İstanbul Ünİversİtesİcdn.istanbul.edu.tr/statics/ormancilikmyo.istanbul... · tanımlama...
TRANSCRIPT
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM
FAKÜLTESİ
Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde
kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının
içeriğinden yazarları sorumludur.
2 / 38
BÖLÜM: ORTAK DERS
DÖNEM (GÜZ / BAHAR): BAHAR
EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2015-2016
DERSİN ADI: TÜRK DİLİ II
DERS NOTU YAZARININ
ADI-SOYADI: PROF. DR. MUSTAFA ÖZKAN
3 / 38
5. HAFTA
DERS NOTU
4 / 38
İÇİNDEKİLER
PARAGRAF
1. PARAGRAF YAPISI
2. PARAGRAF KURALLARI
3. PARAGRAF TÜRLERİ
3.1. Olay Paragrafı
3.2. Fikir Paragrafı
3.3. Tahlil Paragrafı
3.4. Tasvir Paragrafı
4. PARAGRAFTA DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YÖNTEMLERİ
4.1. Tanımlama Yöntemi
4.2. Açıklama Yöntemi
4.3. Örneklendirme Yöntemi
4.4. Tanık Gösterme Yöntemi
4.5. Karşılaştırma Yöntemi
4.6. Hikâye Etme (Öykülendirme) Yöntemi
4.7. Tasvir Etme (Betimleme) Yöntemi
4.8. Kanıtlama Yöntemi
4.9. Tartışma Yöntemi
4.10. Benzetme Yöntemi
5. PARAGRAFTA ANA CÜMLE VE ANA FİKİR
6. KONU
6.1. Konu Seçimi
6.2. Konunun Ana Maddesi
6.3. Konunun Görüş Açısı
6.4. Konunun Anlatılış Şekli
6.5. Konuda Başlık
7. AHENK UNSURLARI
8. PLAN
8.1. Planın Bölümleri
8.1.1. Giriş Bölümü
8.1.2. Gelişme Bölümü
8.1.3. Sonuç
8.2. Plan Çeşitleri ve Özellikleri
8.2.1. Hareketli Plan
8.2.2. Fikrî (Düşünsel) Plan
8.2.3. Hissi (Duygusal) Plan
8.3. Konunun Planlanması ve Yazılması
9. ÜSLUP
5 / 38
PARAGRAF
Bir temel düşünce çevresinde kümelenmiş cümlelerden oluşan düz yazı bölümlerine
paragraf denir. Bir satır başından öteki satırbaşına kadar sürer. Her paragraftan sonra satır başı
yapılır ve başka bir paragrafa geçilir.
Paragraf bir düşünce birimidir. Paragrafta, kapsamlı bir konunun belli bir kısmı ya da
tek bir konu ele alınıp işlenir. Her paragraf, bağımsız bir fikri yansıtır, ayrıca bütün bir
kompozisyonun da parçasıdır. Bir paragraftan başka bir paragrafa geçiş, yeni bir fikre
geçtiğimizi anlatır. Paragraflar ya da paragrafı oluşturan cümleler arasında dil, düşünce ve
anlam birliği olur. Bir konuya ilişkin düşüncelerin planlanmasında ve bu düşüncelerin nasıl
geliştiğini kavramada paragraflardan yararlanırız.
1. PARAGRAF YAPISI
Her paragrafta şu üç bölüm vardır:
1. Giriş Cümlesi
2. Gelişme Cümleleri
3. Sonuç Cümlesi.
Bununla beraber bazen bir cümlecik bile bir paragraf yerine geçebilir.
1.1. Giriş Cümlesi: Paragrafın başlangıç cümlesidir. İlgi çekici ve merak uyandırıcı
nitelikte olmalıdır. Çünkü paragrafın ana düşüncesini, amacını ve konusunu belli eden
cümledir.
1.2. Gelişme Cümlesi: Giriş ve sonuç cümleleri arasında kalan kısma denir. Giriş
cümlesinde ortaya konan konu; bu bölümde, benzerlikler, zıtlıklar, örnekler, kanıtlar ve
karşılaştırmalardan yararlanılarak geliştirilir.
1.3. Sonuç Cümlesi: Kısa, etkili ve daha önce anlatılanları özetleyici; duygu, düşünce
ve hayallerin vurgulandığı son cümledir.
Paragrafın yapısına ilişkin bu özellikleri örnek bir metin üzerinde gösterelim:
(Giriş) Sanat yaratmadır. (Gelişme) Yaratmak ise özgürlükle olur. Gerçek sanatçı,
eserini şu veya bu yasanın baskısı altında bırakmaz. Onun kaleminde veya fırçasında kendini
duyuran tek baskı, sanatın baskısıdır. Sanatçı duygularına ve düşüncelerine biçim vermedikçe
rahata kavuşamaz. Ona şöyle veya böyle yazacaksın, şunları veya bunları anlatacaksın
denildiği gün, ne sanattan ne de sanatçıdan eser kalır. (Sonuç) Sanat, iç özgürlüğün sonucu
olursa bundan hem eser hem de toplum kazanır.
(Suut Kemal Yetkin, Günlerin Götürdüğü)
6 / 38
2. PARAGRAF KURALLARI
I. “Benim çocukluğumun Ramazanları kara kışa rastlamıştı.”
(Refik Halit Karay, Üç Nesil Üç Hayat)
II. “Otorayda istasyon kaybı da pek yok. Makinist, istediği yerde bir parçacık
durabiliyor. Yolda rastgele bir yolcu, otomobil çağırır gibi el etse galiba duracak.”
(Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notları)
III. “Küçük bir çam ormanı. Vakit sabah. Arı, sinek, kuş sesi. Bir siyah gözlükten
görülen yerde ve ağaçlarda güneş parçaları. Sonra uzak göğün kendi renginden biraz daha
koyu kıyılara giden hudutlu bir deniz… İşte böyle bir yerde köyün insanlarını düşünüyorum.
Bir zaman bana, insanları sevmek lazım geldiğini, insanları sevince tabiatın, tabiatı sevince
dünyanın sevileceğini, kitapların öğrettiği şekilde sevmiyorum. Şiirler, romanlar, hikâyeler,
masallar bana bu ilmi tahsil ettirmişlerdi. Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan
uşaktan iğrenmemeyi, sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adamın
çalışmadığını kendi kendime öğrendim…”
(Sait Faik Abasıyanık, Mahalle Kahvesi)
Yukarıda, uzunluk-kısalık yönünden birbirinden farklı üç paragraf örneği verilmiştir.
Aslında paragrafın kısa ya da uzun oluşu, ele alınan konunun önemine bağlıdır. Bazen
karmaşık ve ayrıntılı konulara ilişkin fikirlerin bir paragrafta toplanması da güç olur. Bilimsel
yazılarda 100-200 kelimeden oluşan paragraflar vardır. Hatta 400-500 kelimeyi aşan
paragraflardan da söz edilebilir. Bu nedenle paragrafların kısalığı ya da uzunluğuyla ilgili
kesin bir ölçü yoktur. Ancak yazıya bir güç kattığı ve hareket kazandırdığı için kısa
paragraflar tercih edilmelidir. Bunun dışında, örnek paragraflarda da görüldüğü gibi, paragraf
yazılırken diğer satırlara göre bir santimetre içeriden başlanmalıdır. En önemli fikirler,
paragrafın başına ve sonuna konmalıdır; ve, fakat, şöyle ki, öyle ki, böyle gibi bağlaçlar,
gerektiği durumlarda kullanılmalıdır.
3. PARAGRAF TÜRLERİ
Paragraflar, ele aldıkları konuya göre dörde ayrılır:
3.1. Olay Paragrafı
Toplumun ilgisini çekecek bir olayı, genellikle kronolojik sıraya bağlı kalarak anlatan
paragraftır. Duygu, düşünce ve konular, gerçek ya da tasarlanmış bir olay içinde verilir.
Örnek:
“Bazı bir ova yolunda saatlerce gidersiniz. Karşınıza bir köy çıkar… Hayretle
düşünürsünüz: “Ben bu alçak toprak kulübeleri, bu sokakları; tekerleğinin biri çıkmış bu öküz
7 / 38
arabasını; onun üstüne tünemiş tavukları, yarı çıplak çocukları; biraz ötede omzunda
testisiyle su taşıyan yalınayak küçük kızı, sırtında bir çalı demetiyle yokuştan inen peştamallı
büyük anayı bir saat evvel bir daha, iki saat evvel bir daha gördüm. Sakın araba beni bir
daire etrafında döndürüp dolaştırdıktan sonra hep aynı yere getirmesin? Her halde öyle
olacak. Evvelâ uzaktan dik dik bakan köylüler yanıma yaklaşıyorlar, şehirlerdeki bazı şık
molla eskilerinin sakalı kadar uzamış tıraşlı yüzlerini tanımaya başladım. Daha iyisi onlar da
beni tanımış olacaklar ki tatlı tatlı gülümsemeye ve etrafını almaya başladılar.”
(Reşat Nuri Güntekin, Anadolu Notlar)
3.2. Fikir Paragrafı
Bir düşüncenin delillerle, örneklerle desteklenerek inandırıcı, etkili ve mantıklı bir
biçimle anlatıldığı paragraftır.
Örnek:
“Çağdaş uluslar, temel bilimlerle düşünen bir yaratık demektir. Felsefe, düşünüşten
çok, bir tür seziş niteliğindedir. Bundan başka, temel bilimlere zıt olmamak zorunluluğunda
bulunması da onu bilimlerle sıkı bir ilgi içinde bulundurur. Öyleyse çağdaş bir ulus,
düşünmekten uzaklaşmak istemiyorsa mutlaka temel bilimlere doğru gitmelidir.”
(Ziya Gökalp, İlme Doğru)
Örnek:
“İnsanların yapıcı olduğu söylenir. Bir bakıma doğrudur: İnsanlar yayıldıkça birçok
kişiyi bir araya toplar; böylece az sayıda insanın gücünün yetmeyeceği birçok iş kolaylıkla
yapılıverir. Ancak insanın yapıcı olduğunu söyleyenler, bir yandan da yıkıcı olduğuna dikkat
etmeyenlerdir. Birtakım işlerin yapılmasına götüren inanç, birtakım işlerin de yapılmasına
engel olur. Ama ne çıkar bundan? O insanın yapılmasına engel olduğu şey inananlarca zaten
iyi bir şey değildir, bir günahtır, bir kötülüktür; onun yapılmaması, varsa dahi ortadan
kaldırılması, yıkılması, yapılmasından yeğdir!”
(Nurullah Ataç, Düşünmek, İnanmak; Diyelim)
3.3. Tahlil Paragrafı
Bir konuyu çözümleme (parçalarına ayırma) yoluyla inceleyen paragraftır. Hikâye,
roman ve benzeri türlerde, insan psikolojisini belirtmede, kişisel duygu ve düşüncelerin
açıklanmasında bu yoldan faydalanır. Tahlil paragrafları, bilgiye ve kararlı bir düşünceye
dayanır.
Örnek:
“Eylül! Henüz renk ve güzel kokular bitmiş, fakat baharın renkleri hissedilmez şekilde
kaybolmuştu. Bu kayboluşta geri gelmek ister bir eda vardı, ama bu hoş, acı, hırçın bir eda
8 / 38
idi ve buna rağmen baharın rengi soluverdi. Artık uyanmış tabiatın ruhunu görüyordu;
yaprakların nasıl sararmış, bir çoğunun düşüp çamurlarda çürümüş olduğunu görüyor ve
şimdi, hava ne kadar güzel olsa, ne kadar çekici, bu renk ve güzel kokuların, ne kadar vefasız,
ne kadar ele avuca sığmaz, elde iken kıymeti bilinmemiş, öylece harcanmış bir hazine
olduğunu acı acı görüyordu. İşte artık ne bir çiçek kalmıştı ne de güzel bir koku… Artık
tahammül de kalmamıştı. Hepsi çürümüştü.”
(Mehmet Rauf, Eylül)
3.4. Tasvir Paragrafı
Varlıkların ve mekânın kendilerine özgü ayırıcı niteliklerini okuyucuya tanıtmak
amacıyla kurulan paragraftır. Tasvir paragrafı, bir bakıma kelimelerle resim çizmedir. Bu
anlatım yoluyla varlıklar, daha bir görünürlük kazanır. Düşünceyi aydınlatma ve anlatılan
konuyu genişletmede etkili olan tasvir paragrafına hikâye, roman ve eyleme dayanan diğer
yazı türlerinde başvurulur.
