t.c. istanbul Üniversitesi sosyal bilimler enstitÜsÜ...
TRANSCRIPT
T.C. ISTANBUL ÜNIVERSITESI SOSYAL BILIMLER ENSTITÜSÜ HALKLA ILISKILER ve TANITIM ANABILIM DALI KÜLTÜRLER ve “ÖTEKI” IMGESI : Frantz Fanon`un “Siyah Deri Beyaz Maskeler ” ‘i ve Günter Wallraff ‘in “En Alttakiler” ‘i üzerine elestirel bir yaklasim ( Doktora Tezi ) Taner Yüzsüren 2502960032
Tez Danismani Doç. Dr. Murat ÖZGEN
Istanbul, 2005
i
ÖZ
Çalismamin amaci Bati’nin farkli kültürler hakkinda ürettigi imgelerin, söylemlerin çogunun abartili, gerçekten uzak, karsitlik tasiyan kurmaca imgelerden olustugunu, temellerinin geçmise dayali emperyal ve sömürgeci yapilara kadar uzandigini, edebi, siyasi, tarihsel metinlerle, bilimsel kuramlarla desteklendigini göstermek. Bu olumsuz imgeler, sömürgeci ve emperyalist devletlerin Dogu, az gelismis ve bagimli diye niteledigi toplumlar, halklar üzerine kurdugu hegemonyanin güçlenmesini saglamak amacini tasirlar. Bati emperyalizmini ve sömürgeciligini hakli çikarmak için sömürdügü, isgal ettigi halklari kendi kendilerini yönetemeyecek kadar yeteneksiz, bagimli, irksal olarak asagi göstermis, bu yargilarini olumsuz imgeler, kliseler ve irkçi düsüncelerle güçlendirmeye çalismistir. Çalismamda örnekler vermeye çalistigim Siyah Deri Beyaz Maskeler ve En Alttakiler adli kitaplardaki olaylar ve saptanan sonuçlar emperyal ve sömürgeci gerçeklerle ve küresel olarak yayilan, her seyi çikara indirgeyen kapitalist anlayis ile örtüsmektedir. Küresel olarak egemen hale gelen, çikarci, insani dislayan kapitalist sistem çok farkli kültürleri, bilinçleri de biçimlendirmekte, insanlarin kendilerini pazardaki degerlerine göre algilayan bir nesneye dönüstürmektedir. Sonuç olarak, kültürler, küresellesmeye karsi milliyetçi kimliklerine sarilsalar da, yasam biçimleri ve tüketim tarzlari aynilesmekte, kültürel farkliliklari kapitalist çikarci mantik içinde yok olmaktadir. Gücü ele geçiren hemen hemen hangi kültür, toplum veya kurum olursa olsun kendi dogrularini savunmakta, kendinden daha güçsüz, çaresiz olani tanimlamaya, biçimlendirmeye, sömürmeye yönelmektedir. ABSTRACT
The aim of my work is to show that the most of the images and the discourses about other cultures that The Western colonialist countries have produced are far from the reality and are composed of fictive and opposite images, and that the origins of these negative images and discourses go back to imperialist and colonialist structures. These images are supported by many political, historical and literary texts. These negative images aim to power the hegemony of the colonialist and imperialist countries over the East, over the undeveloped societies and their peoples. In order to justify its colonialism and imperialism, the West tries to show that the cultures which are occupied and exploited by the West are dependent and racially inferior, and strengthen these judgements with the negative images and clichés and racist thoughts. In my work the events and the conclusions in the books, “Black Skin and White Masks” and “At the Very Bottom” from which I give examples, demonstrate these imperialist and colonialist realities and the global capitalist mentality that reduced everything to opportunism. Unfortunately, the global opportunist capitalist system that forms many different cultures and consciences, and that alienates man from himself, reduces man to an object that perceives himself and the people according to the values of the economic system. In conclusion, even if many different cultures hold their nationalist identities, their life styles and manner of consuming are becoming similar and their cultural differences are disappearing in the opportunist capitalist menatlity. Any culture, society or organization that holds power, tries to define, shape and exploit the weak and helpless.
ii
ÖNSÖZ
Tarihte halklarin, kültürlerin birbirleri hakkinda ürettigi imgeler, sürekli
tekrarladiklari olumsuz söylemler gerçek ve sabitmis gibi algilanmis, beyinlerde
degismesi zor imgelere dönüsmüstür. Daha çok sömürüyü, emperyalizmi
mesrulastirmak için farkli toplumlar bagimli halklar olarak gösterilmis, asagilanmis,
biyolojik olarak farkli, kafataslarinin sekillerine, derilerinin renklerine göre üstün
veya asagi olarak çesitli siniflara tikistirilmaya çalisilmistir. Kanitlarin güçlenmesi
için irksal esitsizligin bilimsel temelleri aranmis, ilkel irklardan tabi irklara ve üstün
irklara dogru giden çesitli evrim semalari olusturulmustur. Bu ayrimci, irkçi
düsüncelere pek çok düsünür de katilmis, farkli yönde ilerleyen bu toplumlar ve
kültürler hakkinda yazilirken çesitli önyargilarla, irksal olarak yetersiz, gelisemeyen,
bagimli halklar kliseleri kullanilarak yazilmistir. Sömürgeci ve emperyalist yapilarin
da ürettigi, kurguladigi klise imgeler pek çok yazar ve düsünür tarafindan da
desteklenerek siyasi, tarihi, edebi yapitlarla da güçlendir ilmekte, ötekine biçilen
roller silinmesi imkansiz basmakalip imgelere dönüsmektedir. Günümüzde de pek
degisen bir sey yoktur, güçlünün dogrularinin önemli oldugu, adaletsizligin, siddetin
ve ayrimciligin sürdügü bir dünyada “insan” yok olmamaya çalismaktadir.
Çalismamda ortaya çikan sikintilarin çözümünde gösterdikleri ilgi ve yardimlarindan
dolayi hocalarim Prof. Dr. Suat Gezgin’e, Prof. Dr. Nilüfer Tapan’a ve Doç. Dr.
Murat Özgen’e tesekkür borçlu oldugumu ifade etmek isterim.
Çalismamda sorumlu oldugum hatalar ve eksikliklerden dolayi bana yardimci
olacaklara simdiden tesekkür ederim.
Taner Yüzsüren
iii
IÇINDEKILER
Öz ............................................................................................................................... i
Önsöz .......................................................................................................................... ii
Içindekiler .................................................................................................................. iii
Kisaltmalar Listesi ..................................................................................................... iv
Giris ............................................................................................................................ 1
Birinci Bölüm: Öteki Imgesi
1. Kültürler ve Öteki Imgesi ................................................................................... 7
1.1. Toplumsal Karakterler ............................................................................... 17
1.1.1. Kültürel Kimlikler .................................................................................. 21
1.1.2. Imgebilim................................................................................................. 25
1.2. Bati ve Öteki .................................................................................................... 27
1.2.1. Bati ve Dinsel Kimlikler ......................................................................... 42
1.3. Sarkiyatçilik ve Edward Said ........................................................................... 45
1.3.1. Yöntembilimsel Sorun ............................................................................ 51
1.3.2. Bugünkü Sarkiyatçilik ............................................................................. 56
Ikinci Bölüm : Sömürgecilik ve Öteki
2.1 Sömürgecilik ve Öteki ....................................................................................... 62
2.1.1. Kültürel Sömürgecilik ............................................................................. 72
2.1.2. Sömürgecilik Sonrasi Sorunlar ve Fanon ................................................ 76
2.2. Irkçilik ve Öteki ................................................................................................82
2.2.1. Bazi Taninmis Düsünürler ve Irkçi Düsünceleri.......................................91
2.2.2. Günümüzde Irkçilik ................................................................................. 94
2.3. Frantz Fanon ve Siyah Deri Beyaz Maskeler ................................................... 96
iv
2.3.1 Zenci ve Dil .............................................................................................102
2..3.2. Siyah Kadin ve Siyah Erkek ..................................................................107
2.3.3. Sömürge Insaninin Sözde Bagimlilik Kompleksi Üzerine ................... 111
2.3.4. Fanon’un Mannoni’nin Rüya Yorumlarina Elestirisi ............................118
2.3.5. Fanon ve Son Söz ...................................................................................119
Üçüncü Bölüm : Küresellesme ve Öteki
3.1. Küresellesme ve Öteki ..................................................................................... 134
3.1.1. Küresellesme ve Kültürel Kimlikler ....................................................... 139
3.1.2.Küresellesme, Öteki ve Yabancilasma .....................................................143
3.2. Günter Wallraff ve “En Alttakiler” ................................................................150
Sonuç ...................................................................................................................... 167
Kaynakça ................................................................................................................170
Özgeçmis ................................................................................................................176
v
Kisaltmalar
Ayni eser/yer a.e
Çok yazarli eserlerde ilk yazardan v.d.
sonrakiler
Sayfa/ sayfalar s.
Editör/yayina hazirlayan Ed.
Çeviren Çev.
1
GIRIS
Diger halklar, kültürler tanimlanirken, yani Ötekiler olusturulurken zitliklardan,
abartilardan degil de, gerçeklere dayali kaynaklardan, nesnel gözlemlerden yararlanildigi
söylenir. Modern düsünceyi, modern bir yasami üretenler, Aklin bulunmadigi, modern
olmayan toplumlar diye niteledigi kültürleri kendi modern saydigi ölçütlere göre
yargilarlar. Ötekilestirilen bu kültürlerin olumsuz yönleri, tarihe bir katkilarinin olmayisi
Batililarin daha üstün olduklarini gösteren nedenlerdendir. Emperyalizmin ve
sömürgeciligin sürdürülmesi, hakli çikarilmasi için öteki halklar bagimli, kendi
kendilerini yönetemeyecek kadar ilkel gösterilir. Öteki kavrami da sömürgeci ve
emperyalist söylemlerde sömürüle n kültürleri, halklari degersizlestirmek, dislamak,
karakterlerine olumsuz anlamlar katmak için kullanilir hale gelmistir. Bu yüzden Öteki
kavrami genelde olumsuz bir “farklilik”, “bizden olmama”, “yabanci” “akildisi”, “ilkel”,
“barbar”, “ezik”, “tehdit edici”, “düsman” gibi olumsuz anlamlar çagristirir hale
getirilmistir. Bugünkü Bati’nin Dogu ve azgelismis diye niteledigi ülkelere olan olumsuz
bakis açisi, temellerini sömürgeci ve emperyalist geçmisinden, pek çok Batili düsünürün
asagilayici düsüncelerinden ve irkçi kuramlarindan alir. Bu imgelerin olusumu
sömürgeci ve emperyal dönemleri de kapsayacak sekilde çok genis bir zamana yayilir.
Sömürgeci ülkeler, sömürüyü mesrulastirmak için kendi kendilerini yönetemeyecek
kadar yeteneksiz, bagimli ve asagi halklarin yönetilmesi gerektigini savunmuslar, diger
yandan, döktükleri kanlardan, uyguladiklari insanlik disi sistemlerden söz
etmememislerdir.
18. yüzyilin sonlarina dogru ve 19. yüzyilda ulus-devletlerin belirmesiyle milliyetçi
kimliklerin ve milli tarihlerin ne kadar önemli oldugu vurgulanmis, diger toplumlarin
tarihleri, kültürleri degersiz ve asagi gösterilmeye çalisilmistir. Kapitalist rekabetin
artmasiyla beraber birbirlerini daha çok tehdit olarak görmeye baslayan toplumlar
birbirleri üzerinde pek çok olumsuz ve gerçek disi imgeler yaratmislardir. Öteki
kültürler demek önceden beyinlere yer etmis belli imgeler, kliseler, önyargilar demektir.
2
Bu imgelerin çogu abartili ve gerçek olmayan türden imgelerdir. Uzun bir süreç içinde,
daha çok savas ve karsitlik durumlarinda üretilmis olan bu olumsuz imgeler, gerçekten
uzak, belli görüsleri yerlestirmek, insanlari sartlamak amacini tasirlar. Zihinlere hayali
ve abartili bir sekilde yansiyan bu imgeleri sorgulamak, diger kültürleri nesnel olarak
görmeye çalismada ve anlamada önemli bir yer tutar. Ama çogu toplumun ve kisinin pek
yapamadigi bir seydir bu. Çünkü, hepimiz kendi kültürümüzce yogrulmus, bilinçlerimiz
çesitli önyargilarla doldurulmustur. Bu etkilerin ve sartlamalarin disina çikabilen
insanlar diger kültürlere ve dünyaya daha farkli açilardan bakarak toplumunun yükledigi
bazi önyargilardan kurtulabilirler. Bati’nin diger kültürler hakkinda ürettigi kliseler,
olumsuz yargilar maalesef pek çok kültürün insanlari tarafindan da kullanilmakta, kendi
toplumunu, kendilerini bile bu kliseleri kullanarak asagilamakta ve elestirmektedirler.
Edward Said, Sarkiyatçilik adli eserinde Bati emperyalizminin ve sömürgeciliginin
büyük bir arastirmaci yazar ve düsünür grubu tarafindan desteklendigini, yazilanlarla
emperyalist yayilmaciligin örtüstügünü anlatir. Bati’nin öteki ülkeler üzerine ürettigi
olumsuz imgelerin, metinlerin emperyalist ve sömürgeci yapilarla ne kadar baglantili
oldugu daha da belirgin hale gelir. Bundan sonra Dogu, Islamiyet ve az gelismis halklar
üzerine yazilan metinlerin, eserlerin emperyalist ve sömürgeci baglantilarinin olup
olmadigi sorgulanarak incelenmeye ve elestirilmeye baslanir. Edward Said, metinleri
analiz ederken “baglantililik” kavramini kullanir. Amaci metinlerin içinde sakli olan
Devletin ve iktidarin biçimlendirdigi kültürel iliskileri ortaya çikarmaktir. Kültürün,
kültürel olusumlarin büyük ölçüde Devletin neredeyse mutlak iktidariyla kurulan
iliskilerin olusturdugu bir ag sayesinde varoldugunu söyler. Said için yapitlar ne kadar
saf görünse de etkilendikleri ve yansitmaya çalistiklari fikirler, biçimler ve hedefler
vardir. Baglantililik bir yanda biçimler, önermeler ve diger estetik islemler ile öte yanda
kurumlar, failler, siniflar ve sekilsiz toplumsal güçler arasindaki kültürel iliskilerden
olusan örtük agdir. Said için baglantililik bir metnin analizi için dikkate alinmasi
gereken noktadir. Örtük baglantililigi incelemek; metinler ile dünya arasindaki baglari,
uzmanlasmanin ve edebiyat kuramlarinin tamamen sildigi baglari incelemek ve yeniden
yaratmak demektir. Bu yüzden baglanti agini yeniden yaratmak demek, metni topluma,
3
yazara ve kültüre baglayan ipleri görünür kilmak, onlara maddiliklerini geri vermek
demektir. Batili ve Bati tarafindan deger verilen düsünürler ve yapitlar sömürülen ve
gelismekte olan ülkelerde çogu insan ve otorite tarafindan da sorgulanmadan, tam
okunmadan ve arkasinda hangi asagilayici, irkçi yargilar içerdigi görülmeden bas yapit
olarak degerlendirilmekte ve öyle kabul edilmektedir. Çünkü Bati üretmistir onlari. Bu
yapitlarin içeriginde bu kültürlere karsi hakaretler, asagilamalar, önyargilar bulunmasina
ragmen, gereken elestiriler yapilmaz ve cevaplar verilmez. Çogu düsünür ve yazar bazi
moda kavramlari kullanarak ünlü yazarlardan, düsünürlerden alintilar yaparak bu
düsüncelerin otomatik olarak elestirilemezler sinifina girecegini düsünür. Otorite olarak
kabul edilen yazarlarin kötü seyler, yanlis seyler yapmayacaklari veya yapsalar bile
onlar zaten birer simge haline geldikleri için sorun yaratmayacagi düsünülür. Insan
Haklari, demokrasi, esitlik gibi kavramlar çogu kisinin baskalarina baski kurmak için
kullandigi kavramlar haline gelmis, gerçekligin görülmesi daha da bulaniklastirilmistir.
Siyah Deri Beyaz Maskeler ve En Alttakiler adli kitaplardaki olaylar ve yazarlarin
vardigi sonuçlar emperyal ve sömürgeci gerçeklerle, ve küresel olarak yayilan ekonomik
aklin ürettigi her seyi çikara indirgeyen anlayis ile örtüsmektedir. Amacim, üretilen
olumsuz imgelerin ve söylemlerin sömürgecilikle, emperyalizmle ve küresel kapitalist
sistemle beslendigini, Kant, Hegel, Herder, Hume, Locke, James Mill, Dante, Marx,
Engels, Schelling ve daha pek çok düsünürün irkçi ve ayrimci düsünceleriyle
örtüstügünü göstermektir. Bati’yi üstün gösteren, diger halklari degersiz ve bagimli
kalmaya mahkum eden düsünürlerin kuramlari ve düsünceleri günümüze kadar ulasan
ve neredeyse silinmesi imkansiz hale gelen olumsuz imgelerin temelini olusturmaktadir.
Günümüzde de bu önyargilarin güçlenmesine ekonomik dünya sistemi de yardim
etmektedir. Kaynaklari tararken binlerce eserden yalnizca irkçi ve ayrimci düsüncelerle
dolu, dünyayi etkileyen bazi yapitlarin ve düsünürlerin görüslerine yer verebildim.
Sayisiz eser ve düsünürün irkçi, ayrimci yazilarinin pek bilinmemesi konunun halen
arastirilmasi gereken çok genis bir alana yayildigini göstermektedir.
4
Birinci bölümde, Bati’nin tarih boyunca emperyal ve sömürgeci baglari oldugu kültürler
hakkinda ürettigi olumsuz imgelerle kendini tanimlamaya çalistigi düsüncelere yer
verilmeye ve Bati’nin kendinden farkli toplumlari yetersiz, asagi, bagimli toplumlar diye
yargiladigi düsüncelerin kitaplara, romanlara, çesitli siyasi, tarihi metinlere nasil
yansidigi, olumsuz imgelere dönüstügü gösterilmeye çalisilmaktadir. Edward Said’in
inceledigi Batili düsünürlerin ve kitaplarinin içerikleriyle örtüsen Bati’nin sömürgeci
tutumu arasindaki baglari görünür kilmasinin önemini, sömürgeciligin ve emperyalizmin
nasil sistemli bir sekilde diger toplumlari boyunduruk altina almaya çalistigini ve bunu
kültürel emperyalizmiyle de destekledigini gösteren görüslerine yer vermek istiyorum.
Ikinci bölümde, sömürgeciligin, üretilen irkçi kuramlarin ve irkçiligin dünyaya verdigi
acilari ve halen irkçi kuramlarin dogru yargilarmis gibi insanlarin beyinlerinde
günümüzde de varligini sürdürdügü üzerinde durulmaktadir. Fanon, Siyah Deri Beyaz
Maskeler adli eserinde sömürgeci Beyaz adamin, Siyah insanin dünyasini isgal
etmesiyle, onu sömürmeye ve asagilamaya baslamasiyla Siyah insanin yabancilasmasini,
asagilik duygusuna kapilisini ve nevrotik hale gelisini çarpici örnekler vererek anlatir.
Fanon, Zenci insanin bu durumunu Beyaz adamin sömürgede kurdugu sistemin acimasiz
yapisini çözümleyerek açiklamaya çalisir. Bu durum sömürülen, isgale ugrayan diger
toplumlarda da görülebilecek türden sorunlardandir.
Üçüncü bölümde, küresellesen dünyada ekonomik Aklin her yere yayildigi, insanlar
arasindaki iliskilerin ve bilinçlerinin bu çikarci ekonomik sisteme göre olustugu, insanin
kendisini ve öteki insanlari pazardaki degerlerine göre algiladigi ve kendinden
yabancilastigi gösterilmek istenmektedir. En Alltakiler adli eserde, insanlarin ölümlerine
yol açabilecek islerde hiçbir kaygi duyulmadan çalistirilmasi, bir nesne gibi
kullanilmasi, hayatlarinin hiçe sayilmasi, ayni zamanda yasadiklari toplum tarafindan
dislanmalari günümüz sisteminin insani yok sayan anlayisini göstermektedir. Alman
toplumunun belleginde kötü imgelere dönüsen, yapacak bir seyleri olmayan bu çaresiz
insanlarin sömürülmeleri ve irksal nefretin arttigi toplumdan dislanmalari yalnizca
5
Almanya’da degil, çikarci kapitalist degerleri benimsemis her toplumda yasanmasi olasi
bir gerçek olarak karsimiza çikmaktadir.
Çalismamin amaci tarih boyunca belli ve kritik dönemlerde çesitli önyargilar ve
dayatmalarla üretilen imgelerin büyük bir yazar ve düsünür grubunun da düsünceleriyle
desteklendigini, bilinçlerimizin ve bilinçdisilarimizin bu disimizdaki kurumlarla,
egemen kültürün degerleriyle dolduruldugunu göstermek ve bugün de sürmekte olan
güçlünün dogrularinin dogru oldugu dünyanin ve degerlerinin tekrar sorgulanmasini
saglamak. Kaynak tarama yönteminden yararlanarak seçtigim kitaplar ve yazarlarin
görüsleri sömürgeci ve emperyalist yayilmaciligin etkilerini göstermeye yöneliktir.
6
BIRINCI BÖLÜM : ÖTEKI IMGESI
7
1. Kültürler ve Öteki Imgesi
Belli bir kültürün veya bir ülkenin veya bir yörenin insanlarindan bahsedildigi zaman
hemen ardindan ne tür insanlar oldugunu çagristiran basma kalip fikirler, imgeler,
önyargilar akillarda beliriverir. Genelde uzun bir geçmise sahip olan, sürekli tekrarlanan
bu basmakalip düsünceler hemen hemen kasitli ve önyargili yakistirmalardan olusur.
Farkli kültürlerin birbirlerini gerçekten tanimadan tek tarafli ve önyargili bir sekilde
birbirleri hakkinda bu tür olumsuz yargilara ve imgelere sahip olmasi iletisimsizlige ve
düsmanliga neden olmaktadir. Genelde güçlünün güçsüzü sömürdügü, tanimladigi,
olumsuz imgelere mahkum ettigi bir dünyada, sesini duyuramayan kültürler yeterince
kendilerine yapilan bu haksizliga karsi kendilerini savunamamaktadirlar. Bati’nin
ölçütlerine göre az gelismis diye kabul edilen toplumlara yakistirilan tanimlar ve imgeler
sürekli küresel medyanin da yardimiyla tekrarlanmakta ve standartlastirilmaktadir.
Bati’nin tek boyuta indirgedigi ve beyinlere yerlestirdigi olumsuz Dogu imgesi ve içine
dahil edilen Türk imgesi tarih boyunca pek çok gerçek disi yargilarla ve yakistirmalarla
da süslenmistir. Bati’nin yüzyillar boyunca geri kalmis diye niteledigi toplumlar ve
kültürler hakkinda ürettigi olumsuz imgelerin temeli, sömürgecilik, emperyalizm, irkçi
kuramlar ve pek çok ünlü düsünürün ayrimci düsüncelerinden beslenmektedir.
Kapitalizmin küresel olarak yayilmasiyla beraber zaten varolan bu olumsuz imgeler
dünyaya yayilmakta, degistirilmesi imkansiz imgelere dönüsmektedirler. Kültürler de
birbirlerini bu önyargilar ile görmeye devam etmekte, ayrimci düsüncelerden
kurtulamamaktadir.
Kültür terimi çesitli anlamlar tasiyan, farkli kullanimlari, tanimlari olan bir kavramdir.
Raymond Williams kavrama ne gibi anlamlar yüklenildigini söyle siralar: “Bir isleme
süreci’nin adi olarak baslangiçta –ürün yetistirimi (cultivation) ya da hayvan yetistirimi
(çobanlik ve besicilik) ve zihin yetistirimine (etkin cultivation’a) dogru anlamini
genisleterek- özellikle Almanca ve Ingilizce’de 17. yüzyilin sonlarinda belirli bir halkin
8
“bütün bir yasam biçimi” demek olan bir “tin” konfigürasyonu’nun ya da genellemesinin
adi oldu.” 1
Mike featherstone kelimenin içerdigi anlamlari “bir halkin tüm yasami” seklinde
kullanildigina vurgu yaparak kavrami söyle açiklar: “Kültür terimi çesitli sekillerde
normlara, düsüncelere, inançlara, degerlere, simgelere, dillere ve kodlara deginmek
üzere kullanilmistir. Kültür terimi, ayrica kisinin tinsel ve entelektüel gelisim sürecine
ya da uzman entelektüel ve sanatsal çevrelere ve pratiklere, kültürel alana ya da
toplumun bütün bir hayat tarzina (antropolojik görüs) isaret edebilir.”2
Williams, kavramin antropolojik ve genis sosyolojik kullaniminin, ayri bir halkin ya da
baska bir toplumsal grubun “bütün bir yasam biçimi” ni kastettigini, kavramin Herder
tarafindan her çesit tekil anlamindan ya da bugün söyledigimiz sekliyle “uygarlik” in
tek çizgili (unilinear) anlami olmaktan kurtararak, bilinçli bir ayrimla, anlamli bir
çogulluk, “kültürler” i kastetmek üzere kullandigini söyler. 3
Said, kültürün zamanla saldirgan bir biçimde, ulusla ya da devletle birlikte anilmaya
basladigini; bu durumun her zaman biraz yabanci düsmanligi içererek “biz”i “onlar”dan
farklilastirdigini, bir kimlik kaynagi oldugunu söyler.4 Sorunlardan biri, insanlarin kendi
kültürlerinin diger kültürlerden üstün olduguna inanmasi ve tapinilacak degerler olarak
algilamasidir. Sömürgecilerin sömürdükleri toplumlara dayatmaya çalistigi
düsüncelerden birisi de kendi kültürel degerlerinin üstünlügü ve yerli kültürünün
degersizligidir. Sömürgecilik ve emperyalizmin hismina ugramis kültürler genelde
ezilmis, asagilanmis, sinirli anlamlara, olumsuz imgelere mahkum edilmis, dünyada
böyle taninmislardir. Yeryüzündeki çok farkli kültürler, yasam tarzlari bir yerde insan
türünün bir zenginligi olarak görülmesi gerekirken genelde belli çikarlar yüzünden
1 Raymond Williams, Kültür , çev: Suavi Aydin, Imge Kitapevi, Ankara, 1993, s. 9. 2 Mike Featherstone, Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, çev: Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1996, s. 212 . 3 Raymond Williams, a.e., s. 9. 4 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, çev : Necmiye Alpay, Hil Yayinlari, Istanbul, 1998, s. 14
9
birbirleriyle kiyaslanarak asagi, üstün, gelismis, az gelismis gibi siniflamalar yapilarak
ayrimcilik yapilmaktadir. Bu yargilamalari genelde sömürgecilik ve emperyalizmle
birlikte gücü elinde bulunduran kültürler, ülkeler kendi kültürlerini üstün göstermek ve
sömürgeciliklerini sürdürmek amaciyla, bilimsel denilen kanitlar da sunarak
desteklemeye çalismaktadirlar. Toplumlar, devletler kendilerini de tanimlamak, güçlü,
üstün bir kimlige bürünebilmek için öteki dedikleri kültürlerin farkliliklarina, daha çok
olumsuz diye niteledikleri özelliklerine vurgu yaparak kendilerini ayricalikli bir konuma
koymak isterler. Avrupa kültürünün ve kimliginin tanimlanmasinda, öteki denilen
Avrupali olmayanlarin kültürü ve olumsuz gösterilen özellikleri önemli rol oynar. Tarih
boyunca süregelen yakistirmalar, kliseler, önyargilar günümüzde de etkisini
sürdürmekte, yazili metinlerde, edebiyatta varligini sürdürmekte, varolan ayrimciligi
daha da güçlendirmektedir. Larrain, Bati’da gelisen araççil akil kavrami ile isleyen
kuramlarin bakis açilarini, öteki’nin kaotik ve akildisi yöntemleri ile kiyaslayarak Akil’a
yapilan vurgulamayi ve diger kültürlerin niçin asagi görüldügünü söyle anlatir: “Akil
insanligi mutsuzluktan kurtaracaktir. Bilgi ve bilimin yeterince gelismedigi Avrupa
disindaki dünyanin, bir mutsuzluklar dünyasi olarak görülmesi sasirtici olmamaktadir.”5
Avrupa disinda gelisim gösteren bir toplum yoktur. Diger toplumlar kendi baslarina
bunu basaramamis, mutsuz ve fakirlik içinde yasamlarina devam etmektedirler. Bu
durumda Avrupa’ya da bir görev düsmektedir; bu toplumlari uygarlastirmak ve
gelistirmek. Etienne Balibar, Ingiliz, Fransiz, Hollandali, Po rtekiz gibi farkli
tabiyetlerden sömürgeci kastlarin, uygarligi vahsilere karsi savunma hedefi ile bir
“beyaz” üstünlügü düsüncesini ortaklasa uydurduklarini, bu tasvirin, “beyaz adamin
omuzlarindaki görev” klisesinin Avrupali ya da Batili kimligi kavraminin
olusturulmasina önemli bir katkida bulundugunu söyler.6 Larrain bu yalana
sömürgeciligi gizlemek için her zaman basvuruldugunu, gerçek amacin baska oldugunu,
bu durumun baska bir sekilde de açiklanabilecegini, amacin uzak ülkelerin
hammaddelerini ve yeni pazarlarini sömürmek oldugunu, bunun incelikle gizlenmis bir
5 Jorge Larrain, Ideoloji ve Kültürel Kimlik, çev :Nese Nur Domaniç, Sarmal Yayinevi, Istanbul, 1995, s. 195. 6 Etienne Balibar, v.d., Irk Ulus Sinif, çev: Nazli Ökten, Metis Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 57.
10
ekonomik çikar olarak degerlendirmenin mümkün oldugunu söyler.7 Pierre Clastres,
Batili gözlemcilerin ilkel dedigi toplumlar karsisindaki tutum ve aliskanliklarini yansitan
geçim ekonomisi kavraminin “bilimsel” açidan koflugunu vurgular. Bu toplumlarin
teknolojik hatta kültürel yetersizlikleri yüzünden artideger üretebilecek durumda
olmadiklarini söylendigini ama bundan daha yaygin ve daha yanlis bir degerlendirmenin
gösterilemeyecegini, geçim ekonomisi fikrinin modern Bati ideolojisinin bir bulusu
oldugunu, bilimsel bir kavramla uzaktan yakindan ilgisinin olmadigini, etnolojinin,
sanayilesmis uluslarin azgelismis denen dünyaya karsi izledikleri stratejisinin
olusturulmasina alet edildigini ve durumun ütkütücü oldugunu söyler. 8 Levi-Strauss,
insan topluluklarinin kimini “ilkel” kimini “daha uygar” diye siralayip
siralayamacagimizi sorar. Teknik ilerlemenin derecesinin, üretim hacminin, nüfus
oranini vb. saptanabilinecegini, ve bunu baska toplumlar için yaptigimiz siniflamalarla
karsilastirabildigimizi, son derece kendimizden emin olarak bunu nesnel bir siniflamaya
soktugumuzu söyler. Ama sorun bu kadar basit degildir. Ister en ilkel olsun ister en
uygar olsun, toplumlari belirleyen ince ayrintilar oldugunu, bir toplumu içeriden bilip,
diger toplumlarla birlikte disardan siniflandiramayacagimizi, zorlugun burada oldugunu
söyler.9 Toplumlarin zaman içinde pek çok tesadüf ve dis etkenlerin sonucu olarak da
belli yönlere dogru gittigini, herhangi bir toplumun mutlaka belli, hiç degismeyen,
önceden belirlenmis bir yönde gidecegini söylemenin olanaksiz oldugunu söyler:
“Diyelim, en karmasik birlesimin –Bati uygarligi- olusmasi için birkaç yüz bin yil
gerekti. Insanlik bu birlesimi daha önce de basarabilirdi, çok daha sonra da; fakat
gerçek, onun tam da o öznel anda basarildigidir ve neden böyle oldugunun açiklamasi
yoktur, böyle olmustur yalnizca.”10
Batili devletler teknolojik olarak ilerleyince kendilerini dünyanin merkezinde görmeye,
diger ülkeleri hegemonya altina almaya, kendi isteklerini dayatmaya çalismaktadirlar.
7 Jorge Larrain, a.e. , s. 196. 8 Pierre Clastres, Devlete Karsi Toplum, çev: Mehmet Sert, Nedim Demirtas, Ayrinti Yayinlari, Istanbul 1991, s. 15 . 9 Claude Lévi-Strauss Irk, Tarih ve Kültür, çev: Haldun Bayri, Metis Yayinlari, Istanbul, 1997, s. 103. 10 A.e., s. 105.
11
Jorge Larrain Bati’nin diger kültürler hakkindaki bencil ve kendini merkezde gören
bakis açisini söyle yorumlar: “Bati’da Aklin teknik boyutunun üstün kilinmasi
nedeniyle, diger kültürleri yalnizca bu bilgiye dayali araçsal boyutu etkin kullanimlari
açisindan degerlendirme egilimi vardir. Bazi az gelismis toplumlarin bu açidan görece
geri olmalari, onlarin kültürel kazanimlarinin kolaylikla negatif olarak
degerlendirilmesinin temeli olarak islev görür.” 11 Kültürel farkliliklarin, degerlerin pek
bir önemi yoktur teknik ilerlemenin yaninda. Eger teknoloji yoksa gelisme de yoktur.
Gelisemeyen yetersiz kültürler vardir Bati için. Bu bir yerde Bati’nin isini de
kolaylastirir, çünkü teknolojik üstünlügünü kullanarak bu kültürleri istedigi yöne
sürükleyebilir, kültürel emperyalizmini sürdürebilir. Iktisadi Aklin dogrultusunda insani
degerler de kullanilacak araçlara dönüsür sadece.
Loomba, genelde sömürgecilikle beraber yabanci kültürler ve halklar hakkinda yazilan
hakaret içeren kitaplarin, asagi türden irklara mensup olduklarina iliskin düsüncelerin,
kliselerin ortaya çiktigini, bu tür inançlarin güçlendigini söyler: “Avrupali-olmayan ülke
ver halklara iliskin “enformasyon” toplanmasi ve bunlarin çesitli yollardan
“siniflandirma” si, bu ülke ve halklari denetleme stratejilerini belirledi. “Mülayim
Hindu”, “savasçi Zulu”, “barbar Türk”, “Yeni Dünya Yamyami” ya da “siyah irz
düsmani” seklinde farkli kliseler tikel kolonyal durumlarda ortaya çikti ve farkli
kolonyal politikalara uygun olarak kesilip biçildi”12
Kapitalist sistemin yayilarak küresel bir güç haline gelmesi her seyi rekabet içine
sokarak, kültürleri de kendi çikarci mantigina göre degerli, degersiz gibi yargilamalar
yapmaya sürüklemekte, kültürlerin birbirlerini rakip ve düsman olarak görmesine neden
olmaktadir. Levi-Strauss kültürlerin de bir büyüklenme kaynagi olarak kullanildigini,
kimi zaman, her kültürün kendini tek hakiki ve yasanmaya deger kültür olarak
11 Jorge Larrain, a.e., s. 191. 12 Ania Loomba, Kolonyalizm ve Postkolonyalizm, çev : Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul 2000, s. 121.
12
gördügünü, diger kültürleri tanimamazliktan geldigini, hatta onlarin kültür oldugunu bile
inkar ettigini söyler.13 Larrain, kültürel kimligin diger gruplara karsiymis gibi
tanimlandigini böylece “onlara” veya “baskalarina” karsi “biz” fikrinin savunuldugunu
ve farkliliklarin abartildigini söyler. Sonuç olarak, bir yandan belirli kültürel özelliklerin
ulusal karakterin içinde dogal olarak mevcutmus gibi sunulurken, diger yandan
dogallastirma sürecinin ortaya çiktigini belirtir.14 Diger kültürlerin algilanmasinda
böylece devlet ve içinde yasanilan toplumun da önyargilari insanlari yönlendirir ve
dogru diye sunulan degerler aslinda yasanilan toplumun yargilarindan baska bir sey
degildir.
Bati yayilmaciligi ve sömürgeciligi sirasinda ele geçirilen kültürler ve halklar üzerinde
yaratilan olumsuz imgeler, söylemler Bati’nin kültürel kimligini tanimlamasinda önemli
yer turar . Bu söylemlerin, kliselerin çok büyük bir bölümü ünlü düsünürlerin, yazarlarin
eserlerinde de yer alir. Larrain, on altinci yüzyildan beri Avrupali kültürel kimligin
olusumunda Avrupali olmayan ötekinin varliginin bulundugunu ve bunun çok önemli
oldugunu, Amerika’nin fethinin kapitalizmin baslangici ve Avrupa’da ulus-devletlerin
biçimlenmesiyle çakistigi için özellikle çok önemli rol oynadigini söyler.15 Avrupali
olmayanin özellikleri ne kadar asagilanmissa Avrupalinin da özellikleri o kadar
yüceltilmistir. Her zaman Bati’nin degerlerine göre bir kiyaslama ve siniflandirma söz
konusu olmustur. Bu söylemlerin çogu Bati emperyalizmini hakli çikarabilmek için bu
kültürleri bagimli ve yönetilmesi gereken kültürler olarak göstermekte, edebi eserlerde
bile bu halklara biçilen roller sömürgeci bakis açisiyla örtüsmektedir. Bati
sömürgeciligini yayarken, elegeçirdigi toplumlari daha iyi yönetebilmek için sadece
kaba gücün yeterli olamayacagini, bu toplumlari kültürel olarak da dönüstürülmesinin ve
kendi kültürünün üstün oldugununun beyinlere kazinmasi gerektigini düsünür. Said
Bati’nin bu hegemonyaciligini ve niyetini söyle anlatir: “Bati’da en azindan 18. yüzyil
13 Claude Lévi-Strauss, a.e., s. 70. 14 George Larrain, a.e., s. 225. 15 A.e., s. 197.
13
sonlarindan bu yana edinilen deneyimin özünde, yalnizca uzak yerlerde hegemonya
kurup bunu perçinlemek degil, ayni zamanda kültürle deneyim alanlarini görünüste ayri
kilmak da yatar. Irk ve ulus gibi varliklar, Ingilizlik ya da Oryantalizm gibi özler, Asya
tipi ya da Bati tipi üretim tarzlari: bence tüm bunlar, dünyanin her yerinde gerçeklesen
emperyal toprak birikimin epey ötesinde kültürel karsiliklari bulunan bir ideolojiye
taniklik etmektedir. ”16
Emperyalist yayilmaciligi olumlayan ve bu ülkelerin gelismesi ve özgürlesmesi için
sömürgeciligin bir yerde zorunlu oldugunu göstermeye çalisan pek çok tarihi, edebi,
siyasi metin bulunmaktadir. Bu metinler tek boyutlu düsünceler, keyfi yargilar, irksal ve
kültürel asagilamalarla doludur. Seyyahlarin, tarihçilerin, yazarlarin çogu bu kültürler
hakkinda yazarken emperyalist ideolojinin görevlisi olarak kalemlerini kullanmislar,
zihinlerde silinmesi zor olumsuz imgeler ve önyargilar yaratmislardir. Yaratilan kliseler,
olumsuz imgeler, asagilamalar, uydurulan kahramanlarla edebiyatta da yerini almis ve
desteklenmistir. Ania Loomba yazilanlarin ne kadar tek tarafli ve kendi merkezci
görüslerini yansittigini, Avrupali seyyahlarin karsilastiklari engin yeni dünyalari kendi
kültürleri ve toplumlarinin sagladigi ideolojik filtreler ya da görme tarzlari yoluyla
yorumlamis oldugunu söyler. 17
Sömürgecilik ve edebiyat arasindaki iliskilerin, ne gibi baglantilarin in oldugunun
incelenmeye alinmasi gerekir Dogu hakkinda yazilan kitaplarin temelde ayni kliselerle
dolu oldugu ve sömürgeci zihniyetin buralara kadar sizdigi açiktir. Said, sömürgeci
kuramlarin edebiyat söylemleriyle de ayni olumsuzluklari paylastigini, desteklendigini,
dolasima sokuldugunu, yirminci yüzyilda kurtarici bir statü kazanmis olan bu “dünya
edebiyati” anlayisinin, sömürge cografyasi kuramcilarinin vurguladiklariyla
örtüstügünü, yazilanlarin çogunun belli bir iddiaya, ideolojiye veya kurama bagli
oldugunun açik oldugunu söyler.”18 Yazilan pek çok eserde de Avrupaliya biçilen roller
hep üstün, kibar aklin yolundan giden, merhametli gibi olumlu özellikler tasiyan 16 Edward Said, Kültür ve Em peryalizm, s. 110. 17 Ania Loomba, a.e., s. 93-94. 18 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 96.
14
karakterleri içerir. Yerliye, Ötekine biçilen rol ise kimliksiz, merhametsiz, hemen kaba
kuvvete basvuran, aklini kullanamayan karakterlerden olusur. Nedret Kuran, Alman
edebiyatinda Dogu imgesini biçimlendiren yazarlarin basinda gelen Karl May’in
Bagdat’tan Istanbul’a adli eserini incelerken, “Avrupali imgesi”ni “Türk imgesi” ile
tarihsel-uzamsal baglamlari üzerinde durarak karsilastirir. Genelde Avrupali ile Türk’ün
karsilastirildigi bölümlerde ortaya çikan görece eksiklikler ve farklarin olumsuzluk etkisi
yarattigini söyler.19 Avrupali’nin deger yargilari, Türk’ün deger yargilarindan farklidir.
Örnegin, bir Avrupali kolay kolay insan öldüremez, merhametlidir. Ancak kendi hayati
tehdit altinda ise baska bir insanin hayatina kiyabilir. Türkün karsisindakini öldürmek
için hiç tereddüt etmeyecegi kötü durumlarin çogunda bir Avrupali kendine hakim
olabilir ve düsmani öldürmek yerine cezalandirma yoluna gider; unutamayacagi bir
ahlak dersi vermeyi öldürmeye yegler. Avrupali zayiflarin hakkini korur. Kitaptaki
Alman kahraman Osmanli Imparatorlugu’ndaki etnik gruplara ve fakirlere sefkatle,
babacan bir tavirla yaklasmakta, onlarin koruyucu melekligini yapmaktadir. 20 Fransiz
edebiyatinda Türk imgesini ve nasil yansidigini inceleyen Ali Özçelebi de 19. yüzyilin
Chateaubriand’in ve Hugo’nun egemen oldugu ilk otuz yillarda betimlenen Türklerin
acimasiz, kiyici, savasçi, bagnaz ve hosgörüsüz oldugunu söyler. Çok ge çmeden de bir
Hiristiyan-Müslüman, Bati-Dogu, uygarlik-barbarlik çatismasi gibi sunulan Türk-Yunan
Savasi’nin bu imgelerin yeniden canlanmasina katkida bulundugunu söyler.21
Genelde ötekilere biçilen roller bu yönde olusturulur. Dogu veya sömürgeci halklar
üzerine yazanlar hep belli kliselerle, belli önyargilarla bu halklari sinirli ve asagi bir
kimlige, karakterlere mahkum ederler. Kaleme alinan konu özellikle belli bir kültür veya
irklar üzerineyse, bunun ne kadar zor ve tehlikeli bir is oldugunu, isin isine nelerin
karisacagini, tarihsel iliskilerin, çikarlarin, önyargilarin girecegini unutmamak gerekir.
Yasananlar ve yasanmakta olan olaylar bize bu hatalara ne kadar çok düsüldügünü,
19 Nedret Kuran, ”Karl May’da Türk Imgesi,” Kuram Dergisi, Kitap 6, Kur Yayincilik, Istanbul, Eylül 1994, s. 24. 20 A.e., s. 24. 21 Ali Özçelebi, Romantik Fransiz Yazininda Türkiye Imgesi (1830-1855) , Atatürk Üniveristesi Fen ed. Fakültesi, Bati Dilleri ve Edebiyatlari Bölümü, Erzurum, 1983, s. 142 (doçentlik tezi)
15
ötekiler hakkinda fazla düsünülmeden yargida bulunuldugunu göstermekte. Loomba bu
yazilanlarin amacinin, nelere hizmet ettigini ve neleri dönüstürdügünü, bu metinlerin
egemen ideolojilerin zihniyetini de yansittigini söyler: “Edebi metinler yalnizca içsel
degerleri yüzünden degil, pazar ya da egitim sistemi gibi öbür kurumlarin bir parçasi
olduklari için de toplumda dolasima girer. Edebi metinler bu kurumlar araciligiyla,
kolonyalistlerin hem kendi metropollerinde hem de kolonilerde kültürel bir otoriteye
sahip olmalari konusunda hayati bir rol oynar.”22
Said, yazarlarin ve elestirmenlerin çogunun tutumlarini elestirerek, kendi varoluslarinin
önemli toplumsal ve ekonomik gerçekleri olan sömürgecilik ve emperyalizm konusunun
niçin bu kadar az sayida “büyük” romancinin dogrudan dogruya ele aldigini ve roman
elestirmenlerinin neden bu kayda deger sessizlige saygi göstermeyi sürdürmüs oldugunu
sorgular.23 Kültürün ve Devletle olan iliskilerinin sorgulanmasinin bir yana birakildigini,
emperyalist ve sömürgeci geçmislerinin unutularak metinlerin bu bakis açisindan uzakta
tutuldugunu, elestirmenlerin ve romancilarin bu gerçekle yüz yüze gelmekten
kaçindiklarini belirtir. Egemen kültürün neleri sakladigini ve sinirladigini, yarattigi
düsünce ve hayal gücündeki tek düzeligi sorgular: “Kültür binasi, nasil olup da hayal
gücünü bazi açilardan sinirlarken bazi açilardan genisletecek sekilde insa edilmistir ?
Hayal gücü, nasil bir bag kurmaktadir resmi bilginin düsleri, kurgulari ve hirslariyla,
icraat bilgisiyle, yönetim bilgisiyle ?”24
Bu yüzden, sömürgecilik sonrasi elestireler ve sorular bir yerden sonra duyulmamis, bu
konuda pek bir sorun yokmus gibi gösterilmis, beklenilen cevaplar verilmemistir. Ele
geçirilen topraklara giden pek çok seyyah, yazar, düsünür bu halklar ve kültürler
hakkinda abartili, keyfi yakistirmalarla dolu imgeler üretmis, bu kültürleri oldugundan
farkli ve asagi göstermislerdir. Yapitlarin bu yönünden, toplumsal gerçeklikleri
çarpitmaya, abartmaya, tek tarafli görüsleri yerlestirmeye çalisma larindan pek
22 Ania Loomba, a.e., s. 93. 23 Edward Said, Kis Ruhu, çev: Tuncay Birkan, Metis Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 188. 24 A.e., s. 188.
16
sözedilmez. Sömürgeci ülkelerin yazarlari genelde kitleleri kosullandirmaya, yogurmaya
yönelik düsüncelerle yazmislardir. Berna Moran, pek çok elestirmenin toplumsal
elestirinin baslangicini Vico’nun La Scienza Nuova (1725) adli kitabinda buldugunu,
Vico’nun Homeros’u psikolojik ve sosyal açidan yorumlamaya çalistigini söyler.25
Diger halklar üzerine yazma, fiziksel ve ruhsal olarak betimleme sanilandan çok daha
eskilere kadar gitmektedir. Yazanin da bilincinin ister istemez yasadigi çagdan,
toplumdan ve deger yargilarindan belli bir yerden sonra kaçamayacagi dogrudur.
Edward Said edebiyatin da belli bir yerden sonra toplumsal yasamin etkilerinden
kaçamayacagini söyler: “.. yapit ne denli estetik ya da eglendirici olursa olsun, pesinden
gelen çikarlar, iktidarlar, tutkular, hazlar, devletin etkileri- edebiyat dedigimiz seyin bir
parçasidir.”26 Said’in Sarkiyatçilik adli yapiti yayimlandiktan sonra sömürgeci,
emperyalist, irkçi ideolojinin her yere sizabilecegi görülür, metinler, söylemler, sanat
eserleri, bu gerçekler ve baglantilar gözönünde tutularak incelenmeye baslanir. Çok
sayida önemli yapitin nasil tek tarafli düsüncelerden olustugu, Bati sömürgeciligi ve
emperyalizmiyle örtüstügü ve bunlari onaylayan görüsler sundugu gerçegi ortaya çikar.
Frantz Fanon da bu zihniyetin dile, edebiyata, yasam biçimine ve hatta caddelerdeki
heykellere kadar yayildigini, her yerde minnettarligini gösteren zenci ile efendisinin
pozlariyla dolduruldugunu, asagilamalarin günlük yasama kadar girdigini söyler: “Siyah
insanin, beyaz insana karsi besledigi minnet duygusundan sikayeti yok; bunun en güçlü
ifadesi, Fransa’nin her yerinde ve kolonilerde meydanlara dikilen ve zincirlerinden
kurtulmus sempatik zencilerle onlarin baslarini oksayan beyaz efendilerin birlikte
kompoze edildigi o etkileyici heykellerde görülür.”27
Bu kültürde yasayan insanlar, kültürlerinin onlara yükledigi, bilinçlerine yazdigi
fikirleri, deger yargilarini içsellestirerek, kendilerinin bir parçasiymis gibi kabul ederler.
Bu heykellerin amaci da sömürgeci efendiler sayesinde Zencilerin medeniyete, daha iyi
25 Berna Moran, Edebiyat Kuramlari ve Elestiri, Iletisim yayinlari, Istanbul, 2002, s. 83. 26 Edward W. Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 462. 27 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev: Mustafa Haksöz, Sosyalist Yayinlar, Istanbul, 1996, s. 205.
17
bir yasama kavustugunu göstermektir. Çogu kisi de bu ifadelerin ne anlama geldigini
sorgulamadan, sömürgeciligin gerçek yüzünün saklandigini düsünmeden kabul eder.
Minnettar olunacak bir is yapmistir efendisi, onu bu üstün medeniyetle tanistirmis, bu
medeniyette yasayabilmesi için onu egitmeye çalismis, vahsi hayatindan kurtarmis ayni
masada yemek yemesine izin vermistir. Zencinin anlamasi ve hiçbir zaman unutmamasi
gereken budur.
1.1. Öteki’nin algilanisi ve “Toplumsal Karakterler”
Kültürlerin içerdigi deger yargilari süphesiz belli süreçlerde ortaya çikmis, toplumlarin
gelisimlerine, ilerledigi yönlere göre olusmus tur. Her kültürün deger yargilari, kurallari,
kuralsizliklari diger kültürlere göre yanlis ve mantiksiz görülebilir. Bu degerlerin
evrensel oldugunu düsünmek diger kültürleri anlamakta büyük bir engel olusturur. Bu
konuda Fromm’un “toplumsal karakterler” kavrami kültürel degerlerin, davranis ve
düsünce biçimlerinin olusumunu açiklamak için yararli ve yol gösterici bir kavram olma
özelligi tasiyor. Erich Fromm, “toplumsal karakter” kavramini kullanarak o toplumda
yasayan insanlarin içinde bulundugu tarihsel ve rastlantisal sinirlamalarindan ve
bilinçlerinin yasadigi toplum tarafindan nasil dolduruldugundan bahseder. Toplumlar
varliklarini sürdürebilmek için üyele rini kendi istekleri ve deger yargilarina göre
kosullandirir ve sekillendirirler: “Düsünce sistemi toplumsal gelisimin olusturdugu bir
sey. Her toplumun yasama çabasi içinde, yasam biçimine bagimli olarak bir duygulanma
ve algilama yolu gelistirmis olmasi, nelerin bilince ulasacagini, nelerin bilince
ulasmayacagini belirleyen bir kategoriler sisteminin olusmasina neden oluyor. Bu sistem
sanki toplumun kosulladigi bir süzgeç gibi görev yapiyor; bu süzgeçten geçemeyen
yasantilar bilince ulasmiyor.”28
Bu durumda bilincin ve bilinçdisinin da toplumca kosullandigini söyler Fromm.
Her kültürün deger yargilarini olusturan kurallar, duygulanma ve algilama biçimleri
28 Erich Fromm, Psikanaliz ve Zen Budizm, çev: ilhan Güngören, Onur basimevi, Istanbul, 1981, s.48.
18
diger kültürlere göre çok farkli olabilir. Diger kültürlerin de kendileri gibi algilama ve
duygulanma sekline sahip oldugunu düsünmeleri sorun olusturur. Kültürlerin kendilerini
merkezde görmeleri, degerlerinin evrensel oldugunu düsünmeleri diger kültürleri
anlamakta büyük bir engel olusturur. Fromm, bilinç ve bilinçdisinin tanimini yaparken,
bilinçdisi denilen kismin yalnizca bastirilmis kötü yanlari olan bir yer olarak degil de
yasanan toplumun kosulladigi, bilinç düzeyine çikmasina izin vermedigi duygulari,
yasantilari barindirdigini söyler. Bilinç ve bilinç disindan, kisiligin her birinin kendine
özgü içerigi olan bölümleri olarak degil de fark edip ayirt etme ya da fark etmeyip ayirt
edememe durumlari olarak kabul ettigini söyler.29 Bilinçte olan her seyin ne kadar
dogruyu veya ne kadar gerçegi yansittigini sorgular. Bilinç toplumun yükledigi pek çok
yanlis algilama yollariyla da doldurulmus, gerçekleri görmeyi ve saglikli düsünmeyi
engelleyen, sinirlamalarla, günahlarla olusabilir: “Aslina bakarsaniz insanlarin bilinçli
zihinlerinin çogu uydurma seylerle dolu, yanilgiyla dolu. Bunun böyle olmasi insanlarin
gerçegi görüp tanimaktaki yetersizliklerinden gelmiyor, toplumun islevsel düzeninden
geliyor. Eger bazi ilkel toplumlari disarida birakirsak, insanlik tarihinin baslica özelligi
bir küçük azinligin çogunluk üzerinde egemenlik kurarak onlari sömürmesidir. ”30
Toplum kendi çikarlarini ve devamini saglayabilmek için geçmisten gelen pek çok
insani olmayan davranis biçimlerini edinmis olabilir ve bunlarin yanlis oldugunu kabul
etmekte direnebilir. Toplumlar yasamlarini sürdürmek için, insancil amaç lari hiçe
sayiyor, insanlarin insanca yasamasina izin vermeyip, çikarlari dogrultusunda yanlislari
da kabul edebiliyorlar: “Bu insancil amaçlarla toplumsal amaçlar arasindaki çeliski de
çesit çesit yalanlarin, uydurma inançlarin üretilmesine neden oluyor. Simdi burada
belirtmek istedigim sey bilincimizin içindekilerin çogunun toplumun kafamiza
doldurdugu gerçege uymayan kavramlardan, uydurma seylerden olusturulmus olan
“düzmece bilinç” oldugudur. ”31
29 A.e, s. 44. 30 A.e., s. 45. 31 A.e., s . 46.
19
Bu yüzden kültürler birbirleri hakkinda yargiya varirken kendi kültürünün, toplumunun
önceden sahip oldugu önyargilari, olumsuz düsüncelerin etkisinden kurtulamiyor. Bu
toplumlarda yasayan insanlar, bu deger yargilarini, düsünce biçimlerini içsellestirerek,
kisiliklerinin bir parçasi olarak ediniyorlar. Fromm, toplumunun etkisinin yalnizca bir
huniyle bilincimize uydurma seylerin doldurmasiyla bitmedigini, bir yandan da gerçegi
fark etmemizi, gerçegin ayirdinda olmamizi önledigini söylüyor.32 Bu yüzden insanlarin
yasam biçimleri ve yasadigi toplumlar düsünce yapilarinin olusumunda da etkili oluyor
ve bunu belirliyor. Erich Fromm, toplumlarin, kültürlerin sahip olduklari mantigin,
dillerin, toplumsal tabularin yapisinin bir sonucu olarak insanlarin bilincine nelerin
ulasacagina ve nelerin bastirilacaginin nedenlerini olusturdugunu belirtiyor.33 : “Ancak
toplumun kosulladigi üç tabakali süzgeçten, yani dilin, mantigin ve toplumsal tabularin
süzgecinden geçebilen düsünceler ve duygularin ayirdinda olabiliyorum. Bu süzgeçten
geçemeyen yasantilar bilince ulasamiyor; bilinçdisinda kaliyor.”34
Fromm, yasanilan toplumdaki düsünce biçimlerinin, dilin içerdigi sözcüklerin,
anlamlarin, toplumsal inanislarin kisiligin olusumunda ne kadar önemli oldugunu ve
kisiyi belirledigini söyler. Ama çogu kisi mantigin ve dillerdeki sözcüklerin hemen
hemen her yerde ayni anlamlari ve duygulari yansittigini düsünüyor. Toplumlar çogu
konuda kendi yasam biçimlerine, mantik yapisina göre farkli düsüncelere ve dogrulara
sahip olabilirler : “Tipki insanlarin çogunun dillerini dogal bir seymis gibi kabul edip
yalnizca baska dillerin ayni seyleri söylemek için degisik sözcükler kullandiklarini
sanmalari gibi, insanlarin çogu, dogru düsünmenin kurallarini belirleyen mantigin da
dogal ve evrensel oldugunu saniyorlar; yani onlara göre bir kültürde mantiksiz olan sey
baska kültürlerde de mantiksizdir. ”35
32 A.e., s. 46. 33 A.e., s. 50. 34 A.e., s. 54. 35 A.e., s. 50.
20
Bu yüzden, Bati’nin diger toplumlari, kültürleri yargilarken kendi degerlerine ve
ölçülerine göre bir görüse varmasi her zaman o toplumlari yeterince anlamadan,
disaridan verilmis bir yargiya varmis olmasi demektir. Fromm, her toplumun
düsünülmesine, hissedilmesine ve söze dökülmesine izin vermedigi düsüncelerin ve
duygularin oldugunu, bu yüzden insanlarin yasadiklari toplum tarafindan bir yerde
biçimlendirildiklerini ve düsünme tarzlarinin olusturuldugunu söyler.36
Tabii ki insanlar toplumun ona yükledigi ve sinirini çizdigi düsünme tarzlarini asabilirler
ama genelde çogu kimsenin yapamadigi bir seydir bu. Fromm, bir kimsenin vicdaninin
dogrultusunda davranabilme yeteneginin o kimsenin kendi toplumunun koydugu
sinirlari asip bir dünya vatandasi, bir kozmopolit olabilmesine bagli oldugunu söyler.37
Bu yüzden farkli kültürlerdeki insanlar birbirleri hakkinda düsünürken, toplumlarinin
kendilerine yükledigi bakis açilariyla düsünüyor, çogu gerçek olmayan, abartili
düsüncelerle yargida bulunuyorlar. Fromm, toplumun insani kosulladigini ve bilincini
nasil sekillendirdigini söyle anlatiyor: “Birey kendi kültürünün örnekledigi kaliplarla
bagdasmayan düsünce ve duygularin bilincine ulasmasina izin veremez. Bu nedenle de
bunlari baski altinda tutmaya zorunludur. Konuya biçimsel açidan bakinca bilinçli olan
ve bilinçdisi olan seyler (bireysel ve aile kosullamalariyla ve insanci vicdanin etkileriyle
birlikte) toplumun yapisina ve o toplumun örnekledigi düsünce ve duygulanma
kaliplarina göre sekil almis oluyor.”38
Küresel olarak tek boyuta indirgenmeye çalisilan tüketim ve tüketimi özendirici deger
yargilari kültürleri dönüstürmekte, düsünüs ve yasam biçimlerini aynilestirmeye dogru
yöneltmektedir. Kültürel farkliliklar bu yönden kapitalist çikarci mantik içinde yok
olmaktadir. Kisilerde bu ugurda kimliklerini edinmeye, yeteneklerini pazarin istekleri
dogrultusunda gelistirmeye çalismaktadirlar.
