İstanbul Ünİversİtesİcdn.istanbul.edu.tr/filehandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: bir...
TRANSCRIPT
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ
Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde
kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının
içeriğinden yazarları sorumludur.
2 / 27
BÖLÜM: ORTAK DERS
DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR
EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2015-2016
DERSİN ADI: TÜRK DİLİ II
DERS NOTU YAZARININ
ADI-SOYADI: PROF. DR. MUSTAFA ÖZKAN
CANLI DERS ÖĞRETİM
ELEMANIN ADI-SOYADI:
3 / 27
2. HAFTA
DERS NOTU
4 / 27
İÇİNDEKİLER
1. SÖZCÜKTE ANLAM ÇEŞİTLERİ
1.1. Sözcük ve Anlam
1.2. Temel Anlam
1.3. Yan Anlam
1.4. Mecaz Anlam (Aktarma Anlam)
1.5. Terim Anlamı
1.6. Deyimleşme
2. ANLAM İLİŞKİLERİNE GÖRE SÖZCÜKLER
2.1. Çok Anlamlı Sözcükler
2.2. Eş Anlamlı Sözcükler
2.3. Zıt (Karşıt) Anlamlı Sözcükler
2.4. Eş Sesli Sözcükler
3. ANLAM DEĞİŞMELERİ
3.1. Anlam Daralması
3.2. Anlam Genişlemesi
3.3. Genelleşme
3.4. Anlam İyileşmesi
3.5. Anlam Kötüleşmesi
5 / 27
1. SÖZCÜKTE ANLAM ÇEŞİTLERİ
1.1. Sözcük ve Anlam
Sözcüklerin belli bir ortamda, belli bir konu içinde zihnimizde uyandırdıkları
kavram, anlam olarak nitelendirilmektedir.
Başlangıçta bir nesne, bir olay, bir hareket için bir sözcük kullanılmıştır. Ancak,
zaman içinde kullanım alanlarına, kullanıldığı yere ve diğer göstergelerle ilişkilerine göre,
göstergelerin çeşitli kullanılışları, yeni anlamları, ortaya çıkabilir. Örnek olarak baş sözcüğü
başlangıçta vücudun üst veya önünde bulunan bölümünü ifade etmek üzere kullanılmış,
zamanla onunla benzerliği, ilişkisi, yakınlığı bulunan başka kavramları da karşılar duruma
gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); başlangıç (hafta başı); bir şeyin uçlarından
biri (köprünün iki başı); bir şeyin yakını veya çevresi (mangal başı, ocak başı) vb. gibi. Ancak
bir sözcük değişik bağlam içinde farklı kavramları yansıtsa da, ilk kullanım alanına çıktığında
sahip olduğu bir temel anlamı vardır.
1.2. Temel Anlam
Tek tek sözcüklerden yola çıkarak meselâ bir köpek, bir ağaç, bir çiçek göstergelerini
ele alalım. Bunlar söylendiğinde veya yazılı olarak önümüze geldiğinde, zihnimizde bir
tasarım, bir görüntü oluştururlar. İşte zihnimizde beliren bu tasarıma temel anlam (ilk
anlam) denir. Bu temel anlam, sözcüğün göndergesel anlamıdır. Bunları dinleyen veya
okuyan kimseye ilk olarak bu temel anlamı aktarırlar. Ancak benzetme, aktarma vb. anlam
olaylarıyla sözcük yeni anlamlar kazanıp çok anlamlı hâle gelebilir.
1.3. Yan Anlam
Diller zaman içinde, toplum yaşamıyla ilgili olarak bazı değişmelere uğrarlar. Bu
sırada göstergelerin anlamlarında da değişmeler ve gelişmeler olabilir. Göstergeler
(sözcükler) kullanım alanlarına ve öteki sözcüklerle ilişkilerine göre farklı anlamlar
kazanabilirler. O zaman gösterge birden çok anlamı yansıtır duruma gelir. Örneğin göz
sözcüğünün temel anlamı “görme organı”dır. Bu temel anlamla ilişkili olarak “”delik, çukur,
boşluk (iğnenin gözü)”, “çekmece (masanın gözü)”, bölüm (iki gözlü bir ev)”, “kaynak (
Sıcaklardan suyun gözü kurumuş), “yakınlık, sevgi, ilgi (göze girmek)” gibi anlamlar
kazanmıştır. Sözlükte çok kullanılan fiillere bir göz atacak olursak bunların da pek çok yeni
anlam kazandıklarını görürüz. Örneğin gelmek fiilini ele alacak olursak “bir yere hareket
etmek, gitmek, varmak” temel anlamının yanında “geri dönmek (Dışarıya git; ama çabuk
6 / 27
gel)”, “girmek, başlamak (Bahar geldi)”, “isabet etmek (Attığı taş gözüme geldi)”,
“dayanmak, tahammül etmek (Bu at yüke gelir mi?)”, “etki etmek (Deniz havası sağlığa iyi
gelir)”, “akmak (Burnumdan kan geliyor)”… gibi pek çok yeni anlamlar kazandığını görürüz.
İşte sözcüğün temel anlamı yanı sıra kazanmış olduğu ve yansıttığı anlamlara yan anlam
denir.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler
(Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları)
Yukarıdaki mısralarda geçen “acı”, “ateş”, “etek”, “zincirlenmek”, “inlemek” gibi
sözcükler temel anlamlarında kullanılmamıştır. Onlara ilk anlamlarıyla ilişkili başka anlamlar
yüklenmiştir. Acı “dokunaklı, üzücü”, ateş “ıstırap, elem”, etek “dağın alt kısmı”,
zincirlenmek “ zincir halkaları gibi sıralanmak”, inlemek ise “iniltiye benzer ses çıkarmak”
anlamlarını yansıtmaktadır. Bu anlamlar sözcüklerin yan anlamlarıdır. Bunlara karşılık
“hava”, “ılık”, “gök”, “toprak”, “ağaç”, “dağ”, gibi sözcükler ise akla gelen ilk anlamlarında
kullanılmıştır.
Yan anlam, sözcüğün kullanıldığı metne, sosyal ve fizik şartlarına, yani dış
durumlara, konuşanların ait oldukları sosyal gruba, bunların ruh hâllerine vb. bağlıdır. Bu
bakımdan yan anlamlar yaştan yaşa, kişiden kişiye göre değişebilir. Ayrıca yan anlamın
oluşmasında tarihsel, toplumsal gelişmeler ve bireysel özellikler de önemli rol oynar.
1.4. Mecaz Anlam (Aktarma Anlam)
Mecaz, sözcüğün temel anlamı dışında kullanılmasıdır. Bununla birlikte mecazda
sözcüğün temel anlamıyla mecaz anlamı arasında bir ilişki bulunur. Bu ilişki kimi zaman
benzerlik ilişkisidir, kimi zaman da benzerlik dışı, örneğin sebep-sonuç vb. ilişki olabilir.
Yani mecaz bir sözcükteki kavramın benzerlik veya benzerlik dışı bir ilişkiyle başka kavrama
aktarılmasıdır.
7 / 27
Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık
Boşanan bir seldi avuçlarından.
