unİpolar depresyon ve bİpolar affektİf ...tez.sdu.edu.tr/tezler/tt01239.pdfunİpolar depresyon ve...

109
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ UNİPOLAR DEPRESYON VE BİPOLAR AFFEKTİF BOZUKLUK HASTALARINDA DUYGU VE YÜZ TANIMANIN SOSYAL İŞLEVSELLİK, MİZAÇ ÖZELLİKLERİ VE DÜRTÜSELLİK İLE İLİŞKİSİ Dr. Özge GELİRGÜN UZMANLIK TEZİ RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI DANIŞMAN Doç. Dr. İnci Meltem ATAY ISPARTA-2019

Upload: others

Post on 11-Feb-2021

14 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • T.C.

    SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

    TIP FAKÜLTESİ

    UNİPOLAR DEPRESYON VE BİPOLAR AFFEKTİF BOZUKLUK

    HASTALARINDA DUYGU VE YÜZ TANIMANIN SOSYAL

    İŞLEVSELLİK, MİZAÇ ÖZELLİKLERİ VE DÜRTÜSELLİK İLE

    İLİŞKİSİ

    Dr. Özge GELİRGÜN

    UZMANLIK TEZİ

    RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI

    DANIŞMAN

    Doç. Dr. İnci Meltem ATAY

    ISPARTA-2019

  • ii

    ÖNSÖZ

    Tezimin oluşması ve yürütülmesi aşamasında ilgi, destek ve motivasyon

    konusunda bana zaman ve emek harcayan başta tez danışmanım ve Anabilim Dalı

    Başkanımız Doç. Dr. İnci Meltem Atay, bölümümün değerli hocaları Prof. Dr. Duru

    KUZUGÜDENLİOĞLU ULUSOY, Doç. Dr. Arif DEMİRDAŞ, Dr. Öğretim Üyesi

    Faruk KILIÇ ve Dr. Öğretim Üyesi Gülin ÖZDAMAR ÜNAL olmak üzere emeği

    geçen bütün hocalarıma,

    Asistanlık eğitimimin ilk yarısında çalışmaktan büyük keyif aldığım

    Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Habib Kızıltaş Psikiyatri Hastanesi’ndeki

    değerli hocalarım Prof. Dr. Nalan KALKAN OĞUZHANOĞLU, Prof. Dr. Osman

    ÖZDEL, Prof. Dr. Figen ATEŞÇİ, Prof. Dr. Gülfizar VARMA ve Prof. Dr. Selim

    TÜMKAYA’ya verdikleri emek ve paylaşımları için saygı ve şükranlarımı sunarım.

    Rotasyonlarım boyunca bilgilerinden faydalandığım hocalarım Prof. Dr.

    Serpil DEMİRCİ, Prof. Dr. Süleyman KUTLUHAN, Doç. Dr. Vedat Ali YÜREKLİ,

    Doç. Dr. Evrim AKTEPE, Dr. Öğretim Üyesi Melike DOĞAN ÜNLÜ ve Dr.

    Öğretim Üyesi Ümit IŞIK’a teşekkürlerimi sunarım.

    Her zaman desteğini ve yanımda olduğunu hissettiğim arkadaşlarım Uzm.

    Dr. Neşe ÖZTÜRK ATKAYA, Dr. Ayfer ŞEN ACAR ve Uzm. Dr. Malhun

    KAPLAN’a

    Beraber çalışmaktan mutluluk duyduğum ve keyifli bir asistanlık süreci

    geçirmemi sağlayan başta Dr. Merve AKKUŞ ve Dr. Seda DAĞLI olmak üzere tüm

    asistan arkadaşlarıma,

    Tezime olan katkıları için Uzm. Dr. Deniz YILDIRIM, Uzm. Dr. Gözde

    BACIK YAMAN ve Uzm. Dr. Ayşe TAŞ’a,

    Öğrenimime katkısı yadsınamaz olan, beraber birçok nöbet geçirdiğimiz

    kliniğimiz hemşireleri; Gizem EKİNCİ KAYA, Sema AKBAŞ, Mürşide

    DEMİRCAN, Dilek GÜNAL, Tuğba KOCAAYAN ve diğer personelimize

  • iii

    Kendilerinden çok şey öğrendiğim ve öğrenmeye devam ettiğim hastalarıma

    teşekkürü borç bilirim.

    Tüm yaşamım boyunca desteğini esirgemeyen, her türlü fedakarlığı yapan ve

    karşılaştığım zorluklarda nefes almamı sağlayan sevgili annem ve sevgili babama,

    Sevgisini ve desteğini her zaman hissettiğim canım kardeşime,

    Hayatımda olduğu günden beri yaşamımı kolaylaştıran ve güzelleştiren

    sevigili eşim Yüzbaşı Şeref Can GELİRGÜN’e

    Ve hayatımdaki en güzel renk ve umut olduğu için canım kızım Eylül’e çok

    teşekkür ederim.

    Dr. Özge GELİRGÜN

    Isparta - 2019

  • iv

    İÇİNDEKİLER

    ÖNSÖZ ........................................................................................................................ ii

    İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... iv

    SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ ............................................................. vi

    TABLOLAR DİZİNİ ............................................................................................... vii

    1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 1

    2. GENEL BİLGİLER ............................................................................................... 3

    2.1. Duygudurum Bozuklukları ................................................................................ 3

    2.1.1. Tarihçesi ..................................................................................................... 3

    2.1.2. Unipolar Depresif Bozukluk Tanımı .......................................................... 3

    2.1.3. Unipolar Depresif Bozukluk Epidemiyolojisi ............................................ 5

    2.1.4. Unipolar Depresif Bozuklukta Sosyodemografik Faktörler ....................... 5

    2.1.5. Unipolar Depresif Bozuklukta Etiyoloji ..................................................... 6

    2.1.6. Unipolar Depresif Bozuklukta Bilişsel İşlevler .......................................... 8

    2.1.7. Unipolar Depresyon Bozukluğun Alt Tipleri ............................................. 9

    2.1.7. Unipolar Depresif Bozuklukta Prognoz .................................................... 10

    2.1.8. Bipolar Affektif Bozukluk Tanımı ........................................................... 11

    2.1.9. Bipolar Affektif Bozukluk Epidemiyolojisi ............................................. 14

    2.1.10. Bipolar Affektif Bozuklukta Sosyodemografik Veriler ......................... 14

    2.1.11. Bipolar Affektif Bozuklukta Etiyoloji .................................................... 15

    2.1.12. Bipolar Affektif Bozuklukta Bilişsel İşlevler ......................................... 17

    2.1.13. Bipolar Affektif Bozukluk Alt Tipleri .................................................... 17

    2.1.14. Bipolar Affektif Bozukluk Prognozu ...................................................... 17

    2.2. Affektif Mizaç ................................................................................................. 19

    2.2.1. Tarihçesi ................................................................................................... 19

    2.2.2. Tanım ve Sınıflandırma ............................................................................ 19

    2.3. Dürtüsellik ....................................................................................................... 23

    2.3.1. Tanımı ....................................................................................................... 23

    2.3.2. Nörobiyolojisi ........................................................................................... 25

    2.3.3. Nörobilişsel İşlevlerle İlişkisi ................................................................... 26

    2.4. Yüz Tanıma ..................................................................................................... 26

    2.5. Duygu Tanıma ................................................................................................. 28

    2.6. Zihin Kuramı ................................................................................................... 30

  • v

    2.6.1. Tanımı ....................................................................................................... 30

    2.6.2. Zihin Kuramı Bileşenleri .......................................................................... 31

    2.6.3. Zihin Kuramı Teorileri ............................................................................. 32

    2.7. Duygudurum Bozukluklarında Sosyal İşlevsellik ........................................... 33

    3. MATERYAL VE METOD .................................................................................. 34

    3.1. Örneklem ......................................................................................................... 34

    3.1.1. İçerme Ölçütleri ........................................................................................ 34

    3.1.2. Dışlama Ölçütleri ...................................................................................... 34

    3.2. Metod ............................................................................................................... 35

    3.3. Kullanılan Ölçüm Araçları .............................................................................. 36

    3.3.1. Sosyodemografik ve Klinik Bilgi Formu ................................................. 36

    3.3.2. Sosyal İşlevsellik Ölçeği ........................................................................... 36

    3.3.3. Gözler Testi .............................................................................................. 37

    3.3.4. Benton Yüz Tanıma Testi (Benton Facial Recognition Test) .................. 37

    3.3.5. Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ): .......................... 38

    3.3.6. Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ) ........................................ 38

    3.3.7. TEMPS-A (Temperament Evaluation of Memphis, Pisa, Paris, San

    Diego Autoquestionaire) Mizaç Ölçeği .............................................................. 38

    3.3.8. Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BDÖ-11): ................................................. 39

    3.4. İstatistiksel Analiz ........................................................................................... 39

    4. BULGULAR ......................................................................................................... 40

    5. TARTIŞMA VE SONUÇ ..................................................................................... 71

    ÖZET ......................................................................................................................... 80

    ABSTRACT .............................................................................................................. 82

    KAYNAKLAR ......................................................................................................... 85

  • vi

    SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ

    TEMPS-A : Temperament Evaluation of Memphis, Pisa, Paris, San Diego

    Autoquestionaire Mizaç Ölçeği

    DSM : Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders

    GABA : Gamma-Aminobutirik Asit

    BAB : Bipolar Affektif Bozukluk

    TCA : Trisiklik Antidepresanlar

    DİS : Davranışsal İnhibisyon Sistemi

    DAS : Davranışsal Aktivasyon Sistemi

    5HT : Serotonin

    DA : Dopamin

    NE : Norepinefrin

    PET : Pozitron Emisyon Tomografisi

    BDÖ-11 : Barratt Dürtüsellik Ölçeği

    HDDÖ : Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği

    YMDÖ : Young Mani Derecelendirme Ölçeği

    DEHB : Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

  • vii

    TABLOLAR DİZİNİ

    Tablo 1. Katılımcıların Sosyodemografik Özellikleri ............................................... 40

    Tablo 2. Katılımcıların Psikiyatriye Başvuru ve Hastane Yatış Sayıları .................. 42

    Tablo 3. Hasta Gruplarında Hipomanik ve Manik Atak Sayısı İlişkisi ..................... 43

    Tablo 4. Hastalık Gruplarında Depresif Atak Sayısı ve Suisid Girişimi ................... 43

    Tablo 5. Hasta Gruplarında Mizaç Tipleri Sıklığı ve İlişkisi .................................... 44

    Tablo 6. Manik Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ........................................................... 45

    Tablo 7. Hipomanik Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ................................................... 46

    Tablo 8. Depresif Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ........................................................ 47

    Tablo 9. Katılımcıların Benton Yüz Tanıma Ölçek Puanı ........................................ 47

    Tablo 10. Benton Yüz Tanıma Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları ........... 48

    Tablo 11. Sosyodemografik Veriler ile Benton Yüz Tanıma Testi Puanları

    Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 48

    Tablo 12. Hasta Gruplarında Mizaç Tipleri ve Benton Ölçek Puanları İlişkisi ........ 49

    Tablo 13. Benton Yüz Tanıma Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi ................ 50

    Tablo 14. Katılımcıların Duygu Tanıma Ölçek Puanı............................................... 50

    Tablo 15. Duygu Tanıma Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları ................... 50

    Tablo 16. Sosyodemografik Veriler ile Duygu Tanıma Testi Puanları Arasındaki

    İlişki ........................................................................................................................... 51

    Tablo 17. Mizaç Tipleri ve Duygu Tanıma Ölçek Puan İlişkisi................................ 52

    Tablo 18. Duygu Tanıma Ölçek Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi .......................... 53

    Tablo 19. Katılımcıların Barrat Dürtüsellik Ölçek Puanı .......................................... 53

    Tablo 20. Barrat Dürtüsellik Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları .............. 54

