürsünün ardından genç bir arkadaşımızçelpe tekniği ile sunduğu dinletiyle programırenklendirdi. Yoğun alkış alan kısa dinletininardından Kavel Müzik Grubu devrimci türkü vemarşlardan oluşan programıyla sahnedeki yerinialdı. Etkinliğimiz halaylarla sona erdi.

Baştan sona canlı ve coşkulu geçen etkinliğin enanlamlı yanı liseli gençliğin öz emeği ve ürünüolarak örgütlenmesi oldu.

İzmir Liseli Gençlik Platformu

Ankara DTCF’de faşist saldırganlık…

“Faşizme karşı omuz omuza!”

Esenyurt’ta liselilerden Filistin’le dayanışma eylemi...

“Filistin halkı yalnız değildir!” 22 Ocak günü Esenyurt’ta liseli gençlik olarak Filistin halkının mücadelesine destek vermek, işgal ve

kuşatmayı protesto etmek amacı ile bir basın açıklaması gerçekleştirdik. Basın açıklaması kararını Gazze’yeyönelik saldırı devam ederken almıştık. Basın açıklamasının güçlü olabilmesi için etkin bir ön çalışmayapmayı hedefledik. Bu çerçevede bir çalışma planı çıkardık.

Basın açıklaması için davetiye, okulda dağıtmak için bildiri ve kuşlamalar hazırladık. Çalışmayı mümkünolduğu kadar çok liseye taşımayı ve bulunduğumuz okullarda meşru bir temelde yürütmeyi hedefledik. Buçerçevede hazırladığımız davetiyeleri ve kuşlamaları birçok okula dağıtık. Ayrıca hazırlamış olduğumuzbildirileri sınıfları dolaşarak, kimisinde ajitasyon konuşmaları eşliğinde, kimisinde ise bildiriyi sınıflardaokuyarak dağıttık. Birçok sınıfın panolarına bildirimizi astık. Oldukça olumlu tepkiler aldık. Birçok öğrencieyleme katılma konusunda isteğini dile getirdi.

Ateşkes sürecinin başlaması eyleme katılma konusundaki canlılığı belli yönleri ile kırsa da, başarılı bireylem gerçekleştirdik. Eylem 60’ı aşkın liselinin katılımı ile gerçekleşti.

Kitle eylemin yapılacağı noktaya sloganlar eşliğinde yürüyerek geldi. Alkış ve sloganların haykırıldığıeyleme çevrede bulunan insanlar da destek verdi.

“Katliamların hesabını soracağız! Filistin halkı yalnız değildir!” pankartının yanı sıra “Direnen halklarkazanacak!”, “Bji bratiya gelan!”, “Katil İsrail Ortadoğu’dan defol!” vb. şiarların yer aldığı dövizler taşındı.Basın metninin okunmasının ardından alkış ve sloganlar eşliğinde Gündoğdu marşı söylendi. Yapılanyürüyüşün ardından eylem sonlandırıldı.

Eylem sonrasında eyleme katılanlarla birlikte bir toplantı gerçekleştirdik. Toplantıda, atılan bu anlamlıadımın korunması gerektiği vurgulandı. Liselerde örgütlülüğü büyütmek, paralı eğitim, ÖSS sorunu,ekonomik kriz gibi konularda da çalışma yürütmek önerileri sunuldu.

Esenyurt İLGP

Filistin direniyor!..24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

İsrail savaş makinesinin 22 gün süren Gazzesaldırısında işlenen savaş suçları orta yerde dururken,“uluslararası toplum”, canileri yargılamak için kılınıkıpırdatmıyor. İsrail’dekiler dahil insan haklarıörgütünün sunduğu deliller dikkate alınmazken, TelAviv’deki savaş suçlusu canilerin yargılanmasıyönündeki çağrılar da karşılıksız kalıyor.

Batılı emperyalistlerin güdümündeki SavaşSuçluları Mahkemesi’nin Gazze’de işlenen suçlarıgörmezden gelmesi tiksinti verici, ancak şaşırtıcıdeğildir. Zira artık biliniyor ki, batılı emperyalistler debu suçların dolaysız ortaklarıdır. Bu durumda siyonistkasapları yargılamak batılı emperyalistleri deyargılamak anlamına geleceği için, şimdilik bundankaçınılıyor.

İsrail’in suçuna ortak olan ABD ile batılımüttefikleri, alçaltıcı tutumlarını Tel Aviv’dekitetikçileri koruyarak sürdürüyorlar. Obamayönetiminin dışişleri bakanı Hillary Clinton, bakansıfatıyla yaptığı ilk açıklamada, “İsrail’in kendinisavunma hakkını destekliyoruz. İsrail’in yerleşimbölgelerine giderek yaklaşan roketler karşılıksızkalamaz” ifadelerini kullandı. Bu açıklama, Obamayönetiminin ırkçı-siyonizmin hamiliği rolünü aynendevam ettireceğini, bu konuda Bush ve neofaşistekibinden geri kalmayacağını ortaya koymaktadır.

Gazze Şeridi’ni ziyaret eden AB’nin insaniyardımdan sorumlu yetkilisi Louis Michel’inaçıklaması ise, Clinton’ınkinden de iğrenç oldu. İsrailsaldırısının geride bıraktığı yıkımı “nefret uyandırıcı”diye niteleyen AB görevlisi de, “Gazze halkınınçektiklerinden dolayı sorumluluk büyük orandaHamas’a aittir” diyerek siyonist cellat takımınınsafında oluğunu ortaya koydu.

Benzer bir değerlendirmenin Batı Şeria’dakiFilistin yönetimi başkanı Mahmud Abbas’tan gelmişolması ise utanç vericidir. İsrail savaş makinesininvahşi yıkım ve katliamları orta yerde dururken,siyonist şefler Gazze’nin maketi üzerinde 1.5 yıldanberi saldırı hazırlığı yaptıklarını ilan etmişken,Mahmud Abbas’ın Gazze’deki yıkımdan Hamas’ısorumlu tutması, geleceğini emperyalistlerebağlayanların alçalmada sınır tanımadıklarını bir kezdaha kanıtlamıştır. İsrail savaş makinesi Gazze’deçocukların bedenlerini parçalarken, siyonist şeflerlekucaklaşan Mahmud Abbas, sefil çıkarları içinemperyalist-siyonist güçlerin kuklası durumunadüşmekten kurtulamamıştır.

Gazze’yi yerle bir eden, 1300 Filistinli’yi katledip5 binini yaralayan İsrail savaş makinesi, direnişiradesini zerre kadar zayıflatmayı başaramamıştır.Saldırı, Tel Aviv’deki siyonistlerle onları koruyanbatılı emperyalistlerin cani yüzlerinin tüm çirkinliğiyleortaya serilmesine vesile olurken, Filistin halkınındirenişiyle dayanışma eylemleri yayılmıştır.

Savaş makinesiyle yapamadığını emperyalistlerehavale etmek için uğraşan İsrail, Filistinli direnişçileresilah akışını engelleyebilecek önlemler arayışındadır.Katlederek teslim alamadığı Filistin halkını silahsızbırakarak direniş iradesini kırabileceklerini sanansiyonist şefler, bu konuda ABD ordusu ve NATOgüçlerinin devreye girmesini talep ediyorlar.

Başkanlığının ilk haftasında Ortadoğu özeltemsilcisi George Mitchell’i bölgeye gönderenObama, siyonistlerin bu kirli emellerine ulaşabilmeleriiçin çalışmaya hevesli görünüyor. Eski senatörlerdenMitchell, Mısır, İsrail, Batı Şeria, Ürdün ve Suudi

Arabistan’a uğrayacak. Saldırının hedefindekiGazze’ye gitmeyi düşünmeyen özel temsilci,arabulucu değil, siyonizmin sözcüsü olduğunu dahailk adımda hissettirmiştir.

ABD, BM, AB, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan,Türkiye gibi güçler İsrail için seferber olmuşdurumdalar. Bu gerici koalisyon, Filistin halkınındirenişi terk edip silahlanmaktan vazgeçmesini istiyor.Bunun karşılığında emek, su, ilaç, yakıt gibi temelihtiyaçlarının karşılanacağı, Gazze’ye kontrollü giriş-çıkışa izin verileceği vaat ediliyor. Yani ekmek, su,ilaç, yakıt karşılığında Filistin halkından onurunu terketmesi isteniyor.

Gerici koalisyonun bu uğursuz rolüne rağmen,Filistin halkı direnmekte kararlı olduğunu gösteriyor.Gazze’yi terk etmesi için İsrail savaş makinesine birhafta süre tanıyan Filistinli direnişler, ateşkesinonuncu gününde işgalci İsrail askerlerine saldırarak,direnme kararlılığını bir kez daha ortaya koymuştur.

Filistin halkının direnme iradesi dimdik ayaktaiken, Hamas ile El Fetih arasındaki çıkar çatışmasınınçözülememesi, direnişi hem maddi, hem maneviyönden zayıflatmaktadır. Bu da Filistin halkının tümdireniş dinamiklerini birleştirebilecek devrimci biralternatife duyulan ihtiyacın aciliyetine işaretetmektedir.

Ateşkes sonrası Gazze...

Direniş iradesi dimdik ayakta!

Filistin halkıyla dayanışmaeylemlerinden…

Tuzluçayır: “Direnen halklar kazanacak!”BDSP, Alınteri ve Partizan, 25 Ocak günü Tuzluçayır’da gerçekleştirdikleri bir eylemle, emperyalizmin

Filistin halkına yönelik katliam planlarını lanetleyerek, direnen Filistin halkını selamladı.Saat 14.00’de Tekmezar Parkı’ında toplanan devrimciler, mahalle aralarından sloganlarla geçerek,

çevredeki emekçilere ajitasyon konuşmaları yaptılar. “Emperyalizm, siyonizm yenilecek, direnen halklarkazanacak!” şiarlı pankartın taşındığı yürüyüşte “Kahrolsun ABD, işbirlikçi MGK!”, “Emperyalizmyenilecek, direnen halklar kazanacak!” , “Filistin halkı yalnız değildir!” sloganları atıldı.