Bir masal meyvesi gibi paylaştık
Mehtabı, kırılmış dal uçlarından
(Yahya Kemal Beyatlı, Hatırlama)
Şiirdeki “sel” sözcüğünü ele alalım. “Sel” denilince “önüne ne gelirse alıp götüren
taşkın su aklımıza gelir. Ama şair burada sel sözcüğünü bu anlamda kullanmamıştır.
Yaşanmış bir olayın kendinde uyandırdığı duyguları daha derin ve etkili yansıtabilmek için
“sel”e benzeterek “coşkun gözyaşlarını” anlatmak istemiştir.
Mecazlar duygu ve düşünceleri daha güzel ve çarpıcı bir biçimde yansıttıkları gibi,
sözcüklere de derin ve farklı anlamlar kazandırırlar. Bu mecazî anlamlar zamanla kalıplaşıp
yerleşerek günlük dile de mal olurlar. Edebi sanatlar sözcüklerin bu mecaz anlamlarından
ortaya çıkar.
Eğer sözcüğün gerçek anlamıyla mecaz anlamı arasında benzerlik ilişkisi varsa buna
iğretileme ( istiare, metafor, deyim aktarması) adı verilir. İğretilemenin temeli benzetmeye
dayanır.
Benzetme
Benzetme, aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki şeyden nitelikçe zayıf
olanı, daha üstün olana benzetmektir. Benzetmede dört temel öge bulunur: benzeyen,
kendisine benzetilen, benzetme yönü, benzetme edatı. “Başaklar altın gibi sarıdır” örneğinde
başaklar :benzeyen (asıl öge)
altın :kendisine benzetilen (asıl öge)
sarı :benzetme yönü (yardımcı öge)
gibi :benzetme edatı (yardımcı öge)
“Tilki gibi kurnaz adam”
tilki : kendisine benzetilen
gibi : benzetme edatı
kurnaz : benzetme yönü
adam : benzeyen
8 / 27
Bu benzetmede, kurnazlık yönünden zayıf olan adam, kurnazlık yönünden güçlü olan
tilkiye benzetilmiştir. Yani kurnazlık iki kavram arasındaki benzerlik yönünü belirlemektedir.
Cümlede iki kavram arasındaki ilişki ise gibi edatıyla sağlanmaktadır.
Her benzetmede bu dört öge bir arada bulunmayabilir. Bazı kullanılışlarda benzetme
ögelerinden biri, ikisi hatta üçü söylenmemiş olabilir.
Bir kısım benzetmelerde benzetme yönü ve benzetme edatı bulunmaz. Benzetme
yalnızca benzeyen ve kendisine benzetilen ile yapılır. “altın başak” örneğinde olduğu gibi.
Burada benzetme yönü olan “sarı” ve benzetme edatı olan “gibi” söylenmemiştir. Böyle
benzetmelere güzel benzetme (teşbih-i beliğ) adı verilir.
Aşk bir şem’-i ilâhîdir, benim pervânesi
Şevk bir zincîrdir, gönlüm onun dîvânesi
(Hayâlî)
(Aşk, ilâhî bir mumdur, ben de onun pervanesiyim. Arzu bir zincirdir, gönlüm de
onunla bağlanmış bir divanedir.)
Yukarıdaki beyitte aşk bir muma benzetilmiştir, fakat benzetme yönü olan
“yakıcılık” ile benzetme edatı “gibi” söylenmemiştir. Aynı biçimde arzu, bir zincire
benzetilmiş, fakat benzetme yönü olan “bağlayıcılık” ile benzetme edatı “gibi”
söylenmemiştir.
İğretileme (istiare, deyim aktarması)
İğretileme benzetmenin iki temel ögesi olan benzeyen ve kendisine benzetilenden
yalnızca birinin söylenmesi ile yapılan benzetmedir. Eğer benzetmenin yalnızca kendisine
benzetilen ögesi kullanılıyorsa buna açık istiare denir.
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm hayli cihanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
(Aşık Veysel)
Yukarıdaki şiirde dünya “iki kapılı bir han”a benzetilmiş, ancak benzeyen öge olan
dünya söylenmemiştir.
Eğer benzetmenin yalnızca benzeyen ögesi kullanılıyorsa buna da kapalı istiare
denir.
9 / 27
Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller
(Ahmet Haşim)
Burada da güller kanayan bir yaraya benzetilmiş, ama kendisine benzetilen “yara”
söylenmemiş, yalnızca benzeyen öge “güller” söylenmiştir.
Yapraktan saçını yerlere yaymış
Sonbahar ağlıyor ayaklarında
(Necip Fazıl Kısakürek)
Burada ise sonbahar ağlayan bir insana benzetilmiştir. Kişileştirme sanatı içerisinde
her zaman kapalı istiare bulunur.
Bir de istiarenin şiirin tamamına yayılmış olan biçimi vardır; buna da yaygın
(temsilî) istiare denir. Temsili istiare benzetmenin temel ögelerinden (benzeyen, kendisine
benzetilen) birisi ile ve birden çok benzerlik sıralanarak yapılır. Ahmet Haşim’in “Merdiven”
şiiri, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiiri, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “At” şiiri yaygın
istiarenin güzel örnekleri arasında yer alırlar.
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu;
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.
(Yahya Kemal Beyatlı)
Şiire ilk baktığımızda limandan kalkan bir gemiden söz edildiğini anlıyoruz.
Limandan bir gemi kalkıyor; etraf sakin, rıhtımda kalanlar ise üzüntülüdür. Ayrıca rıhtımdan
10 / 27
bu gemi sık sık kalkmaktadır. Ne var ki bu gemiyle gidenlerin hiçbiri geri dönmüyor; demek
ki gittikleri yerden memnundurlar.
Şiirin bütününe baktığımızda gemi, rıhtım, liman, yolcu gibi sözcüklerin yalnızca
gerçek nesnelere değil, daha başka şeylere de gönderme yaptığını anlıyoruz. Örneğin “liman”
bilinen herhangi bir liman (Mersin limanı, İskenderun limanı, İstanbul limanı) olmadığı gibi,
geminin demir aldığı rıhtım da belli bir rıhtım değildir Zamandan demir almak günü
gelmiştir. Ayrıca yolcuları uğurlarken hiçbir el kol hareketi de yapılmaz. Oysaki gerçek
hayatta yolcuları uğurlarken el, kol, mendil vs. sallanır. Rıhtımda kalanlar bu ayrılıktan
hüzünlüdür; ama bu basit bir hüzün değil bir matemdir. Çünkü gidenler geri
dönmeyeceklerdir. Bütün bu durumlara bakınca şairin gerçekten limandan kalkan bir gemiyi
değil, ölümü anlattığını anlıyoruz.
Şair bilinen sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek “ölüm” kavramını şiirin bütünü
içerisinde okuyucuya vermek istemiştir.
Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması)
Sözcüğün gerçek anlamı ile mecaz anlamı arasında benzerlik dışı bir ilişki
bulunuyorsa buna mecaz-ı mürsel denir. Mecaz-ı mürsel, aralarında parça-bütün, sebep-
sonuç, özel-genel, tür-örnek, kapsanan-kapsayan gibi ilişkilere dayanan bir söz sanatıdır.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl
(Mehmet Akif)
İstiklâl Marşı’ndan alınan yukarıdaki dizelerde bayrağa seslenilmekte, onunla
konuşulmaktadır. Ancak bayrak kavramı /b.a.y.r.a.k/ ses birleşeni ile değil, /h.i.l.a.l/ ses
birleşeni ile ifade edilmektedir. Burada parça-bütün ilişkisi söz konusudur. Hilal bayrağın bir
parçasıdır; fakat burada bayrağın bütününe ad olmuştur.
