unİpolar depresyon ve bİpolar affektİf ...tez.sdu.edu.tr/tezler/tt01239.pdfunİpolar depresyon ve...
TRANSCRIPT
-
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
UNİPOLAR DEPRESYON VE BİPOLAR AFFEKTİF BOZUKLUK
HASTALARINDA DUYGU VE YÜZ TANIMANIN SOSYAL
İŞLEVSELLİK, MİZAÇ ÖZELLİKLERİ VE DÜRTÜSELLİK İLE
İLİŞKİSİ
Dr. Özge GELİRGÜN
UZMANLIK TEZİ
RUH SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI
DANIŞMAN
Doç. Dr. İnci Meltem ATAY
ISPARTA-2019
-
ii
ÖNSÖZ
Tezimin oluşması ve yürütülmesi aşamasında ilgi, destek ve motivasyon
konusunda bana zaman ve emek harcayan başta tez danışmanım ve Anabilim Dalı
Başkanımız Doç. Dr. İnci Meltem Atay, bölümümün değerli hocaları Prof. Dr. Duru
KUZUGÜDENLİOĞLU ULUSOY, Doç. Dr. Arif DEMİRDAŞ, Dr. Öğretim Üyesi
Faruk KILIÇ ve Dr. Öğretim Üyesi Gülin ÖZDAMAR ÜNAL olmak üzere emeği
geçen bütün hocalarıma,
Asistanlık eğitimimin ilk yarısında çalışmaktan büyük keyif aldığım
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Habib Kızıltaş Psikiyatri Hastanesi’ndeki
değerli hocalarım Prof. Dr. Nalan KALKAN OĞUZHANOĞLU, Prof. Dr. Osman
ÖZDEL, Prof. Dr. Figen ATEŞÇİ, Prof. Dr. Gülfizar VARMA ve Prof. Dr. Selim
TÜMKAYA’ya verdikleri emek ve paylaşımları için saygı ve şükranlarımı sunarım.
Rotasyonlarım boyunca bilgilerinden faydalandığım hocalarım Prof. Dr.
Serpil DEMİRCİ, Prof. Dr. Süleyman KUTLUHAN, Doç. Dr. Vedat Ali YÜREKLİ,
Doç. Dr. Evrim AKTEPE, Dr. Öğretim Üyesi Melike DOĞAN ÜNLÜ ve Dr.
Öğretim Üyesi Ümit IŞIK’a teşekkürlerimi sunarım.
Her zaman desteğini ve yanımda olduğunu hissettiğim arkadaşlarım Uzm.
Dr. Neşe ÖZTÜRK ATKAYA, Dr. Ayfer ŞEN ACAR ve Uzm. Dr. Malhun
KAPLAN’a
Beraber çalışmaktan mutluluk duyduğum ve keyifli bir asistanlık süreci
geçirmemi sağlayan başta Dr. Merve AKKUŞ ve Dr. Seda DAĞLI olmak üzere tüm
asistan arkadaşlarıma,
Tezime olan katkıları için Uzm. Dr. Deniz YILDIRIM, Uzm. Dr. Gözde
BACIK YAMAN ve Uzm. Dr. Ayşe TAŞ’a,
Öğrenimime katkısı yadsınamaz olan, beraber birçok nöbet geçirdiğimiz
kliniğimiz hemşireleri; Gizem EKİNCİ KAYA, Sema AKBAŞ, Mürşide
DEMİRCAN, Dilek GÜNAL, Tuğba KOCAAYAN ve diğer personelimize
-
iii
Kendilerinden çok şey öğrendiğim ve öğrenmeye devam ettiğim hastalarıma
teşekkürü borç bilirim.
Tüm yaşamım boyunca desteğini esirgemeyen, her türlü fedakarlığı yapan ve
karşılaştığım zorluklarda nefes almamı sağlayan sevgili annem ve sevgili babama,
Sevgisini ve desteğini her zaman hissettiğim canım kardeşime,
Hayatımda olduğu günden beri yaşamımı kolaylaştıran ve güzelleştiren
sevigili eşim Yüzbaşı Şeref Can GELİRGÜN’e
Ve hayatımdaki en güzel renk ve umut olduğu için canım kızım Eylül’e çok
teşekkür ederim.
Dr. Özge GELİRGÜN
Isparta - 2019
-
iv
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ........................................................................................................................ ii
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... iv
SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ ............................................................. vi
TABLOLAR DİZİNİ ............................................................................................... vii
1. GİRİŞ ...................................................................................................................... 1
2. GENEL BİLGİLER ............................................................................................... 3
2.1. Duygudurum Bozuklukları ................................................................................ 3
2.1.1. Tarihçesi ..................................................................................................... 3
2.1.2. Unipolar Depresif Bozukluk Tanımı .......................................................... 3
2.1.3. Unipolar Depresif Bozukluk Epidemiyolojisi ............................................ 5
2.1.4. Unipolar Depresif Bozuklukta Sosyodemografik Faktörler ....................... 5
2.1.5. Unipolar Depresif Bozuklukta Etiyoloji ..................................................... 6
2.1.6. Unipolar Depresif Bozuklukta Bilişsel İşlevler .......................................... 8
2.1.7. Unipolar Depresyon Bozukluğun Alt Tipleri ............................................. 9
2.1.7. Unipolar Depresif Bozuklukta Prognoz .................................................... 10
2.1.8. Bipolar Affektif Bozukluk Tanımı ........................................................... 11
2.1.9. Bipolar Affektif Bozukluk Epidemiyolojisi ............................................. 14
2.1.10. Bipolar Affektif Bozuklukta Sosyodemografik Veriler ......................... 14
2.1.11. Bipolar Affektif Bozuklukta Etiyoloji .................................................... 15
2.1.12. Bipolar Affektif Bozuklukta Bilişsel İşlevler ......................................... 17
2.1.13. Bipolar Affektif Bozukluk Alt Tipleri .................................................... 17
2.1.14. Bipolar Affektif Bozukluk Prognozu ...................................................... 17
2.2. Affektif Mizaç ................................................................................................. 19
2.2.1. Tarihçesi ................................................................................................... 19
2.2.2. Tanım ve Sınıflandırma ............................................................................ 19
2.3. Dürtüsellik ....................................................................................................... 23
2.3.1. Tanımı ....................................................................................................... 23
2.3.2. Nörobiyolojisi ........................................................................................... 25
2.3.3. Nörobilişsel İşlevlerle İlişkisi ................................................................... 26
2.4. Yüz Tanıma ..................................................................................................... 26
2.5. Duygu Tanıma ................................................................................................. 28
2.6. Zihin Kuramı ................................................................................................... 30
-
v
2.6.1. Tanımı ....................................................................................................... 30
2.6.2. Zihin Kuramı Bileşenleri .......................................................................... 31
2.6.3. Zihin Kuramı Teorileri ............................................................................. 32
2.7. Duygudurum Bozukluklarında Sosyal İşlevsellik ........................................... 33
3. MATERYAL VE METOD .................................................................................. 34
3.1. Örneklem ......................................................................................................... 34
3.1.1. İçerme Ölçütleri ........................................................................................ 34
3.1.2. Dışlama Ölçütleri ...................................................................................... 34
3.2. Metod ............................................................................................................... 35
3.3. Kullanılan Ölçüm Araçları .............................................................................. 36
3.3.1. Sosyodemografik ve Klinik Bilgi Formu ................................................. 36
3.3.2. Sosyal İşlevsellik Ölçeği ........................................................................... 36
3.3.3. Gözler Testi .............................................................................................. 37
3.3.4. Benton Yüz Tanıma Testi (Benton Facial Recognition Test) .................. 37
3.3.5. Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ): .......................... 38
3.3.6. Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ) ........................................ 38
3.3.7. TEMPS-A (Temperament Evaluation of Memphis, Pisa, Paris, San
Diego Autoquestionaire) Mizaç Ölçeği .............................................................. 38
3.3.8. Barratt Dürtüsellik Ölçeği-11 (BDÖ-11): ................................................. 39
3.4. İstatistiksel Analiz ........................................................................................... 39
4. BULGULAR ......................................................................................................... 40
5. TARTIŞMA VE SONUÇ ..................................................................................... 71
ÖZET ......................................................................................................................... 80
ABSTRACT .............................................................................................................. 82
KAYNAKLAR ......................................................................................................... 85
-
vi
SİMGELER ve KISALTMALAR DİZİNİ
TEMPS-A : Temperament Evaluation of Memphis, Pisa, Paris, San Diego
Autoquestionaire Mizaç Ölçeği
DSM : Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
GABA : Gamma-Aminobutirik Asit
BAB : Bipolar Affektif Bozukluk
TCA : Trisiklik Antidepresanlar
DİS : Davranışsal İnhibisyon Sistemi
DAS : Davranışsal Aktivasyon Sistemi
5HT : Serotonin
DA : Dopamin
NE : Norepinefrin
PET : Pozitron Emisyon Tomografisi
BDÖ-11 : Barratt Dürtüsellik Ölçeği
HDDÖ : Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği
YMDÖ : Young Mani Derecelendirme Ölçeği
DEHB : Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
-
vii
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 1. Katılımcıların Sosyodemografik Özellikleri ............................................... 40
Tablo 2. Katılımcıların Psikiyatriye Başvuru ve Hastane Yatış Sayıları .................. 42
Tablo 3. Hasta Gruplarında Hipomanik ve Manik Atak Sayısı İlişkisi ..................... 43
Tablo 4. Hastalık Gruplarında Depresif Atak Sayısı ve Suisid Girişimi ................... 43
Tablo 5. Hasta Gruplarında Mizaç Tipleri Sıklığı ve İlişkisi .................................... 44
Tablo 6. Manik Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ........................................................... 45
Tablo 7. Hipomanik Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ................................................... 46
Tablo 8. Depresif Atak Sayısı ve Mizaç İlişkisi ........................................................ 47
Tablo 9. Katılımcıların Benton Yüz Tanıma Ölçek Puanı ........................................ 47
Tablo 10. Benton Yüz Tanıma Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları ........... 48
Tablo 11. Sosyodemografik Veriler ile Benton Yüz Tanıma Testi Puanları
Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 48
Tablo 12. Hasta Gruplarında Mizaç Tipleri ve Benton Ölçek Puanları İlişkisi ........ 49
Tablo 13. Benton Yüz Tanıma Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi ................ 50
Tablo 14. Katılımcıların Duygu Tanıma Ölçek Puanı............................................... 50
Tablo 15. Duygu Tanıma Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları ................... 50
Tablo 16. Sosyodemografik Veriler ile Duygu Tanıma Testi Puanları Arasındaki
İlişki ........................................................................................................................... 51
Tablo 17. Mizaç Tipleri ve Duygu Tanıma Ölçek Puan İlişkisi................................ 52
Tablo 18. Duygu Tanıma Ölçek Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi .......................... 53
Tablo 19. Katılımcıların Barrat Dürtüsellik Ölçek Puanı .......................................... 53
Tablo 20. Barrat Dürtüsellik Ölçeği Post-hoc İkili Grup Karşılaştırmaları .............. 54
Tablo 21. Sosyodemografik Veriler ile Barrat Dürtüsellik Testi Puanları
Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 54
Tablo 22. Mizaç Tipleri ve Barrat Dürtüsellik Ölçek Puanları İlişkisi ..................... 55
Tablo 23. Barrat Dürtüsellik Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi .................... 56
Tablo 24. Katılımcıların Hamilton Ölçek Puanları ................................................... 57
Tablo 25. Sosyodemografik Veriler ile Hamilton Ölçek Puanları Arasındaki İlişki 58
Tablo 26. Mizaç Tipleri ve Hamilton Ölçek Puanları İlişkisi ................................... 58
Tablo 27. Sosyal İşlevsellik ve Alt Ölçek Puanları ................................................... 60
Tablo 28. Sosyodemografik Veriler ile Sosyal İşlevsellik Ölçek Puanları
Arasındaki İlişki ......................................................................................................... 61
Tablo 29. Mizaç Tipleri ve Sosyal İşlevsellik Ölçek Puanları İlişkisi ...................... 61
-
viii
Tablo 30. Sosyal İşlevsellik Ölçeği Puanının Atak Sayıları ile İlişkisi ..................... 62
Tablo 31. Depresyon Hasta Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat, Hamilton
ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................................... 64
Tablo 32. Bipolar Depresyon Hastalarda Duygu Tanıma, Benton, Barrat,
Hamilton ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................... 66
Tablo 33. Bipolar remisyon Hasta Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat,
Hamilton ve Sosyal İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri .................................................... 68
Tablo 34. Kontrol Grubunda Duygu Tanıma, Benton, Barrat, Hamilton ve Sosyal
İşlevsellik Ölçekleri İlişkileri ..................................................................................... 69
Tablo 35. Duygu Tanıma Ölçek Puanı ve İlişkili Faktörler ...................................... 70
-
1
1. GİRİŞ
Bipolar affektif bozukluk, şizofreni, obsesif kompulsif bozukluk gibi bazı
psikiyatrik hastalıklarda duygu tanımada hastaların zorluk yaşadığı bilinmektedir (1).