Tuzluçayır göbeğe gelindiğinde ortak basın metni okundu. Düzen cephesinin “İsrail’i kınamak” amacıylayaptığı açıklamada şunlar söylendi: “Gazze katliamı ile Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin yolu açılmayaçalışılıyor. Yani HAMAS bahanedir! Asıl hedef Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne boyun eğmeyenlerin terbiyeedilmesidir. Bu nedenle İsrail’in durdurulması tüm bölgeyi saracak bir emperyalist savaşın durdurulmasıanlamına da gelmektedir!”

Açıklama siyonist İsrail’le yapılan açık ve gizli, askeri ve ticari tüm ikili anlaşmalarının iptal etmesi veİsrail elçilerinin defedilmesi talebiyle son buldu.

80 kişinin katıldığı eylem ara sokaklarda yapılan yürüyüşün ardından sona erdi.Kızıl Bayrak / Ankara

Sefaköy: “Katil İsrail Filistin’den defol!”Siyonistlerin Gazze’deki katliamı Sefaköy İnönü Mahallesi’nde 24 Ocak günü gerçekleştirilen eylemle

lanetlendi.Yaklaşık 80 kişi AR-EL Üniversitesi önünden İnönü Mahallesi yönüne doğru yürüyüşe geçerek yolu araç

trafiğine kapattı. Semt sakinlerinin de alkışlı katılımlarıyla coşkulu bir havada başlayan yürüyüş sırasında“Katil İsrail Filistin’den defol!”, “Filistin’de düşene, dövüşene bin selam!” ve “Katil ABD, işbirlikçi AKP!”sloganları atıldı. Yürüyüşe geçen kitle karşı şeritten geçmekte olan araçların klaksonlarıyla desteklendi.

Yürüyüşün ardından Sefaköy-Gümüşçüler Çarşısı’nda basın açıklaması okundu. Asıl hedefin Filistintopraklarında yaşayan binlerce masum ve sivil halk olduğu vurgusu yapılırken, öldürülen insanların kanıüzerinden Obama’ya bel bağlayan dünya kamuoyunun bu hayallerinin boşa düştüğünün altı çizildi.Katliamların durdurulabilmesinin ancak özgür bir Filistin ile mümkün olacağına değinilen basın açıklaması,“Filistin halkı yalnız değildir!”, “Yaşasın halkların kardeşliği!” sloganları ve alkışlar eşliğinde sona erdi. Basınaçıklamasına Alınteri, BDSP, Bir-İşçi Der, DHF, DTP, EHP, ESP, Halkevi ve TÖP katıldı.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Taksim’de Filistin eylemleri...Çeşitli parti ve kurumlar 24 Ocak günü Taksim Gezi Parkı’nda Filistin halkıyla dayanışma eylemi

gerçekleştirdiler.“İsrail ile ikili anlaşmalar iptal edilsin! Filistin’e özgürlük!” pankartının yer aldığı açıklamada “Filistin’e

özgürlük!”, “İsrailli pilotlar Türkiye’de eğitilmesin!” ve “Savaşa hayı!r” dövizleri açıldı.Gazeteci-Yazar Leyla İpekçi’nin gerçekleştirdiği basın açıklamasında, İsrail’in insanlık suçu işlediği,

uluslararası savaş suçluları mahkemesinde yargılanması gerektiği ifade edildi ve talepler sıralandı.Diğer açıklamayı, İsrail’in Gazze Şeridi’ni İşgaline Karşı Zincirleme Açlık Grevi İçin İstanbul Eylem

Grubu Taksim Gezi Parkı’nda yaptı. Basın açıklamasından önce grup bir müzik dinletisi verdi. AçıklamadaFilistin’le dayanışma amacıyla 3 Ocak’tan itibaren açlık grevine gittikleri ve İsrail Gazze’den çekilene kadaraçlık grevini sürdürdükleri ifade edildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Her yıl geleneksel olarak Ocak ayında düzenlenenve “Davos Zirvesi” olarak da tanımlanan DünyaEkonomik Forumu, bu yıl da 28 Ocak-1 Şubat tarihleriarasında İsviçre’nin Davos kentinde toplanacak.Büyük emperyalist tekeller ve onların işbirlikçi uşaktakımları milyonlarca işçi ve emekçinin kaderini vegeleceğini karartacak olan yeni saldırı politikalarınısaptamak üzere, kendi deyimleriyle, “son 40 yılın enönemli zirvesi”ni düzenliyorlar.

Kapitalizmin yaşamakta olduğu küresel çaptakiağır ekonomik kriz bu yılki Davos zirvesine düzentemsilcileri payına özel bir anlam kazandırıyor. “Son40 yılın en önemli zirvesi” ve “rekor katılım”tanımlamaları da bunu anlatıyor. Bu yıl zirveye 96ülkeden 2 bin 500 kişinin yanısıra 41 devlet vehükümet temsilcisi katılacak. Zirvenin gündemini“Kriz sonrası dünyanın biçimlendirilmesi”oluşturuyor. Bu gündem başlığı altında mevcutkrizden nasıl çıkılacağı ve yeni ekonomik düzenin neolması gerektiği gibi konular tartışılacak.

İsviçre devleti her yıl olduğu gibi bu yıl da aylaröncesinde hazırlıklara başladı. Çok yönlü bu hazırlığınönemli bir parçasını ise “güvenlik sorunları”oluşturuyor. Bu çerçevede yoğun polisiye önlemleralınıyor ve zirve karşıtı gösteriler engellenmeyeçalışılıyor. 31 Ocak günü merkezi olarak Cenevre’deyapılması planlanan gösteri yasaklandı ve sertönlemlere başvurulacağı tehdidinde bulunuldu.

Davos zirvelerine önden hazırlık elbette sadecedüzen cephesi tarafından yapılmıyor. Yerli ilerici,demokrat ve devrimci güçler de aylar öncesinden zirvekarşıtı eylemlere hazırlanıyorlar. Birçok kentte yerelplatformlar oluşturuluyor.

Yerel platformlardan biri de Basel’de “DevrimciBirlik” adı altında kuruldu. İki ay önce görüşmelere,tartışmalara başlayan bu platformda; İsviçreligruplardan Devrimci İnşa, Sosyalizm için Hareket,Anti Kapitalist Sol, Yeni İşçi Partisi’nin yanısıra çeşitlimuhalif gruplar yer alıyor. Türkiyeli gruplardan iseTKİP, BİR-KAR ve İGİF temsil ediliyor.

Uzun tartışmaların ardından platform,“Kapitalizmin hatası yoktur, kapitalizmin kendisihatadır!” ana şiarının yer aldığı ortak bir afişhazırladı. Ayrıca aynı şiarın yer aldığı ortak bir bildirive ortak pankart da hazırladı. Ortak konuşmanınyanısıra yürüyüş güzergahı boyunca belli merkezlerde“kapitalizm ve kriz”, “emperyalist-siyonistsaldırganlık”, “sosyal hak gaspları ve mücadele”,“yeni terör yasaları” gibi konularla ilgili ayrı ayrıkonuşmalar yapılacak. Çeşitli yapılar tarafındaüstlenen bu konulardan, emperyalist-siyonistsaldırganlık konulu konuşmayı BİR-KAR temsilcisiyapacak.

Hazırlanan afişler ve çağrı bildirileri Basel kentimahallelere ayrılarak ve her grup belli bölgeleriüstlenerek dağıtıldı. Basel afişlerle donatıldıktan sonrayürüyüş için izin başvurusunda bulunuldu. Amaç,“izin verseniz de vermeseniz de bu yürüyüşyapılacaktır” mesajını vermekti.

Sonuç olarak, 28 Ocak günü Basel’de yapılacakyürüyüşe izin verilmiş oldu. İki yıl önce gösterilereizin verilmemiş, pek çok kişi estirilen terörle berabertutuklanmıştı.

Bir-Kar / Basel

Dünya Ekonomik Forumu’na doğru... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

“Davos Zirvesi”ne hazırlık…

“Kapitalizmin hatası yoktur, kapitalizmin kendisi hatadır!”

Kapitalizmde kriz eşittir ahlaksızlıkama sınırsız!..

Yüksel Akkaya

Hep bir ağızdan, hep aynı küfrü söylediler… Kendileri aptaldı, herkesi aptal sandılar…Öyleyse biraz birlikte düşünüp, “konuşalım”...Önce “haber”, sonra “yorum”… Sonra da…Che Bolivya ormanlarına giderken, öldürüleceğini ve ihanete uğradığını biliyordu. Öldürülürken Che’nin

yanında olan az sayıda gerillalardan biri olan Kübalı Daniel Alarcon Ramirez, sustu sustu, 70 yaşındakonuştu.

Hımmm… Kim ki bu susup, susup 70 yaşında “özgürlüğe” kavuşup, konuşan Kübalı Daniel AlarconRamirez? Ve de nerde yaşar ki? Ne önemi var demeyin, elbet vardır, ben sormuş olayım siz de merak edin…Zaten yazının sonunda meseleyi anlayacaksınız…

İtalyan Corriere Della Sera’ya konuşan eski gerilla, “Castro Küba’daki devrimden sonra Moskova ile birantlaşma yaptı. Moskova’nın desteği olmadan, ülkeyi yönetemezdi. Çok yeni bir şey… Kimse akıl etmemişti…. Ne güzel bizi aydınlattınız…

Ancak Che, “sosyalist emperyalizme” de yani Rusya’ya da karşı çıkıyordu. Bu nedenle araları açıldı.SSCB, Che’nin yok edilmesini istedi. Bu nedenle Bolivya ormanlarındaki yerini bildirmiş olabilirler“ dedi...