    Tablo 21. Sosyodemografik Veriler ile Barrat Dürtüsellik Testi Puanları

    Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 54

    Tablo 22. Mizaç Tipleri ve Barrat Dürtüsellik Ölçek Puanları İlişkisi ..................... 55

    Tablo 23. Barrat Dürtüsellik Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi .................... 56

    Tablo 24. Katılımcıların Hamilton Ölçek Puanları ................................................... 57

    Tablo 25. Sosyodemografik Veriler ile Hamilton Ölçek Puanları Arasındaki İlişki 58

    Tablo 26. Mizaç Tipleri ve Hamilton Ölçek Puanları İlişkisi ................................... 58

    Tablo 27. Sosyal İşlevsellik ve Alt Ölçek Puanları ................................................... 60

    Tablo 28. Sosyodemografik Veriler ile Sosyal İşlevsellik Ölçek Puanları

    Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 61

    Tablo 29. Mizaç Tipleri ve Sosyal İşlevsellik Ölçek Puanları İlişkisi ...................... 61

  • viii

    Tablo 30. Sosyal İşlevsellik Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi ..................... 62

    Tablo 31. Depresyon Hasta Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat, Hamilton

    ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................................... 64

    Tablo 32. Bipolar Depresyon Hastalarda Duygu Tanıma, Benton, Barrat,

    Hamilton ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................... 66

    Tablo 33. Bipolar remisyon Hasta Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat,

    Hamilton ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................... 68

    Tablo 34. Kontrol Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat, Hamilton ve Sosyal

    İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri ..................................................................................... 69

    Tablo 35. Duygu Tanıma Ölçek Puanı ve İlişkili Faktörler ...................................... 70

  • 1

    1. GİRİŞ

    Bipolar affektif bozukluk, şizofreni, obsesif kompulsif bozukluk gibi bazı

    psikiyatrik hastalıklarda duygu tanımada hastaların zorluk yaşadığı bilinmektedir (1).

    Sözel olmayan iletişimin ana bileşeni duygu tanıma olup; yüz ifadesi, göz teması,

    beden duruşu ve hareketler ile gösterilmektedir. Duygu algılama ses tonlamasından,

    yüz ifadesinden ya da bu ikisinin birlikteliğinden elde edilen duygusal bilgilerin

    yorumlanması ve kullanılması duygusal işlemleme sürecini oluşturmaktadır (2).

    Özellikle şizofreni hastalığının her evresinde duygu algılama bozukluğu

    görülebilmektedir (3).

    Yüz ifadeleri, başka birinin duygusal ve fiziksel çevresine ilişkin anlayışını

    zenginleştirmeye yardımcı olan duygusal durumlarıyla ilgili önemli bilgilerin

    aktarılabildiği kanallar sağlamaktadır (4). Dolayısıyla insan yüzünü tanıma, algılama

    ve işleme kişilerarası ilişkilerin ve sosyal işlevselliğin önemli bir parçasıdır. Yüz

    işleme sürecinde yüzün yapısal özellikleri aracılığıyla ait olduğu kişinin kimliğini

    tanıma ve yüzün öz nitelikleriyle (göz, ağız, kaş) duyguların dışa vurumunu sağlayan

    yüz ifadelerini tanıma gerçekleşmektedir (5). Bu sayede yüz tanıma işlemi sırasında

    yalnızca yüz tanıma işlevi yerine getirilmez, ayrıca yüzdeki duygusal ifadeyi tanıma

    gerçekleştirilmektedir. Yüzün özgül bölgelerine yönelik görsel dikkatin kalitesi

    duygu tanıma performansını artırmaktadır (6).

    Duygudurum bozukluklarında işlevsellikle ilgili alanlarda yapılan

    çalışmalarda hastaların iş yaşamında bozulma, toplumsal ve boş zaman etkinliklerine

    uyum zorluğu ve evlilik uyumunda bozulma gibi toplumsal uyum bozuklukları iyilik

    dönemlerinde de saptanmaktadır (7,8). Hastalığın bozukluk süresinin, belirti

    düzeyinin, hospitalizasyon sayısı gibi klinik özelliklerin bilişsel bozulmaya katkıda

    bulunduğu bildirilmekte olup, duygudurum belirtilerinin bilişsel ve psikososyal

    işlevsellikteki bozulma üzerine etkisi gösterilmektedir. Ayrıca duygudurum

    semptomları, hastalık özellikleri ve tedavi etkisinden ayrı bir faktör olarak bazı

    bilişsel defisitlerin, hastaların genel işlevselliği ve sosyal adaptasyonunda kötüleşme

    ile ilişkilendirilmektedir (9).

  • 2

    Dürtüselliğin karmaşık bir kavram olduğu; kişilik yapısını, davranışsal ve

    bilişsel bileşenleri içeren çok yönlü bir kavram olduğu bilinmektedir. Dürtüselliğin

    klinik olarak belirlenme ve değerlendirilebilmesi için davranış gözlemleri, olguların

    kendilerinin yaptıkları test ölçümlerinin yanı sıra kanıta dayalı bilişsel yaklaşıma

    uygun olarak laboratuar ölçümleri de bulunmaktadır. Dürtüselliğin ruhsal bozukluğa

    eşlik etmesi tanı ve tedavi sürecini, dolayısıyla da hastanın sosyal rolünün devamını

    güçleştirmektedir (10).

    Mizaç, duygudurum bozuklukları için zemin hazırlayabilmekte temelde silik

    ruhsal hastalık özellikleri olarak gözlenebilmekte ya da yaşam boyu duygulanım

    bozukluğu olmaksızın kişiliğin bir özelliği olabilmektedir (11).

    Yüz ve duygu tanıma süreçlerinin şizofreni hastalarında bozulduğunu

    gösteren ve bunun şizofreniye yatkınlık ve bilişsel işlevlerle ilişkili olabileceğini ileri

    süren çalışmalarda artış bulunmaktadır. Ancak yüz ve duygu tanımanın; bipolar

    affektif bozukluk ve unipolar depresyon hastalarında değerlendirildiği ve sosyal

    işlevsellik, mizaç özellikleri, dürtüsellik ile ilişkisinin bakıldığı çalışma sayısının az

    olduğu görülmektedir.

    Bu tez çalışmasında, unipolar depresyon ve bipolar affektif bozukluk

    hastalarında duygu ve yüz tanımanın, sosyal işlevsellik, dürtüsellik ve mizaç

    özellikleri ile ilişkisinin birlikte değerlendirilmesi hedeflenmiş olup, literatürde olan

    verilerini arttırmak amaçlanmaktadır. Bunun için Gözler Testi, Benton Yüz Tanıma

    Testi, TEMPS-A mizaç ölçeği, Barrat Dürtüsellik ölçeği ve Sosyal İşlevsellik Testi

    kullanılmıştır. Yüz ve duygu tanımanın bipolar depresyon ve unipolar depresyon

    hastalarında beklenen bozukluğun sosyal işlevsellik ile ilişkili olabileceği

    öngörülmekte olup, bipolar remisyon hastalarında bozukluk olup olmadığı, ayrıca

    mizaç özellikleri ve dürtüselliğin, yüz ve duygu tanımayı nasıl etkilediği

    değerlendirilmek istenmektedir.

  • 3

    2. GENEL BİLGİLER

    2.1. Duygudurum Bozuklukları

    2.1.1. Tarihçesi

    Homeros’un kitapları depresyon yaşayan insanların tanımladığı en eski yazılı

    örnekleri olup, Yunanca’da öfke ve gazap anlamına gelen “mani” sözcüğünün,

    Homeros’un İlyada destanında ilk defa kullanıldığı bilinmektedir (12). Mani ve

    melankoli kavramlarını ilk defa sistematik olarak kullanan Hipokrat (M.Ö. 460-357)

    “kara safrayla” ilişkilendirdiği melankoliyi “iştahsızlık, ümitsizlik, uykusuzluk,

    çabuk sinirlenme ve huzursuzluk” hali olarak tanımlamaktadır (13). Kapadokyalı

    Aretaeus, mani ve melankoli arasında bağlantı olduğunu, aynı hastaların bu iki

    hastalığı farklı zamanlarda yaşadığını belirtmektedir (12).

    1800’lü yılların başında Esquirol melankoli terimi yerine daha sonra

    “monomaniler” olarak adlandıracağı “delire partielle” yani kısmi çılgınlık terimini

    kullanmakta olup, Jules Falret 1854’te hastaların dönüşümlü depresyon ve mani

    yaşadıkları “folie circulaire” adlı bir durum tanımlamaktadır. 1882’de Alman

    psikiyatrist Karl Kahlbaum siklotimi terimini kullanarak, mani ve depresyonu aynı

    hastalığın evreleri olarak belirtmektedir. 1899’da Emil Kraepelin geçmişteki Fransız

    ve Alman psikiyatristlerin bilgisi temelinde psikiyatristlerin şu anda bipolar afektif

    bozukluk tip 1 tanısı için kullandıkları ölçütlerin çoğunu kullanarak manik depresif

    psikozu tanımladığı anlaşılmaktadır. Kraepelin’e göre manik depresif psikozda

    bunama ve yıkım içeren bir gidiş olmaması tabloyu dementia precox’tan (sonradan

    şizofreni olarak adlandırıldı) ayırt etmektedir (14).

    2.1.2. Unipolar Depresif Bozukluk Tanımı

    Depresyon; üzüntülü, zaman zaman hem üzüntülü hem bunaltılı bir

    duygudurum olarak tanımlanmaktadır. Depresyon nedeniyle bilişsel ve fizyolojik

    işlevlerde yavaşlama görülmektedir. Bunlara ek olarak değersizlik, suçluluk,

    güçsüzlük, isteksizlik ve umutsuzluk gibi duygu ve düşüncelerinin olduğu çok

  • 4

    bileşenli bir ruhsal hastalık olarak bilinmektedir (15). Amerikan Psikiyatri Birliği’nin

    yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 5. Baskısında

    depresyon bozuklukları başlığı altında depresyon alt tipleri tanımlanmıştır (16).

    Dünya nüfusunun yaklaşık %21’ini etkileyen yaygın bir psikiyatrik hastalık olup, en

    sık tanı konulan depresyon tipi ise majör depresyon (unipolar depresyon) olarak

    bilinmektedir (17).

    Sadece majör depresif dönemleri olan hastalar majör depresif bozukluk veya

    unipolar bozukluk tanısı almaktadır (18).

    Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 5. baskısına (DSM-5)

    göre majör depresyon tanı kriterleri aşağıda belirtilmektedir (16):

    A. Aynı iki haftalık dönem süresince, aşağıda belirtilenlerden en az beşi (ya

    da daha fazlası) olup, önceki işlevsellik düzeyinde azalma mevcuttur. Bu

    belirtilerden en az biri çökkün duygudurum, ilgi-istek kaybı ya da zevk

    almamadır.

    1. Çökkün duygudurum

    2. Neredeyse her gün, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin

    çoğuna karşı ilgisizlik ya da artık bu etkinliklerden zevk alamıyor

    olmak.

    3. İştahta azalma ya da artma, buna bağlı kilo kaybı ya da alımı.

    4. Uyku ihtiyacında artma ya da uykusuzluk.

    5. Psikomotor devinimde azalma ya da artma.

    6. Yorgunluk, enerjide azalma.

    7. Değersizlik ya da aşırı uygunsuz suçluluk duyguları.

    8. Konsantrasyon güçlüğü, karar vermede zorlanma.

    9. Tekrarlı ölüm düşünceleri, özkıyım düşünceleri, buna yönelik plan

    yapma.

  • 5

    B. Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili

    alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye

    neden olur.

    C. Bu dönem, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle

    ilgili etkilerine bağlanamaz.

