İstanbul Ünİversİtesİcdn.istanbul.edu.tr/filehandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: bir...

27
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur.

Upload: others

Post on 21-Aug-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ

AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM

FAKÜLTESİ

Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde

kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının

içeriğinden yazarları sorumludur.

Page 2: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

2 / 27

BÖLÜM: ORTAK DERS

DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2015-2016

DERSİN ADI: TÜRK DİLİ II

DERS NOTU YAZARININ

ADI-SOYADI: PROF. DR. MUSTAFA ÖZKAN

CANLI DERS ÖĞRETİM

ELEMANIN ADI-SOYADI:

Page 3: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

3 / 27

2. HAFTA

DERS NOTU

Page 4: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

4 / 27

İÇİNDEKİLER

1. SÖZCÜKTE ANLAM ÇEŞİTLERİ

1.1. Sözcük ve Anlam

1.2. Temel Anlam

1.3. Yan Anlam

1.4. Mecaz Anlam (Aktarma Anlam)

1.5. Terim Anlamı

1.6. Deyimleşme

2. ANLAM İLİŞKİLERİNE GÖRE SÖZCÜKLER

2.1. Çok Anlamlı Sözcükler

2.2. Eş Anlamlı Sözcükler

2.3. Zıt (Karşıt) Anlamlı Sözcükler

2.4. Eş Sesli Sözcükler

3. ANLAM DEĞİŞMELERİ

3.1. Anlam Daralması

3.2. Anlam Genişlemesi

3.3. Genelleşme

3.4. Anlam İyileşmesi

3.5. Anlam Kötüleşmesi

Page 5: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

5 / 27

1. SÖZCÜKTE ANLAM ÇEŞİTLERİ

1.1. Sözcük ve Anlam

Sözcüklerin belli bir ortamda, belli bir konu içinde zihnimizde uyandırdıkları

kavram, anlam olarak nitelendirilmektedir.

Başlangıçta bir nesne, bir olay, bir hareket için bir sözcük kullanılmıştır. Ancak,

zaman içinde kullanım alanlarına, kullanıldığı yere ve diğer göstergelerle ilişkilerine göre,

göstergelerin çeşitli kullanılışları, yeni anlamları, ortaya çıkabilir. Örnek olarak baş sözcüğü

başlangıçta vücudun üst veya önünde bulunan bölümünü ifade etmek üzere kullanılmış,

zamanla onunla benzerliği, ilişkisi, yakınlığı bulunan başka kavramları da karşılar duruma

gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); başlangıç (hafta başı); bir şeyin uçlarından

biri (köprünün iki başı); bir şeyin yakını veya çevresi (mangal başı, ocak başı) vb. gibi. Ancak

bir sözcük değişik bağlam içinde farklı kavramları yansıtsa da, ilk kullanım alanına çıktığında

sahip olduğu bir temel anlamı vardır.

1.2. Temel Anlam

Tek tek sözcüklerden yola çıkarak meselâ bir köpek, bir ağaç, bir çiçek göstergelerini

ele alalım. Bunlar söylendiğinde veya yazılı olarak önümüze geldiğinde, zihnimizde bir

tasarım, bir görüntü oluştururlar. İşte zihnimizde beliren bu tasarıma temel anlam (ilk

anlam) denir. Bu temel anlam, sözcüğün göndergesel anlamıdır. Bunları dinleyen veya

okuyan kimseye ilk olarak bu temel anlamı aktarırlar. Ancak benzetme, aktarma vb. anlam

olaylarıyla sözcük yeni anlamlar kazanıp çok anlamlı hâle gelebilir.

1.3. Yan Anlam

Diller zaman içinde, toplum yaşamıyla ilgili olarak bazı değişmelere uğrarlar. Bu

sırada göstergelerin anlamlarında da değişmeler ve gelişmeler olabilir. Göstergeler

(sözcükler) kullanım alanlarına ve öteki sözcüklerle ilişkilerine göre farklı anlamlar

kazanabilirler. O zaman gösterge birden çok anlamı yansıtır duruma gelir. Örneğin göz

sözcüğünün temel anlamı “görme organı”dır. Bu temel anlamla ilişkili olarak “”delik, çukur,

boşluk (iğnenin gözü)”, “çekmece (masanın gözü)”, bölüm (iki gözlü bir ev)”, “kaynak (

Sıcaklardan suyun gözü kurumuş), “yakınlık, sevgi, ilgi (göze girmek)” gibi anlamlar

kazanmıştır. Sözlükte çok kullanılan fiillere bir göz atacak olursak bunların da pek çok yeni

anlam kazandıklarını görürüz. Örneğin gelmek fiilini ele alacak olursak “bir yere hareket

etmek, gitmek, varmak” temel anlamının yanında “geri dönmek (Dışarıya git; ama çabuk

Page 6: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

6 / 27

gel)”, “girmek, başlamak (Bahar geldi)”, “isabet etmek (Attığı taş gözüme geldi)”,

“dayanmak, tahammül etmek (Bu at yüke gelir mi?)”, “etki etmek (Deniz havası sağlığa iyi

gelir)”, “akmak (Burnumdan kan geliyor)”… gibi pek çok yeni anlamlar kazandığını görürüz.

İşte sözcüğün temel anlamı yanı sıra kazanmış olduğu ve yansıttığı anlamlara yan anlam

denir.

İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler

(Faruk Nafiz Çamlıbel, Han Duvarları)

Yukarıdaki mısralarda geçen “acı”, “ateş”, “etek”, “zincirlenmek”, “inlemek” gibi

sözcükler temel anlamlarında kullanılmamıştır. Onlara ilk anlamlarıyla ilişkili başka anlamlar

yüklenmiştir. Acı “dokunaklı, üzücü”, ateş “ıstırap, elem”, etek “dağın alt kısmı”,

zincirlenmek “ zincir halkaları gibi sıralanmak”, inlemek ise “iniltiye benzer ses çıkarmak”

anlamlarını yansıtmaktadır. Bu anlamlar sözcüklerin yan anlamlarıdır. Bunlara karşılık

“hava”, “ılık”, “gök”, “toprak”, “ağaç”, “dağ”, gibi sözcükler ise akla gelen ilk anlamlarında

kullanılmıştır.

Yan anlam, sözcüğün kullanıldığı metne, sosyal ve fizik şartlarına, yani dış

durumlara, konuşanların ait oldukları sosyal gruba, bunların ruh hâllerine vb. bağlıdır. Bu

bakımdan yan anlamlar yaştan yaşa, kişiden kişiye göre değişebilir. Ayrıca yan anlamın

oluşmasında tarihsel, toplumsal gelişmeler ve bireysel özellikler de önemli rol oynar.

1.4. Mecaz Anlam (Aktarma Anlam)

Mecaz, sözcüğün temel anlamı dışında kullanılmasıdır. Bununla birlikte mecazda

sözcüğün temel anlamıyla mecaz anlamı arasında bir ilişki bulunur. Bu ilişki kimi zaman

benzerlik ilişkisidir, kimi zaman da benzerlik dışı, örneğin sebep-sonuç vb. ilişki olabilir.

Yani mecaz bir sözcükteki kavramın benzerlik veya benzerlik dışı bir ilişkiyle başka kavrama

aktarılmasıdır.

Page 7: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

7 / 27

Ömrün gecesinde sükûn, aydınlık

Boşanan bir seldi avuçlarından.

