ĠslamĠ davada gÖk kubbede hoġ bĠr seda ve...sultan mahmut kardeĢiyle taht mücadelesi...

824
1 ĠSLAMĠ DAVADA GÖK KUBBEDE HOġ BĠR SEDA VE ĠZ BIRAKANLAR 2 EBUBEKĠR TANRIKULU

Upload: others

Post on 29-Jul-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • 1

    ĠSLAMĠ DAVADA

    GÖK KUBBEDE HOġ BĠR SEDA

    VE

    ĠZ BIRAKANLAR

    2

    EBUBEKĠR TANRIKULU

  • 2

    Allahım! Bu Kitabı okuyanın, okutanın veya okunmasına

    sebeb olanların, Ġmanını Sen koru. Bizi nurlu yolundan ayırma.

    Bizi affına ve rızana erdir. Bütün hayırlı iĢlerimizde bizi

    baĢarıya ulaĢtır. ġüphesiz herĢeyi hakkıyla bilen, hidayete

    erdiren, herĢeye gücü yeten Sensin. Allahım! Bizi, Habibin

    Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)Efendimizin ve onun ashabının,

    sıddık veli kullarının yolundan ayırma. Kendi dostluğuna

    seçtiğin kullarınla iki cihanda beraber eyle. Âmin.

    Yazar: Ebubekir TANRIKULU

    Tashih: EBTNUR-Y.ERDOĞAN

    Kapak: Yılmaz ERDOĞAN

    Baskı Yeri: ANKARA-2020

  • 3

    ĠÇĠNDEKĠLER

    ÖNSÖZ ............................................................................................... 5

    GAZNELİ SULTAN MAHMUT ............................................................... 7

    EBU’L-HASAN HARAKANİ(K.S) .......................................................... 35

    ABDULKADİR GEYLANİ GEYLÂNÎ (K.S) ............................................... 62

    AHMED RIFAİ(R.A) ........................................................................... 84

    İMAM-I MATURİDİ(R.A) ................................................................. 108

    İMAM-I EŞARİ (R.A) ........................................................................ 122

    NÛREDDİN MAHMUT ZENGÎ .......................................................... 157

    SELAHADDİN EYYUBİ (R.Aleyh) ....................................................... 176

    SULTAN BAYBARS (R.Aleyh) ........................................................... 196

    SULTAN 1.KILICARSLAN (R.Aleyh) ................................................... 221

    SULTAN ALAATTİN KEYKUBAT(R.Aleyh) .......................................... 243

    MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ (k.s) ............................................... 280

    MUHYİDDİN İBN ARABÎ(k.s)............................................................ 292

    SADREDİN KONEVİ(k.s) HAZRETLERİ ............................................... 299

    HACI BEKTAŞİ VELİ (k.s) .................................................................. 319

    YÛNUS EMRE(K.S) .......................................................................... 326

    ERTUĞRUL GAZİ(R.Aleyh) ............................................................... 361

    ŞEYH EDABALİ(K.S) ......................................................................... 380

    OSMAN GAZİ(R.Aleyh) ................................................................... 391

    ŞEYH HAMİDİ VELİ SOMUNCU BABA(K.S) ....................................... 420

    DÂVÛD-i KAYSERÎ(K.S) .................................................................... 430

  • 4

    EMÎR SULTAN BUHARİ(K.S) ............................................................ 443

    HACI BAYRAMI VELİ (K.S) ............................................................... 472

    1.MURAT HÜDAVENDİGAR(R.ALEYH) ............................................. 487

    FATİH SULTAN MEHMET HAN(R.A) ................................................. 505

    YAVUZ SULTAN SELİM HAN(R.Aleyh) .............................................. 560

    KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN HAN(R.Aleyh) .................................... 599

    MİMAR SİNAN (R.Aleyh) ................................................................ 632

    BARBAROS HAYREDDİN PAŞA (R.Aleyh).......................................... 662

    SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN(R.Aleyh) ......................................... 677

    İMÂM-ı RABBÂNÎ(R.A) .................................................................... 726

    KAFKAS KARTALI ŞEYH ŞÂMİL(1797-1871) ...................................... 780

    ERZURÛM’LU İBRÂHİM HAKKI (K.S) ................................................ 800

  • 5

    ÖNSÖZ

    EuzübillahimineĢĢeytanirraciym Bismillahirrahmanirrahiym

    Ġlahi ente maksudi ve rıdake ve likaike matlubi.

    Elhamdulillahi Rabbil alemiyn vessalatü vesselamu ala

    rasulina Muhammedin ve ala alihi vesahbihi ecmaiyn.

    Allah‘a hamd, Rasulü Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v.) ve ona uyanlara salât ve selam olsun.

    Allah‘u Zülcelalin mahlûkat içerisinde yarattığı en Ģerefli varlık

    insanoğludur. Ġnsanında en Ģereflisi Müslüman olanıdır.

    Rabbimize sonsuz hamdu sena olsun ki, bizleri Ġslam‘la Ģereflendirdi, ahir zaman nebisi Hatemül enbiya Hz.Muhammed

    Mustafa(s.a.v)ya ümmet kıldı, Ģerefli bir milletin evladı olarak

    Müslüman bir anadan babadan Müslüman bir vatanda vücuda getirdi. Rabbimize nekadar hamdetsek azdır. Bundan mahrum olarakda

    dünyaya gelebilir, Ġslamı Hak ve hakikatı bulmamız zor olabilir, belki

    ebediyyen karanlıklarda kalanlardan olabilirdik. Rabbimize sonsuz

    hamdüsenalar olsun ki Mümin ve Müslümanız. Allah‘u Zülcelalin ilk insan Hz. Âdem (a.s.)‘dan son peygamber Hz.

    Muhammed Mustafa‘ya (s.a.v.) kadar gelip geçen bütün peygamberler

    insanları tevhid dini Ġslama çağırmıĢlar, insanın dünyada ve ahirette mutlu

    olmasını istemiĢler, ilahi ahlak esaslarını öğretip örnekolmuĢlardır.Peygamber

    varisi olan, âlimler, veliler, mürĢidikâmillerde aynı görevi yapmıĢlar kıyamete

    kadarda insanları Hak‘ka davete devam edeceklerdir.

    Dünya kurulduğundan bu yana iki davete sahne olmuĢtur.

    Biri Hakkın daveti diğeri ise Batılın daveti. Hakkın daveti ilk

    insan ilk peygamber Hz.Adem(a.s)ile baĢlamıĢ son peygamber

    Hatemül Enbiya Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ile

    tamamlanmıĢtır. Allah‟u Zülcelalin insanlığın kurtuluĢu,

    mutluluğu, dünyevi, uhrevi saadeti için gönderdiği din ise

    Ġslam‟dır. Bugünde yarında insanlığın kurtuluĢu Ġslam‟dadır. Her

    devirde Ġslam‟a inanan yaĢayanlar olduğu gibi, inanmayan kabul

    etmeyen karĢı çıkanlarda olmuĢtur. Ġnananlar Peygamberlerin

    safında yerini almıĢ, inkâr edenlerde Nefis ve ġeytanın safında

    yerlerini almıĢlardır. Allah‟u Zülcelâl‟in bütün mahlûkata, ins ve

    cinne gönderdiği, Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)le tamamladığı ve

    razı olduğunu bildirdiği, ondan baĢka bir din, baĢka bir kitap,

    baĢka bir peygamber göndermeyeceğini haber verdiği Son Din

    Ġslam, son Kitap Kur‟an‟son elçi Hz.Muhammed Mustafa‟dır. Bu

  • 6

    Ģerefli dine iman eden bu uğurda malıyla canıyla mücadele eden

    gökteki yıldızlar gibi ıĢık saçıp örnek olan, Rabbimizin ve Elçisinin

    methine layık olan nice Mümin ve Müslüman bahtiyarlar vardır.

    Rabbim cümlesine rahmetiyle muamele eyleyip Cennet-i A‟la‟daki

    derecelerini yüce, bizleride Ģefaatlerine mazhar kılıp, cennette

    komĢu eylesin. Bu yüce dine hizmet eden, Ģu gök kubbede hoĢ bir

    seda bırakan, gönüllerde taht kurmuĢ, Allah‟u Zülcelalin sevdiği

    ve sevdirdiği, güzel insanlardan, iz bırakan, güzel örnek

    olanlardan bahsedeceğim. Dinimiz bize bu yolu göstermiĢ ve sorumluluklarımızı bildirmiĢtir. Bu

    mutluluğa eriĢebilmemiz, görevlerimizi yerine getirmeye bağlıdır.

    Müslüman‘a düĢen, dini ve milli görevlerini doğru olarak öğrenmek ve

    bunları Allah‘ın rızasına uygun bir biçimde yapmaya çalıĢmaktır.

    Hiç Ģüphe yokki bu Ģerefli ümmet içinde, yağmurun toprağa düĢmesi

    ile ölü toprağın nebat fıĢkırtması gibi, Hakk‘ın izni ile ölmüĢ kalpleri

    diriltenlerde mevcuttur.

    Peygamber Efendimiz(s.a.v)den sonra vahiy kesilmiĢ, ilham kapısı ise

    açık kalmıĢtır. Ġslam dini kıyamete kadar bakidir. Ġnsanlığın kurtuluĢu da

    buna bağlıdır.

    Ehl-i Sünnet vel Cemaat yolunda olan gerçek, adil idareci ve

    yöneticileri, mezhep, meĢrep, tasavvuf ehlini, sevmek onların nasihatlerine

    kulakvermek, onların yolunda bulunmak, insana hem dünya, hemde ahiret saadetini kazandıracaktır. Bugün buna her zamankinden daha fazla

    ihtiyacımız vardır. Hak‘la Batılın, Ġnsanla ġeytanın, Karanlıkla Aydınlığın, iyi

    ile kötünün bu mücadelesinde safımızı yerimizi bilmemiz Ģarttır. Ġlme irfana,

    ahlak ve adalete, ehliyet ve liyakate büyük önem vermek lazımdır. Ġnsanlığın

    özelliklede Müslümanların dünyevi ve Uhrevi kurtuluĢu, Allah‘a ve Resulü

    Hz.Muhammed Mustafa(s.a.v)ya, Kur‘an ve Sünnete bağlı Ģuurlu yaĢamaya

    bağlıdır. Rabbim cümlemizi itikadı, ameli düzgün kullarından eylesin.

    Kendine kul, Habibine Ģuurlu ümmet, Ecdadına layık Ģuurlu evlad eylesin.

    Bizleride Ģu gök kubbede hoĢ bir seda bırakanlardan eylesin. Âmin.

    Hizmet bizden muaffakiyyet âlemlerin Rabbi olan Allah‘u

    AzimüĢĢandandır.

    Ebubekir Tanrıkulu

    Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı

    Emekli Uzmanı

  • 7

    GAZNELĠ SULTAN MAHMUT

    Hindistan fatihi, âlim, cömert, adil Türk sultanı.

    (D.H.10 Muharrem 361.-M.2 Kasım 971.Buhara.-V.H. 23

    Rebîülâhir 421-.M.30 Nisan 1030.Gazne)

    Hindistan fatihi Gazneli Mahmut‟(H.10 Muharrem 361.-

    M.2 Kasım 971) tarihinde Buhara‘da doğdu. Babası, Kara Aslan oğlu

    Gazneli Hükümdarı Sebük Tigin Samanoğulları Devleti‟nin Cesur ve güçlü Horasan valisiydi. Annesi Doğu Afganistan‘daki Zâbülistan

    bölgesinden asil bir ailenin kızı idi. Bundan dolayı

    kendisine Mahmûd-ı Zâbülî de denilir. Künyesi:Ebü‟l-Kāsım

    Yemînü‟d-devle ve emînü‟l-mille Kehfü‟l-Ġslâm Nizâmü‟d-dîn Gāzî

    Mahmûd b. Sebük Tegin. H. 23 Rebîülâhir 421-.M.30 Nisan

    1030.Gazne‟de vefat etti. Gazneli Mahmut‘un çocukluğu hakkında fazla bilgi yoktur.

    Geleneğe uygun olarak küçük yaĢtan itibaren gerekli dinî tahsili yaptı

    ve Kur‘an‘ı ezberledi. Ayrıca siyasî eğitimi de ihmal edilmedi ve iyi

    bir devlet adamı olarak yetiĢtirildi.Gazneli Mahmut, ―sultan‖ unvanını

    kullanan ilk Türk hükümdarıdır. GAZNELĠ MAHMUT DÖNEMĠ (998-1030)

    Gazneli Mahmut, çocukluğundan itibaren eksiksiz bir dinî

    öğrenim görmüĢ, Kur‘an-ı Kerim‘i ezberlemiĢti. Ġslâm‘ı iyi öğrenmiĢ, Hanefi Fıkhı‘nda bir fakîh derecesine ulaĢmıĢtı. Babası ve Gazneliler

    Devleti‘nin kurucusu Sebüktegin‘in Pendnâme‘sini kendisine,

  • 8

    uyulması gereken pek önemli bir düsturlar demeti olark

    değerlendirmiĢti.

    Bu düsturlardan birkaçı Ģunlardır:"Memleketin idaresinde

    gafil olma... Ordu ve askerin durumundan, silahlardan ve

    maaĢlardan ve iaĢelerden haberdar ol... Müstahak olanın hakkını

    ver... Yollan emin tut, zira bu çok önemli bir iĢtir ve çölde tüccardan

    çalınan her malın senin hâzinenden götürülmüĢ olduğunu bil.

    Hırsızı cezalandırıp malı hak sahibine iade edinceye kadar uyuma.

    Aksi halde Allah‟ın sana kıyamet günü bundan dolayı hesap

    soracağını bilesin... Muâmelâttan, pazarlar, narhlar ve alıĢ-veriĢ- ten

    haberdâr ol... Eğer gece yarısı senin memleketinde bir canlı aç

    uyursa Tanrı senin cezanı verir... Hiçbir zaman zulmü uygun

    görme... Cömert ve merhametli olmalısın ve senin affın öfkenden

    fazla olmalı ki, insanlar sana rağbet etsinler... Bir iĢi lâyık olmayan

    bir kimseye buyurmamalısın...PadiĢahın en büyük düĢmanının

    kendini beğenmiĢlik ve istibdat olduğunu bil. Her iĢte dostluğu

    denenmiĢ sadık insanların tavsiyelerini al ve o hususta kendi aklınla

    karar ver... Memleketin her tarafına casuslar ve haberciler tayin

    etmelisin, tâ ki, gece ve gündüz durumdan seni haberdâr etsinler...