“O elli bahar gördü.” cümlesinde de parça -bütün ilişkisine dayalı bir mecaz söz
konusudur. Burada “bahar” sözcüğü “yıl” anlamında kullanılmıştır.
“Bütün şehir uyuyordu.” örneğinde ise şehirde bulunan insanların uykuda olduğu
belirtilmektedir. Burada bütün kullanılarak parça kastedilmektedir. “Türkiye Lübnan’a asker
gönderilmesine karar verdi” derken, “Türkiye hükümeti Lübnan’a asker gönderilmesine karar
verdi.” denilmek istenmiştir.
11 / 27
1.5. Terim Anlamı
Günlük konuşma dili, evde, sokakta, çarşıda, alışverişte, günlük ihtiyaçlarımızı
karşılamaya yönelik pratik olarak kullandığımız dildir. Günlük konuşma dili, canlı ve
hareketli olmakla birlikte, sözcük sayısı bakımından sınırlı, cümle yapısı bakımından da
basittir. Bilimde, sanatta, felsefede kullanılan dil günlük dilden farklıdır.
Çeşitli bilim ve fen kollarında, türlü mesleklerde kullanılan dile bilim dili denir.
Bilim dili ortak dilden bazı sözcükler almış olabilir, ama sözcük kadrosu ve onlara verilen
anlam bakımından çok farklıdır. Tıp, hukuk, kimya, matematik, tarih, coğrafya vb. her bilim
dalının kendine özgü kelimelerden oluşan bir dili vardır. İşte her bilim dalının kendine özgü
kelimelerine terim adı verilir.
Terimler genel olarak tek anlamlı sözcüklerdir. Çünkü bunların anlamları ait
oldukları bilim dalınca sınırlandırılmıştır. Bu bakımdan terimlerin anlamları cümlede
kullanılışlarına göre değişmediği gibi, kişiden kişiye de değişmez.
Bilim dilinin ve terimlerin günlük konuşma ve ortak dilden farkını daha yakından
görmek için aşağıdaki metinleri karşılaştıralım. Metinlerden birincisi tıp ile, ikincisi ise hukuk
ile ilgilidir.
“Tek başına depresif bozukluklar var olmasına rağmen komorbidite ayrı bir
sorundur. İngiltere’de yapılan çalışmalarda adolesanların %1.3’ünde depresyon ve
anksiyetenin beraber bulunduğu gösterilmiştir. Davranış Bozukluğu olan vakaların yaklaşık
üçte birinde klinik olarak belirgin Depresyon vardır; okul fobisi olarak tanı koyulan ve
özellikle okula gitme sırasında çeşitli psikosomatik belirtilerle kendini gösteren ayrılık
anksiyetesi bozukluğu çoğunlukla depresyonla birliktedir; sosyal fobileri ve aşırı endişeleri
olanların da bir kısmında depresyon söz konusudur.”
Prof. Dr. Aysel Ekşi
“Hukuken korunan menfaatlerin çeşitli olması, çeşitli hakların varlığını gösterir.
Haklar, konularına ve sahibine sağladığı yetkiye göre çeşitli adlarla anılarlar. Mesela
şahsiyet hakkı, mülkiyet hakkı, intifa hakkı, alacak hakkı, şuf’a hakkı, velayet hakkı gibi.
Hak sahibi, hukeken menfaati korunan varlıktır. Bu varlıklara şahıs (kişi) denilir.
Bugün her insan bir şahıstır. Fakat şahıslar sadece insanlardan ibaret değildir. Bir dernek,
bir şirket, bir vakıf da birer şahıs olarak kabul edilmektedir. İnsanlara hakiki (gerçek kişiler),
diğerlerine hükmi şahıslar (tüzel kişiler) denilmektedir.”
Prof. Dr. Kemal Oğuzman
12 / 27
Her bilim dalının kendine özgü terimleri vardır ve bunlar o bilim ve sanat dalının
temelini oluşturur. Örneğin hece (Bir hamlede çıkarılan ses veya ses birliği), kök (Sözcüğün
ekleri ayrıldıktan sonra geriye kalan anlamlı bölümü), ses bilimi (Dilin seslerini inceleyen
bilim) sözcükleri dil bilgisi terimidir. Beyit (Aynı vezinle söylenmiş iki mısradan oluşan
nazım birimi), kafiye (Şiirde mısra sonlarında görülen ses benzerliği), kinaye (Bir sözün aynı
yerde hem gerçek hem de mecaz anlamıyla kullanılması) gibi sözcükler edebiyat terimidir.
Açı, açıortay, üçgen, dörtgen, kare, yamuk, çarpma, bölme, toplama, çıkarma gibi sözcükler
ise matematik terimidir.
Terimlerin kullanım alanları genellikle ilgili oldukları bilim dallarıyla sınırlıdır.
Bunları o ilim dalında çalışan uzmanların dışında çok kimse bilmez. Örneğin yukarıya
aldığımız tıp metninde geçen depresif, komorbidite adolesan, anksiyete, fobi gibi sözcükleri
ancak bu alanda çalışanlar bilebilir.
Bir kısım terimler, başta sınırlı bir kullanım alanına sahipken, zamanla günlük
konuşma ve yazı diline de girebilirler. O zaman bu terimler, günlük dilde normal sözcük,
kendi bilim alanında ise terim olarak değerlendirilirler. Örneğin telefon, radyo, telsiz,
televizyon sözcükleri bir iletişim terimi iken, sonradan günlük dile girmişlerdir.
1.6. Deyimleşme
Her dilin söz varlığı içinde atasözü, deyim, terim, kalıp sözler gibi birden çok
sözcükten kurulan kalıplaşmış ögeler bulunmaktadır. Dil içinde kullanılan bu kalıplaşmış dil
kullanımları, toplumdaki yaşama düzenini, dünya görüşünü, gelenek görenek ve inançlarını,
toplumun önem verdiği varlık ve kavramları, kısaca toplumun maddî ve manevî kültürünü
yansıtan sözlerdir. Ayrıca bu ögeler dilin iç yapısını, anlam özelliklerini de yansıtır. Bu
bakımdan özellikle deyimler dilin kendine özgü bir anlatım gücünü oluşturur.
Deyimler, genellikle gerçek anlamı dışında kullanılarak bir düşünceyi dile getirmek
üzere birden çok kelimeden kurulan kalıplaşmış ögelerdir. Deyimleşme olgusunda esas olan,
kalıplaşmaya uğrayan kelimelerin, kendi anlamlarından sıyrılarak yeni bir anlamı yansıtır
duruma gelmeleridir. Deyimleşme olgusunun işleyişinde dil, genellikle aktarmalardan,
somutlaştırmalardan ve benzetmelerden yararlanmaktadır.
Dillerde çok anlamlılığı doğuran etkenlerin başında gelen anlam olayı aktarmalardır.