Bir masal meyvesi gibi paylaştık

Mehtabı, kırılmış dal uçlarından

(Yahya Kemal Beyatlı, Hatırlama)

Şiirdeki “sel” sözcüğünü ele alalım. “Sel” denilince “önüne ne gelirse alıp götüren

taşkın su aklımıza gelir. Ama şair burada sel sözcüğünü bu anlamda kullanmamıştır.

Yaşanmış bir olayın kendinde uyandırdığı duyguları daha derin ve etkili yansıtabilmek için

“sel”e benzeterek “coşkun gözyaşlarını” anlatmak istemiştir.

Mecazlar duygu ve düşünceleri daha güzel ve çarpıcı bir biçimde yansıttıkları gibi,

sözcüklere de derin ve farklı anlamlar kazandırırlar. Bu mecazî anlamlar zamanla kalıplaşıp

yerleşerek günlük dile de mal olurlar. Edebi sanatlar sözcüklerin bu mecaz anlamlarından

ortaya çıkar.

Eğer sözcüğün gerçek anlamıyla mecaz anlamı arasında benzerlik ilişkisi varsa buna

iğretileme ( istiare, metafor, deyim aktarması) adı verilir. İğretilemenin temeli benzetmeye

dayanır.

Benzetme

Benzetme, aralarında çeşitli yönlerden benzerlik bulunan iki şeyden nitelikçe zayıf

olanı, daha üstün olana benzetmektir. Benzetmede dört temel öge bulunur: benzeyen,

kendisine benzetilen, benzetme yönü, benzetme edatı. “Başaklar altın gibi sarıdır” örneğinde

başaklar :benzeyen (asıl öge)

altın :kendisine benzetilen (asıl öge)

sarı :benzetme yönü (yardımcı öge)

gibi :benzetme edatı (yardımcı öge)

“Tilki gibi kurnaz adam”

tilki : kendisine benzetilen

gibi : benzetme edatı

kurnaz : benzetme yönü

adam : benzeyen

Page 8: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

8 / 27

Bu benzetmede, kurnazlık yönünden zayıf olan adam, kurnazlık yönünden güçlü olan

tilkiye benzetilmiştir. Yani kurnazlık iki kavram arasındaki benzerlik yönünü belirlemektedir.

Cümlede iki kavram arasındaki ilişki ise gibi edatıyla sağlanmaktadır.

Her benzetmede bu dört öge bir arada bulunmayabilir. Bazı kullanılışlarda benzetme

ögelerinden biri, ikisi hatta üçü söylenmemiş olabilir.

Bir kısım benzetmelerde benzetme yönü ve benzetme edatı bulunmaz. Benzetme

yalnızca benzeyen ve kendisine benzetilen ile yapılır. “altın başak” örneğinde olduğu gibi.

Burada benzetme yönü olan “sarı” ve benzetme edatı olan “gibi” söylenmemiştir. Böyle

benzetmelere güzel benzetme (teşbih-i beliğ) adı verilir.

Aşk bir şem’-i ilâhîdir, benim pervânesi

Şevk bir zincîrdir, gönlüm onun dîvânesi

(Hayâlî)

(Aşk, ilâhî bir mumdur, ben de onun pervanesiyim. Arzu bir zincirdir, gönlüm de

onunla bağlanmış bir divanedir.)

Yukarıdaki beyitte aşk bir muma benzetilmiştir, fakat benzetme yönü olan

“yakıcılık” ile benzetme edatı “gibi” söylenmemiştir. Aynı biçimde arzu, bir zincire

benzetilmiş, fakat benzetme yönü olan “bağlayıcılık” ile benzetme edatı “gibi”

söylenmemiştir.

İğretileme (istiare, deyim aktarması)

İğretileme benzetmenin iki temel ögesi olan benzeyen ve kendisine benzetilenden

yalnızca birinin söylenmesi ile yapılan benzetmedir. Eğer benzetmenin yalnızca kendisine

benzetilen ögesi kullanılıyorsa buna açık istiare denir.

Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm hayli cihanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece

(Aşık Veysel)

Yukarıdaki şiirde dünya “iki kapılı bir han”a benzetilmiş, ancak benzeyen öge olan

dünya söylenmemiştir.

Eğer benzetmenin yalnızca benzeyen ögesi kullanılıyorsa buna da kapalı istiare

denir.

Page 9: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

9 / 27

Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller

(Ahmet Haşim)

Burada da güller kanayan bir yaraya benzetilmiş, ama kendisine benzetilen “yara”

söylenmemiş, yalnızca benzeyen öge “güller” söylenmiştir.

Yapraktan saçını yerlere yaymış

Sonbahar ağlıyor ayaklarında

(Necip Fazıl Kısakürek)

Burada ise sonbahar ağlayan bir insana benzetilmiştir. Kişileştirme sanatı içerisinde

her zaman kapalı istiare bulunur.

Bir de istiarenin şiirin tamamına yayılmış olan biçimi vardır; buna da yaygın

(temsilî) istiare denir. Temsili istiare benzetmenin temel ögelerinden (benzeyen, kendisine

benzetilen) birisi ile ve birden çok benzerlik sıralanarak yapılır. Ahmet Haşim’in “Merdiven”

şiiri, Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiiri, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “At” şiiri yaygın

istiarenin güzel örnekleri arasında yer alırlar.

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu;

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti dönen yok seferinden.

(Yahya Kemal Beyatlı)

Şiire ilk baktığımızda limandan kalkan bir gemiden söz edildiğini anlıyoruz.

Limandan bir gemi kalkıyor; etraf sakin, rıhtımda kalanlar ise üzüntülüdür. Ayrıca rıhtımdan

Page 10: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

10 / 27

bu gemi sık sık kalkmaktadır. Ne var ki bu gemiyle gidenlerin hiçbiri geri dönmüyor; demek

ki gittikleri yerden memnundurlar.

Şiirin bütününe baktığımızda gemi, rıhtım, liman, yolcu gibi sözcüklerin yalnızca

gerçek nesnelere değil, daha başka şeylere de gönderme yaptığını anlıyoruz. Örneğin “liman”

bilinen herhangi bir liman (Mersin limanı, İskenderun limanı, İstanbul limanı) olmadığı gibi,

geminin demir aldığı rıhtım da belli bir rıhtım değildir Zamandan demir almak günü

gelmiştir. Ayrıca yolcuları uğurlarken hiçbir el kol hareketi de yapılmaz. Oysaki gerçek

hayatta yolcuları uğurlarken el, kol, mendil vs. sallanır. Rıhtımda kalanlar bu ayrılıktan

hüzünlüdür; ama bu basit bir hüzün değil bir matemdir. Çünkü gidenler geri

dönmeyeceklerdir. Bütün bu durumlara bakınca şairin gerçekten limandan kalkan bir gemiyi

değil, ölümü anlattığını anlıyoruz.

Şair bilinen sözcüklere yeni anlamlar yükleyerek “ölüm” kavramını şiirin bütünü

içerisinde okuyucuya vermek istemiştir.

Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması)

Sözcüğün gerçek anlamı ile mecaz anlamı arasında benzerlik dışı bir ilişki

bulunuyorsa buna mecaz-ı mürsel denir. Mecaz-ı mürsel, aralarında parça-bütün, sebep-

sonuç, özel-genel, tür-örnek, kapsanan-kapsayan gibi ilişkilere dayanan bir söz sanatıdır.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl

Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl

(Mehmet Akif)

İstiklâl Marşı’ndan alınan yukarıdaki dizelerde bayrağa seslenilmekte, onunla

konuşulmaktadır. Ancak bayrak kavramı /b.a.y.r.a.k/ ses birleşeni ile değil, /h.i.l.a.l/ ses

birleşeni ile ifade edilmektedir. Burada parça-bütün ilişkisi söz konusudur. Hilal bayrağın bir

parçasıdır; fakat burada bayrağın bütününe ad olmuştur.