36 A.e., s. 50. 37 A.e., s. 56. 38 A.e., s. 56-57.
21
1.1.1 Kültürel Kimlikler
Stuart Hall kimligin hem bir kaliplasmis davranis biçimi oldugunu hem de olmadigini
söyler. Ona göre kimlikler asla tamamlanmaz, asla bitmezler; öznellik olarak daima insa
halindedir. Bu yüzden kimlik daima olusum halindedir.39 Kisi kendini özdeslestirdigi
kimliklerle sürekli sorunlar yasar, özdeslesmenin yapisi belirsizliklerle, çatlaklarla dolu
olarak insa edilmektedir: “Bu biri öteki arasindaki bir yarilmadir. Ötekini evrenin diger
yanina sürme çabasi daima ask ve arzu iliskileriyle bütünlesmistir. Bu, kendisinden
tümüyle farkli olan Ötekilerin dilinden –hep oldugu üzere- farkli bir dildir. ..... Ben,
Ötekinin bakisinda yazilidir. Ve bu, içerisi, disarisi arasindaki, ait olanlarla olmayanlar
arasindaki, tarihleri yazili olanlarla bagimli ve konusulamayan bir tarihe sahip olanlar
arasindaki sinirlari alasagi eden bir anlayistir. ”40 Stuart Jamaika’da nüfusun yüzde
98’inin Siyahlar ve degisik renk insanlardan olusmasina ragmen, onlarin ne
kendilerinden, ne de baskalarindan bahsederken “Siyah” diye sözettiklerini duymadigini
söyler. Siyah, sözcügünün siyasal, tarihsel, kültürel bir kategori oldugunu söyler.41 Bu
sözcügü sömürgeciligin yikilmasi ve miliyetçi mücadeleler sirasinda duydugunu, belirli
simgesel ve ideolojik mücadelelerin bir sonucu olarak yaratildigini söyler.42 Bu süreç
içerisinde Siyah insanin kendisini yeniden tanidigini, bazi seylerin farkina vardigini
belirtir: “Tam da bu mücadele içerisinde gerçeklesen sey, bir bilinç degismesi, kendini
tanimada bir degisme, yeni bir kimlik kazanma süreci, yeni bir öznenin görünürlük
kazanmasidir. Bu özne her zaman oradaydi, ama tarihsel olarak henüz kafasini
uzatmamisti. ”43
39 Stuart Hall, v.d., “Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etkinlikler”, Kültür, Küresellesme ve Dünya sistemi , Ed., Anthony D. King, çev: Gülcan Seçkin, Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat Yayinlari, Ankara, 1998, s. 71. 40 A.e., s. 71. 41 A.e., s. 77. 42 A.e., s. 78. 43 A.e., s. 78.
22
Siyahlar kendilerini kendi toplumlarinin disinda, sömürgeci efendisinin ülkesine varinca,
onlarin gözünde ne olduklarini, degerlerini daha iyi kavrarlar. Siyah oldugunun bilincine
tam olarak varir. Fanon’un da saptadigi gibi Antilli Zenci kendisinin Fransa’ya gidene
kadar beyaz hissettigini, Zencilerin ise Madagasgarlilar ve ya digerleri oldugunu
sandigini bu gerçekle Fransa’da karsilastigi zaman sok geçirdigini söyler. Kültürel
kimliklerin tanimlanmasi sürekli Öteki olarak görülen kimliklerin nitelikleri, özellikleri,
farkli ve daha çok olumsuz kisimlari abartilarak yapilir. Toplumlarin kimlikleri de
küresellesen, her seyi kendi çikarci mantigina, tek boyuta indirgeyen ekonomik
gerçeklik karsisinda zayiflamis, sorunsal hale gelmeye baslamistir. Larrain, On
dokuzuncu yüzyilda ortaya çikan ve halen geçerli olan kültürel kimliklerin olusumunu
etkileyen en önemli ayrimin merkez, çevre ayrimi oldugunu, Bati’nin kendisini merkeze
yerlestirip öteki toplumlari da kendine yakin ve uzak, asagi, gelismemis diye niteledigini
söyler. 44 Merkeze yakin olmaya, benzemeye çalisan kültürler vardir Bati’nin gözünde.
Bu bakis açisi da günümüzde sorunlar yaratmakta, farkli kimliklerin, farkli kültürlerin
azinlik old uklari yerde dislanmaya, varliklari yadsinmaya çalisilmaktadir. David Morley
bugün Avrupa’nin Avrupa’da yasayan farkli kimliklerle ve yabancilarla büyük bir sorun
yasadigini söylemektedir: “Avro-kimlik, su anda Avrupa’da yasayan, yerinden
yurdundan olmus büyük sayidaki göçmen gruplara fazla yer tanimamaktadir. Bu kadar
çok insan kendini dislanmis hissettigi sürece bu Avrupa fikri neye yarar ? Avrupa
kimligi, görünürdeki bütün özgüvenine ragmen, fazla hassas ve endise verici bir
fenomendir ve gittikçe artan bir biçimde gerici beyaz pan-Avrupa irkçiligi ile ifade
etmektedir kendisini.”45
Avrupa bir yandan diger kültürleri degistirmek, kendisine yakin olmasini istemekte,
diger yandan da hiçbir zaman bu kültürlerin Batili gibi olamayacagini da söylemektedir.
David Morley’e göre Avrupa toplulugu da bazen kendini tek bir dine bagli ülkelerin
olusturdugu bir birlik olarak görmekte, kimi zaman yalnizca Roma-Grek kültüründen 44 George Larrain, a.e., s. 216. 45 David Morley, v.d. Kevin Robins, Kimlik Mekanlari, çev :Nese Nur Domaniç, Sarmal Yayinevi, Istanbul, 1995, s. 21.
23
gelen kültürüyle sinirli oldugunu savunmakta ve kendini böyle tanimlamaktadir. Ama
Avrupa’nin içinde bunlarin disinda çok farkli kültürler, kimlikler, dinler de yasamis ve
yasamaya devam etmektedir. Bu durumda Avrupa ötekileriyle iliskilerini tekrar gözden
geçirmeli, kendini tanimlarken içinde barindirdigi farkli kültürlerin, kimliklerin farkina
varmalidir.46
Kültürler yüzyillar boyu çok çesitli sekillerde karsilasmis, bir araya gelmis, etkilesim
içine girmis ve degismislerdir. Bir kültürün tek parça oldugunu düsünmek, hiç
degismeden, baska kültürlerden etkilenmedigini iddia etmek pek dogru bir kani olmasa
gerek. Said’e göre kültürler içlerinde ayni zamanda çok farkli ve yabanci olgulari da
tasirlar. Kültürlerin gerçekte tekli, tek parça ya da özerk olmalari bir yana, bilinçli olarak
disladiklarindan çok daha fazla “yabanci”, karsit ve farkli ögeyi bünyesine kabul
ettiklerini belirtir.47 Said, Bati kültürünün de kendini tanimlarken içerdigi ve tarihte
etkilendigi pek çok farkli kültürü yokmus gibi gösterdigini söyler: “Bu çerçevede,
Bernal’a göre, Yunan uygarliginin köklerinin Misirli, Sami ve daha baska güneyli ve
dogulu kültürlerde yattigi bilinirken, on dokuzuncu yüzyila gelindiginde bu uygarlik
“Ari” olarak yeniden adlandirilmis, Sami ve Afrikali kökleri ise ya etkin bir biçimde
ayiklanmis ya da gözlerden gizlenmistir.”48
Yüzyillar boyu birbirleriyle karsilasan farkli kültürler birbirlerinden pek çok seyi alarak
yeni olusumlara gitmislerdir. Bir kültürün hiçbir seyden etkilenmeyip kendisi
kalabildigini söylemek çok güçtür. Ama kültürlerarasi etkilesim genelde yadsinmaya
çalisilir. Kültürler birbirlerini rakip olarak görmeye ne yazik ki devam etmekte, farkli
kültürlerin kabulü, gösterilmesi gereken saygi gösterilmemekte, çogu zaman bu dostça
yaklasimlar yalnizca soguk kagitlar ve resmi belgelerde kalmaktadir. Insanlarin farkli
olana saygi göstermesi, birlikte yasayabilmesi gerekir. Fakat bu daha da zorlasmakta, 46 A.e., s. 21. 47 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 53. 48 A.e., s. 54.
24
insanlar küresel hale gelen dünyada kimliklerine daha da sarilarak kaybolmakta olan bir
yere ait olma duygularini kazanmaya çalismaktadirlar. Habermas, farkli olanlara,
insanlarin birbirlerine, yani herkese gösterilmesi gereken es-saygidan sözeder: “Herkese
es-saygi, soydaslara degil, ötekine, yani farkli olusu nedeniyle digerine gösterilme
kosulunu temel alir. Ötekine karsi, bizlerden biri olarak dayanisma göstermek de, tözsel
olan her seye direnen ve gözenekli sinirlarini sürekli daha da öteye tasiyan bir topluluga
ait esnek “Biz”i kapsar.”49
Bu anlayis karsilikli benimsenmeyi kapsar, toplum kendi türünü zorla kabul ettiren
tektip üyelerden olusan bir topluluk degildir. Habermas, benimsemenin, kendi içine
kapatmak ve ötekine karsi kapanmak olmadigini, “Ötekini benimsemenin” , toplumsal
sinirlarin herkese – hatta ve özellikle de, birbirine yabanci olan ve birbirine karsi
yabanci kalmak isteyenlere – açik olmasi demek oldugunu söyler.50
Stua rt Hall, kültürlerin etkilesim içinde oldugundan, küresel kitle kültürünün
özelliklerinden bahseder ve özellikle ikisi üzerinde durur: “Birincisi, Bati merkezli
olmaya devam etmektedir. Yani, Bati teknolojisi, sermayenin yogunlasmasi
(tekellesmesi), teknik lerin yogunlasmasi, Bati toplumlarinda gelismis emegin
yogunlasmasi ve Bati toplumlarinin öyküleri ve görselligi: Bunlar, bu küresel kitle
kültürünün de yönlendirici güç kaynagi olmayi sürdürüyor. Bu anlamda, küresel kitle
kültürü Bati merkezlidir ve daima Ingilizce konusur.”51 Ikinci özelliginin de kendine
özgü türdeslestirme biçimi oldugunu söyler. Bu kültür türdeslestirici bir kültürel temsil
biçimidir, bu türdeslestirme asla tamamlanmamistir ve bunun için çaba göstermez :
Farkliliklari özümseyerek daha büyük, her seyi kapsayan ve aslinda Amerikan tarzi bir
anlayisi olan çerçevenin içine ötekileri yerlestirmek istemektedir.52 Küresellesen
49 Jurgen Habermas, “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Yasamak , çev: Ilknur Aka, YKY, Istanbul, 2002, s. 9. 50 A.e., s. 9. 51 Stuart Hall, a.e., s. 49 . 52 A.e., s. 51.
25
dünyada baska bir sorun kültürlerin bu durumda nasil hareket edecegi, ne gibi
degisimlere ugrayacagi veya yok olacagi sorunudur. Küresellesme bir yandan kültürleri
aynilestirirken, bu aynilesmeye karsi direnen kültürleri de harekete geçirmistir. Küresel
kültürün standartlastirmaya çalistigi insanlar ve tüketim aliskanliklari, ayni zamanda her
kültürü benzer ürünleri kullanir hale getirip, farkli düsündügünü sanan ama ayni
düsünen insanlar yaratip daha fazla bir kitleye ulasma çabasindadir. Said, Bati ekonomik
piyasa sisteminin her yere yayildigini, deger yargilarini yaydigini, insanlarin begeni
duygularini da istedigi sekilde yönlendirdigini, Arap ve Islam dünyasini da kendi içine
kattigini söyler: “Bölgede yaygin bir begeni tektiplesmesi görülüyor; transistorlu
radyolarin, kot pantolonlarin, Coco Cola’nin yani sira, Amerikan kitle iletisim araçlari
tarafindan saglanan, televizyon izleyicisi tarafindan düsünülmeden tüketilen Sark
imgeleri de bu tektiplesmenin birer simgesidir. Bir Arabin kendini Hollywood’un imal
ettigi türden bir “Arap” olarak görmesi gibi çeliskili bir durum, dile getirdigim seyin en
yalin sonucudur.”53
Amerikan film sanayince yaratilan pek çok irk tiplemelerinden biri olan “Arap” imgesi
gerçekten tüm dünyaya yayilmis ve artik gerçekmis gibi algilanmaktadir. Said’in de
ifade ettigi gibi, en kötüsü de bir Arabin bile kendisini bu uydurulmus, abartilmis
imgelerle görmesidir. Bu yaratilan tipler aslinda azgelismis ve sömürge durumuna
getirlimis pek çok ülke insani için de geçerlidir. Insanlar kendilerini Amerika
medyasinin ürettigi tiplere bakarak tanimlamakta, bu tiplerden ve kendilerini olusturan
degerlerden nefret edip cicilestirilmis, her türlü üstün degerlerle donatilmis Amerikali,
Avrupali tiplere özenmekte, onlar gibi olmaya çalismaktadirlar.
1.1.2. Imgebilim
Imgebilim veya imagolojinin amaci ülkelerin, kültürlerin birbirleri hakkinda yarattigi,
olusturdugu imgeleri, önyargilari incelemek, olusum nedenleri üzerine yorum ve 53 Edward Said, Sarkiyatçilik, çev : Berna Ünler, Metis Yayinlari, Istanbul, 2001, s. 339.
26
açiklama getirerek toplumlarin birbirlerini daha iyi anlamalarini saglamaktir. Tabii ayni
olaylarin yorumlarinin yazarlara, düsünürlere göre çok farkliliklar içermesi insanlarin
kendi toplumuna ve kültürüne bagli bakis açilarinin etkisinde de kaldigini, bunlardan
kolay kurtulamadigini göstermektedir. Yüzyillar boyunca, çesitli sartlarda ülkeler,
halklar hakkinda yazilan metinler, kitaplar büyük bir inceleme konusu olusturur.
Imgebilim bilimsel yöntemler gelistirerek bu metinleri incelemeye çalisir. Ne kadar
bilimsel oldugu da ayri bir sorundur veya buna gerek var midir diye de sorabiliriz.
Sonuçlara, yargilara varilirken, ne kadar nesnel kalindigi, yazan kisinin kaçamayacagi
önyargilarin da oldugunu düsünmek her zaman ayri birer sorudur. Kisinin görüs açisi,
içinde dogdugu toplum ve ona yükledigi kültürel degerler, düsünüs biçimleri, kisisel
özellikleri de önemli yer tutacaktir. Kendi deger yargilari, dogru olduguna inandigi
düsünceler, dünyanin bilincine nasil yansidigi ayri ayri sorunlardir. Belki bunlar bir
yerde tartismalari da doguracak, tek yönlü bir bakisin olusumuna engel olacaktir. Nedret
Kuran kavrami tarihsel gelisimiyle söyle açiklar: “Bu kavram bilimsel anlamda ilk defa
1920’lerde Jean Marie Carré ve Guyard gibi Fransiz karsilastirmali yazinbilimciler
tarafindan, bu bilim dalinin alt kolunu adlandirmak üzere ortaya atilmistir. Bu dal, o
yillarda, uluslarin, toplumlarin birbirleri hakkindaki izlenimlerinin imgeye dönüsüp
yazina yansimasini, imgelerin olusum sürecini ve imgelerin insanlar üzerindeki etkilerini
inceleyen bir arastirma alaniydi. ” 54
Imgebilim zamanla karsilastirmali edebiyatin disina da çikarak görsel, isitsel
göstergelerin yer aldigi pek çok alani da inceleme alanina katar. Ama incelemelerde
daha çok milliyetçiligin izleri, egemen kültürün deger yargilari ve etkileri görülür. Bu
yüzden elestiren veya arastiran kisinin kendi görüsleri ve dünyaya bakis açisi da önemli
bir yer tutar. Günümüzde imaj bilim veya imagoloji çok farkli anlamlarda ve amaçlar
için kullanilmaya baslanmistir. Ilgilendigi ve yorumladigi alanlar giderek çogalmis,
sanat yapitlari, seyahat yazilari, günlükler, reklamlar, resim, sinema, fotograf gibi alanlar
da arastirma alanina dahil olmustur. Nedret Kuran, bu genislemeden dolayi, imge
54 Nedret Kuran, Imagoloji Nedir ? , Bogaziçi Üniversitesi’nden Haber Dergisi, Sayi 1, Ocak 1994, s. 5.
27
bilimcinin arastirma alaninin, yazinbilimcinin, dilbilimcinin, toplumbilimcinin,
budunbilimcinin, ruhbilimcinin, dilbilimcinin, felsefecinin, göstergebilimcinin, yorum
bilimcinin, tarihçinin ve kültür tarihçesinin arastirma alanlariyla kesistigini ya da
örtüstügünü söyler.55 Belirli bir kitleye veya halka begendirilmek için imajlar
yaratilmaya, insanlar, politikacilar, sanatçilar, bir ambalajlanmis paket gibi düsünülerek
hazirlanmakta ve topluma sunulmaktadirlar. Sonuçta, hedeflenen kitlenin ilgisini ve
begenisini çekecek sekillere sokulmaktadir bu insanlar. Imgeler incelenirken,
inceleyenlerin kendi kültürünün etkilerinden ve ulusunun önyargilarindan kurtulmasi,
bunlarin bilincinde olarak yargilara varmasi beklenir. Ama bu düsünceler gerçekten de
tamamen silinemeyecek bir seydir.Yargilara milliyetçi duygular, olumsuz genellemeler,
toplumun kosulladigi deger yargilari da karisabilir. Arastiranin nesnel olacagini da
düsünmek bu yüzden bir bakima zordur. Ama bir yerde bu yaklasim karsilikli elestiriyi
ve tartismayi da getirir.
1.2. Bati ve Öteki
Avrupa’nin kendi disinda gördügü, ötekiler diye tanimladigi diger toplumlarla iliskileri
çesitli asamalardan geçmis, hemen hemen her zaman karsitliklar, çekismeler, savaslar
yasanmistir. Çogu zaman, Bati bu halklari asagi ve tabi halklar olarak göstermis,
hegemonyasi altinda tutmaya çalismistir. Bu toplumlara yakistirilan olumsuz imgeler,
Bati’nin sömürgeciligi, emperyalizmi sirasinda daha da güçlenmis, pek çok kuram ve
düsünür tarafindan da bu tek tarafli yargilamalar desteklenmistir. Bati yayilmaciligi
sirasinda diger kültürlerle olan karsilasmasinda kendini tekrar tanimis, bu kültürleri
kendine baktigi aynalara benzetmistir. 17. ve 18. yüzyillarda Batili olmayan kültürlere,
ülkelere karsi ilgi daha çok artmis, geziler yapilmaya, seyyahlar, yazarlar gözlemlerini
hayal güçlerini de katarak abartili bir sekilde yazmaya baslamislardir. Bu yazilar ve
betimlemelerin çogu anlatanin kendi bakis açisi ve görmek istedigi seyi görme çabasi ve
önceden varolan önyargilarin etkisini tasir. Bu tarihlerde Batili olmayan kültürlerin,
55 A.e., s. 5.
28
ülkelerin yasam biçimleri, deger yargilari, gelenekleri üzerine tartismalar yogunlasmis,
gerçek olandan çok daha farkli, olumsuzluklar dolu görüsler yayginlik kazanmistir.
Fontana, teknik gelismeyle beraber, diger ülkeler, kültürler hakkinda yazilarin
çogaldigini, bunlarin imgelerle ve resimlerle tasvir edilmesinin 16. yüzyil ortalarinda
basladigini, 17. ve 18. yüzyillarda yayginlastigini söyler.56 Bu kültürler hakkinda
binlerce kitap yazilmis, genelde bu halklardan, insanlardan acayip yaratiklar olarak
bahsedilmis, ansiklopedilerde tanimlanirken asagi ve degersiz olduklarini belirten
kelimeler, ifadeler kullanilmistir. Sömürülen ha lklar üzerindeki irkçi ve küçümseyici
görüslerin olusmasinda batili büyük felsefecilerin, düsünürlerin de payi yüksektir. Farkli
türden toplumlar ve kültürler oldugunu düsünmek yerine asagi, yeteneksiz, bagimli
halklar gibi küçültücü yargilara vararak, kendi baslarina kendilerini yönetemeyeceklerini
savunarak sömürgeciligi hakli çikarmaya çalismislardir. Fontana Bati’nin kendisini dinin
disinda da öteki toplumlardan giderek çok farkli özellikleri oldugunu varsayarak
tanimlamaya basladigini söyler: “Bu imajin gelistirilmesi için ve dayanilan temel :
Avrupali olmayan halklarin daha düsük bir yaradilista oldugu düsüncesiydi. Gelgelelim
kendilerini tanimlamak için baktiklari aynanin iki yüzü vardi. Bu yüzeylerin birinde
irksal farkliliklar ve vahsi insanin yüzü görülmekte; Avrupa merkezli bir tarihsel bakis
açisini yansitan öbüründe ise ilkel insan belirmekteydi. Ilkinden jenosit ve köle ticareti,
ikincisinden de emperyalizm dogdu. ”57
Edgar Morin Avrupa’nin düsünce yapisini ve diger ülkelere karsi tutumunu anlatirken,
Avrupa’nin ezdigi halklara karsi olan kendini begenmis, küçümseyici tavrina, Italyan
Spengler’in Uygarligin Çöküsü adli kitabini okuduktan sonra çok üzüldügünü söyler:
“Burada beni inciten, yalnizca fatihlerin siddeti, vahseti ve yagmalari degildi, bunlarin
yani sira ve hatta bunlardan daha çok, irksal, düsünsel, maddi ve manevi üstünlügünden
emin beyaz Avrupalinin fethettiklerine karsi besledigi küçümsemesiydi. ”58
56 A.e., s. 129. 57 A.e., s. 130-131. 58 Edgar Morin, Avrupa’yi düsünmek , çev: Sirin Tekeli, Afa Yayinlari, Istanbul, 1995, s. 11-12.
29
Genelde kültürler birbirlerinin farkli ve olumsuz yanlarina vurgu yaparak kendilerini
öteki toplumlardan ayirma yoluna gitmis, kendi halklarinin bilinçlerini bu yargilarla,
ürettigi degerlerle doldurmaya çalismislardir. Avrupa binlerce yildir, kendi kültürünü,
bilimini diger baski kurdugu, ele geçirdigi ülkelerin, toplumlarin durumuyla
karsilastirmis, kendi deger yargilarina göre kendini üst bir yere tasimistir. Avrupa’nin
teknolojik üstünlügü, emperyalist yayilmaciligini daha da kolaylastirmis, dünyanin
büyük bir bölümünü acilara ve felaketlere bogmustur. Avrupa her zaman
sömürgeciligini ve uyguladigi emperyalizmini hakli çikarmak için pek çok düsünürün ve
kuramin da destegiyle, bu sömürülen toplumlarin gelisimi için bunu bir zorunluluk
olarak göstermeye çalismistir. Edgar Morin’in gözünde Avrupa’nin geçmisi su sekilde
belirir: “Yasli Avrupa benim gözümde demokrasi ve özgürlügün degil, emperyalizmin
ve egemenligin besigiydi. Avrupa’nin demokrasi, Akil ve hümanizma üzerine
söylemlerinin gerçekliginden çok, yalani dikkatimi çekiyordu: Meksika ve Peru’yu ele
geçiren fatihlerin ürkütücü vahseti, kölelestirilen ve sömürülen Afrika, Alman
Reich’inin yikici gücü bu yalanin kanitlariydi. ”59
Bugün de ayni geçmiste oldugu gibi Batili sirketlerin silah satislari, silah endüstrisi
canliligini sürdürmekte, uygulanan siddet, baski, isgaller pek çok yalan ve uydurulan
bahanelerin arkasina saklanilmaya çalisilmaktadir. Amerika’nin özellikle Ortadogu’ya
yerlesme, dünyayi ele geçirme çabalari siddetle devam etmekte, insanlari acilara,
ölümlere sürüklemektedir. Böylece bölgedeki insanlar daha çok siddete ve iç karisikliga
dogru yöneltilmektedir.
Fontana, Avrupa ne zaman dogdu diye sordugumuz zaman, bu sorunun belirsiz
oldugunu söyler: “Çünkü bugün Avrupa olarak adlandirdigimiz cografi mekandaki ilk
insan yerlesimini mi, kendine özgü kültürel yapilarin ortaya çikisini mi, yoksa söz
59 A.e., s. 11.
30
konusu mekana, içinde yasayan insanlara ve onlarin kültürüne zamanla simdiki adini
veren kolektif bir bilincin yükselisini mi ifade ettigini gösterecek bir ayrim içermiyor.”60
Tarihsel olarak çok farkli topluluklarin gelip yerlestigi bir yer olan Avrupa kendini, çok
daha eski zamanlardan beri olumsuz imgelerle kiyaslayarak tanimlamaya baslamistir.
Fontana, Avrupa’nin kendisine baktigi aynalar yarattigini, bu aynalar içinde kendi
kimligini olusturmaya, yapilandirmaya çalis tigini söyler: “Bu bakis açisi, bir karsitlik
islevini görmek üzere özellikle uydurulmus bir karsi figür olan Asyali barbarin tuttugu
çarpitilmis aynaya bakarken ve ayni zamanda kendi kimligini mesrulastiracak bir tarih
insa ederken, Yunanlilarin kendileriyle ilgili olarak özenle isledikleri imajla dogdu. 18.
yüzyil sonlari ile 19. yüzyil baslarinda kendilerini “ilkellik” ve “vahsilik”le karsitlik
içinde tanimlamaya merakli olan Avrupalilar, bu imaji yeniden ele aldi. ”61
Insanlarin, toplumlarin kendilerini ötekiler diye tanimladigi insanlardan, halklardan
sürekli ayricalikli, farkli, daha üstün görme egilimlerinin çok eskilere kadar gittigini
görüyoruz. Tarihte olan savaslar, katliamlar, insanin siddet kullanarak kendinden
güçsüz olanlari baski altina almasi, yok etmeye çalismasi insan denilen canlinin ne
oldugu sorusunu tekrar gündeme getirmektedir. Çesitli kiliflarin altinda siddet ve
öldürmeler bugün de devam etmekte, insana yarasir bir dünya özlemi uzaklarda
kalmaktadir. Toplumlarin birbirlerinin olumsuz özelliklerine göre yaptigi kimlik
tanimlamalari, halklari birbirleri hakkinda hep olumsuz düsünmeye ve bu
olumsuzluklari abartmaya yöneltmektedir. Fontana, Avrupa’nin farkli halklari
disladigini, bunu Avrupa’yi üstün gösteren fikirleri yaratarak ve Avrupa’nin içinde
varolan bazi kültürleri yok sayarak yaptigini söyler: “Avrupa merkezli bakis açisinin
Avrupali olmayan halklari kendi tarihlerinden yoksun birakmis olmasi degildir.
Gözetilen en önemli hedef kesinlikle bizzat Avrupa halklarinin büyük bölümünü kendi
60 Joseph Fontana, Avrupa’nin Yeniden Yorumlanmasi, çev: Nurettin Elhüseyni, Afa Yayincilik, Istanbul, 1995, s. 11. 61 A.e., s. 13.
31
tarihlerinden koparmak ve böylece resmi tarih çerçevesinde yüceltilenin disinda da
yasanmis geçmisler bulundugu gerçegini onlardan gizlemektir.”62
Böyle yapilarak diger halklar, tarihi olmayan ve tarihe hiçbir katki saglayamayan
kültürler olarak yansitilmakta, varliklarinin önemsiz oldugu vurgulanmak istenmektedir.
Bu durumda, bu halklar bir sey üretemeyen dislanan, ayni zamanda uygarliktan uzak
olan halklar olarak tanimlanirlar. Edgar Morin, Avrupa’yi anlatirken Avrupa’nin
kimligini olusturan pek çok özelligin aslinda Avrupa’dan çok önce varoldugunu,
Asya’dan gelen Hiristiyanligin da çok seneler sonra yayildigini ve Avrupa’da
benimsenildigini söyler: “Eski Yunan ve Latin uygarliklari ve onlarin temelindeki ilkeler
Avrupa’nin kenarina aittir ve Avrupa’dan eskidirler; Hiristiyanlik ilkesi ise Asya’dan
gelmistir ve Avrupa’da yayilabilmesi ancak bininci yilin sonunda mümkün olmustur.”63
Kültürlerin farkli kültürlerle, dinlerle karsilasmalari kaçinilmaz olarak etkilesimde
bulunmayi da beraberinde getirmekte, bu kültürleri sabit ve degismezmis gibi
kabullenmesini olanaksiz kilmaktadir. Bati kültürü de içerdigi pek çok kurallari,
degerleri öteki dedigi kültürlerden almis, ama bu gerçegi fazla gündeme getirmemeye
çalismis ve çalismaya da devam etmektedir.
Yüceltilen kültüre ait olmak, kapitalist sistemde daha da abartilarak çok önemli hale
getirilmis, diger az gelismis ve degersiz kültür diye gösterilen kültürlere ait olmak
anlamsizlastirilmistir. Bu asagi sayilan kültürlere ait olmak yetersiz, gelisim
gösteremeyen ve degersiz irklara mensup olmak demektir ayni zamanda. Bati,
sömürgeciligi ve emperyalizmiyle beraber kendisini dünyanin merkezi olarak görmeye
ve asagi saydigi toplumlara uygarlik götürmek için sömürgeciligin de bir yerde gerekli
oldugunu savunmaya baslar. Pek çok düsünür ve bilimadami da bu tezleri destekleyerek
Öteki saydigi toplumlari asagi, yeteneksiz, irksal özellikler açisindan Batililarinin çok
gerisinde olarak gösterir ve öyle kabul eder. Bati kendi deger yargilarina ve ölçütlerine
62 A.e., s. 179. 63 Edgar Morin, a.e., s. 43.
32
göre üstünlügünü göstermek ve diger farkli yönde giden ülkelerin niçin Bati tarzinda
gelisemedigini açiklamak için irka ve biyolojik nedenlere dayali pek çok kuramdan
yararlanir. Ama bu kuramlar inandirici açiklamalar, nesnel görüsler, akilci yorumlar
sunamamistir. Zamanla bu kuramlarin yalnizca Bati emperyalizmini ve sömürgeciligini
mesrulastirmaya, haksizlikari gizlemeye çalismaktan baska bir sey olmadigi
anlasilmistir. Avrupa sömürgeci ve emperyalist tarihi içinde öteki’ni yaratmis, her farkli
dönemde, karsilasmalarda farkli olumsuzluklar eklemistir. David Morley Avrupa’nin bir
bölge olmasindan daha çok, çesitli baglamlar içeren bir fikir oldugunu söyler: “Avrupa
sadece cografi bir bölge degil, ayni zamanda bir fikirdir: Bati medeniyetinin
söylemleriyle koparilmaz bagi olan sömürge konumundaki Ötekiler ile ürkütücü
karsilasmalari dolayisiyla utanilasi bir biçimde sekillenmis bir fikirdir.”64
Avrupalilar tarafindan üretilen imgeler, klise haline getirilen söylemler Dogu’yu ve az
gelismis diye niteledigi kültürleri giderek irksal olarak asagi ve bagimli bir durumda
gösterme egilimine girer. Emperyalist baskilar ve sömürgeci uygulamalar bu toplumlarin
kendi yönlerinde, kendi dogalliginda gelismelerini de engellemis, bu toplumlari çok
farkli yönlere, karisikliga, kendi içlerinde siddete ve iç savaslara sürüklemistir. Batili
düsünürlerin ve felsefelerinin tarih boyunca diger kültürler ve insanlar hakkindaki
yargilamalari, irksal farkliliklara yapilan olumsuz vurgular, bilimsel kanit diye sunulan
keyfi yakistirmalar bugünkü önyargili ve asagilayici bakis açilarinin ve tutumlarinin
temelini olusturmuslardir. Lévi-Strauss, bize yabanci olan yasam, inanis, düsünce
biçimleriyle karsilastigimiz zaman bunu tepkiyle karsiladigimizi, “bu bizden degil“ gibi
ürperti ve tiksinti dile getiren yargilara vardigimizi söyler. Bu tür düsüncelerin daha Ilk
çagda Yunan dünyasinda basladigini, Yunan kültürünün içinde yer almayan her seyi
“barbar” adi altinda toplandigini ; Bati uygarliginin daha sonra yaban deyimini ayni
anlamda kullandigini söyler.65
64 David Morley, a.e., s. 23. 65 Claude Lévi-Strauss, a.e., s. 25.
33
Bati’nin üstün oldugu iddiasi sömürgecilik ve emperyalizmle daha da kuvvetlenmis,
çesitli varsayimlarin ve kanitlarin üzerine oturtulmaya çalisilmistir. Bu varsayimlar daha
sonra pek çok Batili bilimadamini ve üstünlük sevdasinda kosanlari bilimsel kanitlar
aramaya kadar götürecektir. Jack Goody’e göre bunun nedenleri ve nasil olustugu
söyledir: “Avrupalilarin “neredeyse baska türden varliklar ” oldugu fikri, savunmaci bir
narsisizmin sebep oldugu basit bir etnik merke zciligi degildir; bu fikir, Rönesans’in
Bilimsel Devrim’in ve Aydinlanma’nin basarilarina dayanmaktadir. Baska bir deyisle,
tarihsel ve özgül olan bir avantaj, uzun süre geçerli olan, kalici ve neredeyse biyolojik
bir üstünlük olarak genellestirilmistir. ”66
Kevin Robins, kitabinin amacinin kimliklerin yeniden biçimlenmesinde iletisim
araçlarinin rolü ve baglanti kurulan Avrupa’nin Ötekileri üzerine bir irdeleme oldugunu,
Avrupa’nin barindirdigi farkli kültürleri ve buna karsi tutumunu incelemek oldugunu
söyler. Avrupa’nin kimliginin geçmiste ve bugün tanimlanirken gönderme yapilan
önemli Ötekilerini, Amerika, Islam, Japonya, ve Dogu- arasindaki iliskileri irdeledigini
belirtir.67 Ama, Avrupa kendisini tanimlarken hataya düser ve içinde varolan kimlikleri
ve kültürleri görmezden gelir. Avrupa’nin bu kendine düskün narsist kimligini, (kendine
özgü varsayilan) Yahudi-Hristiyan ve Grek-Roma gelenek ve mirasina dayandirdigini
ama diger etkileri, özellikle Bati Islamiyet’inin kolektif hafizadan çikarildigini, Avrupa
kültürünün olumlulugunu, “Avrupali olmayanin” olumsuz imajina karsi tanimlandigini
söyler.68 Ama bu Avrupa kimligini açiklamak için yeterli degildir, çünkü içinde
barindirdigi ve etkilendigi diger kimlikler ve kültürler de vardir. Bu içinde yasayan farkli
kültürleri bir yerde dislayan, katkisi olmayan bir konuma dogru iter. Edgar Morin
Avrupa’nin açik seçik bir kimligi olmadigini, Avrupa düsüncesini bölünmelere,
aykiriliklara, çeliskilere oturtulmasi gerektigini söyler: “Nitekim, Avrupa kültürünün
birligini yaratan sey, Yahudi –Hiristiyan –Yunan- Roma sentezi degildir, her biri kendi
66 Jack Goody, Bati’daki Dogu, çev: Burhan Mert Angili, Ismail Mert Bezgin, Dost Kitapevi, Ankara, 2002, s. 13. 67 David Morley, v.d. Kevin Robins, a.e., s. 17. 68 A.e., s. 14.
34
mantigina sahip olan bu kertelerin yalniz tamamlayicilik degil, bunun yani sira rekabet
ve aykirilik iliskileri içinde bulunmalaridir; diyalojik dedigimiz sey de budur.” 69
Avrupa’daki gelismeler belli bir zamanda olsa bile sonsuza kadar böyle sürecegi ve
bunun nedeninin biyolojik olarak üstünlükten kaynaklandigi görüsü uzun bir süre
geçerliligini sürdürmüstür. Bugün bile bu görüsü savunanlar vardir. Bati’nin teknolojik
olarak üstün hale gelmesi yayilmaciligini kolaylastirmis, çok farkli yönde giden, farkli
kültürde yasayan halklari egemenligi altina alarak bu toplumlari sömürmüstür. Avrupa
kendisini tanimlarken kendi disinda tuttugu kültürleri, toplumlari ötekilestirerek tanimlar
ve kendinden çok uzak yerlere koyarak bu kültürleri dislar. Ziyaüddin Serdar
Avrupa’nin bu yola basvurmasini ve tutumunu söyle yorumlar: “Öteki medeniyetler
korkusu sinirsel bir güvensizlik ve korku ifadesiyle tanimlanan Bati’nin algi biçimi, her
zaman dis açilimi gerekli kilmistir. Bu sorunun cevabiysa Ötekini seytanlastirarak
verilmistir. Öteki sadece farkli degil ayni zamanda dogal olarak da muhaliftir. Gerçekten
de Öteki, Bati‘ ya karsidir.”70
Genelde pek çok toplum kendini tanimlarken diger toplumlarla kendini kiyaslama
yoluna gider ve farkliliklari abartir ve bunlari degersiz kilmaya çalisir. Zygmunt
Bauman toplumlarin, tüm toplumlarin yabancilar yarattigini ama her toplumun kendi
yabanci türünü ve kendine has yollarla yarattigini söyler.71
Toplumsal degisim kuramlari pek çok görüs bildirmis fakat Avrupa merkezli görüsler
disina pek çikilamamistir. Yayginlik kazanan Darwin’in düsünceleri toplumlarin canli
organizmalara benzetilmesine neden olmus Bati gibi çesitli gelisim asamalarindan
geçemeyen toplumlar asagi, yeteneksiz, bagimli kabul edilerek çesitli siniflara
sokulmus, bu yüzden sömürgeciligin gerekliligi savunulmustur. Marc Ferro, sinif
69 Edgar Morin, a.e., s. 30-31. 70 Ziyaüddin Serdar, Postmodernizm ve Öteki , çev : Gökçe Kaçmaz, Söylem Yayinlari, Istanbul, s. 114. 71 Zygmunt Bauman, Postmodernlik ve Hosnutsuzluklari, çev: Ismail Türkmen, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 29.
35
mücadelesinin, Darwin tarafindan irdelenen türlerin mücadelesinin insani versiyonu
olarak algilandigini söyler: “Sömürgelestirmeye gelince, bu bilimsel düsüncenin üçüncü
versiyonu gibidir: Iyiligi yüzünden, beyaz adam asagi türleri tahrip etmez, onlari egitir;
yeter ki “insanlik disi” olmasinlar –Busmanlar ya da isim vermeye bile degmeyen
Aborjinler gibi- , aksi halde yok edilirler.”72
Gerçekten biyolojik olarak üstün olduguna inanan Avrupa, kendisini en yetenekli insan
irki olarak görür. On dokuzuncu yüzyilda, Darwin’in görüsleri ve biyolojik evrim
kurami pek çok toplumbilimciyi de etkilemis, toplumlari da canli bir organizmaya
benzeterek açiklamaya çalismislardir. Genelde Avrupa’nin gelisimi ve ulastigi nokta
varilacak son nokta olarak görülmüstür. Richard Appelbaum, tek yönlü ilerleme
kuramlarinin hepsinin (Comte: Spencer, toplumsal Darwinciler), çagdaslasma
kuramcilarinin hepsinin ve bütün sistem kuramcilarinin, Bati’nin endüstrilesmis ve
kentlesmis toplumuna (son derece karmasik, uzmanlasmis, farklilasmis ve iç bagimliligi
olan) bir bakima evrimin son ürünü olarak baktiklarini söyler.73 Evrimci
toplumbilimciler de toplumlarin belli bir yol izleyerek giderek uygarlasacaklarini
düsünüyorlardi. Tabii ki Bati, toplumlari degerlendirirken kendi deger yargilari ve
ölçütlerine dayanarak bazi toplumlari “ilkel” bazi toplumlari “ilerlemis” ya da uygarliga
yakin diye siniflara sokuyordu. Uygar olan, en tepede olan, tabii ki Bati ve onun
degerleriydi. Evrensel ve tarihselci kuramlar ülkelerin gelismelerini açiklayabilmek için
farkli ve tartismali kuramlar gelistirmislerdir. Jorge Larrain bu kuramlarin içerdigi
önyargilari, bakis açilarinin yetersizligini, gelismis, az gelismis diye yaptiklari
vurgularin nedenlerine getirdikleri açiklamalarinin ögretici ve düsündürücü oldugunu
söyler: “Modernizme özgü evrensel kuramlarin önemli karakteristigi de, temel engeller
bir kez yik ildiginda hiçbir ulusun evrensel gelismenin yolundan kaçamayacagidir.
Evrensel normlardan uzaklasan zor olaylarla karsilasildiginda ise, bu kuramlardan
bazilari, özellikle 19. yüzyila ait olanlar, bu olaylari çözememis, ya bunlari dislamis ya
72 Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi , çev: Muna Cedden, Imge Kitabevi, Ankara, 2002, s. 52. 73 Richard P. Appelbaum, Toplumsal degisme kuramlari , çev: Türker Aklan, Türkiye Is Bankasi, Kültür Yayinlari, Ankara, 1970, s. 18.
36
da bu olaylar in kendilerine has özelliklerini açiklamak için irkçiliga dayali görüsler
olusturmuslardir.” 74
Düsünceleri ile tüm dünyada taninmis pek çok düsünür, yazar, felsefeci bile toplumlar
üzerine yazarken irkçiliga dayali görüsler sunmaktan öteye gidememisler, içinden
çikilmaz, sinifçi, ayrimci bir tutum içine girmislerdir. Dünyanin farkli yerlerinde, çok
farkli halklar, kültürler Bati’nin teknolojik üstünlügüne göre degerlendirilip asagi kültür
olarak görülmüs, irksal olarak yetersizliklere mahkum edilmistir. Hegel , Tarih Felsefesi
Üzerine Dersler adli yapitinda Güney Amerika`daki insanlari tanimlarken “geri zekali”
ve “yetersiz” terimlerini kullanmis, hayvanlarin bile insanlarla ayni kalitesizligi
gösterdigi bir yer olarak betimlemistir. Onun için Zencilerde bulunabilecek, insanlik ile
ilgili bir tip özellik yoktur. Afrika’nin da insanlik tarihi içinde bulunabilecek belli bir
gelisimi ve tarihi yoktur. Misir da Afrika’dadir fakat bu Afrika ruhuna ait degildir,
Afrika denildigi zaman tarihsiz, gelismeyen ruh ve doga sartlarinda gelisen, dünya
tarihinin yalnizca esiginde diye bilinen bir yer gelir akillara.75 Evet biraz gelisme, farkli
özellikler gösteren bir kültür görüldügü zaman çok kolaylikla Afrika’dan koparilmakta,
Bati’ya yaklastirilmakta, ayrimci kuramlarin sürmesi için çesitli türden nedenler ortaya
atilmaktadir. Tarih boyunca bu tür önyargilar çok farkli yönde gelisen toplumlarin
özelliklerinin görülmemesine neden olmus, bu kültürler önemsiz bir konuma
itilmislerdir. Bati’nin üstün oldugu görüsünü destekleyen tezleri çürüten veya yikan
sonuçlar görüldügü zaman, keyfi olarak pek çok kanit ileri sürülmekte, tekrar bu sözde
üstünlüklerini sürdürücü yanitlar verilmeye devam edilmektedir. Kendi degerlerine,
yasam biçimlerine göre yasarken isgale ugrayan, gelismesi engellenen pek çok toplum
sömürüldükten sonra kendi hallerine birakilmis, iç çatismalara, karisikliklara
sürüklenmistir. Genelde, emperyalizmin, sömürgeciligin kültürleri, toplumlari
parçalamasindan, insanlari yok edisinden pek sözedilmez.
74 Jorge Larrain, a.e., s. 33. 75 George Hegel, The Philosophy of History , (Çevrimiçi) http://www.umass.edu/afroam/aa254_hegel.htmel , 4 Nisan 2004.
37
Levis-Strauss, Mit ve Anlam adli yapitinda antropolojik arastirmalarin sonuçlarinin
insan zihninin her yerde bir ve ayni yetilere sahip oldugunu gösterdigini, ama bu
yetilerin yalnizca küçük bir bölümünün kullanilabilecegini ve dogal olarak bu bölümün
her kültürde farkli kullanildigini söyler. Bu yüzden ayri ayri kültürler ve deger yargilari
vardir. Bu nedenle gelecek birkaç yüz veya bin yil içinde kültürlerin hangi yöne dogru
gelisecegini, yok olacagini veya nasil bir duruma düsecegini tahmin etmek imkansiz gibi
bir seydir. Yüzyillar veya daha uzun yillar göz önüne alindiginda, toplumlar kimi zaman
duragan bir yapi içinde, kimi zaman hizli bir gelisim içinde, kimi zaman çöküs ve
dagilmalar içinde olmuslardir. Toplumlarin sürekli gelisen bir yapi içinde
yasayacaklarini iddia etmenin pek bir geçerli yani olmadigi açiktir.
Batili pek çok düsünür Bati’yi farklilastirmak ve yüceltmek için sürekli çesitli sorular
sormus, önyargili cevaplar, kuramlar hazirlamislardir. Goody, Weber’in amacinin
Bati’nin farkliligini, özellikle modern Bati akilciligini kavramak ve onu genetik olarak
açiklamak oldugunu, Çin’de ve Hindistan’da niçin böyle gelismelerin olmadigini
sorarak bunu kanitlamak istedigini söyler.76 Weber, ekonomik olarak ileri giden Bati’yi
çok ayri ve üstün bir yere koyar. Diger bu yönde gelisemeyen toplumlari belli siniflara
sokarak incelemeye çalisir. Fontana, Avrupalilarin kendilerinin üstün olduklarini
açiklayabilmek ve bunu bir nedene baglayabilmek için çesitli fikirler ortaya attiklarini,
gösterilen nedenlerden birisinin, ilk Avrupalilarin basarisini üstün bir insan irkinin
niteliklerine baglamak oldugunu söyler.77 Bu fiziki farkliliklarin da üstün özellikler
tasimasi, bu irkin güzel olmasi gerekiyordu. Beyaz tenli, mavi gözlü ve sarisin
insanlardan geliyordu kökenleri, çünkü renkler irklarin üstünlügünü gösteriyordu onlar
için. Fontana, tarihteki bu açiklamalari ve inançlari söyle yorumlar: “Günümüzde zarif
görünmedigi için kullanimdan kalkmis “Ari” sözcügüyle ayni anlami tasiyan Hint-
Avrupa efsanesi, 19. yüzyil baslarinda Almanya’da ortaya çikti. Bu efsaneye göre beyaz
tenli, sarisin ve mavi gözlü insanlar, Rosenberg’in deyisiyle “Kuzey Insancilligi düsü”nü
76 Jack Goody, a.e., s. 23. 77 Joseph Fontana, a.e., s. 181.
38
Hellas’ta yaratmak üzere Himalayalar’dan ya da Orta Asya’nin ovalarindan
gelmislerdi. ”78
Bati’nin gelisimi, Ingiltere’nin sanayi devrimi pek çok klasik iktisatçiyi da irkçi
görüslere dogru itmis, Karl Marx da Asya tipi toplumlari ayirarak sömürgeciligin
zorunlu oldugunu savunmustur. Avrupa tipi üretimi gerçeklestiremeyecek olan
toplumlar bir yerde asagi, yeteneksiz olarak görülmüs. Sonunda etnik merkezcilik en çok
kullanilan ve savunulan kavram haline gelmistir. Hegel, Lock, Hume, Gobineau, Weber,
Herder, James Mill, Marx, Engels ve daha pek çok düsünür irklari yeteneklerine,
renklerine göre ayirmis, Bati gibi gelisim gösteremeyen toplumlari alt siniflara
yerlestirmeye çalismislardir. Bu toplumlara Bati gibi olmalari ögütlenir ama ayni
zamanda da asagi sayilan bu toplumlar hiçbir zaman Bati’nin degerlerine ve seviyesine
ulasamayacaklardir da. Bu siniflandirma günümüzde de yapilmakta ve maalesef çogu
insan bu yargilari kabullenir görünmektedir. Kendini Batili gibi olmaya, Batili
otoritelerden onay alma zorunlulugunda hisseden çogu öteki dünya insanlari, aydinlari
bu çikmaza sikisip kalmis durumdadir. Bati’nin üstün oldugunu sorgulamadan kabul
eden pek çok düsünür de tezlerini Bati’yi merkez alan düsünürlerden yardim alarak
güçlendirmek ister. Goody, bu gibi hatalarin Bati’li düsünürlerin oldugu kadar Dogulu
düsünürlerin de içine düstügü bir hata oldugunu söyler: “Bu gibi yanlislar, aralarinda
Dogulular da olmak üzere bazi uzmanlar tarafindan yapilmaktadir; fakat, ayni hataya,
“mucizevi” biriciklikleri çalismalarinin temel varsayimini olusturan Batili tarihçiler,
hümanistler ve sosyal bilimciler daha yaygin düsmektedirler.”79
Sömürülen ülkelerdeki pek çok aydin ve düsünür de Bati degerlerini tek ve ulasilmasi
gereken hedefler olarak görmekte ve toplumuna bu degerleri kazanilacak, ulasilacak
degerler olarak göstermeye çalismaktadir. Öteki toplumlar üzerinde yaratilan kliseler de
bu halklarin çogu tarafindan sorgulanmadan kullanir ve öyle kabul edilir. Çogu yazar ve
78 A.e., s. 181. 79 Jack Goody, a.e., s. 15.
39
insan Bati söylemlerini içsellestirir ve Bati’nin ürettigi bu deger yargilariyla kendi
toplumlarini elestirir ve yargilarlar.
Kapitalizmin gelismesi Avrupa’yi Akilci, yetenekli ve üstün olarak göstermis, ekonomik
sistemin ve teknolojinin gelisemedigi öteki ülkelerdeki halklari da duragan ve asagi bir
sinifa indirgemistir. Goody de bu siniflamanin kiyaslamayla yapildigini, ama gerçegi
her alanda yansitmadigin i söyler: “Dogu’nun yerel, iktisadi, dinsel ve siyasal
kurumlarini kabul edilemez yollarla, en azindan erken modern Avrupa’nin kurumlariyla
karsilastirarak ilkellestirmistir. Ezeli üstünlük açiklamalarina dayanan savlar Ortaçag’da
Dogu’nun birçok alanda Bati’dan daha üstün oldugu gerçegini göz ardi etmektedir.”80
Durkheim, toplumlari arastirirken ve bunlari kiyaslarken bu toplumlarin ayni tür toplum
olmalari gerektigini, tüm toplumlari kapsayacak sekilde genelleme yapmanin mümkün
olmadigini, tarihçinin ve felsefecinin toplumlara bakis açilarinin çok farkli oldugunu
söyler: “Bir tarihçi için her toplum heterojendir ve bu bakimdan kiyaslanmaya elverisli
olmayan bir tekillige sahiptir. Yani, tarihçiler için, tarih birbirlerinin tekrari olmayan
fakat birbirlerine bagli olan olaylarin olusturdugu bir zincir iken, filozoflar için bu
olaylar ancak insanin yapisina içkin olan ve bütün tarihsel ilerlemeyi biçimlendiren
genel birtakim yasalarin uzantilari olarak deger ve önem tasirlar. Tarihçiler açisindan bir
toplum için iyi olarak addedilen bir seyin baska toplumlara uyarlanmasi mümkün
olmayabilir.”81 Ama pek çok tarihçi, felsefeci Bati’nin deger yargilarini temel ve genel
dogrular olarak almis, diger toplumlari bu dogrulara ve ölçülere göre degerlendirmistir.
Genelde bu toplumlar hakkinda yazilanlar, hem edebi olsun hem bilimsel oldugu iddia
edilen metinler olsun, ayni bakis açisini tasiyarak bu toplumlarin asagi olduklari
konusunda fikir birligi içindedirler. Toplumsal olaylar, olgular Bati’nin degerleri
yönünden incelenir. Durkheim toplumlari ve toplumsal olgulari incelerken bunlari
degerlendirmenin ancak ayni tür toplumlar içinde mümkün olacagini söyler: “Bir
80 A.e., s. 16. 81 Emil Durkheim, Sosyolojik Yöntemin Kurallari, çev: Cenk Saraçoglu, Bordo Siyah Yayinlari, Istanbul, 2003, s. 169-170.
40
toplumsal olgunun normal olup olmadigina, ancak o toplumun gelisiminin hangi evrede
olduguna bakilarak karar verilebilir. Yani toplumsal olgunun normal nitelemesini hak
edip etmedigini anlayabilmek için bu toplumsal olgunun ayni tür içindeki toplumlarin
çogunda, hangi biçimde görüldügüne bakmak yetmez, ayni zamanda ayni evrim safhasi
içindeki toplumlar içinde nasil bir biçim aldigini da dikkatli bir sekilde gözlemlememiz
gerekir.”82
Bu durumda, toplumsal olaylari disaridan degerlendirmenin, onlara normal veya
anormal demenin ne kadar güç ve dikkate alinmasi gereken noktalarin ne kadar önemli
oldugu ortadadir. Bu noktalarin pek çok düsünür tarafindan pek dikkate alindigi
söylenemez. Genelde belli bir zihniyetin, egemen güçlerin görüsleri ve çikarlari
dogrultusunda yargida bulunulmakta, toplumlar birbirlerini rakip ve tehdit olarak
görmeye, farkliliklari olumsuz ve abartili bir sekilde ortaya koymaya devam etmektedir.
Fukuyama da Bati’yi ve degerlerini yücelterek tarihin bittigini vurgular ve Dogu ve
Dogulu halklar üzerine olumsuz genellemeler yapar. Said, Fukuyama’yi Bati’nin tarihe
son damgayi vurdugunu ve tarihin sonu dedigi açiklamasini elestirir ve geri kalan
dünyayi duragan ve gelisim gösteremeyen, Bati’ya her zaman muhtaç bir durumda
gösterdigi için yanilgisini söyle belirtir: “Son iki yüzyilin büyük emperyal deneyimi,
küresel ve evrensel deneyimdir; yerküresinin her kösesini, sömürgesiyle ve
sömürgecisiyle isin içine katmistir. Bati, dünyaya hükmettigi için ve Francis
Fukuyama’nin sözleriyle ”tarihin sonu” nu getirerek yolunu tamamlamis göründügü için
, Batililar da kültürel bas yapitlarinin, bilimsel çalismalarinin, söylem dünyalarinin
bütünsel ve dokunulmaz oldugunu varsayageldiler; dünyanin geri kalan tarafi, dikkat
çekmeye çalisan ricacilar olarak penceremizin önüne dikilmektedir.”83
Fukuyama, tarihin sonuna Bati’nin damgasini vurmasini istemektedir. Bu yüzden su
anki durumu böyle degerlendirmek ve bir an önce Bati’nin üstünlük belgesini sonsuza
82 A.e., s. 139. 83 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 384.
41
kadar tescilletmek için medeniyetler üzerindeki tartismayi kapatmak istemektedir.
Medeniyetler arasindaki farkliliklara vurgu yapan Huntington da Bati’yi diger
toplumlardan çok ayri ve üstün bir yere koyar. Dünyadaki mücadelenin ve büyük
bölünmelerin asil kaynaginin ideolojik ve ekonomik olmayacagini, kültürel olacagini
söylemektedir.84 Günümüzdeki durum ise tam tersidir, ekonomik sartlar ve kapitalist
yapi her tür lü degeri ve yapiyi kendi mantigi içinde eritmekte, kültürleri, toplumlari
aynilesmeye sürüklemektedir. Huntington’in gözünde Bati üstündür ve söyle ifade
edilir: “Bati, bugün, diger medeniyetlerle iliskisi açisindan olaganüstü bir kudretin
zirvesindedir. Süper güce sahip rakibi haritadan silinmistir. Batili devletler arasindaki
askeri mücadele (çikmasi) düsünebilecek bir sey degildir ve Bati’nin askeri gücü
rakipsizdir. Bati, Japonya hariç her hangi bir ekonomik meydan okumayla karsi karsiya
degildir.”85 Bati’nin diger dünya toplumlarindan çok ayri oldugunu, tarihin de
böylelikle tamamlandigini söyleyen düsünürler diger toplumlarin pek çok özelligini
bilmeden, anlamadan iktisadi Akil dogrultusunda teknolojik gelisim seviyesini en
önemli ölçüt alarak tezlerini kurmaya çalismaktadirlar. Oysa dünya bir degisim içindedir
ve medeniyetler sürekli ayni gelisim içinde veya daha da hizlanarak yollarina devam
edemezler. Örnegin, dünya tarihi içinde çok kisa bir zaman süresi olan elli veya yüz yil
içinde kültürlerin , dünyanin nasil bir hal alacagini kestirmek, önceden bir seyler
söyleyebilmek bile çok zordur. Mestrovic, eylemin ortaya çikmasi için bilginin yeterli
olmadigini savunur. Eylem duygular ve akil arasinda bir baglantiyi varsayar, bu
baglantinin duyguötesi toplumlarda koptugunu söyler.86 Baudriallard’i da olaylari kendi
tarafindan gördügü, nihilistik ve acimasiz oldugu için elestirir :
“Baudriallard, gerçekligin katli olarak “kusursuz cinayet” hakkinda yaziyor ve
konusuyor; ama hiçbir zaman Hirvatistan, Kosova ve Bosna’nin da gerçekte, kusursuz
84 Samuel P. Huntington, v.d., “Medeniyetler Çatismasi Mi ?”,Medeniyetler Çatismasi, Ed. Murat Yilma z, Vadi Yayinlari, Ankara, 2001, s. 22. 85 A.e., s. 39. 86 A.e., s. 52.