Örnek:
“Onu o defter sarhoş etti, o defter döndürdü onun başını. Eğilip de alır almaz. ‘Bak,
ne göstereceğim sana!’ der gibi açılıverdi avucunun içinde. Gözlerinin önüne bir küçücük
manzara serdi. Renkli kalemlerle çizilmiş, alelade bir manzaraydı. Açık mavi bir gökyüzüne
doğru mor dağlar yükseliyordu. Mor dağların eteğinde çatısı kırmızı kiremitli bir ev vardı,
duvarlarına sarmaşıklar tırmanmıştı. Bacasından döne döne bir mavi duman yükseliyordu.
Çevresine yeşil ağaçlar yayılmıştı. Yeşil ağaçların arasında bir incecik yol kıvrılıyordu.
İncecik yolun biraz ötesinden bir dere geçiyordu. Derede yeşil başlı ördekler yüzüyordu. Mor
dağların ardında güneş ya doğuyor ya batıyordu. Güneşe doğru aklı karalı bir kuş
uçuyordu.”
(Tahsin Yücel-THA, Varlık 1967)
4. PARAGRAFTA DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YÖNTEMLERİ
Yazılı anlatımda ele alınan bir konunun açıklaması yapılırken genellikle birtakım
zorluklarla karşılaşılır. Özellikle konu ile ilgili duygu ve düşüncelerin nasıl geliştirileceği
konusunda sıkıntı duyulur. Hâlbuki duygu ve düşünceleri kolayca yazıya dökmemize
yardımcı olan belli yöntemler vardır. Bu yöntemleri iyice öğrenir ve kompozisyon yazarken
de bunlardan uygun gelen birini seçersek yazma işi kolaylaşır. Paragrafta düşünceyi
geliştirmenin başlıca yöntemleri şunlardır:
4.1. Tanımlama Yöntemi
Bir kavram ya da nesneyi cümleler hâlinde, ayırt edici özellikleriyle birlikte vermeye
tanımlama denir. Tanımlama yönteminde düşünceyi karşımızdakine doğrudan veririz. Bir
paragrafta sadece bir tane tanımlama yapılsa da o paragraf, tanımlama yöntemiyle
geliştirilmiş sayılır.
9 / 38
İki tür tanımlama vardır:
a) Nesnel tanımlama
b) Öznel tanımlama
Sanat değeri taşıyan ve okunduğu zaman ruhta derin etkiler bırakan manzum yazılara
şiir denir. (Öznel tanımlama)
İnsanda estetik duygular uyandıran eserleri yaratma gücü ve yeteneğine sanat denir.
(Öznel tanımlama)
Bir tam sayının kendisi ile kaç defa çarpılacağını gösteren sayıya, o tam sayının
kuvveti denir. (Nesnel tanımlama)
Ev, bir barınaktır. (Nesnel tanımlama)
Aşağıda, tanımlama yönteminden yararlanılarak “eğitsel ilişkiler”le ilgili düşüncelerin
nasıl geliştirildiğini konu alan bir paragraf okuyacaksınız:
“Eğitim; yetişkin kuşağın yetişmekte ve gelişmekte olan çocuklara, gerek toplum gerek
kendi hayatları için yardımlar yapmasıdır. Çocuklar, ilk yaşlarından itibaren çevrelerinde
bulunan yetişkinlerle bir arada yaşarlar ve her vakit onların dikkat ve bakımına muhtaçtırlar.
Küçüklerin eğitimiyle ilk önce ana, baba ve daha sonra öğretmenler uğraşır. Okuldaki ilişki,
gencin kendi kendine idare edebileceği zamana kadar sürer. İşte öğretmenlerle çocukların bu
şekilde birbirine bağlı bulunmalarına eğitsel ilişki denir.”
(H. Fikret Kanat, Pedagoji)
4.2. Açıklama Yöntemi
Bir özlü sözün, kapalı olan bir ifadenin açıklanması; edebiyat, felsefe, tarih gibi
herhangi bir konunun temel noktaları hakkında bilgi vermek amacıyla başvurulan bir
yöntemdir.
“Halk şairlerinin asıl kaynağı halktır. Köy halkı arasından da çıkar, göçebeler
arasından da; kasaba arasından da çıkar, şehirlerden de… Pek saymaya, sınırlamaya
değmez. Çünkü bir saz şairi köyde doğar, kasabaya yerleşir; kasabada doğar, şehirde yetişir;
şehirde doğar; köy köy, oba oba dolaşır; arı gibi her çiçekten bal alır. Bu bakımdan saz
şairleri doğdukları yerlerin de gezip dolaştıkları yerlerin de izlerini taşırlar, ama asıl “ayırıcı
nitelikleri” yerleştikleri, yetiştikleri sosyal çevrelerden gelir. Daha çok o çevrenin, o
zümrenin geleneklerine bağlanırlar; onların görüşlerini, duyuşlarını ifade ederler. Bu
çevrelerin belli başlıları: Köy ve oymaklar, kasaba ve şehirler, yeniçeri ocakları.”
(Eflâtun Cem Güney, Folklor ve Halk Edebiyatı)
10 / 38
4.3. Örneklendirme Yöntemi
Düşünceyi geliştirmede anlatılanları somutlaştırmanın en etkin yolu örneklendirmedir.
Örnek, anlatılanları okurların zihninde canlandırır ve belirginleştirir. Yerinde verilen iyi bir
örnek, sayfalar süren anlatımdan daha etkili olur.
“Toplum hâlinde yaşayan insan, mutlaka çok eskiden beri dil adını verdiğimiz kurum
üzerine de düşünmüş, zihin yormuş olmalıdır. Nitekim, dünyada konuşulan dillerin en
eskisinin hangisi olduğu konusunda daha İÖ VII. yüzyılda Mısır hükümdarı Psammetik
tarafından bir deney yapıldığı nakledilmektedir.”
(Doğan Aksan, Ana Çizgileriyle Dilbilim 1)
XIX. yüzyılın büyük parlaklığıyla gözleri kamaştıracak olan gür sesli sanatına yol
açmak için Voltaire’lerin, Diderot’ların, Rousseau’ların ne şartlar altında, ne ağır savaşlara
giriştiklerini hep biliyoruz. Yalnız Fransızları anıyorum. Çünkü sanatın özgürlüğü adına
Fransa’da kazanılan zaferler bütün dünya için örnek olmuş, başka Avrupa ulusları, kültür
düzeylerinin yükseklik derecesine göre az veya çok arkadan, Fransa’daki bu parlak gelişmeyi
izlemişlerdir. Gogol’lar, Tolstoy’lar, Dostoyevski’ler, insan hakları fikrinin gelişip
yerleşmesinde büyük etkisi olan eserlerini Çarlık istibdadı altında yazabildilerse bunu
Fransa’dan esen dayanılmaz özgürlük rüzgârlarının sayesinde yapabilmişlerdir.
(Yaşar Nabi Nayır, “Sanat ve Özgürlük”, Yıllar Boyunca Edebiyat Dünyamız)
4.4. Tanık Gösterme Yöntemi
Anlatılan konuyu desteklemek amacıyla başkalarının görüşlerinin tırnak içinde
belirtilmesine tanık gösterme denir. Sözleri tanık olarak alınan kimsenin büyüklüğü, ününün
yaygınlığı ve konunun uzmanı oluşu, tanıklığın geçerliliğini arttırır ve konuyu inandırıcı kılar.
“Sanatçının kişiliğine ait nitelikleri sanatta değer ölçütü olarak kullanabilir miyiz
sorusunu da biraz kurcalayalım. Bu çok sözü edilen nitelik içtenliktir. Sanatçı duygularını dile
getirdiğine göre eserinin iyi olması için sanatçının içten olması, yürekten yazması beklenir.
“Sanatçı içten olduğu oranda sanatçıdır.” diyor Collingwood. Şair aşk şiiri yazıyorsa
gerçekten sevdiği bir kadın hakkındaki duygularını, acılarını, sevinçlerini anlatmalıdır ki şiir
güçlü ve etkileyici olsun.”
Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri
“Eğitim yüzyıllarca yalnız geleceği düşünmüş ve çocuğu şu veya bu şekilde bir adam
yapmağa çalışmakla onun bugününe hiç önem vermemiştir. Bunun yanlış bir şey olduğuna ilk
önce Fransız pedagogu Montaigne işaret etmiş ve Rousseau, büyük bir açıklık ve tutkuyla
“Çocuğa adam gözüyle bakmamalı, adam olmadan önce onu çocuk olarak araştırmalıdır.”
demiştir.”
H. Fikret Kanat, Pedagoji
11 / 38
4.5. Karşılaştırma Yöntemi
İki olgu, iki durum ya da iki nesnenin birbirine benzeyen veya benzemeyen yanlarını
ayrıntılı bir biçimde ortaya koyma ve birinin üstünlüğünü benimsetmedir.
“Demokritos, gülerek çıkarmış her sabah evinden, bu yüzden ona “gülen filozof”
derlermiş; Herakleitos ise ağlayarak başlarmış gününe, ona da bu yüzden “ağlayan filozof”
adını takmışlar. Montaigne, “Elbette gülmek ağlamaktan yeğdir.” diyor, ama burada işin
tersine döndüğünü de söylüyor: İlk bakışta gülen insanı iyimser, ağlayanı karamsar saymak
doğru gibi görünüyorsa da, yukarıda adı geçen “gülen filozof” gerçekte karamsar bir
filozoftu. İnsanlıktan umudunu kesmişti, bu yüzden de işi gülmeye vurmuştu; böylece “Siz
insanoğluna güvenin bakalım, insanlığın ilerleyeceğini söyleyin durmadan, gülüp geçiyorum
sizin bu iyimserliğinize.” demek istiyordu. Herakleitos ise, insan ve toplum konusunda iyimser
olduğu için “Neden hâlâ bu kötülük, bu gerilik, bu dar kafalılık!” dermiş gibi ağlıyordu,
inandığı değişimin geciktiğine üzülüyordu anlaşılan.”
Melih Cevdet Anday, İyimserlik-Karamsarlık, Yeni Tanrılar
“Faruk Nafiz gibi, Kemalettin Kamu da Anadolu insanını dertli ve acılı gösteriyor.
Maraşlı Şeyhoğlu’nun koşmasındaki “kuru yaprak” benzetmesine burada da rastlıyoruz.
Yalnız Maraşlı Şeyhoğlu’nun duygusu yerinden, yurdundan ve sevgilisinden ayrılmış
olmaktan doğduğu hâlde, Bingöl Çobanı’nınki, bizzat yaşadığı hayattan ve çevreden
fışkırmaktadır. Bu ıstırapta, belirsiz fakat sürekli bir daüssıla (yurt hasreti) duygusu
uyandıran kozmik âlemin de rolü olmakla beraber şair, daha ziyade çobanın sosyal
durumuna önem veriyor.”
Mehmet Kaplan, “Bingöl Çobanları”, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri
4.6. Hikâye Etme (Öykülendirme) Yöntemi
Bir işin nasıl yapıldığını, bir oluşun nasıl geliştiğini anlatmaya hikâye etme denir.
Hikâye etme; olayların birbirini izleyişini zaman, yer ve kişiye bağlı düz olarak anlatma işidir.
Öykülemeli anlatımda temel öge insandır. Önce insan, daha sonra insandan yola çıkılarak
olay ele alınır. Ayrıca olay, oluş sırasına göre anlatılan (-di) geçmiş zaman kipi ile anlatılır.
“Refik Bey, yokuşun yarısına gelince şöyle bir durdu, etrafına bakındı. Camları tozlu,
küçücük mahalle bakkalının karşısındaki yangın yerinin arkasından deniz görünüyordu.
Mendiliyle terini kuruladı. Yıllardan beri her akşam işinden dönerken burada bir iki dakika
kadar mola verir, uzaktan görünen denize, gemilere gözü takılır, yorgunluğunu biraz olsun
giderdiğini anlayınca yokuşun ikinci yarısını çıkmaya hazırlanırdı. Tepedeki evi, bakkal
dükkânını geçe geçmez, dönemeci döndü mü, görünmeye başlayınca, yokuş daha tatlılaşır,
yolun gerisini yürümek kolaylaşırdı.”