Sözel olmayan iletişimin ana bileşeni duygu tanıma olup; yüz ifadesi, göz teması,
beden duruşu ve hareketler ile gösterilmektedir. Duygu algılama ses tonlamasından,
yüz ifadesinden ya da bu ikisinin birlikteliğinden elde edilen duygusal bilgilerin
yorumlanması ve kullanılması duygusal işlemleme sürecini oluşturmaktadır (2).
Özellikle şizofreni hastalığının her evresinde duygu algılama bozukluğu
görülebilmektedir (3).
Yüz ifadeleri, başka birinin duygusal ve fiziksel çevresine ilişkin anlayışını
zenginleştirmeye yardımcı olan duygusal durumlarıyla ilgili önemli bilgilerin
aktarılabildiği kanallar sağlamaktadır (4). Dolayısıyla insan yüzünü tanıma, algılama
ve işleme kişilerarası ilişkilerin ve sosyal işlevselliğin önemli bir parçasıdır. Yüz
işleme sürecinde yüzün yapısal özellikleri aracılığıyla ait olduğu kişinin kimliğini
tanıma ve yüzün öz nitelikleriyle (göz, ağız, kaş) duyguların dışa vurumunu sağlayan
yüz ifadelerini tanıma gerçekleşmektedir (5). Bu sayede yüz tanıma işlemi sırasında
yalnızca yüz tanıma işlevi yerine getirilmez, ayrıca yüzdeki duygusal ifadeyi tanıma
gerçekleştirilmektedir. Yüzün özgül bölgelerine yönelik görsel dikkatin kalitesi
duygu tanıma performansını artırmaktadır (6).
Duygudurum bozukluklarında işlevsellikle ilgili alanlarda yapılan
çalışmalarda hastaların iş yaşamında bozulma, toplumsal ve boş zaman etkinliklerine
uyum zorluğu ve evlilik uyumunda bozulma gibi toplumsal uyum bozuklukları iyilik
dönemlerinde de saptanmaktadır (7,8). Hastalığın bozukluk süresinin, belirti
düzeyinin, hospitalizasyon sayısı gibi klinik özelliklerin bilişsel bozulmaya katkıda
bulunduğu bildirilmekte olup, duygudurum belirtilerinin bilişsel ve psikososyal
işlevsellikteki bozulma üzerine etkisi gösterilmektedir. Ayrıca duygudurum
semptomları, hastalık özellikleri ve tedavi etkisinden ayrı bir faktör olarak bazı
bilişsel defisitlerin, hastaların genel işlevselliği ve sosyal adaptasyonunda kötüleşme
ile ilişkilendirilmektedir (9).
-
2
Dürtüselliğin karmaşık bir kavram olduğu; kişilik yapısını, davranışsal ve
bilişsel bileşenleri içeren çok yönlü bir kavram olduğu bilinmektedir. Dürtüselliğin
klinik olarak belirlenme ve değerlendirilebilmesi için davranış gözlemleri, olguların
kendilerinin yaptıkları test ölçümlerinin yanı sıra kanıta dayalı bilişsel yaklaşıma
uygun olarak laboratuar ölçümleri de bulunmaktadır. Dürtüselliğin ruhsal bozukluğa
eşlik etmesi tanı ve tedavi sürecini, dolayısıyla da hastanın sosyal rolünün devamını
güçleştirmektedir (10).
Mizaç, duygudurum bozuklukları için zemin hazırlayabilmekte temelde silik
ruhsal hastalık özellikleri olarak gözlenebilmekte ya da yaşam boyu duygulanım
bozukluğu olmaksızın kişiliğin bir özelliği olabilmektedir (11).
Yüz ve duygu tanıma süreçlerinin şizofreni hastalarında bozulduğunu
gösteren ve bunun şizofreniye yatkınlık ve bilişsel işlevlerle ilişkili olabileceğini ileri
süren çalışmalarda artış bulunmaktadır. Ancak yüz ve duygu tanımanın; bipolar
affektif bozukluk ve unipolar depresyon hastalarında değerlendirildiği ve sosyal
işlevsellik, mizaç özellikleri, dürtüsellik ile ilişkisinin bakıldığı çalışma sayısının az
olduğu görülmektedir.
Bu tez çalışmasında, unipolar depresyon ve bipolar affektif bozukluk
hastalarında duygu ve yüz tanımanın, sosyal işlevsellik, dürtüsellik ve mizaç
özellikleri ile ilişkisinin birlikte değerlendirilmesi hedeflenmiş olup, literatürde olan
verilerini arttırmak amaçlanmaktadır. Bunun için Gözler Testi, Benton Yüz Tanıma
Testi, TEMPS-A mizaç ölçeği, Barrat Dürtüsellik ölçeği ve Sosyal İşlevsellik Testi
kullanılmıştır. Yüz ve duygu tanımanın bipolar depresyon ve unipolar depresyon
hastalarında beklenen bozukluğun sosyal işlevsellik ile ilişkili olabileceği
öngörülmekte olup, bipolar remisyon hastalarında bozukluk olup olmadığı, ayrıca
mizaç özellikleri ve dürtüselliğin, yüz ve duygu tanımayı nasıl etkilediği
değerlendirilmek istenmektedir.
-
3
2. GENEL BİLGİLER
2.1. Duygudurum Bozuklukları
2.1.1. Tarihçesi
Homeros’un kitapları depresyon yaşayan insanların tanımladığı en eski yazılı
örnekleri olup, Yunanca’da öfke ve gazap anlamına gelen “mani” sözcüğünün,
Homeros’un İlyada destanında ilk defa kullanıldığı bilinmektedir (12). Mani ve
melankoli kavramlarını ilk defa sistematik olarak kullanan Hipokrat (M.Ö. 460-357)
“kara safrayla” ilişkilendirdiği melankoliyi “iştahsızlık, ümitsizlik, uykusuzluk,
çabuk sinirlenme ve huzursuzluk” hali olarak tanımlamaktadır (13). Kapadokyalı
Aretaeus, mani ve melankoli arasında bağlantı olduğunu, aynı hastaların bu iki
hastalığı farklı zamanlarda yaşadığını belirtmektedir (12).
1800’lü yılların başında Esquirol melankoli terimi yerine daha sonra
“monomaniler” olarak adlandıracağı “delire partielle” yani kısmi çılgınlık terimini
kullanmakta olup, Jules Falret 1854’te hastaların dönüşümlü depresyon ve mani
yaşadıkları “folie circulaire” adlı bir durum tanımlamaktadır. 1882’de Alman
psikiyatrist Karl Kahlbaum siklotimi terimini kullanarak, mani ve depresyonu aynı
hastalığın evreleri olarak belirtmektedir. 1899’da Emil Kraepelin geçmişteki Fransız
ve Alman psikiyatristlerin bilgisi temelinde psikiyatristlerin şu anda bipolar afektif
bozukluk tip 1 tanısı için kullandıkları ölçütlerin çoğunu kullanarak manik depresif
psikozu tanımladığı anlaşılmaktadır. Kraepelin’e göre manik depresif psikozda
bunama ve yıkım içeren bir gidiş olmaması tabloyu dementia precox’tan (sonradan
şizofreni olarak adlandırıldı) ayırt etmektedir (14).
2.1.2. Unipolar Depresif Bozukluk Tanımı
Depresyon; üzüntülü, zaman zaman hem üzüntülü hem bunaltılı bir
duygudurum olarak tanımlanmaktadır. Depresyon nedeniyle bilişsel ve fizyolojik
işlevlerde yavaşlama görülmektedir. Bunlara ek olarak değersizlik, suçluluk,
güçsüzlük, isteksizlik ve umutsuzluk gibi duygu ve düşüncelerinin olduğu çok
-
4
bileşenli bir ruhsal hastalık olarak bilinmektedir (15). Amerikan Psikiyatri Birliği’nin
yayınladığı Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nın 5. Baskısında
depresyon bozuklukları başlığı altında depresyon alt tipleri tanımlanmıştır (16).
Dünya nüfusunun yaklaşık %21’ini etkileyen yaygın bir psikiyatrik hastalık olup, en
sık tanı konulan depresyon tipi ise majör depresyon (unipolar depresyon) olarak
bilinmektedir (17).
Sadece majör depresif dönemleri olan hastalar majör depresif bozukluk veya
unipolar bozukluk tanısı almaktadır (18).
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 5. baskısına (DSM-5)
göre majör depresyon tanı kriterleri aşağıda belirtilmektedir (16):
A. Aynı iki haftalık dönem süresince, aşağıda belirtilenlerden en az beşi (ya
da daha fazlası) olup, önceki işlevsellik düzeyinde azalma mevcuttur. Bu
belirtilerden en az biri çökkün duygudurum, ilgi-istek kaybı ya da zevk
almamadır.
1. Çökkün duygudurum
2. Neredeyse her gün, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin
çoğuna karşı ilgisizlik ya da artık bu etkinliklerden zevk alamıyor
olmak.
3. İştahta azalma ya da artma, buna bağlı kilo kaybı ya da alımı.
4. Uyku ihtiyacında artma ya da uykusuzluk.
5. Psikomotor devinimde azalma ya da artma.
6. Yorgunluk, enerjide azalma.
7. Değersizlik ya da aşırı uygunsuz suçluluk duyguları.
8. Konsantrasyon güçlüğü, karar vermede zorlanma.
9. Tekrarlı ölüm düşünceleri, özkıyım düşünceleri, buna yönelik plan
yapma.
-
5
B. Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili
alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye
neden olur.
C. Bu dönem, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle
ilgili etkilerine bağlanamaz.
D. Majör depresyon döneminin ortaya çıkışı şizoafektif bozukluk, şizofreni,
şizofreniform bozukluk, sanrılı bozukluk ya da şizofreni açılımı
kapsamında ve psikozla giden tanımlanmış ya da tanımlanmamış diğer
bozukluklarla daha iyi açıklanamaz.
