turkish studies - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d03262/2018_9/2018_9_ozdemira.pdf · it can not...

18
Turkish Studies Comperative Religious Studies Volume 13/9, Spring 2018, p. 195-212 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.13366 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Research Article / Araştırma Makalesi Article Info/Makale Bilgisi Received/Geliş: Mart 2018 Accepted/Kabul: Haziran 2018 Referees/Hakemler: Doç. Dr. Gökhan ATMACA - Dr. Öğr Üyesi Enver BAYRAM This article was checked by iThenticate. FAHREDDİN RÂZÎ’DE PEYGAMBERLERİN İSMETİ MESELESİ Ahmet ÖZDEMİR * ÖZET Fahreddin Râzî, tefsirinde ayetleri çok geniş bir şekilde ele almıştır. Peygamberlerin ismeti de bunlardan bir tanesidir. Kur’an’da neredeyse her peygamberle ilgili olumsuz bir davranıştan bahsedilmiştir. Ama bu davranışları nefret uyandıracak türden değildir. Bilinçsiz olarak veya yanlış sayılabilecek tercihlerinden kaynaklanan bir olumsuzluktur. Bu davranışlarının hata olarak kabul edilip edilmeyeceği hep tartışma konusu olmuştur. Çünkü bu mesele, onların tebliğleriyle bağlantılı olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle diğer sıfatlarından daha çok ismet sıfatı üzerinde durulmuştur. Çünkü ismet meselesi itikadî bir konudur. Tebliğ görevini etkileyen bir durumdur. Peygamberlerin, günah işleme konusunda diğer insanlar gibi değerlendirilmeleri mümkün değildir. Ayrıca bu sıfat, insanların merakını da celbetmiştir. İsmet anlayışı noktasında mezhepler arasında görüş farklılıkları meydana gelmiştir. Bazıları bu sıfatı peygamberlik öncesinden başlatmıştır. Diğer bazıları ise peygamberlik sonrasıyla sınırlı tutmuştur. Yine bir kısmı peygamberlerin de bir insan olduğunu söyleyerek küçük günah işleyebileceklerini söylerken diğer bir kısmı bunun mümkün olmadığı dile getirmiştir. Bu konuda Râzî, Ehl-i sünnet anlayışını benimsemiştir. Peygamberlerin günah işleyebileceklerini söyleyen mezhebî anlayışları da eleştirmiştir. Ayetlere getirdiği yorumlar da bu çerçevede olmuştur. Bazı delillerle farklı anlayışta olanların düşüncelerini çürütmeye çalışmıştır. Bu çalışmamızda Râzî’nin, peygamberlerin ismeti konusuna bakışı değerlendirilecektir. Bazı peygamberler de örnek olarak işlenecektir. Genel anlamda konu, Râzî’nin Tefsir-i Kebir’i bağlamında ele alınacaktır. Farklı görüşte olanlarla da karşılaştırmalı bir şekilde konu açıklığa kavuşturulmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Râzî, Tefsir, Peygamber, İsmet. * Dr. Öğr. Üyesi GOP Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: [email protected]

Upload: others

Post on 18-Apr-2020

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Turkish Studies Comperative Religious Studies

Volume 13/9, Spring 2018, p. 195-212

DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.13366

ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY

Research Article / Araştırma Makalesi

Article Info/Makale Bilgisi

Received/Geliş: Mart 2018 Accepted/Kabul: Haziran 2018

Referees/Hakemler: Doç. Dr. Gökhan ATMACA - Dr. Öğr Üyesi

Enver BAYRAM

This article was checked by iThenticate.

FAHREDDİN RÂZÎ’DE PEYGAMBERLERİN İSMETİ MESELESİ

Ahmet ÖZDEMİR*

ÖZET

Fahreddin Râzî, tefsirinde ayetleri çok geniş bir şekilde ele almıştır. Peygamberlerin ismeti de bunlardan bir tanesidir. Kur’an’da neredeyse

her peygamberle ilgili olumsuz bir davranıştan bahsedilmiştir. Ama bu

davranışları nefret uyandıracak türden değildir. Bilinçsiz olarak veya

yanlış sayılabilecek tercihlerinden kaynaklanan bir olumsuzluktur. Bu

davranışlarının hata olarak kabul edilip edilmeyeceği hep tartışma konusu olmuştur. Çünkü bu mesele, onların tebliğleriyle bağlantılı

olarak değerlendirilmiştir. Bu nedenle diğer sıfatlarından daha çok ismet

sıfatı üzerinde durulmuştur. Çünkü ismet meselesi itikadî bir konudur.

Tebliğ görevini etkileyen bir durumdur. Peygamberlerin, günah işleme

konusunda diğer insanlar gibi değerlendirilmeleri mümkün değildir.

Ayrıca bu sıfat, insanların merakını da celbetmiştir. İsmet anlayışı noktasında mezhepler arasında görüş farklılıkları meydana gelmiştir.

Bazıları bu sıfatı peygamberlik öncesinden başlatmıştır. Diğer bazıları ise

peygamberlik sonrasıyla sınırlı tutmuştur. Yine bir kısmı peygamberlerin

de bir insan olduğunu söyleyerek küçük günah işleyebileceklerini

söylerken diğer bir kısmı bunun mümkün olmadığı dile getirmiştir. Bu konuda Râzî, Ehl-i sünnet anlayışını benimsemiştir. Peygamberlerin

günah işleyebileceklerini söyleyen mezhebî anlayışları da eleştirmiştir.

Ayetlere getirdiği yorumlar da bu çerçevede olmuştur. Bazı delillerle farklı

anlayışta olanların düşüncelerini çürütmeye çalışmıştır.

Bu çalışmamızda Râzî’nin, peygamberlerin ismeti konusuna bakışı

değerlendirilecektir. Bazı peygamberler de örnek olarak işlenecektir. Genel anlamda konu, Râzî’nin Tefsir-i Kebir’i bağlamında ele alınacaktır.

Farklı görüşte olanlarla da karşılaştırmalı bir şekilde konu açıklığa

kavuşturulmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Râzî, Tefsir, Peygamber, İsmet.

* Dr. Öğr. Üyesi GOP Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, El-mek: [email protected]

196 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

ISMAH OF THE PROPHETS IN FAHREDDIN RAZI

ABSTRACT

Fahreddin Razi in his tafsir he has handle the verses very detailed.

The prophet's ismah is one of them. The Qur'an speaks of a negative

attitude almost related to every prophet. But these behaviors do not hate.

It is a disadvantage due to the choice of being unconscious or wrong. It

has always been a matter of debate whether or not these behaviors can

be regarded as mistakes. Because this issue has been assessed in connection with their tableeghs. For this reason, ismah is more

emphasized than other adjectives. Because the subject of ısmah is an

theological subject. It is a situation that affects the tableegh task.

Prophets can not be judged like other people in sin. In addition, this

adjective has also attracted people's curiosity. At the point of understanding of ismah, differences of opinion among the sects have

come to fruition. Some have started this adjective before prophecy.

Others are limited after the prophecy. Some say that the prophets are

human, can do little sin, but others have said it is not possible. Razi on

this subject, has adopted the Ahl al-sunnah understanding. He also

criticized the sectarian insights that say that the Prophets could sin. The interpretations he brings to the verses are also in this frame. Some have

tried to refute the thoughts of those who have different insights. In this

work, Razi's view ismah of the prophets will be evaluated. Some prophets

will be treated as examples. In general terms, the issue will be evaluated

in the context of Rafi's Tafsir-i Kebir. It will be tried to bring the subject matter to a comparative level with those of different opinions.

STRUCTURED ABSTRACT

The ısmah of the prophets has been discussed in every period. This

is the case for every ummah. The Ummahs tried to prove that their prophets were without sin and were above the other prophets. The

subject of Prophet Muhammad, whether it is without sin or not, has been

discussed in the same way. At this point different opinions have been put

forward. There are those who do not like what they accept. Acceptors

have also expressed different opinions about which topics they cover.

Fahreddin Razi also dealt with the subject ısmah of the prophets in detail.

He believes that they have the title of ısmah after they have been given

the task of prophecy. Before prophethood, they can fall into the wrong by

using one that is mistaken or two preferences. This is not a sin. The

prophets do not put forth actions that will turn themselves into shirk and

kufr. In addition, they have remained away from each and every period of their lives, from all kinds of behavior that would humiliate themselves

in society. It says that a different mindset has not been revealed in this

matter except for a few extreme sectarian views.

Again, according to him, the prophets are in possession of ısmah in

the tableegh. It is not possible to make any changes in the revelation sent to them. Because the fact that they do not have the possession of ısmah

in this matter will shake their confidence in their case. The revelation

they receive from Allah is responsible for delivering to people without

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 197

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

making any changes. If they did not, they would not have given the right of prophecy. According to Razi, the prophets do not knowingly make

mistakes about the fatawa. In this regard, there is a consensus among

the scholars. So they give fatawas are protected from mistake. But there

are disagreements as to whether or not they should inadvertently make

mistakes. At this point we see that you have not made a clear opinion.

This is one of the most controversial areas.

The subject of ijtihad is also evaluated with the subject of ısmah of

the prophets. It is seen that Razi has brought the issue of obedience to

the prophets to the forefront in the ijtihad of the prophets. The person to

be absolutely obedient to him must be protected from sin. Obeying the

prophets is also an order of the Qur'an. Therefore, the prophets must not come to any kind of behavior that can be counted as a sin in any way.

Maybe it is necessary to divide it into religious and worldly. The ijtihad to

be made in religious matters can be regarded as a product of revelation.

The ijtihad he has put forth in his earthly way is a result of his personal

experience.

One of the first prophets who came to mind first was ısmah is Adam prophet. He, as a result of the deception of devil to approach the forbidden

tree was raised as an mistake in the Qur'an. Razi says that the mistake

that Adam had made took place after the prophethood. He believes that

it can not be perceived as a sin to require punishment because he has

adopted one of the two preferences. The view of what the two choices are is not very clear. Despite being warned earlier, he forgot that the devil

was the enemy. As a result, the wrong choice was made.