    Benim sana söylediğim bu sözlerin hepsini ezberlemeli ve kalbine

    nakĢetmelisin ve bundan yüz çevirmeme- lisin, tâ ki, Allah seni iki

    cihanda talihli kılsın, inĢaallahü Teâlâ. Bu benim sana nasihat ve

    vasiyetimdir.”(Erdoğan Merçil, Sebüktegin‟in Pend- nâmesi, ĠTAD., c. VI, S. 1-2 (Ġstanbul 1975), s. 203-232)

    Gazneli Mahmut bu düsturları ve yönetimle ilgili diğer

    prensipleri yalnızca öğrenmekle kalmamıĢ, ilk gençlik yıllarından

    itibaren üstlendiği farklı görevlerde, teorik bilgilerini, uygulanabilir gerçekler hâlinde benliğine yerleĢtirmiĢtir. Nihayet siyasî yönünü de

    ihmal etmeksizin geliĢtirmiĢ, geçmiĢ padiĢahların baĢarılarının

    sırlarını, baĢarısızlıklarının sebeplerini çok iyi kavramıĢtır. Böylece

    büyük tarihçimiz Necip Âsim (Yazıksız)‘ın ifadesiyle o, "Din-i

    mübîn‟‟i politikasına üssü‟l- harekât (davranıĢlarının baĢlangıç

    noktası) ittihaz etmiĢti" ve bütün bunlardan sonra Türk-lslâm

    Tarihi‘nin en önde gelen sultanlarından biri olarak nitelenmeye hak kazanmıĢtı. Gazneli Mahmut, devletini yönettiği Mart 998-30 Nisan

    1030 tarihleri arasındaki uzun saltanat yıllarında, hepsinde ordusunun

  • 9

    baĢında bulunduğu ve önceliği Ġslâm‘ın neĢrine verdiği, çok sayıda

    seferler gerçekleĢtirmiĢtir.

    Gazneli Mahmut daha gençlik yıllarının baĢında devlet idaresinde görev almaya baĢlamıĢ, Nitekim Sebük Tegin, Saffârîler‘e

    karĢı Sîstan bölgesini daha iyi kontrol edebilmek için Büst Ģehrine

    çekildiğinde Mahmut‘u Gazne‘ye vekil olarak bırakmıĢtı. Mahmut bu dönemde babasıyla birlikte katıldığı savaĢlarda cesaret ve zekâsıyla

    kendini gösterdi. Bir ara dedikodular yüzünden babası ile arası açılmıĢ

    ve Gazne Kalesi‘nde hapsedilmiĢti (380/990). Ancak bu anlaĢmazlık

    uzun sürmedi ve birkaç ay sonra hapisten çıkarıldı. Sâmânî Emîri II. Nûh‘un yardım istemesi üzerine Mahmud, babasıyla

    beraber Sâmânîler‘in Türk kumandanları Ebû Ali es-Simcûrî ve

    Fâik‘e karĢı yaptıkları savaĢta büyük yararlıklar göstermiĢ, bundan çok memnun kalan II. Nûh, Gazneli Mahmut‘a “Seyfüddevle” lakabı

    vermiĢ ve kendisini Horasan ordusu kumandanı tayin etmiĢti.

    GAZNELĠ MAHMUT‟UN KARDEġLERĠYLE TAHT

    MÜCADELESĠ Sebük Tegin öldüğü zaman (387/997) oğullarından Gazneli

    Mahmut Horasan ordusu kumandanı, Nasr Büst valisi, Ġsmâil ise

    Gazne ve Belh hâkimiydi. Sebük Tegin, Ġsmâil‘in tahta geçmesini vasiyet etmiĢti. Bu vasiyet yerine getirildi ve Ġsmâil hükümdar ilân

    edildi. Bu sırada NîĢâbur‘da bulunan Mahmut, Ġsmâil‘in

    hükümdarlığını tanımadı, kardeĢi Nasr ve amcası Buğracuk‘u da kendi tarafına çekti. Ġki kardeĢin orduları Rebîülevvel 388‘de (Mart 998)

    karĢılaĢtı, Gazneli Mahmut Ġsmâil‘in kuvvetlerini yenerek Gazneliler

    tahtına çıktı.

    Sultan Mahmut kardeĢiyle taht mücadelesi yaptığı sırada Sâmânîler‘den II. Nûh‘un ölümüyle yerine oğlu II. Mansûr geçmiĢti.

    II. Mansûr, Horasan‘a kendi kumandanlarından Begtüzün‘ü sipehsâlâr

    tayin etti. Ancak Mahmut, Sâmânî baĢĢehri Buhara‘ya elçi gönderip Horasan‘ın kendisine iadesini istedi. Bu teklifin reddedilmesi üzerine

    NîĢâbur‘a yürüdü. Bu sırada Begtüzün ve Fâik, II. Mansûr‘u yakalayıp

    gözlerine mil çektiler ve yerine henüz küçük yaĢta bulunan Abdülmelik b. Nûh‘u tahta çıkardılar. Mahmut, Sâmânî emîrinin

    intikamını almak için harekete geçti.

    Yapılan savaĢta Gazneli ordusu Sâmânî kuvvetlerini yenilgiye

    uğrattı. Mahmud bu zafer sonunda Horasan‘ı ele geçirdi ve kardeĢi

  • 10

    Nasr‘ı oraya vali tayin etti (27 Cemâziyelevvel 389 / 16 Mayıs 999).

    Ardından Bağdat‘a elçi göndererek zaferini Abbâsî Halifesi Kādir-

    Billâh‘a bildirdi.

    GAZNELĠ MAHMUT‟UN LAKABI/ÜNVANI Halife, Gazneli Mahmut‘un elçisini kabul edip saltanatını

    tasdik etti ve kendisine “Yemînüddevle ve emînü‟l-mille” lakabını verdi (Zilhicce 389 / Kasım 999). Sultan Mahmud bu tarihten sonra

    Ġslâmiyet‘i yaymak ve Hindistan tapınaklarındaki zengin servete sahip

    olmak amacıyla her yıl gazâya çıkmaya karar verdi. Bu sırada

    Karahanlılar Buhara‘ya girip Sâmânî hânedanı mensuplarını Özkent‘e gönderdiler (389/999).

    Sâmânî Devleti‘nin ortadan kalkmasıyla Mahmud her yönden

    bağımsız bir hükümdar sıfatını kazandı. Amcası Buğracuk‘un ölümüne sebep olan Sîstan hâkimi Halef es-Saffâr‘ı cezalandırmaya karar veren

    Sultan Mahmud bu maksatla büyük bir ordunun baĢında Sîstan‘a

    yürüdü. Ancak Halef‘in 100.000 dinar para ödemeyi ve Mahmud adına

    hutbe okutmayı kabul etmesi üzerine anlaĢma yaparak Gazne‘ye döndü (390/1000). 393‘te (1003) Sîstan‘a bir sefer daha düzenleyerek

    bölgeyi itaat altına aldı.

    27 YILDA 17 SEFER Sultan Mahmûd, fütuhât açısından tarihteki en önemli

    hükümdarlardan biridir. Hâkimiyetini tesis ettikten sonra Sistan,

    Cûzcân, Cagâniyân, Huttel ve Hârizm‘i zaptetti. Horasan‘da henüz Müslüman olmamıĢ Gurluların topraklarına 1011 ve 1020 tarihlerinde

    olmak üzere iki sefer düzenledi. Sultan Mahmûd, strateji sahibi bir

    hükümdardı. Topraklarını güvence altına almak için komĢularıyla

    arasını iyi tutma konusunda da özverili davrandı. Karahanlı Ġlig Nasr Han‘ın kızı ile evlenmek suretiyle iki hanedân arasında akrabalık

    iliĢkisiyle bu siyasetini daha da güçlendirdi.

    Gur bölgesine 1011 ve 1020 yıllarında iki sefer düzenlediyse de burayı tam olarak itaat altına alamamıĢtı. Samaniler üzerinde

    hâkimiyetini büyük ölçüde kabul ettirdikten sonra Hindistan üzerine

    Ġslam‘ı yaymak amacıyla sefer yöneldi. Eylül 1000 târihinde ilk Hint Seferine çıkan Sultan Mahmut, bu tarihten 1027 yılına kadar

    Hindistan‘a on yedi büyük sefer düzenledi.

  • 11

    Sultan Mahmûd ve Hindistan Seferleri Sultan Mahmûd‘un saltanatı süresinde Hint seferleri önemli bir

    yer tutar. Ġslâmiyet‘in o bölgeye taĢınmasına ve yerleĢmesine vesile oldu. Tek amacı Ġslam Dinini yaymaktı. Ġslâm‘ı yaymak için yaĢadı ve

    öldü‖ Hindistan‘daki fütuhâtı kapsamında evvela Kuzey Hindistan‘ın

    fethiyle Vayhand‘ı ele geçirdi ve bu baĢarısı neticesinde „Gâzî‟ unvanına eriĢti. Karmâti Mezhebi‘nden olan

    Murtan‘ı zaptetti ve Bâtınîlikle mücâdele ederek Ġslâmiyet‘in aslı olan

    Ehl-i Sünnet‘in yayılması için âlimleri görevlendirdi. 1014‘te KeĢmir‘i

    aldı ve bundan sonra Ġslâm‘ın bölgede yayılması hızlandı. Bu baĢarısı üzerine halife kendisine „Nizâmeddin‟ unvanını verdi. KeĢmir‘de

    tapınaklarıyla ünlü Muthura‘da elde ettiği ganimetlerle Gazne

    Camii‘ni yaptırdı. Hârizm bölgesine hâkim olmak zaruriyeti hâsıl olunca oraya sefer düzenleyip 1017‘de Me‘mûnîler hânedânına son

    verdi.

    1025-26‘da Somnat‘a düzenlenen ve baĢarıyla neticelenen 16.

    Hindistan seferinde Somnat Putu ve binlerce put yerle yeksan edildi. Bu baĢarıya bağlı olarak kendisine „Putkıran‟ lakabı verildi ve halife

    tarafından „Kehfüddevle ve‟l-Ġslâm‟ unvanıyla taltîf edildi.

    SULTAN MAHMUT‟UN HĠNDĠSTAN SEFERLERĠ Gazneli Mahmut, Karahanlılar ile bir anlaĢma yaparak kuzey

    bölgesini emniyete aldıktan sonra Hint seferlerine baĢlamaya karar

    verdi. ġevval 390 (Eylül 1000) tarihinde ilk Hint seferine çıktı. Kâbil‘in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintliler‘in elinde bulunan

    birkaç kaleyi ele geçirdikten sonra Gazne‘ye döndü.

    Gazneli Mahmut‘un ikinci seferi Vayhand Racası Caypal

    üzerine olmuĢtu. Mahmud, Hintliler‘e karĢı kazandığı bu zaferden (392/1002) sonra HinduĢâhî hânedanının merkezi Vayhand (Und)

    Ģehrini zaptetti ve Gazne‘ye döndü. Bu baĢarısından dolayı

    kendisine “Gāzî” lakabı verildi. Üçüncü Hint seferi, Bhâtiya denilen bölgenin racası Beci

    Ray‘a (Bacra) karĢı yapıldı (395/1004-1005).

    Gazneli ordusu Bhâtiya‘yı ele geçirdiği gibi racalığın diğer bölgelerini de itaat altına aldı. Mahmud bu bölgede mescidler yaptırdı,

    Ġslâm esaslarını öğretmek için din âlimleri gönderdi. Onun Hindistan

    seferlerinin bir amacı da Sünnîliği korumak ve güçlendirmekti. O

    sırada Mültan‘ın idaresini elinde bulunduran Karmatî Ebü‘l-Fütûh

  • 12

    Dâvûd‘un bâtınî düĢünceleri yaymaya çalıĢması Mahmud‘un oraya bir

    sefer düzenlemesine sebep oldu. Mültan‘ı fethederek buradaki

    Karmatîler‘i cezalandırdı (396/1006) ve Caypal‘ın müslüman olan torunu Suhpal‘ı (NevasaĢah) Mültan valiliğine tayin etti. Ancak

    Suhpal‘ın tekrar Hindu dinine dönmesi üzerine Sultan

    Mahmud beĢinci Hint seferine çıktı (398/1007-1008). Suhpal yakalandı ve Mültan valiliğine Gazneli kumandanlardan Tegin Hazîn

    getirildi.

    Altıncı Hint seferi Caypal‘ın oğlu Anandpâl‘a karĢı yapıldı.

    Pencap bölgesinin gittikçe artan Ġslâm baskısı altında bulunması, Anandpâl‘ı Kuzeybatı Hindistan‘daki diğer racalardan yardım

    istemeye sevketti. Racalar yaklaĢan Ġslâm tehlikesi karĢısında

    Anandpâl ile anlaĢarak asker gönderdiler. Bu büyük Hint ordusuna Anandpâl‘ın oğlu Brahmanpâl kumanda ediyordu. Mahmud bu

    hareketi kıĢ ortasında öğrendi ve hava Ģartlarının kötülüğüne rağmen

    29 Rebîülâhir 399 (31 Aralık 1008) tarihinde Gazne‘den ayrıldı.

    Vaynand Ģehrinin karĢısındaki ovada meydana gelen savaĢta Hintliler‘i mağlûp ederek Pencap yolunun güvenliğini sağladı. Ayrıca savaĢ

    alanından kaçanların sığındığı Nagarkot (Bhim Nagar) Kalesi üç

    günlük bir kuĢatmadan sonra fethedildi (399/1009). Gazneli Mahmut‘un yedinci seferi, Nagarkot‘tan dönüĢünden

    kısa bir süre sonra Safer 400‘de (Ekim 1009) büyük bir ticaret merkezi

    olan Narâyan (Narâyanpûr) üzerine gerçekleĢtirildi. Neticede Narâyan racası ile barıĢ yapıldı; bu barıĢ sayesinde Horasan ile Hindistan

    arasındaki yollar tüccarlara açıldı ve ticaret hız kazandı.