    D. Majör depresyon döneminin ortaya çıkışı şizoafektif bozukluk, şizofreni,

    şizofreniform bozukluk, sanrılı bozukluk ya da şizofreni açılımı

    kapsamında ve psikozla giden tanımlanmış ya da tanımlanmamış diğer

    bozukluklarla daha iyi açıklanamaz.

    2.1.3. Unipolar Depresif Bozukluk Epidemiyolojisi

    Çeşitli çalışmalar için kullanılan tanı araçlarına ve tanı ölçütlerine göre majör

    depresyonun yaygınlık oranları farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde

    (Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa) depresyon prevalansı %18 ve gelişmekte

    olan ülkelerde (Çin, Meksika ve Brezilya) %9 olarak saptanmaktadır (19,20).

    Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişkinlerde majör depresyonun yaşam boyu

    yaygınlığı %17’dir (21). “Türkiye Ruh Sağlığı Profili” araştırmasında ise majör

    depresyon yaygınlığı %4 olarak bulunmuştur (22). Farklı çalışmalarda farklı sonuçlar

    elde edilse bile depresyonun en yaygın görülen ruhsal bozukluk olduğu ortak

    sonuçtur (23). Dünya Sağlık Örgütü’ne göre iş görmezlikle geçirilen yılların hem

    erkekte hem kadında birinci nedeni olarak depresyon gösterilmektedir (24).

    2.1.4. Unipolar Depresif Bozuklukta Sosyodemografik Faktörler

    Kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülmektedir. Orta yaşlarda,

    özellikle 25-44 yaşları arasında daha sık izlenen bir hastalıktır (25). Yapılan birçok

    çalışmada bekarlarda, ayrı yaşayanlarda, dul ve boşanmış olanlarda evlilerden daha

    yüksek oranda majör depresyon gelişme riski olduğu ortaya çıkmaktadır (26).

  • 6

    2.1.5. Unipolar Depresif Bozuklukta Etiyoloji

    Depresyona monoaminler (serotonin, norepinefrin ve dopamin) gama amino

    bütirik asit (GABA) ve glutamat gibi birçok nörotransmitterin anormal

    fonksiyonunun neden olduğu belirtilmektedir (27).

    Endokannabinoidler ve kannabinoid 1 reseptör, protein p11, beyin kaynaklı

    nörotrofik faktör, substans P ve asetilkolin gibi nöropeptitler ve nörotrofinlerin de

    depresyonda rol oynayabileceği çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (28,29,30,31).

    Birçok deprese hastada kortikotropin releasing hormonunun aşırı üretiminin

    hipotalamik pitüiter adrenal korteksin aşırı aktivitesine neden olduğu

    düşünülmektedir (32). Uzamış veya aşırı glukortikoid sekresyonu nörogenezis

    baskılanması veya hipokampal atrofiye neden olabilmektedir (33).

    Çeşitli yapısal ve işlevsel beyin görüntüleme tekniklerini kullanan

    çalışmalarda duygudurum bozukluklarının duygusal düzenleme ile ilgili olduğu

    bilinen spesifik beyin bölgelerindeki anormalliklerle ilişkili olduğu ileri

    sürülmektedir (34,35,36). Yapısal nörogörüntüleme çalışmaları, rekürren depresif

    epizodları olan bireylerin hipokampuslarının görece daha küçük olduğunu

    göstermiştir. Ayrıca amigdala ve ventral striatum gibi subkortikal yapılarda ve

    anterior singulat korteks, orbitofrontal korteks ve prefrontal korteks gibi kortikal

    bölgelerde de hacimsel anormallikler saptanmıştır (37,38).

    Unipolar majör depresyon, sitokinler ve c reaktif protein gibi periferal

    inflamatuar markerların yüksek ortalama düzeyleriyle ilişkilendirilmektedir (39).

    İnflamasyonun aynı zamanda tedaviye dirençli depresyonla ilişkili olabileceği

    belirtilmektedir (40). Çalışmalarda, depresyonlu hastalar arasında, akut faz

    reaktanları veya sitokinlerin tedavi öncesi artmış düzeylerinin azalmış yanıtla ilişkili

    olduğu gösterilmiştir (41).

    Aile ve genetik çalışmaları, duygudurum bozukluklarının gelişiminde genetik

    etkenlerin önemli rolü olduğunu ortaya koymaktadır. Duygudurum bozukluğu olan

    bireylerin birinci dereceden akrabalarında hastalanma riski oldukça yüksek

  • 7

    görülmüştür. Unipolar depresyon hastalarının birinci derece akrabalarının hastalanma

    riski genel popülasyona göre iki üç kat yüksektir (42).

    Çevresel stresle karşılaşan her bireyde depresyon görülmediği halde,

    yatkınlığı olanlarda yaşam olaylarının tetikleyici bir etken olduğu düşünülmektedir.

    Obsesif, oral bağımlı, histriyonik kişilik özellikleriyle birlikte içe dönüklük

    ve nörotisizm depresyon için risk oluşturmaktadır (43,44,45). Depresyona yatkın

    kişilerin öz güvenlerinin düşük, üst benliklerinin güçlü, kişilerarası ilişkilerinde

    bağımlı, sağlıklı nesne ilişkilerinde yetersiz oldukları bildirilmektedir (46).

    Psikanalitik kuramda depresyonun gerçek veya imgesel obje kaybı ile ilişkili

    olduğu belirtilmiştir. Kayıp nesnenin içe atımı nesne kaybı ile bağlantılı sıkıntı ile

    baş etmek için kullanılan savunma mekanizmasıdır. Bunun sonucunda kaybedilen

    nesnede sevgi ve nefretin karışımı görüldüğü için öfke duyguları kişinin kendisine

    yöneltilmektedir (47).

    Bilişsel kurama göre depresyon kişinin kendisini (negatif benlik algısı),

    dünyasını (engellerle ve travmatik olaylarla dolu olduğu) ve geleceğini (acı çekme ve

    başarısızlık beklentisi) kendine özgü biçimde görmeye başlamasıyla gelişmektedir

    (48).

    Davranışçı Kuram depresif belirtilerin gelişmesini ve sürmesini, tekrarlayan

    çaresizlik yaşantılarının “sağlıklı” adaptif davranışların sönmesine neden olmasına

    bağlamaktadır. Seligman’ın öğrenilmiş çaresizlik modelinde, çocukluktan itibaren

    çaresizliği ve çaresizlik duygularını kontrol çabalarının işe yaramadığını öğrenmiş

    kişiler herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmaları sonucunda benlik değerlerinin

    azalmasıyla birlikte kendilerini çaresiz hissetmeleri sonucu depresyon oluşmaktadır

    (49).

    Bağlanma Kuramında ise bebeklerin yaşamın ilk birkaç yılında primer bakım

    verenleriyle tekrarlayan ilişkiler aracılığıyla bağ kurduğu ve bu deneyimlerin daha

    sonra oluşabilecek depresyon üzerine etkili olabileceği düşünülmektedir (50).

  • 8

    2.1.6. Unipolar Depresif Bozuklukta Bilişsel İşlevler

    Depresyonda bedensel ve duygusal belirtilerin yanında bilişsel bozulmanın da

    olduğu bilinmektedir (51). Depresif bireylerin nöropsikolojik değerlendirmelerinde

    sağlıklı kontrollere göre psikomotor hız, bellek, dikkat ve yönetici işlevlerde

    bozulmalar olduğu görülmüştür (52). Yönetici işlevler günlük hayatta

    karşılaşılabilecek sorunları çözmek için gerekli beyin işlevleri olup, değişen koşullar

    altında ve alınan geribildirime bağlı olarak zihinsel ve davranışsal yanıtların

    değiştirilebilmesi için yönetici işlevlerin sağlam olması gerekmektedir. Yönetici

    işlevlerin bozulması bireyin bağımsız yaşayabilme yetisini ve sosyal ilişkilerini

    sürdürebilmesini engellemektedir (53).

    Beyin görüntüleme yöntemlerinin kullanıldığı araştırmalarda majör

    depresyonla ilişkili beyin bölgelerinin frontal korteks, limbik sistem, striatum ve

    talamus olduğu belirlenmiştir (54). Prefrontal korteksin disfonksiyonundan yönetici

    işlevlerle ilgili faaliyetler olumsuz etkilenmektedir (55). Bu nedenle, yönetici işlev

    testlerinde bozulmalar majör depresyon hastalarında beklenebilecek bir durumdur.

    Majör depresyonda yönetici işlevleri değerlendiren çalışmalarda, işlem

    belleğinde, bilişsel kategori değiştirmede, planlamada ve duygusal içeriği anlamada

    bozulmalar görülmüştür. İşlem belleği performansındaki bozulmanın özellikle

    şiddetli ve tedavi almayan majör depresyon hastalarında belirgin olduğu (56) ve

    tedavi ile ortadan kalktığı belirtilmektedir (57).

    Bilişsel kategori değiştirme becerilerinin ise özellikle depresif duygudurumla

    ilişkili olduğu, majör depresyon atağı geçirmeyen ancak disforik duygudurum

    tarifleyen bireylerde de majör depresyon hastalarına benzer bilişsel kategori

    değiştirmede sorunlar gösterilmiştir (58). Austin ve arkadaşları (1999) özellikle

    melankolik alt tipte perseverasyonların daha sık olduğunu belirtmişlerdir (59). Öte

    yandan majör depresyonda yönetici işlevlerin bu alanlarında sağlıklı bireylere göre

    değişiklik görülmediğini ortaya koyan çalışmalar da bulunmaktadır (60,61).

    Araştırmalardan farklı sonuçlar elde edilmesi çoğunlukla hasta grubunun homojen

    olmamasına, majör depresyona eşlik eden diğer psikiyatrik bozukluklara ve

    hastaların kullandıkları ilaçların test performansını bozucu etkisine bağlanmıştır.

  • 9

    Major depresyonun klinik değişkenleri ile yönetici işlevler arasındaki ilişki hakkında

    fikir veren araştırmaların az olduğu görülmektedir.

    2.1.7. Unipolar Depresyon Bozukluğun Alt Tipleri

    Depresyon, klinik görünümlerine göre DSM-5’te sekiz alt tipe ayrılmıştır

    (16).

    Bunlar:

    Psikotik özellikler gösteren alt tipte, majör depresif döneme sanrılar ve/veya

    varsanılar eşlik etmektedir. Bu özelliği gösteren depresyon hastalarının ailelerinde

    bipolar afektif bozukluk tip 1 daha yaygın görülmektedir. Kendi içinde iki alt grubu

    vardır:

    Duygudurumla uyumlu psikotik özellikler gösteren: Sanrı ve varsanıların

    içeriği suçluluk, hastalık, ölüm, nihilizm gibi depresif duygudurum ile

    uyumludur.

    Duygudurumla uyumlu psikotik özellikler göstermeyen: Sanrı ve

    varsanıların içeriği suçluluk, hastalık, ölüm, nihilizm gibi depresyon

    konularını içermemektedir.

    Melankolik özellik gösteren alt tip, bütün ya da neredeyse bütün

    etkinliklerden zevk alamama, çevresel etkiler ile belirtilerin düzelmemesi, sabahları

    erken uyanma özellikle çökkün duygudurumun sabahları daha şiddetli olmasıyla

    karakterizedir. Tedaviye yanıt düşük olup, özkıyım riski yüksektir.

    Atipik özellikler gösteren alt tipte, kişiyi mutlu hissettirebilecek dış uyaranlar

    ile çökkün duygudurum gibi belirtilerin hafiflemesi temel özelliktir. İştahta artış, kilo

    alımı, uyku miktarında artış, kurşun paralizisi görülebilmesi olasıdır. Ayrıca kişiler

    reddedilmeye karşı aşırı duyarlı davranmaktadırlar.