Moses' killing of a Coptic still is one of the issues discussed related

to the capacity of ısmah. Razi believes that the mistake that Moses was

committed by killing a person who is a coptic is not a sin that is

consciously revealed. He has exhibited mistake behavior to leave by the beautiful. So he did not knowingly do this. The fall of the person who was

by the enemy was the result of death. He also said that this incident had

no evidence that it had taken place before his prophethood, and that he

had thus been convinced that it happened after his prophethood. It is not

perceived as a situation that is harmful to the title of ısmah as it is before the Prophethood.

The fact that the Younus prophet leaves the congregation without

permission is again a subject of ısmah. In the case of Younus, Razi has

the conviction that this event takes place after the prophethood.

According to him, Yunus was unable to persevere and abandoned the

society because of the insensitivity of the society and the persecution of him while performing his duties. This attitude, which is revealed, is a

mistake. The fact that he has left the society for such a reason is an

indication that the event is after the prophecy. Prophets are the people

responsible for a difficult task. Their burden is much greater than that of

other people. In this respect, the prophets are specially chosen people. They can breathe the difficulties that others can not tolerate.

We see that the Qur'an mentions some negative attitudes about

Muhammad. The most obvious of these is the surah on the Abese. There,

Muhammad is mentioned about the clash of a staging face. Razi said that

the situation that occurred in the way of the warning of the closure of a

companion face of Muhammad came to mean to leave prudent and sane,

198 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

and therefore can not be regarded as a sin. According to Razi, here is the warning that Muhammad would prefer the idolater to the believer. There,

Muhammad preferred to notify the polytheists. Under normal

circumstances, this behavior is not considered negative. But when the

subject is a prophet, it is more important.

Razi has adverted some issues concerning the ısmah of the

prophets. One of them is that the matter comes before or after the prophecy. Secondly, it will be applicable to what areas this is. Apparently,

the issue reached in the opinion of ısmah is that he does not

communicate the revelation and work with it. It is important not to lie in

the meantime, not to put a contrary attitude against to revelation. There

was no consensus among Razi and other scholars in matters other than this. Because the verses clearly mention some of the mistakes of the

prophets. But in these behaviors there is no conscious conscience to

commit sin. There is an act of innocence.

Keywords: Razi, Tafsir, Prophet, İsmah.

Giriş

Makalemizin, üzerine bina edildiği “İsmet” (عصمة ) kavramı, kelime anlamı olarak, günahtan

korunmak (Cevheri, 1987/1407: c.5, s.1986), engellemek, korumak (İbn Manzûr, 1414: c.12, s.403),

tutmak, sımsıkı tutmak anlamına gelmektedir. Istılahi anlamda ise: Allah’ın, kendilerini temiz

kılmak, bedeni üstünlüklerle donatmak, iç huzuru ve zafer nasip etmek suretiyle peygamberlerini

korumasıdır. (İsfahânî, 2005/1426: s. 340) Peygamberlerin de günah işleme güçleri olmasına rağmen

onları işlemekten kaçınmaları demektir. (Cürcani, ty:s. 195) Kimi alimlere göre peygamberlerin de

bazı günahları işledikleri kabul edilir. (Maturidi, 2002: s. 494) Ama onların hataları için zelle tabiri

kullanılır. Zelle (زلة), hata, günah (İbn Manzûr, 1414: c.11, s.306), kasti olmaksızın ayağın kayması

demektir. Kasıtlı olmadan işlenen günah için ayağın sürçmesine benzetilerek zelle ifadesi tercih

edilmektedir. (İsfahânî, 2005/1426: s. 219) Peygamber açısından bakıldığında, onların bilinçli bir

şekilde günah işlemeleri düşünülemeyeceğinden zelle kelimesini kullanmak yerinde bir davranış

olarak kendini göstermektedir.

Geçmişten günümüze peygamberlerin günahsız olması konusu hep tartışıla gelmiştir. Diğer

insanlardan farklı bir yapılarının olması gayet doğaldır. Başka insanlar hata yapabilir ama

peygamberler hata yaparsa bu durum, onların ümmetlerini de etkileyeceğinden günahlardan

korunmuş olmaları önem arz etmektedir. İlahi mesajı tebliğle görevli peygamberlerin, bu görevlerini

yerine getirirken manevi bir zırhla korunmaları, kendilerine ve davalarına güven açısından da olumlu

bir yapı arz edecektir. Ayrıca tercihlerinin bağlayıcılığı açısından da önemli bir etken olacaktır.

Bu konuda çok fazla tartışmanın olduğu ama görüş birliğinin sağlanamadığı ortadadır.

Peygamberlerin ismet sahibi olmaları konusunda genel bir kanaat oluşmuş olmakla birlikte onun

içeriği hakkında farklı anlayışların ortaya çıktığını görmekteyiz. İsmet sıfatının, peygamberlerin

hayatının hangi zaman dilimini kapsadığı, hangi konularda geçerli olması gerektiği bu içeriklerden

bazılarıdır.

İlk dönem çalışmalarında peygamberlerin ismet sıfatı hakkında çok detaylı çalışmaların yer

almadığını görüyoruz. Daha sonraki dönemlerde, diğer milletlerle karşılaşmanın neticesinde bu tür

çalışmalar artmaya başlamıştır. (Günaydın, 2017: s. 3) Fahreddin Razi, (1149-1209) yıllarında

yaşamış ve Kelam ile Tefsir ilminde zirveye çıkmış isimlerden bir tanesidir. (Bayram, 2017: 195)

Sünni kelamcılar içerisinde, peygamberlerin ismeti üzerinde en çok duran kişi de yine Razi olmuştur.

Eşari kelamcısı ve Şafii fıkıhçısı olarak kabul edilen Razi, kendine has bir kelam sistemi kurmuştur.

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 199

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

(Oral, 2017: s. 254-255) Bu açıdan bakıldığında onun bu konuda söyleyecekleri önem arz edecektir.

Bu çalışmamızda konuyu, peygamberlerin ismet sahibi oldukları konular, bunun,

peygamberlerin hayatlarının hangi döneminden itibaren geçerli olduğu ve buna dair bazı peygamber

örnekleri bağlamında izah edeceğiz. Peygamber seçimini yaparken, hata olduğu düşünülen tavırları

belirgin olan ve çokça dile getirilenleri tercih edeceğiz. Peygamber örneklemelerinde ise mesele, tek

bir olay üzerinden değerlendirmeye tabi tutulacak ve sonuçlandırılmaya çalışılacaktır. Bu konuda

mezhebi tartışmalara ise girilmeyecektir.

1. Peygamberlerin Hangi Konularda İsmet Sahibi Oldukları

Razi, peygamberlerin ismet sahibi oldukları alanları dört başlık altında ele almıştır. Bunlar:

İtikat, tebliğ, fetva ve fiilleri başlıklarından oluşmaktadır.

1.1. İtikadi Konularla İlgili Olanlar

Razi, ilk önce meselenin inanç boyutu üzerinde durmaktadır. O, Peygamberlerin, küfür ve

dalalet cinsinden bir inanca sahip olmalarının, ümmetin çoğunluğu tarafından caiz görülmediği

kanaatindedir. Ona göre bu konuda farklı düşünen grup, Haricilerden Fudayliyye (Peygamberlerin

ismeti konusunda aşırı görüşleriyle bilinen Harici mezhebi kolu)’dir. Onlara göre peygamberler de

günah işlemişlerdir. Ayrıca bu grup, günah işlemeyi küfür ve şirk olarak kabul etmektedir. Bunun

sonucu olarak peygamberler de küfre düşmüşlerdir. Buna benzer bir inanç, İmamiyye (Hz.

Peygamberden sonra imamlığın ve halifeliğin Hz. Ali ve çocuklarına ait olduğuna inanan Şiî fırka) fırkasında da görülmektedir. Onlara göre de peygamberler, takiyye yapmak suretiyle küfrü gerektiren

bir davranış ortaya koyabilirler. Bu caizdir. (Razi, 1420: c.3, s. 455)

Razi’nin peygamberlerin ismet sahibi olduklarına dair düşüncesi, klasik İslam anlayışı olarak

kendini göstermektedir. Bir insanın küfre ve şirke düşmesi zaten kabul edilebilir bir davranış

değilken, bunu bir peygamberin yapmış olması, asla uygun görülmeyecektir. Bu konuda Razi’nin

yukarıdaki ifadesine göre genel bir kanaat oluşmuşken, sadece aşırı uçtaki bazı ekollerin aksi bir

düşünce ortaya koydukları görülmektedir.

Şayet Peygamberler, peygamberliklerinden önce dahi, kendilerini şirke, küfre düşürecek bir

tavır ortaya koysalardı, inandırıcılıkları kaybolmuş olurdu. (Şahin, 2006: s. 62) Hz. Peygamberin,

peygamberlikten önce şirke düşmediğine dair rivayetler de vardır. (Buhari, Menakıbü’l-Ensar, 24)

Diğer taraftan Kur'an, peygamberlerin Allah'a iman ve O'na şirk koşmama hususunda tam bir

hassasiyet içinde olduklarını beyan etmektedir (Bakara 2/21; Nisâ 4/36; Enbiyâ 21/ 25; Zümer

39/65). Çünkü dinin temeli olan bir konuda şirke düşmek, tüm davanın akamete uğramasına sebep

olacaktır.

1.2. Tebliğ İle İlgili Olanlar

Razi, ikinci olarak, peygamberlerin, tebliğ konusunda ismet sahibi oldukları düşüncesini dile

getirmiştir. Peygamberlerin, tebliğ noktasında yalan söyleme, tahrifat yapma gibi durumlardan

masum oldukları, bu konuda Müslümanların, görüş birliğinde oldukları kanaatindedir. Böyle

olmasaydı, tebliğ görevini yerine getirme konusunda kendilerine duyulan güven ortadan kalkmış

olurdu. Onlar, bu konuda hem hataen hem de bilerek yalan söylemekten uzaktırlar. Bu konuda da

ümmetin icması mevcuttur. Bazı alimler ise, hataen yalan söyleyebileceklerini söylemişlerdir. Çünkü

bundan kaçınmak mümkün değildir. (Razi, 1420: c.3, s. 455) Yine ona göre, Allah’ın peygamberlerle

birlikte, vahyi değiştirme endişesinden dolayı değil de şeytanın onlara peygamberlik görevini eda

etme hususunda vesvese vermesini engellemek için melek göndermesi de mümkündür. (Razi, 1986:

s. 159) Burada vahyin, insanlara ulaştırılması esnasında, herkes tarafından herhangi bir tartışmaya

imkan vermeyecek şekilde tam bir güven ortamının oluşması söz konusudur.