2.1.3. Unipolar Depresif Bozukluk Epidemiyolojisi
Çeşitli çalışmalar için kullanılan tanı araçlarına ve tanı ölçütlerine göre majör
depresyonun yaygınlık oranları farklılık göstermektedir. Gelişmiş ülkelerde
(Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa) depresyon prevalansı %18 ve gelişmekte
olan ülkelerde (Çin, Meksika ve Brezilya) %9 olarak saptanmaktadır (19,20).
Amerika Birleşik Devletleri’nde yetişkinlerde majör depresyonun yaşam boyu
yaygınlığı %17’dir (21). “Türkiye Ruh Sağlığı Profili” araştırmasında ise majör
depresyon yaygınlığı %4 olarak bulunmuştur (22). Farklı çalışmalarda farklı sonuçlar
elde edilse bile depresyonun en yaygın görülen ruhsal bozukluk olduğu ortak
sonuçtur (23). Dünya Sağlık Örgütü’ne göre iş görmezlikle geçirilen yılların hem
erkekte hem kadında birinci nedeni olarak depresyon gösterilmektedir (24).
2.1.4. Unipolar Depresif Bozuklukta Sosyodemografik Faktörler
Kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülmektedir. Orta yaşlarda,
özellikle 25-44 yaşları arasında daha sık izlenen bir hastalıktır (25). Yapılan birçok
çalışmada bekarlarda, ayrı yaşayanlarda, dul ve boşanmış olanlarda evlilerden daha
yüksek oranda majör depresyon gelişme riski olduğu ortaya çıkmaktadır (26).
-
6
2.1.5. Unipolar Depresif Bozuklukta Etiyoloji
Depresyona monoaminler (serotonin, norepinefrin ve dopamin) gama amino
bütirik asit (GABA) ve glutamat gibi birçok nörotransmitterin anormal
fonksiyonunun neden olduğu belirtilmektedir (27).
Endokannabinoidler ve kannabinoid 1 reseptör, protein p11, beyin kaynaklı
nörotrofik faktör, substans P ve asetilkolin gibi nöropeptitler ve nörotrofinlerin de
depresyonda rol oynayabileceği çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir (28,29,30,31).
Birçok deprese hastada kortikotropin releasing hormonunun aşırı üretiminin
hipotalamik pitüiter adrenal korteksin aşırı aktivitesine neden olduğu
düşünülmektedir (32). Uzamış veya aşırı glukortikoid sekresyonu nörogenezis
baskılanması veya hipokampal atrofiye neden olabilmektedir (33).
Çeşitli yapısal ve işlevsel beyin görüntüleme tekniklerini kullanan
çalışmalarda duygudurum bozukluklarının duygusal düzenleme ile ilgili olduğu
bilinen spesifik beyin bölgelerindeki anormalliklerle ilişkili olduğu ileri
sürülmektedir (34,35,36). Yapısal nörogörüntüleme çalışmaları, rekürren depresif
epizodları olan bireylerin hipokampuslarının görece daha küçük olduğunu
göstermiştir. Ayrıca amigdala ve ventral striatum gibi subkortikal yapılarda ve
anterior singulat korteks, orbitofrontal korteks ve prefrontal korteks gibi kortikal
bölgelerde de hacimsel anormallikler saptanmıştır (37,38).
Unipolar majör depresyon, sitokinler ve c reaktif protein gibi periferal
inflamatuar markerların yüksek ortalama düzeyleriyle ilişkilendirilmektedir (39).
İnflamasyonun aynı zamanda tedaviye dirençli depresyonla ilişkili olabileceği
belirtilmektedir (40). Çalışmalarda, depresyonlu hastalar arasında, akut faz
reaktanları veya sitokinlerin tedavi öncesi artmış düzeylerinin azalmış yanıtla ilişkili
olduğu gösterilmiştir (41).
Aile ve genetik çalışmaları, duygudurum bozukluklarının gelişiminde genetik
etkenlerin önemli rolü olduğunu ortaya koymaktadır. Duygudurum bozukluğu olan
bireylerin birinci dereceden akrabalarında hastalanma riski oldukça yüksek
-
7
görülmüştür. Unipolar depresyon hastalarının birinci derece akrabalarının hastalanma
riski genel popülasyona göre iki üç kat yüksektir (42).
Çevresel stresle karşılaşan her bireyde depresyon görülmediği halde,
yatkınlığı olanlarda yaşam olaylarının tetikleyici bir etken olduğu düşünülmektedir.
Obsesif, oral bağımlı, histriyonik kişilik özellikleriyle birlikte içe dönüklük
ve nörotisizm depresyon için risk oluşturmaktadır (43,44,45). Depresyona yatkın
kişilerin öz güvenlerinin düşük, üst benliklerinin güçlü, kişilerarası ilişkilerinde
bağımlı, sağlıklı nesne ilişkilerinde yetersiz oldukları bildirilmektedir (46).
Psikanalitik kuramda depresyonun gerçek veya imgesel obje kaybı ile ilişkili
olduğu belirtilmiştir. Kayıp nesnenin içe atımı nesne kaybı ile bağlantılı sıkıntı ile
baş etmek için kullanılan savunma mekanizmasıdır. Bunun sonucunda kaybedilen
nesnede sevgi ve nefretin karışımı görüldüğü için öfke duyguları kişinin kendisine
yöneltilmektedir (47).
Bilişsel kurama göre depresyon kişinin kendisini (negatif benlik algısı),
dünyasını (engellerle ve travmatik olaylarla dolu olduğu) ve geleceğini (acı çekme ve
başarısızlık beklentisi) kendine özgü biçimde görmeye başlamasıyla gelişmektedir
(48).
Davranışçı Kuram depresif belirtilerin gelişmesini ve sürmesini, tekrarlayan
çaresizlik yaşantılarının “sağlıklı” adaptif davranışların sönmesine neden olmasına
bağlamaktadır. Seligman’ın öğrenilmiş çaresizlik modelinde, çocukluktan itibaren
çaresizliği ve çaresizlik duygularını kontrol çabalarının işe yaramadığını öğrenmiş
kişiler herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmaları sonucunda benlik değerlerinin
azalmasıyla birlikte kendilerini çaresiz hissetmeleri sonucu depresyon oluşmaktadır
(49).
Bağlanma Kuramında ise bebeklerin yaşamın ilk birkaç yılında primer bakım
verenleriyle tekrarlayan ilişkiler aracılığıyla bağ kurduğu ve bu deneyimlerin daha
sonra oluşabilecek depresyon üzerine etkili olabileceği düşünülmektedir (50).
-
8
2.1.6. Unipolar Depresif Bozuklukta Bilişsel İşlevler
Depresyonda bedensel ve duygusal belirtilerin yanında bilişsel bozulmanın da
olduğu bilinmektedir (51). Depresif bireylerin nöropsikolojik değerlendirmelerinde
sağlıklı kontrollere göre psikomotor hız, bellek, dikkat ve yönetici işlevlerde
bozulmalar olduğu görülmüştür (52). Yönetici işlevler günlük hayatta
karşılaşılabilecek sorunları çözmek için gerekli beyin işlevleri olup, değişen koşullar
altında ve alınan geribildirime bağlı olarak zihinsel ve davranışsal yanıtların
değiştirilebilmesi için yönetici işlevlerin sağlam olması gerekmektedir. Yönetici
işlevlerin bozulması bireyin bağımsız yaşayabilme yetisini ve sosyal ilişkilerini
sürdürebilmesini engellemektedir (53).
Beyin görüntüleme yöntemlerinin kullanıldığı araştırmalarda majör
depresyonla ilişkili beyin bölgelerinin frontal korteks, limbik sistem, striatum ve
talamus olduğu belirlenmiştir (54). Prefrontal korteksin disfonksiyonundan yönetici
işlevlerle ilgili faaliyetler olumsuz etkilenmektedir (55). Bu nedenle, yönetici işlev
testlerinde bozulmalar majör depresyon hastalarında beklenebilecek bir durumdur.
Majör depresyonda yönetici işlevleri değerlendiren çalışmalarda, işlem
belleğinde, bilişsel kategori değiştirmede, planlamada ve duygusal içeriği anlamada
bozulmalar görülmüştür. İşlem belleği performansındaki bozulmanın özellikle
şiddetli ve tedavi almayan majör depresyon hastalarında belirgin olduğu (56) ve
tedavi ile ortadan kalktığı belirtilmektedir (57).
Bilişsel kategori değiştirme becerilerinin ise özellikle depresif duygudurumla
ilişkili olduğu, majör depresyon atağı geçirmeyen ancak disforik duygudurum
tarifleyen bireylerde de majör depresyon hastalarına benzer bilişsel kategori
değiştirmede sorunlar gösterilmiştir (58). Austin ve arkadaşları (1999) özellikle
melankolik alt tipte perseverasyonların daha sık olduğunu belirtmişlerdir (59). Öte
yandan majör depresyonda yönetici işlevlerin bu alanlarında sağlıklı bireylere göre
değişiklik görülmediğini ortaya koyan çalışmalar da bulunmaktadır (60,61).
Araştırmalardan farklı sonuçlar elde edilmesi çoğunlukla hasta grubunun homojen
olmamasına, majör depresyona eşlik eden diğer psikiyatrik bozukluklara ve
hastaların kullandıkları ilaçların test performansını bozucu etkisine bağlanmıştır.
-
9
Major depresyonun klinik değişkenleri ile yönetici işlevler arasındaki ilişki hakkında
fikir veren araştırmaların az olduğu görülmektedir.
2.1.7. Unipolar Depresyon Bozukluğun Alt Tipleri
Depresyon, klinik görünümlerine göre DSM-5’te sekiz alt tipe ayrılmıştır
(16).
Bunlar:
Psikotik özellikler gösteren alt tipte, majör depresif döneme sanrılar ve/veya
varsanılar eşlik etmektedir. Bu özelliği gösteren depresyon hastalarının ailelerinde
bipolar afektif bozukluk tip 1 daha yaygın görülmektedir. Kendi içinde iki alt grubu
vardır:
Duygudurumla uyumlu psikotik özellikler gösteren: Sanrı ve varsanıların
içeriği suçluluk, hastalık, ölüm, nihilizm gibi depresif duygudurum ile
uyumludur.
Duygudurumla uyumlu psikotik özellikler göstermeyen: Sanrı ve
varsanıların içeriği suçluluk, hastalık, ölüm, nihilizm gibi depresyon
konularını içermemektedir.
Melankolik özellik gösteren alt tip, bütün ya da neredeyse bütün
etkinliklerden zevk alamama, çevresel etkiler ile belirtilerin düzelmemesi, sabahları
erken uyanma özellikle çökkün duygudurumun sabahları daha şiddetli olmasıyla
karakterizedir. Tedaviye yanıt düşük olup, özkıyım riski yüksektir.
Atipik özellikler gösteren alt tipte, kişiyi mutlu hissettirebilecek dış uyaranlar
ile çökkün duygudurum gibi belirtilerin hafiflemesi temel özelliktir. İştahta artış, kilo
alımı, uyku miktarında artış, kurşun paralizisi görülebilmesi olasıdır. Ayrıca kişiler
reddedilmeye karşı aşırı duyarlı davranmaktadırlar.
Bunaltılı çökkünlük alt tipinde, kişide bunaltı, gerginlik hissi, olağan dışı
huzursuzluk, kaygı nedeniyle odaklanmakta güçlük çekme görülmektedir. Ayrıca
-
10
neredeyse sürekli kötü bir şey olacağı ve özdenetimini yitireceğinden korkma
mevcuttur.