Hımmm… Ne diyor güzide medya. Başlığı tükürüp, yalıyor… Başka şeyler de yapması lazım belki, amaartık ahlak diye bir şeyleri kalmadığı için etik diye bir şey uydurdular, anlaşılan o ki o etik de onlarıdurduramıyor. Ne diyor 70 yaşında, nerde yaşadığı, kim olduğu tam açıklanmayan kahraman: “…ormanlarındaki yerini bildirmiş olabilirler...” Ne çıkar bu sözden… Bir tahmin yapmış, eski 70 yaşındakigerilla, “olabilir” demiş… Oldu dememiş…. Peki, kriz döneminin “saygın” medyası ne başlık atmış, herkesiaptal yerine koyarak, ama en çok haber içeriği ile kendi puştluğunu ispatlayarak: ‘Che’yi SSCB ihbar etti’…Ne yapmış “dürüst” medya, tırnak işareti içinde vermiş, biz demiyoruz, diyen diyor demiş… Öyle miymiş?Değilmiş… Çünkü, 70’lik delikanlı, demiş ki “yerini bildirmiş olabilirler”… Tommiks, Teksas gibi şeylerokuyanlar için diyelim ki “hay bin kunduz”… 70’lik delikanlı, durmuş durmuş, şu kriz günlerinde, solun engüçlü olduğu ülkelerden biri olan İtalya’nın “gastelerinden” birine bir açıklama yapmış! Hay Allah!.. “Bayramdeel, seyran deel eniştem beni niye öptü” derlerdi benim büyüdüğüm yerlerde…

Peki nerdeymiş, bu “olabilir” diye, bulunup, konuşturulan yeni starımız? Latin Amerika’da büyük yankı bulan iddialarla ilgili Küba’dan henüz bir açıklama yapılmadı. Benigno

lakaplı gerilla, Che’nin öldürülmesinden sonra, Salvador Allende tarafından Şili’ye kaçırıldıklarını veböylece kurtulduklarını söyledi. Che’nin militanlar arasında çok sevildiğini söyleyen Benigno, “Che Fidel’igölgelerdi. Bu nedenle Castro’nun Che’ye karşı hep bir kızgınlığı vardı”...

Nerdeymiş bu 70’lik delikanlı? Şili’de… Kim kurtarmış bunu: Allende… Ne olmuş Allende’ye, hatırlıyormu bu 70’lik delikanlı?

Biz hatırlatalım: Baba sen önce bir bunları hatırla... Sonra “olabilir” de… De, ne olur gözünü sevdiğim,eski günler hatırına şu kriz döneminde, şu Küba’nın zor dönemecinde kapitalizmin oyuncağı olma… HemCHE’ye saygı babında, hem ALLENDE’ye… Ama en çok da onların uğruna canlarını verdikleri insanlaradına… Ne diyeyim? Bu açıklamana, bu açıklamanı bu kadar çarpıtan matbuatın güzide çocuklarına diyecekbir tek laf var. Onu da bizde “Gaffur” nam bir “amele” söylerdi:

Annadın sen onu!...

Evo Morales başkanlığındaki Bolivya yönetiminingündeminde bulunan anayasa referandumugerçekleştirildi. İşçiler, emekçiler ve yerliler tarafındandesteklenen Sosyalizme Doğru Hareket (MAS) lideriMorales yönetiminin halk oylamasına sunduğu anayasa,beklendiği üzere açık farkla kabul edildi. Pazar günüyapılan referandumda yüzde 57 oranında kabul oyuçıktığı bildirildi.

Referandum öncesinde yaptığı açıklamada, yenianayasanın Bolivya toplumunun tarihi eşitsizliğinidüzeltme yolunu açacağını savunan Morales,“Anayasanın kabul edilmesi durumunda doğalkaynaklarımız üzerinde kontrol hakkımızı ve yabancıaskeri üslerin yasaklanmasını onaylayacağız” diyerekhalkı Anayasa’ya evet oyu vermeye çağırmıştı.

Referandumun kabulünden sonra başkent LaPaz’daki Başkanlık Sarayı’nın balkonundan halkahitaben yaptığı konuşmada ise, “Bugün Bolivya’nınyeniden kurulduğu gündür, sömürge devletin sonudur,içeride ve dışarıda sömürünün bittiği gündür. Bolivyahalkının bilinci sayesinde, büyük mülk sahiplerinin vebüyük mülkiyetlerin sonudur” ifadelerini kullandı.

“Artık dışlanmışlar ve hiçe sayılanlar herkesle aynıhaklara sahipler” diye konuşan Morales, anayasadeğişikliğine verdiği öneme işaret etti.

Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının devlet kontrolündebulunmasını, bu kaynakların toplumsal yarar gözetilerekharcanmasını düzenleyen anayasada, halkın devletyönetimine katılımını kurumsallaştıracak eyalet vemahalle meclislerinin kurulması da öngörülüyor.

Yeni anayasada, büyük toprak parçalarının tek eldetoplanamaması, eğitim ve sağlığın her aşamada veherkese ücretsiz sunulması, ülkedeki 36 ayrı yerlidilinin tanınması, bütün yerli topluluklara atalarınınyaşadıkları toprakların tapusunun verilmesi veözerkliklerinin güvence altına alınması öngörülüyor.

Anayasa ayrıca, Bolivya’nın çoğunluğunu oluşturanyerli halklara ülkenin doğal kaynakları üzerinde dahafazla söz söyleme olanağı veriyor. Yerli dillerinin vekültürlerinin varlığı devletin güvencesi altına alınıyor,anayasa farklı dillerde eğitim yapılmasını da düzenliyor.

Emekçilerin ezici çoğunluğu tarafından onaylanananayasaya ABD destekli karşı-devrimci güçler itirazediyor. Avrupalı beyaz göçmenlerden oluşan bu ırkçıazınlık, Bolivya’nın beşeri ve doğal kaynaklarınıyağmalamaya alışık olduğu için, bu zenginliklerdentoplumun diğer kesimlerinin de yararlanmasınıistemiyor. Referandumu engellemeye çalışan karşı-devrimci güçler, anayasanın, doğal kaynaklar yönündenzengin eyaletlerde uygulanmasını engellemeyehazırlanıyorlar.

Bu anayasa sömürü ve eşitsizliği ortadan kaldıracakdeğil elbette. Ancak emekçiler ile yerliler lehinedüzenlemeler içeriyor. Bu nedenle anayasaya karşıharekete geçen Amerikancı güçlerin önümüzdekigünlerde gerilimi arttırması bekleniyor.

Bu yılın sonunda yapılacak devlet başkanlığıseçimlerine ön hazırlık işlevi de gören referandumdanMorales yönetiminin zaferle çıkması, Bolivya’da sınıfçatışmalarının önümüzdeki süreçte artma ihtimalinigüçlendirdi. Zira karşı-devrimci odaklar belli mevzilerkaybetmelerine rağmen halen güçlerini koruyorlar.

Verili koşullarda anayasa değişikliği emekçilerlehine belli kazanımlar içermektedir. Ancak bukazanımları güvence altına alıp geliştirmek, doğrudansınıf çatışmalarının seyrine bağlı olacaktır. Hem yasalkazanımları güvence altına almak hem fiili kazanımlarıyasal güvenceye kavuşturmak için Bolivya burjuvazisive onun arkasındaki emperyalist güçlerle nihaihesaplaşmaya girmek gerekiyor. Bu hesaplaşmasonuçlanana kadar, kazanımların kaybedilme riskidevam edecektir.

Irkçı-siyonistlerinGazze’de savaşsuçu işlediğikesinleşti!

İsrail saldırısı esnasında Gazze’dekihastanelerde görev yapan doktorlar, siyonistsavaş makinesinin beyaz fosfor kullandığınısaptamıştı. Filistinlilerin yanısıra Norveçlidoktorlar da yaralılarda beyaz fosfor izinerastlamış, dahası Gazze halkı üzerindebilinmeyen silahlar denendiğine dair şüpheleriolduğunu da dile getirmişlerdi.

Ateşkes sağlandıktan sonra Gazze’ye gidenUluslararası Af Örgütü’ne (UAÖ) bağlıaraştırma ekibi de, İsrail’in beyaz fosforbombası kullandığına dair “şüphe götürmezkanıtlar” bulduğunu açıkladı.

“19 Ocak’ta hâlâ yanmakta olan parçalargördük. İsrail ordusu tarafından beyaz fosforkullanıldığına dair delillerin etrafta saçılıolduğu caddeler ve dar sokaklar gördük”açıklamasını yapan UAÖ silah uzmanıChristoper Cobb-Smith, heyetin, yanan beyazfosfor parçaları ile onları taşıyan topmermilerinin kovanlarını evlerin ve binalarıniçinde ve çevresinde bulduğunu belirtti.

Araştırmayla ilgili açıklama yapan UAÖ’denDonatella Rovera da, “Gazze’de nüfusun yoğunolarak yaşadığı yerleşim bölgelerinde bu silahınyaygın bir biçimde kullanılması, özünde rasgelesaldırıdır. Siviller üzerindeki etkisini gördüktensonra kullanmaya devam etmek ise savaşsuçudur” dedi.

Uluslararası hukuka göre de, beyaz fosforunsaldırı silahı olarak kullanılması savaş suçukapsamına giriyor. Ancak yasa tanımayan İsrailsavaş makinesi dünyanın gözleri önünde busilahı kullanmakta sakınca görmüyor. Nitekimsiyonist savaş makinesi, Birleşmiş Milletleryardım örgütünün (UNRWA) merkezi dahilGazze’nin her tarafına bu bombalardan attıktansonra, BM şefi Tel Aviv’e giderek bu cellattakımı ile samimi pozlar verebilmiştir. BMşefinin bu alçaltıcı tutumu, ırkçı-siyonistlerinküstahlığının kaynağı hakkında fikirvermektedir.

Her 155 mm top mermisinde içinde beyazfosfor bulunan 116 parça bulunuyor. Beyazfosfor oksijenle tepkimeye geçtiğinde aktif halegeliyor. Rüzgâra ve patlama yüksekliğine göre,en azından bir futbol sahası büyüklüğündekialanda etkili olabiliyor. Nüfusun yoğun olduğuGazze’de beyaz fosforun ölümcül etkisinitahmin etmek güç değildir.