Aktarmalarda anlatılmak istenen kavram, onunla bir yönden ilişkisi, benzerliği, yakınlığı
bulunan başka bir kavramla anlatılmaya çalışılır, böylece kelime (gösterge) yeni bir anlam
kazanır. Örnek: Başında torbası eksik deyimi ile “hayvan (at, eşek)” kavramı; nüfus kağıdı
eskimek deyimi ile “yaşlanmak, ihtiyarlamak” kavramı ince ve nükteli bir biçimde
13 / 27
anlatılmaktadır. Aynı biçimde yükü yıkmak deyimi “doğum yapmak” kavramını biraz
argolaştırarak dile getirmektedir. Bir ayağı çukurda olmak deyimi “ölüme yaklaşmış olma”yı;
yol vermek deyimi ise “işten çıkarma”yı anlatmaktadır. Yunus Emre’nin:
Ağaç ata bindüreler sinden yana göndereler
Yir altına indüreler kimse ayruk görmez ola
biçimindeki ölümü anlatan beytinde ise ağaç ata binmek kalıplaşması “tabuta
konma”yı ifade etmektedir.
Deyim aktarmalarında somutlaştırma ve kişileştirme ön plandadır. Bu aktarma
olayında soyut, anlatımı güç durumlar, olaylar, kavramlar, somut kavramlar aracılığıyla
örneklendirilerek dile getirilir. Soyut duygu ve düşünceler somutlaştırılır. Cansız varlıklar
kişileştirilir ve konuşturulur. Kelimelerin anlamları zenginleşir; az sözle çok anlam ifade etme
imkânı doğar. Böylece anlatılması güç durumlar, tanımı zor duygular bu yolla somut olarak
ortaya konur.
Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı deyimi; bir çözüm, bir çıkış yolu
bulunamayan durumu çok rahat bir biçimde ifade etmektedir.
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek deyimi, her şeye kusur bulan birinin
tutumunu anlatmaktadır.
Kızım sana söylüyorum; gelinim sen anla deyimi, uyarmak istediğimiz kimseye
doğrudan doğruya değil, onun da etkilenmesini sağlayacak yolda, incitmeden söyleme
durumunu anlatmaktadır.
Ağzıyla kuş tutsa deyimi, bir kimse olmayacak bir işi başarsa bile izin
verilemeyeceğini anlatır.
Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek deyimi ile güçlü birine kızınca, ona gücü
yetmeyip hıncını başkalarından (çevresinden) çıkarmayı belirtir.
Dilimizde somutlaştırmaya dayalı deyim aktarmalarının pek çok örneği
bulunmaktadır.
Aba altından sopa göstermek : Gözdağı vermek, üstü kapalı olarak korkutmak.
Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine uydurmak.
Çayı görmeden paçaları sıvamak : Bir işe vaktinden önce hazırlanmak.
Çivisi çıkmak : Düzeni bozulmak.
Diken üstünde durmak : Tedirginlik duymak.
14 / 27
Ensesinde boza pişirmek : Çok çalıştırmak, çok sıkıştırıp tedirgin etmek.
Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek.
Gâvura kızıp oruç yemek : Başkasına kızıp kendine zararlı bir iş yapmak.
İpin ucunu kaçırmak : Ölçüyü kaybedip duruma hakim olamamak.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak : Bir işi düzelteyim derken iyice bozmak.
Öküz altında buzağı aramak : Olmayacak sebeplerle suç bulmaya çalışmak.
Taşı gediğine koymak : Sözü tam sırasında söylemek.
Topal eşekle kervana karışmak : Yetersiz olduğu halde büyük işe yeltenmek.
Topun ağzında olmak : Tehlikeye en yakın yerde bulunmak.
Deyimleşme olgusunda anlam aktarımı olaylarından birisi de benzetmedir.
Benzetme, aralarında bir veya birden fazla nitelikte benzerlik bulunan iki şeyden birini
ötekine benzetmektir. Bir nesnenin, bir varlığın niteliğini daha güçlü, daha etkili biçimde
anlatmak üzere, niteliği belirgin olan varlıktan yararlanma biçimindeki bu eğilim dilimizde
yaygın olarak kullanılmaktadır.
At hırsızı gibi “İri yarı insan”
Ay parçası gibi “Güzel kız, çocuk”
Kar gibi “Beyaz”
Koyun gibi “Yumuşak başlı, yönlendirilen kimse”
Kösele gibi “Sert yiyecek”
Limon gibi “Sarı”
Sırım gibi “İnce yapılı güçlü kimse”
Tilki gibi “Kurnaz”
Damdan düşer gibi “Bir söze, bir konuya birden girmek”
Dilenci çanağı “İçinde her şeyden biraz bulunan”
Kör değneğini beller gibi “Hep aynı işi yapmak”
Nalıncı keseri gibi “Hep kendi çıkarına çalışan”
Koyun kaval dinler gibi “Anlamadan, dinlemeden”
Tereyağından kıl çeker gibi “Bir işi kolayca çözümlemek”
Yangından mal kaçırır gibi “Bir işi çok aceleyle yapmak”
Kedi ciğere bakar gibi bakmak “İmrenerek bakmak”
Arpacı kumrusu gibi düşünmek “Ne yapacağını bilmeyerek derin derin
düşünmek”
15 / 27
Gözleri kan çanağına dönmek “Uykusuzluk vb. sebeplerden gözleri kızarmak”
Dut yemiş bülbüle dönmek “Neşe ve konuşkanlığını kaybetmek, susmak”
Suyu çekilmiş değirmene dönmek “İşlemez duruma gelmek”
Ağzı çiriş çanağına dönmek “Ağzı kuruyup acılaşmak”
Eşekten düşmüş karpuza dönmek “Çok şaşırmak, kötü bir duruma düşmek”
Bir kısım deyimleşme olgusunda ise anlam aktarımının daha önce yaşanan bir olaya
bağlı olarak gerçekleştiği görülmektedir. Alüzyon (allusion) olarak da nitelendirilen bu anlam
yapılandırılması, daha önceki bir olayın veya durumun somutlaştırılması, ona gönderimde
bulunulması biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bu tür deyimleşmelerde kastedilen olay
bilinmezse anlamın kavranması güçleşir:
Abayı yakmak
Ağzından baklayı çıkarmak
Ateş pahası
Cemaziyelevvelini bilmek
Diş bilemek
Pabucu dala atılmak
Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi
Yumurtaya kulp takmak
Ateş pahası “Çok pahalı” anlamında:
Kanuni Sultan Süleyman adamlarıyla bir köyün yakınında avlanırken, aniden yağan
yağmurdan ıslanır. Isınıp üstünü başını kurutmak için bir eve girer.
Köylünün yaktığı ateşte ısınırken, ateşten çok hoşlanır ve ateşin o andaki önemini
anlatmak için:
“Şu ateş bin altın eder doğrusu” der.
Yağmurun uzun sürmesi üzerine, padişah ve adamları geceyi köylünün evinde
geçirmek zorunda kalırlar.
Ertesi gün evden ayrılırken padişah köylüye borçlarının ne kadar olduğunu sorar.
Köyle de:
“Bin bir altın” cevabını verir.
Misafirler şaşırırlar. Sebebini sorunca da:
“Ateşin bin altın ettiğini siz söylediniz, bir gecelik yer ücreti de bir altındır, eder bin
bir altın” der. Bu olaydan sonra “ateş pahası” kalıp sözü çok pahalı şeyleri ifade etmek için
kullanılan bir deyim niteliği kazanır.