200 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

İman ve tebliğ konusunda bütün peygamberlerin kendilerini küfre ve dalalete düşürecek

şeylere inanmaları ittifakla caiz değildir. (Yıldırım, 2003: s. 97) İnanmaları caiz görülmediği gibi

tebliğ ettikleri konularda da yalan söylemekten korunmuş oldukları hususunda da ulemâ fikir birliği

içindedir. (Bulut, 2001: c.23, s.135)

Kur'an'da, yer alan birçok ayette peygamberlerin tebliğ ettikleri konularda yalan söylemekten

veya gönderilen vahyi gizlemekten korunmuş oldukları da vurgulanmaktadır (Hakka 69/44-47).

Diğer taraftan daha başka ayetlerde, söylemediği bir şeyi Allah’a isnat etmenin, peygamberler için

uygun olmayacağının bildirilmesi onların tebliğ etmeleri için kendilerine gönderilen vahiyde

değişiklik yapmayacaklarının garantisidir. Ayrıca peygamberlerin, toplumlarına karşı tebliğ

görevlerini yerine getirirken güvenilir kimseler olduklarını söylemeleri (Şuara 26/125, 162, 178) de

tebliğde ismet sıfatına sahip olduklarının göstergesidir.

1.3. Fetva ile İlgili Olanlar

Razi, peygamberlerin, verdikleri fetvalardaki ismetleri ile ilgili de değerlendirmeler

yapmaktadır. Ona göre bu konuda alimler, peygamberlerin bilerek hata yapmalarının caiz

olmadığında görüş birliğine varmışlardır. Bu konularda sehven hata yapmalarını bazı alimler caiz

görmüşse de, başkaları mümkün görmemişlerdir. (Razi, 1420: c.3, s. 455)

Bu noktada net bir anlayışın ortaya konmadığını görmekteyiz. Kimilerine göre bazı ayetler,

(Hud, 11/46-47) peygamberlerin günahsız olmadıklarını, onların da günah işleyebileceklerini

göstermektedir. Hatta Hz. Nuh’un, inkarcı olan oğlunu kurtarmak istemesi, onun günah işlemesi

anlamına gelmektedir. Kelamcılar ise, peygamberlerin ismet sahibi olmalarını nakillerle değil, akılla

izah etmeye çalışmışlar, ayet ve hadisleri tevil etmişlerdir. Oysa akıl, onların masumiyetini,

meleklerinki gibi görmez. Çünkü insan, meleklerden farklı olarak itaat ve isyana elverişli bir yapıda

yaratılmıştır. Ama peygamberler, itaati isyana tercih etmişlerdir. Allah, onları, tebliğ, bilgiyi gizleme,

kendisine muhalefet etme, peygamberliğe aykırı günah ve rezil işleri yapma gibi hatalardan

korumuştur. Fakat naslara aykırı olmayan düşünce ve içtihatlarında hata yapabilirler. Bu konuda

yaptıkları hatayı da zaten Allah, onlara bildirir. Yani bazı hataları o konudaki bilgisizlikler sebebiyle

yapmışlardır. (Reşîd Rızâ, 1999: c.12, s.172) Bazı alimlere göre ise, bir müctehid, içtihadında hata

yaparsa, bundan dolayı cezalandırılmaz. Ama bu müctehid bir peygamberse onun hatası kabul

edilmez ve uyarılır. Allah, onları bu hatada devam ettirmez. (Reşîd Rızâ, 1999: c.10, s.78, 409)

Diğer taraftan Peygamberlerin, Allah’ın yol göstericiliği sayesinde düşünmek suretiyle

ictihad yaptığı, ama onların ictihadlarının nas hükmünde olduğu, bu ictihadında hata yapmayacağı

da söylenmiştir. Çünkü Allah, onlara sadece doğru olanı gösterecektir, (Maturidi, 5002: c.3, s. 353)

denmiştir. Hz. Peygamberin, Kur’an’ı anlama, hükümlerini uygulama noktasında hata etmesi

mümkün değilken, objektif verilere, ispat vasıtalarına dayanarak vermiş olduğu hükümlerde ise hata

yapması mümkündür. (Karaman vd, 2006: c.2, s. 137) Hz. Peygamberin bu tür verilere dayanarak

vermiş olduğu kararda hataya düşmesi günah olarak kabul edilemez. (Pak, 2017: s. 652) Bu açıdan

bakıp Peygamberlerin fetvalarını ictihadi bir durum olarak değerlendirdiğimizde onların, bu konuda

yapmış oldukları hataları günah olarak düşünmemiz doğru olmayacaktır. Çünkü ictihadda hata

yapmak dahi yapan kişiye sevap kazandırmaktadır. Sevap kazandıracak bir davranışı günah olarak

görmek de doğru olmayacaktır.

1.4. Peygamberlerin Fiilleriyle İlgili Olanlar.

Razi, bu konuyu beş başlık altında ele almıştır.

a) Bazı gruplar, peygamberlerin büyük günah işlemelerini mümkün görmüşlerdir. Bunların

başında Haşeviyye gelmektedir.

b) Peygamberlerin büyük günah işlemelerini caiz görmemekle birlikte küçük günah

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 201

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

işleyebileceklerini savunanlardır. Bu, Mutezile'nin çoğunun görüşüdür.

c) Peygamberlerin bilerek büyük ve küçük günah işlemelerinin caiz olmadığını

savunanlardır. Buna göre peygamberler, sadece içtihatları sebebiyle hataya düşebilirler. Bu da,

Cübbai'nin görüşüdür.

d) Diğer bir grup ise Peygamberlerden, ancak sehven ve hataen günah sadır olacağı kanaatini

taşımaktadır. Ama bu günahlardan, ümmetleri değil de kendileri sorumlu olacaklardır. Bunun sebebi,

peygamberlerin bilgilerinin daha fazla, delillerinin daha kuvvetli oluşudur. Ayrıca peygamberler,

diğer insanların kendilerini koruyamadığı günahlardan korunma yetisine sahiptirler.

e) Bir diğer grup ise peygamberlerden her türlü günahı uzak tutma eğilimindedir. Onlara

göre peygamberlerden, bilerek, hataen ya da yaptıkları içtihat yoluyla büyük ya da küçük günah sadır

olmaz. Bu da Rafızîlerin görüşüdür. (Razi, 1420: c.3, s. 455)

Razi, peygamberlerin ismeti konusunda başka bir delil daha ortaya koymaktadır. Ona göre,

Nisa suresinin 64. ayeti1 de peygamberlerin günah ve isyan konusunda masum olduklarının delilidir.

Çünkü orada peygamberlere mutlak itaatten bahsedilmektedir. Eğer onlar günah işlemiş olsalardı

işledikleri günahlarda da kendilerine itaat etmek vacip olurdu. Günah ise haramdır. Bir fiile hem

haram hem de onu yapmak gereklidir demek ise imkansızdır. (Razi, 1420: c.10, s. 136)

Ehl-i sünnet'e ve Mu'tezile'ye göre ismet sadece peygamberlere ait bir sıfattır; (Bulut, 2001:

c.23, s.135) Şia günah işlemekten korunma hususunda peygamberlere imamları da eklemekte ve her

ikisinin de doğuştan masum olduklarını ileri sürmektedir. Onlara göre elçiler ve imamlar doğuştan

itibaren şirk, küfür, yalan gibi büyük ve küçük her türlü günahtan, hata, yanılma ve unutmadan

masumdur. (Pak, 2017: s. 643) Hz. Peygamber ise, kazanılmış bir durum olarak değil ilahi bir lütuf

olarak ismet sıfatına sahiptir. Aynı şekilde onun ehli beyti de korunmuştur. (Tabatabai, 1417/ 1997:

c.16, s.316-319)

Bu konuda Razi’nin, peygamberlere itaat konusunu ön plana çıkardığı görülmektedir.

Kendisine mutlak itaat edilecek şahsın günahlardan korunmuş olması gerekir. Peygamberlere itaat

de Kur’an’ın bir emridir. Dolayısıyla peygamberlerde her ne şekilde olursa olsun günah sayılabilecek

bir davranışın meydana gelmemesi gerekir.

2. Peygamberlerin İsmet Sahibi Olmalarının Vakti

İsmet sahibi olmalarının, hayatlarının hangi dönemini kapsadığı konusunda Razi, üç ayrı

görüşün ortaya çıktığını söylemektedir:

a) Bu görüşlerden bir tanesi, peygamberlerin doğumlarından itibaren masum oldukları

anlayışıdır. Bu görüş, Rafıziler’e aittir.

b) İkinci bir görüş daha vardır ki buna göre peygamberler, buluğ çağına ermelerinden itibaren

masumdurlar. Onlara göre peygamberler, peygamber olmadan da küfür ve büyük günah cinsinden

bir hataya düşmezler. Bu görüşü, Mutezile âlimlerinden birçoğu savunmuştur.

c) Bir diğer görüşe göre ise peygamberler, peygamberlik geldikten sonra ismet sıfatına haiz

olmuşlardır. Peygamberlikten önce ise günah işlemeleri mümkündür. Bu görüş, ehl-i sünnet

alimlerinin büyük bir kısmına, Mutezile‘den Ebu Huzeyl ve Ebu Ali'ye aittir. (Razi, 1420: c.3, s.

455)

Razi, bu konuda kendi görüşünün, peygamberlerin, peygamber olduktan sonra ne büyük, ne

de küçük günah işlemeyecekleri şeklinde olduğunu açıklar. Bunun doğruluğunu şu şekilde

1 “Biz her peygamberi sırf, Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman

sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette

Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.”

202 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

delillendirmeye çalışır:

-Peygamberlerin günah işlemiş olması onları ümmetlerinden daha aşağı bir duruma getirirdi.

Böyle bir şey ise bir peygamber için uygun olmazdı Bunu da peygamberlerin üstün bir dereceye

sahip olmaları nedeniyle yaptıkları hataların daha çirkin görüleceği şeklinde yorumlamıştır. Mealen

şu ayeti de delil olarak getirir: "Ey Peygamber'in hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik

yaparsa onun cezası iki kat verilir.''(Ahzab, 33/30) Bu konuda zina fiilini işleyen hür birine yüz sopa

vurulurken, kölelere ve cariyelere bunun yarısı kadar sopa vurulması örneğini de getirir.