İşlediği ağır savaş suçlarını önce reddedenİsrail ordusu, konuyla ilgili son açıklamasındabeyaz fosfor kullandığını kabul etmeklekalmadı, bu silahları kullanmayı küstahça dasavundu. Irkçı-siyonistlerin bu fütursuzluğu,emperyalist güç odaklarının İsrail’e sağladığıözel korumadan kaynaklanıyor. Evet, Gazze’deFilistin halkı şahsında insanlığa karşı işlenenağır suçun birinci sanığı tetikçi İsrail’dir. Fakataynı zamanda kapitalist-emperyalist düzen deişlenen suça ortak olmaktadır. İnsanlığa karşıişlenen suçların hesabını ise burjuvamahkemeleri değil, ancak ilerici-devrimcigüçlerle direnen halklar sorabilir.

Dünyadan...26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Bolivya’da anayasa açık farklakabul edildi!

Köln’de Filistin’le dayanışma mitingiKöln’de “Filistin için özgürlük ve barış!” sloganıyla düzenlenen miting, 24 Ocak günü Dom Kilisesi’nin

önünde yapıldı. Gazze’ye saldırının başlaması üzerine biraraya gelen, yerli ve göçmen onlarca devrimci vedemokratik kurumun oluşturduğu savaş karşıtı birlik tarafından organize edilen mitinge yaklaşık 100 kişi katıldı.

Mitingde oluşturulan açık mikrofondan, Köln Filistinliler Derneği, Petrol İçin Kana Hayır Oluşumu, KPD/MLvb. birlik bileşenleri ve Filistinliler tarafından çeşitli konuşmalar yapıldı. İsrail’in Gazze’de yarattığı yıkımınbilançosu açıklanıp siyonizm bir kez lanetlenirken, Filistin halkıyla dayanışma çağrısı yapıldı.

Mitingte, “Hepimiz Filistinliyiz!” yazılı ortak pankartın yanısıra, DEKÖP bileşenlerinden Bir-Kar ve Y.Dünya adına pankartlar, DİDF bayrakları ve çeşitli dövizler taşındı. Miting, Filistin halkının taleplerini içerençeşitli sloganların hep bir ağızdan atılmasıyla sona erdi.

Bir-Kar / Köln

Barack Obama büyük bir şov eşliğinde 20Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturdu. Medyatekelleri tarafından canlı yayınlarla dünyayaizlettirilen şov, güya yeni ABD başkanınınfarklılığına işaret ediyordu. Oysa söz konusu olanbüyük tekeller tarafından finanse edilen reklamkampanyasının son sahnesiydi. Böylece deneyimlireklamcıların “Obama’yı pazarlama” serüveni“mutlu son”a ulaşmış oldu.

Tekellerin milyar doları bulan parasıyla ABDhalklarına pazarlanan Barack Obama’yı, medyadaköşe başlarını tutan inanmış liberal kalemşörler dedünyaya pazarlama gayretindeler. Siyahi bir adayınbaşkan seçilmesini abartılı değerlendirmelere konueden “uzman”lar, son 8 yılda insanlığa karşı işlenenağır suçlardan Bush’u sorumlu tutup, emperyalistAmerikan rejiminin kanlı sicilini temize çıkarmahesabı içindeler. Obama’nın seçilmesini “büyükdeğişim”, “devrim”, “dünya lanetlilerinin zaferi”türünden uydurma nitelemelere konu eden bugüçler, ezilen halkların kanıyla beslenen Amerikanrejiminin yerlerde sürünen imajını düzeltmek içinçırpınıyorlar.

Ancak, siyonistlerin Gazze’de işlediği savaşsuçları karşısındaki tutumu, Obama’ya vehmedilenniteliklerin sahteliğini ortaya koymaya yetti.Hindistan’daki saldırıları anında kınayan Obama,Gazze söz konusu olduğunda “ben başkan değilim”diyerek iki hafta boyunca konuşmaktan kaçındı.Konuştuğunda ise, siyonist canileri pervasızcasavundu.

Başkanlık koltuğuna oturduktan sonra tutumunusürdüren “siyahî başkan”, “İsrail’in kendinisavunma hakkı olduğu”nu iddia ederek, öncekimeslektaşları gibi, tetikçi siyonistlere kalkanolacağını ilan etti. Eski demokrat başkanlardanJimmy Carter’e yemin töreninde söz hakkıtanımayan Obama, son yıllarında ırkçı-siyonistlerinzorbalığını eleştirme cesareti gösteren Carter’in“çatlak ses” çıkarmasını engelledi.

ABD savaş makinesinin komutasını alanObama, “önleyici vuruş” hakkı yerine “akıllı güç”kullanımını savunacağını söylüyor. Bunun ilkörneğini Pakistan topraklarının bombalanmasınaonay vererek gösteren Obama’nın eli, ilkgünlerinde 17 Pakistanlı’nın kanına bulaşmış oldu.Afganistan’a ek güç kaydırma sözü veren siyahîbaşkan, Amerikan tekellerinin çıkarlarını, ABDsavaş makinesinin gücünü “akıllı”ca kullanarakkorumaya kararlı olduğunu gösteriyor.

Obama yönetiminin dış politikada izleyeceğiyol, Bush yönetimininkiyle aynı olacaktır. İcraatalanında bir takım farklılıklar olsa da, halklarıköleleştirme hedefi öncelikli yerini koruyacaktır.Nitekim, Obama yönetiminin bazı kilitnoktalarında bulunan kişiler, Bush yönetimininartıklarından seçilmiştir.

Örneğin Obama’nın yardımcısı, yani BeyazSaray’ın ikinci ismi olan Joe Biden, Irak işgalininen ateşli savunucularındandır. Aynı zamandaIrak’ın Kürt, Sünni, Şii olmak üzere üçebölünmesini savunan zihniyetin temsilcisidir.Bush’un savunma bakanı Robert Gates, yanihalkları köleleştirme seferine komuta eden

Pentagon’un şefi ise yerinden kıpırdamadı. “Terörle mücadele” konusunda Obama’nın

başdanışmanlığına atanan CIA şeflerinden JohnBrennan, Ebu Garip’deki vahşi işkencelerin öndegelen savunucularındandır. Obama tarafındanBeyaz Saray’ın personel şefliğine atanan RahmEmanuel silah tekelleriyle içlidışlıdır ve o da Irakişgalini savunmaktadır. Obama’nın atadığı dışpolitikadan sorumlu Dennis Ross-Daniel Kurtzerikilisi ise, Tel Aviv’deki siyonist canilerin başdestekçileridir.

Guantanamo işkence üssünün kapatılması içintalimat vererek şov yapan Obama, üssü iki yıliçinde kapatamazsa kendini başarısız sayacağınısöylüyor. Medya tekellerinin yansıttığının aksine,bu talimatın bir kımyet-i harbiyesi bulunmuyor.Zira Bush’un adayı Vietnam suçlusu McCain deGuantanamo üssünü kapatma vaadindebulunmuştu. Görüldüğü üzere, vahşi kapitalizminsimgesi haline gelen bu işkence üssününkapatılması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Gerek ilk icraatlar, gerekse yönetimin kilitnoktalarına yerleştirilen kişilerin nitelikleri, Obamadöneminin neo-faşist yönetimden kayda değer birfarkı olmayacağına işaret ediyor. Zaten büyüktekellerin Obama’yı başkanlık koltuğunataşımalarının nedeni “barış”, “umut”, “değişim”,“demokrasi” adına çalışması değil, dünyayıyağmalayan şirketlere hizmet etmek ve emperyalistAmerikan rejiminin yerlerde sürünen prestijinikısmen de olsa düzeltmektir. Obama’nın bazı farklıicraatlarda bulunması kaçınılmaz görünüyor. Ancakbunların biçime dair olacağından kuşku duymamakgerek.

Başa kim geçerse geçsin, emperyalist Amerikanrejimi insanlığa karşı işlediği ağır suçlara yenileriniekleyecektir. Bunu önlemenin yolu Amerikan işçisınıfı ile emekçilerinin, tarihin tanık olduğu bu envahşi savaş aygıtına karşı kitlesel-militan birdireniş geliştirebilmeleridir.

Obama siyonistbarbarlığı savundu!

Emperyalist Amerikan rejimini 8 yıl yöneten neo-faşistşebekenin saldırganlık ve savaş politikası, anti-Amerikancılığın dünya ölçüsünde güçlenmesine yolaçtı.Çoğunluğu siyonist ideoloji ile sersemletilmiş İsrailtoplumu dışta tutulursa, dünyada ABD emperyalizminetepki duymayan toplum kalmadı.

Filistin-Afganistan-Irak üçgeninde doruğa çıkankapitalist-emperyalist barbarlık, bu ülkeleri yakıpyıkmakla kalmadı, tarihin tanık olduğu en iğrençkatliamlardan birine de imza attı. Neo-faşist çetenin şefiABD Başkanı George Bush, kendisinden önce gelen“ünlü” canilere nasip olmayan bir nefret kazanmayıbaşardı. Küreselleşmeyi, başka bir ifadeyle halklarıköleleştirme seferini Amerikan savaş makinesininyağdırdığı bombalar eşliğinde yaygınlaştırmayaodaklanan haydutlar çetesinin şefi, küresel bir nefretleanılmayı hak ederek koltuğunu Barack Obama’ya devretti.

Seçimleri kazanan Obama’yı Bush’un zıddı imiş gibipazarlamaya çalışan bir takım çevreler, son 8 yıldainsanlığa karşı işlenen ağır suçları Bush’un sırtına yıkıpABD emperyalizmini “aklama” seferberliğine giriştiler.ABD ile suç ortakları şahsında maskesi düşen vahşikapitalizme yeni maskeler hazırlamaya çalışan bu gericigüçler için, “siyahî Obama”dan daha uygun bir aktörbulunamazdı. Nitekim Obama seçimleri kazandığındacoşan inanmış liberaller, ABD’nin yerlerde sürünenimajını düzletecek diye zil takıp oynamaya başlamışlardı.İngiliz yayın kuruluşu BBC de, Obama koltuğa otururoturmaz birçok ülkede anket düzenleyerek, ABDemperyalizminin imajını düzletme işine fiilen başlamışbulunuyor.