    Gazneli Mahmut sekizinci Hint seferinde yine Mültan üzerine

    yürüdü; hiçbir zorlukla karĢılaĢmadan bölgeyi itaat altına aldı ve Karmatîler‘e ağır bir darbe indirdi (401/1010).

    Dokuzuncu Hint seferi Nandana‘ya (Nâradîn, bugünkü Salt

    Range bölgesinde) karĢı gerçekleĢtirildi ve burası ele geçirildi (404/1014). Sultan Mahmud daha sonra Raca Triloçânpâl‘ın çekildiği

    KeĢmir‘e doğru ilerledi ve onu mağlûp etti. Mahmud yeni hâkim

    olduğu bölgelere Ġslâmiyet‘i tebliğ için din âlimleri gönderdi ve camiler yaptırdı. Halife Kādir-Billâh bu baĢarısından dolayı

    kendisine “Nizâmeddin” lakabını verdi.

    Onuncu seferini Thânesâr Ģehrine yapan Mahmud,

    Hintliler‘ce mukaddes sayılan bu Ģehirdeki birçok tapınak ve putu

  • 13

    tahrip ettirdi (405/1014-15). Hiçbir direniĢle karĢılaĢmadan Ģehre

    girmiĢti. Artık Hindular Ġslam dünyasını tanıyordu.

    406 ortalarında (1015 sonları) on birinci Hint seferine çıkan Sultan Mahmud, KeĢmir yolu üzerindeki Lokhot (bugünkü Loharin)

    Kalesi‘ni kuĢattıysa da Ģiddetli kıĢ yüzünden geri çekilmek zorunda

    kaldı.

    KEġMĠR FATĠHĠ, ĠLK SULTAN Gazneli Mahmut‘un ünü kendinden önce gideceği yere varır

    hale gelmiĢti. O cesaretiyle zekâsını birleĢtirmiĢti.

    On ikinci seferini Kannevc‘e gerçekleĢtirmek üzere 13 Cemâziyelevvel 409 (27 Eylül 1018) tarihinde Gazne‘den ayrıldı.

    Agra‘nın 170 km. kadar doğusunda bulunan Sarsâva Kalesi ele

    geçirildi. Baran (bugünkü BülendĢehir) Racası Hordat itaatini bildirdi; raca ile birlikte 10.000 taraftarı Ġslâm dinini kabul etti. Gazneli ordusu,

    daha sonra Delhi ile Agra yolunun ortalarında bulunan Mathûrâ

    (Muttra) Ģehrine hâkim oldu. Sultanın asıl hedefi olan Kannevc ise 8

    ġâban 409‘da (20 Aralık 1018) fethedildi. Sultan Mahmut 410 yılı ortalarında (1019 yılı sonları) on

    üçüncü Hint seferine çıktı. Amacı Kālincâr Racası Ganda ve

    müttefiklerini itaat altına almaktı. Bari Ģehri ele geçirildi, Ganda bir öncü savaĢından sonra kaçtı.

    On dördüncü Hint seferi yine KeĢmir üzerine yapıldı

    (412/1021). Ancak Mahmud, Lokhot Kalesi önünde kıĢın Ģiddetle bastırması sebebiyle çekilmek zorunda kaldı.

    On beĢinci Hint seferinde Ganda‘ya karĢı tekrar harekete geçti

    (413/1022), önce Gevâliyâr‘a, ardından Kālincâr‘a yürüdü. Ganda‘nın

    barıĢ teklifini kabul ederek onu itaat altına aldı. Mahmud‘un Hindistan‘a yaptığı en önemli seferlerden biri Sûmenât (Somnât)

    seferidir. Sûmenât, Hindistan‘ın batı sahilinde Kathiavar

    yarımadasında bir Ģehirdi. Mahmud, 30.000 atlı ve pek çok gönüllüden oluĢan ordusuyla 416 ġâbanında (Ekim 1025) Gazne‘den hareket etti.

    Gazneli ordusu 16 Zilkade 416‘da (8 Ocak 1026) Somnât Kalesi‘ni

    fethetti. Buranın tapınağındaki büyük put yerinden sökülerek dört parçaya ayrıldı. Parçalardan ikisi Gazne‘deki ulucami ve sarayın

    kapıları önüne konulmuĢ, diğer ikisi Mekke ve Medine‘ye

    gönderilmiĢti. Halife Kādir-Billâh bu baĢarısından dolayı

    kendisine “Kehfüddevle ve‟l-Ġslâm” lakabını verdi.

  • 14

    Sultan Mahmut Hindistan‘a son seferini, kendisine saldıran

    bölgenin yerli halkı Catlar‘ı cezalandırmak ve yol güvenliğini

    sağlamak için yaptı (418/1027). Ġndus nehrinin iki yakasına hâkim olan Catlar aynı zamanda usta gemicilerdi. Mahmud, onlarla

    savaĢabilmek için Mültan‘da 1400 gemiden oluĢan bir nehir filosu

    yaptırdı. Ġndus nehri üzerindeki savaĢta Catlar mağlûp edildi. Sultan Mahmud, bu seferleriyle Hint ülkesinde yüzyıllarca sürecek olan Türk-

    Ġslâm hâkimiyetinin temellerini atmıĢ, Ġslam dini Hindistan‘da yayılma

    imkânını Gazneli Sultan Mahmut sayesinde bulmuĢ

    oluyordu. Sultanın sarayı adeta bir ilim meclisi gibi dolup

    taĢmaktaydı. Adına birçok eserler yazılmıĢtı. Kendisine sunulan

    bu eserlerden biri de Firdevsî‟nin ġehnâme‟siydi. Otuz üç sene süren saltanatında olayları en iyi Ģekilde

    değerlendirmekte ve kalabalık orduları sevketmekte üstüne yoktu.

    Gazneli Devleti sınırlarını geniĢletmekle kalmamıĢ Gazne Ģehrini

    parklar, bahçeler, zafer âbideleri ve camilerle süslemiĢti.

    Onun hâkimiyeti altındaki bölgelerde Ġslâm dininin yayılması, 1947‘de kurulan bağımsız Pakistan Devleti‘nin teĢekkülünde birinci

    derecede etken olmuĢtur.

    GAZNELĠLERĠN DĠĞER TÜRK DEVLETLERĠYLE

    MÜSADELESĠ Karahanlı Hükümdarı Nasr b. Ali, Buhara‘yı zaptettikten

    sonra Sultan Mahmud ile birbirlerine dostluk mesajları gönderdiler. Ardından iki devlet arasında Ceyhun nehri sınır kabul edildi

    (391/1001). Fakat Nasr b. Ali, Sâmânîler‘in bütün mirasına konmak

    istiyor ve Horasan‘ı ele geçirmek için fırsat kolluyordu. Nitekim

    Mahmud‘un Hindistan‘da bulunmasından yararlanarak iki koldan Horasan‘a kuvvet gönderdi (396/1006). Ġki taraf arasındaki mücadele

    neticesinde Sultan Mahmud, Karahanlı kuvvetlerini Horasan‘dan

    uzaklaĢtırdı (Zilhicce 396 / Eylül 1006). Nasr b. Ali ise kolay kolay Horasan‘dan vazgeçmek niyetinde değildi. Bu sebeple Karahanlı

    Yûsuf Kadır Han‘dan yardım aldı. Mahmud birleĢik Karahanlı

    ordusunu Belh civarında mağlûp etti (Rebîülevvel 398 / Aralık 1007). Nasr b. Ali‘nin halefi ve kardeĢi Ebû Mansûr Arslan Han,

    Sultan Mahmud ile iyi komĢuluk münasebetlerini devam ettirmek

    amacıyla bir anlaĢma yaptı. Ancak Ebû Mansûr daha sonra Yûsuf

    Kadır Han ile birleĢti. Sultan Mahmud bu iki Karahanlı hükümdarının

  • 15

    ordularını Belh civarında yenilgiye uğrattı (410/1019). Bu defa Yûsuf

    Kadır Han, Sultan Mahmud ile kardeĢine karĢı anlaĢmak istedi.

    Mahmud, yeni komĢusu Ali Tegin‘e güvenemediğinden Yûsuf Kadır Han ile Semerkant civarında buluĢtu (Muharrem 416 / Mart 1025). Ġki

    hükümdarın görüĢmesinde önemli kararlar alındı.

    Sultan Mahmut, Ali Tegin‘in müttefiki olan Selçuklu Arslan Yabgu‘yu (Arslan b. Selçuk) Mâverâünnehir ve Türkistan‘dan

    uzaklaĢtıracaktı. Mahmud, kendi ülkesine gelebilecek tehlikeleri

    önlemek için Arslan Yabgu‘yu tutuklatarak Kālincâr Kalesi‘nde

    hapsettirdi. Daha sonra Karahanlılar arasındaki mücadeleden faydalanıp Sâmânî Devleti‘nin topraklarına hâkim oldu. Sultan

    Mahmud her fırsatta Hârizm bölgesini itaat altına almaya çalıĢıyordu.

    Nihayet Karahanlılar‘ın aracılığı ile Mahmud ve Me‘mûnîler‘den HârizmĢah Ebü‘l-Abbas Me‘mûn arasında bir anlaĢma yapıldı. Buna

    göre HârizmĢah Gazneliler‘e tâbi olacaktı. Hutbenin Sultan Mahmud

    adına okunmaya baĢlanması Hârizm ordusu kumandanları arasında

    anlaĢmazlığa yol açtı. Ġsyan eden kumandanlar Me‘mûn‘u öldürerek yerine on yedi yaĢındaki yeğeni Ebü‘l-Hâris Muhammed‘i geçirdiler.

    Sultan Mahmud aynı zamanda eniĢtesi olan Me‘mûn‘un intikamını

    almak bahanesiyle, gerçekte ise Hârizm‘i zaptetmek için harekete geçti. Gazneli ordusu Hârizm kuvvetlerini yenerek bölgenin baĢĢehri

    Gürgenç‘e girdi, böylece Me‟mûnîler hânedanına son verildi

    (408/1017). Arslan Yabgu‘ya bağlı 4000 çadırlık bir Oğuz obasının ileri

    gelenleri Sultan Mahmud‘dan Horasan‘a geçmek için izin istediler.

    Sultan, Tus Valisi Arslan Câzib‘in muhalefetine rağmen Oğuzlar‘ın

    Ceyhun‘u geçmelerine izin verdi. Ancak Nesâ, Bâverd ve Ferâve halkı Türkmenler‘den Ģikâyette bulundu (419/1028). Bunun üzerine Sultan

    Mahmud hayatının sonuna kadar Türkmenler‘le mücadele etti ve

    onları ülkesinden uzaklaĢtırdı. Öte yandan Gurlular yol kesiyor, türlü kötülükler yaparak

    Mahmud‘un halkını rahatsız ediyorlardı. Sultan buraya ilki 401‘de

    (1010-11), ikincisi 411‘de (1020) olmak üzere iki sefer düzenledi. Bölgede Ġslâmiyet‘i yaymak için din âlimleri görevlendirdi. Ayrıca

    401 (1010-11) yılında isyan belirtileri gösteren Kuslar hâkimini itaat

    altına aldı. 1012‘de Garcistan bölgesini Gazneli Devleti sınırları içine

  • 16

    kattı. Ziyârî Emîri Minûçehr, Sultan Mahmud‘a tâbi olmak ve yıllık

    50.000 dinar haraç ödemek suretiyle tahtında kaldı.

    Mahmut, 420‘de (1029) Büveyhîler‘den Rey Ģehrini alarak Gazneli Devleti‘nin topraklarını batı yönünde de geniĢletti. Ġndus

    nehriyle Gazne arasındaki dağlık bölgede yaĢayan Afganlar, Sultan

    Mahmud‘un ülkesinin sınır bölgelerine zaman zaman yağma akınları yapmakta, Horasan ile Hindistan arasında yol alan kervanları

    vurmaktaydılar. Mahmud, Afganlılar üzerine yaptığı seferle onları itaat

    altına aldı ve bölgenin ĠslâmlaĢması için hocalar tayin ederek

    Gazne‘ye döndü. (411/1020)

    GAZNELĠ MAHMUT‟UN HALĠFE ĠLE ĠLĠġKĠLERĠ Sultan Mahmut baĢlangıçta Abbâsî halifeliğiyle iyi

    münasebetler içinde bulunmuĢ, Kādir-Billâh‘ı halife tanımıĢtı. Kādir-Billâh da onun bu davranıĢından ve Ġslâm dinini yaymak için

    Hintliler‘e karĢı yaptığı gazâlardan memnun olmuĢ, Mahmud‘a çeĢitli

    lakaplar vermiĢti. Fakat daha sonra Gazneli-Fâtımî yakınlaĢmasından

    Ģüphelendi ve bu yüzden Mahmud ile halifenin arası açıldı (414/1023).Buna rağmen Sultan Mahmud paralarında halifenin ismine

    yer vermiĢ, seferlerinde elde edilen ganimetten Bağdat‘a hediyeler

    göndermeye devam etmiĢtir.