Peygamberin ise, ümmetinden alt seviyede olması caiz olmaz. Bu konuda da icma vardır, der.

-İkinci delilini, peygamberlerin inandırıcılıkları bağlamında ortaya koymaktadır. Ona göre,

Peygamberlerin günahkar (fasık) olarak nitelendirilmesi, inandırıcılıklarını kaybetmeleri anlamına

gelecektir. Oysa Allah: "Size bir fasık bir haber getirirse, o haberin doğruluğunu araştırın."(Hucurat,

49/6) buyurmuştur. Peygamberlerin şahadetleri kabul edilmiştir. Bu şekilde olmasaydı onların,

ümmetin adillerinden daha alt seviyede olmaları gerekirdi. Böyle bir şeyi nasıl söyleyebiliriz. Aynı

şekilde onlar, Allah'ın: "Siz insanlara. Peygamber de size şahit olsun diye..."{Bakara, 2/143)

ayetinden dolayı, kıyamet günü herkese şahitlik edeceklerdir.

-Diğer taraftan, başka insanların peygamberleri sorgulamasının, onları aşağılayıcı ifadeler

kullanmasının imkansızlığı açısından olayı değerlendirmektedir. Onların büyük günah

işleyebilecekleri kabul edildiği takdirde onları günah işlemekten alıkoymak için azarlamak, eziyet

etmek gerekir. Fakat şu ayetten dolayı onlara eziyet etmek haram kılınmıştır: "Allah'a ve Resulüne

eziyet edenleri Allah, dünyada da ahirette de lanetlemiştir."{Ahzab, 33/57)

-Ona göre Hz. Peygamber bir günah işlemiş olsaydı diğer konularda olduğu gibi bu konuda

da ona uymak bize zorunlu olurdu. Çünkü Allah, O'na ithafen "(De ki) bana uyun' (Ali imran, 3/31)

buyurmuştur. Bu ise haram ile vacibi bir araya getirmek anlamına gelir ki bu da imkansızdır.

Dolayısıyla durumun Hz. peygamber hakkında bu şekilde sabit olması diğer peygamberler için de

aynı sonucu doğuracaktır.

-Meseleyi akli olarak da delillendirme yoluna gittiğini de görmekteyiz. Bozulmamış olan

akıl vasıtasıyla biliyoruz ki, peygamberlerin yüksek derecelere sahip olmaları, güven telkin eden bir

yapılarının bulunması, kulların ve de yeryüzünün halifesi olmaları, Allah’ın sözünü işitmeleri

nedeniyle peygamberlerin günah işlemesi en kötü bir şeydir.

-Peygamberlerin günah işlemelerinin Kur’an ile de çeliştiği kanaatindedir. Eğer

peygamberler günah işleselerdi şu ayetten dolayı azaba müstehak olurlardı: “…Kim Allah'a ve

Resülüne isyan ederse, şüphesiz onlar için, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır." (Cin,

72/23) Şu ayetten dolayı da lanete uğrarlardı: “Dikkat edin, Allah'ın lâneti zalimler üzerinedir.” (Hud,

11/18) Ümmet ise, hiçbir peygamberin azaba ve lanete uğramayacakları konusunda icmaya varmıştır.

Bu nedenle günah işlememeleri sabit olmuş olur.

-Ayrıca ona göre peygamberler, tebliğ ettikleri konulara öncelikle kendilerinin uyması

gerekir. Çünkü peygamberler, insanlara Allah’a itaat etmelerini emrederler. Eğer kendileri Allah’a

itaat etmezlerse şu ayetin kapsamına girerler: “Siz Kitabı okuyup durduğunuz halde, kendinizi

unutup başkalarına iyiliği mi emrediyorsunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz? (Bakara, 2/44) (Razi,

1420: c.3, s. 456) Razi, yukarda sıraladığımız bu delillerin sayısını on beşe kadar çıkarmıştır. (Razi,

1986: s. 40)

İsmet sıfatının peygamberlerin hayatlarının hangi dilimini kapsadığı konusunda daha farklı

kanaatlerin ortaya konduğunu da görmekteyiz. İsmet sıfatı, Allah’ın, peygamber olarak göndereceği

kişiyi, çocukluğundan itibaren gözetim altında tutması, üstün ahlaki değerlerle donatması olarak da

anlaşılmıştır. (Türcan, 2003: s. 97) Diğer taraftan konu, peygamberlerin, sıradan insanlar gibi,

kendilerini küçük düşürecek davranışlardan hayatlarının her döneminde uzak durması olarak da

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 203

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

algılanmıştır. Buna göre Peygamberlerin, peygamberlik gelmeden önce de büyük günah

işlememeleri gerekir. Çünkü peygamber, davasının kabul edilmesine engel olan aşağılık

davranışlardan uzaktır. Ama küçük günah işlemeleri mümkündür. Çünkü bu durum, onların

peygamberlik görevine engel değildir. (Abdülcebbar, 2013: 438-440) Ayrıca Kur'an'da,

peygamberlerin, nübüvvet görevi verilmeden önce korunmuş olduklarını doğrudan ifade eden

ibarelere rastlanmamakla birlikte nübüvvet öncesi hallerini tasvir eden bazı beyanlar mevcuttur.

Nitekim kavminin Hz. Sâlih'e, nübüvvet iddiasından önce kendisinden iyilik beklenen biri olduğunu

söylemesi, (Hûd 11/62) Hz. Peygamber'in, inanmamakta ısrar eden kavmine bir ömür boyu

aralarında güvenilir bir kişi olarak bulunduğunu hatırlatması, (Yûnus 10/16) peygamberlerin

nübüvvetten önce de yaşadıkları toplum içinde saygın, güvenilir, iffetli kişiler olarak kabul

gördüklerine işaret etmektedir. Ancak henüz vahiy almamaları sebebiyle onların herhangi bir şekilde

uyarılmaları da bahis konusu olmadığından nübüvvet dönemlerinde olduğu gibi

korunmuşluklarından söz etmek güçtür. (Bulut, 2001: c.23, s.135)

Bu açıdan bakıldığında, Razi’nin, ismet sıfatını, peygamberlikten sonraki dönemi kapsayan

bir olgu olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Çünkü sorumlu olduğu dönem, peygamberlik sonrasıdır.

Öncesinde kendisini uyaracak bir vahiy mekanizması da yoktur. O nedenle hataya düştüğünde

uyarılması ve yaptığının yanlış olduğunun hatırlatılması da mümkün değildir. Diğer taraftan, örnek

olmaları ve toplumda saygın bir konuma sahip olmaları, davetlerinin kabulü açısından önemli bir

etken olduğu için peygamberlik öncesinde de, en azından büyük günah diye tabir edebileceğimiz

yanlışlardan uzak durması gerektiği kanaatini taşıyan görüşlerin de olduğunu bilmekte fayda vardır.

3. İsmet Sıfatıyla İlgili Bazı Peygamber Örnekleri

Bu bölümde, ismet sıfatıyla ilgili olarak, bütün peygamberleri değerlendirme imkanı

olmadığından örnek olması açısından dört peygamber üzerinde durulacaktır. Onların da, hata olarak

kabul edilebilecek tek bir davranışı bağlamında konu izah edilmeye çalışılacaktır.

3.1. Hz. Adem

En başta ele alacağımız isim, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’dir. Onunla ilgili

olarak değerlendireceğimiz konu ise, cennetten çıkarılmasına sebep olan yasak ağaçtan yemesi

olacaktır.

Konuyla ilgili olarak iki ayet, meseleyi özetler mahiyettedir: “Şeytan onların ayaklarını

kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (cennetten) onları çıkardı. Bunun üzerine: Bir

kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek

yaşamak vardır, dedik.” (Bakara 2/36) “Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp

yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeye çalıştılar. (Bu suretle) Âdem Rabbine âsi olup

yolunu şaşırdı.” (Taha, 20/121) Bu ayetlerden birincisinde, şeytanın onları günah işlemeye sevk

ettiği, bunun sonucunda hataya düştükleri, ikinci ayette ise bu davranışın, Allah’ın emrine isyan

olarak kabul edildiği görülmektedir.

Razi, Hz. Adem’in cennetten çıkarılmayı gerektirecek davranışıyla ilgili ayrıntılı bilgiler

vermektedir. Aktardığı bu bilgilerde, olayın peygamberlik öncesinde meydana geldiğini, meselenin

bir isyankar davranış olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Ona göre, Hz. Âdem’in zellesinin

peygamberlikten önce olduğunu söyleyenler, bu düşüncelerini şu şekilde delillendirmişlerdir:

a) Hz. Adem’in peygamberlikten sonra günah işlemesinin caiz olamayacağı kanaatindedir.

Dolayısıyla olay gerçekleştiği zaman peygamber olmaması gerekir. Zaten peygamberlikten önce

olduğunda ittifak hasıl olmuştur. Çünkü zelle, büyük günah sayılır. Büyük günah işlemek ise

kovulmayı, hakaret edilmeyi, lanet okunmayı hak eden bir durumdur. Bütün bunlar ise, peygamberler

için caiz olmaz. Bundan dolayı olayın peygamberlikten önce gerçekleştiğini söylemek gerekir.

204 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

b) Diğer taraftan Hz. Adem’in bir kişiye peygamber olarak gönderilmiş olabileceği üzerinde

durmaktadır. Şayet, bir kişiye peygamber olarak gönderilmiş idiyse, o, ya meleklere ya insanlara

veya cinlere gönderilmiş olurdu. Burada meleklere peygamber olarak gönderilmesini imkansız

görmektedir. Çünkü Mutezile'nin anlayışına göre melekler insandan daha üstündür Bu nedenle daha

alt seviyede olanın daha üstün olana peygamber olarak gönderilmesi mümkün değildir. Çünkü

peygamber, kendisine tabi olunan, ümmet ise, tabi olandır. Daha alt seviyede olanı daha üstün olanın

uyduğu kişi kabul etmek, asıl olana aykırı bir durumdur. Yine kişinin, kendi cinsinden olan birisinden

sözü kabul etmesi daha mümkündür. Bundan dolayı Allah: "Eğer onu (Peygamberi) bir melek

kılsaydık yine onu bir adam (suretinde) yapardık " (Enam, 6/9) buyurmuştur.