Sabahattin Kudret Aksal, “Geceye Doğru”, Yaralı Hayvan
12 / 38
4.7. Tasvir Etme (Betimleme) Yöntemi
Olayın geçtiği yer, manzara, eşya, hayvan ve olayda adı geçen kişilerin okuyucuların
gözünün önünde canlanacak biçimde özgün nitelikleriyle tanıtılmasıdır. Bir bakıma
kelimelerle resim çizmedir. Tasvir gözleme dayandırılır ve ayrıntıların belirtilmesinde
duygulardan yararlanılır. Ayrıca bolca kullanılan sıfatlar da tasvirin başarılı olmasında etkili
olur.
“Her zaman serin gönlünü duyduğum köşkün harem kapısından girince, ötesi berisi
aşınmış hasır döşeli, alçacık tavanlı alt kat sofası, açılmış kollara benzeyen çifte basık
merdivenlerle kolayca çıkılıveren üst katı, insana ilk görünüşte biraz boşluk ve yalnızlık hissi
verirdi. Bu, geniş odalı ve sofalı ve iki katından itibaren yüksek tavanlı, bütün kapıları ikişer
kanatlı ve billur topuzlu, duvarları nakışlı, eski zamanın saffetli bir tarzda gösterişli
evlerinden biriydi. Eniştemiz onu eski bir hâlde satın almış, acele bir tamirden ve rengini
yeşile boyattıktan sonra galiba benim doğduğum senede içine yerleşmiş ve yaptırmak istediği
esaslı tamiri de daha gelmeyen bir zamana bırakmıştı.”
Abdülhak Şinasi Hisar, Çamlıca’daki Eniştemiz
4.8. Kanıtlama Yöntemi
İleri sürülen bir düşünceyi doğrulamak amacıyla belgelerden yararlanmadır. Diğer bir
ifadeyle bir şeyin gerçek yönünü kanıt göstererek ortaya koymaktır. Gerçeğe tanıklık edecek
olan belgenin inandırıcı ve herkesçe kabul edilebilir nitelikte olması gerekir. Bilime ait
veriler, istatistikler, tarihî vesikalar, yazışmalar gibi.
“Yahya Kemal, ‘Sözcükler benim namusumdur.’ der. Bu doğru değildir. Çünkü her
şair gibi onun da yanlış kullandığı kelime ve deyimler vardır. Ünlü şiiri Sessiz Gemi’de
‘Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol’ der. Türkçede el sallamak deyimi var da kol
sallamak deyimi yoktur.”
4.9. Tartışma Yöntemi
Bu yöntemle yapılan paragraflarda yazarlar, yazılarına bir çekicilik kazandırmak için
konuyu, okuyucusu ile tartışıyormuş gibi anlatırlar.
Tartışma; birbirine karşıt iki görüşten birini doğrulamaya veya benimsetmeye yönelik
bir anlatım yöntemidir. Tartışmada, “tez” ve “antitez” olmak üzere iki görüş vardır. “Tez”,
savunulan, “antitez” ise karşı çıkılan görüştür. Genellikle “antitez” önce, “tez” ise sonra ele
alınır. Karşıt görüşler birbirine “ama, fakat, oysa, ancak” gibi bağlaçlarla bağlanır.
“Şiirde dikkati çeken nokta, tamamıyla geleneğe bağlı şeklin içinde çok yeni
fikirlerden söz edilmesidir. Şair daha ilk mısrada içinde yaşadığı devri belirtiyor. Devir
Cumhuriyet devri, asır yirminci asırdır. Dünya ayaklanmış aya giderken Türkiye geri
kalmıştır. Bu durum karşısında eski batıl inançlar artık bırakılmalıdır. Şair “Bırak sar-öküzü
varsın yayılsın” mısrası ile “dünya sarı öküzün boynuzunda duruyor” inancıyla alay ediyor.
13 / 38
Çağın başlıca özelliği “sanayi”dir. Bunu da fabrika temsil eder. Köylü Veysel, her köşeye bir
fabrika ister. Birçokları gibi onu da ilgilendiren konulardan biri; çağdaş medeniyet, ilim ve
teknik ile İslamiyet arasındaki ilişkidir. Bazıları İslamiyet ile çağdaş medeniyetin birbiriyle
uyuşamayacağı kanaatindedir. Âşık Veysel bu fikirde değildir. O, Mehmet Akif gibi,
İslamiyet’in ilerlemeye engel olmadığı inancındadır.”
Mehmet Kaplan, “Kara Toprak”, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri
“Bilimin bir işlevi de iyi ile kötüyü göstermesidir. İyi ile kötüyü belirlemede de toplum
içinde büyük anlaşmazlıklar çıkar: Eskilik yandaşlarına göre eski olan her şey iyidir, yeni
olan her şey kötüdür. Yenilik yandaşları ise tümüyle bunun tersini düşünürler. Oysa bu
yollardan ikisi de yanlıştır. Çünkü bir şeyin iyi ya da kötü olması, eski ya da yeni olmasına
bakmaz. Bu önemli sorunun çözümünü de ancak bilimden bekleyebiliriz: Bilim, iyi ile kötü
sorununu, doğru ve yanlış sorunu biçimine koyarak çözümler.”
Ziya Gökalp, İlme Doğru
4.10. Benzetme Yöntemi
Anlatıma güç katmak, anlatılmak isteneni daha anlamlı kılmak ya da düşünceyi
doğrulamak amacıyla varlıkların ve olayların arasındaki herhangi bir ilgiden dolayı zayıf
olanın güçlüye benzetilmesine benzetme denir. Bu anlatım yönteminde, iki temel ögeden
zayıf olanı benzeyen, güçlü olanı ise kendisine benzetilendir.
“O yıl kış birden bastırmıştı. Dışarıda acı, zehir gibi bir soğuk vardı; kar yağmıştı,
saçaklarından buzlar sarkan evler, garip ve devamlı bir sessizlik içindeydi. Yalnız deniz,
kudurmuş gibi dalgalarını kayalara vuruyordu.”
Cengiz Dağcı, Korkunç Yıllar
“Eski şiirinde bir Fuzuli Türkçesi vardır. Fuzuli de tıpkı Nevai gibi dikenli bahçelerde
gül dermenin zevki ve arzusu içindedir: Mecnun’un Leyla’yı sevmesi gibi üstün bir Türk dili
sevgisiyle ‘Ben diken gibi sert bilinen Türkçeyle gül yaprağı gibi şiirler söyleyeceğim.’ demiş
ve aziz lisanımızı gerçekten gül yaprağı gibi ince renkli söyleyişlere ulaştırmıştır.”
Nihat Sami Banarlı, “Yahya Kemal Türkçesi”, Türkçenin Sırları
5. PARAGRAFTA ANA CÜMLE VE ANA FİKİR
Her paragrafta üzerinde durulan bir ana fikir ile bu ana fikri açık ya da gizli olarak
ortaya koyan bir ana cümle vardır. Ana cümleye “esas cümle” ya da “temel cümle” de
denir. Ana cümle, paragrafı oluşturan cümlelerdeki bütün fikirleri kapsamaz, ancak
geliştirilecek olan asıl düşüncenin özünü oluşturur. Ana cümle, yardımcı fikirlerle doğrudan
bağlantılıdır. Öteki cümleler ana cümledeki fikri açıklamak için kullanılır. Böylece her cümle,
kendisinden öncekine göre, daha da genişleyerek büyür. Açıklama cümlelerinde ana
14 / 38
cümledeki fikrin izlerini gören okuyucu da ana fikri iyi kavrayarak yazıyı, kolaylıkla
yorulmadan takip eder.
Sözlü ve yazılı anlatımda, düşüncelerin etrafında gruplandığı temel düşünceye ana
fikir diyoruz. Ana fikir, yazarın vermek istediği ders veya öğüttür; anlatılanlarla varılmak
istenen yargıdır. Ana fikir önceden belirlenir ve bütün yardımcı fikirler de ona göre
düzenlenir.
Ana fikri yansıtan temel cümle yargı belirtir ve genellikle paragrafın başında bulunur.
Bu durumda, genelden özele bir anlatım yolu izlenir. Ana düşünce genel bir yargı biçiminde
verildiği için ondan sonra gelen cümleler, bu yargıyı açıklayıcı nitelikte olur. Açıklama
yapılırken daha çok örneklerden faydalanılır:
“Esasen her medeniyet dili, o medeniyete kültür merkezliği yapan şehirlerde işlenir.
Bu nedenle her ülkede her dilin en iyi konuşulduğu bir yer, bir bölge, bir şehir vardır. Londra
İngilizcesi, Berlin Almancası ne ise İstanbul Türkçesi de öyledir. Hatta Fransızlar, bu konuda
daha ileri giderek uzun zaman Paris Fransızcasından da üstün ve merkezî bir sanat dili
düşünmüşlerdir. Buna göre en güzel Fransızca, bu dilin Paris’te Comédie Française’de
konuşulan şeklidir.”
“İnsan emeğine değer vermemek, yurda hizmet edenleri unutmak, başlıca
kusurlarımızdandır. Hazineler dolduracak kadar zengin eserlerimiz vardır. Her biri, emek
harcanarak, göz nuru dökülerek meydana getirilmiş. Çoğu, kişilerin elinde kalmış olan bu
millî servetleri toplamak, hatırımıza bile gelmez. Sahibi ölünce satışa çıkarılır; böylelikle
elden ele geçerek dağılıp gider bu hazineler. Kimi zaman da bir yabancının dikkatini çekerek
başka ülkelere taşınır; kitaplıklara, müzelere girer. Doğu eserleriyle ilgili koleksiyonlar,
Batı’da böyle oluşturulmuştur.”
Bazen ana fikri yansıtan temel cümle, paragrafın sonunda verilir. Böyle kurulan
paragraflarda ise özelden genele bir anlatım yolu izlenir. Önce konuyla ilgili açıklama yapılır,
daha sonra anlatılanlar, paragrafın sonunda bir yargıya bağlanır. Bu yargı da ana fikri
oluşturur. Aşağıda bu durumu örnekleyen paragraflara yer verilmiştir:
“Bakıyorum da bugünkü şairlerimizin çoğu, hep eskilerin gösterdikleri yoldan
gidiyorlar. Eskiden kalma duyguları, düşünceleri söylüyorlar. Birtakımının yeni
gözükmelerine bakmayın, onlar da bundan en az beş yıl öncekini taklit ediyorlar. Beş yüz yıl
önceki eskidir de on beş yıl önceki eski değil midir? Bir şairin kendi yaratmadığı,
başkalarından öğrendiği her şey eskidir.”
“Uygarlık”, son yıllarda en çok kullanılan kelimelerden biridir. Peki nedir uygarlık?
Bu soru, gündeme tartışmayı da getirir. Çünkü ‘uygarlık’ benzeri nice kelime, zaman ve
mekân içinde değişime uğramıştır. Eskiden uygarlık kavramı, göçerlere karşı yerleşik
toplumları vurgulamayı amaçlıyordu; sürekli dönüşen bir kavram olduğundan ilk anlamından
sıyrılmıştır. Atatürk, bu yoldaki değişimi şöyle belirtiyor: “Uygarlık yolunda başarı yeniliğe
bağlıdır.”
15 / 38
Ana fikir cümlesi, bazen paragrafın ortasında belirli bir cümledir; ilk bakışta hemen
sezilir. Ancak bazen de paragrafın bütününe yedirilmiş olur. O zaman da paragrafın
bütününden yola çıkmak gerekir. Bu özellikteki paragraflarda bir kavram sık sık tekrarlanır.
Ana fikir de bu tekrarlanan kavramın etrafında oluşur. Bu durumu şöyle örnekleyebiliriz:
“Kararsız, ürkek, çekingen, mızmız insanlar vardır. Bunlar ne iyi ne kötüdürler. Ne
hayra ne şerre yorarlar, kokmaz bulaşmazlar. Belli bir sıcaklıkları olmayan ılımlılardır
bunlar; insanı kızdırır, tedirgin eder, hatta delirtebilirler. Omuzlarından tutmak, itmek,
sarsmak isteriz böylelerini. Çünkü konuşmaları gerekirken susarlar, yürümeleri gerekirken
dururlar ya da susmakla konuşmak, durmakla yürümek arasında sallanırlar. Yargı güçleri
yoktur sanki, iyi diyemezler, kötü diyemezler, çirkin diyemezler; bir hayır ya da evet sözü
çıkmaz ağızlarından. Oysaki en büyük hürlüğümüz budur bizim.”