“O elli bahar gördü.” cümlesinde de parça -bütün ilişkisine dayalı bir mecaz söz

konusudur. Burada “bahar” sözcüğü “yıl” anlamında kullanılmıştır.

“Bütün şehir uyuyordu.” örneğinde ise şehirde bulunan insanların uykuda olduğu

belirtilmektedir. Burada bütün kullanılarak parça kastedilmektedir. “Türkiye Lübnan’a asker

gönderilmesine karar verdi” derken, “Türkiye hükümeti Lübnan’a asker gönderilmesine karar

verdi.” denilmek istenmiştir.

Page 11: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

11 / 27

1.5. Terim Anlamı

Günlük konuşma dili, evde, sokakta, çarşıda, alışverişte, günlük ihtiyaçlarımızı

karşılamaya yönelik pratik olarak kullandığımız dildir. Günlük konuşma dili, canlı ve

hareketli olmakla birlikte, sözcük sayısı bakımından sınırlı, cümle yapısı bakımından da

basittir. Bilimde, sanatta, felsefede kullanılan dil günlük dilden farklıdır.

Çeşitli bilim ve fen kollarında, türlü mesleklerde kullanılan dile bilim dili denir.

Bilim dili ortak dilden bazı sözcükler almış olabilir, ama sözcük kadrosu ve onlara verilen

anlam bakımından çok farklıdır. Tıp, hukuk, kimya, matematik, tarih, coğrafya vb. her bilim

dalının kendine özgü kelimelerden oluşan bir dili vardır. İşte her bilim dalının kendine özgü

kelimelerine terim adı verilir.

Terimler genel olarak tek anlamlı sözcüklerdir. Çünkü bunların anlamları ait

oldukları bilim dalınca sınırlandırılmıştır. Bu bakımdan terimlerin anlamları cümlede

kullanılışlarına göre değişmediği gibi, kişiden kişiye de değişmez.

Bilim dilinin ve terimlerin günlük konuşma ve ortak dilden farkını daha yakından

görmek için aşağıdaki metinleri karşılaştıralım. Metinlerden birincisi tıp ile, ikincisi ise hukuk

ile ilgilidir.

“Tek başına depresif bozukluklar var olmasına rağmen komorbidite ayrı bir

sorundur. İngiltere’de yapılan çalışmalarda adolesanların %1.3’ünde depresyon ve

anksiyetenin beraber bulunduğu gösterilmiştir. Davranış Bozukluğu olan vakaların yaklaşık

üçte birinde klinik olarak belirgin Depresyon vardır; okul fobisi olarak tanı koyulan ve

özellikle okula gitme sırasında çeşitli psikosomatik belirtilerle kendini gösteren ayrılık

anksiyetesi bozukluğu çoğunlukla depresyonla birliktedir; sosyal fobileri ve aşırı endişeleri

olanların da bir kısmında depresyon söz konusudur.”

Prof. Dr. Aysel Ekşi

“Hukuken korunan menfaatlerin çeşitli olması, çeşitli hakların varlığını gösterir.

Haklar, konularına ve sahibine sağladığı yetkiye göre çeşitli adlarla anılarlar. Mesela

şahsiyet hakkı, mülkiyet hakkı, intifa hakkı, alacak hakkı, şuf’a hakkı, velayet hakkı gibi.

Hak sahibi, hukeken menfaati korunan varlıktır. Bu varlıklara şahıs (kişi) denilir.

Bugün her insan bir şahıstır. Fakat şahıslar sadece insanlardan ibaret değildir. Bir dernek,

bir şirket, bir vakıf da birer şahıs olarak kabul edilmektedir. İnsanlara hakiki (gerçek kişiler),

diğerlerine hükmi şahıslar (tüzel kişiler) denilmektedir.”

Prof. Dr. Kemal Oğuzman

Page 12: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

12 / 27

Her bilim dalının kendine özgü terimleri vardır ve bunlar o bilim ve sanat dalının

temelini oluşturur. Örneğin hece (Bir hamlede çıkarılan ses veya ses birliği), kök (Sözcüğün

ekleri ayrıldıktan sonra geriye kalan anlamlı bölümü), ses bilimi (Dilin seslerini inceleyen

bilim) sözcükleri dil bilgisi terimidir. Beyit (Aynı vezinle söylenmiş iki mısradan oluşan

nazım birimi), kafiye (Şiirde mısra sonlarında görülen ses benzerliği), kinaye (Bir sözün aynı

yerde hem gerçek hem de mecaz anlamıyla kullanılması) gibi sözcükler edebiyat terimidir.

Açı, açıortay, üçgen, dörtgen, kare, yamuk, çarpma, bölme, toplama, çıkarma gibi sözcükler

ise matematik terimidir.

Terimlerin kullanım alanları genellikle ilgili oldukları bilim dallarıyla sınırlıdır.

Bunları o ilim dalında çalışan uzmanların dışında çok kimse bilmez. Örneğin yukarıya

aldığımız tıp metninde geçen depresif, komorbidite adolesan, anksiyete, fobi gibi sözcükleri

ancak bu alanda çalışanlar bilebilir.

Bir kısım terimler, başta sınırlı bir kullanım alanına sahipken, zamanla günlük

konuşma ve yazı diline de girebilirler. O zaman bu terimler, günlük dilde normal sözcük,

kendi bilim alanında ise terim olarak değerlendirilirler. Örneğin telefon, radyo, telsiz,

televizyon sözcükleri bir iletişim terimi iken, sonradan günlük dile girmişlerdir.

1.6. Deyimleşme

Her dilin söz varlığı içinde atasözü, deyim, terim, kalıp sözler gibi birden çok

sözcükten kurulan kalıplaşmış ögeler bulunmaktadır. Dil içinde kullanılan bu kalıplaşmış dil

kullanımları, toplumdaki yaşama düzenini, dünya görüşünü, gelenek görenek ve inançlarını,

toplumun önem verdiği varlık ve kavramları, kısaca toplumun maddî ve manevî kültürünü

yansıtan sözlerdir. Ayrıca bu ögeler dilin iç yapısını, anlam özelliklerini de yansıtır. Bu

bakımdan özellikle deyimler dilin kendine özgü bir anlatım gücünü oluşturur.

Deyimler, genellikle gerçek anlamı dışında kullanılarak bir düşünceyi dile getirmek

üzere birden çok kelimeden kurulan kalıplaşmış ögelerdir. Deyimleşme olgusunda esas olan,

kalıplaşmaya uğrayan kelimelerin, kendi anlamlarından sıyrılarak yeni bir anlamı yansıtır

duruma gelmeleridir. Deyimleşme olgusunun işleyişinde dil, genellikle aktarmalardan,

somutlaştırmalardan ve benzetmelerden yararlanmaktadır.

Dillerde çok anlamlılığı doğuran etkenlerin başında gelen anlam olayı aktarmalardır.