Karma özellikler gösteren alt tipinde, depresyon döneminin neredeyse her
gününde, günün büyük bir kesiminde; taşkın duygudurum, benlik saygısında abartılı
artış, daha konuşkan olma, fikir uçuşması, amaca yönelik etkinlikte artış, kötü
sonuçlar doğurabilecek etkinliklere katılımın artması ve uyku gereksiniminde azalma
gibi hipomani/mani belirtilerinin en az üçü bulunmaktadır.
Katatoni özellikleri gösteren alt tipinde, dönemin büyük bir kesiminde
katatonik belirtiler görülmektedir.
Doğum zamanı başlayan (peripartum) alt tipinde, depresif belirtiler gebelik ya
da doğumdan sonraki dört haftalık dönemde ortaya çıkmıştır.
Mevsimsel örüntü gösteren alt tipte, depresyon dönemlerinin başlangıcı ile
yılın belirli bir zamanı arasında düzenli zamansal ilişki olup, yılın belirli
zamanlarında tam düzelme görülmektedir. Depresif dönemler son iki yılda aynı
mevsimde ortaya çıkar ve bu mevsim dışındaki zamanlarda depresif dönem yoktur.
2.1.7. Unipolar Depresif Bozuklukta Prognoz
Tedavi edilmemiş depresif atak 6 ile 13 ay arası sürerken, en iyi tedaviyle bu
süre yaklaşık 3 ay olmaktadır. Unipolar depresif atakta tedaviye rağmen tekrarlama
olasılığı bulunmaktadır. Bir majör depresif atağın iyileştikten sonra tekrarlama oranı,
iki yıl içinde %50 ve 6 yıl içinde %90 olarak bulunmuştur (62).
Majör depresif bozukluk hastalarında ilk atak sonrası 6 ile 10 yıllık dönem
içerisinde %5-10’unda manik atak görülmektedir. Depresyon tanısı konduktan sonra
tanının bipolar affektif bozukluk tip 1’e döndüğü hastalarda hipersomnia, psikomotor
gerileme, psikotik belirtiler, postpartum atak öyküsü ve antidepresan nedenli
hipomani gibi özelliklerin olduğu bazı klinisyenler tarafından bildirilmiştir (18).
Depresyonu olan hastaların %75 inde ölme isteği ve intihar düşüncesi
izlenirken, hastaların 1/3’ü intihar girişiminde bulunmakta ve bunların %10’u ölümle
sonuçlanmaktadır (63).
-
11
Hafif geçirilen atak, psikotik belirtilerin olmaması, hastanede kısa süreli kalış,
güçlü arkadaş ilişkileri, iyi aile bağları, hastalık öncesi 5 yıllık dönemde yeterli
sosyal işlevsellik bulunması, psikiyatrik veya kişilik bozukluğunun bulunmayışı,
birden fazla majör depresif bozukluk tanısı ile hastane yatışı olmayışı, geç başlangıç
iyi prognoz, distimik bozukluğun eşlik edişi, alkol ve madde kötüye kullanımı, kaygı
(anksiyete) bozukluğu belirtileri ve birden fazla depresif atak öyküsü, erkek cinsiyet
kötü prognoz göstergeleridir (18).
2.1.8. Bipolar Affektif Bozukluk Tanımı
Bipolar affektif bozukluk (iki uçlu mizaç bozukluğu), düzenli veya düzensiz
olarak tekrarlayan depresif, hipomanik ve manik dönemlerle seyreden kronik seyirli
bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Bu dönemler arasında kişi sağlıklı duygudurum
haline (remisyon) dönebilmektedir. Ayrıca, yineleyici özellikte, işlev kaybına yol
açan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından toplumda yeti yitimi oluşturan hastalıklar
arasında sekizinci sırada yer aldığı bildirilmiştir (64).
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı 5. baskısına (DSM-5)
göre majör depresyon, mani ve hipomani dönemlerinin tanı kriterleri aşağıda
belirtilmektedir (16). Mani dönemi:
A. En az bir hafta süreyle kabarmış, taşkın ya da çabuk kızan, olağandışı ve
sürekli bir duygudurumun ve amaca yönelik etkinlikte ve içsel güçte,
olağandışı ve sürekli artışın olduğu ayrı bir dönemin, neredeyse her gün,
günün büyük bir bölümünde bulunması.
B. Duygudurum bozukluğunun olduğu dönem boyunca, aşağıdaki
belirtilerden üçü (çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü) ya da daha
çoğu belirgin derecede vardır.
1. Abartılmış benlik ya da büyüklük düşünceleri.
2. Uyku ihtiyacında azalma.
3. Her zamankinden çok konuşma ya da basınçlı konuşma.
-
12
4. Fikir uçuşması ya da düşüncelerin birbiri arkasına gelmesi.
5. Dikkat dağınıklığı.
6. Amaca yönelik etkinlikte artma ya da psikodevinsel kışkırma.
7. Kötü sonuçlar doğurabilecek, zevk verici etkinliklere aşırı katılma.
C. Duygudurum bozukluğunun iş yaşamı, sosyal etkinlik ve ilişkilerde
önemli bozulmaya yol açacak ya da kendine ya da başkalarına zarar
vermesini önlemek için hastaneye yatırılmasını gerektirecek ağırlıkta ya
da psikotik özellikte olması.
D. Bu semptomlar bir madde kullanımının ya da genel tıbbi durumun
doğudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
Hipomani dönemi:
A. Olağan depresif olmayan duygudurumdan açıkça farklı, en az dört gün,
gün boyu süren sürekli, kabarmış, taşkın ya da irritabl ayrı bir
duygudurumun olması
B. Duygudurum bozukluğunun olduğu dönem boyunca, aşağıdaki
belirtilerden üçü (çabuk kızan bir duygudurum varsa dördü) ya da daha
çoğu belirgin derecede vardır.
1. Abartılmış benlik ya da büyüklük düşünceleri.
2. Uyku ihtiyacında azalma.
3. Her zamankinden çok konuşma ya da basınçlı konuşma.
4. Fikir uçuşması ya da düşüncelerin birbiri arkasına gelmesi.
5. Dikkat dağınıklığı.
6. Amaca yönelik etkinlikte artma ya da psikodevinsel kışkırma.
7. Kötü sonuçlar doğurabilecek, zevk verici etkinliklere aşırı katılma.
-
13
C. Bu dönem, kişinin semptomatik olmadığı zamanlardakinden çok daha
farklı, işlevsellikte değişikliğin görüldüğü bir dönemdir.
D. Duygudurum bozukluğu ve işlevsellikteki değişiklik başkalarınca
gözlenmektedir.
E. Bu dönem, toplumsal ya da mesleki işlevsellikte belirgin bozukluğa yol
açacak ya da hastaneye yatırılmayı gerektirecek düzeyde değildir ve
psikotik özellikler göstermez.
F. Bu semptomlar bir madde kullanımının ya da genel tıbbi durumun
doğudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
Majör depresyon dönemi:
A. Aynı iki haftalık dönem süresince, aşağıda belirtilenlerden en az beşi (ya
da daha fazlası) olup, önceki işlevsellik düzeyinde azalma mevcuttur. Bu
belirtilerden en az biri çökkün duygudurum, ilgi-istek kaybı ya da zevk
almamadır.
1. Çökkün duygudurum
2. Neredeyse her gün, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin
çoğuna karşı ilgisizlik ya da artık bu etkinliklerden zevk alamıyor
olmak.
3. İştahta azalma ya da artma, buna bağlı kilo kaybı ya da alımı.
4. Uyku ihtiyacında artma ya da uykusuzluk.
5. Psikomotor devinimde azalma ya da artma.
6. Yorgunluk, enerjide azalma.
7. Değersizlik ya da aşırı uygunsuz suçluluk duyguları.
8. Konsantrasyon güçlüğü, karar vermede zorlanma.
9. Tekrarlı ölüm düşünceleri, öz kıyım düşünceleri, buna yönelik plan
yapma.
-
14
B. Bu belirtiler klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, işle ilgili
alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında işlevsellikte düşmeye
neden olur.
C. Bu dönem, bir maddenin ya da başka bir sağlık durumunun fizyolojiyle
ilgili etkilerine bağlanamaz.
2.1.9. Bipolar Affektif Bozukluk Epidemiyolojisi
Bipolar affektif bozukluğun unipolar depresif bozukluğa göre görülme
sıklığının bir hayli az olduğu bilinmektedir. Hipomani sıklıkla olgular tarafından
tanımlanamaz ve hatırlama hataları sonuçları etkilemektedir.
Bipolar affektif bozukluk için yaşam boyu prevalans %0.7-1.6 arasında olup
ortalama olarak %1,2 şeklindedir (44). Spektrum olarak ele alındığında bipolar
bozukluklarının yaşam boyu yaygınlığı %2.6-6.5 arasında olduğu düşünülmektedir
(65). Bipolar tipleri açısından bipolar affektif bozukluk tip 1 prevalansının %0.8,
bipolar affektif bozukluk tip 2 prevalansının %0.5 olduğu gözlenmiştir (66,67,68).
2.1.10. Bipolar Affektif Bozuklukta Sosyodemografik Veriler
Bipolar affektif bozukluk yaşamın her döneminde ortaya çıkabilmektedir.
Ancak BAB-1 tanısı alan hastaların %50’den fazlasında belirtiler 15-25 yaş
aralığında başlamaktadır (69,70). BAB-2 için, başlangıç yaşı daha geçtir. BAB-1,
kadınlarda erkeklerden ortalama 5 yıl daha geç başlamaktadır (71).
BAB-1, kadın ve erkeklerde eşit oranda görülse de BAB-2 kadınlarda
erkeklerden daha sık görülmektedir (72).
BAB, evli bireylere oranla boşanmış ya da yalnız yaşayan bireylerde daha sık
gözlenmektedir (73,74,75). Bunun nedenleri arasında hastalığın erken başlangıç yaşı
nedeniyle evlenmeme ve hastalıktan kaynaklanan uyum sorunlarının boşanma ile
sonuçlanması sayılmaktadır (44).
-
15
BAB’nin yüksek sosyoekonomik düzeye sahip bölgelerde daha sık olduğuna
ilişkin verilerin yanında, düşük gelirli bölgelerde bozukluğun daha sık olduğunu
gösteren çalışmalara da rastlanmaktadır (69,73,76)
2.1.11. Bipolar Affektif Bozuklukta Etiyoloji
Araştırmalar bipolar affektif bozukluğun polimorfik ve multifaktöriyel bir
kalıtım ile genetik geçiş gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bipolar affektif bozukluk
tip I oranı birinci derece akrabalarda kontrollere oranla 8-10 kat artmıştır (77).
Mani oluşumunda noradrenerjik aktivasyondan, "noradrenerjik-kolinerjik"
sistemler arasındaki denge bozukluğundan ve kolinerjik yetersizlikten
bahsedilmektedir. Manik epizot sırasında noradrenalin metaboliti 3-metoksi-4-
hidroksi-fenilglikolün plazmada arttığı bilinmektedir. Sinaptik aralıkta katekolamin
miktarını artıran trisiklik antidepresanlar (TCA) ya da stimülanlar manik epizotlara
neden olabilmektedir. Serotonin öncüsü olan L-triptofan yüksek dozlarda
verildiğinde mani benzeri tablo oluşturmaktadır. Serotoninin uyku-uyanıklık, yeme
isteği, libido ve beden ısısı gibi işlevlerde önemli düzenleyici görevinin olduğu
bilinmektedir. Serotonin, adrenalin ve dopaminle beraber amaçlı devinim
işlevlerinde, saldırgan davranışların bastırılmasında etkin yer almaktadır (15).