Yukarıdaki paragrafta, temel cümle, ne başta ne de sondadır. Ana fikir paragrafın
bütününe yayılmış durumdadır. Burada paragrafı oluşturan bütün cümleler tek bir kavram
üzerine kurulmuştur; o da “insan”dır. Bu durumda paragraftan, bu kavrama dayalı bir ana
fikir çıkarmak gerekir: Kararsızlık, ürkeklik, çekingenlik ve mızmızlık, toplumca
onaylanmayan davranış biçimleridir.
6. KONU
Konu; üzerinde söz söylenen, yazı yazılan nesne veya olaydır. Gözlenen, düşünülen,
hayal edilen her şey bir konudur. İnsanların ilgi alanına giren bu olay, nesne ve durumlar, aynı
zamanda bir yazma konusudur. Konu, öğretim kurumlarında ya öğretmen tarafından verilir ya
da serbest olarak öğrenci tarafından bulunur.
Öz itibariyle benzer ya da farklı özellikler taşıyan konular, kişinin kendi yaşam ve
gözlemleriyle, içinde bulunduğumuz toplumla, bilim ve sanatın herhangi bir dalıyla ilgili
olabilir. Bunlardan biri üzerinde yazmak veya konuşmak, insanı dağınık olmaktan kurtarır.
Konu düşünceleri, görüşleri bir yön, bir fikir etrafında toplar.
6.1. Konu Seçimi
Konu, şüphesiz üstünde durmağa değer nitelikte olmalıdır. Her yazar, konuyu
maksadına, ihtiyacına ve kendi özel isteğine göre belirler. Yazılı ve sözlü anlatımda konunun
seçilmesinde ve değerlendirilmesinde ilk iş olarak hoşa gitmesi, iyice anlaşılması, ilgi
çekmesi aranır. Böyle bir konu, zevkle yazılır ve üzerinde geniş bilgi verme kolaylığı doğar.
Yalnız genel konulardan mümkün olduğunca sakınmak gerekir. Daha çok özelleştirilmiş
konular tercih edilmelidir. “Kalemler” kelimesi genel bir fikri yansıtır. Ama “dolma kalem”
dersem konuyu özelleştirmiş olurum. Birincisinde, bütün kalem türlerinden söz etmem
gerekirken ikincisinde, sadece bir kalem türü olan “dolma kalem” hakkındaki gözlemlerimi
anlatırım. Özelleştirilmiş konularda düşünceler daha iyi kavranır. Başarılı, verimli yazılar
yazılır.
16 / 38
6.2. Konunun Ana Maddesi
Her konunun bir ana maddesi vardır. Bu, o konunun dayandığı temel maddedir; ana
fikrin özüdür. Ana madde, konunun ne yönden işleneceğini ortaya koyar.“Dostun attığı taş
baş yarmaz.” konusunda asıl madde, konunun anlatılması gereken yönü “dost”tur;
“Birisinden iyilik gören, bunu unutmamalı; birisine iyilik yapan, bunu hatırlamamalıdır.”
konusunun ana maddesi de “iyilik”tir.
6.3. Konunun Görüş Açısı
Ana maddenin ele alınacak, işlenecek, açıklanacak olan tarafıdır. Görüş açısı,
kompozisyon konusunun gelişigüzel işlenmesini önler ve konuyu sınırlandırarak ona istenilen
yönü verir. Her konunun görüş açısı maksada göre yön değiştirilebilir. Seçilen konu üzerinde
mutlaka bir görüş geliştirmemiz gerekir. “Biz insanlar, mutluluğumuzun değerini onu
kaybettikten sonra anlarız.” (Plautus) özdeyişinin ana maddesi mutluluktur. Görüş açısı ise
mutluluğun değeridir. “Arkadaşlık her zaman gölge veren bir ağaçtır.” (Coleridge)
özdeyişinde ana madde arkadaşlık, görüş açısı ise arkadaşlığın faydalarıdır. Bu örnek konular
bize yazma ve konuşma konusu olarak verildiğinde, açıklamalarımızı, bu belirlenen görüş
açılarına göre yapmamız gerekir.
6.4. Konunun Anlatılış Şekli
Buna konunun biçimi (şekli) de denir. Verilen bir konunun açıklanmasında başvurulan
anlatış yoludur. Bu, konunun özelliğine göre tasvir, hikâye, hatıra, mektup, rapor, makale vb.
olabilir. Kompozisyon çalışmalarında konunun hangi tarzda anlatılacağı genellikle bildirilir:
“Bahçenizi tasvir ediniz.”, “Yaz tatilinizin nasıl geçtiğini hatıra şeklinde yazınız.”, “Faaliyet
gösterdiğiniz eğitsel kol hakkında bir rapor hazırlayınız.” gibi. Ancak, konunun ne şekilde
anlatılacağı bazen belirtilmemiş olabilir. Böyle durumlarda, konunun veriliş tarzından yola
çıkarak anlatış şeklini belirleme işi bize düşer.
Aşağıda, konunun ana maddesi, görüş açısı ve anlatış şeklinin bir arada
değerlendirildiği örneklere yere verilmiştir:
Örnek:
1) Konu: “Köhne fikirler, paslanmış çivilere benzer. Yerlerinden kolay kolay sökülemez.”
(Cenap Şehabettin)
Konunun ana maddesi: Köhne fikirler
Konunun görüş açısı: Köhneleşmiş düşünce ve inançlardan kurtulmanın güçlüğü
Anlatış şekli: Makale
2) Konu: Gazete okumaktan ne faydalar elde ettiğinizi yazınız.
17 / 38
Konunun ana maddesi: Gazete
Konunun görüş açısı: Gazete okumanın faydaları
Anlatış şekli: Açıklama
3) Konu: Oturduğunuz mahalleyi, gözlemlerinize dayanarak anlatınız.
Konunun ana maddesi: Mahalle
Konunun görüş açısı: Mahallenin belirgin özellikleri
Anlatış şekli: Tasvir
6.5. Konuda Başlık
Bir yazının, bir haberin başına konulan ve konuyu kısaca tanıtan ibareye başlık denir.
Eskiden buna “serlevha” denirdi. Yazıda başlık önemlidir; çünkü her yazı, her kompozisyon,
başlığı ile adlandırılır. Ancak başlık seçmek için de konuyu doğru tanımak gerekir. Başlık,
ana fikre ve yazının genel gelişmesine uygun nitelikte olmalıdır. Bazen, yazının içinden
alınan dikkat çekici bir cümle de başlık olabilir. Yalnız cümle hâlindeki başlıklar, her zaman
ilgi çekmez. Bu nedenle başlığın kısa olması yeğlenir.
Bazen kuşku ve merak uyandırmak amacıyla, özelikle mizah yazılarında, konuyla
ilgisi olmayan başlıklar da konabilir.
Başlıklar, yazının başına, iki üç santim yukarısına ve ortaya gelecek şekilde büyük
harflerle yazılır.
7. AHENK UNSURLARI
“Ahenk tabirini; bir edebî eseri pürüzsüz kılan, bizde bir musiki vehmi uyandıran
temel ses unsuru anlamında kullanıyoruz.
Başlıca ahenk unsurları; aliterasyon, asonans, vezin ve kafiyedir. Bunların ilk ikisi
armoniyi, vezin ve kafiye ise ritmi temin eder. Alliterasyon, asonans ve kafiye; ses, hece ve
kelimelerin tekrarına, vezin ve heceleri belli esaslara göre düzenlenmesine dayanır.”
Saadettin Yıldız, Arif Nihat Asya’nın Şiir Dünyası
8. PLAN
Konuyla ilgili üretilen duygu ve düşüncelerin sıraya konulması işine plan denir.
Konuşma ya da yazma konusu seçildikten sonra, bir müddet kafada tasarlanır. Ayrıntılar,
bilgiler, duygu ve düşünceler belirlenir. Bunların içinden gereksiz olanlar ayıklanır; asıl
maksada uyanlar, ana fikri destekleyenler ise gruplandırılarak bir düzene, bir sıraya konur.
18 / 38
Konuya nasıl başlanacağı, neler yazılacağı ve yazının nasıl bitirileceği hesaplanır. Bütün bu
çalışmalar yapıldıktan sonra da konunun yazılmasına geçilir.
Hayatta her şeyin bir planı vardır. Bir arabanın, bir saatin, bir masanın bir evin planı
gibi. Plan bizi dağınıklıktan, karışıklıktan kurtarır. Aynı şekilde, konuşurken ya da yazarken
duygu ve düşüncelerimizi gelişigüzel anlatamayız. Konuşmamızın veya yazımızın uyumlu,
dengeli olması, birlik ve bütünlük taşıması için önceden plan yapmamız gerekir. Böyle olunca
sesin kuvveti artar, anlatılan şeyler bir renk kazanır; duygular, daha parlak, daha geniş bir
açıklığa kavuşur. Plan, yazarı gereksiz ayrıntılardan kurtarır. Yazıda kullanılacak malzemeyle
ilgili çerçeveyi belirler. Plan, konuya yön vermekle kalmaz; görüşleri ana düşünce etrafında
toplar. Kısacası plan bizi kararsızlıktan ve dağınıklıktan kurtarır. Buffan plan konusunda
şunları söylemektedir.
“Plan yapmamak, konu üzerinde yeter derecede düşünmemek yüzünden kafalı bir
adam bocalar ve yazıya nereden başlayacağını bilemez. Zihninde birçok düşünce birden
dolaşır; onları değerlerine göre sıraya koymadığı için birisini ötekine tercih edemez;
kararsızlık ve şaşkınlık içinde kalır, fakat plan yapınca konunun bütün fikirlerini toplayıp bir
düzene koyunca kalemi ele alacağı zamanı kolayca kestirir. Zihnindeki meyvenin olgunlaştığı
zamanı hisseder, onu bir an önce ortaya koymak ister. Yazmak, onun için artık bir zevk olur;
düşünceler kolaylıkla birbiri ardından gelir…”
8.1. Planın Bölümleri
Bir plan üç bölümden oluşur:
8.1.1. Giriş Bölümü
Konuya nereden ve nasıl girileceğini belli eder. Bu bölümde, daha sonra anlatılacak
olanların kısa bir özeti yapılır; maksat belirtilir. Girişin kısa ve ilgi çekici olması gerekir. İyi
bir giriş konuşma ve yazmaya kolay bir yön verir. Olaya dayanan yazılarda giriş bölümüne
“serim” de denir.
8.1.2. Gelişme Bölümü
Konunun asıl ağırlığını üstünde toplayan bölümdür. Konuşurken ya da yazarken, konu
ile ilgili ayrıntıların hepsi bu bölümde ele alınır: Düşünceler, gözlemler, incelemeler, olaylar,
tasvirler, iddialar, kanıtlar, belgeler, samimi, akıcı ve duru bir dille ortaya konur. Olaya
dayanan yazılarda bu bölüme “düğüm” adı verilir.
8.1.3. Sonuç
Konunun bitiş bölümüdür. Yazının sonucu da başlangıcı kadar önemlidir. Bu bölüm
de giriş bölümü gibi ilgi çekici olmalıdır. Giriş ve gelişme bölümlerinde anlatılanlar, burada
bir yargıya (hükme) bağlanır. Olaya dayanan yazılarda bu bölüme “çözüm” denilir.
19 / 38
Örnek 1:
FOLKLOR VE İNSANLAR
Giriş
Folklorun varlığı, tarih ötesine gidecek kadar eskidir, bir bilim oluşu ise yüzyılı aşar.
W.J. Thomas’ın “folklore” sözünü ilk kullanışından beri ancak 106 yıl geçmiştir (1846).
Gelişme
Önceleri folklor, halk gelenekleri ile göreneklerinin halk inanışlarının bilimi diye
düşünülüyordu; halk masalları, hikâyeleri, şiirleri, bir kelime ile halk edebiyatı da onun
konuları arasında idi. Fakat geçen her gün folklorun uğraştığı alanları genişlettikçe
genişletti; halk hayatı ile ilişkili her olay, bir folklor maddesi hâline gelinceye kadar devam
etti. Bunun için folklorun konusunu kesin çizgilerle sınırlandırmak kolay değildir.