Aktarmalarda anlatılmak istenen kavram, onunla bir yönden ilişkisi, benzerliği, yakınlığı

bulunan başka bir kavramla anlatılmaya çalışılır, böylece kelime (gösterge) yeni bir anlam

kazanır. Örnek: Başında torbası eksik deyimi ile “hayvan (at, eşek)” kavramı; nüfus kağıdı

eskimek deyimi ile “yaşlanmak, ihtiyarlamak” kavramı ince ve nükteli bir biçimde

Page 13: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

13 / 27

anlatılmaktadır. Aynı biçimde yükü yıkmak deyimi “doğum yapmak” kavramını biraz

argolaştırarak dile getirmektedir. Bir ayağı çukurda olmak deyimi “ölüme yaklaşmış olma”yı;

yol vermek deyimi ise “işten çıkarma”yı anlatmaktadır. Yunus Emre’nin:

Ağaç ata bindüreler sinden yana göndereler

Yir altına indüreler kimse ayruk görmez ola

biçimindeki ölümü anlatan beytinde ise ağaç ata binmek kalıplaşması “tabuta

konma”yı ifade etmektedir.

Deyim aktarmalarında somutlaştırma ve kişileştirme ön plandadır. Bu aktarma

olayında soyut, anlatımı güç durumlar, olaylar, kavramlar, somut kavramlar aracılığıyla

örneklendirilerek dile getirilir. Soyut duygu ve düşünceler somutlaştırılır. Cansız varlıklar

kişileştirilir ve konuşturulur. Kelimelerin anlamları zenginleşir; az sözle çok anlam ifade etme

imkânı doğar. Böylece anlatılması güç durumlar, tanımı zor duygular bu yolla somut olarak

ortaya konur.

Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı deyimi; bir çözüm, bir çıkış yolu

bulunamayan durumu çok rahat bir biçimde ifade etmektedir.

Armudun sapı, üzümün çöpü var demek deyimi, her şeye kusur bulan birinin

tutumunu anlatmaktadır.

Kızım sana söylüyorum; gelinim sen anla deyimi, uyarmak istediğimiz kimseye

doğrudan doğruya değil, onun da etkilenmesini sağlayacak yolda, incitmeden söyleme

durumunu anlatmaktadır.

Ağzıyla kuş tutsa deyimi, bir kimse olmayacak bir işi başarsa bile izin

verilemeyeceğini anlatır.

Eşeğe gücü yetmeyip semerini dövmek deyimi ile güçlü birine kızınca, ona gücü

yetmeyip hıncını başkalarından (çevresinden) çıkarmayı belirtir.

Dilimizde somutlaştırmaya dayalı deyim aktarmalarının pek çok örneği

bulunmaktadır.

Aba altından sopa göstermek : Gözdağı vermek, üstü kapalı olarak korkutmak.

Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine uydurmak.

Çayı görmeden paçaları sıvamak : Bir işe vaktinden önce hazırlanmak.

Çivisi çıkmak : Düzeni bozulmak.

Diken üstünde durmak : Tedirginlik duymak.

Page 14: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

14 / 27

Ensesinde boza pişirmek : Çok çalıştırmak, çok sıkıştırıp tedirgin etmek.

Etekleri zil çalmak : Çok sevinmek.

Gâvura kızıp oruç yemek : Başkasına kızıp kendine zararlı bir iş yapmak.

İpin ucunu kaçırmak : Ölçüyü kaybedip duruma hakim olamamak.

Kaş yapayım derken göz çıkarmak : Bir işi düzelteyim derken iyice bozmak.

Öküz altında buzağı aramak : Olmayacak sebeplerle suç bulmaya çalışmak.

Taşı gediğine koymak : Sözü tam sırasında söylemek.

Topal eşekle kervana karışmak : Yetersiz olduğu halde büyük işe yeltenmek.

Topun ağzında olmak : Tehlikeye en yakın yerde bulunmak.

Deyimleşme olgusunda anlam aktarımı olaylarından birisi de benzetmedir.

Benzetme, aralarında bir veya birden fazla nitelikte benzerlik bulunan iki şeyden birini

ötekine benzetmektir. Bir nesnenin, bir varlığın niteliğini daha güçlü, daha etkili biçimde

anlatmak üzere, niteliği belirgin olan varlıktan yararlanma biçimindeki bu eğilim dilimizde

yaygın olarak kullanılmaktadır.

At hırsızı gibi “İri yarı insan”

Ay parçası gibi “Güzel kız, çocuk”

Kar gibi “Beyaz”

Koyun gibi “Yumuşak başlı, yönlendirilen kimse”

Kösele gibi “Sert yiyecek”

Limon gibi “Sarı”

Sırım gibi “İnce yapılı güçlü kimse”

Tilki gibi “Kurnaz”

Damdan düşer gibi “Bir söze, bir konuya birden girmek”

Dilenci çanağı “İçinde her şeyden biraz bulunan”

Kör değneğini beller gibi “Hep aynı işi yapmak”

Nalıncı keseri gibi “Hep kendi çıkarına çalışan”

Koyun kaval dinler gibi “Anlamadan, dinlemeden”

Tereyağından kıl çeker gibi “Bir işi kolayca çözümlemek”

Yangından mal kaçırır gibi “Bir işi çok aceleyle yapmak”

Kedi ciğere bakar gibi bakmak “İmrenerek bakmak”

Arpacı kumrusu gibi düşünmek “Ne yapacağını bilmeyerek derin derin

düşünmek”

Page 15: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

15 / 27

Gözleri kan çanağına dönmek “Uykusuzluk vb. sebeplerden gözleri kızarmak”

Dut yemiş bülbüle dönmek “Neşe ve konuşkanlığını kaybetmek, susmak”

Suyu çekilmiş değirmene dönmek “İşlemez duruma gelmek”

Ağzı çiriş çanağına dönmek “Ağzı kuruyup acılaşmak”

Eşekten düşmüş karpuza dönmek “Çok şaşırmak, kötü bir duruma düşmek”

Bir kısım deyimleşme olgusunda ise anlam aktarımının daha önce yaşanan bir olaya

bağlı olarak gerçekleştiği görülmektedir. Alüzyon (allusion) olarak da nitelendirilen bu anlam

yapılandırılması, daha önceki bir olayın veya durumun somutlaştırılması, ona gönderimde

bulunulması biçiminde gerçekleştirilmektedir. Bu tür deyimleşmelerde kastedilen olay

bilinmezse anlamın kavranması güçleşir:

Abayı yakmak

Ağzından baklayı çıkarmak

Ateş pahası

Cemaziyelevvelini bilmek

Diş bilemek

Pabucu dala atılmak

Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi

Yumurtaya kulp takmak

Ateş pahası “Çok pahalı” anlamında:

Kanuni Sultan Süleyman adamlarıyla bir köyün yakınında avlanırken, aniden yağan

yağmurdan ıslanır. Isınıp üstünü başını kurutmak için bir eve girer.

Köylünün yaktığı ateşte ısınırken, ateşten çok hoşlanır ve ateşin o andaki önemini

anlatmak için:

“Şu ateş bin altın eder doğrusu” der.

Yağmurun uzun sürmesi üzerine, padişah ve adamları geceyi köylünün evinde

geçirmek zorunda kalırlar.

Ertesi gün evden ayrılırken padişah köylüye borçlarının ne kadar olduğunu sorar.

Köyle de:

“Bin bir altın” cevabını verir.

Misafirler şaşırırlar. Sebebini sorunca da:

“Ateşin bin altın ettiğini siz söylediniz, bir gecelik yer ücreti de bir altındır, eder bin

bir altın” der. Bu olaydan sonra “ateş pahası” kalıp sözü çok pahalı şeyleri ifade etmek için

kullanılan bir deyim niteliği kazanır.