16 / 27
Pabucu dama atılmak “Değerden düşmek” anlamında:
Eskiden esnaf, aralarında teşkilat kurar, mesleklerinde hiçbir hilenin, yolsuzluğun
olmamasına gayret eder; satılan malların çürük, yırtık, bozuk olmamasına özen gösterirlermiş.
Yapılan ayakkabıların da aynı şekilde sağlam, zarif olması şartmış. Günün birinde bir
müşteri gelerek pabucunun çabuk yırtıldığını, sağlam yapılmadığını söyleyince, müşterinin
parası geri verilmiş ve beğenilmeyen pabuç da dama atılmış.
Bu olaydan sonra artık işe yaramayan veya önemli bir mevkiden düşen kimseler için
“pabucu dama atılmak” deyimi kullanılmaya başlanmış.
Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi “İşin iç yüzü, gerçeği anlaşıldı” anlamında:
Vehbi adında bir kadı’nın çapkınlığa gittiği evi basan zaptiyeler, kadı’nın kerrakesini
görünce “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi” derler. Bu söz halk arasında sonradan “işin iç yüzü
meydana çıktı” anlamında gizli yanı ortaya çıkan olayları anlatmak için kullanılan bir deyim
olmuştur. (kerrake: İnce yünlü kumaştan yapılmış hafif, vücuda yapışık elbise).
Bir kısım deyimleşme olgusunda ise kalıplaşmaya uğrayan sözcükler hem gerçek
anlamlarında kullanılmakta, hem de deyimleşme niteliği taşımaktadır:
Avuç açmak “Başkalarından para ister duruma düşmek, dilenmek”
Baş eğmek “Başkasının emri altına girmeyi kabul etmek”
Baş kaldırmak “Ayaklanmak, yönetime, emre karşı gelmek”
Başını bağlamak “Nişanlamak veya evlendirmek”
Göz yummak “Ayıplarını, hatalarını görmezden gelmek”
Hesap görmek “Alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek”
Kafa sallamak “Her şeye doğru mu yanlış mı olduğuna bakmadan evet
demek”
Deyimlerde Kalıplaşma Dereceleri
Deyimlerde, grubu oluşturulan kelimelerin anlamlarından farklı bir anlam
aktarılmaktadır. Bu anlam aktarmalarında da genellikle benzerlik ve kalıplaşma önemli rol
oynamaktadır. Bu bakımdan deyimler birden çok ögeden oluşmuş bile olsalar, tek kavrama
karşılık olarak kalıplaşırlar. Bu kalıplaşmanın da kendine göre dereceleri vardır.
1) Birinci dereceden ya da tam kalıplaşmalarda deyimi oluşturan ögelerin anlamları
ile deyim anlamı arasında hiçbir ilişki bulunmaz, bunlar tam deyimdir:
Delik büyük, yama küçük “Eldeki imkânlar ihtiyaçtan az”
17 / 27
Her delikten kıç göstermek “Olur olmaz her işe karışmak”
İğneyle kuyu kazmak “Yetersiz araçlarla zor bir işi başarmaya
çalışmak”
Kız girip dul çıkmak “İlişkilerde çok hırpalanmak”
Sıçan deliğe sığmamış, götüne süpürge bağlamış “İstenmediği yere bir başkasını da
getiriyor; elindeki işi başaracağı belli değilken bir başka iş üstleniyor.”
2) İkinci dereceden deyimleşmelerde, grubu oluşturan ögelerden bir kısmı anlam
değerini korur. Bu da deyimleşmeyi zayıflatır. Bu bakımdan bu tür oluşumlarda deyimleşme
tam değildir.
Adını bağışlamak “Konuşmak, söz söylemek”
Ağız değiştirmek “Önce söylediğinin tersini söylemek”
Araya soğukluk girmek “Dostluk bozulmak”
El kapısı “Yabancı yer”
3) Bir de kalıplaşmaya uğramakla birlikte anlam aktarımını gerçekleştirmeyen dil
kullanımları vardır. Bunlar daha ziyade yardımcı fiillerle oluşturulmuş birleşik fiil yapısındaki
birleşiklerdir. Burada da birleşiği oluşturan ögelerin yan anlamından yararlanılmakta, ancak
dolaylı bir anlatım söz konusu olmamaktadır.
Ağız açmak “Konuşmak, söz söylemek”
Göz gezdirmek “Fazla incelemeden şöyle bir bakmak, kabaca okumak”
Gözden geçirmek “Okumak; kontrol etmek, denetlemek”
Haber uçurmak “Acele haber göndermek”
Hatır sormak “Birisinin durumuyla ilgilenmek”
Hasret kalmak “Özlem duyduğu birine, bir şeye kavuşamaz olmak”
Yemin etmek “Bir şeyi yapma veya yapmamaya Allah’ı şahit tutarak söz
vermek”
2. ANLAM İLİŞKİLERİNE GÖRE SÖZCÜKLER
2.1. Çok Anlamlı Sözcükler
Dilin gelişme sürecinde sürekli yeni sözcükler türetilmez. Bazen var olan sözcüğün
anlamı genişler. Yani sözcük temel anlamının yanında yeni kavramları anlatır duruma gelir.
18 / 27
Buna çok anlamlılık adı verilir. Çok anlamlılıkta bir sözcük birden çok kavramı karşılar. Bunu
şöyle bir şema ile gösterebiliriz:
Dilde sözcükler gerek ses birleşimleri gerekse taşıdıkları anlamlar açısından sürekli
bir değişim ve gelişim içindedir. Bu değişim, iletişim imkânlarının ve bilgi akışının arttığı
dönemlerde çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Yani bilgilenmedeki hızlanma, çok anlamlılık
olayının gerçekleşmesine yol açmaktadır.
Dilimizde özellikle fiiller gözden geçirilecek olursa, kullanım sıklığı fazla olan
fiillerde çok anlamlılığın yüksek olduğu görülür. Örnek olarak kırmak fiilini ele alacak
olursak, cümle içerisinde kullanıldığı duruma göre farklı anlamlar içerdiğini görürüz:
Odunları kırdın mı? (doğramak, parçalar hâlinde kesmek)
Fiyatını kırdı. (iskonto etmek, indirmek)
Beni çok kırdınız. (gücendirmek)
Ne yaptımsa inadını kıramadım. (yatıştırmak)
Kırdığı ceviz kırkı geçti. (münasebetsizlik etmek, hata yapmak)
2.2. Eş Anlamlı Sözcükler
Dilde anlam yönünden birbirine eşit; yani aynı şeyleri anlatmaya yarayan sözcükler
de vardır. Anlamca aynı olan bu tür sözcüklere eş anlamlı (anlamdaş) sözcükler denir.
Örneğin “demek” ile “söylemek”, “göndermek” ve “yollamak” eş anlamlı sözcüklerdir.
Genel olarak bir dilde iki ayrı sözcük tamamen aynı anlama gelmez, bu bakımdan da
eş anlamlılık durumuna çok az rastlanır. Eş anlamlılık, farklı anlam alanlarına sahip sözlerin
anlam alanlarının çakışmasına dayanır. Eş anlamlı gibi görünen pek çok sözcüğün, aralarında
anlam bakımından ince farklar olduğu kullanım sırasında ve deyimlerde ortaya çıkar. Örnek
olarak “baş” ve “kafa” sözcüklerini ele alalım. Bunlar eş anlamlı kabul edilen sözlerdir; ancak
“başında bir hâl var” deyimindeki “baş” sözcüğünü “kafa” kelimesiyle değiştiremeyeceğimiz
gibi, “kafayı bulmak” deyiminde de “kafa” yerine “baş”ı koyamayız.
