t.c. ankara ÜnĠversĠtesĠ sosyal bĠlĠmler...
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
BATI DĠLLERĠ VE EDEBĠYATLARI
(ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI)
ANABĠLĠM DALI
ġĠĠR ÇEVĠRĠLERĠNDE KÜLTÜREL ARDALAN PROBLEMLERĠ:
ÇEVĠRMEN YÜKSEL PAZARKAYA’NIN TÜRKÇEDEN ALMANCAYA
ÇEVĠRDĠĞĠ ġĠĠRLER ÖRNEĞĠNDE BĠR ĠNCELEME
Yüksek Lisans Tezi
Onur KOÇ
Ankara- 2012
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
BATI DĠLLERĠ VE EDEBĠYATLARI
(ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI)
ANABĠLĠM DALI
ġĠĠR ÇEVĠRĠLERĠNDE KÜLTÜREL ARDALAN PROBLEMLERĠ:
ÇEVĠRMEN YÜKSEL PAZARKAYA’NIN TÜRKÇEDEN ALMANCAYA
ÇEVĠRDĠĞĠ ġĠĠRLER ÖRNEĞĠNDE BĠR ĠNCELEME
Yüksek Lisans Tezi
Onur KOÇ
Tez DanıĢmanı
Prof. Dr. M. Osman TOKLU
Ankara- 2012
T.C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
BATI DĠLLERĠ VE EDEBĠYATLARI
(ALMAN DĠLĠ VE EDEBĠYATI)
ANABĠLĠM DALI
ġĠĠR ÇEVĠRĠLERĠNDE KÜLTÜREL ARDALAN PROBLEMLERĠ:
ÇEVĠRMEN YÜKSEL PAZARKAYA’NIN TÜRKÇEDEN ALMANCAYA
ÇEVĠRDĠĞĠ ġĠĠRLER ÖRNEĞĠNDE BĠR ĠNCELEME
Yüksek Lisans Tezi
Onur KOÇ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. M. Osman TOKLU
Tez Jüri Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
Prof. Dr. M. Osman TOKLU …………………………
Doç. Dr. Ünal KAYA …………………………
Yrd. Doç. Dr. D. Çiğdem ÜNAL …………………………
Tez Sınav Tarihi: …/…./2012
TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile, tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik
davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu
kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri,
düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan
ederim. (…………./…………../………….)
Tezi
Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Onur KOÇ
I
TeĢekkür
Çalışmam boyunca bana yardım eden, gerek tezimle ilgili gerekse hayatımın
zor aşamalarında beni sabırla dinleyen ve bana tavsiyeleri ile destek olan değerli tez
danışmanım Prof. Dr. M. Osman Toklu‟ya; hayatımın her aşamasında bana güvenen
ve desteklerini esirgemeyen çok sevdiğim anneme, babama, Pelin‟ime;
Görüştüğümüz zamanlar bana enerjisiyle ve tavsiyeleriyle moral aşılayan değerli
hocam Prof. Dr. F. Sakine Eruz‟a; gerek eleştirileri, gerek önermeleriyle bana yol
gösteren Doç. Dr. Faruk Yücel‟e, iş arkadaşlarım Arş. Gör. Selahattin Karagöz‟e,
Öğrt. Gör. Kerem Demirtaş‟a, Yard. Doç. Mehmet Tahir Öncü‟ye, Öğrt. Gör. Ceyda
Özmen‟e; Manevi desteklerini esirgemeyen Enver Karaduman„a, Onur Özcan‟a,
Buğra Afacan‟a, Ömer Tunç‟a, Alkan Aktaş‟a, çok teşekkür ederim.
II
ĠÇĠNDEKĠLER
Teşekkür ................................................................................................................... I
Giriş......................................................................................................................... 1
BÖLÜM 1: ŞİİR ÇEVİRİSİ ARAŞTIRMALARI, ALMANCAYA ÇEVRİLEN
TÜRK ŞİİRLERİ VE 20. YY. TÜRK ŞİİRİ ............................................................. 3
1.1. Şiir Çevirisi Araştırmalarına Genel Bir Bakış ............................................... 3
1.2. 20. Yüzyılda Türk Şiiri ................................................................................. 9
1.3. Almancada Türk Şiiri ...................................................................................12
1.4. Yüksel Pazarkaya‟nın Çevirileri ve Eserleri ..................................................15
1.5. Yüksel Pazarkaya İle İlgili Yapılan Çalışmalar .............................................20
1.6. Yüksel Pazarkaya‟nın İncelenen Şiir Çevirisi Kitapları .................................22
BÖLÜM 2: KURAMSAL ÇERÇEVE ....................................................................25
2.1. Kavram Olarak Çeviri ve Çeviri Edimi .........................................................25
2.2. Çeviri Eleştirisi ve Çevirinin Metin Türleri ile İlişkisi ...................................27
2.2.1. İçerik Odaklı Metinler ...........................................................................28
2.2.2. Çağrı Odaklı Metinler ............................................................................29
2.2.3. Görsel-İşitsel Odaklı Metinler................................................................29
2.2.4. Biçem Odaklı Metinler ..........................................................................30
2.3. Kavram Olarak Edebi Çeviri .........................................................................32
2.4. Kavram Olarak Şiir .......................................................................................38
2.4.1. Şiir Çevirisi Yöntemleri .........................................................................40
III
2.5. Kültür ve Kültür Aktarımı ............................................................................51
BÖLÜM 3: ÇEVİRİ İNCELEMELERİ ...................................................................58
3.1. Kültürel Öğeler .............................................................................................58
3.2. Sessel Özellikler ...........................................................................................67
3.2.1. Kafiye ...................................................................................................68
3.2.2. Vezin .....................................................................................................80
3.3. Şiir Çevirilerinde Kalıplaşmış Yapılar ..........................................................83
3.3.1. Deyimlerin ve Atasözlerin Çevirisi ........................................................84
3.3.2. İkilemelerin Çevirisi ..............................................................................98
3.3.3. Yabancı Sözcüklerin ve İfadelerin Çevirisi .......................................... 123
3.3.4. Yer İsimlerinin ve Özel İsimlerin Çevirisi............................................ 126
3.4. Şiir Çevirilerinde Sapmalar ......................................................................... 141
3.4.1. Alışılmamış Bağdaştırmalar ................................................................. 145
3.4.2. Sözcüksel Düzlemde Sapmalar ............................................................ 164
3.4.3. Sözdizimsel Düzlemde Sapmalar ......................................................... 166
3.4.4. Sessel Sapmalar ................................................................................... 170
3.5. Şiir‟de Söz Sanatları: Benzetmeler .............................................................. 179
3.6. Metinlerarasılık .......................................................................................... 183
KAYNAKLAR ..................................................................................................... 197
ÖZET ................................................................................................................... 207
ABSTRACT ......................................................................................................... 208
IV
EK……………………………………………………………………………………
1
GiriĢ
Bu çalışmada yazar ve çevirmen Yüksel Pazarkaya‟nın 20. yüzyıl Türk
şairlerinin bazı şiirlerinin Almancaya çevirisi, kültürel ardalanın çeviride neden
olduğu sorunlar çerçevesinde incelenmektedir.
Çalışmada Pazarkaya‟nın çevirdiği şiirler, öncelikle Katharina Reiß‟ın „Çeviri
Eleştirisinde Olanaklar ve Sınırlar‟ adlı kitabındaki edebiyat metinlerini biçem odaklı
metin türü olarak nitelendiren görüşü doğrultusunda, diğer araştırmacıların edebi
çeviri üzerine geliştirdikleri yöntemler ve geçmişten günümüze şiir çevirisi üzerine
yapılan tartışmalar dikkate alınarak irdelenmekte ve çözümler önerilmeye
çalışılmaktadır.
Kültürlerarası iletişimin önemli yapıtaşlarından birini oluşturan edebiyat
çevirisi, özelde şiir çevirisi, çeviribilim ve edebiyat bilimi çevrelerinde sıkça
tartışılan bir konudur. Kaynak dildeki eserin, erek dile nasıl çevrilmesi gerektiği,
kaynak dilde yazılmış eserin erek dil ve kültürüne aktarılarak yabancılık etkisi
yaratmadan erek okuyucuya ulaştırılması veya kaynak dilde yazılmış eserin erek dile
kaynak dilin kültürel özellikleri değiştirilmeden ve erek okuyucunun yabancı olanı
alımlama sorununa ilişkin süregelen tartışmalar da çalışmada dikkate alınmıştır.
Çalışmamızın birinci bölümünde Türkiye‟de şiir çevirisi üzerine yapılan
lisansüstü çalışmalar, incelenen şiirleri kapsayan 20. yüzyıl Türk Şiirini, Türkçe
Şiirin Almanya‟daki durumunu ve hangi eserlerin Almancaya kazandırıldığı,
çevirmen Yüksel Pazarkaya‟nın yaşam öyküsü, çevirdiği ve yazdığı eserler
incelenmektedir.
2
İkinci bölümde çevirinin metin türleri ile olan ilişkisi, şiir çevirisi ve
yöntemleri ve özetle kültür kavramı ile onun başka bir kültüre aktarımına
değinilmektedir.
Çalışmanın üçüncü bölümünde ise, incelenen eserlerde çevirmen için sorunlar
yaratabileceği gözlenen kültürel öğelerin aktarımı, sessel özellikler, deyimler,
atasözleri, ikilemeler, yer isimleri ve özel isimler, dildeki sapmalar, benzetmeler ve
göndermelere değinilerek, bunlar Pazarkaya‟nın şiir çevirileri örneğinde
irdelenmektedir. Bu çerçevede Pazarkaya‟nın çevirmiş olduğu 110‟a yakın şiire
yukarıda sözü edilen unsurların yansıması ile bunların çevirisinde çevirmenin
izlediği yol ve başvurduğu yöntemler incelenmektedir. İncelemenin sonucunda ise,
kültürel ardalana ilişkin özelliklerin örneğimizdeki çeviride ne ölçüde engel
oluşturduğu, bu engelleri aşmak için ne gibi bir yol izlenmesi gerektiği irdelenerek,
çeşitli önerilerde bulunulmaktadır
3
BÖLÜM 1: ġĠĠR ÇEVĠRĠSĠ ARAġTIRMALARI, ALMANCAYA ÇEVRĠLEN
TÜRK ġĠĠRLERĠ VE 20. YY. TÜRK ġĠĠRĠ
Bu bölümde Türkiye‟de şiir çevirisi üzerine yapılan çalışmalar, 20. yüzyıl
Türk Şiirinden Almancaya çevrilmiş çok sayıda şairin şiirleri bulunduğundan
Almanya‟da Türk şiirinin konumu irdelenecek, Türk şiiri ve akımları konusunda özet
bir bilgi verilecek ve çevirmen ve yazar Yüksel Pazarkaya taınıtılacaktır.
Çalışmamızın ekler kısmında ise bu çalışmada şiirleri incelenen şairler hakkında özet
bilgi yer almaktadır.
1.1. ġiir Çevirisi AraĢtırmalarına Genel Bir BakıĢ
Çalışmamızın ön araştırma aşamasında Türkiye‟de şiir çevirisi ile ilgili
yazılan yüksek lisans ve doktora tezlerini de inceleyerek, hangi konularda çalışmalar
yapıldığını saptadık. Yapılan çalışmalar İngilizce, Almanca ve Fransızca şiir
metinlerinin biçembilimsel analizi, şiir çevirilerinin dilbilimsel çözümlemesi, şiir
antolojisi oluşturma, şiir çevirisi anlayışı araştırması ve çeviri eleştirilerini
kapsamaktadır. Kültüre özgü özelliklerin şiir çevirisinde yarattığı sorunlar üzerine
kapsamlı bir çalışmanın yapılmadığı görülmektedir. Füsun Bayrakdar, “Kültür
aktarımında çeviri stratejileri: Yüksel Pazarkaya'nın Türkçe- Almanca çeviri
örneğinde bir araştırma“ başlıklı yüksek lisans tez çalışmasında Pazarkaya‟nın
çevirdiği Almanca- Türkçe, Türkçe- Almanca öyküler ve şiirler örneğinde
4
çevirmenin seçtiği çeviri stratejilerini birkaç şiir örneğiyle irdelemiştir. Şiir çevirisi
konusunda yapılan çalışmalar aşağıda listelenmiştir:
A Stylistic and analytical approach to Can Yücel's poetry and its translation into
English [Can Yücel'in şiirlerinin ve bunların Türkçe'den İngilizce'ye çevirilerinin
biçembilimsel ve analatik olarak incelenmesi] Neslihan Yetkiner (Kansu),
Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 1996
Bu çalışmada, Can Yücel‟in şiirlerinin İngilizce‟ye çevirileri dilbilimsel ve
biçembilimsel bilgiler ışığında incelenmiştir. Şiir dilinin varlığı ile ilgili bilim
insanlarının görüşlerine yer verip, Yücel‟in şiirleri örneğinde özellikle sapma,
önceleme, yineleme ve koşutluk konuları irdelenmiştir.
Problems faced when translating Hüseyin Ferhad's poetry in to English / İlknur
Egel, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1996
Şair Hüseyin Ferhad‟ın dört şiir kitabı incelenerek yapılan çalışmada özellikle
eğretileme ve eğretilemenin çevirisi sorunu ile Ferhad‟ın şiirlerinde kullandığı
sözcükler ve bu sözcüklerin çeviri edimi sonucunda getirdiği kültürel sınırlamalar
betimlenerek açıklanmıştır.
Şiir çevirisinde kaynak metin seslerinin çeviri metinden özgün metine doğru
yakınlık olgusu [Source text rhymes in the translation of poem and its proximity
facts] / Ülkü Çetin Karakurt, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, 1998
Bu çalışmada şiir çevirisinde kaynak metin, kaynak metin sesleri ve kaynak
metin ile erek metin arasındaki yakınlık olguları incelenmektedir.
The Lingiustic analiysis of poetry for translation purposes: Orhan Veli Kanık`s
Garip poems and their translations into English [Şiirin çeviri amaçlı dilbilimsel
5
çözümlemesi: Orhan Veli Kanık`ın 'Garip' şiirleri ve İngilizce`ye çevirileri] /
Ayşe Şirin Okyavuz Yener, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2001
Çalışmada çeviribilim odaklı bir çalışma yöntemi izlenerek Orhan Veli‟nin
şiirlerinde kaynak metnin biçeminin incelenmesinin yanı sıra kaynak metnin
çevirilerini karşılaştırmalı olarak, betimleyici bir yaklaşımla incelenmiştir. Söz
konusu olan diller ve ekinler arası örtüşüm ve ayrışımları saptanmaya çalışılmış
ve söz konusu olan diller ve ekinler arası örtüşüm ve ayrışımlar irdelenmiştir.
Orhan Veli Kanık`ın şiir ve tiyatro çevirilerinin kuramsal açıdan incelenmesi [A
Theoretical view to poetry and drama translations by Orhan Veli Kanık] / Beki
Haleva, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniversitesi, 2001
Çalışmada, Orhan Veli‟nin Fransızcadan Türkçeye yaptığı fabl, şiir ve tiyatro
çevirileri incelenerek çağdaş çeviri kuramlarından yola çıkılarak kaynak odaklı-
erek odaklı ve anlam odaklı çeviri yaklaşımları açısından değerlendirilmiştir.
Anthologized poetry from English and French in Turkish transtlation (1985-
1995) [Türkçe çeviri şiir antolojilerinde İngilizce ve Fransızca şiirler: 1985-
1995] / İpek Seyalıoğlu, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi ,2003
Bu çalışmada 1985-1995 yılları arasında Türkiye‟de yayınlanan İngilizce ve
Fransızca şiir çevirileri miktar, amaç, okuyucu kitlesi bağlamında araştırılıp
editörlerin, çevirmenlerin, şairlerin işlevleri irdelenip, betimlenmiştir.
Over-interpretation in the translation of cryptic poetry [Kapalı şiir çevirisinde
aşırı yorumlama] / Yasemin Tuksal, Yüksek Lisans Tezi, Boğaziçi Üniversitesi,
2003
Bu çalışmada kapalı şiirlerin çevirisinde güçlüğün nasıl aşırı-yorumlamaya,
hatta bir sonraki aşamada, açımlamaya neden olabileceği gösterilerek hedef dilde
6
aşırı yorumlamaya bağlı olarak nasıl bir üst-şiire dönüştürüldüğü gösterilmeye
çalışılmıştır. Aşırı yorumun şiir çevirilerinde neden iyi sonuç vermeyeceği
gösterilmiştir.
Modernlik ve çeviri şiir çevirileri bağlamında Can Yücel‟in çeviri anlayışı ve
modernlikle ilişkisi [Modernity and translation: The translation approach of Can
Yücel in the context of poem translations and its realtion to modernity] / Nigar
Çoymak, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2005
Bu çalışmada, modernlik ve modernlik çıkışlı düşüncelerin izlerini genelde
çeviri, özelde şiir çevirisi üzerinden dile getirilerek belli başlı düşünceleri öne
sürebilmek ve Can Yücel‟in çeviri anlayışını ve şiir çevirisini örneklerle
betimlemek amaçlanmıştır.
A stylistic analysis of translation of Hilmi Yavuz‟s poetry [Hilmi Yavuz şiirlerinin
çevirilerinin stilistik incelemesi] / Didem Gamze Erdinç, Yüksek Lisans Tezi,
Dokuz Eylül Üniversitesi, 2007
Bu çalışmada Hilmi Yavuz‟un seçilmiş şiirlerinin çevirisi, biçembilimsel
yöntemlerle incelenerek betimlenmiştir.
Translation and identity: A case study on eda: An anthology of contemporary
Turkish poetry [Çeviri ve kimlik: Eda: An anthology of contemporary Turkish
poetry üzerine bir örnekolay incelemesi] / Hülya Uçak, Yüksek Lisans Tezi,
Boğaziçi Üniversitesi, 2007
ABD‟de yayınlanan Eda: An anthology of contemporary Turkish poetry adlı
yapıtta, antolojinin editörlüğünü yapan ve içerisindeki şiirlerin büyük bir kısmını
7
çeviren Murat Nemet-Nejat‟ın Türk kültürünü nasıl tanıttığı, Türk kültürünün
kalıpyargılı temsiliyle nasıl bir ilişki içinde olduğu irdelenmiştir.
Charles Baudelaire'in şiirlerinin Türkçe çevirileri üzerine inceleme [Analysis
of Turkish translations of Charles Baudelaire's poems] / Nuray Cihan
Gündüzalp, Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi, 2008
Bu çalışmada Fransız şair Charles Baudelaire‟in Türkçe‟ye çevrilmiş olan
şiirlerinin farklı çevirmenlerce çevirilmiş Türkçe çevirileri biçimsel, biçemsel ve
anlamsal eşdeğerlikler açısından, Koller‟in beş eşdeğerlik temelinde kuramsal ve
uygulamalı olarak incelenmiştir.
1900-1983 yılları arasında Türkçe‟de Goethe ve Faust Tercümeleri üzerinde bir
inceleme/ Nedret Pınar, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 1984
Bu çalışmada Goethe‟nin çeşitli çevirmenlerce 1900-1983 yılları arasında
çevrilmiş Faust isimli eseri, dilbilimsel açıdan karşılaştırmalı olarak
incelenmiştir.
Türkiye‟de şiir çevirisi konusu üzerine araştırmacıların çok sayıda
yayınlanmış eseri bulunmaktadır. Toklu‟nun Şiir Dili ve Çevirisi adlı eseri, şiir
dilinin özellikleri ve şiir çevirisi sorunsalına değinmektedir. Köksal‟ın yazdığı Çeviri
Eğitimi- Kuram ve Uygulama adlı eserinde şiir çevirisi üzerine bir bölüm yer
almaktadır. Çeviribilimci Bengi-Öner, Çeviri Bir Süreçtir. Ya Çeviribilim?, Çeviri
Kuramlarını Düşünürken, Kızılcıktan Karpuz Olur Mu Hiç? İlahi Çevirmen! adlı
eserlerinde şiir çevirisinde karşılaşılan sorunlara, örnekler sunularak sıkça
değinilmektedir. Berrin Aksoy‟un Geçmişten Günümüze Yazın Çevirisi adlı eserinde
8
yine şiir çevirisi sorunsalını irdeleyen bir bölüm yer almaktadır. Akşit Göktürk‟ün
Çeviri: Dillerin Dili adlı eserinde de şiir çevirisi sorunsalı konusuna değinilmektedir.
Şiir çevirisi sorunsalı üzerine inceleme yazıları çeşitli dergiler yer almaktadır.
Daha önce dergi olarak yayınlanan ve 1990‟lı yılların başında yayın hayatına son
veren Metis Çeviri dergisinde düzenli olarak şiir çevirileri ve şiir çevirisi üzerine
kuramsal tartışmalar bulunmaktadır. Üç ayda bir yayınlanan Ç.N. dergisi özellikle
Türkçeden yabancı dillere ve yabancı dillerden Türkçeye çok sayıda şiir çevirisi ve
şiir çevirisi sorununa kuramsal açıdan yaklaşmaktadır. 1978 yılında Türk Dili Dergisi
Çeviri Özel Sayısı‟nda şiir çevirisi ile ilgili bu alanda çalışan uzmanların yazıları yer
almaktadır.
Türkiye‟de şiir çevirisi sorununun incelendiği çok sayıda makale
bulunmaktadır. Bu makalelerde şiir çevirisinde karşılaşılan sorunlar genel hatlarıyla
tartışılmaktadır. Bunlardan bazıları aşağıda listelenmiştir:
- “Şiir Çevirisinde Çevrilemeyenler”, Altay, A., Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, s. 29-43
- “Şiir Çevirisini Yönlendiren Kısıtlamalar”, Yeşil, N., TÖMER Çeviri,
Bahar-Yaz „95
- “Şiir Çevirisinde Yöntem”, Gürsel, N., (1978), Türk Dili Çeviri
Sorunları Özel Sayısı, S. 322, s. 155-158
Yukarıda değinilen makalelerde şiir çevirisinin ortaya çıkardığı güçlükler ve
şiir çevirisinde izlenebilecek yöntemler dilbilimsel ve çeviribilimsel odaklı bakış
açısıyla açıklanmaktadır.
9
1.2. 20. Yüzyılda Türk ġiiri
Daha önce Batı edebiyatlarını etkisine alan Klasisizm, Romantizm ve
Realizm akımları, 20. yüzyıl Cumhuriyet döneminde de Türk şair ve yazarlarını da
etkisi altına almaya başladı: Klasisizm „akılcı, içe dönük, ahlakçı, insancı‟;
Romantizm akımının „gelenekçi, duygucu, seçkinci‟ ve Realizm de „gözlemci, dışa
dönük‟ nitelikleri, Türk şairlerinin de biçem ve konu seçimini etkiledi. Bu
akımlardan yola çıkarak, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Abdülhak Şinasi Klasismin;
Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet‟in Romantizm; Memduh Şevket Esendal,
Halikarnas Balıkçısı Realizmin kimi niteliklerine uygun yapıtlar verdiler. Örnek
olarak gösterdiğimiz bu şairleri yine de bu akımların tamamen etkisi altında oldukları
söylenemez.
20. yüzyıl Türk edebiyatı, aynı zamanda Osmanlı‟dan kendisine miras kalan
diğer akımlardan da etkilendi. Bu etkilenmede Batıcılığın yanı sıra, Osmanlıcılık,
İslamcılık, özellikle de Türkçülük birer eksen olmuştur. İlk dönem şairlerin şiirlerini,
siyasal düşünce yapıları etkilemiş ve yönlendirmiştir.
1920‟lerde „Milli Edebiyat‟ olarak adlandırılan uyum, ölçü, uyak, sözcüğün
dize içindeki işlevi gibi yapı sorunlarına cevaplar aranarak, tartışmalar 1940‟lı yıllara
değin sürmüştür. Özellikle Birinci Dünya Savaşından sonra etkin olmaya başlayan ve
aralarında Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Orhan
Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç‟ın bulunduğu Beş Hececiler, Milli Edebiyat‟ın ölçü
ve biçimini benimseyip şiirlerinde Anadolu‟yu betimleyerek eserler verdiler. Şiirde
sade olmaya özen gösterip eserlerinde konuşma dilini kullanarak ve Realizmin etkisi
10
altında eserler verdiler. Beş Hececilerin Realizm etkisindeki şiirlerine tepki olarak
doğan Yedi Meşaleciler, hece vezninde eserler vermişler, buna rağmen şiire yenilik
getirememişlerdir. Şiirlerinde olayları daha gerçekçi ve içten anlatmak isteyen ve
şiirlerinde işledikleri konuları belirli bir sınırda tutmayan Yedi Meşaleciler, şiirlerini
Meşale adlı dergide yayınladılar. Yedi Meşaleciler olarak adlandırılan Yaşar Nabi
Nayır, Ziya Osman Saba, Vasfi Mahir Kocatürk, Kenan Hulusi Koray, Sabi Esat
Siyavuşgil, Cevdet Kudret Solok ve Muammer Lütfi Bahşi, Meşale Dergisinin 1928
yılında kapanmasıyla birlikte dağılmıştır.
1920‟li yıllarda hece ölçüsünü şiirin başlıca ölçütü sayan Milli Edebiyat
akımına bağlı şairler, yapısal kaygıların dışında kalmışlardır. 1930‟lardan 1940‟lara
kadar Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı gibi hece
ölçüsüyle yazan şairlerin vezin tartışması devam ederken, aralarında Nazım
Hikmet‟in de bulunduğu ve vezinsiz şiir yazan şairler de ön plana çıkmaya başlamış,
konu şairlerin çeşitli dergilerde aralarında tartışmasına neden olmuştur. Bu
tartışmaların sonunda özellikle şiirin ideolojik bir niyet dışında tüm kesimlere,
hayata, Batılı çağdaş akımlara yakınlaşması gerektiği fikri benimsenip, şiirin vezinsiz
de yazılabileceği kabul görmüştür.
1920‟lı yıllarda Dergâh Hareketi olarak adlandırılan Necip Fazıl Kısakürek,
Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim, Ziya Osman Saba, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi
yazar ve şairlerin de aralarında bulunduğu topluluk, şiirlerinde „ruhun ölümsüzlüğü‟,
„dindar adam tevekkülü‟nün yanı sıra „düşsel bir dünya‟ oluşturmaya çalışmışlardır.
Şiirde uyak- vezin tartışmalarının devam ettiği 1930‟ların sonunda edebi
gelenekten kopup daha yalın bir şiire ulaşmak için uğraşan ve vezinsiz, kafiyesiz,
11
günlük dile dayalı şiirler yayınlayarak yeni bir akımın ortaya çıkmasını sağlayan
Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Garip Akımı‟nın kurucusu oldular.
Garip Akımı 1940‟ların sonuna kadar etkinliğini sürdürdü ve Orhan Veli‟nin 1950
yılında bir kaza sonucu ölmesiyle etkisi azalmaya başladı.
1940‟lı yıllarda Garip Akımı‟nın dışında A. Kadir Meriçboyu‟nun, Attila
İlhan‟ın, Ahmet Arif‟in de aralarında bulunduğu „Toplumcu (Gerçekçi) Şairler‟
olarak kabul edilen başka bir kuşak da bulunmaktaydı. Bu kuşak, Nazım Hikmet‟in
sürdürdüğü geleneğin bir devamı niteliğinde hareket ederken, o dönemin siyasi
koşullarında muhalif çizgide yazdılar. Şiirlerinin konusu barış, özgürlük, demokrasi,
savaş karşıtlığı oldu.
1950‟lerin başından 1960‟ların ortalarına değin Garip Akımı‟ndan etkilenerek
geliştirilen ve „İkinci Yeni‟ olarak tanınan aralarında Cemal Süreya‟nın, İlhan
Berk‟in, Turgut Uyar‟ın, Edip Cansever‟in, Sezai Karakoç‟un, Ece Ayhan‟ın, Ülkü
Tamer‟in bulunduğu şairler, şiirlerinde kelimelerle oynama, mantık dışı söyleyişler
ve soyut betimlemelerle pekiştirdiler. Esasında şiirin konusunu insanın karmaşık ruh
hali, toplumsal ilişkiler, kadın ve cinsellik oluşturdu. Diğer yandan İslami gelenekten
gelen Sezai Karakoç, İsmet Özel gibi şairler de şiirlerinin dokusuna İslami
düşünceleri de kattılar. İkinci Yeni‟nin temsilcileri 70‟li ve 80‟li yıllarda da Türk
şiirine yön verdiler (20. YY. Türk Şiiiri için bkz. Özcan (1988), Kurdakul (1992),
Halman (2007).
12
1.3. Almancada Türk ġiiri
Tez çalışması öncesi yapılan kaynak araştırmasında Türkçeden Almancaya
çevrilmiş şiirlerin sayısının oldukça az olduğu gözlendi. Özellikle 1940‟lardan
itibaren Alman çevirmenler tarafından Türkçe şiirlerin Almancaya kazandırıldığı
görülmekte ve çeviri kitaplarının büyük bir bölümü çift dilli olarak basılmıştır.
Türkiye tarihi üzerine çalışmalar yapan tarihçi Hammer-Purgstall, 1825
yılında Divan şairi Baki‟den seçme şiirleri “Diwan Baki‟s des größten türkischen
Lyrikers“ adıyla çevirdi.
Abdülhak Hamit‟in “Ruhlar” isimli şiiri “Geister” olarak 1941 yılında
yayınlandı (Deutsche Morgenländische Gesellschaft; tekrar basımı:
Nendeln/Liechtenstein, Kraus Reprint, 1966).
1957 yılında Mustafa Aslıer tarafından Necati Cumali‟nin seçme şiirleri
Alman okuyucu için “Auf der Wache” “Karakolda” adıyla basıldı.
Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın şiirleri ilk olarak 1981 yılında “Ausgewählte
Gedichte“ (Berlin, Harran Verlag) başlığıyla Gisela Kraft tarafından çevrildi. Gisela
Kraft “Komm endlich her nach Anatolien“ başlıklı kitabın da çevirmenidir.
Dağlarca‟nın “Taş Güvercini” isimli şiir kitabı ise, “Steintaube“ adıyla Nevfal
Cumart tarafından çevrildi (1999 Zürih, Unionsverlag).
Nazım Hikmet, Almancaya en çok şiiri çevrilen şairimizdir. Horst Wilfried
Brands ve Pazarkaya tarafından 1973‟te çevrilen “Ausgewählte Gedichte“
(Suhrkamp Verlag) adıyla yayımlandı. Pazarkaya tarafından çevrilen “Das Epos von
13
Scheich Bedreddin“ (Ararat Verlag, 1981) ve “Allem Kallem ein Märchen“ çift dilde
basıldı (1981, Ararat Verlag). Pazarkaya 1978 yılında yine Nazım Hikmet‟ten “Ich
meisselte Licht aus Stein” adlı şiir kitabını (Klett/Cotta) çevirdi. Yıldırım Dağyeli ve
Helga Dağyeli Nazım Hikmet‟in seçme şiirlerini “Das schönste Meer ist noch nicht
befahren“ (1989, Dağyeli Verlag) başlığıyla ve “Die Luft ist schwer wie Blei“
kitabını (2008, Dagyeli Verlag) çift dilli olarak yayımlandı. Çevirmen Gisela Kraft
“Der Befreiungskrieg” (1986) ve “Hasretin Adı/Die Namen der Sehnsucht” adıyla
çevirerek yayınlandı. Çevirmen Ümit Güney, “Nachtgedichte an meine Liebste”
(Germinal Verlag) isimli kitabı çevirerek 1985 yılında yayınlandı. Annemarie
Bostroem tarafından “Und im Licht mein Herz“ adıyla şairin seçme şiirleri çevrildi
(Rütten und Loening, 1971). Nazım Hikmet‟in seçme şiirlerinin bulunduğu “Eine
Reise ohne Rückkehr / Dönüsü Olmayan Yolculuk: Gedichte und Poeme“ (Dağyeli
Verlag, 2001) adlı eseri, Helga- Yıldırım Dağyeli tarafından çevrildi.
Behçet Necatigil‟in şiirleri “Eine verwelkte Rose beim Berühren/ Solgun bir
gül dokununca“ (Dagyeli, 1988) ve “Gedichte/ Şiirler“ (1972) başlıklarıyla Yüksel
Pazarkaya tarafından Almancaya kazandırıldı.
Şiirleri çevrilen şairlerin özellikle Cumhuriyet sonrası şairler olduğu
gözlenmektedir. Türkiye ve İslam kültürü üzerine çalışmalar yapan Oryantalist
Annemarie Schimmel, 13. yüzyıldan başlayarak halk şairlerinin, divan şairlerinin ve
Cumhuriyet Dönemi‟nde yazan şairlerin seçme şiirlerini “Türkische Gedichte Vom
13. Jahrhundert Bis In Unsere Zeit” (Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989) adıyla
Almanca olarak yayınladı. “Aus dem goldenen Becher: Türkische Gedichte aus
sieben Jahrhunderten” adlı Osmanlı‟dan günümüze seçme şiirlerin çevrildiği eseri
Önel Verlag (1993) tarafından basıldı. Schimmel‟in ayrıca Yunus Emre‟nin seçme
14
şiirlerini çevirdiği “Ausgewählte Gedichte- Yunus Emre” adlı eseri (Önel Verlag,
1995) yayınlandı.
Yunus Emre‟nin seçme şiirlerinin bulunduğu “Das Kummerrad /Detli Dolap:
Gedichte“ adlı eseri Zafer Şenocak tarafından Almancaya çevrildi (Dağyeli Verlag,
2005).
Ahmet Arif‟in yayınlanan tek şiir kitabı olan “Vor Sehnsucht nach dir habe
ich die Fesseln abgetragen / Hazretinden Prangalar Esktitim”, Helga ve Yıldırım
Dağyeli tarafından Almancaya çevrildi (Dağyeli Verlag, 2010).
100 Türk şairin 200 şiirini kapsayan şiir çevirisi antolojisi “Die Türkei in
Gedichten / Şiirlerle Türkiye I. Eine Anthologie”, (A-Verlag, 1999) Mete Ay
tarafından çevrilerek yayınlandı.
Hans Bethge tarafından 1913‟te çevrilen ve basılan Divan edebiyatının seçme
şiirlerinin toplandığı “Nachdichtungen orientalischer Lyrik: Das türkische
Liederbuch“ adlı eseri Media Verlag (2002) tarafından yeniden yayınlandı.
Sedat Umran‟ın Türk şairlerin çeşitli şiirlerini çevirdiği “Almanca Manzum
Çevirileriyle Ünlü Türk Şiirleri” (İz Yayıncılık, 2003) adlı çeviri kitabı Almanca
olarak basıldı.
Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun hayatının ve eserlerinin anlatıldığı “Asik Veysel
(1894 - 1973): Leben, Werk und Wirkung eines türkischen Volkssängers“ (Grin
Verlag, 2011) adlı eser Murat Bulgan tarafından hazırlandı.
15
1.4. Yüksel Pazarkaya’nın Çevirileri ve Eserleri
Çevirmen ve yazar Yüksel Pazarkaya (Pazarkaya İ., 2010: 8-12), 1940 yılında
İzmir‟de doğmuş, ilkokuldan lise eğitimine kadar İzmir‟de yaşamıştır. Ardından
İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektroteknik bölümünde okurken Sümerbank‟ın
Almanya‟da Tekstil Kimya alanında öğrenim görmek isteyen öğrencilere açtığı burs
sınavına girer ve kazanır.
1958 yılında İstanbul‟daki üniversite eğitimini yarıda bırakarak Almanya‟ya
giden Pazarkaya, Germensheim kasabasında bulunan Mainz Üniversitesi‟nde
Yabancı Diller ve Tercümanlık Enstitüsü‟nde bir yıl süreyle Almanca kursuna katılır.
O sıralar, Türkiye‟den kendisinden sonra gelen öğrencilere Almanca konusunda
rehberlik eder. 1959 yılında Stuttgart Üniversitesi‟nde kimya bölümünde eğitimine
başlar. Eğitimi sırasında üniversite bünyesinde faaliyet gösteren kulüplerde edebiyat
ve tiyatro alanlarında çalışmalar yapar.
Almanya‟da Türk Öğrenciler Derneği‟nin çıkardığı Yaprak dergisi için 1960
yılında şiir, öykü ve çeviriler yayınlamaya başlar. Kendisinin belirttiği üzere Attila
İlhan‟ın İstanbul sancısı adlı şiirini Almanca‟ya ilk defa çevirir. 1963 yılında şehrin
en büyük gazetesi olan Stuttgarter Zeitung‟da sanat, politika ve yerel yurt haberleri
yazmaya başlar ve görevlendirmeler alır. Aynı yıl içerisinde SWR‟de (Güney
Almanya Radyosu) sanat ve edebiyatın tatışıldığı programları yapar.
1961 yılında İzmir Yeni Asır gazetesinde yazıları yayınlanmıştır. 1963
yılından itibaren Varlık dergisinde öykü, şiir, deneme, eleştiri ve çevirileri
16
yayınlanmaya başladı. 1963 yılında kendisi gibi Almanya‟ya okumaya gelen eşi İnci
ile tanışır ve aynı yıl evlenir ve iki çocukları olur.
Kimya Yüksek Mühendisliği okuduğu sırada kendisine gelen Alman Dili ve
Edebiyatı Bölümü‟nde yardımcı asistanlık teklifini kabul eder ve çalışmaya başlar. O
dönem Türkiye‟deki siyasi çekişmelerden dolayı kendisinden eğitimini yarıda kesip
diplomasını almadan Türkiye‟ye geri dönmesi istenmiş, Pazarkaya ise bu isteği kabul
etmeyerek kendisine bağlanan bursun geri ödemesini gerçekleştirerek Almanya‟da
kalmaya devam etmiştir. Kimya alanında okumasına rağmen kendi uzmanlık
alanında hiç çalışmadığını belirtir (Pazarkaya, 2010:14).
1966 yılında Stuttgart Üniversitesi‟nde edebiyat bilimleri ve felsefe dallarında
ikinci eğitim için kaydını yapan Pazarkaya, diğer yandan yurtdışından Almanya‟ya
gelen öğrencilere ön sömestr niteliğinde düzenli olarak Almanca öğrettiğini belirtir.
1969 yılında doktora tezini “Die Dramaturgie des Einakters im 18. Jahrhundert in
der deutschen Literatur” (18. Yüzyılda Alman Edebiyatında Tek Perdelik oyunların
Dramatürjisi) olarak belirleyen Pazarkaya‟nın tezi 1972‟de en yüksek dereceyle
kabul edilir. Tezi daha sonra Kümmerle Verlag tarafından bilimsel yayın olarak
basılmıştır.
Pazarkaya, üniversitede okuduğu yıllarda tiyatro oyunlarında da oynar. Hem
Almanya‟da hem Türkiye‟de turnelere katılır. 1963 yılında gelen teklif üzerine
Stuttgart Üniversitesinin Tiyatrosu‟nu yönetir. 1960‟lı yıllarda Türk şiirinden
Almanca‟ya ilk şiir kitabını çevirir. Arkadaşı Helmut Mader ile birlikte çevirdiği
Orhan Veli Kanık/Poesie, 1966‟da çift dilli olarak yayınlanmıştır. 1985 yılında
Dağyeli Yayınevi‟nden bu kez kapsamı daha geniş Orhan Veli şiirlerini çevirip, yine
17
çift dilli olarak yayınlanmıştır. Kendisinin belirttiğine göre, 35 tanınmış eleştirmenin
değerlendirmesiyle her ay yayınlanan En İyiler Listesi‟ne giren ilk Türk yazardır
(Pazarkaya, 2010:19). Bu iki eser aynı zamanda incelenen eserleri arasındadır.
Kendisi, yine belirttiğine göre 1953‟te ortaya çıktığı belirlenen, somut şiir türünde
şiir yazan ilk Türk yazardır. Dizi senaryosu yazarlığının yanı sıra, uluslararası
Almanca sınavları eyalet ve federal görevlisi ve Almanya‟da WDR Köln radyosu
eyalet muhabiri olarak görevler almıştır.
Pazarkaya‟nın yayımladığı kitaplar çeşitli alanları kapsamaktadır. Pazarkaya,
Tiyatro oyunları, şiir kitapları, şiir çeviri kitaplarının yanı sıra edebiyat derleme
yazıları, dil öğretimi, kültür incelemeleri gibi alanlarda da kitaplar yayımlamıştır.
Yüksel Pazarkaya‟nın Almanca‟da ve Türkçe‟de yayınlanan bazı eserleri aşağıda
verilmektedir:
Orhan Veli Kanık Poesie. Şiir Kitabı. Almanca-Türkçe. Frankfurt a. Main:
Suhrkamp 1966
Die Liebe von der Liebe. Stuttgart 1968.
Koca Sapmalarda Biz Vardık Şiir Kitabı. İstanbul: Özlem 1968.
Umut Dolayları Şiir. Stuttgart: Edition Y 1969.
Die Dramaturgie des Einakters. Göppingen: Kümmerle 1973.
Utku und der stärkste Mann der Welt. Almanca-Türkçe. Wien, München:
Jugend &Volk 1974.
Aydınlık Kanayan Çiçek Şiir Kitabı. Ankara: Dost 1975.
Oturma İzni. İstanbul: Derinlik 1977.
18
Heimat in der Fremde?/Yaban Sıla Olur mu? Almanca-Türkçe. Berlin: Ararat
1979.
İncindiğin Yerdir Gurbet Şiir Kitabı. Ankara: Şiir-Tiyatro 1979.
Aya Uçan Minare. İstanbul: Derinlik 1980.
Saat Ankara Şiir Kitabı. İstanbul: Derinlik 1981.
Oktay lernt Atatürk kennen/ Oktay Atatürk‟ü Öğreniyor. Çocuk Romanı.
Deutsch-
Türkisch. Heilbronn: Uncu 1982
Rosen im Frost. Zürich: Union 1982
Spuren des Brots. Zürich: Union 1983.
Ich möchte Freuden schreiben. Fischerhude: Atelier im Bauernhaus 1983.
Beobachtungen zum “Deutschland – Türkischen”. Frankfurt a.M., Bonn:
Pädogogische Arbeitstelle des Deutschen Volkshochschulverbandes 1983.
Unsere Nachbarn, die Baltas. Marl: Adolf-Grimme-Institut des
DeutschenVolkshochschulverbands 1983.
Sen Dolayları Şiir Kitabı. İstanbul: Yazko 1983.
Irrwege/ Koca Sapmalar. Şiir Kitabı. Almanca-Türkçe. Frankfurt a.M.:
Dagyeli 1985.
Fremdartig/ Garip. Şiir Kitabı. Almanca-Türkçe. Frankfurt a.M.: Dagyeli
1985.
Die Wasser Sind Weiser Als Wir- Türkische Lyrik der Gegenwart. München:
Schneekluth 1987
Balık Suyu Sever .Hückelhoven: Schulbuchverlag Anadolu 1987.
Balinanın Bebegi .Hückelhoven: Schulbuchverlag Anadolu 1987.
19
Ayrıca İstanbul: Bilgi-Başarı 1988.
Karanlıktan Yakınma Şiir Kitabı. İstanbul: Cem 1988.
Der Babylonbus. Siir Kitabı. Frankfurt a.M.: Dagyeli 1989.
Ben Aranıyor . İstanbul: Cem 1989.
Dost Dolayları Şiir Kitabı. İstanbul: Cem 1990.
Sen Dolayları/ Sevgi Dolayları/ Umut Dolayları Şiir Kitabı. İstanbul: Cem
1992.
Kemal und sein Widder. Çocuk Romanı. Würzburg: Arena 1993.
Mediha Tiyatro Eseri. Kültür Bakanlığı: Ankara 1992; 2. Basım 1993.
Ferhat‟ın Yeni Acıları Tiyatro Eseri. Ankara: Kültür Bakanlığı 1993.
Haremden Kadın Kaçırma Tiyatro Eseri. Ödüllü Oyunlar, İzmir 1993.
Mölln ve Solingen‟den Sonra Almanya Üzerine. İstanbul: Sisçanı 1995.
Köşetaşı Tiyatro Eseri. Ankara: Kültür Bakanlığı 2000.
Ich und die Rose. Roman. Hamburg: Rotbuch 2002.
Du Gegenden/ Sen Dolayları. Şiir Kitabı. Erlangen: Sardes 2005.
Nur um der Liebenden Willen dreht sich der Himmel. Erlangen: Sardes 2006.
Mutluluk Şiirleri. İstanbul: Açı 1995.
Somut Şiir. İstanbul: Açı 1996.
Güz Rengi. İstanbul: Sistem 1998.
Yol Dolayları Şiir Kitabı. İstanbul: Cem 2006.
Das Lied vom Frausein- Kadın Olanın Türküsü/ Gülten Akın Şiirleri.
Almanca-Türkçe. Erlangen: Sardes 2008.
20
Pazarkaya‟nın yayımladığı kitaplar çeşitli alanları kapsamaktadır. Pazarkaya,
Tiyatro oyunlarının, şiirler, şiir çevirilerinin yanı sıra edebiyat derleme yazıları, dil
öğretimi, kültür incelemeleri gibi alanlarda da kitaplar yayımlamıştır.
1.5. Yüksel Pazarkaya Ġle Ġlgili Yapılan ÇalıĢmalar
Yazar ve çevirmen Pazarkaya ile ilgili çok sayıda çalışma gerçekleştirilmiştir.
Bu çalışmalar, yazarın eserleri, dil eğitimi ve kültür incelemeri üzerinedir. Yazar için
armağan ve biyografi kitapları da yayınlanmıştır.
Yazılmış Tezler:
-Deutsche Verhaltensmuster in den Werken von Şinasi Dikmen, Osman Engin und
Yüksel Pazarkaya (Şinasi Dikmen, Osman Engin, ve Yüksel Pazarkaya'nın
eserlerinde Alman davranış kalıpları), Mehmet Öztürk, Doktora Tezi, 2006
-Kültür aktarımında çeviri stratejileri: Yüksel Pazarkaya'nın Türkçe- Almanca çeviri
örneğinde bir araştırma, Füsun Bayrakdar, Yüksek Lisans Tezi, 2008
-Erziehungsprobleme in den Werken von Yüksel Pazarkaya: Ein Beitrag zur
interkulturellen Erziehung mit Hilfe der Literatur (Yüksel Pazarkaya'nın eserlerinde
eğitim problemleri: Edebiyat yardımı ile kültürlerarası eğitime bir katkı), Jale Özcan,
Yüksek Lisans Tezi, 2008
21
Makaleler:
-Sosyo-Ekonomik Yönüyle Almanya‟ya Göçün Yüksel Pazarkaya‟nın „Oturma İzni‟
Adlı Öykü Kitabına Yansımaları / Ahmet DEMİR / Başkent Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü
-Yüksel Pazarkaya Örneğinde Göçmen Türk Aydınında Kimlik Problemi ve bu
Problemin Çözümü / İsmail Boyacı / Dokuz Eylül Üniversitesi - Buca Eğitim
Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı
-Yüksel Pazarkaya ve Nevfel Cumart‟ın Şiirlerindeki Almanya İmgelerinin
Karşılaştırılması / Yüksel Kocadoru / Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Alman
Dili Eğitimi Anabilim Dalı
Yüksel Pazarkaya Kitapları:
-Dilin Çağrısı- Yüksel Pazarkaya‟ya 50. Sanat Yılında Armağan, İnci Pazarkaya,
2010-TÜYAP
-Yüksel Pazarkaya- Sözcüklerin Doğasında Gezinmek, (Haz. Enver Ercan), 2010-
TÜYAP
22
1.6. Yüksel Pazarkaya’nın Ġncelenen ġiir Çevirisi Kitapları
Bu tez çalışmasında, Yüksel Pazarkaya‟nın Türkçe kaynak metinden
Almancaya çevirdiği dört şiir kitabı incelenmekte:
1) Orhan Veli Kanık‟ın şiirleri ve bunların çevirilerinin bulunduğu 1966
yılında Suhrkamp Yayınevi tarafından basılan ve Pazarkaya‟nın
Helmut Mader ile birlikte çevirdiği “Orhan Veli Kanık- Poesie” adlı
eseri;
2) 1985 yılında çevirmenin tek başına çevirdiği ve Orhan Veli Kanık‟ın
daha fazla şiirinin bulunduğu ve Dağyeli Yayınları tarafından basılan
“Fremdartig- Garip” adlı kitabı;
3) Yirminci yüzyıl Türk şiirinde çok önemli konumlara sahip şairlerin
seçme şiirlerinin toplandığı ve Franz Schneekluth Yayınları tarafından
basılan “Die Wasser sind Weiser als Wir” kitabı;
4) Gülten Akın‟ın seçme şiirlerinden oluşan ve iki dilli olarak Sardes
Yayınları tarafından basılan “Das Lied vom Frausein- Kadın Olanın
Türküsü” kitabı.