Page 16: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

16 / 27

Pabucu dama atılmak “Değerden düşmek” anlamında:

Eskiden esnaf, aralarında teşkilat kurar, mesleklerinde hiçbir hilenin, yolsuzluğun

olmamasına gayret eder; satılan malların çürük, yırtık, bozuk olmamasına özen gösterirlermiş.

Yapılan ayakkabıların da aynı şekilde sağlam, zarif olması şartmış. Günün birinde bir

müşteri gelerek pabucunun çabuk yırtıldığını, sağlam yapılmadığını söyleyince, müşterinin

parası geri verilmiş ve beğenilmeyen pabuç da dama atılmış.

Bu olaydan sonra artık işe yaramayan veya önemli bir mevkiden düşen kimseler için

“pabucu dama atılmak” deyimi kullanılmaya başlanmış.

Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi “İşin iç yüzü, gerçeği anlaşıldı” anlamında:

Vehbi adında bir kadı’nın çapkınlığa gittiği evi basan zaptiyeler, kadı’nın kerrakesini

görünce “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrakesi” derler. Bu söz halk arasında sonradan “işin iç yüzü

meydana çıktı” anlamında gizli yanı ortaya çıkan olayları anlatmak için kullanılan bir deyim

olmuştur. (kerrake: İnce yünlü kumaştan yapılmış hafif, vücuda yapışık elbise).

Bir kısım deyimleşme olgusunda ise kalıplaşmaya uğrayan sözcükler hem gerçek

anlamlarında kullanılmakta, hem de deyimleşme niteliği taşımaktadır:

Avuç açmak “Başkalarından para ister duruma düşmek, dilenmek”

Baş eğmek “Başkasının emri altına girmeyi kabul etmek”

Baş kaldırmak “Ayaklanmak, yönetime, emre karşı gelmek”

Başını bağlamak “Nişanlamak veya evlendirmek”

Göz yummak “Ayıplarını, hatalarını görmezden gelmek”

Hesap görmek “Alacakla vereceği karşılaştırıp ödeşmek”

Kafa sallamak “Her şeye doğru mu yanlış mı olduğuna bakmadan evet

demek”

Deyimlerde Kalıplaşma Dereceleri

Deyimlerde, grubu oluşturulan kelimelerin anlamlarından farklı bir anlam

aktarılmaktadır. Bu anlam aktarmalarında da genellikle benzerlik ve kalıplaşma önemli rol

oynamaktadır. Bu bakımdan deyimler birden çok ögeden oluşmuş bile olsalar, tek kavrama

karşılık olarak kalıplaşırlar. Bu kalıplaşmanın da kendine göre dereceleri vardır.

1) Birinci dereceden ya da tam kalıplaşmalarda deyimi oluşturan ögelerin anlamları

ile deyim anlamı arasında hiçbir ilişki bulunmaz, bunlar tam deyimdir:

Delik büyük, yama küçük “Eldeki imkânlar ihtiyaçtan az”

Page 17: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

17 / 27

Her delikten kıç göstermek “Olur olmaz her işe karışmak”

İğneyle kuyu kazmak “Yetersiz araçlarla zor bir işi başarmaya

çalışmak”

Kız girip dul çıkmak “İlişkilerde çok hırpalanmak”

Sıçan deliğe sığmamış, götüne süpürge bağlamış “İstenmediği yere bir başkasını da

getiriyor; elindeki işi başaracağı belli değilken bir başka iş üstleniyor.”

2) İkinci dereceden deyimleşmelerde, grubu oluşturan ögelerden bir kısmı anlam

değerini korur. Bu da deyimleşmeyi zayıflatır. Bu bakımdan bu tür oluşumlarda deyimleşme

tam değildir.

Adını bağışlamak “Konuşmak, söz söylemek”

Ağız değiştirmek “Önce söylediğinin tersini söylemek”

Araya soğukluk girmek “Dostluk bozulmak”

El kapısı “Yabancı yer”

3) Bir de kalıplaşmaya uğramakla birlikte anlam aktarımını gerçekleştirmeyen dil

kullanımları vardır. Bunlar daha ziyade yardımcı fiillerle oluşturulmuş birleşik fiil yapısındaki

birleşiklerdir. Burada da birleşiği oluşturan ögelerin yan anlamından yararlanılmakta, ancak

dolaylı bir anlatım söz konusu olmamaktadır.

Ağız açmak “Konuşmak, söz söylemek”

Göz gezdirmek “Fazla incelemeden şöyle bir bakmak, kabaca okumak”

Gözden geçirmek “Okumak; kontrol etmek, denetlemek”

Haber uçurmak “Acele haber göndermek”

Hatır sormak “Birisinin durumuyla ilgilenmek”

Hasret kalmak “Özlem duyduğu birine, bir şeye kavuşamaz olmak”

Yemin etmek “Bir şeyi yapma veya yapmamaya Allah’ı şahit tutarak söz

vermek”

2. ANLAM İLİŞKİLERİNE GÖRE SÖZCÜKLER

2.1. Çok Anlamlı Sözcükler

Dilin gelişme sürecinde sürekli yeni sözcükler türetilmez. Bazen var olan sözcüğün

anlamı genişler. Yani sözcük temel anlamının yanında yeni kavramları anlatır duruma gelir.

Page 18: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

18 / 27

Buna çok anlamlılık adı verilir. Çok anlamlılıkta bir sözcük birden çok kavramı karşılar. Bunu

şöyle bir şema ile gösterebiliriz:

Dilde sözcükler gerek ses birleşimleri gerekse taşıdıkları anlamlar açısından sürekli

bir değişim ve gelişim içindedir. Bu değişim, iletişim imkânlarının ve bilgi akışının arttığı

dönemlerde çok daha hızlı gerçekleşmektedir. Yani bilgilenmedeki hızlanma, çok anlamlılık

olayının gerçekleşmesine yol açmaktadır.

Dilimizde özellikle fiiller gözden geçirilecek olursa, kullanım sıklığı fazla olan

fiillerde çok anlamlılığın yüksek olduğu görülür. Örnek olarak kırmak fiilini ele alacak

olursak, cümle içerisinde kullanıldığı duruma göre farklı anlamlar içerdiğini görürüz:

Odunları kırdın mı? (doğramak, parçalar hâlinde kesmek)

Fiyatını kırdı. (iskonto etmek, indirmek)

Beni çok kırdınız. (gücendirmek)

Ne yaptımsa inadını kıramadım. (yatıştırmak)

Kırdığı ceviz kırkı geçti. (münasebetsizlik etmek, hata yapmak)

2.2. Eş Anlamlı Sözcükler

Dilde anlam yönünden birbirine eşit; yani aynı şeyleri anlatmaya yarayan sözcükler

de vardır. Anlamca aynı olan bu tür sözcüklere eş anlamlı (anlamdaş) sözcükler denir.

Örneğin “demek” ile “söylemek”, “göndermek” ve “yollamak” eş anlamlı sözcüklerdir.

Genel olarak bir dilde iki ayrı sözcük tamamen aynı anlama gelmez, bu bakımdan da

eş anlamlılık durumuna çok az rastlanır. Eş anlamlılık, farklı anlam alanlarına sahip sözlerin

anlam alanlarının çakışmasına dayanır. Eş anlamlı gibi görünen pek çok sözcüğün, aralarında

anlam bakımından ince farklar olduğu kullanım sırasında ve deyimlerde ortaya çıkar. Örnek

olarak “baş” ve “kafa” sözcüklerini ele alalım. Bunlar eş anlamlı kabul edilen sözlerdir; ancak

“başında bir hâl var” deyimindeki “baş” sözcüğünü “kafa” kelimesiyle değiştiremeyeceğimiz

gibi, “kafayı bulmak” deyiminde de “kafa” yerine “baş”ı koyamayız.