Ancak medyanın katilleri melek olarak pazarlamataktikleri her zaman başarılı olmuyor. Örneğin tümçabalara rağmen Gazze’yi yakıp yıkan siyonist canilerimelek diye yutturma çabaları, dünyanın dört bir yanındayüzbinlerin sokaklara çıkıp vahşi katliamları protestoetmesine engel olmadı. Nitekim Gazze’den dünyayayansıyan barbarlık sahneleri, başkanlık koltuğunaoturmadan Barack Obama’nın maskesini de düşürdü. Ziravahşi katliamı iki hafta sessizce izleyerek onay veren“siyahi başkan”, konuşmak zorunda kaldığında ise,siyonist cellatları tek kelime ile eleştirmedi. Yemin ettiğigün ise safını açık bir şekilde dile getirerek, tıpkı Bushgibi Tel Aviv’deki cellat takımının arkasında olduğunuilan etti.

Başkanlığının ikinci gününde ABD’nin İsrail’ingüvenliğinin sağlanması ilkesine bağlı olduğunu beyaneden Barack Obama, “İsrail’in, meşru, kendisinitehditlere karşı savunması hakkını daima destekleyeceğiz.Hamas, yıllardır masum İsrailli sivillere binlerce roketatıyor. Hiçbir demokrasi, halkına yöneltilen bu tiptehditlere hoşgörüyle bakamaz, uluslararası topluluk daböyle bakmamalı” diye konuştu.

Yeni ABD başkanının söz konusu açıklamasında başkayavan sözler de mevcuttu. Ancak buraya aktardığımızifadeler, Obama zihniyeti ile Bush zihniyeti arasında özedair herhangi bir fark olmadığını gözler önüne sermeyeyetiyor. Zira İsrail savaş makinesinin 410’u çocuk 1300Filistinliyi katletmesine tek kelime ile değinme gereğiduyamayan Obama’nın Hamas’ın roketlerinden sözetmesi, ancak pişkin bir suç ortağının tavrı olabilir.

“Siyahi başkan”ın Tel Aviv’deki cellat takımınaverdiği destek, Obama’ya vehmedilen olumlu sıfatlarınsafsatadan ibaret olduğunu, daha görevinin ikinci günündegözler önüne sermiştir. Zaten başka türlü olması damümkün değildi. Zira her başkan gibi Obama da yağmacıAmerikan tekellerinin dönemsel ihtiyaçları neyigerektiriyorsa onu yapacaktır. Başkanlık koltuğunataşınmasının esas nedeni de budur.

Obama ve yıkılan hayaller... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Obama Pakistan’ınbombalanmasına onayvererek işe başladı!

Krizin faturası kapitalistlere...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Avrupa’da krize karşı paneller…

“Krizin faturasını kapitalistlere ödetelim!”Basel: “Kapitalizmin krizi, sosyal ve

siyasal sonuçları”BİR-KAR’ın Avrupa’da başlattığı kampanya

çerçevesinde örgütlenen panallerden biri de 24 Ocakgünü İsviçre’nin Basel kentinde yapıldı. Seminere 50kişi katıldı.

“Kapitalizmin krizi, sosyal ve siyasal sonuçları”başlığıyla verilen semineri Volkan Yaraşır sundu.Krizin kapitalizmin krizi olduğunu ifade eden Yaraşır,kriz sürecine sınıf çelişkileri ve çatışkıları üzerindenbakmanın gerekliğine işaret etti. Kriz süreçlerindekapitalizmin elindeki silahları sıraladı. Bu silahları“zor” vurgusu kullanarak üçe ayırdı; “sınıfın azamisömürüsüne dayanan ekonomik zor”, “sosyal devletanlayışının yerini faşist diktatörlüğe bıraktığı açık zor”ve toplumun bilincini yok etme anlamına gelen“ideolojik zor”a işaret etti.

Bu dönemdeki mücadele taleplerini “Krizinfaturasını sermaye ödesin!”, “İşsizlik tazminatı iştenatılanlara ödensin”, “İşten atılmalar yasaklansın” vb.olarak sıralayan Yaraşır, bu talepleri öne sürerken detaleplerin kabul edilebilirliği üzerinden değil,kapitalizmin teşhiri üzerinden bir mücadele hattıörülmesi gerektiğini belirtti.

Fabrika işgallerinin mücadele içinde tuttuğu temelöneme vurgu yaparak bu tarz eylemlerinyaygınlaştırılması gerektiğine işaret etti.Devrimcilerin, komünistlerin bu süreçteki tarihselmisyonunu hatırlatarak ve bu mücadelenin uğrunaölünmeye değer olduğunu vurgulayarak konuşmasınısonlandırdı. Coşkulu sunumuyla dinleyicilerde büyükbir ilgi ve beğeni yarattı.

BİR-KAR / Basel

Köln’de kriz paneliİşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu’nun

(Bir-Kar) yürüttüğü kriz karşıtı kampanyaçerçevesinde 25 Ocak günü Köln İşçi-Gençlik KültürEvi’nde gerçekleştirilen panele konuşmacı olarakAlmanya Marksist Leninist Partisi’ni (MLPD)temsilen Avukat Roland Meister ve Bir-Kar temsilcisikatıldı.

Panelde ilk sözü alan Roland Meister, sözkonusukrizin kapitalizmin küresel krizi olduğunu vurguladı,krizin Almanya’da yol açtığı sonuçlara ilişkin genişaçıklamalarda bulundu. Bütün bunların sınıf savaşınıkaçınılmaz olarak şiddetlendireceğini belirterek, krizekarşı neler yapılabileceğini ve devrimci partiningörevlerini anlattı.

Ardından Bir-Kar Temsilcisi söz aldı. Krizin olasısonuçlarına değinerek, kriz koşullarında devrimcipartinin yaşamsal önemine ve görevlerine vurgu yapanbir sunum yaptı. Almanya’da sendika bürokrasisi ileliberal-reformist partilerin krizin faturasını bütüntoplumsal kesimlerin birlikte paylaşması gerektiğinedönük politikasını eleştirdi. Kriz koşullarında yerlidevrimci güçlerle ortak çalışmanın öneminin arttığını,birleşik bir mücadele için bunun şart olduğunuvurguladı.

Dinleyicilere söz hakkı verilen bölümdetartışmalarda ağırlığı, kriz konusunda neler yapılmasıgerektiği ve MLPD’ye yönelik eleştiri ve beklentileroluşturdu.

Panelin hazırlık çerçevesinde emekçi semtlerindeafiş çalışmaları yaptık. Ford fabrikasında çağrılarımızıdağıttık. Panelimiz, beklentimizin altında bir katılımla

(32 kişi) gerçekleşmiş olsa da, yerli kurum ve yerlidillerde etkinlik yapma yönelimi açısından anlamlıoldu.

BIR-KAR / Köln

Frankfurt’ta kriz tartışıldıFrankfurt’ta 24 Ocak günü “Krizin faturasını

kapitalistlere ödetelim!” başlıklı bir panelgerçekleştirildi. Panele, Rüsselheim’de bulunan Opelfabrikasından bir işyeri temsilci ile Bir-Kar temsilcisikonuşmacı olarak katıldı.

Panel öncesinde Opel başta olmak üzere Frankfurthavaalanı ve çevredeki diğer işyerlerine dönük birçalışma yapıldı. Panel çağrısı Opel’in önünde dağıtıldı.Hedef olarak işçiler seçildi, onların katılımıönemsendi. Toplantıya katılanların yarısını işçileroluşturdu.

Panelde ilk sözü alan Opel işyeri temsilcisi, Opelfabrikasındaki durumu anlattı. Yaşanabilecekgelişmelere dikkat çekerek, sorunlara karşı nasılmücadele edilmesi gerektiğine değindi. Salt sendikalmücadele ile sonuç alınamayacağını, siyasalmücadelenin zorunlu olduğunu belirtti.

Bir-Kar temsilcisi ise kriz, krizin nedenleri,karakteristik özellikleri, sonuçları konularındaaçıklamalarda bulundu. Alman devleti ve sermayeçevrelerinin bu konudaki aldatıcı yaklaşımlarına dikkatçekti. Sınıfı devrimcileştirmenin ve devrimci sınıfpartisinin yakıcılığına parmak bastı. Sözlerini, direniş,grev ve dayanışma eylemlerine hazırlık yapmak, buamaçlı yerel platformlara katılmak gerektiğinedeğinerek bitirdi.

Sunumların ardınan katılımcı bazı işçiler sözaldılar, işyerlerinden ve mücadelenin yakıcılığındansöz ettiler, panelistlere sorular sordular.

BIR-KAR / Frankfurt

Lauda-Königshofen’da panel!23 Ocak günü Lauda-Königshofen Alevi Kültür

Derneği’nde yapılan, yaklaşık 50 kişinin katıldığıpanel “Kapitalizmin Krizi ve Siyasi Gelişmeler”başlığı altında gerçekleşti. Panele Volkan Yaraşır veBir-Kar temsilcisi konuşmacı olarak katıldı.

Volkan Yaraşır, kapitalist krizin niteliği, sonuçları

ve olası gelişmeleri içeren bir sunuş gerçekleştirdi.Krizlerin aynı zamanda devrimin imkanını yarattığını,sorunun sınıfın ve siyasal öncüsünün örgütlülüğünebağlı olduğunu açıkladı. Ayrıca, kimlik politikalarınınanti-kapitalist mücadeleyle birleştiği ölçüde anlamtaşıyabileceğini vurguladı. Sınıf kimliğinin bir üstkimlik olduğunu belirten Yaraşır, etnik, dini, milli,mezhebi kimliklerin alt kimlikler olduğunu, bukimliklerin bir gökkuşağı özelliği taşıdığını ancakolaylara ve olgulara üst kimlikle yaklaşıldığı ölçüde,sermayenin oyunlarının boşa çıkarılabileceğini belirtti.