42
cinayetler olabileceginin, çünkü masum insanlarin hiper-gerçek, simüle edilmis davalar
adina katledildiklerinin ve suçlularin cezasiz kaldiklarinin sözünü bile etmiyor.”87
Bugün insanligin daha ne kadar ilkel oldugu ve sahip olmasi gereken insani degerlerden
ne kadar uzak kaldigi ortadadir. Savaslar, açlik, hastaliklar, bebek ölümleri, doganin yok
edilisi sürmekte, sürdürülen sistem yeterli olamamakta, güçlülerin güçsüzleri ezmesi
devam etmektedir. Bati’nin gücü elinde bulundurmasi da dünyadaki sorunlari
çözememekte, daha da artirmaktadir. Sorun aslinda Dogu’nun veya Bati’nin veya baska
bir yerin egemenliginden çok daha farkli gözükmekte, her seyde maddi çikar arayan ve
bunun pesinde kosan açgözlü insan tipini yaratan çikarci ekonomik sistemin içinde
görünmekte, sonunda “açgözlü insan”in dünyayi yok edecegi kaygisi giderek
artmaktadir.
1.2.1. Bati ve Dinsel Kimlikler
Toplumlar kendilerini tanimlarken en çok basvurdugu özelliklerden birisi de dinleri ve
inançlaridir. Bu yüzden din ve inanç ugruna savaslar, katliamlar, dislamalar insanlari
tutsak etmekte, asiri dinsel fanatizm milliyetçi fanatizmde de oldugu gibi gerçegin
görülmesini bulaniklastirmaktadir. William Connolly, Hiristiyanligin kendi ötekilerini
yarattigini, ya bunlari disladigini ya da dönüstürmek istedigini, Ortaçag Hiristiyanliginin
temelinde yatan düsüncenin dissal ötekilerini yarattigini ve onlara paganlar, vahsiler,
ilkeller, masumlar, ya da barbarlar dedigini söyler.88 Emperyalizm ve sömürgecilikte
elegeçirilen yerlerdeki halklarin dinleri sindirilmeye, degistirilmeye veya yok edilmeye
çalis mis, tüm yasam biçimleri sömürgeci kültürün deger yargilariyla biçimlendirimeye
çalisilmistir. Connolly, bu durumda ötekine karsi iki ayri bakis açisindan sözeder; bu
87 Mestrovic, Stjepan G. Mestroviç, Duyguötesi Toplum, çev: Abdullah Yilmaz, Ayrinti Yayinlari, 1999, Istanbul, s. 31. 88 William E. Connolly, Kimlik ve Farklilik , çev : Ferma Lekesizalin, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1995, s. 65.
43
kültürleri fethetmek yani din degistirmelerini saglamak ya da yok etmek. Bu durumda bu
halklarin kültürleri, haklari, özellikleri hiçe sayilir. Onlar artik insan degildirler:
“Fethetme ve din degistirme ötekilige gösterilmesine izin verilen iki tepki oldugu halde,
bunlarin hiçbirisi ötekiligin giziyle ugrasmaz. Ikisi de daha üstün insanlarin daha asagi
gördükleri insanlari hakimiyetleri altina alarak kendilerine olan güvenlerini
sürdürmelerini saglayan, çatisan ve birbirini tamamlayan stratejiler olarak islev
görürler.”89
Sömürgelerdeki Beyaz adam kendi dinini yüceltir ve ona göre hiçbir zaman yerli halk bu
dinin üyesi olmayi hakedemez. Fanon, sömürgelerdeki Hiristiyanligin hangi amaçlar için
kullanildigini söyle anlatir: “Incil’in yayginlastirilmasi sari hummanin gerilemesi
gibidir. Misyonlarin muzaffer bildirileri, aslinda, sömürge halka zerk edilmis olan
yabancilastirma mayalarinin önemini (ya da yararini) vurgular. Hiristiyan dininden
sözediyorum ve kimsenin buna sasirmaya hakki yok. Sömürgelerdeki kilise beyaz halkin
kilisesidir, yabancilarin kilisesidir. Bu kilise yerliyi Allahin yoluna degil, fakat beyaz
adamin, efendinin, ezenin yoluna çagirir. Ve bilindigi gibi, bu sekilde çok insan çagirilir,
fakat çok az insan seçilir.”90
Yerli halk Hiristiyan olursa, din karsisinda herkes esit sayilacagi için sömürgeciligin
sürdürülmesinde sorunlar yaratacagi düsünülmüs, köle hale getirilen yerli halklarin
Hiristiyan olmalari tartismalar yaratmistir. Yirminci yüzyilda bile bu bir ayricalik olarak
görülmektedir. Günter Wallraff da Almanya’da bir Türk isçisi kiligina girer ve
Hiristiyan olmak ister. Ama bu öyle her aklina gelenin yapacagi bir is degildir, hele
yabanci bir isçinin ise hiç degil. Kapilar bir bir yüzüne kapanir, Wallraff da Isa’nin da
kimsesiz oldugunu, dislandigini, fakirlerin yaninda oldugunu, felsefesini bu kisilere
anlatir durur ama bunlar bosunadir. Fontana, Avrupa kimliginde önemli bir rol oynayan
89 A.e., s. 66. 90 Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, çev : Lütfi Fevzi Topaçoglu, Avesta Yayinlari, Istanbul, 2001, s. 39.
44
Hiristiyanligin yayilarak 4.yüzyilda Roma imparatorlugunun dini haline gelmis
oldugunu, Avrupa’nin kendini tanimlamada en çok kullandigi ve farkliligi için
basvurdugu bir gerçeklik oldugunu söyler.91 Müslümanlik dini ise Avrupa’nin kendini
tanimlamasinda düsman olarak gösterilmis, degersiz kilinmaya çalisilmistir. Fontana bu
haksizligi söyle anlatir : “Hiristiyanlik Islam’i “yanlis bir din” olarak mahkum ediyor ve
Muhammed’i seytanin temsilcisi sayiyordu; buna karsilik Kuran’da “Isa Peygamber”
den saygiyla sözediliyor, Meryem’in bir bakire olarak ona gebe kaldigi kabul ediliyor,
cizye ödemeleri ve itaat etmeler i kosuluyla “kitapli halklar” a hosgörülü davranmak
gerektigini onayliyordu. ”92
J. Fontana’ya göre 1000 yilinda meydana gelen toplumsal ve dinsel çatisma yeni
sinirlarin çizilmesine yol açmistir: “Bir yandan Avrupa’yi Müslümanlardan ve Dogu
Hiristiyanlarindan ayiracak olan dis sinirlar, bir yandan da bizzat Avrupa toplumunun
bir kesimini kusatacak olan iç sinirlar. Avrupa’nin bu sekilde kendi kabuguna
çekilmesini hakli göstermek için, dislanmasi ve mücadele edilmesi gereken yeni bir
“öteki” imaji yaratild i. Bu “öteki” artik barbar ya da pagan degil, ayni yüzün iki ayri
adini olusturan heretik ve kafirdi. Kastedilen yüz ise iki tezahürün arkasinda duran
seytandi. Bunun sonuncunda ise seytanin yandaslarina karsi mücadele Haçli seferleri ve
Engizisyon araciligiyla yürütüldü; bunun için sistematik iskenceye basvuruldu ve azinlik
gruplara karsi ayrimcilik getirilen kurallar kondu. ”93
Dinler herkese saygidan, güçsüzlere, fakirlere gösterilmesi gereken yardimdan
bahsederler. Ama dinler de çogu zaman insanlarin dini duygularindan çikar saglamak
için kullanilir ha le getirilmislerdir. Her seyde oldugu gibi, din konusunda da diger
dinlere karsi karsitlik yaratilmis, dinler rekabet içine sokulmustur.
91 Joseph Fontana, a.e., s. 31. 92 A.e., s. 68. 93 A.e., s. 67.
45
1.3. Sarkiyatçilik ve Edward Said
Said, Sarkiyatçilik adli yapitiyla Batili yazarlarin, Dogu hakkindaki önyargilarini ve
çesitli türde metinlerin satirlarina kadar sizan emperyalist ve sömürgeci düsüncelerini
ortaya çikarir. Iktidar ve egemenlik iliskileri içinde Bati’nin Sark’i nasil isgal ettigini,
sömürdügünü, irksal olarak sinirlayip asagi bir yere koydugunu, Bati’nin karsit imgesine
dönüstürüp tanimladigini, pek çok yazili metne bunlarin yansidigini gösterir. Bu
elestiriler Batili yazarlarin tepkisine yol açar. Sarkiyatçilik, Sark’a egemen olarak Sark’i
yeniden yapilandirmakta, Sark üzerinde bir yetke haline gelmektedir. Sarkiyatçiligin
anlasilabilmesi için Said, Foucault’nun söylem kavraminin ise yarayacagini söyler:
“Savim su : Sarkiyatçilik bir söylem olarak incelenmedikçe, Aydinlanma sonrasinda
Avrupa kültürünün Sark’i siyasal, sosyolojik, askeri, ideolojik, bilimsel, imgesel olarak
çekip çevirebilmesini –hatta üretebilmesini- saglayan o müthis sistemli disiplinin
anlasilmasi olanaksizdir.”94
Sömürgeci ve emperyal kurumlarin görüsleri sarkiyatçilarin eserlerine de yansimis,
üretilen metinler, romanlar bu söylemleri, önyargilari sürekli tekrarlamis ve
savunmustur. Sömürgecilik ve sömürgecilik sonrasi sorunlar üzerine yazan Ania
Loomba, Said’in bu eserini ve etkilerini söyle anlatir: “Sarkiyatçilik’in
yayimlanmasindan bu yana kolonyal söylem çalismalari, sanat eserleri, atlaslar, sinema,
bilimsel sistemler, müzeler, egitim kurumlari, reklamlar, psikiyatrik pratiklerle öbür
tibbi pratikler, jeoloji, giyim kusam örüntüleri, güzellik konusundaki fikirler gibi çok
kapsamli bir metinler silsilesini analiz etti. ” 95
Said, Sark hakkinda yazan, düsünen kisilerin Sarkiyatçiligin düsünce ve eyleme
dayattigi sinirlamalari hesaba katmadan yazamayacagini, yani Sark’in Sarkiyatçilik
yüzünden bagimsiz bir düsünme ya da eyleme nesnesi olamadigini, hala da bu durumun
94 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 13 . 95 Ania Loomba, a.e., s. 68.
46
böyle sürdügünü söyler. 96 Bu yüzden Sark hakkinda önceden yaratilan belli önyargilar,
söylemler Sark hakkinda yazmak isteyen yazarlari daha yazmaya baslamadan önce etkisi
altina alir. Bati’nin tarihsel olarak etkilesimde bulundugu, kültürel, siyasal, ekonomik
olarak iliskilere girdigi, sömürdügü bir yerdir Sark : “Sark, Avrupa’nin sadece komsusu
degildir; Avrupa’nin en büyük, en zengin, en eski sömürgelerinin mekani, uygarliklari
ile dillerinin kaynagi, kültürel rakibi, en derin, en sik yenilenen Öteki imgelerinden
biridir. Ayrica Sark, onun karsit imgesi, düsüncesi, kimligi, deneyimi olarak Avrupa’nin
(ya da Bati’nin) tanimlanmasina yardimci olmustur.”97
Sarkiyatçilik hem akademik arastirmalarla, hem düsünürlerin, seyyahlarin yazdiklariyla,
Islam’i ve Dogu’yu bir dizi basmakalip tanimlara, imgelere, mahkum etmis, duragan,
degisemeyen bir yapida oldugunu tekrarlamistir. Bu olumsuz imgelerin olusumu genelde
Bati’nin emperyalist yayilmaciligi ve sömürgec iligiyle daha da belirginlesmis ve bu
yapilarla beslenmistir. Dogu’nun asagi ve tabi halklardan olustuguna dair olumsuz
düsünceler pek çok iktisadi, edebi, tarihi metinde oldugu gibi sarkiyatçi yapitlarda da yer
alir. Sonuçta Sark, Bati’nin kendi kendine tanimladigi, yargiladigi, irksal olarak
asagiladigi, kendi hakkinda bir sey söyletilmeyen bir yer haline gelmistir. Sark hakkinda
yazilanlar, söylenenler, üretilen kliseler sanildigindan çok daha fazladir. Said, 1800 ile
1950 yillari arasinda Yakin Sark’i ele alan altmis bin civarinda kitap yazildigini fakat
Bati hakkinda yazilanlarin bu sayiyla karsilastirilamayacak kadar az oldugunu ve
1850’lerde Avrupa’da pek çok büyük üniversitede Sarkiyatçi disiplinin tam anlamiyla
oturmus bir müfredati oldugunu söyler.98 Said’in Sarkiyatçilik adli yapiti Bati’nin yillar
boyu Dogu ve Islam hakkinda olusturdugu önyargilarin, olumsuz düsüncelerin,
kliselerin hangi kosullarda, nasil ortaya çiktigini ve Sark’in nasil ince ayrintilarla
incelendigini açiklamaya yöneliktir. Said, Sark bilgisinin genel basligi altinda ve – on
sekizinci yüzyilin sonlarinda baslayan- Sark üzerindeki Bati hegemonyasinin
gölgesinde, üniversitede arastirilabilecek, müzede sergilenebilecek, sömürge
96 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 13. 97 A.e. , s. 11. 98 A.e., s. 203.
47
yönetimince yeniden yapilandirabilecek, insanla evrene iliskin antropoloji, biyoloji,
dilbilim, irk ve tarihi kuramlarla açiklanabilecek, gelismeye, devrime, kültürel kisilige,
ulusal ya da dinsel karaktere iliskin iktisadi ve sosyolojik kuramlara elverisli, karmasik
bir Sark’in ortaya çiktigini söyler. 99
Hemen hemen her bilim dalinin ve kültürel çalismalarin ele aldigi, üzerine bir seyler
söyledigi Sark, gerçek varolandan çok daha farkli, Bati egemenliginin çikarlarina,
isteklerine göre sekillendirilmis, olumsuz anlamlar yüklenilen bir yer haline getirilmistir.
Dogu imgeleri Bati’nin bilincinde, zihninde abartilarak olusturulur. Bu imgelerin,
kliselerin bazilarini Said söyle siralar: “Zira ”Sark” sözcülügüyle üretilen deyimler sik
kullanilan deyimler haline gelmis, Avrupa söylemine iyice yerlesmisti. Deyimlerin
altinda, Sark’a ilisk in ögretinin yer aldigi bir katman vardi; bu ögreti, Sark kisiligi, Sark
zorbaligi, Sark sehveti gibi Sark’in temel veçheleri söz konusu oldugunda ayni noktada
birlesen pek çok Avrupalinin deneyimleriyle biçimlenmisti. ”100
Dogu hakkinda yazilanlarin içerdigi önyargilar, olumsuz imgeler insanlarin,
Avrupalilarin beyinlerinde yer etmis ve bugün bile bu olumsuz yakistirmalarin
beyinlerden silinmesi neredeyse imkansiz hale gelmistir. Sarkiyatçilik bu yarattigi
olumsuz imgeleri kullanir ve yayar. Bu olumsuz karakterler yazilan eserlerde de sürekli
Sarklilara oynatilir. Sarkçiligin yetkesi diger Sark hakkinda yazanlari da etkisi altina alir.
Turner, Sarkiyatçiligin resmi olarak nasil ve ne için kuruldugunu söyle anlatir:
“Oryantalizm, ilk olarak on dördüncü yüzyil in baslarinda Viyana Kilise Konseyi
tarafindan oryantal dillerin ve kültürlerin anlasilmasini tesvik etmek için bir dizi
üniversitede kürsü kurulmasiyla birlikte ortaya çikan bir bilim dalidir.”101 Turner,
Sarkiyatçiligi tesvik eden ana itici gücün, ticaret, rekabet ve askeri çatismadan
99 A.e., s. 17. 100 A.e., s. 216. 101 Bryan S. Turner, Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm, çev: Ibrahim Kapaklikaya, Anka Yayinlari, Istanbul, 2002, s. 67.
48
kaynaklandigini, bu yüzden Avrupa’nin Orta Dogu ve Asya’ya yayilma tarihinden ayri
tutulamayacagini söyler. 102
Bu nedenle Sarkiyatçilik, Bati emperyalizmi ve sömürgeciligi ile iç içe geçmis, çikarlari
ve fikirleri örtüsmüstür. Said’e göre Sark, Avrupa’nin maddi uygarligi ile kültürünün
bütünleyici bir parçasidir. Sarkiyatçilik da bunu gerçeklestirir ve dayatir. Sömürgecilikle
beraber Bati kurumlarini, zihniyetini, kültürünü de oraya yerlestirmeye baslar:
“Sarkiyatçilik bu bütünleyici parçayi, kültür hatta ideoloji düzleminde, bir söylem biçimi
olarak- bu söylemi destekleyen kurumlarla, sözcük dagarcigiyla, arastirmalarla, imge
dagarciligiyla, ögretilerle, hatta sömürge bürokrasileri ve sömürge biçemleriyle birlikte –
dile getirir, temsil eder.”103
Kitabinin girisinde Said, Fransiz bir gazetecinin Beyrut’taki iç savas sirasinda yerle bir
olmus sehir merkezinden aktardigi duygularini, Batilinin Sark’a hangi gözle ve yalnizca
kendini, kendi kültürünü düsünerek baktigini bize anlatir : Bu gazetecinin “burasi bir
zamanlar Chateaubriand ile Nerval’in Sark’ina …… aitmis gibi görünürdü. ” diye yana
yikila anlatisini yazar. Burasinin yalnizca kendileri için varolmus oldugunu, ve oysa
orada yasayanlarin çektiklerinden, acilarindan hiçbir zaman bahsedilmeye gerek
görülmedigini, yerli halkin bir öneminin olmadigini, yokmus gibi davranildigini
anlatir.104 Sark’a gidenler burasini nostaljik bir yer olarak görüyor, orada yasayanlar ise
degersiz, asagi, pek önemi olmayan, efendilerine muhtaç insanlar olarak
degerlendiriliyordu. Kitaplara da yansiyanlar zaten bu tarz görüslerin disinda baska
görüsler degildi.
Said, sömürgeciligin yayilmasiyla beraber, Sarkiyatçi arastirmalarin emperyal ve
sömürgeci güçlerle iliski içine girdigini, emperyal amaçlar dogrultusunda hareket
ettigini söyler: “Ondokuzuncu yüzyil ile yirminci yüzyilda Sarkiyatçilarin sayisinda
102 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 67. 103 A.e., s. 12. 104 A.e., s. 11.
49
ciddi bir artis oldu; çünkü, bu arada imgesel ve gerçek cografyanin erimi küçülmüs; Sark
Avrupa iliskisi, piyasa, kaynak, sömürge arayisindaki önleneme z Avrupa yayilmaciligi
tarafindan belirlenmis; Sarkiyatçilik bir arastirma söyleminden emperyal bir kuruma
dönüsmekle kendi baskalasimini tamamlamisti. ”105
Said Bati’nin Dogu hakkinda ürettigi kliseleri, olumsuz söylemleri iktidar, baski ve
sömürü içinde olustugunu, silinmesi zor imgelere dönüstürüldügünü anlatir. Said,
Sarkiyatçi söylemlerin kolayca kaldirilamayacagini, siyasi, kültürel yapilarla iç içe
geçtigini ve her yere yayildigini, Sarkiyatçiligin uçuk bir hülya olmadigini, nesillerdir
büyük parasal yatirimlarin yapildigi, yaratilmis bir kuram ve uygulama bütünü oldugunu
söyler:106 “Sarkiyatçiligin yapisinin, asli astari anlatilsa kolayca dagilip gidecek-
yalanlarla, söylemlerle kurulmus bir yapi oldugu sanilmamali. Anlamamiz gereken sey,
sarkiyatçi söylemin kenetleyici gücü, onu olanakli kilan toplumsal- iktisadi ve siyasal
kurumlara yakin iliskileri, sarsilmaz dayanikliligi.”107
Said, Sark dünyasinin dogusunun bir arzu, baski, yatirim, yansitma öbegince de
yönlendirilen ayrintili bir mantiga göre olusturuldugundan ve düsünce öbeginden
bahseder. Bu düsünce öbegi; degismez soyutlama olarak gören dogmatik anlayislarla,
Avrupa’nin üstünlügüne dair ögretilerle, türlü irkçilik biçimleriyle, emperyalizmle
bezenmislerdir.108 Bu irkçi söylemler maalesef çok sayida edebi eseri, yazili metinleri de
kapsar ve bu halklari asagilar. Said, Sarkiyatçiligin gelismesini ve düsünce kaliplarinin
Avrupa’da dolasimda olmasinin nedenini, siyasal ve sivil toplumun önemini ve
farkliliklarini Gramsci’ye dayanarak, kültürel öncüllük biçimini hegemonya kavramiyla
açiklar. Said’e göre kültürün islerlik kazandigi yer sivil toplumdur. Bu isleyiste,
düsüncelerin, kurumlarin, baska insanlarin etkisinin, egemenlik araciligiyla degil,
Gramsci’nin riza dedigi sey araciligiyla olustugunu söyler. Bugüne kadar etkisini
105 A.e., s. 106. 106 A.e., s. 16. 107 A.e., s. 16. 108 A.e., s. 18.
50
sürdürmesinin, kaliciliginin nedeninin hegemonya oldugunu, ya da daha çok mevcut,
isleyen kültürel hegemonyanin sonuçlari oldugunu söyler.109
Said, sivil toplumdaki belirli düsüncelerin diger düsüncelerden daha etkili oldugu gibi,
belirli kültürel biçimlerin de diger biçimlere egemen oldugunu, Gramsci’nin de bu
kültürel öncülük biçimine hegemonya dedigini söyler.110 Bati’nin üstün oldugunu,
Dogu’nun geri oldugunu her yerde tekrarlayan, yayan bir kültürel hegemonya vardir.
Bu da Sarkiyatçiligin dayandigi düsüncelerin kültürel iliskilerle sürekliligini korumasini,
yayilmasini saglar. Said, saf bilgi ve siyasal bilgi arasindaki ayrimi vurgular ve
Sarkiyatçiligin belli bir iktidar ve hegemonya etkisinde oldugunu söyler. Üretilen
söylemler, iktidar ve siyasi ideoloji ile iliski ve baglanti içindedir. Said, bilginin her ne
kadar nesnel oldugu söylense de yazan kisinin ve elde edenin sartlandigi tarihsel zaman
ve kosullar oldugunu, bu durumdan etkilenecegini, kisiliginin parçalarini, özelliklerini
olusturacagini söyler: “ABD de üretilen çogu bilgide “siyasal olmama” nin belirleyici
damga olmasi istenir. Ama uygulama, kuram düzeyinden çok daha karmasiktir. Said’e
göre; arastirmaciyi, yasam kosullarindan, bir sinifa, bir inanç öbegine, bir toplu msal
konuma –bilinçli ya da bilinçsiz – baglanmisligindan ya da sirf toplumun bir üyesi
olarak hareket etmekten uzak tutacak bir yöntem henüz gelistirilebilmis degildir.” 111
Bu durumda her yazanin, düsünenin bilincinde bulunan pek çok sey içinde yasadigi
toplum tarafindan yüklenmis düsüncelerden, deger yargilarindan olusur. Bunun etkisi
düsünme ve duygulanma biçimine de yansiyacaktir. Tarafsiz bilginin de aslinda ne
oldugunu ve Sarkiyatçilarin tarafsiz olduklarini söyleseler bile bunun nereye kadar
dogru olabilecegini sorgular: “Daha tarafsiz bir “bilgi” diye bir sey vardir. Yine de bu
tarafsizlik bilgiyi kendiliginden siyaset disi kilmaz. Nesnel bilimsel arastirma kavrami, o
bilgileri üreten yazarin bir insan öznesi olarak içinde yasadigi kosullarla ilgisinin gözardi
edilemeyecegi, yadsinamayacagi dogrudur. Bati’nin üstün oldugunu, Dogu’nun geri
109 A.e., s. 16. 110 A.e., s. 16. 111 A.e., s. 19.
51
oldugunu her yerde tekrarlayan, yayan bir kültürel hegemonyanin varligi da bunu
kanitlamaktadir.
Sark’a olan ilginin bir bakima siyasal oldugunu, iktisadi, askeri mantiklarla birlikte is
gördügünü, itici güç olarak ise katilanin da kültür oldugunu, kültür gibi her yere sinen
hegemonya dizgelerinin saglamligini yazilanlarin ayrintilari, biçeminden, zekice, dahice
ayrintilardan kaynaklandigini söyler.112 Böylece üretilen söylemler her yerdedir, her
yerde Sark’a yakistirilan imgelerin ve tanimlarin dogrulugunu ispatlamaya çalisan
görüsler bulunur. Said, Sarkiyatçilik gibi emperyalist gelenegin olusturulmasina hangi
düsünsel, estetik, bilimsel, kültürel kuvvetler eslik ettigini sorar. Bu kadar etkili ve güçlü
olmasinin nedeni pek çok kurumla olan iliskileridir: “Filoloji, sözlükbilim, tarih,
biyoloji, siyaset ile iktisat kurami, romancilik ve ozanlik, Sarkiyatçiligin genel
çizgileriyle emperyalist olan dünya görüsünün hizmetine nasil girdi.?”113
Iktidarini kurmak isteyen Bati, siyasal ve egemenlik iliskisi içinde Sark’i biçimlemek,
ona istedigi gibi hükmetmek istemektedir. Aralarindaki iliski iktidar, egemenlik ve
sömürü iliskisidir. Kültürel olarak da bu sömürünün sürdürülmesi gereklidir. Bu yüzden
bu isgal için çesitli kurumlar da buna destek verir.
1.3.1. Yöntembilimsel Sorun
Said, yöntembilimsel sorunlardan, arastirmasindaki zorluklardan ve nasil bir yol
izlemesi gerektiginden bahseder. Ele aldigi çalismalarin tarihsel kosullarini, siyasal
iktidar, emperyal güçler ile ne gibi baglantilari oldugunu ortaya koymak ister.
Sarkiyatçiligin bir söylem olarak incelenmesi gerektigini, Sarkiyatçiligin ayni zamanda
Sark’in bagimsiz olarak düsünülmesine de izin vermeyen bir yetke ha line getirildigini
söyler. Bu nedenle Sarkiyatçilik, Sark’i belirleyen ve belli önyargilar ve kurallar koyan
112 A.e., s. 21. 113 A.e., s. 24.
52
bir yetke olarak çikar karsimiza. Sark hakkinda yazanlarin çogu bu yetkeye, geçmisten
gelen önyargilara, söylemlere bagimli kalarak yazmayi sürdürürler.
Said, kitabini yazarken bir yerlerde bizi bekleyen hazir baslangiç noktalarinin
olmadigini, baslangicin, her bir tasari için, söylenecekleri olanakli kilacak biçimde
üretilmesi gerektigini söyler. Bu yüzden bu çalismaya yarayacak belirli metinlerin,
yazarlarin, dönemlerinin seçilme zorlugu vardir. Sarkiyatçilik tarihini ansiklopedik bir
anlatiyla ele almanin saçma olacagini düsündügünü ve önemli olanin “düsünsel düzen”
in taslagini çikarabilmek oldugunu söyler.114 Metinde stratejik konumlanmadan
bahseder. Stratejik konumlandirma bir metinde yazarin konumunu, hakkinda yazdigi
Sark malzemesi bakimindan betimlemenin bir yoludur: “Metin öbeklerinin, metin
çesitlerinin, hatta metin türlerinin, kendi aralarinda, ardindan da genis ölçekte kültürde
hacim, yogunluk, gönderim gücü kazanma biçimleri ile metinler arasindaki iliskiyi
çözümlemenin bir yolu olan stratejik biçimlendirme. ”115 Strateji kavramini niçin ve ne
amaçla kullandigini söyle açiklar: “Strateji kavrami, sirf Sark’la ugrasan her yazarin
karsilastigi sorunu – “nereden yakalamali, nasil yaklasmali; çetrefilligi, etkinlik alani,
korkunç boyutlari karsisinda bozguna ugramaktan, ezilmekten nasil kaçinmali”
sorununu- belirlemek için kullaniyorum.”116
Sark hakkinda yazilan kitaplarda belli söylem biçimleri, önyargilar, kullanilan ifadeler
çogu zaman ortak yargilar, biçimler tasir: “Benimsenen anlati biçimini, kurulan yapi
çesidini, metne yayilan imge, izlek, motif türlerini içerir – tüm bunlar, ölçüle biçile
tasarlanmis okura seslenme, Sark’i çerçeveleme, son olarak da Sark’i temsil etme ya da
onun adina konusma biçimlerini olusturur.”117 Sark anlatilirken, önceden varolan, kabul
edilen belli bilgilerden, belli yargilardan yola çikilir. Hangi yönde gidilecegi bellidir.
Yazarlarin kendi kisisel farkliliklarinin disinda yargilamalar ayni yönde olusur hep:
114 A.e., s. 25. 115 A.e., s. 29. 116 A.e., s. 29. 117 A.e., s. 29-30.
53
“Sarkla ugrasan her yazar (Homeros bile), gönderme yapacagi, dayanacagi, kendine göre
eski bir Sark’i geçmisteki bir Sark bilgisini temel alir. Temsilin dissalligi her zaman,
“Sark kendini temsil edebilseydi ederdi zaten” türünden bir beylik düsünce tarafindan
belirlenir.”118
Sark hakkinda yorum yapma, Sarkli hakkinda yargida bulunma sürekli belli bir yetkeden
izin alinip ayni seyleri tekrar etmek gibidir. Sanki bu kliseler belli bir güç odagi
tarafindan yaratilmis ve sabitlenmistir. Bunun disina çikilarak yazilirsa dogru
olmayacagi düsünülerek yazilir. Said, Sarkiyatçilikta, yetke kavramini açiklamak ve
çözümlemek ister. Onun için ilk basta toplumda kabul görmüs, dogru diye yüceltilmis
düsünceler ve fikirlerden olusan bir yetke vardir: “Yetke, gizemli ya da dogal bir sey
degildir. Olusturulmus, yayilmis, saçilmistir; araçsaldir; ikna edicidir; toplumda bir yeri
vardir, begeni ve deger kurallari getirir; dogru diye yücelttigi belirli fikirlerden
olusturdugu, aktardigi yeniden ürettigi geleneklerden, algilayislardan, yargilardan ayirt
edilemez gerçekte.”119
Said, bu yetkenin çözümlenmesi gerektigini, yaptigi isin, Sarkiyatçiligin hem tarihsel
yetkesini hem de yetkelerini – kisileri- betimlemek oldugunu söyler. 120 Said, Sark
üzerine yazilan her türlü siyasi, edebi, kuramsal yazilari ele alirken emperyalist
dünyanin nasil hizmetine girdigini açiklayabilmek için hem siyasal hem kültürel
olgularin incelenmesi gerektigini söyler. Çok genis bir inceleme alani vardir önünde.
Sarkiyatçiligin yararlandigi bilimler, kuramlar, düsünceler öbegi vardir. Said bunlarin
neler oldugu, ne tür bilgiler, söylemler içerdigini ortaya koymak ister. Bu yazili yargilar,
ifadeler gerçek Sark’i disarida birakir: “Sarkiyatçiligin kültüre hakim olan “güçlü”
fikirlerden, ögretilerden, egilimlerden neler ödünç aldigini, bunlarin Sarkiyatçiliga nasil
118 A.e., s. 30. 119 A.e., s. 29. 120 A.e., s. 29.
54
adim basi veri tasidigini da açiklamaya çalisiyorum. Bu iliskiler sayesinde dilbilimin
Sark’i, Freud’un Sark’i, irkçiligin Sark’i vb. var oldu, var olmakta.”121
Sarkiyatçilik Sark hakkindaki iddialarini güçlendirmek için pek çok kuram ve
düsünceden de veri toplar. Bu yüzden pek çok bilim dali ve düsünür Bati
sömürgeciligini hakli çikaracak nedenleri siralayarak, Dogu’nun tabi ve kendini
yönetemeyen halklardan olustugunu mesrulastirmak için bilimsel kanitlar sunmaya
çalisir durur. Edebi eserlerde de Doguluya biçilen rollerin çogu bu sinirlarin ötesine
geçemez, genelde bu önyargilarin esiridirler. Said, Sarkiyatçiligin ayni zamanda maddi
bir etkisi oldugu için baska düsüncelerden ayrildigini, bu yüzden her türlü yazilari
inceleyerek arastirmaya basladigini söyler: “Bundan ötürü, yalniz arastirmaya dayali
yapitlari degil, yazinsal yapitlari, siyasal yazilari, gazetecilerin metinlerini, gezi
kitaplarini, din ve filo loji çalismalarini incelemekle basladim ise. Türden türe, dönemden
döneme degisen biçimlerde – dünyevi ve kosullara bagli olduguna inandigim için, melez
bakis açim, genelde tarihsel ve “antropolojik” bir nitelik tasir.”122
Yazilanlar sonuçta, Sarkliyi belli, sinirli tanimlara mahkum eder. Bu çogu zaman irksal,
biyolojik sinirlamalar da içerir. Dogu’daki halklar, kültürel ve teknolojik olarak gelisim
gösteremeyen, duragan halklar olarak degerlendirilirler. Sömürgecilik ve siddetle
dagilan, bozulan toplumlarda, bu ortamdan yaralanmak isteyen yagmaci gruplar, partiler
ortaya çikar ve bu toplumlar giderek daha fazla iç çatismalara sürüklenirler. Gelisim
gösterebilmesi bir yerde engellenir.
Said, birinci bölümde “Sarkiyatçiligin Etkinlik Alani”nin hem büyük bir etkinlik alani
oldugunu, hem tarihsel akis ile deneyimlere göre hem de felsefi, siyasal izleklere göre
konuyu tüm boyutlariyla kusatan genis bir çerçeve içerdigini anlatir. Ikinci bölümde ise,
Sarkiyatçi yapilar ile yeniden yapilandirmalar, modern Sarkiyatçiligin gelisimini,
121 A.e., s. 32. 122 A.e., s. 32.
55
kapsamli bir zaman dizimsel betimleme yaparak ele alir. Ayrica önemli ozanlarin,
sanatçilarin, arastirmacilarin yapitlarini inceler ve Sarkiyatçi zihniyetle nasil örtüstügünü
gösterir. Üçüncü bölümde, 1870’ten baslar, sömürgeciligin en çok yayildigi dönemi ele
alir ve Ikinci Dünya Savasiyla biter. Ingiliz ve Fransiz hakimiyetinden Amerikan
hakimiyetine geçisini inceler ve simdiki düsünsel ve toplumsal durumu ana hatlariyla
anlatir.123 Said, bu kitabi yazarken geçmisinin ve çocukluk döneminin etkisini vurgular :
“Bu çalismadaki kisisel yönelimlerin çogu, iki Ingiliz sömürgesinde geçmis
çocuklugumdan kalma bir “Sarklilik” bilincinden gelir.”124
Gizemli ve egzotik Sark imgesinin giderek ekonomik, siyasal çikarlar yüzünden kültürel
kliselere boguldugunu söyler: “Akademik Sark arastirmalari ulusal siyasetin bir dali
haline geldi, geleneksel egzotikligin yaninda, stratejik ve iktisadi önemi, tek tiplesme ile
kültürel kliseler, 19. yy akademik ve imgesel “gizemli Sark” hurafeciliginin etkisi
yogunlastirdi.”125 Batili metinlerin parçasi olduklari emperyal süreçlerle baglantilarini
ortaya koyar ve bu metinlerdeki, önemsiz, farkli renklerdeki insanlardan nasil
bahsedildiginden örnekler verir. Conrad’in Nostromo eserinden bir alintiyi aktarir :
“Kimin iyi yerli kimin kötü yerli oldugunu biz batililar kararlastiririz, çünkü tüm yerliler
bizim tanimamiz sayesinde varoluyor. Yerlileri biz yarattik, konusmayi ve düsünmeyi
ögrettik; isyan ettiklerinde, olsa olsa, bazi batili efendileri tarafindan aldatilan aptal
çocuklar olduklari konusunda bizi dogrulamis oluyorlar.”126 Bu buyurgan ve despot
tutum Bati’nin nasil uygarlik götürdügünü, bu halklara insanlik disi uygulamalar
yaptigini göstermekte. Çogu yazarda bulunan bu asagilayici düsünceler ve yargilar genel
olarak Sarkiyatçilarin Sark’a ve yerli halka hangi gözle baktiklarini, sömürgeci
zihniyetin her yere yayildigini ve kuramlarla, düsüncelerle beslendigini göstermektedir.
Said, kültürün olumlu deger yükledigi ve mesrulastirdigi hümanizmi, otoriteyi korudugu
için elestirir. Hümanist ideolojinin özü kendi çalisma alanlarini edebiyat diye bir seyle
123 A.e., s. 34. 124 A.e., s. 34. 125 A.e., s. 35-36. 126 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 21.
56
sinirli tutan edebiyat uzmanlari üretir. Edebiyatin bilesenlerine epistemolojik, ahlaki,
ontolojik öncelik verir. Edebiyat elestirmenleri bu kisitlamalari pekistiren toplumu ve
kültürü sorgulamadan ve elestirmeden onaylar: “Edebi-estetik yapitlarin biçimsel, sinirli
analizi kültürü geçerli kilar, kültür hümanisti geçerli kilar, hümanist elestirmeni; ve
bütün bunlar da Devlet’i geçerli kilar. Böylece otorite kültürel süreç sayesinde
korunur.”127
Ania Loomba da bu görüse katilir: Hümanist edebiyat incelemelerinin, edebiyatin (ya da
hiç degilse iyi edebiyatin) politikanin zehirleyemeyecegi kadar öznel, bireysel ve kisisel
ya da evrensel ve askin oldugu gerekçesiyle, edebiyatin politikayla iliskilendirme fikrine
uzun süre karsi koydugunu belirtir.128 Said, yazilan romanlarin, hikayelerin çogunda
sarklilarin efendiler tarafindan konusturulduklarini, konusma haklarinin bile emperyalist
düsünce biçimlerine hizmet etmek için efendiler tarafindan yapildigini söyler. Bu
durumda Bati her iki taraf için de kendi konusup, kendi istekleriyle öteki’nin adina
yargilarda bulunur. Iki tarafi da oynayan, bir tarafi asagi bir yere koyan, diger tarafi
yücelten bir oyuncu olmustur.
1.3.2. Bugünkü Sarkiyatçilik
Said, Sarkiyatçiligin, düsünsel, kültürel, siyasal bir tarih zemininde biçimlenisini,
gelisimini ve kurumlarini anlatir. Bilgiye dayali olsalar da bu yazilar temelde belli
önyargilarin ve toplumsal sinirlamalarin etkisi altindadir. Nesnel olmalarini düsünmek
yanilgi demektir: “Bilgiye dayali yazilar da imgelem ürünü yazilar da asla özgür
degildirler, imge dagarciklari, kabulleri, yönelimleri bakimindan sinirlidirlar; son olarak,
akademik biçimiyle Sarkiyatçilik gibi bir “bilim”in gerçeklestirdigi ilerlemeler,
genellikle düsündügümüzden daha alt düzeyde kalan bir nesnel dogruluga sahiptir.”129
127 Edward Said, Kis Ruhu, s. 186. 128 Ania Loomba, a.e., s. 92. 129 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 214.
57
Bu yüzden çogu yazarin kendisini ait hissettigi kültürün yükledigi deger yargilari,
düsünce biçimleri, önyargilari ve kliseleri dogrultusunda yargilamalarda bulunacaklari,
daha basindan kendi kültürünü merkezde gören bakis açisiyla yazacaklari, elestirecekleri
ortadadir. Said, Sarkiyatçiligin çok genis bir alana yayildigini, ilimlerle, kamu
kuruluslariyla, edebiyatla iliski içinde oldugu için güçlü bir yapisi oldugunu söyler :
“Sarkiyatçilik gibi bir alanin birikime, ortaklasmaya dayanan bir kimligi vardir;
geleneksel ilimlerle (klasiklerle, Kutsal Kitap’la, filolojiyle), kamusal kuruluslarla
(hükümetlerle, ticaret sirketleriyle, cografya dernekleriyle, üniversitelerle) belirli yazim
türleriyle (seyahat, kesif kitaplariyla, fantezilerle, egzotik betimlemelerle) kurdugu
birliklerden ötürü özellikle güçlü bir kimliktir bu. ” 130 Bu yüzden hemen hemen Sark
hakkindaki yargilar, her yere yayilmis, ayni görüsleri savunan ifadeler, önyargilar
eserlerin temelini olusturmustur. Yazmis olanlar ve daha sonra yazanlar da belli önerme
türleri, belli yapit türleri üzerine kurmustur yapitlarini:“Sark birtakim ayrimlasmis
usullerle ögretilir, arastirilir, yönetilir, hükme baglanir. Dolayisiyla Sarkiyatçilikla
ortaya çikan Sark, Sark’i Bati bilgisine, Bati bilincine, sonra da Bati egemenligine
tasiyan bir güçler öbegi bütünü tarafindan sekillendirilmis bir temsil biçimleri
dizgesidir.”131 Bundan dolayi, Sark hakkinda düsünen Batili kurumlar çikarlarini
koruyacak bir sekilde emperyal bir bakis açisiyla, ayni düsünce kaliplariyla, egemen
siyasal yapilarin ürünü olarak ortaya çikarlar: “Eger bu Sarkiyatçilik tanimi her seyden
önce siyasal bir tanim gibi görünüyorsa, bu sadece Sarkiyatçiligin kendisinin de belirli
siyasal güçler ile etkinliklerin bir ürünü oldugunu düsünmemden ileri geliyor.
Sarkiyatçilik, uygarliklariyla, halklari ve yerlesimleriyle birlikte Sark’i malzeme edinmis
bir yorum okuludur.”132 Bu okulun kullandigi metinler, sayisiz arastirmacilar da
vardir.Yalnizca üniversitede arastirilan bir sey degildir Sarkiyatçilik. Siyasi, askeri,
ticari, kültürel çikarlar dogrultusunda yazilmis binlerce kitaptan, tek tarafli görüslerden
faydalanmakta, çok genis bir alanda etkisini ve üretimini sürdürmektedir: “Yani
Sarkiyatçilik, tarihin her hangi bir aninda Bati’da varolan, Sark’a iliskin olgusal bir
130 A.e., s. 214. 131 A.e., s. 215. 132 A.e., s. 215.
58
ögreti degildir sadece; ayni zamanda etkili bir akademik gelenek olmanin yani sira,
seyyahlar, ticari girisimler, yönetimler, askeri seferler, roman ve egzotik macera
hikayesi okurlari, doga tarihçileri ve Sark’i özel mekanlar, halklar, uygarliklar
hakkindaki özel bir bilgi türü olarak gören hacilar tarafindan belirlenmis bir ilgi alanidir
da.”133
Said, Sarkiyatçiligin Avrupa ve Asya arasinda zaten varolan farklilik duygusunu daha da
kati kilmaya yönelik genel kültürel baskilara yardimci oldugunu, Bati’dan güçsüz
oldugu için temelde Sark’a kararli bir biçimde dayatilmis olan siyasal bir ögreti
oldugunu da söyler134 Sarkiyatçilarin, istedigi gibi yazip yargilamasi karsisinda ona
cevap ve karsilik verecek kisilerin ve kurumlarin olmayisi Sarkiyatçilarin kendi
dediklerinin dogru oldugu kanisina kaptirmalarina neden olmustur. Said bu durumu
söyle yorumlar: “Bir kültürel düzenek olarak Sarkiyatçil ik, bastan sona, saldirganlik,
etkinlik, yargilama, hakikat istenci, bilgi demektir. Batili arastirmacilarin çalismalarina
güç veren pek çok kurum ve araci kurulus olmasina karsit, Sark’ta bunlara karsi hiçbir
kurum bulunmuyordu. ” 135 Bati’da Sark hakkinda binlerce kitap, yazilar yazilmis olmasi
giderek Sark’in Batililarin tanimladigi ve batililardan ögrenilen bir yer haline gelmesine
neden olmustur. Sark’ta bu yargilamalara, hakaretlere yanit verecek pek bir kurum ve
yazar olmamasi Sarkiyatçiligi ve dayattigi olumsuz yakistirmalari daha da
güçlendirmistir. Said, örtük ve açik Sarkiyatçiliktan bahseder ve Sark bilgisindeki tüm
degisikliklerin, neredeyse sadece açik Sarkiyatçilikla gerçeklestigini; örtük
Sarkiyatçiliktaki degismeyen, sabit kalan yargilarin, tanimlamalarin bulundugunu,
oybirliginin, istikrarin, süregenligin büyük ölçüde degismeden kaldigini söyler.136
Sonuçta tüm bunlar, Sark’a yapilan olumsuz vurgular, önyargilar onu daha da asagi bir
yere iter. Irksal kökenli ayrimcilik mesrulastirilmak istenir ve Said bunu örtük
Sarkiyatçilarin destekledigini söyler: “19. yüzyillarda ortak olan görüs Sark’in geriligi,
133 A.e. s. 215. 134 A.e., s. 216. 135 A.e., s. 217. 136 A.e., s. 218.
59
yozlugu, asagiligi üzerine yazanlarin çogunun birlestikleri görüs, irksal esitsizligin
biyolojik temellerine iliskin olmasiydi. Irksal siniflamalar örtük Sarkiyatçilikta gönüllü
yoldaslar bulur.” 137
Bu durumda Dogulu irklarin tasidigi yetersizlikler Sarklilari degismez bir gerilige
mahkum etmektedir. Bilimsel çalismalar da Bati’nin asagiladigi bu halklarin geriligini
ve irksal yetersizliklerini mesrulastirmak için bir araç haline getirilir. Irksal ve biyolojik
olarak çogu halkin geri oldugunu savunan pek çok kuram üretilmis ve bu görüsler
yayginlik kazanmistir: “Bu fikirlere, irklarin gelismis ve geri irklara ya da Avrupali-Ari
ve Sarkli-Afrikali irklara bölünmesinin “bilimsel” geçerliligini ön plana çikarmis gibi
görünen bir Darwincilik türevi de eklendi. ”138 Emperyalizm ve sömürgeciligin
kendilerini gizlemek için kullandigi, yararlanmaya çalistigi irkçi kuramlar,
sömürgecilerin her zaman basvurdugu klise bir kaynak olmustur. Sömürülen halklarin
bagimli ve kendini yönetemeyen halklar olduklari için Bati’ya muhtaç olduklari
bahanesi diger yerlerde oldugu gibi Sark’ta da kendini gösterir. Said, Sark’in da dahil
edildigi bu tanimi söyle yorumlar: “Farkli biçimlerde geri, yoz, uygarlasmamis,
gecikmeli diye nitelenen diger tüm halklarla birlikte Sark halklarina da, biyolojik
belirlenimcilik ile ahlaki-siyasal ögütlerden olusmus bir çerçevede bakiyordu. Böylece
Sarkli, Bati toplumunun, ortak kimlikleri en iyi “acinasi yaban” diye tanimlanabilecek
ögelerine (suçlulara, delilere, kadinlara, yoksullara) baglanmis oldu.”139
Said, Sarklinin bagimli bir irkin üyesi olarak görüldügünü, Sarkiyatçiligin erkeklere
özgü bir inceleme alani oldugunu, erkeklerin de cinsiyetçi at gözlükleriyle baktiklarini
söyler. Bu durum özellikle seyyahlarla romancilarin yazilarinda açikça görülür:
Kadinlar, eril bir hayal gücünden çikma yaratiklardir çogu zaman. Sinirsiz sehvetin
ifadesidirler, eni konu aptaldirlar, hepsinden önemlisi isteklidirler. Said, ilk örnekler
137 A.e., s. 218. 138 A.e., s. 219. 139 A.e., s. 219.
60
olarak Flaubert’in Küçük Hanim’ini, Pierre Louys’in Aphrodite’ini verir.140 Sark
tartismalarinda Sark’in olmadigini, Sarkiyatçinin varligini mümkün kilan seyin de bu,
Sark’in fiili yoklugu oldugunu söyler.141 Meyda Yegenoglu, Dogu’nun
dogululastirilmasi sürecinin onun kadinsilastirilmasiyla iç içe geçen bir süreç oldugunu,
Batili kadin yazarlarin da erkek yazarlarin ulasamadiklari, yerlere, hareme, peçeli
kadinlarin dünyasina girmelerinin istendigini, erkek yazarlarin anlatilarini
tamamladiklarini söyler:142 “Batili kadinin harem ve Dogulu kadin hakkinda sagladigi
bilgi, tam da Batili öznenin eksigini giderdigi için esas metinden daha az bir seydir;
kendi basina, bagimsiz bir tanimi yoktur; ancak erkegin yazdigiyla bir tamamlama
iliskisi içinde oldugu sürece bir sey olabilmektedir.”143
Bu farkli konumlar aslinda sarkiyatçiligin yaptigindan, düsündügünden farkli bir söylem
yaratmaz, sarkiyatçi söylemleri daha da güçlendirir. Sarkiyatçilar sonuçta kendilerinin
yargiladigi, yaratip ambalajladigi bir Sark üretirler. Said’in bu eseri yayimlandiktan
sonra, Bati’nin sömürgeci, emperyalist zihniyeti her yere, romanlara, kitaplara, gazete
yazilarina, çesitli metinlere kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsiz yerlestigi, sindigi
görülmüstür. Yüzyillar boyu genelde tek yönlü olarak okunan, okutulan, yorumlanan
klasik haline gelmis yazarlar ve eserlerinin emperyalist ve sömürgeci yapilarla olan
baglari daha belirginlesmistir. Edilgen hale getirilen halklarin belirli olumsuz imgelere
indirgenmesi düs ünülmesi ve tekrar yorumlanmasi gereken ciddi bir konu olarak ortaya
çikmistir.
140 A.e., s 220. 141 A.e., s. 221. 142 Meyda Yegenoglu, Sömürgeci Fantaziler, Metis Yayinlari, Istanbul, 2003 s. 99-103. 143 A.e., s. 106.
61
61
IKINCI BÖLÜM : SÖMÜRGECILIK VE ÖTEKI
62
2.1. Sömürgecilik ve Öteki
Sömürgecilik insanlari insanlik disina iten, kölelestiren, kimliklerini silen, gerekirse
insanlari ölüme yollayan acimasiz bir sistemdir. Sömürgeciler ise çok farkli
sömürgecilik sistemleri oldugunu, amaçlarinin medeniyet götürmek oldugunu
söyleyerek yaptiklarini hakli çikarmaya çalisirlar. Sonuçta sömürü ve emperyalizm
insanlari esir etmis, yasamlarina el koymustur. Said sömürgeciligi emperyalizmin bir
sonucu olarak görür: “ “emperyalizm” terimi, uzak topraklara tahakküm eden egemen
metropolün uygulama, kuram ve tavirlari anlamina geliyor; hemen her zaman
emperyalizmin sonucu olarak ortaya çikan “sömürgecilik” ise uzak topraklarda yerlesim
yerleri kurulmasi demek.”1
Sömürgecilik, sürekli yerli halkin gelisimi için yapildigi aldatmacasi adi altinda
mesrulastirilmaya çalisilmis, uygulanan siddet, baskilar, insanlarin öldürülmesi
saklanmaya çalisilmistir. Sartre sömürgeciligin bir sistem oldugunu söyler ve yeni-
sömürgecilerin iyi ve kötü sömürgeciler diye ayrim yapmasina karsi insanlari uyarir.
Yeni- sömürgeciler, sömürgelerdeki durumun kötüye gitmesinin nedeninin kötü
sömürgecilerin isledigi suçlar oldugunu iddia ederler2 : “ “Sömürgecilik sistemi”
diyorum, bu dogru anlasilmali: Söz konusu olan soyut bir mekanizma degildir. Sistem
yasiyor, isliyor; bir seytan dairesi olan sömürgecilik gerçektir. Bu gerçek, bir milyon
sömürgeci, sömürgeciligin sekillendirdigi, sömürgecilik sistemi ilkeleriyle düsünen,
konusan ve davranan sömürgecilerin ogullari ve torunlarinda ete kemige bürünmektedir.
Çünkü sömürgeci de yerli gibi bir üründür: onu islevi ve çikarlari yaratmistir.”3
Sömürgeciligin uyguladigi siddeti, sonuçlarini inceleyen, gizli kalan ayrintilari görünür
kilan ve çarpici bir dille elestiren Frantz Fanon’nun, Yeryüzünün Lanetlileri adli
kitabinin önsözünü yazan Sartre’in, Avrupa’nin kendini üstün gören bakis açisini ve 1 Edward Said, Emperyalizm ve Kültür , çev : Necmiye Alpay, Hil Yayinlari, Istanbul, 1998, s. 45. 2 Jean Paul Sartre, Hepimiz Katiliz, çev: Süheyla N. Kara, Belge Yayinlari, Istanbul, 1999, s. 15. 3 A.e., s. 27.
63
uyguladigi sömürgeciligi üzerine su sözleri söyler: “Çok uzun olmayan bir zaman önce
yeryüzünde iki milyar insan vardi, bunlarin bes yüz milyonu insandi, bir milyar bes yüz
bini de yerliydi. Sözü birinciler söylüyor, ötekiler de ögrenince taklit ediyorlardi…
Avrupali elit bir yerli elit olusturmaya giristi, ergenlik çagindaki gençler seçiliyordu,
bunlarin alinlarina kizgin demir ile Bati kültürünün ilkelerinin damgasi basiliyordu,
agizlarina ses çikartmayi engellemeyen tikaçlar, dislere yapisan ve dili hamur çignemis
gibi yapiskan kilan büyük sözcükler tikiliyordu. Bu sona erdi. Agizlar kendi baslarina
açildilar, sari ve siyah sesler yine insancilliktan söz ediyorlardi fakat konu bizim insancil
olmayisimizdi. Biz bu sevimli sert elestirileri hosnutsuzluk duymadan dinliyorduk. Bu
önce, bizde gururlu bir hayranlik dogurdu. “Nasil, görüyor musunuz! Kendi baslarina
konusuyorlar! Bakin onlari nasil adam ettik! Ideallerimizi kabul edecek olduklarindan
kuskumuz yoktu, degil mi ki bizi o ideallere sadik olmamakla suçluyorlardi”;bir kezlik,
Avrupa kendi misyonuna inandi. Asyalilari Helenlestirmisti, su yeni, türü Greko-Latin
Zencileri, yaratmisti. Tamamen kendi aramizda hemen ekliyorduk, birakalim ötsünler,
bu onlari rahatlatir. Havlayan köpek isirmaz.”4
Sartre’in bu sözleri sömürgecil ik döneminde ve sonrasinda sömürülen halklarin,
insanlarin basina neler geldigini, sömürgeci beyinlerin nasil çalistigini, Bati’nin kendini
nasil kibirli bir sekilde dünyanin merkezi sandigini, kültürel olarak degerlerinin essiz
oldugunu düsündügünü çok iyi anlatmakta ve insanlari tekrar sömürgecilik hakkinda
düsündürmeye yöneltmektedir.
Bati sömürgeciligi ve emperyalizmi sürekli yayilarak dünyanin çok büyük bir bölümünü
etkisi altina almistir. Sömürgeciligin neden oldugu savaslar, yok ettigi, parçaladigi
kültürler, uyguladigi siddet ve baskilar büyük acilara neden olmustur. Sömürgecilik,
sömürü, siddet günümüzde de farkli boyutlarda, farkli biçimlerde varligini
sürdürmektedir. Diger toplumlarin kaynaklarinin, emeklerinin sömürülmesi Bati’da
4 Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri , çev: Lütfi Fevzi Topaçoglu, Avesta Yayinlari, Istanbul, 2001, s. 8.
64
kapitalizmin gelismesine katkida bulunmus, ayni zamanda bu sömürülen halklarin
yalnizca maddi çikarlara göre kullanilmalarina, insanlik disi muamelelere maruz
kalmalarina neden olmustur. Sömürgeci ülkeler için bu toplumlar, üretim yapamayan,
tabi olan, yönetilmeye muhtaç olan toplumlardir. Bu mesrulastirmayi güçlendirmek için
bilimsel kanitlardan, irksal kuramlardan destek bulunmaya çalisilmis, gerçekler
saklanmaya çalisilmistir. Ania Loomba’ya göre sömürgelestirme yeni topraklarda orada
yasayan topluluklari bozma, yeniden olusturma süreci anlamina gelir. Ticaret, pazarlik,
savas, soykirim, kölelestirme ve isyanlar dahil olmak üzere kapsamli pratikler silsilesini
içerir. O nedenle, kolonyalizm, baska insanlarin topraklari ve mallarinin fethedilmesi ve
denetlenmesi olarak tanimlanabilir.5 Loomba sömürgeciligi ve neden oldugu acilari
kisaca böyle yorumlar. Çogunlukla sömürgecilerin isgal etmelerinin nedeni ve bahanesi,
asagi halklar diye nitelenen halklarin gelismelerine yardim etmek, onlara bir seyler
ögretmektir. Ama diger yandan da bu halklarin hiçbir zaman kendileri gibi bir
medeniyete ulasamayacaklari, her zaman Bati’ya tabi kalacaklari da iddia edilir.
Loomba bu çeliskiyi söyle anlatir : “Kolonyalizmin en çarpici çeliskilerinden biri, hem
kendi “ötekileri” ni “medenilestirmeye ” hem de bunlari kalici bir “ötekilik” konumuna
mihlayip sabitlestirmeye ihtiyaç duymasidir. ”6
Albert Memmi, sömürgeciligin sömürülenin tarihsel ve toplumsal dünyasini silmeye
odaklandigini, sömürgecilik desteklendigi sürece, yerli için mümkün olan tek seçenegin
sindirilmek veya duyarliligini yitirmesi oldugunu söyler. Sömürülenlerin köle olmalari
da yeterli degildir, ayni zamanda bunu kabul de etmelidirler.7 Her konuda üstün
oldugunu söyleyen Bati, öteki halklari degismez, asagi bir konuma indirgemek,
biyolojik olarak da sinirlamak ister. Renat Zahar, Fanon’u inceledigi eserinde, siddet
üzerine bina edilen sömürge sistemini ayakta tutan seyin “irk” ve “irkçilik ” faktörü
oldugunu, sömürgelerin empoze ettikleri “beyazlarin üstünlügü” fikrinin, daha sonra 5 Ania Loomba, Kolonyalizm ve Postkolonyalizm, çev : Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul 2000, s. 19. 6 A.e., s. 199. 7 Albert Memmi, Portrait du Colonisé, (Çevrimiçi) http://www.mef.qc.ca/portrait%20du%20colonise.htm , 6 Mart 2005.