    Bunaltılı çökkünlük alt tipinde, kişide bunaltı, gerginlik hissi, olağan dışı

    huzursuzluk, kaygı nedeniyle odaklanmakta güçlük çekme görülmektedir. Ayrıca

  • 10

    neredeyse sürekli kötü bir şey olacağı ve özdenetimini yitireceğinden korkma

    mevcuttur.

    Karma özellikler gösteren alt tipinde, depresyon döneminin neredeyse her

    gününde, günün büyük bir kesiminde; taşkın duygudurum, benlik saygısında abartılı

    artış, daha konuşkan olma, fikir uçuşması, amaca yönelik etkinlikte artış, kötü

    sonuçlar doğurabilecek etkinliklere katılımın artması ve uyku gereksiniminde azalma

    gibi hipomani/mani belirtilerinin en az üçü bulunmaktadır.

    Katatoni özellikleri gösteren alt tipinde, dönemin büyük bir kesiminde

    katatonik belirtiler görülmektedir.

    Doğum zamanı başlayan (peripartum) alt tipinde, depresif belirtiler gebelik ya

    da doğumdan sonraki dört haftalık dönemde ortaya çıkmıştır.

    Mevsimsel örüntü gösteren alt tipte, depresyon dönemlerinin başlangıcı ile

    yılın belirli bir zamanı arasında düzenli zamansal ilişki olup, yılın belirli

    zamanlarında tam düzelme görülmektedir. Depresif dönemler son iki yılda aynı

    mevsimde ortaya çıkar ve bu mevsim dışındaki zamanlarda depresif dönem yoktur.

    2.1.7. Unipolar Depresif Bozuklukta Prognoz

    Tedavi edilmemiş depresif atak 6 ile 13 ay arası sürerken, en iyi tedaviyle bu

    süre yaklaşık 3 ay olmaktadır. Unipolar depresif atakta tedaviye rağmen tekrarlama

    olasılığı bulunmaktadır. Bir majör depresif atağın iyileştikten sonra tekrarlama oranı,

    iki yıl içinde %50 ve 6 yıl içinde %90 olarak bulunmuştur (62).

    Majör depresif bozukluk hastalarında ilk atak sonrası 6 ile 10 yıllık dönem

    içerisinde %5-10’unda manik atak görülmektedir. Depresyon tanısı konduktan sonra

    tanının bipolar affektif bozukluk tip 1’e döndüğü hastalarda hipersomnia, psikomotor

    gerileme, psikotik belirtiler, postpartum atak öyküsü ve antidepresan nedenli

    hipomani gibi özelliklerin olduğu bazı klinisyenler tarafından bildirilmiştir (18).

    Depresyonu olan hastaların %75 inde ölme isteği ve intihar düşüncesi

    izlenirken, hastaların 1/3’ü intihar girişiminde bulunmakta ve bunların %10’u ölümle

    sonuçlanmaktadır (63).

  • 11

    Hafif geçirilen atak, psikotik belirtilerin olmaması, hastanede kısa süreli kalış,

    güçlü arkadaş ilişkileri, iyi aile bağları, hastalık öncesi 5 yıllık dönemde yeterli

    sosyal işlevsellik bulunması, psikiyatrik veya kişilik bozukluğunun bulunmayışı,

    birden fazla majör depresif bozukluk tanısı ile hastane yatışı olmayışı, geç başlangıç

    iyi prognoz, distimik bozukluğun eşlik edişi, alkol ve madde kötüye kullanımı, kaygı

    (anksiyete) bozukluğu belirtileri ve birden fazla depresif atak öyküsü, erkek cinsiyet

    kötü prognoz göstergeleridir (18).

    2.1.8. Bipolar Affektif Bozukluk Tanımı

    Bipolar affektif bozukluk (iki uçlu mizaç bozukluğu), düzenli veya düzensiz

    olarak tekrarlayan depresif, hipomanik ve manik dönemlerle seyreden kronik seyirli

    bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemler arasında kişi sağlıklı duygudurum

    haline (remisyon) dönebilmektedir. Ayrıca, yineleyici özellikte, işlev kaybına yol

    açan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından toplumda yeti yitimi oluşturan hastalıklar

    arasında sekizinci sırada yer aldığı bildirilmiştir (64).

    Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 5. baskısına (DSM-5)

    göre majör depresyon, mani ve hipomani dönemlerinin tanı kriterleri aşağıda

    belirtilmektedir (16). Mani dönemi:

    A. En az bir hafta süreyle kabarmış, taşkın ya da çabuk kızan, olağandışı ve

    sürekli bir duygudurumun ve amaca yönelik etkinlikte ve içsel güçte,

    olağandışı ve sürekli artışın olduğu ayrı bir dönemin, neredeyse her gün,

    günün büyük bir bölümünde bulunması.

    B. Duygudurum bozukluğunun olduğu dönem boyunca, aşağıdaki

    belirtilerden üçü (çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü) ya da daha

    çoğu belirgin derecede vardır.

    1. Abartılmış benlik ya da büyüklük düşünceleri.

    2. Uyku ihtiyacında azalma.

    3. Her zamankinden çok konuşma ya da basınçlı konuşma.

  • 12

    4. Fikir uçuşması ya da düşüncelerin birbiri arkasına gelmesi.

    5. Dikkat dağınıklığı.

    6. Amaca yönelik etkinlikte artma ya da psikodevinsel kışkırma.

    7. Kötü sonuçlar doğurabilecek, zevk verici etkinliklere aşırı katılma.

    C. Duygudurum bozukluğunun iş yaşamı, sosyal etkinlik ve ilişkilerde

    önemli bozulmaya yol açacak ya da kendine ya da başkalarına zarar

    vermesini önlemek için hastaneye yatırılmasını gerektirecek ağırlıkta ya

    da psikotik özellikte olması.

    D. Bu semptomlar bir madde kullanımının ya da genel tıbbi durumun

    doğudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

    Hipomani dönemi:

    A. Olağan depresif olmayan duygudurumdan açıkça farklı, en az dört gün,

    gün boyu süren sürekli, kabarmış, taşkın ya da irritabl ayrı bir

    duygudurumun olması

    B. Duygudurum bozukluğunun olduğu dönem boyunca, aşağıdaki

    belirtilerden üçü (çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü) ya da daha

    çoğu belirgin derecede vardır.

    1. Abartılmış benlik ya da büyüklük düşünceleri.

    2. Uyku ihtiyacında azalma.

    3. Her zamankinden çok konuşma ya da basınçlı konuşma.

    4. Fikir uçuşması ya da düşüncelerin birbiri arkasına gelmesi.

    5. Dikkat dağınıklığı.

    6. Amaca yönelik etkinlikte artma ya da psikodevinsel kışkırma.

    7. Kötü sonuçlar doğurabilecek, zevk verici etkinliklere aşırı katılma.

  • 13

    C. Bu dönem, kişinin semptomatik olmadığı zamanlardakinden çok daha

    farklı, işlevsellikte değişikliğin görüldüğü bir dönemdir.

    D. Duygudurum bozukluğu ve işlevsellikteki değişiklik başkalarınca

    gözlenmektedir.

    E. Bu dönem, toplumsal ya da mesleki işlevsellikte belirgin bozukluğa yol

    açacak ya da hastaneye yatırılmayı gerektirecek düzeyde değildir ve

    psikotik özellikler göstermez.

    F. Bu semptomlar bir madde kullanımının ya da genel tıbbi durumun

    doğudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

    Majör depresyon dönemi:

    A. Aynı iki haftalık dönem süresince, aşağıda belirtilenlerden en az beşi (ya

    da daha fazlası) olup, önceki işlevsellik düzeyinde azalma mevcuttur. Bu

    belirtilerden en az biri çökkün duygudurum, ilgi-istek kaybı ya da zevk

    almamadır.

    1. Çökkün duygudurum

    2. Neredeyse her gün, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin

    çoğuna karşı ilgisizlik ya da artık bu etkinliklerden zevk alamıyor

    olmak.

    3. İştahta azalma ya da artma, buna bağlı kilo kaybı ya da alımı.

    4. Uyku ihtiyacında artma ya da uykusuzluk.

    5. Psikomotor devinimde azalma ya da artma.

    6. Yorgunluk, enerjide azalma.

    7. Değersizlik ya da aşırı uygunsuz suçluluk duyguları.

    8. Konsantrasyon güçlüğü, karar vermede zorlanma.

    9. Tekrarlı ölüm düşünceleri, öz kıyım düşünceleri, buna yönelik plan

    yapma.

  • 14

    B. Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili

    alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye

    neden olur.

    C. Bu dönem, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle

    ilgili etkilerine bağlanamaz.

    2.1.9. Bipolar Affektif Bozukluk Epidemiyolojisi

    Bipolar affektif bozukluğun unipolar depresif bozukluğa göre görülme

    sıklığının bir hayli az olduğu bilinmektedir. Hipomani sıklıkla olgular tarafından

    tanımlanamaz ve hatırlama hataları sonuçları etkilemektedir.

    Bipolar affektif bozukluk için yaşam boyu prevalans %0.7-1.6 arasında olup

    ortalama olarak %1,2 şeklindedir (44). Spektrum olarak ele alındığında bipolar

    bozukluklarının yaşam boyu yaygınlığı %2.6-6.5 arasında olduğu düşünülmektedir

    (65). Bipolar tipleri açısından bipolar affektif bozukluk tip 1 prevalansının %0.8,

    bipolar affektif bozukluk tip 2 prevalansının %0.5 olduğu gözlenmiştir (66,67,68).

    2.1.10. Bipolar Affektif Bozuklukta Sosyodemografik Veriler

    Bipolar affektif bozukluk yaşamın her döneminde ortaya çıkabilmektedir.

    Ancak BAB-1 tanısı alan hastaların %50’den fazlasında belirtiler 15-25 yaş

    aralığında başlamaktadır (69,70). BAB-2 için, başlangıç yaşı daha geçtir. BAB-1,

    kadınlarda erkeklerden ortalama 5 yıl daha geç başlamaktadır (71).

    BAB-1, kadın ve erkeklerde eşit oranda görülse de BAB-2 kadınlarda

    erkeklerden daha sık görülmektedir (72).

    BAB, evli bireylere oranla boşanmış ya da yalnız yaşayan bireylerde daha sık

    gözlenmektedir (73,74,75). Bunun nedenleri arasında hastalığın erken başlangıç yaşı

    nedeniyle evlenmeme ve hastalıktan kaynaklanan uyum sorunlarının boşanma ile

    sonuçlanması sayılmaktadır (44).

  • 15

    BAB’nin yüksek sosyoekonomik düzeye sahip bölgelerde daha sık olduğuna

    ilişkin verilerin yanında, düşük gelirli bölgelerde bozukluğun daha sık olduğunu

    gösteren çalışmalara da rastlanmaktadır (69,73,76)

    2.1.11. Bipolar Affektif Bozuklukta Etiyoloji

    Araştırmalar bipolar affektif bozukluğun polimorfik ve multifaktöriyel bir

    kalıtım ile genetik geçiş gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bipolar affektif bozukluk

    tip I oranı birinci derece akrabalarda kontrollere oranla 8-10 kat artmıştır (77).

    Mani oluşumunda noradrenerjik aktivasyondan, "noradrenerjik-kolinerjik"

    sistemler arasındaki denge bozukluğundan ve kolinerjik yetersizlikten

    bahsedilmektedir. Manik epizot sırasında noradrenalin metaboliti 3-metoksi-4-

    hidroksi-fenilglikolün plazmada arttığı bilinmektedir. Sinaptik aralıkta katekolamin

    miktarını artıran trisiklik antidepresanlar (TCA) ya da stimülanlar manik epizotlara

    neden olabilmektedir. Serotonin öncüsü olan L-triptofan yüksek dozlarda

    verildiğinde mani benzeri tablo oluşturmaktadır. Serotoninin uyku-uyanıklık, yeme

    isteği, libido ve beden ısısı gibi işlevlerde önemli düzenleyici görevinin olduğu

    bilinmektedir. Serotonin, adrenalin ve dopaminle beraber amaçlı devinim

    işlevlerinde, saldırgan davranışların bastırılmasında etkin yer almaktadır (15).