Aynı şekilde eş anlamlı olarak kabul edilen ak-beyaz, kalp-yürek, kara-siyah gibi
sözcüklerin, kullanılışları sırasında da aralarında ince farklar bulunduğunu görürüz: Örneğin
“Ak akçe kara gün içindir.” atasözünü “Beyaz akçe siyah gün içindir.” biçiminde
kullanamayız. Yine “ alnı açık, yüzü ak” deyimini “alnı açık yüzü beyaz” şeklinde
söyleyemeyiz.
Bazen anlamları birbirine çok yakın, veya tam eş anlamlı sayılabilecek sözlerden
birinin zamanla kaybolduğu, ancak ikilemeler içinde yaşadığı görülmektedir: ev bark, evirmek
19 / 27
çevirmek, ufak tefek, yorgun argın örneklerinde görüldüğü gibi. Bir dilin en eski ürünleri
arasında bu şekilde eş anlamlı sözlerin varlığı, o dilin eskiliğini gösteren bir ölçü olarak kabul
edilmektedir. Çünkü başlangıçta farklı anlamları yansıtan sözlerin, aynı anlamı yansıtır
duruma gelmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekir, bu da o dilin eskiliğini gösterir.
Diller ve kültürler arasındaki etkileşmeyle de eş anlamlılık durumu ortaya çıkabilir.
Bir dilin söz varlığı yabancı dillerden gelen sözcüklerle zenginleşir. Yabancı dillerden giren
sözler, dilin temel sözleriyle yakın anlama sahip olurlar. Bunun sonucunda da eş anlamlılar
oluşur. Yani eş anlamlılık yabancı dillerden alınan ögelerle gerçekleşir. Eski Türkçe
döneminde dilde sü “asker, ordu” sözcüğü kullanılırken, sonradan Arapçadan asker alınmıştır.
Dilimizde üzüntü sözcüğü varken, onunla birlikte Arapçadan elem, keder, gam; Farsçadan da
dert kullanılmaya başlanmıştır. Yine kaygı sözcüğü ile Farsça endişe dilimizde bir kullanım
alanı bulmuştur. Bunun gibi peder (baba), mader, valide,( anne), birader (kardeş), mahdum
(oğul), medenî (uygar) gibi pek çok öge dilimizde kullanılmıştır.
Önceleri Arapça ve Farsçadan giren bu dil ögelerinin yerini günümüzde Batı
dillerinden giren sözler almıştır: prensip (ilke), detay (ayrıntı), kriz (bunalım), problem
(sorun), alternatif (seçenek), gramer (dilbilgisi), sentaks (söz dizimi), parazit (asalak), arter
(atardamar) gibi.
Bugün dilimizde eş anlamlı sözcükler ya her ögesi Türkçe olanlar (duymak-işitmek-
dinlemek; küsmek-darılmak-gücenmek; bıkmak-bezmek-usanmak; artmak-çoğalmak; doğru-
düzgün; geri-arka), ya da Türkçesiyle birlikte yabancı ögeleri de yaşayanlar (etki-tesir, ilgi-
alâka, yüzyıl-asır, içerik-muhteva, öğrenim-tahsil, yazım-imlâ, özel-hususi, çaba-gayret,
üzgün-mahzun, çeviri-tercüme, değer-kıymet) olmak üzere iki şekilde görülmektedir.
Lâden bahçesinde gonca gül olmaz
Kâmil ile yoldaş olan yorulmaz
İki mahluk vardır Hakka kul olmaz
Mağrurluk, kibirlik etmeli değil.
(Hatayî)
2.3. Zıt (Karşıt) Anlamlı Sözcükler
Her dilde anlamca birbirinin karşıtı olan sözcükler bulunmaktadır. Bunlar aynı anlam
alanı içinde iki karşıt ucu belirtir. Günlük yaşamda, sözlü ve yazılı anlatımda bir kavramı
daha iyi belirtebilmek için zıt anlamlı sözcüklerden geniş ölçüde yararlanıldığı görülmektedir.
Zira zıt anlamlı sözcüklerle nesnelerin ve durumların özellikleri daha belirgin bir biçimde
ifade edilmekte, daha güçlü ve etkileyici bir anlatım sağlanmaktadır. Örneğin “gökte ararken
20 / 27
yerde bulmak” deyiminde “gök” ile “yer” sözcükleri kullanılarak söze bir etkileyicilik
katılmış, “aramak” ve “bulmak” sözcüklerinin de anlam karşıtlıklarından yararlanılmıştır.
Türkçe birbirine karşıt kavramlar açısından oldukça zengindir. Daha Köktürk
Yazıtlarında bu tür kavramlara rastlanmaktadır: ilgerü (ileri, ileride; doğu, doğuda) –kirü
(geride, batıda).
Günümüz Türkçesinde de karşıt anlamlı sözcükler önemli bir yekûn tutmaktadır.
Çok-az, dolu-boş, kalın-ince, iyi-kötü, gündüz-gece, aç-tok, erkek-dişi, doğru-yanlış, somut-
soyut; çıkmak-inmek, gitmek-gelmek, ısıtmak-soğutmak, ağarmak-kararmak vb.
Başka dillerden gelip dilimize yerleşmiş sözlerin de zıt anlamlıların oluşmasında
önemli payı bulunmaktadır: zengin-fakir, güzel-çirkin, ağır-hafif, kalabalık-tenhâ, taze-bayat
vb.
Dilde zıt anlamlılarla, sözcüğün olumsuz biçimini karıştırmamak gerekir. Örneğin
gelmek fiilinin zıt anlamlısı “gitmek”tir; olumsuzu ise “gitmemek”tir.
2.4. Eş Sesli Sözcükler
Bir dilde anlam ve işlev bakımından farklı, ama aynı ses değerine sahip sözcükler de
vardır, bunlara eş sesli (eş adlı) sözcükler adı verilir. Yani eş seslilik, birbirinden tamamen
ayrı iki veya daha çok kavramın, aynı ses birleşimiyle, aynı sözcükle dile getirilmesidir.
Örnek olarak dilimizdeki “yüz” sözcüğü, birbiriyle hiç ilgisi bulunmayan 100 sayısını ve
“surat” kavramını yansıtmaktadır. Aynı şekilde kişi zamiri olan ben sözcüğü ile derideki
lekeyi gösteren ben’ in söylenişleri ve yazılışları aynıdır. Eş sesli sözcükler anlamları ayrı
söylenişleri bir olan sözcüklerdir: “Eyleme vaktini zayi; deme kış yaz, oku yaz” örneğinde
“yaz” sözcükleri, söyleniş bakımından aynı olmakla birlikte, anlamları farklıdır.