Manide dopaminerjik sistem aktivitesinde uyarılma vardır. Dopamin aktivitesinin
genel olarak depresyonda düştüğü, manide yükseldiği düşünülmektedir. Asetilkolinin
sinaptik salınımının artmasının depresyon, azalmasının ise mani ile ilgili olduğu,
GABA gibi aminoasit nörotransmitterlerin ve özellikle vazopressin ve endojen
opiyatlar gibi nöroaktif peptidlerin duygudurum bozukluklarının fizyopatolojisinde
rol oynadığı anlaşılmaktadır (44).
Beyinde BAB ile ilişkili işlevsel ve yapısal değişikliklerin olduğu birçok
çalışmada kanıtlanmıştır (78). Lateral ventriküllerde genişleme en sık ortaya konan
bulgu olup, tekrarlayan manik epizotlarla ilişkili olduğu görülmüştür (79).
Görüntüleme çalışmalarında ventromedial prefrontal korteks, ventrolateral prefrontal
korteks, dorsolateral prefrontal korteks bölgelerinde hacim azalması ve işlev
bozukluğu saptanmıştır (80,81,82). Prefrontal kortekste işlev bozukluğu, limbik ve
paralimbik bölgelerin işlevinin düzensizliği sonucu emosyonel tepkisellikte artış,
-
16
irritabilite, dürtüsellik, dikkat ve bilişsel işlevlerde bozulmaya neden olmaktadır (83).
Hem BAB tanılı hastalarda hem de riskli gruplarda, yapısal ve işlevsel bozulma
gösteren bu bölgeler arasındaki beyaz cevher bağlantılarında değişiklik olduğu
görülmüştür (80,84,85,86).
Duygudurum bozukluklarında, ilk dönemlerin genellikle bir çevresel stres
sonrası ortaya çıktığı, ancak sonraki dönemlere stresli yaşam olaylarının eşlik etme
sıklığının daha az olduğu gözlemi “Duyarlılaşma Modeli’nin (Kindling Model)”
geliştirilmesine neden olmuştur (87). Bu modele göre; geçirilen ilk manik atak ya da
depresif dönemi tetikleyen stresli yaşam olayları olmakla birlikte, bu durum sonraki
hastalık dönemlerinde beyinde bazı hücresel ve biyokimyasal değişikliklere yol
açmaktadır. Bu durum bireylerdeki stresör etkenlere karşı duyarlılığı artırarak stresle
başa çıkma becerisini azaltmakta, dolayısıyla atak geçirmeyi kolaylaştırmaktadır. Bu
süreç bir kısır döngüye neden olarak atakların sayısını artırmakta ve süresini
uzatmaktadır (88).
Ödül ve cezaya duyarlı iki temel motivasyon sistemi olan Davranışsal
İnhibisyon Sistemi (DİS) ve Davranışsal Aktivasyon Sistemi (DAS)’nden oluşan
“Pekiştirme Duyarlılık Kuramı”, Gray tarafından önerilmiştir. Buna göre anksiyete
ceza, dürtüsellik ise ödül mekanizmasıyla ilişkili olup, bu modele göre BAB
açıklanırken DAS vurgulanmaktadır (89). Davranış için verilen belli bir uyaranın
bireyde gözlenen etkileri DAS duyarlılığı ile açıklanıp, BAB hastalarında DAS
duyarlılığının yüksek olduğu ve bu durumun hastalık gelişimi ve şiddeti ile ilişkili
olduğu görülmektedir (90).
Bipolar affektif bozukluk tanılı hastalarda duygudurum atakları sırasında
sirkadyen ritmde ve uyku/uyanıklık döngülerinde belirgin bozulma izlenmektedir
(91). “Sosyal Ritm Vericiler Kuramı (Social Zeitgeber Theory)”, stresli yaşam
olaylarının uyuma/uyanma ve yemek zamanı gibi durumların düzenini bozabildiğini,
bunun sonucunda da sirkadyen ritm bozuklukları izlenerek, hastalığa yatkın kişilerde
duygudurum atağı olabileceğini belirtmektedir (92). Sosyal ritimdeki
dalgalanmaların azaltılmasının BAB’da atak tekrarlarına karşı koruyucu olduğu
araştırmacılarca bildirilmektedir (93).
-
17
BAB tanılı bireylerin yaklaşık %50 sinde çocukluk çağı ihmal ve istismar
gibi travmatik yaşantılar olduğu saptanmıştır (94).
2.1.12. Bipolar Affektif Bozuklukta Bilişsel İşlevler
BAB hastalarında, sağlıklı kontrollere göre bellek ve sözel akıcılık,
dikkat/işlemleme hızı ve yürütücü işlevlerde daha fazla bozulma olduğu
gösterilmiştir (95). Psikotik özelliklerin eşlik ettiği BAB hastalarında, klinik
özelliklerden bağımsız olarak daha fazla nörobilişsel bozukluk olduğu
bildirilmektedir. (96) Şizofreni ve BAB’da sözel akıcılık, çalışan bellek, yürütücü
işlevler ve motor hız için benzer ölçüde bozukluklar olduğu gösterilmektedir (95).
Bozulmaların bir kısmı remisyon döneminde de devam etmektedir.
2.1.13. Bipolar Affektif Bozukluk Alt Tipleri
DSM-5’e göre bipolar bozukluk alt tipleri; BAB-1, BAB-2, siklotimik
bozukluk, maddenin/ilacın yol açtığı bipolar ve ilişkili bozukluk, başka bir sağlık
durumuna bağlı bipolar ve ilişkili bozukluk, tanımlanmış diğer bir bipolar ve ilişkili
bozukluk, tanımlanmamış bipolar ve ilişkili bozukluk şeklindedir.
Bipolar affektif bozukluk tip 1, en az bir mani dönemi geçirmiş olması
gerekmektedir. Mani dönemi öncesi ve sonrasında hipomani ve/veya majör
depresyon dönemi bulunabilmektedir.
Bipolar affektif bozukluk tip 2, hipomani dönemi ve majör depresyon dönemi
geçirmiş olması gerekmektedir.
2.1.14. Bipolar Affektif Bozukluk Prognozu
Bipolar affektif bozukluk yineleme riski çok yüksek bir hastalıktır. İlk manik
epizod sonrası hastaların %40-50’sinin takip eden iki yıl içinde ikinci manik epizod
yaşadığı bildirilmektedir. Birçok hasta hem depresif hem manik epizod yaşarken,
hastaların %10-20’si sadece manik epizod yaşamaktadır (44). Ayrıca epizodlar
-
18
sırasında, artan dürtüsellik ve risk alma davranışı nedeniyle alkol ve madde kötüye
kullanımı sıklığı artmaktadır (97).
Bipolar affektif bozukluk hastaları ilk yakınmalarla psikiyatriste
başvurduğunda %69’una tanı konulamamaktadır (98). Ek tanılı durumların fazla
olması tanı konulmasını güçleştiren en önemli sebeplerden biridir. Belirtilerin
başlangıcından tanı konulana kadar geçen süre yaklaşık 10 yıldır (99,100).
Bipolar bozukluk büyük oranda depresyonla başlamaktadır. Depresif
epizodların süresi çoğunlukla daha uzun sürmekle birlikte şiddeti değişkenlik
göstermektedir (100).
Hızlı döngülü kavramı bir yılda en az dört dönemin ortaya çıkmasını ifade
etmektedir (44). Bu nedenle hızlı döngülü olgularda nadiren belirtiler kaybolmakta,
sonuç olarak ciddi sosyal ve mesleki işlevsellik kaybı olmaktadır (101).
Karma epizod manik ve depresif belirtilerin birlikte bulunduğu bir durum
olup, kadınlarda daha sık görülmektedir (102,103). Bipolar affektif bozuklukta
tedavisi en güç tablolardan biridir ve çoğunlukla özkıyım görülmektedir (104,105).
Hastalar yaşam boyu ortalama 8-10 epizod geçirmektedir. Hastaların
%28’inde epizodlar mevsimsel özellikte olup, bu durum BAB 2 hastalarda BAB 1
hastalara göre daha sık ortaya çıkmaktadır (12).
Goodwin ve jamison’a göre (1990) hastaların %25-50’si yaşamlarında bir
kere intihar girişiminde bulunmakta ve %15’i de intihar sonucu ölmektedir. Bipolar
hastaların ölümle sonuçlanan intihar girişimleri, genel popülasyondan 23-30 kat daha
fazla olarak görülmektedir. Depresyon dönemindeki intihar davranışının ise bipolar
manidekinden 35 kat gibi çok daha fazla olduğu ileri sürülmektedir (63).
Bipolar bozuklukta manilerin baskın olması, olumlu aile, sağaltıma iyi uyum,
uzun iyilik dönemleri, iş ve uğraşı koşulları, ailede düşük duygu dışa vurumu iyi
prognoz kriterleridir. Erken başlangıç, ileri yaş, ara dönemde kalıntı belirtiler, karma
dönemler, ruhsal bozukluk ek tanısı, 10’dan fazla mani dönemi, uzun çökkünlük
dönemleri, hızlı döngülülük, erkek cinsiyet kötü prognoz kriterleridir. Tüm bipolar
-
19
affektif bozukluk tip 1 hastalarının üçte birinde kronik belirtiler ve sosyal
işlevsellikte azalma söz konusu olmaktadır (63).
2.2. Affektif Mizaç
2.2.1. Tarihçesi
Eski çağlardan beri doğuştan gelen bazı mizaç özelliklerinin belirli psikiyatrik
bozukluklarla ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Hipokrat, kişilik ve mizaç tiplerini
biyolojik bir yaklaşımla dört sıvı (kara safra, kan, sarı safra, lenf) kuramıyla
açıklamıştır. Bireyin yapısal özelliklerini tanımlayan mizaç kavramının kökeni
Hipokrat’a kadar uzanıyor olsa da ilk olarak Kraepelin tarafından klinik psikiyatride
kullanılmıştır. Kraepelin, dört temel duygulanım (depresif, siklotimik, hipertimik,
irritabl) görünümünden söz etmiş ve affektif mizaç ile affektif patoloji arasında bir
süreklilik önermiştir (106).
Schneider, 1958 yılında Kraepelin’in gözlemlerini genişletmiş, depresif ve
hipomanik mizaçları tanımlamıştır. Schneider, Kraepelin’in aksine bu iki mizacın
duygudurum bozukluklarıyla bir bağlantısı olmadığını savunmuştur (11,107).
Akiskal ve arkadaşları da Kraepelin’in kavramını yeniden hayata geçirerek
mizacı, duygudurum bozukluklarının temeli olarak sunmuş ve duygulanım
yelpazesini eşikaltı duygulanım izlerinden ağır duygulanım bozukluğuna kadar
çizmiştir (108). Akiskal Kraepelin’in dört ana mizacına anksiyöz mizacı da
ekleyerek; depresif, hipertimik, siklotimik, irritabl(sinirli) ve anksiyöz (endişeli)
mizaç olmak üzere beş temel mizacı tanımlamıştır (109).
2.2.2. Tanım ve Sınıflandırma
Mizaç, literatürde temperament olarak ifade edilmektedir. Temparement
Latince karışım anlamına gelen temperare sözcüğünden İngilizceye geçmiştir. Tanım
olarak, kalıtımla geçen ve yaşam boyu çok az değişebilen yapısal özelliklerdir.