Folklor, son çözümlemede, “medeni hayat içindeki halk hayatının ve halk kültürünün
bilimi” olarak görünmektedir. İşte bu hâl ona, evrensel bir nitelik vermektedir. Araştırmalar
ilerleyip de kaynaklara doğru gidildikçe insanlar arasındaki “ortak noktalar” meydana
çıkıyor. Öyle ki yalnız bir millete verildiği sanılan geleneklere ve inanışlara başka kavimlerde
de rastlanınca kişi şaşmaktan kendini alamıyor. Çağlar da, yerler de birbirinden çok uzak,
çok başka iken geleneklerin, inanışların birbirlerini andırmakla kalmayıp birbirinin eşi
olmaları, bilginleri derin derin düşündürmektedir.
Artık şu kanaate varılıyor ki “yeryüzündeki ileri, geri bütün insan topluluklarının
arasındaki sosyolojik tek fark, ekilme ve büyüme farklarıdır. Tohumlar bazen daha müsait
toprak ve su bulmuş, daha çabuk olgunlaşmaya, yeşermeye başlamış; bazen de bu devreler
daha yavaş, binlerce yıl daha yavaş olmuştur. Esas aynı olduğu için bazen bugün en iptidai
kavimde rastladığımız benzerlikler o derece yakındır ki bugün manasını unuttuğumuz bazı
gelenek ve göreneklerimizin, inanışlarımızın, hatta cemiyet kanunlarımızın, dinlerimizin
köklerini kolaylıkla bir Afrika köyünde bulabiliyoruz”
Folklorun bir bilim olarak insanlığa ettiği en büyük hizmet, “sevgi bilgisi”ni
öğretmesidir. Çünkü folklorcular, “vatandaşlarına vatan sevgisini öğretirler ve şimdiki
zamanın kararsızlığına, endişelerine rağmen, cihanşümul kardeşlik akidesini telkin ederler.”
Sonuç
Görülüyor ki folklor, “millî”den “beşerî”ye giden bir yol tutmuştur.
Hikmet DİZDAROĞLU
20 / 38
Örnek 2:
GÖRME, ANLAMA MERAKI
Giriş
Eskiden çocuklar daha mı öğrenme meraklısıydılar, dersiniz? Yoksa bugünkü
çocukların tecessüsü başka konulara mı çevrildi? Ne zaman bir küçüğe, İsviçre’ye,
Hindistan’a, kutuplara, Çin Seddi’ne, Mısır piramitlerine, lokomotifin icadına ilişkin soru
sorarsanız şu cevabı alıyorsunuz: “Daha bunları okumadık?”
Gelişme
Demek ki zamanımız çocukları ve gençleri, tarihe, coğrafyaya, keşif ve icatlara, dünya
çapındaki dâhilere dair ancak okulda edindikleri bilgilerle kalıyorlar. Kendiliklerinden bu
konularda bilgi sahibi olmak tecessüsünü (merakını) göstermiyorlar. İlgilerini herhâlde başka
şeylere saklıyorlar. Hâlbuki elde düne göre çok daha fazla öğrenme imkânı var:
Ansiklopediler, cilt cilt seyahat kitapları, tarihî eserler, biyografiler, karşılaştırmalı
istatistikler, propaganda broşürleri, radyo, film, her türlü tecessüse cevap verecek kadar bol
ve çeşitli.
Bizim çocukluğumuzda ise imkânlar ne kadar azdı. Doymak bilmeyen tecessümüzü
avutmak için ne çocukça çarelere başvururduk. Elimizdeki coğrafya kitaplarını didik didik
etmek yetmiyormuş gibi, haritaları oyun malzemesi olarak kullanır, enlem ve boylam çizgileri
arasına karışmış küçücük şehir isimlerini birbirimize sorardık. Bütün devletlerin merkezlerini
adıyla, nüfus ve yeriyle su gibi bilirdik. O zamanlar çikolataların içinden çıkan bayrak,
harita, şehir resimleriyle büyük adam portrelerinden koleksiyonlar yapardık. Pul biriktirirdik,
ama ticaret için değil; sırf muhtelif memleketlere ait manzaraları, tarihî şahsiyetleri,
sembolleri görmek ve öğrenmek için. Yine aynı maksatla kartpostal toplardık.
Jules Verne (Jül Vern)’in ne kadar romanı çıkmışsa hepsini bulur, okurduk. Bu sayede
kutupları, Antil adalarını, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarını, Çin’i, denizaltı âlemini
öğrenirdik. Zevaco (Zevako)’nun romanları, bize bir devrin Fransa, İtalya ve İspanya’sını
öğretirdi. Kılıcı karşısında şahsiyetlerle tanışıklık kurardık. Biri bize Saint Barthelmy (Sen
Bartelmi) olayını sorsa bülbül kesilirdik. İspanya’daki engizisyon mahkemelerinin nasıl
işlediğini en ince ayrıntılarına kadar bilirdik. Aramızda bunların ve diğerlerinin bahsi
geçerdi. Bilmeyeni ayıplardık. Tarih öğretmenlerimiz, sözlü yoklamalarda bilgimizden
hayrete düşerdi. Edebiyat derslerinde de öğrendiklerimizle öğretmenlerimizi hayran ederdik.
Okul idaresi, bize verilecek teşekkür ve takdir belgelerini bulmakta güçlük çekerdi.
Hepimiz, iki karış boyumuzla, Rönesans devri adamlarının oburluğu ile sağdan soldan
boyuna bilgi edinmeğe çalışırdık. Bizde doymak bilmez bir tecessüs vardı. Yanımızda bir şey
konuşulduğu zaman, konunun cahili olmaktan ödümüz kopardı. Zamanımızda çıkan gazete ve
dergilerin her sahadaki ilerlemelere ayırdıkları sayfaları yutarcasına okumak en büyük
zevkimizdi.
21 / 38
Ama ayakkabı eskitmek korkusuyla top peşinden pek koşmazdık. Babamızdan
aldığımız gündelik, sinemaya girmeye yetmediği için sık sık film seyretmeğe gitmezdik.
Sokakta oynamak da haysiyetimize dokunurdu. Hatta bazı akşamları fincan veya papazkaçtı
oynayan halkına bile uymazdık. Misafirliğe gitsek; konsol üstünde veya duvarda gördüğümüz
hatıra hakkında bilgi edinmeden içimiz rahat etmezdi. Mahallemizdeki caminin, çeşmenin,
imaretin kitabelerini pek sökemezdik, ama büyüklerimizden sorup öğrenmeyi de ihmal
etmezdik. Kısacası biz, çocukluğumuzda bilgi edinmeyi bir oyun, hatta bir huy hâline
getirmiştik.
Sonuç
Acaba iyi mi yapıyorduk, kötü mü? Belki kafamızı abur cuburla dolduruyorduk.
Elimizdeki malzeme, bugünküne göre hayli eksik, hatta hatalı idi. Fakat mesele bu değil.
Nasıl ve neler öğrendiğimizin önemi yok. Asıl önemli olan şey, daima öğrenmeye hazır, daima
iştahlı bir tecessüsümüz vardı. Bu tecessüs, müsait şartlar bulsaydı, pekâlâ, araştırıcılığa ve
yapıcılığa dönebilirdi. Bugünün şartları elbette çok daha elverişli. Fakat çocuklarımızda o
eski tecessüsten pek eser yok gibi geliyor bana. Lakin tecessüs, büsbütün ortadan kalkarsa,
araştırıcılık ve yapıcılığın yolunu bulmak da imkânsız. Tecessüsü yapıcılık doğrultusunda
geliştirmek gerek.
Sabri Esat SİYAVUŞGİL
8.2. Plan Çeşitleri ve Özellikleri
Yazılı anlatımda konuya göre değişen üç türlü plân vardır:
8.2.1. Hareketli Plan
Buna olay ağırlıklı plan da denir. Roman, hikâye, masal, anı, gezi gibi olaya dayanan
yazı türleri bu planla işlenir. Bu planın özelliği; olayın, zaman ve oluş sırasına (kronolojik
sıraya) göre ayarlanmasıdır. Olaylar, başlangıçtan sona doğru bir sıra izler.
Hareketli planın serim (giriş) bölümünde, olayların meydana geliş nedenleri üzerinde
durulur. Bu bölüm; okuyucuyu, konunun özüne hazırlayıcı ve onda ilgi uyandırıcı bir nitelik
taşır. Konunun hangi yönde işleneceğini, yani bir bakıma görüş noktasını gösterir. Yine bu
bölümde, olayın geçtiği yer, olayı yaratan tip ve kahramanlar ve olayla ilgili olan eşya ve
çevre tanıtılır. Düğüm (gelişme) bölümünde olaylar, oluş sırasına göre düzenlenir. Belli bir
yönde akıp giden olay, okuyucunun ummadığı bir anda yön değiştirir. Kişilerin davranışları
terslik gösterir. Olayın nasıl sonuçlanacağı kestirilemez. Bu noktada meraka ve şaşkınlığa
düşen okuyucu, sonucu bulmaya çalışır. İşte bir eserde, merakın yoğunlaştığı bu noktaya
düğüm bölümü denir. Hareketli planın çözüm (sonuç) bölümünde ise, olayın üzerimizde
bıraktığı etki belirtilerek olay çözülür. Çoğu zaman iyilik kötülüğe, akıl ve zekâ kaba kuvvete,
adalet zulme, güzel çirkine üstün gelir.
22 / 38
Hareketli Plan Örneği:
İPEKLİ MENDİL
Giriş (Serim) Bölümü
İpek Fabrikası’nın geniş cephesi ayla ışıldadı. Kapının önünden birkaç kişi, acele
ecele geçtiler. Ben isteksiz, nereye gideceği meçhul adımlarla yürürken kapıcı arkamdan
seslendi:
Nereye?
Şöyle bir gezineyim, dedim.
Cambaza gitmiyor musun?
Cevap vermeğimi görünce ilave etti:
Herkes gidiyor. Bursa’ya daha böylesi gelmemiş.
Hiç niyetim yok, dedim.
Yalvardı, yalvardı, beni fabrikayı beklemeğe razı etti. Biraz oturdum, bir sigara içtim,
bir türkü söyledim, sonra canım sıkıldı. “Ne etsem” dedim, kalktım, kapıcı odasındaki çivili
bastonu aldım, fabrikayı dolaşmaya çıktım.
Kızların çalıştığı kozahaneyi geçer geçmez bir pıtırtı işittim. Cebimdeki elektrik
fenerini yaktım. Etrafı taradım. Fenerin uzanan gür ışığında kaçmaya çabalayan iki çıplak
ayak gözüktü. Arkasından seğirttim, kaçanı yakaladım.
Gelişme Bölümü
Kapıcı odasına hırsızla beraber girdik. Kapıcının sarı ışıklı fenerini yaktım. Ay, bu ne
küçük hırsızdı böyle! Ellerimin içinde kırarcasına sıktığım eli ufacık. Gözleri pırıl pırıl.
Neden sonra gülmek için, hem de katıla katıla gülmek için ellerini bıraktım.
Bu sefer küçücük bir çakı ile üzerime hücum etti. Ve çapkın, beni küçük parmağımdan
yaraladı. Sımsıkı yakaladım keratayı ve ceplerini aradım. Bir parça kaçak tütün ve yine aynı
sıfatlı bir iki sigara kâğıdı, temizce bir mendil buldum. Kanayan parmağıma onun kaçak
tütününden bastım, mendili yırttım ve elimi ona bağladım. Kalan tütünle de iki kalın sigara
sardık, ahbapça konuştuk.
On beş yaşında vardı. Hani böyle şey âdeti değildi ama, gençlik işte. Birisi ondan
ipekli mendil istemişti, hani canım anlarsın ya âşıklısı, sevdalısı, komşu kızı işte! Para da yok
ki gidip çarşıdan alsın. Düşünmüş, taşınmış aklına bu çare gelmiş. Ben:
- Peki dedim. İmalathanenin nerede olduğunu o ne bilecekti.
23 / 38
Güldü. İmalathanenin nerede olduğunu o ne bilecekti.
Birer de benim köylü sigarasından yaktık, iyice ahbap olmuştuk.
Halis Bursalıydı, doğma büyüme. İstanbul’a değil, Mudanya’ya bile koca ömründe,
bunu söylerken yüzünü görseydiniz, bir defacık inmişti.
Emir Sultan’da ay ışığında, kızak kaydığımız zamanlar, benim de aynı bu tonda, bu
kıvamda arkadaşlarım olmuştu.