Aynı şekilde eş anlamlı olarak kabul edilen ak-beyaz, kalp-yürek, kara-siyah gibi

sözcüklerin, kullanılışları sırasında da aralarında ince farklar bulunduğunu görürüz: Örneğin

“Ak akçe kara gün içindir.” atasözünü “Beyaz akçe siyah gün içindir.” biçiminde

kullanamayız. Yine “ alnı açık, yüzü ak” deyimini “alnı açık yüzü beyaz” şeklinde

söyleyemeyiz.

Bazen anlamları birbirine çok yakın, veya tam eş anlamlı sayılabilecek sözlerden

birinin zamanla kaybolduğu, ancak ikilemeler içinde yaşadığı görülmektedir: ev bark, evirmek

Page 19: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

19 / 27

çevirmek, ufak tefek, yorgun argın örneklerinde görüldüğü gibi. Bir dilin en eski ürünleri

arasında bu şekilde eş anlamlı sözlerin varlığı, o dilin eskiliğini gösteren bir ölçü olarak kabul

edilmektedir. Çünkü başlangıçta farklı anlamları yansıtan sözlerin, aynı anlamı yansıtır

duruma gelmesi için uzun bir zaman geçmesi gerekir, bu da o dilin eskiliğini gösterir.

Diller ve kültürler arasındaki etkileşmeyle de eş anlamlılık durumu ortaya çıkabilir.

Bir dilin söz varlığı yabancı dillerden gelen sözcüklerle zenginleşir. Yabancı dillerden giren

sözler, dilin temel sözleriyle yakın anlama sahip olurlar. Bunun sonucunda da eş anlamlılar

oluşur. Yani eş anlamlılık yabancı dillerden alınan ögelerle gerçekleşir. Eski Türkçe

döneminde dilde sü “asker, ordu” sözcüğü kullanılırken, sonradan Arapçadan asker alınmıştır.

Dilimizde üzüntü sözcüğü varken, onunla birlikte Arapçadan elem, keder, gam; Farsçadan da

dert kullanılmaya başlanmıştır. Yine kaygı sözcüğü ile Farsça endişe dilimizde bir kullanım

alanı bulmuştur. Bunun gibi peder (baba), mader, valide,( anne), birader (kardeş), mahdum

(oğul), medenî (uygar) gibi pek çok öge dilimizde kullanılmıştır.

Önceleri Arapça ve Farsçadan giren bu dil ögelerinin yerini günümüzde Batı

dillerinden giren sözler almıştır: prensip (ilke), detay (ayrıntı), kriz (bunalım), problem

(sorun), alternatif (seçenek), gramer (dilbilgisi), sentaks (söz dizimi), parazit (asalak), arter

(atardamar) gibi.

Bugün dilimizde eş anlamlı sözcükler ya her ögesi Türkçe olanlar (duymak-işitmek-

dinlemek; küsmek-darılmak-gücenmek; bıkmak-bezmek-usanmak; artmak-çoğalmak; doğru-

düzgün; geri-arka), ya da Türkçesiyle birlikte yabancı ögeleri de yaşayanlar (etki-tesir, ilgi-

alâka, yüzyıl-asır, içerik-muhteva, öğrenim-tahsil, yazım-imlâ, özel-hususi, çaba-gayret,

üzgün-mahzun, çeviri-tercüme, değer-kıymet) olmak üzere iki şekilde görülmektedir.

Lâden bahçesinde gonca gül olmaz

Kâmil ile yoldaş olan yorulmaz

İki mahluk vardır Hakka kul olmaz

Mağrurluk, kibirlik etmeli değil.

(Hatayî)

2.3. Zıt (Karşıt) Anlamlı Sözcükler

Her dilde anlamca birbirinin karşıtı olan sözcükler bulunmaktadır. Bunlar aynı anlam

alanı içinde iki karşıt ucu belirtir. Günlük yaşamda, sözlü ve yazılı anlatımda bir kavramı

daha iyi belirtebilmek için zıt anlamlı sözcüklerden geniş ölçüde yararlanıldığı görülmektedir.

Zira zıt anlamlı sözcüklerle nesnelerin ve durumların özellikleri daha belirgin bir biçimde

ifade edilmekte, daha güçlü ve etkileyici bir anlatım sağlanmaktadır. Örneğin “gökte ararken

Page 20: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

20 / 27

yerde bulmak” deyiminde “gök” ile “yer” sözcükleri kullanılarak söze bir etkileyicilik

katılmış, “aramak” ve “bulmak” sözcüklerinin de anlam karşıtlıklarından yararlanılmıştır.

Türkçe birbirine karşıt kavramlar açısından oldukça zengindir. Daha Köktürk

Yazıtlarında bu tür kavramlara rastlanmaktadır: ilgerü (ileri, ileride; doğu, doğuda) –kirü

(geride, batıda).

Günümüz Türkçesinde de karşıt anlamlı sözcükler önemli bir yekûn tutmaktadır.

Çok-az, dolu-boş, kalın-ince, iyi-kötü, gündüz-gece, aç-tok, erkek-dişi, doğru-yanlış, somut-

soyut; çıkmak-inmek, gitmek-gelmek, ısıtmak-soğutmak, ağarmak-kararmak vb.

Başka dillerden gelip dilimize yerleşmiş sözlerin de zıt anlamlıların oluşmasında

önemli payı bulunmaktadır: zengin-fakir, güzel-çirkin, ağır-hafif, kalabalık-tenhâ, taze-bayat

vb.

Dilde zıt anlamlılarla, sözcüğün olumsuz biçimini karıştırmamak gerekir. Örneğin

gelmek fiilinin zıt anlamlısı “gitmek”tir; olumsuzu ise “gitmemek”tir.

2.4. Eş Sesli Sözcükler

Bir dilde anlam ve işlev bakımından farklı, ama aynı ses değerine sahip sözcükler de

vardır, bunlara eş sesli (eş adlı) sözcükler adı verilir. Yani eş seslilik, birbirinden tamamen

ayrı iki veya daha çok kavramın, aynı ses birleşimiyle, aynı sözcükle dile getirilmesidir.

Örnek olarak dilimizdeki “yüz” sözcüğü, birbiriyle hiç ilgisi bulunmayan 100 sayısını ve

“surat” kavramını yansıtmaktadır. Aynı şekilde kişi zamiri olan ben sözcüğü ile derideki

lekeyi gösteren ben’ in söylenişleri ve yazılışları aynıdır. Eş sesli sözcükler anlamları ayrı

söylenişleri bir olan sözcüklerdir: “Eyleme vaktini zayi; deme kış yaz, oku yaz” örneğinde

“yaz” sözcükleri, söyleniş bakımından aynı olmakla birlikte, anlamları farklıdır.

Eş sesli sözcüklerin bir kısmı, biçim ve anlam bakımından ayrı olan sözcüklerin

çeşitli ses değişmelerine uğrayarak söyleniş bakımından birbirlerine yaklaşmaları sonucunda

oluşmuştur. Bugün ısının sıfırın altına düşmesiyle oluşan hava durumunu gösteren don

sözcüğü, eskiden ton biçiminde idi. İç çamaşırı anlamında olan don ise eskiden “elbise,

giyecek” anlamındaydı. Bugün her iki sözcük de don biçiminde kullanılmaktadır.