Karakter ise eski Yunancada nakşedilmiş anlamına gelen “characteria” sözcüğünden
gelmiş olup, çevrenin ve eğitimin etkisi ile gelişebilen, zamanla değişebilen,
-
20
öğrenilmiş tutumlardan oluşmaktadır. Kişilik de Latince maske demek olan
“persona” dan türemiş, “personality” sözcüğünün Türkçe karşılı olup, genetik yönü
olan mizaçla, sosyal ve kültürel yönü olan karakterin birleşmesinden oluşmaktadır
(110,111).
Akiskal’a göre affektif mizaç tipleri (112):
Distimik mizaç:
1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)
2. Herhangi bir duruma ikincil olmayan aralıklı, hafif depresyon
3. Sıklıkla anhedoni ve anerji
4. Fazla uyuma (>9 saat/gün)
5. Schneiderian depresif kişilik özellikleri yer alır:
Ümitsiz, kötümser, neşesiz veya eğlenemeyen
Sessiz, pasif, kararsız
Şüpheci, eleştiren veya şikayet eden
Derin derin düşünen ve endişelenen
Vicdanlı, kendi kendini disipline eden
Kendine karşı eleştirel ve cezalandırıcı
Başarısızlığın, yetersizliğin ve olumsuz olayların üzerinde gereğinden
fazla durur
Hipertimik mizaç:
1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)
2. Nadiren araya giren ötimiyle birlikte eşik altı hipomanik özellikler
3. Uyku süresi azdır (
-
21
İrritabl, neşeli, aşırı iyimser, abartılı, gösterişli
Saf, özgüveni yüksek, övüngen, abartılı, gösterişli
Azimli, tedbirsiz ve bitmez tükenmez bir dürtüyle koşuşturan
Aşırı konuşkan
Sıcakkanlı, insancıl veya dışa dönük
Sık sık başkalarının işine karışan
Aşırı yenilik arayışı, riskli cinsel ilişkiler
İrritabl mizaç:
1. Erken başlangıç (21 yaşından önce)
2. Kişilerde çoğunlukla karamsarlık söz konusudur (irritabl ve çabuk kızan
olma)
3. Derin düşüncelidir
4. Aşırı eleştiren ve şikayet eden kişilerdir
5. Aksi şakalar yaparlar
6. İstenmediği yer ve zamanlarda bulunarak çevresinde rahatsızlık
oluşturabilir
7. Disfori yerinde duramama gözlenebilir
8. Dürtüsel kişilik özellikleri mevcut
9. Antisosyal kişilik bozukluğu, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
ölçütlerini karşılamaz.
Siklotimik mizaç:
1. Erken başlangış (21 yaşından önce)
2. Nadiren ötiminin olduğu, sık ve kısa döngüler söz konusu
3. Bir fazdan diğerine öznel ve davranışsal görünümler arasında ani
geçişlerin olduğu iki dönemlilik
4. Öznel görünümleri şu şekilde:
-
22
Letarji ya da canlılık
Kötümserlik ya da iyimserlik
Zihinsel konfüzyon ya da yaratıcı düşünce
Değişen benlik saygısı
Davranışsal görünüm şu şekilde:
Azalmış sözel dışa vurum ya da çok konuşma
Hipersomni ya da uyku ihtiyacında azalma
Nedensiz şekilde ağlama ya da aşırı şakacılık
İçe dönük ya da diğerleri ile yoğun iletişim hali
Üretkenlikte belirgin değişkenlik
Anksiyöz (endişeli) mizaç:
1. Erken ve sinsi başlangıç, kronik veya aralıklı olarak kaygı duyma
mevcuttur
2. Kaygıyla ilişkili bilişsel içerik:
Olağan konular hakkında önlenemez endişe
Sebepsiz güvensizlik hissi
Bir felaket, engel bir durum olacakmış hissi
Tetikte bekler ve sürekli gergin hisseder
3. Otonomik sinir sistemi aktiftir:
Gerginlik
Gastrointestinal şikayetler
4. Davranışsal belirtiler:
Ürkek, huzursuz, yerinde duramayan ve irritabl
Çalışmalarda, baskın affektif mizaç özelliklerinin minör ve majör
duygudurum bozukluklarının eşik altı belirtileri olduğu gösterilmektedir. Her beş
-
23
kişiden birinde, baskın mizaç özelliklerinin olduğu düşünülüp, kadınlarda depresif,
siklotimik ve anksiyöz, erkeklerde ise hipertimik ve irritabl mizaç daha çok
görülmektedir. Moleküler genetik çalışmalarda depresif, siklotimik, anksiyöz, irritabl
mizacın serotonerjik; hipertimik mizacın dopaminerjik düzenleme ile ilişkli olduğu
anlaşılmaktadır (113).
2.3. Dürtüsellik
2.3.1. Tanımı
Dürtüsellik, bilişsel, davranışsal ve nörofizyolojik bileşenleri içeren çok
yönlü ve karmaşık bir kavramdır (114,115,116). Dürtüselliğin çeşitli tanımlamaları
bulunmaktadır. Dürtüsellik, yetersiz olarak tasarlanmış, zamanından önce ortaya
konulan, riskli ya da duruma uygun olmayan ve çoğunlukla istenmeyen sonuçlar
doğuran davranışlardır (115).
Hollander ve Evers dürtüselliğin davranışın ölçülebilir bir özelliği olduğunu;
sabırsızlık, dikkatsizlik, risk alma, heyecan ve haz arama, yaşanılan travmanın
beklenenden az hissedilmesi ve dışa dönüklük şeklinde gözlemlenebileceğini
vurgulamaktadır (117). Moeller ve arkadaşları dürtüselliğin tanımında 3 temel öğeye
yer vermiş olup, 1- davranışın olumsuz sonuçlarına duyarlılıkta azalma, 2- bilginin
işlemlenmesi tamamlanmadan önce uyarana hızlı, plansız tepki verme, 3- uzun
dönem sonuçlara önem verme eksikliği şeklinde belirtmektedir (114). Dickman ise
her dürtüsel davranışın dezavantajlı olmadığına dikkat çekmekte, dürtüselliği işlevsel
dürtüsellik ve işlevsel olmayan dürtüsellik şeklinde ele almaktadır. Dürtüsel
bireylerin, verilen göreve daha az zaman harcadıklarını, buna bağlı olarak da dikkat
ve odaklanmayı gerektiren görevlerde daha kötüyken, dikkatin hızlıca yön
değiştirmesi gereken durumlarda daha başarılı olduklarını ifade etmektedir (118).
Dürtüselliğin bazı işlevsel ve uyum sağlayıcı yönleri olduğu öne sürülse de genelde
suç, şiddet, kendine fiziksel olarak zarar verme, kabul gören sosyal standartlara
uyumsuzluk gibi davranışlarla ilişkili işlevsel olmayan bir özelliği ifade etmektedir
(119).
-
24
Deneysel davranışsal yaklaşım dürtüselliği; büyük ve gecikmiş ödül yerine
küçük ve hemen gelen ödülü tercih etmek olarak tanımlarken, “öz-denetim” kavramı
ile tam tersi davranışların altı çizilmektedir. Dolayısıyla dürtüsellik ve öz-denetim
aynı zihinsel sürecin iki ayrı yüzü olarak belirtilmektedir (120).
Barratt ve Patton ise dürtüselliği; nörofizyolojik temele dayanan, davranışın
bağlam ve sonuçlarına uymada yetersizlik olarak tanımlamış; motor aktivasyon,
dikkatsizlik ve plan yapmama şeklinde ele almıştır (122).
Dürtüselliğin; plan yapmama, risk alma, dışa dönüklük, heyecan arama, yanıt
inhibisyonu, karar verme gibi bilişsel süreçlerle ilgili olduğu bildirilmektedir
(121,123,124).
Yanıt inhibisyonunda dürtüsellik erken zamanından önce tepki verme ya da
yanıtı ertelemede yetersizlik olarak tanımlanmaktadır (125). Yanıt inhibisyonunun
uyarana yanıt vermeden önce kapsamlı değerlendirme yetersizliği olarak açıklanan
“hızlı-tepki dürtüselliği” ve kişinin daha sonra gelecek olan büyük ödül için yanıtını
erteleyemediği “ödül erteleme dürtüselliği” olarak birbirini tamamlayan iki düzeneği
bulunmaktadır (115).
Karar verme; davranışın olası yarar ve bedelini tahmin edebilmek olup;
tercihleri sıralama, eylemleri seçme ve düzenleme, davranışların sonuçlarını
değerlendirme ve sonuçlardan öğrenme süreci, seçimlerimizin kısa vadedeki
sonuçları ile uzun vadedeki sonuçları arasında denge sağlanması anlamına
gelmektedir. Karar aşamalarının düzenlenmesi ve değerlendirilmesi, riskli
durumlarda tercih yaparken büyük ölçüde algı ve dikkat kapasitesine bağlı
olmaktadır. Karar verme ve risk alma davranışlarının belirlenmesinde gelişmiş
yargılama becerileri, yüksek işlemleme hızı, dikkat ve bellek işlevleri etkin role
sahiptir (126,127).
Risk alma, zarar veya tehlike ile sonuçlanma olasılığı yüksek fakat aynı
zamanda kişiye zevk veren aktivitelere katılma olarak tanımlanmaktadır. Risk alma
davranışı stratejik bir yanıtın seçilmesi olarak kabul edilirken, dürtüsellik ise eğilim
ve davranış örüntüsüdür. Risk alma, dürtüsellik belirtileri olarak sayılmaktadır
(128,129).
-
25
Dürtüsellik, durumsal ve sürekli olmak üzere iki bileşen ile ele alınmaktadır.
Sürekli dürtüsellik her zaman davranışa yansımasa da süreğen kişilik özelliklerini
oluşturmaktadır. Durumsal dürtüsellik ise çevresel ve biyolojik koşullara bağlı
değişen bir çeşitliliği ifade etmektedir. Dürtüsel davranış için toplam risk durumsal
ve sürekli dürtüselliğin etkileşimine bağlı olup, bu iki bileşenin etkileşimi belirli bir
eşik değeri geçtiğinde dürtüsel davranış ortaya çıkmaktadır (130).
Dürtüsellik hem normal hem de klinik popülasyonda görülebilmektedir.
Patolojik boyuttaki dürtüsellik kişilerin yaşam kalitesini bozmakta ve işlevselliklerini
azaltmaktadır (114,126). Artmış dürtüsellik, madde kötüye kullanımı, intihar
davranışı ve diğer ciddi davranışsal problemlerle sonuçlanabilmektedir (131). B
kümesi, bağımlı ve şizotipal kişilik bozuklukları, dürtü kontrol bozuklukları, yeme
bozuklukları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ile başta BAB olmak üzere
duygudurum bozuklukları, şizofreni, madde kullanım bozuklukları gibi çeşitli
psikiyatrik bozukluklarla görülebilmektedir (115,116,132,133).