    Manide dopaminerjik sistem aktivitesinde uyarılma vardır. Dopamin aktivitesinin

    genel olarak depresyonda düştüğü, manide yükseldiği düşünülmektedir. Asetilkolinin

    sinaptik salınımının artmasının depresyon, azalmasının ise mani ile ilgili olduğu,

    GABA gibi aminoasit nörotransmitterlerin ve özellikle vazopressin ve endojen

    opiyatlar gibi nöroaktif peptidlerin duygudurum bozukluklarının fizyopatolojisinde

    rol oynadığı anlaşılmaktadır (44).

    Beyinde BAB ile ilişkili işlevsel ve yapısal değişikliklerin olduğu birçok

    çalışmada kanıtlanmıştır (78). Lateral ventriküllerde genişleme en sık ortaya konan

    bulgu olup, tekrarlayan manik epizotlarla ilişkili olduğu görülmüştür (79).

    Görüntüleme çalışmalarında ventromedial prefrontal korteks, ventrolateral prefrontal

    korteks, dorsolateral prefrontal korteks bölgelerinde hacim azalması ve işlev

    bozukluğu saptanmıştır (80,81,82). Prefrontal kortekste işlev bozukluğu, limbik ve

    paralimbik bölgelerin işlevinin düzensizliği sonucu emosyonel tepkisellikte artış,

  • 16

    irritabilite, dürtüsellik, dikkat ve bilişsel işlevlerde bozulmaya neden olmaktadır (83).

    Hem BAB tanılı hastalarda hem de riskli gruplarda, yapısal ve işlevsel bozulma

    gösteren bu bölgeler arasındaki beyaz cevher bağlantılarında değişiklik olduğu

    görülmüştür (80,84,85,86).

    Duygudurum bozukluklarında, ilk dönemlerin genellikle bir çevresel stres

    sonrası ortaya çıktığı, ancak sonraki dönemlere stresli yaşam olaylarının eşlik etme

    sıklığının daha az olduğu gözlemi “Duyarlılaşma Modeli’nin (Kindling Model)”

    geliştirilmesine neden olmuştur (87). Bu modele göre; geçirilen ilk manik atak ya da

    depresif dönemi tetikleyen stresli yaşam olayları olmakla birlikte, bu durum sonraki

    hastalık dönemlerinde beyinde bazı hücresel ve biyokimyasal değişikliklere yol

    açmaktadır. Bu durum bireylerdeki stresör etkenlere karşı duyarlılığı artırarak stresle

    başa çıkma becerisini azaltmakta, dolayısıyla atak geçirmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu

    süreç bir kısır döngüye neden olarak atakların sayısını artırmakta ve süresini

    uzatmaktadır (88).

    Ödül ve cezaya duyarlı iki temel motivasyon sistemi olan Davranışsal

    İnhibisyon Sistemi (DİS) ve Davranışsal Aktivasyon Sistemi (DAS)’nden oluşan

    “Pekiştirme Duyarlılık Kuramı”, Gray tarafından önerilmiştir. Buna göre anksiyete

    ceza, dürtüsellik ise ödül mekanizmasıyla ilişkili olup, bu modele göre BAB

    açıklanırken DAS vurgulanmaktadır (89). Davranış için verilen belli bir uyaranın

    bireyde gözlenen etkileri DAS duyarlılığı ile açıklanıp, BAB hastalarında DAS

    duyarlılığının yüksek olduğu ve bu durumun hastalık gelişimi ve şiddeti ile ilişkili

    olduğu görülmektedir (90).

    Bipolar affektif bozukluk tanılı hastalarda duygudurum atakları sırasında

    sirkadyen ritmde ve uyku/uyanıklık döngülerinde belirgin bozulma izlenmektedir

    (91). “Sosyal Ritm Vericiler Kuramı (Social Zeitgeber Theory)”, stresli yaşam

    olaylarının uyuma/uyanma ve yemek zamanı gibi durumların düzenini bozabildiğini,

    bunun sonucunda da sirkadyen ritm bozuklukları izlenerek, hastalığa yatkın kişilerde

    duygudurum atağı olabileceğini belirtmektedir (92). Sosyal ritimdeki

    dalgalanmaların azaltılmasının BAB’da atak tekrarlarına karşı koruyucu olduğu

    araştırmacılarca bildirilmektedir (93).

  • 17

    BAB tanılı bireylerin yaklaşık %50 sinde çocukluk çağı ihmal ve istismar

    gibi travmatik yaşantılar olduğu saptanmıştır (94).

    2.1.12. Bipolar Affektif Bozuklukta Bilişsel İşlevler

    BAB hastalarında, sağlıklı kontrollere göre bellek ve sözel akıcılık,

    dikkat/işlemleme hızı ve yürütücü işlevlerde daha fazla bozulma olduğu

    gösterilmiştir (95). Psikotik özelliklerin eşlik ettiği BAB hastalarında, klinik

    özelliklerden bağımsız olarak daha fazla nörobilişsel bozukluk olduğu

    bildirilmektedir. (96) Şizofreni ve BAB’da sözel akıcılık, çalışan bellek, yürütücü

    işlevler ve motor hız için benzer ölçüde bozukluklar olduğu gösterilmektedir (95).

    Bozulmaların bir kısmı remisyon döneminde de devam etmektedir.

    2.1.13. Bipolar Affektif Bozukluk Alt Tipleri

    DSM-5’e göre bipolar bozukluk alt tipleri; BAB-1, BAB-2, siklotimik

    bozukluk, maddenin/ilacın yol açtığı bipolar ve ilişkili bozukluk, başka bir sağlık

    durumuna bağlı bipolar ve ilişkili bozukluk, tanımlanmış diğer bir bipolar ve ilişkili

    bozukluk, tanımlanmamış bipolar ve ilişkili bozukluk şeklindedir.

    Bipolar affektif bozukluk tip 1, en az bir mani dönemi geçirmiş olması

    gerekmektedir. Mani dönemi öncesi ve sonrasında hipomani ve/veya majör

    depresyon dönemi bulunabilmektedir.

    Bipolar affektif bozukluk tip 2, hipomani dönemi ve majör depresyon dönemi

    geçirmiş olması gerekmektedir.

    2.1.14. Bipolar Affektif Bozukluk Prognozu

    Bipolar affektif bozukluk yineleme riski çok yüksek bir hastalıktır. İlk manik

    epizod sonrası hastaların %40-50’sinin takip eden iki yıl içinde ikinci manik epizod

    yaşadığı bildirilmektedir. Birçok hasta hem depresif hem manik epizod yaşarken,

    hastaların %10-20’si sadece manik epizod yaşamaktadır (44). Ayrıca epizodlar

  • 18

    sırasında, artan dürtüsellik ve risk alma davranışı nedeniyle alkol ve madde kötüye

    kullanımı sıklığı artmaktadır (97).

    Bipolar affektif bozukluk hastaları ilk yakınmalarla psikiyatriste

    başvurduğunda %69’una tanı konulamamaktadır (98). Ek tanılı durumların fazla

    olması tanı konulmasını güçleştiren en önemli sebeplerden biridir. Belirtilerin

    başlangıcından tanı konulana kadar geçen süre yaklaşık 10 yıldır (99,100).

    Bipolar bozukluk büyük oranda depresyonla başlamaktadır. Depresif

    epizodların süresi çoğunlukla daha uzun sürmekle birlikte şiddeti değişkenlik

    göstermektedir (100).

    Hızlı döngülü kavramı bir yılda en az dört dönemin ortaya çıkmasını ifade

    etmektedir (44). Bu nedenle hızlı döngülü olgularda nadiren belirtiler kaybolmakta,

    sonuç olarak ciddi sosyal ve mesleki işlevsellik kaybı olmaktadır (101).

    Karma epizod manik ve depresif belirtilerin birlikte bulunduğu bir durum

    olup, kadınlarda daha sık görülmektedir (102,103). Bipolar affektif bozuklukta

    tedavisi en güç tablolardan biridir ve çoğunlukla özkıyım görülmektedir (104,105).

    Hastalar yaşam boyu ortalama 8-10 epizod geçirmektedir. Hastaların

    %28’inde epizodlar mevsimsel özellikte olup, bu durum BAB 2 hastalarda BAB 1

    hastalara göre daha sık ortaya çıkmaktadır (12).

    Goodwin ve jamison’a göre (1990) hastaların %25-50’si yaşamlarında bir

    kere intihar girişiminde bulunmakta ve %15’i de intihar sonucu ölmektedir. Bipolar

    hastaların ölümle sonuçlanan intihar girişimleri, genel popülasyondan 23-30 kat daha

    fazla olarak görülmektedir. Depresyon dönemindeki intihar davranışının ise bipolar

    manidekinden 35 kat gibi çok daha fazla olduğu ileri sürülmektedir (63).

    Bipolar bozuklukta manilerin baskın olması, olumlu aile, sağaltıma iyi uyum,

    uzun iyilik dönemleri, iş ve uğraşı koşulları, ailede düşük duygu dışa vurumu iyi

    prognoz kriterleridir. Erken başlangıç, ileri yaş, ara dönemde kalıntı belirtiler, karma

    dönemler, ruhsal bozukluk ek tanısı, 10’dan fazla mani dönemi, uzun çökkünlük

    dönemleri, hızlı döngülülük, erkek cinsiyet kötü prognoz kriterleridir. Tüm bipolar

  • 19

    affektif bozukluk tip 1 hastalarının üçte birinde kronik belirtiler ve sosyal

    işlevsellikte azalma söz konusu olmaktadır (63).

    2.2. Affektif Mizaç

    2.2.1. Tarihçesi

    Eski çağlardan beri doğuştan gelen bazı mizaç özelliklerinin belirli psikiyatrik

    bozukluklarla ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Hipokrat, kişilik ve mizaç tiplerini

    biyolojik bir yaklaşımla dört sıvı (kara safra, kan, sarı safra, lenf) kuramıyla

    açıklamıştır. Bireyin yapısal özelliklerini tanımlayan mizaç kavramının kökeni

    Hipokrat’a kadar uzanıyor olsa da ilk olarak Kraepelin tarafından klinik psikiyatride

    kullanılmıştır. Kraepelin, dört temel duygulanım (depresif, siklotimik, hipertimik,

    irritabl) görünümünden söz etmiş ve affektif mizaç ile affektif patoloji arasında bir

    süreklilik önermiştir (106).

    Schneider, 1958 yılında Kraepelin’in gözlemlerini genişletmiş, depresif ve

    hipomanik mizaçları tanımlamıştır. Schneider, Kraepelin’in aksine bu iki mizacın

    duygudurum bozukluklarıyla bir bağlantısı olmadığını savunmuştur (11,107).

    Akiskal ve arkadaşları da Kraepelin’in kavramını yeniden hayata geçirerek

    mizacı, duygudurum bozukluklarının temeli olarak sunmuş ve duygulanım

    yelpazesini eşikaltı duygulanım izlerinden ağır duygulanım bozukluğuna kadar

    çizmiştir (108). Akiskal Kraepelin’in dört ana mizacına anksiyöz mizacı da

    ekleyerek; depresif, hipertimik, siklotimik, irritabl(sinirli) ve anksiyöz (endişeli)

    mizaç olmak üzere beş temel mizacı tanımlamıştır (109).

    2.2.2. Tanım ve Sınıflandırma

    Mizaç, literatürde temperament olarak ifade edilmektedir. Temparement

    Latince karışım anlamına gelen temperare sözcüğünden İngilizceye geçmiştir. Tanım

    olarak, kalıtımla geçen ve yaşam boyu çok az değişebilen yapısal özelliklerdir.