Kimi eş sesli sözcükler ise köklere eklerin getirilmesi ile oluşmaktadır. Bunlara

türemiş eş sesliler denir. Örneğin solu- fiilinden türemiş olan soluk “nefes” ile, sol- fiilinden

türeyen soluk “solgun” sözcükleri böyledir.

Bazı eş sesliler ise alıntı sözcükler ile yerli sözcüklerin aynı ses birleşimiyle

kullanılır duruma gelmesiyle oluşmaktadır. Farsçadan dilimize giren saz “çalgı aleti” ile “ince

Page 21: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

21 / 27

kamış” anlamındaki saz bu türdendir. Aynı şekilde Farsçadan gelen bağ “meyve bahçesi” ile

“sicim, ip” anlamındaki Türkçe bağ da böyledir.

Eş sesli kelimeler söze güzellik katar. Okuyan ve dinleyen üzerinde etkileyici

duygular uyandırır. Manilerde cinaslar eş seslilerin tekrarı ile yapılır:

Asmaya

Öter bülbül asmaya

Bir salkım üzüm için

Minnet etmem asmaya

Ben o yardan vazgeçmem

Götürseler asmaya.

Asma sözcüğü manide 4 defa tekrarlanmaktadır. Birinci, ikinci ve dördüncü dizedeki

asma “üzüm veren bitkinin” adı, altıncı dizedeki asma ise as- fiilinden türemiş isimdir.

Bağlarım

Bahçelerim bağlarım

Uçurdum bülbülümü

Viran kaldı bağlarım

Yâr bana yara açtı

Yaramı ben bağlarım

3. ANLAM DEĞİŞMELERİ

Dil yaşayan bir varlıktır. Toplum hayatına bağlı olarak, doğadaki her şey gibi o da

zamanla değişir. Bu değişme dilin ses yapısında olabileceği gibi, anlam alanında veya her

ikisinde birden olabilir. Bir göstergenin başlangıçta yansıttığı kavramda bir genişleme, bir

daralma meydana gelebilir. Bir sözcük zamanla başka bir kavramı ifade edebilir. Yani

Sözcüğün anlamında zamanla meydana gelen değişikliklere anlam değişmesi denir. Örnek

olarak “araba” sözcüğünü ele alalım. Bu sözcük eskiden atların çektiği aracı ifade ederken,

bugün otomobili ifade etmektedir. Yani sözcüğün ifade ettiği kavram değişmiştir. Eskiden

“edgü, ezgü” biçiminde kullanılan sözcük sonradan “eyü” ve “iyi” biçiminde ses değişikliğine

uğramıştır, ama yansıttığı anlamda bir değişiklik olmamıştır. “Yavuz” sözcüğü ise hem ses (

yabız, yavız, yavuz), hem de anlam değişikliğine uğramıştır. Eskiden “kötü, şirret” anlamında

kullanılırken, sonradan “yiğit, kahraman, bahadır” anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Page 22: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

22 / 27

3.1. Anlam Daralması

Bir sözcüğün anlam alanının daralması, önceden anlatmış olduğu nesne veya

hareketin bir kısmını anlatır duruma gelmesidir. Yani göstergenin daha sınırlı bir kapsam

ifade etmeye başlamasıdır. Dilimizde “oğlan” sözcüğü eskiden hem kız hem de erkek

çocuklar için kullanılırken, bugün yalnızca erkek çocuklar için kullanılır duruma gelmiştir.

Eskiden “davar” sözcüğü sahip olunan mal mülk, varlık anlamını yansıtırken, bugün yalnızca

koyun, keçi, oğlak gibi küçükbaş hayvanları ifade eder durumda bir anlam daralmasına

uğramıştır. Türkçe erik sözcüğü de başlangıçta şeftali, kayısı, zerdali, armut gibi meyvelerin

ortak adı olarak kullanılırken, sonradan yalnızca belli bir meyvenin adı olmuştur.

3.2. Anlam Genişlemesi

Anlam genişlemesi daralmanın tam tersi nitelikte bir anlam olayıdır. Bir nesnenin,

bir durumun, bir hareketin bir bölümünü, bir türünü gösteren bir sözcük, zamanla kavramın

bütününü veya bütün türlerini gösterir duruma gelebilir. Böylece sözcüğün anlamında bir

genişleme olur ve sözcük çok anlamlı duruma gelir. Buna anlam genişlemesi adı verilir.

Dilimizde alan sözcüğü başlangıçta “düz ve açık yer” anlamında kullanılırken, sonradan “iş,

meslek, araştırma-inceleme konusu, uzmanlık” gibi anlamları yansıtır duruma gelmiştir

“Hangi alanda çalışıyorsun?” cümlesinde sözcük genişleyen anlamıyla kullanılmıştır. Yine

çevre sözcüğünde de anlam genişlemesi olayını görmekteyiz. Başlangıçta “bir şeyin yakınını,

çevresini “ anlatırken zamanla “muhit, ortam, geometri terimi, içinde bulunulan doğal yapı”

gibi anlamları yansıtmaya başlamıştır. “Çevrenin insan karakteri üzerinde önemli etkisi

vardır.” cümlesinde sözcük genişleyen anlamıyla kullanılmıştır.

Önceleri yalnızca güreş müsabakalarında kazananlara verilen mükâfat anlamında

kullanılan “ödül” sözcüğü, sonradan her türlü yarışmalarda verilen mükâfat anlamını

kazanmıştır. Aynı şekilde suların hareketini ifade eden dalga sözcüğü, sonradan ses dalgası,

kısa dalga, orta dalga, uzun dalga gibi kavramları yansıtarak fizik terimi olarak da

kullanılmaya başlanmıştır.

3.3. Genelleşme

Anlam genişlemesinin bir çeşidi de genelleşmedir. Bir özel ismin genelleşerek tür

adına veya sıfata dönüşmesine genelleşme denir. Örneğin Türkçede dizel olarak motor türü,

bu motoru bulan kişinin adı olan Diesel’den gelmektedir. Aynı şekilde röntgen ismi de X

ışınlarını bulan fizikçi Röntgen’in adından genelleşmiştir. Don Kişot (bir roman kahramanı)

Page 23: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

23 / 27

ve Don Juan (bir efsane kahramanı) isimleri ise birçok dile geçerek erkeklerin belli

davranışlarını yansıtan birer sıfat niteliği kazanmışlardır.

3.4. Anlam İyileşmesi

Sözcüğün eskiden taşıdığı anlamda bir iyileşmenin olmasıdır. Anlam iyileşmesinin

dilimizde ilgi çekici örnekleri vardır. Örneğin yavuz sözcüğü eskiden “fena, kötü, şirret,

perişan” gibi olumsuz anlamda kullanılıyordu. “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” cümlesinde

görüldüğü gibi. Ancak belli bir dönemden sonra Sultan Selim için bir unvan olmuş ve anlam

iyileşmesine uğrayarak ”iyi, güzel, güçlü, yiğit, kahraman” anlamlarında kullanılmaya

başlanmıştır. Dilimizdeki emek (eski şekli emgek) sözcüğü de Eski Türkçede “acı, eziyet,

zahmet” anlamlarında kullanılıyordu. Bugün ise “bir işin gerçekleşmesini sağlayan beden ve

kafa gücü” anlamında kullanılır olmuştur.

3.5. Anlam Kötüleşmesi

Anlam kötüleşmesi ise anlam iyileşmesinin tam tersi bir anlam değişmesi olayıdır.