65
yerlilerin “asagi irk” yargisi ile pekistirildigini ve kendiliginden yabancilasma sürecine
girildigini söyler.8
Yüzyillar süren Bati yayilmaciligi, 1914 yilina gelindiginde yeryüzünün asagi yukari
yüzde 85’lik kismini sömürge, himaye altindaki ülk e, bagimli ülke, dominyon ve federe
devlet biçimleri altinda elinde bulunduruyordu. 9 Bu durumun sürdürebilmesi için
beyinlerin de bir yerde zincire vurulmasi, kültürel olarak da bu halklarin bagimli hale
getirilmesi gerekiyordu. Bu yüzden, ele geçen topraklarda hakimiyetin korunmasi ve
kültürel emperyalizmin sürdürebilmesi için dil ve edebiyat da önemli yer tutacaktir.
Ayni zamanda pek çok kuramin ve düsünürün sömürgeciligi bir zorunluluk olarak
göstermesi ve desteklemesi sömürgecilerin isini daha da kolaylastirmistir. Kendini
yönetemeyecek kadar beceriksiz olan bu toplumlarin gelisimi için sömürgeciligin
zorunlu oldugu sürekli tekrarlanir durulur. Degersiz, asagi ve tabi halklar olarak
nitelenen ve yönetilmesi gereken bu toplumlara teknoloji ve özgürlük götürmek Bati’nin
görevidir. Sömürgeciligin gerçek yüzü her zaman kullanilan bu klise bahanelerle
maskelenir. Ülkelerin isgalleri, yeni kazanilan topraklar, boyunduruk altina alinan
halklar, insanlarin acilara bogulmasi, öldürülmeleri pek konusulmayan konulardir.
Sömürgeci ülkelerin bu acimasiz uygulamalari ve tutumu pek çok soruyu da beraberinde
getirir. Said, bu durumun pek göz önüne alinmadigini, Bati’nin uyguladigi siddet ve
sömürünün ört pas edildigini, geçistirildigini anlatir: “Yüzyillar boyu ugradiklari
yargisiz infazlara, bitmek bilmez iktisadi sömürülere, toplumsal ve kisisel yasamlarinin
çarpitilmasina ve degismez Avrupa üstünlügünün gerektirdigi itiraz götürmez bas
egmeye katlanmis, yikima ugratilmis sömürge halklari akillardan çikmis ya da
unutulmustur. ”10
8 Renat Zahar, Sömürgecilik ve Yabancilasma , çev: Bayram Doktor, Insan yayinlari, Istanbul, 1999, s. 26. 9 Edward Said, Emperyalizm ve Kültür , s. 46. 10 A.e., s. 63.
66
Burada yasayan insanlarin da kendilerine daha asagi oldugu, muhtaç ve bagimli
olduklari beyinlerine islenmekte ve beyinleri zincire vurulmaktadir. Yerli halkin kendi
kültürü degersiz ve asagi gösterildigi için, halk kendi kültürüne yabanci ve sömürgeci
kültüre hayranlik duyar hale getirilir. Sömürgeci güçlerin hismina ugramis ülkelerdeki
sorunlar ve yasayan halklarin ugradigi felaketler çogu zaman geçistirilmis, yapilan
elestiriler dikkate alinmamistir. Toplumlara sürekli kendi baslarina birakild iklari zaman
durumlarinin her zaman kötüye gidecegi ve Bati’ya muhtaç olduklari, Bati olmadan
yapamayacaklari anlatilir. Said sömürgeci dönemin özelligi olan yerli halkin aslinda bir
hiç oldugu görüsünün beyinlere sokulmasindan ve kendilerine yabancilastirma
çabalarindan bahseder. Sömürgeciligin bilinçli olarak olusturmak istedigi etkinin,
sömürgenin kafasina sömürgeciler giderse barbarliga, hayvanliga ve bayagiliga
gömülecekleri düsüncesini sokmak oldugunu söyler.11 René Guénon, Bati devletlerinin
isgal ve sömürgecilik için gelisini ve bunu çesitli bahanelerle saklamak isteyislerini
söyle yorumlar: “Bir Avrupa devleti herhangi bir ülkeyi isgal ettiginde, bu ülke
gerçekten barbar kabilelerin ülkesi de olsa, bizi, maliyeti agir böyle bir seferi ve
sonrasinda bir yigin etkinligi, bu zavalli insanlari “uygarlastirmak” –kendileri böyle bir
seyi istememistir- zevk ve serefini tasimak için yaptiklarina inandiramazlar; esas
nedenin baska, daha elle tutulur çikarlar saglamak oldugunu görmemek için saf olmak
gerekir.”12
Frantz Fanon, Beyaz adamin gelisiyle beraber, Zencinin nasil yabancilasma içine
girdigini, sürekli kendini Beyaz adama ve kültürüne onaylatma ihtiyaci içinde
hissettigini söyler. Ziyaüddin Serdar da, sömürgeciligin yarattigi etkileri ve Bati’nin
dayattigi degerleri söyle açiklar:“Sömürgecilik, Batili olmayan kültürlerin bakislarini
Avrupa’ya dogru çevirdi ve onlara Bati gibi olmayi dayatti. Hem sömürgecilik hem de
Hiristiyanlik “medenilesme misyonunun” araçlari gibi görüldü.”13
11 A.e., s. 195. 12 René Guénon, Dogu ve Bati , çev : Fahrettin Aslan, Hece yayinlari, Ankara, 2004, s. 92. 13 Ziyaüddin Serdar, Postmodernizm ve Öteki , çev : Gökçe Kaçmaz, Söylem Yayinlari, Istanbul, 200, s. 49.
67
Bu halklardan bahsedilirken kullanilan tanimlar, kelimeler, kavramlar bu halklara hangi
gözlerle bakildigini gözler önüne serer. Said, klasik ondokuzuncu yüzyil emperyal kültür
dagarcigini olusturan bazi kelimeleri söyle siralar: “ “asagi” ya da “tabi irklar”, “ikincil
halklar”, “bagimlilik”, “yayilma”, ve “otorite” gibi sözcük ve kavramlarla doludur.”14
Bugün bile Bati’nin bakis açisinda pek bir degisiklik görülmemekte, belki bazen daha
kibar bir asagilama yolu seçilmektedir. Halen gücü elinde bulunduranlar, kimin iyi,
kimin kötü olduguna, kimin tehditkar olduguna istedigi gibi karar verebilmekte, kendi
istedigi tanimlari dayatmaya çalismaktadir. 1992’de Amerika kitasinin kesfi kutlamalari
sirasinda Chomsky ile bir söyleside, Heinz Dieterich, Chomsky’e “Amerikanin kesfi” ve
“Iki kültürün bulusmasi” seklinde kullanilan ifadelerin uygun olup olmadigini sorar.
Chomsky bir yerin kesfedilebilmesi için, o yerde hiç kimsenin yasamiyor olmasi ve
sahiplerinin bulunmamasi gerektigini, oysa Amerika kitasinda milyonlarca yerlinin ve
farkli halklarin oldugunu, bunun Amerika’nin yabanci bir kültür tarafindan isgali
oldugunu söyler.15 Chomsky, bugünün önemli bir gün oldugunu çünkü korkunç
sonuçlari olan bir tarihin baslangici oldugunu belirtir :“Yalnizca istatiski veriler
açisindan bakacak olursak, ki genelde dogruyu söylemezler, fetihten sonra bir buçuk
yüzyil içinde 100 milyon civarinda insan yok edilmisti.” 16 Heinz, söylesiye devam eder
ve Colomb’un buraya geldigi zaman ve karsilastigi yerlileri “Hintli” olarak
adlandirdigini, bes yüzyil sonra bile, hala bu insanlara niçin Hintli dendigini sorar. 17
Chomsky, bu halklari küçük görmenin bir yansimasi olarak degerlendirir bunu: “Bu
halklarin 70’lere kadar, alaninda sivrilmis bir çok antropolojistin açikça bu halklarin
yerlesik insanlar olduguna ve onlarin kendi ifadesiyle göreli gelismis uygarliklar
oldugunu gösteren arkeolojik ve belgelenmis kanitlara inanmamaniz gerektigini
söylüyorlardi. ”18 Bunun nedeni ise: “Sorun orada yasayan insanlarin, toprak üzerinde
hiçbir haklarinin olmadigini, yalnizca avlanmak için üzerinde dolastiklarini herkese
14 Edward Said, Kültür ve Empreyalizm, s. 45. 15 Noam Chomsky, Sömürgecilikten Küresellesmeye , çev: M. Erdem Sakinç, Ütopya Yayinevi, Ankara, 2001, s. 18-19. 16 A.e., s. 18. 17 A.e., s. 18-19. 18 A.e., s. 19.
68
kabul ettirmek, bunu bir ilke haline getirmek sorunuydu; ve bu nedenle, Avrupalilar için
yerlilerin topraklarini ellerinden almanin ahlaki veya yasal bir problemi yoktu. Eger
toprak üzerinde hiçbir haklari yoksa, kim olduklari veya Hindistan’dan ya da baska bir
yerden gelmis olduklari önemli degildi.”19 Ellerinden alinan topraklari ve canlari
yaninda kim olduklarinin da gerçekten bir anlami kalmiyordu. Günümüzde ise
Amerika’nin kesfi ve farkli kültürlerin karsilasmasi adi altinda bu cinayetler
saklanmakta, yapilan kötülükler unutturulmaya çalisilmaktadir. Raimando Luraghi,
Amerika kitasinin kesfinde hiçbir kötülük düsünmeyen, yalnizca iyilik düsünen
yerlilerin, kendilerine uygulanacak olan siddetin ve zulmün o zamanda farkinda
olmadiklarini söyler: “Ne yazik ki, çaginin adami olan Kolomb bile, özellikle iyilikleri
ve ruhlarinin soylulugu yüzünden bu adamlari kölelige sürüklemenin ne kadar kolay
olacagini daha o zaman düsünmeye baslamisti. Ve, Ispanyol istilasinin kasirgasinda, bu
tatli ve iyilik sever irk sonunda tümüyle yok olacakti.”20
Genelde Amerika’nin kesfi günümüzde büyük bir cosku içinde ve masum zaferler
kazanilmis gibi kutlanir. Yok ettigi halklardan, yapilan katliamlardan bahsedilmez, bu
gerçek acilar gündeme bile gelmez. Sömürgecilerin uyguladigi acimasiz siddet, kimi
zaman bir halkin tamamiyla yok olmasiyla sonuçlanmistir. Luraghi Hispaniola halkinin
nasil siddete maruz kaldigini ve yok edildigini söyle anlatir: “Vermekle yükümlü
olduklari altin miktari çok büyüktü ve bu yöntemin sonuçlari çok korkunç olmustu.
Hayvanlarin isini görmeye zorlanmis olan bu zavallilardan yüzlercesi birden ölüyordu.
Baskaldiranlara iskence yapiliyor ve öldürülüyordu. Bir bölümü de öldürülmekten
kurtulmak için zehir içiyordu. 1494 ve 1498 arasinda toplam üç yüz bin kisilik
Hispaniola halkinin yüz bini öldürülmüstü. 1508’de altmis bin kisi, 1548’de bes yüz kisi
kalmisti. Bugün adanin ilk yerlilerinden halen tek kisi yoktur.”21 Daha sonra bu
katliamlar kitanin diger yerlerine de yayilir. Yerli halk öyle acimasizca yok edilmeye
19 A.e., s. 19. 20 Raimondo Luraghi, Sömürgecilik Tarihi , çev: Halim Inal, E Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 48. 21 A.e., s. 49.
69
baslanir ki, is yaptirilacak yerli kalmaz. Bu yüzden Afrika’dan köleler getirilmeye, yani
böylece köle ticareti yapilmaya baslanir. Çünkü kitadaki yerli halk acimasizca
çalistirilmaktan ve kötü muameleye maruz kald iklari için ölmeye baslar ve bu yüzden
çalistirilacak insan kalmaz. Luraghi bu insanlik disi olayi söyle anlatir : “Ölesiye
çalistirilan Amerikan yerlileri bu zulme dayanamiyor, ölüyor ve yeni daha güçlü
kölelere ihtiyaç duyuluyordu. Zavalli kizilderili ye rlilerin hizla yok edilmeleri öylesine
korkunç boyutlara ulasmisti ki, sömürgeciler Afrika’dan siyah irktan köle getirmek
zorunda kaldilar. Böylece, 1501’de tarihin en karanlik sayfalarindan biri daha
açiliyordu: bu da zenci ticaretiydi. ”22
Korkunç sartlarda kitaya tasinan bu insanlarin çektigi acilar da unutulmasi ve saklanmasi
gereken gerçeklerdir sömürgeciler için. Luraghi, köylerine gidilerek avlanan ve zenci
tasiyan gemilere balik istifi gibi yerlestirilen Afrikalilarin, kamçilar altinda ezildiklerini,
uzak bir ülkeye köle olarak gönderildigini anlatir.23 Çok ileri ve farkli Aztek
uygarliginin ve kitaplarinin yok edilisi Bati’nin nasil uygarlik götürdügünün bir baska
kaniti olarak gösterilir: “Ne yazik ki, “uygar ” Avrupa insanlarinin bagnazligi ve cehaleti
bu varligin sadece küllerini birakacakti: Meksika’nin ilk Ispanyol piskoposu Juan de
Zumarrage, elde edebildigi bütün Aztek kitaplarini ve el yazmalarini toplatti, Tlaltelolco
alaninda büyük bir piramit yaptirarak yaktirdi. Bu igrenç ve barbarca kiyim
Meksika’nin her tarafinda tekrarlanacakti. Böylece Aztek uygarligi, hemen hemen
tümüyle yok edildi.”24
Sömürgeciligin her yeri yakip yikan, halklari acilara sefalete iten yanlari dünyanin her
yerinde görülüyordu. Siddet ve yok etmenin disinda baska bir sey görünmüyordu.
Yalnizca elegeçirme ve sahip olma istegi vardi sömürgecilikte. Sömürgeciligi hakli
göstermek için üstün ve asagi irk kavramlarindan da yararlanilir. Pek çok düsünür bu 22 A.e., s. 58. 23 A.e., s. 59. 24 A.e., s. 70.
70
konulari tartisma konusu bile yapmaz. Insanlar, halklar belirli özellik lere göre, üstün,
asagi, belli bir gelisim gösteremeyenler olarak ayri ayri siniflara indirgenirler.
Sömürgeciligi onaylayan düsünürlerin çogu da sömürünün kalkmasini tartismamakta,
belli edilmeden yapilmasini istemektelerdir. Said, bu konuya sömürgecilige karsi olan
düsünürlerin bile nasil önyargili sekilde yaklastigini anlatir: “Baska türlü söylersek,
liberal görüslü sömürgecilik karsitlari, sömürgelerin ve kölelerin fazla sert
yönetilmemesi gerektigi biçimde bir insancil tavir aliyor, ancak –Aydinlanma filozoflari
örneginde batilinin, bazi örneklerde ise beyaz irkin temeldeki üstünlügünü tartisma
konusu etmiyorlardi. ”25
Insanlarin sahip oldugu farkli renkler de irklar arasindaki ayrimciligi kolayca yaratmak
için keyfi yargilarla kullanilmaya baslanir. Afrika’dan getirilen insanlar, yalnizca
çalistirilmak ve her iste kullanilmak için yaratilmislardir sanki. Köle ticaretinin
baslamasiyla, Afrika’da siddet ve kelle avciligi, aile içine kadar girer, herkes birbirini,
güçlüler güçsüzleri yakalayip satmaya girisir. Sömürgeciligin bitmek tükenmek
bilmeyen açgözlülügü insanlarin da hayvanlar gibi kullanilmasina neden olur. Afrika da
insan köleligi için iyi bir kaynak olarak görülür. Lurgahi, insan avciligina dönüsen
köleciligin Afrika’yi sarmasini söyle anlatir: “Yalniz daha güçlüler daha zayiflari
satmakla kalmiyor, aile iliskileri de bununla beraber kendiliginden çözülüyordu. Analar
babalar, degersiz esya gibi çocuklarini, çocuklar da ana babalarini Portekizlilere satmaya
koyuldular. Portekizliler de bu köleleri koyunlar gibi kizgin demirle damgaladilar.”26
Köle avciligi Afrika’da insanlari, açliga, acilara ve siddete sürekler. Bu insanlik disi
durum maalesef çok uzun yillar sürecektir. Luraghi, köle avciliginin insanlari ne hale
soktugunu, daha da ilkellestirdigini, tüm yapilari bozdugunu anlatir. Otuz yil degil üç
yüz elli yillik köle ticaretinin Afrika’yi karanliklara gömdügünü, insanlari ormanlara ya
25 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 360. 26 Raimondo Luraghi a.e., s. 215.
71
da çöllere sürükledigini, onlari ilkel hayata indirgeyip yamyamliga sürükledigini ve
bunun için saskinlik duymamamiz gerektigini söyler.27 Bu sömürgecilik düzeni ve siddet
Afrika’yi içinden çikilmaz bir gerilige, savaslara gömecektir. Z. Serdar, sömürgeciligin
Afrika’yi çok derinden etkiledigini ve çok farkli yönlere sürükledigini, hazir olmayan
Afrika’yi bu vahsi uygulamalarla kapitalist sistemin sömürgesi durumuna soktugunu
söyler : “Ulus devlet fikrinin empoze edilmesi Afrika’yi derinden etkilemistir. Yerel
toplumsal yapilanmalari bozulmus, cemaatler, seflikler ve akrabalik iliskileri yikima
ugramistir. Beyaz adam mevcut kurumlari, organik kurumlarla, bürokrasi, mahkemeler,
politik partiler, ve süphesiz orduyla degistirmistir.”28
Afrika’nin alisik olmadigi, Bati’nin kurdugu kurumlarla kölelik ve bagimlilik durumu
daha da kötü bir hale dönüsür. Luraghi, Bati’nin farkli yönde ilerleyen toplumlari kendi
çikarlari ve sömürü ugruna dönüstürdügünü, yok etmeye çalistigini söyler. Bu toplumlar
kendi yönlerinde ilerleyen toplumlardir aslinda ama onlara baska bir yasam sekli ve
sömürü dayatilir: “Baglanti kurduklari uygarliklarin kendi uygarliklarindan “daha
asagi” degil, sadece degisik oldugu bu adamlarin aklina bile gelmiyordu. Hayir, bunlar
sadece barbar ve boyunduruk altina alinmaya layik kisilerdi. Üstelik, yeni teknik
Avrupalilara korkunç bir askeri güç de sagliyordu. ”29.
Luraghi, sömürgecilerin bir yerde komünizmden korktuklari için bu isgalden vazgeçmek
zorunda da kaldiklarini, komünizmin yayilmasina karsi olan uluslarin, sömürgelerinin
tümüyle Sovyet yanlisi egilimlerin eline düsmelerinden korktuklari için, buralardan
vazgeçmek zorunda olduklarini söyler.30 Emperyalizm ve sömürgecilik bu halklarin
gerilemesine, iç karisiklik yasamalarina, kendi yönlerinde gelisememelerine neden
olmus, fakir ve disa bagimli hale getirmistir. Çogu Batili yazar, düsünür de bu süreçte bu
27 A.e., s. 215. 28 Ziyaüddin Serdar, a.e., s. 94. 29 Raimondo Luraghi, a.e. , s. 17. 30 A.e. , s. 21.
72
halklari önyargili, abartili imgelerle tanitmislar, olumsuz, asagi karakterlere mahkum
ederek kalemleri ile sömürgecilige hizmet etmislerdir.
2.1.1. Kültürel Sömürgecilik
Sömürgeciligin baskisi ve insanlik disi uygulamalariyla beraber kültürler, tüketim
tarzlari, düsünceler de degisime ugrar. Bilinçli olarak sömürülen halklarin asagi ve
bagimli olduklari kendilerine telkin edilir ve içsellestirilmesi saglanir. Bilimsel oldugu
öne sürülen keyfi yargilar ve dayatmalarla bu sömürü ve görüsler kabul ettirilmeye
çalisilir. Loomba bu görüsün nasil yayginlik kazandigini, sömürgelestirilen halklarin bile
bunu gerçek gibi kabul ettiklerini belirtir: “Ondokuzuncu ve yirminci yüzyilda bir çok
arastirmaci ve düsünür, Avrupa kolonyalizminin ilerlemesini bilim ve aklin hurafeler
karsisinda zaferiyle esitledi; aslina bakilirsa, kolonilestirilmis halklarin birçogu da böyle
bir görüsü benimsedi. ”31
Sömürülen halklar, büyük güç sandiklari sömürgeci efendilerinin gerçek yüzünü
zamanla daha iyi anlamaya baslarlar. Aslinda Bati kendini farkli yönde ilerleyen halklar
karsisinda üstün olarak degerlendirir, bu gerçegi bilimsel olarak mesrulastirmak ister.
Bati sömürgeciligini hakli çikarmak için, gerçeklerin bir yüzünü göstererek bilimsel
kanitlarla kendini savunmaya çalisir. Loomba, Bati biliminin tüm dünyada egemenlik
dürtüsüyle, diger bilgi sistemleriyle bütünleserek saldirgan bir biçimde onlarin yerine
geçerek gelistigini söyler: “Gözlem ve bilimin ”nesnelligi” ne basvurularak Avrupa’nin
baska ülkelere sizmasi mesrulastirilir. Bu yüzden dogal tarih, dogal dünyada önceden
zaten bulunan seylerin kesfedilmesi oldugu kadar, ayni zamanda bir yazma ve
temsil/tasavvur biçimidir.”32
31 Ania Loomba, a.e., s. 40. 32 A.e., s. 83.
73
Sömürge okullarinda, üniversitelerinde bu tür kültürel yüklemeler yapilmakta, yerli
seçkinler de sömürgeci efendilerine benzeyebildikleri ölçüde mutluluk duyar hale
getirilmektedir. Istenilen sey efendiler tarafindan onaylanmak ve onlarin konustuklari,
tartistiklari konularda bilgili olmaktir. Bu da ne kadar onur verici bir seydir. Frantz
Fanon, Beyaz efendiye benzemeye çalisan Zencinin nasil kendinden ve toplumundan
yabancilastigini, kendisini, önünde bir güç olarak egildigi Beyaz adamin deger
yargilarina göre uyarladigi ölçüde degerli olarak algiladigini yazar. Efendinin önemi ve
gerekliligi her zaman tehditkar bir sekilde hatirlatilir. Sürekli sömürülen halklara ayni
klise sözler söylenmis, sömürgecilerin üstün oldugu tekrarlanmistir. Said bu durumu
söyle yorumlar: “Gerçekte durumunuzun nedeni biziz, biz gidersek yine acinasi halinize
dönersiniz; bunu bilin yoksa hiçbir sey bilemeyeceksiniz, çünkü simdiki zamanda
emperyalizm konusunda bilinip de size ya da bize yarari dokunacak bir sey yok”33
Sömürgecilik sonrasi elestiri, sömürgeciligin yarattigi adaletsizligi, uyguladigi siddeti
Öteki’ne yakistirilan olumsuz imgeleri, kliseleri sorgular ve bu sorunlari gündeme
getirmeye çalisir. Bu elestiriler, güce ve siddete dayali sömürgeciligin merkezci ve
evrensel oldugunu iddia edisini, Avrupa merkezciligini sorgular ve onu yargilar. Fuat
Keyman, Bu sorgulamanin gerisindeki amacin, sömürgeci modernitenin, öteki’ni
susturan ve marjinallestiren kismini ortaya çikarmak ve Modernizasyon, Us ve
Ilerlemeden olusan anlam yaratici sistemlerini sorgulamak oldugunu söyler.34 Bu
elestirileri yapanlarin basinda gelen Frantz Fanon Bati’nin bu iki yüzlülügünü, yarattigi
esitsizligi, sömürgeci Beyaz adamin siyahlari nasil gördügünü, siyahlarin da sömürgeci
beyaz adamin baskisi altinda neye dönüstügünü, yabancilastigini çarpici bir dille anlatir.
Halkini sömürgelestirilen, kisiligi ezilen, efendisinin dilini konusmanin ne kadar onur
verici olduguna, onlar gibi güzel konusabildigi ve sömürgeci efendisinin kültürel
degerlerini kazanabildigi oranda beyazlasabilecegine inanan ve böylece kendine
33 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 80-81. 34 Fuat Keyman, v.d., “Farkliliga Direnmek” Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark , Ed. Fuat Keyman, v.d., Iletisim Yayinlari, Istanbul, 1999, s. 100.
74
yabancilasan bir halk, bir “öteki” olarak tanimlar.35 Bu yüzden Zenciyi sürekli kendini
beyaz adama ispatlamaya çalisan, ben’ligini olusturamayan nevrotik biri olarak görür.
Said’in Sarkiyatçilik adli eseri, Bati emperyalizmiyle beraber sömürgecilik sürecinde
ortaya çikan metinleri, emperyal ve sömürgeci yapilarla nasil baglantili oldugunu,
içerdigi tek boyutlu, olumsuz Dogu ve Islam imgelerini iktidarla iliskilerini ortaya koyar
ve bunlari sorgular. Sarkiyatçilik yayimlanmasindan sonra sömürülen, asagi görülen
halklar üzerine yaratilan söylemler, çesitli türde metinler daha çok elestirel bir bakis
açisiyla incelenmeye alinir. Bu yargilarin baglantili oldugu irkçi ve önyargili görüsler
ortaya çikarilmaya çalisilir. Bu elestiri ve bakis açisi, yazilanlarin toplumsal ve tarihsel
kosullariyla, iktidar ve emperyal güçlerle iliskilerinin incelenmesini içerir. Amaç
söylemlerin maskesini düsürmek, egemen kültürün devletle, dünyadaki emperyalist
güçlerle ne gibi iliskiler içinde oldugunu ortaya koyabilmektir. Bu yüzden, Said, söylem
analizinin, iktidarin nasil gündelik hayatlarimizi düzenleyen dil, edebiyat, kültür ve
kurumlar araciligiyla isledigimizi görmemize izin verdigini söyler. Iktidarin, egemen
kültürün içerigi tüm bu yapilarla insanlarin karsisina çikar ve farkinda olmadan
insanlarin içsellestirmes ini, bir parçalariymis gibi algilamalarini saglar. Edward Said,
Sarkiyatçilik, Kültür ve Emperyalizm adli yapitlarinda sömürü ve kültürel
emperyalizmin bir ürünü olarak ortaya çikan Sarkiyatçi bakis açisini ve iktidarla
iliskilerini ortaya çikarir. Sömürgeci zihniyetin ve bu zihniyeti tasiyan yazarlarin,
seyyahlarin Orta-Doguluyu ve Islam’i nasil kendi amaçlarina uygun imgelerle
doldurdugunu, belli anlamlara mahkum ettigini, akademik çalismalari da bu yöne
sürükledigini gösterir. Yaratilan bu imgelerin aslinda sömürgecilik ve irkçilik
kosullarinda önyargilarla üretildigini ve daha sonra da buna devam edildigini, bu çok
farkli toplumlarin Bati’nin degerlerine, keyfine göre yargilandigini ve tanimlandigini
anlatir. Tarihi yazan ve kendini merkeze koyan Bati, küçümsedigi, sömürdügü ülkelerin
kültürlerini alt ve asagi bir konuma indirgeyerek bunun nesnel ve bilimsel olarak
35 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev: Mustafa Haksöz, Sosyalist Yayinlar, Istanbul, 1996, s. 20.
75
yapildigini iddia eder. Said, kültürleri katkisi olan veya olmayan, degersiz, asagi olarak
degerlendiren bilimsel çalismalari söyle yorumlar : “Bu çerçevede, Avrupa ve ABD’deki
antropoloji, tarih ve kültür incelemelerinin egilimi, kendi tarihsellestirici ve
bilimsellestirici gücü sayesinde dünya sayesinde dünya tarihinin bütününü, tarihi
“bulunmayan” halklar ve kültürler için ya tarih eksilten ya da – sömürgecilik sonrasi
dönemde – tarih kuran bir tür batili üstün-özne tarafindan görülebilen bir tarih olarak ele
almaktadir.” 36
Genelde elestirel bakan düsünürler bile, tarihin Bati merkezli oldugunu, Bati’nin
yarattigi, görmek istedigi seylerden olusturuldugunu düsünürler. Pauline Marie Rosenau,
post-modern antropologlarin her türlü modern antropolojik hakikat ve teoriyi
reddettiklerini, antropolojik hakikatin sürekli yeniden uyduruldugunu düsündüklerini
söyler.37 Kültürel olarak da üstünlük kurma çabalari sömürgeciligi saglamlastirmaya
çalismanin önemli bir yanidir. Kültürel emperyalizm ve tek yönlü egitim yerli halkin
sekillendirilmesi ve beyinlerinin istenilen yöne çevrilmesini saglamaya çalismaktadir.
Ania Loomba, edebiyat incelemelerinin, Batili degerlerin yerlilere kazandirilmasi,
Avrupa kültürünün üstün bir kültür ve insani degerlerin ölçüsü olarak kurulmasinda ve
böylelikle sömürgeci egemenligin korumasi girisimi esnasinda anahtar bir rol oynadigini
söyler.38 Said, Ingilizlerin ve Fransizlarin amaçlarinin elegeçen halklara üstün bir tarihe
sahip olduklarini göstermek ve bu gerçegi kabul ettirmek, sömürgeci egitimin
amaçlarindan birinin Fransa’nin ya da Ingiltere’nin tarihini tanitmak ve yerli tarihi
gözden düsürmek oldugunu söyler.39 Sömürgecilerin tarihi ve kültürü üstündür ve bunun
sürekli anlatilmasi, kafalara kazinmasi gerekir. Sömürülenler ise eksik yaratilisli, asagi
pek önemli bir tarihe sahip olmayanlar olarak gösterilir. Halk sömürgecinin deger
yargilarini zamanla içsellestirir, onaylar ve giderek kendi kültüründen uzaklasmaya,
36 Edward Said , Kültür ve Emperyalizm, s. 80. 37 Pauline Marie Rosenau, Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri, çev : Tuncay Birkan, Bilim ve Sanat/Ark Yayinlari, Ankara, 1998, s. 149. 38Ania Loomba, a.e., s. 109. 39 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 335.
76
kendi kültürünü degersiz bulmaya baslar. Sömürgeciligi elestiren pek çok aydinin
düsüncelerinde bile Bati kültürünün üstünlügünü kabul edisinin izleri bulunabilir.
Loomba bu konuda söyle der : “Kolonyal ideolojilerle arasinda mesafe bulunan ya da bu
ideolojilere elestirel bakan edebi metinler bile, yerli edebiyatini degersizlestiren egitim
sistemleri yoluyla ve belli birtakim batili metinlerin daha üstün bir kültür ve degerin
isaretleyicisi olarak sunan Avrupa-merkezli elestirel pratikler araciligiyla, kolonyal
çikarlara hizmet etmeye elverisli hale getirilebilir.” 40
Batili efendinin kültürünün ve dilinin yüceltilmesi, ögrenmeye çalisanlarin kendilerini
ayricalikli görmelerine ve efendilerine benzemeye çalismalarina neden olmaktadir. Bu
da insanlarin kendi kültürlerinden uzaklasmasina ve bu kültürlere tapinmasina yol
açmaktadir. Fanon sömürgeci kültürün deger yargilarinin edinilmesinin bir yerli için
nasil abartildigini, kendini üstün görmek ve gösterebilmek için ç irpinip durusunu anlatir.
Bu durumda sürekli onay alma ve endise içinde yasamina devam eder. Kendi
kültüründen, kendinden kaçtigi için, kimligini hiçbir zaman olusturamaz.
2.1.2 Sömürgecilik Sonrasi Sorunlar ve Fanon
Emperyalizm ile elele giden sömürgecilik, sömürgeci yapilar ve bunu uygulayan Batili
ülkeler belli bir noktadan sonra sorgulanmaya baslanir. Sömürgeciligin insani hiçe sayan
bir sistem olusu sömürgecilige sicak bakan düsünürlerin her zaman kaçindigi bir
gerçektir. Fanon, ülkesinin ve halkinin basina Beyaz sömürgeci adamin gelisiyle neler
geldigini ve Beyaz adamin kovulmasindan sonra neler yasandigini ayrintili olarak
inceler. Sömürgecilerin çekilmelerinden sonraki süreci ve tehlikelerini yasadigi
dönemden örnekler vererek anlatir. Gerçekten de sömürgecilik sonrasi da sömürgecilik
zamanlarinda oldugu gibi toplumlari bekleyen pek çok tehlike ve tuzak vardir. Çünkü
ülkede esitçe yasamak istemeyen, halkini sömürmek isteyen yerel güçler de vardir.
40 Ania Loomba, a.e., s. 108.
77
Kargasa içindeki ülkede bir anda iktidari ele geçiren yerel güçler bundan yararlanmak
isterler. Ayni zamanda sömürgecilerinki gibi bir hayat sürmek ve bu olanaklardan
faydalanmak isterler. Marc Ferro da özgürlüge kavusan halklarin yeni bir düzen
dogacagini sandiklarini ama maalesef bunun gerçeklesmedigini, zaferin kahramanlari
olan askerlerin ve subaylarin siddet duygularinin, gururlarinin, güce kavusma
istahlarinin, sonunda iktidarin askerilesmesine neden oldugunu, eski esitsizliklerin
yerine baska esitsizliklerin dogdugunu söyler.41
Efendiyle mücadele sirasinda çekilen acilar, verilen sözler bir anda yerini kisisel
çikarlara birakir. Fanon, ulusçuluk ve milliyetçilik adi altinda, iktidar partilerinin ve ileri
gelen yönetici kesimin halktan yabancilastigini ve ihanet içine düstüklerini anlatir.
Halkin ve ülkenin önünü tikadiklarini, gelismesini önlediklerini, ülkeyi daha da
karisikliga dogru sürüklediklerini görür. Ülkeyi yönetenler, halki sömürülecek ötekilere
dönüstürürler. Sömürgeler yavas yavas sömürgeci isgalden kurtulmaya basladiklari
zaman iktidar kavgasi ve milliyetçi partilerin baskilari ve ulusalcilik adina yapilan
gösteriler ve istekler halkin esitligi ve refahi için büyük tehlikeler tasir.42 Sömürgecilerin
gitmesi, sömürünün bitmesi anlamina gelmez. Özgürlük, esitlik ve halkçilik bir yana
birakilarak, belli bir devlet ideolojisine, devlet baskiciligina, belli dini veya bölgesel
güçlerin lehine isleyen bir sisteme dogru gidilebilir. Iktidardakiler, küresel kapitalizmin
ve emperyalizmin zihniyeti dogrultusunda hareket ederler. Ülkeyi yönetenler kapitalist
güçlerin, isteklerini, emirlerini yerine getiren çikarcilar olurlar. Emperyalizme ve
Sömürgecilige karsi büyük savas veren Fanon, ulusçu, milliyetçi fanatizmin tehlikelerini
gören ve bunlari cesaretle elestiren bir düsünürdür. Said, Fanon’u söyle anlatir: “Fanon,
Ortodoks ulusçulugun izledigi yolun, otoriteyi ulusal burjuvaziye birakiyor gözükürken
gerçekte kendi hegemonyasini uzatan emperyalizmin açtigi yol oldugunu kavrayan ilk
büyük anti-emperyalizm kuramcisidir: Basit bir ulusal öykü anlatmak demek, yeni
emperyalizm biçimleri yaratmak, yinelemek, uzatmak demektir. Ulusçuluk,
41 Marc Ferro, Sömürgecilik Tarihi , çev: Muna Cedden, Imge Kitabevi, Ankara, 2002, s. 563. 42 Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, s. 150.
78
bagimsizliktan sonra kendi basina birakildiginda, kendi iç bos kabugunda çesitli
bölgecilikler halinde ufalanir.”43
Sömürgecilikten sonra ülkeye adaletsiz bir paylasim büyük bir yikimla gelir. Sömürge
sonrasi burjuva kendi diktatörlügünü kurar. Sömürgecilik döneminden önceki eski
anlasmazliklar, eski irksal nefretler tekrar ortaya çikar. Yabancilarin gitmesiyle bosalan
yerleri kapma kavgasi baslar. Said, Ikbal ahmed’in sözcükleriyle yeni iktidar patolojisi,
ulusal güvenlikçi devletlere, diktatörlüklere, oligarsilere, tek partili sistemlere yol
açtigini söyler.44 Fanon, ülkede egemenligi ele geçiren güçlerin iktidara geldikleri
zaman yavas yavas halkindan uzaklastigini ve sömürgecilerin sürdügü yasam tarzlarini
benimsemeye, lükse ve tüketime yöneldiklerini söyler: “Sömürge seçkinleri ile
sömürgeci burjuvazinin çikarlarinin kendilerininkilerle ayni oldugunu ve dolayisiyla
ortak huzur için bir anlasmaya varmanin zorunlu ve acil oldugunu ifade eder.”45
Direnis sirasinda, vatan ve milliyet üzerine pek çok sey anlatilmis, yüceltilmis ve bunun
için fedakarlik yapilmasi gerektigi anlatilmistir. Simdi de tekrar bir seyler vermesi,
fedakarlik yapmasi gereken yine halktir. Siyasal yönetici her zaman korku içinde su :
“Kendimizi biraz sikintiya sokalim ve çalisalim.”46 cümlesini tekrarlar durur. Bu
sloganlar her zaman vardir. Ilerlemek için Avrupa devletleri, sömürgeci ülkelerin
modelleri örnek alinir ve benzemeye çalisilir. Fakat bu gerçeklestirilmesi çok zor ve her
ülkeye uygulanabilir bir yöntem degildir. Fanon, genelde tüketim kisminin örnek
alindigini, azgelismis ülkelerin evrim sorununun böyle çözülemeyecegini, bunun dogru
ve mantikli bir yol olmadigini söyler.47 Fanon bu sorunun benzemeye çalisilmakla,
yalnizca tüketim kismina özenilmekle asilamayacagini, emperyal ülkelere bagimliligin
daha da çok artacagini, kölesi kalmaya devam edilecegini söyler. Sömürgecilik sonrasi
ortaya çikan tehlikeleri ve sorunlari analiz eden Fanon, ülkede gücü elegeçirenlerin de
43 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 402. 44 A. e., s. 392. 45 Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, s. 57. 46 A.e., s. 89. 47 A.e., s. 90.
79
en az sömürgeciler kadar tehlikeli ve esitligi kisitlayici bir duruma dogru yöneldiklerini
görür. Sömürgecilik sonrasinda, önceden abartilan, yüceltilen, tapinasi hale getirilen
degerlerden ve kisilerden kurtulunmasi gerektigini, baskentin, resmi kültürün, atanmis
önderin kutsal ve gizemli olmaktan çikarilmasi gerektigini söyler.48 Said, sömürgecilik
sonrasi elestirmenlerinden Fanon’un da üzerinde durdugu “ulusçu bilincin tuzaklari” adli
bölümünde olaylarin nerelere vardigini, ve gerçek tehlikeleri vurguladigini anlatir.
Fanon’un anlayisina göre ulusal bilinç, basarili zamanlarinda bir toplumsal, siyasal
bilince dönüsmedigi sürece, gelecekte kurtulusu degil, emperyalizmin yayilmasini
barindiracagini söyler.49 Fanon, sömürgecilikten sonraki iktidar ve halk arasindaki
iliskileri çözümler ve yönetenlerin halktan uzaklastigini, yabancilastigini, çikarlarin
önplana çikarildigini görür. Bunun nedeni ise kendi çikarlari için kitleleri milliyetçi
duygularla oyalamak, kör bir görüs açisina dogru itmektir. Kendileri de iktidar
olanaklarindan olabildigince yararlanmak hevesi içinde iktidarda kalmaya çalisirlar.
Ülkedeki yönetenler ve yönetilenler arasinda ulusalci parti kadrolari ile kitleler
arasindaki farklilik ve zitlik giderek artar. Isgal sirasinda ön plana çikarilan milliyetçilik
ve pek çok deger, iktidar ele geçince unutulur, çikarlar her seyin önüne geçer. Said,
Fanon’un üzerinde durdugu sömürgecilik sonrasi ulusçu, milliyetçi burjuvazinin iktidara
gelisiyle sömürünün el degistirmesi görüsüne kat ilir: “Ulusçuluk insanlari beyaz
efendilere karsi sokaga döktügünde, bu girisimin öncülügünü genellikle, kismen
sömürgeci güç tarafindan egitilmis ve bir dereceye kadar da o gücün ürünü olan
avukatlar, doktorlar ve yazarlar yapiyordu. Fanon’un iyiden iyiye kötüleyerek söz ettigi
ulusal burjuvazilerle onlarin uzmanlasmis seçkinleri, gerçekten de, sömürgeci gücün
yerine, eski sömürgeci yapilari yeni bir çerçevede çogaltan, sinif temeline dayali ve son
kertede sömürücü bir yeni güç koyma egiliminde olmustur.”50 Fanon, ülkede ortaya
çikan adaletsizligi, birbirinden yabancilasan ve ayri yasayan kesimlerin karsitliklarini,
olumsuzluklarini söyle siralar: “Köylülerin kente göçü, gecekondularin olusumu,
kentlilerin Avrupa tarzi bir yasama yönelmesi, bu iki kesim arasinda meydana gelen
48 A.e., s. 90. 49 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 395. 50 A.e., s. 335.
80
çatismalar. Sözü edilen karsitlik sömürgeciligin avantajlarindan dislanan sömürge ile
sömürgeci sistemden yararlanmayi basaran sömürge arasindakidir.”51 Bu olaylara,
Bati’ya öykünen az gelismis ve gelismekte olan ülkelerde sik sik rastlanabilmektedir.
Fanon, bu arada iktidara gelenlerin kendi çikarlarinin pesine düstüklerini, yönetilenler
ile aralarindaki karsitligin ve bölünmenin arttigini söyler. Çok geçmeden, ulusal
burjuvazi sömürgecinin kullandigi baski araçlarini devreye sokar: “Ulusal burjuvazi,
eski sömürgecilik geleneklerine yönelerek, asker ve polis güçleriyle gövde gösterisi
yapar, sendikalar ise kitlesel gösteriler düzenler ve onbinlerce üyesini harekete
geçirir.”52
Fanon, azgelismis ülkelerde Bati’daki gibi bir burjuvazinin olamayacagini, burjuva
asamasinin neredeyse olanaksiz oldugunu ve Bati tarzinda olmayan bu ulusal
burjuvazinin yapabilecegi tek seyin sömürgeciler ile isbirligi yapmak, bagimliliga
devam etmek ve kendi çikarlari dogrultusunda hareket etmek oldugunu söyler. 53 Ülkede
gücü elinde bulunduranlarin sömürgecilerin biçtigi rolün disina çikamazlar: “Ulusal
burjuvazi Bati burjuvazisinin subesi olmak rolüyle yetinecek ve rolünü sonuna dek
onurlu bir biçimde hiçbir kompleks tasimadan oynayacaktir.”54 Bu olusan sistemde, ha lk
giderek daha da fakirler, zitlik ve adaletsizlik giderek artar: “Sömürge ülkelerde zevk ve
sefaya düskünlük egilimi burjuvaziye egemendir. Bunun nedeni de, psikolojik alanda,
ulusal burjuvazinin kendisini, düzeyine ulasmamis oldugu Bati burjuvazisiyle
özdeslestirmesidir.” 55 Bati tarzi yasama ve lükse özenen burjuvazi, üretmeye özenmez,
tüketmeye, taklit etmeye özenir. Batili efendilerinki gibi bir yasam pesinde kosar.
Genelde tüketim yönü örnek alinir, üretmeye, çalisma ya önem vermeyen, gününü gün
etmek isteyen bir seçkinler grubu olusur. Fanon, Bati burjuvazisinin gerçeklestirmis
oldugu ilk atilim ve bulus asamalarina ulasmis olmaksizin, onun olumsuz ve çürümüs
51 Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, s. 107. 52 A.e., s. 117. 53 A.e., s. 163. 54 A.e., s. 145. 55 A.e., s. 145.
81
yönünün örnek alindigini söyler.56 Çürümüslük, soygun devam eder, ülke için her türlü
fedakarligi isteyen yönetenler çaldigi paralari dis ülkelerde saklarlar. Özellikle
bagimsizliktan hemen sonraki yillarda, burjuvazi yerli topragindan elde ettigi kazançlari
yabanci bankalara yatirdiklarini söyler. ”57
Esitsizligin sürdügü toplumlarda sik sik yapilan, ülkeyi daha da kötü duruma sokan, borç
batagina saplayan bu yolsuzluklardir. Böylelikle, ülke bir kaç kisinin çikari ve
açgözlülügü yüzünden dis güçlere daha da bagimli hale getirilir. Dis ülkelerde ise bu
durum ve ülkenin bu imaji alay konusu edilir. Öteki durumuna düsürülen, hep zor
durumda olan, kendini savunamayacak olan , güçsüz olan halktir. Çikarlar sözkonusu
oldugu zaman vatanseverlik, milliyetçilik, esitlik, özgürlük gibi degerler bir yana
birakilir ve o atesli görüsler silinir gider. Olusturulan sistem ve devlet belli kisilerin
çikarlari için çalisir hale getirilir: “Kurulan devlet güven vermeyen, sürekli düsmanlik ve
zorlamalarla isteklerini dayatan bir sistemi yerlestirir. Gücü ve tutarliligiyla herkese
güven vermesi, silahlandirmasi ve rahatlatmasi gereken devlet, tersine kendisini
gösterisli yöntemlerle dayatir, halki itip kakar, ezer ve böylece de yurttasta kendisinin
her an tehlikede oldugu hissini uyandirir. Tek parti, burjuva diktatörlügünün maskesiz,
boyasiz ve sinsi olan modern tarzidir.” 58 Fanon, devleti yönetenlerin ihanetini vurgular
ve bunun sonucu meydana gelen baskici ve yasaklayici devlet düzeninden, Latin-
Amerika’da basari kazanmis olan fasizmin, bagimsizlik döneminde yari sömürge olan
devletlerin diyalektik sonucu oldugundan bahseder.”59 Ulusçu düsünceler ve iktidara
gelenlerin yarattigi baskici ve esitligi yok eden yönetim tarzlari pek çok umudu da yok
eder. Said bu konuda söyle söyler : “Devrimleri desteklemenin ne denli bosuna, iktidara
gelen yeni rejimlerin ne denli barbar old ugunu ve – asiri bir uç olarak da –
56 A.e., s. 145. 57 A.e., s. 147. 58 A.e., s. 155. 59 A.e., s. 161.
82
sömürgelikten çikisin “dünya komünizmi” ne yaradigini isitmeye ve okumaya
basliyorduk.”60
Direnis sirasinda ugruna savasilan degerlerin yerini Bati’nin degerleri alir. Sömürgeci
ülkeler model olarak alinir ve uzmanlar da genellikle bu ülkelerden Bati’nin sistemini
kurmak için gelir. Ülkeyi yönetenler Bati tarzi lüks yasama özenerek kaynaklari kendi
çikarlari yönünde kullanmaya yönelirler. Yoksulluk ve esitsizlik bu durumda daha da
artar. Fanon çözümün savasmakla olacagin i, siddet uygulayan sömürgecinin karsisina
baska türlü çikilamayacagini, siddetin ancak kendisinden daha büyük bir siddet
karsisinda egilecegini söyler ve bu yüzden elestirilir. Ama sömürgecilerin siddeti ve
katliamlari pek anlatilmaz. Ülkeyi isgal eden sömürgecinin amaci bu topraklarin sahibi
olmak ve yerli halki ezerek yasamaktir. Fanon’un siddete dayali çözümden yana
olmasinin nedenlerinden birisi de sömürgecinin uyguladigi siddet yüzündendir. Ama bu
üzeri kapatilan bir gerçektir. Sömürgeciligin kanla yazilmis tarihi de unutturulmaya
çalisilan bir gerçektir.
2.2. Irkçilik ve Öteki
Baudrillard, irkçiligin, farkli olanin yakinlastigi, bir tehdit olarak hissedildigi zaman
ortaya çiktigini söyler : “Öteki öteki oldugu, yabanci kaldigi sürece irkçilik yoktur.
Öteki farkli hale geldiginde, yani tehlikeli biçimde yakinlastiginda irkçilik ortaya
çikmaya baslar. Ötekini uzakta tutma meraki da bu noktada uyanir.”61
Insanlar arasinda türlü biçimlerde ayrimciligin yapilmasi için mutlaka “irk” kavraminin
kullanilmasi gerekmez. Insanlarin farkli, asagi, bagimli, üstün oldugu kabul edilerek
siniflandirilmasi, bilimsel denilen yasalarla sinirlandirilmasi günümüze kadar gelmis ve
etkilerini sürdürmeye, olumsuz sonuçlara yol açmaya devam etmektedir. Irklari
60 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 69. 61 Jean Baudrillard, Kötülügün Seffafligi, çev: Isik Ergüden, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 2004, s. 131.
83
degismez kurallarla sinirlandirmak, belli yetersizliklere mahkum etmek için üretilen
kuramlarin ne kadar keyfi, önyargili ve bos olduklari ortaya çiksa bile beyinlerde
olusturdugu önyargilar bugün bile silinmemistir. Insanlarin, irklarin birbirlerine düsman
kalmalarina neden olmaya devam etmektedir. Halklar arasinda ayrim yapmak, onlari
dislamak, irksal özelliklere göre yeteneklerin olustugunu iddia etmek günümüzde de
kültürler arasindaki sorunlarin basinda gelmektedir. Irklari asagi veya üstün gibi bir
siraya sokmaya çalisan çesitli kuramlarin bugün bile etkisini sürdürmesi, ayrimcilik
yapanlarin çoklugu, konunun hala ne kadar tehlikeli ve sorunsal oldugunu
göstermektedir. Loomba, irk ayriminin yalnizca fiziki nedenlerden dolayi olmadigini, bu
ayrimciligin her türlü farkliliga kadar uzandigini söyler: “Irksal kimligin birincil
gösterenin ten rengi oldugu düsünülse de, gerçekte irksal kimlik dinsel, etnik, dilsel,
ulusal, cinsiyet ve farkliliklar konusundaki algilar tarafindan sekillendirilir.”62
Lévi-Strauss, irk ya da uygarlik farki gözetmeksizin, insan türünün tüm biçimlerini
kapsayan insanlik kavraminin çok geç ortaya çiktigini ve yayilmasinin sinirli oldugunu
söyler.63 Kendisini diger halklardan üstün gören toplumlar tek bir baslik altinda,
“insanlik” basligi altinda tanimlanmak ve görülmek istemezler. Çünkü mutlaka
biyolojik olarak da bir farkliliga, bir üstünlüge sahip olmalari gerekir. Bu yüzden,
üstünlüklerini mesrulastirmak, biyolojik farkli özelliklerin var oldugunu göstermek için
bilimsel kanitlar bulmaya çalisirlar. R. Bernasconi “irk” teriminin ilk defa çagdas
anlamiyla on yedinci yüzyilin sonunda kullanildigini, üzerinde genelde uzlasilmis
oldugunu ve 1864 yilinda yayimlanan ve bugün genellikle François Bernier’e atfedilen
anonim bir kitapta dört ya da bes degisik insan tipinin var oldugunun kabul edildigini
söyler.64 Lévi-Strauss, “irk” kavraminin kullaniminin pek çok sorun içerdigini, çok
62 Ania Loomba, a.e., s. 146. 63 Claude Lévi-Strauss, Irk, Tarih ve Kültür, çev: Haldun Bayri, Istanbul, Metis Yayinlari, 1997. s. 43. 64 Robert Bernasconi, Irk Kavramini Kim Icat Etti ?, çev: Zeynep Direk, Metis Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 35-36.
84
sayida antropologun bu kavrami kullanmayi açik ve kesin olarak reddetmesinde sasirtici
bir sey olmadigini söyler.65
Toplumlarin olusum ve gelisim süreçlerini inceleyen bilimler, genelde Bati’yi merkez ve
olmasi gereken model olarak ele almislardir. Bati’nin deger yargilari ve ölçütleriyle,
Bati’dan farkli yönde ve hizda gelisen, farkli özellikler tasiyan kültürlere, toplumlara
önyargiyla yaklasmislar, bizden asagi ve yeteneksiz gibi ifadeler kullanarak toplumlari
bu sekilde açiklamaya ve siniflandirmaya çalismislardir. Bu yüzden pek çok bilim adami
ve kuram irklarin üstünlügüne ve asagiligina inanmis, toplumlari bu ölçütlerle
açiklamaya çalismislardir. Bu azgelismis diye saydiklari toplumlari gelistirmek,
uygarlastirmak Batili ülkelerin görevi olarak görülmüs, Bati sömürgeciligine ve
emperyalizmine bir bahane olarak gösterilerek destek verilmistir. Pek çok bilim adami
ve düsünür de bu emperyalist ve sömürgeci yayilmaciligi, uyguladigi siddeti
elestirmemis, görmemezlikten gelmistir. Asil amacin çikar ve sömürü oldugu hep
saklanmaya çalisilmistir. Said irk kuramlarini ve sömürgecilikle iliskisini söyle
yorumlar: “Irk kurami, ilkel kökenlere ve ilkel dönem siniflamalarina dair görüsler,
modern yozlasma, uygarligin ilerlemesi, beyaz (ya da Ari) irklarin kaderi, sömürge
topraklarinin gerekliligi: Tüm bunlar özel bir bilim-siyaset-kültür bilesiminin
ögeleriydiler; bu bilesimin yöneldigi hedef, neredeyse istisnasizcasina, Avrupa’nin ya da
bir Avrupa irkinin, insanligin Avrupali olmayan kesimleri üzerinde egemenlik kurmasini
saglamakti hep.”66.
Bilimsel ve siyasi olarak desteklenen Avrupa sömürgeciliginin gerekliligi sömürülen
halklara da benimsetilmeye, inandirilmaya çalisilir. Siyasal, kültürel ve bilimsel olarak
Avrupalinin üstün oldugu iddiasi, daha kolay egemenlik kurmak için yayilmaya çalisilir.
Irkçi düsünceler ve söylemler pek çok ünlü düsünürün, bilim adaminin bilimsel sayilan
eserlerinde yer alir ve keyfi sayilacak yargilariyla desteklenir. Çogu düsünür, bilim
65 Claude Lévi-Strauss, a.e., s. 67. 66 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 244.
85
adami bu kültürler arasindaki farkliliklari açiklayabilmek ve kendi bagli bulundugu
kültürü üstün göstermek için irkçi, ayrimci yargilara yönelir. Gaston, ilkellerin
incelenmesinin sosyal bilimler için önemini ilkin Thuydides ve Vico’nun gösterdigini,
17. ve 18. yüzyilda gezi hikayeleri ve ülkeler halklarinin töreleriyle ilgili tartismalarin
büyük bir yayginlik kazandigini, Afrika, Amerika, sonra da Okyanusya ilkellerinin
Ortaçag’da ve 16. yüzyilda önce korku ve tiksintiyle anlatildigini söyler. 67 Degersiz ve
asagi gösterilen bu halklar, çesitli kurumlar tarafindan da onaylanir ve desteklenir.
Iktisat bilimi, tarih, antropoloji, dilbilim ve daha pek çok bilim dali bilimsel olarak
gösterdigi kanitlarla öteki’nin olumsuz özelliklerini sabit hale getirirler. Ania Loomba,
antropolojik çalismalarin Avrupali olmayan halklarin geri, ilkel, ilgi uyandiran, hatta
kimileyin “soylu” insanlar olduklari ama yine de Bati medeniyetinin ürünlerinden daima
farkli olduklari varsayimina yaslandigini söyler.68 Said için bu çalismalar üstünlük
kurma ve çarpitma yönündedir: “Bu çerçevede, Avrupa ve ABD’deki antropoloji, tarih
ve kültür incelemelerinin egilimi, kendi tarihsellestirici ve bilimsellestirici gücü
sayesinde dünya tarihinin bütününü, tarihi “bulunmayan” halklar ve kültürler için ya
tarih eksilten ya da – sömürgecilik sonrasi dönemde – tarih kuran bir tür batili üstün-
özne tarafindan görülebilen bir tarih olarak ele almaktadir.”69
Pek çok tarihçi ve antropolog bu görüsün disinda pek bir sey söylememis, olumsuz
genellemelerine devam etmistir. Lévi-Strauss, Bati’nin ötekileri tanimlamak,
siniflandirmak, belli kliselere mahkum etmek için ugrasini ve antropoloji dalinin
hatalarini söyle anlatir: “Ancak, antropolojinin ilk günahi, salt biyolojik olan irk
kavramini (bu sinirli alanda olsa bile nesnellik iddiasinda bulunabilen söz konusu karsi
modern genetigin itirazini gözönüne almak gerekir.) ile kültürlerin sosyolojik ve
psikolojik olusumlarini birbirine karistirmakta yatar.”70
67 Gaston Bouthoul, Sosyoloji Tarihi , çev: Afsar Timuçin, Gelisim Yayinlari, Istanbul, 1975, s. 95. 68 Ania Loomba, a.e., s. 68-9. 69 Edward Said , Kültür ve Emperyalizm, s. 80. 70 Claude Lévi-Strauss, a.e. , s. 20.
86
Hume, Locke, Ernast Renan, Hegel, Kant, Herder, Marx, Engels, James Mill ve daha
pek çok düsünür halklarin asagiliklarini anlatirken onlarin degismez ruhsal kötü
özelliklerinden bahsetmekten de geri kalmazlar. Halklarin yeteneksizliginden, ruhsal
olarak kötülüklerinden bahsederler ve bunu irksal özelliklere indirgerler. Loomba, irk
farkliliklari ideolojilerinin, bilimin söylemine dahil edilmeleriyle birlikte sorunun
arttigini, bilimin, her insan grubunun biyolojik özelliklerinin, bu grubun psikolojik ve
toplumsal niteliklerini belirledigini kanitlama iddiasinda oldugunu söyler. 71
Bati kendini üstün göstermek için kültürel, teknolojik ayni zamanda biyolojik olarak
göze çarpan ne varsa ön plana çikarmis, irklari birbirinden ayirabilmek, kendi irkini üst
bir yere tasiyabilmek için biyolojik temeller, özellikler arayip durmustur. Ania Loomba
bilimin de bu önyargi ve kliseleri olumlamak için nasil kullanildigini söyle anlatir :
“Bilim, irksal karakteristikleri kafatasi ve beynin büyüklügü ya da yüz açilari ve genler
gibi biyolojik farkliliklara atfederek ve bu etkenler ile toplumsal ve kültürel nitelikler
arasindaki baglantilar üzerinde israrla durarak “yabanillik” ve “medeniyet”i sabit ve
süreklilik arz eden kosullara dönüstürdü.”72 Lévi-Strauss kültürler arasinda farkliliklar
olabilecegini, ama bunun nedeninin fiziki veya anatomik yapilardan kaynaklanmadigini
söyler : “Eger böylesi bir özgünlük varsa- ki varligi süphe götürmez – bu, siyah, sari ya
da beyazlarin fizyolojik veya anatomik yapilarina bagli yeteneklerinden degil,
sosyolojik, tarihsel ve cografik kosullardan ileri gelmektedir.”73 Insanlarin yasadigi
cografi kosullar da toplumsal kosullari, yasam biçimini etkiler. Levi-Strauss, belli bir
irkin yalnizca belli bir kültürü üretebilecegi kanisinin önyargilardan baska bir sey
olmadigini belirtir. Yapilan en büyük yanlislardan birisi de, belli irklarin yalnizca belli
kültürler üretebilecegi görüsüdür. Ayni irk çok farkli kültürler, yasam sekilleri üretebilir.