Diğer taraftan, Hz. Adem'in, insanlara gönderilmiş olması da caiz değildir. Çünkü orada, Hz.

Havva'dan başka bir insan yoktu. Ayrıca Hz. Havva, sorumluluklarını Hz. Adem’in aracılığı

olmaksızın öğrenmişti. Çünkü Allah: "…bu ağaca yaklaşmayın…"(A'raf, 7/19) buyurmak suretiyle,

bu sorumluluk her ikisine Hz. Adem’i vasıta kılmaksızın şifahen söylenmiştir. Hz. Adem'in cinlere

peygamber olarak gönderilmiş olması da caiz değildir. Çünkü gökyüzünde cinlerden hiçbirisi yoktu.

Hz. Adem’in, başka bir kişiye de peygamber olarak gönderilmiş olması mümkün değildir. Çünkü,

Hz. Adem'i peygamber kılmaktan maksat, tebliğde bulunmasıdır. Tebliğ olunacak hiç kimse

bulunulmayan yere, onun peygamber olarak gönderilmesi faydasız bir iştir.

c) Bir başka delilleri Allah'ın: "Sonra Rabbi onu seçti" (Taha, 20/122) sözüdür. Bu ayet,

Allah'ın Hz. Adem’i zelleden sonra seçtiğine delildir. O, bu zelle vaktinde seçilmemiş olunca

peygamber olmaması da gerekir. Çünkü peygamberlik ve seçme işi birbirinden ayrılmayan iki

husustur. Allah'ın, peygamber olarak gönderdiği herkes, bu seçilmeyle özel kılınmıştır. (Razi, 1420:

c.2, s. 398-399)

Kanaatimizce buradaki değerlendirmenin birinci maddesinde zellenin büyük günah olarak

kabul edilmesi kavrama verilen anlam açısından uygun düşmemektir. Peygamberler için günah

kavramı yerine, daha hafif bir hata olduğunu ifade etmek için zelle tabiri kullanılmaktadır. Buradaki

ifade ise bunun tam tersini söylemektedir. Öte yandan bir insanın, meleklere peygamber olarak

gönderilmesi zaten düşünülemez. Şu ayet bunun delilidir: “De ki: "Eğer yeryüzünde, (insanlar

yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik."

(İsra 17/95) Bu nedenle onun bir insana peygamber olarak gönderilmesi gerekir. Bu ikinci delil diğer

ikisinden daha ikna edicidir.

Olayı diğer bir açıdan değerlendirdiğimizde Hz. Adem, eğer Allah’a isyan etmiş olsaydı,

hakiki anlamda zalim olmuş ve cehenneme girmeyi hak etmiş olurdu. (Razi, 1986: s. 54) Bu olayda

Hz. Adem, vacibi terk ettiği için değil mendubu terk ettiği için hata yapmıştır. Bu da isyan sayılmaz.

Sadece vacip terk edildiği zaman bunun için isyan tabirini kullanabiliriz. (Razi, 1986: s. 51)

Razi’nin bu delilleri, kendi kanaatinin, hatanın peygamberlikten önce olduğunu ispatlamak

adına getirdiği aşikardır. O, bir taraftan konuyu akli olarak değerlendirmekte, diğer taraftan nakillerle

bunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Her ikisinde de bu olayın peygamberlik öncesinde

gerçekleştiğini ispat etmeye çalışmaktadır. Peygamberlik öncesinde dahi olsa, doğrudan günaha

meyleden bir tavır ortaya koymadığı, sadece iki tercihten birini kullandığı için hataya düştüğü

kanaatini taşımaktadır.

Konuyla ilgili daha farklı yaklaşımların olduğunu görmek de mümkündür. Hz. Adem,

yasaklanmış ağaçtan yemek suretiyle Rabbinin emrine karşı gelerek günah işlemiştir. (Taberî,

2000/1420: c.18, s.388) Hz. Adem ve Havva, aslında şeytanın düşman bir kişiliğe sahip olduğunun

farkındaydılar. Ama bunu, şeytan onlara dost göründüğü için unuttular. Sonuçta Allah’a isyan ettiler.

İnsanın kişiliğinde olan sebatsızlık ve zayıflık yönlerini ortaya çıkarmış oldular. (Mevdudi, 1995:

c.3, s.281) Açıkçası Hz. Adem’in yaptığı, Allah’a itaatsizlik anlamında bir hata değildir. Zelle

cinsinden davranışlardır. Diğer insanlara da ayrıca uyarı söz konusudur. Masum olan biri eğer ki bu

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 205

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

şekilde uyarılıyorsa siz daha dikkatli olun, anlamındadır. (Zemahşerî, 1407: c.3, s.94) Allah, bir

peygamber olması hasebiyle ona, bir babanın evladına yaptığı nasihat gibi, yaptığı hatasını beliğ bir

şekilde hatırlatmıştır. (Beyzâvî, 1418: c.4, s.41)

Anlıyoruz ki, Hz. Adem’in ve eşinin ortaya koymuş olduğu davranışın hatalı olduğu

noktasında görüş birliği vardır. Ama bu hatanın ne derece büyük olduğu ve peygamberlikten önce

mi sonra mı gerçekleştiği konusunda görüş farklılıkları vardır. Ortaya konan delillerden, bu olayın

peygamberlikten önce gerçekleşmiş olduğu, şeytanın, kendilerine düşman olduğu gerçeğini

unutmaları sebebiyle meydana geldiği ortaya çıkmaktadır.

3.2. Hz. Musa

Kur’an’da kendisiyle ilgili olarak çokça bahis yer alan diğer bir peygamber Hz. Musa’dır.

İsrailoğullarıyla birlikte kurmaya çalıştığı yeni bir medeniyet inşası, onların isyankar ve güven

vermeyen tavırları yüzünden akamete uğrayan, her seferinde yalnız kalan Hz. Musa, Firavun gibi

azgın bir düşmanla da mücadele etmek zorunda kalmıştır. (Bkz. Yunus 10/75)

Hz. Musa ile ilgili olarak ele alacağımız konu, onun Mısırlı bir kıptiyi öldürmesi hadisesidir.

Konuyla ilgili ayetler şu şekildedir: “Musa, ahalisinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada,

biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle kavga eder halde buldu.

Kendi tarafından olanı, düşmana karşı ondan yardım diledi. Musa da ötekine, bir yumruk vurup

ölümüne sebep oldu. (Bunun üzerine:) Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman,

dedi. Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu

bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O'dur” (Kasas 28/15-16)

Razi, bu ayetlerdeki kavramları tahlil etmekle konuya giriş yapmıştır. Ayetteki "Derken

taraftarlarından olan kişi, düşman olana karşı ondan yardım istedi.” ifadesini açıklarken o kişinin

yardım istemesi üzerine ona yardım etmek istedi ve onu iteledi. Bu ayette geçen "Vekz" kelimesine

baktığımızda onun, parmak uçları ile itelemek anlamına geldiğini görmekteyiz. Hz. Musa kuvvetli

biri idi. Bazı müfessirler Hz. Musa'nın onu, asası ile ittiğini söylemişlerdir. Fakat Mufaddal, bunun

yanlış olduğunu, çünkü Arapça'da "Onu asa ile vekz etti" şeklinde bir kullanım bulunmadığını

söylemektedir. Sonuçta Hz. Musa o adamı öldürdü. (Razi, 1420: c.24, s. 282) Yani ona göre burada,

bilinçli bir yumruk atmak değil, sanki ikisini ayırmak isterken, düşman tarafından olanı itelemek

suretiyle ölümüne sebep olmak söz konusudur.

Razi, bir sonraki aşamada, peygamberlerin ismet sahibi olmadıklarını düşünenlere karşı

takındığı tavrı ortaya koymaktadır. Çünkü peygamberlerin ismet sahibi olmadıklarını savunanlar, bu

ayeti delil getirerek şu açıklamaları yapmışlardır:

a) O Kıptinin, ölümü hak ettiği veya etmediği söylenebilir. Eğer birinci ihtimali kabul edecek

olur isek, niçin Hz. Musa, "Bu, şeytanın işlerindendir" ve "Ya Rabbi, ben cidden kendime zulmettim.

Beni bağışla" demiş, Allah da onu bağışlamış. Başka bir surede, "Ben bunu o zaman bilmezlerden

olarak yaptım" (Şuara. 20) demiştir. Eğer ikinci ihtimal, yani Kıptî'nin ölümü hak etmediğini kabul

edecek olursak, Hz. Musa'nın onu öldürmesi günah olmuş olur.

b) Ayetteki "bu düşmanlarındandı..." ifadesi, onun inkarcı olduğunu gösterir. Bundan dolayı

onun kanı mubahtır. Hz. Musa, niçin onun ölümünden dolayı bağışlanma istemiştir. Oysa mubah bir

işi yapmaktan dolayı bağışlanmayı istemek caiz değildir. Çünkü bu ifade, o mubahın haram olduğunu

düşünmeye sevk eder.

c) Ayetteki "vekz" kelimesi ile açıkça öldürme manası kastedilmemiştir. Bu Öldürme işi,

hata ile olmuştur. Buna rağmen o, niçin bağışlanma talebinde bulunmuştur.

Razi, bu açıklamalara şu şekilde cevap verme yolunu tercih etmiştir:

"Öldürülen kişi kafir olduğu için kanı mubah idi" denilmesi niçin caiz olmasın? İkincisine,

206 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

yani Hz. Musa'nın, "Bu, şeytanın işlerindendir" demesinin delil getirilmesine de şu şekilde cevap

verilebilir:

a) Belki Allah, o kâfirin öldürülmesini mubah kılmış olsa da, tercih edilen, onların

öldürülmelerinin bir başka zamana ertelenmesidir. Bundan dolayı Hz. Musa, o adamı öldürünce,

mendup olanı terk etmiş oldu. Bu nedenle Hz. Musa'nın, "Bu, şeytanın işindendir" sözü, "Benim

mendubu terk etmem, şeytanın işindendir" anlamına gelmektedir.

b) Hz. Musa'nın, "bu" kelimesi, kendi yaptığı işe değil, öldürülenin işine işaret etmiş de

olabilir. Dolayısıyla, bu söz, "O maktulün yaptığı iş, şeytanın işlerindendir" anlamına gelir. Bundan

maksat, o kişinin, Allah'a muhalefet etmesi nedeniyle ölümü hak etmiş olmasıdır.

c) Ayetteki “bu” zamiri ile, öldürülene işaret edilmiştir. “Yani o, şeytanın ordusundan ve

grubundandır" demektir.