    GAZNELĠ MAHMUT‟UN VEFATI Sultan Mahmut 23 Rebîülâhir 421‘de (30 Nisan 1030)

    Gazne‘de vefat etti. Gazneli Mahmut 61 yıllık ömrünün 32 senesini Sultan, daha öncesinde de babasının nezaretinde olmak üzere 45

    senesini, tam anlamıya gaza ve cihad hedefine yönelik olarak, hareket

    hâlinde geçirmiĢtir. Bu hareketli hayata sığdırılan Hint Seferleri‘nin

    sayısı ise 17‘dir. Bu sırada elde ettiği baĢarılar bir tarafa, o günün Ģartlarında, yer yer 1000 civarında fil ile takviyeli büyük Gazneli

    ordusunu, Gazne‘den kaldırıp Hindistan içlerine götürüp getirmek bile

    baĢlı baĢına değerlendirilmesi gereken çok önemli bir olgudur. Bu seferlerine Birûnî gibi döneminin önde gelen din âlimlerini de birlikte

    götüren Gazneli Mahmut bir taraftan ülkeler fethedip, devletinin

    sınırlarını geniĢletirken, diğer taraftan da Islâm‘ın aydınlığını, yeni ufuklara ulaĢtırmayı hedeflemiĢtir. Sultan Mahmud, hayatının büyük

    bir kısmını savaĢ meydanlarında geçirmiĢ, özellikle Hindistan‘a

    yaptığı seferler onu çok yormuĢ ve hastalanmasına sebep olmuĢtur. O

    doktorların bütün tavsiyelerine rağmen bir türlü istirahat etmiyor, bir

  • 17

    hükümdarın yapması gerekli bütün vazifeleri yerine getiriyordu.

    Sultanın son seferi, Bâtınî cereyanları bastırmak üzere, Irak-ı Acem

    bölgesine olmuĢtu. 1029 Mayıs‘ında Rey‘e girerek bölgeyi Bâtınîlerden temizlemiĢti. Buradan dönüĢte, sıhhati bozulmuĢ olan

    Sultan, verem hastalığından vefat etmiĢtir.(Nesimi Yazıcı, Ġlk Türk-Ġslâm Devletleri Tarihi, Ankara, 2014, s. 184. Erdoğan Merçil, Gazneli Mahmûd,

    Ankara, 1987, s. 19.74) Vefatından sonra yerine, sağlığında Rey valisi olarak

    görevlendirmiĢ olduğu oğlu Mesud geçti.

    Moğol iĢgalinde Cengizhanın orduları, Firdevsi‘nin Fars

    dilinin yazınsal baĢyapıtı ġehname'yi yazdığı, Islamın en büyük bilgini Biruni'nin yaĢadığı Ģehir (Gazne) talan edilmiĢ ve halkı, sürgün edilen

    zanaatkarlardin âlimlerinin bir kısmı dıĢında hepsi öldürüldü...

    Gazneli Mahmud'un mezarı da tahrip edildi: Büyük kralın

    cesedi toprak altında bulunup Moğolların anlayıĢına uygun bir biçimde, Ģehrin kazandığı anlamı yok etmek için topraktan çıkarıldı ve

    kemikleri yakıldı. Rabbim kâfirleri hainleri kahreylesin. Âmin.

    GAZNELĠ MAHMUT NASIL BĠR HÜKÜNDARDI? Gazneliler devleti en parlak devrini Sultan Mahmûd

    döneminde yaĢamıĢtır. Ġdarî kabiliyeti, siyaseti ve muazzam fütühatı

    ile Türk-Ġslâm dünyasının müstesna devlet adamlarından biri olan Mahmud hayatının büyük kısmını savaĢ meydanlarında geçirmiĢtir.

    Öldüğü zaman Gazneli Devleti batıda Azerbaycan topraklarından

    doğuda Hindistan‘ın Yukarı Ganj vadisine, kuzeyde Hârizm‘den

    güneyde Hint Okyanusu sahillerine kadar uzanan çok geniĢ bir sahayı içine alıyordu. Mahmud dindar, zeki, ileri görüĢlü, ihtiyatlı ve âdil bir

    hükümdardı.

    ÂLĠMLERĠ HĠMAYE EDEN SULTAN Âlimleri himaye eden Sultan Mahmud‘un ġâfiî ve Hanefî

    fakihlerine huzurunda münazara yaptırdığı bilinmektedir. Âlimlere

    olan saygısı, adaleti ve iyi yönetimi, gerek kendi döneminde gerekse sonraki devirlerde edip ve Ģairler tarafından övülmüĢ, Fars

    edebiyatında adalet ve insafın timsali olarak gösterilmiĢtir. BaĢta

    Firdevsî olmak üzere Unsurî, Ferruhî-yi Sîstânî ve Ascedî gibi Ģairler

    onun ihsanlarına nâil olmuĢlardır. Bir rivayete göre Firdevsî ġâhnâme‘yi Gazne‘ye giderek bizzat ona sunmuĢtur. Sultan

    Mahmud‘un ġâhnâme‘yi beğenmediği, bunun üzerine Firdevsî‘nin ona

  • 18

    hicviye yazdığı hakkında bazı kaynaklarda yer alan bilgilerin asılsız

    olduğu anlaĢılmaktadır. (AteĢ, XVIII/70 [1954], s. 162-168).

    Farsça‘nın büyük bir geliĢme göstererek Hindistan topraklarında yayılması da Sultan Mahmud sayesinde olmuĢtur. Bîrûnî

    Gazneli sarayında uzun süre kalmıĢ ve Taḥḳīḳu mâ li‘l-Hind adlı

    eserini bu dönemde yazmıĢ, ölümünün ardından Sultan Mahmud‘u “âlemin aslanı ve zamanın yegânesi” olarak tanıtmıĢtır.

    Sultan Mahmut, Hint yarımadasıyla Ġslâm dünyası arasındaki

    kültür ve ticaret hayatına canlılık kazandırmıĢ, birçok Müslüman âlim,

    edip ve Ģairin Hindistan‘a yerleĢmesiyle Ġslâm kültürünün bu bölgeye ulaĢmasını sağlamıĢtır.

    Târih kitaplarında Sultan Mahmûd‘un hususiyetleri ile ilgili

    birçok menkıbeler vardır. Nizâm-ül-mülk‘ün Siyâsetnâme‘sinde geçen bir menkıbede oğlunun bile mahkemeye verilmesinde gayret

    göstermiĢtir.

    Bu menkıbe Ģöyledir: “Bir tüccar, Sultan Mahmûd‟un

    huzuruna gelip, oğlu Mes‟ûd‟u Ģikâyet ederek Ģöyle dedi: “Ey

    efendimiz! Ben tüccar bir adamım. Oğlun Mes‟ûd benden altmıĢ bin

    dînârlık eĢya ve kumaĢ satın aldığı hâlde, parasını vermiyor. Emir

    Mes‟ûd‟u benimle birlikte kadının huzuruna göndermeni isterim.” Sultan, bu duruma çok üzüldü ve oğlu Mes‘ûd‘a; “Tüccarın

    parasını derhal vermeni isterim. Eğer bir sebeb göstereceksen,

    derhal kendisiyle birlikte karâr meclisinde ol. Dînin hükümlerini yerine getirsinler” diye haber gönderdi. Babasının bu mesajını alan

    Mes‘ûd, hazînesinde bulunan paranın yirmi bin dînâr olduğunu

    öğrenince; “O parayı alınız ve tüccara götürünüz. Geri kalan kırk

    bin dînâr için üç gün mühlet isteyiniz” dedi. Sonra da durumu babasına bildirdi. Sultan bu durum karĢısında; “Mahkeme meclisinde

    hâzır ol veya geri kalan kırk bin dînârın tamâmını tüccara teslim et.

    ġunu bil ki, bu paranın tamâmı tüccara ödemediğin ve ben onun

    ağzından, “Mes‟ûd hakkımı bana ödedi” sözünü iĢitmediğim sürece,

    benim yüzümü bir daha göremezsin” dedi. Bunun üzerine, Mes‟ûd

    söyliyecek bir söz bulamadı. Her tarafa adam gönderdi ve borç isteyerek ikindi namazı vaktinde altmış bin dinarı tüccara gönderdi.

    Mes‟ûd ve tüccar teşekkür etmek için Sultan‟ın huzuruna çıktılar.

    Ancak o zaman Sultan, oğlu Mes‟ûd‟dan râzı oldu.” Onun bu adaleti

    bütün dünyâya yayıldı.

  • 19

    Sultan Mahmûd Gaznevî, gittiği yerlerde Allah‘u Teâlânın

    dostlarını arar bulur; ziyaret ve hizmet etmekle Ģereflenirdi.

    Sultan Mahmud Gazi, sivri, sarı bir yüzü, uzun ince boynu ve iri bir burnu olduğundan güzel değildi. Fakat Hindistan ve Horasan

    onun has malı idi. Bir gün sabah namazı vaktinde yatak odasında,

    sabah namazını kıldıktan sonra, önünde tarağı ve aynası olduğu halde, tesbih ve dua ile meĢgul olduğu anda veziri ġemsu'l Kifat Ahmed- i

    Hasan odasına girerek selâm verdi. Mahmud dua ile meĢgul

    olduğundan baĢı ile otur diye iĢaret etti. Vezir, Mahmud'un karĢısına

    oturdu. Mahmud duasını bitirdikten sonra kaftanını giydi, baĢına serpuĢunu koydu, çizmelerini çektikten sonra aynaya bakıp gülümsedi.

    Ahmed-i Hasan'a, Şu anda hatırımdan ne geçiyor? Biliyor musun?"

    dedi. "Sultanım daha iyi bilir" diye cevap verdi. Yüzüm güzel olmadığindan, halk da güzel yüzlü padiĢahları

    sevdiğinden halkımın beni sevmemesinden korkuyorum. Hasan-ı

    Ahmed, "Padişahım. Halkın seni seveceği gibi çalış. O zaman kadın ve

    çocuk, avam ve havas seni canindan çok sever, fermanın ile ateşe bile girerler" dediMahmud, "Ne yapayım?" dedi.

    Bütün dünyanın seni sevmesi icin altını kendine düĢman kabul

    et. Bu söz Mahmud'un hoĢuna gidip, "Bu sözün altında binlerce fayda var" dedi. Ondan sonra Mahmud bağıĢlayan ve dağıtan elini açtı ve

    çaresiz bütün dünyalılar onu sevip methetmeye baĢlayınca, büyük iĢler

    ve büyük fetihler onun eliyle oldu. Bir gün Ahmed-i Hasan'a, "Ben elimi altından çekince, her iki cihan bana teslim olup avucuma geldi.

    Dünya'yı hakir olarak kabul edince iki cihan- da da eşsiz oldum" dedi.

    HARAKANĠ HAZRETLERĠNĠN GAZNELĠ MAHMUT‟A

    VERDĠĞĠ NASĠHATLER Bir sefer esnasında Harkân Ģehri civarına varmıĢtı. Zamanın

    büyük evliyasından Ebü‘l-Hasen-i Harkânî (rahmetullahi aleyh) de

    talihlerine feyzler saçıyordu. Onu tanımayan Hindistan fatihi büyük sultan Gazneli Mahmut Harakān köyü yakınlarına geldiğinde, medhini

    duyduğu Ebû‘l-Hasan Harakani Hazretleri‘ni ziyaret etmeden önce bir

    adamını çağırarak Harakānî Hazretleri‘ne gitmesini ve:―Gazne Sultânı ziyaretinize gelecek, sizler de müridlerinizle beraber onu karĢılamaya

    çıkın!‖ demesini emretti. Eğer tereddüt ederse de; “Allâh‟a,

    Rasûlü‟ne ve sizden olan emir sahiplerine (idârecilere) itaat

    ediniz...” (Nisâ Suresi, 59)âyetini hatırlatmasını tembih etti. Bu

  • 20

    tâlimâtıyla Hazret‘in nasıl davranacağını görerek onun mânevî

    kemâlini yoklamak istiyordu.

    Elçi, kendisine verilen vazifeyi yerine getirince Ebü‘l-Hasen-i Harkânî, elçiye özür beyân edip sultanın huzuruna gitmek istemedi.

    Harakānî Hazretleri ona Ģöyle dedi:―Mahmût‘a de ki: «Ebû‘l-

    Hasan; “Allâh‟a itaat edin!” fermânıyla öyle meĢguldür ki, seninle

    ilgilenecek hâli yoktur.»” Durum sultana arz edildi. Bu söz, Afganistan ve Hindistan

    pâdiĢâhı Sultan Mahmût‘a derinden tesir etti. Yanındakilere:“Kalkın

    ġeyh‟in huzûruna varalım, bu zât farklı bir insan, bizim bildiğimiz

    kiĢilerden değilOna biz gidelim”!” dedi… Sonra kendi elbisesini Kadı Iyâd‘a giydirdi. Kendisi de

    silahdâr kıyafeti ile Kadı Iyâd‘ın yanında yer aldı. Ebü‘l-Hasen-i Harkânî, huzuruna değiĢik kıyafetle giren Sultan Mahmûd‘u tanıdı.

    Hiç iltifat etmedi, hocası Bâyezîd-i Bistâmî ile ilgili sorduğu suâli

    cevaplandırdı. Ġsteği üzere ona dua etti. “Akıbetin Mahmûd (makbul)

    olsun” buyurdu. Sultanın verdiği bir kese altını kabul etmedi. Hırkasını teberrüken hediye etti. Ayrılırken ayağa kalktı. “Geldiğim

    zaman iltifat etmemiĢtin, giderken niçin ayağa kalkıyorsun?” diyen

    Sultan‘a; “önce padiĢahlık gururu ile imtihan için geldin, Ģimdi ise

    inkısar ve derviĢlik haliyle gidiyorsun. DerviĢlik güneĢinin ıĢıkları

    üzerinde parlamaya baĢladı. PâdiĢâh olduğun için kalkmadım.

    DerviĢ olduğun için kalkıyorum” dedi. Bu hâdiseden sonra Sultan Mahmûd‘un gönlü Ebü‘l-Hasen-i

    Harkânî‘nin muhabbeti ile doldu. Bir savaĢta düĢman ordusunun

    çokluğu kalbine korku verdi. Atından inip, o mübarek zâtın verdiği

    hırkayı yanına alarak bir köĢeye çekildi. Hırkayı eline alıp alnını toprağa sürdü; “Yâ Rabbî! Bu hırkanın sahibi yüzü-suyu hürmetine

    Ģu kâfirlere karĢı zafer ihsan eylersen; alacağım ganîmetlerin

    hepsini derviĢlere vereceğim” diye dua edip dilekte bulundu. SavaĢ sonunda zafere ulaĢtı. Sultan Mahmût:“Bana bir nasihatte bulun!”

    dediğinde.