Yaraşır’dan sonra söz alan Bir-Kar temsilcisi,Anadolu topraklarının zengin kültürel ve direnişbirikimi ile devrimci düşünce arasında bağ kurarak,Marksizmin güncelliği üzerinde durdu. Alevitoplumunun muhalif kimliğini yeniden kazanmasınınancak sınıf eksenli hareket etmesi ve devrimcilerlebütünleşmesiyle mümkün olacağını söyledi. ÇünküAlevi toplumunun da sınıflardan oluştuğunu ve hersınıfınn kendi çıkarları üzerinden hareket edeceğinibelirtti. Toplantı zengin tartışmaların ardından sonaerdi.

BİR-KAR / Lauda-Königshofen

Stuttgart’ta “kriz” paneliBİR-KAR tarafından krize ilişkin panellerden biri

de 25 Ocak günü Stuttgart’da düzenlendi.Kısa bir açılış konuşmasının ardından söz Volkan

Yaraşır’a bırakıldı. Yaraşır konuşmasında krizinkapitalizmin krizi olduğunu vurguladı. Krizinnedenlerini anlatarak krizin bunalım, savaşlar vedevrimler doğuracağını belirtti. Kriz sürecinin sınıfınfiili protesto, yürüyüş ve gösterilerini beraberindegetireceği günler olacağını vurguladı. Sinter, Brisa,Tezcan Galvaniz, Ünsa Ambalaj işgalleriylemücadelenin sertleştiğine vurgu yaparak, fabrikaişgallerinin mücadele içindeki önemine değindi.Yaraşır konuşmasının devamında sol hareketin sınıfabakışını eleştirdi, dönemin devrimcilerden beklediğiasli görevleri vurguladı.

Panelin ikinci bölümünde soru ve cevaplara geçildi.Bu bölümde canlı tartışmalar yapıldı.

BİR-KAR / Stuttgart

Kadınlardan Filistin’le dayanışma…

“Katil İsrail Ortadoğu’dan defol”Filistinle Dayanışma Kadın Platformu, Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla 24 Ocak günü Taksim

Tramvay Durağı’ndan Galatasaray Lisesi’ne yürüyüş yaparak basın açıklaması gerçekleştirdi.Eylemde, “En-Nisa Maan, kadınlar birarada!”, “Katil İsrail Ortadoğu’dan defol!”, “Üsler kapatılsın, İsrail

devleti ile anlaşmalara son! Yaşasın kadın dayanışması!”, “İsrail mallarını boykot edelim! Filistinli kadınlaryalnız değildir!” dövizleri taşınarak sloganlarla Galatasaray Lisesi’ne yüründü.

Platform adına yapılan açıklamada, Filistinli kadınların yalnız olmadığı ifade edildi, silah anlaşmalarınıniptal edilmesi istendi. “Yahudi düşmanlığına hayır!” denilerek İsrailli vicdani retçilerin de serbest bırakılmasıistendi.

Açıklama şu sözlerle son buldu: “Biz kadınlar İsrail askerlerinin koşulsuz şartsız derhal Filistintopraklarından çıkmasını, 60 yıllık işgalin son bulmasını istiyoruz. Filistin’e verilen zararların tanzimedilmesini istiyoruz. Filistinli ve İsrailli halkların barış içinde yaşayabileceklerini biliyoruz.”

Basın açıklamasının ardından DTP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de bir konuşma yaptı. EmineArslan da eylemde yer aldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Yerel seçimler üzerine... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Yerel seçimlere kısa bir süre kaldı. Seçim aktörleride bu nedenle çalışmalarını yoğunlaştırmışbulunmaktadırlar. Kürdistan’daki seçimlere ise,tarafların, farklı anlamlar yüklediği, beklentilerini buanlamlara göre belirlediği, güç ve çalışmalarını bunagöre harekete geçirdikleri bilinmektedir. Özelliklearalarındaki kıyasıya iktidar çekişmesine rağmenTC’nin egemenleri, parti ve devlet kurumlarıKürdistan’daki seçimlere tek bir cephe olarak girmeyeve bu konuda kesin bir sonuç almak için bütün güç,olanak ve yeteneklerini harekete geçirmeyeçalışmaktadırlar…

Öte yanda DTP eksenindeki hareket ise yerelyönetimlerde öteden beri kazandığı mevzileri korumaçabasını sergilemekte, bu bağlamda ittifaklar yapmayaçalışmaktadır. DTP dışındaki parti, grup ve çevreleringüçleri ise varla yoklar sınırında gezinmektedir…

Somut güçlerin seçimlerdeki tutumuna veçalışmalarına geçmeden önce altı çizilmesi gerekenbazı noktalar var. Öncelikle bunlar üzerinde durmamızgerekiyor:

29 Mart yerel seçimlerinde doğru bir tavıralabilmek için, öncelikle seçimlerin kendisini doğrutanımlamak, seçimin aktörlerini ve politik duruşlarınıdoğru değerlendirmek gerekir. Öncelikle altı çizilmesigereken nokta şudur:

Sömürgeci egemenliğin bir parçası ve onuntamamlayıcı bir unsuru olan, tam sömürgeci denetimve baskı ortamında yapılan seçimlerde halkın özgürtercihlerini ortaya koymasını beklemek, özgüriradelerini tam anlamıyla ortaya koyabileceklerinisanmak, her şeyden önce gerçeklerle alay etmektenbaşka bir şey değildir! Hele bu seçimleri birreferandum olarak algılamak, böyle sunmak, böylegöstermek, yine sömürgeci egemenlik ve onunyürütücülerinin ekmeğine yağ sürmek anlamınagelmektedir. “Taşların bağlı, köpeklerin serbest”olduğu bir ortamda özgür iradenin şekillenebileceğinisanmak, safdillik değilse, kasıtlı bir saptırma veçarpıtmadır; sonuçta aritmetiksel olarak daha fazla oyyüzdesiyle çıkacak sömürgeci partilerin “zaferini”peşinen kabul etmek ve sömürgeci egemenliği bir debu yolla meşrulaştırmak demektir! Akılda tutulmasıgereken birinci nokta budur.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir noktadaha var. Halkımızın özgür tartışma, tercihleriniözgürce ortaya koyma ve bunu belli platformlardaözgürce belirleme sürecinin önünde başka önemli birengel daha vardır: İmralı Partisi ve onun politikeksenindeki DTP ve benzerleri…

Kendilerinden farklı düşünmenin, farklı eğilim vetercihleri dillendirmenin, örgütlenmenin “hainlik”olarak damgalandığı bir ortamın demokratikliğindenve özgür tartışma zemini olduğundan söz edilemez!Sömürgeci egemenlik ve özel savaş aygıtının baskılarıçok daha etkin ve kapsayıcı olduğu içinvurguladığımız bu ikinci etken tali planda kalmakta,ya da çok sınırlı olarak gündeme gelmektedir. Ancakbu gündemleşmelerin ise pek bir etkisi olmamaktadır.

Özgür tartışmanın önünde engel olmanın yanı sıraPKK / KCK’nin Kürdistanî bir programı da yoktur.Dolayısıyla bu hareketi hareket olarak “yurtsever”kategorisi içinde değerlendirmek mümkün değildir.

Ancak on yıllardır mücadele eden ve bu uğurdasayısız bedel ödemiş ve hala ödemeye devam edenhalk kitleleri yurtsever duygularla hareketetmektedirler. Bu aynı zamanda, büyük bir paradoks,

onulmaz bir açmaz anlamına da gelmektedir. Kendigerçek yurtsever program ve örgütlenmesine sahipolmaması, yani iktidarsızlığı, emeklerinin başkalarıtarafından çarçur edilmesini de birlikte getirmektedir.Her seçimde olduğu gibi bu seçimlerde de karşıkarşıya kaldıkları ve kalacakları ikilem budur!

Halkımız bu yerel seçimlerde adaylarını kendiözgür iradesiyle belirleyecek mi, bunun olanakları,örgütlü zemini var mı? Örneğin DTP, geçmişte genelve yerel seçimlerde böyle mi davrandı? Yoksa adaylarmerkezden dayatmalarla mı belirlendi? Yine bubelirlenmede “kirli ayak oyunları” ne kadar roloynadı? Bu sorulara olumlu yanıt vermek mümkündeğildir. Kendisi için yola çıktığını iddia eden zeminve örgütlerde hiçbir söz ve karar sahibi olmayan, etkigücü olmayan, sözcüğün tam ve gerçek anlamındaiktidar olmayan bir halkın adaylarını belirlemesimümkün değildir. O zaman halk, seçimlerde kimi,daha doğrusu hangi programı oylayacak?

Bu noktada bir kez daha halkımız, sömürgeciegemenlik ve özel savaş aygıtının seçimlere yüklediğitaktik ve stratejik anlamlar, bunun pratikuygulamalarına karşı yurtsever reflekslerle hareketetme gerçekliğiyle karşı karşıya kalacaktır. AKP veonun arkasındaki devlet ve özel savaş aygıtınınplanlarını ve hesaplarını boşa çıkarma refleksi anılanmilyonların oy tercihini, tepkisini koşullayacaktır.Dolayısıyla burada DTP’nin adaylarının adları vebunların niteliği, yine sunacakları “programlar” çokdaha az önemde bir etkide bulunacaktır.

İkincisi; yerel yönetimlerin gerçekliğiyle ilgilidir.Somut olarak görüldüğü ve gözlendiği gibi yerelyönetimler, her düzeyde merkezi yönetim vekurumların siyasal, ekonomik, idari ve psikolojikbaskısı altındadır. Yerel yönetimlerin yetkileri sonderece sınırlı ve güdük, olanakları dardır. Bu nedenlebu gerçekliğe rağmen yerel yönetimleri özerk,merkeze rağmen bir egemenlik ve gerçek anlamda biretkinlik alanı olarak sunmak; dolayısıyla vaatleri veyerel yönetim “programını” bu kavrayış üzerinekurmak, hem kendini, hem de halkı kandırmaktanbaşka bir şey değildir. Bu gerçeklik Türkiye kent vekasabalarında olduğu gibi, Kürdistan’da çok daha katıve katmerli olarak geçerlidir. Ancak bu gerçekliğindoğru kavranması ile birlikte, yerel yönetimlerinyurtsever adaylar tarafından alınmasının tümdenanlamsız olduğunu sanmak da başka bir yanılgıdır.Elbette yapılabilecekler sınırlıdır, bu sınırlar içindeyine de bir şeyler yapılabilir, bunlar da anlamsızdeğildir.