2.3.2. Nörobiyolojisi
Dürtüsellik düzeyinin belirlenmesinde genetik bir yatkınlık olduğu
bildirilmiştir (134). Dürtüselliğin genetik aktarımında serotonin ve dopamin
sistemlerinin rol oynadığı düşünülmektedir (135). Kişiler arasında dürtüsellik
açısından ortaya çıkan farkların genetik ve mizaç özelliklerinin ya da farmakolojik ve
nöral faktörlerin çevresel deneyimlerle etkileşmesi sonucunda oluştuğu öne
sürülmektedir (136). Serotonerjik nöronların, dürtüsel davranışların ortaya çıkışında
etkin rolü bulunmaktadır (137). Serotonin (5HT) düzeyinin azalması ile dürtüsel
seçimlerde artış, dürtü kontrolünün bozulması, saldırganlık ve intihar davranışlarının
ilişkili olduğuna dair güçlü kanıtlar mevcuttur (138). Pozitron Emisyon Tomografisi
(PET) ile yapılmış prefrontal bölgede, bölgesel 5HT dağılımlarını inceleyen bir
nörogörüntüleme çalışmasında anterior singulat kortekste 5HT işlevinde azalma
saptandığı görülmektedir (139).
Dopamin (DA) ve norepinefrin (NE) sistemlerinin de dürtü kontrolünde
önemli olduğu belirtilmektedir (140). Amfetamin, metilfenidat ve kokain gibi DA
agonistleri dürtüsel seçimleri azaltmış, DA antagonistleri arttırmıştır (141). Nukleus
-
26
akumbenste DA aktivitesinin artışı motor dürtüselliği artırırken prefrontal korteks
veya bir bölümü olan orbitofrontal kortekste DA artışı dürtüsel karar vermeyi
azaltması DA’nın dürtüsellikteki rolünün heterojen nitelikte olduğunu göstermektedir
(137).
Nörogörüntüleme çalışmalarında prefrontal korteks ve amigdalanın
dürtüselliği kontrol etmede anahtar rol oynadığı ve “seçme davranışının” oluşumuna
yardımcı olan çoklu nöral şebekelerinin bir parçası olduğu düşünülmektedir (120).
Ayrıca nukleus akumbens ödül ilişkili davranışın düzenlenmesinde önemli rol
oynamaktadır (142).
2.3.3. Nörobilişsel İşlevlerle İlişkisi
Tepki hızı, dikkat, sözel ve görsel bellek, yürütücü işlevler, dil ve dürtüsellik
değerlendirmesini içeren bir araştırmada Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BDÖ-11)
puanları ile özellikle bellek ve yürütücü işlevler arasında negatif yönlü bir ilişki
olduğu öne sürülmektedir (143,144).
Karmaşık bir karar ile karşı karşıya kalan, işlem belleğinde sorun yaşayan
birey uzun zamanlı sonuçlar ile değil, dürtüsel olarak belli ve açık olan, kısa zamanlı
ödüller ile ilgilenmektedir (145). İşlem belleği; bilginin algısal, duygusal ve bilişsel
yönleri ile kısa süreli olarak zihinde tutulabilmesini ve davranışın buna göre
yönlendirilebilmesini sağlayan bir prefrontal korteks işlevi olarak tanımlanmaktadır
(146).
2.4. Yüz Tanıma
Yüzler önemli bir sosyo-biyolojik nesnelerdir. Yüzler kişinin yaşını, ırkını,
cinsiyetini, kimliğini, sağlığını duygusal durumunu belli ederek iletişimde çok
önemli rol almaktadırlar. Yüzler arasında ayrım yapılabilmesi oldukça etkileyici bir
özelliktir. Aynı görünüşlü ikizler bile, anlık farklılıklarla birbirinden ayırt
edilebilmektedir (147).
Erken gelişim döneminden itibaren karşılıklı etkileşim, anlam verme ve
duygusal gelişim açısından önem taşımaktadır. Bebek ile birincil bakım veren
-
27
arasındaki yüz yüze iletişim ise karşılıklı iletişimin temeli olarak görülmektedir.
Erken dönemdeki yüz işleme (face processing) kusurları sosyal etkileşim sorunlarına
yol açabilmektedir (148).
İnsan yüzünün göz, ağız, burun gibi yapısal değişmeyen özellikleri vardır.
Yüz işleme sürecinde buna bağlı iki komponent mevcuttur. Birincisi bu yapısal yüz
özellikleri ile kişinin kimliğini tanıma, ikincisi ise yapısal yüz özellikleri ve
aralarındaki değişimler sonucu oluşan duygu ifadelerini tanıma olmaktadır (5).
Görsel dikkatin yüze yönlenmesi ve böylece yüzlerin saptanmasını
subkortikal sistem; pulvinar, amigdala ve superior kolliculus ile sağlamaktadır.
Kortikal sistem ise yüzlerin görsel algısal analizine katkıda bulunmaktadır. Kortikal
sistem içinde özellikle inferior oksipital gyrus, fusiform gyrus, posterior parietal
sulkus tarafından oluşturulan kısmın yüz tanımada etkili olduğu düşünülmektedir
(149).
Fusiform gyrus insan yüzünün yapısal özelliklerini tanımakta ve yüze özgü
nitelikler ve yapısındaki değişmeler ile aktifleşmektedir. Sağ fusiform alan yüz
tanımada etkin bulunmuştur. Bu nedenle bu alana fusiform yüz alanı denilmektedir.
Bu alandaki herhangi bir hasar yüz tanıma işlevlerinin bozulmasına yol açmaktadır
(150,151). Fusiform yüz alanının aktivitesinin düzenlenmesinde tanıdık, anlamlı
yüzler etkili olmaktadır. Bu aktivite ile kişilerin kimlikleri tanınmaktadır (151).
Ayrıca fusiform yüz alanı bir konuda uzmanlaştığında veya kişisel anlamı bulunan
uyaranlarda (örneğin kuş, araba vs.) aktive olduğu bulunmuştur (152). Bu veriler
kişilerde fusiform yüz alanının yalnızca yüz ile aktive olmadığına nesnelere karşı
olan ilgi ve duygusal bağ gerçekleştiğinde de aktive olduğunu göstermektedir.
Superior temporal gyrus gözün bakış yönünü belirleme, amaca yönelik bakış
hareketlerini düzenleme görevi ile yüz tanımada etkili olup, baş, yüz ve ağız
hareketlerinin yorumlanmasını sağlayarak sosyal iletişimde görev almaktadır (153).
Sosyal algı ve bilişte, yüz ifadesinin erken evre işlemlenme sürecinde amigdala temel
roldedir. Amigdala duygusal bir uyarana ani yanıt verip, aynı zamanda yüzden ya da
yüzün bir bölgesinden kişilik özelliklerinin algılanması ve yüz ifadesinin tanınması
amigdalanın işlevleri olarak bilinmektedir (154,155,156,157,158). Emosyonel
-
28
uyanıklık, görsel ödül sistemi bağlantılarının düzenlenmesi, duygusal öğrenme,
kortikal alanlara uyaran göndermek amigdalanın görevi olup, amigdalada erken
gelişimde meydana gelebilecek bir bozukluğun yüz kimliği ve yüz duygu tanıma,
algılamadaki sosyal algı bozukluğu oluşabilmektedir (154,155).
Amigdala ve kortikal sistem ilişki içinde sosyal içerikli bilgileri için
monoselüler yolak ile bağlantılı olup, bu yolak fusiform yüz alanını da içermektedir
(157,159). Amigdala lezyonlarında duygusal olarak etkili yüzlere karşı fusiform yüz
alanında azalmış aktivite mevcuttur. Amigdalanın fusiform yüz alanını düzenleyici
etkisi olup, fusiform yüz alanının yüz ifadesi tanımak ile direk ilişkisi yoktur (159).
Çalışmalarda amigdala hacminde azalmanın ve amigdala hasarının, sosyal
iletişimde önemli rol oynayan yüz ve duygu tanımada bozulma ile ilişkili olduğu
bulunmuştur. Örneğin, Yoon ve arkadaşları (2006) fonksiyonel görüntülemede;
şizofrenide yüz ve duygu tanıma süreçleri sırasında superior temporal girusta ve
amigdalada fonksiyonel anormallikler göstermişlerdir (160).
2.5. Duygu Tanıma
Duygusal süreçlerin zihinsel işlevler arasında önemli bir yeri olup,
davranışları ve başkalarının zihinsel süreçlerini algılamaya yardımcı olarak sosyal
ilişkilerimizi düzenlemektedir (161).
Duygusal tepkiler gibi sözel olmayan sosyal ipuçlarının doğru şekilde
yorumlanması, kişilerarası ilişkilerde sağlıklı bağ kurmayı sağlamaktadır (162).
Duygular ile ilgili birçok konu güncelliğini korumakta ve tartışılmaktadır. Tanıma,
hatırlama, deneyim, ifade etme gibi kavramlarsa duygu işleme süreçleri ile ilgili en
çok tartışılan alanlardır (163).
Korku, şaşkınlık, üzüntü, mutluluk, kızgınlık, tiksinme ve son zamanlarda bu
duygulara eklenen kibir evrensel olarak tanınan yedi temel duygu olarak
bilinmektedir. Mutluluk pozitif; korku, kızgınlık, tiksinme ve üzüntü negatif duygu
olarak tanımlanmaktadır. Şaşkınlık ise ne negatif ne de pozitiftir. Bazı insanlar için
kibrin hangi grupta olduğu henüz bilinmemektedir (164).
-
29
Nöronal mekanizmalar başkalarının duygularını algılayacak aynalama sistemi
oluşturmaktadır. Ayna nöronlar adı verilen bu sistem başkalarının duygu ifadelerinin
zihinsel taklidini gerçekleştirerek tanınmasını sağlamaktadır (165). Bebekler üç
haftalıkken yüz hareketlerini taklit edebilir, sonraki iletişim becerileri ve öğrenme
mekanizmaları bu taklit becerileriyle olmaktadır (161).
Amigdala ve hipokampüs hacminin azalması sonucu duygusal bellek
zayıflamaktadır. Duygusal yükü olan uyaranlar yansız uyaranlardan daha kolay
hatırlanmaktadır. Karşılıklı ilişki içinde olan amigdala ve hipokampal kompleksi
içeren medial temporal alan duygusal belleğin gücünü belirlemektedir (166).
Amigdalanın iki taraflı lezyonunda apati, edilgenlik ve duygulanımda
sığlaşma görülmekte, ayrıca göz bölgesine odaklanmakta azalma ve diğer ifadelere
göre korkulu ifadeleri tanımakta daha fazla zorlukla sonuçlanmaktadır. (167). Sosyal
ilginin oluşmasında amigdala ve prefrontal korteks arasındaki bağlantılar etkili
olmaktadır. Amigdalanın her iki yarım küreden çıkarılması sonucu
“duygusuzlaştırıcı” etki ve spontan davranış, yaratıcılık ve duygusal ifadelerde
azalma gözlenmektedir (168).
Ventral limbik sistem (amigdala, ventral striatum, insula, anterior singulat
girusun ventral bölgeleri ve prefrontal korteksi de içeren) bir uyaranın duygusal
önemini tanımlama ve ardından oluşturulan afektif yanıt görevini yürütmektedir.
Duygusal komponentlerin düzenlenmesi için gerekli yürütücü işlevlerde dorsal
sistem (hipokampus, anterior singulat girus ve prefrontal korteksin dorsal bölgeleri)
etkindir (169).
Zihin kuramının gelişiminde kişinin kendi duygularını anlayarak başlayan
süreç inançlarını anlamaya doğru ilerlemektedir. Sonuçta; başkalarının zihinsel
süreçlerini anlamak için isteklerinin ve duygularının farkında olmanın yardımcı rol
oynadığı düşünülmektedir. Duygusal deneyimlerin bilişsel organizasyonunu
tanımlamak için duyguların gelişimi; 1-duygusal cümlelerin/kelimelerin farkına
varma, 2- davranışa dönük eylemler, 3- basit duygular, 4- karmaşık duygular, 5-
karmaşık duygular ve duygusal deneyimler arasında bağlantı kurma olarak beş
aşamada sınıflandırılmaktadır (170).