  • 21

    ġU DÖRT ġEYE DĠKKAT ET Harakānî Hazretleri:“Ey Mahmût, dört Ģeye dikkat et

    buyurdu.1-Takvâ.2-Cemaatle îfâ edilen namaz.3-Cömertlik4-Halka Ģefkat.”Sultan Mahmût:“Bana duâ et!” diye ricâ etti.

    HASAN HARAKANĠ HAZRETLERĠNĠN GAZNELĠ

    MAHMUT'A DUASI Hazret:―BeĢ vakit namazda; «Allâh‟ım, mü‟min erkekleri ve

    mü‟min kadınları affeyle!» diye duâ ediyorum. Sen de buna

    dâhilsin.‖ buyurdu.

    Sultan Mahmût:―Husûsî duâ istiyorum!” dedi. Harakānî Hazretleri:―Ey Mahmût, âkıbetin mahmût (hayırlı

    ve güzel) olsun!” diye duâ etti ve onları ayakta uğurladı.

    Sultan Mahmût:“Geldiğimde iltifat etmemiĢtin, Ģimdi ise ayağa kalkıyorsun. O hâl neydi, bu ikram nedir?” diye sordu.

    Hazret:―Gelirken sultanlık gururuyla ve imtihan için

    gelmiĢtin, Ģimdi ise gönül kırıklığı ve derviĢlik hâliyle gidiyorsun.

    DerviĢlik devletinin güneĢi üzerinde ıĢıldamaya baĢladı. Daha önce

    sultan olduğun için kalkmadım, Ģimdi derviĢ olduğun için

    kalkıyorum!” dedi. (Harakānî, Nûru‟l-Ulûm, s. 298-300; Attâr, s. 598-599.)

    SEFERDEKĠ DUASI Bu seferlerin birinde oldukça Ģiddetli bir direnmeyle

    karĢılaĢmıĢ, bu zor durumdan kurtulmak için Allah‘a Ģöyle niyazda

    bulunmuĢtu:“Ey Rabbim! Sen yardım edensin. Bizlere yardım eyle.

    ġayet bu savaĢtan galip çıkarsam aldığım bütün ganimetleri

    yoksullara dağıtacağım.” Gazneli Mahmut, bu seferden zaferle

    çıkmıĢtı. Elde ettiği ganimetleri de yoksullara ve garibanlara dağıtmaya baĢlamıĢtı. Ancak sultanın yanındaki vezirler bu

    durumdan hoĢnut olmamıĢlardı.

    Bu durumu sultana, “Aman sultanım! Ne yapıyorsunuz?

    Bunca değerli altınlar, inciler fakir fukaraya dağıtılır mı? Hem

    onlar, bunların kıymetini ne bilecek? Üstelik devletin bu

    ganimetlere ihtiyacı var!” diyerek bildirmiĢlerdi.

    Gazneli Mahmut‘un kafası bu sözler üzerine karıĢmıĢ, kararsızlığa düĢmüĢtü. Bu kararsızlıktan kurtulmak için devrin

    âlimine bu durumu danıĢınca Âlim, Gazneli Mahmut‘a Ģu Ģekilde

    tavsiyede bulundu: “Sultanım! Bunda kararsızlığa düĢecek bir taraf

  • 22

    yok!Çok basit bir tercih karĢısındasınız. Eğer Allah‟a bir daha

    iĢiniz düĢmeycekse hemen adamlarınızın dediğini yapın,

    ganimetleri hazineye koyun; ama Allah‟a tekrar iĢiniz düĢecekse

    verdiğiniz sözü tutun, adağınızı yerine getirin, ganimetleri

    yoksullara dağıtın.” Zor zamanlarda, sıkıĢık anlarda verilen sözler;

    durumlar iyileĢince unutulmamalıdır. Aynı sıkıĢık durumlara düĢmemeye kimse garanti edemez.

    ONU GÖRMESEYDĠM HAKĠKATE EREMEZDĠM Sultan Mahmût gazâya gitmek üzere oradan ayrıldı. Ebû‘l-

    Hasan Harakānî Hazretleri‘ni, buna benzer daha pek çok büyük zât ziyaret etmiĢ ve birçoğu da ona mürîd olmuĢtur. Ġbn-i Sînâ da

    Harakānî Hazretleri‘ni ziyaret edip onun tesirinde kalanlardandır.( Attâr, s. 597.)

    Menâzilü‟s-Sâirîn adlı eserinde mânevî hâl ve makamları anlatan ve tasavvuf tarihinde mühim bir yeri bulunan Abdullah el-

    Ensârî el-Herevî de Harakānî Hazretleri‘nin müridlerindendir.

    Nitekim o Ģöyle der:―Hadis, fıkıh ve diğer Ġslâmî ilimlerde pek çok üstaddan ders okudum. Tasavvuftaki üstâdım ise Ebû‘l-Hasan

    Harakānî hazretleri‘dir. Onu görmeseydim hakîkate eremezdim.”( Câmî, Nefahât, 482.)

    SEN NE BĠÇĠM ÇOBANSIN? Gazneli Mahmûd, Irak‘ı aldığı zaman, kervan ile birlikte

    yolculuk eden bir hanımın eĢyası Kirman bölgesi hırsızları tarafından

    çalındı. Hanım, Sultan Mahmûd‘un huzuruna çıktı ve: ―Hırsızlar

    benim eĢyalarımı çaldılar. EĢyamı onlardan geri al veya öde‖ dedi. Sultan: ―Bu hırsızların nereden geldiklerini biliyor musun?‖ diye

    sorunca, kadın: ―Kirman vilâyetinden gelmiĢlerdi‖ cevâbını verdi.

    Sultan: ―O vilâyet uzaktır ve benim mülkümün dıĢındadır. Ben onlara bir Ģey yapamam‖ dediğinde, kadın: ―O hâlde tâbiiyyetini

    koruyamadığına göre niçin cihan kethudâlığı yaparsın? Ne biçim

    çobansın ki, koyunları kurttan koruyamıyorsun? ġimdi ha benim zayıflığım, ha senin kabiliyetsizliğin‖ dedi. Bu sözler karĢısında

    sultanın gözlerinden yaĢlar aktı ve ―Ey kadın! Doğru söyledin. EĢyanın

    bedelini vereyim, hırsızların iĢi için de elimden geldiği kadar tedbir

    alayım‖ dedi. Gazneli Mahmud 'un, çocuğa " vezirin oğlu" diye seslenip çocuğun ismini söylememesi, veziri hayrete düĢürünce,

  • 23

    padiĢah:"Vezir! Ben bu âna kadar, 'Muhammed(s.a.v)' ismini ağzıma

    abdestsiz almadım."

    Gazneli Mahmud 'un, çocuğa " vezirin oğlu" diye seslenip çocuğun ismini söylememesi, veziri hayrete düĢürünce,

    padiĢah:"Vezir! Ben bu âna kadar, 'Muhammed(s.a.v)' ismini ağzıma

    abdestsiz almadım."der.

    Sultan Mahmut‟un imtihanı Gazneli Sultan Mahmud, bütün devlet adamlarının hazır

    olduğu bir sırada, divan toplantısının yapıldığı salona geldi. Cebinden

    bir mücevher çıkardı. Vezirinin avucuna koydu ve ‖Bu nasıl bir mücevherdir? Değeri nedir?” diye sordu. Vezir, ”Yüz eşek yükü altın

    eder” dedi.

    Sultan, ”Mücevheri kır, iyice döv” deyince vezir,‖Sultanım! Bu mücevheri ben nasıl kırarım? Ben sizin malınızın iyiliğini isterim.

    Böyle paha biçilmez bir mücevheri kaybetmeye gönlüm razı olmaz”

    dedi.

    Sultan Mahmud, vezirin bu tutumunu takdir eder göründü. Ona bir elbise hediye etti. Bir müddet devletin baĢka iĢlerinden

    konuĢtuktan sonra, sultan vezirden aldığı mücevheri sarayın

    perdecisine vererek ona sordu: ”Bunu biri satın almak istese değeri nedir?”

    Perdeci, ”Bu mücevher, ülkenin yarısı ile eş değerde. Allah

    ülkemizi tehlikelerden korusun” deyince, sultan, ”Bu mücevheri kır, parçala” diye emir verdi. Perdeci,”Ey kılıcı güneş gibi parlayan

    sultanım! Kırıp parçalarsak bu mücevhere çok yazık olur. Buna benim

    elim varmaz. Çünkü böyle bir şey, padişahımın hazinesine düşmanlık

    demektir” dedi. Sultan, perdecinin bu cevabını da beğenmiĢ göründü. Ona da

    bir elbise verdi. MaaĢını artırdı. Aklını ve anlayıĢını öven sözler

    söyledi. Biraz sonra mücevheri bir emirin eline verdi. O da ötekilerle aynı Ģeyleri söyledi.

    PadiĢah mücevheri kime verdiyse, hepsi mücevherinin paha

    biçilmez değerinden bahsedip mücevheri tekrar padiĢaha geri verdi. Sultan hepsine ihsanlarda bulundu.

    Sultan birçok adamını denedikten sonra sadık kölesi Eyaz‟a,

    ”Parlaklığı ve güzelliği eşsiz olan, bu mücevherin değerini bir de sen

    söyle” dedi. Eyaz, ‖Sultanım, bu mücevherin değeri benim

    https://1000kitap.com/s-mahmutun-imtihani--591230

  • 24

    söyleyeceklerimden fazladır” dedi. Sultan, Öyleyse şu mücevheri kır,

    parçala, toz et” dedi.

    Eyaz hiç tereddüt göstermeden pırıl pırıl parlayan mücevheri, parçalayıp tuz buz haline getirdi.Mücevher kırılınca beylerden

    yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne korkusuzluk, Allah hakkı için bu

    nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler. Diğer beyler Eyaz'ı ayıplayıp kınarken Eyaz:”Ey benim

    büyüklerim! Padişahın buyruğu mu daha değerli, bu mücevher mi?

    Mücevherin güzelliği ve değeri gözünüzü kamaştırdı, Sultanı

    göremediniz. Ben gözümü sultanımdan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Ne kadar değerli olursa olsun, bir taşı onun sevgisine ortak

    etmem” dedi.

    Az sonra padiĢah, kubbeleri çınlatan sesiyle ihtiyar cellada emrini bildirdi: ”Bu aĢağılık kiĢileri huzurumdan uzaklaĢtır. Bunlar

    bulundukları makama layık değiller. Bir taĢ parçası uğruna

    buyruğumu çiğneyenler, bulundukları makama layık

    olamazlar.”Sultanın buyruğu üzerine, Eyaz tahtın önüne koĢtu. El etek öperek beylerin affını diledi. Sultan, Eyaz‘ın hatırı için suçluları

    bağıĢladı. (Mevlana Mesnevî,c.5. Feridüddîn Attâr, Mantıku't-Tayr, çev. Abdülbâkî Gölpınarlı, Ġstanbul 1990-91, C1, s.92-93 ; C2, s. 27,44-5,86-

    87,112-13,150) TÜRK TARĠHĠNDE Devletlerin yönetim Ģekillerine bakılarak Ġslam tarihini,

    dolayısıyla Türk tarihini de üç kısma bölmek mümkün görünüyor.

    Birincisi, halifeler dönemidir ki adı üstünde Medine, ġam veya Bağdat yahut Dört Büyük Halife ile onlardan sonra gelen Emevi veya

    Abbasi halifelerinin bütün Ġslam dünyasına hükmetmesi anlamı taĢır.

    Bu dönemde oluĢan kurumsal yapı daha sonraki Ġslam devletlerine de model olacaktır.

    Ġkinci dönem Gazneliler Devleti ile baĢlayan sultanlık

    dönemidir. Bu dönemde Haçlı Seferleri Ġslam dünyasını tahrip etmiĢ, Abbasi halifeliği iyice güçten düĢmüĢ, Kuzey Afrika‘da ortaya çıkan

    ġii Fatımi Hanedanı halifeliğini ilan etmiĢ; böylece bir merkez kaybı

    olmuĢ, dağınıklık ortaya çıkmıĢtır. Sultanlığın toparlayıcı etkisi

    kendini çok çabuk gösterdi. Önce Ġslam toprakları belli büyük devletlerin hâkimiyetini tanıdı; daha sonra ise Haçlılar sökülüp atılarak

  • 25

    fetihler kaldığı yerden devam etti. Bundan dolayıdır ki sultanlık

    dönemi bin seneden uzun sürebilmiĢtir.

    Üçüncü dönemse Osmanlı saltanatının lağvedildiği 1923‟te

    baĢlayan ve bugün de içinde olduğumuz ulus-devlet dönemidir. Ġdarî TeĢkilât. Gazneliler‘de sultan devlet yönetimine mutlak

    bir Ģekilde hâkimdi ve ―Allah‘ın yeryüzündeki gölgesi‖ sayılıyordu. Hükümdar sarayı Ġran geleneği esas alınarak teĢkilâtlandırılmıĢtı.

    Sultan, saraydaki toplantılarda Ģahsî muhafızları ile (gulâmân-ı saray)

    çevrilmiĢ olarak altın bir taht üzerinde otururdu. Sarayda sıkı protokol

    kuralları uygulanmakta ve sultanın halk ile doğrudan teması engellenmekteydi. Gazneli saray teĢkilâtında da öteki müslüman-Türk

    devletlerinde mevcut görevliler yer alıyordu. Divan teĢkilâtı Dîvân-ı

    Vezâret, Dîvân-ı Risâlet (Dîvân-ı Resâil/ĠnĢâ), Dîvân-ı Arz, Dîvân-ı ĠĢrâf ve Dîvân-ı Vekâlet, Dîvân-ı Ġstîfâ, Dîvân-ı Berîd, Dîvân-ı Âb

    (Dîvân-ı Mâ), Dîvân-ı Müsâdere‘den oluĢmaktaydı. Debîrlerin

    (memur-kâtip) çoğu Dîvân-ı Risâlet‘te görev alırdı.