1966 yılında basılan “Orhan Veli Kanık- Poesie” adlı çeviri kitabı, şairin
seçilmiş 98 şiirini ve çevirisini kapsamaktadır.
Orhan Veli‟nin 114 şiir çevirisini kapsayan “Fremdartig- Garip” kitabı, şairin
daha fazla şiirini kapsamasına rağmen yine 1966 yılında çevirdiği şiirlerle üzerinde
değişiklik gerçekleştirilmeden bu kitaba eklenmiştir.
23
Pazarkaya, “Die Wasser sind Weiser als Wir” kitabında 37 şairin toplam 251
şiirini çevirmiştir.
Gülten Akın‟ın seçme şiirlerini topladığı ve çevirdiği “Das Lied vom
Frausein- Kadın Olanın Türküsü” adlı kitabında, Gülten Akın‟ın 153 şiir çevirisi yer
almaktadır.
Pazarkaya‟nın bu şiir çevirilerinin dışında Türkçe olarak yazdığı kendi
şiirlerinin de çevirisini yapmıştır. Bu kitapları incelemeye dâhil edilmemesinin
nedeni, 2005 yılında Almanya‟nın İstanbul Başkonsolosluğu‟nda kendisi için
düzenlenen bir toplantıda bir izleyicinin, kendi şiirlerini hangi yöntemle çevirdiği
sorusuna, Pazarkaya‟nın kendi şiirlerinin farklı bir yöntemle çevirdiğini
belirtmesinden kaynaklanmaktadır:
“Evet, çok farklı bir yöntem izliyorum. Kendi eserlerimi çevirmiyorum,
onları yeniden yazıyorum. Eğer önce Almanca olarak oluşturulmuşsa,
onları yeniden Türkçeye, eğer Türkçe olarak oluşturulmuşsa, Almancaya
yeniden yazıyorum. Tabi ki ilk yazılan, diğer yazılana temel oluşturuyor,
burası açık. Ama eğer Rilke‟yı veya Fritz‟i çevireceksem, o zaman çaba
harcamak durumundayım ve bu da işimi zorlaştırıyor. Orijinalin
özelliklerini ve kendine özgünlüklerini olabildiğince en yakın şekliyle
hedef dile çevirme. Orijinalin kendine özgünlükleri esas alınıyor. Kendi
metinlerimdeki özgünlüklerim, bir yazar olarak, değişmediğini
düşünüyorum”
(Çevrimiçi:http://www.istanbul.diplo.de/contentblob/1958962/Daten/408
42/Pazarkaya_DD.pdf) (Erişim Tarihi: 14.12.2011).
24
Çevirmen Pazarkaya‟nın Almancadan Türkçeye çevirdiği çok sayıda
Rilke, Goethe ve vb. şairlerin kitapları da bulunmaktadır. Bu çeviriler,
Almancadan Türkçeye çevrildiği için farklı bir araştırma alanı oluşturmaktadır
ve çalışmamıza dâhil edilmemiştir.
25
BÖLÜM 2: KURAMSAL ÇERÇEVE
2.1. Kavram Olarak Çeviri ve Çeviri Edimi
Çeviri en genel tanımıyla bir dilden başka bir dile aktarma olarak
tanımlanmaktadır. Çeviri çok eski bir uğraş olmasına karşın özellikle 1970‟li
yıllardan itibaren bir disiplin haline gelmiştir ve çeviriye bir dilden diğer bir dile
aktarım olarak bakılmamaya başlanmıştır.
Çeviri edimi, insanlık tarihi kadar eski bir uğraşıdır. Bu durum, eski çağlarda
mağaralarda yaşayan insanların duvarlara çizdikleri resimlerden de anlaşılabilir.
Akıllarında kalan korkuları, sevinçleri, gözlemleri resim çizerek tarif eden insanların
gerçekleştirdiği bu işlem, bir tür „zihinsel çeviri‟ olarak adlandırılabilir.
Yazılı kaynaklara göre çeviri etkinliği M.Ö 4500 yılına uzanmaktadır, diğer
yandan sözlü çeviri etkinliğinin çok önce gerçekleştiği düşünülmektedir (Eruz, 2003:
22). Tercüme olarak da adlandırabileceğimiz bu kavram, M.Ö. 4000 yıllarına uzanan
Süryanice bir sözcüğe dayanmaktadır. Sonraki dönemlerde bu sözcük Arapçaya,
daha sonra da Türkçeye girmiştir. (Eruz, 2003: 17)
Çeviriyi inceleyen kaynaklarda, çeviri etkinliğinin gerekliliğinin iki farklı
kültürün bir arada yaşamaya başlaması ve iki kültür arasında farklar bulunması gibi
durumlarda ortaya çıkmasıyla gerçekleştiği düşünülür (Eruz, 2003: 41). Eruz‟un
belirttiği gibi iki farklı dilin ve kültürün birbirini tanıması evresi, günümüzde Belçika
ve İsviçre örneğinde de görülebilir. Felemenkçe, Fransızca ve Almanca konuşan
toplulukların bulunduğu ve federal bir yapıya sahip Belçika‟da sözkonusu üç dil,
resmi dil olarak kabul edilmektedir. Kantonlara ayrılmış bir yönetim biçimine sahip
26
İsviçre‟de yine Almanca, Fransızca, İtalyanca resmi diller olarak kabul edilmiştir ve
resmi yazışmalar da bu üç dil ile yürütülmektedir. Bu durum iki ülkenin resmi dil
olarak kabul ettikleri dillerin konuşulduğu ülkelerle sınır komşusu olmaları ve bu
ülkelerde yaşayanların kültürel ve tarihsel ilişkileri bağlantısıyla açıklanabilir. Bu
durumda kültürel alışverişinin, başka bir deyişle çeviri etkinliğinin kaçınılmaz
olduğunu söyleyebiliriz.
Çeviride aktarılan yalnızca konuşma ya da yazı dili değil, aynı zamanda
kültürlere, geleneklere özgü öğeler ile estetik beğeniler-kaygılar, değer yargıları gibi
somut ve soyut imgelerdir. Bu nedenle de eski çağlardan beri çevirinin nasıl
yapılması gerektiğine ilişkin felsefeciler, şairler, din adamları, edebiyatçılar, on
dokuzuncu yüzyıldan itibaren farklı disiplinlerde çalışan bilim adamları, 1950‟lerden
itibaren ise bu alanla uğraşmaya başlayan dilbilimciler, çeviribilimciler ve
çevirmenlerce tartışılmıştır.
Göktürk (2002: 17), çeviriyi tanımlarken aynı zamanda nasıl olması
gerektiğinin de altını çizmektedir: “Çevirmenin görevi tek tek sözcükleri ya da
tümcelerden çok metinleri çevirmektir. Sözcüklerin ya da tümcelerin önemini
azımsamak anlamına gelmez bu. Nitekim tek bir sözcüğün ya da tümcenin bütün bir
metin işlevi kazandığı durumlar da yok değildir. Bununla birlikte başarılı çeviri,
çevrilmesi söz konusu olan metin ile ilgili iletişimsel özelliklerin yakından
tanınmasıyla gerçekleşebilir.”
Göktürk, aynı zamanda çevirmenin hem kaynak dilin hem de erek dilin
işleyiş düzenini iyi tanıması gerektiğini ve her iki dilde de dilbilgisel öğeleri
çözümleyecek nitelikte olması gerektiğini vurgulamıştır (Göktürk, 2002: 17).
27
2.2. Çeviri EleĢtirisi ve Çevirinin Metin Türleri ile ĠliĢkisi
Çeviri eleştirisi üzerine yapılan çok sayıda çalışmada görüş birliğine dayalı
bir kuram oluşturulamamıştır. Çeviri eleştirisini metin düzeyinde irdeleyen Reiß,
“(…) tüm metinler üzerinde uygulanabilecek bir çeviri kuramının günümüzde de
olmadığını” (1986: 14), ancak Otto Kade‟nin, Jumpelt‟in, Nida‟nın, Kloepfer ve
Wuthenow‟ın bu alanda dikkate değer çalışmalar yaptıklarını belirtmekte. Reiß,
“Kade, çalışmalarında sadece „pragmatik‟ metinleri, Jumpelt doğa bilimleri-teknik
metinleri, Nida kutsal kitap çevirisindeki problemleri, Kloepfer‟ın „edebi‟ denilen ve
düzyazıyla şiiri eşit sayan metinleri ve Wuthenow özellikle edebi şaheserlerinin
çevirisindeki zorluklarını ve kendine özgünlüklerini” (1986: 15) incelediklerini
vurgulamıştır.
Çeviri metnin olduğu kadar orijinal metnin de önemini belirten Reiß, , “bir
metnin çevirisinde hiçbir zaman tek yanlı olarak erek dil odaklı türü ile
yetinilmeme(si)ni” gerektiğini (Reiß, 1986: 17), eleştiriyi gerçekleştirecek
eleştirmenin de hem kaynak dili hem erek dili iyi bilmesi gerektiğini vurgulayarak,
“erek dilde belirli şekilde ifade eden çevirmenin, dil bilgisinin kendisini nerede
yalnız bıraktığını” (Reiß, 1986: 19) anlayacağını ve “bu gibi dilsel kuralsızlıkların ve
kayıpların çevirinin kalitesi üzerine olumsuz vargıya yol açacağını” (Reiß, 1986: 19)
belirtiyor. Eleştiri boyutunu kaynak metin düzeyinden ele alındığında, “çevirmenin
takip etmesi gereken yol(un), yazarın iradesini dikkate almak” olduğunu ve “bunu
gerçekleştirip gerçekleştirmediği, yazarın bildirim iradesini ne kadar anladığını, onu
nasıl tasvir ettiğini, onun erek dile canlı olarak aktarmayı ne ölçüde başardığı,
kaynak metin ile karşılaştırılması sonucu” anlaşılabilir.
28
Yapılan çeviri üzerine sağlıklı bir eleştiri yapılabilmesi için öncelikle metin
düzeyinden belirli noktalara dikkat edilmesi gerekmektedir. Bunlar uygun bir
çevirinin gerçekleştirilmesi için gereklidir. Reiß (1986: 24), adil bir çeviri
eleştirisinin gerçekleştirilmesi için “(…) orijinalin dilsel oluşumunda metin tipi
özelliklerinin, diliçi yapıların ve dildışı etkenlerin” dikkate alınması gerektiğini
belirtir. Çevirinin gerçekleştirilmesinin metin türüne bağlı olması, Reiß‟ın metin
türlerini kategorize etmesine neden olmuştur. Çok sayıda metin türü olmasına karşın,
metnin türünü belirleyen özelliklerin ağırlığına göre ayıran Reiß (1986: 32), “sunum
özelliği taşıyan içerik odaklı metinler (inhaltsbetonte Texte), ifadenin öne çıktığı
biçem odaklı metinler (formbetonte Texte), çağrı işlevinin ön planda olduğu çağrı
odaklı metinler (appellbetonte Texte)” ve kitabının sonraki baskısında dâhil ettiği
işitsel-görsel odaklı metinler (audio-mediale Texte) olarak ayırmıştır.
Bu çalışmanın devamında Katharina Reiß‟ın “Möglichkeiten und Grenzen der
Übersetzungskritik” adlı eserinde yer alan metin türleri daha ayrıntılı olarak ele
alınacaktır.
2.2.1. Ġçerik Odaklı Metinler
İçerik odaklı metinlere örnek olarak haber, röportaj, yorum, ticari mektuplar,
ürün listeleri, kullanma kılavuzları, patent belgeleri, diplomalar, resmi evrak, ders
materyalleri, bilimsel metinler gösterilebilir. Bu tür metinlerde, “bakış açısına göre
hızlı, doğru, kapsamlı bir biçimde tanıtmayı veya bir konu hakkında bilgilendirme”
(Reiß, 1986: 35) amaçlanmaktadır.
29
2.2.2. Çağrı Odaklı Metinler
Çağrı işlevinin öne çıktığı çağrı odaklı metinlerde “sadece içeriği belirli bir
şekilde bildirmek değil, daha çok bir amaç için, belirli bir hedef doğrultusunda dil
dışı bir etki uyandırmaktır.” (Reiß, 1986: 44). Bildirim amacının gerçekleştirildiği
“reklamlar, ilanlar, misyonerlik, propaganda, polemik, demagoji, hiciv amaçlı
metinler” çağrı odaklı metin türlerinden sayılır. Bu tür metinler, “amaç dildeki
metnin orijinal metindeki etkinin aynısını yaratmalı” (Reiß, 1986: 47). Aynı etkinin
yaratılabilmesi için “Çevirmeni orijinal (metnin) içeriğinden ve biçiminden, diğer
metin türlerinin çevirisine oranla daha fazla sapmaya başvurması gerektirir” (Reiß,
1986: 47). Reklam metinleri konunun tipik bir örneği olarak ele alınır. Almanya‟da
olumlu tepki alan bir reklam, Türkiye‟de olumsuz karşılanabilir. Kültürün ve inanç
dünyasının farklı olması, reklamın da farklı çevrilmesine neden olabilir. Almanca bir
reklamda domuz imgesinin, uğur anlamında kullanılması ve bunun Türkçe reklamda
da kullanılması, Türkçe konuşan ve Müslüman olan okuyucu tarafından kabul
edilmeyebilir. Bu konudaki sorun çeviriden çok kültürel bir anlayış farklılığından
kaynaklanır.
2.2.3. Görsel-ĠĢitsel Odaklı Metinler
Görsel- işitsel odaklı metinler daha çok “dil dışı (teknik) medyanın ve dil dışı
grafiksel, akustik, görme ile ilgili ifade biçiminin ürünleridir (…) Diğer yandan bu
tür metinler, içerik (belgesel vs.) ve biçem odaklı (piyes) veya çağrı odaklı (komedi,
30
trajedi) metinler içerisinde sınıflandırılabilir” (Reiß, 1986: 49-50). Görsel- işitsel
odaklı metinlerin çevirisini etkileyen birçok etken bulunmaktadır. Konuşma metninin
kendisi; görüntülenen ortam; görüntülenen eğer kişilerse bunların jest ve mimikleri;
beden dilleri; konuşmacıların duygu durumuna bağlı olarak değişen ses tonları; arka
fon müziğinin farklı kültür alıcılarında farklı çağrışımlar uyandırması gibi etkenler,
kaynak metnin çevirisini de etkileyecektir.
Bu tür metinlere örnek olarak televizyon filmleri, sinema filmleri, radyo ve
televizyonlarda yayınlanan radyo yorumları, radyo tiyatrosu gibi metinler verilebilir.
Hem görselliğin hem de seslerin belirleyici rol oynadığı bu tür metinlerde çevirmenin
metni bir bütün olarak düşünmesinin yanı sıra metin dışı öğeleri (sesler, beden dili
vb.) de dikkate alarak çevirmesi önem arzetmektedir.
2.2.4. Biçem Odaklı Metinler
Şiir çevirisinin bazı özelliklerini incelenen bu çalışmamızda şiiri, biçem
odaklı metin türü olarak düşünülebilir. Reiß çalışmasında, “Biçemden anlaşılması
gereken, yazarın içerikten farklı olarak belirttiği şeyi nasıl anlattığı biçimindedir.
Ancak bu belirgin özellik kullanımsal bir metin için de geçerli” (1986: 37) olduğunu
belirtir. Estetik kaygının ön plana çıktığı bu tür metinlerde Reiß (1986: 38) “içerik
odaklı metinlerde ön plana çıkan dilin ifade ediş işlevi, çeviride biçemin
benzemesiyle benzer bir etki yaratmalıdır. Ancak bu şekilde eşdeğerlikten söz
edilebilir (…). Biçemlerde tümün parçası olan sesler bile önem kazanabilir.
Sözdizimsel ile biçemsel özelliklerin, kafiye durumlarının, atasözü ve mecaz
31
kullanımlarının (…) yanı sıra fonetik öğelerin de sadece şiirlerde değil, aynı
zamanda edebi düzyazıda da önemli faktörler” (1986: 38)olduğunu vurgular.
Biçem odaklı metinlerin çevirisinde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği üzerine
düşüncelerini dile getiren Reiß, ilk olarak aynı etkinin hedeflenmesi gerektiğini ve
çevirmenin bir köle gibi kaynak dildeki biçemleri taklit etmemesini önererek, kaynak
metinden esinlenerek içselleştirmesi ve erek okuyucuda da aynı etkiyi yaratacak
biçem arayışına girmesi gerektiğini belirtir (Reiß, 1986: 39). Bu durum kuşkusuz
kaynak metinden bağımsız yeni bir biçemin yaratılmasına neden olacaktır, fakat erek
dil okuyucusunu etkileme bağlamında eşdeğer bir yöntem olarak uygun olacaktır.
Biçem odaklı metinlere örnek olarak hangi metinlerin gireceği konusunda öncelikli
olarak “söylediklerinden çok ifade ediş biçiminin, dilsel ve biçemsel şekillerin ve
estetik etki yaratmak amacında olan tüm metinler”in (Reiß, 1986: 40) bu gruba dâhil
olabileceğini belirtir. “Genel anlamda edebi düzyazı özelliği taşıyan anekdotlar,
biyografiler, kısa öyküler, romanlar, gazetelerin kültür ve edebiyat sayfaları ve şiirin
bütün türleri” (Reiß, 1986: 41) biçem odaklı metinler içerisine dâhil edilebilir. İçerik
odaklı metinlerin çevirisinde erek odaklı çeviri ön plana çıkarken ”biçem odaklı
yapıların çevirisinde kaynak odaklı yöntem ele alınmakta(dır)” (Reiß, 1986: 42).
Daha önce ele alınan ve bilginin ön planda olduğu
“İçerik odaklı metinlerde metin bağlamındaki bilgiler, erek dildeki yasa ve
normlara uygun olarak kısaltılmadan verilmelidir. Biçem odaklı metinlerde kaynak
dilin dilsel aracı –sadece bilgiyi değil- erek dilsel ifade ediş biçiminin sonucunu
etkiliyor. Orijinal metnin yazarı dil normlarından saparsa, o zaman biçem odaklı
metinlerde çevirmen de normlardan sapabilir ve yaratıcı olabilir” (Reiß, 1986: 42).
Daha önce Schleiermacher‟ın edebi ve kullanmalık metin ayrımında yazarın
okura götürülmesi, okurun yazara götürülmesi tartışmasına benzer bir tartışmayı
32
Reiß da yapmaktadır: ”Bu durumda eleştirmen, okuyucunun çevirmen tarafından
orijinal metne yönlendirilmesinde başarılı olup olmadığını değerlendirir. Burada eğer
yazar o amaçla yazmadıysa okuyucu (çevirmen tarafından) „kendi dünyasından
soyutlanabilir‟ ama „şaşırtılmamalıdır‟ da” (Reiß, 1986: 43). Şiir çevirisinde de
karşımıza çıkan deyimlerin, atasözlerinin, mecaz anlatımların içerik odaklı
metinlerde erek dilde var olan eşdeğer bir karşılığın bulunması gerekir. Biçem odaklı
metinlerin çevirisi konusunda ise “kaynak dile özgü atasözlerin sözcüğü sözcüğüne
çevirisi gereklidir. Bu çeviri okura anlaşılmaz ve yabancı gelirse, erek dilde bulunan
bir atasözüyle ve kaynak dilde özgün bir mecaz anlatımı sözcüğü sözcüğüne
çevirmek uygun olacaktır” (Reiß, 1986: 43) demekte. Burada okurun yazara
götürülmesi ve yabancıyla tanıştırılması öncelik kazanıyor. Reiß‟ın çevir i
eleştirisinde gerekli gördüğü metin türü ayrımında belirttiği dört metin türünden biri
olan ve edebi tür olan şiir metinlerinin de dâhil olduğu biçem odaklı metinler, çeviri
eleştirisi yöntemi açısından bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.
2.3. Kavram Olarak Edebi Çeviri
Çeviri sürecinde izlenecek yöntemin belirlenmesi, öncelikle çevrilecek metin
türünün tespit edilmesiyle mümkündür. Kullanma kılavuzları, bilimsel makaleler gibi
işlevsel özelliği bulunan kullanmalık metinlerde bilgi aktarımı ön plandadır. Bu tür
metinlerde estetik kaygı güdülmemesi daha doğru bir tutumdur. Aksoy, edebiyat
metinlerini diğer metin türlerinden ayıranın, “(…) yazarın kendi seçimi ve birikimi
doğrultusunda oluşturduğu, olağandışı ve alışılmamış sözcük ve anlatımların belirli
bir etki uyandırmak amacıyla kullanılması” (2002: 53) olduğunu belirtir. Edebi
33
çevirilerde ise, bilginin bir başka dile aktarımı değil, özgün eserde işlenen olayların,
duygunun ve biçemin erek dile aktarılması öne çıkmaktadır. Bu yalnızca dilsel
düzlemde değil, aynı zamanda kültürel düzlemde gerçekleşmelidir. Kullanmalık
metinlerden farklı olarak edebi metinlerde belirli bir kalıptan söz edilemez. Şiir,
roman, tiyatro gibi edebi metin türlerinin biçimsel kalıpları dışında mutlaka
bulundurması gereken belirli bir dilsel kalıp da bulunmamaktadır. Özgün eserin
yazarı kendi dilsel ve düşünsel kalıbını kendisi oluşturur ve bu durum ona geniş bir
yaratım imkânı sunar. O halde çeviri metin de çevrildiğinde bir özgün metin
konumuna gelmektedir. Bunun sebebi, erek dile çevirecek çevirmenin kaynak eseri
ilk okuyan olması ve çözümlemeler gerçekleştirerek erek dile nasıl çevireceğine
karar verip, yeniden yaratmasıdır. Aksoy, çevirmenin de yaratıcı bir konuma
geçtiğini şu sözlerle belirtir: “Yazın metni çevirisinde güç kılan en önemli
özellik(ler), dilin bu özgün ve yaratıcı kullanımıdır. Dolayısıyla yazın çevirisi, doğası
gereği yöntemsel tüm özelliklerinin yanı sıra, çevirmeni kaynak metin sınırları içinde
yaratıcı olmaya zorlar.” (2002: 57). O halde çevirmen de ikinci yaratıcı konumuna
gelmektedir. Edebi çeviride çevirmene düşen ilk görev, (Aksoy, 2002: 64)
“çevireceği metne bir okuyucu olarak yaklaşmasıdır. Çevirmen için metin yalnızca
dilbilimsel bir olgu değil, iletişimsel işleve sahip, belirli bir ortam içine yerleştirilmiş
bir birim ve geniş sosyokültürel yelpazenin bir kısmıdır. Çevirmenin çeviri amaçlı
metin çözümlemesiyle, önce kaynak metnin içinde bulunduğu kültürel ve toplumsal
konumunu ve işlevini belirlemekle başlaması gerekir.”
Edebi çevirilerde kullanılan sözcükler sadece dilbilgisel özellikler değil, söz
sanatlarını da barındırırlar. Eğretileme, kinaye, benzetme, ironi, eleştiri vb.
kullanımlar kaynak edebi metinde bulunur ve bu da çeviri sürecinde çevirmene
34
zorluklar yaşatabilir. Edebi metinlerde sadece belirli bir olayı anlatmanın ötesinde
okuyucusunda belli duygu ve düşünceler oluşturmayı amaçlayan ve yazarın biçemini
de önemli ölçüde belirleyen özel bir dil kullanımı öne çıkar.
Göktürk (2002: 18-22), edebi çeviriyi de ilgilendiren ve çeviriyi yönlendiren
etkenleri ele alarak bunları altı başlıkta ele almıştır. Çeviriyi sözcüklerin ve
anlamlarının, metin türünün, iletişimin, çeviri alıcısının, metnin iletisinin ve metnin
işlevinin etkilediğini belirtmiştir. Sözcüklerin çevirisinde kaynak metnin biçimsel
öğeleri korunmaya çalışılırken anlamsal düzlemde kaynak metnin yapısının
anlambilimsel, sözdizimsel ve biçembilimsel düzlemde korunması öngörülüyor.
Edebi metin türünün belirlenmesinde çevirmenin, Göktürk‟ün (2002: 19) de belirttiği
gibi “(…) kaynak dildeki metnin içerdiği özgün yaratıcılık anlarını da, bütün
yenilikleri ve yabancılıkları ile birlikte kavranmasını sağlayacak bir yorum bilgisi
(Hermeneutik) yeteneğiyle donanmış olması gerekir.” İletişim bağlamında edebi
çeviride “hangi okur, hangi yazar, hangi tür bilgi” gibi sorular öne çıkar. Çeviri
metnin alıcısı da, edebi çeviride çevirinin nasıl olması gerektiğinin, çevirmenin hangi
bilgileri ve yazınsal özellikleri çevirisine dâhil etmesi gerektiği bakımından
önemlidir. Göktürk (2002: 21) beşinci etken olarak nitelendirdiği metnin iletisinin ne
şekilde verildiği (alıcıya gönderildiği) çeviri aşamasında yine çevirmeni etkilediğini
belirtir. Metnin işlevi etkeninden kastettiği, yazarın metni ne yapmaya çalıştığı, neyi
amaçladığıdır.
Kullanmalık metinlerde uygulanan çeviri yöntemini edebi metinlerde de
uygulamak, yani sadece dilbilgisi kuralına bağlı kalarak çevirmek doğru bir yöntem
olmayabilir. Böyle bir çeviri, erek kültür okuyucusuna, kaynak metnin edebi
değerinin, metnin içerisinde bulunan göndermelerinin ulaşamamasına neden olabilir.
35
Çevirmene düşen görev, çeviri sürecinde üzerinde durulan imgelerin, kullanılan
ifadelerin erek kültürde tam karşılığı varsa verebilmek. Bunlar eğer yoksa çevirmen,
tıpkı Yüksel Pazarkaya örneğinde incelenecek olan şiir çevirisi bağlamında olduğu
gibi, erek kültür okur için çeviride eklemeler, dipnotlar, giriş veya sonuç yazıları
oluşturarak okuru bu konuda bilgilendirmesi gerekir.
Edebi çeviri alanında çalışan çevirmenin de belli donanımlara sahip olmalıdır.
Her şeyden önce kaynak dili ve kültürü iyi tanıması ve bilmesinin yanında
çevirilerini gerçekleştireceği yazarları da iyi tanımalıdır. Yazarın yaşamını, hayat
görüşünü, yaşadığı dönemi, eserini oluşturduğu kültürel çevreyi öğrenmelidir. Ancak
bu şekilde yazarın eserini yazarken nelerden etkilendiğini, yazarken neyi
amaçladığını çözebilir. Diğer yandan çevireceği metnin erek dizgeye neden, hangi
okur kitlesine yönelik aktaracağını da önceden belirlemesi gerekir. Çevirmene düşen
bir diğer görev, çevirisini gerçekleştireceği erek dili ve kültürü iyi bilmesinin
yanında erek kültürün söylem biçimlerini, deyim ve atasözlerini, değer yargılarını da
iyi tanımasıdır. Bunlar, özellikle çevirisini gerçekleştirdiği edebi metnin erek
okuyucu tarafından doğru algılanması için önemlidir. Çevirmen, böyle bir durumda
sadece sözcüğü sözcüğüne çeviri yöntemini bir kenara bırakarak kaynak metin
yazarının eserinde ulaşmaya çalıştığı hedefin aynısını erek metinde de uygulamaya
çabalamalıdır.
Levy (1969: 25), edebiyat bilimi bağlamında değerlendirmelerde bulunan
edebi çevirinin nasıl olması gerektiğine ilişkin tartışmaları bir araya toplamış ve liste
oluşturmuştur:
1. Çeviri orijinal metindeki sözcükleri,
36
2. Orijinal metindeki fikri aktarabilmelidir.
3. Çeviri metin tıpkı orijinal bir metin gibi okunabilmelidir.
4. Çeviri tıpkı bir çeviri metin gibi okunabilmelidir.
5. Çeviri, orijinalin biçemini çeviriye yansıtabilmelidir.
6. Çeviri, yazarın biçemini göstermelidir.
7. Çeviri, orijinal metnin yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtacak biçimde
çevrilmelidir.
8. Çeviri, çevirmenin çevirdiği dönem dikkate alınarak çevrilmelidir.
9. Çeviri, orijinal metnin çevirisi esnasında erek metne eklemeler
yapabilmelidir veya çeviri metinde kaynak metinden farklı olarak eksiltmeler
yapabilmelidir.
10. Çeviri, çeviri metnin içerisine hiçbir zaman eklemeler yapmamalıdır.
11. Dizeler düzyazı olarak çevrilmelidir.
12. Dizeler, dize olarak çevrilmelidir.
Yukarıda maddeler halinde belirtilen ve edebi çevirinin nasıl olması gerektiği
hakkında yapılan tartışmalar, bu alanda çalışan uzman ve çevirmenlerin kişisel
tercihlerinden de kaynaklanır.
Aksoy (2002: 83-99), edebi çeviride çevirmenin ve çevirinin karşılaştığı
sorunlara beş bölümde değinmektedir:
1- Sanatsal dil kullanımı ile ilgili sorunlar;
2- Dilbilgisel sorunlar;
3- Kültürel sözcükler ve kavramlar,
4- Zamansal farklılıklar ile ilgili sorunlar,
37
5- Edebi türler ve teknikler ile ilgili sorunlar
Sanatsal dil kullanımı ile ilgili sorunla inceleme konumuzu oluşturan şiir
çevirisinde de karşılaşılmaktadır. Bu kullanımların erek kültürde bulunmaması
çeviriyi güçleştirmektedir.
Sözcüklerin ve kavramların kültürler arasında farklı çağrışımlar uyandırması,
kabul edilen bir gerçektir. Fakat her kültürün imgelere, durumlara yüklediği anlamlar
değiştiğinden bu durum hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Örnek
olarak Orhan Veli‟nin Kızılcık şiiri verilebilir. Şiirde geçen Kızılcık sözcüğü, Sovyet
yanlısı kişi için kullanılıyor. Buna rağmen Pazarkaya tarafından Almancaya
Kornelkirsche çevrilerek erek okuyucunun zihninde başka imgelerin oluşmasına
neden olmuştur (Ayr. bkz. Bengi Öner - İnce, 2009: 25 v.s.). Orhan Veli‟nin Tereyağ
şiirinde Türkçe okur için etkisi büyük olmayan fakat erek okuyucuda tepki
doğurabilecek “Hitler amca” deyişinin bulunması, kültürden kültüre alımlamanın
değişebileceğinin en önemli göstergesidir.
Çeviride kaynak eserin sanatsal ve işlevsel özelliklerinin erek metne
aktarılmasında Newmark‟ın (Akt. Aksoy, 2002: 91) önerdiği yöntemler
bulunmaktadır. Bunlar sözcüğü sözcüğüne çeviri, aktarım ve uyarlamadır. Buna göre
sözcüğü sözcüğüne çeviride, çevrilecek kültüre özgü kavramları aktaran sözcükler ve
cümleler erek kültürdeki eşdeğerlilikleri bulunarak çevrilmelidir. Aktarım, erek dilde
karşılığı olmayan coğrafi, tarihi yer isimlerinin, unvanların, kurum ve kuruluşların
vb. öğelerin erek kültüre taşınmasıdır. Uyarlamaysa, kaynak dilde var olan öğelerin,
erek kültürde bulunan benzeriyle karşılanmasıdır. Uyarlamada ortaya çıkan sorun ise,
kaynak esere özgü öğelerin yok olması ve özgünlüğünü yitirmesidir.
38
Eski zamanda, dilin daha eski bir biçimiyle yazılmış edebi metinlerin nasıl
çevrileceği de sorun teşkil eder. Çevrilecek edebi metnin dili farklı olabileceği için
çevirmen de günümüz erek diliyle mi yoksa eski erek dil ile mi, çevirmesi
gerektiğine karar vermelidir. Diğer yandan edebi metinde geçmişteki bir olaya
eleştiri getiriliyorsa, tarihsel ve kültürel bilgisi bulunmayan erek okuyucunun bunu
anlaması ve yorumlaması sorun yaratacaktır. Çevirmene düşen görev, bunu dipnotta
veya ayrı bir kısımda açıklayarak eserde geçen göndermenin tarihi arka planını
açıklamak olmalıdır.
2.4. Kavram Olarak ġiir
Şiiri, diğer metin türlerinden ayıran birçok özellik bulunmaktadır. Şiiri diğer
edebi türlerden ayıran özellikler, şiir dilinde var olan uyak, ölçü, ritim ve ses
yinelemelerinin yanı sıra anlatılmak istenenleri öz bir biçimde aktararak okuyucuyu
etkilemesinin yanında seçilen sözcüklerin kullanımıyla çok anlamlılığı ile her
okuyucunun zihinsel düşünme sürecinde farklı duygulara da sürüklemesidir. Şiir
sanatı, “düzyazı ile anlatılamayacak duygu, imge ve coşkuların şiir yoluyla anlatılma
yöntemleri, kuralları ve biçimleri“nin bütünüdür.
Anlatımındaki etkileme gücüyle, kuruluş, biçim ve biçem yönlerinden diğer
edebi türlerinden ayrılan şiir, “gerek içerik, öz, gerekse söze dönüştürme, sunuluş
açısından özgün, etkilemeye, duygulandırmaya yönelik, yaratı niteliği taşıyan bir söz
sanatı türüdür” (Aksan, 2006: 8). Aksan‟ın belirttiği içerik ve öz kavramları ile
39
belirtilmek istenen, şairin düşünce ve duygu dünyasında oluşan kendine has olan
imge ve coşkulardır.
Türk Dil Kurumu şiiri “Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu
kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durak bakımından denk ve kendi başına bir bütün
olan edebi bir anlatım biçimi” (TDK, 1988: 1386), olarak tanımlanmıştır . Şiir
sadece seslerle ve ritimlerle anlatılan bir edebi tür değil, aynı zamanda bir dilin,
kültürü, gelenekleri, değer yargıları, hayata bakış, yaşam biçimi ve dilinin sözvarlığı
hakkında ipuçları sunan ve “duygu, düşünce, gözlem, izlenim ve imgelerin genellikle
ölçü, uyak, ses uyumu gibi öğelerden de yararlanarak yoğun biçimde dile getirildiği
sanatlı bir yazın türü” dür.
Aksan şiir dilinin özelliklerinin onu diğer edebi türlerden ayırdığını şu şekilde
belirtir: “(…) şiir dilini öteki metinlerin dilinden ayıran yönlerden biri, tarih boyunca
bu dilde uyak, ses yinelemeleri, ölçü, ritim gibi(…) öğelerden yararlanılarak bir
müzikalite sağlamaya yönelmiş olmasıdır(…)” (2006: 19). Edebiyat türleri içerisinde
sözcük öğelerinin kullanımıyla oluşturulan müzikalite, şiirde daha belirgindir.
Şiir çevirisi üzerine çalışmaları bulunan Bengi-Öner (2001: 15), şiirin
“yazınsal anlatım türü olarak gücünü günlük dil üzerinde yapılan sapmalar ve
tekrarlardan aldığını fakat günlük dil olarak gazete haber metninin veya bir
makalenin de kabul edildiği ve kimi durumlarda bu kullanımın çok yoğun” olduğunu
söyler. Bu sebepten şiiri “günlük dil olmayan dil olarak değil, dilin imkanlarının
zorlandığı ve en yaratıcı dil olarak tanımlanması” gerektiğini söylemekte.
40
2.4.1. ġiir Çevirisi Yöntemleri
Şiir çevirisi nasıl olmalı tartışması, hem şairleri hem de bu alanda
çalışmalarını yürüten araştırmacıları ilgilendiren bir konu olmuştur. Bengi-Öner, şiir
çevirisinin “çeviribilim kapsamında ele alınmadığını ve çeviribilimin böyle bir çeviri
olgusuna açıklama getirememesinin doğal olarak çevirmenleri rahatsız ettiğini”
(Bengi-Öner, 1999: 13) belirtir. Şiir çevirisi ve uygulanması gereken yöntemler
üzerine yapılan çalışmalarda, konuya ilişkin bakış açılarının ve görüş ayrılıkların
bulunması, şiir çevirisi üzerine kapsamlı ve geçerli bir normun oluşturulmasını
engellediği belirtilmektedir.
Goethe, şiir çevirisinin üç türüne değinmektedir: “Şiiri, bir başka kültüre
yaklaştırmak için onun düzyazı olarak çevrilebileceğini” (Akt. Bassnett, 1999: 269)
belirtmektedir. Parodi olarak nitelendirdiği ikinci tür çeviri, “erek kültürün
beklentilerine uygun olarak yapılabilecek bir çeviri yöntemi”dir. Üçüncü ve
Goethe‟nin en uygun olarak nitelendirdiği yöntem ise “kaynak metinle mutlak
benzerlik gösteren çeviri”dir. Bunun “ilk başta erek kültürde yabancılaşma etkisi
yaratacağı, buna karşın erek kültür dizgesine olumlu etkileri olacağı”nı
belirtmektedir. İnceleyeceğimiz şiir çevirilerinde de Goethe‟nin değindiği gibi
kaynak odaklı bir çeviri yaklaşımın benimsendiğini görebiliriz. Şiirlerde kültürel
ağırlıklı olarak görülen biçim ve biçemler, erek okuyucuda yabancılık etkisi
yaratabilir.
41
17. yüzyıl yazar ve çevirmeni Dryden (Akt. Bengi-Öner, 1999: 114), şiir
çevirisinde kuralcı bir yaklaşımdan kaçınmak gerektiğini belirterek şiir çevirisi
gerçekleştirecek olan çevirmenlere dört ilkeden söz eder:
1. Şiir Sanatında yeteneğini kanıtlamış olmasının yanı sıra yazarın dilinde
ve kendi dilinde usta olmayan hiçbir kimse şiir çeviremez.
2. Sadece şairin dilini anlamamız yeterli değildir. Onu öteki şairlerden
ayıran ve şair kişiliğini belirleyen özel düşünce ve anlatım biçimlerini
anlamamız gerekir.
3. Benzer bir titizliği sunuş biçimi, yani sözcükler konusunda göstermeliyiz.
4. Yazarın oluşturduğu metnin içlemi kutsaldır ve çiğnenmemelidir.
Dryden, kuralcı yaklaşıma karşı çıktığı halde dördüncü maddede şiirin
içleminin değiştirilmemesi gerektiğini belirterek, kuralcı yaklaşımını belirtmiştir.
18. yüzyılda çevirmen ve şairi Longfellow, çevirmenin görevinin yazarın ne
dediğini rapor edip açıklamak olmadığını, kaynak metin yazarının neyi, nasıl
dediğini aktarmak olması gerektiği görüşünü savunuyor (bkz. Bengi-Öner, 1999:
115). Longfellow, şiirin ritmi konusuna değinmemiş, daha çok şiirin içerik düzlemi
üzerinde durmuştur.
Valéry, “şiir çevirisinin zor olduğunu, saf şiire en yakın eşdeğerinin şiir
çevirisi olduğunu belirtir, şiir çevirmeni esasında kendi dilinin ve şiir geleneğinin
etkisi altında” olduğunu belirtmiştir (Akt. Aksoy, 2002: 131). Anadili erek dil olan
çevirmen için geçerli olan bu durum, iki dilin ve kültürün etkisinde yetişmiş olan
çevirmenler için bir istisna oluşturabilir.
42
Andre Lefevere (1990: 35-42), şiir çevirisinin güçlüklerine ve çeviri
yöntemlerine değinerek şiir çevirisiyle ilgili yedi strateji saptar:
1- Sessel Çeviri
2- Sözcüğü sözcüğüne çeviri
3- Vezin çevirisi
4- Dizelerin düzyazıya çevirisi
5- Uyak çevirisi
6- Uyaksız koşuk çevirisi
7- Yorum
“Sessel çeviride ne denli az çeviri yapılırsa o denli başarılı olunacağını”
bildiren Lefevere, “bu tür çeviri karmaşık sözdizimsel bilmecelere yol açacağını,
sadece sesi öne aldığı ve kaynak metnin diğer özelliklerini çarpıtacağı için işe
yaramayacak bir çeviri olacağı”nı (1990: 36) bildirmiştir.
Sözcüğü sözcüğüne çeviriye Lefevere (1990: 36), “yakalanması güç bir
doğruluk peşinde koşmak” olduğunu, bunun sebebinin “bire bir özdeş iki dil yoktur”
savıyla açıklamakta. “Diller arası mutlak denklik bulunmadığı için tamamıyla bire
bir çeviri olamayacağını” belirtmektedir. “Sözcüğü sözcüğüne çeviri, kaynak eserin
yazın özelliğini aktarmamakla” birlikte, “kaynak metni tek başına çözemeyecek, ama
çoğu zaman karşı sayfaya basılmış olan sözcüğü sözcüğüne çevirisine arada bir göz
atarak zar zor çözebilecek okurlara yardımcı olmak için” (1990: 37) yapıldığını
belirtmektedir. Bu durum kaynak dili bilmeyen okuyucu için çözüm olmamakla
birlikte şiirin ard alanında bulunan kültürel özellikleri de fark edememesine neden
43
olacaktır. Kaynak dilin bilinmesi, şiirin ard alanını anlamak için yetersiz
kalabilmektedir. Kaynak okuyucunun, kaynak dilin kültürünü de bilmesi gerekir.
Diğer yandan vezin çevirisi yapan çevirmen, “dikkatini kaynak metnin sadece
dış özelliklerine yoğunlaştırarak yapıtın edebi özelliğini kaybetmesine neden olur”
(Lefevere, 1990: 38). Çevirmen öncelikle vezni verme çabasından vazgeçmelidir.
Vezin çevirisinde hece ölçüsünü dikkate alarak çevirisini gerçekleştirecek olan
çevirmen, şiiri bu nedenle mekanikleştirip şiirin edebi yönünü ortaya çıkarmak
yerine şiirde edebi yönün tümden kaybolmasına neden olabilecektir.
Vezin çevirisinde olduğu gibi uyak çevirisinde de benzer sıkıntıların ortaya
çıkabileceğinin altını çizen Lefevere, uyak çevirisinin “(…) ister istemez kaynak
metnin parodisine dönüşür, çevirmene sıkıntılar yaşatır. Uyaksız koşuk çevirmeni de
kaynak metinde dizeleri genişletip vezin düzenine bağlı kalırsa, bir sözcüğü veya
sözcük öbeğini öne çıkararak aşırı yorumlamalara ve çarpıtmalara” (Lefevere, 1990:
38) gidebilir.
Lefevere‟in betimlediği bir başka çevirmen profili ise „dizeleri düzyazıya
aktaran çevirmen‟dir. Kaynak şiirde bulunan sözcüklerin veya söz öbeklerinin erek
dile doğrudan çevirisi mümkün değilse, çevirmen “(…) iletişim kaybını önlemek için
dolambaçlı anlatımlar, eğretilemeli deyimler, açıklayıcı sözcük öbekleri kullanacak
ve böylece kaynak metinden farklı olarak erek metni kalabalıklaştırarak” (Lefevere,
1990: 38) kaynak şiirden farklı olarak fazla sözcükler ekleyecektir.
Şiir çevirisinde, uyarlamanın ve öykünmenin, kaynak metinden sapılmasına
neden olduğnunu belirten Lefevere, bunun “kaynak metnin bütününden çok tek bir
yönüne yoğunlaşacağı tehlikesi” (Lefevere, 1990: 38) bulunduğunu belirtir.
44
Köksal, Lefevere‟in bu yedi stratejisine biçem çevirisini ve örüntü şiir
çevirisini (pattern poetry translation) de eklemektedir: „İki şair çağdaş olsa bile aynı
dille aktarılamazlar, şairlerin kullandığı biçem birbirinden farklıdır. Örüntü şiir
çevirisi, belirli bir şekille düzenlenen dizelere sahiptir.“ (2008: 74). Köksal, bu
şiirlerin özellikle Doğuya özgü olduğunu ve Yunan pastoral şairlerinde de
görüldüğünü belirtir (bkz. Köksal, 2008: 75).
Holmes, şiir çevirisinde izlenebilecek biçimsel beş stratejiden
bahsetmektedir: Mimetische Form„da (Mimetik biçim) çevirmen, her iki dilin
edebiyat dizgesi benzerlik gösteriyorsa, kaynak şiiri erek dilde tekrar vermektedir.
Bunun yanında bir dil dizgesinin başka bir dil dizgesiyle tam örtüşemeyeceğinin de
altını çizmektedir. Analogische Strategie (örnekseme stratejisi) olarak nitelediği
ikinci stratejide, kaynak dizgede orijinal biçimin işlevini çözümleyip, erek dizgede
eşdeğerlik gösterecek bir başka orijinal biçim oluşturulmaktadır. Organische
Strategie (Organik strateji) olarak nitelendirdiği üçüncü strateji, kaynak şiirin
anlamsal malzemesini erek dilde kabul edilebilir bir stratejiyle çevrilmesidir.
Holmes, bu stratejinin özellikle 20. yüzyıldan itibaren çevirmenlerin sıkça
başvurduğu bir strateji olduğunu ve kaynak şiirdeki uyak ve ritim özelliklerinden
bağımsız olarak erek dile uyaksız olarak aktarıldığını belirtiyor. Dördüncü strateji ise
kaynak şiirin düzyazı olarak erek dile kazandırılmasıdır (Akt. Bassnett, 1999: 271-
272).
Şiirde estetik beğeniler ön plana çıktığından, bu durum kültürden kültüre de
farklılıklar gösterecektir. Rosenberg, şiir çevirisi yapan çevirmenin, kaynak şiiri
değerlendirerek okuyucu üzerindeki etkisini araştırmasını ve erek şiirini bu
45
doğrultuda, kendi yaratıcılığını da içine katarak çevirmesi gerektiğini belirtir (Akt.
Köksal 2008: 78).
Ezra Pound, “şiir çevirmeninin çok iyi bir filolog ve kültür adamı olması
gerektiğini” belirtir. Çevirmen çevireceği şairi, şiirin tekniğini, türünü, şiirsellik
unsurlarını çok iyi tanımalı, incelemeli, çevireceği şairi iyi bilmesi“ (Akt. Aksoy,
2002: 131) gerekir. Beaugrande, “şiirin çevirisinde hata olarak görülenlerin çoğu,
çevirmenin yanlış yazmasından, ya da yanlış karşılılar bulmasından değil, eksik
okumasından kaynaklandığını, çevirmenin öncelikle yapması gerekenin kafasının
içindeki zihinsel süreçte yeni bir metin üretmeye yönelik bir faaliyete girişme”si
(Akt. Aksoy, 2002: 132) gerektiğini savunur. Şiirin içerisinde bulunan, şairin
yaşadığı toplumun kültürel arka planını, hayata bakış açısını da barındırdığından
şairin kendisi de iyi bilinmelidir.
“Şiir Çevirisinde Tercihler” adlı makalesinde Barnstone (1990: 96-99), şiir
okurunun farklı dönemlerde okuduğu ve kendi öznel düşünce süzgecinden geçirdiği
için şiiri tek bir yöntemle okumanın olanaksız olduğunu belirtir. Çevirmenin de
okuyucunun yaşadığı bu süreci, çevirirken yaşayacağı için doğru olan tek bir
çeviriden söz etmek mümkün değildir. Çevirmenin kaynak şiirden yola çıkarak aldığı
biçem, kendi döneminin geleneğinden ve beğenilerinden etkilenecektir. Barnstone‟a
göre çevirmen bir yandan özgün metne saygı gösterirken diğer yandan sözcüğü
sözcüğüne çeviren bir “aktarıcı” olmamalıdır. Uyaklı şiirin uyaksız çevrilmesi de
kaynak şiirin saygınlığının yitirilmesine neden olur. İngilizce şiir bağlamında ele
aldığı makalesinde Barnstone, İngilizcenin uyaklı şiir yazmak için esnek bir yapıya
sahip olduğunu ve kolaylıklar sağladığını belirtir.