Bu noktada her seçimde olduğu gibi bu seçimde depolitik vurgular, daha çok önem kazanmaktadır. Kürtve Kürdistan kimliğine vurgu, Kürtler’in ulusolmaktan kaynaklanan temel hak ve özgürlük talepleriseçim çalışmalarının, aday belirlemelerinin belirleyiciekseni olmalıdır. Yine sınırlı yetki ve olanaklarbağlamında ve merkezi yönetimin mutlak denetimi vegörevden alma tehditleri akıldan çıkarılmaksızınuygulanabilirliği olan “belediyecilik”, “muhtarlık”“programlar da yapılabilir. Ama bunların politikeksene bağlılığı her fırsatta vurgulanmak kaydıyla…

Bu alanları özerk ve merkez kaç bir “iktidar alanı”olarak sanmak, aldatıcıdır. Ama böyle bir mevziinpolitik anlamı var: Bu mevzileri, tabanla ilişkilerdeönemli bir zemin, sömürgeci egemenliği teşhir etmedebir gösterge olarak değerlendirmek mümkündür. Buanlayışa uygun, bunun “kadrosunu”, halkın geniş

katılımı ve tam anlamıyla demokratik tercihleriylebelirlemek önem kazanmaktadır. Ancak ne yazık,geçmiş deneyimler bu noktada iyimser olmamızıteşvik edecek hiçbir veri sunmamaktadır.

Bu bağlamda geçmişte yapılan “ittifak”deneyimleri, ilke ve programlar üzerinde yapılantartışmaları ve pratikleri değil, “koltuk kapma”hesaplarını yansıtmaktadır. Bir süredir tartışması vepratiği süren “Çatı Partisi” girişimleri de bundan ötebir anlam ve değer ifade etmemektedir.

Var olan tablo, ne yazık bu... Özetle, bir yandaaralarındaki “kanlı hesaplaşmalara” rağmen Kürdistankonusunda anlaşan ve özel olarak yerel seçimlerdeAKP’nin kazanması ve oy oranlarını yükseltmesi içintam bir “milli mutabakat” içinde olan sömürgecisistem ve onun partileri; öte yanda artık devrimciyurtsever bir programı ve kimliği kalmamış ve İmralıPartisi’nin eksenindeki DTP’nin ilkesiz duruşu var.Bir yandan da tercihleri üzerinde söz ve karar sahibiolmayan, ama işin esas yükünü omuzlayan ve tamanlamıyla trajik bir paradoksun sarmalında duranhalkımızın gerçekliği var.

Bu gerçek tabloda bu seçim kimin seçimi, neyinseçimi?

Bu sorunun yanıtı, yazımızın bütünlüğü içinde var.Peki, bu gerçeklikte devrimci tutum nedir?

Bir: Seçimlerin, özel olarak yerel seçimlerinsömürgeci egemenlikle doğrudan ve kopmazbağlantılarını ortaya koymak, bu seçimlerde okun sivriucunu sömürgeci özel savaşın teşhir ve tecrit hedefinedoğrultmak önemlidir. Sadece genel propagandadüzeyinde değil, somut politika ve kirli uygulamalarınteşhiri bağlamında da bunu yapmak gerekiyor. BaştaAKP ve diğer sömürgeci partileri teşhir etmek, onlaraoy verilmemesi yönde propaganda kampanyalarınıörgütlemek önemlidir.

İki: İmralı Partisi ve DTP’nin gerçek kimliklerini,politik çizgilerini, yerel yönetim deneyimlerini ortayakoymak ve ilke olarak bu partiye de oy vermemekdoğru bir tutumdur.

Üç: Öte yandan halkımızın yanılsamalı da olsunbir duruşu, kendi temel istemleri var, bunlar, aynızamanda mücadelenin canlı dinamikleridir. Budinamiklerin yanında olmak, bunları doğru bir kanala,doğru bir programa çekmek için çaba içinde olmakbaşka önemli bir nokta olmaktadır. Bu anlamda gerçekanlamda yurtsever adayları desteklemek bu ilkeseltutumun bir gereğidir.

Bu genel çerçeve bağlamında daha başkanoktaların da vurgulanması gerekir. Bunları da başkayazılarımızda dile getirmeye çalışacağız.

27 Ocak 2009

Yerel seçimler ve devrimci tutumM. Can Yüce

Eylem ve etkinliklerden...30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/04 H 30 Ocak 2009

Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul ŞubesiCezaevleri İzleme Komisyonu, 24 Ocak günügerçekleştirdiği basın açıklamasıyla, 19 Aralık2000 tarihinden bu yana F tipi hapishanelerdeyaşanan hak ihlallerine ilişkin hazırladığı raporukamuoyuyla paylaştı.

Raporun en geniş bölümünü “İncelemeKonuları” oluşturuyor. Görüşülen politik tutukluve hükümlülerin ifadeleriyle ortaya çıkarılansonuçların olduğu bu bölümde, “45/1 sayılıgenelge ve sohbet hakkı, sağlık, disiplin vecezalandırma, aramalar, dış dünya ile ilişkiler(mektup / telefon /ziyaret haklarının kullanımı,engelleme biçim ve nedenleri, yayın yasakları)şikâyetler ve etkin soruşturma, İnfaz Hâkimliğimodelinin hukuki güvence olasılığı, kötü muameleve işkence iddiaları” başlıkları yer alıyor.

Bolu F Tipi Hapishanesi, Kandıra 1 ve 2No’lu, Edirne F Tipi Hapishanesi, Tekirdağ 1 ve 2No’lu hapishanelerindeki tutsakların görüşlerinebaşvurularak hazırlanan raporun incelemekonularının alt başlıklarından biri olan “45 / 1sayılı genelge ve sohbet hakkı”nın kullanımınınhiçbir hapishanede hayata geçirilmediği sonucunavarılıyor.

Mesai saatleri dışında hapishanede birhekimin olmayışı, hastane sevklerinin uzunzamana yayılması, hastanede doktor önündekelepçenin açılmaması da raporda yer alansonuçlar.

“Disiplin ve cezalandırma” bölümünde isedisiplin uygulamalarının keyfiyet üzerineyürütüldüğü saptanıyor.

“Arama”ların yapılış biçimine ilişkin degenel olarak yakınmaların yoğunlaştığıuygulamalar; dedektörle, elle, her teslim alaninfaz koruma memurunun ayrı ayrı aynı işlemitekrar etmesi, ayakkabılarının çıkartılması olaraktespit ediliyor.

Raporun “Dış dünya ile ilişkiler” bölümündetutsakların dış dünya ile iletişimini sağlayanmektup, telefon, ziyaretlerin engellenmebiçimlerine ve nedenlerine yer veriliyor.

“Yayın yasakları” alt başlığında, özelliklesol/sosyalist basın yayın organlarının toplatmakararı olmayanlarının bile hapishane idaresininsakıncalı bulması durumunda engellendiğinedikkat çekiliyor.

Raporun, “Şikayetler ve etkin soruşturma”bölümünde, bu hakkın kağıt üzerinde var olduğuhalde uygulamada etkisiz, sonuç alıcı olmayanpratiğiyle artık kullanılmasında bir faydaumulmayan duruma getirildiğideğerlendirilmesine yer veriliyor.

“İşkence ve kötü muamele” bölümünde,çıplak arama dayatmalarını kabul etmeyenlerindarp ve hakaretlere uğradığı ifade ediliyor.

29 sayfalık raporun sonuç bölümünde iseöneriler sıralanıyor.

Kamuoyuna sunulan rapor sonrası yapılanaçıklamada, Adalet Bakanlığı’nın 45/1 sayılıgenelgeyi uygulaması istendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Tecrit ve işkence sürüyor!TAYAD, hapishanelere ilişkin hazırladığı iki aylık raporu 25 Ocak günü Taksim Tramvay Durağı’nda yaptığı

basın açıklamasıyla açıkladı. Raporda tecrit ve işkencenin hapishanelerde devam ettiği vurgulandı.“Hapishanelerde tecrit ve işkenceye son! Sohbet hakkı uygulansın/TAYAD’lı Aileler” pankartının açıldığı

eylemde basın açıklamasını Mehmet Güvel gerçekleştirdi.Güvel, hapishanelerin sürekli olarak saldırı alanı olduğunu, geçmişten bugüne saldırıların yaşanmadığı

hapishane ve dönemin olmadığını ifade etti. İktidarın bir yandan yeni saldırı politikaları geliştirirken, diğeryandan da halkı yanlış bilgilerle kandırmaya çalıştığını vurguladı. İki aylık dönemde fiili saldırıların anlatıldığıraporun, aile, yayın, giysi, mektup gibi yasaklarını belirtmediklerini ve yıllarca aileleriyle hiç görüşememiş veyahiç mektup alamamış birçok insanın olduğunu belirtti.

Açıklama, “Hapishanelerdeki tecrit ve işkenceyi durdurabiliriz. Bu bizim ellerimizdedir.” sözleriyle sona erdi.Kızıl Bayrak / İstanbul

Taksim’deanadil talebi

24 Ocak günü “anadil” talebiyle GalatasarayLisesi önünde toplanan Barış Anneleri İnisiyatifiüyeleri, “Bıla kurdî bıbe zimanê fermî!”, “TRT 6 ne jibo Kurdan, ji bo hilbijartine ye!” (TRT 6 Kürtler içindeğil, seçimler içindir!), “Kurdi zimane dile mıne!”,“Be zıman jıyan nabe!”, “Zımane me Azadiye me!”,“Jin jiyan azadi!”, “Qedexeya zimanen nabe karemirovan!” dövizleri taşıdılar.