Eminim ki bunun da onlar gibi, uzaktan sesini duyduğum Gökdere’nin havuzlarında
derisi karadı. Biliyorum ki mevsim mevsim meyvelerin kabuğunun rengini alıyor.
Baktım, yeşil üst kabuğu düşmüş bir ceviz esmerliğiyle esmerdi. Yine de bir taze ceviz
beyazlığıyla beyaz ve gevrek dişleri vardı. Ben bilirim, yazın başlangıcından ta ceviz
mevsimine kadar Bursa çocuklarının yalnız elleri erik ve şeftali, yalnız çizgili mintanlarının
kopmuş düğmelerinden gözüken göğüsleri fındık yaprağı kokar. O sırada kapıcının saati on
ikiyi çaldı. Nerede ise cambaz bitecekti.
Kaçayım, dedi.
Onu ipekli mendili vermeden gönderdiğime müteessir düşünürken dışarıda bir gürültü
ile silkindim. Kapıcı söylene söylene odadan içeri giriyordu. Arkasından da hırsız…
Bu sefer ben kulaklarını çektim. Kapıcı, çıplak tabanlarını ince söğüt dalıyla epey
haşladı. Bereket patron orada yoktu. Yoksa vallah onu polise verirdi “Bu yaşta bir çocuk
hırsız! Efendim, hapishanede yatsın da akıllansın.” diyerek.
Çok korkuttuk, ağlamadı. Gözleri ağlamaya hazır çocukların gözlerine döndü ama,
dudaklarında azıcık bir titreme gözükmedi ve kaşları sabit, kararlı hâllerini hiç bozmadılar.
Yalnız biraz rüzgârlıydılar.
Bırakılınca azat edilmiş bir kırlangıç gibi fırladı. Ay ışığını ve mısır tarlasını, keskin
bir kanat gibi sıyrılarak kaçtı, gitti.
Ben o zamanlar malların istif edildiği imalathanenin üstündeki bölmede yatardım.
Odam ne güzeldi. Hele mehtaplı gecelerde ne şirin olurdu.
Tam pencereme yakın bir dut ağacı vardı. Ay ışığı dut yapraklarından süzülür, odaya
pare pare dökülürdü. Aşağı yukarı, yaz kış pencereyi açık bırakırdım. Ne serin ne tuhaf
rüzgârlar eserdi. Vapurlarda da çalıştığım için rüzgârları kokularından lodos, poyraz,
karayel, günbatısı diye tefrik eder, tanırdım. Ne rüzgârlar battaniyemin üzerinden acayip
birer rüya gibi gelip geçtiler.
Düğüm
24 / 38
Uykum çok hafiftir. Sabaha yakındı. Dışarıdan bir gürültü geliyordu. Âdeta dut
ağacında birisi vardı. Korkmuşum ki kalkamadım, bağıramadım. Tam bu sırada pencerede
bir hayal belirdi.
Oydu, yavaşça pencereden sıyrıldı. Benim önümden geçerken, gözlerimi kapadım,
dolapları karıştırdı. İstifleri uzun müddet alan talan etti. Sesimi çıkarmadım. Doğrusu bu
cesarete karşı bütün malı alıp gitseydi, sesimi çıkarmayacaktım. Yarın patronun;
Üstüne ölü toprağı mı serpilmişti, diye bir tekme atıp beni kovacağını bildiğim
hâlde gık demedim.
Sonuç (Çözüm) Bölümü
Hâlbuki o yine geldiği gibi bomboş, sessiz sedasız pencereden sıyrılıp gitti. Bu anda
da bir dal çatırdısı işittim. Düşmüştü. Aşağıya indiğim zaman, başına kapıcı ile beraber
birkaç kişi birikmişlerdi. Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avucun
içinden bir ipek mendil su gibi fışkırdı.
Sait Faik Abasıyanık
(Varlık, 15 Nisan 1934)
8.2.2. Fikrî (Düşünsel) Plan
Makale, fıkra, söyleşi, deneme, konferans gibi konusunu düşünceden alan yazı türleri
bu planla yazılır.
Bu planın giriş bölümünde, ele alınan konu kısaca belirtilir. Gelişme bölümünde,
konuyla ilgili açıklamalar, iddialar, kanıtlar, tanıklar, belgeler, örnekler yer alır. Sonuç
bölümünde de konu bir maksada bağlanır.
Fikrî (Düşünsel) Plan Örneği:
HEP GEÇİP GİDİLECEK…
Hepimiz geçip gideceğiz. Evet, hepimiz. Siz de o da bu da… Bugün varız, bugün
yaşıyoruz. Bugün yaşıyoruz, bugün konuşuyoruz, yazıyoruz, buyuruyoruz, boyun eğiyoruz,
karşı koyuyoruz, iç çekiyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz, kızıyoruz, ağlıyoruz, bağırıyoruz.
Yalnız bugün oluyor bütün bunlar. Bugün, yarın, bir yıl, on yıl, yirmi yıl, haydi haydi otuz yıl.
Yaşınız kaç? Elli mi, bir şey kalmadı demektir kaçınılmaz sonuca. Altmış mı, altmış
beş mi, yetmiş mi, daha mı çok… Sayılı demek günleriniz? Kırkında mısınız, daha mı
gençsiniz? Bilin ki sizlerin de bu dünyada, bu ülkede bulunmayacağınız bir gün gelecek. Ne
kadar güçlü olsanız da ne denli üstünlük yeteneğiniz olsa da…
25 / 38
“Deyin bana, nerde hangi diyarda?” diye başlar Villon’un bir şiiri. Kimse
kalmamıştır Villon’un andığı kadınlardan, Villon da çekip gitmiştir günü gelince. “Ama nerde
bıldır yağan kar şimdi.” der şair. “Hey sultanım sorma bu yıl bu hafta/Nerde diye bulamazsın
etrafta.” Yok, ara istediğin kadar yok, bulamazsın çevrende bir zamanlar yaşamışları, güçle,
şanla, buyrukla, yetkiyle hüküm sürmüşleri, sürmemişleri. Baudelaire’in dediği gibi “Ve
saniye, üç bin altı yüz kere saatte fısıldıyor: “Hatırla! Hatırla!” Koşan böcek sesiyle, şimdi
der: Ben geçmiş zamanım gerçek şu: - Ve emdim kirli hortumumla ömrümü işte!”.
Zaman bir hortum gibi emer ömrümüzü. Kemirir diş diş. Bitmeyecek bir saltanat
sanırız kısacık yaşantımızı. Elimize bir güç mü geçti, bir zenginliğin mi üstüne oturduk,
çevremize tepeden bakacak bir yere mi çıktık, insanları ezecek bir yetkiye mi ulaştık, unuturuz
hemen bugün var yarın yok olacağımızı! Bir de bizden sonrasının bulunduğunu! Bir de daha
sonra bizden söz edeceklerin varlığını! Biz bir tekiz, oysa gelecekteki kuşaklar sonsuz. Bugün
attığımız her adım, ağzımızdan çıkan her söz, yaptığımız her davranış bizi bağlar, bizim
içinde bulunmayacağımız bir zaman süresinde bile sorumluluğumuzu sürdürür. Hele
sözümüz, davranışımız, yazımız başkalarının yazgılarını da çiziyorsa, etkiliyorsa, yön
veriyorsa, o zaman daha çok…
Bir şey mi demek istiyorsun sen diye soruyorsunuz belki. Açık değil mi demek
istediğim husus şu: başkalarını etkileyecek bir söz, bir yetki, bir durum sahibi isek, olmuşsak,
olacaksak çok dikkatli davranmamız gerekir. Yıllar yılı sürmez egemenliklerimiz,
önemlerimiz, yetkilerimiz. Hatta hayatımız! Bir çizgi çizilir günü gelince. Bitiverir her şey.
Hesap yapılır aramızdan. Yanılgılarımız, kendimizi bilerek bilmeyerek soktuğumuz çıkmazlar,
çevremizde uyandırdığımız tatsız duyguları yanlış umutlar verip tam tersini yapışımızın
ezikliği; kısacası onu bunu yanıltmamız, kandırmamız ve başkalarını kendimize inandırarak
çıkmazlara sokmamız…
Şunun şurasında kaç gün, kaç ay, kaç yıl yaşayacağımızı bir düşünsek. Biliyor
musunuz yarına, öbür güne çıkıp çıkmayacağımızı? Koca Yunus da “Bu dünya bir
değirmendir” demiyor mu? “El var elin üstünde” demiyor mu? Biz gerçek bir insan olsak
gerçekten yaşadığımızı duysak Yunus’la beraber şöyle düşünmez miydik: “Ahir bir gün
ölürsün, ölüm vardır bilirsin” ya da “Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış”. Bunu bilerek
kaçınılmaz sonuca zengin, yoksul, yetkili, güçsüz, emreden, emredilen herkesin boyun
eğeceğini düşünerek şu geçici yaşamı daha güzel, daha hoş, daha anlamlı, daha çekilir,
dayanılır, katlanır yapmaya çalışmaz mıydık?
Ölümle sizi korkutmak istemiyorum. Hayır, ölüm mademki herkesin başında, niye
korkacaksınız. Korkulacak şey; öldükten sonra iyilikle, dostlukla, sevgiyle anılmamak,“Yıkıldı
gitti cihandan. Ne iyi oldu!” dedirtmemek. Dünya mahkûmlukları, yoksunlukları insanların
gücüyle yok edilebilir. Bu geçici dünya güzelleştirilebilir. Kişi, kişiye kıymaktan vazgeçerse,
kişi kendinden başkalarının da bu yeryüzünde yaşamak hakkına sahip olduğunu kabul ederse,
kişi insan olmanın her şeyden önce insanların insanlığı sevmesi demek olduğuna inanırsa…
Oktay Akbal, Yazmak, Yaşamak, Denemeler
26 / 38
8.2.3. Hissi (Duygusal) Plan
Üzüntü, kader, sevinç, neşe, korku, kuruntu, şüphe, heyecan gibi duyguları anlatan
yazılarda uygulanan bir plandır. Daha çok şiir türünde uygulanır.
Giriş bölümünde, ruh hâlinin meydana geliş nedeni üzerinde durulur. Gelişme
bölümünde ruhsal durumun çeşitli etkileri anlatılır. Sonuç bölümünde ise, daha önce
anlatılanlardan çıkarılan sonuçlar özetlenir.
8.3. Konunun Planlanması ve Yazılması
Açıklanmak üzere bize verilen bir kompozisyon konusunun planlanmasına geçilmeden
önce, o konunun ana maddesini, görüş açısını belirlememiz ve hangi türde yazılacağını
bilmemiz gerekir. Söz gelimi, Montaigne’nin “Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi
yaşanmasındadır.” sözü, konumuz olsun. Bizden, bu konunun makale türünde açıklanması
istensin. Bu durumda, ilk yapılacak iş şu olmalıdır:
1. Konunun ana maddesi: Yaşam.
2. Konunun görüş açısı: İyi yaşamanın değeri.
3. Tür: Makale.
Bunlar yapıldıktan sonra, yazıda kullanılacak ve işlenecek olan konu ile ilgili düşünce
ve gereçlerin sıralanmasına geçilir.
a) Yaşam nedir?
b) Yaşamın değeri nasıl bilinir?
c) Her insanın dünyaya bir geliş amacı var mıdır? Bu amaç nedir?
d) İnsanın kendine ve kendi dışındakilere karşı ne gibi sorumlulukları vardır?
e) Kişisel beceri ve yeteneklerden nasıl faydalanılmalıdır?
f) Kendinizi, topluma ve insanlığa neler verdiğiniz noktasında hiç sorguladınız mı?
g) Tutkulu ve bencil insanlar için bu dünyanın bazen bir tuzak olduğunu hiç
düşündünüz mü? Onurlu ve seviyeli bir hayat sürmek için neler yapmak gerekir?
h) Verimli ve başarılı insanlar, zamanın ve yaşamın değerini kavrayanlardır.
ı) Ölümsüzlüğün yolu, kalıcı eserler bırakmaktan geçer.
27 / 38
Örnekler:
a) “Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın; ilk yirmi yıl, ömrümüzün en uzun yarısıdır.”
(Euripiden)
b) “Her kim ki olursa bu sırra mazhar
Dünyaya bırakır ölmez bir eser” (Aşık Veysel)
c) “İnsan olana öldükten sonra bir güzel ad bırakmak, belki hiç ölmekten hayırlıdır.”