Peygamberler için ismet sıfatını kabul etmeyenler, "Hz. Musa'nın, "Rabbim, ben kendime

zulmettim. Beni bağışla" şeklindeki sözünü delil olarak kullanmışlardır. Razi ise bu ifadenin, Hz.

Musa'nın Hz. Adem'in yöntemini kullanması anlamına geldiğini söylemektedir. Hz. Adem de, "

Rabbimiz, biz kendimize zulmettik" (A’raf, 7/23) demişti. Bu ifade ile şu iki durumdan biri kast

edilmiştir. Bu, günah işlemenmemiş olsa da, ya Allah'a karşı görevlerini layıkıyla yerine getirememe

ya da mendup olanı yapmamak suretiyle, insanın kendini mükafaattan mahrum kılmış olma

anlamında söylenmiş bir sözdür. Hz. Musa'nın "Beni bağışla" sözü de, "Bu mendubu terk ettiğim

için beni bağışla" anlamına gelir.

Ona göre bu hususta şöyle bir açıklama yapmak da mümkündür: "Rabbim bu lanete uğramış

kişiyi öldürmek suretiyle ben kendime zulmettim. Firavun bunu benim yaptığımı bilirse, ondan

dolayı beni öldürür. O nedenle "Beni bağışla", "bunu benim için gizle ve bunun haberinin Firavuna

ulaşmasını engelle". Bu talep üzerine Allah onu bağışladı. Yani haberin Firavuna ulaşmasını

engelledi." Böyle bir tevilin mümkün olmasına Hz. Musa’nın bunun arkasından "Rabbim, bana

verdiğin nimetlerden dolayı artık suçlulara destek olmayacağım" demiş olması delalet etmektedir.

Bundan dolayı mümin birine yardım etmek, günah işleme sebebi olsaydı, Hz. Musa, bunu

söylemezdi.

Hz. Musa'nın, "Ben bunu bilmezlerden olarak yaptım" sözü üzerinde de durmuştur. Burada

Hz. Musa’nın, "Ben, bunu yapmakla sapıttım" dememesinin önemli olduğunu söylemektedir. Fakat

Firavun, onun o kişiyi öldürdüğü esnada kâfir olduğunu iddia edince, Hz. Musa, kâfir olduğu

iddiasını reddetmiş, ama şaşkınlık içerisinde ne yapacağını bilemez, düşünemez durumda olduğunu

itiraf etmiştir.

Peygamberlerin ismet sahibi olmadıklarını iddia edenlerin, "Eğer o harbî bir kâfir idiyse, Hz.

Musa, onu öldürmesinden dolayı niçin bağışlanma istedi?" sözüne gelecek olursak, biz bu konuda

şunu söyleriz: Kâfirin kanının akıtılmasının mubah olması, şeriatlara göre farklılık arz eden bir

durumdur. Belki onları öldürmek o vakit haramdı veya mubah idiyse de, o, daha önce de

açıkladığımız gibi, evlâ olanı terk etmiştir" (Razi, 1420: c.24, s. 282)

Onların, Hz. Musa, o kişiyi hataen öldürdü iddialarına gelince, biz bunu kabul etmiyoruz.

Belki o adam zayıf, Hz. Musa çok güçlü biri idi. Onu parmak uçlarıyla iteleyince, öldürmüş oldu.

Sonra biz bunu kabul etsek dahi, Hz. Musa, o Yahudiyi kıptinin elinden, itmeksizin de kurtarabilirdi.

Bu nedenle evla olanı terk ettiği için bağışlanmasını istemiştir. Bu ayetin, Hz. Musa'nın günah

işlediğine delâlet ettiğini varsaymış olsak dahi, Hz. Musa’nın o esnada peygamber olduğuna dair

elimizde kesin bir delil yoktur. Bundan dolayı olay, Hz. Musa'nın peygamberliğinden önce meydana

gelmiştir. (Razi, 1420: c.24, s. 286)

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 207

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Konuyla ilgili olarak daha farklı değerlendirmelerin yer aldığını da görmekteyiz. Örneğin

onlardan birinde, ayette geçen “vekz” kelimesinin hem tokat atmak, hem de yumruk atmak manasına

geldiği, ama burada yumruk atmak manasının tercih edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bununla

birlikte Hz. Musa’nın o kişiyi öldürme gibi bir niyeti yoktu. Yumruk da zaten öldürücü değildi.

Kimse bunu beklemiyordu. Fakat bunun aksine Kitabı Mukaddeste daha farklı bir yaklaşımın

olduğunu görmekteyiz. Ona göre Hz. Musa kasıtlı olarak cinayet işlemiştir. Oysa o, gelecekte büyük

bir peygamber olacaktır. (Mevdudi, 1995: c.4, s.166-167) Olayın bir başka boyutu üzerinde de

durulduğunu görmekteyiz. Ona göre Hz. Musa, sadece bir kişiyi öldürdüğünden dolayı değil, ırki bir

taassuptan dolayı, peşin hükümde bulunarak birini öldürdüğü için çok ciddi bir suç işlediğinin farkına

varmıştır. (Esed, 1999: c.2, s. 785) Bundan dolayı da sonrasında pişmanlık duyduğunu ifade etmiştir.

Buradan anlıyoruz ki Razi’ye göre bu öldürme işi bilinçli olarak, öldürme kastıyla

gerçekleşen bir durum değildir. Tarafları ayırmaya çalışırken karşı taraftan olan kişiyi itmek suretiyle

meydana gelen bir ölüm olayıdır. Ayrıca bu olayın, peygamberlikten sonra gerçekleştiğine dair de

bir kanıt yoktur. O nedenle peygamberlerin ismetine zarar veren bir durum değildir.

3.3. Hz. Yunus

Hz. Yunus’un bir balık tarafından yutulması ve yutulma gerekçesi de peygamberlerin ismeti

söz konusu olduğunda ön planda tutulan meselelerden biridir. Kendi adıyla anılan bir surenin de

bulunması onun önemini daha da artırmaktadır.

Bu konuyla ilgili ayetleri farklı surelerde görmek mümkündür. Ama biz burada tek bir surede

olanlarla iktifa edeceğiz: "Şüphesiz Yunus da peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye

binmişti. Gemidekilerle kura çekmiş ve kaybedenlerden olmuştu. Böylece, Yunus kendini kınayıp

dururken balık onu yuttu. Eğer o, Allah'ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların

diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı. Derken biz onu hasta bir halde sahile attık. Üzerine

geniş yapraklı bir ağaç bitirdik. Biz onu yüz bin yahut daha fazla insana peygamber olarak

gönderdik. Nihayet onlar iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar geçindirdik” (Sâffât, 37/139-

148).

Razi, öncelikle Hz. Yunus’un kaçmasının gerekçesi üzerinde durmaktadır. Ona göre Hz.

Yunus, toplumunun işkencelerine sabredemeyip, bir gemiyle kaçtığı için bu sıkıntılarla

karşılaşmıştır. Diğer taraftan bu olay, Hz. Peygamber içinde bir hatırlatma niteliği taşımaktadır.

Çünkü o da aynı şekilde eziyetlere maruz kalmaktadır. Hz. Yunus’un düştüğü hatadan ders alıp,

sabırlı olması öğütlenmektedir. Razi, Yukarıda yer alan ayetteki, " Şüphesiz Yunus da

peygamberlerdendi. Hani o kaçıp yüklü gemiye binmişti" ifadesi hakkında bazı açıklamalarda da

bulunmuştur: Bu ayet, olayın, Hz. Yunus, peygamber olduktan sonra gerçekleştiğini göstermektedir.

Çünkü ayet, Razi’ye göre onun gemiye gittiğinde peygamber olduğunu göstermektedir. Bu olayı şu

şekilde de anlamak mümkündür: "Birçok rivayette, "Hz. Yunus'un, zamanının hükümdarı tarafından

bir kavmi Allah’a davet etmesi için gönderildiği, sonrasında onun oradan kaçtığı ve balığın kendisini

yuttuğu yer almaktadır. Bu esnada da Allah onu peygamber olarak göndermişti. Bu durum, onun bu

olay esnasında Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğine delalet etmez. Allah bu

“gönderilenlerdendi.” Sıfatını, onu övmek maksadıyla kullanmıştır. (Razi, 1420: c.26, s. 326) Bu

bilgiler, Razi’nin ortaya koyduğu anlayışa ters gözükmektedir. O yüzden bu tür rivayetlerin, Razi

tarafından kabul görmediği anlaşılmaktadır.

Razi, ayette yer alan “ebeka” kelimesi, üzerinde de durmaktadır. Ona göre bu kelime, kölenin

efendisinden kaçması anlamına gelmektedir. Bu konuda müfessirler, görüş ayrılığına düşmüşlerdir.

Bazıları onun Allah'tan kaçtığını söylemişlerdir ki, bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü bu tavır, bilerek

Rabbine muhalefet edenler hakkında kullanılır. Onun hatası, sabırsız davranarak kavmini dine davet

etmeyi terk etmesidir. Bu konuda doğruya en yakın olanı şu iki maddede açıklamak mümkündür:

a) Onun hatası şu idi: Allah, kendisini yalanlayan o topluma azap indireceğini va’d etmişti.

208 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Hz. Yunus, bu azabın mutlaka geleceğini zannetmişti. Bu zannından dolayı onları davetten vazgeçti.

Oysa onun bu davete devam etmesi gerekirdi. Çünkü azap indirilse bile onlara ulaşmaması

mümkündü. Burada evla olan, zanna göre hareket etmemek olsa da o, zanna göre hareket etmiş ve

bilerek olmasa da hata yapmıştır.

b) Hz. Yunus, toplumuna azabın geleceğini haber vermişti. Bu azap gecikince de onlardan

gizlenerek toplumdan ayrılmış ve bir gemiye binmiştir. (Razi, 1420: c.26, s. 326)

Razi, bu aşamada İbn Abbas’tan gelen bir rivayeti de aktarmıştır. O rivayete göre Hz.