46
Barnstone‟un değindiği uyak konusu, inceleyeceğimiz Türkçe- Almanca şiir
örneklerinde geçerliliğini yitirmektedir, bunun nedeni Türkçenin ve Almancanın
sözdizimsel özelliklerinde farklılıklar bulunması, şiirin uyak düzeninde kaynak
şiirden anlamsal düzlemde uzaklaşılmasına neden olmasıdır. Barnstone, çeviride eğer
eski dönemin bir ürünü çevrilecekse bunun mümkünse çevrilecek dilin güncel diliyle
çevrilmesi gerektiğini söyler ve şiir çevirisinde öykünme ve açımlama yoluna
gidilmişse bunun çevirmen tarafından ayrıca belirtilmesi gerektiğininin altını çizer.
Barnstone, belirttiği tüm yöntemlerin, eğer erek okuyucu bunu kabul ederse,
istisnalar taşıdığını belirtir ve bunun seçimi yine çevirmene aittir. Tek kabul
edilmeyecek olan durum ise yanlış çevirilerdir.
Bir şiirin her zaman kesin olarak kabul edilmiş bir çevirisi olamayacağının
altını çizen Auden ise her kuşağın kendi çeşitlemesini üretmesi gerektiğini belirtir
(Akt. Aksoy, 2002: 133). Ancak Auden‟in yeni şiir yazımı olarak da
nitelendirilebilecek olan bu görüşü, Pazarkaya‟nın şiirler örneğiyle uyuşmamaktadır.
Pazarkaya, Die Wasser Sind Weiser als Wir adlı şiir çevirisi kitabının önsözünde,
kaynak metin sınırları içinde kalmaya çalıştığının altını çizmiştir.
Şiirde çevirilebilirliği, kaynak metnin içerisinde bulunan dil öğelerinin
çevirinin olanakları ölçüsünde yapısal, yazınsal ya da işlevsel ve anlamsal açıdan
yerine konabilme olanağı olarak değerlendiren Popovic, kaynak metinden bağımsız
bir eser yaratma, bağımsız davranma özgürlüğüne kaynak metin bağlamında ve onun
okunan bir eser olarak üretmesi koşuluyla sahip olunduğuna değinir (Akt. Aksoy,
2002: 137). Popovic‟in “deyiş kaydırma” olarak tanımladığı (Ayr. bkz. Popovic,
2008: 87-92) ve çeviride yapılan deyiş kaymaları çevirmenin hatasından değil, çeviri
sürecinin doğal bir parçası olarak iki dilin dilsel ve sanatsal beğenilerin farklılığından
47
kaynaklanmaktadır. Bu durum, doğru/ yanlış çeviri eleştirisini değerlendirme dışı
bırakarak, kaynak metnin özünü erek metinde de oluşturabilmek adına kaydırmaların
gerekli olduğunu ortaya çıkarır.
Mathews, şiir çevirisinin yeni bir şiir yazmak anlamına geldiğini, çeviri şiirin
kaynak şiirin vurguladığı anlam özelliğinden uzaklaşmaması ve şiirdeki biçimin de
uyumlu olması gerektiğini belirtir (Akt. Aksoy, 2002: 138). Kaynak şiirdeki anlamın
ve biçimin erek metinde aynı olması gerektiğini belirten Mathews‟in düşüncesinden
ayrılan August Wilhelm Schlegel ise şiirin dış yapısı olarak nitelendirilen biçimini,
şiir çevirisinde aynı ve benzeri izlenimler oluşturulması gerektiğini belirtir, buna
karşın şiir çevirisinde ölçütün dış süsleme olmaması gerektiğinin de altını çizer (Akt.
Köksal, 2008: 74).
Şiir çevirisine ilişkin Türkiye‟deki tartışılmalar çerçevesinde Kayahan (1988:
148), şiir çevirisinde çevrilecek şiiri öncelikle çok iyi anlamak gerektiğini; bunun
yanında çevirmenin kendi yorumunu şiire yansıtmaması gerektiğini belirtir
(Kayahan, 1988: 148). Çevrilecek şiirin şairini de tanımanın gerekliliğini, onun bakış
açısını bu şekilde erek şiire yansıtmanın önemini vurgular (Kayahan, 1988: 148).
Kayahan, şiiri çevirmeden önce onu üç öğeye ayırıp saptamalar yaparak çevirdiğini
belirtir:
Sessel Şiir: Şiir seslerden kurulmuş bir nesnedir. (…) Bir şiirde belirli sesler daha
yoğun kullanılmışsa, bunun nedenlerini araştırmak gerekir. Elbette, bu seslerin
hangileri olduğunu saptamak da ilk adımdır.
Atmosferik Şiir: Ses toplulukları, belirli atmosfer yaratır. Şiir de bir ses topluluğu
olduğuna göre, her şiirin kendine özgü bir atmosferi vardır.(…)
48
Şair, şiirine hangi atmosferi vermiştir? Atmosferin işlevi nedir? Öncelikle bu
soruları cevaplandırmak gerekir.
Anlamsal Şiir: Sözcüklerin anlamı nedir? Sözcükler çift anlamlı mıdır? Sözcükler
dize içinde ne anlam kazanıyor? Şair, neden özellikle o sözcüğü kullanmıştır? Şiirin,
bir bütün olarak kavramsal anlamı nedir? Şair ne anlatmak istiyor? Bir düşünce
üzerinde yoğunlaşmış mı? Anlam düşünsel mi, yoksa duyumsal mı? (…)(Kayahan,
1988: 149)
Şiirde, anlamla seslerin kaynaşıp bir bütünlük oluşturması, onu farklı bir erek
dizgede aynı etkiyi yaratarak oluşturma çabası, kaynak şiirden sapılmasına ve esin
şiirin oluşmasına neden olabilir. Kuzhan, şiir çevirisinde eşdeğerliğin
sağlanamayacağını belirtir: “Hayır, şiirin çevirisi olmaz. Kimi sözler başka bir dile
çevrilebilir; ama şiir (sözü) değil. Şiir çevrilmeyendir; ancak bir defa söylenebilir,
ancak bir türlü söylenebilir. Şiir yazıldığı dilin yaratısıdır. Başka bir deyişle, şiir
dilinin şiiridir. Benim yaptığım; başka bir dilin şiirinden esinlenerek, o şiiri
anadilimde söylemektir. Anadilime çevrilen şiir, artık çeviri-şiir değil, kendi başına
bir şiirdir. İşte bu anlayışla çevirdiğim (bir anlamda yazdığım) şiirlere „esin şiiri‟
adını veriyorum.” (Kuzhan, 1992: 65). Özellikle Can Yücel‟in şiir çevirilerinde “esin
şiir”in örnekleri görülebilir: Onu erek kültürün kabul edebileceği bir çeviri
anlayışıyla yeniden çevirmek.
Bengi–Öner, şiiri yorumlamada “metin içi dil verilerinin (sesbirimler,
biçimbirimler, noktalama imleri, sözcükler, söz dizimi vb.) özel kullanımlarının ve
bu kullanımların metin içindeki işlevinin ne olduğunun incelenmesi” gerektiğini
belirtir (Bengi–Öner, 2001: 15). Diğer yandan “hem dilsel hem dil dışı olabilen
49
metin dışı verilerinin de dikkate alınması gerektiği”ne (Bengi–Öner, 2001: 15) dikkat
çeker ve “çevirinin dillerarası ve kültürlerarası bir edim olmasından dolayı birtakım
kısıtlamaların etkisinde” (Bengi–Öner, 2001: 15) kalacağını belirtir. Bu sorunu
ortadan kaldırmak için çevirmen, “şiir çevirisinde iki veriyi de dikkate alarak
çevirmeli ve gerçekleştirdiği çalışmaları birbirinden bağımsız olarak tekrar okuyarak
kendisinde oluşan düşünceleri kıyaslamalı”dır (Bengi–Öner, 2001: 15). Bu şekilde
gerçekleştirdiği çeviri ile kaynak metin arasında hem biçimsel hem de içeriksel
olarak benzerlikleri ve ayrılıkları görebilir.
Şiir çevirisinin zorluğuna değinen Gürsel, şiirin “yapısı gereği doğal dili
kullanan şiirin gerçekte düzanlamların en aza indirgendiği buna karşılık
yananlamların biçimsel öğelerle bütünleşerek önem kazandığı bir ikincil dil
oluşturmasıyla” (Gürsel, 1978: 155)açıklanabileceğini belirtiyor. Kaynak metinde
geçen yan anlamın erek dilde de yananlamıyla geri verilebilmesi çevirmen için
zorluk çıkartır. Bunun sebebi, erek dilde düzanlamsal karşılığı bulunan sözcüklerin
yananlamları da taşıyıp taşımayacağı sorunudur. Gürsel, kaynak dilde var olan anlam
ve biçimlerin erek dilde tam olarak karşılanamayacağını Vardar şu açıklamalarıyla
dile getirir:
“Özellikle doğal dilleri kullanan ikincil dillerle üst dillere
değin çeviriler güçlük oranının doruk noktasına ulaştığı
kesimlerdir. Örneğin, şiir çevirisinde „gösteren‟i
verebilmek, biçimleri, bütünsel öğeleri aktarabilmek son
derece güçtür. Bu düzlemde, anlamın ötesinde, doğrudan
doğruya gösterene bağlı bir bildirişim olgusuyla karşı
karşıya olduğumuzu unutmamalıyız. Çevirinin olanaksızlığı
50
konusunda öne sürülen çeşitli düşüncelerin kaynaklandığı
başlıca olgulara bu alanda rastlanır, gerçekten de çeviri bu
düzlemde ikinci bir yaratım eylemiyle özdeşleşir” (Gürsel,
1978: 156).
Vardar‟ın bu yaklaşımı, şiir çevirisinde öykünmeden oluşturulmuş yeni şiir
olarak görülmesini sağlar. Biçim ve bütünsel öğeler erek dilde de kaynak dildeki
etkiyi yaratabilmesi için sözcüğü sözcüğüne ve anlamına göre çevirinin birlikte
kullanılmasına göre kolaylaşabilir. Anlamına göre çeviriden kastettiğimiz, şiirde
kullanılan atasözlerin, deyimlerin, ikilemelerin vb. yapıların erek dilde eşdeğerinin
araştırılması, varsa erek dilde var olan ile kullanılması, bu yoksa onların anlamını
verecek ve erek okuyucunun yadırgamayacağı bir deyişi kullanmak olacaktır. Bu
durum, kuşkusuz kültürler arası çeviri için geçerli olmayabilir.
Şiirin en önemli unsurlarından biri de sözcük ekonomisidir. Berk‟e göre
“Çeviride şiir dilinin bulunmasında, şiirin yapısına bağlılık, söyleyiş biçimi, anlam
tutarlılığı gibi ilkelerin dışında, sözcük ekonomisi diyebileceğimiz bir şey de vardır
ki, bu da ayrı bir önem taşır. (…) Anlamın korunması sözcük ekonomisine
bağlandığı ölçüde vardır; taştığı, çoğaltıldığı, uzatıldığı zaman şiirin yapısına ters
düşeceğinden, o yapıya yaklaşımı da ortadan kaldırır“ (Berk, 1978: 75). Özellikle,
atasözleri, deyimler, ikilemeler, kültürel öğeler, çoğu kez anlamın verilmesi ve erek
okuyucuyu aydınlatmak için açımlanarak anlatılır. Şiir çevirisinde de bu yöntemin
benimsenmesi, şiirin sözcük ekonomisi üzerine kurulu yapısını zedeler. Örnek olarak
İlhan Berk‟in Saint-Antoine‟in Güvercinleri şiirini ve Pazarkaya‟nın çevirisini
verebiliriz:
51
(…)
Eleni‟den önce
Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım
Sabahları, akşamları bilmiyordum daha
Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde
Bir gün sabah her yanım
(…)
(Berk, 2006: 201)
(…)
Vor Helena
War ich noch ein Kind noch hatte ich mir den Tabak nicht den Kaffee
nicht angewöhnt
Den Morgen, den Abend kannte ich noch nicht
Eines Tages sehe ich- in meinen Hӓnden in meinen Augen der Abend
Eines Tages der Morgen alles an mir.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 173)
Kaynak şiirde “Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım”
dizesinde alışmamıştım fiilini tütün ve kahveye bağlarken, erek şiirde “War ich noch
ein Kind noch hatte ich mir den Tabak nicht den Kaffee nicht angewöhnt“ dizesiyle
iki defa nicht sözcüğünü kullanılarak şiir ritminde de sorun yarattığı görülebilir.
Kaynak şiirde görülen sözcük ekonomisi erek şiirin bu dizesinde kaybolmuştur. Erek
şiirde birinci nicht‟in yazılmaması kaynak şiirin yapısını koruyabilir: War ich noch
ein Kind noch hatte ich mir den Tabak, den Kaffee nicht angewöhnt.
2.5. Kültür ve Kültür Aktarımı
Çeviri dilsel olduğu kadar aynı zamanda kültür odaklı bir edimdir. Çalışmada
inceleyeceğimiz kültür ve kültürün aktarımı konuları çok yönlü ve boyutlu
kavramlardır. Kültür kavramına uzmanlar tarafından çeşitli tanımlar getirilmiştir.
Göhring, Alman çeviribilim çevreleri tarafından da kabul görmüş kültür tanımını
52
şöyle ifade etmektedir: “Toplumun değişik kesimlerindeki davranışların beklentilere
uygun olduklarına ya da uygun olmadıklarına ya da kişinin bizzat kendisi ile ilgili,
toplumda beklentilere uygun davranabilmesi için, tabi bunu istiyorsa, ya da
beklentilere uygun olmayan davranışları sonuçlarıyla beraber kabul edip karar
verilebilmesi için, bilinmesi, hakim olunması ve hissedilmesi gerekenlerin
bütünüdür, kültür.” (Bkz. Snell-Hornby, 2006: 55). Alman çeviribilimci Vermeer,
Göhring‟in tanımını değiştirerek: “(…) Toplumun üyelerinin davranışlarının
şekillendiği normların, geleneklerin ve düşüncelerin bütünü ve bu davranışların
sonuçlarının bütünü” olarak tanımlamıştır (Bkz. Snell-Hornby, 2006: 55). İki bilim
adamının açıklamalarından, kültürü toplumun tüm faktörlerin etkileşimiyle
bütünleşmiş olarak gelişen ve gelişmeye devam eden bir görüngü olarak da
tanımlanabilir.
Kadric‟e göre “Kültür aslında yaşadığımız çevrenin sonucudur; bu çevreye
ilişkin ihtiyaçların karşılanmasıdır ve aynı zamanda bu ihtiyaçlarımızı nasıl
karşılayacağımızı ve onun üzerinden iletişime geçeceğimizin yöntemidir” (Kadric
2005: 60). Kültürel görüngüler, sadece ülkeden ülkeye değişmez, aynı zamanda bir
ülkenin veya ülkenin bölgeleri içerisinde de diğer bölgelerde olmayan unsurlar
görülebilir.
Ammann, kültürün kendi içerisinde de bölümlere ayrılmakta olduğu
görüşündedir:
a) Parakültür: Belli bir toplumun kültürü. Burada kastedilen, toplumun geneli
için geçerli olan kurallar ve uzlaşımlardır.
53
b) Diakültür: Belli bir kesimin kültürü. Toplumun içinde yer alan belirli bir
kesimin kültürü.
c) İdiokültür: Belli bir bireyin kültürü. Bir kişinin hayatından edindiği
tecrübelerle değerli saydığı kurallar ve uzlaşımlardır. (Ammann, 1995: 43).
Ammann, bu üç kültür kategorisi tanımını birbirinden ayırmanın zor
olduğunu, aslında hepsinin iç içe geçtiğini belirtir. Buradan diyebiliriz ki, parakültür,
diakültürü ve idiokültürü etkisi altına alır. Buna karşın idiokültürün ve diakültürün
toplamı ve sürekliliği, parakültürü etkilemektedir. Bu tez çalışmasında Parakültür
kavramı çıkış noktası olacaktır.
Vermeer‟e göre “Bir toplumun ve üyelerinin kültürü (…), ilgili dilin yapısının
anlambilimsel ve biçimsel alanından belirlenir. (…) Dil kuşkusuz tek başına ve
toplumun üyeleri olan bireylerden etkilenir. Yine davranışlar sosyal dışı faktörlerden,
örneğin coğrafi ve iklimsel gerçeklerden etkilenir. Bu noktada dil, kültürün bir
parçası olarak görülebilir. Çoğu kez de „donmuş‟ tarafı, yani dil, kültürel anlayışın
arkasında kalır” (Vermeer, 1990: 9 vd.). Belirli bir ülkede veya bölgede yaşayan
insanların değer yargıları, konuşma biçimleri, yaşam alışkanlıkları çeşitli etkenlere
bağlı olarak değişebilmektedir. Bu durum kültür aktarımının gerçekleşmesini de
etkilemektedir. Kültürlerin aynı bilgiye, geleneklere, bakış açılarına, normlara vb.
sahip olmadıklarının bilincinde olan çevirmen, çevirisini gerçekleştireceği kaynak
dilin ve erek dilin kültürel özelliklerini bilen bir uzman olmalıdır. Diller arası
çevirinin aynı zamanda kültürlerarası bir aktarım olması, kaynak ve erek kültüre
hâkimiyet olmadan iyi bir çeviri ürünün ortaya çıkması mümkün değildir çünkü dil
aynı zamanda bir kültürün ifadesidir.
54
Çevirmen, “farklı bir eser yaratma ve bağımsız davranma özgürlüğüne, ancak
kaynak metin bağlamında ve onu yaşayan ve okunan bir eser olarak üretmek
koşuluyla sahiptir. Bu şekilde çevirmen, içinde bulunduğu kültürel durumda uygun
karşılıklar bulma uğraşısına girişir“ (Aksoy, 2002: 137). Çevirmenin uygun
karşılıkları bulmak için her iki kültüre ve dile hakim olması beklenir. Dil
hakimiyetinin yanında çevirmenin sahip olması beklenen kültür bilgisi, çok katmanlı
bir sistemin bütünüdür.
Çeviribilimci Newmark, kültürü bir yaşam biçimi ve iletişim aracı olarak dili
o topluma özgü göstergeleri olan bir ifade olarak tarif eder. Newmark kültürel dili,
evrensel ve kişisel dilden ayırır ve kültürün unsurlarını maddelere ayırır (Akt. Erten,
1992: 69):
1. Madde kültürü
a) Yiyecekler
b) Giyecekler
c) Ev ve yaşamla ilgili öğeler
d) Ulaşım
2. Sosyal kültür
iş ve boş vakitleri değerlendirme
3. Organizasyonlar
Örf ve adetler
Kavramlar
Etkinlikler
a) Politik
b) Dini
c) Sanatsal
4. Jest, mimikler ve alışkanlıklar
55
O halde çeviriye, kültürel etkileşimin ve alışverişin toplamıdır denebilir.
Kaynak Çevirmen Alıcı
Bu şemada belirttiğimiz “kaynak”, çeviri metnin anlamını sağlayan kültür,
”alıcı”yı yazarın vermek istediği iletiyi anlaşılır şekilde alan, “çevirmen”i de bu iki
uç arasında hizmet eden arabulucu olarak nitelendirebiliriz.
Buna göre kültürün paylaşılması için kaynak ile alıcının görüşü ve kültürü
algılama biçiminin aynı olması gerekmektedir. Eğer uyumsuzluk varsa bu sefer
çevirmen devreye girmek durumunda kalır: “Kültür transferinde çevirmenin bakış
açısı ve algılama yetisi, iletinin amacına ulaşmasında en önemli etken olarak ortaya
çıkar” (Erten, 1992: 69). Bu durumda şunu söyleyebiliriz, kültürün aktarımı için, her
şeyden önce alıcının iletiyi alabilmesi gerekir. Eğer alım başarılıysa, kaynak ileti,
(kültür-metin) alıcı için yabancı olmaz. İletinin alıcıya ulaştırılmasında görev
üstlenen çevirmen, sadece sözlüklerden uygun karşılıkları bulan ve iletiyi aktaran
kişi olarak düşünülmemelidir. Çevirmen, kaynak kültür ve alıcı kültür arasındaki
kültürel farkların da bilincinde olan ve kültürler arasındaki algılamayı zorlaştıran
etkenlere çözüm bulan „arabulucu‟ olarak nitelendirilebilir.
Çevirmen, aktarımında sürekli başarılı olabilmesi için, “kültürel bilgisini
canlı tutmak, geniş kapsamlı araştırmak, düşünmek durumundadır. Bunların yanında
çevirmenin, birikimlerini sezgi, sentez ve tutarlılık ölçütlerine göre tartması” gerekir
(Erten, 1992: 71).
Çeviri problemlerini kültür kaynaklı ve dil kaynaklı olarak ikiye ayıran
Politzer (Bkz. Floros, 2002: 34), kültür kaynaklı çeviri problemini çözülemez olarak
nitelemesinin yanında iki çözüm yolu önerir: Çeviriden vazgeçilir ve yabancı olan
56
kavram (açıklanarak) kullanılır veya kavram, erek kültürde işlevsel ve anlamsal
olarak benzer bir kavramla karşılanır. İkinci yöntemin seçilmesi, şiir çevirisi
bağlamında yazarın amaçladığı Türk şiirini ve kültürünü tanıtma edimine
ulaşılamayacağı sonucunu gösterebilir.
Kültürel öğelerin aktarımı konusunda çeviri stratejileri geliştiren Reiß, sadece
kaynak dil ülkesinde tanınan konuları, kuruluşları, adet ve gelenekleri „Realia‟ olarak
adlandırır ve bu sorunun çözümünde dört yöntem önerir:
1- aktarım (Entlehnung): “Kaynak dilde bulunan soyut fikrin yanında sosyo-
ekonomik veya kültürel yapıların veya olguların alınması,
2- ödünçleme (Lehnübersetzung): erek dilde leksikografik yeni birimlerin
oluşturulması,
3- yabancı olan kavramın dipnot düşülerek doğrudan alınması,
4- “açıklayıcı” çeviri. (Reiß, 1971: 79)
Aktarım yönteminde Realia‟ları açıklamak için kaynak kültüre ait yapıların
alınması, erek metnin kalabalıklaşmasına neden olabilir. Kalabalıklaşma ile
kastedilen, kaynak metinde olmayan bilgilerin erek metinde bulunmasıdır.
Ödünçleme yöntemiyle oluşturulan yeni sözcük birimleri, eğer sözlüklerde
bulunmuyorsa, çevirmen tarafından dipnot olarak veya ilgili erek metnin notlar
kısmında ayrıca açıklanmalıdır. Yine açıklayıcı çeviride de erek metin
kalabalıklaşacaktır, fakat kaynak metindeki anlam tam olarak erek metne
yansıtılabilecektir. Yine de roman, öykü, tiyatro gibi edebi metinler için uygun olan
bu yöntem, şiir çevirilerinde metnin kalabalıklaşmasına neden olabilmektedir.
57
Kültürel öğelerin aktarımında kullanılabilecek yöntemler konusunda Reiß ile
benzer düşünceleri paylaşan Koller, çevirmenin kültür farklılığından kaynaklanacak
boşlukları kapatması gerektiğini belirtir ve bunun için belirli yöntemler önerir:
1- Kavramın erek dile doğrudan kaynak dilde olduğu gibi veya alınırken erek
dilin fonetik, sesletim ve/ya morfolojik normlarına uygun olarak alınması.
2- Ödünçleme (Lehnübersetzung): kaynak dil kavramı sözcüğü sözcüğüne
çevrilir.
3- Kaynak kavramın, erek dilde yakın anlamı olan başka bir kavramla
karşılanması.
4- Kaynak dildeki kavram erek dile yorumlanarak, tanımlanarak alınır.
5- Uyarlama (Adaptation): kaynak dilde tek bir kavramla açıklanan durum,
bildirişim ilişkisi de göz önünde tutularak benzer bir işlev gören başka bir
kavramın kullanılması (Koller, 1997: 232).
Her iki araştırmacının çeviri yöntemlerini karşılaştırdığımızda ödünçlemenin,
kavramı açıklamanın, bir kavram yerine erek dilde yakın olan başka bir kavramın
kullanılması gibi stratejilerin benzerlik gösterdiği görülebilir. İnceleyeceğimiz şiir
çevirilerinde çevirmenin karşılaştığı engeller için uyguladığı çözüm yollarını ayrıca
irdeleyeceğiz.
58
BÖLÜM 3: ÇEVĠRĠ ĠNCELEMELERĠ
3.1. Kültürel Öğeler
Kaynak dilden başka bir dile çevrilen eserlerde, kaynak dilde ve kültüründe o
kültüre ait bilgiler ve göndermeler bulunur. Kaynak dilin ve kültürün yabancısı olan
erek okuyucu, içerisinde kaynak kültüre özgü çok sayıda kavramlar bulunduran
metinleri kaynak metin okuyucusu gibi anlamayabilir. Bu durumda çevirmenin,
kaynak kültürün bu gibi özelliklerini tanıtması ve erek okuyucunun fark edemediği
göndermeleri anlaması için, kültüre özgü bilgiler ve göndermeler hakkında erek
okuyucuyu bilgilendirmesi beklenir. Bu süreçte çevirmen, dipnotlarla açıklamalarda
bulunabilir. Pazarkaya, bu sorunu kitabının sonunda yaptığı açıklamalar ile çözmeye
çalışmıştır. İncelediğimiz metinlerde erek okuyucu yabancı olduğu konulara ilişkin
kimi bilgilerin verilmeye çalışıldığı gözlenmekle birlikte, bu bilgilerin yer yer az ve
yetersiz olduğu gözlenmektedir. Bu da erek okuyucunun kaynak metni tam
anlamamasına ya da yanlış anlamasına neden olabilmektedir.
Cemal Süreya‟nın Dalga şiirinde “vallahi billahi” deyişi erek metinde “yemin
ederim” anlamına gelen “ich schwöre“ olarak çevrilmiş. Kültürel bir özellik taşıyan
bu sözcüğün erek dilde kaybolduğu görülür. “kafayı çekmek” deyişi Türkçede içki
içmek anlamına gelirken erek metinde “besoffen” (sarhoş olmak) anlamında
kullanılmış ve anlam değişikliğine neden olmuştur. Çevirmenin „kafayı çekmek‟ fiili
için Almanca karşılığı olarak „kümmeln, picheln‟ fiilerini kullanması daha uygun
olurdu:
59
(…)
Bir kadının yüzü avucum kadar
İki gözümle gördüm vallahi billahi
Yıldızlar vardı kafayı çekmiştim
Bu kimin meyhanesi ha ha ha
(…)
(Süreya, 2012: 118)
(…)
Das Gesicht einer Frau so groß wie meine Handfläche
Mit eigenen Augen sah ich es ich schwöre
Sterne waren da ich war besoffen
Wessen Kneipe ist das ha ha ha.
(Pazarkaya, 1987: 307)
Edip Cansever‟in Yaşamak Telaşı şiirinde “Salça kokusuna mutfağımın.”
dizesinde geçen salçayı “Soßengeruch” olarak aktarmıştır. Kaynak dilde geçen salça,
erek dile “Soße” (Sos) olarak aktarılmıştır, kaynak kültürde bilinen anlamıyla tam
örtüşmemektedir. Çevirmen özellikle salçanın ne olduğunu ve Türk yemek
kültüründeki yerini dipnotlar kısmında kısaca açıklayabilirdi:
Hiç böyle ısınmamıştım:
(…)
Salça kokusuna mutfağımın.
Akan dereye, uçan buluta.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 278)
Nie hatte ich mich so erwärmt
(…)
Für den Soßengeruch meiner Küche,
für den fließenden Bach, für die treibende Wolke,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 279)
Ahmet Muhip Dranas Büyük Olsun şiirinde kaynak kültür okuyucusunun
aşina olduğu Kerem ile Aslı anlatısına bir göndermede bulunuyor. Erek okuyucuya
60
yabancı gelebilecek bu göndermeyi çevirmen, notlar kısmında açıklamakta
(Pazarkaya, 1987: 386): “Ahmet Muhip Dranas‟ın şiirinde geçen Kerem‟i, tıpkı
Ferhat ve Şirinde olduğu gibi halk anlatıda geçen aşık bir kahramanı.“. Bu açıklama
erek okuyucu için yeterli olmayabilir. Ferhat‟ın dağları, Şirin‟e olan aşkından
deldiğini anlatan çevirmen, Büyük Olsun şiirinde dile getirilen yanmanın, gerçek
anlamda bir yanma olmadığını ayrıca belirtmeliydi:
(…)
Aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
İnsan bir yanınca Kerem misal yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.
(Dranas, 2009: 78)
(…)
Meine Liebe, meine Sehnsucht, traurig obendrein.
Wenn man einmal brennt, muß man wie Kerem brennen,
Selbst von seinem Schlaf sich erst am jüngsten Tag trennen.
(Pazarkaya, 1987: 75)
Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Otuz Beş Yaş şiirinde geçen “Bir namazlık saltanatın
olacak,/Taht misâli o musalla taşında.” dizeleri, İslam ve Türk kültürüne özgü olan
“namaz” (buradaki anlamıyla cenaze namazı), “musalla taşı” öğeleri erek şiire
yansıtılmamıştır. Çevirmen, bunun yerine “Totenmesse” kavramını kullanmıştır.
“Totenmesse”, ölen kişi için yapılan dini tören anlamına gelmektedir ve namazın
özelliğini tam olarak karşılayamamaktadır. Buradaki çeviride İslami usulü yapılan
cenaze namazı betimi ortadan kalkmıştır. Diğer yandan “musalla taşı” kavramı da
“Aufbahrstein” sözcüğüyle karşılanmıştır. Aufbahr sözcüğü, tabut anlamında
kullanılır ve genellikle kilisenin içerisine konularak tören düzenlenir. Musalla taşı
caminin iç mekânında değil, dış mekânında yer alır:
61
(…)
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.
(Tarancı, 1997: 188-189)
(…)
Der Tod überkommt jeden, was sollst du tun.
Er schlief ein, wachte nicht wieder auf, heißt der Schein.
Wer weiß wo, wie, mit wieviel Jahren nun
Eine Totenmesse lang wird deine Herschaft sein,
Auf dem Aufbahrstein, gleich einem Thron, wirst du ruhn.
(Pazarkaya, 1987: 85-87)
Saba‟nın Patik Yap, Kunduracı şiirinde patik, TDK Türkçe Sözlüğü‟nde “Altı
yumuşak veya ince deriden, genellikle üstten bağlı küçük çocuk ayakkabısı”, olarak
tanımlanmıştır. Çevirmen Pazarkaya, patik sözcüğüne, sözcük anlamından farklı
olarak “bebek ayakkabıları” anlamına gelen “Babyschuhe” olarak çevirmiştir. Şiir
çevirisinin devamında “Für Kinder, die spielen und rennen auf Erden…“, oynayan ve
koşan çocuklar için bebek ayakkabısı yapması, şiirde çok önemli bir yere sahip
“patik” sözcüğünün bebek ayakkabısı olarak belirtilmesi şiirin anlam bütünlüğünü
bozmaktadır.
“Terzi abla” deyişi, Almancaya “Tante Schneiderin” olarak aktarılırken,
çevirmenin yine bir kültürel engelle karşılaştığı görülür. Ahmet Muhip Dranas‟ın
Fahriye Abla isimli şiirinde geçen “abla” sözcüğü Almancada bulunmuyor.
Çevirmen, bunu teyze, hala, yenge anlamına da gelen “Tante” sözcüğüyle
karşılamıştır. Alman dilinde ve kültüründe abi- abla gibi sadece akrabalık derecesinin
dışında Türk toplumu tarafından kabul edilmiş, kişinin kendinden büyüklere saygı
göstermek amacıyla söylediği hitap biçimleri bulunmamaktadır. Şiirin başında geçen
62
“Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen” dizesi, “Endlos die Lebensfreude lachten
immerzu” olarak çevrilmiş, hülya sözcüğü “Lebensfreude” (yaşama sevinci) olarak
aktarılarak kaynak şiirin anlamından sapılmıştır. Hülya sözcüğü tatlı düş, hayal
anlamlarını taşır ve Almancada Traum, Phantasie sözcükleriyle karşılanabilirdi:
Patik yap, kunduracı, bol bol patik;
Bebeler için, ilk adımı atacak,
Çocuklar için, koşacak oynayacak…
Terzi abla, minimini elbiseler dik,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 92)
Mach Babyschuhe, Schuster, jede Menge mit Geschmeid„;
Für Babys, die ihren ersten Schritt machen werden,
Für Kinder, die spielen und rennen auf Erden…
Tante Schneiderin, näh klein und niedlich das Kleid,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 93)
(…)
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
(…)
(Dranas, 2009: 75)
Endlos die Lebensfreude lachten immerzu
Deine Augen, Zähne, dein Hals, weiß wie Schnee.
Unsere schönste Nachbarin warst du, Tante Fahriye!
(…)
(Pazarkaya, 1987: 73)
İsmet Özel‟in Dişlerimiz arasındaki Ceset şiirinde geçen “Ya cünüp ve
yalancı veya miskin ve ülser” dizesi çevirmen tarafından erek dile “Entweder unrein
und lügnerisch oder träge und mit Geschwür“ olarak çevrilmiştir. Kaynak metindeki
cünüp kavramı, cenabetlik anlamında kullanılan ve dinin buyurduğu biçimde henüz
yıkanmadığı için temiz sayılmayan kimsedir. Erek metne baktığımızda cünüp
63
sözcüğünün temiz olmayan anlamında kullanılan unrein sözcüğü ile karşılanmıştır.
Bu kavramın kültürel ve dini özelliği, erek metinde kaybolduğu görülebilir:
(…)
Ya cünüp ve yalancı veya miskin ve ülser
Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri
(…)
(Pazarkaya, 1987: 368)
(…)
Entweder unrein und lügnerisch oder träge und mit Geschwür
Um unsere Zukunft zu lesen, schlagen wir die Register auf
(…)
(Pazarkaya, 1987: 369)
Oktay Rifat‟ın Tecelli şiirinde geçen “imambayıldı” yemeği, erek metinde
yansıtılmamıştır. Almanca‟da tam karşılığı olmayan bu yemek için çevirmen, metnin
bütününü ve ahengini bozabileceği için açımlama yoluna başvurmamıştır (Bkz.
Toklu, 2003: 101). Notlar kısmında ise bununla ilgili herhangi bir açıklamada
bulunmamıştır:
(…)
Muhasebede memurum
En sevdiğim yemek imambayıldı
Dokunur
(…)
(Rifat, 2010:51)
(…)
Bin Angestellter in der Buchhaltung
Das Essen, das ich am meisten mag
Bekommt mir nicht
(…)
(Pazarkaya, 1987: 111)
64
Oktay Rifat‟ın İstanbul Türküsü şiirinde “Bir kız sevdim alimallah bir tane”
dizesinde geçen alimallah ünlemi, "en iyisini Allah bilir" anlamında kullanılır.
Çevirmen, bu ünlemi “umwoben von Sagen” sözüyle kaynak şiirde geçen sözün
anlamını karşılayamamıştır. Söz konusu çeviriden “bir kız sevdim, efsanelerle
bezenmiş” anlamı çıkmaktadır (Bkz. Toklu, 2003: 100):
Kasımpaşa kıyılar tersane
Bir kız sevdim alimallah bir tane
Herdem sevdalıya kız mı bahane
(…)
(Rifat, 2010: 116)
Die Ufer von Kasımpascha sind Werftanlagen
Ich liebe ein Mädchen umwoben von Sagen
Immerverliebter sucht bei Mädchen keinen Haken
(…)
(Pazarkaya, 1987: 111)
Gülten Akın‟ın Ayrılar Gemisi şiirinde geçen “uzun hava” Türk halk
müziğinde belirli bir karakteri olmayan, bölgesel ögelerin etkisi altında gelişerek
özellik kazanmış, yanık bir biçimde okunan türküdür. Pazarkaya, çevirisinde uzun
havayı Almancada (Wilpert, 1989: 226) antik çağda içsel olarak yaşanan, bireyin
duygusal acısını şiir vasıtasıyla yansıtarak oluşması ve şiirde geçen motiflerin
çokluğu ve ruh halinin öznel dışavurumu olan “elegische Musik” olarak aktarmıştır:
Bunlar en mutlu günleri ayrılığımızın
Yanaşmadan özlemenin limanlarına
Bir uzun hava içinde kendimiz kendimizin
(…)
(Pazarkaya, 2008: 28)
Das sind die glücklichsten Tage unserer Trennung
Vor dem Einlaufen in der Sehnsucht Häfen
In einer elegischen Musik gehöre wir uns selbst
(…)
(Pazarkaya, 2008: 29)
65
Gülten Akın‟ın İlkyaz şiirinde geçen “baba evi” imgesi, Türk kültüründe aile
saadetinin yanında güven duygusu barındıran bir imge. Almancaya baba evi
(Vaterhaus) olarak çevrilen imge, her iki kültürde bu imgenin farklı çağrışımlar
uyandırmasından dolayı tam örtüşmüyor:
(…)
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
(…)
(Pazarkaya, 2008: 40)
(…)
Vaterhäuser, die Rückkehr zum Fluss in den man erstmals ging
Leidenschaft zur Erde, ihrer selbst wegen
(…)
(Pazarkaya, 2008: 41)
Asaf Halet Çelebi‟nin Cüneyd şiirinde erek okuyucu için ismi yabancı
gelebilecek Cüneyd‟i çevirmen, notlar kısmında (Pazarkaya; 1987: 386) “Bağdatlı
ünlü bir şeyh olduğunu (ölümü 909)” belirterek, erek okuyucunun şiirin bağlamını
anlamasında yardımcı olmuştur:
(…)
aç cübbeni cüneyd
ne görüyorsun
görünmiyeni
(…)
(Çelebi, 2009: 9)
(…)
öffne dein gewand cüneyd
warum siehst du
das unsichtbare
(…)
(Pazarkaya, 1987: 65)
66
Asaf Halet Çelebi‟nin Dağlar Delisi adlı şiirinde geçen “Ferhat”, erek kültür
okuyucusuna yabancı gelebilecek olan bir isimdir. Çevirmen kitabının notlar
kısmında kısaca “Ferhad‟ın halk anlatıda, prenses Şirin‟e olan aşkından dağları delen
bir kahraman“ (Pazarkaya; 1987: 386) olduğunu belirtmekte:
(…)
bir dağda bir ferhâd öldü
dağ birini bilmedi
(…)
(Çelebi, 2009: 87)
(…)
auf einem berg starb ein ferhad
nichts davon wußte der berg
(…)
(Pazarkaya, 1987: 69)
Can Yücel‟in In Vino şiirinde Türkiye‟nin sosyal hayatında görülen “sabahçı
kahvesi” kavramı, erek metne “Nachtcafé” olarak çevrilmiştir. Türkiye‟de sabahçı
kahvesi kavramı, sabaha kadar açık olan kıraathaneleri anlatmaktadır. Erek metinde
geçen “Nachtcafé” sözcüğü, Almanya‟da içerisinde içki de içilebilen, eğlence
mekânıdır. Kaynak metinde kültürel özellik taşıyan “sabahçı kahvesi”, erek
okuyucunun zihnindeki imgeyle tam örtüşmeyebilir:
(…)
Geldi dayandı kapıya bir lâgar vaktin saati,
Hep doluştuk içine bir bütün sabahçı kahvesi;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 244)
(…)
Nun schlägt di Stunde einer elenden Zeit,
alle drängten wir uns in ein volles Nachtcafé;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 245)
67
Ziya Osman Saba‟nın Rabbim, Nihayet Sana şiirinin bağlamında şair, Allah‟a
seslendiğini ve ömründe her şeyin Onun istediği şekilde gerçekleşeceğini, bundan
korkmadığını anlatıyor. Kaynak metinde geçen “Ben artık korkmuyorum, her şeyde
bir hikmet var“ dizesindeki “her şeyde bir hikmet var“ oluşu, sözlük anlamında
Allah‟ın insanlarca anlaşılamayan amacını, gizli sebebini, belirtir. Erek metinde bu
kavram, Sinn (akıl, anlam) kavramıyla karşılanmıştır. Kaynak metinde geçen dini-
kaderci anlayışı belirten kavram erek metinde anlam olarak değerlendiriliyor. Şiirin
bağlamından erek okuyucu erek şiirde kastedilenin “Allah‟a giden yolda her şeyin bir
mantığı var“ olduğunu anlayabilir:
(…)
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 88)
(…)
Ich habe keine Angst mehr, in allem ist ein Sinn,
Der Nacht folgt der Morgen, dem Winter Frühlingsbeginn.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 89)
3.2. Sessel Özellikler
Şiirde kafiye, aliterasyon gibi şiire müzikalite özelliği kazandıran ve ritim
tutturmak için hecelerin dize içerisinde belirli ve düzenli bir sayıda kurulması ile
oluşturulan vezin, okuyucunun hemen dikkatini çeker. Anlamsal özellikler kadar
önemli olan bu sessel özellikler, Pazarkaya‟nın çevirdiği şiirlerde de görülmekte ve
şiir çevirisinin önemli bir unsurunu oluşturmaktadır. Gerçekleştirdiğimiz
68
incelemelerde kafiyeli şiirlerin çevirisinde farklı yöntemlere başvurulduğu
görülmüştür. Bir veya birden fazla dizede ahenk yaratılmak amacıyla sözcüklerin
içerisinde bulunan ünsüzlerin tekrarlanmasıyla oluşturulan aliterasyon örneklerine
rastlanmamıştır.
3.2.1. Kafiye
Yüksel Pazarkaya‟nın çevirdiği kafiyeli şiirleri incelediğimizde çevirmenin
kafiye oluşturmak için çeşitli yollara başvurduğunu görmekteyiz:
-Kaynak şiirde olmayan sözcükleri eklemiş,
- devrik ve eksik cümle kuruluşuyla dizeler oluşturmuş,
- farklı sözcükler kullanarak kaynak şiirde var olan imge erek şiirde değişmiştir.
İncelemelerde kaynak metinde geçen kafiye çeşidinin erek metinde korunup
korunmadığı dikkate alınmayacaktır. Kafiye türleri kullanılarak oluşturulan şiirlerin
çevirisi, ses uyumu olan sözcüklerin kullanımını gerektirdiğinden ve erek dildeki
aynı anlamı taşıyan sözcüklerin farklı ses yapıları içermesinden dolayı, çeviride aynı
kafiye çeşidinin oluşturulmasını zorlaştırmaktadır.
Kaynak şiirde olmayan sözcük eklemeye Yahya Kemal Beyatlı‟nın Bir Dosta
Mısralar adlı şiirini örnek gösterebiliriz:
Çevirmen, “Zukunft” ve “Zunft” sözcükleriyle kafiye uyumunu gözetmiştir.
Buradaki sorun, “Zukunft” sözcüğüne kafiyeli bir sözcük bulmak için “esnaflar
69
birliği” anlamında kullanılan “Zunft” sözcüğünü tercih etmesidir. Kaynak dizedeki
anlamla erek dizedeki anlam birbiriyle uyuşmuyor:
(...)
Bir başka kerem beklemez artık gelecekten;
Her ân doludur gözleri cânan ve baharla;
Kâm aldı bilir kendini ömründe, felekten.
(...)
(Beyatlı, 1990: 106)
(…)
Kein anders Glück mehr erwartet von der Zukunft;
In den Augen stets das Bild der Geliebten und des Frühlings erbebt;
Zufrieden mit seinem erfüllten Leben durch des Schicksals Zunft.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 9)
Aynı Şairin Akşam Mûsikisi adlı şiirini de çeviren Pazarkaya kafiye uyumunu
sağlamak için orada anlamına gelen ve kaynak dizede geçmeyen “dort” sözcüğünü
dizeye eklemiştir:
(…)
Gittikçe derinleşir saatler;
Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer
Sessizlik daima ilerler.
(…)
(Beyatlı, 1990: 49)
(…)
Immer tiefer versinken die Stunden dort,
Sanft und langsam von Ort zu Ort
Schreitet die Stille hinfort
(…)
(Pazarkaya, 1987: 11)
Ahmet Haşim‟in Bir Günün Sonunda Arzu adlı kafiyeli şiiri yine kafiye
oluşturularak çevrilmiştir. Şiirde çevirmen, kaynak şiirde oluşan kafiye uyumunu
70
erek dilde de yansıtabilmek için “Abend” ve “Stund” sözcüklerinden faydalanmış.
Erek dilde ikinci dizede geçen ve kalıp söz olan “zu dieser Stund”un kaynak dizede
geçmediği görülüyor:
(…)
Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
(…)
(Pazarkaya, 1987: 12)
(…)
Abend, wieder Abend, wieder Abend,
Wäre ich doch ein Schilf in Seen zu dieser Stund!
(…)
(Pazarkaya, 1987: 13)
Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun Uzun İnce Bir Yoldayım adlı şiiri yine kafiyeyle
oluşturulan şiirlere bir başka örneği oluşturmaktadır. Kaynak dizelerde ağızla
oluşturulmuş kafiyeleri, erek dizelerde bu özelliğini koruyamamıştır. Çevirmen
kafiye oluştururken ünlem olan ve Türkçede ah ünlemiyle belirtilen, kaynak dizede
bulunmayan “ach” sözcüğünü kullanarak çevirmiştir. Kaynak metinde geçen
“arıyom” sözcüğü anlamsal olarak erek dizede kaybolmamış, kaynak dizedeki ağız
özelliği erek şiire yansıtılamamıştır. Yine erek şiirin ikinci dizesinde edepli, terbiyeli
anlamı taşıyan “brav” sözcüğü, kafiye uyumu kaygısı güdülerek kaynak şiirde
olmadığı halde erek şiire eklenmiştir:
(…)
Kalmaya sebep arıyom
Gidenleri hep görüyom
(…)
(Oğuzcan, 1985: 221)
(…)
Grund zu bleiben such ich ach
Sehe die da wandern brav
(…)
(Pazarkaya, 1987: 21)
71
Aynı şiirin devamında düz anlamına gelen “flach” sözcüğü kafiye
oluşturabilmek için çevirmen tarafından kaynak şiirde olmadığı halde “ırak”
sözcüğünün yerine kullanılmıştır:
(…)
Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
(…)
(Oğuzcan, 1985: 221)
(…)
Sinnt man einmal tief nach
Sieht man das Weite flach
(…)
(Pazarkaya, 1987: 21)
Âşık Veysel‟in Dostlar Beni Hatırlasın adlı şiirinde de çevirmenin sözcük
ekleyerek yine aynı yönteme başvurduğu görülmektedir. Çevirmen ikinci dizede
geçen “yanmaz ocak” ifadesini çevirisine kafiye uyumunu sağlamak için eş, kadın
yok anlamına gelen “kein Weib” sözcüklerini eklemiştir. Yine erek metnin üçüncü
dizesinde kafiye uyumu için “Verbleib” sözcüğü kullanılmıştır. “Verbleib” sözcüğü,
kalınacak yer anlamında kullanmıştır. Çevirmenin bu sözcükle aynı zamanda
isimleştirilmiş bir fiil olan ve “bir yerde kalmak“ anlamına gelen verbleiben
sözcüğünün yerine kullanıp kullanmadığı anlaşılmamaktadır:
(…)
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
(…)
(Oğuzcan, 1985: 14)
(…)
Die Seel‟ wird sich trennen vom Leib
Kamin raucht nicht am Herd kein Weib
72
Viele Grüße nun zum Verbleib
Freunde solln meiner gedenken
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Çevirmen Yüksel Pazarkaya, şiir çevirisinde kafiye uyumunu
gerçekleştirirken kaynak metinde olmayan sözcükleri erek metninde kullanarak
kaynak şiirde var olan imgelerin erek şiirde değişmesine yol açmıştır.