    Karakter ise eski Yunancada nakşedilmiş anlamına gelen “characteria” sözcüğünden

    gelmiş olup, çevrenin ve eğitimin etkisi ile gelişebilen, zamanla değişebilen,

  • 20

    öğrenilmiş tutumlardan oluşmaktadır. Kişilik de Latince maske demek olan

    “persona” dan türemiş, “personality” sözcüğünün Türkçe karşılı olup, genetik yönü

    olan mizaçla, sosyal ve kültürel yönü olan karakterin birleşmesinden oluşmaktadır

    (110,111).

    Akiskal’a göre affektif mizaç tipleri (112):

    Distimik mizaç:

    1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)

    2. Herhangi bir duruma ikincil olmayan aralıklı, hafif depresyon

    3. Sıklıkla anhedoni ve anerji

    4. Fazla uyuma (>9 saat/gün)

    5. Schneiderian depresif kişilik özellikleri yer alır:

    Ümitsiz, kötümser, neşesiz veya eğlenemeyen

    Sessiz, pasif, kararsız

    Şüpheci, eleştiren veya şikayet eden

    Derin derin düşünen ve endişelenen

    Vicdanlı, kendi kendini disipline eden

    Kendine karşı eleştirel ve cezalandırıcı

    Başarısızlığın, yetersizliğin ve olumsuz olayların üzerinde gereğinden

    fazla durur

    Hipertimik mizaç:

    1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)

    2. Nadiren araya giren ötimiyle birlikte eşik altı hipomanik özellikler

    3. Uyku süresi azdır (

  • 21

    İrritabl, neşeli, aşırı iyimser, abartılı, gösterişli

    Saf, özgüveni yüksek, övüngen, abartılı, gösterişli

    Azimli, tedbirsiz ve bitmez tükenmez bir dürtüyle koşuşturan

    Aşırı konuşkan

    Sıcakkanlı, insancıl veya dışa dönük

    Sık sık başkalarının işine karışan

    Aşırı yenilik arayışı, riskli cinsel ilişkiler

    İrritabl mizaç:

    1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)

    2. Kişilerde çoğunlukla karamsarlık söz konusudur (irritabl ve çabuk kızan

    olma)

    3. Derin düşüncelidir

    4. Aşırı eleştiren ve şikayet eden kişilerdir

    5. Aksi şakalar yaparlar

    6. İstenmediği yer ve zamanlarda bulunarak çevresinde rahatsızlık

    oluşturabilir

    7. Disfori yerinde duramama gözlenebilir

    8. Dürtüsel kişilik özellikleri mevcut

    9. Antisosyal kişilik bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

    ölçütlerini karşılamaz.

    Siklotimik mizaç:

    1. Erken başlangış (21 yaşından önce)

    2. Nadiren ötiminin olduğu, sık ve kısa döngüler söz konusu

    3. Bir fazdan diğerine öznel ve davranışsal görünümler arasında ani

    geçişlerin olduğu iki dönemlilik

    4. Öznel görünümleri şu şekilde:

  • 22

    Letarji ya da canlılık

    Kötümserlik ya da iyimserlik

    Zihinsel konfüzyon ya da yaratıcı düşünce

    Değişen benlik saygısı

    Davranışsal görünüm şu şekilde:

    Azalmış sözel dışa vurum ya da çok konuşma

    Hipersomni ya da uyku ihtiyacında azalma

    Nedensiz şekilde ağlama ya da aşırı şakacılık

    İçe dönük ya da diğerleri ile yoğun iletişim hali

    Üretkenlikte belirgin değişkenlik

    Anksiyöz (endişeli) mizaç:

    1. Erken ve sinsi başlangıç, kronik veya aralıklı olarak kaygı duyma

    mevcuttur

    2. Kaygıyla ilişkili bilişsel içerik:

    Olağan konular hakkında önlenemez endişe

    Sebepsiz güvensizlik hissi

    Bir felaket, engel bir durum olacakmış hissi

    Tetikte bekler ve sürekli gergin hisseder

    3. Otonomik sinir sistemi aktiftir:

    Gerginlik

    Gastrointestinal şikayetler

    4. Davranışsal belirtiler:

    Ürkek, huzursuz, yerinde duramayan ve irritabl

    Çalışmalarda, baskın affektif mizaç özelliklerinin minör ve majör

    duygudurum bozukluklarının eşik altı belirtileri olduğu gösterilmektedir. Her beş

  • 23

    kişiden birinde, baskın mizaç özelliklerinin olduğu düşünülüp, kadınlarda depresif,

    siklotimik ve anksiyöz, erkeklerde ise hipertimik ve irritabl mizaç daha çok

    görülmektedir. Moleküler genetik çalışmalarda depresif, siklotimik, anksiyöz, irritabl

    mizacın serotonerjik; hipertimik mizacın dopaminerjik düzenleme ile ilişkli olduğu

    anlaşılmaktadır (113).

    2.3. Dürtüsellik

    2.3.1. Tanımı

    Dürtüsellik, bilişsel, davranışsal ve nörofizyolojik bileşenleri içeren çok

    yönlü ve karmaşık bir kavramdır (114,115,116). Dürtüselliğin çeşitli tanımlamaları

    bulunmaktadır. Dürtüsellik, yetersiz olarak tasarlanmış, zamanından önce ortaya

    konulan, riskli ya da duruma uygun olmayan ve çoğunlukla istenmeyen sonuçlar

    doğuran davranışlardır (115).

    Hollander ve Evers dürtüselliğin davranışın ölçülebilir bir özelliği olduğunu;

    sabırsızlık, dikkatsizlik, risk alma, heyecan ve haz arama, yaşanılan travmanın

    beklenenden az hissedilmesi ve dışa dönüklük şeklinde gözlemlenebileceğini

    vurgulamaktadır (117). Moeller ve arkadaşları dürtüselliğin tanımında 3 temel öğeye

    yer vermiş olup, 1- davranışın olumsuz sonuçlarına duyarlılıkta azalma, 2- bilginin

    işlemlenmesi tamamlanmadan önce uyarana hızlı, plansız tepki verme, 3- uzun

    dönem sonuçlara önem verme eksikliği şeklinde belirtmektedir (114). Dickman ise

    her dürtüsel davranışın dezavantajlı olmadığına dikkat çekmekte, dürtüselliği işlevsel

    dürtüsellik ve işlevsel olmayan dürtüsellik şeklinde ele almaktadır. Dürtüsel

    bireylerin, verilen göreve daha az zaman harcadıklarını, buna bağlı olarak da dikkat

    ve odaklanmayı gerektiren görevlerde daha kötüyken, dikkatin hızlıca yön

    değiştirmesi gereken durumlarda daha başarılı olduklarını ifade etmektedir (118).

    Dürtüselliğin bazı işlevsel ve uyum sağlayıcı yönleri olduğu öne sürülse de genelde

    suç, şiddet, kendine fiziksel olarak zarar verme, kabul gören sosyal standartlara

    uyumsuzluk gibi davranışlarla ilişkili işlevsel olmayan bir özelliği ifade etmektedir

    (119).

  • 24

    Deneysel davranışsal yaklaşım dürtüselliği; büyük ve gecikmiş ödül yerine

    küçük ve hemen gelen ödülü tercih etmek olarak tanımlarken, “öz-denetim” kavramı

    ile tam tersi davranışların altı çizilmektedir. Dolayısıyla dürtüsellik ve öz-denetim

    aynı zihinsel sürecin iki ayrı yüzü olarak belirtilmektedir (120).

    Barratt ve Patton ise dürtüselliği; nörofizyolojik temele dayanan, davranışın

    bağlam ve sonuçlarına uymada yetersizlik olarak tanımlamış; motor aktivasyon,

    dikkatsizlik ve plan yapmama şeklinde ele almıştır (122).

    Dürtüselliğin; plan yapmama, risk alma, dışa dönüklük, heyecan arama, yanıt

    inhibisyonu, karar verme gibi bilişsel süreçlerle ilgili olduğu bildirilmektedir

    (121,123,124).

    Yanıt inhibisyonunda dürtüsellik erken zamanından önce tepki verme ya da

    yanıtı ertelemede yetersizlik olarak tanımlanmaktadır (125). Yanıt inhibisyonunun

    uyarana yanıt vermeden önce kapsamlı değerlendirme yetersizliği olarak açıklanan

    “hızlı-tepki dürtüselliği” ve kişinin daha sonra gelecek olan büyük ödül için yanıtını

    erteleyemediği “ödül erteleme dürtüselliği” olarak birbirini tamamlayan iki düzeneği

    bulunmaktadır (115).

    Karar verme; davranışın olası yarar ve bedelini tahmin edebilmek olup;

    tercihleri sıralama, eylemleri seçme ve düzenleme, davranışların sonuçlarını

    değerlendirme ve sonuçlardan öğrenme süreci, seçimlerimizin kısa vadedeki

    sonuçları ile uzun vadedeki sonuçları arasında denge sağlanması anlamına

    gelmektedir. Karar aşamalarının düzenlenmesi ve değerlendirilmesi, riskli

    durumlarda tercih yaparken büyük ölçüde algı ve dikkat kapasitesine bağlı

    olmaktadır. Karar verme ve risk alma davranışlarının belirlenmesinde gelişmiş

    yargılama becerileri, yüksek işlemleme hızı, dikkat ve bellek işlevleri etkin role

    sahiptir (126,127).

    Risk alma, zarar veya tehlike ile sonuçlanma olasılığı yüksek fakat aynı

    zamanda kişiye zevk veren aktivitelere katılma olarak tanımlanmaktadır. Risk alma

    davranışı stratejik bir yanıtın seçilmesi olarak kabul edilirken, dürtüsellik ise eğilim

    ve davranış örüntüsüdür. Risk alma, dürtüsellik belirtileri olarak sayılmaktadır

    (128,129).

  • 25

    Dürtüsellik, durumsal ve sürekli olmak üzere iki bileşen ile ele alınmaktadır.

    Sürekli dürtüsellik her zaman davranışa yansımasa da süreğen kişilik özelliklerini

    oluşturmaktadır. Durumsal dürtüsellik ise çevresel ve biyolojik koşullara bağlı

    değişen bir çeşitliliği ifade etmektedir. Dürtüsel davranış için toplam risk durumsal

    ve sürekli dürtüselliğin etkileşimine bağlı olup, bu iki bileşenin etkileşimi belirli bir

    eşik değeri geçtiğinde dürtüsel davranış ortaya çıkmaktadır (130).

    Dürtüsellik hem normal hem de klinik popülasyonda görülebilmektedir.

    Patolojik boyuttaki dürtüsellik kişilerin yaşam kalitesini bozmakta ve işlevselliklerini

    azaltmaktadır (114,126). Artmış dürtüsellik, madde kötüye kullanımı, intihar

    davranışı ve diğer ciddi davranışsal problemlerle sonuçlanabilmektedir (131). B

    kümesi, bağımlı ve şizotipal kişilik bozuklukları, dürtü kontrol bozuklukları, yeme

    bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile başta BAB olmak üzere

    duygudurum bozuklukları, şizofreni, madde kullanım bozuklukları gibi çeşitli

    psikiyatrik bozukluklarla görülebilmektedir (115,116,132,133).