Lévi-Strauss, irklarin ve kültürlerin birbiriyle karsilastirilamayacagini, çok farkli
kültürlerin ayni irk sinifinin içinde görülebildigini söyler: “Kültürlerin sayisi irklara
oranla çok daha fazladir; birisi binlerle, digeriyse yalnizca birimlerle ölçülür; ayni irktan
71 Ania Loomba, a.e., s. 140. 72 A.e., s. 142. 73 Claude Lévi-Strauss, a.e., s. 20.
87
insanlarin yogurdugu iki kültür, irk olarak birbirinden uzak iki toplulugun kültürleriyle
ayni oranda, hatta daha da farkli olabilir.”74
Bati’nin dünyanin diger bölgelerine olan üstünlügünü anlatan ve bunu perçinlemeye
çalisan önyargili ve irksal özelliklerin üstünlügüne dayanan çesitli görüsler, bilimsel
görüslerle, kuramlarla da desteklenir. Evrensel ve tarihselci kuramlar Bati ile öteki
ülkelerin bu farkliliklarini açiklayabilmek için kendilerine göre çesitli görüsler sunar.
Pek çok kuram bu çeliskili dur umlara farkli yorumlar getirir. Jorge Larrain bu kuramlari
belli yönlerden sakincali ve tarafli bulur. Sonuçta bu kuramlarin farkliliklari abarttigini,
Bati disindaki diger kültürlerin hiçbir zaman Bati’ya ulasamayacaklarini, kendi yönünde
geliseceklerini ya da öteki’ni asagilayarak degersiz ve tabi kildiklarini belirtir:
“Modernizmin evrensel kuramlari Öteki’ne Avrupali akilci özne açisindan bakar ve tüm
farkli kültürleri kendi birligine indirger, tarihselci kuramlar da “öteki”ne kendi tek ve
özgün kültürel yapisi açisindan bakmis ve farklilik ile bölünmüslügü öne çikartmistir.”75
Modernizmin kökeninde bulunan Akil ile ideolojinin yakinliginin diger kültürlerin ele
alinisini ve öteki’nin olusumunu dogrudan etkiledigini ve özeli genele indirgeyerek
farkliliklari yok saydigini söyler. Tarihselci kuramlarin da farkliliklari çok abarttigini ve
insani açidan daha asagi olarak tanimladigini söyler: “Evrensel kuramlar “öteki” nin
farkliliklarini anlayamadiklari için onu kabul etmeyebilirler, tarihsici kuramlar is e,
ötekini ayri, asagi bir olusum olarak degerlendirdikleri için gözardi edebilirler.” 76
Pek çok düsünür ve iktisatçi bazi toplumlarin niçin geride kaldigini, Bati’nin niçin bu
kadar ilerledigini açiklayabilmek için irksal özellikleri ön plana çikararak kuramlarinin
temelini olustururlar. Bu kuramlar ve yazilar Öteki saydiklari sömürgeleri asagi,
yeteneksiz, irksal özellikler açisindan Avrupa irkinin çok gerisinde olarak kabul ederler.
74 A.e., s. 21. 75 Jorge Larrain, a.e., s. 196. 76 A.e., s. 18.
88
Bagimli ve kendi baslarina gelisemez diye nitelenen bu halklarin gelisebilmesi ve
uygarlasabilmesi için sömürgeciligin bir yerde zorunlu oldugu savunulur. Bu görüsler
Ötekiler’in degersiz ve bagimli oldugu konusunda büyük bir kaynak olusturur. Said,
Dogu ve Islam hakkindaki bu söylemlerin her yere yayildigini ve çok güçlü olumsuz
imgelerle dolduruldugunu, irkçilikla, kültürel kliselerle, siyasal emperyalizmle,
Araplarin ya da Müslümanlarin maruz kaldiklari insandan sayilmama ideolojisiyle
olusan agin gerçekten çok güçlü oldugunu söyler.77
Irklarin ayrimina renklerin farklilig i ve üstünlügü de katilir.Çünkü herkesin çok kolayca
görebilecegi ve ayrim yapabilecegi bir seydir bu. Renkler ayni zamanda o irkin
üstünlügünü gösteren bir isarettir sanki. Ania loomba da “irk” kavraminin on sekizinci
yüzyilda Batili bilimin ürünü olarak ortaya çiktigini, Avrupa’da yüzyillarca deri
rengindeki farkliliklarin ve nedenlerinin tartisildigini söyler.78 Gobineau da insanlarin
derilerinin renklerinin aslinda her seyi yansittigini söyler ve gelismelerinin ya da geri
kalmalarinin nedenlerini buna baglar. Insanlari renklerine göre asagi veya üstün diye
siniflandirir ve irkçiliga yönelir. Loomba, Gobineau’nun irk ile ulus arasindaki
baglantilari nereye kadar götürdügünü söyle belirtir: “Bilimsel irkçilik, kültürel
olusumun ve tarihsel gelisimin arkasinda yatan nedenin irk oldugunu bildiren varsayimi
on sekizinci yüzyildan itibaren saglamlastirdi. Bu artyöre çerçevesinde, uluslar
genellikle biyolojik ve irksal yüklemlerin disavurumu olarak görülür. Irk ile ulusun
birlestirilmesi, fasist ögretileri dile getiren Gobineau ve baska yazarlarin eserlerinde
bilhassa güçlüydü. ”79 1853’te Gobineau, Insan Irklarinin Esitsizligi Üzerine Deneme
adli kitabinda irklari çesitli nedenlere göre ayirir ve siniflandirmaya çalisir. Toplumlarin
ilerlemesinin veya geri kalmasinin nedenlerini bu irksal özelliklere baglar. Ona göre
üstün ve asagi irklar vardir ve toplumlarin ilerlemesinin veya geri kalmasinin nedeni bu
irksal özelliklerdir. Irklarin melezlesirse giderek çökecegine inanir. Irklari beyaz, sari,
siyah diye üçe ayirir. Siyah irk en alt basamakta yer alir, düsünme yetenegi sinirli, 77 Edward Said , Sarkitayçilik, s. 36. 78 Ania Loomba, a.e., s. 84. 79 A.e., s. 143.
89
hemen hemen sifir olan bir irktir. Sonra Sari irk, en tepede de Beyaz irk vardir. Beyaz
insanin üstünlügü Akildan, güzellikten ve güçlülükten gelir. Diger irklarda olmayan
Beyaz insanin medenilestirici bir özelligi vardir. Uygarlasmaya ancak Beyaz insan
yeteneklidir, digerleri pek ilerleyip gelisim gösteremezler.80 Bu asagi irklarin ruhsal
olarak özelliklerini belirtmekten ve bunu genellemekten de geri kalmaz Gobineau. Bu
görüsler daha sonra pek çok irkçi düsünceye ve ayrimci eyleme de kaynaklik edecektir.
Bu konuda Gasthon’un açikladigi görüsler ilginçtir: “Gobineau’nun kuramlari, kuram
düzeyinden siyasi ögreti düzeyine geçerek dünyayi kana bulayan abartmalarin çikis
noktasi oldu ve Gobineau’nun çömezi Vacher de Lapouge’a su peygamberce sözleri
söyletti : “On bes yirmi yil sonra milyonlarca insan kafa ölçütlerindeki küçücük
ayriliklardan giderek birbirini bogazlayacak ” 1900’da bu öngörüye gülüp geçtiler...”81
Loomba, irksal olarak üstünlük iddiasinda olan kuramlarinin çogunda bazi islerin
yalnizca belli irklara mahsus oldugu fikrini ve yalnizca bu irklarin basarabilecegini
dayattigini söyler: “Bir kolonyalist beyaz irklarin üstünlügünün açikça siyahlarin
sonsuza dek ucuz emek ve köle olarak kalmalari gerektigini ima ettigi’ni savunmustur.
Böylelikle insanlarin belli kesimleri irk bakimindan dogal isçi siniflari olarak
tanimlandi.”82
Fiziki antropolojinin babasi kabul edilen Johann F. Blumenbach (1752-1840) kafatasi
kuramini bilime tanistirmistir. Ilk defa ”Kazak” terimini kullanmis, insanlari hem fiziki
kabiliyetlerine göre hem de ahlaki niteliklerine göre irksal bir siralamaya sokmustur.
Insanligi bes ayri sinifa ayirmis, en tepeye Beyazlari, en asagiya Siyahlari koymustur.
19. yüzyilda irk bilimcileri “Kazak” terimini Avrupalilar için esanlamlisi olarak
kullanmislardir.83 Üstün bir irkin varoldugunu bilimsel olarak kanitlamak için uzun bir
süre dolikosefal kafatasi yapisi brakisefal kafatasi yapisina oranla üstün gösterilmeye
80 Gobineau , Essai sur l’inégalité des Races, (Çevrimiçi) http://www.Sosracisme35.free.fr/documents/doctrines _racialistes.doc 24 Nisan 2003. 81 Gasthon Bouthoul, a. e., s. 88. 82 Ania Loomba, a.e. s. 151. 83 Johann F. Blumenbach, On the natural variety of Mankind in the Anthropological Treaties , (Çevrimiçi) http://www.geocities.com/ru00ru00/racismhistory/intropage.html, 12 Temmuz 2004.
90
çalisilmis, çesitli kuramlar üretilmistir. Bu ayrim özellikle kara derililerin arasinda da
pek çok dolikosefal kafatasi yapisi varoldugu anlasilana kadar sürmüstür: “Bazilari
irklari ayirmak için kesin bir belirti öne sürdüler: bu, ünlü dolikosefal ve brakisefal
insanlar ayrimidir; bu ayirim, kuzey irkinin disinda, özellikle karaderililer arasinda
birçok dolikosefalin bulundugu anlasilana kadar çok tuttu. ”84 Fakat irklarin, kültürlerin
üstünlügü ve asagiligi konusunda sanilandan çok daha fazla kuram yazilmis, çesitli
kanitlar aranmis, her türlü yola basvurulmustur. Gustave Le Bon da halklarin
evrimlerindeki kurallardan bahseder ve çesitli sinirlamalar getirerek çogu halki bagimli
hale getirir. Levis-Strauss Mit ve Anlam adli yapitinda antropolojik arastirmalarin
sonuçlarinin insan zihninin her yerde bir ve ayni yetilere sahip oldugunu gösterdigini ,
ama bu yetilerin yalnizca küçük bir bölümünün kullanilabilecegini ve dogal olarak bu
bölümün her kültürde farkli olacagini, bu yüzden ayri ayri kültürler ve deger yargilari
varoldugunu söyler. Irklarin birbirinden biyolojik olarak asagi ve yetersiz oldugunu
göstermek ve bunu mesrulastirmak üstünlük kurma rüyalarini daha da kolaylastiriyordu.
Diger halklarin geriligini bilimsel bir temele oturttuktan sonra geriye yaslanip oturmak
ve ayni kliseleri tekrarlamak çok büyük bir kolaylik saglayacakti. Ötekilere, sizin böyle
olmakta suçunuz yok çünkü biyolojik olarak dogustan sinirli ve yetersizsiniz, bir gelisim
gösterebilmeniz imkansiz denecekti. Said bu noktada uzlasmaya varildigini söyler: “On
dokuzuncu yüzyil baslarinda, Sark’in geriligine, yozluguna, Bati’nin esiti olmadigina
dair tezlerin en kolay bütünlestikleri fikirler, irksal esitsizligin biyolojik temellerine
iliskin fikirlerdi. Bu fikirlere, irklarin gelismis ve geri irklara ya da Avrupali-Ari ve
Sarkli-Afrikali irklara bölünmesinin “bilimsel” geçerliligini ön plana çikarmis gibi
görünen bir Darwincilik türevi eklendi. ”85
Evrimci kuramlar da toplumlari ayni yollardan geçerek ilerleyeceklerini, “ilkel”
durumdan “uygar” duruma dogru gideceklerini söylüyorlardi. Bati da ulasilmasi gereken
“uygar” konumu temsil ediyordu hep. Bu konuda, irkçiligi ve üstün oldugunu savunan
84 Gasthon Bouthol, a.e., s. 89. 85 Edward Said, Sarkiyatçilik, a.e., s. 218.
91
Bati’nin Sark’a bakis açisini söyle anlatir Said : “Farkli biçimlerde geri, yoz,
uygarlasmamis, gecikmeli diye nitelenen diger tüm haklarla birlikte sark halklarina da,
biyolojik belirlenimcilik ile ahlaki-siyasal ögütlerden olusmus bir çerçevede bakiliyordu.
Böylece Sarkli, Bati toplumunun, ortak kimlikleri en iyi “acinasi yaban” diye
tanimlanabilecek ögelerine (suçlulara, delilere, kadinlara, yoksullara) baglanmis
oldu.”86
Bati disindaki halklar hakkindaki olumsuz ve irkçi görüsleri olumlamak için kanit
toplaniyor ve asagilayaci söylemler yayginlastirilmaya çalisiliyordu. Görüldügü gibi
insanin çesitli irklara bölünmeleri ve bu irksal farkliliklara yapilan abartili yakistirmalar
güçlünün güçlüyü ezmesi ve sömürmesi için bir araca dönüstürülmüstür. Ania Loomba,
algilanan ya da kurulmus irk farkliliklarinin, kolonyalist ve/veya irkçi rejimler ve
ideolojiler tarafindan çok gerçek esitsizliklere dönüstürüldügünü söyler.87 Amaç
üstünlük kurma, elegeçirme, kontrol altinda tutma oldugu için her türlü yöntem, baski,
siddet uygulanabiliyordu. Baudrillard, diger kültürlerin kendi halinde yasarken Bati gibi
merkezci bir iddialarinin olmadigini söyler: “Diger kültürler ne evrensellik ne de
farklilik iddiasinda bulundular (en azindan bir tür kültürel afyon savasi içinde bu onlara
asilanmadan önce böyleydi). Onlar özgünlükleriyle, ayriksiliklariyla, ayinlerinin,
degerlerinin indirge nemezligiyle yasarlar.” 88 Bati’nin degerleriyle tanismadan ve etkisi
içine girmeden önce pek çok toplum kendi yönünde gitmekte ve kendi degerlerini
yasmaktaydi. Emperyalist ve sömürgeci müdahale bu toplumlarin da yapisini bozdu ve
onlara Bati gibi olmayi dayatti.
2.2.1. Bazi Taninmis Düsünürler ve Irkçi Düsünceleri
Batili pek çok düsünür, aydinlanmis diye saydiklari uluslari üstün bir irka sahip olanlar,
Bati’ya göre gelisim gösteremeyen uluslari da barbar, asagi bir irka sahip olanlar diye 86 A.e., s.219. 87 Ania Loomba, a.e., s. 148. 88 Jean Baudrillard, Kötülügün Seffafligi, çev: Isik Ergüden, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 2004. s. 135.
92
ayirir. Bu asagi toplumlarda yasayan insanlar, tembellige egilimli, pasif, kendi baslarina
gelisemeyen, irksal olarak da asagi türden insanlardir. Avrupa ülkelerinin de görevi bu
barbar toplumlarin uygarliga ulasmalarina yardim etmektir. Iskoçyali filozof ve tarihçi
David Hume, halklari bir biriyle karsilastirir ve Bati’nin ve Beyaz adamin ne kadar ileri
gittigini irksal özelliklerle iliskilendirerek açiklamaya çalisir. Zencileri ve diger tüm
insan türlerini Beyaz insanin asagisinda görür. Beyazlardan baska herhangi bir toplumda
uygar bir ulusun olmadigini, ne eylem olarak ne de düsünebilme yetisi olarak seçkin bir
bireyin bile olmadigini söyler. Bu irklarin ne sanatta ne de bilimde yaraticiliklari yoktur.
Koloniler disina çikmis, Avrupa’ya yayilmis Zenci köleler oldugunu ama hiçbirisinin
yaraticilik belirtisi gösteremedigini söyler.89
Montesquieu de insanlarin esitligine inanir ama despotizmin sicak ülkelerde daha fazla
oldugunu, Kuzey ve Güneydeki insanlar arasinda ayrimcilik yaparak açiklamak ister.
Kuzey iklimlerinde çok az kötülük, pek çok erdem ve saygi bulunacagini, Güneye dogru
gidildikçe ahlaktan uzaklasildigini söyler. Tutkular giderek daha da kötülesir ve pek çok
suça dönüsür. Asiri sicaktan vücut tamamen güçsüz kalir. Bu yüzden, boyun egme ruha
geçer ve insanlari ilgisiz olmaya sürükler ve soylu girisimler için isteksiz birakir.90
Voltaire de uluslarin bir siniflamasinin sonucu olarak, Zencilerin diger insanlarin kölesi
oldugunu söyler. Kendi çocugunu satan bir kisinin alan kisiden daha çok kinanacak kisi
oldugunu, bu ticaretin beyazlarin, yani Avrupalinin daha üstün oldugunu gösterdigini
söyler.91
Marx ve Engels ezilen halklarin üzerine pek çok sey yazmalarina ragmen, Bati’yi
merkez alarak, üstün tutarak Bati disindaki gelisemeyen toplumlari asagi bir konuma
indirgeyerek yazmaktan geri kalmamislardir. Said, Engels’in de diger halklar hakkinda
89 David Hume, Of national characters. in Essays: Moral, Political and Literary, (Çevrimiçi) http://www.engl.virginia.edu/~enec981/dictionary/03humeK1.html, 10 Nisan 2004. 90 Charles de Secondat, Baron de Montesquieu, De l'esprit, 2, p.562] (Çevrimiçi) http://www.lawmart.com/library/lb -spirit.shtml , 10 Nisan 2004. 91 François Marie Arouet Voltaire, Essai sur les moeurs (An Essay on Universal History)] (Çevrimiçi) http://www.geocities.com/ru00ru00/racismhistory/intropage.html, 12 Nisan 2004.
93
söylediklerinin sömürgeci Fransiz söylemlerinden pek farkli olmadigini gösterir :
“Engels, 17 eylül 1857’de Cezayir Magriplerinden, ezilmis olduklari için “utangaç”,
ancak “bir yandan törel özellik açisindan çok asagida, bir yandan acimasizlik ve kincilik
özelliklerine yine de koruyan bir “irk” diye söz ederken sömürgeci Fransiz ögretisini
yinelemekten baska bir sey yapmadigini söyler. 92 Onur Bilge Kula, Bati düsününde
Türk ve Islam Imgesi adli kitabinda Marx ve Engels’in Türkler hakkinda yazdiklarini
inceler ve bu söylemleri yorumlar. Yazilanlar genelde Türkiye ve Türkler hakkinda belli
önyargilar ve düsmanlik içerir. Engels, yazilarinda sürekli akil veren bir üslupla
yazmakta, asagilayici kelimeler kullanmaktan kaçinmayarak üstün bir irkin
mensubuymus gibi konusmaktadir. Kitaptan birkaç cümle ve yorum söyledir: “Marx ve
Engels’in savi uyarinca, Bizans/Yunan “Bati uygarligi” ile; Osmanli/Türk “Dogu
barbarligi” ile özdestir. …. Her iki yazar için Avrupa “denetimlilik, akillilik,
süreklilik ve ereklik; buna karsin Asya “denetimsizlik, akilsizlik, süreksizlik ve
ereksizlik ” demektir.”93
Pek çok düsünür diger halklar için olumsuz olarak genelleme yapmaktan kaçinmamis,
bu yargilari sabit hale getirmislerdir. Robert Bernasconi, dogal haklar ve özgürlük gibi
modern kavramlarin sekillendigi bir çagda, sirf Locke degil. Neredeyse bütün bir
toplumun Afrikalilarin kölelestirilmesini sorgusuz sualsiz, açikça onayladigini söyler ve
bir kültürü yasatanlarin, geriye bakildiginda kendi kültürlerine atfettikleri en derin
degerlerle açikça çelisen bir pratige girismis olduklari gerçeginin gözardi
edebilmelerinin nasil mümkün oldugunu sorar:94 “On altinci ve on yedinci yüzyillarda
insanlik kavraminin genislemesinin tartisildigi, sonradan unutulmus baglami saglayan
sey, fethetme, kölelestirme ve vaftiz etme itkisidir. Bu da Locke’un , belli basli örnekleri
olarak budalalar, geri zekalilar, hilkat garibeleri, zalimler ve yabanilerin olusturdugu uç
92 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 259. 93 Onur Bilge Kula, Bati Düsününde Türk ve Islam Imgesi, Büke Yayinlari, Istanbul, 2002, s. 15. 94 Robert Bernasconi, a.e., s. 16.
94
vakalara yer verdigi Insan Anligi Üzerine Bir Deneme adli eserine dönerek açikça
sergilenebilir.”95
James Mill, Ingiliz Hindistan’in Tarihi adli yapitinda Hintlileri ve Çinlileri yalanciliga,
tembellige, ikiyüzlülüge ve hainlige yatkin kisiler olarak tanimlar.96 Nobel edebiyat
ödülünü kazanan George Bernard Shaw Yahudiler hakkinda çok olumsuz yargilarda
bulunur. Shaw için bu gerçek bir düsmandir, Dogu’dan gelen istilaci, Dürzi, gaddar,
dogulu parazit; tek kelime ile Yahudi’dir bu. Irksal dejenerasyonun belirtisi oldugunu,
Yahudiler’in kendi insanlarindan daha kötü oldugunu söyler. Hala seçilmis irk olmayi
isteyen Yahudiler’in Filistine gidip kendi yemeklerini yapmalarini, geri kalanlarin da
Yahudi olmayi birakip insan olmaya baslamalarini söyler.97 Düsünceleriyle dünyada
etkili olmus pek çok düsünürün, yazarin, felsefecinin kültürel farkliliklari
açiklayabilmek için ne kadar önyargili davrandigini, zamanlarinin kisir, önyargili
görüslerini asamadigini, irkçiliga dayali tezler öne sürerek bir sonuca varmaya
çalistiklarini görmek düsündürücüdür.
2.2.2. Günümüzde Irkçilik
Etienne Balibar, esas gücünü sahte-biyolojik bir irk kavramindan almayan bir irkçiligin
her zaman varoldugunu ve bunun ilk örnegi olarak antisemitizmi gösterir.98 Alain
Touraine günümüzdeki irkçiligin daha çok kültürel temellere dayandigini söyler : “Artik
bir toplumsal hareket karsiti olarak niteleyebilecegimiz irkçiligin yeni görünümü iste
böyledir. Dirimsel temellere degil, ekinsel temellere (Ötekininkilere benzemeyecek
töreler ve inanislara) dayanir; farklilik izlegine asagilik izleginden daha çok basvurur;
95 A.e., s. 16-17. 96 James Mill, Ingiliz Hindistan’inin Tarihi, (Çevrimiçi) http: www.psa.ac.uk/cps/, 4 Ekim 2004. 97 George Bernard Shaw, Literary Digest, October 12,1932, (Çevrimiçi) http://www.greeninformation.com/httpdocs/Enlightment.htm/ 4 Ekim 2004 98 Etienne Balibar, v.d., Irk Ulus Sinif, çev: Nazli Ökten, Metis Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 34.
95
üretim baglari ya da sömürgeci egemenlik izlegine ekinlerin yasadigi sarsintilar
izleginden daha çok basvurur.” 99
Günümüzde ise güçlünün güçlüyü ezmesi, tanimlamasi, pek çok kurali, siyasi, kültürel
baskilari dayatmasi sürmektedir. Toplumlar yine eskiden oldugu gibi bir birlerine
üstünlük kurma çabasi içindedirler. Lévi-Strauss bugünü söyle anlatir : “Irkçi
önyargilarin hafifledigini gösteren hiçbir sey yoktur ; ve kisa süreli yöresel yatisma
dönemlerinin ardindan baska yerlerde keskin bir siddetle yeniden ortaya çiktiklarini
düsündürecek çok sey vardir. ”100 Jean Baudrillard, Fransa ve Amerika arasinda derin bir
irksal, etnik nitelik farki oldugunu, Amerika’da, bir çok Avrupali ulus topluluklarinin,
sonra distan gelen irklarin siddetli bir biçimde birbirine karisimi oldugunu, özgün bir
durumun ortaya çiktigini belirtir:101 “Bu çok irklilik ülkeyi degistirip onun karakteristik
karmasikligini yaratmistir. Fransa’da ne özgün karisim ne gerçek ayrisma ne de etnik
gruplar arasinda birbirine meydan okuma olmustur. Sömürgelerle ilgili durum yalnizca
özgün baglaminin disina, metropole (sömürgelere göre anayurt) aktarilmistir.”102
Baudriallard, Fransa’ya geri döndügü zaman, özellikle bayagi bir irkçiligin, herkes için
rahatsiz edici, utanç verici bir durumun igrenç izlenimi ile karsilastigini, sömürgelerle
ilgili durumun kötü sonucu olarak böyle bir durumda sömürgelestirilen ülkenin insani ile
sömürgelestirilmis ülkenin insaninin kötü niyetinin sürüp gittigini söyler.103 Avrupa
kültürünü, evrensel olan seyler üzerine bahse girmis bir kültür olarak tanimlar. Bu
kültürü tehdit eden tehlike ise evrensel olan seyler yüzündendir. Buna yalnizca pazar
kavraminin, parasal iliskilerin, sanayi mallari üretiminin yayilmasi degil, kültür
düsüncesi emperyalizmi de dahildir.104
99 Alaine Touraine, Birlikte Yasayabilecek Miyiz ? çev: Olcay Kunal, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 160. 100 Levi-Strauss, a.e. , s. 88. 101 Jean Baudrillard, Amerika, çev: Yas ar Avunç, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1996, s. 99. 102 A.e., s. 99. 103 A.e., s. 99. 104 A.e., s. 99-100.
96
Yasanan siyasi olaylar, liderlerin, partilerin takindiklari tavirlar bu karsitligi daha da
siddetlendirmekte, düsmanligi artirmaktadir. Günümüzdeki ekonomik kriz, giderek
nüfusun büyük bir bölümünün is dünyasindan dislanmasi insanlar arasindaki kiskançligi,
çekismeyi daha da artirmakta, kültürel olarak da farkliliklari olumsuz olarak ortaya
çikarmaktadir. Amerika’nin Irak isgali, uyguladigi siddet, süren iç çatismalar, Islam,
Hiristiyan, Yahudi karsitligina yapilan vurgular düsmanliklari daha da artirmakta,
ayrimciligi, masum insanlardan öç alma duygusunu giderek körüklemektedir.
2.3. Frantz Fanon ve Siyah Deri Beyaz Maskeler
Bati’nin sömürgeci, emperyalist, irkçi yüzünü gözler önüne seren Fanon,
sömürgelestirilen ülkesindeki Siyah adamin ben’liginin nasil yok edildigini ve
yabancilastirildigini anlatir. Fransiz sömürgelerinin birinde, Martinique’te dogan, tip ve
psikiyatri ögrenimi gören Fanon ülkesinde ve Fransa’da yasami boyunca Beyazlarin
Siyahlara karsi uyguladigi siddeti ve ayrimciligi yasar. Cezayir’in Fransa’ya karsi
bagimsizlik savasi sirasinda Fransa’nin uyguladigi siddet ve haksizlik karsisinda
Cezayirlilere destek verir. Yapitlarinda sömürgeciligin uyguladigi siddeti, döktügü
kanlari, insanlari acilara sürükleyen yapisini çözümlemeye çalisir. Sömürgeciligin
yabancilastirdigi ve nevrotik bir duruma sürükledigi halkini ruhbilimsel olarak inceler ve
çarpici yorumlar getirir. Yapitlari sömürgecilik sonrasi elestirinin basyapitlari arasina
giren Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler adli eserinde, sömürgeci Beyaz adamin, Siyah
insanin dünyasini nasil isgal ettigini ve açtigi yaralari anlatir. Siyah insanin sorununun,
sömürgeci Beyaz adamin Siyah insanin dünyasini istila etmesiyle, onu sömürmeye ve
asagilamaya baslamasiyla ortaya çiktigini söyler. Fanon, Zenci insanin bu durumunu
Beyaz adamin sömürgede kurdugu sistemin acimasiz yapisini da çözümleyerek
açiklamaya çalisir. Antil toplumunun nevrotik hale geldigini, sürekli kendini Beyaz
adamdan onay almak zorunda hisseden ve kendini Beyazlarla kiyaslayarak ayakta
kalabilecegine inanan bir topluma dönüstügünü anlatir. Siyah insanin sorunu yalnizca
Beyazlarla yasadigi bir dünyada degildir, ayni zamanda bu dünyada onun ezilmesi ve
97
horlanmasidir: “Siyah insanin problemi, sirf beyazlar arasinda yasayan zencilerin
problemi olarak degil, beyazlarin hükümran oldugu sömürgeci, kapitalist bir toplum
tarafindan ezilen, kölelestirilen ve küçük görülen zencilerin problemi olarak ele alinip
çözümlenebilir.”105
Ania Loomba, Fanon’un ortaya koydugu düsüncelerinin, biyolojik ve psikolojik gelisim
konusundaki irkçi teorilere dogrudan dogruya müdahale ettigini, kolonilestirilenlerin
psisesini yerinden çikartan ve çarpitanin tek basina modernlesme degil, sömürgecilik
oldugunu savunarak “modernlesme”nin yerlilerin delirmesine yol açtigini bildiren
görüsün mantiksal sonucuna vardirdigini söyler.”106
Bu durumda, sömürgelestirilen, ezilen toplum ruhsal olarak hasta hale gelir. Zenci
burada ben’ligi ezilen, insan oldugunu unutan, Beyaz adamin degerlerini yücelten,
onayini almaya çalisarak kendini degerli kilmaya, insan olmaya çalisan biri haline gelir.
Siyah insan Beyaz insanin sömürgeci dünyasina çekildikçe, kendisine ve dogasina
yabancilasmaya baslar. Siyah insanin ruhu beyaz adamin elleriyle sekillendirilir ve
zincire vurulur. Ayni zamanda bu sorun adaletsiz, esitlikten uzak kapitalist ve baskici
sistemden de beslenir. Siyah insanin tek isteginin insan olarak yasayabilmesi ve
renginden dolayi asagilanmamasidir. Fakat bunun, Zenciyi yüceltmekle, Beyazlara kin
beslemekle, Beyazlara benzemeye çalismakla basarilamayacagini, bunun Siyah insani
yabancilastirmaktan baska bir ise yaramayacagini söyler. Fanon, kitabina Siyah adami
da elestirerek baslar. Sömürgeci Beyaz efendisine benzemek isteyen Siyah adami ve
Siyah irki üstün gören insanlari da suçlar ve elestirir. Insanlari esit görmeyen, kendi
toplumunu, irkini, rengini üstün görenleri kendilerine yabancilasmis, insanliktan uzak,
hasta olarak tanimlar: “Ilk fatihlere acimayacagiz; ama Zenci’ye hayranlik duyan
kimsenin de en az ondan tiksinen kadar “hasta” oldugunu akildan çikarmayacagiz.
Beyazlara kin ögütleyen kimse ne kadar zavalliysa, irkini beyazlastirmayi düsünen kara
105 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 187 106 Ania Loomba, a.e., s. 168
98
adam da o kadar zavallidir.” 107 Böyle davranmakla, kendi rengini yüceltmekle veya
kendi renginden utanmakla Siyah insan hastalikli bir durum içine girer ve Siyah insan
kendine daha çok yabancilasir. Çünkü kendine verdigi deger disaridakilerin, yani
Beyazlarin deger yargilarina, onlarin degisip duran keyfi onayin a baglidir. Hiçbir zaman
kendine olan güvenini elde edemeyecektir Siyah adam bu durumda. Çünkü kendine
verdigi deger kendi ben’liginin özelliklerinden kaynaklanmaz. Onay almak, Beyaz
adamin deger yargilarina göre kendini uyarlamaya çalismak onu giderek ben’liginden
uzaklastirir ve kendi benligini siler.
Beyaz adamin siddet ve baskiyla Siyah insanin dünyasini isgal etmesiyle, Siyah insanin
kendi bilincinde, kendini nasil yabancilasmis olarak algiladigini ve kendini yeniden
tanidigini anlatir. Beyaz insanin gözündeyse Siyah insan her zaman degismez, sabit bir
yapida durur. Siyah adamin kendini renginden dolayi asagi görmesinin ve irkini beyaza
dönüstürmeye kalkismasinin Siyah insani ne kadar acinasi duruma düsürdügünü anlatir.
Güçlüye benzemeye çalismasi, dilini, yasam tarzini, hareketlerini, ten rengini
degistirmek istemesi, efendiyi kopya etmeye çalismasi utanilasi bir durumdur. Beyazlar
tarafindan asagi görülen, degersizlestirilen Siyah adam kendini Beyaz adam karsisinda
kendini her yönden kanitlamasi gereken biri olarak algilar ve kendini ispatlamanin
yollarini arar. Beyaz insanin deger verdigi seyleri elde edebilirse ve kültürel degerlerini
edinebilirse Beyazlar gibi olacagina, beyazlasacagina, bu asagi durumdan kurtulacagini
inanir. Beyaz adam ise uyguladigi köleci düzeniyle daha yüksek bir insanlik düzeyine
ulasmak ister: “Bir gerçek var ortada: Beyazlar kendilerini siyahlardan üstün görüyorlar.
Bir baska gerçek de su: Siyahlar, her ne pahasina olursa olsun düsünce zenginliklerini
göstermek istiyorlar beyazlara; akil ve zekaca onlardan geri kalmadiklarini ispat etmeye
heves ediyorlar.”108 Siyah insan için çikar yol olarak görülen bu yol, ne yazik ki Fanon
için insani insanliktan çikaran, ben’ligin yok olmasina neden olan aci bir gerçektir:
“Kabul edilmesi benim için son derece aci veren bir gerçek olsa da, ifade etmek
107 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 11. 108 A.e., s. 12-13.
99
zorundayim ki : Siyah insan için bir tek alin yazisi var; ona, pesinden kendini
tüketircesine kosma coskusu veren bir tek kader: Beyaz olmak.”109
Insan iliskilerini çarpitan, Siyah insani benlik duygusundan yoksun birakan sömürgeci
yapida Fanon, Siyah insanda ortaya çikan bu asagilik kompleksini psikolojik olarak
inceler ve bu asagilik kompleksinin iki sürecin ürünü oldugunu saptar: “Giristigim analiz
psikolojik bir analizdir ... asagilik kompleksi sözkonusu ise bu iki sürecin ürünüdür .
Ekonomik sürecin.- ikinci dereceden de, bu asagilik duygusunun içe-atilmasi,
içsellestirilmesi sürecinin, ya da daha iyi bir deyimle, tensellestirilmesi, ten rengiyle
özdeslestirilmesi sürecinin ürünü.”110
Ekonomik süreç ve ürettigi çikarci deger yargilari, deri renginin neden oldugu asagilik
duygusu Siyah insani ele geçirir ve asagilik duygusuna mahkum eder. Siyah insan ten
renginden kurtulmak istemektedir. Bu durumdaki çatisma kendisiyledir, ten rengi ona
sürekli beyaz adamdan daha asagi oldugu hissini vermektedir. Kendinden nefret etmeye,
uzaklasmaya daha da yabancilasmaya baslar. Bu sorun onun yalnizca bireysel bir sorunu
degildir; Beyaz insanin Siyah insanin dünyasini isgal etmesi sonucu ortaya çikan
baskici, sömürgeci, asagilayici iliskilerin sonuçlaridir. Ben’ligi silinen, sömürülen Siyah
adamdir çünkü : “....siyah insanin yabancilasma sorunu bireysel bir sorun degildir. Onun
kara çehresinin ardindaki bulanik ruhun yogrulmasinda Phylogeny ve Ontogeny yaninda
bir de Sosyogeny is görmektedir.”111 Soylarin olusumu, bireyin olusumu, toplumsal
olusum. Bu olusumlar sömürgecilikle beraber bagimli ve benliksiz kisiler üretir hale
gelir. Çünkü sömürgecilerin elindedir bu yapilar ve Siyah insan kendini ona benlik
duygusu vermeyen ve irkini asagilayan sömürgeci bir toplum içinde bulur. Fanon, bu
incelemesinde Zencinin beyaz damgali medeniyetle temasi sirasinda benimsedigi tutum
ve davranis biçimlerini tespit ve kesfe çalisacagini söyler.112 Ve bu iki irkin beraber
109 A.e., s. 13. 110 A.e., s. 13-14. 111 A.e., s. 14. 112 A.e., s. 15.
100
yasamasinin neden oldugu ruhsal bir kompleks olduguna, beyaz ve siyah irklarin
yanyana yasamalari olgusunun kütlevi, ayristirilmaz bir psiko-existential kompleks
yarattigina inandigini belirtir.113 Fanon, Beyaz damgali medeniyetle Avrupa kültürünün
Zenciyi bir varolussal sapmaya sürükledigini, kendine yabancilastirdigini, hastalikli bir
duruma soktugunu, Zenci insanin ruhunun Beyaz adamin elleriyle sekillendirildigini
anlatir: “Bir baska yerde gösterecegiz ki; çok zaman zenci ruhu diye adlandirdigimiz
sey, aslinda beyaz adamin marangoz kalemiyle yontulmus bir tahta-kukladan, bir
pinokyodan baska bir sey degildir. ”114
Beyaz adamla karsilasmasinda Siyah adam kendini asagi, bagimli hissedecegi sorunlu
bir yöne dogru sürüklenir. Beyaz adamin yarattigi, kendisini mahkum ettigi sinirli bir
dünyaya, olumsuz bir kimlige dogru itilir. Fanon, kendi ülkesinde bile yabanci haline
gelen Zencinin, sömürgeci ülkeye gittigi zaman kendisini daha da zor durumlarda
buldugunu anlatir. Siyah adam, efendisinin ülkesine gitmesiy le daha baska sorunlar
ortaya çikar, kendisine verdigi deger daha da azalir. Kendisini daha da küçük hissetmeye
baslar ve asagilik kompleksi yakasini birakmaz. Zenci Beyaz adamla tanistiktan sonra
ben’ligi de ikiye bölünür kendi irkindan olanlarla iliskileri baska, Beyaz adamla olan
iliskileri çok daha baskadir. Sömürgeci Beyaz adam tam anlamiyla silmistir Siyah
adamin ben’ligini. Siyah adam da Beyaz adama benzeyebildigi, beyaz kültürden onay
aldigi, degerlerini edinebildigi oranda degerli hisseder kendini: “Siyah insanin iki boyutu
vardir. Biri hemcinslerine iliskin olani, digeri de beyaz insana iliskin olani. Beyaz insana
karsi davranisiyla baska bir zenciye karsi davranisi farklidir zencinin. Bu benlik
bölünmesinin dogrudan dogruya sömürgeci baskinin bir sonucu oldugunu ayrica
belirtmeye gerek yok .....”115
Bu yabanci Beyaz kültür, baskilar sonucu kendisini Siyah adama, tapinilasi ve ulasilmasi
imkansiz bir güç olarak gösterir. Bu kültürden biri olabilmek, onay alabilmek ulasilacak
113 A.e., s. 15. 114 A.e., s. 17. 115 A.e., s. 19.
101
en büyük deger haline ge lir Siyah insan için. Bunun ugruna kendi ben’ligini siler ve bu
degerlerle yeni bir ben’lik olusturmaya çalisir. Onlar gibi konusmak, gittikleri okula
gitmek, bahsettikleri konulardan bahsetmek ona Beyaz olma hissi verir. Sömürgeci
kültür sürekli yüceltilir durulur. O da onlar gibi olmakta bulur çözümü. Ama bos ve
yapay bir çözümdür bu: “Sömürge insani artik ana ülkenin, metropolün kültürel
standartlarini benimseyebildigi oranda yükselecektir, cangila özgü o ilkel, yaban
statünün üstüne. Yüzünün ve dünyasinin siyahligindan, cangilin los kültüründen
siyrilabildigi oranda beyazlasacak ve adamdan sayilacaktir. ”116 Fanon, bu yüzden
Zencinin geçmisini unutmak istedigini, sanki orada, efendisinin ülkesinden biriymis gibi
olarak kendini algilamaya basladigini söyler. Efendisinin ülkesinde egitilmesiyle Siyah
adam iyice baskalasir, kendi ben’ligini kaybeder, kendine ve kendi toplumuna karsi da
yabancilasir. Artik degismis, yücelmistir kendince. Fanon, egitim görmüs Zencinin,
kozmik ve spontane Zenci mitinin bu budala figürünün, belli bir noktadan sonra irkinin
artik onu anlayamadigi hissine kapildigini, bu kadar yabancilastigini saptar.”117 Çünkü
halkinin anlayamadigi seyleri ögrenmis, ileri gitmis, Beyazlara yakinlasmis, kendi
halkina tepeden bakmasi için nedenleri olmustur. Bu yüzden o da farkli ve yukaridan
bakar halkina. Fanon, aslinda bu durumda, belki de Zencinin bizzat kendisinin irkini
artik anlayamayan oldugunu söyler.118 Kendi ülkesini daha asagi gören ve bunu
içsellestiren kisi, kisiligini de bu üstün gördügü ülkelerin deger yargilarina
uyarlayabildigi ölçüde kendini yüceltir. Aslinda bu durumda tamamen kendinden
yabancilasir, üstün gördügü kültürün deger yargilarini ve onayladigi davranis kaliplarini
edinebildigi kadar kendisini insandan sayar. Bu ülkelere gittigi zaman bunu diger kendi
insanlarinin üzerinde baski kurabilmek, ayricalikli biri oldugunu gösterebilmek için
kullanir durur. Bu deger yargilari, takindigi davranislar ayni zamanda kapitalist sistemin
de mantigidir. Eger bu kisiler sömürgeci ülkenin insani olsalardi nasil bir tutum içine
gireceklerini, bu egemenlik kurduklari ülke halkina nasil davranacaklarini düsünmek
ürkütücü olacaktir. Ana ülkeden sömürge ülkeye gitmek ve orada yasamak onur verici
116 A.e., s. 20-21. 117 A.e., s. 17. 118 A.e., s. 17.
102
ve deger yükleyici bir seydir Siyah insan için. Bu degisimi ve bambaska insan haline
dönüsen Siyah insanin yabancilasmasini ve davranislarini söyle anlatir Fanon :
“Fransa’da bir süre kaldiktan sonra yurduna dönen siyah adamin tepeden tirnaga
degismis oldugunu ayrica belirtmeye gerek yok. Bu degisikligi genetik terimlerle ifade
edecek olursak, yurduna dönen siyah adamin fenotipinin tam ve mutlak bir mutasyona
ugradigini söyleyebiliriz.”119 Fanon, söylenilen bazi sözlerden ve olusan zihniyetten
örnekler verir: “... Lyon’lu bir ögrenciyi düsünelim Paris’te, öve öve bitiremez, “Paris’i
gör, sonra öl … ” ”120 Bu kisi ülkesinde de büyük bir ilgiyle karsilanir. Çünkü O, Beyaz
medeniyetin ortasina gitmis ve orada bulunmanin onuruna erismis, Beyaz kültürün ona
yükledigi degerlerle kusanmis, Beyaz kültüre karismistir artik. Ana-ülkeyi gören
Zencinin kendi ülkesinde bir yari tanri haline geldigini söyler Fanon. 121
2.3.1. Zenci ve Dil
Fanon, Antilli Zenci’nin dil saplantisini, Fransizlardan onay alabilmek ugruna bu dili
ögrenmek için çirpinip durusunu anlatir. Fransizca’ya hakim olabildigi oranda
beyazlasacagini, kisiligini yüceltebilecegini, Fransizlara benzeyebilecegini düsündügünü
anlatir ve bunu sorgular: “Antil Zencisi, Fransiz dilini kullanmadaki becerisiyle dogru
orantili olarak, giderek beyazlasacak, yani gerçek, sahici bir insan olma asamasina
giderek daha bir yaklasacak mi ?”122 Fanon, Antilli Zencinin her zaman bir dil sorunuyla
karsi karsiya oldugunu ve bu sorunun her türlü sömürge insanini içine alacak sekilde
genisletmek istedigini söyler.123 Bu sorun sömürge ülkeye gidilip asagilik kompleksine
daha derinlemesine girildikten sonra daha da büyür. Siyah adam sömürgeci ülkenin
kültürel degerlerini edinebildigi oranda insan sayilacagi yanilsamasi içine girer.
Yabancilasmis bir sekilde ülkesine dönen Ze nci artik bambaska biridir Selam verisi,
119 A.e., s. 41. 120 A.e., s. 21. 121 A.e., s. 21. 122 A.e., s. 20. 123 A.e., s. 20.
103
sesi bile bir baska, kendi kültürünün degerlerine o kadar uzak ve yabancidir artik. Kendi
dilini kullanmak giderek basit bir insan haline gelmek demektir. Bu dili konusanlar
eskiden tanidigi, ait oldugu basit halkidir. Sömürgeci düzen ilk önce kendi
kültürlerinden ve dillerinden utanilmasi gerektigini ögretir. Fanon, Martinikli çocuklarin
okulda önce kendi lehçelerini horgörmeyi ögrendiklerini, Creolizm’in orada kazinip
atilacak bir sey oldugunu, bazi ailelerde Creolce konusmanin tamamen asagi bir sey
oldugunu söyler.124 Fanon, efendinin dilinin Siyah insan için belli bir yere gelmek,
Beyaz toplum tarafindan onaylanabilmek için ne kadar önemli oldugunu ama ayni
zamanda da Siyah insanin ben’liginin bu süreçte yok oldugunu söyler. Efendinin dilini
daha iyi konusabildikçe o kadar beyazlasabilecegine inanan Antilli insanin
yabancilasmasini ve kendi ben’liginden uzaklasmasini anlatir. Bu yabanci dili
kullanmasi, kendi diline sirt çevirmesi onu daha da yabancilastirir ve kend i kültüründen
kopmasina neden olur: “Bir dili konusmak, bir dünyayi, bir kültürü kusanmak demektir.
Beyaz olmak, beyazlasmak isteyen Antilli Zenci, genel anlamda kültürel bir araç ve
teçhizat olarak dile hakim olabildigi oranda beyazlasacaktir.”125 Sömürgecinin ülkesine
giden yerli artik ülkesindeki çogu kisinin önüne geçmis, yerli halkini geride birakmistir.
Tamamen halkindan uzaklasmis, sanki kendi ülkesinde hiç yasamamis, orayi hiç
görmemis, sanki oraya çok uzaklardan gelmis gibidir. Fanon, Fransa’ya giden Zencinin
degismekte oldugunu, çünkü bu ülkenin bir kutsal belde, bir tapinma yeri imaji vermekte
oldugunu söyler ve evine dönen bir zencinin davranislarindan örnek verir: “Bu yeni
gelen, yeni bir insan oldugunu göstermekte hiç vakit kaybetmiyor; sorulara yalniz
Fransizca’yla cevap veriyor çünkü ve nasilsa Creolca’yi anlamiyor artik.”126
Oktay Sinanoglu, azgelismis ve gelismekte olan ülkelerdeki bilim adamlarinin da ayni
asagilik duygusuna kapildigini söyler ve kendi dilini bile bilmeyen, yabanci dile
hayranlik duyar hale gelen bilim adamini elestirir : “Ha, ya o bilimci kendi dilini bilmez,
ülkesinin dilini sevmez ve hatta, bazi eski veya yeni usul sömürgelerde görülen
124 A.e., s. 22. 125 A.e., s. 41. 126 A.e., s. 26.
104
sömürgelesmis, asagilik duygusuna kapilmis kafayla, kendi dilini, kültürünü küçümser
ise, iste o zaman, bir bilim + gönül adaminda olmasi gereken sorumlulugu hissetmez,
hatta adeta düsmanca bir tavirla yabanci kelimeleri kullanmakla övünür, büyüklük taslar,
halkinin dilini param-parça ederken yüregi sizlamaz.”127
Michel Foucault’nun Kelimeler ve Seyler eserini Fransizca’dan Türkçe’ye çeviren
Mehmet Ali Kiliçbay Türk dilini ve toplumunu söyle yargilar : “Bu olaganüstü
güçlükteki ve derinlikteki kitabi, felsefesiz ve bu yüzden de “dilsiz” bir toplumun diline
çevirmeye kalkismanin en mükemmelinden bir saçmalik oldugunu biliyorum;
ama Las Meninas o kadar büyüleyici ki ...”128
Bir bilim adaminin üstünlügünü hissettigi yabanciya ve onun diline hayranlik duymasi
kendisini çikmaza sürükler. Bir seyler üretebilmek, gerçekleri ortaya koyalabilmek için
her seyden önce, asagilik duygularindan arinmis, belli korkulari asmis, önyargilarindan
kurtulmus olmasi gerekmektedir. Ama kendisini bagimli bir duruma düsürmesi özgürce
düsünmesini ve ögrencilerinle olan iliskilerini de olumsuz etkileyecektir.
Siyah insanda da bu sorun vardir. Fanon, onlar gibi olabilmek, onlara benzeyebilmek ve
onlara yaklasabilmek için kazanmaya çalistigi sahte kimligin ve yasadigi acili degisimin
Siyah insani nasil yabancilastirdigini anlatir. Fanon, bu durumda tam bir baskalasim
içinde yurduna dönen garip bir tiple karsi karsiya kaldigimizi söyler: “Yurdunda
konusulan lehçeyi artik anlamayan, olsa olsa kiyisindan bucagindan haberdar oldugu
baleden, operadan bahis açan ve her seyden önemlisi de kendi memleketinin insanlarina,
hemserilerine karsi yukardan tavirlar atan bir tiple. “Ben Paris’teyken ...” diye söze
baslarlar genelde ve gerisi gelir konusmanin büyük bir yabancilasmayla. Efendinin
ülkesinden gelen Siyah adamin artik her seyi degismistir, davranislari, sözleri klise
127 Oktay Sinanoglu, Bye Bye Türkçe, Otopsi yayinevi, Istanbul, 2002, s. 21-22 128 Michel Foucault, Kelimeler ve Seyler, çev: Mehmet Ali Kiliçbay, Imge Kitabevi, Istanbul, 2001, s. 10
105
halinde dökülür.129 Genelde Bati’ya özenmis ülke insanlarinda, sömürülen toplumlarda
ayni tip davranislar, düsünce biçimleri, kendi kültürlerini asagilayici, diger özendigi
kültürü yüceltici davranis biçimleri görmek olasidir. Fanon, Siyah adamin Fransa’ya
gelisinden sonra, sömürgedeki yasamin da unutulmasi gereken bir geçmis olarak
algilandigini söyler. Beyazlara benzemeye çalismakla mesgul olan Siyah insan
geçmisinin de unutulmasini ister. Eski arkadasliklar bozulur, kiskançlik artar. Bir
tartisma aninda birbirlerine hemen Antilli olduklari hatirlatilarak birbirlerini asagilarlar.
Fransa’da okuyan Siyah adam Zenci degildir artik, o artik baskalasmis, saygideger bir
konuma ulasmistir, ögrenci olmustur çünkü. Ögrenci olmak vahsilikten uzaklasmak,
medeniyete dogru yaklasmak demektir. Onlara Zenci gözüyle bakilmaz. 130 Bu vahsi
durumdan uzaklasan ve medeni bir konuma gelen Zenci artik biraz da olsa bir rahatlik
hisseder: “Derinin rengi hiçbir sekilde bir eksiklik, bir kusur olarak görülmemelidir.
Avrupalinin empoze ettigi Zenc i-Beyaz ayrimini kabul ettigi andan itibaren, Zenci için
artik rahat nefes alma imkani yoktur.”131
Fanon, Zenciyle konusulurken ona pek önem verilmedigini bunun nedeninin onun
önemli bir insan olarak görülmemesinden dolayi oldugunu, çünkü ona deger
verilmedigini söyler. Zencilerle, Araplarla paldir küldür konusulur. Uzun cümlelere
gerek yoktur, kelimelere özen gösterilmez. Fanon bunun nedenini söyle açiklar: “Ama
burada, Zenciyle, Zenci agzi konusmanin ona su sinyali vermek anlamina geldigini
simdiden söyleyebiliriz: “sakin ola ki, kendi yerini unutmayasin !” ”132 Klise haline
gelmis çok basit bir asagilama cümlesidir bu. Bu sürekli yüzlere vurulan bir gerçektir.
Sömürgeci Beyaz insanin gözünde deger kazanabilmek, insan olarak kabul edilebilmek
için sömürgeci ülkenin degerlerine, kurallarina, kültürüne kendini uyarlayabildigi ölçüde
insan yerine konulabilecegine inandirilmis ve bunu tek yol olarak gören halkinin bu
dramatik yabancilasmasini anlatir Fanon. Sömürgeci ülkenin degerleri
129 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 26. 130 A.e., s. 69. 131 A.e., s. 80. 132 A.e., s. 37.
106
benimsenmesinden sonra Antiller’de orta sinifin Creolce konusmadigini, yalnizca bunu
hizmetkarlara seslenmek için kullanildigini söyler. Çünkü kendini daha üstün gören bu
sinif, bu dili konusmayi kendine yakistiramamaktadir. Bazi Senegalliler de Antilliler’e
benzeyebilmek ve kendilerini onlara daha yakin hissedebilmek için Creolce ögrenir:
“Senagalli bir Zenci, kendini Antilli bir yerliymis gibi göstermek için Creolce ögrenir:
Buna yabancilasma diyorum ben. ”133 Siyah insanlarin da Fransizca konusarak Beyaz
insan gibi olmaya çalismalari da ayni seydir. Ama Beyaz adam için bu bir taklit ve onay
alma çabasidir sadece. Hiçbir zaman Beyaz adam kendinden biri olarak görmeyecektir
Siyah adami. O istedigi kadar kültürel degerleri içsellestirsin, ortada bir gerçek vardir; o
bir Siyahtir çünkü. Bir Senegalli için de Antili olmak daha bir üst kategoridir.
Senegalliler de Creolce ögrenip kendilerini Antillilere benzetmeye çalisirlar. Beyaz
adamin Siyah adama yaptigini Antilliler de bu adama yaparlar: “Isin aslini bilen Antilli
Zenciler Senegalli bu biçareyle alay etmekten asla geri durmazlar: Buna da kavrayis ve
degerlendirme geriligi diyorum.”134 Antilli Zenciler de bunu bildikleri için alaya alirlar
bu kisileri, fakat ayni duruma kendileri de düser Beyaz adamin karsisinda. Çünkü Siyah
insan üstünlügüne inandigi efendisinin dilinin ona farklilik, ve Beyaz insana benzeme
sansi verdigini düsünür.
Zenciyi tanimlayan Beyaz adamdir, Zenci ise kendini ispat etmeye çalisip duran kisidir
sadece. Resimli çocuk dergilerinde ve filmlerdeki zenci rollerinde de bu durum böyle
sürüp gider: “Zenci ister istesin, ister istemesin, Beyaz adamin kendisi için biçtigi
üniformayi giymek zorundadir. Bunu anlamak için, resimli çocuk dergilerine bir göz
atmak yeter: Bu dergilerin sayfalarinda açilan her zenci agzindan su mahut “peki patron
.. Ta’amm , patron ..” sözleri dökülmektedir.”135 Filmlerde hep ayni argoyla
konusturulan ve akilli olmayan bir tiple çikar ortaya Siyah adam. Fanon bu durumun
nedeninin, olsa olsa, Zenciyi hep belli bir tipoloji içinde vermek ve nihayet Zenciye her
133 A.e. , s. 41. 134 A.e., s. 41. 135 A.e., s. 37.
107
firsatta yerini hatirlatmak kaygisinin rol oynuyor olabilecegini söyler.136 Siyah
adamdan, büyük kisilerden, ciddi konulardan, felsefelerden sözetmesi beklenmez, eger
ederlerse alaya alinir, boyundan büyük islere kalkistigi ve durmasi gereken noktada
kalmasi gerektigi hatirlatilir: “Bir Zenci tutup da Marx’tan sözedecek olsa, ilk tepki her
zaman su yolda olur: “Biz sizi kendi seviyemize çikaralim, sonra siz kalkin
velinimetimizin aleyhine isler karistirin haa! Sizi nankörler sizi! Sizin gibilerden ne
beklenir ki zaten. ” 137
Siyah insan için Beyazlarin dünyasina kabul edilip, edilmeme sorunu vardir. Ben’ligini
bütünlestirecegine inandigi Beyaz olma ve Beyazlardan onay alma sorunu. Ama seçilen
yol yanlistir. Insan yerine koyulma beklentisi disindaki insanlarin ona verecegi degere,
tutumlarina bagladir. Ikinci bir sorun ise kendini onaylatmaya ihtiyaci oldugunu
hissetmesidir. Bu durumda bagimli olarak yasayacak, acilari ve kendisiyle ilgili iç
çatismalari dinmeyecektir. Beyaz olmak da insan olabilmek için yeterli bir sey degildir,
çünkü siyah gibi beyaz da bir renktir sadece.