Can Yücel‟in Anı adlı şiirinde de kafiye uyumu sağlamak için çevirmenin
sözcük ekleme yöntemini seçtiğini görebiliriz:
Çevirmen, kaynak metinde olmayan ama erek metnin ikinci dizesinde içinden
balerin gibi susmak geldiğini belirtmiştir. Kaynak metindeki kafiye uyumunu
sağlamak için Almanca erek metinde “China/Ballerina” dizelerinde “Ballerina”
sözcüklerini kullanmıştır:
Ne zaman Mühürdar‟a gelirsem Çin‟den
Bi güzel susmak geliyor içimden
(…)
(Pazarkaya, 1987: 248)
Immer wenn ich nach Mühürdar komme aus China
Richtig nach schweigen ist mir der Sinn wie eine Ballerina
(…)
(Pazarkaya, 1987: 249)
Yine Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun Dostlar Beni Hatırlasın şiirinde de kafiye
oluşturmak için bir imge değişimi görülmektedir. “Dünya bir han, konan göçer”
dizesinde geçen “konan göçer” ve dünyanın “han”a benzetilişi aktarılmamış, kafiye
uyumunu sağlamak için Dünya bir andır anlamına gelen “Die Welt ist einen
73
Augenblick” olarak çevrilmiştir. Anlamsal olarak kaynak şiirden sapılsa da kafiye
uyumu için başarılı olarak çevrilmiştir:
(…)
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
(…)
(Oğuzcan, 1985: 14)
(…)
Die Seel‟ hält es nicht im Käfig
Die Welt ist einen Augenblick
Monde ziehn um Jahre vergehn
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Aynı şairin Uzun İnce bir Yoldayım adlı şiirinde de imgenin değiştiği
görülebilir. Çevirmen, “yürüdüm aynı zamanda” dizesini aynı anda hızımı arttırdım
anlamına gelen “Bin ich doch sogleich gespurt” dizesiyle karşılamaya çalışmış ve
imgenin değişmesine yol açmıştır. “İki kapılı bir handa” dizesini de “hanın iki geçidi
var” anlamında kullanmıştır. İki geçit, iki kapılıyı çağrıştırsa da çevirmenin
kullandığı “Furt” sözcüğü, bir nehrin geçit yeri olan , nehrin diğer yerlerine nazaran
daha engelsiz ve geçilebilir olan bölümü olarak bilinmektedir. Burada çevirirken
imgenin değişime uğradığı görülür:
(…)
Dünyaya geldim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
(…)
(Oğuzcan, 1985: 221)
74
(…)
Von der Stund„ meiner Geburt
Bin ich doch sogleich gespurt
Die Herberge hat zwei Furt
Ich wandere Tag und nacht
(…)
(Pazarkaya, 1987: 21)
Şairin, Güzelliğin On Par‟etmez isimli şiirinde ise kaynak metinde geçen ve
bu bağlamda bir problemi çözmek anlamında kullanılan “düğümü çözerdi” sözü,
erek metinde, erek okuyucunun alışık olmadığı ve düğümü rendelemek anlamına
gelen “Knoten zerrieben” sözcükleriyle karşılanmaya çalışılmış ve imge değişmiştir:
(…)
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
(…)
(Oğuzcan, 1985: 83)
(…)
Wer hätt„ gelesen wer geschrieben
Wer hätt„ diesen Knoten zerrieben
Schaf und Wolf Freunde geblieben
(…)
(Pazarkaya, 1987: 19)
Yahya Kemal Beyatlı‟nın Akşam Mûsikisi adlı şiirinde de kafiyenin
oluşturulmaya çalışılmasından kaynaklanan imge değişimden söz edilebilir. Kaynak
metnin ikinci dizesinde karanlığa kişilik kazandırılarak tüm kapılardan girdiği
betimlenmiş, buna karşın erek metinde geçen karanlığın “tereddüt etmeden”
anlamına gelen ve kafiyenin oluşması için eklenen “ohne Zaudern” sözcükleri
eklenerek imgenin değişmesine yol açmıştır. Üçüncü dizede yine bu karanlığın
75
gelişinin, ayak seslerinden belli olduğu anlatılmıştır. Erek metinde, kafiye uyumunu
sağlayabilmek için ayak seslerinin sohbet etmesinden, karanlığın geldiğinin
anlaşıldığı belirtilmiştir. Sohbet etmek anlamında kullanılan “plaudern” sözcüğü de
benzer biçimde imgenin değişmesine yol açmıştır:
(…)
Ürperme verir hayale sık sık,
Her bir kapıdan giren karanlık
Çok belli ayak sesinden, artık
(…)
(Beyatlı, 1990: 49)
(…)
Es läßt öfters unsere Einbildung erschaudern,
Die Finsternis, die durch jede Tür schleicht ohne Zaudern,
Deren Schritte nun deutlich vernehmbar plaudern.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 11)
Şiir çevirisinde sorunlara yol açan devrik, eksiltili anlatımlı dizeler de kafiyeli
şiir çevirisinde sorunlara yol açabilmektedir. Yahya Kemal Beyatlı‟nın Akşam
Musikisi başlıklı şiirinde çevirmen, birinci dizede geçen “Artık ne gelen, ne beklenen
var” dizesini, “Keiner kommt mehr, keine zu erwarten sind” olarak çevirmiştir.
Bağlaç kullanılan birinci erek dizenin ilk cümlesinde sorun yokken, virgülden sonra
gelen cümle, sözdizim açısından bozukluğa sebep olmuştur. Aynı dizede kaynak
şiirde tekil kişiden bahsedilirken erek dizede hem tekil kişiden hem de çoğul
kişilerden bahsedilmektedir:
(…)
Artık ne gelen, ne beklenen var
Tenhâ yolun ortasında rüzgâr
(…)
(Oğuzcan, 1990: 49)
76
(…)
Keiner kommt mehr, keine zu erwarten sind;
Inmitten des öden Wegs spielt der Wind
(…)
(Pazarkaya, 1987: 11)
Çevirmenin izlediği bir başka yol, kafiyeli şiirleri kafiyesiz olarak çevirme
yöntemidir. Bu tür bir yönteme Necip Fazıl Kısakürek‟in Sayıklama adlı şiirinde
rastlıyoruz. Şiirin ilk iki dizesinde geçen kafiye, çevrilmemişken, şiirin diğer
kafiyeleri çevrilmeye çalışılmıştır.
Şiirin kafiyeli olan dizelerinde geçen “bir sürü kambur cüce”nin etrafında
dolaşmasını, “hayalet gibi (wie Gespenster) bir sürü kambur cücenin dolaşması”
olarak çevirmiştir çevirmen. Kafiyeyi oluşturabilmek için “hayalet” anlamına gelen
Gespenster sözcüğünü eklemiştir erek metne:
Kedim, ayakucunda büzülmüş uyumakta.
İplik iplik sarıyor sükûtu bir yumakta,
Hırıl hırıl,
Hırıl hırıl…
Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece,
Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce,
Fırıl fırıl
Fırıl fırıl…
(…)
(Kısakürek, 2011: 303)
Die Katze schlummert, zu meinen Füßen kauernd,
Faden um Faden wickelt sie die Stille zu einem Knäuel,
Schnurr schnurr,
Schnurr schnuur…
Wie ein Auge späht die Nacht nach mir durchs Fenster,
Um mich kreisen bucklige Zwerge wie Gespenster,
Surr surr,
Surr surr…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 53)
77
Ahmet Erhan‟ın Türkü adlı şiirinde de geçen kafiye düzeninin, çevirmen
tarafından erek şiirde oluşturulmadığını görürüz:
Uyandım, dağlarda duman
Ovada sabahın tütsüsü
Deniz ürperiyor uzaktan
Koynunda denizin gülü
Kanat kanat dağılsam
Unutmam kendi göğsümü
(…)
(Pazarkaya, 1987: 384)
Ich wachte auf, Dunst in den Bergen
Des Morgens Weihrauch in der Ebene
Von ferne prickelt das Meer
Die Rose der Sonne im Busen
Flügelschlag um Flügelschlag mich verstreut
Würde ich nicht vergessen meinen Himmel
(…)
(Pazarkaya, 1987: 385)
Ahmet Erhan‟ın Veda adlı şiirindeki kafiyelerin erek dile aktarılmadığı
gözlenmekte:
(…)
Eli naylon güllü o dostlukların
Bir tek anısı ve sızısı yok içimde
Yitirdim cebimdeki bütün adresleri
Kendimi kazandım bir başka biçimde.
(Pazarkaya, 1987: 382)
(…)
Freundschaften mit künstlerischer Rose in der Hand
Ließen keine einzige Spur, keinen Stich in mir
Alle Adressen in meiner Tasche verlor ich
Gewann mich zurück auf eine andere Weise…
(Pazarkaya, 1987: 383)
78
Can Yücel‟in Öztanıtım adlı şiirinde görülen kafiye oluşumunun erek metinde
oluşturulmadığı görülüyor:
Ben bir aşk değirmeniyim
Şiirler öğütürüm Ayça Parkında
Çocukları havada fır döndürürüm kollarımla
Paydostan sonra da Donkişot‟u görürüm rüyalarımda
(Pazarkaya, 1987: 249)
Ich bin eine Liebesmühle
Mahle Gedichte im Park Halbmond
Lasse die Kinder in der Luft kreisen an den Armen
Und nach Feierabend träume ich von Don Quichotte
(Pazarkaya, 1987: 249)
Bülent Ecevit‟in elele büyüttük sevgiyi adlı şiirinde kafiyelerin de erek metne
aktarılmadığı görülmekte:
(…)
elele büyütüp elele derdik
elele verip insana verdik
verdikçe çoğalan sevgimizi
(Pazarkaya, 1987: 210)
(…)
hand in hand ließen wir sie blühen und pflückten sie hand in hand
hand in hand gepflückt gaben wir sie menschen
unsere liebe die sich durch geben mehrte
(Pazarkaya, 1987: 211)
Çevirmen Pazarkaya‟nın, kafiye engeline rağmen şiirlerin anlam ve
imgelerini değiştirmeden kafiyeli şiirleri erek dile başarılı bir şekilde aktardığını da
görüyoruz. “Oydum/koydum” kafiyesini sözcük olarak eşdeğerlik sağlamasa da
“stein/ein” olarak çevirmiş, dizelerin bütünü bağlamında imge ve anlam değişikliğine
neden olacak bir durum oluşmamıştır:
79
(…)
karanlıktı mağara
ışığı taştan oydum
üşüyordum
bir de güneş koydum
(…)
(Pazarkaya, 1987: 204)
(…)
finster war die höhle
ich meißelte licht aus stein
da ich fror
fügte ich auch eine sonne ein
(Pazarkaya, 1987: 205)
Pazarkaya‟nın şiir çevirilerinde kaynak şiirlerin dize sıralanması ve çeviri
metnin dize sıralanışında farklılıklar bulunabiliyor. Bu durumun, Türkçe sözdizim ve
Almanca sözdiziminin farklılıkları kadar çvirmen tercihi ile bağlantılı olduğu
düşünülebilir.
Nazım Hikmetin‟in Karanlıkta Kar Yağıyor şiirinde “sana/senin
işitemeyeceğin bir şarkı söyliyen bir ses” olarak yazılan 3. ve 4. dizesi, Almancada
“die für dich ein Lied singt, /ein Lied, das du nicht hören kannst“ olarak çevrilmiş, 3.
dize sadece “sana” dizesinin karşılığı “die für dich ein Lied singt“ olmuş, 4. dizede
bağlanmıştır. Çevirmenin tercihi olan bu yöntem, 3. dizeye sadece “für dich,” olarak
da çevrilebilirdi:
(…)
Bu akşam
bir sokak şarkıcısıyım hünersiz bir sesim var,
sana,
senin işitemeyeceğin bir şarkıyı söyliyen bir ses.
Karanlıkta kar yağıyor.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 28)
80
(…)
Heute nacht
bin ich ein Straßensänger mit einer kunstlosen Stimme,
Es schneit in der Nacht.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 29)
Dranas‟ın Adamlar şiirindeki dörtlüğün 3. ve 4. dizesi erek metinde yer
değiştirilerek verilmiştir. –“yüzleri duman kadar dağınık”, 4. dizede verilmiştir.
“binlerce adam” betimlemesi toplanmış anlamına gelen “Scharen” sözcüğüyle
verilmiştir:
Sönmüş saçlarında son damla ışık,
Bir düş‟ün içinde gibi her akşam
-ve yüzleri duman kadar dağınık-
Geçer bu sokaktan binlerce adam.
(…)
(Dranas, 2009: 127)
Erloschen das letzte Licht in ihren Haaren,
Jeden Abend wie einem Traum
Gehen durch diese Gasse Männer in Scharen,
Ihre Gesichter verstreut wie Rauch und Flaum.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 77)
3.2.2. Vezin
Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Vücut adlı şiirinde oluşturulan 7‟lik hece kalıbının
erek metinde oluşturulmadığı görülmektedir. Çevirmenin şiirini incelediğimizde hece
ölçüsünün düzensiz kurulduğunu görüyoruz. Erek şiirdeki hece ölçüleri sırasıyla 6-7-
6-11/ 6-8-5-7:
81
Bu papaz ne istiyor 7
Rabbim, önüme çıkmış. 7
Bu yağmur ne istiyor 7
Penceremden bütün kış? 7
Bu gökler ne istiyor 7
Ellerimden her zaman. 7
Bu çocuk ne istiyor 7
Yüzüne baktığım an. 7
(…)
(Pazarkaya, 1987: 122)
Was will dieser Priester, 6
Mein Gott, vor mich hingestellt? 7
Was will dieser Regen 6
Den ganzen Winter vor mein Fenster bestellt 11
Was will dieser Himmel 6
Unentwegt von meinen Händen? 8
Was will dieses Kind, 5
Will ich mich zu ihm wenden? 7
(…)
(Pazarkaya, 1987: 123)
Yine Yahya Kemal Beyatlı‟nın Rindlerin Ölümü adlı şiirinde görülen hece
ölçüsünün 14‟lük olduğu görülüyor. Çevirmenin de bu hece ölçüsünü 15‟lik hece
oluşturmaya çalıştığı, dördüncü dizede bu ölçünün 18 heceli olduğu görülmektedir:
Hâfız‟ın kabri olan bahçede bir gül varmış; 14
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. 14
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış 14
Eski Şiraz‟ı hayal ettiren âhengiyle. 14
(…)
(Beyatlı, 1990: 87)
Es gab eine Rose im Garten, wo Hafis„ Grabmal liegt, 15
Sie erblühte täglich von neuem mit blutender Farbe. 15
Nachts wiegte die Nachtigall sich in Trauer, bis es graute, 15
sie ließ vom alten Schiraz träumen mit ihrer Melodien Garbe. 18
(…)
(Pazarkaya, 1987: 7)
82
Aynı şiirin sonraki dörtlüğünde hece ölçüsünün yine kurulamadığını
görebiliriz:
(…)
Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde; 14
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. 15
Ve serin serviler altında kalan kabrinde 14
Her seher bir gül açar; her gece bülbül öter. 15
(…)
(Beyatlı, 1990: 87)
(…)
Der Tod ist das sorgenfreie Frühlingsland für die Weisen, 15
Jahrelang schwebt seine Seele wie Räuchergefäß überall. 16
Und auf seinem Grab unter kühlen Zypressen, dem leisen, 15
Erblüht jeden Morgen eine Rose, singt jede Nacht eine Nachtigall 19
(…)
(Pazarkaya, 1987: 7)
Âşık Veysel Şatıroğlu‟nun Dostlar Beni Hatırlasın adlı şiirinde çevirmenin
hece ölçüsünü oluşturmaya çalıştığını görmekteyiz. Şiirde hece ölçüsünde eşdeğerlik
kurabilmek için çevirmenin “sollen” sözcüğünde bulunan /e/ sesini düşürdüğünü
görmekteyiz:
Ben giderim adım kalır 8
Dostlar beni hatırlasın 8
Düğün olur bayram gelir 8
Dostlar beni hatırlasın 8
(…)
(Oğuzcan, 1985: 14)
Ich geh mein Name bleibt zurück 8
Freunde solln meiner gedenken 8
Hochzeit und Feste bringen Glück 8
Freunde solln meiner gedenken 8
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Aynı yöntemi Kara Toprak isimli şiirde de uyguladığını görmekteyiz.
Çevirmen, “Erde” sözcüğünün iki heceden oluşması ve hece düzenini bozacağını
83
anladığından ve sözcüğün anlam kaybına uğramayacağını düşündüğünden, “Erd‟”
biçimde /e/ sesini düşürerek çevirmiştir:
Dost dost diye nicesine sarıldım 11
Benim sâdık yârim kara topraktır 11
Beyhude dolandım boşa yoruldum 11
Benim sâdık yârim kara topraktır 11
(…)
(Oğuzcan, 1985: 129)
Freund, Freund rufend umarmte ich so viele 11
Meine wahre Liebe ist die schwarze Erd‟ 11
Vergeblich erschöpft, verirrt ohne Ziele 11
Meine Wahre Liebe ist die Schwarze Erd‟ 11
(…)
(Pazarkaya, 1987: 25)
3.3. ġiir Çevirilerinde KalıplaĢmıĢ Yapılar
Sözcükler ve cümleler, birinci anlamlarının dışında ikinci bir anlam da
içerebilirler. Bununla birlikte sözcüklerin anlamlarında, yanlarına başka sözcükler
eklendiğinde anlam düzeyinde değişikliğe neden olabilir. Deyimler ve atasözleri,
eski çağlardan bugüne kadar ulaşan ve anlamını tek tek sözcüklerden değil ancak bir
bütün halinde anlam kazanan kalıplaşmış yapılardır. Bu kalıpların barındırdığı
sözcüklerin yerine eşanlamlı başka sözcükler getirilemez veya sözdizimsel yapısı
değiştirilemez. Bu nedenle kalıplaşmış yapılar olarak kabul edilirler. İkilmeler ise
söylenmek isteneni daha etkili bir biçimde vurgulamak için ve iki sözcüğün yan yana
getirilmesiyle oluşan kalıplaşmış yapılardır. İkilemelerin özellikleri ve kuruluş
biçimleri bu çalışmada ayrıntılı olarak incelenecektir. Ayrıca yabancı sözcükler, yer-
özel isimleri de incelenerek şiir çevirisinde hangi yöntemlerle çevrildiği ayrıca
irdelenecektir.
84
3.3.1. Deyimlerin ve Atasözlerin Çevirisi
Deyimler, anlatımı güzelleştirmek, daha etkili kılmak için kullanılan, en az iki
sözcükten oluşan ve genellikle gerçek anlamından ayrı bir anlam kazanan
kalıplaşmış sözcükler olarak tanımlanır. Aksan, deyimleri: “-bir başka ulusla olan
kültür ilişkileri sonucunda, ondan çevrilme, alınma değilse- bir dili konuşan
toplumun dünya görüşünü, yaşam biçimini, çevre koşullarını, gelenek, görenek ve
inançlarını, önem verdiği varlık ve kavramları, kısacası, maddi ve manevi kültürünü
yansıtan, o toplumun düşünme biçimini, hatta nükte ve buluşlarını ortaya koyan,
dilbilim açısından önemli olduğu kadar halkbilim açısından da önemli olan sözcükler
grubu” olarak tanımlar (Aksan, 1987: 89).
Deyimler ait oldukları toplumun kültürüne ilişkin çok şey yansıtır: “Ayrıca bu
öğeler her dilin iç yapısını, anlam özelliklerini de yansıtır… Dilci ve halkbilimciler,
yalnızca deyimlerine dayanarak bir toplumun kültürünü inceleyebilir, önemli
sonuçlar çıkarabilirler” (Aksan, 1993: 89).
Aksoy (1998: 38), deyimleri biçim açısından üç başlık altında inceler:
1. Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. Bu yüzden deyimin içerisinde geçen
sözcüklerin yeri değiştirilemez ve yerine başka bir sözcük eklenemez.
2. Deyimler kısa ve özlü anlatım araçlarıdır.
3. Deyimler en az iki sözcükten oluşur.
Deyimler dillerin söz varlığında çok önemli bir yer tutmaktadır. Türkçede
bulunan deyimlere örnek olarak şunları verebiliriz:
85
Anlamı Türkçe Deyim
Söz dinlemez olmak Gemi azıya almak
Amaca ulaşmak için birini tatlı sözler
söyleyerek oyalamak
Ağzına bir parmak bal çalmak
Çok toy ve tecrübesiz biri Ağzı süt kokmak
Başarmak için çok sıkıntı çekmek ve
emek harcamak
Alnının damarı çatlamak
Hayatta çok şey görmüş, acı tatlı olaylar
yaşayıp olgunlaşmış ve tecrübe
kazanmış olmak
Feleğin çemberinden geçmek
Birine karşı rakip olmak veya düşmanca
davranmak
Cephe almak
Değersiz ve sevilmeyen bir kişi olduğu
düşünülen birisi
Ciğeri beş para etmez
Almancada Idiom, idiomatische Redewendung, Redensart olarak adlandırılan
deyimler, Türkçede ve diğer dillerde olduğu gibi kalıplaşmış yapılara sahiptir.
Almancada deyimlere ilişkin şu örnekleri verebiliriz:
Anlamı Almanca Deyim
Söylenen bir şeyi dikkatle dinlemek Die Ohren spitzen
Önyargıyla ve ezbere konuşmak Aus dem Kopf
Bir konu hakkında artık duymak
istememek
Von etwas die Nase voll haben
86
Bir konu hakkında yanıldığını belirtmek Sich in den Finger schneiden
Sefih olmak Vom Pfad der Tugend abweichen
Her şeyi değerlendirmeden ve
eleştirmeden söylemek
Zu allem Ja und Amen sagen
Şüphe duyulan kişi olmak Ins Fadenkreuz geraten
Bir şeyi kullanamayan birinin eline
geçmiş ve yanlış kullanan olmak
In falsche Hände geraten
Atasözleri, halkın ortak değer yargılarını ve tutumlarını gösteren söz
öbekleridir. Aksan, bu söz öbeklerini şu şekilde nitelendirir:
“Bilindiği gibi insanoğlunun deneyimlerinden, bilgeliğinden ve
benzetme gücünden kaynaklanan atasözleri dünyanın her dilinde vardır;
çoğunlukla bir tümce biçiminde oluşarak bir yargı anlatan, kimi zaman
ölçü ve uyakla, söyleyiş açısından daha etkili olmaya yönelen sözlerdir.
Her ulusun kendi deneyimleriyle, bilgeliğiyle oluşturduğu atasözleri bir
dil birliğinin dünya görüşünü, yaşayış biçimini yansıttığı gibi o toplumun
kültür tarihiyle ilgili önemli ipuçları verir” (Aksan, 2003: 38).
Aksoy, atasözlerinin yapısal olarak kalıplaşmış olduklarını ve belirli
sözcüklerle söylendiklerini, diğer yandan bu sözcüklerin yerine eşanlamlı da olsa
başka sözcükler getirilemeyeceğinin ve sözdiziminde değişiklik yapılamayacağının
altını çizer. Az sözcükle çok şey anlatmasının yanı sıra çoğu atasözleri genelde bir,
en fazla iki cümleden oluşurlar (Bkz. Aksoy, 1988: 16-17). İki cümleden oluşan
atasözüne dost ile ye iç, alışveriş etme örnek olarak gösterilebilir.
Deyimlerin ve atasözlerin çevirisi konusunda uzmanlar, metnin içinde geçen
deyimin deyim ile karşılanması, anlam eşdeğerliliği bakımından birbirini karşılaması
87
beklenir. Duff (Akt. Köksal, 2008: 46), deyimlerin “hedef dilde hiçbir anlam ifade
etmiyorsa deyimsel anlatımı birebir çevirmemeleri” gerektiğini vurgular. Reiß,
“kaynak dile özgü atasözlerin sözcüğü sözcüğüne çevirisi gerektiğini ve yapılan
çeviri anlaşılmaz ve yabancı gelirse, erek dilde bulunan bir atasözüyle ve kaynak
dilde özgün bir mecaz anlatımı sözcüğü sözcüğüne çevirmenin uygun olacağını”
(Reiß, 1986: 43) belirtir. O kültüre ait özellikler de taşıdıkları için, arefe günü yalan
söyleyen, bayram günü yüzü kara çıkar; atı alan Üsküdar‟ı geçt; namaza meyli
olmayanın kulağı ezanda olmaz; papaz hergün pilav yemez gibi atasözlerini sözcüğü
sözcüğüne çevirmek, erek okuyucu için anlaşılmaz gelebilir. Çoğu kültürde farklı
olarak betimlenmiş olsa da deyimler ve atasözleri birbiriyle benzerlikler gösterir ve
çevirmene düşen görev, bu yapıların erek dilde eşdeğerinin araştırılması, varsa
bunların kullanılması, eğer bu kalıplaşmış yapılar yoksa erek okuyucunun da
yadırgamayacağı bir deyişle anlamını aktarmasıdır. Yüksel Pazarkaya‟nın şiir
çevirilerinde de bulunan deyimleri, çevirmenin farklı yöntemlerle aktardığı
görülmektedir.
Asaf Halet Çelebi‟nin dağlar delisi şiirinde “hangi dağda kurt öldü“ deyimi
geçmektedir. Bu deyimin anlamı, birisinden beklenmeyen bir davranış görüldüğünde
şaşırma ve sitemdir. Çevirmen, bu deyimin anlamını sözcüğü sözcüğüne çevirerek
“auf welchem berg starb der wolf“ olarak aktarmıştır ve erek okuyucu için
anlaşılmaz olabilir:
dağdan dağa sesler geldi
hangi dağda kurt öldü
hangi dağı duman aldı
haramiler
hangi dağda gizlendi
(…)
(Çelebi, 2009: 87)
88
von berg zu berg kamen stimmen
auf welchem berg starb der wolf
welcher berg stand im nebel
die räuber
in welchem berg versteckten sie sich
(…)
(Pazarkaya, 1987: 69)
Orhan Veli‟nin Aşk Resmigeçidi şiirinde geçen dörtlükte, iki atasözü birbirine
bağlanarak anlamlı bir bütün oluşturulmuştur. “iki gönül bir olunca samanlık seyran
olur” atasözü, birbirini sevenler için zenginliğin önemli olmadığını, ikinci
atasözünde geçen “iki çıplak bir hamama yakışır”, iki yoksul kimsenin birbiriyle
evlenmesi uygun olur anlamına gelmektedir. Almanca çevirileri incelendiğinde
çevirmen, Almancada eşdeğer atasözlerini kullanmamıştır. Birinci atasözün
bağlamından Türkçedeki anlama yakın anlam çıkarılabilir. İkinci atasözünü
çevirmen, mecaz anlamını çevirerek aktarmıştır. Burada erek okuyucu, ikinci
atasözün gerçek anlamını çıkaramayabilir:
(…)
İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da – olsa olsa-
Bir hamama yakışırmış.
(…)
(Kanık, 1998: 128)
(…)
Wenn sich zwei Herzen lieben,
Wird der Heuschuppen zwar zum Palast,
Doch zwei Nackte – wenn überhaupt-
Gehören in ein Bad.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 215)
89
Orhan Veli‟nin Kapalı Çarşı şiirinde “diyip de geçme” deyimi, bir şeyi
önemsemek anlamında kullanılan bir deyimdir. Erek metne bakıldığında, deyimin
doğrudan anlamını vererek “Sag nicht so achtlos…” olarak çevrildiği görülüyor:
(…)
Kapalı Çarşı diyip de geçme;
Kapalı Çarşı,
Kapalı kutu.
(Kanık, 1998: 88)
(…)
Sag nicht so achtlos Großer Basar,
Großer Basar,
Große Geheimnisse.
(Pazarkaya, 1985: 151)
Orhan Veli Kanık‟ın Giderayak şiirinde “razı olmak” deyimi, Almancada
yetinmek anlamına gelen “begnügt sein” deyimiyle karşılanmıştır:
Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
(…)
(Pazarkaya, 1985: 118)
Wir haben auf Hab und Gut verzichtet,
Wir haben uns mit unserem Anteil an Sonne begnügt.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 119)
Kanık‟ın Kitabe-i Seng-i Mezar şiirinde geçen helal etmek deyimi, özellikle
Türk kültüründe kullanılan, aynı zamanda dini bir anlamı bulunan bir deyimdir.
Çevirmen, borçlarını silerler anlamına gelen “Schulden erlassen” anlamıyla
çevirmiştir. Almancada Schuldenerlass, hukuk alanında kullanılan kavramı olup,
borçlunun yükümlü olduğu kişiyle anlaşarak borcunu ödememe durumunu ifade eden
90
bir terimdir. Kaynak metindeki deyime baktığımızda aslında anlaşmadan
kaynaklanan bir alacaktan vazgeçmenin kastedilmediği, sadece gönüllü olarak
vazgeçişi temenni edildiği görülür:
(…)
Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
Haklarını helâl ederler elbet. …
(…)
(Kanık, 1998: 46)
Wenn seine Gläubiger von seinem Tod hören,
Werden sie ihm sicher gern seine Schulden erlassen.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 83)
Kanık‟ın Kuyruklu Şiir‟inde geçen “ (bir şey) aslan ağzında olmak” deyimi,
elde edilmesi çok güç anlamına gelmektedir. Erek şiire baktığımızda, erek dilde
böyle bir kullanım olmamasına karşın çevirmen sözcüğü sözcüğüne çeviri
gerçekleştirerek “im Rachen des Löwen” olarak aktarmıştır. Anlaşılması zor
olmayan bir atasözü olması, erek dilde de böyle kullanılmasında imgenin
betimlemesinde bir engel oluşturmamıştır:
(…)
Senin yiyeceğin kalaylı kapta;
Benimki aslan ağzında;
(…)
(Kanık, 1998: 120)
(…)
Du kriegst dein Futter in verzinnten Töpfen,
Meins ist im Rachen des Löwen.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 199)
91
Kanık‟ın Misafir şiirinde (bir durumda) hiçbir şey etkili olmaması anlamında
kullanılan “bana mısın demedi” deyimi, erek şiirde doğrudan anlamı verilerek
yetmedi anlamına gelen “haben nicht gereicht” sözüyle aktarılmış, deyimin şiire
kattığı anlam yoğunluğu erek şiirde kaybolmuştur:
Dün fena sıkıldım, akşama kadar;
İki paket cıgara bana mısın demedi;
(…)
(Kanık, 1998: 69)
Gestern habe ich mich von früh bis abends gelangweilt.
Zwei Packungen Zigaretten haben nicht gereicht.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 123)
Orhan Veli‟nin Değil şiirinde “düşman başına” deyimi, durumun kötülüğünü
gösteren, “düşmanıma bile vermesin” sözünden farklı olarak kötü durumun ağırlığını
göstermek için kullanılan bir deyimdir. Çevirmen, bu deyimi Almancada
açımlayarak, deyim kullanmadan sadece anlamını vermiştir:
(…)
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
(…)
(Kanık, 1998: 67)
Ein Kummer zum Herzzerreißen,
Ein Kummer, den man nur Feinden wünscht.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 117)
Orhan Veli‟nin Yol Türküleri adlı şiirinde de çok sayıda deyim kullanılmıştır.
Yolculuğa çıkan birine iyi dilekte bulunmak için söylenen “yolun açık ola!” deyimi,
Almancaya “Gute Reise, frohen Weg” olarak aktarılmıştır. İyi seyahatler anlamına
gelen “Gute Reisen”ın yanında, Almanca‟da kullanılmayan, erek okuyucuya yabancı
92
gelebilecek ama bağlamdan ne denilmek istendiği çıkartabilecek “frohen Weg”,
keyifli yollar, sözü eklenmiştir. Şiirin bir başka dizesinde geçen ve amaçsız bir
şekilde yürümek anlamında kullanılan “bir aşağı bir yukarı” deyimi anlamına uygun
bir biçimde “einmal auf und ab” olarak çevrilmiştir. Çok özlemek anlamında
kullanılan “gözde tütmek” deyimi, hayalini gözlerimin önüne getiriyorum anlamını
taşıyan “ersehne ich deine Vision” olarak aktarılarak kaynak şiirdeki anlamdan kısmi
olarak sapılmıştır. “Selam uçurmak” deyimi, selam göndermek anlamında
Almancaya uygun bir şekilde aktarılmıştır. Uyarmak için söylenen “Ayağını denk al”
sözü, Almancada tam karşılığı olan bir deyimle, “Sei auf der Hut” olarak başarılı bir
şekilde aktarılmıştır. “Her şey ateş pahasına” deyimi, Almancaya “Und alles, was
man braucht, zu Wucherpreisen“ olarak çevrilmiştir. Erek dizede, kaynak dizede
olmayan ve lazım olan her şey ifadesini çevirmen erek metnine dâhil etmiştir. Erek
metinde kullanılan Wucher sözcüğünün kendisi, zor durumda olan veya alışverişte
acemi birine bir ürünü veya hizmeti olduğundan daha pahalıya satmak anlamını
taşıyan bir sözcüktür. “Wucherpreis” sözcüğünün karşılığı ise fahiş fiyattır. Deyim
olan ve vakit geçirmeden yola devam edilmeli anlamını taşıyan “yolcu yolunda
gerek”, Almancada deyim olmayan ama anlamsal olarak kaynak dizedeki anlamı
taşıyan “wer reist, der muß weiter” sözüyle karşılanmıştır:
(…)
Haydi, benim bu dünyaya garip gelmiş şairim,
Yolun açık ola!“
(…)
Ellerim ceplerimde,
bir aşağı bir yukarı.
(…)
Sensin gece gündüz gözümde tüten.
(…)
Bir selâm uçuralım.
(…)
93
Zaten efkârlısın,
Ayağını denk al, şekerim.
(…)
Üç tane kuzu;
Her şey ateş pahasına.
(…)
Haydi yavrum, yolcu yolunda gerek.
(…)
(Kanık, 1998: 73)
(…)
Also mein Dichter, der du einsam auf diese Welt gekommen,
Gute Reise, frohen Weg!“
(…)
Die Hände in den Taschen
Einmal auf, einmal ab.
(…)
Tag und Nacht ersehn ich deine Vision.
(…)
Laßt uns von hier einen Gruß senden
(…)
Du bist eh schwermutsvoll,
Sei auf der Hut, Freund.
(…)
Drei Lämmer, Die wehklagen;
Und alles, was man braucht, zu Wucherpreisen.
(…)
Los Junge, wer reist, der muß weiter.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 129)
Kanık‟ın Sakal şiirinde geçen ve Yıllar pek çok deneyim kazandırmış olması
anlamını taşıyan “değirmende saç ağartmamak”, erek dile sözcüğü sözcüğüne
çevrilmiştir. Kaynak dil okuyucusunun anlayabileceği fakat erek okuyucunun
anlayamayacağı bir deyimdir. Çevirisi, uygun bir Almanca deyim veya açımlama
yapılarak aktarılabilirdi:
(…)
Hanginiz bilir, benim kadar,
Memnun etmesini?
Değirmende ağartmadık biz bu sakalı!
(Kanık, 1998: 64)
94
(…)
Wer von euch kann sie so gut wie ich
Befriedigen?
Unser Bart ist nicht in der Mühle grau geworden.
(Pazarkaya, 1985: 111)
Orhan Veli‟nin Tahattur şiirinde çok önemli bir işin olsa bile anlamını
taşıyan “iki elin kanda olsa gel“ deyimi, Almancaya doğrudan sözcüğü sözcüğüne
çevrilmiştir. Erek okuyucunun zihninde “iki elin neden kanlı olduğu?“ sorusu
oluşabilen bu deyimde, çevirmen doğrudan anlamı vererek veya erek dilde eşdeğer
bir deyim bularak karşılayabilirdi:
(…)
“iki elin kanda olsa gel“ diyor,
Telgrafın;
(…)
(Kanık, 1998: 83)
(…)
„Komm, auch wenn deine beiden Hände bluten“,
Schreibst du in deinem Telegramm.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 143)
Orhan Veli‟nin Kuyruklu Şiir‟inde “yollarımız ayrı” deyimi ile iki kişi
arasında görüş ayrılığı bildirmek anlamını taşıyor. Erek metinde ise sözcüğü
sözcüğüne çevrilerek verilen bu deyim, iki sevgilinin ayrılması anlamını içeriyor.
“Wir kommen von ganz anderen Leben” (İkimiz de bambaşka hayatlardan geliyoruz)
şeklinde bir aktarım daha uygun olurdu:
Uyuşamayız, yollarımız ayrı;
Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;
(…)
(Kanık, 1998: 120)
95
Wir können uns nicht vertragen, unsere Wege sind getrennt.
Du bist die Metzgerkatze, ich die Straßenkatze.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 199)
Gülten Akın‟ın İbrahim için Söylence adlı şiirinde geçen “kan ter içinde
uyanmak” deyimi, Almancada da deyim “Schweiß gebadet“ olarak çevrilmiş,
“kılıçtan geçirilmek” deyimi ise erek dile deyim olarak aktarılmamış, anlamı
verilerek çevrilmiştir:
(…)
Uyanır kan ter, buyurur
O yıl ülkede doğan
(…)
Urfa asmasının bütün sürgünleri
Kılıçtan geçirilir
(…)
(Pazarkaya, 2008: 104)
(…)
Erwacht Schweiß gebadet, befiehlt
In dem Jahr im Land
(…)
Sämtliche Triebe der Rebe von Urfa
Werden niedergemetzelt
(…)
(Pazarkaya, 2008: 105)
Gülten Akın‟ın Yol şiirinde “kanı kanla yumazlar dedik” dizesinde geçen
sözler, kanı kanla yumazlar kanı suyla yularlar olarak söylenen ve kötülük, kötülük
yapılarak düzeltilmez ancak iyilik yapılarak düzeltilir anlamını taşıyan bir
atasözüdür. Bu atasözünü karşılayacak Almanca bir atasözü kullanılmamış, sözcüğü
sözcüğüne çeviri yöntemi seçilmiştir. Bu da Alman okuyucunun bu sözleri
anlamasını zorlaştırabilir.
96
(…)
Kanı Kanla yumazlar dedik
Bunu böyle belleyip belletti
(…)
(Pazarkaya, 2008: 70)
(…)
Blut wäscht man nicht mit Blut sagten wir
So lernten und lehrten wir es
(…)
(Pazarkaya, 2008: 71)
Orhan Veli‟nin Keşan şiirinde geçen kapıya dayanmak deyimi, gelip çatmak
anlamında kullanılmıştır. Erek şiirde bu deyimin anlamı, gerçek anlamında olduğu
gibi “kapımızın önünde durdu” olarak çevrilmiştir:
(…)
Çorbam geldi sıcak sıcak;
Kamyon geldi kapımıza dayandı.
(…)
(Kanık, 1998: 68)
(…)
Meine Suppe wurde gebracht, warm.
Der Lastwagen hielt vor unserer Tür.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 121)
Orhan Veli‟nin Vazgeçemediğim şiirinde çılgına çevirir, sinirlendirir
anlamında kullanılan “deli eder” deyimi, Almancaya “um die Sinne bringen”
deyimiyle karşılanarak, anlamdan sapmadan, uygun bir biçimde çevrilmiştir:
Deli eder insanı bu dünya;
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku
(…)
(Kanık, 1998: 63)
97
Um die Sinne bringt diese Welt den Menschen;
Diese Nacht, diese Sterne, dieser Duft
(…)
(Pazarkaya, 1985: 109)
Orhan Veli‟nin Gangster adlı şiirde geçen “ekmeklerini alıyorum ellerinden”,
birilerinin işlerini kaybetmesini sağlayarak geçimlerini sıkıntıya sokmak anlamını
taşıyor. Erek şiirde de aynı anlamı taşıyan “um ihr Brot bringen” deyimiyle başarılı
bir şekilde aktarılmıştır:
(…)
Mademki ekmeklerini alıyorum
Ellerinden,
Buyursunlar onlar da benim yerime
(…)
(Kanık, 1998: 202)
(…)
Weil ich sie aber dadurch um ihr Brot bringe,
Können sie künftig von mir aus
an meiner Stelle Gedichte schreiben.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 51)
Orhan Veli‟nin Pireli Şiir‟inde Akla yatkın olmamak ve birbirini tutmamak
anlamına gelen “ipe sapa gelmez“ deyimi, tam karşılığı olan “ohne Hand und Fuß”
deyimiyle başarılı bir şekilde aktarılmıştır:
(…)
Yazdığı da ne? Bir sürü
İpe sapa gelmez kelâm
(Pazarkaya, 1985: 190)
(…)
Und was er schreibt? Jede Menge
Schwafel ohne Hand und Fuß.
(Pazarkaya, 1985: 191)
98
Gülten Akın‟ın Dellocan şiirinde geçen „‟Dur durak dinlememek‟‟ deyimi
Almancaya yine deyim olan ve Türkçe deyimi karşılayan „‟keine Rast und Ruhe‟‟
olarak başarılı bir şekilde aktarılmıştır:
(…)
Keşik vermez, dur durak dinlemez
Analarla, yoldaş olmuştur
(…)
(Pazarkaya, 2008: 102)
(…)
Kennt keine Ablösung, keine Rast und Ruhe
Der Schmerz wurde zum Gefährten der Mütter
(…)
(Pazarkaya, 2008: 103)
3.3.2. Ġkilemelerin Çevirisi
Anlamı güçlendirmede, pekiştirmede kullanılan ve genel olarak sıfat
görevinde bulunan ve iki sözcüğün kullanılmasıyla oluşturulabilen sözcük gruplarına
ikileme denilmektedir. Hatiboğlu (1981: 57-59), anlam bakımından ikilemeyi kuran
sözcüklerin beş gruba ayrıldığını, bunların:
İki sözcüğü de anlamlı ikileme;
Aynı anlamlı sözcüklerden kurulan ikileme;
Anlamları yakın sözcüklerden kurulan ikileme;
Anlamları karşıt sözcüklerden kurulan ikileme;
Bir sözcüğü anlamlı ikileme;
İki sözcüğü de yarı anlamlı ikileme olduklarını belirtir.
Aşağıdaki tabloda bu ikileme gruplarına örnekler verilmektedir:
99
Aynı sözcüğün tekrarıyla kurulan
ikilemeler
ayrı ayrı, yer yer, yavaş yavaş, alışa
alışa vb.
Anlamları karşıt iki sözcüğün bir araya
gelmesiyle oluşan ikilemeler
düşe kalka, az çok, ileri geri, iyi kötü,
aşağı yukarı vb.
Yakın anlamlı iki sözcüğün
kullanılmasıyla oluşan ikilemler
delik deşik, doğru dürüst, ak pak vb.
Bir sözcüğü anlamlı ikilemeler saçma sapan, ufak tefek, yarım yamalak
vb.
İki sözcüğü de yarı anlamlı ikilemeler kem küm, ıvır zıvır, abuk sabuk vb.
Bu ikilemelerin dışında özellikle incelediğimiz şiirlerde de geçen ve
yansımalardan kurulan ikilemeler de vardır: ”Doğanın seslerini taklit ederek yansıtan
bu sözcükler, bir çeşit ad sayılırlar ve ikileme olarak iki şekilde kurulurlar: Aynı ve
ayrı yansıma seslerinden faydalanılarak kurulan ikilemeler olarak adlandırılan bu
ikilemelerden ilkine örnek olarak „fokur fokor; fıkır fıkır; şırıl şırıl‟, ikinci gruba da
„takır tukur, şapır şupur, şangır şungur‟ gösterilebilir” (Hatiboğlu, 1981: 36).
Almancada da ikilemeler bulunmakta ve bunlar Zwillingsformeln olarak
adlandırılmaktadır. Türkçeden farklı olarak oluşturulan ikilemeler, iki anlamlı
sözcüğün arasına genelde und, aber vb. bağlaçları getirilerek oluşturulur. Almanca
ikilemelere örnek olarak: langsam aber sicher, Leib und Seele, leicht und locker, mit
Sack und Pack, offen und ehrlich, mit Händen und Füssen, Mann und Maus, Nie und
Nimmer, Stein und Bein, schief und krumm, reich und schön vb. gösterebiliriz.
Yüksel Pazarkaya örneğinde çevirdiği şiirlerde de ikilemelerin sıkça
kullanıldığı görülmektedir. Aşağıdaki ikileme örneklerinin büyük çoğunluğunun
100
genellikle aynı sözcüklerin tekrarlanmasıyla oluşmuş ikilemelerdir. Çevirilerde
ikilemelerin Almancaya genellikle kaynak şiirdeki gibi ya ikilemenin anlamı
verilerek ya da eşdeğer ikilemeler kullanılarak aktarıldığı görülmektedir:
Ahmet Haşim‟in Merdiven isimli şiirinde geçen “ağır ağır” ikilemesi, erek
şiirde, kaynak şiirdeki ikilemenin sözcük anlamı verilerek yavaş anlamına gelen
“langsam” sözcüğüyle aktarılmıştır. Şiirin bir başka dizesinde geçen ve yüzün git
gide solgunlaştığını belirten “perde perde” ikilemesi, Almancaya başarılı bir şekilde
“mehr und mehr” ikilemesiyle aktarılmıştır:
(…)
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden.
Eteklerinde gümüş rengi bir yığın yaprak
(…)
Sular sarardı… Yüzün perde perde solmakta,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 14)
(…)
Langsam wirst du diese Treppe hinaufsteigen,
Ein Haufen Sonnenfarbener Blätter an deinem Saum.
(…)
Die Wasser wurden gelblich… Blasser mehr und mehr dein
Gesicht,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 15)
Âşık Veysel‟in Dostlar Beni Hatırlasın isimli şiirinde geçen “kucak kucak”
ikilemesi, bol bol anlamında kullanılmaktadır. Burada da çevirmen, çok anlamına
gelen “viele” sözcüğünü kullanarak ikilemenin sadece anlamını vermeyi yeğlemiştir:
(…)
Selâm olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın
(…)
101
(Oğuzcan, 1985: 14)
(…)
Viele Grüße nun zum Verbleib
Freunde solln meiner gedenken
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Nazım Hikmet‟in 20 Eylül 1945 başlıklı şiirinde geçen “pırıl pırıl” ikilemesi,
parlayan anlamına gelmektedir ve çevirmen tarafından ikileme yerine parlayan
anlamına gelen “leuchtend“ sözcüğü kullanılarak çevrilmiştir:
(…)
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
(…)
(Ran, 2011: 619)
(…)
schwer wie die Hand
und leuchtend wie die Sterne
sind deine Worte.
…
(Pazarkaya, 1987: 37)
Nazım Hikmet‟in Kızçocuğu isimli şiirinde geçen “birer birer” ikilemesi,
teker teker kapıları çalmayı betimlemek için kullanılmıştır. Çevirmen, iki zıt
sözcüğün kullanımıyla oluşturulmuş olan ve uzak yakın anlamına gelen “fern und
nah” sözcükleriyle aktarmayı tercih etmiştir. Kaynak metinde verilmek istenen
etkiden, erek metinde uzaklaşıldığı görülüyor:
Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
(…)
(Ran, 2011: 1581)
Ich klopfe an die Türen,
An die Türen fern und nah.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 43)
102
Necip Fazıl Kısakürek‟in Serseri adlı şiirinde geçen “diyar diyar” ikilemi,
erek metinde ikileme oluşturulmadan, sadece devamlı anlamına gelen “immer
weiter” sözcükleriyle verilmiş. Türk Dil Kurumu‟nun Türkçe sözlüğünde diyar
sözcüğünün anlamı, ülke ve mecaz anlamda dünya‟dır:
(…)
Bir rüya uğrunda, ben diyar diyar,
gölgemin peşinden yürür, giderim…
(…)
(Kısakürek, 2011: 68)
(…)
Für einen Traum ziehe ich immer weiter
Hinter meinem Schatten her wie ein Unikum…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 53)
Necip Fazıl Kısakürek, Sayıklama isimli şiirinde anlatımı güçlendirmek için
yansıma seslerinden faydalanarak ikilemeler oluşturmuştur. Kaynak metinde geçen
kedinin “hırıl hırıl” ses çıkarmasını çevirmenin “schnurr schnurr” olarak aktarmıştır.
Bu yansıma sesi, kedinin memnun olduğunda çıkardığı bir sestir, ve kedinin hırıltısı
erek dilde de bu şekilde telafuz edilir. Kaynak metinde cücelerin “fırıl fırıl”
dönmesinden bahsedilmektedir. Erek metinde bu cücelerin “surr surr” biçiminde
döndüğü görülmektedir. Çevirmenin yansıma ses olarak “surr surr”u neden seçtiği
bilinmiyor. “surr surr” sözcüklerinin fırıl fırıl ikilemesiyle anlamsal olarak bir
benzerliği bulunmamaktadır. Almancada “surren” fiili, bir sineğin uçarken çıkardığı
ses/ bir uçağın mekanik motor sesi olarak geçmektedir. Çevirmenin seçtiği “surren”
sözcüğünün surr olarak bir kısaltımı bulunmamaktadır. “Nurdan bir şehrin/ pırıl
pırıl” dizelerinde, çevirmen ışıklı şehir anlamına gelen Lichterstadt olarak aktararak
yansıma sesi olmayan “Spur Spur” olarak aktarmıştır. Burada kastedilen “Spur”
sözcüğü, iz anlamında kullanılıyor ve çevirmen şehirdeki ışığın izini belirtmeye
103
çalışmıştır. Çevirmenin bu yöntemi, ikilemeye örnek değildir. “Arzular kanımda bir
çağlayan,/ şırıl şırıl,” dizesinde geçen yansıma sesini ”Schur Schur” olarak
aktarmıştır. Erek dilde su sesinin yansıması “Schur” olarak geçmemektedir.
“Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,/ Mırıl mırıl,” dizelerinde geçen yansıma
sesle oluşturulmuş ikileme kaynak dilde, kedilerin çıkardığı sesin yanı sıra insanların
durmaksızın konuşması sırasında çıkarılan sese örnektir. Erek metinde ise bu
yansıma sesler “Gurr gurr” olarak aktarılmıştır. Bu ses erek kültürde güvercinlerin
çıkardığı sestir:
İplik iplik sarıyor sükutu bir yumakta,
Hırıl hırıl,
Hırıl hırıl…
(…)
Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce,
Fırıl fırıl,
Fırıl fırıl…
(…)
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim,
Pırıl pırıl,
Pırıl pırıl…
(…)
Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan,
Şırıl şırıl,
Şırıl şırıl…
(…)
Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,
Mırıl mırıl,
Mırıl mırıl…
(Kısakürek, 2011: 303)
Faden um Faden wickelt sie die Stilee zu einem Knäuel,
Schnur schnurr,
Schnurr schnurr…
(…)
Um mich kreisen bucklige Zwege wie Gespenster,
Surr surr,
Surr surr…
(…)
Wie eine Lichterstadt mir meine Seele ansehn,
104
Spur Spur,
Spur Spur…
(…)
Ich bin jung, sterbe nicht, Wunschkaskaden sind in meinem Blut,
Schurr schurr,
Schurr schurr..
(…)
Von der Lebensfreude erzählte an meinem Kopfende,
Gurr gurr,
Gurr gurr…
(Pazarkaya, 1987: 52-53)
Ahmet Muhip Dranas‟ın Fahriye Abla şiirinde geçen ve iki benzer sözcüğün
kullanımıyla oluşan “ak pak” ikilemesi, betimleme yolu seçilerek kar gibi beyaz
anlamına gelen “weiß wie Schnee” sözcükleriyle karşılanmıştır:
(…)
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!
(…)
(Dranas, 2009: 75)
(…)
Deine Augen, Zähne, dein Hals, weiß wie Schnee.
Unsere schönste Nachbarin warst du, Tante Fahriye!
(…)
(Pazarkaya, 1987: 73)
Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Otuz Beş Yaş şiirinde geçen “bir bir” ikilemesi, erek
metinde ikileme kullanılmadan sadece anlamı verilerek “nacheinander” sözcüğü ile
karşılanmıştır:
(…)
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
(…)
(Tarancı, 1997: 188)
105
(…)
Emporsprossen, sind unsere Wege nacheinander getrennt;
Unsere Einsamkeit wächst ständig in diesem Getriebe.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 87)
Aynı şairin Patik Yap, Kunduracı isimli şiirinde geçen “bol bol” ikilemesi,
Almancaya ikileme kullanılmadan bir sürü anlamına gelen “jede Menge”
sözcükleriyle karşılanmıştır:
Patik yap, kunduracı, bol bol patik;
Bebeler için, ilk adımı atacak,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 92)
Mach Babyschuhe, Schuster, jede Menge mit Geschmeid„;
Für Babys, die ihren ersten Schritt machen werden,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 93)
Aynı şairin, Ben Maksada Bakarım isimli şiirinde geçen ve insanı betimlemek
için kullandığı ve bu şiirdeki bağlamda işe yaramaz, boş anlamına gelen “abur
cubur” ikilemesi, iki anlamsız sözcüğün bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.
Erek metni incelediğimizde ise çevirmenin bu ikilemin karşılığı olarak “Kraut und
Rüben” ikilemesini seçmiştir. “Kraut und Rüben” ikilemesinin anlamı, dağınık,
birbirine girmiş, kargaşa hali olarak kullanılır. Çevirmenin bu seçimi, betimlemeyi
değiştirmiştir:
(…)
İnsan dediğin nedir
Abur cubur
Olsa da olur
Olmasa da olur
(…)
(Rifat, 2010: 174)
106
(…)
Was ist schon der Mensch
Kraut und Rüben
Es ist egal ob er hüben
Ist oder drüben
(…)
(Pazarkaya, 1987: 113)
Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Dünyaca isimli şiirinde “ayrı ayrı” ikilemesi,
Almancaya ikileme kullanılmayarak ayrı anlamına gelen “getrennt” sözcüğüyle
aktarılabilmiştir:
(…)
Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Bölmüş saadetimizi çizgi yurtların;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 130)
(…)
Wir Menschen sind getrennt voneinander,
Durch Ländergrenzen zerteilt unser Glück;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 131)
Behçet Necatigil‟in Panik isimli şiirinde “yılgın yorgun” ve “bezgin ürkek”
ikilemeleri, Almancaya sadece anlamları verilerek ikileme kullanılmadan
çevrilmiştir:
(…)
Fabrika duvarları sağır kale kapıları
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar…
(…)
(Necatigil, 2012: 219)
(…)
Die Fabrikmauern sind taube Festungstore
Eingeschüchterte müde Männer, verdrießlich scheue Frauen…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 167)
107
İlhan Berk‟in İstanbul adlı şiirinde geçen “söve söve” ikilemesi Almancaya
sövmek fiilinin „Partizip I‟ hali olan “fluchend” kullanılarak çevrilmiştir. Çevirmen
erek metninde aynı dizede “dört yanında” ifadesini bu sefer Almanca bir ikileme
olan ve kıyıda köşede anlamını taşıyan “In allen Ecken und Enden”i kullanarak
çevirmiştir:
(…)
İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul
Dört yanında Allah‟a söve söve yaşanır
(…)
(Berk, 2006: 60)
(…)
Für die Vagabunden hat Istanbul zwei feuchte Augen
In allen Ecken und Enden lebt man Gott fluchend
(…)
(Pazarkaya, 1987: 175)
A. Kadir‟in Ve Çocuklar şiirinde çevirmen, bu ikilemeleri Almancaya sözcük
anlamlarını vererek ikileme kullanmadan çevirmeyi tercih etmiştir:
(…)
Boyunları ince ince
gözleri beyaz beyaz,
burunları ufak ufak.
(…)
(Pazarkaya, 1986: 186)
(…)
Ihr Hals strichdünn,
ihr Auge Weiß,
ihre Nase winzig.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 187)
108
Cahit Külebi‟nin Hasret isimli şiirinde geçen “ağır ağır” ikilemesi Almancaya
ikileme kullanılmadan yavaş anlamına gelen “langsam” sözcüğüyle aktarılmıştır:
(…)
Bulunduğum şehir İstanbul‟du,
Ağır ağır kar yağıyordu
(…)
(Külebi, 1998: 13)
(…)
Istanbul war die Stadt, in der ich mich befand,
Langsam rieselte der Schnee,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 197)
Cahit Külebi‟nin Rüzgâr isimli şiirinde “gezmiş tozmuş” ve yarı anlamlı iki
sözcükten oluşturulmuş olan “allak bullak” ikilemelerinin Almanca erek metninde
ikileme kullanılmadan sadece bu ikilemelerin anlamları verilerek çevrildiği
görülmektedir:
(…)
Nerelerde gezmiş tozmuş
Öğrenemedim.
(…)
Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu
Yüreğini allak bullak etmişti.
(…)
(Külebi, 1998: 59)
(…)
Wo er sich überall herumtrieb
Konnte ich nicht erfahren.
(…)
Salzgeruch, Teergeruch, Schweißgeruch
Wühlten ihm sicher das Herz auf.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 203)
109
Özdemir Asaf‟ın Mi şiirinde geçen ve alışılmamış bağdaştırma ile
oluşturulmuş “avaz-avaz” ikilemesi, sözcük anlamı olarak yüksek sesle anlamını
taşıyor ve erek metne de bağırarak sen anlamına gelen “schreiend du” olarak,
ikileme kullanılamadan ama doğru anlamıyla aktarılmıştır:
(…)
Ve bir öğle sıcağında
Yapraklarımın gölgesinde
Avaz- avaz sen.
(Asaf, 2011: 112)
(…)
Und unter einer Mittagshitze
Im Schatten meiner Blätter
Schreiend du.
(Pazarkaya, 1987: 217)
Özellikle Attila İlhan‟ın şiirlerindeki ikilemeler ve sözcük tekrarlarının aynı
zamanda kimi alışılmamış bağdaştırmalarının oluşturulmasında kullanıldığı dikkat
çekmekte. Attila İlhan‟ın yağmur kaçağı şiirinde de “telaş telaş” ikilemesi
kullanılmış, çevirmen de bu betimlemeyi Almancada ikileme olarak aktarmayıp,
anlamlarını karşılayan ve telaşlı-şaşkın sözcüklerini kullanarak “hastig und verwirrt”
olarak aktarmıştır. Aynı kaynak şiirde geçen “gizli gizli” ikilemesini sadece
ikilemenin anlamını veren “heimlich” (gizlice) olarak aktarılmıştır:
(…)
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
(…)
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
(…)
(İlhan, 2011: 9)
110
(…)
wenn du nachts heftiges herzklopfen hörst
flüchte ich hastig und verwirrt vor dem regen
(…)
wenn du mich siehst vielleicht begreifst du nicht
und du weinst heimlich vor dich hin
(…)
(Pazarkaya, 1987: 235)
Yine Attila İlhan‟ın istanbul ağrısı isimli şiirinde aynı sözcüklerin
tekrarlanmasıyla oluşturulan “parça parça” ikilemesi, erek dile doğrudan anlamının
aktarılmasıyla oluşturulmuş, ikileme özelliğini kaybetmiştir. Yine aynı şekilde
“pançak pançak” ikilemesi avuç dolusu anlamına gelen “händevoll” olarak ikileme
özelliğini kaybederek aktarılabilmiştir:
kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
(…)
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
(…)
(İlhan, 2012: 11)
(…)
die augustnächte mit ihren zerstückelten flügeln
wenn die sterne kochen
in scherben zu meinen füßen ausgeschüttet
du
(…)
händevoll gedichte ausspucken
also wieder werde ich
(…)
(Pazarkaya, 1987: 235)
111
istanbul ağrısı şiirinin devamında yine ikilemelerin sıkça kullanıldığı
görülmektedir. Bulut sözcüğüyle oluşturulmuş “bulut bulut” ikileme tasvirinin
Almanca erek şiire bulutlar gibi anlamında “wie wolken “ olarak çevrildiğini
görülür. Dilde sıkça kullanılmayan bir ikileme olduğundan ve Almanca karşılığı
bulunmadığından doğru bir aktarım olarak kabul edilebilir. “bakıp bakıp/ ağlayan”
ikilemesinin çevirisi, Almancaya bakmak sözcüğünün Partizip I hali “schauend”
kullanılarak çevrilmiştir:
(…)
eğer sen yine istanbul‟san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
(…)
anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
(…)
(İlhan, 2012: 13)
(…)
wenn du wieder istanbul bist
daß du deine schmutzigen lippen
wie wolken zu meinen lippen hinreichst
(…)
weit über anatolien schauend
weinst
(…)
(Pazarkaya, 1987: 237)
Yine istanbul ağrısı şiirinde geçen “burgu burgu” ikilemesi, hem delik
açmaya yarayan bir alet anlamı taşıyan “burgu” sözcüğünün tekrarı ile oluşturulmuş,
hem de aşama aşama deldiğini anlatıyor. Almanca çevirisinde delmek fiilinin
Partizip I hali olan “bohrend” kullanılarak aynı tasvir verilmek istenmiştir. “satır satır
okumak” ikilemesi erek metne, kaynak dildeki anlamın tam karşılığı olan “zeile für
zeile” ikilemesiyle başarılı olarak aktarılmıştır:
112
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
(…)
sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
(…)
(İlhan, 2012: 14)
(…)
wie eine wilde schlange die tödliches gift kotzt
bohrend in mich hinein leerst
(…)
das ich den sizilianischen fischern
und den marseiller dockarbeitern
zeile für zeile vorlesen möchte
(…)
(Pazarkaya, 1987: 239)
Attila İlhan‟ın yorgunlar sendikası adlı şiirinde yine şairin kendine özgü
oluşturduğu “ünlem ünlem” ve “bulut bulut” ikilemeleri Almancaya ünlem gibi
kaçışan kalabalık anlamına gelen “menge die wie ausrufe wegläuft” ve bulutlar
içimizdeki güneşlerin tutulmasına neden oluyor anlamında kullanılan “die wolken
verfinstern in uns die sonnen“ şeklinde ikileme oluşturulmadan aktarılmıştır:
(…)
ünlem ünlem dağılan sıtmalı kalabalık
ilk tramvaylarla götürdüğümüz
(…)
içimizde bulut bulut bir güneş tutuluyor
soluklarımızı kesen demirden sarmaşıklar
(…)
(Pazarkaya, 1987: 242)
(…)
die malariaverseuchte menge die wie ausrufe wegläuft
die wir mit den ersten straßenbahnen brachten
(…)
die wolken verfinstern in uns die sonnen
unsern atem erstickt der efeu aus eisen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 243)
113
Hasan Hüseyin Korkmazgil‟in karagün dostu başlıklı şiirinde yansıma
seslerden faydalanılarak bir boru vasıtasıyla “gürül gürül“ ikilemesiyle akarak
uyandırılmak istendiğini belirterek tasvir edilmiştir. Çıkan seslerle, sanki bir sıvıymış
ve gürültü çıkararak akıyormuş gibi bir etki uyandırmak istenmiştir. Erek şiire
baktığımızda uyandırma borusunun “çok yüksek ses çıkardığı” biçiminde çevrilmiş,
sesin akışkan bir şeymiş gibi aktığı etkisini gösteren ve ikilemenin kattığı anlam
yoğunluğu kaybolmuştur:
(…)
ve karşı tepelerden
gürül gürül bir kalk borusu
(…)
(Pazarkaya, 1987: 254)
(…)
und von den gegenüberliegenden hügeln
tönt überwältigend die wecktrompete
(…)
(Pazarkaya, 1987: 255)
Turgut Uyar‟ın kavşakta başlıklı şiirinde geçen ve ilki anlamlı bir sözcük,
ikincisinin önüne /m/ sesi getirilerek oluşturulmuş olan “ilaç milaç“ ile aynı iki yakın
anlamlı sözcüğün yan yana kullanılmasıyla oluşan “bok püsür” ikilemeleri,
Almancada bulunmayan ve muhtemelen çevirmen tarafından oluşturulmuş bir
ikilemeyle çevrilmiştir:
(…)
ilaç milaç bok püsür
şuramda bir şeyler var
(…)
(Uyar, 2011: 415)
(…)
arznei und kuckucksei, schund und schrund
hier an dieser seite habe ich etwas
(…)
(Pazarkaya, 1987: 271)
114
Turgut Uyar‟ın acının tarihi başlıklı şiirinde yavaşça anlamında kullanılmış
olan “usul usul” ikilemesi, Almancada eşdeğer bir ikileme kullanılmadan sadece
yavaş anlamına gelen “langsam” sözcüğüyle aktarılmıştır:
(…)
suyun bardakta duruşu gibi
bir öfke usul usul büyürken kuytuda
yemyeşil bir çayır görünümündedir
(…)
(Uyar, 2011: 423)
(…)
wie das wasser im glas
wenn eine wut langsam wächst im verborgenen
sieht es wie eine grüne wiese aus
(…)
(Pazarkaya, 1987: 273)
Cemal Süreya‟nın Kurt başlıklı şiirinde bir köpek anlatılırken kullanılan
“havlaya havlaya” ikilemesi ile betimlemiştir. Erek şiirde çevirmenin havlama fiilini
ikileme oluşturmadan Partizip I hali olan “bellend” sözcüğünü kullanarak çevirdiği
görülmekte:
(…)
Ödleriyle öten kuşlar gibi
Havlaya havlaya kirlenir
(…)
(Süreya, 2012: 120)
(…)
Wie die Vögel, die aus der Galle singen
Beschmutzt er sich bellend
(…)
(Pazarkaya, 1987: 315)
Özdemir İnce‟nin Ozan başlıklı şiirinde yakın anlamlı iki sözcük olan “mal
mülk” ikilemesi, Almancada eşdeğer ikilemesi olan “Hab und Gut” ikilemesi
kullanılarak başarılı bir şekilde çevrilmiştir. Aynı şiirde geçen “delik deşik”
115
ikilemesi, erek şiire sadece anlamı verilerek delinmiş anlamına gelen “durchbohrtes”
olarak çevrilebilmiştir:
(…)
malın-mülkün olmadı
hasretten başka
(…)
sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
(…)
(İnce, 2001: 118)
(…)
außer sehnsucht
hast du kein hab und gut
(…)
du bist fern von der heimat
von tausend sehnsüchten durchbohrtes herz
(Pazarkaya, 1987: 337)
Ahmet Erhan‟ın Güvercin Kanadına Yazılan Şiir başlıklı şiirinde güneş tasvir
edilirken kullanılmış olan “salkım salkım” ikilemesi, aslında üzüm gibi, birçoğu sap
üzerinde bulunan meyveler için kullanılan ve ikilemeyle oluşturulmuş alışılmamış
bağdaştırmaya örnektir. Kaynak şiirdeki bu alışılmamış bağdaştırma akıcı bir
sıvıymış gibi tasvir edilmiştir. Almanca erek metinde ise bu alışılmamış bağdaştırma
örneği kullanılmayarak “In Fluten lief” (sel) sözü kullanıldığını ve kaynak şiirdeki
bu anlatım yoğunluğunun kaybolduğunu görebiliriz. Pek çok anlamını taşıyan “oluk
oluk” ikilemesi, Almancaya doğrudan ikilemesi kullanılmadan anlamı verilerek yine
“in Fluten“ (sel) olarak aktarılmıştır:
Güneş salkım salkım akardı üstümden
(…)
Yağmur oluk oluk yağardı üstümden
(…)
(Pazarkaya, 1987: 382)
In Fluten lief die Sonne an mir herab
(…)
116
In Fluten rann der regen an mir herab
(…)
(Pazarkaya, 1987: 383)
Orhan Veli‟nin şiirlerine baktığımızda da birçok ikilemeyi şiirlerinde
kullandığı görülmektedir. Orhan Veli‟nin şiirlerinde geçen ve kıvrımlı anlamını
taşıyan “kıvır kıvır” ikilemesi, erek şiirde sadece kıvırcık anlamında kullanılan
“kraus” sözcüğüyle aktarılmıştır. Yine benzer iki sözcüğün kullanımıyla
oluşturulmuş olan “bıktım usandım” ikilemesi, Almanca erek metinde ikileme
kaybolarak sadece “überdrüssig” (bıkmak) anlamında aktarılabilmiştir:
Bu evin bir köpeği vardı;
Kıvır kıvırdı, adı Çinçon‟du, öldü
(…)
(Veli, 1998: 121)
Dieses Haus hatte einen Hund;
Er war kraus, hieß Tschintschon und starb.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 47)
Bıktım usandım sürüklemekten onu,
Senelerdir ayaklarımın ucunda;
(…)
(Veli, 1998: 43)
Ich bin seiner überdrüssig geworden,
Seit Jahre an meinen Füßen.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 79)
Orhan Veli‟nin Sucunun Türküsü adlı şiirinde yürüyüşü tasvir ederken
kullandığı “salına salına” ikilemesi ve yokuş çıkarken dönemeçleri dönerken
kullandığı “döne döne” ikilemelerinden ilki, ikileme özelliği taşıyan “mit sang und
117
klang in wiegendem gang” sözünde geçen “wiegendem gang” kullanılarak
aktarılmıştır. Kaynak şiirdeki ikinci ikilemenin de sadece anlamı verilerek dönerek
anlamına gelen “kreisend” sözcüğüyle karşılanmıştır:
(…)
İki teneke bir yanına,
İki teneke öbür yanına;
Salına salına;
(…)
(Veli, 1998: 117)
(…)
Zwei Kanister auf der einen Seite,
Zwei auf der anderen,
Mit wiegendem Gang von der Weite;
(…)
(Pazarkaya, 1985: 161)
(…)
Yokuş çıkar, döne döne;
Yokuştan bir Döne çıkar;
(…)
(Veli, 1998: 73)
(…)
Es steigt steil hinauf, kreisend,
aus der steilen Biegung erscheint eine Döne;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 133)
Orhan Veli‟nin Denizi Özliyenler İçin şiirinde göz alıcı renklere sahip ve
süslenmiş anlamı taşıyan “allı pullu” ikilemesi, Almanca erek dile “Schöne
schuppige” olarak çevrilmiştir. Schuppig, doğrudan pullu anlamını taşıdığı halde
kaynak metinde bu kastedilmediğinden, çevirideki gemi betimlemesinin kaynak
dildeki anlamından farklı bir şekilde tasvir edilmiştir:
Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler, damların üzerinden;
(…)
118
(Veli, 1998: 87)
Schiffe fahren in meinen Träumen,
Schöne schuppige Schiffe über die Dächer,
(…)
(Pazarkaya, 1985: 149)
Orhan Veli‟nin İstanbul‟u Dinliyorum şiirinde geçen “cıvıl cıvıl“ ikilemesi,
Mahmutpaşa semtinin çok hareketli ve kalabalık olduğunu betimlediği halde erek
metinde çevirmen, satıcıların bağırışlarını anlatarak kaynak metin ile erek metnin
farklı betimlenmesine neden olmuştur. Şiirde geçen “serin serin” ikilemesi
Almancaya eşdeğeri oluşturulamadan sadece “kühle” (serin) anlamıyla aktarılmıştır:
(…)
İstanbul‟u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin kapalı çarşı,
cıvıl cıvıl Mahmutpaşa;
(…)
(Veli, 1998: 101)
(…)
Ich höre Istanbul, meine Augen geschlossen.
Der kühle Basar,
Mahmutpascha mit dem Geschrei der Verkäufer,
(…)
(Pazarkaya, 1985: 169)
Yine aynı şiirde geçen “yavaş yavaş” ikilemesi, erek şiire hafif kıpırdıyor
olarak ikileme kullanılmadan çevrilmiş. Kuşları betimlerken kullanılan “sürü sürü”
ikilemesi, erek metinde sürü halinde anlamına gelen “in Scharen” ile aktarılmış.
“çığlık çığlık” ikilemesi ise erek metne dâhil edilmemiştir. Şairin kullandığı
ikilemeler, erek metinde eşdeğeri olan ikilemelerle değil, sadece anlamlarıyla
aktarılmıştır:
(…)
119
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
(…)
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
(…)
(Veli, 1998: 101)
(…)
Leicht bewegen sich
Die Blätter in den Bäumen.
(…)
In der Höhe die Schreie der Vögel,
die in Scharen fliegen.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 169)
Orhan Veli‟nin Aşk Resmigeçidi şiirindeki dizede iki yakın anlamlı sözcüğün
kullanımıyla oluşturulan “açık saçık” ikilemesi şiirin bağlamından cinsel çağrışım
yüklü şeylerin anlatıldığı belirtiliyor. Erek şiire baktığımızda ise cinsel çağrışımdan
çok ahlaksız, uygunsuz anlamına gelen “unanständige Dinge”den söz edildiğini,
bunun da cinsel çağrışımı gölgelediği ve bağlamdan uzaklaşıldığı görülmektedir:
(…)
Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
(…)
(Veli, 1998: 128)
(…)
Die vierte, ein rasendes Weib,
Erzählte mir unanständige Dinge.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 213)
Orhan Veli‟nin Yol Türküleri başlıklı şiirinde iki yakın anlamlı sözcüğün
kullanımıyla oluşturulmuş “eşe dosta“ selam gönderme‟nin erek metinde ikileme
özelliğini kaybederek, sadece arkadaşlara anlamında “Freunden” sözcüğüyle
120
karşılanmıştır. Çevirmen, ikilemeyi bu sefer dizenin devamında oluşturmaya çalışmış
ve kaynak dizede olmayan batı ve doğu‟daki anlamında kullanılan “in West und Ost”
sözcüklerini eklemiştir. Fakat “in West und Ost” Almancada bir ikileme değildir:
(…)
Canım posta, gülüm posta,
Selâm götür eşe dosta.
(…)
(Veli, 1998: 73)
(…)
Liebe Post, gute Post,
Bring Freunden Grüße in West und Ost.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 135)
Ziya Osman Saba‟nın Çocuklar Bakıyorlar adlı şiirinde geçen “çizgi çizgi
alnımıza”, erek dile uygun olarak “Falte um Falte” ikilemesiyle başarılı bir şekilde
aktarılmıştır:
(…)
Kim getirmiş koymuş onları yanımıza:
Bakıyorlar çizgi çizgi alnımıza.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 90)
(…)
Wer hat sie nur uns zur Seite gestellt:
Falte um Falte auf unsere Stirn bestellt.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 91)
Attila İlhan‟ın istanbul ağrısı şiirinde şairin kullandığı “damla damla“
ikilemesi, azar azar anlamında kullanılmış olup çevirmen tarafından erek dilde
uygun ikilemesi bulunarak “tropfen für tropfen” olarak başarılı bir şekilde
çevrilmiştir. “liman liman götüren” ikilemesi erek dilde uygun bir ikilemenin
bulunmamasından ötürü limandan limana anlamında “von hafen zu hafen” biçiminde
aktarılmıştır:
121
(…)
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
(…)
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
(…)
(İlhan, 2012: 13)
(…)
wenn ich mich nicht schämte
könnte ich meine augen tropfen für tropfen
in mein glas füllen
(…)
die zwischen ihren zähnen deine minarette wie zahnstocher
von hafen zu hafen tragen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 237)
Yine İstanbul ağrısı şiirinde geçen ve “diken diken” ikilemesi, aynı anlama
gelen ama ikileme olmayan “stachel an stachel” sözcükleriyle karşılanmıştır:
(…)
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylül‟ünde birader mırç ve ben
(…)
(İlhan, 2012: 15)
(…)
wie oft unsere wimpern wie bajonette stachel an stachel
im september 1949 bruder mirtsch und ich
(…)
(Pazarkaya, 1987: 241)
Orhan Veli‟nin Yolculuk başlıklı şiirinde geçen ve atların yürürken çıkardığı
yansıma seslerinin ilkinin olduğu gibi, ikinci sözcüğünün ilk ünsüzüne /m/ sesi
getirilerek oluşturulan ikileme, erek metinde de aynı anlama gelecek şekilde iki
anlamlı yansıma sesin kullanılmasıyla aktarılabilmiştir:
122
(…)
Yola çıkarım Uzunköprü‟den;
Yaylının atları şıngır mıngır;
(…)
(Veli, 1998: 65)
(…)
Mache ich mich in Uzunköprü auf den Weg;
Das Geschirr der Pferde scheppert und klirrt;
(…)
(Pazarkaya, 1987: 113)
Genel olarak ikilemelerin Almanca‟ya çevirisinde çevirmenin zorlandığı
görülmektedir. Bu zorlanmanın en büyük nedeni ise kimi örneklerde Türkçe
ikilemelere uygun eşdeğer Almanca ikilemelerin bulunmamasıdır. Çevirmenin
ikiliemeleri ağırlıklı olarak sözcüğü sözcüğüne çeviri yöntemini kullanarak çevirdiği
gözlenmektedir. Çevirmen öncelikle ikilemeler ile ilgili araştırma yaparak, çeviriyi
yaptığı dönemde –varsa- ikilemeler sözlüğünden araştırarak eşdeğer ikilemeler
bulabilirdi. Diğer bir yöntem ise kaynak dildeki ikilemeleri anadili Almanca olan ve
Alman diline ve kültürüne hakim kişilere danışıp, kaynak dildeki ikilemeyi tarif
ederek anlatabilir ve bunun karşılığında kişilerden uygun ikilemeleri öğrenebilirdi.
Genel olarak değerlendirildiğinde, çevirmenin başvuru kaynaklarına ulaşımı zor
olabileceği düşünülerek – şiirlerin büyük çoğunluğunun 1960‟larda ve 80‟lerde
çevrilmiş olması, internet gibi hızlı bilgi kaynakların bulunmaması, sözlüklerin
henüz günümüzdeki gibi geniş kapsamlı olmaması vb. - çeviri ürünlerinin kalitesinin
yeterli olduğu görülebilir.
123
3.3.3. Yabancı Sözcüklerin ve Ġfadelerin Çevirisi
İlhan Berk‟in Çınar adlı şiirinde geçen ve Baki‟nin beyiti olan “Bi-
hamdi‟lliah şeref buldu yine mülk-i Süleymanî/Cülus etdî sa‟âdet tahtına İskender-î
Sânî”, eski Türkçeyle yazılmıştır. Kaynak okuyucu beyiti okuduğunda geçmişin
atmosferini yakalayabilirken, erek okuyucu için bu atmosferi şiirde oluşturmaya
çalışıldığı anlaşılmayabilir:
(…)
Selim‟in ölüm yılıymış senin doğumun, hani Baki‟nin
Bi-hamdi‟lliah şeref buldu yine mülk-i Süleymanî
Cülus etdî sa‟âdet tahtına İskender-î Sânî
Diye tahta çıkışını kutladığı II. Selim‟in…
(Berk, 2006: 651)
(…)
Gottlob, das Land Süleymans erlangt wieder Ehre und Sieg,
Da Selim der Zweite den Thron der Glückseligkeit bestieg.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 179)
Özdemir Asaf‟ın perspectif başlıklı şiiri, Türkçe olmasına karşın başlık
yabancı bir sözcükten oluşmuştur. Erek metne baktığımızda, çevirmenin bu sözcüğü
Almancada yazıldığı gibi aktarmış, kaynak metindeki kaynak okuyucuya yönelik
yabancılaşma etkisi kaybolmuştur:
Perspectif
(Asaf, 2011: 97)
Perspektive
(Pazarkaya, 1987: 217)
Ahmet Arif‟in Unutamadığım adlı şiirinde geçen İngilizce “To be or not to
be” ve Latince “Cogito ergo sum” özdeyişleri, erek dile çevrilmeden doğrudan
aktarılmıştır:
124
(…)
“To be or not to be” değil
“Cogito ergo sum” hiç değil…
Asıl iş anlamak kaçınılmazı.
(…)
(Arif, 2010: 58)
(…)
Nicht to be or not to be.
Schon gar nicht Cogito ergo sum…
Die Hauptsache ist das Begreifen des Unausweichlichen,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 225)
Can Yücel‟in In Vino başlıklı şiiri ve Turgut Uyar‟ın şiirinde geçen “Obras
completas” sözcükleri de çevirmen tarafından çevrilmeden aktarılmıştır:
In Vino
(Pazarkaya, 1987: 244)
In Vino
(Pazarkaya, 1987: 245)
Federico Garcia Lorca İçin Üç Şiir
(…)
Obras completas
Artık kat‟iyen biliyoruz;
(…)
(Uyar, 2011: 299)
Drei Gedichte für Federico Garcia Lorca
(…)
Obras completas
Nun wissen wir es endgültig:
(…)
(Pazarkaya, 1987: 265)
Cemal Süreya‟nın şiir başlığı olan Üvercinka, çevirmen tarafından erek
okuyucunun telafuzunu görebilmesi için erek dilin telafuzuna uygun biçimde
uyarlanmıştır (Sessel sapma için ayr. bkz. Toklu, 2003: 94):
125
Üvercinka
(…)
(Süreya, 2012: 38)
Üwerdschinka
(…)
(Pazarkaya, 1987: 307)
İsmet Özel‟in Dişlerimiz Arasındaki Ceset şiirinde geçen “- Oh, dear-“
İngilizce ünlemi, çevirmen tarafından doğrudan aktarılmıştır. Aynı şiirin içerisinde
geçen “emr-i b‟il-ma‟ruf ve nehy-i ani‟l-münker” sözleri, Kur‟an-ı Kerim‟in Mekkî
ve Medine surelerinde yer alan emirlerdendir (Ayr. bkz. Dumlu, 1999). Çevirmen,
erek okuyucunun anlamasını kolaylaştırmak için bu emirlerin Almanca karşılığını
vermiştir. Kaynak metinde Arapça olan bu sözler, kaynak okuyucu için yabancılaşma
etkisi yaratırken aynı etki erek okuyucu için oluşmayabilir:
Dişlerimiz Arasındaki Ceset
(…)
Yaşamak deriz -Oh, dear- ne kadar tekdüze
(…)
Kimbilir kimden umarız emr-i b‟il-ma‟ruf
Kimbilir kimden umarız nehy-i ani‟l-münker
(…)
(Pazarkaya, 1987: 370)
Die Leiche zwischen unseren Zähnen
(…)
Das Leben, sagen wir –oh, dear- wie unnötig
(…)
Wer weiß von wem wir erwarten die Anweisungen gegen die
Gebote
Wer weiß von wem wir erwarten die Anweisungen gegen die
Verbote der Schrift
(…)
(Pazarkaya, 1987: 371)
Yabancı sözcüklerin çevirisinde çevirmen farklı çeviri yöntemlerini
uygulamıştır.
126
Yabancı sözcükleri ve sözleri olduğu gibi erek metne yansıtmıştır.
Kaynak şiirde yabancı bir sözcüğü erek dile çevirmiştir.
Eski Türkçede (Örn. Osmanlıca) yazılmış dizeleri günümüz
Almancası ile çevirmiştir.
3.3.4. Yer Ġsimlerinin ve Özel Ġsimlerin Çevirisi
Türk şiirlerinde yer isimlerine ve özel isimlere de yer verilmektedir. Şiirlerde
geçen özel isimler, tarihteki önemli kişiler, Türkiye‟nin coğrafi yer ve bölge isimleri,
edebiyata konu olmuş halk kahramanları, halk efsanelerinden oluşmaktadır.
Tarihteki kişiler, çoğunlukla Osmanlı ve Türkiye tarihinden olmak üzere
siyaset, sanat, edebiyat alanında geçen kişi isimlerinin çevirisini kapsamaktadır.
Çevirmen Pazarkaya, bu kişilerin isimlerini erek dilde bilindiği gibi yazmıştır.
Eserlerde geçen kişilerin büyük bölümü, kitabın notlar kısmında kısaca tanıtılmıştır.
Bu kısa tanıtımlar yine de yetersiz kalmaktadır. Kaynak okuyucuda şiirin içinde
geçen çağrışımlar, erek okuyucu tarafından algılanmayabilir. Fatih Sultan‟ı, Lale
Devri‟ni, Gelibolu‟yu, Samsun‟u sadece önemli kişi, olay ve yer isimleri olarak bilen
erek okuyucu, bahsedilen kişilerin ve yerlerin tarihi arka planını bilemeyebilir ve
kaynak okuyucuda şiirin bağlamıyla oluşturulmaya çalışılan etki, erek okuyucuda
oluşturulmayabilir.
Coğrafi yer ve bölge isimleri, erek dile, erek kültürde bilindiği gibi yazılmıştır.
Buradaki esas sorun, Türkiye‟nin coğrafi ve bölgesel özelliklerini çok iyi bilmeyen
127
erek okuyucunun şiirde geçen yer isimlerinin kendisi üzerinde bırakacağı etki ve
şiirde geçen yer isminin şiirin geneliyle ilgili bağlam sorunudur. Çanakkale,
Gelibolu, Anafartalar, Ankara, Sakarya gibi kaynak kültürün tarihi açısından kaynak
okuyucuda birçok çağrışım yaratan yer ve bölge isimleri, erek okuyucuda aynı etkiyi
yaratmayabilir. Bu durum da şiirin bıraktığı etkinin kültürden kültüre değişmesinin
en önemli göstergesi oluyor (Ayr. bkz. Toklu, 2003: 97).
Pazarkaya, Yahya Kemal Beyatlı‟nın Eylül Sonu şiirinin çevirisinde geçen
Kanlıca‟yı erek okuyucuya “Boğaziçi‟nin Asya yakasında bulunan bir yer” olarak
açıklamıştır (Pazarkaya, 1987: 386). Bu bilgi, erek okuyucuda Kanlıca‟nın nerede
olduğu hakkında bilgi vermesine rağmen yerleşim yerinin özelliği hakkında herhangi
bir bilgi vermemektedir. İstanbul‟un yeşillik alan bakımından en zengin yerlerinden
biri olan bu semtin yerleşim tarihi, konutların eski mimari yapısını koruması
açısından İstanbul‟un birçok yerleşim yerinden farklıdır. Erek okuyucu bu ard alan
bilgisine sahip değilse, şiire Kanlıca‟nın neden dâhil edildiğini anlamayabilir:
Günler kısaldı Kanlıca‟nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
(…)
(Beyatlı, 1990: 53)
Der Tag wurde kürzer. Kanlicas Greise
Erinnern sich vergangner Herbste auf ihre Weise.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 9)
Özdemir İnce‟nin Ozan şiirinde belirttiği çok sayıda tarihi anlamı olan yer ve
coğrafi yer isimlerinin çevirisi de erek dile uygun aktarılmıştır:
128
Tuz Gölü ve Konya ovası, Sarayburnu, Kadıköy, Gülhane Parkı, erek metinde
okuyucunun bilemeyeceği yerler olduğu için çevirmen notlar kısmında (Pazarkaya;
1987: 386) Kadıköy‟ün, Sarayburnu‟nun, Gülhane Parkı‟nın, Beyazıt‟ın İstanbul‟da
bulunduğunu, Konya‟nın Selçuklulara da başkentlik yapmış İç Anadolu şehri
olduğunu belirtir. Tuz Gölü‟nün de İç Anadolu‟da bir göl olduğunu belirtiyor:
(…)
usanmaz ve uslanmaz sevdalı
belki Paris‟tesin St. Michel Rıhtımı‟nda
hava güneşli ve sancımıyor yüreğin
(…)
mavi gözlerinin içinden
Sarayburnu Kadıköy Gülhane Parkı
bir acı hüzünle geçer
(…)
aklında Tuz Gölü Konya ovası
aklında ülken sekiz bin metre yukarlarda
Lejyonerler Köprüsü‟ndesin belki Prag‟da
Vıltava suyunun köpüklerinde gözün
ama aklın İstanbul‟da Beyazıt Meydanı‟nda
Bursa‟da Çankırı‟da Diyarbakır‟da
(…)
(İnce, 2001: 118)
unbändig und unverdrossen verliebt
vielleicht bist du gerade in paris am kai von saint-michel
die sonne scheint und dein herz schmerzt nicht
(…)
an deinen blauen augen vorüber
sarayburnu kadıköy gülhane-park
ziehen mit einer bitterkeit
(…)
in gedanken deine heimat in achttausend metern höhe
vielleicht bist du auf der karlsbrücke in prag
deine augen blicken auf die wellen der moldau hinab
doch mit den gedanken bist du in istanbul auf dem beyazit-platz
in bursa in çankirı in diyarbakir
(…)
(Pazarkaya, 1987: 339)
129
Kemal Özer‟in Görülmüştür şiirinde “Minareler ayakta, ifade vermek için”
dizesi de erek şiire uygun bir biçimde aktarılmıştır. Boğaz Köprüsü de erek dilde
yazıldığı gibi çevrilmiştir. Kaynak dilde geçen ve özel isim olan Kızkulesi, çevirmen
tarafından sözcüğü sözcüğüne çevrilerek Mädchenturm (Kız- kulesi) olarak
çevrilmiştir. Almancada Leanderturm olarak bilinir. Çevirmen, Notlar kısmında bu
kulenin Boğaziçi‟nde bulunduğunu ayrıca belirtmiştir (Pazarkaya; 1987: 386):
Minareler ayakta ifade vermek için
ve sırasını bekliyor kızkulesi
(…)
Boğaz köprüsü derseniz
(…)
(Özer, 1985: 309)
Die Minarette stehen aufgerichtet, um vernommen zu werden,
und der Mädchenturm wartet, bis er drankommt,
(…)
Und wenn ihr nach der Bosphorusbrücke fragt,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 327)
Cemal Süreya‟nın Tabanca şiirinde geçen “Mitridat”, erek şiire erek dilde
yazıldığı biçimde aktarılmıştır. “Mithridates”, erek ve kaynak kültürde birçok kralın
ve yönetenin ismi olarak geçmektedir. Özellikle Pontus Kralları, Pers Kralları, Kırım
gibi Anadolu ve Ortadoğu ülkelerinde yönetici olarak çalışmış birçok tarihi kişinin
ismi olan Mitridat, Almancada da “Mithridates” olarak geçmektedir. Yaptığımız
incelemede, erek kültürde olduğu gibi kaynak kültürde de Süreya‟nın kimden
bahsettiği tam olarak bilinmiyor:
(…)
Rozet gibi göğsüne takmış cesaretini
Ben Mitridat‟tan söz ettim siz etmeyiniz…
(…)
(Süreya, 2012: 53)
130
(…)
Wer seinen Mut wie eine Rosette an den Kragen steckt
(…)
Ich rede von Mithridates reden Sie nicht von ihm
(…)
(Pazarkaya, 1987: 311)
Cemal Süreya‟nın Üverçinka şiirinde geçen ve İstanbul Beyoğlu‟nun meşhur
meyhanelerin yer aldığı bir pasaj olan “Çiçek Pasajı”, özel bir isim olduğu halde ve
isminde geçtiği gibi çiçekli olmamasına karşın çevirmen tarafından Blumenpassage
olarak çevrilmiştir. Pazarkaya, bu pasaja notlar kısmında değinmiştir (Bkz.
Pazarkaya; 1987: 386).
Edip Cansever‟in Fotoğrafta Çıkmak şiirinde Beyoğlu, olduğu gibi
aktarılırken, notlar kısmında (Pazarkaya, 1987: 388) çevirmen, erek okuyucuya,
Beyoğlu‟nun İstanbul‟daki eski Pera olduğunu açıklamıştır. Aynalı Pasajı, anlamı
olan Ayna sözcüğünün çevrilerek Spiegelgasse olarak erek metne aktarılmıştır:
(…)
Beyoğlu„nda, Aynalı Pasaj‟daki
Beyaz giysili düğmecileri saymazsam
(…)
(Pazarkaya, 1987: 284)
Von den weißgekleideten Knopfmachern
In Beyoğlu, in der Spiegelgasse, abgesehen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 285)
(…)
Aklıma kadeh tutuşların geliyor
Çiçek Pasajı‟nda akşamüstleri
(…)
(Süreya, 2012: 38)
(…)
Mir Fallen deine Hände am Schnapsglas ein
In der Blumenpassage abends
(…)
(Pazarkaya, 1987: 311)
131
Tahsin Saraç‟ın Dudakların, Gül Şenliği şiirinde geçen Kars ili, kışın
Türkiye‟de en soğuk sıcaklık derecelerinin ölçüldüğü bir yer olduğu için şair
göndermede bulunmuştur. Çevirmen Kars sözcüğünü kullanmayarak “Ost” (doğu)
sözcüğünü kullanmayı uygun görmüştür. Burada sorun olarak ortaya çıkabilecek
durum, Alman okuyucu doğu sözcüğünü okuduğunda, kaynak okuyucuda olduğu
gibi şiddetli soğuk imgesi canlanıp canlanmayacağıdır:
(…)
Soğuk bir Kars gecesinde gürül gürül
Yanan bir soba gibisin içimde.
(Pazarkaya, 1987: 294)
(…)
Ein Ofen bist du in mir
Der in einer kalten Ost-Nacht knistert
(Pazarkaya, 1987: 295)
Turgut Uyar„ın Federico Garcia Lorca için Üç Şiir‟inde geçen Kurtuba şehri,
erek dilde karşılığı olan Cordoba olarak aktarılmıştır. İncelenen diğer şiirlerde de
genel olarak kaynak dildeki şehirlerin isimleri, erek dilde bilindiği gibi aktarılmıştır:
(…)
Yol uzun, hava sıcak
Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba‟ya…
(…)
(Uyar, 2011: 299)
(…)
Der Weg ist weit, das Wetter ist warm
Ich peitsche mein Pferd erreiche Cordoba…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 263)
132
Turgut Uyar‟ın kavşakta adlı şiirde geçen “roma, bizans, cumhuriyet”, erek
dilde bilindiği biçimde aktarılmıştır. Bu şiirde geçen cumhuriyet sözcüğü, özelde
Türkiye Cumhuriyeti‟ni kastediyor. Erek okuyucu, sadece cumhuriyet sözcüğünü
okuyarak çıkarımda bulunamayabilir:
(…)
niyetim bin yıl direnmektir bu halde bile
romaymış, bizansmış, cumhuriyetmiş, bilmem neymiş bahane
(…)
(Uyar, 2011: 415)
(…)
auch in diesen zustand will ich tausend jahre widerstand leisten
ob rom, byzanz, ob republik oder wasweißich, alles vorwand
(…)
(Pazarkaya, 1987: 269)
Edip Cansever‟in Akdeniz Salgını şiirinde geçen “Halikarnas Balıkçısı”nın
tanınmış biri olduğunun erek okuyucunun anlaması için çevirmen (Pazarkaya;
1987:388), Halikarnas Balıkçısı‟nın Cevat Şakir Kabaağaç adında meşhur bir öykü
ve deneme yazarı olduğunu belirtir:
Halikarnas Balıkçısı‟na
(…)
(Pazarkaya, 1987: 280)
Für den Fischer von Halikarnassos
(…)
(Pazarkaya, 1987: 281)
Hasan Hüseyin Korkmazgil‟in portresi şiirinde geçen doç ismi, bir araba
markası olan “Dodge”un Türkçe okunuşunu çağrıştırmaktadır. Çevirmen de bu
133
özelliğe dikkat ederek Almanca okunuşunu sağlayacak şekilde oluşturmuştur
sözcüğü:
(…)
bir köpeği vardı adı doç‟tu
aşksız geceler gibi karaydı
(…)
(Pazarkaya, 1987: 250)
(…)
er hatte einen hund der hieß dotsch
schwarz wie lieblose nächte war er
(…)
(Pazarkaya, 1987: 251)
Can Yücel‟in Anı adlı şiirinde “Hadi” ve “Sadi” özel isimleri kullanılmış, şair
bu isimler arasındaki ses ahengini sağlamak için ses benzerliğine dikkat etmiştir.
Erek şiirde çevirmen de ses benzerliğine dikkat etmeye çalışmış, kaynak metinden
bağımsız isimler uydurmuştur. Buna karşın söz konusu isimler, aslında kişi isimleri
değildir. “Fexe” anlamı olmayan bir sözcüktür, “Kleckse” ise leke anlamında
kullanılmaktadır. Anlamsal açıdan kaynak şiirden sapıldığı görülmektedir:
(…)
Ne çektim bilir Hadi‟yle Sadi
Karnımdaki geçmiş çocukmuş tepti
(…)
(Pazarkaya, 1987: 249)
(…)
Was sie mich leiden ließ, das wissen nur Fexe und Kleckse
Im Bauch hatte ich ein gestandenes Kind, es stieß mit Füßen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 249)
134
Bülent Ecevit‟in Pülümür‟ün yaşsız kadını şiirinde geçen “Türkiyeliliğim”,
çevirmen tarafından Türkiye özel ismine değinilmeden memleket anlamına gelen
“heimat” olarak aktarılmıştır. “Türkiyeliliğim” imgesinin kaybolduğu gözlenmiştir:
(…)
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim
(…)
(Pazarkaya, 1987: 208)
(…)
im irdenen schloß edelster armut
einer krone gleich fühlte ich heimat auf meinem haupt
(…)
(Pazarkaya, 1987: 209)
A. Kadir‟in Ve Çocuklar şiirinde İstanbul‟da bir semt ismi olan “Feshane”yi
çevirmen erek metninden tamirhane anlamına gelen “Werkstatt” olarak aktarmıştır.