Eş sesli sözcüklerin bir kısmı, biçim ve anlam bakımından ayrı olan sözcüklerin
çeşitli ses değişmelerine uğrayarak söyleniş bakımından birbirlerine yaklaşmaları sonucunda
oluşmuştur. Bugün ısının sıfırın altına düşmesiyle oluşan hava durumunu gösteren don
sözcüğü, eskiden ton biçiminde idi. İç çamaşırı anlamında olan don ise eskiden “elbise,
giyecek” anlamındaydı. Bugün her iki sözcük de don biçiminde kullanılmaktadır.
Kimi eş sesli sözcükler ise köklere eklerin getirilmesi ile oluşmaktadır. Bunlara
türemiş eş sesliler denir. Örneğin solu- fiilinden türemiş olan soluk “nefes” ile, sol- fiilinden
türeyen soluk “solgun” sözcükleri böyledir.
Bazı eş sesliler ise alıntı sözcükler ile yerli sözcüklerin aynı ses birleşimiyle
kullanılır duruma gelmesiyle oluşmaktadır. Farsçadan dilimize giren saz “çalgı aleti” ile “ince
21 / 27
kamış” anlamındaki saz bu türdendir. Aynı şekilde Farsçadan gelen bağ “meyve bahçesi” ile
“sicim, ip” anlamındaki Türkçe bağ da böyledir.
Eş sesli kelimeler söze güzellik katar. Okuyan ve dinleyen üzerinde etkileyici
duygular uyandırır. Manilerde cinaslar eş seslilerin tekrarı ile yapılır:
Asmaya
Öter bülbül asmaya
Bir salkım üzüm için
Minnet etmem asmaya
Ben o yardan vazgeçmem
Götürseler asmaya.
Asma sözcüğü manide 4 defa tekrarlanmaktadır. Birinci, ikinci ve dördüncü dizedeki
asma “üzüm veren bitkinin” adı, altıncı dizedeki asma ise as- fiilinden türemiş isimdir.
Bağlarım
Bahçelerim bağlarım
Uçurdum bülbülümü
Viran kaldı bağlarım
Yâr bana yara açtı
Yaramı ben bağlarım
3. ANLAM DEĞİŞMELERİ
Dil yaşayan bir varlıktır. Toplum hayatına bağlı olarak, doğadaki her şey gibi o da
zamanla değişir. Bu değişme dilin ses yapısında olabileceği gibi, anlam alanında veya her
ikisinde birden olabilir. Bir göstergenin başlangıçta yansıttığı kavramda bir genişleme, bir
daralma meydana gelebilir. Bir sözcük zamanla başka bir kavramı ifade edebilir. Yani
Sözcüğün anlamında zamanla meydana gelen değişikliklere anlam değişmesi denir. Örnek
olarak “araba” sözcüğünü ele alalım. Bu sözcük eskiden atların çektiği aracı ifade ederken,
bugün otomobili ifade etmektedir. Yani sözcüğün ifade ettiği kavram değişmiştir. Eskiden
“edgü, ezgü” biçiminde kullanılan sözcük sonradan “eyü” ve “iyi” biçiminde ses değişikliğine
uğramıştır, ama yansıttığı anlamda bir değişiklik olmamıştır. “Yavuz” sözcüğü ise hem ses (
yabız, yavız, yavuz), hem de anlam değişikliğine uğramıştır. Eskiden “kötü, şirret” anlamında
kullanılırken, sonradan “yiğit, kahraman, bahadır” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
22 / 27
3.1. Anlam Daralması
Bir sözcüğün anlam alanının daralması, önceden anlatmış olduğu nesne veya
hareketin bir kısmını anlatır duruma gelmesidir. Yani göstergenin daha sınırlı bir kapsam
ifade etmeye başlamasıdır. Dilimizde “oğlan” sözcüğü eskiden hem kız hem de erkek
çocuklar için kullanılırken, bugün yalnızca erkek çocuklar için kullanılır duruma gelmiştir.
Eskiden “davar” sözcüğü sahip olunan mal mülk, varlık anlamını yansıtırken, bugün yalnızca
koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanları ifade eder durumda bir anlam daralmasına
uğramıştır. Türkçe erik sözcüğü de başlangıçta şeftali, kayısı, zerdali, armut gibi meyvelerin
ortak adı olarak kullanılırken, sonradan yalnızca belli bir meyvenin adı olmuştur.
3.2. Anlam Genişlemesi
Anlam genişlemesi daralmanın tam tersi nitelikte bir anlam olayıdır. Bir nesnenin,
bir durumun, bir hareketin bir bölümünü, bir türünü gösteren bir sözcük, zamanla kavramın
bütününü veya bütün türlerini gösterir duruma gelebilir. Böylece sözcüğün anlamında bir
genişleme olur ve sözcük çok anlamlı duruma gelir. Buna anlam genişlemesi adı verilir.
Dilimizde alan sözcüğü başlangıçta “düz ve açık yer” anlamında kullanılırken, sonradan “iş,
meslek, araştırma-inceleme konusu, uzmanlık” gibi anlamları yansıtır duruma gelmiştir
“Hangi alanda çalışıyorsun?” cümlesinde sözcük genişleyen anlamıyla kullanılmıştır. Yine
çevre sözcüğünde de anlam genişlemesi olayını görmekteyiz. Başlangıçta “bir şeyin yakınını,
çevresini “ anlatırken zamanla “muhit, ortam, geometri terimi, içinde bulunulan doğal yapı”
gibi anlamları yansıtmaya başlamıştır. “Çevrenin insan karakteri üzerinde önemli etkisi
vardır.” cümlesinde sözcük genişleyen anlamıyla kullanılmıştır.
Önceleri yalnızca güreş müsabakalarında kazananlara verilen mükâfat anlamında
kullanılan “ödül” sözcüğü, sonradan her türlü yarışmalarda verilen mükâfat anlamını
kazanmıştır. Aynı şekilde suların hareketini ifade eden dalga sözcüğü, sonradan ses dalgası,
kısa dalga, orta dalga, uzun dalga gibi kavramları yansıtarak fizik terimi olarak da
kullanılmaya başlanmıştır.
3.3. Genelleşme
Anlam genişlemesinin bir çeşidi de genelleşmedir. Bir özel ismin genelleşerek tür
adına veya sıfata dönüşmesine genelleşme denir. Örneğin Türkçede dizel olarak motor türü,
bu motoru bulan kişinin adı olan Diesel’den gelmektedir. Aynı şekilde röntgen ismi de X
ışınlarını bulan fizikçi Röntgen’in adından genelleşmiştir. Don Kişot (bir roman kahramanı)
23 / 27
ve Don Juan (bir efsane kahramanı) isimleri ise birçok dile geçerek erkeklerin belli
davranışlarını yansıtan birer sıfat niteliği kazanmışlardır.
3.4. Anlam İyileşmesi
Sözcüğün eskiden taşıdığı anlamda bir iyileşmenin olmasıdır. Anlam iyileşmesinin
dilimizde ilgi çekici örnekleri vardır. Örneğin yavuz sözcüğü eskiden “fena, kötü, şirret,
perişan” gibi olumsuz anlamda kullanılıyordu. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” cümlesinde
görüldüğü gibi. Ancak belli bir dönemden sonra Sultan Selim için bir unvan olmuş ve anlam
iyileşmesine uğrayarak ”iyi, güzel, güçlü, yiğit, kahraman” anlamlarında kullanılmaya
başlanmıştır. Dilimizdeki emek (eski şekli emgek) sözcüğü de Eski Türkçede “acı, eziyet,
zahmet” anlamlarında kullanılıyordu. Bugün ise “bir işin gerçekleşmesini sağlayan beden ve
kafa gücü” anlamında kullanılır olmuştur.