2.3.2 Siyah Kadin ve Siyah Erkek
Siyah kadinin ve Siyah erkegin sevgi arayisinda ne kadar kendilerinden uzaklastigini,
yabancilastigini, sevgi denilen seyin ne kadar farkli anlamlara kaydirildigini, kompleks
içine düsüldügünü anlatir Fanon. Bu durumda Siyah kadinin içinde bulundugu asagilik
komplekslerinden bahseder. Gerçek sevgiden ne kadar uzak kalindigini “Je suis
Martiniquaise” adli kitaptan örnekler vererek açiklamaya çalisir. Mayotte Capecia’ nin
iç dünyasindan örnekler verir. Siyah kadinin da beyazlik kompleksini ve beyaz erkek
tarafindan sevilmek, onaylanmak zorunda hissettigini, bunu benligini yok ederek, Beyaz
adama tapinmaya yönelerek yaptigini anlatir: “Ister geçici bir flört iliskisinde olsun,
isterse daha ciddi bir yakinlik kurma niyetiyle olsun, erkeklerin en az siyah olanini
136 A.e., s. 38. 137 A.e., s. 38-39.
108
seçmek kararindadir Antilli her kadin. ”138 Bu durumda ne kadar sevdigi, ne kadar
sevildigi önemli degildir. Karsisindaki insanin rengidir onu ilgilendiren, kisiligi,
karakteri önemli degildir. Büyük bir yabancilasma ve kompleks içinde olan Siyah kadin
yalnizca üstünlügünü hissettigi beyaz rengi tasiyan adam tarafindan sevilmek
istemektedir. Fanon kisiligin hangi temellere oturdugunun önemini belirtir : “Diger bir
deyisle, problem “temel kisiligin” degismez esaslar üzerinde mi, yoksa degisken esaslar
üzerinde mi kurulu oldugu hususudur.” 139 Bu durumda kisiligin saglam temeller üzerine
oturmasi, belli bir felsefe, dogruluk tasimasi imkansizdir. Siyah kadinin da Beyaz bir
erkek tarafindan sevilmesi Beyazlara layik oldugunu kanitlamasi gerekir. Siyah kadin
Siyah olarak degil, Beyaz olarak bilinmek, taninmak istemektedir. Bu Siyah erkek için
de geçerlidir. Bu ruhsal durumu ve Siyah insanin tutumunun nedenini söyle açiklar
Fanon: “Simdi, böyle bir varolus hevesini – Hegel’in bile hiçbir yerde adindan
sözetmedigi bir olumlamayla kim olumlayabilir; eger bir Beyaz kadin degilse bu
olumlamayi kim yapacak olan ? Beni severek, benim bir Beyazin sevgisine layik
oldugumu kanitlar Beyaz kadin. Beyaz bir erkek kadar seviliyorum. “O halde ben bir
Beyazim.” ” 140
Renat Zahar, Fanon’un suur süreci yoluyla ferdi nevrozlari iyilestirmeye çalismayip,
öncelikle bunlarin sebeplerini inceleyerek kolektif nevrozun meydana ge lis nedenlerini
bulmaya çalistigini söyler. Adler’in kisi psikolojisi tamamiyle toplumsal nitelikte olan
sömürge insaninin problemlerine yeterli cevap veremez bu durumda. Fanon’un sömürge
insanlarinin cinsel tutumlarini tahlil ederken Adler’in teorisini bu yönde degistirdigini
söyler.141
Beyazlar kadar deger tasidigini hissetmek, kendini onlarin arasinda görmek ona geçici
olarak rahatlama hissi verir. Beyazla evlenip onay alarak, Beyazin dünyasinda kabul
138 A.e., s. 50. 139 A.e., s. 51. 140 A.e., s. 63. 141 Renat Zahar, Sömürgecilik ve Yabancilasma , çev: Bayram Doktor, Insan yayinlari, Istanbul, 1999, s. 51
109
görerek ne kadar degerli oldugunu kendine ispat etmis olur böylelikle. Çünkü Beyaz
olmak demek sorgulanmadan yücelik, degerlilik ve güç demektir : “Beyaz kadinla
evlenecegim, beyaz kültürle, harikulade beyazla, beyazin beyazligiyla
evlenecegim....”142 Bu evlenme isteginin arkasinda yatan ruhsal bozukluklari ve
nedenlerini söyle açiklar Fanon : “Kendi memleketini, kendi anasini inkar edecek kadar
ileri giden nispeten açik tenli olanlar da dahil, onlarin çogu, Avrupali kadinla, sevdikleri
için degil, daha çok onun efendisi olmak için evlenmek istemektedirler. Burada sevgiden
çok Avrupali karsisinda duyulan mukabil gururun rolü var. ” 143
Beyaz bir kadinla evlenince çevresindekiler ve diger Siyahlar tarafindan da büyük saygi
ve ilgi görecegine inanir. Basarisi ve saygi görmesi sevgiden degil, hastalikli düsünceleri
ve takintilari olan insanlarin komplekslerinden kaynaklanir. Olusan saygi ve deger
yargilari çürümüs temellerin üzerindedir ve her an uçup gidebilir. Kabul edilen deger
yargilarin aslinda ne kadar saplantili hale geldigini, ben’liklerin yok oldugunu,
bilinçlerin nasil yanlis, insana yakismayacak düsüncelerle dolduruldugunu bu anlayis
göstermektedir. Avrupali ile evlenmek istemenin temelinde yatan asagilik duygusunun
nedenine, sömürgeci yapinin neden oldugunu söyler Fanon : “Onun bembeyaz
varliginda, ürkek ellerimle tutup oksadigim ve sahip oldugum beyaz uygarliktir, beyaz
onur, beyaz öz saygi.” 144 Küçüklük duygusunun Siyah adami ne hale getirdigini, fobik
davranislara sokan çarpintili bir duygunun var oldugunu ve sürekli bu duygunun
varligindan bahseder : “Küçüklük duygusunun, siyah adamin hayatini bir fobik
davranislar karmasasi haline sokan bu çarpintili duygunun, siyah adam için alt edilebilir
olup olmadigini görmemiz gerekli. Tesir Zenciye siddetlenerek ulasir hep, öfke doludur,
çünkü kendisini küçük hissetmektedir, kendini tüm insan iliskileri içinde ham ve yetersiz
bulmaktadir; bütün bunlar da onu çekilmez bir dar görüslülügün tutsagi haline
getirir.”145 Insan iliskilerinde kendisini yetersiz, basarisiz, asagilanmis hisseder. Bu
142 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 63. 143 A.e., s. 69. 144 A.e., s. 63. 145 A.e., s. 53.
110
ugurda kendini ispatlamak için ugrasir durur. Fanon, Siyah insanin bikip usanmadan
Beyaz adamin dikkatini çekmeye ugrasmasinin, Beyaz adam gibi güçlü olmak için
çirpinip durmasinin, savunmaci yöntem ve silahlar gelistirmek için gösterdigi kararli,
bilinçli çabasinin; kisacasi: bir ego kompozisyonu içine girmek ve sahip olmak
istemesinin boyutunda ne varsa her seyin buradan kaynaklandigini söyler.146 Fanon,
Zencinin, Beyazlar tapinagina kabul edilme çabasinin bilinçli bir istekten dogdugunu, bu
yüzden içine kapanik bir kisilige sahip olmadigini belirtir. Onaylanmak için sürekli
hareket halinde ve kendini ispat etme çabasi içindedir, bu yüzden içine kapanma
mekanizmasini seçmez. Bunun içindir ki basarili bir savunma mekanizmasi olarak içe
kapanmanin Zencinin isine yaramayacagini, beyaz bir onaylanmaya ihtiyaci oldugunu
söyler.147 Bu yüzden kendini kanitlamaya çalisirken sürekli eylem içinde, bir seyler
yapiyor görüntüsü içinde olmasi gerekmektedir.
Büyüklük ve küçüklük duygusunun sonuçlari Siyah kadini da çikmaza sürükler. Zenci
kadinin kendisini kabul ettirmesi ve bu ugurda savasmasi onu kendi ben’liginin disina
çikarir. Kendi benligi erir gider: “Biliyoruz ki, Zenci kadin aslinda kendisini küçük
gördügü için bu kadar çok istemektedir beyazlarin dünyasinda kabul görmeyi. Bu
çabasinda Zenci kadin bizim affektif eretizm (duygusal çoskunluk ya da duygusal
kiskirtma) dedigimiz olgudan yardim umar.”148
Incelemelerinin yöntemini ve önemli noktalarini, Zencinin asagilik duygularinin,
Beyazin üstünlük duygularinin hastalikli bir durum oldugunu söyle açiklar Fanon: “Bu
inceleme yedi yildir deney ve gözlemlerin bir sonucu olarak ortaya çikti; Inceledigimiz
alana girsin ya da girmesin, gözlemlerin içinden en çok bir sey dikkatimi çekti:
Küçüklük duygusunun tutsagi Zenci ve büyüklük saplantisinin tutsagi Beyaz, bu her iki
insan da, nevrotik bir yönelisin (orientation) ritmine göre davranmaktadir. Bunun içindir
ki; her iki insandaki yabancilasmayi da psikoanalizin tanimlarina basvurarak ele almak
146 A.e., s. 53. 147 A.e., s. 53. 148 A.e., s. 60.
111
yoluna gitmistik.”149 Bu yabancilasmayi çözümlemeye, sorunun baglantilarini,
nedenlerini göstermeye çalisir Fanon. Siyah insanin kendi benliginden kaçisini ve
hosnutsuzlugunu saptar. Iki insanin bir araya gelmesi sonucu nevrotiklesen iliskileri
inceler. Siyah insanda bir kendi bireyselliginden kaçma, kendi benligini yok sayma
çabasinin oldugunu, Siyah insanin bir karsi koyma tavri ortaya koydugu zaman, ayni
zamanda bir yabancilasma da sergiledigini saptar.150 Küçüklük ve asagilik duygusu
kendi varligina, hareketlerine de yansir, kendine güveni yok olur. Kendini begenmeyen,
suçlayan Siyah insan güvensizlige, umutsuzluga kapilir. Bu durumda, kendinden
utandirilmis Zenci, asiri ölçülere varan kendini suçlama duygusuyla küçültücü bir
kendine güvensizlikten baslayarak ümitsizlige kadar itildigini saptar Fanon. 151 Kötü
olan ve Siyah insanin yasamini çözümsüzlüge götüren sey; Siyah insanin da Beyaz
adamin Siyah insan için ürettigi asagilayici, dislayici kliselere inanmis olmasi ve bu
yüzden sürekli kendini güvensiz, mutsuz hissetmesi ve Beyaz insana bagimli oldugunu
kabul etmesidir.
2.3.3. Sömürge Insaninin Sözde Bagimlilik Kompleksi Üzerine
Fanon, sömürge çevresinde her iki uçta da yasamis olan Mannoni’nin düsüncelerini,
vardigi sonuçlarin ve saptamalarinin ne kadar yanlis, yetersiz ve tarafli oldugunu açik lar.
Yerli ve sömürgeci iliskisini belirleyen psikolojik fenomenler hakkinda çok detaylara
inmesine ve oldukça uzun bir kitap yazmasina ragmen, gerçekligi gözden kaçirdigini
söyler.152 Mannoni, irklar arasindaki farkliliklarin, özelliklerin irklari ayirdigini, bu
yüzden bazi halklarin bagimli ve yönetilmeleri gerektigini savunur. Fanon,
sömürgeciligin yok edici ve insanliktan çikarici yönünü vurgulayarak, Mannoni’yi
bunlari görmemezlikten geldigini söyleyerek Mannoni’yi elestirir. Fanon, Mannoni’nin
ele aldigi olgunun gerçek boyutlarini kavrayamadigini göstermeye çalisir ve birbirine
149 A.e., s. 60. 150 A.e., s. 61. 151 A.e., s. 61. 152 A.e., s. 81.
112
tamamen karsit iki farkli insan grubunu anlamaya yönelik bir incelemenin iki kat daha
fazla önem verilmesi gerektigini söyler. Yerlinin ve sömürgecinin psikolojisinin altinda
yatan etkileri ve nedenleri üzerine yazar ve gerçeklerin gözden kaçirildigini belirtir.
Mannoni’nin Madagaskarli için yaptigi ruhsal tanimlamalarina katilmaz. Madagaskarli
bir yetiskinin kolayca asagilik duygusuna kapilacagini ve bunun nedenlerinin,
çocuklugundan beri içinde tasidigini iddia etmesine karsi çikar Fanon. 153 Mannoni’nin
bu görüsüne karsi uygar insanlarla ilkellerin karsilamasi sonucu ortaya çikan asagilik
duygusundan bahseder. Ve Fanon Mannoni’nin bu düsüncesini diger düsüncesiyle
çatistigi için elestirir. Bay Mannoni’nin çikis noktasi madem bu olduguna göre, o halde
asagilik kompleksinin varligini neden sömürgecilik öncesi psikolojik arka planda
aradigini sorar.154 Beyaz adamin adaya ayak basmasi ve Madagasgarliyi ezmesi,
asagilamasi, sömürmesi sonucu ortaya çik mistir bu ruhsal rahatsizliklar.
Fanon bir toplumun ya irkçi ya da olmadigini bunun ortasinin olamayacagini ve bunun
pek çok sorunu çözebilmek için sart oldugunu söyler. Fransa’daki irkçi yapinin yalnizca
belli gruplara ait oldugunu söylemenin, ya da irkçiligin toplumun asagi katmanlarina
özgü bir olgu oldugunu ve dolayisiyla seçkinler sinifini pek baglamadigini söylemenin,
Fransa’nin irkçiliga yüz vermeyen ülkelerin basinda geldigini iddia etmenin, dogru
düsünme yetisinin sinirli insanlarin harci oldugunu söyler.155
Edward Said Kültür ve Emperyalizm adli eserinde Fanon’un sömürgecilerin tarihi
fethetmesiyle, emperyalizmin Bati kültüründeki büyük mitlere dayanak olan hakikat
sistemini birbirine bagladigindan sözeder. Sömürgecinin kendisini göklere çikaran,
giderse her seyin daha kötüye gidecegini anlatan yalanlarindan örnekler verir. Ama
Fanon’un da burada Bati hümanizminin ayakta kalamayacagini gösterdigini söyler.156
153 A.e., s. 82. 154 A.e., s. 83. 155 A.e., s. 83. 156 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 396-397
113
Irkçilik ve sömürgecilik konusunda hakli nedenler aramaya çalisir Mannoni, ama
sonuçta ortada hos olmayan, siddete maruz kalan, aç kalan, itilip kakilan insanlar vardir.
Fanon, ekonomik açidan yargilara varan Mannoni’nin görüslerine katilmaz ve olaya bu
kadar dar yaklasilamayacagini belirtir. Bu iki farkli yapiyi bir biriyle karsilastiran
Mannoni’nin, sömürgecilik gibi karmasik bir olguyu çözümlemeye girisen birinin,
ortada insanlikdisi olmak gibi ciddi ve ortak özellikleri olan bir durum varken iki ayri
planda ya da iki ayri sinifin eliyle sahneye konan zulmün ne bakimdan birbirinden farkli
oldugunu arastirmanin ütopik bir zihin çabasi olmaktan ileri gitmeyecegini bilmesi
gerektigini söyler.157 Aslinda Siyah adamin acisinin çok daha farkli oldugunu söyler
Fanon ve Mannoni’nin, Zencinin Beyaz’in karsisinda kapildigi umutsuzlugu ta derinden
hissetmeye hiç çalismadigini söyler. Kendisini bu kitapta Siyah adamin yarasina, en
zayif yanina dokunmaya azmetmis gördügünü, olaylari incelerken objektif olmak gibi
bir iddiasinin da olmadigini ve zaten bunun da mümkün olamayacagini söyler. 158 Fanon,
irkçiligin içerdigi olumsuzlularin her türlü irkçilikta varoldugunu, irkçiligin sonuçta
insani yok sayan bir tutum içerdigini söyler: “Su ya da bu tür irkçilikla bir baskasi
arasinda bir fark var midir gerçekte ? Insan için hepsinde de ayni düsüs, ayni yozlasma
sözkonusu degil midir ?”159
Fanon, irkçiligin sinifsal bir sorun olmadigini, toplumun her yerine yayildigini belirtir.
Sonuçta Güney Afrika’ya Beyaz adam gelmis, sömürgeci sistemini yerlestirip, yerli
halki boyunduruk altina almistir. Güney Afrika’daki irkçilik olayinin nedeninin aslinda
bölgede irkçi bir yapilanma olmasi yüzündedir. Ve yoksul Beyazlarin nefret sebebini
açiklar: “Nedir Güney Afrika ? 2.530.300 Beyazin 13.000.000 Siyahi sopa zoruyla
tiktigi bir kazan. Güney Afrika’da eger yoksul beyazlar Zencilerden nefret ediyorlarsa,
bunun sebebi hiç de M. Mannoni’nin bizi inandirmaya çalistigi gibi, irkçiligin, çok
çalisip çirpindiklari halde fazla basari kaydedemeyen küçük tüccar ve memurlarin eseri
olmadigini, tersine, bunun sebebinin Güney Afrika’nin düpedüz irkçi bir yapilanma
157 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 83 -84. 158 A.e., s. 84. 159 A.e., s. 84.
114
içinde olmasi oldugunu söyler.”160 Çünkü sömürgeciligi yaratan üç, bes kisi degildir,
arkalarinda devletler, uygarliklar vardir. Mannoni’nin söylediginin tam tersine, yani
tüccarlarin, az kazananlarin ve kolonyalistlerin ürettigi bir irkçilik degildir sömürge
irkçiliginin sorumlusu, Avrupa uygarliginin irkçi yapisi ve onun en ileri gelenleridir
sorumlu olanlar.161 Irkçilik, ekonomik olarak zor durumda olan, az kazanan insanlarin
besledigi kin ve nefretten olusan bir sorun olsaydi, çözümü de daha kolay olacakti. Daha
farkli, güçlü nedenleri olan, toplumlari birbirine düsüren düsmanca duygulara dayanan
bir gerçekliktir irkçilik. Mannonni, Fransa dünyada irkçiligin en az hissedildigi ülke
demesine karsin Fanon su yaniti verir: “Hayir, Fransa su katilmamis irkçi bir ülkedir,
çünkü asagilik -zenci, pasakli-Zenci motifi orada da toplumun kollektif bilinçaltinin bir
parçasidir.” 162
Farkli kültürlerin sömürgeci bir yapilanma içinde karsilasmalari, sonuçta çatismalari,
karsilikli düsmanliklari da doguracaktir. Çünkü ülkeye gelen sömürgeci güç, siddetle ve
zorla gelmis, ülkenin kaynaklarini ve yerli halkin özgürlügünü istemektedir. Çatisma,
düsmanlik, direnis kaçinilmazdir. Mannoni yine tezini güçlendirmek, Zencinin derisinin
renginden dolayi olusan asagilik duygusunun kaynaginin sömürgecilikten ve irkçiliktan
gelmedigini göstermek için örnekler vermeye devam eder. Fanon, Beyaz adamin adaya
gelmesinden önce böyle bir sorunun olmadigini, Beyaz adamin siddeti ve asagilamasi
sonucu Zencinin asagilik duygusuna kapildigini söyler: “Sömürge insaninin asagilik
duygusu sadece ve sadece Avrupalinin yükseklik duygusunun bir sonucudur. Asagilik
duygusunun irkçi kibirinin eseri oldugunu haykirmak için fazla cesur olmak
gerekmez.”163
Beyaz adam adaya gelmeden önce böyle bir sorun yoktur, çünkü onu sürekli ezmeye,
asagilamaya, renginden dolayi sinirli, alt bir sinifa sokmaya çalisan sömürgeci Beyaz
160 A.e., s. 85. 161 A.e., s. 87. 162 A.e., s. 89. 163 A.e., s. 90.
115
adam Zenciyi asagilik duygusu duymaya itmistir. Fanon, kurulan düzenin ve Zenciye
biçilen rolün sömürgecilerle belirlenip sinirlandigini, asildigi takdirde durulmasi gereken
çizginin sürekli hatirlatildigini söyler: “Bagimli tutum ve davranislarini sürdürdügü
sürece pek mesele çikmaz, her sey iyi gitmektedir, ama ne yazik ki, bu tip kendi yerini
unutur ve Avrupaliyla boy ölçüsmeye kalkar, iste o zaman Avrupali denen üstün
yaradilisli varlik çileden çikar ve bu çizmeyi asan Zenciye karsi veto hakkini kullanir;
iste bu istisnai haldir ki, bagimliliga karsi tavrinin bir bedeli olarak, asagilik
kompleksine sürüklenir; boyundan büyük islere kalkisan Zenci. ”164 Zenci asagi
görüldügü için, Beyazlarin yaptigi yetenek isteyen isleri yapmaya kalkismasi, onlar gibi
davranmasi gelecek için bir tehdit olarak algilanir. Fazla düsünmeleri, Beyazlar gibi
olmalari istenmez. Farkli ve asagi kaldigi sürece sorun yoktur. Fanon, Mannoni’nin
Madagasgarli yerliyi belirli ve sinirli bir kimlige mahkum ettigini, onu köseye
sikistirdigini söyler: “Mannoni, Madagasgarli yerliyi önce kendi adet ve geleneklerinin
mahkumu bir tip olarak çiziyor. Madagasgarlinin dünya görüsünün tek yanli bir
çözümlemesini yapiyor, onu kapali bir çevre içinde, atalarinin devraldigi degerlere ve
kabilevi unsurlara siki sikiya bagli bir karakter tasidigini söylüyor, sonra da objektif
olmanin asgari sartini bile hiçe sayarak, vardigi sonuçlari iki karakterli –ayni zamanda
hem yerel ve hem de sömürgecinin empoze ettigi degerlere bagimli- bir topluma
uygulamaya kalkiyor.”165
Madagasgarliyi, hem kendi dünyasina mahkum ve sinirli, hem de sömürgecinin
yükledigi degerlerden öteye gidemeyen bir tip olarak çiziyor. Fanon, çizilen bu
sinirlilkla Madagaskarli yerlinin köseye sikistirildigini, kendisine yalnizca iki seçenek
içinde birakildigini, ya asagilik kompleksinin ya da bagimliligin öngörüldügünü ve bu
iki çözümün disinda baska kurtulus yolu yokmus gibi davranildigini söyler. 166 Fanon
Madagasgarli yerlinin artik varolmadigini, Madagaskara ayak basan, Madagaskar’a el
koyan Beyaz adamin, Madagaskarlinin psikolojisini biçimlendiren yerli unsurlari ve
164 A.e.; s. 90. 165 A.e., s. 91. 166 A.e., s. 90.
116
mekanizmalari altüst ettigini, isgal edilisinden bu yana kendine özgü sosyal ve kültürel
yapisini temelden sarsan büyük bir tahribata maruz kaldigini söyler.167
Kültürel olarak da degisime ugratilmak istenen sömürgelestirilen halklarin beyinlerine
sömürgecilerin her konuda üstün olduklari islenmeye çalisilmis, egitim sistemlerine
kadar sizilmistir. Renat Zahar, Jahoda’nin Ganali çocuklar için çogunlukla Avrupalilarca
yazilan ders kitaplarini inceledigini, kitaplarin içinde Avrupalilarin “lütuflari ve ihsanlari
bol insanlar” olarak karsimiza çiktiklarini, sahip olduklari niteliklerinin de Afrikalilar’da
olmayan üstün nitelikler oldugunu söyler.168
Sömürgecilerin gelisiyle beraber her sey karisikliga, insanlarin hayati kölelige dogru
yönelir. Eskisi gibi bir hayata ve degerler sistemine dönülemeyecek kadar bu toplumlar
tahribata ugratilir. Fanon isgal edilen ve sömürülen bu adada yasayan insanlarin da bir
daha eskisi gibi olamayacagi kadar acilara ve sefalete itildigini söyler: “Madagaskar’a
ayak basan Beyaz adam, kapanmasi imkansiz bir yara açmistir bu adanin kültür ve
yasama biçiminde. Bu Avrupai satasma, müdahale ve saldirinin yol açtigi yikim, bilinç
ve sosyal baglam arasindaki belirleyici baglanti herkesçe bilindigine göre, sadece
psikolojik planda kalmamistir.”169
Fanon yerliyi bagimli duruma sokan, kis iligini, insanligini yok eden bu durumun
sömürgeci Beyaz adamin Zencinin dünyasini istila etmesiyle basladigini,
Madagaskarlinin eger tarihinin bir döneminde bir insan olup olmadigi sorusuyla karsi
karsiya birakilmissa, bunun ona insan olma onuru çok görüldügü için oldugunu
söyler.170 Beyaz adamin sömürgeci olarak karsisina çikisi, tüm yasamina müdahale
etmesi ve onu kendi çikarlari için bir araç olarak kullanmasi, insanlik disi uygulamalari
Zencinin degerlerini ve kisiligini silmistir. Fanon, Siyah adamin ruhsal olarak hastalikli
167 A.e., s. 93. 168 Renat Zahar, a.e., s. 47 169 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 94. 170 A.e., s. 95.
117
bir duruma düsürüldügünü, derisinin renginden ve irkindan dolayi ona insan olma
hakkinin tanimadigini söyler: “Baska bir deyisle, Beyaz adamin bir irk ve deger ayrimi
empoze eden bir üstün insan örnegi olarak karsima çiktigi, beni sömürgelestirilmis bir
tipe dönüstürdügü, tüm özgün degerlerimi, tüm zenginliklerimi talan ettigi, benim bu
dünyada bir parazitten baska bir sey olmadigimi ve bu yüzden kendimi süratle
beyazlarin dünyasina adamam, beyazlarin dünyasina uyarlanmam gerektigini haykirdigi,
”benim vahsi bir hayvan oldugumu, benim ve halkimin iyi cins pamuk ve seker kamisi
tarlalarini bereketlendiren uyurgezer gübre yiginlari oldugumuzu ve dünyada bundan
baska da yapacak bir seyimizin olmadigini söyledigi günden beri bir Beyaz olmamanin
acisini çekiyorum.”171 Fanon’un ve Aime César’in bu çarpici cümleleri Siyah adamin
nasil ezildigini ve Beyaz adami taklit etmeye sartlandirildigini çok iyi anlatmakta.
Mannoni’nin sömürgeciligi hakli çikartmaya, bunun gerekli oldugunu vurgulamaya
yönelik düsünceleri onun irkçiliga ne kadar yaklastigini gösteriyor: “Her halk degil,
yalniz buna derinden yatkinlik tasiyan ve ihtiyaç duyan halklar sömürgelestirebilirler.”
diyor ve biraz daha ilerde. “Avrupalilarin, ele aldigimiz türden koloniler kurdugu her
yerde, denebilir ki. Gelecegin sömürge halki bilinçdisi bir arzu ve hevesle böyle bir seyi
beklemektedir zaten....” 172 Fanon bu durumu, Mannoni’nin ihtiyaç duyan halklarin
yalnizca sömürgelestirilerek gelisebilecegini savunmasini söyle yorumlar: “Görüldügü
gibi Beyaz adam bir liderlik ve otorite kompleksine, Madagaskarli yerli de asagilik
kompleksine tutsaklik etmektedir. Durumdan herkes hosnuttur böylece.” 173 Yerli
sömürülmek ve asagilanmak istemektedir çünkü. Genelde sömürgeciligi hakli çikarma
çabalarinda en çok görülen yalanlardan biri de, bu halklara medeniyet götürme, bagimli
olan bu halklarin elinden tutup kalkindirma bahaneleri görülmektedir. Uygulanan siddet
ve katliamlardan, ülke kaynaklarina el konulup sömürülmesinden pek sözedilmez.
Toplumlarin kendi kendine yasama hakki ellerinden alinir. Yasamlarini isgal etme ve
düzenleme hakkini sömürgeci güç kendinde görür. Insan hayati korunmasi gereken en
önemli deger olarak görülmesi yerine, daha iyi yasam sloganlari bu durumda komik
171 A.e., s. 95. 172 A.e., s. 95. 173 A.e., s. 95.
118
kaçmaktadir. Insanlar öldürüldükten, tutsak edildikten sonra hala bu halklarin gelisimi
için bu sömürgeciligin yapildigi nasil savunulabilir ki ?
2.3.4. Fanon’ un Mannoni’nin Rüya Yorumlarina Elestirisi
Fanon, Mannoni’nin Madagasgarlinin bilinç altina girmek için yedi rüya analizi
yaptigini ve bu yedi rüyanin altisinda egemen konunun siddet oldugunu, ve bu siddetin
de Siyahlardan kaynaklandigini gösteren simgelerin varoldugunu iddia etmesini elestirir:
“Alti çocuk ve bir yetiskin, hepsi de anlattiklari rüyalarda korku, kabus ve kaçma telasi
içinde çikiyorlar karsimiza. ”174 Rüyalardaki korkularin nedeni hep siyah renkle ve
Senegalli askerlerin varligi ile ilgilidir. Sömürgeci güç, Siyah insanin kendi hakkini
aramasini engellemek ve bastirmak için Siyah insanin karsisina yine Siyah insani diker.
Korkuyu veren kisilerin sömürgecilerin kiraladiklari Siyahlar olarak görünmesi, Beyaz
adamin arka planda saklanmasi gerçekleri gizlemektedir. Bu yüzden Mannoni suçu yine
Siyahlara dogru yöneltmektedir. Fanon, farkli irklarin arasinda ayrimcilik yaparak,
birbirlerine karsi düsman olmalarini saglamaya çalisan Bati’nin taktiginden bahseder:
“Bütün davacilarla teker teker yüz yüze gelmeye vakti ve gücü olmayan Beyaz adam,
sorumlulugunu baskalarina devretme yolunu seçer. Suçun irklara dagitilmasi taktigi
diyorum ben buna. ” 175 Irklar arasinda siniflandirma yapan Bati, ayirdigi irklarin da
birbirine karsi ayrimcilik yapmasini ister ve onlari da bu yöne sürükler. Araplarla,
Zencilerle, Yahudilerle baska baska konusulur ve kendilerine digerlerinden daha üstün
oldugu yönünde imalarda bulunulur. Digerlerinin kötü yanlari hatirlatilarak kiyaslamalar
yapilir ve bir adim önde olduklari söylenir. Sömürgeci Beyaz adam, bu ayrimci ve
çikarci zihniyeti diger irklarin da beyinlerine sokar. Fanon, herhangi bir direnis hareketi
oldugu zaman askeri otoritenin de hemen ön saflara Siyah askerler sürdügünü ve
böylece ayni irklari birbirinin düsmani yapildigini, “derisi renkli insanlar” in özgürlük
174 A.e., s. 97. 175 A.e., s. 99.
119
mücadelesini bozguna ugratanin yine “derisi renkli insanlar” oldugunu söyler.176
Rüyalar bireyin içinde yasadigi kültür ve toplumun sartlarina göre de degisir. Fanon, bu
insanlarin uykularinda beliren olaylarin günlük hayatin reel fantezileri olarak yorumlar.
Hastalik derecesine varan olaylarda, Siyah adamin renk sorunu nasil çözülebilir diye
sorar Fanon. Bu durumda, asagilik duygusundan kaçarak kurtulunamayacagini, bunlarla
yüzlesilmesi, kaynaginin, toplumsal baglantilarinin, nedenlerinin bulunmasi gerektigini
söyler: “Baska bir deyisle, eger toplum derisinin renginden ötürü onun önüne bir takim
engeller koyuyor ve ben de onun rüyalarinda renk degistirme yönünde bilinçalti bir
tutkunun izini yakaliyorsam, benim görevim onu bu tutkudan vazgeçirip bu tür
duygulardan uzak durmayi tavsiye etmekle bitmiyor, tam tersine, benim görevim,
aradigim dürtüleri bir kere bulduktan sonra onlari kisirlastirmak degil, fakat
iççatismalarin asil kaynagina, toplumsal iliskiler agina karsi bilinçli tepkilere, bilinçli
aksiyona dönüstürmek.”177
Bati kültüründe insanlarin beyinlerinde Siyah insan her zaman olumsuz imgeler ve kötü
anlamlar çagristirir. Bu kültürde yetisen insanlar çocukluklarindan beri bu olumsuz
kültürel yüklemeleri dogal ve gerçekmis gibi algilar ve beyinlerinde degismesi zor
imgeler halinde kalirlar.
2.3.5. Fanon ve Son Söz
Fanon, Siyah insanin da diger insanlar gibi insan olmak istedigini fakat buna izin
verilmedigini, bu dünyanin disinda tutulmaya çalisildigini, sürekli dislanmaya ve
asagilanmaya maruz kaldigini söyler: “Istedigim, öteki insanlar arasinda bir insan
olmakti hepsi hepsi. Istedigim bizim olan ve kurulmasinda hepimizin payi bulunan bir
dünyaya genç ve pürüssüz, boguntusuz gelmis olmakti.”178
176 A.e., s. 100. 177 A.e., s. 97. 178 A.e., s. 109.
120
Fanon sürekli duydugu, maruz kaldigi, yüzüne söylenen asagilayici cümlelerin bazilarini
söyle siralar: “ “Bir Martinikli, su “bizim” eski koloniden.” , “Zenciye bak. Anne,
zenciye ! .... Hiist, simdi kizacak ! Ah, kusura bakmayin bayim, sizin de bizim gibi
medeni bir insan oldugunuzu bilmiyor... Bir hayvan türüdür Zenci, asagilik, alçak bir
yaratiktir o, bir Zenciden daha çirkini düsünülemez; Zenciye bak, Zenciye !”179 Fanon,
nasil bir ruhsal duruma düstügünü, neler hissettigini, çektigi acilari ve yabancilasmasini
söyle anlatir: “Her yandan beyaz adamla çevriliyim, yukarida gök yariliyor orta
yerinden, ayaklarimin altinda yer sarsiliyor ve bir yerlerde beyaz bir sarki, her yerde
beyaz bir sarki çaliniyor. Beyaz, beyazlik, beyaz, beni öfkeden kireç gibi agartan, kireç
gibi yakan beyazlik ... ”180 Fanon için, Siyah adamin sinirli ve belli bir kapasitesi
oldugunu unutmamasi gerekir. Onun bu duragan yapisi gelismeye pek elverisli degildir
ve o bunu hiçbir zaman unutmamalidir. Çünkü Beyaz adam böyle istemektedir :
“Insandan insan gibi davranmasi isteniyordu; benden istenense, bir Siyah adam gibi
davranmam. Ben dünyaya seslenmek, dünyayla bütünlesmek istiyordum, ama sevkimi
kiriyor, hevesimi kursagimda koyuyordu dünya. Oldugum yerde kalmam, haddimi
bilmem isteniyordu benden. Bu kadar haksizliga ugrayan, siddete maruz kalan Siyah
adamdi ama Beyaz adam yine pek sorumlu görünmüyordu bundan. Kölelik ise kötü bir
aniydi ve Kölelik sisteminin yaptigi kötülükler, çektirdigi acilar, iskencelerden
utanilmasi gerekiyordu. Ama beyaz adam yine ön siradaydi, asagilanan, suçlanan yine
Siyah adamdi.”181
Aimé Césaire, bugün ciddi olarak Avrupa’nin ahlaksal ve düsünsel olarak
savunulamayacak oldugunu, Avrupa’yi yalnizca Avrupa’da milyonlarca yiginlarin
suçlamadigini, tüm dünyada on milyonlarca insanin bagira bagira suçlama eylemine
katildigini, kölelikten yargiç olarak ayaga kalktiklarini söyler.182 Ama kölelik yillari,
179 A.e., s. 109-110. 180 A.e., s. 110. 181 A.e., s. 111. 182 Aimé Césaire, Discours sur le colonialisme , (Çevrimiçi) http://happy.joueb.com/news/110.shtml , 22 Mayis 2005
121
sömürgeciligin siddetle sürdügü dönemler insanlar kendi durumlarini bile dile
getiremiyorlardi. Sömürülen insanlarin hakli olduklarini haykirma hakki bile ellerinden
alinmisti. Karsilarinda pismanlik duymayan, özür dilemeyen sömürgeci Beyaz adamlar
vardi. Sömürgeciler, bu insanlarin beyinlerine irk olarak sinirli ve asagi olduklarini
sürekli kazimisti. Bu durumun böyle olmadigini kanitlamaliydi Siyah adam, sürekli
kendini ispat pesinde kosmaliydi. Pek çok düsünürün sinirli irk diye tanimladigi Siyah
irk, irklarin en alt basamaginda gösterildi hep. Yüzyillar boyu bu kliseler her yerde
kullanildi, günümüzde ise bu kliselerin kayboldugunu gösteren pek bir iz yoktur.
Küresel hale gelen dünyada varolan kliselerin, önyargilarin yayilmasi daha da
kolaylasmistir. Insanlar da bu siniflama isine katilmakta, pek çok önyargiyi
içsellestirmekte, bu söylemleri tekrarlamaktadir. Fanon, fiziki görünüsün nasil
algilandigini anlatmaya devam eder: “Hiçbir sans taninmaz bana. Sasmaz bir biçimde
disardan, fiziki varligima, derimin rengine bakilarak karara baglanmistir benim ne-
oldugum. Ben, baskalarinin benim için yarattiklari imajin degil, kendi görünüsümün
tutsagiyim.”183
Sartre’in da Amerika’ya gidisinde gördügü bir gerçektir Beyaz adamin tehdit edici,
asagilayici bakisi, Siyahlarin bakislariyla hiçbir zaman bulusmaz bu bakislar, her zaman
fark edilmemis gibi yapilir. Sartre Amerika’da bir Beyaz oldugunu daha çok hissetmeye
baslar. Bu durum kaçinilmazdir ve orada Beyaz olmak zorundadir. Irkçi bir kültürde o
da hemen irkçilarin görüntüsüne bürünmüstür istese de istemese de. Irkçiligin daha da
siddetlenmesini ekonomik sömürü sistemiyle ve sömürgecilikle açiklamaya çalisir
Sartre. Robert Bernasconi, bu durumu ve Sartre’in görüsünü söyle yorumlar: “Sartre,
“Beyaz adamin üç bin yildir görülmeden görmenin ayricaligini yasadigini” gözlemledi.
… Siyahlarin Beyazlara görünmezliginden de daha derin olan sey, Sartre’in kendisinin
de Birlesik Devletler’de gözlemledigi gibi, Beyazlarla Siyahlarin birbirine bakmamalari
pratigi ya da gelenegi sayesinde korunmus olan Beyazlarin kendilerini görüldükleri gibi
183 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 112.
122
görememeleridir.”184 Fanon, Beyaz adamin hangi gözle baktigini, ve bakislarinin
anlamini söyle yorumlar : “Korka çekine geldim bu dünyaya, gözden irak durmaya
alisik. Sürünerek ilerliyorum. Ama beyaz insanin, gerçek insanin bakislari beni
açimlamakta hiç de gecikmedi. Ne mal oldugum çikti ortaya. Nesterini ustaca kullanarak
uygun parçalara ayirdi realitemi. Beyaz adam. Gizlim saklim kalmadi, böylece, büyü
bozuldu. Bunun içindir ki, simdi beyaz adamin bakislarinda yeni bir insan olarak degil,
yeni bir tür, bir hilkat garibesi olarak görüyorum kendimi. Bir Zenci olup olacagi !”185
Fanon, toplumda sürüp giden yakistirmalarin, her durumda deri rengine yapilan
vurgularin ve bunlarin neler hissettirdigini, nasil sürekli tedirginlik içinde olduklarini
anlatir. Yasadigi toplumda insanlarin beyinlerinde bulunan bu tür yargilari yok etmesi
imkansizdir. Bir hata yapsalar, bu hata aslinda onlarin Siyah olmalarinin, beceriksiz bir
irk olmalarinin nedenidir. Bu konuda da hosgörü yoktur: “Zenci profesör, zenci doktor
dediler mi, dikkatime dokunur, alarm durumuna geçer duyargalarim. Çünkü bilirim ki,
sözgelimi, bu doktor bir hata yapacak olsa, isi bitmistir; bu, onun da, onun gibi derisinin
rengi siyah olan öteki doktorlarin da sonu demektir.”186 Yaptigi hatanin onun Zenci
olmasindan, asagi bir irka ait olmasindan kaynaklandigi düsünülür hep. O farkli ve
degersiz bir irktandir ve her zaman süpheli gözlerle ne tür beceriksizlik yapacak diye
bakilir. Yüzyillar boyu insan yerine koyulmayan, horlanan bir irktan gelmektedir. Siyah
irka karsi kati ve önyargili tutum bir kere yerlesmistir. Siyah insanin karsi karsiya
kaldigi sey kin, nefret ve bütün bir irkin önyargili tutumudur: “Irklar arasi nefret üstüne
çok sey okumustum. Sinir çizgilerini dikenli tellerle çizen unsurun nefret oldugunu
görüyordum; nefret ediliyor, asagilaniyor, küçük görülüyordum; karsi yakadaki komsu
ya da anne tarafindan kuzenim degildi, bütün bir irkti karsimdaki bu asik suratli hasim.
Ele avuca gelmez, akildisi bin düsmanla kavgaya tutusmustum. Küçük çocuklar için
rasyonel olanla karsilasmaktan daha yaralayici, daha zorlayici bir sey olmadigini
söylüyor psikanalistler. Bense, akildan baska silahi olmayan kisi için akildisi olanla
184 Robert Bernasconi, a.e., s. 124. 185 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, s. 112. 186 A.e., s. 113.
123
karsilasmaktan daha nevrotik bir sey olamayacagini söylüyorum, kisisel deneyimlerime
dayanarak.”187
Hiristiyan yapilmak istenen köleler, yerliler sürekli sorun olusturmus, esitlik sorunu
dogmasindan korkulmustur. Dinin herkesi kucaklayan felsefesi bir yerde isine gelindigi
zaman unutulmaya, istenildigi zaman hatirlanacak bir seye dönüstürülmüstür. Fanon da
dinlerin nasil egemen güç tarafindan kullanildigini, insan odakli olmaktan çok çikar
amaçli olduklarini gösterir. Zaman içinde, Katolik dininin, köleligi ve irk ayrimini önce
olumladigini, sonra da mahkum ettigini söyler. 188 Sömürgeci bir düzende, sömürülen
insanlara hepimiz esitiz, dinimiz bunu emrediyor denemeyecegi için ve bu esitlik fikri
beyinlerden uzak tutulmaya çalisilir. Yerlilerin Hiristiyan olmalarina süpheyle bakilir.
Fanon, yüzyillar boyu biyolojik ve fiziki açidan Zenci irkin çok farkli ve asagi oldugunu
ispatlamaya çalisan bilimin ve sayisiz kuramin çabalarinin bosa çiktigini ama
ayrimciligin yine de sürdügünü görür: “Uzun karasizliklardan sonra, Zencinin de insan
oldugunu, insan türünden oldugunu kabul etmek zorunda kalmislardi bilim adamlari ; in
vivo ve in vitro, hayatta ve deney sartlarinda zencinin, Beyaz adamin bir benzeri oldugu
görülmüstü, hem morfolojisiyle, hem de histolojisiyle ... Akil, her alanda zaferinden
emindi. Evet, bütün bunlari hurcumda topladim, onlardan alinacak dersi aldim, ama
bütün bunlardan apayri bir hava tutturmam gerektigini farketmekte de gecikmedim. ”189
Köken ve biyolojik olarak da kanitlar araniyor, asagi irk oldugu sabit hale getirilmeye
çalisiliyordu Siyah insanin. Bu gibi iddialar Bati disinda diger halklar ve derisi renkli
insanlar için de geçerliydi. Kafatasi yapilari, deri renkleri sömürgeciligi olumlamak için
kullanilmaya baslanmisti. Bilimin karsisinda Siyah insanin ne oldugunu ve nasil bir yere
konuldugunu, bilimsel kanitlarla hayvana yakin bir tür olarak gösterilmeye çalisildigini
anlatir Fanon: “Baskalari beni tarihin derinliklerinden çikardiklari zaman, yamyamlik
devrinin kalintilarini gözönünde biraktilar, çiktigim damari sik sik hatirlayayim diye.
187 A.e., s. 114. 188 A.e., s. 115. 189 A.e., s. 116.
124
Bununla da kalmadilar, üzerinde, yamyamligi simgeleyen az çok bastirilmis (rescessive)
genlerin de yeraldigi ayri bir kromozom semasi çikardilar benim için. Türel kökenimin
yaninda, irksal kökenimi de kesfetmislerdi simdi bilim adamlari. Ne menem bir bilimse
bu !... ”190
Bilimsel olarak bugün bu kuramlarin bir önemi kalmasa da, ürettikleri söylemler,
önyargilar varliklarini sürdürmektedirler. Beyinlerde yer etmis olan ayrimciligin,
irkçiligin silinmesi o kadar kolay degildir. Günlük yasamda yine de çok kolayca kabul
edilebilecek bir sey degildir Siyah adamin da Beyaz adam gibi bir insan oldugu:
“Düsünce planinda, zenci de bir insandi, tamam. Yani, diye hemen açiklama getiriyordu
bu fikre gönülsüz katilanlar, yani zenci de bizim gibi gögsünde bir yürek tasiyor. Ve
böylece, belli bazi noktalarda yine yanina yaklasilmaz olarak kaliyordu Beyaz adam. ”191
Fanon, baska bir yanilsamayi, kendini onlardan, Beyazlardan biri olarak sanmaya
baslayan Zencinin Fransa’ya gidince yedigi soku anlatir. Antilli ülkesinde kendini
giderek Beyaz zannetmeye baslar, sanki beyazmis gibi hisseder. Aldigi egitim, ögrendigi
dil efendisinin, tapindigi ülkenin kültüründendir. Siyah adam gerçekte diger irktandir ve
bu gerçegi Fransa’ya gidince hemen anlayacaktir. Orada Beyaz adam gibi olmadigi
kendisine güzelce hatirlatilir: “Insan, genç Antiller’de gittikçe beyaza dönen düsünme ve
görme tarzini, gittikçe beyaz aslina yaklasan bir suret halindeki davranis biçimini,
gelisme ve kristallesme seyri içinde rahatlikla izleyebilir. Okul yillarinda, beyazlarin
yazdigi kitaplardan “vahsi” denince hep Senegalliler gelir aklina.” 192 Bu “vahsi”
kavramini Antilliler de tartisirlar ama kendilerini disarida tutarak, aslinda kendilerini de
kandirdiklari bir durumdur bu. Antilli kendini bir Zenci olarak görmez çünkü, sadece bir
Antillidir O. Bunun böyle olmadigini çok geçmeden ögrenir : “Siyah insan efendisinin
ülkesine gittigi zaman “vahsi” nin kendisini de içerdigini anlar. Ama bu gerçek, ancak
Avrupa’ya varinca ögrenilecek türden bir gerçektir bu; orada zencilerden bahis açildigi
190 A.e., s. 116. 191 A.e., s. 116. 192 A.e., s. 143.
125
zaman, bu bahsin Senegalliler kadar kendisini de içine aldigini hemen farkedecektir
Antilli”193 Beyaz adamin dünyasinda yasamaya baslar baslamaz kendisinin onlardan biri
olamayacagini, bu gerçegi ve renginin ona getirdigi sinirliligi, mahkum ettigi yeri
anlayiverir bir anda: “Kendi halkinin arasinda kaldigi sürece, bu mitin farkinda degildir
zenci; ama beyaz adamin ilk bakisiyla birlikte, kendi siyahliginin yükünü hissetmeye
baslayacaktir hemen. “194
Ania Loomba da Fanon’un görüsüne katilarak, kolonilestirilmis öznenin, arzuladigi
beyazliga hiçbir zaman ulasamayacagini ya da kendini degersizliestiren siyahliktan asla
kurtulamayacagini anladigi anda ruhsal travmanin ortaya çiktigini söyler.195 Sömürgeci
Beyaz adamin Siyah insanin dünyasini isgal etmesiyle ortaya çikan bir sorundur bu.
Beyaz adam da Siyah insani kötülügü çagristiran bir imgeye dönüstürür. Beyazlarin
dünyasinda Siyah adamin varligi ve rengi Beyazlara korku ve endise veren bir seydir.
Fanon Zencinin, derisi siyah olmayan çogu insana fobi veren (phobogene) bir obje,
anksiyete veren bir obje oldugunu söyler.196 Fanon ruhsal olarak yasanan bu durumun
bedende yarattigi hastaligi ve duygusal bozuklugu söyle anlatiyor: “Zenciler beyazlarin
dünyasiyla temas haline geçtikleri, bu dünyaya girdikleri zaman dokunakli bir sey,
duygulari harekete geçiren bir aksiyon ortaya çikmaktadir. Eger fiziki yapiya iliskin bir
eksiklik, bir zayiflik duygusu varsa, benligin çöküsü, egonun geri çekilmesi olarak
yasamaktadir insan bunu. Ya da baska bir deyisle, aksiyomun amaci, Beyaz adam
görünümü altinda, “Baskasi” olmaktadir artik. Çünkü ona deger biçecek olan bu
“baskasi”dir bundan böyle. Etik planda, kendine deger biçme formunun ta kendisidir
bu.”197 Zencinin yasadigi bu ruhsal çöküntü, Beyazin dünyasi ona kendisini kendisine
yeniden tanitir. Beyaz bakislar içinde degersiz ve asagi biri olarak görüldügünü, ayni
zamanda korku ve kaygi veren bir nesne oldugunu anlar Zenci. Korku veren bir insan
oldugunu anlamasi onu ruhsal olarak rahatsiz eder, kendisine bir kez daha yabancilasir.
193 A.e., s. 143. 194 A.e., s. 145. 195 Ania Loomba, a.e., s. 202 196 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 146. 197 A.e., s. 147.
126
Fanon fobik insani, içinde bulundugu ruhsal durumu söyle anlatir: “Fobik insan, her
türlü rasyonel düsünceyi hiçe sayan bu fobik etki altindadir. Fobik insan, görüldügü gibi,
rasyonel mantik öncesi, duygusal mantik öncesi yasalara boyun egen bireydir : düsünce
ve duyma süreçleri onda, güvenligini sarsan kritik bir olayin gerçeklestigi zamana ait
düsünce ve duygu süreçleridir. Fobi de korku ve endise veren bir seydir. Fobi denen sey,
belli bir ortamda ve belli sartlar altinda sujede belli bir ön-etki birakan nesnedir.”198
Fanon, Siyah insanin Avrupa’nin kolektif bilincinde kötü bir sey olarak algilandigini ve
bunun nedeninin yüzyillardir varolan olumsuz imgeler, kliseler, önyargili tanimlar
oldugunu söyler. Siyah insan fobik bir sey olarak Bati’nin kolektif bilincinde yeralir.
Fanon, kolektif bilinçaltini söyle açiklar: “Jung, kolektif bilinçaltini geçmisten
devralinan beyinsel cevherlerle baglamakta. Ama, bize kalirsa genetik yapiya
basvurmadan diyebiliriz ki, bir grubun fikri sabitlerinin, önyargilarinin, mitlerinin ve
kolektif tutumlarinin toplamidir kolektif bilinçalti. ”199
Erich Fromm, toplumsal kisilikten, o kültürde yasayan insanlarca paylasilan
degerlerden, önyargilardan bahseder. Toplumsal kisiligin islevi, Fromm’a göre belli bir
toplumdaki insanin enerjisini, o toplumun sürekli isleyebilmesi amaciyla kaliplamak ve
yönlendirmektir.200 Bu durumda bu toplumda yasamak zorunda olan insanlar belli
degerleri, davranis ve düsünüs sekillerini edinmek zorundadirlar. Bir tür kültürel
yüklemeye maruz kalirlar. Fanon, Avrupa’da yasayan Siyah insanin da Avrupalinin
kolektif bilinçaltiyla zihnen ve psikolojik olarak bütünlesebilecegini ve Siyah insanin
nasil algilandigini ve neyi simgeledigini, Siyah insanin da kendini bu yargilarla kabul
ettigini açiklar : “Avrupa kültüründe zenci, kisiligin kötü ve olumsuz yanini
simgelemektedir. Meselenin bu yüzü yeterince anlasilmadan, siyah olmak fenomeni
üzerinde konusmak fazla anlamli olmayacaktir.”201
198 A.e., s. 148. 199 A.e., s. 173. 200 Erich Fromm, Saglikli Toplum, s. 93. 201 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 174.
127
Sömürgecilikle beraber yerlilere yakistirilan roller, imgeler beyinlerde belli bir yer etmis
ve degismesi hemen hemen imkansiz hale gelmistir. Geçmisten gelen bu olumsuz
yargilar halen varliklarini sürdürmektedir. Fanon, Avrupa uygarliginin siyah dünyayla,
vahsi halklarla temasa geçtigi zaman üzerinde herkesin hemfikir oldugu, “Zenci
kötülüklerin anasidir.” diye bir önyarginin ortaya çiktigini söyler.202 Zencinin Avrupa’da
nasil algilandigini ve kötülükle nasil esdeger görüldügünü, Avrupa’nin kolektif
bilinçaltinda nasil bir yere sahip oldugunu söyle anlatir Fanon: “Avrupa’da bir
fonksiyonu vardir zencinin: asagilik duygusunu, bayagi egilimleri, kisacasi ruhun
karanlik yüzünü simgeler Avrupa’da zenci, onun fonksiyonu budur. Zenci ya da daha
uygun bir deyimle siyah renk, Batili insan (Homo Occidental) in kolektif bilinçaltinda
kötülügün, günahin, sefaletin, savasin ve kitligin sembolü durumundadir. Les yiyen
kuslarin hepsi siyahtir. Ne anlamli tesadüf degil mi ?” 203
Kolektif bilinçaltini içinde yasanilan toplumun genel degerleri, önyargilari, düsünme ve
duygulanma yollari olusturur. Fanon, kolektif bilinçaltinin, beynin fiziksel yapisiyla
birlikte nesilden nesile aktarilan bir miras olmadigini; kültürün disa yansimayan
yüklemelerinden olustugunu, bu yüzden Antilli’nin de içine sokuldugu bu kültürün
düsünce tarzlarini, yargilarini içsellestirdigini, Antilli’nin de bir Avrupaliyla ayni
kolektif bilinçaltini paylastigini söyler. Ve Bu nedenle, Antilli de bir negrofobtur.204 Bu
çok ilginç bir saptamadir, çünkü Siyah insan da kendisini korku veren bir sey olarak
algilar ve Avrupalinin kendisi ile ilgili bu önyargisini paylasir: “Bir zenci düsmanidir
yani. Ana agaca sonradan asilanmis bir dal gibi Avrupalinin kolektif bilinçaltindan
beslenen Antilli, bu bilinçaltinin barindirdigi arketiplerin tümünü az çok kendine
maletmek zorunda kalmistir.”205
202 A.e., s. 175. 203 A.e., s. 175. 204 A.e., s. 176. 205 A.e., s. 176.
128
Kendini sevmekten uzaklastirilan Siyah insan, Beyazlardan onay almadikça kendisini
degersiz hisseder. Beyazlarin sevdigi, yücelttigi, deger verdigi seyleri sevmek, onlarin
düsüncelerine katilmak ve desteklemek onlardan biri olabilmek için seve seve yapilan
davranislardir. Bu durumda pek çok Batili önyargilar, düsmanliklar da farkinda olmadan
beyinlere yer eder. Bu yönde, Bati kültürünün yükledigi, doldurdugu, bir bilinç olusur.
Fanon, nasil yetistirildiklerini ve nasil Fransiz zihniyetiyle büyütüldüklerini anlatir:
“Çocuklugumda annem, güftelerinde zencinin gölgesinde bile yer vermeyen Fransizca
sarkilarla, Fransizca romanslarla doldurdu kulaklarimi. Ona itaatsizlik yaptigim zaman,
bir zenci gibi davranmamam gerektigini söyleyip dururdu bana.”206 Üstünlügünü
hissettigi Beyaz kültürün egemenligi altinda kendi kültürlerine yabanci, Beyazlarin
kültürel degerlerine göre yetiserek Beyazlarin sahip oldugu önyargilari, düsmanca
fikirleri de edinerek büyürler: “Sonralari beyaz kitaplar okumaya basladik, beyaz
kitaplari yiyip yutarak büyüdük ya da büyütüldük.; tabii bu kitaplarla birlikte Avrupa
kökenli pek çok önyargiyi, miti ve hurafeyi de midemize indirmis olduk.”207
Fanon, Antiller’de belli bir takim önyargilarin da olmadigini da söyler. Ama Beyaz
insanin Siyah insanin ülkesine gelerek isgal etmesiyle, kültürel olarak yerli halki
sömürmesiyle bu Batili önyargilarin kurbani olurlar. Bu önyargilari da Beyaz insanin
dünyasinda yasayarak edinirler. Fanon, Zencinin Beyaz uygarligin bir kurbani oldugunu,
psikopatolojik ifadelerle anlatarak, son derece ileri nevrotik belirsizlik, bir kimlik
bunalimi yasamakta oldugunu söyler.208 Zencinin de gözünde Beyazlar olumlu nitelikler
tasir hep, örnek alinmasi gereken özelliklerdir bunlar. Beyaz adama benzemeye
çalisilarak Beyaz kültürde bir yer edinilecegine inanilir. Ancak Zenci belli bir yasa
gelince anlar bir Zenci oldugunu: “Antilli 20 yasina gelinceye kadar, zenci oldugunun
pek farkina varmaz. –pek tabii kolektif bilinçaltinin marifetiyle- insanin kötü, pasakli,
sefih ve içgüdülerinin tutsagi oldugu oranda zenci oldugunu, zencilestigini hisseder. Bu
degerlendirme örgüsü içinde, zenciyi zenci olmayanin gözünde zenci yapan ne varsa
206 A.e., s. 176. 207 A.e., s. 177 208 A.e., s. 177
129
siyah, bunlarin disinda kalan tüm olumlu nitelikler de beyazdir. Antilinin zenci fobisinin
temelinde yatan çarpik degerlendirme tarzi budur iste. ”209
Beyaz kültürde algilama bu yönde olusmus ve diger pek çok halklara da oldugu gibi
Siyah insan da bu yakistirmalardan ve olumsuz tanimlamalardan nasibini almistir.