Oysa ”Feshane” İstanbul ve Osmanlı kültürü için özel bir anlamı olan “Fes”lerin
üretildiği bir fabrikadır. Bunu “Werkstatt” olarak çevirmek bu fabrikanın özelliğini
yansıtmadığı gibi, kaynak kültür okuyucusunda şiirin oluşturduğu çağrışım ve
imgeyi aktarmaktan uzaklaşılmasına neden oluyor:
(…)
O çocuklar,
karlar içinde,
Feshane yolundalar,
üşümüş kuşlar gibi.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 186)
(…)
Jene Kinder
Waten im Schnee,
auf dem Weg zur Werkstatt
wie frierende Vögel.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 187)
135
İlhan Berk‟in Çınar şiirinde çevirmen, İstanbul‟da bir semt olan
“Kasımpaşa”yı erek dil okunuşuna uygun olması için “Kasimpascha” olarak
çevirmiştir. Kitabının notlar kısmında da İstanbul‟da bulunan bir yer olduğunu
belirtmiştir (Pazarkaya; 1987: 386). Şairin belirttiği kahve(hane), Türk kültürüne
özgü bir eğlence ve dinlenme yeridir. Çevirmenin belirttiği Café, Avrupa kültüründe
farklı olduğundan ve kaynak şiirin yarattığı kahve(hane) atmosferi ve imgesi, erek
okuyucuda farklı çağrışım uyandıracağından kaynak kültürün bu özelliği, erek şiirde
kaybolacaktır:
Ben 1987 yılı Aralık ayının on sekizinci Cuma günü Kasımpaşa‟da (çınar değil mi ki
ordadır) bir kahvede (…)
(Berk, 2006: 651)
1978, am achtzehnten Dezember, einem Freitag, in einem Café in Kasimpascha (da
doch die Platane dort steht) trank ich(…)
(Pazarkaya, 1987: 181)
İlhan Berk‟in Beyoğlu şiirinde geçen yer isimlerini ve özel isimleri, çevirmen
ya doğrudan aktarmış, ya da sözcüğü sözcüğüne çevirerek yanlış anlaşılmalara
sebebiyet verecek biçimde çevirmiştir. Şiirde geçen “Kristal Büfe”, 1950-80‟ler
İstanbul‟u ve o devirde yaşayan İstanbullular için özel bir anlam taşır. İstanbul‟da ilk
sosisli sandviçi ve hamburgeri yapan ve varlığını 1980‟lere kadar sürdüren bir
fastfood dükkanıdır. Erek okuyucu için “Bufett Kristall” yabancı gelecektir. Tarihi
Osmanlı dönemine uzanan tarihi “Ağa Camii”ni, “Herrenmosche” biçiminde çeviren
çevirmen, yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek bir yöntemi seçmiştir. Erek
okuyucuda Türk kültüründe cinsiyete dayalı bir sınıf ayrımı olabileceği düşüncesi
doğurabilir. Eski Türk kültüründe itfaiyecilere verilen bir isim olan “tulumbacılar”,
erek metinde su pompası satan kişi anlamına gelen “Pumpenverkäufer” olarak
136
aktarılarak anlamdan uzaklaşılmıştır (Bkz. Toklu, 2003: 102). Şiirde geçen “Aya
Triadi”yi çevirmen erek kültüre uygun biçimde “Hagia Triadi” olarak çevirmişti.
Çevirmen bazı özel isimleri kaynak kültürde olduğu gibi de aktarmıştır: “Turnababa-
Gasse”, “küçükparmakkapı”, “Nuriziya-Gasse” (Bkz. Toklu 2003: 98). Çevirmen,
Beyoğlu şiirinin içerisinde bulunan tarihi yerler hakkında bilgi vermemiştir:
(…)
Ve yüzünü yıkıyor Kristal Büfe ve şişelerini diziyor
Ve saatini kuruyor bir kız Aya Triadi‟yle ve kör
Ve baloncu kadın ve keten helvacı sabah diyor
(…)
Ve Ağacami‟de çocukluğunu süpürüyor bir çocuk ve açık önünü
(…)
Ve Turnababa sokağında kâğıtlar uçuruyor rüzgar
(…)
Ve tulumbacılar ve ayaksatıcıları ve ipini koparan geçiyor
(…)
Ve küçükparmakkapıda başını çıkarıp çıkarıp kayboluyor güneş
(…)
Ve ikinci cigarasını yakıyor sabah yakıp Bekâr sokağına sapıyor
(…)
Balkonunda güneşleniyor Nuruziya sokağında bir evin
(…)
Sonra “Sıkıldım” deyip Balıkpazarına çıkıyor
(…)
(Berk, 2006: 1927)
(…)
Und Büfett Kristall wäscht sich das Gesicht und stellt die Flaschen auf
Und ein Mädchen stellt ihre Uhr blind vertrauend nach Hagia Triadi
Und die Ballonverkäuferin und der Ballonverkäuferin sagen Morgen
(…)
Und in der Heerenmosche kehrt ein Kind seine Kindheit mit offenem
Hosenladen
(…)
Und in der Turnababa-Gasse wirbelt der Wind Papierfetzen auf
(…)
Und Pumpenverkäufer und fliegende Händler und Vagabunden gehen vorbei
(…)
Und in Küçükparmakkapı zeigt sich geschwind die Sonne und verschwindet
(…)
Und der Morgen zündet die zweite Zigarette an und biegt dabei in die
Junggesellengasse ein
(…)
137
Sonnt sich auf dem Balkon eines Hauses in der Nuriziya-Gasse
(…)
Dann sagt er „Mich langweilt‟s“ und geht zum Fischmarkt hinauf
(…)
(Pazarkaya, 1987: 181)
Asaf Halet Çelebi‟nin dağlar delisi isimli şiirinde Ferhat‟tan
bahsedilmektedir. Çevirmen, kitabının notlar bölümünde Ferhad‟ın Şirin‟e aşkından
dağları delen bir halk öyküsü kahramanı olduğunu belirtmiştir (Bkz. Pazarkaya,
1987: 386). Türk kültürünü iyi tanımayan erek okuyucu, Ferhat ile Şirin‟in
hikayesini bilmeden şiiri anlamayabilir, kaynak okuyucuda oluşan alımlama erek
okuyucuda oluşmayabilir:
(…)
bir dağda bir tavşan küsdü
bir dağda bir ferhâd öldü
dağ birini bilmedi
(…)
(Çelebi, 2009: 87)
(…)
auf einem berg schmollte ein hase
auf einem berg starb ein ferhad
nichts davon wußte der berg
(…)
(Pazarkaya, 1987: 69)
Cemal Süreya‟nın Tabanca şiirinde “Şeker Ahmet Paşa”dan ve “eski
hececilere” değiniliyor. Erek metinde çevirmen, aynı isimlerden bahsederken erek
kültür okuyucunun bunlara yabancı kalacağını düşünerek notlar kısmında, “Şeker
Ahmet Paşa‟nın 19. Yüzyılda yaşamış bir ressam“ olduğunu yazıyor (Pazarkaya,
198: 388). Çevirmen eski hececileri “alten silbenzählenden Dichter“ olarak
aktarmıştır. Hece veznini şiirlerinde kullanan şairler olan Hececiler, dönemin Türk
Edebiyatında “Beş Hececiler” adıyla bilinen bir gruptur. Notlar kısmında buna
138
değinilmemiştir ve bu durumda Türk şiiri hakkında bilgisi olmayan erek okuyucu
bunu kavrayamayacaktır:
(…)
Tutalım yanılıp ateş ettiniz
Şeker Ahmet Paşa‟nın resimlerini
Eski hececilerin şiirlerini bir de
Ben çok seviyorum siz de seviniz
(Süreya, 2012: 53)
(…)
Angenommen Sie schossen aus Versehen
Die Bilder des Şeker Ahmet Pascha
Und die Gedichte der alten silbenzählenden Dichter
Liebe ich sehr lieben Sie sie auch
(Pazarkaya, 1987: 311)
Attila İlhan‟ın istanbul ağrısı şiirinde geçen “sirkeci garı”, çevirmen
tarafından sözcüğü sözcüğüne uygun olarak çevrilmiştir. Dizenin devamında yer alan
ve Türk okurun bildiği Haydarpaşa Garı, sadece “haydapaşa” olarak belirtilmiştir.
Çevirmen, erek okurun da Haydarpaşa‟nın bir gar olduğunu anlaması için,
açımlamada bulunarak bahnhof (gar) sözcüğünü erek metnine aktarmıştır:
(…)
sirkeci garı‟nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki haydarpaşa‟dan
anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
(…)
(İlhan, 2011: 11)
(…)
daß du im sirkeci-bahnhof dem kreischen der züge ausgeliefert
vom bahnhof haydarpaşa über den
selbstmordverhagenen dunst
weit über anatolien schauend
weinst
(…)
(Pazarkaya, 1987: 237)
139
Çevirmen, kitabının notlar bölümünde (Pazarkaya 1987: 387), şiirde geçen
“Sultan Murat‟ın 15. yüzyıl Osmanlı Sultanı(…)” olduğunu, “Köroğlu ve
Karayılan”ın halk kahramanları olduğunu, “Pir Sultan Abdal‟ın 17. yüzyılda yaşamış
büyük bir şair” olduğunu, “Şeyh Bedrettin‟in 14. yüzyılda yaşamış düşünür, sofu ve
devrimci” olduğunu belirtiyor. Şiirinin devamında geçen Urfa‟nın Güney Doğu
Anadolu‟da 1. Dünya Savaşı‟nda İtilaf Devletlerine karşı kahramanca savunan bir
şehir olduğunu belirtir:
(…)
Ne İskender takmışım,
Ne Sultan Murat.
(…)
Nasıl severim bir bilsen,
Köroğlunu,
Karayılanı,
Meçhul askeri…
Sonra Pir Sultan Abdal ve Bedrettini.
(…)
(Arif, 2010: 77)
(…)
Auf Alexander den Großen pfiff ich,
auf Sultan Murat.
(…)
Wenn du nur wüßtest, wie ich liebe
Den Köroğlu,
den Karayılan,
denn unbekannten Soldaten…
dann den Pir Sultan und Bedrettin.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 227)
Nazım Hikmet‟in Karanlıkta Kar Yağıyor şiirinde çevirmen, kaynak metinde
okunuşuyla yazılmış olan marka ismini, erek metne gerçekte yazıldığı biçimde
aktarmıştır. Junkers, erek kültürde üretilen uçak ve motor markasıdır.
140
(…)
Ve belki varoşlarda son kurşunu atan sendin
“Yunkers” motorları yakarken Bilbao‟yu.
(Ran, 2011: 605)
Und vielleicht gabst du die letzte Kugel in der Vorstadt ab,
als die “Junkers“-Maschinen Bilbao verbrannten.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 29)
İncelenen metinlerde yer isimlerinin ve özel isimlerin çevirisinde, çevirmen
farklı yöntemlere başvurarak çözümler sunduğunu gösteriyor. Yer isimlerinin
çevirisinde aşağıdaki yöntemler izlenmiştir:
Notlar kısmında yer isimleri hakkında bilgi verilmiştir.
Notlar kısmında yer isimleri hakkında bilgi verilmemiştir.
Yer isimleri yanlış anlaşılmalara sebebiyet verecek biçimde sözcüğü
sözcüğüne çevrilmiştir.
Yer isimleri, erek dilde olması gerektiği gibi aktarılmıştır.
Özel isimlerin ve unvanların çevirisinde ise aşağıdaki yöntemler
uygulanmıştır:
Özel isimler erek dile olduğu gibi çevrilmiştir.
Özel isimler erek dile erek dilde bilinen haliyle aktarılmıştır.
Özel isimler hakkında notlar kısmında bilgi verilmiştir.
Özel isimler hakkında notlar kısmında erek okuyucunun anlaması için
herhangi bir bilgi verilmemiştir.
141
3.4. ġiir Çevirilerinde Sapmalar
Özellikle şiir dilinde, anlatımı güçlendirmek için, sözcüklerin ses ve
biçimlerinde, sözdizimin bilinçli olarak alışılmışın dışında değiştirilmesi ve özellikle
konuşulan dilde kullanım bulan ağız özelliklerin kullanılması, sapma olarak
değerlendirilmektedir.
Şair bu özelliklerin kullanımında, “dile yeni bir güç kazandırmayı,
göstergeleri ses ve anlam açısından daha etkili kılmayı, okuyanın/ dinleyenin
zihninde yeni bir değişik tasarımlar ve duygu değerleri oluşturmayı amaçlar” (Aksan,
2006:166).
Özünlü sapmaları yazım kural, sesbilimsel, sözcüksel, dilbilgisel, anlamsal,
lehçesel, kesimsel ve tarihsel dönem olarak ayırıyor (Bkz. Özünlü, 2001: 142-153).
Bu ayırım, Özünlü‟nün oluşturduğu kategorilerdir.
Yazım kurallarından sapmalar, şiirin yazı ve biçim düzenindeki
değişikliklerdir (Özünlü, 2001: 142). Geleneksel şiirde dizelerin ilk sözcükleri büyük
harfle başlar. Kimi şairler bundan faklı olarak dizelerin başındaki ilk sözcükleri
küçük harfle yazarlar. Bülent Ecevit, Asaf Hâlet Çelebi gibi şairlerin şiirlerinde bu
özellik bulunmaktadır:
mağaranın duvarına
hayvanları taştan oydum
kükrediler karanlıkta
türkülerle karşı koydum
(…)
(Pazarkaya, 1987: 204)
(…)
kapıyı çalsam
142
içerden ben çıkacağım
içerden çıkacak beni
ne kadar görmek istiyorum
(…)
(Çelebi, 2009: 49)
Diğer yandan cümle özelliği taşıyan ve birden fazla dizede geçen cümlelerin
ilk sözcükleri büyük harfle başlar, cümle sonuna kadar olan alt dizeler küçük harfle
yazılır:
Rüzgar akar gider,
aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgarla.
Ağaçta kuşlar cıvıldaşır:
kanatlar uçmak ister.
Kapı kapalı:
zorlayıp açmak ister.
(Ran, 2011: 624)
Yazınsal sapmaların içerisinde değerlendirilebilecek bir diğer özellik, şiirlerin
dizelerinde bırakılan boşluklardır. Özellikle Nazım Hikmet‟in şiirlerinde görülen bu
biçim, şiirdeki cümlenin devam ettiğini gösteren düzyazı özelliği taşır:
(…)
Ne güzel şey hatırlamak seni.
Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmece
bir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
(…)
(Ran, 2011: 615)
Bazı şiirlerde sözcüğün bir parçası bir dizede, diğer parçası başka bir
dizededir:
(…)
anlaşılmaz erkekliklerini
yılancıl dişiliklerini
143
up-
uzun
ve yıldız ve hanım ve kavak
yorgun
(İlhan, 1981: 168)
Özünlü, bu şiirde özellikle “upuzun” sözcüğünün iki ayrı dizede yer almasına
dikkat çekmektedir (2001:143). Pazarkaya‟nın çevirdiği şiirlerde bu özelliğe
rastlanmamıştır, buna karşın yazınsal sapmalara örnek oluşturan dizelerin küçük
harfle yazılması ve dizelerdeki boşluklar, çevirmen tarafından dikkate alınarak
çevrilmiştir.
Sesbilimsel sapma, konuşulan dilde kullanılmayan bir sesbiriminin,
kullanılmakta olan bir sesbirimin yerine kullanılmasıdır:
(…)
Kanlı canlı bir kızcağız gözleri bağdem yeşili
(Özünlü, 2001: 144)
Özünlü‟nün (2001:144) Attila İlhan‟ın şiirinden alıntıladığı bu örnekte,
badem sözcüğüne /ğ/ sesi eklenmiştir, bu sözcükte bulunan /a/ sesinin uzatılarak
okunmasına örnektir. Bir diğer örnekte, yazıda kullanılan ama konuşulan dilde
söylenmeyen sesin şiirde de yazılmamasıdır:
(…)
Bir barbar kendin tartar
Bir barbar aşağlarda
(Uyar, 1962: 20)
(Akt. Özünlü, 2001: 145)
144
Anlamsal sapmalar, eğretileme ve eşdizimlik olmak üzere ikiye ayrılır.
Özünlü (2001: 150), eğretilemeyi, “belleği söz sanatları bölgesine yazınsal bir
belirsizlik gelişimi” olarak adlandırmaktadır. Şiirdeki öğelerin neye benzetildiği ya
da hangi nesnede bir sapma olduğu anlaşıldığında, şiirde eğretileme olduğu
görülebilir. Eşdizimlilik, “bazı sözcüksel öğelerin birbirinin ardı sıra aynı bağlamı
gösterebilmek için kullanılabilmeleridir.” (2001: 150).
Kesimsel Sapmalar, bir toplumun değişik kesimlerinde kullanılan
kavramların, terimlerin, sözcüklerin şiirin içerisinde bulunmasıdır (Özünlü, 2001:
152). Bazı şairler, belli bir meslek grubunda kullanılan sözcükleri şiirin bağlamına
uygun olarak bu sapmalardan yararlanılır. Attila İlhan‟ın Tutuklunun Günlüğü adlı
eserinde bu örnek görülür:
(…)
Titretir telli havuzlarda haziran gecesini ziller
Delimsirek bir santür çılgınlığımızı belirler
(…)
(Akt. Özünlü, 2001:153)
Tarihsel dönem sapmalar, bu günün dilinde kullanılmayan bazı sözcük ve
sözcük gruplarının kullanımını ifade eder (Özünlü, 2001: 153). Bu sözcüklerin
kullanımı çeviride de dikkat edilecek bir konudur. Çevirmen bu gibi sözcükleri tespit
ettiğinde erek dilde eşdeğer bir sözcük kullanma yoluna başvurabilir. Attila İlhan‟ın
şiirinde eski sözcüklerin sıkça kullanıldığı görülür:
(…)
Harbiye nezareti celilesinde birinci ferik enver paşa
(Akt. Özünlü, 1976: 78)
(…)
Yadigâr mı geldin bizim ellerden
145
Gülü reyhan reyhan gibi koktun birader
Gülü reyhan misali koktun birader
(…)
(Pazarkaya, 1987: 138)
Dağlarca‟nın şiirinde geçen “yadigâr” ve “gülü reyhan” sözcükleri, eski dilin
şiirlere işlenmesine örnektir.
3.4.1. AlıĢılmamıĢ BağdaĢtırmalar
Dildeki göstergeler, tek başlarına kullanılmayıp cümle içerisinde, tamlamalar
kurarak, birleşerek belirli bir düzende iletiyi ulaştırırlar. Kırmızı araba, yumuşak
yatak, sert elma, ıslak mendil, yeşil erik gibi ismin niteliğini belirten tamlamalar,
alıcı tarafından hemen algılanır ve anlaşılır. Özellikle şiir, roman, öyküde başvurulan
ve “gündelik dilden farklı, ses, sözcük, sözdizimi ve anlam düzlemlerinde gündelik
dilin kullanımından sapan özel bir dil ” (Toklu, 2003: 19) kullanılır.
Sözcükler arasındaki bu ilişkiyi Toklu şu şekilde betimler:
“Gündelik dil kullanımında, dizisel ilişki/seçme/eşdeğerlik
ekseninde seçilen sözcükler dizimsel ilişki/birleştirme düzlemde bir araya
getirilir. Bu ilişkiler yatay ve düşey eksenlerlegösterildiğinden, bunlara
yatay ve düşey ilişkiler de denir” (Toklu, 2003: 19-20).
146
Anlambilimsel açıdan sözcükler incelendiğinde:
Dizisel
İlişkiler /
Eşdeğerlik
Ekseni
Dizimsel İlişkiler/ Birleştirme Düzlemi
Solda yer alan sözcükler, sıfat görevinde bulunarak sağ tarafta yer alan ismin
niteliğini belirtmektedir. “Böyle tamlamalar, bu özellikler birbiriyle uyuştukları için
dilbilgisine ve mantığına, akla uygun olduğu için doğal karşılanır, kolaylıkla
algılanabilir” (Aksan, 2006: 150). Kırmızı araba, kırmızı yatak gibi iletileri alıcı,
çabuk algılar ve bu kullanımlar alışılmış bağdaştırma olarak nitelendirilir. Buna
karşın yukarıdaki örnekte yumuşak sıfatıyla yatak isimleri kullanılarak sıfat
tamamlaması yapılabilirken, yumuşak araba tamlaması alıcıda yadırgatıcı etki
uyandırır. Bu seçim, kanatlanan düşünceler, akılsız yollar gibi soyut nitelik taşıyan
isim ve sıfatların kullanımlarıyla da oluşturulur. Alışılmamış bağdaştırma olarak
adlandırılan bu tür kullanımın Aksan, “(…) sıfat niteliği taşıyan, ancak yadırgatıcı,
dilde kullanılmamış ve mantığa aykırı birleştirmelerde anlamsal özellikler ve
ayırıcılar arasında uyuşum sağlanamadığı için bunlar alışılmamış bağdaştırmalardır
Kırmızı araba
yatak Yumuşak
147
ve günlük, doğal dilde” (Aksan, 2006: 151) kullanılmadığını belirtir. Burada
birbiriyle ilgisiz sözcüklerin bir arada kullanılması amaçlanmamakta, göndergesel
anlamın dışında yan anlam etkin kılınır. Kanatlanan düşünceler örneğinde
düşüncelere kuş kanadı özelliği verilmiş, burada kastedilen yan anlamıyla
düşüncelerin kuşlar gibi kanatlanarak uçup gitmesidir.
Toklu, alışılmamış bağdaştırmaları maddeler halinde sıralayarak özelliklerine
şu şekilde değinir:
a) Alışılmamış bağdaştırmalar birden fazla sözcükten oluşan,
tamlamadan tümce ve sözce boyutuna ulaşabilen ve ölçünlü dilin
kurallarından sapan yapılardır.
b) (…) genellikle değişmece, özellikle de eğretileme yoluyla
türetilmiştir.
c) (…) sözcüklerin temel anlamlarından çok, yan anlamlarından,
çağrışım güçlerinden, uzak çağrışımlarından, duygu değerlerinden
yararlanılarak, sözcüğe şair tarafından yüklenen değişik
anlamlarla simgesel bir anlatım yaratılarak okuyucuyu etkilemesi,
onda değişik imge ve tasarımların uyandırılması amaçlanır”
(Toklu, 2003: 30).
Aynı zamanda kalıp yapılar olarak nitelendirilen deyim ve atasözlerinde
“farklı çağrışımlar yaratmak için bozulması (…)” (Toklu, 2003: 31) da alışılmamış
bağdaştırma oluşturmak için başvurulan diğer bir yöntemdir. Aynı zamanda “(…)
dilde ilk kez oluşturulmaları, şair/ yazara özgü olmaları ve estetik bir değer taşımaları
ile öne çıkar (…) ve aliterasyon, uyak gibi sessel özellikler taşıyabilir” (Toklu, 2003:
31).
Şiir dilinde de alışılmamış bağdaştırmalara sıkça başvurulur. Anlatımı
güçlendirmek ve okuyucuyu etkilemek için oluşturulan bu sapmanın çevirisi de
148
kültürel özellik taşıyabileceğinden zorlaşmakta, kimi zaman çevirmenin sapmayı yan
anlamıyla (iletilmek istenen anlamda) çevirmesi sonucunda bu özellik erek
okuyucuya ulaşamamaktadır. Diğer yandan sözcüğü sözcüğüne çevirisi
gerçekleştirildiğinde, kaynak dilde alışılmamış bağdaştırma olarak
nitelendirilebilecek bir tamlama, erek dilde alışılmış bağdaştırma olarak algılanabilir.
Pazarkaya‟nın çevirilerini incelediğimizde alışılmamış bağdaştırmaların sözcüğü
sözcüğüne çevrildiğini ve çoğunlukla başarılı olarak yansıtıldığını görürüz:
Nazım Hikmet‟in Karanlıkta kar yağıyor isimli şiirinde kafiye, madene
benzetilerek “kuyumcu merakıyla işlenmesi” betimlemesi, erek şiirde değişikliğe
uğramıştır. “Kuyumcu” sözcüğü şiire alınmamış, dövmek anlamında kullanılan
“schmieden” sözcüğü tek başına kafiyeyi döven (buradaki anlamı çekiçle dövendir),
olarak aktarılmıştır. Kafiye, kaynak şiirde değerli bir maden olarak betimlenmiştir.
Erek şiirde bu özellik kaybolmuştur:
(…)
Ne satırların nescine koymak o “anlaşılmıyan şeyi”
ne bir kuyumcu merakıyla işlemek kafiyeyi
(…)
(Pazarkaya, 1987: 27)
In den Zeilen jenes „Unergründliche“ verbergen,
mit Leidenschaft den Reim schmieden
(…)
(Pazarkaya, 1987: 28)
Nazım Hikmet‟in 20 Eylül 1945 şiirinde geçen “kelimelerinle doluyum”, “bin
ich angefüllt mit deinen Worten” biçiminde oluşturulmuş. Alışılmamış bağdaştırma
erek şiirde sözcüğü sözcüğüne aktarılarak başarılı olarak çevrilmiştir.
149
Şiirin devamında “göz gibi çıplak, “yıldızlar gibi pırıl pırıl” şeklinde
oluşturulan alışılmamış bağdaştırmalar, sözcüğü sözcüğüne çevrilmiştir. Çıplak göz
betimlemesi, gözlüksüz, herhangi yardımcı bir araç kullanmadan, görebilen göz
anlamlarında kullanılır. “Nackt wie das Auge” betimlemesinin anlamı, erek
okuyucuya yabancı gelebilir ve yine Almancada da alışılmamış bağdaştırma özelliği
kazanmıştır:
Bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum
(…)
göz gibi çıplak
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
(Ran, 2011: 619)
in dieser Herbstnacht
bin ich angefüllt mit deinen Worten;
(…)
nackt wie das Auge,
schwer wie die Hand
und leuchtend wie die Sterne
sind deine Worte.
(Pazarkaya, 1987: 34)
Nazım Hikmet‟in 14 Aralık 1945 başlıklı şiirinde “camların kıyısına” gazete
kağıdı yapıştırmasını öğütler. Şair, köşe yerine kıyı sözcüğünü kullanarak
alışılmamış bağdaştırma oluşturmuştur. Çevirmen Pazarkaya, bu sözcük grubunu
pencerenin kenarı anlamına gelen “Fensterritzen” olarak aktarmış, erek şiirde
alışılmamış bağdaştırma örneği kaybolmuştur:
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır
(…)
(Ran, 2011: 638)
Klebe die Fensterritzen mit Zeitungspapier zu.
150
(…)
(Pazarkaya, 1987: 39)
Nazım Hikmet‟in Dünyanın En Tuhaf Mahlûku isimli şiirinde geçen “korkak
bir karanlık” betimlemesi kişileştirme yolu ile oluşturulmuş bir alışılmamış
bağdaştırmadır. Karanlık, korkak olarak tasvir edilmiştir. Erek şiirde bu betimleme,
akrebin korkak olması şeklinde aktarılmış, kaynak şiirin anlamından sapılmış ve
alışılmamış bağdaştırma özelliği erek şiire yansıtılamamıştır:
Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi
(…)
(Ran, 2011: 892)
Wie der Skorpion bist du, Bruder,
Verängstigt im Dunkel lebend wie der Skorpion.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 40)
İlhan Berk‟in İstanbul isimli şiirinde, çok sayıda alışılmamış bağdaştırma
örneği görüyoruz. “Bir damla mavi gök gölgesi gözlerinin üzerindedir” dizesinde
geçen “bir damla mavi gök gölgesi” alışılmamış bağdaştırma betimlemesi, “Ein
Tropfen blauer Himmel hängt..“ olarak aktarılmıştır. Şiirde geçen “gölgesi” sözcüğü
erek metne dâhil edilmemiştir. “Göz” sözcüğü, Almancada göz kapağı anlamına
gelen “Lider” sözcüğüyle çevrilmiştir.
“Fildişi kakmalı aşağılık gökyüzü” betimi, erek şiirde “hundsgemeiner
Himmel, mit Elfenbein eingelegt” biçiminde çevrilmiş, çevirmen aşağılık anlamının
karşılığı olan “gemein” sözcüğünü “hundsgemein” olarak pekiştirerek aktarmış,
betimlemeyi daha zengin hale getirmiştir.
151
“yıldızların/ Zil zurnalığı için…” betimlemesi, sarhoşluğu betimlemek için
kullanılır ve burada yıldıza kişilik özelliği kazandırılmıştır. Erek şiirde bu
alışılmamış bağdaştırmanın hiç verilmediği görülüyor.
“Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür” betimlemesinde de
alışılmamış bağdaştırma benzetme yoluyla vurgulanmıştır. Erek şiirde intiharın
sabah akşam bir meyve gibi paylaşıldığı, gibi edatı kullanılarak, olarak çevrilmiş,
benzetme özelliği kaybolmuştur. Bu dizenin Wie eine Frucht ist der Selbstmord, die
tag und nacht geteilt wird olarak çevrilmesi daha uygun olur:
Bir damla mavi gök gölgesi gözlerinin üzerindedir
(…)
Fildişi kakmalı aşağılık bir gökyüzü çalkalanıp durur
(…)
İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların
Zil zurnalığı için sigara yakılır
(…)
Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür
(Berk, 2006: 60)
Ein Tropfen blauer Himmel hängt ihm über den Lidern
(…)
Ein hundsgmeiner Himmel, mit Elfenbein eingelegt wogt unentwegt
(…)
Sternhagelvolle Sterne erinnern Menschen immer an schöne Dinge
Für sie werden Zigaretten angezündet
(…)
Wie eine Frucht teilt man den Selbstmord morgens und abends
(Pazarkaya, 1987: 174)
Can Yücel‟in In Vino şiirinde yağmura kişilik kazandırılmış, yağmurun
kadehini kaldırımlara çarptığı betimleniyor. Erek dizede kadeh için “Glas” sözcüğü
kullanılmıştır. Çevirmen diğer çevirilerinde içki içilen bardak için “Schnapsglas”
sözcüğünü kullanmıştı, bu şiirde bardağın ne tür bir bardak olduğu
anlaşılmamaktadır. Kaynak şiirde bardak kaldırımlara çarparken, erek dizede bardak
152
fırlatılıyor anlamı bulunmaktadır. Şiirin diğer dizesinde geçen “sarhoş fareler”, erek
şiire sözcüğü sözcüğüne çevrilmiştir:
Yağmur kadehini kaldırımlara çarptı:
(…)
Sarhoş fareler koşuşuyor
(…)
(Pazarkaya, 1987: 243)
Der Regen schmiß sein Glas auf den Gehsteig:
(…)
Betrunkene Mäuse hin und her
(…)
(Pazarkaya, 1987: 244)
Beyatlı‟nın Akşam Musikisi isimli şiirinde, betimleme yoluyla alışılmamış
bağdaştırmalar oluşturulmuştur. “Gittikçe derinleşiyor saatler” dizesinde şair
alışılmamış bağdaştırma oluşturmuş, çevirmen, sözcüğü sözcüğüne gerçekleştirdiği
çevirisiyle anlamı başarılı olarak çevirebilmiştir. “Hayale ürperme vermesi”
betimlemesi çevirmen tarafından başarılı bir şekilde erek dile aktarılmıştır:
(…)
Gittikçe derinleşiyor saatler
(…)
Ürperme verir hayale sık sık,
(…)
(Beyatlı, 1990: 49)
(…)
Immer tiefer versinken die Stunden dort,
(…)
Er läßt öfters unsere Einbildung erschaudern,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 10)
153
Orhan Veli‟nin Giderayak şiirinde geçen “gün ışığındaki hisse” sözü,
Almancada “güneşteki payımızdan” anlamına gelecek şekilde kullanılmış, güneşteki
ışık anlamı kaybolmuştur:
Handan, hamamdan geçtik,
Gün ışığındaki hissemize razıydık;
(…)
(Pazarkaya, 1985: 118)
Wir haben auf Hab und Gut verzichtet,
Wir haben uns mit unserem Anteil an Sonne begnügt.
(…)
(Pazarkaya, 1985: 119)
Attila İlhan‟ın yorgunlar sendikası isimli şiirinde şimşeklere kişilik özelliği
kazandırılarak çakmak fiili yerine atlama fiili ile betimlenmiştir. Bu alışılmamış
bağdaştırma, erek dilde şimşeğin çaktığı anlamına gelen “blitze schlagen” biçiminde
oluşturularak yok edilmiştir. Erek şiirde atlanan dizeyi ve bunun önceki dizeyi
tamamladığı dikkate alınırsa, bunun çevrilmemesi şiirin bütününde anlam kaybına
yol açtığı görülür. “yağmurun şimşek yeşili çetrefil yazısı” dizesinde geçen ve
yağmurla bağlantılı “şimşek yeşili çetrefil yazısı” imgesi, yine alışılmamış
bağdaştırmaya örnek oluşturuyor. Erek şiirde “die hellgrüne schrift des regens“
olarak çevrilmiş, “şimşek yeşili” imgesi açık yeşil anlamında gelen “hellgrün” olarak
aktarılarak farklı bir alışılmamış bağdaştırma oluşturulmuştur. Aynı dizede ve
yazınının karmaşıklığını betimleyen “çetrefil” sözcüğü erek şiirde bulunmamaktadır:
şimşekler atlıyor arkası arkasına
her biri yanılmış birer çığlık
(…)
ünlem ünlem dağılan sıtmalı kalabalık
(…)
yağmurun şimşek yeşili çetrefil yazısı
154
(…)
yanık yanık koğuşlarda akşam oluyor
(Pazarkaya, 1987: 240)
blitze schlagen nacheinander ein
(ikinci dize çevrilmemiş)
(…)
die malariaverseuchte menge die wie ausrufe wegläuft
(…)
die hellgrüne schrift des regens
(…)
in ausgedorrten gefängnissälen wird es abend
(Pazarkaya, 1987: 241)
Ahmet Arif‟in Hasretinden Prangalar Eskittim şiirinde ikileme ile
oluşturulmuş alışılmamış bağdaştırma olan “gürül gürül akan dünya” betimlemesi,
erek şiirde canlı akan dünya olarak aktarılarak kaynak dildeki alışılmamış
bağdaştırmanın yapısı bozulmuş:
Dışarda gürül gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
(Arif, 2010: 88)
Draußen eine lebendig fließende Welt…
Allein ich schlief nicht,
(Pazarkaya, 1987: 230)
Necip Fazıl Kısakürek‟in Kaldırımlar şiirindeki “serin karanlıkları üzerime”
ve “sokaklar kadar esrarlı bir uykuya dalmak” gibi alışılmamış bağdaştırma
örnekleri, çevirmen tarafından sözcüğü sözcüğüne çevrilerek anlam korunmuş ve
alışılmamış bağdaştırma erek dilde de oluşturulmuştur. “Ölse kaldırımların
karasevdalı eşi...” dizesi Almancaya “Stirbt der Gehsteige schwermütiger Gefährte
unter dem Gestirn…“ biçiminde çevrilmiştir. Çeviride “karasevdalı” sözcüğünün
anlamını tam olarak karşılamayan ve acı çeken anlamındaki “schwermütig”
155
sözcüğüyle çevrilmiş ve çevirmen, kaynak dizede bulunmayan “unter dem Gestirn”
(yıldızların altında) sözlerini ekleyerek kaynak şiirden bağımsız dize oluşturmuştur:
(…)
Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları.
(…)
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse kaldırımların karasevdalı eşi...
(Kısakürek, 2011: 156)
(…)
Wie eine feuchte Decke mich mit ihr vereinen;
Deckt mich zu, deckt mich mit der kühlen Dunkelheit.
…
Tauche in einen Schlaf, geheimnisvoll wie die Straßen ein,
Stirbt der Gehsteige schwermütiger Gefährte unter dem Gestirn…
(Pazarkaya, 1987: 54)
Ahmet Muhip Dranas‟ın Her Şeyin Uzaklaştığı Saat isimli şiirinde “kanı
çekilen evler”, “damların eriyip dökülmesi” alışılmamış bağdaştırmalar oluşturularak
yapılan betimlemeler, erek şiirde farklı betimlenmiştir. “Kanın çekilmesi”, insanlar
için kullanılan ve çok şaşırmak, donakalmak anlamlarında kullanılıyor ve burada
evin şaşkınlığı dile getiriliyor. Erek şiirde bu dize, kaçışmak anlamında kullanılan
“verkriecht sich” fiiliyle oluşturulmuştur. Evlerin kaçıştığı betimlenmiştir. İkinci
dizede damların eriyip dökülmesi betimlemesi, Almancada “Die Dächer lösen sich
auf und verfallen.“ olarak çevrilmiştir. Erek metindeki ikinci dize, damların kaydığı
ve düştüğü izlenimi bırakıyor. Burada erimek anlamında kullanlan “schmelzen”
sözcüğüyle daha çarpıcı bir betimleme yapılabilirdi:
Kanı çekiliyor evlerin,
eriyip dökülüyor damlar;
(…)
(Dranas, 2009: 121)
156
Das Leben der Häuser verkriecht sich
Die Dächer lösen sich auf und verfallen.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 75)
Yahya Kemal Beyatlı‟nın Rindlerin Ölümü şiirinde geçen gül imgesinin
kanayan rengiyle açtığı betimleniyor. Şiirde geçen ve aslında kırmızı olan gül,
“kanayan renk” olarak betimlenmiş, alışılmamış bir bağdaştırma oluşturulmuştur.
Erek şiirde çevirmen, sözcüğü sözcüğüne çevirerek bu betimlemeyi Almancada da
başarılı bir şekilde sunmuştur:
Hafız‟ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
(…)
(Beyatlı, 1990: 87)
Es gab eine Rose im Garten, wo Hafis„ Grabmal liegt,
Sie erblühte täglich von neuem mit blutender Farbe
(…)
(Pazarkaya, 1987: 6)
Behçet Necatigil‟in Panik şiirinde fabrika duvarları, kişileştirilerek “sağır
kale kapıları” olarak betimlenmiştir. Çevirmen Pazarkaya, sözcüğü sözcüğüne çeviri
yöntemiyle “taube Festungstore” biçiminde erek dilde anlaşılmasını sağlayarak
başarılı bir şekilde aktarmıştır:
Fabrika duvarları sağır kale kapıları
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar..
(Necatigil, 2012: 219)
Die Fabrikenmauern sind taube Festungstore
Eingeschüchtert müde Männer, verdrießlich scheue Frauen…
(Pazarkaya, 1987: 166)
157
Ahmet Haşim‟in Karanfil başlıklı şiirinde karanfil, “katre alev” olarak
betimlenmiş, erek şiirde, çevirmen, sözcüğü sözcüğüne “Flammentropfen” biçiminde
çevirerek aynı alışılmamış bağdaştırma örneğini vermeyi başarmıştır:
Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil
(…)
(Pazarkaya, 1987: 11)
Von den Lippen der Geliebten gebracht,
Ist diese Nelke ein Flammentropfen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 12)
Ahmet Haşim‟in Parıltı şiirinde “nehrin ateş gibi akması”, “aşkın aksisinin
ona vurması” Pazarkaya tarafından sözcüğü sözcüğüne çevrilmiş, şiirdeki
alışılmamış bağdaştırma erek şiire kazandırılmıştır:
Ateş gibi bir nehr akıyordu
(…)
Baktım ona sessizce uzaktan
Vurdukça bu aşk ona aksi…
(Pazarkaya, 1987: 16)
Wie Feuer strömte ein Fluß
(…)
Ich sah sie lautlos von ferne an,
Wenn der Wiederschein dieser Liebe auf sie fiel…
(Pazarkaya, 1987: 17)
158
Nazım Hikmet‟in Saat 21-22 Şiirleri‟nden şiirinde “unutulmuş olan elin”
betimlemesi, “Deine (…) vergessene Hand” olarak sözcüğü sözcüğüne çevrilerek
Almancada da alışılmamış bağdaştırma olarak aktarılmıştır:
Bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
(…)
(Ran, 2011: 615)
Deine auf einem blauen Stoff vergessene Hand
Und in deinem Haar
(…)
(Pazarkaya, 1987: 32)
Nazım Hikmet‟in 2 Ekim 1945 isimli şiirindeki “Sefaletin ziyafeti”, çevirmen
sözcüğü sözcüğüne “Elends Schmaus” olarak aktarmıştır. Kaynak şiirdeki
alışılmamış bağdaştırma, erek şiire de başarılı olarak yansıtılmıştır:
(…)
Biliyorum henüz bitmedi
Sefaletin ziyafeti…
Bitecek fakat…
(Ran, 2011: 624)
(…)
Ich weiß, noch ist das Elends Schmaus
Nicht zu Ende,
doch er geht auch einmal aus.
(Pazarkaya, 1987: 38)
İlhan Berk‟in Siz şiirinde gözler “ortaçağ” gibi “kocaman ve ıssız” olarak
tasvir edilmiştir. Çevirmen, sözcüğü sözcüğüne çevirerek başarılı bir şekilde
aktarmıştır:
Gözlerinizi alıyorum. Gözle-
riniz Ortaçağ. Kocaman ve ıssız.
(…)
(Berk, 2006: 329)
159
Eure Augen nehme ich. Eure Au-
gen Mittelalter. Riesig und öde.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 182)
Kemal Özer‟in İçimizdeki Bu şiirinde “kaygan dünya“, “günün bütün
seslerinin kaldırımlara serilmesi”, “umudun gür sürmesi” gibi alışılmamış
bağdaştırmalar, Pazarkaya tarafından sözcüğü sözcüğüne çevrilmiştir. Çeviri erek
okuyucunun anlayabileceği bağdaştırmalardır ve Almancada da alışılmamış
bağdaştırma örneği oluşturuyorlar:
Bu kaygan dünya
(…)
satıyorlar günün bütün seslerini,
sermişler kaldırımlara.
(…)
ne kadar biçerlerse biçsinler
umut daha gür sürecektir.
(Özer, 1985: 117)
Diese glitschige Welt
(…)
Bieten alle Stimmen des Tages feil,
ausgebreitet auf dem Gehsteig
(…)
noch üppiger wird die hoffnung wachsen,
je mehr man sie beschneidet.
(Pazarkaya, 1987: 324)
Kemal Özer‟in Görülmüştür şiirinde vapurlar, hapishanede kalan
mahkûmlara benzetilerek denizde ve kıyılarda seyir almaları “volta atıyor” biçiminde
betimlenmiştir. Erek şiirde bu betimleme “von Ufer zu Ufer wandeln” (kıyıdan
kıyıya süzülüyorlar) biçimide, farklı bir alışışmamış bağdaştırmayla aktarıldığı
görülüyor. Minarelerin ayakta bekleyen zanlılar olarak tasvir edildiği ve Boğaz
160
köprüsünün öfkeli bir el olarak tasvir edildiği dizeler, erek şiirde de anlamı
korunarak sözcüğü sözcüğüne çevrilmiştir:
Volta atıyor kıyıdan kıyıya
denizin malta taşlı avlusunda vapurlar.
(…)
Minareler ayakta ifade vermek için
(…)
Boğaz köprüsü derseniz
öfkeyle inip kalkan bir elin
bıraktığı titreşim İstanbul‟un suratında.
(Özer, 1985: 309)
Von Ufer zu Ufer wandeln
Die Schiffe im Hof des Meeres mit Steinplatten.
(…)
die Minarette stehen aufgerichtet, um vernommen zu werden,
(…)
und wenn ihr nach der Bosporusbrücke fragt,
so ist sie ein Zittern auf dem Gesicht Istanbuls,
das eine wütende Hand darauf hinterläßt.
(Pazarkaya, 1987: 326)
Attila İlhan‟ın istanbul ağrısı isimli şiirinde alışılmamış bağdaştırma
örnekleri şiirin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. “kanatları parça parça ağutos
geceler“, “kaynayan yıldızlar”, “pancak pancak şiirler tükürmek”, “limandaki
bandıraların ayaklanması”, “diesel kamyonların sarhoşluğu”, “direksiyonun koynuna
girmiş bıçkın şoförler”, “mazot tüküren dövmeli gemiler”, “imdat kıvılcımları
fışkıran antenler”, “sirkeci garı‟nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp/ intihar dumanları
içindeki haydarpaşa”, alışılmamış bağdaştırmaların sıklıkla şiirin örgüsünde
bulunduğunu gösteriyor. Erek şiirde çevirmen, alışılmamış bağdaştırmaları anlam
kaybına uğratmadan, sözcüğü sözcüğüne çevirerek aktarmıştır ve erek şiirde de
alışılmamış bağdaştırma özelliği kazanmıştır:
kanatları parça parça bu ağustos geceleri
161
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
Sen
(…)
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
(…)
limandaki ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
(…)
kirli dudaklarını bulut bulut üzerime uzatan
sirkeci garı‟nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki içindeki haydarpaşa‟dan
(…)
tophane iskelesi‟nde diesel kamyonlar sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
(…)
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
(…)
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
(…)
(İlhan, 2012: 11)
diese augustnächte mit ihren zerstückelten flügeln
wenn die sterne kochen
in scherben zu meinen füßen ausgeschüttet
du
(…)
wieder werde ich blutschäumendes höllenfeuer anbauen
händvolle gedichte ausspucken
(…)
also wieder werde ich
im mastenwald im hafen erheben sich alle flaggen
(…)
daß du deine schmutzigen lippen
wie wolken zu meinen lippen hinreichst
daß du im sirkeci-bahnhof dem kreischen der züge ausgeliefert
vom bahnhof haydarpaşa über den
selbstmordhangenen dunst
(…)
bei tophane auf dem anlegeplatz sind diesel-lkws betrunken
faule fahrer schmiegen sich in die arme ihrer lenkräder
(…)
mensch sind diese diesel ausspuckenden
diese geschmiedeten schiffe deine
162
warum funken deine antennen sos-rufe
(Pazarkaya, 1987: 234)
Tahsin Saraç‟ın Çağlar Boyu şiirinde “ılık bir şaşkınlık” sözü alışılmamış
bağdaştırmaya örnektir. Ölülerin vücut sıcaklığını ve şaşkınlıklarını betimlemek için
sıcaklık ölçüsü kullanılmış, erek metinde ise bu özellik alışılmamış bağdaştırma
özelliğini taşımayan “sanfte Verwirrung” sözcüğüyle karşılanmıştır. “salkım sakallı
taş yontuları”, erek şiirde de alışılmamış bağdaştırma oluşturacak biçiminde
“traubenbärtigen Steinstatuen“ biçiminde başarılı olarak çevrilmiştir. “Yayla sabahı
bakışlı ak gelinler” betimlemesi, “Bräute/ Mit Blicken wie Weidemorgen“ olarak wie
(gibi) benzetme edatı eklenerek kaynak şiirdeki aynı anlamı verecek biçimde
çevrilmiştir:
Sağır mağaralarında unutulmuşluğun
Dolaşır ılık bir şaşkınlıkta
Mezarlarını yitirmiş ölüler
(…)
Kıpırdar kör kuyuların yosun kokusu
Ve salkım sakallı taş yontularda
Bir Asur gecesinden çatlar zaman
(…)
Soğur sıcak yatakları o elma kokulu
Yayla sabahı bakışlı ak gelinlerin
(…)
(Pazarkaya, 1987: 289)
In tauben Höhlen der Vergessenheit
Wandeln in sanfter Verwirrung
Tote, die ihre Gräber verloren,
(…)
Der Moosschlaf versiegter Brunnen regt sich
Und in traubenbärtigen Steinstatuen
Birst die Zeit aus assyrischer Nacht.
(…)
Die Betten der apfelduftenden Bräute
Mit Blicken wie Weidemorgen, erkalten.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 290)
163
Saraç‟ın Dudakların Gül Şenliği şiirindeki “bahar kaçkını yeşil”
“tomurcuklamak”, “taş uyanır, yatak kişner” betimlemelerini çevirmen,
“frühlingsflüchtiges grün”, “Der Stein erwacht, das Bett wiehert” olarak erek dilde
de alışılmamış bağdaştırma örneği olacak biçimde sözcüğü sözcüğüne çevirmiştir:
Bir bahar kaçkını yeşil
Tomurcuklar seni bende.
(…)
Taş uyanır, yatak kişner
Ateş harmanı dişiliğinde.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 293)
Ein frühlingsflüchtiges Grün
Lässt dich in mir knospen.
(…)
Der Stein erwacht, das Bett wiehert
Unter deiner Weiblichkeit wie Feuerdrusch.
(Pazarkaya, 1987: 294)
Ahmet Muhip Dranas Fahriye Abla ve Bitmez Tükenmez Can Sıkıntısı
şiirlerinde geçen ve alışılmamış bağdaştırmalara örnek olan “afyon ruhu gibi baygın
mahalleden”, “Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede” ve “siyah güneş” betimlemeleri,
erek şiirde sırasıyla “dieser wie Mohn betäubten Gegend“, “Badete sein Schatten in
einem dämmrigen Bach“ ve “schwarze Sonne“ biçimlerinde sözcüğü sözcüğüne erek
dile başarılı bir şekilde çevrilmiştir:
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
(…)
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
(Dranas, 2009: 75)
Von dieser wie Mohn betäubten Gegend bliebst du
In meiner Vorstellung als einzige Spur.