    Adliye teĢkilâtında yargı iĢlerini kadılar yürütüyordu. Her Ģehirde bir kadı ve her eyalette bir kādılkudât bulunurdu. Kadının

    devlet idaresinde özel bir konumu vardı. Kadıların dürüst görev

    yapmalarını sağlamak amacıyla onlara yüksek ücret ödenirdi. Sultan Mahmud adalet teĢkilâtına büyük önem vermiĢ, kadıları bilgi ve

    dürüstlükleriyle ün kazanmıĢ müftü ve fakihler arasından seçmiĢti.

    Gazneliler‘de Dîvân-ı Mezâlim‘e bizzat hükümdar baĢkanlık ediyordu. Sultan burada halkın Ģikâyetlerini dinler ve karar verirdi.

    Bir eyalette devlet teĢkilâtının üç önemli kolu mevcuttu.

    Bunlardan sivil idarenin baĢındaki görevliye ―sâhib-dîvân‖ denirdi;

    sâhib-dîvân vergilerin toplanması ve yönetim iĢlerinden sorumlu idi. Eyaletteki ordunun ihtiyacını karĢılamak da onun görevleri

    arasındaydı. Bunun dıĢında eyalette ordu kumandanı (sâlâr,

    sipehsâlâr), âmil, kādılkudât ve sâhib-i berîd gibi görevliler de vardı. Gazneli Devleti baĢlangıçta geniĢleme siyaseti takip ettiğinden

    ordu bunu sağlayabilmek için daima savaĢa hazır durumda bulunurdu.

    Gazneli ordusu genelde gulâmlar, düzenli birlikler, eyalet askerleri, ücretli askerler ve gönüllülerden oluĢmaktaydı. Gulâmların çoğunluğu

    Türk olup sayıları yaklaĢık 4-6000 kiĢiydi. Sonraları bu gulâmlara

    Hintliler ve Tacikler de katılmıĢtı. Bunların kumandanı ―sâlâr-ı

    gulâmân‖ unvanını taĢıyordu. Gulâmların içinde sultanın muhafız

  • 26

    kuvveti de yer alıyordu ve bunlara ―gulâmân-ı hâs‖ deniliyordu.

    Gazneli Devleti‘nin çöküĢüne kadar gulâmlar ordu içinde önemli bir

    unsur olarak yerini korudu. Orduda kuzeyden gelen ücretli askerler de yer almaktaydı. Oğuzlar, Karluklar, Yağmalar ve Halaçlar gibi

    gruplardan yardımcı kuvvet olarak faydalanılıyordu. Eyalet valileri de

    mahallî savunmada kullanmak üzere kabilelerden asker kaydetmekteydiler. Devletin kuruluĢundan itibaren düzenlenen

    Hindistan seferleri, orduya Horasan ve Mâverâünnehir‘den gönüllü

    gazilerin katılmasını sağlamıĢtı. Sultan Mahmud‘un 409‘daki (1018)

    Kannevc seferine Mâverâünnehir‘den 20.000 gazi katılmıĢtı. Gazneli ordusunda önemli bir unsuru da Hindistan‘dan haraç olarak alınan

    savaĢ filleri teĢkil ediyordu. Filler savaĢta düĢman saflarını bozmak ve

    yarmak, okçulara atıĢ, kumandanlara orduyu sevk ve idare etmek için yüksek bir yer sağlamak, ayrıca ağır silâh ve mancınık gibi kuĢatma

    makinelerini çekmek için kullanılıyordu. Ordudaki fil sayısı 1700

    civarında idi.

    Gazneli ordusunun sayısına gelince, Sultan Mahmud‘un 414‘te (1023) ġâbahar‘da teftiĢi sırasında ordunun mevcudu 54.000 civarında

    idi. Bu sayı, savaĢ zamanında gönüllüler ve eyalet kuvvetleriyle büyük

    ölçüde artmaktaydı. Meselâ Mahmud 406‘da (1015-16) Hârizm seferi için Belh‘e ilerlediği zaman ordusunun 100.000 kiĢiden oluĢtuğu

    kaydedilmektedir.

    Ġlim ve Kültür Hayatı. Gazneliler devri siyasî bakımdan olduğu gibi kültür bakımından da parlak geçmiĢtir. Sultan Mahmud ve

    oğlu Mesud geleneksel Ġslâm kültürüyle yetiĢmiĢlerdi. Her iki sultan

    da kendi saraylarında devrin en büyük simalarını toplamaya

    çalıĢmıĢlar, Ģairlere ve ulemâya hürmet ve sevgi göstermiĢlerdi. Ayrıca komĢu ülkelerden Ģairleri kendi ülkelerine çağırmıĢlardı. Resmî dilin

    Farsça olduğu Sultan Mahmud‘un sarayında 400 Ģairin bulunduğu

    yolundaki rivayet mübalağalı kabul edilse bile Ģiir ve edebiyata verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bu Ģairlerin baĢında,

    devamlı olarak efendisini ve diğer saray mensuplarını övmekle meĢgul

    olan Melikü‘Ģ-Ģuarâ Unsurî geliyordu. Sebük Tegin ve Mahmud döneminin büyük edip ve münĢîlerinden biri de Ebü‘l-Feth el-Büstî

    idi. Daha sonra Sultan Ġbrâhim ve halefleri devrinde de Gazneliler

    sarayının Ġran edebiyatının geliĢmesine yardımcı olduğu

    görülmektedir. Bu Ģairler arasında Türk asıllı Ferruhî-yi Sîstânî ve

  • 27

    Menûçihrî, Escedî, Gazâirî ve ġâhnâme müellifi meĢhur Firdevsî,

    Ebü‘l-Ferec-i Rûnî, Senâî, Osmân-ı Muhtârî, Mes‗ûd-ı Sa‗d-ı Selmân

    ve EĢref-i Gaznevî (Seyyid Hasan) sayılabilir. Bizzat Sultan Ġbrâhim de her yıl bir Kur‘an istinsah eder ve onu diğer hediyelerle birlikte

    Mekke‘ye gönderirdi. Sultan Mesud da iyi bir hattattı.

    Tarih yazıcılığı bakımından da Gazneliler dönemi parlak geçmiĢtir. Sebük Tegin ve Mahmud devrine ait Kitâbü‘l-Yemînî adlı

    bir eser kaleme alan Utbî, eseri Zeynü‘l-aḫbâr‘ı Sultan AbdürreĢîd‘e

    sunan Gerdîzî, Târîḫ-i Beyhaḳī müellifi Muhammed b. Hüseyin el-

    Beyhakī Gazneliler devrinin önde gelen tarihçileridir. Türkler hakkında Tafżîlü‘l-etrâk ʿalâ sâʾiri‘l-ecnâd adlı bir risâle yazmıĢ olan

    Ġbn Hassûl de bir süre Gazneliler‘in hizmetinde çalıĢmıĢtır.

    Sultan Mahmud Hârizm‘e hâkim olunca, Ortaçağ‘ın en büyük âlimlerinden biri olan Bîrûnî ile hocaları Ebû Nasr Ġbn Irâk,

    Abdüssamed b. Abdüssamed el-Hakîm ve Gürgenç‘te ilmî münasebet

    kurduğu filozof hekim Ebü‘l-Hayr Ġbnü‘l-Hammâr‘ı da Gazne‘ye

    götürmüĢtü. Sultanla beraber Hint seferlerine katılan Bîrûnî‘nin Hindistan‘daki temasları, diğer inanç ve âdetler hakkındaki sınırsız

    merakı Taḥḳīḳu mâ li‘l-Hind adıyla büyük bir eser yazmasına vesile

    oldu. Bu kitap, Hindular‘ın inanç ve âdetlerini tarafsız olarak inceleyen ilk Ġslâmî eserdir. Bu eserde Hindistan‘ın coğrafyası, ilmî ve dinî

    hayatı hakkında geniĢ bilgi bulunmaktadır.

    Gazneli hükümdarları mimari faaliyetleriyle de dikkati çekmiĢlerdir. Sultan Mahmud ve Mesud büyük inĢa faaliyetlerinde

    bulundularsa da onların eserlerinden çok azı günümüze kadar

    gelebilmiĢtir. Mahmud çarĢılar, köprüler, su kemerleri yaptırmıĢtır.

    Bunlardan Gazne‘nin kuzeyindeki Bend-i Mahmûdî bugüne kadar varlığını korumuĢ ve kullanılagelmiĢtir. Sultan Mahmud ayrıca

    Gazne‘de birçok cami inĢa ettirmiĢti. Gazneli sultanlarının büyük

    Ģehirlerde kendilerine saraylar ve bahçeler yaptırdıkları bilinmektedir. Büyük bir mimari kabiliyete sahip olan Sultan Mesud Gazne‘deki

    sarayın planını bizzat çizmiĢ ve inĢasına nezaret ettiği bu saray dört

    yılda tamamlanmıĢtı. Bundan baĢka Gazne‘de bir köprü yaptırmıĢtı. Fransız arkeologları tarafından son yıllarda yapılan araĢtırmalarla

    Büst‘teki LeĢker-i Bâzâr‘da ortaya çıkarılan büyük saray, Gazneli

    saraylarının bütün zenginlik ve ihtiĢamını ortaya koymaktadır. Ayrıca

    Sebük Tegin ve Mahmud‘un türbeleri bugüne kadar gelmiĢtir. Sultan

  • 28

    Ġbrâhim ve III. Mesud‘a ait olduğu söylenen türbe ve mezar taĢları

    mevcutsa da bunların mimari ve sanat bakımından fazla bir değeri

    yoktur. Ancak Gazneliler‘in Tûs valisi Arslan Câzib‘in türbesi geliĢmiĢ mimari özelliklere sahiptir.

    Gazneliler‘den günümüze intikal eden sikkeler bu devletin

    para basımıyla ilgili faaliyetleri konusunda bilgi vermektedir. Mahmûd-ı Gaznevî zamanında Lahor‘da üzerinde Arapça ve

    Sanskritçe yazılar bulunan ―tenge‖ler basılmıĢtır. Sultanlar ayrıca

    Abbâsî halifeleri tarzında dinar ve dirhemler de bastırmıĢlardır.

    Gazneliler‘in Türk ve Ġslâm tarihindeki baĢlıca rolü, Kuzey Hindistan fütuhatına yol açarak Ġslâm dinine Pencap‘ta güçlü bir

    dayanak noktası sağlamaları ve daha sonraki Hindistan fetihlerine

    zemin hazırlamıĢ olmalarıdır. Gazneliler Hint dünyası kültürüyle de doğrudan doğruya temas kurmuĢlar ve yıllar sonra Pakistan

    Devleti‘nin kurulmasında birinci derecede etken olmuĢlardır. Sultan

    Mahmud ve Mesud hâfızalarda halk kahramanları olarak

    yerleĢmiĢlerdir. Mahmud daha sonraki Ġran edebiyatında adalet ve insaf timsali meĢhur bir hükümdar olarak yer almıĢtır.

    Gazneli Mahmut Biruni‟ye karĢı: " Sarayımın En Değerli

    Hazinesi”ifadesini kullanmıĢtır. Gazneli Mahmut Biruni‟nin

    astronomin temelini attığı için ve jeoloji, eczacılık alanlarında

    çalıĢmalar yaptığından dolayı bu sözü söylemiĢtir.

    Astroloji, astronomi ve matematik alanında çalıĢmalar

    yapmıĢtır.

    Gazneli Mahmut Hint seferlerine Biruni'yi de götürmüĢtür.

    Biruni Hindistan'da yaptığı çalıĢmalarla dünyanın yarıçapını

    hesaplamıĢtır ve bu hesap günümüzdekine çok yakındır. Dünyanın yuvarlak olduğunu Galileo'dan önce söylemiĢtir

    ve yerçekiminden bahseden ilk kiĢidir. NASA aydaki bir kratere

    Biruni ismini vermiĢtir. Mimari. Gazne kuruluĢunda küçük bir merkez iken Sultan

    Mahmud zamanında Ġslâm ve Hint medeniyetlerinin birleĢtiği önemli

    bir Ģehir haline gelmiĢtir. Gazneli mimarisinin önemli eserlerini ve ana özelliklerini burada görmek mümkündür. Ancak Ģehircilik bakımından

    da dikkat çekici özellikleri bulunan bu merkez çeĢitli akınlar ve

    yıkımlardan kendini kurtaramamıĢtır.

  • 29

    Ġslâm mimarisi tarihi için olduğu kadar Türk mimarisi tarihi

    açısından da son derece önemli geliĢmelerin iĢaretlerini Gazneli devri

    mimarisinde bulmak mümkündür. Tarihî kaynaklara ve özellikle Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî‘nin nakillerine göre, günümüzde

    hiçbir izi kalmayan Gazne‘deki en önemli eser olan Arûs-i Felek

    Camii, ağaç direkler üzerinde düz çatılı bir yapı olmakla birlikte bazı kaynaklarda kemerlerin de varlığından söz edilerek ağaç aksam

    üzerinde renkli nakıĢların güzelliği anlatılmaktadır. Yapıda ana

    özellikleriyle erken dönem Ġslâm camilerine benzer bir planlamadan

    bahsedilse bile ağaç direkler kullanılması ve kemerlerin bunlarla birlikte anılması, günümüzde geç devirdeki benzerleri çeĢitli Asya

    camilerinde hâlâ yaĢatılan ve Anadolu Türk mimarisinde Selçuklu

    dönemindeki önemli örnekleri bilinen camiler gibi, hem ağaç direk ve tavanlı hem de kemer ve eyvanlara sahip sentez bir yapı olduğu

    kanaati ağır basmaktadır.

    XI. yüzyıl baĢlarından bir baĢka Gazneli camii olan ve

    Hilmend nehri kenarındaki ordugâh Ģehri LeĢker-i Bâzâr‘da bulunan Ulucami, Türk-Ġslâm cami mimarisi tarihi içinde çok önemli bir

    basamak teĢkil eden yapı olarak karĢımıza çıkmaktadır. GeniĢ saray

    manzumesinin dıĢ sur duvarına bitiĢik olarak meydana açılan durumu ile aslında bir ordugâh camii niteliğinde olan bu yapı, sur duvarındaki

    mihrap niĢi önünde iki sıra pâye üzerinde taĢınan tonoz-kubbe

    örtüsünden ibarettir. Bu özellikler yapının, kemerlerle avluya açılarak geniĢleyen cemaate hizmet edebilecek bir ordugâh camii Ģeklinde

    tasarlanmıĢ olduğunu gösterir. Ancak en önemli nokta, mihrap önünde

    kare planlı mekânın üstünün kubbe ile örtülmüĢ olmasıdır. Böylece

    enine geliĢen harim mekânında, mihrap önü kubbeli bir plan Ģeması ilk defa karĢımıza çıkmakta ve bu Anadolu Türk mimarisinde takip

    edilebilecek bir geliĢme çizgisinin baĢlangıcını teĢkil etmektedir.