Yunus’u, İsrailoğullarından bir kralın, başka bir topluma, güçlü-kuvvetli olduğu için elçi olarak

göndermiş olduğunu, Hz. Yunus’un ise bu görevi kabul etmeyerek çekip gittiğini, sonra gemiye

bindiğini, gemide çekilen kura sonucu denize atıldığını ve onu balığın yuttuğunu nakletmiştir.

Ayetlerde anlatılan bir başka konu üzerinde de durmaktadır. "Eğer tesbih edenlerden

olmasaydı, insanların yeniden diriltilecekleri güne kadar, o (balığın) karnında kalacaktı" ayetinin

tefsiri hakkında iki türlü yorum yapıldığını aktarmıştır:

a) Bu ifadeden, Allah'ın bir başka ayette anlattığı, “Yunus karanlıklar içerisinde “senden

başka ilah yoktur, seni tesbih ederim, ben zalimlerden oldum” (Enbiyâ, 21/87) dediği kast edilmiştir.

b) Eğer ki Hz. Yunus, balık onu yutmadan önce tesbih eden, zikreden namaz kılanlardan

olmasaydı, balığın karnında kıyamete kadar kalır, orası onun mezarı olurdu. Bundan dolayı siz, geniş

zamanda Allah’ı zikredin ki Allah da sizi sıkıntılı zamanınızda hatırlasın, denilmiştir.

Burada Razi’nin, Ebû Hureyre'den gelen bir rivayete de yer verdiğini görmekteyiz. Hz.

Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yunus, balığın karnında Allah’ı tesbih etti. Bu tesbihatını melekler

duydular ve "Ey Rabbimiz, biz, garip bir yerden cılız bir ses duyuyoruz" dediklerinde Allah, 'İşte bu,

benim Yunus kulumdur. Bana isyan etti de, onu denizde balığın karnına hapsettim" buyurdu. Bunun

üzerine melekler, "Her gündüz ve gece, kendisinden sana, salih amellerin yükseldiği o salih kul mu?"

deyince, Allah, "Evet" diye cevap verdi.” (Razi, 1420: c.26, s. 323) Sonrasında melekler ona şefaatçi

oldular da, Allah o balığa emretti, balık da onu o sahile attı.

Sonraki ayette Allah, "Biz onu yüz bin, yahut daha fazla insana peygamber olarak

gönderdik." buyurmuştur. Bu ayetle ilgili olarak açıklanması gereken birkaç husus vardır:

Birincisi: Bu ayetin manası, "Biz, Yunus'u, balık kendisini yutmadan önce peygamber olarak

göndermiştik" şeklinde olmalıdır. Çünkü İbn Abbas (r.a), "Yunus'un peygamberliğinin, balık onu

kıyıya attıktan sonra gerçekleştiğini” söylemiştir. Bu durumda onun başka bir topluma peygamber

olarak gönderilmiş olduğu anlaşılacağı gibi, ilk topluma gönderilmiş olması da mümkündür.

İkincisi: Ayetteki gönderildiği toplumun sayısı ile ilgili bir şüphenin varlığıdır. Bu, Allah

hakkında geçerli olmaz. Doğru olan, gönderildiği toplumu gören bir kişinin onların sayısı konusunda

tereddüt yaşamasıdır. (Razi, 1420: c.26, s. 328) Razi’ye göre burada Hz. Yunus’un, Allah’a değil,

toplumuna olan kızgınlığından dolayı şehri terk ettiği aşikardır. Çünkü bir peygamberin Allah’a

kızması düşünülemez. (Razi, 1986: s. 129)

Bu meseleyle ilgili olarak, benzer bakış açılarının başkaları tarafından da ortaya konduğunu

görmekteyiz. Onlara göre Hz. Yunus, toplumunun Müslüman olmasını arzu ederek veya can

korkusuyla ya da Allah o topluma azap edeceği için toplumunu terk etmiştir. Her peygamber,

toplumuna azap ineceği zaman o toplumu terk eder. Ama burada izinsiz olarak o toplumu terk ettiği

için uyarılmıştır. (Maturidi, 5002: c.8, s. 587) O, yaptığı şeyin günah olduğunun farkındaydı. (Taberî,

2000/1420: c.21, s.108) Fakat bu olay, insanoğlu zayıf yaratıldığı için peygamberlerin dahi bu

zayıflığın etkisinde kaldığını göstermektedir. (Esed, 1999: c.2, s. 921)

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 209

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Razi, bu olayın, peygamberlikten sonra gerçekleştiği kanaatindedir. Ona göre Hz. Yunus,

daveti karşısında toplumunun duyarsız kalmasından ve kendisine eziyet etmesinden dolayı artık

sabredememiş ve toplumunu terk etmiştir. Yapmış olduğu bu davranış bir hatadır. Bu konuda

yukarıdaki açıklamalardan yola çıkarak, genel anlamda alimler arasında ortak bir kanaatin olduğu

gözükmektedir. Kanaatimizce Hz. Yunus’un gemiye binmesi, peygamberlik görevi verilmesinden

sonra gerçekleşmiştir. Çünkü o, toplumunun, davetine icabet etmemesi nedeniyle bulunduğu yeri

terk etmiştir. Bu durum, peygamberin de bir insan olduğu ve insani zaaflarının bulunduğu gerçeğini

gözler önüne sermektedir. Ama olayın, anlık bir hata olduğu ve sonrasında Yunus peygamberin

pişman olması ve affedilmesiyle sonuçlandığı da unutulmamalıdır.

3.4. Hz. Muhammed

Son olarak ele alacağımız peygamber, Hz. Muhammed olacaktır. Kur’an’da her ne kadar

kendisine farklı ayetlerde değişik vesilelerle uyarılar yapılmış olmakla birlikte biz, Abese suresinin

ilk ayetlerinde yer alan ve meşgul olması hasebiyle bir sahabinin sorusuna cevap vermemesi ve

suratını asması, bunun sonucunda da uyarılması hadisesini ele alacağız.

Konuyla ilgili ayetler, Abese suresinin baş kısmında yer almaktadır: “(Peygamber), âmânın

kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. (Resûlüm! Onun halini) sana kim bildirdi!

Belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç

görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysaki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu

değilsin. Fakat koşarak ve (Allah'tan) korkarak sana gelenle de ilgilenmiyorsun.” (Abese 80/1-10)

Razi, öncelikle bu ayetlerin nüzul sebepleri üzerinde durmaktadır. O, ayetlerin nüzul

sebebiyle ilgili olarak şu rivayeti nakleder: İbn Ümmü Mektûm, Hz. Peygamberin yanına gelmişti.

O esnada Hz. Peygamberin yanında, Kureyş'in ileri gelenleri vardı. Hz. Peygamber, onların

sayesinde başkalarının da Müslüman olmalarını umarak onlara davette bulunuyordu. İbn Ümmü

Mektum, Hz. Peygambere, "Allah'ın sana öğrettiklerini bana da oku, öğret..." dedi. Bunu birkaç defa

tekrar edince Hz. Peygamber, İbn Ümmü Mektum'un, sözünü kesmesini hoş karşılamayarak suratını

astı ve başka tarafa döndü. Bu olay üzerine bu ayetler nazil oldu.

Razi, bu rivayetler üzerinden konuyu değerlendirme bağlamında sorulabilecek bazı soruları

sormak suretiyle bunları cevaplandırma yöntemini tercih etmiştir.

Burada sormuş olduğu birinci soru şu şekildedir: Bu rivayette azarlanmayı ve uyarılmayı hak

eden İbn Ümmü Mektum olması gerekirken neden Hz. Peygamber uyarılmıştır? Çünkü Hz.

Peygamber, tebliğ görevi yaparken, İbn Ümmü Mektum, -görmese bile en azından konuşmasını

duymakta idi- Onun bu görevine engel olmuştur. Buna şu şekilde cevap verilebilir: Zaten İbn Ümmü

Mektum Müslümandır. Yeterli dini bilgisi de vardır. O nedenle diğerlerinin Müslüman olması daha

önemlidir. O yüzden Hz. Peygamber daha önemli olanı tercih etmiştir. Her ne kadar durum böyle ise

de dışardan, zenginlerin fakirlere tercih edildiği ve fakirlerin kalplerinin kırıldığı intibaını

uyandırmaktadır. Bundan dolayı da, kınama olayı gerçekleşmiştir. Belki bu kınama, Hz.

Peygamberin davranışı nedeniyle değil de kalbinden geçirdiği oradaki Kureyşlilerin önemli oldukları

düşüncesine sahip olması ve kalbinin onlara meyletmesinden dolayıdır. (Razi, 1420: c.33, s. 25)

İkinci olarak şu soruyu sormaktadır: Allah, Hz. Peygamberi, yüzünü ekşittiği için kınadığına

göre, bu olay İbn Ümmü Mektum için büyük bir saygı anlamı kazanmış olur. Durum böyle olunca,

onun için neden daha övücü bir ifade kullanmak yerine a’ma tabiri kullanılmıştır? Bu soruya şu

şekilde cevap vermektedir: Allah’ın bu kişiyi “a’ma” diye nitelemesi, onu hakir görmek için değil,

kör olduğu için daha çok ilgiye ve şefkate muhtaç olması gerektiğinden dolayıdır.

Üçüncü olarak sorduğu soru şudur: Hz. Peygamber, ashabını her fırsatta eğitiyor ve onlara

İslami terbiye veriyordu. Buradaki sahabinin tavrı karşısında suratını asması aslında onu eğitme

yollarından biridir. Bu hareketinden dolayı neden kınanmıştır? Bu soruya cevabı da şöyledir:

210 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Kendisine ashabını eğitmesi ruhsatı verilmişti. Ama burada zengini fakire tercih etme, yani dünyanın

dine tercih edilmesi gibi bir intiba uyandığı için uyarılmıştır.