(Namık Kemal)
Düşünce ve gereçlerin, bu şekilde bir araya toplanmasından sonra sıra, bunların,
birbiriyle bütünlük oluşturacak şekilde makale planına taşınmasına ve yerleştirilmesine gelir:
1. Giriş (Konunun ortaya atılması):
a) Yaşam nedir?
b) Yaşamın değeri nasıl bilinir?
2. Gelişme (Konunun açıklanması):
a) Her insanın dünyaya bir geliş amacı var mıdır? Bu amaç nedir?
b) İnsanın, kendine ve kendi dışındakilere karşı ne gibi sorumlulukları vardır?
c) Kişisel beceri ve yeteneklerden nasıl faydalanılmalıdır?
d) Kendinizi, topluma ve insanlığa neler verdiğiniz noktasında hiç sorguladınız mı?
e) Tutkulu ve bencil insanlar için bu dünyanın bazen bir tuzak olduğunu hiç
düşündünüz mü? Onurlu ve seviyeli bir hayat sürmek için neler yapmak gerekir?
3. Sonuç (Açıklamaların bir sonuca bağlanması):
a) Verimli ve başarılı insanlar, zamanın ve yaşamın değerini kavrayanlardır.
b) Ölümsüzlüğün yolu, kalıcı eser bırakmaktan geçer.
Böylece yukarıda yapılan çalışmalarla yazının planı tamamlanmış olur; artık konuyu
yazmaya, açıklamaya geçebiliriz.
28 / 38
İYİ YAŞAMAK
Yaşam, doğumla ölüm arasında bir sıradanlıktır. Süreli değildir. Bu yüzden insan
yaşamın ve zamanın değerini çok iyi bilmeli ve onu gerektiği şekilde değerlendirmelidir.
Şüphesiz yaşamın değeri süresinde değil, iyi ve verimli yaşanmasındadır. İnsan, dünyaya bir
amaçla gelir. Ailesine komşularına ve bağlı bulunduğu topluma, daha geniş anlamda
insanlığa yararlı işler yapmak, kalıcı eserler bırakmak zorundadır.
Bu dünyada ölümsüz ad bırakanlar; çok yaşayanlar değil, yaşadıkları sürece yararlı
işler yapan, geleceğe ışık tutacak eserler verenlerdir. Âşık Veysel de bu gerçeği “Her kim ki
olursa bu sırra mazhar/ Dünyaya bırakır ölmez bir eser.” dizeleriyle dile getirmiştir.
İnsan, uzun yaşamayı düşünmek yerine kendini hayata hazırlamaya, geleceğin mutlu
dünyasını kurmak için gerekli bilgi ve birikimi zamanında kazanmaya çalışmalıdır. Zekâsını,
yeteneklerini olumlu yönde kullanmalı ve eline geçen imkânları toplum yararına
değerlendirmelidir. Gelecek, onun için o zaman daha anlamlı ve faydalı olacaktır. Euripide
“Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın; ilk yirmi yıl ömrümüzün en uzun yarısıdır.” derken
bunun önemini belirtmiştir.
İyi yaşamak; birçoklarının yanlış anladıkları gibi yalnız bolluk içinde, her tür konforu
sağlanmış ortamda yaşamak değildir. Kişisel çıkarlardan uzak, topluma yararlı duruma
gelebilmektir. Bu noktada insan, her biten günün sonunda kendisini “Ben bugün hangi faydalı
işi başardım? Kime ne iyilik yaptım? Topluma hangi değerleri kazandırdım?” diye
sorgulamalıdır.
Gelecek kuşaklara güzel ve faydalı şeyler bırakmak istiyorsak zamanı en iyi şekilde
değerlendirmemiz gerekir. Uzun fakat sürünerek yaşamaktansa, kısa ama verimli ve seviyeli
yaşamak daha iyidir.
Çalışma Metni:
PLAN
Osmanlı yazarlarını Batılılardan bu kadar geride bırakan sebeplerin birincisi, şüphe
yoktur ki plan meselesidir.
Evet, evvelce enine boyuna düşünülüp tasarlanmış; başlangıcı, sonu kestirilmiş;
düzgün, belirli bir tertip dâhilinde çalışmakla körü körüne şairlik yahut yazarlık etmek
arasındaki farkı teslim için uzun uzadıya değerlendirmeye varmak istemez!
Eski şairlerimiz böyle planlı hareket etmeyi hatıra getirmiş olmadıkları için bizim eski
tarz şiirimiz de doğrusu pek öyle planlı değildi.
Yeni şairlerimiz plana gereği kadar değilse de az çok önem veriyorlardı. Bununla
birlikte, nasirlerimiz, oldukça düzgün, oldukça uygun bir tertip dâhilinde yazmağa başladılar.
29 / 38
Batılılar, eskiden beri haklı olarak “Resimsiz plansız hiçbir sanat eseri meydana
gelemez.” iddiasındadırlar.
Hatta Almanların en büyük yazarı olan meşhur Goethe (Göte) “Ne çıkarsa plandan
çıkar.” kuralını daima tekrar ederdi.
İmam-ı Gazalî Levh-i Mahfuz için “Evrenin planıdır.” deyip çıkıyor.
Evet, güzel bir plan iyi bir edebî eserin temeli değerindedir. Gerçi bu sözler,
birdenbire kuralcılık olarak kabul olunabilirse de iyi düşünülünce bundan daha sağlam bir
ilke bulunamayacağı anlaşılır.
Meydana getirilecek eser ne olursa olsun, insan öyle bir plan dâhilinde harekete
mecbur olmalıdır ki o plan ne kadar mümkün ise o kadar işlenmiş olsun; onun dışına çıkmak
mümkün olmasın. Şimdi böyle ayrıntılı bir plan tasarlandıktan sonra bir kere işe başlanıldı mı
önce kabul edilen oranlar gözetilmelidir. Çünkü o oranlar, çok düşünülerek kabul edilmiş idi;
plandan amaç taşkınlıklara meydan vermemek idi. İnsan ne kadar çok yazar, ne kadar çok
araştırırsa bu gerçek üzerinde o oranda kuvvetli bir kanı oluşturur. İyi bir plan, bir eserin
sağlamlığına, değerine üslup kadar hizmet eder.
Evet, iyi bir plan sağlam bir üslup ile birleşince artık o eser edebiyat dünyasında
ölümsüzlüğe adaydır. Büyük yazarların kalıcı eserleri hep bu tarzda yazılmış olanlardır.
Meşhur bir tiyatro yazarı, eserinin planını çizdikten sonra, “Tiyatromu bitirdim.”
demiş. Bu söz biraz aşırılığa kaçsa bile planın önemini pek açık bir biçimde gösterir.
Parçaları arasında oran gözetilmemiş, ölçülü bir kurala uyulmayarak bazen aşırılığa
gidilmiş, bazen ortalamanın çok altında kalınmış kısacası gelişigüzel yazılmış ne kadar edebî
eserler görüyoruz ki eğer biraz plan, biraz düzen dâhilinde hareket edilmiş olsaydı bugün
bütün o eserler, unutulmayacak, varlığını koruyacaktı. Öyle ya, büyük yetenekte yaratılmış
olduğu hâlde eserlerini sırf düşünme gücünün sevkine uyarak rastgele yazan yazarlar
unutulup gidiyor da o kadar yüksek yaratılışta olmayan bazı yazarlar unutulmuyorlar. Çünkü
bu sonrakiler hemen kalemi ele almıyor, konusunu iyi seçiyor, sonra, iyi düşünüyor, planı ile
adamakıllı uğraşıyor, gereken aydınlığa kavuşturuyor, lazım gelen tarafını açıklıyor.
Evvelce planını güzelce düzenlemeyen bir yazar için eserinde başarısızlık
muhakkaktır. Kim planını iyi çizmiş ve ne söyleyeceğini, ne yapacağını kestirmiş ise başarı
onundur.
Mehmet Âkif Ersoy
(A. Abdülkadiroğlu, Mehmet Akif Ersoy’un Makaleleri)
Kelimeler
Kanı: İnanılan düşünce, kanaat.
30 / 38
Levh-i Mahfuz: Allah tarafından takdir edilen şeylerin yazılı bulunduğu manevi
levha; ilm-i ilahî.
Nasir: Nesir yazan, nesir ustası.
Sevk: Gönderme, götürme.
Tertip: Uygun bir sıraya, düzene koyma, sıralama.
SORULAR
1. Osmanlı yazarlarının Batılılardan geri kalmasının gerçek nedeni nedir?
2. Eski şiirimizde plan anlayışı var mıdır? Yazarın bu konudaki görüşleri nelerdir?
3. Yazar, planın önemini belirtmek için hangi örneklere başvurmuştur?
4. Yazar, planın amaçlarını hangi paragrafta ve nasıl dile getirmektedir?
5. Yazar, bir edebî eserin kalıcı olmasını neye bağlıyor? Bu konuda hangi görüşleri
ileri sürüyor?
9. ÜSLUP
En kısa tanımıyla üslup, bir anlatım yoludur. Bir dilin yazarların elinde, ince bir zevkle
ve sanatçının kişiliğini gösterir tarzda işlenmesidir. Üslup; duygu, düşünce ve hayallere en
güzel biçimleri kazandırmaktır.
Her yazarın kendine özgü bir üslubu vardır. Üslup; yazardan yazara değiştiği gibi,
konudan konuya, türden türe, çağdan çağa da değişir. Aristotales’ten günümüze kadar, pek
çok eleştirmen, üslup ve özellikleri konusunda düşünmüş ve yazmıştır. Aristotales’e göre
üslup, insana o kadar bağlıdır ve o kadar özeldir ki yazar sayısı kadar üslup çeşidi vardır.
Buffon da üslubu bu anlayışa uygun olarak tanımlıyor: “Üslup, yazarın ta kendisidir.
Schopenhauer, üslubu daha çok düşünme şekliyle ilgili bulur ve “Üslup aklın fizyolojisidir”
der. Newman’a göre üslup, “Yazarın bağlı olduğu, düşündüğü ve kullandığı dilin özelliklerine
uyacak biçimde düşünmek” sanatıdır.
Recaizade Mahmut Ekrem, Tâlim-i Edebiyat adlı eserinde üslubu üçe ayırır:
1. Üslûb-ı sâde (Yapmacıksız, günlük, doğal üslup)
2. Üslûb-ı müzeyyen (Süslü üslup: Mecaz ve diğer sanatlara çok yer verilir.)
3. Üslûb-ı âlî (Yüksek üslup: Düşünce ve duyguların asillik ve yüceliğine, anlatımın
sağlamlığına önem verilir.)
31 / 38
Bugün modern eleştirme, üsluba biçim kazandıran, özellik katan faktörleri göz önünde
bulundurarak şöyle bir üslup sınıflaması yapar:
1. Yazarın adıyla anılan üslup
2. Çağa bağlı olan üslup
3. Dile bağlı üslup
4. Konuya bağlı üslup
5. Ülkeye bağlı üslup
6. Okuyucu-alıcı topluluğuna bağlı üslup
7. Eserin amacına bağlı üslup
Zamanla bu sınıflamanın da üslupla ilgili bilgilerin hepsini kapsamadığı görülmüştür.
Zira üslubu oluşturan faktörler arasında şunları da düşünmek gerekir: Edebiyat ve sanat
geleneği, politika görüşü, yazarın yaşı, cinsiyeti, psikolojik yapısı, eğitim ve öğretimi, dilinin
bağlı bulunduğu dil grubunun lengüistik özelliği, dış kültür ve yabancı dillerle olan ilgisi,
okuyucuya davranışı, cümle kuruşu bunların hepsi üslup üzerinde etkili olan şeylerdir.
Günümüze kadar yerli ve yabancı kaynaklarda üslup çeşidi olarak şunlardan söz
edilegelmiştir: Akıcı, bayağı, canlı, çocuksu, estetik, hoyrat, özentili, parçalı, pitoresk, renkli,
süslü, sürükleyici, yalın, yapma, yüce, zarif, zengin üslup.
Her yazar, kendi söyleyişini kurmalıdır. Başkalarından farklı olmanın tek yolu kendine
özgü üslup yaratmaktır. Ancak yazarın belirli bir üsluba erişebilmesi de uzunca bir zaman
ister. Bir yazarın üslubu; duyuş ve düşünüş, kelimeleri seçiş ve işleyiş tarzından; cümlelerin
uzunluk ya da kısalığından; mecaza veya yalın söyleyişe eğiliminden; mizaha
düşkünlüğünden; fazla duygulu oluşundan ve daha pek çok belirtilerden hemen ayırt edilir.