    LeĢker-i Bâzâr kazıları sırasında temizlenerek aydınlatılmıĢ olan bu caminin Sultan Mahmud (998-1030) veya en geç I. Mesud (1030-

    1041) döneminde yapılmıĢ olduğu kabul edilir. Büyük Selçuklular‘la

    farklı bir konstrüksiyona kavuĢan mihrap önü kubbeli camiler Anadolu Selçukluları‘nda ve Mısır Türk Memlükleri‘nde de uygulanmıĢtır.

    Daha önce bazı sanat tarihçileri tarafından Sultan Mahmud ve

    oğlu I. Mesud‘a ait zafer kuleleri olduğu söylenen iki yapının, XX.

    yüzyılın ikinci yarısında Afganistan‘da kazı yapan Ġtalyan ve Fransız

  • 30

    heyetlerinin çalıĢmaları sonunda bitiĢiklerindeki camilere ait minareler

    olduğu anlaĢılmıĢtır. Gazne harabelerindeki ilk yapı, kitâbesinden III.

    Mesud‘a ait olduğu anlaĢılan XII. yüzyıl baĢlarından kalma bir minaredir. TaĢ kaide üstünde yıldız biçimi kesitli yani keskin yivli bu

    minarenin silindir Ģeklinde olan üst kısmı yıkılmıĢtır. ġerefelerin ahĢap

    olma ihtimali vardır. Tuğla gövdenin her tarafı eĢit karelere bölünmüĢ ve bunlar zengin tuğla süslemelerle dolgulanmıĢtır. Bunlarda yazı,

    bitki bezemeleri ve geometrik özellikteki değiĢik süslemeler yaygındır.

    Bunun daha basit bir tekrarı olan ikinci minare ise kitâbesine göre

    Behram ġah‘a (1117-1157) aittir. Bu minareler, keskin yivli geniĢ gövdeleriyle civardaki eserler üzerinde önemli bir etki yapmıĢ

    olmalıdır. Nitekim Delhi‘deki Kutub Minâr da aslında bir cami

    minaresi olarak Gazne-Hint Türk iliĢkilerinin bir devamı mahiyetinde ve aynı Ģekil özelliklerine sahip bir eser olarak değerlendirilmelidir.

    Medreseler Büyük Selçuklular zamanında teĢkilâtlanmıĢ

    Ģekliyle bilinirse de ilk medreseler XI. yüzyıl baĢlarında Gazne‘de

    kurulmuĢtur. Sultan Mahmud zamanında kurulduğu bilinen Beyhakıyye, Saîdiyye, Ebû Sa‗d el-Esterâbâdî ve Ebû Ġshak el-

    Ġsferâyînî adlarını taĢıyan dört medresenin mimari özellikleri hakkında

    bilgi yoktur. Yine Gazneliler‘in Tûs valisi Arslan Câzib tarafından Sengbest‘te yaptırılan külliyede bir medresenin varlığı biliniyorsa da

    1913 yıllarında mevcut olan bu kalıntıların çizilen krokisinden tam bir

    fikir sahibi olmak mümkün olmamaktadır. Yine de sonraki geliĢmeler dikkate alındığında ve Gazneliler‘in eyvanlı taht salonlarına sahip

    sarayları sivil mimarinin aynısı olarak kabul edildiğinde bunların

    eyvanlı iç avlulu ev-konak Ģemasını tekrarlamıĢ olduğu düĢünülebilir.

    Gazneli türbe mimarisinden de günümüze ulaĢan örnekler çok azdır. Bunların en tanınmıĢı, Arslan Câzib‘in yukarıda sözü edilen

    külliyesinde yer alan türbesidir. 1028 tarihli bu türbe kare planlı,

    tuğladan üstü kubbe ile örtülü büyük bir yapıdır. Duvarların iç yüzlerinde, kubbeye geçiĢ bölgesinde tuğlaların değiĢik dizilmesi

    yanında kalem iĢi kalıntıları da dikkati çeker. Belh‘te XI. yüzyılın ilk

    yarısına ait Baba Hatun Türbesi, yonca tromplu kubbesiyle Karahanlılar‘ın Arap Ata Türbesi‘ne (978) benzerlik gösteren diğer bir

    önemli yapıdır.

    Gazneliler‘in sarayları, Türk saray mimarisinin erken örnekleri

    arasında olup kazılarla oldukça aydınlatılmıĢ durumdadır. Güney

  • 31

    Afganistan‘da Büst Ģehrinin karĢı kıyısında, Hilmend nehri

    kenarındaki LeĢker-i Bâzâr Sarayı geniĢ bir araziye yayılmıĢ çeĢitli

    yapılardan meydana geliyordu. Sultan Mahmud dönemine tarihlenen güney kasrı, geniĢ bir avlu çevresinde uzunlamasına tasarlanmıĢ

    simetrik bir Ģemaya sahiptir. Dört eyvan Ģemasına bağlı avlunun

    kuzeyinde, giriĢinde mescidin de bulunduğu taht salonu vardır. Duvarların alt kısmında, Sultan Mahmud‘un hassa ordusunu

    canlandıran 1/3 profilden resmedilmiĢ belge niteliği taĢıyan tasvirler

    dikkati çeker. Temperra tekniğiyle yapılmıĢ olan figürlerin kaftanları,

    sarkıtlı kuĢakları ve gürzleri kıyafet tarihi açısından da önemlidir (ayrıca bk. DİA, IX, 439). Gazne Ģehrinde de 1112 yılından kalma III.

    Mesud‘un sarayı dört eyvan Ģemasına bağlı avlu etrafında, kuĢatma

    duvarları ve kubbeli taht salonu ile temeller hizasına kadar ortaya çıkarılmıĢtır. Burada avlu çevresini alt hizada uzun mermer bir

    süsleme kuĢağı çevreler. Mermer dizisinin üst hizasında ise uzun bir

    Farsça kitâbe kuĢağı dolanmaktadır.

    Gazneliler‘in Türk mimarisine önemli bir katkıları da kervansaray mimarisinde ortaya çıkar. 1019-1020 yıllarında Sultan

    Mahmud tarafından ġâhnâme yazarı Firdevsî‘nin hâtırasına MeĢhed

    yakınında ve Serahs yolu üzerinde bir kervansaray yaptırılmıĢtır. Ribât-ı Mâhî adıyla bilinen ve günümüzde harabe halinde olan bu

    muhteĢem tuğla yapının ayakta kalan ana kapısı tuğla süslemeler

    bakımından dikkat çekicidir. En önemli özelliği ise burada dört eyvanlı avlu etrafında tasarlanmıĢ olan yapının eyvan arkalarında kubbeli

    bölümlerin bulunmasıdır. Eser, tarihi bilinen en eski Türk kervansarayı

    olması yanında zor bağdaĢan kubbe-eyvan birleĢmesinin de bilinen ilk

    âbidevî örneği teĢkil etmesi bakımından üzerinde önemle durulan bir yapıdır. Nitekim daha sonra Büyük Selçuklular tarafından bu kubbe-

    eyvan birleĢmesi âbidevî Selçuklu camilerinde uygulama alanı

    bulacaktır. Erken dönemde Karahanlı-Gazneli ve Büyük Selçuklu mimarilerinin bağlantıları ve geliĢmenin kesintisiz devamını anlamak

    için Gazneli dönemi yapılarını sağlam bir değerlendirmeye tâbi tutmak

    gerekir. Gazneliler‘e ait mimari kalıntılarda ve kazılarda bulunan tek

    renkli sırla sırlanmıĢ, kabartma figürlerle bezenmiĢ tuğla levhalar,

    mimari süslemede yukarıda sözü edilen temperra tekniğinde resimler,

  • 32

    kalem iĢleri, mermer yanında sırlı tuğla-çini malzemenin de

    kullanılmıĢ olduğunu göstermektedir.

    Gazneliler‟in Sultan Mahmûd‟un Vefâtından Sonraki

    Ahvâli Sultan Mahmûd‘un oğlu Mesud, özellikle Hindistan bölgesine

    sefer düzenleme konusunda özverili biriydi; fakat Selçuklularla olan mücadelede baĢarı gösteremeyince saltanatında kayda değer bir

    geliĢme yaĢanmadı. 1040 Dandanakan muharebesi sonucunda Sultan

    Mesud‘un vefatıyla daha da zayıflayan Gazneliler‘in ondan sonraki

    hükümdarı, 1041‘de tahta çıkan, Sultan Mesud‘un oğlu Mevdûd oldu. O da Hindistan üzerine yoğunlaĢtı ve bölgede Gazneliler‘in

    hâkimiyetini yeniden tesis etti. Selçuklularla olan mücadelelerden

    baĢarılı çıkmayı o da baĢaramayınca, saltanâtı uzun sürmeden sona erdi.

    Mevdûd‘un ardından tahta sırasıyla Tuğrul, Ferruhzâd ve

    Ġbrahim geçti. Ġbrahim baĢta kaldığı dönemde ciddî baĢarılar gösterdi

    ve Gazneliler‘i parlak devrine geri döndürme açısından mühim hamlelerde bulundu. Gur bölgesini ele geçirmesi büyük bir icraat

    olarak tarihe geçti ve aynı zamanda sikkelerde sultan unvanına yer

    veren, Gazneliler‘in ilk sultânı oldu. Ġbrahim‘in 1099‘daki vefâtının ardından yerine III. Mesud

    geçti. Onun ardından ġirzâd ve ondan sonra Behram ġâh, Gaznelilere

    hükümdar oldu. Behram ġâh‘ın vefâtının ardından da oğlu Hüsrev ġâh baĢa geçti. Hüsrev ġâh‘tan sonra tahta çıkan oğlu Hüsrev Melik

    Gazneliler‘in son hükümdarı olurken, Ġslâm medeniyetine önemli

    katkılarda bulunmuĢ olan bu büyük devlet de tarih sahnesinden

    tamamen çekilmiĢ oldu.

    GAZNELĠ HÜKÜMDARLARI Alp Tegin 352 (963)

    Ebû Ġshak Ġbrâhim b. Alp Tegin 352 (963) Bilge Tegin 355 (966)

    Böri (Pîrî) Tegin 364 (975)

    Sebük Tegin 366 (977) Ġsmâil 387 (997)

    Mahmud 388 (998)

    Muhammed (birinci hükümdarlığı) 421 (1030)

    I. Mesud 421 (1030)

  • 33

    Muhammed (ikinci hükümdarlığı) 432 (1041)

    Mevdûd 432 (1041)

    II. Mesud 440 (1049) Ali 440 (1049)

    AbdürreĢîd 440 (1049)

    Ferruhzâd 443 (1052) Ġbrâhim 451 (1059)

    III. Mesud 492 (1099)

    ġîrzâd 508 (1115)

    ArslanĢah 509 (1116) Behram ġah 511 (1117)

    Hüsrev ġah (önce Gazne ve Hindistan‘da, sonra sadece

    Hindistan‘da) 552 (1157) Hüsrev Melik (Hindistan‘da) 555-582 (1160-1186) BĠBLĠYOGRAFYA Târîḫ-i Sîstân (nĢr. Bahâr), Tahran, ts., s. 346, 350-358, 362-363,

    367-369.Beyhakī, Târîḫ-i Beyhaḳī (nĢr. Ganî-Feyyâz), Tahran 1324

    hĢ.Utbî, Târîḫ-i Yemînî (trc. Cerbâzekānî, nĢr. Ca„fer ġuâr), Tahran 1345

    hĢ.Gerdîzî, Zeynü‟l-aḫbâr (nĢr. Abdülhay Habîbî), Tahran 1347 hĢ., s. 160-

    206.Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen), s. 56-57, 60-62, 81-82, 84-86, 90,

    105, 108-109, 127, 135, 150, 193-195, 200-202, 207, 219-221, 226, 272-273,

    276-277.Beyhakī, Târîḫ (Behmenyâr), s. 70-71.Râvendî, Râhatü‟s-

    sudûr (AteĢ), I, 86-88, 91, 93-95, 98-101, 164.Ahbârü‟d-devleti‟s-

    Selcûkıyye (Lugal), s. 2-12, 18-20, 40.Ġbnü‟l-Esîr, el-Kâmil, IX-X,

    tür.yer.; a.e. (trc. Abdülkerim Özaydın), Ġstanbul 1987, IX-X,

    tür.yer.Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Nevâî), s. 389-402.ReĢîdüddin, Câmiʿu‟t-

    tevârîḫ (nĢr. Ahmed AteĢ), Ankara 1957.ġebânkâreyî, Mecmaʿu‟l-

    ensâb (nĢr. Mîr HâĢim-i Muhaddis), Tahran 1363 hĢ., s. 29-

    88.Mîrhând, Ravżatü‟ṣ-ṣafâʾ s. 88-141.Abdülhay Habîbî, PeĢtû ve Lûyekân-

    ı Ġazne, Kâbil 1341.Zambaur, Manuel, s. 282-283.Muhammed b.

    Abdülcebbâr el-Utbî, Târîḫ-i Yemînî (trc. Cerbâzekānî, nĢr. Ca„fer ġuâr),

    Tahran 1345 hĢ., bk. Ġndeks.; Gerdîzî, Zeynü‟l-aḫbâr (nĢr. Abdülhay

    Habîbî), Tahran 1347 hĢ., s. 98, 100, 166, 171-194; Târîḫ-i Sîstân (nĢr.

    Bahâr), Tahran, ts., bk. Ġndeks; Bîrûnî, Taḥḳīḳu mâ li‟l-Hind (nĢr. C. E.