-
30
Basit duyguların kalıtsal olduğu düşünülmekte olup, kültürler arası
tanımlanmaktadır. Karmaşık duygular, kişiler arası ilişkiler sonucu ortaya çıkan
sosyal duygular ya da zihinsel durumların birleşimi olarak bilinmektedir (171).
2.6. Zihin Kuramı
Sosyal bilişin, dikkat, bellek ve yürütücü işlevler gibi nörobiliş ile
örtüştüğünü gösteren çalışmalara rağmen, birçok çalışmada, sosyal bilişin büyük
ölçüde nörobilişten bağımsız olduğu gösterilmektedir. Sosyal biliş, gerçek yaşamdaki
işlevsellikle ilgilidir ve nörobilişsel becerilere göre işlevsellik üzerine daha fazla
etkili olduğu bildirilmektedir (172). Sosyal biliş, dört ana başlıkta incelenmektedir:
1- duygu işlemleme, 2- sosyal algı, 3- zihin kuramı, 4- atıf stili (173).
2.6.1. Tanımı
Kendisinin veya diğer insanların davranışlarını, niyetlerini, duygularını,
inançlarını anlama ve kendisi dışındaki insanların kendinden farklı bir zihne sahip
olduğunu fark edebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır (174).
Zihin Kuramı terimi ilk defa primatolog ve psikolog olan Premack ve
Woodruff’un şempazelerin zihin kuramının olup olmadığını incelediği çalışmasında
kullanılmıştır (175). Bu yayından sonraki yayınlarda, evrimsel bakış açısıyla,
“kendilik ve diğerlerinin zihinlerinin kuramı”nın giderek karmaşıklaşan sosyal
çevreye uyarlanabilir bir cevap olarak insansı evrende ortaya çıktığı tartışılmaktadır
(176). Diğerlerinin zihin durumları hakkında çıkarım yapan kişinin, sosyal
etkileşimlerdeki, kendi tahminini çürütecek ya da destekleyecek izleri yorumlayarak
kendisinin gerçekliği hakkında sağlama yapabilmesi önemlidir. Konuşmadan ilgili
anlamı çıkarmak, zihin kuramı becerisi gerektirmekle birlikte, dili etkili bir şekilde
kullanmak ve yorumlamak için, genellikle bağlamsal bilgiler temelinde sözcüklerin
ve ifadelerin gerçek anlamının ötesine geçilmek gerekmektedir (177).
-
31
2.6.2. Zihin Kuramı Bileşenleri
Zihin kuramının birden fazla bileşeni olup, bu bileşenler bir gelişim süreci
izlemektedir.
Birinci derece yanlış inanç: İlk gelişen zihin kuramı becerisi olup, bu bileşen,
diğer kişilerin kendisinden farklı inanca hatta yanlış inanca sahip olabileceğini
anlayıp, kendilik ve diğerlerinin inançlarının ayrımını gerektirmektedir. Yaklaşık 4-5
yaşında gelişmektedir.
İkinci derece yanlış inanç: Bu bileşen, bir başka insanın zihninde olanın
gerçeklikten farklı olabileceğini kavramaya yani diğerlerinin temsil ettiği zihinsel
durumları anlamayı gerektirmekte olup, inanç hakkındaki inanç olarak bilinmektedir.
Yaklaşık 6-7 yaşlarında gelişmektedir (178).
Metafor anlama: Bu beceri, kelimenin literal anlamının ötesine geçmeyi
gerektirmektedir. Metafor anlamanın en az birinci derece yanlış inancı anlamayı,
ironi anlamanın ise en az ikinci derece yanlış inancı anlamayı gerektirdiği öne
sürülmektedir. Bu nedenle ironi ve metafor anlama birinci ve ikinci derece yanlış
inanç bileşenlerinin gelişimini gerektirmektedir. Yaklaşık 6-7 yaşlarında
gelişmektedir (179).
Pot kırmayı farketme (faux pas): Kişinin söylememesi gereken bir şeyi
söylediğinde olan ve ileri düzeyde zihin kuramı becerisi gerektirmektedir. Çünkü iki
zihin durumunun aynı anda temsilini gerektirir, birincisi, kişinin pot kırdığını fark
etmesi, ikincisi ise karşıdaki kişinin bu durumla ilgili kırıldığını ya da rahatsız
olduğunu hissetmesidir. Bu anlamda zihin kuramının hem kognitif hem de empatik
affektif zihin kuramı becerisi gerektirir. Bu beceri 9-11 yaşlarında gelişmektedir
(180).
İmayı anlama (Hinting): iki karakter arasında geçen iletişimdeki imaları
anlayabilme becerisi olup, pot kırmayı farketmeyle birlikte yaklaşık 9-11 yaşlarında
gelişmektedir (181).
-
32
2.6.3. Zihin Kuramı Teorileri
Modüler teori: Bu teoriye göre, zihin kuramı işlevsel olarak diğer kognitif
işlevlerden ayrı bir kognitif beceri olup, doğuştan itibaren vardır, bir gelişim sürecini
izler ve nispeten diğer bilişsel becerilerden bağımsız olarak olgunlaşmaktadır (180).
Zihin kuramının ayrı bir bilişsel modül olduğu görüşü, otizmle ilgili yapılan
çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Otizm ve Asperger sendromu tanısı olan bireylerde,
yürütücü işlevler ve dil becerileri gibi diğer yüksek seviye bilişsel işlevlere göre
zihin kuramında ayrı bir bozukluk olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca, zihin kuramı, Down
ve Williams Sendromu olan olgularda genel bilişsel işlevlere göre daha az
etkilenmiştir. Bu yüksek bilişsel beceriler ile zihin kuramı arasındaki farklılık, ayrı
bir modül olduğunu düşündürtmektedir. Bu teoriye göre zihin kuramına özgü olan
ayrı bir nöral yapı bulunmaktadır (182).
Simülasyon teorisi: Bu teoriye göre bireyler, kendilerini diğer kişinin bakış
açısına zihinsel olarak yerleştirip, gerçekliğin başka bir kişide nasıl olacağını simüle
etmekte ve sonrasında başkalarının yerinde olduklarında ne yapacaklarını tahmin
etmektedirler. Simülasyon teorisinde, soyutlama, bilişsel perspektif alma ve
somutlama arasında farklılık olmayıp, bu açıdan modüler teori ile karşıt oldukları
anlaşılmaktadır. Bu teoriye göre zihin kuramına özgü ayrı bir nöral yapı yoktur ve
genel perspektif alma becerisiyle ilgili bir durumdur (182).
Teori teori: Bu teoriye göre, zihin kuramı, zaman içerisindeki deneyimlere
göre değişen, gelişen bir beceri olup, zihin kuramı doğuştan gelen bir beceri değildir;
fakat bununla birlikte doğuştan gelen genel bir oluşum mekanizmasına sahiptir. Bu
teoriye göre, zihin kuramına özgü ayrı bir nöronal yapı yoktur, daha genel çıkarımsal
yeteneklere bağlı nöral yapılar ile desteklenmektedir (182).
Zihin kuramını, affektif ve kognitif zihin kuramı olarak ikiye ayıran
çalışmalar bulunmaktadır. Yanlış inanç testleri kognitif zihin kuramı ile ilgiliyken,
ironi ve pot kırmayı fark etme affektif zihin kuramı ile ilgili olduğu öne
sürülmektedir (183). Kognitif zihin kuramı, başkalarının davranışlarına bakarak altta
yatan zihinsel durumu çıkarsamaktır. Affektif zihin kuramı, başkalarının zihin
-
33
durumunu doğrudan gözlenebilen bilgiye dayanarak algılamaktır. Gözler testi bu
yetiyi ölçmek için tasarlanmıştır (184,185).
2.7. Duygudurum Bozukluklarında Sosyal İşlevsellik
Kendine bakabilme, çalışabilme, kişiler arası ilişkileri sürdürebilme yetisi,
sosyal işlevsellik olarak tanımlanmaktadır. Bu yeti ev, iş, sosyal alanlar gibi kişinin
doğal ortamlarında eş, arkadaş gibi rollerin yeterliliğini ve doyumunu kapsamaktadır
(186,187). Sosyal algı sosyal bilişin bir parçası olup, sosyal algı sosyal durum içinde
diğerlerinin duygusal yanıtları gibi göstergeleri algılamak olarak tanımlanmaktadır.
Duygu dışavurumunun algılanmasındaki bozukluğun sosyal işlevsellikle ilişkili
olduğu düşünülmektedir (188,189).
Duygusal yaşantılar, sosyal biliş ve empatik tutumlar, başkalarının zihinsel
durumlarını anlama, duygusal ipuçlarını yakalama sosyal işlevsellik ile yakın ilişki
içinde olduğu bilinmektedir (190). Çalışmalarda sosyal işlevselliğin; duyguları
tanıma, sosyal ipuçlarını algılama ve başkalarının zihinsel süreçlerini tanıyabilme
gibi durumlardan etkilendiği gösterilmektedir (188,191).
Bir çalışmada zihin kuramı-sosyal algı becerilerinin, sosyal davranış
problemlerinin en iyi yordalayıcısı olduğu gösterilmektedir (192). Benzer şekilde
Bora ve arkadaşları gözler testinin sosyal işlevsellikte en iyi yordalayıcı olduğunu
göstermiştir (193). Ancak yine de duygu tanıma, yüz tanıma, zihin kuramı becerileri
ile sosyal işlevsellik arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışma sayısı azdır.
Duygudurum bozukluklarında sosyal işlevsellik şizofreniye göre daha az
bakılmıştır, genellikle şizofreniye kıyasla daha iyi seyirli olan bir hastalık olarak
kabul edilse de çalışmalar bipolar affektif bozukluk hastalarında klinik remisyonda
dahi işlevsellikte azalma olduğunu göstermektedir (194). BAB-1 de sosyal
işlevselliğin, nörobilişsel işlevler ve klinik özelliklerden etkilendiği anlaşılmaktadır.
Ayrıca premorbid nörotik özelliklerin, premorbid işlevselliğin mevcut depresif
belirtilerin varlığının sosyal işlevselliğin belirleyicilerinden olduğu saptanmıştır
(195,196,197,198).
-
34
3. MATERYAL VE METOD
3.1. Örneklem
Çalışmamıza 26 Mart 2018- 26 Mart 2019 tarihleri arasında Süleyman
Demirel Üniversitesi psikiyatri polikliniğinde, yarı yapılandırılmış görüşme
yöntemiyle alınan, DSM-5’e göre bipolar affektif bozukluk (remisyon ve depresif
dönem) ve unipolar depresif bozukluk tanısıyla ayaktan takiplerine devam edilen her
gruptan 30 hasta olmak üzere toplam 90 hasta alındı. Ayrıca geçmiş ve şimdiki
öyküsünde psikiyatrik ve nörolojik hastalığı olmayan 30 sağlıklı bireyle kontrol
grubu oluşturuldu. Katılımcılara çalışmaya katılmayı reddetme veya görüşmeyi
herhangi bir noktada sonlandırma hakkına sahip oldukları açıklanmış, kayıtlarının
gizli tutulacağına dair güvence verilerek çalışmanın amacı anlatılmış ve yazılı onay
alınmıştır.
3.1.1. İçerme Ölçütleri