Başlangıçta iyi bir anlamı yansıtan sözcük sonradan kötü bir anlam yansıtır duruma

gelmektedir. Farsçadan dilimize geçen canavar sözcüğü başlangıçta “canlı, yaşayan”

anlamında kullanılırken, sonradan olumsuz bir anlam kazanmıştır.

Page 24: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

24 / 27

ÖRNEK SORULAR

1- “İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!

Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,

Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı…

Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,

Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,

Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler”

Mısraları hangi şairimize aittir?

A) Faruk Nafiz Çamlıbel B) Halit Fahri Ozansoy C) Yusuf Ziya Ortaç

D) Orhan Seyfi Orhon E) Enis Behiç Koryürek

2- “..................., sözcüğün temel anlamı dışında kullanılmasıdır.

Boşluğa gelmesi gereken ifade aşağıdakilerden hangisidir?

A) Eş anlam B) Zamir C) Yan anlam D) Zıt anlam E) Mecaz

3- “ Benzetmede dört temel öge bulunur”

Aşağıdakilerden hangisi bu ögelerden değildir?

A) Benzeyen B) Kendisine benzetilen C) Benzetme yönü

D) Benzetme sıfatı E) Benzetme edatı

4- “Aşk bir şem’-i ilâhîdir, benim pervânesi

Şevk bir zincîrdir, gönlüm onun dîvânesi”

Hayalî'nin bu beyitinde, “şem'” ne anlama gelmektedir?

A) Gönül B) Zincir C) Mum D) Arzu E) Bağ

5- “Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm hayli cihanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece”

Mısraları hangi şairimize aittir?

A) Yunus Emre B) Aşık Veysel C) Fuzuli D) Nedim E) Namık Kemal

Page 25: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

25 / 27

6- “Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.”

Mısraları hangi şairimize aittir?

A) Orhan Veli Kanık B) Mehmet Akif Ersoy C) Necip Fazıl Kısakürek

D) Yahya Kemal Beyatlı E) Ahmet Hamdi Tanpınar.

7- Çeşitli bilim ve fen kollarında, türlü mesleklerde kullanılan dile …............ denir.

Boşluğa gelmesi gereken ifade aşağıdakilerden hangisidir?

A) Bilim dili B) Sanat dili C) Ortak dil D) Yazı dili E) Konuşma dili

8- “Bir dilde anlam ve işlev bakımından farklı, ama aynı ses değerine sahip kelimeler

de vardır”

Bu kelimelere ne ad verilir?

A) Ortak kelime B) Eş anlamlı kelime C) Eş sesli kelime

D) Zıt anlamlı kelime E) Çok anlamlı kelime

9- “Bir sözcüğün .............................., önceden anlatmış olduğu nesne veya hareketin

bir kısmını anlatır duruma gelmesidir.”

Boşluğa gelmesi gereken ibare aşağıdakilerden hangisidir?

A) Anlam değeri kazanması B) Anlam alanının daralması C) Anlam gücü

kazanması

D) Anlamlaşması E) Anlamsızlaşması

10- “Başlangıçta iyi bir anlamı yansıtan kelime sonradan kötü bir anlam yansıtır

duruma gelebilmektedir.”

Bu durum aşağıdakilerden hangisidir?

A) Genelleşme B) Anlam iyileşmesi C) Anlam değerlenmesi

D) Ek anlam kazanma E) Anlam kötüleşmesi

Cevap anahtarı:

1. A 2. E 3. D 4. C 5. B 6. D 7. A 8. C 9. B 10. E

Page 26: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

26 / 27

KAYNAKLAR

AĞAKAY, Mehmet Ali, “İkizlemeler Üzerine”, Türk Dili c. ll, sy. 16 (1953), s. 189-

191.

AĞAKAY, Mehmet Ali, “Türkçede Kelime Koşmaları”, TDAY-Belleten 1954,

Ankara 1988, s. 97-104.

AKBAYIR, Sıddık, Cümle ve Metin Bilgisi, Deniz Kültür, Ankara 2003.

AKSAN, Doğan, Anlambilim, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi,

Engin Yayınevi, Ankara 1999.

AKSAN, Doğan, En Eski Türkçenin İzlerinde, Simurg, İstanbul 2000.

AKSAN, Doğan, Şiir Dili ve Türk Şiir Dili, Ankara 1993.

AKSAN, Doğan, Türkçenin Gücü, Ankara 1987.

AKSAN, Doğan, Türkçenin Söz Varlığı, Ankara 1996.

AKSOY, Ömer Asım, Atasözü ve Deyimler Sözlüğü 2, Deyimler Sözlüğü, Ankara

1978.

BAHADINLI, Yusuf Ziya, Türkçe Deyimler Sözlüğü, İstanbul 1970.

BALTAŞ, Zuhal-Baltaş, Acar, Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, İstanbul 1992.

BANGUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, İstanbul 1974.

BAŞKAN Özcan, “Türkçede Dil-İçi Dünya Görüşü”, Macit Gökberk Armağanı,

Ankara 1983, s. 151-172.

CÜCELOĞLU, Doğan, Yeniden İnsan İnsana, Remzi Kitabevi, 20. Basım, İstanbul

1999.

EROL, Hülya Arslan, Eski Türkçeden Eski Anadolu Türkçesine Anlam Değişmeleri,

(Yayımlanmamış doktora tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü), Çanakkale 2002.

FİLİZOK, Rıza, Anlam Analizine Giriş, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Yayınları, No:115, İzmir 2001.

HATİBOĞLU, Vecihe, Türk Dilinde İkileme, Ankara 1981.

HENGİRMEN, Mehmet, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınevi, Ankara 1998.

KIRAN, Zeynel-Kıran, Ayşe, Dilbilime Giriş, Seçkin, Ankara 2002.

KOÇ, Nurettin, Açıklamalı Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, İnkılâp Kitabevi, İstanbul

1992.

KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, TDK Yayınları,

Ankara 2003.

Page 27: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİcdn.istanbul.edu.tr/FileHandler2.ashx?f=2.-hafta.pdf · gelmiştir: Bir topluluğu yöneten kimse (kol başı); balangıç (hafta başı); bir eyin uçlarından

27 / 27

ÖZKAN, Mustafa, “Deyimleşmiş İkilemeler”, V. Uluslararası Türk Dili Kurultayı

Bildirileri ll, 20-26 Ankara 2004, s. 2289-2318.

ÖZKAN, Mustafa, Tarih İçinde Türk Dili, 3. Baskı, İstanbul 2004.

ÖZKAN, Mustafa, Türkçenin Ses ve Yazım Özellikleri, Filiz Kitabevi, İstanbul 2001.

ÖZÜNLÜ, Ünsal, Edebiyatta Dil Kullanımları, Multilingual, İstanbul 2001.

PALMER, F.R., Semantik (Çev.Ramazan Ertürk), Kitabiyat, Ankara 2001.

SARAÇ, Yekta, Klasik Edebiyat Bilgisi, Belagat, Bilimevi, İstanbul 2001.

SAUSSURE, Ferdinand de, Genel Dilbilim Dersleri (Çev. Berke Vardar), İstanbul

1998.

Sözlü Dil Yapısı (Yayına haz.. Mustafa Sarıca), Multilingual, İstanbul 2005.

TİMURTAŞ, Faruk K., Yunus Emre Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları: 380, Ankara

1980.

UZUN Leyla Subaşı, “Deyimleşme ve Türkçede Deyimleşme Dereceleri”, Dilbilim

Araştırmaları 1991, s. 29-39.

ZÜLFİKAR Hamza, Türkçede Ses Yansıtmalı Kelimeler, Ankara 1995.