3.5. Anlam Kötüleşmesi
Anlam kötüleşmesi ise anlam iyileşmesinin tam tersi bir anlam değişmesi olayıdır.
Başlangıçta iyi bir anlamı yansıtan sözcük sonradan kötü bir anlam yansıtır duruma
gelmektedir. Farsçadan dilimize geçen canavar sözcüğü başlangıçta “canlı, yaşayan”
anlamında kullanılırken, sonradan olumsuz bir anlam kazanmıştır.
24 / 27
ÖRNEK SORULAR
1- “İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler”
Mısraları hangi şairimize aittir?
A) Faruk Nafiz Çamlıbel B) Halit Fahri Ozansoy C) Yusuf Ziya Ortaç
D) Orhan Seyfi Orhon E) Enis Behiç Koryürek
2- “..................., sözcüğün temel anlamı dışında kullanılmasıdır.
Boşluğa gelmesi gereken ifade aşağıdakilerden hangisidir?
A) Eş anlam B) Zamir C) Yan anlam D) Zıt anlam E) Mecaz
3- “ Benzetmede dört temel öge bulunur”
Aşağıdakilerden hangisi bu ögelerden değildir?
A) Benzeyen B) Kendisine benzetilen C) Benzetme yönü
D) Benzetme sıfatı E) Benzetme edatı
4- “Aşk bir şem’-i ilâhîdir, benim pervânesi
Şevk bir zincîrdir, gönlüm onun dîvânesi”
Hayalî'nin bu beyitinde, “şem'” ne anlama gelmektedir?
A) Gönül B) Zincir C) Mum D) Arzu E) Bağ
5- “Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm hayli cihanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece”
Mısraları hangi şairimize aittir?
A) Yunus Emre B) Aşık Veysel C) Fuzuli D) Nedim E) Namık Kemal
25 / 27
6- “Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.”
Mısraları hangi şairimize aittir?
A) Orhan Veli Kanık B) Mehmet Akif Ersoy C) Necip Fazıl Kısakürek
D) Yahya Kemal Beyatlı E) Ahmet Hamdi Tanpınar.
7- Çeşitli bilim ve fen kollarında, türlü mesleklerde kullanılan dile …............ denir.
Boşluğa gelmesi gereken ifade aşağıdakilerden hangisidir?
A) Bilim dili B) Sanat dili C) Ortak dil D) Yazı dili E) Konuşma dili
8- “Bir dilde anlam ve işlev bakımından farklı, ama aynı ses değerine sahip kelimeler
de vardır”
Bu kelimelere ne ad verilir?
A) Ortak kelime B) Eş anlamlı kelime C) Eş sesli kelime
D) Zıt anlamlı kelime E) Çok anlamlı kelime
9- “Bir sözcüğün .............................., önceden anlatmış olduğu nesne veya hareketin
bir kısmını anlatır duruma gelmesidir.”
Boşluğa gelmesi gereken ibare aşağıdakilerden hangisidir?
A) Anlam değeri kazanması B) Anlam alanının daralması C) Anlam gücü
kazanması
D) Anlamlaşması E) Anlamsızlaşması
10- “Başlangıçta iyi bir anlamı yansıtan kelime sonradan kötü bir anlam yansıtır
duruma gelebilmektedir.”
Bu durum aşağıdakilerden hangisidir?
A) Genelleşme B) Anlam iyileşmesi C) Anlam değerlenmesi
D) Ek anlam kazanma E) Anlam kötüleşmesi
Cevap anahtarı:
1. A 2. E 3. D 4. C 5. B 6. D 7. A 8. C 9. B 10. E
26 / 27
KAYNAKLAR
AĞAKAY, Mehmet Ali, “İkizlemeler Üzerine”, Türk Dili c. ll, sy. 16 (1953), s. 189-
191.
AĞAKAY, Mehmet Ali, “Türkçede Kelime Koşmaları”, TDAY-Belleten 1954,
Ankara 1988, s. 97-104.
AKBAYIR, Sıddık, Cümle ve Metin Bilgisi, Deniz Kültür, Ankara 2003.
AKSAN, Doğan, Anlambilim, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi,
Engin Yayınevi, Ankara 1999.
AKSAN, Doğan, En Eski Türkçenin İzlerinde, Simurg, İstanbul 2000.
AKSAN, Doğan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Ankara 1993.
AKSAN, Doğan, Türkçenin Gücü, Ankara 1987.
AKSAN, Doğan, Türkçenin Söz Varlığı, Ankara 1996.
AKSOY, Ömer Asım, Atasözü ve Deyimler Sözlüğü 2, Deyimler Sözlüğü, Ankara
1978.
BAHADINLI, Yusuf Ziya, Türkçe Deyimler Sözlüğü, İstanbul 1970.
BALTAŞ, Zuhal-Baltaş, Acar, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992.
BANGUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, İstanbul 1974.
BAŞKAN Özcan, “Türkçede Dil-İçi Dünya Görüşü”, Macit Gökberk Armağanı,
Ankara 1983, s. 151-172.
CÜCELOĞLU, Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 20. Basım, İstanbul
1999.
EROL, Hülya Arslan, Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri,
(Yayımlanmamış doktora tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü), Çanakkale 2002.
FİLİZOK, Rıza, Anlam Analizine Giriş, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları, No:115, İzmir 2001.
HATİBOĞLU, Vecihe, Türk Dilinde İkileme, Ankara 1981.
HENGİRMEN, Mehmet, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınevi, Ankara 1998.
KIRAN, Zeynel-Kıran, Ayşe, Dilbilime Giriş, Seçkin, Ankara 2002.
KOÇ, Nurettin, Açıklamalı Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul
1992.
KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, TDK Yayınları,
Ankara 2003.
27 / 27
ÖZKAN, Mustafa, “Deyimleşmiş İkilemeler”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı
Bildirileri ll, 20-26 Ankara 2004, s. 2289-2318.
ÖZKAN, Mustafa, Tarih İçinde Türk Dili, 3. Baskı, İstanbul 2004.
ÖZKAN, Mustafa, Türkçenin Ses ve Yazım Özellikleri, Filiz Kitabevi, İstanbul 2001.
ÖZÜNLÜ, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, Multilingual, İstanbul 2001.
PALMER, F.R., Semantik (Çev.Ramazan Ertürk), Kitabiyat, Ankara 2001.
SARAÇ, Yekta, Klasik Edebiyat Bilgisi, Belagat, Bilimevi, İstanbul 2001.
SAUSSURE, Ferdinand de, Genel Dilbilim Dersleri (Çev. Berke Vardar), İstanbul
1998.
Sözlü Dil Yapısı (Yayına haz.. Mustafa Sarıca), Multilingual, İstanbul 2005.
TİMURTAŞ, Faruk K., Yunus Emre Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları: 380, Ankara
1980.
UZUN Leyla Subaşı, “Deyimleşme ve Türkçede Deyimleşme Dereceleri”, Dilbilim
Araştırmaları 1991, s. 29-39.
ZÜLFİKAR Hamza, Türkçede Ses Yansıtmalı Kelimeler, Ankara 1995.