Bizde Halit Ziya Uşaklıgil ve Falih Rıfkı Atay, üslupları kolayca tanınacak kadar şekillenmiş
yazarlardır. Bu da gösteriyor ki dilin kişisel bir tercihle kullanılması üslubu meydana
getirmektedir. “Bir heykeltıraş eserini, bir mermer parçasını yontarak meydana getiriyorsa
yazar da eserini belirli bir dilde kelimeler seçerek meydana getirir.”
Buffon, “Üslup Üstüne Nutuk” adlı yazısında, üslubun hiç eskimeyen kural ve
özelliklerini şöyle dile getirir:
“Üslup, düşüncelere verilen nizam ve harekettir. Fikirler birbirine iyice bağlanırsa
üslup sağlam, kıvrak ve düzgün olur. Fikirleri gevşek bırakır da yalnız kelimeleri birbirine
bağlarsak bu kelimeler ne kadar zarif seçilmiş olursa olsun, üslup dağınık, cansız ve savruk
olur.
İlk ağızda, “ana fikir”leri tespit etmelidir ki konunun sınırları ve planı meydana
çıksın.
32 / 38
Bulunacak plan, henüz üslubun kendisi değil fakat temelidir. Onu ayakta tutar, yürütür
ve kendi nizamına uydurur. Bu plan mevcut olmadıkça en tecrübeli yazar bile yolunu
kaybeder; kalemi kılavuzsuz yürür ve birtakım düzensiz çizgiler uyumsuz biçimler meydana
getirir.
Plan yapmamak ve konu üstünde yeterince düşünmemek en zeki adamı bile bocalatır,
yazıya nereden başlayacağını kestiremez. Zihnine birden birçok fikir hücum eder. Onları
değerlerine göre sıralayamayacağı için birini ötekine tercih edemez. Tereddüt ve şaşkınlık
içinde kalır. Oysa bütün ana fikirleri toplayıp bir düzene koyunca kalemi eline alacağı zamanı
ve neler yazacağını kolayca kestirir. Yazmak, onun için bir zevktir.
Sıcak ifadeye en aykırı düşen şey, yazının her yanına süslü ve parlak kelimeler
serpiştirmek hevesidir. Bu ince ve parlak zekâ oyunları işe karıştı mı yazıda ne hareket ne
aydınlık ne de sıcaklık kalır.
Tabii güzelliğe en zıt düşecek şeylerden biri de herkesin bildiği beylik düşünce ve
bilgileri garip ve gösterişli biçimde ifade etmeye kalkmaktır. Bir yazarı en fazla küçük
düşüren işte budur. Bu hataya düşenler, bilgili ama kısır kişilerdir. Onlarda pek çok kelime
var fakat fikir yoktur. Bu yüzden hep kelime üzerine dururlar. Bu gibilerde üslup değil ancak
üslubun gölgesi bulunur. Üslup, kelimeleri bir taşa kazar gibi “hakketmek” sanatıdır. Bunlar
ise sadece sözler karamakla yetinirler.
Bundan başka kelimelerin seçimine dikkat eder ve her şeyi, herkesin bileceği
deyimlerle anlatırsak üslupta “asalet” olur. Üstelik yazıcı içinden gelen her duyguya
kapılmaz, parlak görünüşten başka değerli olmayan sözlere yer vermez, belgesiz ifade ve
nüktelerden sakınırsa üslupta “vakar” hatta “ihtişam” meydana gelir.
Yazıcı, düşündüğü gibi yazarsa, herkese inandırmak istediği görüşlere ilk önce kendi
inanırsa ancak o zaman “samimi” olur ve istediği etkiyi yapabilir. Ne var ki bu içten inanma,
fazla taşkın bir şekilde göze çarpmamalı; yazının her yanında, kendine güvenmekten çok
saflık ve sadelik, kuru akıldan fazla sıcak bir duygu bulunmalıdır.
Yazıyı iyi yazmak; aynı zamanda iyi düşünmek, iyi hissetmek ve iyi ifade etmek
demektir. Yani hem kafa hem ruh hem de zevk sahibi olmak gerekir.
Söyleyiş (eda), üslubun konudaki niteliğe uymasından başka bir şey değildir. Konunun
bünyesinden olağan bir tarzda çıkar, düşüncenin genişliğine uyarak değişir. Herkesçe
benimsenir görüşlere yükselmişsek ve konu da zaten büyükse söyleyiş (eda) kendiliğinden
düzelir.
Gelecek kuşaklara kalacak eserler, yalnız iyi yazılmış olanlardır. Bilgilerin çokluğu,
anlatılan olayın acayipliği, hatta buluşların yeniliği ölümsüzlüğü sağlamaya yetmez.
Yazılışında zevk, asalet ve deha olmayan eser, ölüme mahkûmdur. Çünkü bilgiler, olaylar ve
buluşlar, o eserden kolayca uçarak başka bir esere konabilir. Hatta daha usta ellere geçince
kıymetleri de artar. Bilgi, olay ve buluşlar, insanın dışında olan şeylerdir. ÜSLÛP İSE
İNSANIN KENDİSİDİR. (Üslûb-ı beyân ayniyle insan) Şu hâlde üslup, eserden çıkarılamaz,
33 / 38
başka yere taşınmaz ve değiştirilemez. O eğer asil ve yüce ise yazıcısı, her zaman aynı şekilde
beğenilecektir.”
34 / 38
ÖRNEK SORULAR
1. “Paragraf” ile ilgili verilen bilgilerin hangisi yanlıştır?
a) Her paragraf bağımsız bir fikri yansıtır.
b) Paragrafı oluşturan cümleler arasında dil, düşünce ve anlam ilgisi vardır.
c) Her paragrafta giriş gelişme ve sonuç cümlesi yer alır.
d) Duygu düşünce ve hayallerin vurgulandığı cümle gelişme cümlesidir.
e) Giriş cümlesi ilgi çekici ve merak uyandırıcı olmalıdır.
2. “Bir olayı genellikle kronolojik bir sıraya bağlı olarak anlatan paragraf türüdür.
Duygu düşünce ve konular gerçek ya da tasarlanmış bir olay içerisinde yer alır.” Yukarıda
bilgi verilen paragraf türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) Olay paragrafı
b) Fikir paragrafı
c) Tahlil paragrafı
d) Tasvir paragrafı
e) Deneme paragrafı
3. Dışarıda acı, zehir gibi bir soğuk vardı; kar yağmıştı, saçaklarından buzlar sarkan
evler garip ve devamlı bir sessizlik içindeydi. Yalnız deniz kudurmuş gibi dalgalarını
kayalara vuruyordu.
Verilen bu örnek düşünceyi geliştirme yöntemlerinden hangisine örnek olabilir?
a) Tasvir etme yöntemi
b) Kanıtlama yöntemi
c) Hikâye etme yöntemi
d) Örneklendirme yöntemi
e) Benzetme yöntemi
35 / 38
4. “Konu” ile ilgili verilen bilgilerin hangisi doğru değildir?
a) Gözlenen, düşünülen, hayal edilen her şey bir konudur.
b) Her konunun bir ana maddesi vardır.
c) Konuda başlık okuyucu tarafından konur.
d) Konunun anlatımı hikâye, hatıra, mektup tarzında olabilir.
e) Konu seçiminde genel yerine özelleştirilmiş konular seçmek gerekir.
5. Konuşurken ya da yazarken konu ile ilgili ayrıntıların hepsi bu bölümde verilir.
Olayların, tasvirlerin, incelemelerin belge ve iddiaların ortaya konduğu bölümdür.
Verilen parçada planın hangi bölümü ile ilgili bilgi verilmiştir?
a) Gelişme bölümü
b) Serim bölümü
c) Giriş bölümü
d) Sonuç bölümü
e) Çözüm bölümü
6.Verilen bilgilerin hangisi yanlıştır?
a) Hareketli planda olay kronolojik bir sıraya göre ayarlanır.
b) Makale, fıkra, deneme, konferans gibi konusunu düşünceden alan yazı türleri fikri
planda yer alır.
c) Hikâye, masal, anı gibi türler hareketli planda yer alır.
d) Duygusal plan sadece düz yazı olarak uygulanır.
e) Bütün plan türlerinde olayın sonuçlandığı bölüm sonuç bölümüdür.
36 / 38
7. Birbirine karşıt iki görüşten birini doğrulamaya veya benzetmeye yönelik bir
anlatım yöntemidir. Bu yöntemde tez ve anti tez olmak üzere iki görüş vardır.
Yukarıda belirtilenler hangi anlatım yöntemine ait bir bilgidir?
a) Tartışma yöntemi
b) Betimleme yöntemi
c) Kanıtlama yöntemi
d) Karşılaştırma yöntemi
e) Tanık gösterme yöntemi
8. 'Mor dağların eteğinde çatısı kırmızı bir ev vardı. Duvarlarına sarmaşıklar
tırmanmıştı. Bacasından döne döne bir mavi duman yükseliyordu.' Bu cümleler hangi
paragraf türünün bir örneği olabilir?
a) Deneme paragrafı
b) Fikir paragrafı
c) Olay paragrafı
d) Tahlil paragrafı
e) Tasvir paragrafı
9.Aşağıda verilen bilgilerin hangisi yanlıştır?
a) Tanımlama yöntemi nesnel ve öznel olmak üzere ikiye ayrılır.
b) Karşılaştırma yönteminde bir olayın benzeyen ve benzemeyen yönleri ele alınır.
c) Öykülendirme yönteminde temel öğe olaydır, karakterlere ihtiyaç yoktur.
d) Tasvir yönteminde bolca sıfat kullanılır.
e) Tartışma yönteminde ama, fakat, oysa gibi bağlaçlar sıkça kullanılır.
10. Aşağıda plan ile ilgili verilen bilgilerin hangisi yanlıştır?
a) Plan, yazarı gereksiz ayrıntıdan kurtarır.
b) Plan, duygu ve düşüncelerin sıraya konulması işidir.
c) Plan, genel olarak giriş gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşur.
37 / 38
d) Planda düğüm bölümü giriş ve gelişme bölümündeki olayların sonuca bağlandığı
bölümdür.
e) Planda konuya nereden, nasıl girileceğini anlatan bölüme giriş bölümü denir.
Cevap Anahtarı:
1. d 2. a 3. e 4. c 5. a 6. d 7. a 8. e 9. c 10. d
38 / 38
KAYNAKLAR
DUYMAZ, Recep, Uygulamalı Kompozisyon Bilgileri, Seda Yayınları, İstanbul 1984.
50. Yıl Konferansları, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1974.
EMİR, Sabahat, Örnekleriyle Kompozisyon Yazma Sanatı, İstanbul 1985.
ERTAN, Ali, Örneklerle Sözlü ve Yazılı Yeni Kompozisyon, Ak Yayınları, İstanbul 1976.
GARİBOĞLU, Kemal, Örneklerle Kompozisyon Bilgileri, Serhat Dağıtım, İstanbul 1981.
GÖKŞEN, Enver Naci, En Yeni Yöntemlerle ˗Örnekli˗ Uygulamalı Kompozisyon İlkeleri ve
Antolojisi, Yüksel Test ve Eğitim Yayınları, İstanbul 1977.
KARAALİOĞLU, Seyit Kemal, Sözlü-Yazılı Kompozisyon; Konuşma ve Yazma Sanatı,
İnkılap Kitabevi, İstanbul 1978.
KORKMAZ, Alaattin, Türkçe Kompozisyon, Ecdat Yayınları, Ankara 1988.
ÖNER, Sakin, Örneklerle Kompozisyon Düzenli Yazma ve Konuşma Sanatı, Veli Yayınları,
İstanbul 1981.
ÖZDEMİR, Emin ˗Binyazar, Adnan, Yazma Sanatı ˗Kompozisyon, Varlık Yayınları, İstanbul
1977.
ÖZDEMİR, Emin, Örnekli ve Uygulamalı Yazma Tekniği, Üçler Yayınevi, Ankara 1967.
PAR, Arif Hikmet, Plânlı Yazma Sanatı, Kompozisyon, Serhat Yayınları, İstanbul 1990.
YÜZBAŞIOĞLU, Muammer, Örneklerle Yazılı ve Sözlü Anlatım Bilgisi, Serhat Yayınları,
İstanbul 1984.