Fanon, kolektif bilinçaltinin verdigi sinyallere göre zenci demenin, kötü, çirkin,
günahkar, ahlakdisi ve türedi demek oldugunu, bunun tabii ki tersinin de dogru
oldugunu, yani kötü, çirkin, ve ahlakdisi olan ne varsa, bunlarin zenci oldugunu, Kendi
kültüründe bile “zenci ruhlu” deyiminin kötü bir anlam tasidigini ve her zaman bunun
kullanildigini söyler. 210 Bu durum gerçekten de Siyah insanin kültürel yabancilasmasini,
kendi kültürünü, irkini ne kadar asagi olarak algiladigini, sömürgeciligin bu olumsuz
etkilerini, asagilamlarini Siyah insanin sorgulamadan içsellestirdigini göstermektedir:
“Eger hayatimi ahlak sahibi biri olarak düzenlemeyi basarabilmissem, o zaman kendimi
bir zenci olarak görmemeye hakkim var demektir. Bunun içindir ki, Martinik’te kötü
huylu beyazlar için “zenci ruhlu” deyiminin kullanilmasi adet halini almistir.”211 Bu
durumda Beyaz adamlar da siyah olabilirler, tabii kötü huyluysalar : “Renk degildir
önemli olan; öyleyse aynaya bakarken de dikkat ettigim bir sey yüzümün rengi degil,
bilincimin ariligi, açikligi, ruhumun beyazligidir. Içim rahat, vicdanim temizse “kar gibi
beyaz” sayabilirim kendimi”212
Zencinin Beyaz kültürde yetismesi, kültürel degerleri içsellestirmesi Beyazlarla olan
iliskilerini düzeltemez, çünkü rengi siya htir onun. Sorun ayni zamanda fobik bir irktan
gelmis olmasidir Zencinin: “Yani sonuç olarak su gerçekle yüz yüzeyiz: Bir Antilli önce
kolektif bilinçaltiyla, sonra kisisel bilinçaltinin kismi azamisiyle kendini tam bir beyaz
olarak hissetmektedir. Ama buna ragmen ortada Jung’un hiç temas etmedigi bir vaka
209 A.e., s. 177 210 A.e., s. 177. 211 A.e., s. 178. 212 A.e., s. 178.
130
var: Antillinin derisi siyahtir ve siyah olarak da kalacaktir. Meselenin bulanik yani da
iste burasi. ”213
Sonuçta kendi kültürünü dislamis, kendisinin olmayan, üstünlügünü hissettigi bir
kültürün degerlerini içsellestirmeye çalisan bir Siyah insan vardir. Zencinin bu
sorununun nasil çözümlenebilecegini sorar Fanon. Siyah insanin probleminin sirf
Beyazlar arasinda yasayan zencilerin problemi olarak degil, beyazlarin hükümran
oldugu sömürgeci, kapitalist bir toplum tarafindan ezilen, kölelestirilen ve küçük
görülen zencilerin problemi olarak ele alinip çözümlenebilecegini söyler. 214 Zenciler de
kapitalist bir toplumda, her seyi ekonomik çikarlarla ölçen Beyazlarin dünyasinda
yasarlar. Bu arada Zenciler, Beyazlarin deger yargilarina da uyarlarlar kendilerini. Fanon
Siyah insanin pek bir seyinin kalmadigini, Antilli’nin kendine özgü, bagimsiz bir öz-
deger duygusundan yoksun kaldigini söyler.215 Bu durumda, disindaki güçlere bagimli
olusu, küçük görülme korkusu Zenciyi, kendini ötekilerle kiyaslama, ölçme yoluna
sürükler: “Kendini gerçeklestirme, bir özgüven kazanma yolunda ortaya koydugu her
çaba baskasina bagimli iliskilerde baskasini küçültme duygusuna, baskasina göre
ölçünme kaygisina dayanarak sürdürebilecegi bir çaba durumundadir.”216
Fanon, Antil toplumunu kendi kendine güveni olmayan nevrotik bir toplum, kendini
sürekli baskalariyla kiyaslayarak ayakta kalabilecegine inanan bir topluma dönüstügünü
söyler.”217 Renat Zahar, bunun nedeninin Antilli Zencinin özgürlügünü elde etmek için
çabalamadigini, özgürlügünün kendisine efendisi tarafindan verildigini, özgürlügü için
savas veren Amerikali Zencilerden çok farkli bir durumda oldugunu belirtir. Bunun yani
sira kurtulus yolu olarak da kendi benliginden kaçarak Beyaz efendisine benzeme
yolunu seçtigini söyler.218
213 A.e., s. 178. 214 A.e., s. 187. 215 A.e., s. 196. 216 A.e., s. 196. 217 A.e., s. 198. 218 Renat Zahar, a.e., s. 26
131
Insan olarak varolma ve kendine deger verme sorununun çözümü hep Beyaz adamin
onayina ve sistemine baglidir. Bu da hiçbir zaman çözüm getirmeyecek bir yoldur Zenci
için: “Beyaz’a benzemek onun gibi olmak istiyor Siyah insan. Bir tek yol var, bir tek
kader var Siyah insanin önünde: beyaz olmak. Siyah insan uzunca bir süreden beri
Beyaz’in tartisilmaz üstünlügünü kabul etmis durumda; böyle oldugu için de, bütün
gayretiyle beyaz insanin degerler örgüsüyle yogrulmus bir varolus hamlesi
gerçeklestirmek egiliminde.” 219 Deri renklerini birbirine kiyaslayarak üstünlük kurma
çabalari, insanlik disi ve insanca degerlere karsi bir tutumdur. Fanon, derisi renkli bir
insan olarak, kendi irkinin baska bir irka göre hangi bakimdan yüksek ya da alçak
oldugunu bulup çikarmaya hakkinin olmadigini, Beyaz bir dünyanin da olmadigini,
beyaz bir etigin de olmadigini, olsa olsa Beyaz bir zihniyetin varoldugunu söyler.220
Fanon, bu köleci, sömürgeci geçmisin kinini tutmayacagini, onyedinci yüzyilin köle
gemilerinin he sabini tutup yirminci yüzyilin Beyaz adamindan hesabini soramayacagini,
ruhlarla okkali bir suçluluk duygusu yaratmak için her çareye basvurmasinin
gerekmedigini ve atalarini insanliktan çikaran köleligin kölesi olmadigini söyler.221 Bu
durumda Fanon, kendi kültürünün ve Afrika kültürünün de yüceltilmesine karsi çikar.
Ania Loomba Fanon’un Afrika kültürünü kayitsiz kosulsuz onaylamayi aliskanlik
edinen yerli entellektüellerin yanlis yolda oldugunu, çünkü bunun kolonyal kliseleri
basitçe tersine çevirmekten baska bir seye yaramadigini saptadigini söyler.222
Fanon, Siyah insanin ve Beyaz insanin kötü kaderinden bahseder ama bunlar tamamen
farkli seylerdir. Siyah insanin bir vakitler kölelestirilmis olmasi, Beyaz insanin da bir
yerlerde cana kiymis olmasindadir bu kötü kader. 223
219 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 214. 220 A.e., s. 215. 221 A.e., s. 216 222 Ania Loomba, a.e., s. 240 223 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler , s. 216
132
Fanon, nasil bir dünya ve insan iliskileri istedigini söyle ifade eder: “Ben derisi kara
adam, sadece sunu istiyorum: Hiçbir araç insana hakim olmasin. Insanin insana kullugu
son bulsun. Yani ne ben baskasinin kulu olayim, ne de baskasini kulluga zorlayayim.
Nerede olursa olsun, hangi görünüs içinde olursa olsun insani kesfetmeme ve onu
sevmeme izin verilsin.” 224
Ne yazik ki, insanin merhametine, kendi keyfine birakilan diger insanlarin kaderi her
zaman insanligi acilara, çikmazlara dogru sürüklemistir. Gücü elinde bulunduran
insanlarin ne kadar esitlik ve adalet istedigi günümüzde de görülmekte, bu güçler diger
insanlar üzerinde baski ve egemenlik kurmaya devam etmektedirler. Sömürü, renk,
cinsiyet, irk, din gibi kavramlari da kullanarak yayilmasina devam etmekte, insanin
insana siddet uygulamasi durmamaktadir. Sartre Fransa’nin yedi yil Cezayir’de
yaptiklarini bugün herkesin bildigini, yoksul insanlardan olusan bir halki, dizlerinin
üstüne çökmesi için mahvettiklerini, açliga terkettiklerini, ve katlettiklerini bildigini
söyler: “Ve bu halk diz çökmedi. Ama ne pahasina ! Delegasyonlarin isi bitirdikleri
anda, insanlarin yavas yavas öldükleri kamplarda 2.400.000 Cezayirli bulunuyordu; bir
milyondan fazla Cezayirliyi ise öldürmüstük. Tarlalar bombos, köyler bombalarla yerle
bir edilmis, tüm hayvanlari, köylülerin son derece sinirli varliklari yokolmustu.”225
Sartre’in bahsettigi bu olaylar sömürgeciligin gerçek yüzünü göstermekte ve bugün
insan haklari üzerine konustukça konusan Batili sömürgeci, emperyalist ülkelerin neler
yaptiklarini gözler önüne sermektedir. Atom bombasini kullanmaktan çekinmeyen
Amerika Birlesik Devletleri’nin bugün Irak’ta yaptiklari da ayri bir insanlik dramini
yasatmaktadir. Dünyadaki siddet sürerken toplumlarin birbirle rine bakis açilari
daralmakta, birbirlerini yalnizca rakip olarak, yenilmesi gereken bir düsman olarak
görmeye yönelmektedirler.
224 A.e., s. 217 225 Sartre, Hepimiz Katiliz, s. 130.
133
133
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : KÜRESELLESME VE ÖTEKI
134
3.1. Küresellesme ve Öteki Stuart Hall, küresellesmenin çok uzun bir tarihin içinde olustugunu söyler ve küreseli
söyle açiklar:“Küresel” diye adlandirdigimiz seyin her zama n eklemlenmis tikelliklerden
olustugunu düsünüyorum. Küreselin, egemen tikelin kendi kendisini temsil etmesi
oldugunu düsünüyorum. Küresel, egemen tikelin kendisini konumlandirmasinin,
dogallastirmasinin ve diger azinliklarla iliskilendirmesinin bir yoludur.”1
Kapitalizm küresel olarak yayilmakta, diger farkli sistemleri de etkilemekte, kendi
mantigina göre toplumlarin yasam biçimlerini dönüstürmektedir. Foucault, dünya
tarihinde emegin, yani ekonomik faaliyetin, insanlarin topragin kendiliginden
verdikleriyle doyamayacak kadar kalabaliklastiklari gün ortaya çiktigini, geçimlilik
bulamayan bazi insanlarin öldügünü, topragi islemeselerdi daha pek çogunun ölecegini,
bu yüzden tarim alanlarinin açildigini, yayilmanin basladigini söyler. Insanligin artik
tarihinin her aninda ölüm tehdidi altinda çalismakta oldugunu, her halkin eger yeni
kaynaklar bulamazsa yol olmaya mahkum oldugunu söyler.2 Habermas, kapitalizmin
dünya tarihinde kendi düzenledigi ekonomik gelismeyi kurumsallastiran ilk üretim tarzi
oldugunu söyler.3 Böylelikle toplumlari kendi lehine daha iyi isleyebilmesi için
dönüstürmeyi basarmis, insani degerleri de çikar ve kar edilmesi gereken araçlara
çevirmistir. Kapitalizmin yayilmasi kültürleri, özellikle kitle kültürlerini de
aynilastirmaya ve ayni zamanda da kültürlerin farkliliklarini ön plana çikarmalarina
neden olmus, neden olmaya da devam etmektedir. Kapitalizm tarih boyunca yeni
pazarlar, ucuz isgücü, yeni hammadde kaynaklari pesinde kosmus, sonuçta insanlari
kosullandiran küresel kontrolsüz bir güç haline gelmistir. Gücü elinde bulunduran pek
çok ülke diger güçsüz durumdaki ülkeleri isgal etmis, ekonomik ve kültürel olarak
boyunduruk altina almistir. Bugün de emperyalizm ve sömürgecilik farkli biçimlerde
1 Stuart Hall, v.d., ”Eski ve Yeni Etkinlikler” Kültür, Küresellesme ve Dünya Sistemi, Ed., Anthony D. King, çev: Gülcan Seçkin, Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat Yayinlari, Ankara, 1998, s. 94. 2 Michel Foucault, Kelimeler ve Seyler, çev: Mehmet Ali Kiliçbay, Imge Kitabevi, Istanbul, 2001, s. 360. 3 Jurgen Habermas, Ideoloji olarak Teknik ve Bilim, çev: Mustafa Tüzel, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul, 1997, s. 46.
135
kendini göstermekte, insanin insani sömürüsü devam etmektedir. André Gorz,
günümüzdeki krizin modernligin krizi olmadigini, her seyi iktisadi çikar ve akla
indirgeyen anlayisin krizi oldugunu, uygulanmis olan akilcilastirmanin (rationalisation)
artik bariz hale gelmis olan akildisi güdülerin krizi oldugunu söyler.4 Uluslarin hemen
hemen ayni evrensel ilerlemenin yolundan gidecegini savunan pek çok iktisatçi ve
düsünür bu gelismeleri bazi toplumlarda göremedikleri zaman, kendi tanimlarina
uymayan bu toplumlari, o kültürde ve o toplumda yasayan insanlarin yeteneksizliklerine
ve irksal geriliklerine vurgu yaparak açiklamaya çalismislardir. Bu kültürlerin her zaman
bagimli, baskalari tarafindan yönetilmeye muhtaç olduklari belirtilmistir. Larrain, Akil
kavraminin abartilmasini, Akil ile her seyin, mutlulugun bile mümkün olabilecegini
savunan Avrupa’yi söyle elestirir: "Akil insanligi mutsuzluktan kurtaracaktir. Bilgi ve
bilim egitim ve ilerlemenin anahtaridir. O zaman araççil aklin ve bilimin yeterince
gelismedigi Avrupa disindaki dünyanin, bir mutsuzluklar dünyasi olarak görülmesi
sasirtici olmamaktadir."5
Bu durumda Bati yönünde ilerlemeyen toplumlar, öteki ülkeler gelisemeyecekler,
mutluluktan uzaklasacaklar, her zaman Bati’ya muhtaç yasayacaklardir. André Gorz,
iktisadi akilsalligin kapitalizme özgü tekboyutlu indirgemeciligi, iktisadi açidan akildisi
bütün degerleri ve amaçlari kökünden silip atmasiyla ve bireyler arasinda sadece para
iliskileri, siniflar arasinda sadece güç iliskileri, insanla doga arasinda sadece araçsal bir
iliski birakmasiyla, birbirinin yerine geçebilecek bir isgücü olmaya indirgenen
savunacak hiçbir özel çikarlari olmayan bir isçi-proleter sinifin da dogdugunu anlatir.6
Horkheimer, Platon’un ve Aristoteles’in felsefelerinin skolastik düsünce ve Alman
idealizminin gibi büyük felsefi sistemlerin nesnel bir akil teorisi üzerine kuruldugunu,
her seyin ölçütünün bu evrensel rasyonellikten çikarilmasi gerektigine, nesnel akla göre
4 André Gorz, Iktisadi Aklin Elestirisi, çev: Isik Ergüden, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1995, s. 13-14. 5Jorge Larrain, Ideoloji ve Kültürel Kimlik, çev :Nese Nur Domaniç, Sarmal Yayinevi, Istanbul, 1995, s. 195. 6 André Gorz, Iktisadi Aklin Elestirisi, s. 33.
136
yasayan insanin basarili ve mutlu bir hayat sürecegine inandiklarini söyler.7 Horkheimer,
aklin bütünüyle toplumsal sürece boyun egdirildigini, aklin araçsal degerinin, doga ve
insan üzerinde egemenlik kurulmasinda oynadigi rolün tek ölçüt oldugunu belirtir. Bu
durumda insanin degeri, insani degerlerinin disinda, toplumsal yapida sahip oldugu yere,
ekonomik gücüne göre belirlenir. Said, bizzat Avrupa’da on dokuzuncu yüzyil
sonlarinda emperyal olgularin dokunmadigi yasam parçasinin kalmadigini, ekonomilerin
denizasiri Pazar, hammadde, ucuz emek ve büyük kar saglayacak topraklarin açligi
içinde oldugunu söyle r.8
George Larrain, 19. yüzyilda ortaya çikan ve halen geçerli olan kültürel kimliklerin
olusumunu etkileyen en önemli ayrimin merkez, çevre ayrimi oldugunu, ekonomik
ayrimin ulusal kimliklerin olusumunda temel teskil ettigini söyler:9 “Küresellesme
sürecinin öncü gücü olarak bu sürecin merkezinde bulunan ülkeler, kendi ulusal
kimliklerini merkezi, egemen bir sekilde olusturmuslar, diger kültürlerin tümünü çevre
ve asagi olarak niteleme misyonuna sahip olduklarini düsünmüslerdir.”10
Teknolojik olarak öne geçen Bati kendi degerlerini ulasilmasi gereken ideal nokta olarak
göstermekte, bu bilinç ve düsünceyi küresel olarak yaymaya çalismaktadir. Bryan S.
Turner küresellesmenin ne gibi sorunlar ürettigini, Dogu’nun nasil asagi olarak
yüzyillardir tanimlandigini söyle anlatir: “Kültürel küresellesmenin kültürel baskisi ayni
zamanda yerel karsitlik, muhalefet, köktenci dinsel ve milliyetçi duygularin asiri
tepkisine de yol açti. Dogu akildisi, duragan, gelisemeyen, despotik, “Oryantal
duraganlik kuraminin kökenini Aristo’nun Politics’ine, Montesquieu’nun Lettres
Persanes’ine ve De L’esprit des Lois’ine, Adam Smith’in An Inquiry into the Nature and
Causes of The Wealth of Nations’una ve Hegel’in The Philosophy of History’sine kadar
7 Max Horkheimer, Akil Tutulmasi, çev: Orhan Koçak, Metis Yayinlari, Istanbul, 2002, s. 56. 8 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, çev : Necmiye Alpay, Hil Yayin, Istanbul, 1998. s. 43. 9 Jorge Larrain, a.e., s. 216. 10 A.e., s. 216.
137
izledi.”11 Dogu’nun ve az gelismis ülkelerin asagi, bagimli oldugu çok gerilere kadar
gitmekte pek çok düsünürün düsüncelerinde, eserlerinde yer almakta, desteklenmekte,
insanlarin beyinlerine de sokulmaya çalisilmaktadir. Bu söylemler, asagi görülen bu
halklarin insanlarinin çogu tarafindan da kullanir hale gelmis, sorgulanmasi
unutulmustur. Bu insanlarin büyük bir bölümü de maalesef Bati tarzi yasami ve tüketimi
benimsemis duruma gelmis, bu degerleri ulasilmasi gereken hedefler olarak
belirlemistir.
Üretimin, teknoloji sayesinde daha kolay hale gelmesiyle refahin herkes için artacagi
iddia edilmis, ama yalnizca belirli ülkeler daha zengin ve daha çok tüketir hale gelmis,
üçüncü dünya ülkeleri giderek daha çok fakirlesmis, büyük bir borç batagi içine
sürüklenmislerdir. Bauman, dünyadaki adaletsiz ekonomik ve siyasal yapinin
adaletsizligini rakamsal örnekler vererek yoksul ülkelerin nasil daha da bagimli bir
duruma ve bir çikmaza sürüklendigini gösterir: “Tavandaki % 20 dünya enerjisinin %
70’ini, metallerin % 75’ini ve agaçlarin % 85’ini tüketiyordu. Öte yandan “üçüncü
dünya” nin ekonomik olarak zayif ülkelerinin borcu 1970’te yaklasik 200 milyar dolar
civarinda geziniyordu. Yirmi yil içinde bu rakam tam 10 katina çikti ve bugün insanin
hayal gücünü zorlayan 2.000 milyar dolar sinirina dayandi.” 12 Rakamlar, insanligin
büyük bir bölümünün ne kadar zor bir durumda oldugunu, giderek bu halklarin yasamin
disina dogru itildigini göstermektedir. Dünyadaki varolan sistemin insanligi iyi yöne
dogru götürmedigi, fakir toplumlari yoksulluktan ve açliktan kurtaramadigi aci bir
gerçektir. Giderek adaletsizligin arttigi bu dünyada fakirlik artmakta, borç batagina itilen
ülkeler ve insanlari kölelesmeye dogru gitmektedir. Küresel olarak genisleyen kapitalist
sistem ve zihniyet farkli kültürleri de isgal etmekte, insanlari istekleri ve tüketimleri
konusunda aynilestirmeye dogru yöneltmektedir. Toplumlar da varliklarini bu küresel
ortama uyarlayarak sürdürmek, dünya pazarlarina girebilmek için üretim ve kültürel
11 Bryan S. Turner, Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm, çev: Ibrahim Kapaklikaya, Anka Yayinlari, Istanbul, 2002, s. 150. 12 Zygmunt Bauman, Postmodernlik ve Hosnutsuzluklari, çev: Ismail Türkmen, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 83.
138
yapilarini degistirmeye çalismaktadirlar. Zygmunt Bauman, günümüzün bu kriz içindeki
dünyasini söyle degerlendirir: “Bugün zengin fakat endiseli ve güvensiz yirmi kadar
ülke dünyanin geri kalani ile karsi karsiyadir. Ve bu geri kalanlar artik bunlarin ilerleme
ve mutluluk tanimlarina itibar etmiyor, fakat kendi çaba ve kaynaklariyla edindikleri
mutlulugu ya da sadece yasamlarini devam ettirebilmek için her geçen gün biraz daha
bunlara bagimli hale geliyorlar.”13
Habermas, içinde yasanilan refah toplumlarinda yerli halkin yabanci olan her seye karsi
gösterdigi etnosentrik tepkilerin oldugunu, yabanci isçilere, farkli inanç sahiplerine,
derisi farkli renkte olanlara, toplumdan dislanmis gruplara, sakatlara, Yahudilere karsi
gösterilen siddet ve nefretin arttigini söyler.14 Said günümüz dünyasini söyle yorumlar:
“Dünyanin genel hali, hem insani karasizliga düsüren kiskirticiligini hem de ideolojik
yükünü, kaypakligini gerilimini, degiskenligini, hatta ölümcüllügünü koruyor. Bir
zamanlar romantik, hatta duygusal bir deyisle Üçüncü Dünya diye anilan Güney yarim
küre, bir borç tuzagina yakalanmis, düzinelerce derme çatma ya da rabitasiz parçaya
bölünmüs, son on-bes yilda giderek artan yoksulluk, hastalik, azgelismislik sorunlarina
bogulmus durumda.”15Gerçekçi olarak bakildiginda dünyadaki sorunlar ve krizler
sürmekte, büyük bir çogunluk giderek köleye dönüstürülmektedir. Kapitalizmin gerçek
sorunlarini, krizlerini saklayan iktisadi akli ve kuramlarini elestiren André Gorz,
küresellesen uluslararasi sirketleri kendi ülkelerine çekmeye çalisan devletlerin aslinda
bu sirketleri daha da güçlendirdigini, bu yüzden disariya daha da bagimli hale
geldiklerini belirtir. Küresellesen sermayenin karsi konulmaz gücünün, her seyden önce
devletlerin birbirlerine karsi kiskirtilmayi hep birlikte reddetmek yerine, sermayeye
tanidiklari ayricaliklarla, sermayeyi kendilerine çekmek amaciyla birbirlerine karsi
giristikleri rekabetten dogdugunu söyler.16
13 A.e., s. 36. 14 Jurgen Habermas, Küresellesme ve Milli Devletlerin Akibeti , çev: Medeni Beyaztas, Bakis Yayinlari, Istanbul, 2002, s. 92. 15 Edward Said, Kültür ve Emperyalizm, s. 362. 16 André Gorz, Yasadigimiz Sefalet, çev : Nilgün Tutal, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 2001, s. 28.
139
Çin’e dogru giden Bati sermayesi sonuçta bu bölgede ucuz isgücü bulmus ve kendi
dogasini kirletmek yerine bu bölgedeki dogayi yoketmeye, kirletmeye baslamistir.
Dünyanin en kirli on kentinden besinin Çin’de bulundugunu, ayrica Çin’in ciddi bir su
kitligi çektigini; akarsularin yarisinin endüstriyel atiklarla kisirlastirildigini ve bu
akarsularda balik yasamadigini; Pekin’de sise suyunun fiyatinin sütten daha pahali
oldugunu; oksijen dükkanlarinin tüketicilere oksijen sattigini söyle yerek durumun ne
kadar zor oldugunu gösterir.17 Iktisadi aklin, insani insanliktan çikardigini belirten
André Gorz, uluslararasi sirketlerin rekabet kapasitelerinin artirabilmesi için insanlardan
pek çok seyi feragat etmesini istedigini, bu durumun reel ücretlerin düsürülmesine,
sosyal güvencelerin yok olmasina, issizligin artmasina, çalisma kosullarinin
kötülesmesine, istikrarsizlasmasina, sonuçta çalisanlarin daha çok sey kaybetmelerine
neden oldugunu söyler.18
Sonuçta küresellesme zor durumda olanlari daha zor duruma sokmus, yanlarina
yenilerini eklemis, gücü elinde bulunduran belirli bir azinligin daha iyi yasamasina
yarayan bir sistem haline gelmistir. Bu sistem iktisadi aklin mantigina göre çalismakta
her seyi, insani degerleri de çikar elde edilebilecek araçlara dönüstürmektedir.
3.1.1. Küresellesme ve Kültürel Kimlikler
Stuart Hall, insanin kimlik sorununa ve kim olduguna verdigi yaniti, baskala rinin
olduklarinin disinda biri olarak verdigini söyler: “Tüm dünyayi dolasirsin: Senin
disindaki herkesin ne oldugunu ögrendiginde, sen onlarin olmadigisin demektir. Bu
anlamiyla kimlik daima, kendi olumlusunu sadece olumsuzun dar bakisiyla elde
edebilen yapilanmis bir temsildir. Kendini insa edebilmesi için, kimligin ötekinin igne
deliginden geçmesi gerekir. Kimlik oldukça aykiri bir karsitliklar kümesi üretir.”19
17 A.e., s. 40. 18 A.e., s. 28. 19 Stuart Hall, a.e., s. 41.
140
Kapitalist zihniyetin küresel hale gelmesi kültürel kimlikleri rahatsiz etmis, ulusal
kimlik ler degerlerini, farkliliklarini, kim olduklarini daha çok sorgular ve tanimlar hale
gelmistir. Larrain, ulusal devletin gözden düsmesinin, küresellesmenin hizlanmasinin ve
zaman-mekan sikismasi süreçlerinin, ulusal baglari ve kimlikleri kesinlikle etkiled igini
söyler.20 Stuart Hall küresellesmeyle birlikte ulus-devletler çaginin geriledigini, ulusal
kimligin saldirgan irkçilik tarafindan yönlendirilen çok savunmaci ve çok tehlikeli bir
biçime dönüstügünü söyler.21 Farkli ve rakip kültürler bu yüzden diger kültürlerin kötü
özelliklerine, olumsuzluklarina daha çok vurgu yaparak kendilerini tanimlar hale
gelmislerdir. Tarih boyunca zaten varolan kültürlerin birbirleri hakkindaki olumsuz
yakistirmalari, önyargilari daha da abartili bir hal almistir. Kendi milli degerlerini ön
plana çikaran toplumlar, ister istemez bu konuda da kendilerini rekabet içine
sokmuslardir. Toplumlarin ortak degerleri, kültürel kimliklerinin olusumu için temel
olusturur. Ama küresellesen tüketim kültürü bu degerleri de yerinden oynatmaktadir.
Stuart Hall kimliklerin hem kaliplasmis oldugunu hem de olmadigini, sürekli degisim
içinde olduklarini söyler ve büyük kolektif kimliklerden bahseder: “Büyük kolektif
kimlikler, dünyada önceden üretilmis degismezlikler ve bütünlükler degildir.
Bütünlükler gibi islemezler. Kimliklerimizle kültürel ya da bireysel bir iliskileri varsa
bile, artik onlara iliskin konumlarimizin toplamini ortaya koyarak ne oldugumuzu
bilebilecegimiz birlestirici, yapilandirici ya da saglamlastirici bir güce sahip degiller. Bu
büyük kolektif kimliklerin artik geçmiste verdikleri gibi bir kimlik kodu veremediklerini
düsünüyorum.”22 Kimlik olusturma süreçlerinin ve etkileyen nedenlerin çok karisik
oldugunu, kimlik olusumunda sabit bir yapinin olmadigini, bunun çok kirilgan bir yapi
oldugunu söyler. Ingiltere’de birlik mitinden ve Commonwealth’in birlesmis kimliginin
kirilmasindan bahseder: “Kirk farkli tarihten kirk farkli insan, hepsi sermayenin
adaletsiz küresel ilerleyisi karsisinda degisik konumlarda, modern Britanya
Imparator lugu’nun dogusuyla belli bir noktaya sigdirlilmis – tüm bunlar tek bir yere
toplanmis ve toptan bir kimlikle damgalanmisti. Hepiniz tek bir sistemin içinde
20 Gorge Larrain, a.e., s. 212. 21 Stuart Hall, a.e., s. 47. 22 A.e., s. 68.
141
olacaksiniz, tek bir sisteme katkida bulunacaksiniz. Sistem bu farkliliklarin yok
sayilmasiydi. Ama simdi sistem merkez zayiflamaya basladikça, farkliliklar ayrismaya
basladi.”23
Küresellesme kültürel kimliklerin zayiflamasina da neden olmus, ne olduklari sorusunu
beyinlerine sokarak, aynilasma ve silinip yokolma korkusunu kültürlere yaymistir.
Küresellesme karsisinda devletler, kültürel kimligi olusturdugunu düsündügü sinif, irk,
din, etnik köken, cinsiyet, ve milliyet gibi özellikleri ön plana çikarmaya baslamislardir.
Küresellesmenin getirdigi sorunlar karsisinda devletler kendi kültürlerini yüceleterek
çesitli tavirlar almaya çalismakta ama bu tutumlar baska sorunlara neden olmakta, pek
bir ise yariyor görünmemektedir. Alain Touraine bu durumu söyle yorumlar: “Ya ulusal
toplum kendisini ekonominin küresellesmesine karsi savunmak için saldirgan bir
ulusçuluga dönüsmüstür, ya da o, ekonomik modernlesmeye ortak kimliklerin
denetimini elinde tutmaya çalisirken özel kimlikler küresellesmeye ondan daha etkin bir
biçimde direnmistir.”24 Habermas, küresellesme ile ortaya çikan sorunlarin, özellikle
siyasi açidan medeni haklari kullanma yeterliginin uluslar-üstü düzeyde yapilandirilmasi
ve kurumsallastirilmasi gerektigini, bu sorunlari devletlerin kendi basina çözemeyecegi
duruma geldigini söyler:25 “Iliskilerdeki ve iletisimdeki küresellesme, ekonomik
üretimin ve parasal kaynaklarin küresellesmesi, teknoloji ve silah transferinde, özellikle
de ekolojik ve askeri risklerde küresellesme artik bizleri, bir ulus-devlet çerçevesi
içerisinde ya da daha önce alisagelmis yollarla egemen devletlerin birleserek
çözemeyecegi sorunlarla karsi karsiya birakmaktadir.”26
Sorunlar, ülkelerin kendi içlerine kapanarak çözemeyecekleri boyuta ulasmis
görünmektedir. Ülkelerin birbirleriyle iliskileri daha da artmis, ekonomik olarak fakir ve
gelisemeyen ülkeler daha da köseye sikismis, kendilerini bu küresel ekonomi karsisinda 23 A.e., s . 58-59. 24 Alain Touraine, Birlikte Yasayabilecek Miyiz ? çev: Olcay Kunal, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul, 2000, s. 217. 25 Jurgen Habermas, Küresellesme ve Milli Devletlerin Akibeti, s. 15. 26 A.e., s. 15.
142
savunamayacak duruma gelmislerdir. Bu insanlarin çogu her ne kadar Bati karsiti
olurlarsa olsunlar, Bati tarzi yasama özenmekte, onlarin ürettikleri nesnelerin,
teknolojilerinin, davranis kaliplarinin tüketicisi haline gelmektedirler. Said , bu konuda
bir bütün olarak Arap ve Islam dünyasinin, Bati’nin piyasa sisteminin oltasina
yakalanmis durumda oldugunu söyler. 27 Said ülkenin en önemli kaynagi olan petrolün
de Amerika’nin iktisadi sistemine aktigini, Arap petrol gelirlerinin burada toplandigini
söyler ve söyle devam eder: “Bu durum, petrol zengini Araplari Amerikan ihraç
ürünlerinin büyük bir tüketicisi haline getirmistir. Körfez devletleri kadar Libya, Irak ve
Cezayir gibi radikal devletler için de geçerlidir bu. Benim üzerinde durdugum sey,
bunun tek yönlü bir iliski olmasidir; bu iliskide ABD, pek az ürün (temelde petrol ile
ucuz insan gücü) alan seçici bir müsteridir, Araplar ise, ABD’nin zengin maddi ve
ideolojik ürün yelpazesinin büyük bir çesitlenme gösteren tüketicileridir.”28
Küresellesen kapitalist sistem de güçlünün güçsüzü egemenligi altina almasina, bagimli
hale getirmesine ve sekillendirmesine daha fazla olanak tanimaktadir. Asagilanan
halklarin olumsuz imgeleri tüm dünyaya daha hizli bir sekilde yayilmakta, ve daha çok
olumsuzluklar eklenerek tekrar olusmaktadirlar. Pek çok halklar da farkinda olmadan
birbirleri ve hatta kendileri için olusturulan bu olumsuz imgeleri benimsemekte ve öyle
kabul eder hale gelmektedirler. Maalesef pek çok aydin diye taninan kisiler de bu
dege rleri böyle kabul eder hale gelmistir. Kendi toplumunu, insanlarini elestirirken,
Sarkiyatçi söylemler gibi diger halklar için üretilmis kliseleri de, yakistirmalari da
kullanmaktan geri kalmazlar. Örnegin “Sark kurnazligi” en çok dolasimda olan
kliselerden biridir. Sarkiyatçilar bu kavrami, Dogulularin kendine özgü bir sinsilik ve
uyaniklik tasidigi anlamini vermek için kullanir. Bu durumda Bati hiç kurnaz degildir,
her zaman dürüst ve kibardir. Bu ülkeleri isgal edip sömürmek, siddet uygulayip
toplumlarin kaynaklarina el koymak ve bunu sayisiz bahanelerle mesrulastirmaya
çalismak da bir dürüstlüktür Bati için. Çünkü Bati akilli olmayi yalnizca kendine
27 Edward Said, Sarkiyatçilik, s. 338. 28 A.e., s. 339.
143
yakistirir. Çesitli hilelere basvuran ise Sark’tir, kurnaz öteki’dir yani. Bati merkezdir,
uygar bir konumdadir ve örnek alinmasi gereken ileri bir yerdedir ötekiler için. Bati akli
ön plana çikardigi için, duygulardan yoksun olan bir aklin eksik kalacagini söyleyen
Stjepan G. Mestrovic, sosyolojik teorilestirmelerin çogunda kayip olan malzemenin
duygularin rolü oldugunu söyler ve alternatif olarak “duyguötecilik” kavramini önerir:
“Bana gore, çagdas Bati toplumlari, sentetik sanki-duygularin, benlik, ötekiler ve bir
bütün olarak kültür endüstrisi tarafindan genis çapta manipülasyonunun temeli haline
geldigi yeni bir gelisme safhasina giriyor.”29
Degerlerin, çagin tüketim mantigina göre olusturuldugu, tüketime yöneltildigi, kültür
endüstrisi tarafindan belirlendigi bir dünyada giderek duygular yok olmakta, markalar
kimliklerin en önemli parçalarini olusturmak tadirlar.
3.1.3. Küresellesme, Öteki ve Yabancilasma
Freud, bu dünyada insanin mutlu olabilme olanaklarinin sinirli oldugunu söyler.
Nedenlerden birincisi; çürümeye ve çözülmeye maruz kalan, aci ve kayginin üstesinden
gelemeyen vücudumuzdur. Insanin mutlu olabilmesini engelleyen diger nedenler ise; en
güçlü ve yikici güçlerle bize saldrian bir dis dünyadan ve son olarak da diger insanlarla
olan iliskilerimizden kaynaklanir. Freud, öteki insanlarla olan iliskilerimizden
kaynaklanan mutsuzlukta belki de digerlerinden daha fazla aci çektigimizi söyler.30
Insanlar ileri bir uygarliga sahip olduklarini düsünseler bile, insanin insana çektirdigi
acilar siddetini sürdürmektedir. Fromm, insanlik tarihinin kanla yazildigini, siddetin
sasmaz bir biçimde uygulandigini söyler.31 Insanlara yine en büyük felaketler diger
insanlar tarafindan gelmektedir.
29 Stjepan G. Mestrovic, Duyguötesi Toplum, çev: Abdullah Yilmaz, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1999, s. 51. 30 Freud Sigmund, Civilization and its Discontents, çev : Joan Rivier, New York , J. Cope and H. Smith, 1930, s. 28. 31 Erich Fromm, Sevginin ve Siddetin Kaynagi, çev: Yurdanur Salman, Nalan Içten, Payel Yayinlari, Istanbul, 1990, s. 14..
144
Sartre, insanin kendisini tanimasinin yalnizca ötekinin varligi ile, bakisi ve
yargilamasiyla oldugunu, öteki’nin belirmesi ve bakisiyla ben’in bakilmis olarak
yabancilasmasini, ben’in düzenledigi dünyanin baskasi tarafindan yeniden
düzenlendigini ve kisinin bu dünyadan ve kendinden yabancilastigini anlatir.32
Amerika’ya gittigi zaman Siyahlarin durumunu daha iyi anlar ve ayrimci bakislari,
kendisinin de bir Beyaz olarak tekrar tanidigini anlatir. Fanon, sömürgeci Beyaz adamin
Zencinin dünyasini isgal etmesiyle Zencinin yabancilasmasini ve ruhsal olarak
gerilemesini anlatir : “Zencinin, kendini irksal baglardan soyutlayarak Avrupa kültürünü
benimsemeye zorladigi andan itibaren baslamaktadir yabancilasma. Öte yandan, bir irkin
baska bir irki sömürmesini öngören sistemlerin kurbani durumundaki insanlarin
sorunudur yabancilasma. Daha üstün oldugunu ileri süren bir uygarligin baska bir
dünyaya bakis, dünyayi yorumlayis formu üzerindeki horgörüsüne hedef olan insanlarin
sorunudur yabancilasma.”33
Simone de Beauvoir, erkeklerin yarattigi deger yargilarindan olusan adaletsiz bir
dünyada kadinin konumunu anlatir. Erkek, “Özne” rolünde kadin ise “Öteki”
konumundadir. Ikinci Cins adli eseriyle dünyada erkekler tarafindan yaratilan tek
boyutlu kadin imgesini yikmaya çalisir. Bilincin Öteki ile iliskisi sorununu ele alir.
Ikilem Özne ve Öteki arasindadir. Öteki’nin Özne için varoldugunu, alt bir yere
konuldugunu, sessizligi ve pasifligi oynadigini gözlemler. Kadinin biyolojik yapisi
nedeniyle, sosyo-ekonomik dünyanin disinda tutulamayacagini, alt bir siraya
yerlestirilemeyecegini savunur. Cinsellik kavramini, kadinin hormonlari ve içgüdüleri
ile belirlenmedigini, iliskilerinin kendinden çok digerlerinin hareketleri, erkeklerin
yönettigi bir dünyada olustugunu, degistigini söyler: “Kimi zaman “kadin dünyasi”
erkek dünyasiyla karsilastirilir, oysa bir kez belirtmek gerekir ki, kadinlar hiçbir vakit
özerk ve kapali bir toplum kuramamislardir; erkeklerin yönettigi bir topluluga
32 Jean Paul Sartre, L’Etre et Le Néant, Editions Gallimard, Paris, 1992, s. 309. 33 Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler, çev: Mustafa Haksöz, Sosyalist Yayinlar, Istanbul, 1996 s. 210.
145
karismislardir ve burada ikinci derecede bir yerleri vardir ….” 34 Kadinlarin ikinci
derecede varliklar oldugu üzerine yazan ve bunu destekleyen yazilar tarih boyunca da
pek çok yazar tarafindan ele alinmistir. Günümüzde reklamlarda, müzik kliplerinde,
filmlerde, çogu dergilerde kadinlar da sürekli cinsel bir nesne olarak sunulmaya devam
etmekte, elestirilere yanit olarak, çesitli bahanelere, nedenlere basvurularak savunmaya
çalisilmaktadir. Kadinlarin algilanis biçimi, insanlarin iliskileri insani olmayan bir boyut
kazanir. Toplumsal degerler, davranis biçimleri sonuçta birilerinin çikarlari
dogrultusunda olusur. André Gorz, yasadigi toplumda ve bu tür toplumlardaki sosyal
iliskilerin kimsenin kendini açmadigi soguk, kodlanmis, hukuksal, mekanik iliskiler
oldugunu ve bu nedenle kisisel varolusla toplumsal varolus arasinda bir bosluk oldugunu
söyler.35
Küresel olarak yayilan kapitalist ekonomik sistem insan iliskilerini de belirlemekte,
tüketimle, markalarla mutlu olabilecegini, kisiligini yüceltebilecegini sanan insanlari
çogaltmaktadir. Insani degerler bile kar edilecek araçlar olarak görülmekte, eger bunlar
kazanca dönüsmüyorlarsa anlamlarini yitirmektedirler. Paranin ve nesnelerin insanlari
kontrol ettigi bir dünyada insan da bir nesneye dönüsmekte, kendinden ve türsel
özelliginden giderek yabancilasmaktadir. Markalar ve tüketimleri özendirilmekte,
insanlarin diger insanlara deger verisi, onlara bakisi bu nesnelere ulasabilme oranina
göre olusmaktadir. Para ve ekonomik çikarlar tarafindan sekillenmeye baslayan insanlar
sonuçta kisisel özelliklerini de pazarda kendilerini en iyi sekilde sunabilecekleri hale
getirmek için gelistirmektedirler. Marx insanin kapitalist sistemde nasil yabancilastigini
ve yabancilasmis emegin insani türsel özelliginden yabancilastirdigini anlatir. Insani
diger canlilardan ayiran bir özelligi de insanin türsel özelligidir. Bilinçli dirimsel etkinlik
biçimi, insani, hayvanin dirimsel etkinliginden dogrudan dogruya ayirir.36 Marx’a göre,
insan bu türsel özelligini üretim yaparak gösterir. Hayvanlar da üretir, ama yalnizca
34 Simone de Beauvoir, Kadin, Ikinci Cins 3. cilt. çev: Bertan Onaran, Payel Yayinevi, Istanbul, 1993, s. 7. 35 André Gorz, v.d., ”Kisi, Toplum Devlet” Post Modernist Burjuva Liberalizmi, çev : Yavuz Alogan, Sarmal Yayinevi, Istanbul, 1995, s. 139. 36 Karl Marx, 1844 El Yazmalari, çev: Kenan Soner, Sol Yayinlari, Ankara, 1976, s. 162 -163.
146
kendi bazi ihtiyaçlarini saglamak için basit araçlar yapabilirler: “Hayvan sadece kendi
türünün ölçü ve gereksinmelerine göre yapar, oysa insan her türün ölçüsüne göre üretir
ve nesneye her yerde kendi iç dogasini uygulamasini bilir; demek ki insan güzellik
yasalarina göre de üretir.”37 Ama insan kapitalist toplumda giderek ürettigi nesneden
yabancilasir hale gelmektedir. Insanlar çogu iste önceden belirlenmis belli hareketleri
tekrarlayarak, monoton bir sekilde üretim yapar. Ürettigi nesne kendisinin degil, kendi
disinda olan bir güce aittir. Ürettigi nesneye kendi yaraticiligini, duygularini koyamaz.
Üretim sürecinde kendine ve dogasina yabancilasir. Insanin türsel özelligine
yabancilasmasi, insanin insana yabancilasmasini da dogrurur : “Insan kendi kendisinin
karsisinda iken, onun karsisinda olan ötekidir. Insanin kendi emegine, kendi emek
ürününe ve kendi kendine iliskisi için dogru olan sey, insanin öbür insana, ve onun emek
ve emek nesnesine iliskisi için de dogrudur.”38 Insanligindan yabancilasan ve bu türsel
özelligini kaybeden insan bu durumda diger insanlarla olan iliskilerinde de yabancilasma
içine girer. Iliskileri çikar iliskilerine dönüsür. Marx, paranin gücünü ve neleri
dönüstürebilecegini söyle açiklar: “Paranin tüm insanal ve dogal nitelikleri bozup
karistirmasi, olanaksizliklari bagdastirmasi –tanrisal güç- onun, insanlarin
yabancilasmis, yabancilastiran ve yabancilasan türsel özü olarak özünde içerilmislerdir.
Insanligin yabancilasmis erkligidir o.”39
Fromm, kapitalist toplumu ve toplumun dayattigi yasam biçimini, insanlarin çikarci,
birbirlerini kullanmaya hedefleyen iliskilerini inceler ve çagdas toplumun nasil bencil
bireylerden olustugunu söyle açiklar: “Çagdas toplum, (“birey” sözcügünün Yunanca’si
olan ) “atomlar” dan, birbirine yabancilasmis, gene de bencil çikarlarla, birbirini
kullanma gereksinimiyle birbirinden kopamayan küçük parçaciklardan olusuyor.”40
Fromm, çagdas toplumsal kisiligi çözümlerken, yabancilasma kavramini kullanir ve
niçin bu kavrama agirlik verdigini söyle anlatir: “Bunun bir nedeni, bence bu kavramin
37 A.e., s. 161. 38 A.e., s. 162-163. 39 A.e., s. 232. 40 Erich Fromm, Saglikli Toplum, çev :Yurdanur Salman, Payel Yayinevi, Istanbul, 1990, s. 154.
147
çagdas kisiligin en derinlerindeki noktalarina dek ulasmasidir; baska bir neden de,
çagdas toplumsal-ekonomik yapiyla siradan bireyin kisilik yapisi arasindaki etkilesmeye
egildigimizde, bu kavramin en uygun düsen kavram olmasidir.”41
Nesnelerin ve paranin egemen oldugu bir sistemde giderek kar ve çikarlara indirgenen
iliskiler, üretim sürecindeki yaraticiligin ortadan kalkmasi, insanin kendi dogasina,
kendisine, kendi türüne olan yabancilasmasini da getirir. Bu tür yasamla insanlar, kendi
ben’liklerini olusturamaz, ben’liklerini olusturabilmek için toplum ve kültürleri
tarafindan onaylanmayi beklerler, veya bunun yanilsamasi içine girerler. Onaylanmak
demek egemen ekonomik ve toplumsal degerlere olabildigince kendilerini
uyarlayabilmek demektir. Insanin böyle bir toplumda kendisini algilamasi da bu
degerleri edinebilmesine baglidir. Çevresi ile olan iliskilerini bu degerler belirleyecektir.
Fromm böyle bir kapitalist sistemde insanin kendisini nasil algiladigini ve insan olarak
nasil algilamasi gerektigini söyle belirtir: “Kendini ancak söyle algilayabilir insan :
Sevgi, korku, inanç ve kusku duyabilen bir birey olarak degil de, toplumsal düzen içinde
belli bir islevi yerine getiren, gerçek yaradilisindan yabancilasmis bir soyutlama olarak.
Degerlilik duygusu basarisina, kendini pahaliya satip satamadigina, ise basladigi
zamankine göre daha iyi bir durumda olup olmadigina, isinde basari kazanip
kazanmadigina baglidir. Bedeni, kafasi ve ruhu anamallaridir onun; yasamdaki görevi de
bunlari kazançli bir biçimde isletmek, kendisinden kar saglamaktir.” 42
Insanlar kendi niteliklerini bu sistemin zorunluklarina uyarlayabilmek için çabalayip
durmakta, sunulan bu yasam tarzinda kendi isteklerini yapiyormus yanilsamasi içinde
yasamaktadirlar. Herbert Marcuse, kapitalizmi, ürettigi tüketim toplumunu, sundugu
yasam biçimini elestirir ve insanlari yabancilastirdigini söyler. Bireyler kendilerini,
dayatilan varolus ile özdeslestirdikleri ve onda kendi gelisim ve doyumlarini bulduklari
zaman bunun sorgulanmasi gerektigini ve bunun daha ilerleyici bir yabancilasma
41 Erich Fromm, a.e., s. 124. 42 A.e., s. 156.
148
evresini olusturdugunu söyler: “Yabancilasma tamamiyla nesnel hale gelir,
yabancilasmis özne yabancilasmis varolusu tarafindan yutulur. Salt bir boyut vardir, ve
her yerde ve tüm biçimlerdedir. Ilerlemenin basarimlari ideolojik aklamayi oldugu gibi
suçlamayi da püskürtür; bunlarin mahkemeleri önünde, ussalliklarinin “yanlis bilinci”
gerçek bilinç olur.”43 Yabanc ilasmis degerler, istekler artik normalmis gibi algilanmaya
baslanir. Insana yabanci, insani duygulari yok eden pek çok davranis farkinda olmadan
benimsenir, içsellestirilirler ve yasama dahil edilirler. Ekonomik gerçeklik sonuçta
insanlari kullanir ve yabancilastirir. Para ve çikarlar, kisiler arasindaki iliskileri yönetir
ve yasamin her yönüne bu çikarci düsünceleri sokar. Insanlar da birbirlerini
kullanacaklari bir araç, bir öteki olarak görmeye baslar ve birbirlerini tüketmeye
çalisirlar. Insanlar tüketim yaparak yasamayi ruhsal bir doyum olarak görmekte, belirli
nesneleri, markalari tüketemezlerse, onlari alamazlarsa aci çeker hale gelmektedirler.
Herbert Marcuse, yanlis ve gerçek ihtiyaçlari ayirt edebilecegimizi söyler. Yanlis
ihtiyaçlar toplumsal çikarlar tarafindan yukaridan insana dayatilanlardir: bu ihtiyaçlar,
zorlugu, saldirganligi, sikinti ve adaletsizligi dogururlar. Reklamlarla uyum içinde
dinlenme, eglenme, davranma ve tüketme, baskalarinin sevdiklerini sevme ve nefret
ettiklerinden nefret etme gibi yürürlükteki ihtiyaçlarin çogu bu yanlis ihtiyaçlar sinifina
girerler.44 Horkheimer, günümüzde lüks mal ve hizmetlerin ya kitleler tarafindan
zorunlu tüketim olarak benimsenmekte ya da rahatlama yolu olarak görülmekte
oldugunu söyler.45 Erich Fromm giderek tüketimlerimizin sürekli arttigini, nesneleri elde
etme yoluyla onlari kullanma yolu arasindaki kopukluktan bahseder. Markalarin
tasinmasi, pahali olan nesnelere sahip olunmasi kisilerin toplum içindeki üstün yerlerinin
göstergesi olarak görüldügünü söyler.46 Guy Debord, modern tüketimin dayattigi sahte
ihtiyaçlardan ve toplumsal yasamin tahrif edilmesinden bahseder. Ona göre, tüketim
sayesinde mutlu bir sekilde birlesmis toplum imajinda, gerçek bölünmeye ancak bir
43 Herbert Marcuse, Tek Boyutlu Insan, çev : Aziz Yardimli, Idea Yayinevi, Istanbul, 1997, s. 22. 44 A.e., s. 18. 45 Max Horkheimer, a.e., s. 82. 46 Erich Fromm, Saglikli Toplum, s. 146-147.
149
sonraki tüketim basarisizligina kadar ara verilmistir sadece. 47 Tüketim toplumunda
yapay ihtiyaçlar, insanlara kendi ihtiyaçlariymis gibi sunulur. Küresel ekonomik sistem,
isteklerini hemen doyurmak isteyen, tüketime yatkin, markalari kisiliginin parçasi olarak
gören, onlara bagimli yasayan insanlar ister. Marcuse toplumda meydana gelen
yabancilasmayi ve kisinin durumunu söyle açiklar: “Insanlar kendilerini metalarinda
tanirlar ; ruhlarini otomobillerinde, müzik setlerinde, içten-katli evlerinde, mutfak
donatiminda bulurlar. Bireyi toplumuna baglayan düzenegin kendisi degismis ve
toplumsal denetim ürettigi yeni gereksinimlerde demirlemistir.”48
Fromm yirminci yüzyil kapitalist insan tipinin, daha çok tüketmek isteyen, kaliplasmis,
kolayca etkilenmeye açik, önceden belirlenebilen, kendini özgür ve bagimsiz hisseden,
herhangi bir yetkeye, ilkeye ya da vicdana boyun egmedigini sanan insan oldugunu
söyler.49 Herbert Marcuse, kapitalist toplumda tek boyuta indirgenen iliskileri ve bilinci
elestirir. Baskici bir bütünün yönetimi altinda özgürlügün güçlü bir egemenlik aracina
dönüstürülebilecegini söyler. Efendilerin özgürce seçimi efendileri ya da köleleri
ortadan kaldirmaz. Genis bir mallar ve hizmetler çesitliligi içersinde özgür seçim
yapmak da özgürlük anlamina gelmez., bu mallar ve hizmetler yasam üzerindeki
toplumsal denetimleri destekliyorlarsa, dayatmayi ve sahte ihtiyaçlari içeriyorsa
yabancilasmayi artirir. 50
Küresel hale gelen kapitalist ekonomik sistem ve deger yargilari sonuçta farkli kültürleri
ve özelliklerini de yok etmekte, her seyi tüketime sunarak insanlari, kültürleri bir örnek
yapma egilimindedir. Ekonomik sistem kendi dogrulariyla, kitleleri yönlendirmekte,
tüketime yönelik davranis kaliplarinin herkes ve her kültür tarafindan edinilmesini
saglamaktadir. Insanlar küresel ekonomik sistemin degerleriyle kusatilmis, sikistirilmis
durumda kalmislardir. Bu sikistirilma çogu insan tarafindan farkedilmez ve tek dogru
47 Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev : Aysen Ekmekçi, Oksan Taskent, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1996 , s. 39. 48 Herbert Marcuse, a.e., s. 20. 49 Erich Fromm, Saglikli Toplum, s. 123. 50 Herbert Marcuse, a.e. , s. 19.
150
olanin bu oldugu kabul edilerek yasanir. Ekonomik savas her seyi tek boyutlu bir yöne
ve acimasiz bir dünyaya dogru sürükle mektedir. Her seyin tüketim nesnesi haline
gelmesi kültürleri de tüketilmesi gereken markalara indirgemistir. Bati kültürüne ait
olmak, Batili olmak, Dogulu olmak gibi olgular çesitli anlamlar tasir hale gelmistir.
Küresel ekonomik zihniyetin degerleriyle kusatilan, sikistirilan toplumlar da varliklarini
bu küresel ortama uyarlayarak sürdürmeye çalismakta, dünya pazarlarina girebilmek için
kendilerine biçilen rolü oynamaktadirlar. Ötekiler Bati’nin taklitçileri olarak görülmek
istenmektedir. Bati’nin ve Batili degerlerin dogal ve nesnel ölçüler olarak algilanmasini
saglayan tek yönlü bir bilgi akisi ve tutum küresel hale gelen dünyada daha da hizli
yayilmaktadir. Küresel hale gelen dünyada ise pek çok kültür ve toplum Bati gibi olmak
ve onlar gibi tüketmek istemektedir.
3.2. En Alttakiler
Ikinci dünya savasindan sonra enkaz haline gelen pek çok ülke yeniden yapilanmak,
savasta yikilan ülkelerini tekrar onarabilmek için kapilarini yabancilara, yabanci isçilere
açmaya baslar. Genellikle daha fakir ülkelerden gelen bu isçiler belki de
düsündüklerinden çok daha zor sartlarla karsilasmis, farkli bir kültüre gelmenin ve o
kültürce dislanmanin, asagilanmanin acisini yasamislardir. Almanya’daki isçilerin,
özellikle yabanci isçilerin yasam ve çalisma kosullarini, maruz kaldiklari insanlik disi
muameleleri gören Günter, bu yasananlari yalnizca onlardan birisi olabilirsem daha iyi
hissedebilir ve anlayabilirim der ve bir Türk isçisi kiligina girerek bu acimasiz hayata
baslar. Yani toplumunda ötekilestirilen, dislanan, çaresiz bir yabanci isçi olur. Günlerini
en kötü sartlarda yabanci isçilerle beraber bir Türk isçisi olarak geçiren Günter, yabanci
isçilerin sagliksiz ve tehlikeli sartlarda bazen ölümle sonuçlanabilecek islerde
çalistirildiklarini görür. Her seyin kar etmek için bir araca dönüstürüldügü, insanlarin
hayatlarinin hiçe sayildigi bir sistemde özellikle yabanci isçilerin insani insanliktan
çikaran is kosullarindaki dramatik yasamlarini görür. Yalnizca ekonomik çikarlar için
isleyen bir sistemde insanlarin kullanilip birer çöp gibi atildigini, yabanci ve muhtaç
151
durumda olduklari için her türlü asagilamaya maruz kaldiklarini, insan yerine
konulmadiklarini yasayarak onlari anlamaya çalisir. Kaçak olarak gelen ve kaçak
çalismak zorunda olan insanlarin nasil sömürüldüklerini, her geçen gün bozulan
sagliklarini, vücutlarinin çöküslerini, güçlerinin tükenislerini, ölüme biraz daha
yaklastiklarini görür.
Almanlarin bu ülkede yasayan yabancilara karsi takindiklari tavirlar ve davranislar
Günter’i rahatsiz eder. Kendi ülkelerinde issiz ve yoksul bir çaresiz kalan insanlarin
ülkelerine getirilip kullanilmalarini, ölüme kadar götüren, kansere yol açan çalisma
kosullarini anlatir. Bu kitaptaki olaylar ve benzerleri tabii ki yalnizca Almanya’da olan
olaylar degildir. Insani degerleri bir yana birakan, ekonomik çikarlar için insanin yasam
hakkina önem vermeyen, onlari kullanilacak bir nesne ve bir araç gibi gören tüm
sistemlerde, toplumlarda böyle olaylar yasanmaktadir. Ikinci Dünya savasindan sonra
hizla gelismek isteyen Almanya, ülkesine pek çok yabanci isçi almaya baslar.
Asagilamalara maruz kalinan yabanci bir ülkede, bu agir sartlarda yabanci bir isçi olarak
yasamak katlanilmasi zor bir çiledir. Isçilerin hayat ve çalisma sartlarini izleyen Günter,
yabancilarin ne kadar aci çektigini, zor durumda oldugunu görür. Yabanci bir Türk isçisi
olarak bu olaylari hissetmek ve yasamak ister. Ali Levent kimligini alarak ufak birkaç
makyajdan sonra kendisi de bir Türk isçisi haline gelir. Çalisma sartlarinin gittikçe
kötülestigini, yabancilara karsi yapilan uygulamalarin, yasalarin giderek sertlestigini ve
tüm bunlarin yabancilarin ruhsal olarak da rahatsiz olmalarina neden oldugunu söyler
Günter : “Almanya’daki yabanci gençlerin hemen yarisinin ruhsal bozukluklar içinde
olduklarini biliyordum. Kendilerine reva görülen uygulamalari artik kaldiramiyorlardi.