(…)
164
Wenn sich die Stunden neigten allgemach,
Badete sein Schatten in einem dämmrigen Bach.
(Pazarkaya, 1987: 73)
Aynı siyah güneş gökyüzünde.
(Dranas, 2009: 122)
Dieselbe schwarze Sonne am Himmel rußt.
(Pazarkaya, 1987: 77)
3.4.2. Sözcüksel Düzlemde Sapmalar
Şairler, şiirlerinde yeni sözcükler de türetmektedir. Sözcüksel sapma olarak
bilinen bu sapmalarda “kök ve ekler, yeni kök ve eklerle birleştirilerek olağan dilde
olmayan yepyeni sözcükler yaratmada kullanılır” (Özünlü; 2001: 146). İncelenen
şiirlerde bu tür sapmaların fazla bulunmadığı ve çevirmenin sözcüksel sapmaları
çoğunlukla erek şiire yansıtamadığı görülmüştür:
(…)
Kimi bir düşünden ki
Kör bir gül gibi dönenir
(…)
(Anday, 2008: 202)
Yukarıda da belirtilen Melih Cevdet Anday‟ın Şiir Yazmak şiirinde “Kör bir
gül gibi dönenir” dizesinde geçen “dönenir” sözcüğü, şair dönmek sözcüğüne
süreklilik katmak amacıyla dönenir olarak kullanmıştır. Erek şiirde çevirmen, bu
sözcüğü dönmek anlamındaki “kreisen” sözcüğüyle çevirmiş, kaynak şiirdeki
sözcüksel sapma özelliği kaybolmuştur:
165
(…)
Mal von einem Gedanken der
Wie eine Blinde Rose kreist
(…)
(Pazarkaya, 1987: 151)
Behçet Necatigil‟in Panik şiirinde “devcileyin arkalar..” betimlemesi, gibi
edatının yerine geçen –cileyin sözcüğünün dev sözcüğünün önüne getirilerek
sözcüksel sapma oluşturulmuştur. Almancada bu sözcük “Gigantischer” sözcüğüyle
doğru olarak aktarılmıştır:
(…)
Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan
Yanında yardakçılar, yaşıyor.
(…)
(Necatigil, 2012: 219)
(…)
Gigantischer Rückhalt, von riesigen Banken
Helfershelfer um ihn, lebt er.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 167)
Özdemir Asaf‟ın Düşüngü başlıklı şiiri de sözcüksel sapmaya güzel bir örnek.
Düşünmek fiilinin ve tekrarlanma durumunu anlatan döngü sözcüklerinin
birleştirilmesiyle oluşturulan sözcüksel bir sapmadır. Erek şiirde çevirmen, sadece
düşünce anlamına gelen “Der Gedanke” sözcüğüyle çevirdiğini görüyoruz. Burada
sözcüksel sapmayla oluşturulmuş özgün sözcük erek şiirde kaybolmuştur (Ayr. bkz.
Toklu, 2003: 91):
Düşüngü
Der Gedanke
(Pazarkaya, 1987: 213-214)
166
Can Yücel‟in Ya‟u şiirinde seslenme ve üzerine dikkat çekmek için söylenen
söze katılan bir sözcük olan “yahu” sözcüğünü Yücel, kesme işaretiyle “ya‟u” olarak
yazarak sözcüksel sapma oluşturmuştur. “Ya‟u” sözcüğü erek şiirde anlamı
korunarak “Mensch” olarak çevrilmiş buna rağmen kaynak şiirdeki gibi sözcüksel
sapma ile oluşturulmamıştır. Şiirin devamında zor bela olan sözcükleri birleştirerek
“zorbela” olarak belirtmiştir. Çevirmen bu sözcüğü “Mit Müh und Not” olarak
aktarmış, sözcüksel sapma özelliği kaybolmuştur:
Elektrikler söndü dün gece,
Zorbela toplayıp satrancın taşlarını
Mecburen yattık.
(…)
Ya‟u ne güzel şeymiş meğer karanlık!
(Pazarkaya, 1987: 246)
Die Lichter gingen aus gestern nacht,
Mit Müh und Not sammelten wir die Schachfiguren
Und schliefen notgedrungen.
(…)
Mensch, war die Dunkelheit etwas Schönes!
(Pazarkaya, 1987: 247)
3.4.3. Sözdizimsel Düzlemde Sapmalar
Dilbilgisel sapmalar olarak da bilinen sözdizimsel sapmalar, sözcüklerin
tümce içindeki sıralanışının, okuyucunun alışmış olduğu diziminden farklı olarak
yansıtılmasıdır. Özünlü, bu tip sapmaların tespit etmenin sözlüklere bakarak ya da
sesbilimsel betimlemelere başvurarak doğruluğun araştırmasının olanaksız olduğunu
belirtir ve bunun nedenini kaynak eksikliğine bağlar (Özünlü, 2001: 147).
167
Yüksel Pazarkaya‟nın çevirdiği şiirleri incelediğimizde sözdizimsel
sapmaların az olduğunu görüyoruz. İncelemelerimizde tespit edebildiğimiz sapmalar
aşağıdaki örneklerde sıralanmıştır:
Ziya Osman Saba‟nın şiirinde geçen “Çocukların öldüğünü istemem…”, şiire
“öldüğünü görmek istemem” ya da “ölmesini istemem” olarak ifade edilseydi,
alışılmış bir sözdizim olurdu. Şairin tercihini, okuyucunun dikkatini çekmek için
yazdığını düşünüyoruz. Erek şiirde çevirmen, bu sapmayı düzelterek çevirmiştir ve
bu özellik kaybolmuştur:
(…)
Tabutçu, ölçünü büyük tut, büyük!
Çocukların öldüğünü istemem…
(Pazarkaya, 1987: 92)
(…)
He, Sargbauer, halte deine Maße groß, groß und breit!
Ich will nicht, daß Kinder sterben…
(Pazarkaya, 1987: 93)
Ahmet Haşim‟in Bir Günün sonunda Arzu şiirinin “Tekrarını ömrün eder
ilan” dizesinde geçen ilân eder fiili, isimle yer değiştirerek devrik cümle özelliği
kazanmıştır. Almanca erek şiirde bu özelliğin kaynak şiirde olduğu gibi
yansıtılmadığı görülmekte:
(…)
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilân
(…)
(Pazarkaya, 1987: 11)
(…)
Von goldnen Türmen verkünden Vögel
Erneut die Wiederkehr des Lebens,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 12)
168
Nazım Hikmet‟in Saat 21-22 Şiirleri‟nden adlı şiirinde geçen “seni sevmek
saadeti” dizesindeki “sevmek” sözcüğü, tamlama oluşturulmadan fiilin mastar haliyle
verilmiştir. Erek şiirde bu kullanım, dizede devrik cümle kurularak oluşturulmuştur:
(…)
İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti…
(…)
(Ran, 2011: 615)
(…)
Wie ein zweiter Mensch in mir
Ist das Glück, dich zu lieben…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 33)
Âşık Veysel‟in Kara Toprak türküsünde “Merhem çalıp yaralarım düzlüyor”
dizesinde “yaralarım” sözcüğünü fiile bağlarken –i (I) belirtme hal ekinin
kullanılmadığı görülüyor. Erek şiirde bunun düzeltilerek çevrildiği ve sapmanın
kaybolduğu görülüyor:
(…)
Bütün kusurumuzu toprak gizliyor
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor
(…)
(Oğuzcan, 1985: 129)
(…)
Alle unsre Makel deckt die Erde
Sie streicht Balsam auf meine Wunden im Nu
(…)
(Pazarkaya, 1987: 25)
Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Otuz Beş Yaş Şiiri„nde devrik bir dize olan “Bu
kaçıncı bahçe gördüm tarumar?” dizesi, Almancaya devrik olarak çevrilmemiş ve
sapma kaybolmuştur:
169
(…)
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
(…)
(Tarancı, 1997: 178)
(…)
Woher kam dieser Leichenzug? Wer ist gestorben?
Der wievielte verwahrloste Garten, den ich sah?
(Pazarkaya, 1987: 85)
Âşık Veysel‟in Dostlar Beni Hatırlasın şiirinde geçen “Ne gelsemdi, ne
giderdim” dizesinde geçen “gelsemdi” sözcüğü, gelseydim olması gereken ama
şairin kendine özgü kullanımı ile dilbilgisi kuralına aykırılık oluşturuyor. Erek şiirde
bu sapmanın, düzeltilerek çevrildiğini ve bu özelliğin kaybolduğunu görüyoruz:
(…)
Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
(…)
(Oğuzcan, 1985: 14)
(…)
Weder kommen wollt‟ich noch gehen
Täglich neue sorgen enstehen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Fazıl Hüsnü Dağlarca‟nın Almanya‟da Çöpçülerimiz şiirinde mi soru eki yer
değiştirilerek sözdizimsel bir sapma oluşturulmuştur. Kaynak şiirde mi soru eki
Türkçe dil bilgisi kurallarına göre –da bağlacından sonra gelmeliydi. Buradaki
sapmayı –mi soru eki ile –da bağlacının yer değiştirmesi oluşturuyor. Erek şiirde bu
sapmanın oluşturulamadığı görülmekte:
170
(…)
Yadigâr mı da geldin bizim ellerden
Gülü reyhan gibi koktun birader
(…)
(Pazarkaya 1987: 138)
(…)
Bist als Andenken gekommen von unserem Dorf
Wie eine Duftrose riechst du Bruder.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 139)
3.4.4. Sessel Sapmalar
Özünlü‟nün lehçesel sapma olarak adlandırdığı sessel sapmanın (2001: 151)
“konuyu ve olayı daha iyi bir ortamda anlatabilmek, konuyu ve olayı anlatan kişinin
o ortamda yaşayan bir kişi olduğu havasını verebilmek için” kullanıldığını belirtiyor.
Sessel sapmayı, şiirin içerisine ağız özelliği bulunan sözcüklerin yerleştirilmesi
olarak belirtebiliriz. Pazarkaya‟nın da çevirdiği Dağlarca‟nın Kavak Uykuları
şiirinde bu sapma görülür:
Şiirde geçen “acuğ aç“, işçilerin ağzından söylenmiş gibi yazılmış, şiirdeki
atmosfer okuyucuya yansıtılmaya çalışılmıştır. Bu tür sapmalar “ortak dildeki
göstergelerin ses açısından değiştirilmesiyle oluşturulur” (Aksan, 2006: 178). Başka
bir deyişle, yazı dilindeki sözcüğün, konuşma dilinde (bölgeden bölgeye değişik
olarak telaffuz edilmesi koşuluyla) söylendiği gibi cümle içine alınmasıdır (Bkz.
Toklu, 2003: 95):
171
(…)
Sesleniyorlardı bir kardaşlık çağından:
Efendü acuğ aç!
(Pazarkaya, 1987:132)
Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Her Günkü Şarkım isimli şiirinde geçen “Niçin acep
niçin” sözü, günlük dilde söylenen ve ağız özelliği bulundururken, erek şiire
çevirmen “Warum wohl, sag warum” olarak aktarmıştır. Sözkonusu kaynak şiirdeki
ağız özelliği erek şiirde kaybolmuştur:
Anî bir kararda,
Edip şehre veda,
Niçin acep niçin
(…)
(Tarancı, 1997: 133)
(…)
Mit einem plötzlichen Entschluß,
Abschied nehmend von der Stadt mit Verdruß
Warum wohl, sag warum
(…)
(Pazarkaya, 1987: 83)
Cemal Süreya‟nın Dalga isimli şiirinde bağlaç olan ile sözcüğü kendisinden
önce gelen isimle birleştirilerek “gemiciynen” olarak, ağız özelliği ile yazılmıştır.
Erek şiirde bu özelliğin yine kaybolduğu görülmektedir:
(…)
İki gemiciynen Van Gogh‟dan aşırılmış
Bir kadının yüzü ha ha ha.
(…)
(Süreya, 2012: 18)
172
(…)
Zwei Matrosen und das Gesicht einer Frau
Aus van Gogh geklaut ha ha ha.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 306)
Hilmi Yavuz‟un Yok hükmündedir şiirinde vaktin geldiği anlamına gelen
“vakt irişir (erişir)” ağız kullanımı, erek şiire yansıtılamamıştır:
(…)
kuşlar ahî, gün yörüktür, vakt irişir
(…)
(Yavuz, 2010: 53)
(…)
die vögel sind zunftbrüder, der tag ist nomade, es ist zeit
(…)
(Pazarkaya, 1987: 343)
Hasan Hüseyin Korkmazgil‟in karagün dostu isimli şiirinde geçen ve eğilir
anlamında kullandığı “iğilir” sözcüğü, erek metinde kaynak şiirde olduğu gibi
korunarak aktarılamamıştır:
(…)
yoklar yüreğimizi
iğilir yaramıza
dağıtır korkumuzu
(…)
(Pazarkaya, 1987: 252)
(…)
es tastet unser herz
es beugt sich über unsere wunde
es zerstreut unsere angst
(…)
(Pazarkaya, 1987: 253)
173
Şair A. Kadir‟in Dağ Başında ve Cibali şiirlerinde geçen koydular
anlamındaki “kodular” ve ayakkabılarınız anlamında kulllanılan “ayakkablarınız”
gibi ağız özelliği bulunduran sözcükler erek şiirde kaybolmuştur:
Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 188)
Mich hat man so mutterseelenallein gelassen am Ende der Welt,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 189)
(…)
Çarpık ayakkaplarınız gelir,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 190)
(…)
Eure schiefen Schuhe kommen mir in den Sinn
(…)
(Pazarkaya, 1987: 191)
Özdemir Asaf‟ın birçok şiirinde sessel sapmalar ile ilgili birçok sözcük
bulunmaktadır. Düşüngü, Saygı, Mi şiirlerinde geçen “deye, deyorlar, isteyorsun”
sözcükleri, fiillerde bulunan kalın ünlülerin ek almasına karşın /e/ sesleri
inceltilmemiştir. Üç şiirin çevirsinde de bu ağız özelliğinin şiire yansıtılamadığı
görülmektedir (Ayr. bkz. Toklu, 2003: 94):
(…)
Sen alışmayasın deye,
korkmayasın deye,
düşünesin deye…
(…)
Sen kaçmayasın deye.
(…)
(Asaf, 2011: 23)
damit du dich an nichts gewöhnst,
dich nicht fürchtest,
174
damit du denkst...
(…)
Damit du nicht flüchtest.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 214)
Sana güzel deyorlar;
Sakın olma.
(Asaf, 2011: 87)
Man nennt dich schön;
Sei es ja nicht.
(Pazarkaya, 1987: 217)
Beni isteyorsun,
Bahçeni sulayayım deye
(…)
(Asaf, 2011: 112)
Mich willst du,
damit ich deinen Garten begieße.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 216)
Âşık Veysel‟in Uzun İnce Bir Yoldayım türküsünde geçen ve sessel sapmaya
örnek “dakka” kullanımı, erek şiirde yansıtılmaya çalışılmış gibi gözükmekle birlikte
hece ölçüsünü oluşturmak için ünlü sesi düşülmüştür:
(…)
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece
(…)
(Oğuzcan, 1985: 221)
(…)
Der Pfad‟ne Minut‟hernach
Ich wandere Tag und Nacht
(…)
(Pazarkaya, 1987: 21)
175
Âşık Veysel‟in Uzun İnce Bir Yoldayım isimli türküsünde geçen “-
Bilmiyorum ne haldayım“; “-yürüyom; arıyom; görüyom;“ „-Gâh ağlaya gâhi güle”
dizelerinde geçen ağız kullanımı erek şiirde yansıtılamamıştır:
(…)
Uykuda dahi yürüyom
Kalkmaya sebep arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece
(…)
(Oğuzcan, 1985: 221)
(…)
Ich wandere selbst im Schlaf
Grund zu bleiben such ich ach
Sehe die da wandern brav
Ich wandere Tag und Nacht
(…)
(Pazarkaya, 1987: 21)
Hilmi Yavuz‟un doğunun gurbetleri adlı şiirinde hem ağız özelliği bulunan
hem de kafiye oluşturmak için kullanılan “dünki”, “çünki” sözcükleri, erek metinde
bu özellikler yansıtılmadan çevrilmiştir:
(…)
ve ne kaldıysa dünki
(…)
akşam en güzel masaldır çünki
(…)
(Yavuz, 2010: 102)
(…)
und was geblieben ist von gestern
(…)
denn der abend ist das schönste märchen
(…)
(Pazarkaya, 1987: 343)
176
Can Yücel‟in Bi Sen Eksiktin Ayışığı şiirinde, bir mahkûmun bakış açısından
bir yerden başka bir yere nakliyesini anlatmaktadır. Kaynak şiirde başlarında,
kurallara uyan bir başçavuşun kendilerine eşlik ettiğini anlatıyor. “perensip sahibi”
sözcesiyle bu sözün başçavuşun kendisi tarafından veya yabancı kökenli bir sözcük
kullanılarak kültürlü olduğunu izlenimi verilmek amacıyla, hem alaycılık anlamı
katan hem de yanlış telafuz edilerek, verilmiştir. Erek metinde ise bu sözcüğün
Almanca kullanımına uygun olduğu şekilde aktarıldığı görülmektedir. Buna karşın
kaynak şiirde bu sözcük italik şekilde belirtilerek şiirin bütününe etkisi olduğu
görülmesine rağmen, erek metinde de italik aktarılmasına karşın bu önemini ve
alaycılığını kaybettiği görülebilir:
(…)
Başımızda perensip sahibi bir başçavuş.
Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 246)
(…)
Ein Feldwebel mit Prinzipien ist unsere Aufsicht,
Über Nigde fahren wir zum Gefängnis Adana…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 247)
Ahmet Arif‟in Hasretinden Prangalar Eskittim şiirinde “Haldan bilmez” ağız
kullanımı, erek metinde “der Verständnislosen“ olarak aktarılarak bu özelliğin
kaybolmasına sebep olmuştur. Şiirde, Türkçeye özgü “kahpe yalan” deyişi, yalana
bir serzeniş amaçlı söylenir. Erek dile doğrudan bu iki sözcüğün ilk anlamlarıyla,
“Hurenlüge” olarak aktarılmıştır, bu sebepten ötürü erek okuyucu tarafından tuhaf
karşılanabilir:
177
(…)
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.
Ard-arda kaç zemheri,
(…)
(Arif, 2010: 88)
(…)
Dem Ehrenlosen, der Verständnislosen
Hurenlüge.
Wie viel strenge Winter hintereinander
(…)
(Pazarkaya, 1987: 231)
Ahmet Arif‟in Sevdan Beni şiirindeki “hayın”, hain anlamındadır ve sessel
sapmaya örnek oluşturur. Erek şiirde bu sessel özelliğin kaybolduğunu görmekteyiz:
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
(…)
(Arif, 2010: 13)
Ich blieb hungrig, ich blieb durstig,
Verrätterisch, finster war die Nacht,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 221)
Gülten Akın‟ın Avcı Osman Türküsü‟nde “zalım” ve “sahabına” sözcükleri
ağız kullanılarak betimlenirken, erek şiirde bu özelliğin kaybolduğu görülmektedir:
(…)
Düşünce elinden kara pusatın
Anlarsın anlarsın zalım da üşür
Zulüm sahabına döner bir zaman
Osman Osman
(…)
(Pazarkaya, 2008: 56)
178
(…)
Wenn das schwarze Rüstzeug dir aus der Hand fällt
Dann begreifst du begreifst du auch der Tyrann friert
Die Grausamkeit kehrt zu ihrem Herrn zurück irgendwann
Osman Osman
(…)
(Pazarkaya, 2008: 57)
Gülten Akın‟ın Ağıt şiirinde “kardaşın, “vakt“ gibi sessel sapmayla
oluşturulmuş sözcüklerin erek metinde bu özelliğini kaybederek aktarılabilmiştir:
(…)
Semo kardaşın binip gitti atına
Süsen vaktı değil nergis vaktı gitti
(…)
(Pazarkaya, 2008: 60)
Semo dein Bruder schwang sich auf seinen Gaul und ritt fort
Es ist nicht die Zeit der Schwertlilien nicht die Zeit der
(…)
(Pazarkaya, 2008: 61)
Gülten Akın, Bangladeş ülke ismini muhtemelen sessel sapmayla “belgandeş”
olarak yazmasına karşın çevirmen doğru yazılışını çevirisine dâhil etmiş, ağız
özelliği kaybolmuştur:
(…)
Etyopya, Belgandeş, Belgandeş Etyopya
(…)
(Pazarkaya, 2008: 94)
(…)
Äthiopien, Bangladesch Bangladesch Äthiopien
(…)
(Pazarkaya, 2008: 95)
179
Gülten Akın‟ın Havada Kan Kokusu Var isimli şiirinde geçen “kardaşlar”,
“biz ölmüş müyük” gibi sessel sapmalar, erek şiirde yansıtılmayarak bu özelliğin
kaybolmasına neden olmuştur:
(…)
Yazanlar ozanlar kardaşlar
Niye, biz ölmüş müyük
(Pazarkaya, 2008: 98)
(…)
Schriftsteller Dichter Geschwister
Wieso denn, sind wir schon tot
(Pazarkaya, 2008: 99)
3.5. ġiir’de Söz Sanatları: Benzetmeler
Benzetmeler özellikle edebi metinlerde sıkça başvurulan ve “anlambilim
incelemelerinde benzetmeleri eğretileme ya da deyim aktarması adı verilen söz
sanatının ilk evresi olarak kabul edilirler. Bir insan için kullanılan melek gibi (iyi
huylu), keçi gibi inatçı, tilki gibi kurnaz, pişmiş kelle gibi sırıtıyor biçimindeki
benzetmeler zamanla kısalıp yoğunlaşarak melek, keçi, tilki, pişmiş kelle biçimine
dönüşmekte, birer deyim aktarması niteliği” (Aksan, 2006: 119) kazanmışlardır.
Benzetmeler gündelik dilde olduğu gibi şiirlerde de sıklıkla kullanılan söz
sanatlarındandır. Pazarkaya, çevirdiği şiirlerdeki benzetmeleri genellikle erek
okuyucuya yabancı gelmeyecek ve başarılı biçimde aktarmış, buna rağmen bazı
benzetme çevirilerinin anlaşılabilmesi için kültürel ard alan bilgisi gerektiğinden
benzetmelerin erek dile çevrilmesi yeterli olmamıştır.
180
Âşık Veysel‟in Dostlar Beni Hatırlasın şiirinde can bir kuşa benzetiliyor.
Erek şiirde de bu benzetme anlamına uygun olarak aktarılmıştır. Şiirin ikinci
dizesinde dünya han‟a benzetiliyor ve şair, handan geçenlerin yaşayıp öleceğini
belirtiyor. Erek şiirde han imgesi hiç çevrilmemiş, çevirmen Türkçesi Dünya bir an
anlamına gelen “Die Welt ist einen Augenblick” olarak çevirmiştir:
(…)
Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın
(…)
(Oğuzcan, 1985: 14)
(…)
Die Seel‟ hält es nicht im Käfig
Die Welt ist einen Augenblick
Monde ziehn um Jahr vergehn
Freunde solln meine gedenken
(…)
(Pazarkaya, 1987: 23)
Necip Fazıl Kısakürek‟in Sayıklama şiirinde insan gövdesindeki baş kısmına
kişilik özelliği kazandırılarak kişiden bağımsız bir nesne gibi gezdirildiği, “Yıllarca
gezdirdim hoyrat başımı” olarak betimlenmiştir. Erek şiirde “Mein unsteter Kopf hat
jahrelang gestreunt“ olarak yine kişilik özelliği kazandırılmış, ama kaynak dizeden
farklı olarak başın tek başına hareket ettiği anlamı çıkmaktadır:
(…)
Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım, bir ömür, arkadaşımı.
(…)
(Kısakürek, 2011: 68)
(…)
Mein unsteter Kopf hat jahrelang gestreunt,
181
Suchte ein Leben lang nach meinem Freund.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 53)
Necip Fazıl Kısakürek‟in Sayıklama şiirinde “arzular kanımda çağlayan”
benzetmesi, benzetme edatı kullanılmadan oluşturulmuş ve şiirde arzuların bir
çağlayan gibi aktığı belirtilmiştir. Erek şiirde de gibi edatı kullanılmamış,
“Wunschkaskaden sind in meinem Blut”, Türkçede Kanımda arzu (istek) şelaleleri
var anlamına gelecek şekilde çevrilmiş, kaynak dizedeki anlamdan uzaklaşılmıştır:
(…)
Sussun, sussun uzakta ölümüme ağlayan;
Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan,
(…)
(Kısakürek, 2011: 303)
(…)
Schweigen soll der in der Ferne um meinen Tod zu weinen geruht;
Ich bin jung, sterbe nicht, Wunschkaskaden sind in meinem Blut,
(…)
(Pazarkaya, 1987: 55)
Ahmet Muhip Dranas‟ın Büyük Olsun şiirinde hem bir benzetme, hem de
kültürel özellik taşıyan “İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı” dizesi, erek dile
“Wenn mal einmal brennt, muß man wie Kerem brennen“ olarak çevrilmiştir.
Kerem hakkında daha önce Ahmet Muhip Dranas‟ın şiirinde de geçtiği için sadece
“bir halk anlatısında âşık olan bir kahraman” olarak bahsedilmişti (Pazarkaya,
1987:386). Kerem gibi yanmanın ne olduğunu erek okuyucu anlamayabilir:
(…)
İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı,
Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.
(…)
(Dranas, 2009: 78)
182
(…)
Wenn mal einmal brennt, muß man wie Kerem brennen,
Selbst von seinem Schlaf sich erst am Jüngsten Tag trennen.
(…)
(Pazarkaya, 1987: 75)
Cahit Sıtkı Tarancı‟nın Otuz Beş Yaş Şiiri‟nde geçen “Şakaklarıma kar mı
yağdı ne var?” dizesi ile yaşlanıldığını gösteren belirtilere benzetme özelliğinden
faydalanılarak oluşturulmuştur. Erek metinde de aynı benzetmeye başvurulmuş,
çevirmen erek okuyucunun şiirin bağlamından bunun kastedildiğinin anlaşılacağını
düşünerek çevirisini sözcüğü sözcüğüne gerçekleştirmiştir:
(…)
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
(…)
(Tarancı, 1997: 188)
(…)
Fiel Schnee auf meine Schläfen, was ist los?
Bin ich das, Gott, dieses Gesicht mit Falten?
Und die dunklen Ringe unter den Augen, dieser Trauerkloß?
(…)
(Pazarkaya, 1987: 85)
Bülent Ecevit‟in Pülümürün yaşsız kadını şiirinde benzetme edatı kullanılarak
“bir giz gibi güldü” olan dize, erek şiirde gibi edatı kullanılmamış, Türkçe sır dolu
güldü anlamını taşıyan “geheimnisvoll lächelte sie” olarak çevrilmiştir. Benzetme
özelliği erek şiirde kaybolmuştur:
Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
Yaşını sordum bir giz gibi güldü
(…)
(Pazarkaya, 1987: 206)
183
In einem bergdorf Pülümür sah ich sie
Fragte nach ihrem alter geheimnisvoll lächelte sie
(…)
(Pazarkaya, 1987: 207)
Ahmet Arif‟in Akşam Erken İner Mahpusaneye şiirinde bahar mevsimine
kişilik özelliği kazandırılmış, genç ve heyecanlı biri gibi betimlenmiştir. Erek şiirde
“Und drausen ein feuriger Frühling“ olarak betimlenen bahar, ateşli, sıcak, canlı
olarak, yine çok anlama gelecek şekilde çevrilmiş buna karşın kişilik özelliği kaynak
şiirde olduğu gibi yansıtılamamıştır:
(…)
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya…
(Arif, 2010: 34)
(…)
Und drausen ein feuriger Frühling,
Ich liebe dich
Zum Verrücktwerden…
(…)
(Pazarkaya, 1987: 223)
3.6. Metinlerarasılık
Metinlerarasılık kısaca, bir yerde ve bir zaman diliminde daha önce
söylenmiş, yazılmış veya belirtilmiş olan bir bilginin, duygunun, düşüncenin ya da
oluşturulmuş eserin, bir başka ortamda ve zaman diliminde ister ilk
söyleyenin/belirtenin tekrar belirtmesiyle olsun, ister başka bir kişinin eserinde
olsun, o ilk söyleyen kişiye veya eserine gizli veya açık olarak göndermede
bulunmadır. Aktulum, bu durumun sadece yazılı alanda gerçekleşmediğini belirtir:
184
“(…) genelde tüm sanat alanlarında –resim, yontu, sinema, mimari vb.- artık var olan
bir olgudur. Bu ekinsel kesişmenin içerisinden gitgide metinlerarasılık özelliğine
bürünen bir düşünce ortaya çıkar. Başka ülkelere ait yazarlar yoğun olarak başka
dillere çevrilir, buna bağlı olarak karşılaştırmalı edebiyat incelemeleri, aynı zamanda
bilimler arası alışverişler çoğalır; özellikle bilim, felsefe, edebiyat vb. alanlar
arasında alışverişlere oldukça fazla rastlanır.(…)” Aktulum (2007: 10). Görüldüğü
üzere metinlerarasılık aslında salt metinden metine göndermeyi kapsamayıp aynı
zamanda sanatlar ve disiplinlerarasında da işlev kazanıyor. Buna örnek olarak resim
tablolarının bir romanı betimlemesi, bir şiirin popüler bir müzik parçasının sözleri
haline dönüşmesi gösterilebilir.
“(…) bir metin hep daha önce yazılmış metinlerden aldığı kesitleri yeni bir
birleşim düzeni içerisinde bir araya getirmekten başka bir şey olmadığına göre,
metinlerarası da hep önceki yazarların metinlerine, eski yazınsal bir geleneğe bir tür
öykünme işleminden başka bir şey değildir. Kısaca bu bağlamda, her yapıt bir
metinlerarasıdır. La Bruyère‟in söylediği gibi, „Her şey daha önce söylenmiştir, yedi
bin yıldır insanlar vardır ve düşünmektedirler‟. Edebiyat da hep aynı içeriğin
yinelenmesinden başka bir şey değildir. Metinlerarasılık da bu çerçevede „her şey
daha önce söylenmiştir‟ sözlerini benimsettiği düşünceden kaynaklanır ve bu
düşünceyi sürdürür. (…)” (Aktulum, 2007: 18). Şiir için de geçerli olan bu durumda
kaynak metin yazarı, yani şair, bir göndermede bulunabilir. Burada esas sorunu
çevirmen yaşayacaktır. Çevirmen, kaynak metni erek metne aktarırken iki sorunla
karşılaşır: Bunlardan ilki, erek okuyucunun kaynak kültürde var olan bu
metinlerarası ilişkiyi alımlayabilecek mi, başka bir deyişle fark edebilecek mi
sorusudur? İkinci sorun ise, tamamen çevirmene düşen bir görev olarak, göndermede
185
bulunulan eser daha önce kaynak kültüre kazandırılmış, yani çevrilmiş mi?
Çevrildiyse, çevirmenin görevi, dipnot düşerek erek metne daha önce kazandırılmış
olan metne mi yönlendirmeli erek okuyucuyu, yoksa dipnotta bunun bir metinlerarası
ilişki içerdiğini ve bu içeriğin konusunu erek okuyucuya anlatmalı mı? Türk şiir
yazınında şiir çevirilerin altına bu notu düşmek, sıkça görülmemektedir.
Pazarkaya (1966: 111), Orhan Veli‟nin Karanfil şiiri çevirisini ve çevirisini
ilk kez 1966 yılında yayınladığı Orhan Veli Kanık-Poesie adlı kitabında yayınlamış,
kitabın sonsözünde Karanfil şiirinin Ahmet Haşim‟in şiirine bir taşlama olarak
yazıldığını belirtmiştir. 1985 yılında genişletilmiş olarak basılan Orhan Veli-Garip
çeviri kitabında yine aynı şiiri yayınlamış, bu kitabında bu göndermeye
değinmemiştir. 1987 yılında basılan Die Wasser sind Weiser als Wir adlı çeviri
kitabında Ahmet Haşim‟in Karanfil şiirini dâhil etmiştir. Bu kitabında da bu ilişkiye
değinmemiştir. Bezirci (2003: 48), Ahmet Haşim ile Orhan Veli arasındaki metin
ilişkisi için şunları belirtir: “İmge, duygu, müzik ve renge (dolayısıyla resme) önem
veren, duyulmayı anlaşılmaya, kapalılığı açıklığa yeğ tutan, edebi sanatlara (bu arada
„abartma/mübalağa‟ya da) başvuran, halkın diline, beğenisiyle yaşamına sırt çeviren,
toplumsal olaylarla ilgilenmeyen Ahmet Haşim‟e „Karanfil‟ şiirinde bir takılma
vardır.”.
Çevirilerine baktığımızda, Orhan Veli‟nin tırnak içinde belirttiği “Yârin
dudağından getirilmiş” ile Ahmet Haşim‟in şiirinin ilk dizesinden aynen alıntı
yaptığı görülebilir. Pazarkaya‟nın yaptığı çevirilerde ise Haşim‟in şiirini “Von den
Lippen der Geliebten gebracht“, Veli‟nin şiirini “Vom Munde der Geliebten
gebracht” biçiminde çevirdiği ve bu çevirilerin kaynak metinde olduğu gibi tam
186
olarak örtüşmediği görülebilir. Erek metinde dudak Veli‟nin şiirinde Lippe (dudak)
olarak çevrilirken, Haşim‟in şiiri Mund (ağız) olarak çevrilmiştir.
Karanfil
Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu karanfil,
Ruhum acısından bunu bildi.
Düştükçe vurulmuş gibi yer yer,
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervane kesildi.
(Pazarkaya, 1987: 12)
Die Nelke
Von den Lippen der Geliebten gebracht,
Ist die Nelke ein Flammentropfen.
Mein Herz spürt es an ihrer Bitterkeit.
Wie erschlagen von ihrem wilden Duft
Da die Schmetterlinge fallen in der Luft,
Ward auch mein Herz zum Falter in ihrem Geleit.
(Pazarkaya, 1987: 13)
Karanfil
Eylül 1939
Hakkınız var, güzel değildir ihtimal,
Mübalâğa sanatı kadar,
Varşova‟da ölmesi on bin kişinin,
Ve benzemesi
Bir motörlü kıtanın bir karanfile,
“Yârin dudağından getirilmiş.”
(Veli, 1998: 192)
Die Nelke
September 1939
Sie haben recht, es ist nicht so schön
187
Wie die Kunst der Übertreibung,
Daß Tausende in Warschau starben
Und daß eine motorisierte Truppe
Einer Nelke nicht gleicht,
“Vom Munde der Geliebten gebracht.”
(Pazarkaya, 1966: 21)
Orhan Veli‟nin Kızılcık şiiri, Nazım Hikmet‟e göndermede bulunan bir şiir.
Şiire ismini veren Kızılcık sözcüğü, Nazım Hikmet‟in siyasi görüşünden (Komünist),
bu görüşü benimseyenlere Kızıl lakabı takılmasından dolayı verilmiştir. Kızıl
sözcüğü, o dönem Sovyet Ordusu‟nun Kızıl Ordu isminden gelmektedir. Erek metni
incelediğimizde bu sözcük oyununun erek metne yansıtılamadığını görüyoruz.
Çevirmen, kaynak metinde geçen kızılcık sözcüğünü ilk anlamıyla ele alıp
Kornelkirsche (kızılcık meyvesi) olarak çevirmiştir. Orhan Veli, şiirde ayrıca şair
Nazım Hikmet‟in o sene üç tane şiir yazdığını, belki bir dahaki sene beş tane
yazabileceği göndermesinde bulunmuştur. Kaynak şiirin son dizesinde geçen “İlâhi
kızılcık!”, çevirmen tarafından yine kutsal anlamına gelecek şekilde çevrilmiştir.
Çevirmen, ilahi sözcüğüyle aslında bir şaşma, sitem ünlemi olarak ilahi sözcüğünden
bahsetmektedir (Ayr. bkz. Bengi-Öner, 2009: 25-30):
Kızılcık
İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha sene beş tane verir;
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
İlâhi kızılcık!
(Veli, 1998: 56)
Kornelkirsche
188
Ihre erste Früchte trug sie in diesem Jahr,
Die Kornelkirsche.
Drei Stück,
Im nächsten Jahr sind es sicher fünf.
Das Leben ist lang,
Wir warten,
Was ist schon dabei?
Heilige Kornelkirsche!
(Pazarkaya, 1966: 49)
Melih Cevdet Anday‟ın Karacaoğlan‟ın Bir Şiiri Üzerine Çeşitlemeler
şiirinde Karacaoğlan‟ın şiirinde işlediği temaları kendi şiir anlayışına uyarlayarak
oluşturmuştur. Halk şiirinde varolan uyak ve ölçüler Anday‟ın şiirinde görülmemekle
birlikte Karacaoğlan‟ın anlattığı ve kültürel öge olarak adlandırabileceğimiz imgeler
bu şiirde yer almaktadır. Pazarkaya‟nın çevirisine baktığımızda, şiirin sorunsuz bir
şekilde çevrildiğini görebiliriz. Burada erek okuyucu için önemli olan,
Karacaoğlan‟ın şiirlerinin dilini, üslubunu ve şiirlerinin sessel özelliklerini
bilmemesinden kaynaklanan ve nasıl bir göndermede bulunulduğunun farkına
varamaması sorunsalıdır:
Karacaoğlan‟ın Bir Şiiri Üzerine Çeşitlemeler‟den
Atımla yola çıkıyoruz seherde,
Sabah, büyük bir kuş uyanıyor,
(…)
Avcılar yolu tutmuşlar dağlara erken erken,
Dar sokaklardan geçiyorlar,
(…)
Mücevherli tüfekler asmışlar omuzlarına,
Yeterince şarapları var günbatımı için
(…)
(Anday, 2008: 487)
Aus den Variationen über ein Gedicht Karacaoğlans
Mein Pferd und ich machen uns frühmorgens auf den Weg
Der Morgen, ein großer Vogel, wacht auf,
189
(…)
Die Jäger begaben sich im Morgendämmerung in die Berge,
Durch enge Gassen ziehen sie,
(…)
Edelstein besetzte Gewehre haben sie sich umgehängt,
Sie haben genügend Wein für die Neige des Tages
(…)
(Pazarkaya, 1987: 153)
Orhan Veli‟nin 1946‟da çıkardığı Destan Gibi adlı kitabında yer alan Yol
Türküleri şiiri, yöresel türküleri de içine alarak göndermelerde bulunmuştur:
Kaynak şiirde geçen “Hendeğin yolları taştan,/Sen çıkardın beni taştan”
dizeleri, yer ismi değiştirilmiş bir Adana Türküsü‟dür. Şair dizesine, Adana yerine
Hendek‟i yerleştirmiştir. Bunu erek okuyucu fark edemeyebilir.
“Düzce yolu düz gider,/ Aman bir edalı kız gider.” dizeleri, bir Kastamonu
türküsünden alınmıştır;
“Benden selam olsun Bolu Beyi'ne/ Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır/ At
kişnemesinden kalkan sesinden/ Dağlar seda verip seslenmelidir“ dizeleri,
Köroğlu‟ndan alınmış bir halk türküsüdür;
“Akşam oldu yine bastı kareler.”, bir Rumeli türküsü‟ne örnektir;
“uy neymiş ne imiş, aman aman/ kaderim böyle imiş/ yar üstüne yar sevmek,
aman aman/ ateşten gömleğimiş” sözleri ise Çarşamba Yolları adlı, Sinop yöresine
ait türküdür;
Türk okuyucu için yabancı gelmeyecek bu türküler, Alman okuyucuya
yabancı gelebilir. Erek okur, tırnak içine alındığını fark ederse çıkarımda bulunabilir
ama türkülerden alınmış olduğunu ve türkülerin sözlerindeki göndermeleri
çözemeyebilir. Başka bir deyişle, türküler içlerinde bir hikâye, olay, söylence
190
barındırır. Erek okuyucu bu ard alan bilgisine sahip olmadığı için türküleri
alımlaması zorlaşmaktadır:
Yol Türküleri
(…)
Yavuklumdan vazgeçtim;
“Hendeğin yolları taştan,
Sen çıkardın beni taştan”
(…)
“Düzce yolu düz gider,
Aman bir edalı kız gider.”
Düzcedeyim, Yeşil Yurt otelinde.
(…)
Ellerinde ekmek çıkınları,
Rejiye giden işçi kızlar.
“Benden selam olsun Bolu Beyi'ne
Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir“
(…)
Bir yandan Köroğlu çıkar;
“Hemen Mevla ile sana dayandım
Arkam sensin kalem sensin dağlar hey!„„
(…)
“Akşam oldu yine bastı kareler.”
Oturdum sırtın üstüne.
(…)
Memleket, hemşeri?
Sinop
“uy neymiş ne imiş, aman aman
kaderim böyle imiş
yar üstüne yar sevmek, aman aman
ateşten gömleğimiş”
(…)
(Veli, 1998: 73-79)
Lieder für den Weg
(…)
Vergaß meine Verlobte, owei.
Steinig die Sraßen von Hendek,
Du hast mich geworfen aus dem Weg.“
(…)
„Die Straße nach Düzce ist gerade,
191
Ei, eine Kesse hält Promenade.“
In Düzce bin ich, im Hotel Grüne Heimat.
Vorm Hotel ist Bassar,
(…)
Essensbeutel in der Hand,
Mädchen aus dem Weg zur Tabakmanufaktur.
„Einen Gruß von mir an den Herrn von Bolu,
Auf diesen Bergen muß man sich anlehnen;
Das Zischen der Pfeile, das Klappern der Schilde
Sollen aus den Bergen widerhallen.“
(…)
Von der einen Seite erscheint Köroğlu.
„Mit Gottes Hilfe lehnte ich mich gleich auf dich,
Du bist meine Stütze, bist meine Burg, ihr Berge he!“
(…)
„Es wurde Abend, wieder senkte sich das Dunkel.“
Ich saß auf dem Hügel,
(…)
Woher stammts du, Landsmann?
Sinop
„Ei, was soll das, was soll das, ach ach,
Das soll sein mein Geschick,
Eine Geliebte auf die andere lieben, ach ach,
Ist ein Feuerhemd im Genick.“
(Pazarkaya,1985: 129-139)
Ahmet Arif‟in Akşam Erken iner Mahpusâneye adlı şiirinde “Kürdün Gelini“
türküsüne göndermede bulunuluyor. Çevirmen, erek şiirde de bunu çevrilmesine
karşın, erek okuyucu bu türkünün şiirle olan bağını anlamayabilir:
(…)
Kürdün Gelini‟ni söyler maltada biri
Bense Volta‟dayım ranza dibinde
(…)
(Arif, 2010: 34)
(…)
“Die Kurdenbraut” singt einer von der Küche her,
Und ich gehe auf und ab neben der Schlafkoje
(…)
(Pazarkaya, 1987: 221)
192
Oktay Rifat‟ın Ben Maksata Bakarım isimli kaynak şiirinde Atatürk‟ün ünlü
sözü “Yurtta barış, dünyada barış”, erek metne de uygun olarak aktarılmıştır. Bu
sözün, kaynak dil okuyucusu tarafından Atatürk‟e ait olduğu hemen fark edilebilir.
Buna karşın erek dil okuyucusu, bunun Atatürk‟e ait olan bir söz olduğunu
bilemeyebilir:
Ben Maksada Bakarım
(…)
Yurtta barış
Cihanda barış
Salla gitsin atom bombasını
(…)
(Rifat, 2010: 174)
Auf die Absicht kommt es an
Frieden im Land
Frieden in der Welt
Schmeiß doch die Atombombe
(…)
(Pazarkaya, 1987: 113)
193
SONUÇ
Bu çalışmada Yüksel Pazarkaya‟nın Türk şairlerinin seçme şiirlerini
çevirdiği, yayınlanmış dört eser üzerinden şiir çevirisinde kültürel ard alan
problemleri, sessel özelliklerin aktarımı ve belirli bir dile özgü kalıplaşmış dil
yapılarının çevirisinde karşılaşılan sorunlar incelenmiştir.
İncelemelerde kaynak metin ile erek metin arasında kültürel farklardan
kaynaklanan sorunlar tespit edilmiş, betimleyici bir çalışmayla çevirmenin nasıl bir
yöntem izlediği açıklanmaya çalışılmıştır. Çevirmen Pazarkaya‟nın çevirirken
benimsediği yöntem olan kaynak odaklı çeviri ediminde erek okuyucunun iletiyi tüm
yönleriyle anlaması, sorun yaratabilir. Kaynak kültüre ait kimi özellikler erek
okuyucuda bir yandan kendisinde olmayan, yeni düşünceler ve imgeler
yaratabilirken, diğer yandan tam olarak bilinmeyen kaynak kültürün özelliklerinin
öğrenilmesine olanak sağlar. Buradaki en büyük sorun ise, kaynak dilde var olan
„tüm özelliklerin‟ kaynak odaklı çeviri yöntemiyle erek okuyucu tarafından anlaşılıp
anlaşılmayacağından kaynaklanmaktadır.
Çalışmada kültürel öğelerin erek dile çevirisinde kimi kavram ve sözcüklerin
hiç çevrilmeyip erek metinde boş bırakıldığı, kaynak şiirdeki bazı kavram ve
sözcüklerin erek dilde tam eşdeğerlik sağlamayan ama benzerlik taşıyan kavramlarla
çevrildiği, kimi kavramlar için kitabının „notlar‟ bölümünde açıklamalar yapıldığı
ama bazı açıklamaların yetersiz kaldığı, gözlenmiştir. Belirtilen kavramı ve sözcüğü
eşdeğerlik açısından karşılamayan başka bir sözcükle çevrildiği ve kaynak şiirden
uzaklaşıldığı, iki kültürün farklı olmasından dolayı kimi imgelerin sözcüğü
sözcüğüne çevrilse dahi aynı etkiyi yaratmayacağı tespit edilmiştir.
194
Sessel özellikleri incelememiz sonucunda çevirmenin kafiye ile yazılmış
şiirleri çevirirken kaynak şiirde bulunmayan sözcükleri ve kavramları erek şiirde
eklediği, kafiyeli şiirler oluşturmak kaynak şiirde var olan sözcüklerin yerine erek
dizelerin içerisinde anlamlar farklı olan sözcükleri seçerek kaynak şiirdeki anlamdan
uzaklaşılmasına neden olduğu, gözlenmiştir. Kaynak şiirlerde kurallı cümleyle olarak
oluşturulmuş bazı dizeler erek dizelerde kafiyeyi oluşturabilmek için devrik cümle
olarak çevrildiği, kafiye oluşturularak yazılmış şiirlerin erek dile kafiye
oluşturulmadan çevrildiği gözlenmiştir. Çevirmen vezinle oluşturulmuş kaynak
şiirleri yine vezin düzeniyle çevirmeye çalışmış, buna rağmen erek şiirdeki dizelerde
bu ölçü erek dildeki sözcüklerin hece sayısındaki farklılığından dolayı tam olarak
eşdeğerlik sağlayamamıştır. Erek şiirde vezin oluşturulurken Almancadaki sözcük ve
kavramlardan seslerin düşürülmesi ile hece ölçü oluşturulmaya çalışılmıştır.
Deyim ve atasözlerinin çevirisinde dikkatimizi çeken durum, sözcüğü
sözcüğüne yapılan kimi çevirilerde erek okuyucu için anlaşılmaz gelebileceği
gerçeğiydi. Bazı deyimler, gerçek anlamları verilerek çevrilmiştir. Kültürel özellik
taşıyan bazı deyimler, erek dilde farklı bir anlamda kullanılan ve tam eşdeğerlik
sağlamayan deyimlerle karşılanmıştır. Bazı deyimler, erek dilde tam eşdeğerliği
sağlayan deyimlerle başarılı olarak çevrilmiştir.
Şiirlerde geçen yabancı sözcükler ve ifadeler erek dile Almanca karşılığı olan
sözcük ve ifadelerle çevrilmiştir. Osmanlıca olan kimi kavramlar erek dile günümüz
Almancasıyla çevrilmiş, şiirde yaratılmak istenen atmosfer kaybolmuştur. Kaynak
şiirde geçen yabancı sözcük ve kavramlar, erek şiirde Almanca sözcük ve
kavramlarla karşılanmıştır ve şiirdeki yabancılık etkisi kaybolmuştur.