    Sachau), Haydarâbâd 1377/1958, s. 342; Muhammed b. Hüseyin el-

    Beyhakī, Târîḫ (nĢr. Kāsım Ganî - Ali Ekber Feyyâz), Tahran 1324 hĢ., bk.

    Ġndeks.; Nizâmülmülk, Siyâsetnâme (Köymen), bk. Ġndeks; Mücmelü‟t-

    tevârîḫ ve‟l-ḳıṣaṣ (nĢr. Muhammed Ramazânî), Tahran 1318 hĢ., s. 19-20,

    382, 387-388, 397-398, 402-406, 463; Beyhakī, Târîḫ (Behmenyâr), s. 70,

  • 34

    121; Ġbnü‟l-Esîr, el-Kâmil, bk. Ġndeks; Cûzcânî, Ṭabaḳāt-ı Nâṣırî (nĢr.

    Abdülhay Habîbî), Kandehar 1328 hĢ., bk. Ġndeks; ġebânkâreyî,

    Mecmaʿu‟l-ensâb (nĢr. Mîr HâĢim-i Muhaddis), Tahran 1363 hĢ., bk.

    Ġndeks; Müstevfî, Târîḫ-i Güzîde (Nevâî), s. 385, 390-391; Gaffârî,

    Cihânârâ (nĢr. Müctebâ Mînovî), Tahran 1342 hĢ., s. 101-102; Muhammed

    Nazım, The Life and Times of Sultān Mahmūd of Ghazna, Cambridge

    1931; D. Sourdel, Inventaire des monnaies musulmanes anciennes du

    Musee Caboul, Damas 1953, s. 28-52; C. E. Bosworth, The Ghaznavids:

    Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran: 994-1040, Edinburgh 1963,

    bk. Ġndeks; a.mlf., The Later Ghaznavids: Splendour and Decay: 1040-

    1186, Edinburgh 1977, s. 136-138, 147-148; a.mlf., “Maḥmūd b.

    Sebüktigin”, EI2 (Ġng.), VI, 65-66; Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler)

    Tarihleri, Boy TeĢkilâtı, Destanları, Ankara 1972, s. 57, 65-71, 75; V. V.

    Barthold, Moğol Ġstilâsına Kadar Türkistan (haz. Hakkı Dursun Yıldız),

    Ġstanbul 1981, bk. Ġndeks; Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Ankara

    1987, I, bk. Ġndeks; Erdoğan Merçil, Gazneli Mahmûd, Ankara 1987;

    a.mlf., “Gazneliler‟in Hindistan Siyaseti”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu‟na

    Armağan, Ġstanbul 1991, s. 547-561; M. Hanefi Palabıyık, Valilikten

    Ġmparatorluğa Gazneliler Devlet ve Saray TeĢkilatı, Ankara 2002, bk.

    Ġndeks; A. Y. Yakubovsky, “Gazneli Mahmut, Gazne Devletinin MenĢei ve

    Karakteri Meselesine Dair” (trc. A. Caferoğlu), Ülkü, XII/72, Ankara 1939,

    s. 505-511; XIII/73 (1939), s. 49-57; XIII/76 (1939), s. 321-333; Ahmet

    AteĢ, “ġehnâme‟nin YazılıĢ Tarihi ve Firdevsî‟nin Sultan Mahmud‟a

    Yazdığı Hicviye Meselesi Hakkında”, TTK Belleten, XVIII/70 (1954), s.

    159-168; Ġbrahim Kafesoğlu, “Mahmûd-ı Gaznevî”, ĠA, VII, 173-183; B.

    Spuler, “G̲h̲aznavīds”, EI2 (Ġng.), II, 1050-1053.Büyük Selçuklu

    Ġmparatorluğu Tarihi, Ankara 1979, I, tür.yer.; II (1984), s. 306-310, 360-

    373.Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy TeĢkilâtı,

    Destanları, Ankara 1972, s. 67-91.Bayur, Hindistan Tarihi, I, 127-

    246.Abdülkerim Özaydın, Sultan Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi

    (498-511/1105-1118), Ankara 1990, s. 140-144.Hasan-ı Enverî, lṣṭılâḥât-ı

    Dîvânî Devre-i Ġaznevî ve Selcûḳī, Tahran 2535. “Dîvân-ı Ġstifâ der

    Ḥükûmet-i Ġazneviyyân ve Selcûḳıyyân ve Berhây-ı Iṣṭılâḥât-ı Merbut be-

    ân”, Berresîhâ-yı Târîḫî, VIII/6, Tahran 1974, s. 29-50.Abdülmün„im en-

    Nemr, Târîḫu‟l-Ġslâm fi‟l-Hind, Beyrut 1401/1981, s. 111-133.A. Y.

    Yakubovsky, “Gazneli Mahmut, Gazne Devletinin MenĢei ve Karakteri

    Meselesine Dair” (trc. A. Caferoğlu), Ülkü Halkevleri Dergisi, XII/72,

    Ankara 1939, s. 505-513; XIII/73 (1939), s. 49-57; XIII/75 (1939), s. 241-

    246; XIII/76 (1939), s. 321-333.M. Halil Yinanç, “Çağrı Bey”, ĠA, III, 324-

    327.Günay Tümer, “Bîrûnî”, DĠA, VI, 207-208.

  • 35

    EBU‟L-HASAN HARAKANĠ(K.S)

    (D.H.352.M.963-V. H.425/M.1033)

    Tarih sayfalarına isimleri altın harflerle yazılan gönül

    sultanlarından birisi de Peygamber (s.a.v)Efendimizin soyundan gelen

    Mücahit, mutasavvıf, âlim, veli Ebu‘l Hasan Harakani(k.s) Hazretleridir.

    Bin yıl önce Kars‘a gelip Anadolu‘da fütüvvet ahlakını

    yaĢayan ve yayan Harakanî ve onun yetiĢtirdikleri alperen, derviĢ ve gazileri büyük medeniyetimize öncülük etmiĢler ve Anadolu‘nun bize

    vatan olmasını sağlamıĢlardır. Peygamber (s.a.v)Efendimizin yolundan

    sünnetinden taviz vermeden nefsini mücadele ve mücahede ederek, Ġslam‘ı Ģuurlu bir mümin ve Müslüman olarak yaĢamıĢ, gayri

    Müslimlere bile örnek olmuĢ, ibadet, tefekkür ve güzel ahlakın

    zirvelerinde bir hayat yaĢamıĢ, haçlı Bizanslılarla savaĢırken Ģehadet

    Ģerbetini içmiĢ bir yiğit. Ülkemizin doğusunda bulunan 1064 yılında Anadolu‘da

    fethedilen ilk Ģehir Anı ve Kars Ģehridir. Bu kent aynı zamanda

    Müslüman Türklerin Anadolu‘ya ilk giriĢ kapısı olmuĢtur. Kafkasya‘nın incisi olan Kars ġehri pek çok maneviyat önderini ve

    Ģehidini de derununda barındırır. Burada bulunan Ebu‘l -Hasan

    Harakanî Külliyesi ve çevresindeki tarihi eserler Kars‘ın manevi tapusudur.

  • 36

    Horasan‘dan hicret edip Kars‘a gelen, sadece

    Peygamberimizin(s.a.v) izini takip ederek insanlığa iyiliği tavsiye edip

    kötülükten men edenlerden biri. Harakanî Hazretleri beraberinde birçok ehlibeyt ve seyyidleri

    de getirerek Kafkasya, Karadeniz, Anadolu‘nun içlerine kadar

    yerleĢtirmiĢ, Ġslam‘ı yaĢayarak güzel örnek olmuĢ, fütüvvet hizmetleri yürütmüĢler, bu açıdan Kars bir tasavvuf ve maneviyat merkezi

    olmuĢtur.

    Sevgili Peygamberimiz(s.a.v)den gelen hafi ve cehri tarik

    kolları Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ali (r.a) Efendilerimize ulaĢmaktadır. Bu silsilenin ikisi de 6. Ġmam, Ġmam Cafer-i Sadık(r.a) Hz.lerinde

    birleĢmektedir. Cafer-i Sadık(r.a)Hazretlerinden sonra Beyazid-i

    Bestami(k.s)‘ye ve ondan da Ebul -Hasan Harakanî(k.s)‘ye gelip ulaĢmaktadır. Böylece Harakanî(k.s)Hazretleri Silsile-i Aliyelerin

    Altıncı Piri olup, tasavvuf ilminin dünyaya yayılmasında bir merkez

    olmuĢtur.

    Allah‘ın Resulü mübarek hadislerinde buyurdukları gibi; “Size

    iki Ģey bırakıyorum; Allah‟ın kitabı Kur‟an ve benim ehli beytimdir.”

    “Size iki Emanet bırakıyorum bunları muhafaza ettikçe

    yolunuzu ĢaĢırmaz dalalete düĢmezsiniz; Birisi Allah‟ın Kitabı

    Kur‟an, hükmü kıyamete kadar baki, Diğeri benim

    Sünnetimdir.”(Ġ.Malik, Muvatta. K.Sitte) Kur‘an ve maneviyat ilmi ehli beytin kalplerinden insanların

    kalplerine ulaĢmaktadır. Harakanî (k.s)Hazretleri de Üveyesidir.

    Anadolu‘nun Ġslam‘la müĢerref olması için hem manevi yönden hem

    de kılıcıyla mücadele etmiĢ, bu uğurda Ģehit düĢmüĢtür. YetiĢtirdiği

    insan-ı kâmillerle Anadolu‘nun manevi fütuhatını yapmıĢ olan Harakanî‘yi, birçok büyük sûfi, edip, ilim adamı ve devlet ricali ziyaret

    etmiĢ, bunlardan bir kısmı da kendisine mürit olmuĢtur. Dînine ve

    ibadetlerine düĢkünlüğü, nefsiyle mücâhedesi ve dâimî zikir ve murâkabe hâlinde bulunması sebebiyle, kendisine ―ġeyhü‘l-Asr‖, yani

    ―Asrının ġeyhi‖ denilmiĢ. Pek çok kerâmetleri ve hâlleri müĢâhede

    edilimiĢti.( Zehebî, Siyer, XVII, 421.) II. Asır‘dan itibaren hem Ġslâm dünyasında, Ġslâm‘ın

    yaĢanması ve yaĢatılması, hem de gayr-i Müslim diyarlara

    ulaĢtırılmasında Peygamber(s.a.v)Efendimizin; ―üsve-i hasene/model

    insan‖ Ebu‘l-Hasan Harakânî, iĢte bu zümreden. Peygamber vârisi

  • 37

    sıfatıyla insanlığa örnek olmuĢ, sözleri, tavır ve davranıĢları, eser ve

    tesirleriyle ölümsüzlük kervanına katılmıĢtır. Ebu‘l-Hasan Harakânî,

    Anadolunun ĠslamlaĢmasında son derece önemli etkisi bulunan tasavvuf ekolünün ilk devir temsilcilerinden bir gönül eridir.

    Ġnsan ile Ġslâm arasındaki tebliğe âid engelleri kaldıracak

    vasatlar hazırlamayı gündemine almıĢ ve bu ortamın hazırlığı görevini

    Ġslâm muhîtinde leĢker-i gazâ denilen mücâhidlerle leĢker-i duâ

    denilen gönül erleri üstlenmiĢtir. Bizdeki ―alperenlik‖ ise hem gazâ,

    hem de duâ fonksiyonlarını üstlenen gönül erleri için kullanılan bir

    tabirdir. Doğumu: Horasan bölgesinin batısında Bistama bağlı

    Harakan'da hicri 352.M.963 yılındadünyaya geldi.Adı Ali Bin Cafer,

    künyesi de Ebul Hasan‟dır. Babası; Cafer. Nisbesi Mu‗cemü‘l-büldân müellifi Yakut el-Hamevî‘nin ifadesine göre el-Harakânî‟dir,

    Ümmi olup Bayezıd-ı Bistami(k.s) Hazretleri'nin ruhaniyeti ile feyz

    alarak Üveysi tarikle yetiĢmiĢ hem zamana hem de kendisinden

    sonraki dönemlere damgasını vurmuĢtur.

    Hilyesi: Uzunca boylu, kumral tenli, geniĢçe alınlı, gökçek

    yüzlü, irice gözlü, açık ve tok sözlü idi. Sûreti itibariyle Hz.

    Ömeru‟l-Fâruk (r.a)‟a benzerdi. Ġlim ve irfanı sebebiyle, “zamanın

    kutbu ve gavsi” ünvanlarıyla anılan bir gönül sultanıydı. Ġlim Tahsili: Çocuk yaĢından baĢlayarak ilim tahsili yapan

    Harakâni kısa zamanda bütün akranlarının önüne geçerek büyük bir âlim olmuĢtur. Tasavvuf ve hakikat piri olan Ebu‘l Hasan Harakâni‘ye

    Allah celle celaluhu tarafından vehbi ilim verilmiĢtir.

    Hz.Mevlana(k.s)‘nın da mesnevisinde belirttiği gibi ―Din Ģeyhi‖

    Harakâni açık kerametleri, yüksek menkıbeleri ve yüce hallere sahip bir insanı kâmil idi.Yine Mevlânâ birçok sohbetinde 'Bizim

    söylediklerimiz Ebu'l Hasan Harakani'den aldıklarımızdan baĢka bir

    Ģey değildir.' diye belirtiyor. Bayezıd-i Bistami(k.s) Hazretleri'nden 91 yıl sonra dünyaya

    gelmiĢ, geleceğinin müjdesini de Beyazidi Veli(k.s)keramet

    buyurmuĢtur. Bayezıd-i Bistami'nin (k.s) Dihistan'da Ģehitlerin bulunduğu kum tepeyi her yıl ziyarete gittiği ve Harakan'dan geçerken

    de durup havayı kokladığı, koku almadıklarını söyleyen müritlerine

    'buradan öyle bir er gelecek ki benden üç derece önde olacak bu

    kiĢinin adı Ali künyesi Ebul Hasan'dır' ,diye haber verdiği,

  • 38

    ġathiyeleriyle tanınan mutasavvıf. Asrının ġeyhi, veli, âlim, Ģehit bir

    H