    2.3.2. Nörobiyolojisi

    Dürtüsellik düzeyinin belirlenmesinde genetik bir yatkınlık olduğu

    bildirilmiştir (134). Dürtüselliğin genetik aktarımında serotonin ve dopamin

    sistemlerinin rol oynadığı düşünülmektedir (135). Kişiler arasında dürtüsellik

    açısından ortaya çıkan farkların genetik ve mizaç özelliklerinin ya da farmakolojik ve

    nöral faktörlerin çevresel deneyimlerle etkileşmesi sonucunda oluştuğu öne

    sürülmektedir (136). Serotonerjik nöronların, dürtüsel davranışların ortaya çıkışında

    etkin rolü bulunmaktadır (137). Serotonin (5HT) düzeyinin azalması ile dürtüsel

    seçimlerde artış, dürtü kontrolünün bozulması, saldırganlık ve intihar davranışlarının

    ilişkili olduğuna dair güçlü kanıtlar mevcuttur (138). Pozitron Emisyon Tomografisi

    (PET) ile yapılmış prefrontal bölgede, bölgesel 5HT dağılımlarını inceleyen bir

    nörogörüntüleme çalışmasında anterior singulat kortekste 5HT işlevinde azalma

    saptandığı görülmektedir (139).

    Dopamin (DA) ve norepinefrin (NE) sistemlerinin de dürtü kontrolünde

    önemli olduğu belirtilmektedir (140). Amfetamin, metilfenidat ve kokain gibi DA

    agonistleri dürtüsel seçimleri azaltmış, DA antagonistleri arttırmıştır (141). Nukleus

  • 26

    akumbenste DA aktivitesinin artışı motor dürtüselliği artırırken prefrontal korteks

    veya bir bölümü olan orbitofrontal kortekste DA artışı dürtüsel karar vermeyi

    azaltması DA’nın dürtüsellikteki rolünün heterojen nitelikte olduğunu göstermektedir

    (137).

    Nörogörüntüleme çalışmalarında prefrontal korteks ve amigdalanın

    dürtüselliği kontrol etmede anahtar rol oynadığı ve “seçme davranışının” oluşumuna

    yardımcı olan çoklu nöral şebekelerinin bir parçası olduğu düşünülmektedir (120).

    Ayrıca nukleus akumbens ödül ilişkili davranışın düzenlenmesinde önemli rol

    oynamaktadır (142).

    2.3.3. Nörobilişsel İşlevlerle İlişkisi

    Tepki hızı, dikkat, sözel ve görsel bellek, yürütücü işlevler, dil ve dürtüsellik

    değerlendirmesini içeren bir araştırmada Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BDÖ-11)

    puanları ile özellikle bellek ve yürütücü işlevler arasında negatif yönlü bir ilişki

    olduğu öne sürülmektedir (143,144).

    Karmaşık bir karar ile karşı karşıya kalan, işlem belleğinde sorun yaşayan

    birey uzun zamanlı sonuçlar ile değil, dürtüsel olarak belli ve açık olan, kısa zamanlı

    ödüller ile ilgilenmektedir (145). İşlem belleği; bilginin algısal, duygusal ve bilişsel

    yönleri ile kısa süreli olarak zihinde tutulabilmesini ve davranışın buna göre

    yönlendirilebilmesini sağlayan bir prefrontal korteks işlevi olarak tanımlanmaktadır

    (146).

    2.4. Yüz Tanıma

    Yüzler önemli bir sosyo-biyolojik nesnelerdir. Yüzler kişinin yaşını, ırkını,

    cinsiyetini, kimliğini, sağlığını duygusal durumunu belli ederek iletişimde çok

    önemli rol almaktadırlar. Yüzler arasında ayrım yapılabilmesi oldukça etkileyici bir

    özelliktir. Aynı görünüşlü ikizler bile, anlık farklılıklarla birbirinden ayırt

    edilebilmektedir (147).

    Erken gelişim döneminden itibaren karşılıklı etkileşim, anlam verme ve

    duygusal gelişim açısından önem taşımaktadır. Bebek ile birincil bakım veren

  • 27

    arasındaki yüz yüze iletişim ise karşılıklı iletişimin temeli olarak görülmektedir.

    Erken dönemdeki yüz işleme (face processing) kusurları sosyal etkileşim sorunlarına

    yol açabilmektedir (148).

    İnsan yüzünün göz, ağız, burun gibi yapısal değişmeyen özellikleri vardır.

    Yüz işleme sürecinde buna bağlı iki komponent mevcuttur. Birincisi bu yapısal yüz

    özellikleri ile kişinin kimliğini tanıma, ikincisi ise yapısal yüz özellikleri ve

    aralarındaki değişimler sonucu oluşan duygu ifadelerini tanıma olmaktadır (5).

    Görsel dikkatin yüze yönlenmesi ve böylece yüzlerin saptanmasını

    subkortikal sistem; pulvinar, amigdala ve superior kolliculus ile sağlamaktadır.

    Kortikal sistem ise yüzlerin görsel algısal analizine katkıda bulunmaktadır. Kortikal

    sistem içinde özellikle inferior oksipital gyrus, fusiform gyrus, posterior parietal

    sulkus tarafından oluşturulan kısmın yüz tanımada etkili olduğu düşünülmektedir

    (149).

    Fusiform gyrus insan yüzünün yapısal özelliklerini tanımakta ve yüze özgü

    nitelikler ve yapısındaki değişmeler ile aktifleşmektedir. Sağ fusiform alan yüz

    tanımada etkin bulunmuştur. Bu nedenle bu alana fusiform yüz alanı denilmektedir.

    Bu alandaki herhangi bir hasar yüz tanıma işlevlerinin bozulmasına yol açmaktadır

    (150,151). Fusiform yüz alanının aktivitesinin düzenlenmesinde tanıdık, anlamlı

    yüzler etkili olmaktadır. Bu aktivite ile kişilerin kimlikleri tanınmaktadır (151).

    Ayrıca fusiform yüz alanı bir konuda uzmanlaştığında veya kişisel anlamı bulunan

    uyaranlarda (örneğin kuş, araba vs.) aktive olduğu bulunmuştur (152). Bu veriler

    kişilerde fusiform yüz alanının yalnızca yüz ile aktive olmadığına nesnelere karşı

    olan ilgi ve duygusal bağ gerçekleştiğinde de aktive olduğunu göstermektedir.

    Superior temporal gyrus gözün bakış yönünü belirleme, amaca yönelik bakış

    hareketlerini düzenleme görevi ile yüz tanımada etkili olup, baş, yüz ve ağız

    hareketlerinin yorumlanmasını sağlayarak sosyal iletişimde görev almaktadır (153).

    Sosyal algı ve bilişte, yüz ifadesinin erken evre işlemlenme sürecinde amigdala temel

    roldedir. Amigdala duygusal bir uyarana ani yanıt verip, aynı zamanda yüzden ya da

    yüzün bir bölgesinden kişilik özelliklerinin algılanması ve yüz ifadesinin tanınması

    amigdalanın işlevleri olarak bilinmektedir (154,155,156,157,158). Emosyonel

  • 28

    uyanıklık, görsel ödül sistemi bağlantılarının düzenlenmesi, duygusal öğrenme,

    kortikal alanlara uyaran göndermek amigdalanın görevi olup, amigdalada erken

    gelişimde meydana gelebilecek bir bozukluğun yüz kimliği ve yüz duygu tanıma,

    algılamadaki sosyal algı bozukluğu oluşabilmektedir (154,155).

    Amigdala ve kortikal sistem ilişki içinde sosyal içerikli bilgileri için

    monoselüler yolak ile bağlantılı olup, bu yolak fusiform yüz alanını da içermektedir

    (157,159). Amigdala lezyonlarında duygusal olarak etkili yüzlere karşı fusiform yüz

    alanında azalmış aktivite mevcuttur. Amigdalanın fusiform yüz alanını düzenleyici

    etkisi olup, fusiform yüz alanının yüz ifadesi tanımak ile direk ilişkisi yoktur (159).

    Çalışmalarda amigdala hacminde azalmanın ve amigdala hasarının, sosyal

    iletişimde önemli rol oynayan yüz ve duygu tanımada bozulma ile ilişkili olduğu

    bulunmuştur. Örneğin, Yoon ve arkadaşları (2006) fonksiyonel görüntülemede;

    şizofrenide yüz ve duygu tanıma süreçleri sırasında superior temporal girusta ve

    amigdalada fonksiyonel anormallikler göstermişlerdir (160).

    2.5. Duygu Tanıma

    Duygusal süreçlerin zihinsel işlevler arasında önemli bir yeri olup,

    davranışları ve başkalarının zihinsel süreçlerini algılamaya yardımcı olarak sosyal

    ilişkilerimizi düzenlemektedir (161).

    Duygusal tepkiler gibi sözel olmayan sosyal ipuçlarının doğru şekilde

    yorumlanması, kişilerarası ilişkilerde sağlıklı bağ kurmayı sağlamaktadır (162).

    Duygular ile ilgili birçok konu güncelliğini korumakta ve tartışılmaktadır. Tanıma,

    hatırlama, deneyim, ifade etme gibi kavramlarsa duygu işleme süreçleri ile ilgili en

    çok tartışılan alanlardır (163).

    Korku, şaşkınlık, üzüntü, mutluluk, kızgınlık, tiksinme ve son zamanlarda bu

    duygulara eklenen kibir evrensel olarak tanınan yedi temel duygu olarak

    bilinmektedir. Mutluluk pozitif; korku, kızgınlık, tiksinme ve üzüntü negatif duygu

    olarak tanımlanmaktadır. Şaşkınlık ise ne negatif ne de pozitiftir. Bazı insanlar için

    kibrin hangi grupta olduğu henüz bilinmemektedir (164).

  • 29

    Nöronal mekanizmalar başkalarının duygularını algılayacak aynalama sistemi

    oluşturmaktadır. Ayna nöronlar adı verilen bu sistem başkalarının duygu ifadelerinin

    zihinsel taklidini gerçekleştirerek tanınmasını sağlamaktadır (165). Bebekler üç

    haftalıkken yüz hareketlerini taklit edebilir, sonraki iletişim becerileri ve öğrenme

    mekanizmaları bu taklit becerileriyle olmaktadır (161).

    Amigdala ve hipokampüs hacminin azalması sonucu duygusal bellek

    zayıflamaktadır. Duygusal yükü olan uyaranlar yansız uyaranlardan daha kolay

    hatırlanmaktadır. Karşılıklı ilişki içinde olan amigdala ve hipokampal kompleksi

    içeren medial temporal alan duygusal belleğin gücünü belirlemektedir (166).

    Amigdalanın iki taraflı lezyonunda apati, edilgenlik ve duygulanımda

    sığlaşma görülmekte, ayrıca göz bölgesine odaklanmakta azalma ve diğer ifadelere

    göre korkulu ifadeleri tanımakta daha fazla zorlukla sonuçlanmaktadır. (167). Sosyal

    ilginin oluşmasında amigdala ve prefrontal korteks arasındaki bağlantılar etkili

    olmaktadır. Amigdalanın her iki yarım küreden çıkarılması sonucu

    “duygusuzlaştırıcı” etki ve spontan davranış, yaratıcılık ve duygusal ifadelerde

    azalma gözlenmektedir (168).

    Ventral limbik sistem (amigdala, ventral striatum, insula, anterior singulat

    girusun ventral bölgeleri ve prefrontal korteksi de içeren) bir uyaranın duygusal

    önemini tanımlama ve ardından oluşturulan afektif yanıt görevini yürütmektedir.

    Duygusal komponentlerin düzenlenmesi için gerekli yürütücü işlevlerde dorsal

    sistem (hipokampus, anterior singulat girus ve prefrontal korteksin dorsal bölgeleri)

    etkindir (169).

    Zihin kuramının gelişiminde kişinin kendi duygularını anlayarak başlayan

    süreç inançlarını anlamaya doğru ilerlemektedir. Sonuçta; başkalarının zihinsel

    süreçlerini anlamak için isteklerinin ve duygularının farkında olmanın yardımcı rol

    oynadığı düşünülmektedir. Duygusal deneyimlerin bilişsel organizasyonunu

    tanımlamak için duyguların gelişimi; 1-duygusal cümlelerin/kelimelerin farkına

    varma, 2- davranışa dönük eylemler, 3- basit duygular, 4- karmaşık duygular, 5-

    karmaşık duygular ve duygusal deneyimler arasında bağlantı kurma olarak beş

    aşamada sınıflandırılmaktadır (170).