195
Yer isimleri ve özel isimlerin çevirisinde farklı çeviri yöntemleri tercih
edilmiştir: çevirmenin kitabında, yer isimleri ve özel isimler hakkında „notlar‟
bölümünde erek okuyucular için açıklamalar eklediği, buna rağmen bazı
açıklamaların yetersiz olduğu görülmüştür. Bazı yer isimleri ve özel isimler erek
dilde bilindiği gibi doğru olarak çevrilmiştir. Kaynak şiirde geçen ve şiirin
bağlamının anlaşılması için önemli olan kimi yer isimlerine ve özel isimlere „notlar‟
bölümünde hiç değinilmemiştir. Bazı yer isimleri sözcüğü sözcüğüne çevrilmiş, bu
durum da kaynak kültürün yanlı anlaşılmasına neden olabilir.
Kaynak şiirdeki alışılmamış bağdaştırma örnekleri sözcüğü sözcüğüne
çevrilerek erek şiirde de benzer sapmalar oluşturulmuştur. Kaynak şiirde geçen kimi
sapmalardaki sözcüklerin yerine erek şiirde başka sözcükler kullanılarak yine sapma
oluşturulmuş, buna rağmen imgenin farklı betimlenmesine neden olunmuştur.
Sözcüksel sapma ile oluşturulmuş sözcük ve sözcük grupları çoğunlukla erek şiire
aktarılamamıştır. Bunun yerine sözcüklerin doğru yazımı tercih edilerek sapmanın
yok olmasına neden olunmuştur. Ağız kullanımının gerçekleştirildiği sessel sapmalar
erek şiirlere hiç yansıtılmamıştır.
Kaynak ve erek şiirdeki benzetmeler çoğunlukla başarılı olarak çevrilmiştir.
Kaynak dildeki benzetmeler, sözcüğü sözcüğüne çevrilmesine rağmen erek
okuyucunun anlayabileceği benzetmelerdir. Kültürel özellik taşıyan kimi
deyimlerdeki sözcükler erek şiire dâhil edilmemiştir.
Metinlerarası göndermelerin gerçekleştirildiği kaynak şiirlerin çevirisinde,
çeviri kitabının notlar kısmında bilgi verilmiştir. Bazı şiirlerde bulunan göndermelere
196
hiç değinilmemiştir. Metinlerarası göndermelerle ilgili daha fazla bilgi verilmesinin
gerekli olduğu anlaşılmıştır.
Türk şiirinde bulunan yukarıda saydığımız öğeler, kültürlerin farklı olması ve
alımlamanın her iki dilin okuyucusu için farklı olacağından sorunlar yaratmış, buna
rağmen çevirmenin ön çalışmalarla ve çoğunlukla şairlerin biçemlerini koruyarak
başarılı çeviriler gerçekleştirdiği gözlenmiştir.
Bu çalışma, Türkçeden Almancaya şiir çevirecek çevirmenler için şiir
çevirisinde dikkat etmeleri gereken noktalar hakkında somut örnekler vermesi ve
öneriler sunması açısından önem teşkil etmektedir.
197
KAYNAKLAR
Aksan, D., (1987), Türkçenin Gücü: Türk Dilinin Zenginliklerine
Tanıklar, Ank., İş Bankası Yayınları
Aksan, D., (20066), ġiir Dili ve Türk ġiir Dili, Ank., Engin Yayınevi
Aksoy, N.B., (2002), GeçmiĢten Günümüze Yazın Çevirisi, Ank., İmge
Kitabevi
Aksoy, Ö. A., (1988), Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, İst., İnkılap Kitabevi
Aktulum, K., (20073), Metinlerarası ĠliĢkiler, İst., Öteki Yayınevi
Ammann, M., (19954), Kommunikation und Kultur-Dolmetschen und
Übersetze Heute, Frankfur am Main, Verlag für
Interkulturelle Kommunikation
Anday, M.C., (20082), Sözcükler "Toplu ġiirler", İst., Everest Yayınları
Arif. A., (20104), Hasretinden Prangalar Eskittim-1968-2008 40. Yıl
Özel Basım, İst., Metis Yayınevi
Arif, A., (2010), Vor Sehnsucht nach dir habe ich die Fesseln
abgetragen / Hazretinden Prangalar Esktitim, (Çev.)
Dağyeli, H, Dağyeli, Y., Stuttgart, Dağyeli Verlag
Asaf, Ö., (20118), Çiçek Senfonisi, İst., YKY
198
Ay, M., (1999), Die Türkei in Gedichten / ġiirlerle Türkiye I. Eine
Anthologie, Basım yerim belirtilmemiş, A- Verlag
Barnstone, W., (1990), “Şiir Çevirisinde Tercihler”, Çeviren: Aygen, G.,
Metis Çeviri, İst., S. 13, s. 96-99
Bassnet, S., (1999), “Lyrik”, Handbuch Translation, (ed.) Snell- Hornby,
M., Et al. içinde s.269-273, Tübingen, Stauffenburg Verlag
Bengi-Öner, I., (1999), Çeviri Bir Süreçtir… Ya Çeviribilim?, İst., Sel
Yayıncılık
Bengi-Öner, I., (2001), Çeviri Kuramlarını DüĢünürken..., İst., Sel
Yayıncılık,
Bengi-Öner, I., İnce, Ü., (2009), Kızılcıktan Karpuz Olur Mu Hiç? Ġlahi
Çevirmen!, İst., Diye Yayınları
Berk, İ. (1978), “Çeviride Şiir Dili“, Türk Dili Çeviri Sorunları Özel
Sayısı, S. 322, s. 71-76
Berk, İ., (20062), Toplu ġiirler, İst., YKY
Bethge, H., (2002), Nachdichtungen orientalischer Lyrik: Das
türkische Liederbuch, Kelkheim, YingYang Media Verlag
199
Beyatlı, Y. K., (1990), Kendi Gök Kubbemiz, Ank., Kültür Bakanlığı
Yayınları
Bulgan, M., (2011), Asik Veysel (1894 - 1973): Leben, Werk und
Wirkung eines türkischen Volkssängers, München, Grin
Verlag
Bezirci, A., (199410
), Orhan Veli- yaĢamı, kiĢiliği, sanatı, eserleri, İst.,
Evrensel Basım Yayın
Cumali, N., (1957), Auf der Wache, (Çev.) Aslıer M., Stuttgart, yayınevi
belirtilmemiş
Çelebi, A. H., (20095), Bütün ġiirleri, İst., YKY
Dağlarca, F. H., (1981), Ausgewählte Gedichte, (Çev.) Kraft, G., Berlin,
Harran Verlag
Dağlarca, F. H., (1981), Komm endlich her nach Anatolien,, (Çev.) Kraft, G.,
Berlin, Harran Verlag
Dağlarca, F. H., (1999), Steintaube, (Çev.) Cumart, N., Zürich, Unionsverlag
Dranas, A. M., (2009), ġiirler, Ank., Kyrhos Yayınları
Dumlu, Ö., (1999), Kur’an-ı Kerim’de Maruf ve Münker, İst., Anadolu
Yayınları
Erten, A., (1992), “Çeviride Kültürel Etkenler”, Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Mütercim-Tercümanlık Bölümü
Çeviribilim ve Uygulamaları Dergisi, S. 2, s. 68-74
200
Eruz, S., (2003), Çeviriden Çeviribilime, İst., Multilingual Yayınları
Floros, G., (2002), Kulturelle Konstellationen in Texten- Zur
Beschreibung und Übersetzung von Kultur in Texten,
Tübingen, Gunter Narr Verlag
Göhring, H., (1978), “Interkulturelle Kommunikation: Die Überwindung der
Trennung von Fremdsprachen und Landeskundeunterricht
durch einen integrierten Fremdsverhaltenunterricht”,
Kongresberichte der 8. Jahrestagung der Gesellschaft für
Angewandte Linguistik (GAL), s. 9-14, Stuttgart
Göktürk, A., (20024), Çeviri: Dillerin Dili, İst.,YKY
Gürsel, N., (1978), “Şiir Çevirisinde Yöntem”, Türk Dili Çeviri
Sorunları Özel Sayısı, S. 322, s. 155-158
Halman, T. S., vd., (2007), Türk Edebiyatı Tarihi 4. Cilt, İst., Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları
Hamit, A., (1966), Geister, Nendeln-Liechtenstein, Kraus Reprint
Hatiboğlu, V. (19812), Türk Dilinde Ġkileme, Ank., TDK Yayınları Ankara
Üniversitesi Basımevi
Hornby, M.-S., (2006), The Turn of Translation Studies: New Paradigsm
or shifting viewpoints?, Amsterdam, John Benjamins
Publishing
İlhan, A., (201119
), Yağmur Kaçağı, İst., İş Bankası Yayınları
201
İlhan, A., (201233
), Ben Sana Mecburum, İst., İş Bankası Yayınları
İnce, Ö., (2001), Bütün ġiirlerim I-II, İst., Adam Yayıncılık
Kadric, M., Et al., (2005), Translatorische Methodik. Basiswissen Translation
1, Wien, Facultas Verlags- und Buchhandels AG
Kanık, O. V., (199832
), Bütün ġiirleri, İst., Adam Yayınları
Kayahan, H., (1988), “Şiir Çevirisi Üzerine“, Metis Çeviri, İst., S. 2, s. 148-
151
Kısakürek, N. F., (201172
), Çile, İst., Büyük Doğu Yayınları
Koller, W., (19975), Einführung in die Übersetzungswissenschaft,
Wiesbaden, Quelle & Meyer
Köksal, D., (20082), Çeviri Eğitimi-Kuram ve Uygulama, Ank., Nobel
Yayın Dağıtım
Kurdakul, Ş., (19922), ÇağdaĢ Türk Edebiyatı III: Cumhuriyet Dönemi 1.
Kitap, Ank., Bilgi Yayınevi
Kuzhan, E., (1992), “Esin Şiiri”, Metis Çeviri, İst., S. 20, s. 65-67
Külebi, C., (1998), Bütün ġiirleri, İst., Adam Yayınları
Lefevere, A., (1990), “Şiir Çevirirken: Yedi Strateji Ve Bir Şablon”,
Çeviren: Aygen, G., Salman, Y., Metis Çeviri, İst., S. 13, s.
35-42
202
Levy, J., (1969), Die Literarische Übersetzung- Theorie einer
Kunstgattung, Frankfurt am Main, Athenäum Verlag
Necatigil, B., (1972), Gedichte/ ġiirler, (Çev.) Pazarkaya, Y., Hattusa
Necatigil, B., (1988), Eine verwelkte Rose beim Berühren/ Solgun bir gül
dokununca, (Çev.) Pazarkaya, Y., Stuttgart, Dağyeli Verlag
Necatigil, B., (20125), ġiirler, İst., YKY
Özcan, Ö., Ünlü, M., (1988), 20. Yüzyıl Türk Edebiyatı II, İst., Inkılap Kitabevi
Özer, K., (1985), ÇağdaĢ ve Boyun Eğmeyen-Seçme ġiirler, İst., Can
Yayınları
Özünlü, Ü., (2001), Edebiyatta Dil Kullanımları, İst., Multilingual
Yayınları
Pazarkaya, Y., Mader, H. (1966), Orhan Veli Kanık- Poesie, Frankfurt am Main,
Suhrkamp Verlag
Pazarkaya, Y., (1985), Orhan Veli Kanık Fremdartig-Garip, Frankfurt am
Main, Dağyeli Verlag
Pazarkaya, Y., (1987), Die Wasser Sind Weiser Als Wir, Türkische Lyrik
der Gegenwart, München, Schneekluth Verlag
Pazarkaya, Y., (2010), “Yaşamımdan Kesitler“, Dilin Çağrısı: Yüksel
Pazarkaya’ya 50. Sanat Yılında Armağan, (ed.) Pazarkaya,
İ. içinde s. 10-21, İst., TÜYAP
203
Pazarkaya, Y., (2008), Gülten Akın: Das Lied vom Frausein-Kadın Olanın
Türküsü, Erlangen, Sardes Verlag
Popovic, A., (2008), “Çeviri Çözümlemesinde „‟Deyiş Kaydırma‟‟
Kavramı”, Çeviren: Salman, Y., Çeviri Seçkisi II
Çeviri(bilim) Nedir? (Haz. Mehmet Rifat), İst., Sel
Yayıncılık, , s. 87-92
Purgstall, H., (1825), Diwan Baki’s des größten türkischen Lyrikers,
Wien, Beck
Ran, N. H., (1973), Ausgewählte Gedichte, (Çev.) Pazarkaya, Y., Brands,
H. W., Suhrkamp Verlag
Ran, N. H., (1981), Das Epos von Scheich Bedreddin, (Çev. Pazarkaya,
Y., Berlin, Ararat Verlag
Ran, N. H., (1981), Allem Kallem ein Märchen, (Çev.) Pazarkaya, Y.,
Berlin, Ararat Verlag
Ran, N. H., (1981), Und im Licht mein Herz, (Çev.) Annemarie
Bostroem, Rütten und Loening
Ran, N. H., (1981), Und im Licht mein Herz, (Çev.) Annemarie
Bostroem, Rütten und Loening
Ran, N. H., (2008), Die Luft ist schwer wie Blei, (Çev.) Dağyeli, H.,
Dağyeli, Y., Stuttgart, Dağyeli Verlag
204
Ran, N. H., (2008), Das schönste Meer ist noch nicht befahren, (Çev.)
Dağyeli, H., Dağyeli, Y., Stuttgart, Dağyeli Verlag
Ran, N. H., (2008), Der Befreiungskrieg, (Çev.) Gisela Kraft, Fischer S.
Verlag
Ran, N. H., (2008), Die Namen der Sehnsucht, (Çev.) Gisela Kraft,
Zürich, Ammann Verlag
Ran, N. H., (1985), Nachtgedichte an meine Liebste, (Çev.) Güney, Ü.,
Germinal Verlag
Ran, N. H., (2001), Eine Reise ohne Rückkehr / Dönüsü Olmayan
Yolculuk: Gedichte und Poeme, (Çev.) Dağyeli, Y., Dağyeli,
H., Stuttgart, Dağyeli Verlag
Ran, N. H., (20113), Bütün ġiirleri, İst., YKY
Reiß, K., (1971), Möglichkeiten und Grenzen der
Übersetzungskritik, München, Max Hueber Verlag
Reiß, K., (19863), Möglichkeiten und Grenzen der
Übersetzungskritik, München, Max Hueber Verlag
Rifat, O., (20102), Bütün ġiirleri, İst. YKY
Soysal, İ., (201111
), 20. Yüzyıl Türk ġiiri Antolojisi, Ank., Bilgi
Yayınevi
Süreya, C., (201245
), Sevda Sözleri-Bütün ġiirler, İst., YKY
205
Şatıroğlu, A. V., (19858), Dostlar Beni Hatırlasın, (Derl.) Ümit Yaşar
Oğuzcan, İst., Özgür Yayın Dağıtım
Şenocak, Z., (2005), Das Kummerrad /Detli Dolap: Gedichte, Stuttgart,
Dağyeli Verlag
Schimmel, A., (1989), Türkische Gedichte Vom 13. Jahrhundert Bis In
Unsere Zeit, Ank., Kültür Bakanlığı Yayınları
Schimmel, A., (1993), Aus dem goldenen Becher: Türkische Gedichte aus
sieben Jahrhunderten, Köln, Önel Verlag
Schimmel, A., (1995), Ausgewählte Gedichte- Yunus Emre, Köln, Önel
Verlag
Tarancı, C. S., (1997), Otuz BeĢ YaĢ, (Derl. Asım Bezirci), İst., Can
Yayınları
TDK Türkçe Sözlük, (1988), Cilt I-II, İst., Türk Tarih Kurumu Basım Evi
Toklu, M. O., (2003), ġiir Dili ve Çevirisi, Ank., Akçağ Yayınları
Umran, S., (2003), Almanca Manzum Çevirileriyle Ünlü Türk ġiirleri,
İst., İz Yayıncılık
Uyar, T., (201112
), Büyük Saat-Bütün ġiirleri, İst., YKY
Vermeer, J. H. (1990), “Kulturspezifik des translatorischen Handelns”,
Vorträgeanläßlich der GAL-Tagung 1989, Heidelberg,
Universitätsdruckerei Heidelberg
206
von Wilpert, G. (1989), Sachwörterbuch der Literatur, Stuttgart, Alfred
Kröner Verlag
Wahrig Deutsches Wörterbuch, (1997), Bertelsmann Lexikon Verlag
Yavuz, H., (2010), Büyü’sün Yaz! Toplu ġiirler 1969-2005, İst., YKY
İnternet Kaynaklar:
http://www.istanbul.diplo.de/contentblob/1958962/Daten/40842/Pazarkaya_DD.pdf
(Erişim Tarihi: 14.12.2012)
http://www.tuerkischdeutsche-literatur.de (Erişim Tarihi: 13.01.2012)
http://www.tubaterim.gov.tr/ (Erişim Tarihi: 02.05.2012)
http://tdkterim.gov.tr/bts/ (Erişim Tarihi: 02.05.2012)
http://tez2.yok.gov.tr/ (Erişim Tarihi: 21.01.2012)
207
ÖZET
Bu çalışmada, Yüksel Pazarkaya‟nın Türkçeden Almancaya çevirdiği şiirler
örneğinde kültürel ardalan problemleri incelenecektir. Eski çağlardan beri üzerinde
durulan ve gerek çevirmenler gerekse araştırmacılar, şiir çevirisinde izlenmesi
gereken yöntemler hakkında öneriler sunmaktalar. Kültürler arası iletişimin önünde
engel teşkil eden ve şiirde de bulunan kültürel öğeler, çeviride de sorunlara neden
olmaktadır. Biçem odaklı metin türü içerisinde saydığımız edebi metinlerde kaynak
odaklı bir çeviri anlayışında erek metin okuyucusunun kaynak metin okurunda
olduğu gibi aynı duyguları, imgesel tasarımları, göndermeleri alımlaması sorun
olarak görülmekte. Bu çalışmada şiirde bulunan kafiye ve vezinin, çeviriyle tekrar
oluşturulması; ikilemeler, deyim ve atasözleri gibi kalıplaşmış yapıların aktarımı;
yeni ve özgün bir anlatım sağlamak için gerçekleştirilen sapmaların erek dile
kazandırılması; şiirde yapılan göndermelerin erek okuyucu tarafından alımlanma
sorunsalı irdelenecektir. Bu çalışmanın amacı, incelenen metinlerde bu sorunlu
noktalara değinip, şiir çevirisinde bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği
üzerine incelemeler yaparak katkı sağlamaktır.
Anahtar Sözcükler: Şiir; Şiir çevirisi; Kültürel öğeler; Yüksel Pazarkaya;
Çeviribilim; Betimleyici çalışma
208
ABSTRACT
The aim of this study is to analyze cultural background problems in the context of
Yüksel Pazarkaya‟s poetry translations from Turkish to German. Both translators and
researchers have been making suggestions for methods used in poetry translation
since ancient times. Cultural elements which are the main obstacles of cultural
communication cause problems in poetry translation. Literary texts are style-oriented
texts thus it is a problem for target language readers to percept feelings, images and
references in the same way with source language readers. Translating a poet into
target language with rhyme and meter, transferring of patterns such as reduplications,
idioms and proverbs, transferring deviances into target language which individuate
poet and reception problems of target language readers will be analyzed in this study.
The aim of this study is to point out these problematic areas and make suggestions to
solve these problems in poetry translation.
Keywords: Poetry, Poetry Translation, Cultural elements, Yüksel Pazarkaya,
Translation studies, Descriptive study
EK
Çevirilen ġairlerin Kısa Biyografileri
1917 yılında doğan A. Kadir (Soysal, 2011: 251), Kuleli Askeri Lisesi‟nde
öğrenciyken okuduğu yasaklı bir kitaptan dolayı tutuklanarak hüküm giydi ve
okuldan atıldı. Ali Akarsu ismiyle de yazan A. Kadir, toplum ve birey sorunları
üzerine şiirler yazmanın yanında yayınevlerinde ve düzelti işlerinde çalışmış,
çeviriler yapmıştır. Tebliğ (1943), Hoş Geldin Halil İbrahim (1959), Dört Pencere
(1962), Mutlu Olmak Varken (1968) isimli kitaplarını yayınlanmıştır. 1980 yılında
çeviri çalışmalarıyla Hasan Âli ve 1983‟te Azra Erhat Üstün Hizmet Ödülü‟nü aldı.
1985 yılında İstanbul‟da vefat etti.
1927 yılında Diyarbakır‟da doğan Ahmet Arif (Soysal, 2011: 380), DTCF‟de
öğrenciyken siyasi sebeplerden dolayı tutuklanmış ve hüküm giymiştir. Halk türkü,
ağıt ve masallarıyla yazdığı ve toplumcu-devrimci şiirlerini derlediği tek kitabı olan
Hasretinden Prangalar Eskittim‟i (1968) yayınlamıştır. Cemal Süreya‟ya Mektuplar
(1993) adlı eseri, ölümünden sonra yayınlanmıştır. 1991 yılında Ankara‟da vefat etti.
1985‟de doğan Ahmet HaĢim (Soysal, 2011: 34), Galatasaray Sultanisi‟nde
okuduktan sonra memurluk ve İzmir‟de Fransızca öğretmenliği, Güzel Sanatlar, Harp
Akademileri ve Mülkiye Mektebinde öğretmenlik yapmıştır. Şiir yazmaya ve
yayınlamaya Galatasara Sultanisi‟nde öğrenciyken başlayan Haşim, İzmir‟de Fecr-i
Ati topluluğuna katılmıştır. Şiirlerini aruzla yazan, aşk ve tabiat konularını işleyerek
sembolizm akımının anlayışından etkilenen Haşim‟in Göl Saatleri (1921) ve Piyale
(1926) adlı iki şiir kitabı yayınlamıştır. Frankfurt Seyahatnamesi (1933) isimli gezi
kitabı da vardır. 1933 yılında vefat etmiştir.
1909‟da doğan Ahmet Muhip Dranas (Soysal, 2011: 136), Ankara Hukuk
Fakültesi‟nde iki yıl öğrenim görüp daha sonra eğitimini yarıda bırakarak İstanbul
Üniversitesi‟nde Felsefe okumuştur. Güzel Sanatlar Akademisi‟nde, Halkevleri
Kültür ve Sanat Yayınları‟nda, Ankara^da Çocuk Esirgeme Kurumu‟nda ve İş
Bankası‟nda yöneticilikler yapmıştır. Şiirde sese, şekil mükemmelliğine dikkat eden
Dranas, Baudelaire sembolizminden etkilenerek Türk şiirinde yeni bir şiir dili
yaratmaya çalışmıştır. Bütün şiirlerini Şiirler (1974) adıyla yayınlamasının yanında
Gölgeler (1946), O Böyle İstemezdi (1948), Çıkmaz (1977) adlı tiyatro eserleri de
yayınlamıştır. 1980 yılında Ankara‟da vefat etti.
1907 yılında İstanbul‟da doğan Asaf Halet Çelebi, Galatasaray Sultanisinde
okuduktan sonra Adliye Meslek Mektebi‟ne bitirdi. Zabit kâtipliğinde, Osmanlı
Bankası ve Devlet Denizyolları İdaresi‟nde çalıştı. Fars edebiyatını bilen Çelebi, 18
yaşına kadar Gazel ve rubailer yazdıktan sonra serbest nazımla şiirler yazmıştır.
“Doğu- Batı kültürlerini bağdaştırarak, ilhamını Asya Tasavvuf ve dinler tarihinin
ünlü kişilerinden, Eski Doğu medeniyet masallarından alan, egzotik şiirleriyle
tanındı.” (Soysal, 2011: 128). He (1942), Lamelif (1940), Om Mani Fadme Hum
(1953)adlı şiir kitaplarının yanında Mevlana ve Ömer Hayyam üzerine kitaplar da
yayınlamıştır. 1958 yılında İstanbul‟da vefat etmiştir.
1894 yılında doğan ÂĢık Veysel (Soysal, 2011: 50), yedi yaşında geçirdiği bir
çiçek hastalığından kör olmuştur. Babasının aldığı sazla ve âşıkları dinledikçe halk
türkülerine ilgisi artmış ve kendini geliştirmiştir. Şiirlerini doğa, insan ve çileli
yaşamı üzerine yazan ve 1930‟dan sonra tanınmaya başlanan Âşık Veysel, Köy
Enstitülerinde halk türküsü öğretmenliği yaptı. Âşık Veysel‟in bütün şiirlerini Ümit
Yaşar Oğuzcan 1970 yılında Dostlar Beni Hatırlasın adıyla yayınladı. 1973 yılında
vefat etmiştir.
1925 yılında doğan Attila Ġlhan (Soysal, 2011: 333), İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi‟nde eğitimini yarıda bıraktı ve gazete-dergilerde yayın
yönetmenliklerinde bulundu. Şairliğinin ilk on yılında şiirlerini destan ve duygusal
boyutlu gergin bir hava içinde yazdı. İkinci dünya savaşından sonrası şiirleri
Avrupa‟daki bezginliği ve çöküntüyü yansıtmaya çalıştı. 1955 sonrası şiirlerini
toplumsal sorunların yanında bireylerin sorunlarını da işleyen şiirler yazdı. Yirminin
üzerinde şiir kitabı yayınlayan İlhan‟ın başlıca şiir kitapları: Duvar (1948), Sisler
Bulvarı (1954), Ben Sana Mecburum (1960), Elde Var Hüzün (1982). Deneme ve
çeviriler de yayınlayan ve 1974‟te TDK Şiir Ödülü ile 1975‟te Yunus Nadir
Armağanı‟nı kazanan İlhan, 2005 yılında vefat etmiştir.
1917 yılında doğan Cahit Külebi (Soysal, 2011: 257), İstanbul Yüksek
Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü okuduktan sonra çeşitli illerde
edebiyat öğretmenliği, Milli Eğitim Müfettişliği ve yurtdışında kültür ataşeliği, kültür
müsteşar yardımcılığı ve TDK Genel Yazmanlığı görevlerinde bulundu. İlk şiirlerini
Nazmi Cahit ismiyle yayınladı. 1940-1950 yıllarında Karacaoğlan‟ın türkülerinden
etkilenerek, kötümser, güvensiz ve temiz bir dille şiirler yazdı. Şiirlerinde zarif
benzetmeler, Anadolu‟dan manzaraları ve insan gerçeklerini kullandı. Adamın Biri
(1946), Rüzgâr (1949), Atatürk Kurtuluş Savaşı‟nda (1952), Yeşeren Otlar (1954) ve
Süt (1965) adlı şiir kitapları yayınlandı. İnceleme kitapları da yayınlayan Külebi
TDK Edebiyat Ödülü‟nü (1955) ve Yeditepe Şiir Ödülü‟nü (1981) kazandı. 1997
yılında vefat etti.
1926 yılında doğan Can Yücel (Soysal, 2011: 359), DTCF‟de Latince-
Yunanca okuduktan sonra Cambridge Üniversitesi‟nde öğrenimine devam etti. Şiirini
siyasal inançlarıyla yoğuran Yücel, ilk şiirini Yazma (1950) adıyla yayınladı.
Rengahenk (1982), Canfeda (1986) Gece Vardiyası (1990) ve bunların dışında 10 şiir
kitabı bulunan Yücel, 1999 yılında vefat etti.
1931 yılında doğan Cemal Süreya (Soysal, 2011: 437), Siyasal Bilgiler
Fakültesinden mezun olduktan sonra Maliye Bakanlığı‟nda Müfettişlik görevi,
Darphane Müdürlüğü‟nde bulundu. İkinci Yeni şiirine buluş ve söyleyiş biçiminde
yenilikler getirdi. Osman Mazlum adıyla da yazılar yazan şair, Papirüs dergisini
çıkardı. Türkiye Yazıları isimli dergide yönetmenlik yaptı. İlk Kitabı olan Üvercinka
(1958) ile Yeditepe Şiir Armağanı‟nı kazandı. Göçebe (1965) adlı şiir kitabıyla TDK
Şiir Ödülü‟nü kazandı. Beni Öp Sonra Doğur Beni (1973) Güz Bitiği (1988), Sıcak
Nal (1988), Sevda Sözleri (1984) isimli şiir kitaplarının yanında on tane daha şiir
kitabı yayınlamıştır. 1990 yılında vefat etmiştir.
1931 yılında doğan Ece Ayhan, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini
bitirdikten sonra memurluk, kaymakamlık ve yayınevlerinde redaktörlük
görevlerinde bulundu. İkinci Yeni akımın en çok sözü edilen şairlerinden biri olan ve
yeni motifler, karanlık çağrışımlarla ördüğü şiirlerini Kınar Hanımın Denizleri
(1959), Bakışsız bir Kedi Kara (1965), Ortodokslular (1968), Devlet ve Tabiat
(1973), Yort Savul 1977), Zambaklı Padişah (1981) ve Çok Eski Adıyladır (1982)
isimleriyle kitaplaştırmıştır. Düzyazılarda da eserler veren Ayhan, 2002 yılında vefat
etmiştir.
1914‟te doğan Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kuleli Askeri Lisesi‟nde ve Harp
Okulu‟nda okuduktan sonra on beş yıl orduda görev yaptıktan sonra Çalışma
Bakanlığı‟nda İş Müfettişi olarak çalıştı. İlk kitabını Havaya Çizilen Dünya‟da
ölçülü, uyaklı, âşık tarzı denemelerle yazdı. 1940 yılında Çocuk ve Allah kitabıyla
tanınmaya başlayan Dağlarca, yirminci yüzyılda en fazla şiir yazan şairimiz olarak
dikkat çeker. “Şiirinde mağara devri adamlarından modern çağın insanına kadar,
kişioğlunun iç ve dış dünyasını, yurt ve dünya insanını, çok yönlü davranış ve
çatışmalarıyla işlediği, soyut-somut durumlar üzerinde derinleştiği, bunları yaparken
de arada söyleyiş sağlamlığını ihmal etse bile, kendine vergi hayaller, benzetmeler,
semboller hazinesinden kuvvet aldığı görülür” (Soysal, 2011: 175). En tanınmış
kitapları Çocuk ve Allah, Daha, Çakırın Destanı, Toprak Ana, Aç Yazı, Asu, Türk
Olmak ve Haydi‟dir. İş Bankası Yayınları yayınladığı ve yayınlamadığı bütün şiirleri
Bütün Eserleri adıyla yayınlamıştır. 2008 yılında vefat etmiştir.
1933 yılında doğan Gülten Akın, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi‟ni
bitirdikten sonra eşinin kaymakamlık görevi nedeniyle Anadolu‟nun çeşitli
ilçelerinde yardımcı öğretmenlik ve avukatlık yaptı. “Uzun süre hayatla doğa
arasında tedirgin bir iç dünyanın duyarlığını dile getiren, sonra objektifini bireysel
inceliklerden kitle sorunlarına çevire”(Soysal, 2011: 437) Akın, TDK Şiir Ödülü‟nü
(1965), TRT Sanat Ödülleri Yarışması‟nda Başarı Ödülü (1970), Yeditepe Şiir
Armağanı‟nı (1977), Sedat Simavi Ödülü‟nü kazandı. Başlıca yapıtları Rüzgâr Saati
(1956), Kestim Kara Saçlarımı (1960), Ağıtlar ve Türküler (1976), Seyran (1981),
İlahiler (1983) vb. şiir kitapları yayınlandı.
1916‟da doğan Ġlhan Berk (Soysal, 2011: 235) , Ankara‟da Fransızca
öğretmenliğini okuduktan sonra ortaokul öğretmenliği, Ziraat Bankası‟nda
mütercimlik görevlerinde bulundu. İkinci Yeni‟de yer alan Berk, TDK Şiir Ödülü‟nü
(1979), Yeditepe Şiir Ödülü‟nü (1983), Simavi Edebiyat Ödülü‟nü (1988) ve
Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü‟nü (1993) aldı. Güneşi Yakanların Selamı (1935),
Kül (1979), İstanbul Kitabı (1980), Delta ve Çocuk (1984), Güzel Irmak (1988) vb.
şiir kitapları yayınlanmıştır. 2008 yılında vefat etmiştir.
1944 yılında doğan Ġsmet Özel, Siyasal Bilgiler Fakültesi‟nde ve Hacettepe
Üniversitesi‟nde Fransız Dili ve Edebiyatı üzerine eğitim gördükten sonra Devlet
Konservatuarında Fransızca okutmanlığı yaptı, dergiler çıkardı. “İkinci Yeni
deneylerinden yararlanarak tazen buluşlar, yoğun söyleyiş, esrarlı ve mistik bir hava
yaratma ustalığıyla kişiliğini pekiştirdi” (Soysal, 2011: 510). Geceleyin Bir Koşu
(1966), Şiirler 1962-74 (1980), Celladıma Gülümserken (1984), Of Not Being A Jew
(2005) başlıca şiir kitaplarıdır.
1935 yılında doğan Kemal Özer, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde
Türk Dili ve Edebiyatı eğitimini yarında bırakarak Cumhuriyet Gazetesi‟nde çalıştı.
a, Şiir Sanatı dergilerini çıkaran Özer, İkinci Yeni şairlerinden biri olarak “şairliği,
yeni aşamalarda, toplumsal eylemlere, yurdun ve dünyanın politik-güncel olaylarını
şiirleştirmeye yöneldi” (Soysal, 2011: 475). TDK Şiir Ödülü‟nü (1976), Toprak Şiir
Ödülü (1982), Yunus Nadi Şiir Armağanı‟nı aldı. İki çeviri şiir kitabı bulunan
Özer‟in çocuk ve incelemeleri kitabı da bulunmaktadır. Gül Yordamı (1959), Tutsak
Kan (1963), Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974), Kimlikleriniz Lütfen (1981),
Çağdaş ve Boyun Eğmeyen (1985) vb. şiir kitapları bulunmaktadır. 2009 yılında
vefat etmiştir.
1902‟de doğan Nazım Hikmet Ran (Soysal, 2011: 76), deniz subayı olarak
Heybeliada Bahriye Mektebi‟nden mezun oldu ama hastalığı sebebiyle görevinden
uzaklaştırıldı. Moskova‟da ekonomi politik okuduktan sonra yurda döndü.
İstanbul‟da gazete ve dergilerde çalıştı. Harp Okulu‟nda bir arama olayından dolayı
28 yıl hüküm giyerek Anadolu‟nun çeşitli cezaevlerinde yattı. Hayati tehlikesi
bulunduğunu düşünerek Rusya‟ya kaçtı, daha sonra vatandaşlıktan çıkartıldı.
Ömrünün sonunu o dönemin Sovyet devletlerinde geçirdi. İlk başta yazdığı ölçülü,
uyaklı şiiri bırak Rusya dönüşü öz, biçim ve tema bakımından yeni şiirler yazdı,
toplumcu şiirleri kaleme aldı. Çok sayıda oyun, masal, fıkra, mektup yazan şairin
başlıca şiir kitapları Benerci Kendini Niçin Öldürdü (1932), Simavna Kadısı Oğlu
Şeyh Bedreddin Destanı (1936), Kurtuluş Savaşı Destanı (1965), Memleketimden
İnsan Manzaraları ciltleri (1966-67) vb. 1963 yılında Moskova‟da vefat etmiştir.
1914 yılında doğan Oktay Rifat, Siyasal Bilgiler Fakültesi‟nde okudu,
Basın- Yayın Genel Müdürlüğü‟nde, Devlet Demir Yolları‟nda çalıştı. Orhan Veli ve
Melih Cevdet ile çıkardığı Garip adlı kitapla eni Şiir‟in kurucularından oldu.
“Başlangıçta yeni bir hava içinde güçlü aşk şiirleri, toplumcu sanat ilkesinden
hareketle, halk deyim ve söyleyişlerinden, masal ve tekerlemelerden faydalanarak
başarılı taşlamalar, sosyal şiirler yazdı. Son şiirlerinde öz ve biçimi dikkate alarak
estetik planı öne aldı”(Soysal, 2011: 205). Karga ve Tilki ile Yeditepe Ödülü‟nü
(1955), Şiirler kitabı ile TDK Şiir Ödülü‟nü (1970), Necatigil Şiir Aramağanı‟nı
(1984) kazandı. Çok sayıda Roman, şiir çevirisi, tiyatro ve şiir eserleri yayınlanan
Rifat 1988 yılında vefat etti.
1923 yılında doğan Özdemir Asaf, Kabataş Erkek Lisesinde okudu ve
üniversite eğitimini yarıda bırakarak gazetecilik, mütercimlik, matbaacılık yaptı. Şiir
anlayışını “şairdeki “ikinci kişi” problemini, ikinci kişi ile kendi arasındaki
bağlantıları çeşitli yönlerden derinleştirdiği, yaşayışını dolduran davranışları
soyutlaştırarak bir düşünme planına yükselttiği(…), daha sonraki şiirlerinde
çelişmeli, oyunlu bir mantık düzeninde mısra sayısını çok kere en aza indirdiği”
(Soysal, 2011: 330) görülür. Dünya Kaçtı Gözüme (1955), Sen Sen Sen (1956),
Nasılsın (1970), Yalnızlık Paylaşılmaz (1978), Benden Sonra Mutluluk (1983) ve
birçok şiir kitabı daha basıldı. Asaf, 1982 yılında vefat etti.
1910 yılında doğan Ziya Osman Saba, İÜ Hukuk Fakültesi‟nde okurken
Cumhuriyet gazetesinde çalışmıştır. Varlık dergisinde, Milliyet gazetesi ve çeşitli
dergilerde çalıştı. Yedi Meşaleciler topluluğunun kuruluşunda yer alan Saba,
“çocukluk özlemi, anılara düşkünlük, ev-aile sevgisi, yoksul yaşamalarına utanç ve
acıma, Tanrı‟ya kulluk, kadere boyun, küçük mutluluklarla yetinme, ölüm yakınlığı”
(Soysal, 2011: 154) konularını işliyor. Başlıca şiir kitapları: Sebil ve Güvercinler
(1943), Geçen Zaman (1947), Nefes Almak (1957).
1884 yılında doğan Yahya Kemal Beyatlı (Soysal, 2011: 40), Siyasal
Bilgiler Fakültesi‟nde okuduktan sonra Fransa‟da dokuz yıl yaşamış ve yurda
döndüğünde üniversitede dersler vermiştir. Milletvekilliği ve ortaelçiliklerde
bulundu. Klasik divan şiirinin batı şiirinin etkisiyle bütünleştirdi. Şiirlerinde Osmanlı
kültürü ve medeniyetinin izlerini taşır. Şiirlerini aruzla yazan ve makalelerini,
hikâyelerini kitapta toplamayıp dergilerde yayınlanmıştır. Eserleri daha sonra çeşitli
adlarla kitaplaştırılmıştır.1958 yılında vefat etmiştir.
1927 yılında doğan Turgut Uyar (Soysal, 2011: 387), Askeri Memurlar
Okulu‟nda okuduktan sonra subaylık görevlerinde bulundu ve daha sonra istifa
ederek sivil görevlerde çalıştı. İlk zaman şiirleri kişisel yaşantılarının ve çevresini
anlatan Uyar, daha sonra toplum ve törelerle çalışan bireyin yenilgisini işlemiştir.
1950‟den sonra biçim ve öz bakımından İkinci Yeni‟ye önderlik etmiştir. Yeditepe
Şiir Armağanı‟nı (1963), Necatigil Şiir Ödülü‟nü (1981), Sedat Simavi Vakfı
Edebiyat Ödülü‟nü (1984) kazanmıştır. Başlıca Şiir kitapları Arz-ı Hal (1949),
Türkiyem (1952), Tütünler Islak (1962), Bütün Şiirleri I (1981), Kayayı Delen İncir
(1981) vb. başlıca şiir kitaplarıdır. 1985 yılında vefat etmiştir.
1916‟da doğan Behçet Necatigil İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu‟nu
bitirdikten sonra edebiyat öğretmenliği yaptı. “Şiirde kırk yılını, doğumundan
ölümüne, orta halli bir vatandaşın, birey olarak başından geçecek durumları
hatırlatmaya; ev-aile-yakın çevre üçgeninde, gerçek ve hayal yaşantılarını iletmeye
harcadı” (Soysal, 2011: 241). Başlıca şiir kitapları: Kapalı Çarşı (1945), Evler
(1953), Dar Çağ (1960), Zebra (1970), Kareler Aklar (1975) vb. Kendi adına
1980‟den beri şiir Ödülleri verilmekte. Almancadan çevirileri, oyunlar yazmıştır.
1957 Yeditepe Şiir Armağanı‟nı, 1964‟te TDK Şiir Ödülü‟nü kazandı. 1979 yılında
vefat etti.
1910‟da doğan Cahit Sıtkı Tarancı, Mülkiye Mektebi‟nde okuduktan sonra
Ankara‟da birkaç kuruluşta çevirmen olarak çalıştı, ağır bir hastalığa yakalanınca
Viyana‟da tedaviye gitti ve 1956 yılında orada vefat etti. “Biçim kaygısını ön planda
tuttuğu şiirlerinde yaşamanın ve aşkın güzelliğini övdü, ölümün üstünlüğünü
vurguladı”(Soysal, 2011: 144). Başlıca şiir kitapları: Ömrümde Sükût (1933, Otuz
Beş Yaş (1946) vb. Yazdığı Şiirler Bütün Şiirleri adı altına yayınlandı. Gazetelerde
çıkan hikayeler, yazdığı mektuplar daha sonra kitaplaştırıldı.
1928‟de doğan Edip Cansever, Yüksek Ticaret Okulu‟ndan ayrıldıktan sonra
ticarete atılp antikacılıkla uğraşmıştır. Şiirlerini “büyük şehirde varlıklı bir
delikanlının yaşama sevincini, tatlı avareliklerini dile getirdi(…), varoluşçuluk
akımından etkilenerek kişinin sınırlı, tekdüze dünya kargaşasında yerini araştıran
düşüncelere”(Soysal, 2011: 420) yer verdi. İkinci Yeni‟nin öncülerinden olan
Cansever, İkindi Üstü (1946), Yerçekimli Karanfil (1957), Ben Ruhi Bey Nasılım
(1976) vb. şiir kitabı yayınlandı. 1958‟de Yeditepe, 1977‟de TDK Şiir ve 1981‟de
Sedat Simavi Vakfı Edebiyat ödüllerini kazandı. 1986‟da vefat etti.
1927‟de doğan Hasan Hüseyin Korkmazgil (Soysal, 2011: 393), Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsü‟nde okudu, öğretmenliği politik sebeplerden dolayı kısa sürdü,
çeşitli işlerde çalıştı. Gazetecilikte çeşitli görevlerde bulundu. Mizah dergilerinde
yazdı. Başlıca şiir kitapları: Acıyı Bal Eyledik (1973), Oğlak (1972), Haziranda
Ölmek Zor (1977), Acılara Tutunmak (1981) vb. Gezi, eleştiri kitapları da yazan
Korkmazgil, 1964‟te Yeditepe Şiir Armağanı‟nı, 1970 TRT tarafından verilen Kitap
Başarı Ödülü‟nü kazandı. 1984‟te vefat etti.
1936‟da doğan Hilmi Yavuz (Soysal, 2011: 480), Kabataş Erkek Lisesi‟nde
okudu, İngilitere‟de BBC‟de çalıştı. Çeşitli gazetelerde eleştiri ve inceleme yazıları
yazdı. Türkiye‟deki üniversitelerde felsefe ve uygarlık tarihi okutan Yavuz‟un
başlıca şiir kitapları Bakış Kuşu (1969), Bedreddin Üzerine Şiirleri (1975), Doğu
Şiirleri (1977), Zaman Şiirleri (1987) vb. Düzyazı, anlatı ve eleştiri kitapları çıkardı.
1978‟de Yeditepe Şiir Armağanı‟nı, 1987‟de Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü‟nü
kazandı.
1915‟te doğan Melih Cevdet Anday (Soysal, 2011: 218), MEB Yayın
Müdürlüğü‟nde danışmanlık, Ankara Kitaplığı‟nda memurluk ve gazetecilik yaptı.
Arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rİfat‟la Yeni Şiir‟in üç öncüsünden biri oldu.
Şiirlerinde ilk başta ağır basan romantik yönleri daha sonra yerini sosyal temellere
bıraktı. 25 çeviri kitabı bulunan Anday‟ın başlıca şiir kitapları: Garip (1941), Rahatı
Kaçan Ağaç (1946), Telgrafhane (1952), Teknenin Ölümü (1975) vb. Deneme, gezi,
oyun, roman, anı kitapları da yazan Anday, 1976‟da Yeditepe Şiir Armağanı‟nı,
1978‟de Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü‟nü kazandı. 2002‟de vefat etti.
Necip Fazıl Kısakürek 1918‟de doğdu, İÜ‟de felsefe okuduktan sonra MEB
tarafından Paris‟e gönderildi, orada eğitimini yarıda bırakıp yurda döndü. Bankalarda
çalıştı, üniversite ve konservatuvarda öğretmenlik yaptı. Şiirlerini “insanın evrendeki
yerini araştıran, madde ve ruh problemlerini, iç âlemin gizli duygu ve tutkularını”
(Soysal, 2011: 120) dile getiren Kısakürek‟in başlıca Şiir kitapları Ben ve Ötesi
(1932) ve Çile (1962) adlı eseridir. Hikâye, oyun, inceleme, makale, fıkra kitapları
bulunan şair 1983 yılında vefat etmiştir.
Orhan Veli Kanık (Soysal, 2011: 192) 1914‟te doğdu, üniversite eğitimini
yarıda bıraktı, MEB Tercüme Bürosu‟nda çalıştı. Şiiri kalıplardan, söz sanatlarından
kurtarıp daha kısa ve basit bir şekle soktu. Gündelik yaşantılar üzerine yazdı. Garip
Akımı‟n öncüsü oldu. Başlıca Şiir kitapları: Garip (1941), Vazgeçemediğim (1945),
Destan Gibi (1946), Karşı (1949). Bunun dışında düzyazı, eleştiri, hikâye ve çeviri
kitapları yayınladı. Çok genç yaşta bir kaza sonucu beyin kanamasından 1950 yılında
vefat etti.
Özdemir Ġnce (Soysal, 2011: 487) 1936‟da doğdu Gazi Eğitim Enstitüsü‟nde
Fransızca okuduktan sonra çeşitli illerde Fransızca öğretmenliği yaptı, TRT‟de
çevirmen olarak çalıştı. 1979 TDK Çeviri Ödülü‟nü kazandı. Başlıca şiir kitapları:
Kargı (1963), Karşı Yazgı (1974), Zorba ve Ozan (1987), Güneş Saati (1990). Çok
sayıda çeviri şiir kitabı yayınlandı. Gazetelerde köşe yazarlığı görevlerinde bulundu.
Tahsin Saraç (Soysal, 2011: 432) 1930 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü‟nde
Fransız Dili okudu, çok sayıda Türkçe eseri Fransızcaya çevirdiği, Fransızca-Türkçe
Büyük Sözlüğü‟nü yayınladı. TDK Çeviri Şiir Ödülü‟nü kazandı (1964), Günümüz
Fransız Şiiri adlı incelemesiyle TDK 1964 Çeviri Ödülü‟nü kazandı. Bir Ölümsüz
Yalnızlık (1965), Güneş Kavgası (1968), Direnmeler (1973), Güvercin Kasapları
(1978), Bir Sevgiyi Görüntüleme (1980) adlı şiir kitaplarını yayınladı. 1989 yılında
vefat etti.
Ülkü Tamer (Soysal, 2011: 491) 1937 yılında doğdu. Gazetecilik
Enstitüsü‟nde okuduktan sonra tiyatroda çalıştı, çevirmenlik yaptı ve Milliyet
yayınlarını yönetti. 1965‟te TDK Çeviri Ödülü‟nü, 1967‟de Yeditepe Şiir
Armağanı‟nı ve 1991‟de Yunus Nadi Öykü Armağanı‟nı kazandı. Başlıca şiir
kitapları: Gök Onları Yanıltmaz (1960), Virgülün Başından Geçenler (1965), İçime
Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür (1966), Seçme Şiirler (1981).
Bülent Ecevit 1925 yılında doğdu. Gazetecilik, Başbakan görevlerinde
bulundu. Işığı Taştan Oydum (1978), Şiirler (1976), El Ele Büyüttük Sevgiyi (1997)
şiir kitaplarını yayınladı. 2006 yılında vefat etti.