Eylemde Barış Anneleri adına Saadet Çeçen basınaçıklamasını Kürtçe gerçekleştirdi. Kürtçe’nin 80 yıldır yasak bir dil olduğu ve TRT 6’nın Kürtlere yönelikasimilasyon politikalarının bir parçası olduğu belirtilen açıklama şu sözlerle sona erdi: “Devlet bir taraftan TRTŞeş kanalını açıyor, diğer taraftan da cezaevlerindeki çocuklarımıza, Kürtçe konuştukları için disiplin cezalarıveriyor. Biz Kürtçe’nin anayasal güvence altına alınmasını, çocuklarımızın anadilde eğitim görmesini istiyoruz.”

Eğitim-Sen İstanbul Şubeleri adına Nebat Bükrek de bir konuşma yaptı.Basın açıklamasının ardından 15 dakikalık oturma eylemi yapıldı. Eylemde “Be ziman jiyan nabe!”, “Jın

jiyan azadi!” sloganları atıldı. Eyleme Haber-Sen, Eğitim-Sen, Bağımsız Feministler, Sosyalist FeministKollektif, EKD ve Sosyalist Partili Kadınlar destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dink davasında 8. duruşma…Katledilişinin üzerinden iki yıl geçen Hrant

Dink’in Beşiktaş 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörülen davasının 8. duruşması 26 Ocak günügerçekleşti.

Beşiktaş’ta Barbaros Meydanı’nda toplanan“Hrant’ın Arkadaşları” duruşma öncesinde basınaçıklaması gerçekleştirdiler. Hrant Dink’in eşi veailesi de duruşmada yer aldı.

“Hrant’ın arkadaşları” Beşiktaş Meydanı’ndasaat 10.00’da bir açıklama yaparak sorumlularınyargılanmasını istediler. Demokratik KitleÖrgütleri, siyasi partiler, öğrenciler, aydın vesanatçıların destek verdiği eylemde “Hepimiztanığız, adalet istiyoruz” pankartı taşındı.

Kitle adına basın açıklamasını tiyatrocu Mahir Günşiray yaptı. Hrant’ın öldürülmesinin üzerinden iki yılıaşkın zaman geçmesine rağmen davanın yerinde saydığını belirtti ve Dink’in katledilmesi sonrası gelişmelerihatırlattı. Cinayetten doğrudan sorumluluğu olan emniyet görevlilerinin halen görevleri başında olduğunuvurgulayan Günşiray, yargının adalet yolunda ihtiyaç duyduğu delil ve belgelerin bizzat onların ellerindeolduğunu ifade etti.

Ogün Samast duruşmaya “rahatsızlığı” gerekçesiyle katılmazken, sanıklarından Yasin Hayal, Osman Hayalve Erhan Tuncel duruşmada birbirleriyle tartıştılar.

Her duruşmada ırkçı kışkırtmalarını sürdüren sanık avukatlarından Fuat Turgut ırkçı-şoven tutumunu basınadağıttığı bildiriyle gösterdi.

Duruşmayı izlemek üzere TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Zafer Üskül, ÖDP GenelBaşkanı Ufuk Uras, DTP Milletvekilleri Sebahat Tuncel ve Akın Birdal’ın yanısıra KESK Genel Başkanı SamiEvren de Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne geldi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Hapishanelerdehak ihlalleri

artıyor...

KESK Genel Eğitim ve Örgütlenme Sekreteri AkmanŞimşek, Gazze’ye yönelik İsrail saldırısı ile ilgili KESK’inde içinde olduğu on örgütün yaptığı açıklama metniyle ilgiliolarak 22 Ocak günü bir yazılı açıklama gerçekleştirdi.

Şimşek, ortak basın metninde yer alan, “Her türlü şiddeteama’sız karşıyız. Çocukların ölü bedenleri üzerindeyükselecek her türlü zaferi lanetliyoruz. Ve biz biliyoruz kiİsrail Devleti’nin hukuksuz, ölçüsüz, ahlak dışı şiddeti, karşışiddeti körüklüyor.(…) Hükümeti ve bütün siyasal partileriBM Güvenlik Konseyi’nde varlık göstermeye çağırıyoruz.

Derhal ateşkes sağlanması için, Türkiye’nin bütüntaraflarla ilişkiye geçmesini, Türkiye’nin içinde yer alacağıbir barış gücünün hemen bölgeye gönderilmesini, (…) talepediyoruz” sözleriyle, Filistin halkı ile İsrail siyonizm arasındaüçüncü bir taraf anlayışıyla hareket edildiğini ve İsrail’inkatliamına destek olanlardan çözüm beklendiğini vurguladı.

Şimşek, AKP’nin siyonizm ve emperyalizm işbirlikçisi olarak katliamın suç ortağı olduğunu veemperyalistlerin saldırılarının meşru aracı haline getirilen BM’den çözüm beklenemeyeceğini ifade etti.Türkiye’nin içinde yer alacağı bir barış gücünün hemen bölgeye gönderilmesini istemenin direnen halklaradeğil emperyalizme, siyonizme ve işbirlikçilerine güç vereceğini belirtti. 7 Ocak günü yapılan açıklamanınKESK için talihsiz bir açıklama olduğunu ve bu nedenle MYK üyesi olarak bu açıklamayı onaylamadığınısöyledi.

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60.000 000 TL Yurt dışı 200 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120.000 000 TL Yurt dışı 400 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

Öğrenci Kolektifleri, belediye burslarının ödenmesi ve ulaşımücretlerinin düşürülmesi talebiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesiönünde başladıkları oturma eylemlerine devam ediyorlar.

23 Ocak’tan bu yana İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde13.00-17.00 saatleri arasında “Burs nöbeti” tutan öğrenciler, 27 Ocakgünü saat 13.00’te İBB önüne gelerek eylemlerini sürdürdüler.“Burslarımızla ‘oy’namayın. 50 bin öğrenci mağdur. Bu sese kulakver Kadir Topbaş”, “Burslarımızı istiyoruz” ve “CHP’li İzmir,AKP’li İzmit bursları veriyor. İBB senin neyin eksik” dövizleriniaçtılar.

Kadir Topbaş’ın burslarla ilgili gelip konuşmasını isteyenöğerenciler, yanlarında getirdikleri balonlara taleplerini yazarakKadir Topbaş’a gönderiyorlar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

KESK MYK üyesinden açıklama!

22 Ocak günü ÖDP Eskişehir il örgütü ve EskişehirHalkevi tarafından düzenlenen Hrant Dink anmaetkinliği KESK toplantı salonunda yapıldı. ÖDP,Halkevi ve KESK yöneticilerinin yaptığı kısakonuşmaların ardından etkinlik Hrant Dink’i anlatansinevizyon gösterimi ve şiirle devam etti. Yaklaşık 100kişinin katıldığı anma etkinliği müzik dinletisiyle sonaerdi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

“Su ticari maldeğildir!”

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu, 24 Ocak1980 kararlarının 29. Yıldönümü olan 24 Ocak günübasın açıklaması gerçekleştirdi.

Taksim Tramvay Durağı’nda suyunticarileştirilmesine ilişkin gerçekleştirilen açıklamada“Su yaşamdır. Yaşamlarımız satılık değil!” pankartıaçıldı.

Eylemde platform bileşenleri adına açıklamayıokuyan DİSK Genel Başkan Yardımcısı İsmailYurtseven, 24 Ocak 1980’de startı verilen saldırıların,aradan geçen 29 yıl boyunca sağlık, ulaşım ve eğitimhaklarından toplumun sofrasındaki ekmeğine, emeklilikhakkına kadar uzandığını söyledi. Yurtseven, “Bugünsuyumuz ve yaşamlarımızı da istiyorlar. Evlerimizekontörlü su sayaçlarını takanların özel şirketler değil,halkın seçimle göreve getirdiği temsilciler olduklarınıbiliyoruz” dedi.

“Suyumuza el koyma planları yapmak için 15-22Mart tarihinde toplanacaklar” diyen Yurtseven, bu çirkinişbirliğine gereken cevabı vermek için duyarlı olanherkesi “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platfomu”nakatılmaya çağırdı.

Basın açıklamasının ardından platform bileşenleriİstiklal Caddesi boyunca bildiri dağıtımıgerçekleştirdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Eskişehir’de HrantDink anması!

Stuttgart’tan Sinter işçilerine destek!Ümraniye Dudullu’da direnişlerini sürdüren Birleşik Metal-İş Sendikası üyesi Sinter Metal işçilerine bir

destek de Almanya Stuttgart’tan geldi.25 Ocak günü İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu’nun (Bir-Kar) Avrupa genelinde

“kapitalist kriz” gündemli olarak düzenlediği panellerin Stuttgart ayağında Sinter Metal direnişiyledayanışma amacıyla para toplandı.

Volkan Yaraşır’ın panelde yaptığı sunumdan etkilenen ve Türkiye’deki direnen sınıf kardeşleriyledayanışma amacıyla kendi aralarında 185 Euro toplayan Bir-Kar’lılar Sinter işçilerine gönderdiklerimesajda şu sözlere yer verdiler:

“Sizin vermiş olduğunuz bu mücadele bizlerin tartışmasına ve alternatifler üretmemize yol göstericioldu. Kavganızı kavgamız olarak görüyor, toplantıya katılan değişik işkollarından işçi kardeşleriniz,sendikacılar ve gençler olarak direnişinizle dayanışma içinde olduğumuzu bir kez daha ifade ediyoruz.Aramızda topladığımız 185 Euro’yu siz sınıf dostlarımızla sınıf dayanışmamızın küçük bir sembolü olarakiletmekten onur duyuyoruz. Yaşasın sınıf dayanışması!”

Burs nöbeti sürüyor!

Göğsümde 15 yara var!.. Deldiler göğsümü 15

yerinden,sandılar ki vurmaz artık

kalbim kederinden!Kalbim yine çarpıyor,

kalbim yine çarpacak!!!Yandı 15 yaramdan

15 alev, kırıldı göğsümde 15 kara

saplı bıçak.. Kalbim kanlı bir bayrak

gibi çarpıyor,ÇAR-PA-CAK!!

Nazım Hikmet

Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını saygıyla anıyoruz...