  • 30

    Basit duyguların kalıtsal olduğu düşünülmekte olup, kültürler arası

    tanımlanmaktadır. Karmaşık duygular, kişiler arası ilişkiler sonucu ortaya çıkan

    sosyal duygular ya da zihinsel durumların birleşimi olarak bilinmektedir (171).

    2.6. Zihin Kuramı

    Sosyal bilişin, dikkat, bellek ve yürütücü işlevler gibi nörobiliş ile

    örtüştüğünü gösteren çalışmalara rağmen, birçok çalışmada, sosyal bilişin büyük

    ölçüde nörobilişten bağımsız olduğu gösterilmektedir. Sosyal biliş, gerçek yaşamdaki

    işlevsellikle ilgilidir ve nörobilişsel becerilere göre işlevsellik üzerine daha fazla

    etkili olduğu bildirilmektedir (172). Sosyal biliş, dört ana başlıkta incelenmektedir:

    1- duygu işlemleme, 2- sosyal algı, 3- zihin kuramı, 4- atıf stili (173).

    2.6.1. Tanımı

    Kendisinin veya diğer insanların davranışlarını, niyetlerini, duygularını,

    inançlarını anlama ve kendisi dışındaki insanların kendinden farklı bir zihne sahip

    olduğunu fark edebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır (174).

    Zihin Kuramı terimi ilk defa primatolog ve psikolog olan Premack ve

    Woodruff’un şempazelerin zihin kuramının olup olmadığını incelediği çalışmasında

    kullanılmıştır (175). Bu yayından sonraki yayınlarda, evrimsel bakış açısıyla,

    “kendilik ve diğerlerinin zihinlerinin kuramı”nın giderek karmaşıklaşan sosyal

    çevreye uyarlanabilir bir cevap olarak insansı evrende ortaya çıktığı tartışılmaktadır

    (176). Diğerlerinin zihin durumları hakkında çıkarım yapan kişinin, sosyal

    etkileşimlerdeki, kendi tahminini çürütecek ya da destekleyecek izleri yorumlayarak

    kendisinin gerçekliği hakkında sağlama yapabilmesi önemlidir. Konuşmadan ilgili

    anlamı çıkarmak, zihin kuramı becerisi gerektirmekle birlikte, dili etkili bir şekilde

    kullanmak ve yorumlamak için, genellikle bağlamsal bilgiler temelinde sözcüklerin

    ve ifadelerin gerçek anlamının ötesine geçilmek gerekmektedir (177).

  • 31

    2.6.2. Zihin Kuramı Bileşenleri

    Zihin kuramının birden fazla bileşeni olup, bu bileşenler bir gelişim süreci

    izlemektedir.

    Birinci derece yanlış inanç: İlk gelişen zihin kuramı becerisi olup, bu bileşen,

    diğer kişilerin kendisinden farklı inanca hatta yanlış inanca sahip olabileceğini

    anlayıp, kendilik ve diğerlerinin inançlarının ayrımını gerektirmektedir. Yaklaşık 4-5

    yaşında gelişmektedir.

    İkinci derece yanlış inanç: Bu bileşen, bir başka insanın zihninde olanın

    gerçeklikten farklı olabileceğini kavramaya yani diğerlerinin temsil ettiği zihinsel

    durumları anlamayı gerektirmekte olup, inanç hakkındaki inanç olarak bilinmektedir.

    Yaklaşık 6-7 yaşlarında gelişmektedir (178).

    Metafor anlama: Bu beceri, kelimenin literal anlamının ötesine geçmeyi

    gerektirmektedir. Metafor anlamanın en az birinci derece yanlış inancı anlamayı,

    ironi anlamanın ise en az ikinci derece yanlış inancı anlamayı gerektirdiği öne

    sürülmektedir. Bu nedenle ironi ve metafor anlama birinci ve ikinci derece yanlış

    inanç bileşenlerinin gelişimini gerektirmektedir. Yaklaşık 6-7 yaşlarında

    gelişmektedir (179).

    Pot kırmayı farketme (faux pas): Kişinin söylememesi gereken bir şeyi

    söylediğinde olan ve ileri düzeyde zihin kuramı becerisi gerektirmektedir. Çünkü iki

    zihin durumunun aynı anda temsilini gerektirir, birincisi, kişinin pot kırdığını fark

    etmesi, ikincisi ise karşıdaki kişinin bu durumla ilgili kırıldığını ya da rahatsız

    olduğunu hissetmesidir. Bu anlamda zihin kuramının hem kognitif hem de empatik

    affektif zihin kuramı becerisi gerektirir. Bu beceri 9-11 yaşlarında gelişmektedir

    (180).

    İmayı anlama (Hinting): iki karakter arasında geçen iletişimdeki imaları

    anlayabilme becerisi olup, pot kırmayı farketmeyle birlikte yaklaşık 9-11 yaşlarında

    gelişmektedir (181).

  • 32

    2.6.3. Zihin Kuramı Teorileri

    Modüler teori: Bu teoriye göre, zihin kuramı işlevsel olarak diğer kognitif

    işlevlerden ayrı bir kognitif beceri olup, doğuştan itibaren vardır, bir gelişim sürecini

    izler ve nispeten diğer bilişsel becerilerden bağımsız olarak olgunlaşmaktadır (180).

    Zihin kuramının ayrı bir bilişsel modül olduğu görüşü, otizmle ilgili yapılan

    çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Otizm ve Asperger sendromu tanısı olan bireylerde,

    yürütücü işlevler ve dil becerileri gibi diğer yüksek seviye bilişsel işlevlere göre

    zihin kuramında ayrı bir bozukluk olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, zihin kuramı, Down

    ve Williams Sendromu olan olgularda genel bilişsel işlevlere göre daha az

    etkilenmiştir. Bu yüksek bilişsel beceriler ile zihin kuramı arasındaki farklılık, ayrı

    bir modül olduğunu düşündürtmektedir. Bu teoriye göre zihin kuramına özgü olan

    ayrı bir nöral yapı bulunmaktadır (182).

    Simülasyon teorisi: Bu teoriye göre bireyler, kendilerini diğer kişinin bakış

    açısına zihinsel olarak yerleştirip, gerçekliğin başka bir kişide nasıl olacağını simüle

    etmekte ve sonrasında başkalarının yerinde olduklarında ne yapacaklarını tahmin

    etmektedirler. Simülasyon teorisinde, soyutlama, bilişsel perspektif alma ve

    somutlama arasında farklılık olmayıp, bu açıdan modüler teori ile karşıt oldukları

    anlaşılmaktadır. Bu teoriye göre zihin kuramına özgü ayrı bir nöral yapı yoktur ve

    genel perspektif alma becerisiyle ilgili bir durumdur (182).

    Teori teori: Bu teoriye göre, zihin kuramı, zaman içerisindeki deneyimlere

    göre değişen, gelişen bir beceri olup, zihin kuramı doğuştan gelen bir beceri değildir;

    fakat bununla birlikte doğuştan gelen genel bir oluşum mekanizmasına sahiptir. Bu

    teoriye göre, zihin kuramına özgü ayrı bir nöronal yapı yoktur, daha genel çıkarımsal

    yeteneklere bağlı nöral yapılar ile desteklenmektedir (182).

    Zihin kuramını, affektif ve kognitif zihin kuramı olarak ikiye ayıran

    çalışmalar bulunmaktadır. Yanlış inanç testleri kognitif zihin kuramı ile ilgiliyken,

    ironi ve pot kırmayı fark etme affektif zihin kuramı ile ilgili olduğu öne

    sürülmektedir (183). Kognitif zihin kuramı, başkalarının davranışlarına bakarak altta

    yatan zihinsel durumu çıkarsamaktır. Affektif zihin kuramı, başkalarının zihin

  • 33

    durumunu doğrudan gözlenebilen bilgiye dayanarak algılamaktır. Gözler testi bu

    yetiyi ölçmek için tasarlanmıştır (184,185).

    2.7. Duygudurum Bozukluklarında Sosyal İşlevsellik

    Kendine bakabilme, çalışabilme, kişiler arası ilişkileri sürdürebilme yetisi,

    sosyal işlevsellik olarak tanımlanmaktadır. Bu yeti ev, iş, sosyal alanlar gibi kişinin

    doğal ortamlarında eş, arkadaş gibi rollerin yeterliliğini ve doyumunu kapsamaktadır

    (186,187). Sosyal algı sosyal bilişin bir parçası olup, sosyal algı sosyal durum içinde

    diğerlerinin duygusal yanıtları gibi göstergeleri algılamak olarak tanımlanmaktadır.

    Duygu dışavurumunun algılanmasındaki bozukluğun sosyal işlevsellikle ilişkili

    olduğu düşünülmektedir (188,189).

    Duygusal yaşantılar, sosyal biliş ve empatik tutumlar, başkalarının zihinsel

    durumlarını anlama, duygusal ipuçlarını yakalama sosyal işlevsellik ile yakın ilişki

    içinde olduğu bilinmektedir (190). Çalışmalarda sosyal işlevselliğin; duyguları

    tanıma, sosyal ipuçlarını algılama ve başkalarının zihinsel süreçlerini tanıyabilme

    gibi durumlardan etkilendiği gösterilmektedir (188,191).

    Bir çalışmada zihin kuramı-sosyal algı becerilerinin, sosyal davranış

    problemlerinin en iyi yordalayıcısı olduğu gösterilmektedir (192). Benzer şekilde

    Bora ve arkadaşları gözler testinin sosyal işlevsellikte en iyi yordalayıcı olduğunu

    göstermiştir (193). Ancak yine de duygu tanıma, yüz tanıma, zihin kuramı becerileri

    ile sosyal işlevsellik arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışma sayısı azdır.

    Duygudurum bozukluklarında sosyal işlevsellik şizofreniye göre daha az

    bakılmıştır, genellikle şizofreniye kıyasla daha iyi seyirli olan bir hastalık olarak

    kabul edilse de çalışmalar bipolar affektif bozukluk hastalarında klinik remisyonda

    dahi işlevsellikte azalma olduğunu göstermektedir (194). BAB-1 de sosyal

    işlevselliğin, nörobilişsel işlevler ve klinik özelliklerden etkilendiği anlaşılmaktadır.

    Ayrıca premorbid nörotik özelliklerin, premorbid işlevselliğin mevcut depresif

    belirtilerin varlığının sosyal işlevselliğin belirleyicilerinden olduğu saptanmıştır

    (195,196,197,198).

  • 34

    3. MATERYAL VE METOD

    3.1. Örneklem

    Çalışmamıza 26 Mart 2018- 26 Mart 2019 tarihleri arasında Süleyman

    Demirel Üniversitesi psikiyatri polikliniğinde, yarı yapılandırılmış görüşme

    yöntemiyle alınan, DSM-5’e göre bipolar affektif bozukluk (remisyon ve depresif

    dönem) ve unipolar depresif bozukluk tanısıyla ayaktan takiplerine devam edilen her

    gruptan 30 hasta olmak üzere toplam 90 hasta alındı. Ayrıca geçmiş ve şimdiki

    öyküsünde psikiyatrik ve nörolojik hastalığı olmayan 30 sağlıklı bireyle kontrol

    grubu oluşturuldu. Katılımcılara çalışmaya katılmayı reddetme veya görüşmeyi

    herhangi bir noktada sonlandırma hakkına sahip oldukları açıklanmış, kayıtlarının

    gizli tutulacağına dair güvence verilerek çalışmanın amacı anlatılmış ve yazılı onay

    alınmıştır.

    3.1.1. İçerme Ölçütleri