Bunlari disardan ben de görebiliyordum. Ama bu durumda olanlar, kendileri neler
duyuyorlar, bunlara nasil katlanabiliyorlardi ?”51 Tüm bu çekilen acilari ve neler
hissettiklerini anlamak isteyen Günter, bu ezilen ve dislanan insanlardan, ötekilerden biri
olmak ister. Çogu insanin yapamayacagi, göze alamayacagi bir ise kalkisir. Genelde bu
insanlardan, yabanci isçilerden uzak durulmasi gerekir, onlarin duygularinin, çektikleri
51 Günter Wallraff, En Alttakiler, çev : Osman Okkan Milliyet Yayinlari, Köln, 1986, s. 15.
152
acinin bir önemi yoktur. Günter yasadigi toplum tarafindan dislanan, ezilen bir insanin
neler hissettigini anlamak için o dislanan ve yabancilasan kisi olmayi ister ve bir Türk
isçisi olur. Bu rol hiç de kolay olmayacaktir, çünkü fiziki olarak yipranmasi, ruhsal
olarak da pek çok sikintiya, baskiya maruz kalmasi demektir bu rol onun için :
“Toplumun disladigi bir azinliktan, “En alttakiler” den biri olmak için fazla çaba
göstermeme bile gerek yoktu. Evet, bir Türk degildim. Ama toplumun maskesini
indirmek için maske takmak zorunlu oluyor.”52 Yasadigi sistemin ne kadar demokratik
oldugunu ve insanlar arasinda yapilan ayrimciligi, yasayarak sorgulamaya baslar:
“Bizim demokrasi olarak adlandirdigimiz bu sistemde bir irk ayrimciligi yasaniyor.
Gördüklerim, yasadiklar im, düsünebildiklerimi kat kat asti: olumsuz açidan. Federal
Almanya’nin göbeginde, 19. yüzyili anlatan kitaplarinda dile getirilen kosullarda
yasiyordum.”53 Çogu insanin hem fiziksel hem de ruhsal olarak dayanamayacagi türden
islerde çalisir. Tüm olumsuzluklara, yipranmasina ragmen, bir seyler ögrendigini,
gelistigini söyler : “Evet, son derece kirli islerde; insani yipratici, tüketici kosullarda
çalistim: Sevgisizligin, horlanmanin en tüyler ürpertici türlerini yasadim. Ama bu
çalisma beni yalnizca vücutça yipratabildi. Ruhsal açidan ise saglamlastirdi bile
diyebilirim.”54
Türk kiligina girmek için birkaç degisiklik yapar ve is aramaya koyulur. Gazeteye söyle
bir ilan verir : ”Saglam yapili yabanci isçi is ariyor.
Agir ve pis islerde çalisabilirim.
Ücret önemli degil. Basvuru için
358458”55
Ilk isi Köln’de bir villada bulur. Bir gün alarm sistemi bozulur ve ilk süpheyi çeken ve
polisin ilk kuskulandigi kisi o olur. Çünkü o yabanci bir isçidir. Düsmanlik duygularinin
52 A.e., s. 16. 53 A.e., s. 17. 54 A.e., s. 17. 55 A.e., s. 15.
153
artmasi üzerine bu ise daha fazla devam edemez. 56 Daha sonra Dogu Almanya ’dan
gelmis bir anayla kizinin yanina girer. Orada da Türk oldugunun duyulmamasi gerekir.
Yasli anne ve kizinin kendisini komsulardan sakladiklarini çünkü hemen, “Türk
çiftligine dönmüs orasi! ” diye yakistirmalarin baslayacagini söyler.57
Bir sene boyunca pek çok ayak islerinde çalisir. Laterna çalarak para toplamaya çalisir:
“Saatlerce dikilip durdum; bana misin diyen olmadi. Buna pek fazla sastigimi da
söyleyemem. Her gün karsilasilan yabanci düsmanligi yenilik degerini yitirdi. Olsa olsa
düsmanca olmayan bir davranis ilginç geliyordu insana. Önünde, “11 yildir
Almanya’dayim. Türküm ve issizim. Burada kalmak istiyorum. Sagol.”, yazili bir tabela
bulunan bu garip laternaciya yalnizca çocuklar çok cana yakin davraniyorlardi. O da
anne ya da babalari onlari zorla ellerinden çekip götürünceye kadar.”58 Bu toplumda
yetisen çocuklar da sartlanarak, üretilen önyargilar ile beraber yetistirmektedir.
Fanon’un da dedigi gibi insanlar yasadiklari toplum tarafindan kültürel yüklemelerle
büyümekte ve bu yargilar sorgulanmasi gerekmeyen dogrular olarak kabul
edilebilmektedir. Içsellestirilen bu önyargilar ve kliseler toplumun hemen hemen tüm
üyelerinde görülebilmektedir.
Regensburg’da karnaval sirasinda bir birahanede Almanlarin satasmasina ugrar : “Tam
ortalik yatismisti ki, ilerideki bir masada olayla ilgilenmiyormus gibi oturan bir adam
yavasça kalkti, bira tezgahina yaklasti ve cebinden çikardigi bir biçagi tezgaha
saplayiverdi: “Çekil git buradan, Türk domuzu! ” Bu beyin, çevrenin önemli yerel
politikacilarindan biri oldugu sonradan ortaya çik ti.”59
Yabancilara olan düsmanca tutum her yerde kendini gösterir. Kin ve nefret duygulari
yaratildi mi, bir daha silinmesi neredeyse imkansiz hale gelir. Bu tür düsmanliklar tüm
56 A.e., s. 20. 57 A.e., s. 22. 58 A.e., s. 23. 59 A.e., s. 24.
154
kültürlerde görülebilir. Ayni toplumda yasayan birbirinden farkli kültürler, azinliklar,
birbirlerini dislayip horgörebilir. Bu insanlara yasamin her aninda yabanci olduklari,
degersiz bir sey olduklari kendilerine hatirlatilir. Günter de yabanci bir isçi olmanin,
toplumun içinde böyle dolasmanin ezikligini yasar: “Ama her gün, hemen her yerde
karsilastigim soguk asagilama, en az bu tür saldirilar kadar aci vermekteydi bana. Tiklim
tiklim dolu bir otobüste, yanindaki yerin bos kalmasi insanin içini sizlatiyor. ”60
Almanya Türk iye maçina gider, yanina kirmizi beyaz sapka ve Türk bayragi alir. Ancak
neo-nazi grubunun tam ortasina düsünce, bunlari saklayiverir. Burada sikintili anlar
yasar ve isin ciddiyetini anlar: “Ali Levent” kimligimi ilk ve son kez bu maç sirasinda
reddetmek zorunda kaldim.Yine de aslinda Alman olduguma inanmadilar. Beni bir
yabanci yerine koydular. Saçlarima sigaralarini sokanlar, basimdan asagi bira bosaltanlar
eksik olmadi.”61 Almanya’da sürekli tekrarlanan, her yere yayilmis Türkler aleyhindeki
sloganlardan örnekler verir: “Hitler zamaninda kalma “Zafer kutsaldir!”-“Kahrolsun
kizil cephe!” gibi bagirtilar girla gidiyordu. Sürekli tempo tutularak bagirilan “Türkler
Disari!” “Almanya Almanlarindir!”gibi sloganlarin ardi arkasi kesilmiyordu. ” 62
Çalistigi yerlerde ücretin düsüklügü yaninda insan yerine koyulmama, horlanma, dalga
geçilme, her zaman maruz kalinan kötü muameleler eksik olmamaktadir. Daha sonra bir
insaat firmasinda is bulur, buradan daha farkli yerlere çalistirilmak için götürülür.
Günter, çalistirilan kaçak isçilerin sayisinin 200 bin ve çogunlugunun Türk oldugunu,
köle tacirligine karsi da pek bir sey yapilmadigini söylüyor.63 Yasadiklarindan ve sürekli
ezilen, horlanan insanlarin maruz kaldiklari hakaretlerden bir baska örnek daha verir:
“Elimde kova, kürek ve bezlerle tuvaletleri temizlerken, helalara giren çikanlar da
oluyor. Genç bir Alman takiliyor: “Sonunda kendimize bir temizleyici kadin bulduk
iste” Iki orta yasli adam, bir heladan ötekine lafliyorlar: “Diskiyla çisten daha kötü
60 A.e., s. 23. 61 A.e., s. 26. 62 A.e., s. 26. 63 A.e., s. 48.
155
kokan nedir, biliyor musun ? “Çalismak herhalde !” ““diyor arkadasi. Öteki, tuvaletin
kapisindan gürlüyor: “ Yo, Türkler!” ”64
Tehlikeli kazalar atlatir. Kazada ölüp gitmesi degersiz bir esyanin kaybolmasindan farkli
olmayacaktir. Ali, herkesi kucaklayan, yoksullarin, kimsesizlerin sigindigi Isa’ya
siginmak, Hiristiyanlik dinine kabul edilmek ister. Sansini bir de katolik kilisesinde
denemeye karar verir. Ali Alman kiz arkadasi ile evlenmek istemektedir ama kizin ailesi
Ali’nin Hiristiyan olmasini ister. Ali’nin durumu kisaca söyledir: ”Nereden duymussa
duymus, Isa’nin da yetistigi topraklardan kovuldugunu, o zamanin istenmeyen, horlanan
yandaslariyla birlikte yasadigini, bu yüzden agir baskilara, saldirilara gögüs germek
zorunda kaldigini ögrenmis. Tek bir istegi var: Hiristiyan olmak için gereken vaftizi
yaptirmak!”65
Artik günümüzde herkes istedigi gibi istedigi dini seçemez tabii, bürokratik ve seçkinci
kurumlar ise karisirlar. Bu konuda da bazi kurumlar devreye girmekte, Tanri ve kul
arasindaki iliskinin düzenlenebilmesi için belgeler, bazi sartlar istemektedir. Tanrinin
istemedigi belgeleri, sartlari, bu insanlar isteyip kendi çikarlari dogrultusunda dini
düzenlemeye çalismaktadirlar. Tarih boyunca da dinleri tekeline almaya çalisan
kurumlar ve kisiler sürekli insanlara acilar çektirip sömürmeye çalismislardir. Ilk
görüsme için seçkin bir semtte bir papaza gider. Papaz, onu ilk basta para yardimi
isteyen biri sanir. Oysa Ali’nin istegi çok farklidir, Isa’yi sevdigi için Hiristiyan olmak
isteyen bir Müslüman’dir. Ama bu o kadar kolay olacak bir sey degildir. Genelde
sömürgelerde de yerli halkin Hiristiyan olmasi büyük sorun yaratmis, insanlarin esit
olmasi sömürgeciligin ruhuna ters düsmüstür. Yoksullari, kimsesizleri korumasi altina
alan Isa’nin felsefesi ile sömürgeciligin insani dislayan, yokeden tutumu zitlik içine
girmistir. Böylece yerli halkin sömürülmesini, çalistirilmasini engelleyici bir sonuç
çikiyordu ortaya. Öteki olarak gördükleri insanlari tanimlarken kendilerine ait olan
64 A.e., s. 48-49. 65 A.e., s. 55.
156
dinsel bir kimligi bu insanlara yakistiramiyorlardi. Çünkü kimliklerinin bir parçasi olan
din olumsuz bir tanimlamayi da engelleyecekti. Bu durumda da rahip kendisine su
soruyu sorar: “Hem önce siz bana polisten kayitli oldugunuzu gösterir bir belge getirin
bakalim.66 Ve Ali, Isa’nin durumunu ve basina gelenleri örnek vererek kendi durumunu
açiklamaya çalisir. Isa da toplumdan dislanmis fakir bir insandir. Kendisi de ayni
durumdadir ve Isa’nin felesefesinden ne kadar uzaklasildigini anlatir: “Ama
biliyorsunuz, diyorum, Isa’nin da öyle barinacak yeri falan yoktu.!” 67 Ve kapi hizla
yüzüne kapanir. Sansini baska daha fakir bir mahallede denemeye karar verir. Bir
Türk’ün kapilarini çalip Hiristiyan olmak istemesi çok sasilacak bir seydir: “Türküm
ben; vaftiz edilip hiristiyan olmak istiyorum. Seytan çarpmis gibi bakakaliyor:
- Olmaz öyle sey! Imkani yok, öyle bir sey yapamam.! Yo, katiyen! Hele kardinalin izni
olmadan bu isi hiç yapamam.
- Ben de saniyordum ki, her rahip vaftiz görevini yerine getirebilir.
- Bunun için Köln Baspiskoposundan izin almam gerekir.”68
Kurumun yüksek makamindan izin alinmasi gerektigi kendisine söylenir. Belirli
kurumlarin istekleri yerine getirilince dine ulasilabiliyor. Isa’nin dini kapitalist dünyada
çesitli kurumlarin izin verecegi, çesitli sartlari yerine getirenin, belgeleri hazirlayanin
dini olabiliyordu ancak. Sinif ve ayrimcilik yaratici davranislar rahibi rahatsiz etmiyor:
“Rahip (iyice küçümseyici bir ifade beliriyor yüzünde): “Sizin gibi birisini yanina bile
sokmazlar piskopos.”69 Bunun üzerine Hazreti Isa’nin felsefesini anlatir ve insanlara
nasil davrandigini anlatir : “-Hazreti Isa, kiliseye girmemis insanlari da sevdigini
söylüyor. Hatta Hiristiyanlara düsmanlarini da sevmelerini buyuruyor ama, Türkleri pek
sevmiyorlar nedense. Isa da hep horlananlardan yana. Bizde de benzer uygulamalarla
karsilasanlar var. Isa da onlarin yaninda olsa gerek.”70 Sonunda Ali, insanlarin dini kendi
çikarlari için, diger insanlari dislamak için kullandigini, dinin özünden yabancilasildigini
66 A.e., s. 56-57. 67 A.e., s. 57. 68 A.e., s. 58. 69 A.e., s. 70. 70 A.e., s. 71.
157
anlatir: “Kurumlasmis –resmi- kilisedeki kendini begenmis, kireçlesmis, doygun –
müminlerin- arasinda yabancilara yer yok.” 71
Bir kaç deneme daha yapiyor ama olmuyor. En sonunda uzakta yoksul bir kasabada bir
kilisede Polonya’dan göç etmis bir papaz her türlü kolayligi gösteriyor ona. Insanlar
Isa’nin yaptiklarini, iyiliklerini, kisiligin i yüceltmekte, ama kendi davranislarina ve
insanligina gelince, bu degerleri yansitmamakta, belli bir sorumluluk
hissetmemektedirler. Dinin de bir çikar aracina dönüstürüldügü görür. Sahip olduklari
deger yargilari da kendi çikarlarini koruyacak yönde olusmakta ve din de kapitalist bir
kuruma dönüsmektedir. Toplumda baska tarikatlara, kurumlara da girmeye çalisir ama
her yerde oldugu gibi buralarda da yapilar hep çikar aglari ile örülmüstür. Bu yüzden
kapilar bir bir kapanir.
Sagliga en zararli bölümlerde Türklerin çalistigi asbest isleyen bir fabrikada is bulmaya
çalisir. Burada da isçilerin oradan oraya kiralandigi için, ücretlerinin giderek azaldigini,
komisyoncularin açgözlülügünü anlatir: “Adler bizi Remmert’e satiyor, o da Thyssen’e !
Thyssen’in ise ve kirlilik oranina göre isçi basina 35 ile 80 mark arasinda degisen çok
yüksek bir saat ücreti ödedigini ögreniyoruz. Bunun aslan payi bu ortaklarin cebine
kaliyor. Adler ise sadaka niyetine bes mark ile on mark arasinda degisen bir saat ücreti
ödüyor yanindaki isçilere.” 72
Bir ara bir Türk genci nereli oldugunu merak edip sorar. Yunanistan’daki fasist cunta
döneminde iki buçuk ay burada hapishanede kalan Günter olayi söyle anlatir: “20
yaslarinda bir Türk, benim de Türk olup olmadigini soruyor. Almanca ”Milliyetim
Türk” diyorum. Ama Yunanistan’da Pire’deki annemin yaninda büyümüsüm: “Babam
Türk’müs; annemden ayrildiginda bir yasindaymisim. Annemle yalniz kalmisiz.” Iste o
yüzden de pek Türkçe konusamiyorum.“73
71 A.e., s. 71. 72 A.e., s. 91. 73 A.e., s. 93.
158
Genelde yabancilara karsi takinilan tavirlar soguk ve kabadir. Herhangi önemsiz bir olay
bile, yabanciyi asagilamak için kullanilir. Herhangi bir olay yoksa da yaratilir.
Yabancilara pek tahammül yoktur : “Karti damga makinesine sokarken biraz güçlük
çekiyorum ilk seferinde. Arkamda bir kaç saniye beklemek zorunda kalan Alman isçi
bagiriyor: “Sizin Afrika’da damgayi tepenize mi vuruyorlardi. ?”74 Tüm bu hakaretler
karsisinda insanlar çaresizdir, kimsenin bir sey söyleyemedigini, en agir küfürlerin bile
duymamazliktan gelindigini, bunlari içine attiklarini söyler.75 Çalistiklari sartlarda bir
insanin hasta olmadan yasayabilmesi neredeyse imkansizdir. Psikolojik olarak baskinin
yaninda, fiziki sartlar da vücutlarini yipratmaya devam eder: “Soguk, eksi on derece,
kesici bir ayaz. Öldürücü sogukta biraz isinabilmek için korkunç bir tempo tutturuyoruz
kendiligimizden. ”76
Türklerin genelde kendi aralarinda kaldiklari zaman bile kendi dilerini konusmaya
çekindiklerini, her an bir hakarete ugrama korkusu içinde yasad iklarini yazar. Bu
hakaretlerle sindirilmeye, kendilerine olan güven ve saygiyi yok edilmeye çalisilir :
“Molalarda da genellikle Almanlardan ayri oturuyorlar. Aralarinda Türkçe konusmaya
da çekiniyorlar. Ya oldukça kötü bir Almanca ile konusuyor, ya da ya nlarinda verip
veristiren Almanlari susarak dinliyorlar. ”77 Türkçe konusmalarina sinirlenen bir
Alman’in asagilayici sözlerinden örnek verir : “Bir keresinde Alman isçilerin
elebaslarindan birinin, Alfred’in Türk arkadaslar aralarinda Türkçe bir seyler konustular
diye öfkelenip bagirmasina tanik oluyorum: “Almanca konussaniza be! Burasi Almanya,
bu ülkede Almanca konusulur, anlasildi mi ! O allahin belasi dilinizi de insallah yakinda
gider, o Allahin belasi ülkenizde konusursunuz!.”78 Yabancilarin kendi dillerinde
konusulmasi pek istenmez ve hos karsilanmaz, çogu yerde buna kisitlama getirilir.
Günter, belediyeye bagli bir gençlik merkezinde yabancilarin uyulmasi gereken
kurallardan bazi örnekler verir :“Alman konuklar varsa, en azindan Almanlar hakkinda
74 A.e., s. 95. 75 A.e., s. 95. 76 A.e., s. 96. 77 A.e., s. 97. 78 A.e., s. 99.
159
bir seyler söylüyorsaniz, Almanca konusmaniz gerekir. Buna benzer kurallar yok
Thyssen’de; ancak Almanlarin çogu, Türk isçilerden benzer bir davranis içinde
olmalarini bekliyorlar.”79 Istemedikleri kadar issizlerin olmasi, bu insanlara istedikleri
gibi kötü davranmalarini, ezmelerini kolaylastiriyordu. Tasaron firmalardan gelenler için
insan olarak kabul edilmeleri için pek bir sans yoktur. Çalisirken, maske, eldiven gibi
seyler onlardan çok daha degerlidir, bu yüzden onlardan bu gibi esyalar her zaman
esirgenir: “Is eldivenlerini çöp tenekelerinden, molozlarin atildigi vagonlardan arayip
çikariyorduk. Bulduklarimiz da Thyssen isçilerinin, isletme yenilerini verince çöpe
attiklari, yirtik, yagli eldivenler oluyordu.”80
Kendini giderek oynadigi roldeki Ali gibi hissettigini, ona benzedigini, onu anlamaya
basladigini anlatir : “Ali’nin durumunu daha iyi kavrayabilmek , ona iyice yaklasmak
istiyorum. Yalniz “isyerlerinde çalisan bir Türk” degil, günümüzün Almanya’sinda
yasayan herhangi bir Türk isçisi olmak istiyorum. Zamanla “Ali” ile iyiden iyiye
özdeslesmeye basliyorum. Geceleri uyurken bile kirik -dökük bir Almanca ile
konusuyorum artik. ”81
Günter, burada insanlarin inanilmaz sürelerde çalistirildigini, bir insanin dayanmasinin
imkansiz oldugunu, çalisan bir hayvan gibi davranildigini söyler.”82
Her yere yayilan ve yazilan yabanci düsmanligini gösteren yazilardan örnekler
verir: “Thyssen isletmelerinde helalarin çogu yabanci düsmani karamalarla dolu.
“IÇINE ÇÖP SOKULMUS DISKI = TAHTA BACAKLI BIR TÜRK
Yakindaki kantinin duvarinda bir yazi:
“TÜRKLER DISARI! ALMANYA ALMANLARINDIR!
79 A.e., s. 99-100. 80 A.e., s. 103. 81 A.e., s. 105. 82 A.e., s. 106.
160
Bu yazinin yanina hayvansever birisi, bir panda resmi yapistirmis. Üzerinde “Yok
olmaya yüz tutmus hayvan türlerini koruyalim!” yazili. Yirmi metre ötede yine kocaman
bir yazi: “BÜTÜN TÜRKLERE ÖLÜM.”
“MAHZENINDE BIR TÜRK KALACAGINA, YATAGINDA BIR TANE FARE
OLSUN. ”83
Yasadiklari toplumda sürekli asagilanan, dislanan bu insanlarin durumu gerçekten
zordur. Emeklerinden haksizca faydalanilmak istenir. Sonra da dislanirr bu çaresiz
insanla r. Toplum içinde yasayan farkli kültürler, farkli ülkelerden insanlarin birbirlerine
bu derece düsman hale gelmesi bir yerde yasanilan toplum yapisinin sürekli düsmanlik
duygulari yaratmasina neden olan sagliksiz bir yapi içermesindendir. Fromm toplumun
kisinin ruhsal gelisiminde oynadigi rol üzerinde durur ve toplumlarin da sagliksiz yapilar
içerebilecegini, bireyin saglikli düsünebilmesinin öncelikle bireysel bir sorun olmadigini
söyler: “Saglikli bir toplum, insanin öteki insanlari sevme yetisini, yaratici bir biçimde
çalisma, aklini ve nesnelligini gelistirme, kendi üretici güçlerini tanimasina dayanan bir
benlik duygusu elde etme yetisini artirir. Sagliksiz bir toplumsa, karsilikli düsmanlik ve
güvensizlik duygulari yaratan, insani baskalarinin kullanacagi ve sömürecegi bir araca
dönüstüren, baskalarina boyun egmedigi ya da otomatlasmadigi sürece onu benlik
duygusundan yoksun birakan bir toplumdur.” 84 Bu durumda insanlar birbirlerine karsi
sürekli kin ve nefret duyuyorlarsa, içinde yasadiklari kültürlerin, toplumlarin onlara
olumsuz degerler yükledigini, aralarinda düsmanlik duygularina yol açtigini kabul etmek
gerekir. Insanlarin da bunlari düsünmeden kabul etmeleri baska bir sorundur.
Kaza geçiren, sakatlanan, bir daha çalisamayacak hale gelen isçiler için ne bir yardim ne
de bir gelir oldugunu, isterlerse bu sakat veya hasta halleriyle tekrar gelip
çalisabileceklerinin söylendigini anlatir Günter: “Yikilan duvar Mehmet’in sol omzuna
bindirmis oldugu gibi. Doktor, parçalanan kemikleri röntgende görünce, Mehmet’te
83 A.e., s. 113. 84 Erich Fromm, Saglikli Toplum, s. 86-87.
161
yüzde 46 oraninda is maluliyeti olduguna dair bir belge vermis. Remmert’ten ne bir
tazminat almis, ne de bir maluliyet maasi. Köle Taciri Remmert, bu agir kazaya karsin,
Thyssen’de isterse çalisabilecegini müjdelemis Mehmet’e”85
Çalisma sürele ri de oldukça fazladir ve genelde söz verilen bu düsük ücretler de çogu
zaman verilmemektedir. Yabanci isçileri isten çikarmanin baska bir yolu da yabanci dil
sinavi yaparak bu insanlari elemek tir :“Pek çok Alman, yabancilar bir an önce gitseler,
demeye basladi. Türkler giderse, belki isletmede çirak olarak çalisan kendi çocuklari
saglam bir is yerine kavusabileceklerdi. Isletme yillardir orada çalisan yasli basli
Türkleri agir bir dil sinavindan geçirdi. Böylece bu isçilerin, isletmede çalismaya devam
edebilecek nitelikte olmadiklari “kanitlanmis” oldu.”86
Her zaman isçilerin paralarini vermemek ve eksik vermek için türlü yalanlara basvuran
kisilerden örnekler verir: “Adler’in adamlarini basindan savmak için hep kullandigi
belirli birkaç söz var: “Simdi buna kafa yoramam.” - “Kimsenin bir saat bile hakkini
yemem ben. ”- “Çek defterim yanimda degil, nakit para zaten bulundurmam.” –“Kaç
gündür pesinde kosuyorum. Pazartesiye gel, ücretini hesaplamis oluruz”(Yalan, hesap
hiçbir zaman hazir degildir.)”87
Çalistik lari sartlarin ne kadar kötü oldugunu anlatan Ali, ayni zamanda kimyasal olarak
insan sagligina zararli maddelerin varligindan sözeder. Çok yakinda bu isçilerin çogu
pek çok amansiz hastaliga yakalanacaklardir. Bu toz bulutlarinin içinde yüksek miktarda
kursun ve civanin da bulundugu en az yirmi bes zararli madde vardir. Bremen
üniversitesi bu konuda sunlari belirtir: “Kursun, kendi kendine artma egilimi olan bir
zehirdir. Küçük miktarlarda vücüda girdikten sonra, vücutta kendi kendine çogalabilir.
Bu çogalma sonucu, kronik bir kursun zehirlenmesi ortaya çikabilir … Kisilik yapisinda
degisim, ruhsal bozukluklar, felç halleri ve sonraki kusaklari etkileyecek kalitsal
85 Günter Wallraff, a.e., s. 120. 86 A.e., s. 126. 87 A.e., s. 136.
162
bozukluklar görülebilir. Civa zehirlenmesinin ilk belirtileri, duygu merkezinde görülür
ve ellerin, ayaklarin karincalanmasi ve uyusmasi, agiz bölümünün duyarsizlasmasi
biçiminde ortaya çikar……. Beyin yüzde otuz bes küçülür” 88 Civa ve kursunun insana
verdigi zarar raporda da belirtildigi gibi olumsuz sonuçlara ve ölüme yol açacak
tehlikeler de doludur. Burada da kat kat fazlasi bulunmakta ne yazik ki. Insanlarin ilaç
sanayinde, deneme laboratuarlarinda hayvan gibi kullanildiklarini, kendilerine de bu isin
ne kadar ciddi ve tehlikeli oldugunun söylenmedigini belirtir. Kendisi de adresi alarak,
Neu Ulm’daki LAB adli enstitüye gider: “Önceki yillarda çok Türk “denek” gelirmis.
Ama son yillarda geri dönenler çogaldigi için sayilari giderek azalmis. Enstitü, Türk
“denek” lerden çok memnunmus; aciya katlanmasini bilirlermis, ötekiler gibi “canlari
çok kiymetli degilmis.” 89 Bu zor ve yipratici olan kobaylik isini denedikten sonra
bitirmeden birakmak zorunda kalir, çünkü devam ederse yogun bakima girmesi
gerekecektir.
Ali artik giderek yorulmaktadir, ne kadar azap dolu bir is ve yasamdir bu, ama buna
istese de istemese de katlanmak zorunda olan insanlar vardir: “Thyssen’deki isi artik
yürütemeyecegim. Öylesine bitmis, öylesine yorgun hissediyorum kendimi. Oysa
hastalansalar da, bir is kazasi geçirmis olsalar da, çogu arkadasin Adler’in yanindaki
islerine devam ettiklerini biliyorum.”90 Adler Ali ile konusurken söyle diyor: “Türkler
gelip en agir isleri üstlenince, Almanlar her seye burun kivirmaya basladilar. Bu tür
islere tenezzül etmiyorlar. Bu kafa bugün de böyle sürüp gidiyor.”91
Genelde insanlarin yapacak pek bir seyleri yoktur. Yapilan haksizliklara karsi çiksalar
da bir sey degismez veya degisen tek sey islerini kaybetmeleri olur. Günter, bazen
Alman isçilere de ayni sekilde , köle gibi davranildigini söylüyor:“Ama Adler, yaninda
sanki köle çalistiriyor. Onlarin hem bedenlerine, hem de zamanlarina hükmedebiliyor!
88 A.e., s. 151-152. 89 A.e., s. 59. 90 A.e., s. 170. 91 A.e. s. 43.
163
Alman isçilerden Walter Recht’e de kabaca çikisiyor:“Sen de öyle! Ya dogru dürüst her
gün ise gelirsin, veya çeker gidersin!”92
Radyoaktif isinlarina maruz kalinacak isler de vardir. Bu, sonuçta insanlarin kanser
olmalarina, ölümlerine yol açabilecek çok tehlikeli bir istir. Kanserle sonuçlanacak bu
gibi islerde genelde taseron firmalardan gönderilen isçiler kullanilmaktadir: “Tehlikelice
olan isler için, taseron firmalar araciligiyla her seferinde yeni isçi alip çalistirmayi uygun
görüyorlar. Bu geçici isçlerin, bazan bir kaç gün, bazan bir kaç saat içinde, bazan de bir
iki saniye içinde yilda bir insanin kaldirabilecegi en yüksek doz olan 5000 miliremi
(radyoaktif isinlama birimi) yedikleri oluyor.”93 Eskiden atom santrallerinde çalismis bir
isçinin anlattiklarini bize aktarir: ” -Bir ariza oldu mu, is Türklere düser. “Acil kuvvet”
olarak isinlanmis bölgeye yollanir ve bes bin miliremi yiyinceye kadar orada
çalistirilirlar. ”94 Günter, bu isi de denemek ister ama sagligi için büyük bir risk vardir.
Çünkü Thyssen’in toz cehenneminde çalisirken kaptigi bronsitin müzminlestigini,
“kobay” olarak geçirdigi sürede aldigi ilaçlarin vücudunu iyice yipratmis oldugunu,
doktor arkadasinin söyledigine göre, “isinlanma” ’nin kalici bir zarar verebilecegini
söyledigini anlatir: “Röntgen uzmani arkadasim “Üstüne bir de bu eklenirse, isin
bitiktir,” demisti. Evet itiraf ediyorum: Elimdeki ayricaliklardan yararlanip bu isten
kaçtim.”95
Yabanci isçilerin çogu bu tehlikelerden habersizdir. Bu iste kullanilan kisilerin ceplerine
biraz para konarak hemen ülkelerine gönderilmeye çalisilir. Çünkü kaçinilmaz son onlari
beklemektedir. Islerin aksamamasi için bu gerçeklerin duyulup bir sorun çik masi
istenmez. Radyoaktif isinini ölçen aletlerin tasinmasi zorunlulugu vardir, bu aletler gün
boyu isçinin yedigi radyoaktif isin oranini gösterir. Ama bu radyoaktif isin oranini ölçen
92 A.e., s. 149. 93 A.e., s. 210. 94 A.e., s. 211. 95 A.e., s. 212.
164
aletlerinin çogunun dogruyu göstermedigini, üzerinde tahrifler yapildigini söyler. 96
Radyoaktifi yiyen isçilerin durumunu anlatan Günter’in sözleri yasanan drami
anlatmaktadir: “Bizde çalisan bir dolu Türk de var. Türkiye’den kisa bir süre için
uçaklarla buraya getirilmisler. Maksimal dozu yiyinceye kadar kaynakçi olarak
çalistiriyorlar. Radyoaktif isin olan bölümde yapilacak kaynak isleri varsa, saatte yayilan
isin dozu diyelim 1000 milirem ise, o zaman iki saat çalistirilip eve yollaniyorlar.
Yerlerine yenileri geliyor. Onlar da iki saat çalistirilip 2000 miliremi yiyince geri
gönderiliyor.”97
Sonuçlarinin ne olacaginin önceden bilinmesine ragmen, bu isi yapan isçilerin nasil
ölüme gönderildigini anlatir Günter : “Taksitle cinayet degil mi bu ? Gizlice, kimse
görmeden, tanigi, kaniti olmayan, yiginlarin kurban gittigi bir cinayet.”98 Insan hayatinin
hiçe sayildigi, daha sonra bu insanlarin maruz kalacaklari ölümcül hastaliklarin bir
öneminin olmadigi bir sistemdir bu. Bu isi yapanlarin sayisinin ne kadar çok oldugunu,
hastaliklarin belirtileri baslamadan önce hepsinin ülkelerine gönderildigini anlatir:
“(Yalniz Würgassen’de bir yil içinde “sicak bölge”ye gönderilen isçlerin sayisi bes bin
dolayinda) Bunlarin yarisini yabancilar olusturuyor. Onlarin da çogu, isinlanmanin
olumsuz etkileri daha bas göstermeden, çoktan ülkelerine dönmüs oluyorlar.”99
Würgassen Atom Santrali’nde de Adler’in adamlarinin çalistigini ögrenir Günter.
Isçilere isin ne kadar tehlikeli oldugu söylenmeyecegi ve isten hemen sonra isçilerin
ülkelerine gönderilecegi gizli görevi söyle anlatir : “Würgassen Atom Santrali, teknik bir
ariza nedeniyle elektrik akimi sistemine baglanamiyor. Milyonlarca marklik bir zarar söz
konusu. Santral, tehlikeli bölgeye inip arizayi giderebilecek Türk isçileri ariyor. Bu
isçilerin son derece agir hastaliklara yol açabilecek yogunlukta radyoaktif isin yemeleri
96 A.e., s. 213. 97 A.e., s. 214. 98 A.e., s. 217-219. 99 A.e., s. 219.
165
olasiligi büyük. Bunun sonucu kansere yakalanmalari söz konusu.”100 Maalesef bunu hiç
suçu olmayan, ailesi ve çocuklarina bir kaç kurus gönderebilmek isteyen, gelecekte kisa
süre de olsa mutlu olabilmeyi umut eden isçiler acilar içinde ölerek hayatlariyla
ödeyeceklerdir. Günter söyle devam eder: “Çok hosuna gitmis olmali ki, bu tarzda
konusarak ölüme yolladigi insanlarla alay ettigini saklamaya çalisiyor: Bir defa orada
çalisan insanlara hiçbir sey olmayacagi açik ! Dedim ya, korunma önlemleri son derece
siki. Atom santrali dedigin, elbette çalismadigi zaman bile isin yayar çevresine.” 101
Sonuçta, insanlarin kar etme hevesi diger insanlari bile bile ölüme göndermelerine kadar
varmakta. Insanlar sakatlansalar da, hastalansalar da son anina kadar onlardan
yararlanmaktan, sömürmekten çekinmeyen insanlar böyle köleci bir düzeni
yasatmaktadirlar. Bu ezilen insanlar ayni zamanda toplumdan dislanan, horgörülen,
yapacak bir seyi olmayan çaresiz insanlardir. Bu olumsuzluklarin açiklanmasina gelince,
en kolay yol olan insanlarin milliyetine, irkina, nereli olduguna baglanarak açiklanmaya
çalisilmis, kültürlerin asagi veya üstün oldugu iddia edilerek irkçiliga varan görüsler
sunulmustur. Tüm bunlar kültürlerin birbirlerine düsmanca bakmalarina neden olmakta,
gerçek sorunlarin, sistemin insanlari kontrol eden, insanliktan çikaran yapisini
sorgulamaktan alikoymaktadir. Yillar geçse de belli imgeler, önyargilar bugün bile
beyinlerde yerlerini korumaya devam etmekte, kültürler birbirlerine uzak
durmaktadirlar. Avrupa’da yasayan yabancilar sorunu da halen toplumsal yasami
rahatsiz eden önemli bir sorundur. Zygmunt Bauman yabancilarin yarattigi karisik
duygulari açiklamak için, kisinin kendisini kaybolmus, kafasi karismis, güçsüz hissettigi
durumlardan hoslanmamasini belirtmek için “proteofobi” kavramini kullanir:
“Yabancilarin –yeterince tanimlanmayan, yeterince belirlenmeyen, ne komsu ne de
yaratik olan ama potansiyel olarak (tutarsiz bir sekilde) ikisi de olan ötekilerin-
mevcudiyetinin yarattigi karisik, müphem duygulari proteofobi olarak adlandirmayi
öneriyorum.” 102
100 A.e., s. 222. 101 A.e., s. 241. 102 Zygmunt Bauman, Postmodern Etik, çev: Alev Türker, Ayrinti Yayinlari, Istanbul, 1998, s.200-1
166
Yabancilarin korkulacak ve dislanmasi gereken insanlar olarak algilanmasi, yasam
biçimlerinin, degerlerinin farkli oldugu, bu yüzden tehlike tasidigi varsayilir. Slavoj
Zizek, ulus-devlet olgusunda her zaman ulusun öznelerinin ulusal mitlerle
düzenlendigini, ötekilerin “gürültülü” sarki ve danslarinin, acayip davranislarinin, is
karsisindaki tavirlarinin hayat tarzlarimizi bozdugunu, keyfimizi kaçirdigini, “öteki” nin
ya isimizi çalan bir iskolik, ya da bizim emegimizle yasayan bir aylak olarak
algilandigini söyler.103
Bu kitapta yasanan olaylar, yalnizca Almanya’da degil, ekonomik çikarlarin insan
hayatinin hiçe sayildigi her toplumda görülecegini göstermektedir. Fanon’un da belirttigi
gibi sorun bireysel degil, çikarci, insani kullanmaya yönelik, sisteme yaramadigi zaman
onu dislayan sistemin sorunudur. Kendi ülkelerinde is bulamayan yoksul insanlarin
Almanya’ya gelip sagliksiz ve acimasiz sartlarda kullanilmalari ve ezilmeleri Wallraff’i
bir insan olarak tedirgin eder. Sömürü çarkinin, kaçak isçileri nasil dislileri arasina
aldigini belgelerle de kanitlar. Amaci ezilenlerin sorunlarini tekrar gündeme
getirebilmek ve dokunulmaz sanilan devlerin maskelerini indirmektir. Wallraff, bu
gerçeklerle beraber yeni bir dostlugun olusabilecegini, bu gerçekleri gören Almanlarin
daha hosgörülü ve daha anlayisli davranabilecegini düsünür. Günter Wallraff yasadigi
olaylarin ve gerçeklerin isiginda yazar ve kötü olaylara elinden geldigince müdahale
etmeye çalisir. Fanon da çok daha kötü sartlarda, sömürgeci ve emperyalist güçlere karsi
verdigi savasta yasadigi olaylari bir düsünür ve bir psikanalist olarak inceler ve sonuçlar
çikarir. Yazdiklari ve saptadigi sonuçlar ve nedenleri sömürgecilik -sonrasi elestirilere
isik tutar.
s. 200-201. 103 Slovaj Zizek, Yamuk Bakmak, çev: Tuncay Birkan, Metis Yayinlari, Istanbul, 2004, s. 220.
167
Sonuç
Sömürgeci ve emperyalist ülkelerin Dogu ve azgelismis diye niteledigi halklar üzerine
ürettigi olumsuz imgelerin pek çok Batili düsünür ve bilim adaminin irkçi kuramlari ve
asagilayici düsünceleriyle de desteklenmesi bize üzerinde tekrar düsünmeyi gerektiren
bir konu olarak belirmektedir. Dünyaca taninan pek çok düsünürün, filozofun Kant,
Hegel, Herder, Hume, Locke, James Mill, Dante, Marx, Engels, Schelling gibi Öteki
kültürler, halklar üzerine ürettigi irkçi söylemlerin, olumsuz imgelerin de emperyalist ve
sömürgeci emellerle baglantili oldugunu görmek, pek çok yazarin ve eserinin zorunlu
olarak tekrar bu noktalar göze alinarak okunmasi ve incelenmesi geregini ortaya
koymaktadir. Taninmis çogu düsünürlerin seçilmis yazilarini degil, ayni zamanda
ayrimci ve diger halklari asagilayci yazilarini da okumak, incelemek ve yorumlamak,
varolan yerlesmis önyargilari sorgulamak gerekecektir. Bize sunulan düsüncelerin,
yazarlarin ve eserlerinin yalnizca bell i kurumlarca yüceltilmis olmalari beyinlerimizde
belli önyargilar olusturmamalidir. Bu eserlerin sorgusuzca, düsünmeden, baskalarinin
yerimize düsünmesine izin vererek elestirilemezler statüsüne koymamamiz geregi
ortadadir. Sarkiyatçiligin sundugu irkçi, ideolojik emperyalist söylemler Batili pek çok
kurumla desteklenmekte, edebi, tarihi siyasi yazilarla ve bilimsel kuramlarca da
desteklenmektedir. Bu eserler bir yerde farkli açilardan düsünmemizi engellemeye
çalismaktadir.
Batili sömürgeci, emperyalist ülkeler isgallerini olumlamak için sömürdügü halklari
kendi kendilerini yönetemeyecek kadar beceriksiz ve bagimli olduklarini iddia ederek bu
halklari irksal olarak belli yetersizliklere mahkum etmeleri de üzerinde düsünülmesi
gereken bir konudur. Bir halkin toplumsal, kültürel, psikolojik özellikleri irksal ve
biyolojik özelliklerine baglanmak istenmesi, kafataslarinin sekillerine, derilerinin
renklerine göre vahsi ve bagimli olduklari ve böyle kalacaklarinin iddia edilmesi,
bilimsel kanitlar aranmasi niyetin çok daha kötü ve tehlikeli oldugunu göstermektedir.
Günümüzde de Bati’nin üstün oldugunu, Dogu’nun ve gelisemeyen toplumlarin degersiz
168
olduklarini her yerde tekrarlayan, yayan bir kültürel hegemonyanin varligi maalesef
bilinçleri de sekillendirmekte, bu asagilayici söylemleri, klisleri kitaplara, çok farkli
metinlere ve günlük yasama kadar sokmaktadir. Insanlarin imgelemlerine kadar uzanan
ve onlari yaratan emperyalist ve sömürgeci hegemonya ekonomik sistemin de
yardimiyla kültürel yapilara kadar sizmakta, insanlari ve toplumlari kendi istedigi yöne
dogru sürüklemektedir. Sömürülen ve asagilanan insanlarin çogu bile bu önyargilari,
olumsuz tanimlari sorgulamadan kabul ederek kendisini, kendi halkini bu klislerle
tanimlar ve elestirir hale gelmistir. Fanon’un da saptadigi gibi sömürgeci ülkede yasayan
Zencinin de sömürgeci Beyaz kültürün kültürel yüklemeleriyle giderek negrofob haline
gelmesi, yani Zenciden, kendinden nefret eder hale gelmesi gibi. Bu tutum kendilerini
üstünlügüne inandigi kültürün degerlerine, yasam tarzina uyarlamaya çalisan insanlarda
da sik sik görülebilen bir algilama biçimidir. Ulasilmak istenilen, benzemeye çalisilan
kültürün yasam biçimi, kültürel degerleri, yaygin olan davranis tarzlari taklit edilmeye
çalisilir. Fanon, bu asagilik duygusunun diger sömürülen halklarda da çesitli sekillerde
ortaya çikabilecegini, efendiye benzemeye çalisan ve degerlerine tapan insanlarin
kisiliklerini yitirecegini, disa bagimli, onay alma ihtiyaci içinde çaresizlige düseceklerini
belirtir. Bu durumda kimlik sorunu daha da büyür ve farkli kültürün onayina bagimli,
kendine güveni olmayan insanlar çogalir. Bu insanlar kendilerini üstünlügünü hissettigi
kültürün degerlerine uyarlayarak kendilerini bu kültüre yakinlasmis ve yücelmis
hissetmeye çalisirlar. Kendi kültürlerini, kendi insanlarini elestirirken bile kullanilan
kliseler, olumsuz söylemler Bati’nin, Sarkiyatçiligin ürettigi asagilayici söylem
dagarcigindan olusur.
Tarih boyunca toprak ve çikar kavgalari milyarlarca insanin ölümüne, toplumlarin
birbirlerine karsi acimasizca, siddetle saldirmalarina, insanlik tarihinin kanla
yazilmasina neden olmustur. Günümüzde de emperyalist ve sömürgeci yapilar farkli
biçimlerde varliklarini sürdürmekte, savaslar, siddet, adaletsizlik dünyada varolmaya
devam etmektedir. Küresel bir güç haline gelen kapitalizm insanlar arasindaki
adaletsizligi daha da artirmaya, insanlari, toplumlari acimasiz bir rekabetin içine itmeye,
169
insanlari duyarsizlastirmaya yöneltmektedir. Teknolojik gelisimi ve zenginligi ile Bati,
kendisini neyin dogru neyin yanlis olduguna karar verme tekeline sahip olarak
görmekte, çok farkli toplumlari kendi degerlerine göre tanimlamakta ve yaptirimlarda
bulunabilmektedir. Baskici ülkeler diger toplumlarda da siddetin artmasina,
huzursuzlugun, fakirligin sürmesine neden olmaktadir.
Her seyi tüketim nesnesine dönüstüren kapitalizm farkli kültürleri de kendi mantigi
içinde eritip tek biçime indirgemekte, yalnizca çikarlari dogrultusunda hareket eden,
birbirlerine yabancilasmis insanlar üretmektedir. Tüketim ve üretim konusunda
aynilesmeye dogru giden çok farkli kültürler, sonuçta ekonomik basarinin her sey,
insanin hiçbir sey oldugunu savunan, insani dislayan acimasiz kapitalist ekonomik
sisteme kendilerini uyarlamaya çalismaktadirlar. Günter Wallraff’in da tanik oldugu
gibi, insanin kendini sisteme uyarlayamadigi sürece, çaresiz ve dislanmis kalacaktir.
Kültürlerin de birbirlerine olan bakis açilari bu zihniyet içinde olusmakta, sesini
duyuramayan, kendileri adina konusmalarina izin verilmeyen halklar emperyalist
iktidarlarin ürettigi, biçimlendirdigi irkçi, ideolojik, klise imgelerle dünyaya sunulmaya
devam edilecektir. Hiristiyan kültürünü ve Bati uygarligini essiz bir kimlik olarak
kullanmak isteyenler, Dogu ve Islam imgelerini olumsuzlastirarak iki ayri dünya
arasindaki sinirlari daha da kalinlastirmaya devam etmektedir.
170
170
Kaynakça Appelbaum, Richard P.: (1970) Toplumsal degisme kuramlari, çev: Türker Aklan, Türkiye Is Bankasi, Kültür Yayinlari, Ankara. Balibar, Etienne : (2000) Irk Ulus Sinif, çev: Nazli Ökten, Metis Yayinlari, Istanbul. Baudrillard, Jean : (2004) Kötülügün Seffafligi, çev :Isik Ergüden, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Baudrillard, Jean : (1996) Amerika, çev: Yasar Avunç, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Bauman, Zygmunt : (2000) Postmodernlik ve Hosnutsuzluklari, çev: Ismail Türkmen, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Bauman , Zygmunt : (1998) Postmodern Etik, çev: Alev Türker, Ayrinti Yayinlari, Istanbul Beauvoir, Simone de : (1993) Kadin, Ikinci Cins 3. cilt. çev: Bertan Onaran, Paye l Yayinevi, Istanbul Bernasconi, Robert : (2000) Irk Kavramini Kim Icat Etti ?, çev: Zeynep Direk, Metis Yayinlari, Istanbul. Blumenbach , Johann F. : (2004) On the natural variety of Mankind in the Anthropological Treaties, (Çevrimiçi) http://www.geocities.com/ru00ru00/racismhistory/intropage.html, 12 Temmuz 2004 Bouthoul, Gaston : (1975) Sosyoloji Tarihi, çev : Afsar Timuçin, Gelisim Yayinlari, Istanbul. Césaire, Aimé : (1955) Discours sur le colonialisme, (Çevrimiçi), http://happy.joueb.com/news/110.shtml, 22 Mayis 2005 Chomsky, Noam : (2001) Sömürgecilikten Küresellesmeye , çev: M. Erdem Sakinç, Ütopya Yayinevi, Ankara. Clastres, Pierre : (1991) Devlete Karsi Toplum, çev: Mehmet Sert, Nedim Demirtas, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Connolly, William E. : (1995) Kimlik ve Farklilik, çev : Ferma Lekesizalin, Ayrinti Yayinlari, Istanbul.
171
Durkheim, Emil : (2003) Sosyolojik Yöntemin Kurallari, çev: Cenk Saraçoglu, Bordo Siyah Yayinlari, Istanbul. Fanon, Frantz : ( 1996) Siyah Deri Beyaz Maske , çev: Mustafa Haksöz, Sosyalist Yayinlar, Istanbul. Fanon, Frantz : (2001) Yeryüzünün Lanetlileri , çev : Lütfi Fevzi Topaçoglu, Avesta Yayinlari, Istanbul. Foucault, Michel : (2001) Kelimeler ve Seyler, çev: Mehmet Ali Kiliçbay, Imge Kitabevi, Istanbul. Featherstone, Mike : (1996) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, çev: Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Ferro, Marc : (2002) Sömürgecilik Tarihi, çev: Muna Cedden, Imge Kitabevi, Ankara. Fontana, Joseph : (1995) Avrupa’nin Yeniden Yorumlamak, çev: Nurettin Elhüseyni, Afa Yayincilik, Istanbul. Fromm, Erich : (1981) Psikanaliz ve Zen Budizm, çev: ilhan Güngören, Onur basimevi, Istanbul. Fromm,Erich : (1990) Sevginin ve Siddetin Kaynagi, çev: Yurdanur Salman, Nalan Içten, Payel Yayinlari, Istanbul Fromm, Erich : (1990) Saglikli Toplum, çev :Yurdanur Salman, Payel Yayinevi, Istanbul. Gobineau , F. (2003) Essai sur l’inégalité des Races, http://www.Sosracisme35.free.fr/documents/doctrines _racialistes.doc , 24 Nisan 2003 Goody, Jack : ( 2002) Batidaki Dogu, çev: Burhan Mert Angili, Ismail Mert Bezgin, Dost Kitapevi, Ankara Gorz, André : (1995) Iktisadi Aklin Elestirisi, çev: Isik Ergüden, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Gorz, André : (2001) Yasadigimiz Sefalet, çev : Nilgün Tutal, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Gorz, André : (1995) Post Modernist Burjuva Liberalizmi, Kisi, Toplum Devlet, çev : Yavuz Alogan, Sarmal Yayinevi, Istanbul.
172
Guénon, René : (2004) Dogu ve Bati, çev : Fahrettin Aslan, Hece yayinlari, Ankara. Guy, Debord : (1996) Gösteri toplumu, çev : Aysen Ekmekçi, Oksan Taskent, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Habermas, Jurgen : (1997) “Ideoloji” olarak Teknik ve Bilim, çev: Mustafa Tüzel, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul. Habermas, Jurgen : (2002) “Öteki” Olmak, “Öteki”yle Yasamak, çev: Ilknur Aka, YKY, Istanbul. Habermas, Jurgen : (2002) Küresellesme ve Milli Devletlerin Akibeti, çev: Medeni Beyaztas, Bakis Yayinlari, Istanbul. Hall, Stuart v.d.: (1998) “Eski ve Yeni Kimlikler, Eski ve Yeni Etkinlikler” Kültür, Küresellesme ve Dünya sistemi, der.: Anthony D. King, , çev: Gülcan Seçkin, Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat Yayinlari, Ankara. Hegel, George : (2004) The Philosophy of History , (Çevrimiçi) http://www.umass.edu/afroam/aa254_hegel.htmel 4 Nisan, 2004. Horkheimer, Max : (2002) Akil Tutulmasi, çev: Orhan Koçak, Metis Yayinlari, Istanbul.
Hume, David : (2004) Of national characters . in Essays: Moral, Political and Literary, (Çevrimiçi) http://www.engl.virginia.edu/~enec981/dictionary/03humeK1.html, 12 Nisan 2004
Huntington , Samuel P., v.d.: (2001) Medeniyetler Çatismasi, der. Murat Yilmaz, Vadi Yayinlari, Ankara. Keyman, Fuat, v.d. : (1999) Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark , der: Fuat Keyman, Iletisim Yayinlari, Istanbul, 1999 Kula, Onur Bilge : (2002) Bati Düsününde Türk ve Islam Imgesi, Büke Yayinlari, Istanbul. Kuran, Nedret : (1994) Kuram Dergisi, Kitap 6, “Karl May’da Türk Imgesi,” Kur Yayincilik, Istanbul, Eylül 1994. Kuran, Nedret : (1994) Imagoloji Nedir ? , Bogaziçi Üniversitesi’nden Haber Dergisi, Sayi 1, Ocak 1994
173
Larrain, Jorge : (1995) Ideoloji ve Kültürel Kimlik, çev :Nese Nur Domaniç, Sarmal Yayinevi, Istanbul. Lévi-Strauss, Claude : (1997) Irk, Tarih ve Kültür, çev: Haldun Bayri, Istanbul, Metis Yayinlari. Loomba, Ania : (2000) Kolonyalizm ve Postkolonyalizm, çev : Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Luraghi, Raimondo: (2000) Sömürgecilik Tarihi, çev: Halim Inal, E Yayinlari, Istanbul. Marcuse, Herbert : (1997) Tek boyutlu Insan, çev : Aziz Yardimli, Idea Yayinevi, Istanbul. Marx, Karl : (1976) 1844 El Yazmalari, çev: Kenan Soner, Sol Yayinlari, Ankara. Memmi, Albert : (2005) Portrait du Colonisé, (Çevrimiçi) http://www.mef.qc.ca/portrait%20du%20colonise.htm , 6 Mart 2005 Mestrovic, Stjepan G. : (1999) Duyguötesi Toplum, çev: Abdullah Yilmaz, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Mike Featherstone, Mike: ( 1996) Postmodernizm ve Tüketim Kültürü, çev: Mehmet Küçük, Ayrinti Yayinlari, Istanbul. Mill, James (2004) Ingiliz Hindistan’inin Tarihi, http://www.psa.ac.uk/cps/, 4 Ekim, 2004. Montesquieu , Charles de Secondat, Baron de : (2004, Nisan) De l'esprit, 2, p.562] (Çevrimiçi) http://www.lawmart.com/library/lb-spirit.shtml , 12 Nisan 2004 Moran, Berna : ( 2002) Edebiyat Kuramlari ve Elestiri, Iletisim yayinlari, Istanbul. Morin, Edgar : (1995) Avrupa’yi düsünmek, çev: Sirin Tekeli, Afa Yayinlari, Istanbul. Morley, David ve Robins, Kevin : ( 1995) Kimlik Mekanlari, çev :Nese Nur Domaniç, Sarmal Yayinevi, Istanbul. Özçelebi, Ali : (1893) Romantik Fransiz Yazininda Türkiye Imgesi (1830-1855) , Atatürk Üniveristesi Fen ed. Fakültesi, Bati Dilleri ve Edebiyatlari Bölümü, Erzurum, Docentlik tezi.
174
Rosenau, Pauline Marie : (1998) Post-Modernizm ve Toplum Bilimleri , çev : Tuncay Birkan, Bilim ve Sanat/Ark Yayinlari, Ankara. Said, Edward : (2000) Kis Ruhu, çev: Tuncay Birkan, Metis Yayinlari, Istanbul. Said, Edward: (1998) Kültür ve Emperyalizm, çev: Necmiye Alpay, Hil Yayinlari, Istanbul. Said, Edward : (2001) Sarkiyatçilik, çev: Berna Ünler, Metis Yayinlari, Istanbul. Sartre, Jean Paul : (1992) Sartre, L’Etre et Le Néant, Editions Gallimard, Paris. Sartre, Jean Paul : (1999) Hepimiz Katiliz, çev: Süheyla N. Kara, Belge Yayinlari, Istanbul. Serdar, Ziyaüddin : (2001) Postmodernizm ve Öteki , çev : Gökçe Kaçmaz, Söylem Yayinlari, Istanbul. Shaw, George Bernard : (2004) Shaw, Literary Digest, October 12,1932, (Çevrimiçi) http://www.geocities.com/ru00ru00/racismhistory/intropage.html, 4 Ekim, 2004. Sigmund, Freud : (1930) Civilization and its Discontents, çev : Joan Rivier, New York , J. Cope and H. Smith. Sinanoglu, Oktay : (2002) Bye Bye Türkçe , Otopsi yayinevi, Istanbul. Touraine, Alaine : (2000) Birlikte Yasayabilecek Miyiz ? çev: Olcay Kunal, Yapi Kredi Yayinlari, Istanbul. Turner, Bryan S. : (2002) Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm, çev: Ibrahim Kapaklikaya, Anka Yayinlari, Istanbul. Voltaire, François Marie Arouet : (2004) Essai sur les moeurs (An Essay on Unive rsal History)] (Çevrimiçi) http://www.geocities.com/ru00ru00/racismhistory/intropage.html, 12 Nisan 2004. Wallraff, Günter : (1986) En Alttakiler, çev : Osman Okkan Milliyet Yayinlari, Köln. Williams, Raymond : (1993) Kültür, çev: Suavi Aydin, Imge Kitapevi, Ankara. Yegenoglu, Meyda : (2003) Sömürgeci Fantaziler, Metis Yayinlari, Istanbul. Zahar, Renat : (1999) Sömürgecilik ve Yabancilasma , çev: Bayram Doktor, Insan yayinlari, Istanbul.
175
Zizek, Slovaj : (2004) Yamuk Bakmak, çev: Tuncay Birkan, Metis Yayinlari, Istanbul.
176
ÖZGEÇMIS TANER YÜZSÜREN Tel : 0532 284 12 16 e-mail : [email protected] Dogum Tarihi : 11 Ocak 1964, Istanbul Medeni Hali : Bekar Yabanci Dil : Fransizca, Ingilizce EGITIM : Lisans 1985-1990: Istanbul Üniversitesi, Ed. Fak. Fransizca Anabilim Dali Yüksek Lisans 1992-1995: Istanbul Üniversitesi, Avrupa Toplulugu. Bogaziçi Üniversitesi, Comparative Cultural Studies Tez konusu : Yabancilasma Konusunda Iki Uygulama : Dostoyevski’nin Insanciklar’i ve Richard Bach’in Marti’si üzerine Elestirel Bir Deneme Doktora 1997-2005 : Istanbul Üniversitesi, Iletisim Fak. Tanitim ve Halkla Iliskiler Ana Bilim Dali. Tez Konusu : KÜLTÜRLER ve “ÖTEKI” IMGESI : Frantz Fanon`un “Siyah Deri Beyaz Maskeler ” ‘ i ve Günter Wallraff’ in “En Alttakiler” ‘i üzerine elestirel bir yaklasim
Is Hayati 1990-2005 : Fransizca dil egitimi ve Yabancilara yönelik Türkçe egitimi
177