Razi, bu açıklamalarından sonra, peygamberlerin ismet sahibi olmadıklarını iddia edenlerin

bu ayeti de delil olarak kullanmalarından bahseder. Ona göre bu kişiler, Hz. Peygamberin burada

kınanmasının, Onun günah işlediği anlamına geldiğini söylerler. Oysa bu hareketin günah kabul

edilmesi uzak bir ihtimaldir. Hz. Peygamberin bu tavrı, ihtiyatlı ve evla olanı terk etme anlamına

gelecektir ki, bu da günah olarak kabul edilemez. (Razi, 1420: c.33, s. 23)

Kimilerine göre sıradan bir insan yaptığında sadece bir nezaketsizlik örneği olarak

algılanabilecek bir konu, bunu peygamber yaptığında büyük bir günaha dönüşebilmektedir. Ayetler,

dolaylı olarak buna işaret etmektedir. (Esed, 1999: c.3, s. 1236) Daha önce kendisine Allah tarafından

izin verilmemiş olan bir konuda, her ne kadar yaptığı iş övülmeye değer olsa da bir tavır ortaya

koyduğu için uyarılmıştır. (Maturidi, 5002: c.10, s. 418) Allah, bu hareketin Hz. Peygambere

yakışmadığını, insanların da bunu ona yakıştıramadığını haber vermiştir. Aslında Hz. Peygamberin,

İbn Ümmü Mektum’dan yüz çevirmesi onu küçük gördüğü için değildi. Ama Mekke müşriklerinden

biri iman ettiğinde bunun İslam davasını daha güçlendireceğini, İbn Ümmü Mektum a’ma olduğu

için bu davaya çok fazla katkısı olmayacağını düşünüyordu. Ayrıca o, akrabası olduğu için her zaman

soru sorma imkanına da sahipti. Ama burada Allah, Hz. Peygamberi uyararak, bir davetçinin iman

etme konusunda istekli olanlara öncelik vermesi gerektiği hatırlatmasını yapmıştır. (Mevdudi, 1995:

c.7, s.38-39) Hz. Peygambere yapılan uyarı, evla olanı terk etmesi sebebiyledir. Mezhep kurallarına

uygun hareket etme adına, Hz. Peygamberin hata yapmadığını iddia etmek, Allah’ın kendisini

nitelediği arşa istiva gibi sıfatlardan uzak durmak anlamına gelecektir, de (Reşîd Rızâ, 1999: c.10,

s.408) denmiştir.

Razi’nin, Hz. Peygamberin davranışını bir hata olarak görmediği anlaşılmaktadır. Ona göre

Hz. Peygamber, bu hareketiyle evla olanı terk ettiği için uyarılmıştır. Çünkü müşriklere tebliğde

bulunmak aslında güzel olan bir davranıştır ve peygamberin de asli görevlerinden biridir. Ama bir

müşrik hiçbir zaman bir Müslümana tercih edilemeyeceğinden dolayı, müşrikleri öne alması

sebebiyle Hz. Peygamber ikaz edilmiştir. Diğer Müslümanlar için de bu uyarı bir hatırlatma niteliği

taşımaktadır.

Sonuç

Fahreddin Razi, peygamberlerin ismet sahibi olmaları noktasında onların peygamberlik

görevi verildikten sonra ismet sıfatına haiz oldukları, peygamberlikten önce ise sehven ya da iki

tercihten birini kullanmak suretiyle hataya düştükleri, bunun da günah olarak kabul edilemeyeceği

kanaatini taşımaktadır. Peygamberler, kendilerini şirke ve küfre düşürecek, onları toplum nezdinde

hakir gösterecek her türlü davranıştan ise hayatlarının her döneminde uzak kalmışlardır. Bu konuda

birkaç aşırı mezhebin görüşü dışında farklı bir düşüncenin ortaya konmadığını söylemektedir.

Yine ona göre peygamberler, tebliğ konusunda da ismet sahibidirler. Kendilerine gönderilen

vahiyde herhangi bir değişiklik yapmaları mümkün değildir. Razi’ye göre peygamberler, fetva

konusunda da bilerek hata yapmazlar. Bu konuda ulema arasında görüş birliği hasıl olmuştur. Fakat

sehven hata yapıp yapmamaları konusunda ise görüş ayrılıkları mevcuttur.

Peygamberlerin yapmış ictihadlarında, Razi’nin, peygamberlere itaat konusunu ön plana

çıkardığı görülmektedir. Kendisine mutlak itaat edilecek şahsın günahlardan korunmuş olması

gerekir. Peygamberlere itaat de Kur’an’ın bir emridir. Dolayısıyla peygamberlerde her ne şekilde

olursa olsun günah sayılabilecek bir davranışın meydana gelmemesi gerekir.

Razi, Hz. Adem’in yapmış olduğu hatanın, peygamberlik sonrasında gerçekleştiği ve iki

tercihten birini benimsediği için bunun cezayı gerektirecek bir günah olarak algılanmasının mümkün

olmadığı kanaatindedir.

Fahreddin Râzî’de Peygamberlerin İsmeti Meselesi 211

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Razi, Hz. Musa’nın kıpti olan bir kişiyi öldürmek suretiyle işlemiş olduğu hatanın, bilinçli

olarak ortaya konan bir günah değil, mendup olanı terk etmek suretiyle sergilenen bir tavır olduğu

kanaatindedir. Yani bu eylemi bilerek yapmamıştır. İtelerken düşman tarafından olan kişinin düşmesi

sonucu ölüm gerçekleşmiştir. Ayrıca bu olayın, onun peygamberliğinden önce gerçekleştiğine dair

bir delilin olmadığı, bu nedenle peygamberliğinden sonra gerçekleşmiş olduğu kanaatini taşıdığını

söylemiştir.

Hz. Yunus olayında ise Razi, bu olayın, peygamberlikten sonra gerçekleştiği kanaatini

taşımaktadır. Ona göre Hz. Yunus, görevini ifa ederken toplumunun duyarsız kalmasından ve

kendisine eziyet etmesinden dolayı artık sabredememiş ve toplumunu terk etmiştir. Yapmış olduğu

bu davranış bir hatadır.

Hz. Muhammed’in bir sahabiye suratını asması sonucunda uyarılması hadisesinde

gerçekleşen durumun, ihtiyatlı ve evla olanı terk etme anlamına geldiğini, dolayısıyla günah olarak

kabul edilemeyeceğini söylemiştir. Burada Hz. Peygamberin mümin olanı müşrik olana tercih

etmemesi sonucu ikaz edilmesi söz konusudur.

Anlaşılan odur ki, ismet konusunda görüş birliğine varılan konu, vahyi tebliğ etme ve onunla

amel etmedir. Bunu yaparken yalan söylememek, vahye aykırı bir tavır ortaya koymamaktır. Bunun

dışındaki konularda Razi ve diğer alimler arasında ortak bir kanaat oluşamamıştır.

KAYNAKÇA

Abdülcebbar, K. (2013). Şerhu Usuli Hamse. İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı

yayınları.

Bayram, E. (2017). Razi’nin Hidayet ve Dalaletle İlgili Ayetleri Yorumlaması ve Bu Hususta

Mutezileyle Giriştiği Tartışma (Tefsir-i Kebir Bağlamında), The Journal of Academic Social

Science Studies [JASSS], 61. p. 177-196.

Beyzâvî, N. (1418). Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl. Beyrut: Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiyyi.

Bulut, M. (2001). İsmet. Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı yayınları.

Cevherî İ. b. H. (1987/1407). es-Sıhâh Tâcu’l-Luga ve Sıhâhu’l-Arabiyye, Beyrut: Dâru’l-ilm

li’l-melayin.

Cürcani, A. b. M. (bty). Kitabü’t-Tarifât, Daru Reyyan li’t-Türas.

Esed, M. (1999/1420). Kur’an Mesajı Meâl-Tefsir. trc. Ahmet Ertürk ve Cahit Koytak. İstanbul:

İşaret yayınları.

Günaydın, F. (2017). İlk Dönem Tefsir ve Hadis Literatüründe İsmet İnancı, Kelam Araştırmaları

Dergisi, 15: 1, p.1-28.

İbn Manzûr, C. (1414). Lisânü’l-Arab. Beyrut: Daru Sadr, 3.baskı.

İsfahânî, R. (2005/1426). el-Müfredât. Beyrut: Daru’l-marife.

Karaman, H. vd. (2006). Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı

yayınları.

Mâtürîdî, E. M. (1426/2005). Te’vîlâtü Ehli’s-sünne. Beyrut: Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye.

Mâtürîdî, E. M. (2002). Kitabü’t-Tevhid. Ankara: İsam yayınları.

Mevdȗdî, E. (1995). Tefhîmü’l-Kur’ân. trc. Muhammed Han Kayanî ve dğr. İstanbul: İnsan

yayınları, 2. baskı.

212 Ahmet ÖZDEMİR

Turkish Studies Volume 13/9, Spring 2018

Oral, O. (2017). Fahreddin Razi’ye Göre Hz. Âdem ile Hz. Nuh’un İsmeti Problemi, Türk ve İslam

Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi = The Journal of Turk & Islam World Social Studies,

4/10, p. 252-269.

Pak, S. (2017). Kur’an’da Hz. Peygamber’in Günah İşleme İmkânı (Nisa Suresi 105-107. Ayetler

Örneği), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 16: 32. P. 641-669

Râzî, F. (1420). Mefâtîhu’l-gayb. et-Tefsîrü’l-kebîr. Beyrut: Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiyyi, 3.

Baskı.

Râzî, F. (1986). İsmetü’l-Enbiyâ. Kahire: Mektebetü‟l-Hancı.

Reşîd Rızâ, M. (1999). Tefsîru'l-Menâr. Beyrut: Daru'l-Kutub el-İlmiyye.

Şahin, N. (2006). Peygamberlik ve İsmet sıfatı. Basılmamış Y. Lisans Tezi. Selçuk Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.

Tabatabai, M.H. (1417/ 1997). el-Mizân fî Tefsîri'l-Kur'an, Beyrut: Müessesetü’l-Alemiyye li’l-

Matbûât.

Taberî, M. C. (2000/1420). Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân. Byy: Müessesetü’r-risale.

Türcan, G. (2003). Peygamberlerin İsmeti Meselesi, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, 2: 11, p. 91-123.

Yıldırım, Z. (2003). Kur’ân’da Peygamberlerin İsmeti, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, 19, p. 87-118.

Zemahşerî, E. M. (1407).el-Keşşâf ‘an hakâ’ikı gavâmizi’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-ekâvîl fî vücûhi’t-

te’vîl. Beyrut: Daru'l-Küttab el Arabiyyi, 3. baskı.