uygulayim terimleri sozlugu hazirlayan kaya turkay vd

142
UYGULAYIM TERiMLERi SOZLUaU ~e~ ve GOzden G~lmlf tKiNCi BASKI

Upload: nihan-pekmen

Post on 24-Jul-2015

328 views

Category:

Documents


8 download

TRANSCRIPT

Page 1: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

UYGULAYIMTERiMLERi SOZLUaU

~e~ ve GOzden G~lmlf

tKiNCi BASKI

Page 2: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

A açar bkz. açkı II. açıklık [es. t. uvertür] [Fr. ouverture] [îng. aperture]: 1—gen.

Bir deli'k ağzının genişliği. 2 — fiz. Irakgörür, fotoğraf makinesi gibi optik araçların ağız çapı; ışık deliğinin çapı. 3 — si. Alıcının önünde bulunup mercekten geçerek film üzerine düşen ışığın niceliğini düzenleyen delik.

açındırma [es. t. development] [Fr. développement] [îng. development, developing]: si. Alıcıda kullanılan boş film üzerindeki gizli görüntüyü görülebilir biçime sokmak amacıyla filmi kimyasal işlemden geçirme,

açındırmaç bkz. yıkamaç. açıölçer [es. t. gonyometre] [Fr. goniomètre] [îng. goniometer]:

ölçüb. 1—Açılan Ölçmeye yarayan aygıt. 2— bkz. iletki. açıölçüm [es. t. gonyometri] [Fr. goniométrie] [Ing. gonimetry]:

ölçüb. Açıların ölçülmesiyle ilgili kuram, uygulayım. açıt [es. t. fürce, fethe] [Fr. baie, ouverture] [İng. opening, bay]:

yapıc Kapı, pencere olaralk kullanılmak üzere duvara bırakılan boşluk.

açkı l [es. t. perdah] [Fr. lustre, brunissure] [Ing. polish]: işi. 1 — Metal, tahta vb. yüzeyleri parlatma, cilalama işinde kul-lanılan*araç, gereç, öztdeöc. 2 — bkz. açkılama.

açkı II [es. t. anahtar] [F i . clé] <[îııg. key]', gen. 1—Kilit leri açmaya ya da bir makineyi kurarak işletmeye yarayan araç. 2 — Demir işlerinde, delikleri genişletmek için kullanılan araç.

açkılama [es. t. perdahlama] [Fr. bufflage] [İng. buffing]: işi. Tahta, metal vb. yüzeyleri, uygun bir çözelti emdirilmiş bezli ya da sırçalı tekerlekle parlatma,

açma bkz. kesme 1. adımsayar [es. t. podomètre] [Fr. podomère] [îng. podometer]:

gen. B i r yayanın adım sayısını veren araç. agi [es. t. şebeke, retikül] [Fr. réseau, réticule] [îng. grating,'

reticule]: 1—gen. Belli sayıda bağımsız aygıt ve bunları bir-teştiren çevrimlerin oluşturduğu bütün. 2 — elek. Elektrik da-

Page 3: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

ağ II 16

ğıtımını sağlayan birbirine bağlı çevrimlerin tümü. ağII [es.t. net] [îng. net]: bilş. Daha çok, sürekli telefon

bağlantılarıyla birbirine bağlanmış bilgisayarlar dizgesi. ağaçölçer [es. t. dendrometre] [Fr. dendrometre] [îng. dendro-

mefer]: orm. Ağaç Ölçümünde kullanılan aygıt. ağaçölçüm [eş. t. dendrometri] [Fr. dendrometrie] [îng. demîro-

ntetry]: orm. Ağaçların boyutlarını, özellikle yüksekliğini ölçme işi.

ağaçyaşlama [es. t. dendrokronoloji] [Fr. dendrochronologie] [Îng. dendrochronology, tree-ning dating]: orm. Ağaç gövdelerinin enine kesitinde görülen yıllık halka katlarının incelenmesine dayanan süredizin (kronoloji) yöntemi.

ağartma [es.t. kastarlama] [Fr. blanchiment] [îng. bleaching]: 1 — kim. Klorlu bileşikler, oksijenli su ya da optik gereçlerle yapılan renk açma işlemi. 2 — si. Duyankatın evrilme sırasında aldığı koyuluğu gidermek için, filmi kimyasal işlemden geçirme.

(ağdalık bkz. altışmazük. ağınma bkz. uçnnma. ağırcık [es.t. baryon] [Fr., îng. baryon]: fiz., kim. Çekincik,

ılıncılk gibi ağır etkileşim gösteren, kütlesi milyar eksicik-volıtlarda (ev) olan temel tanecik türü.

ağırişleyim [es. t. ağır sanayi, ağır endüstri] [Fr. grosses industries] [ îng. heavy industry]: gen. "Üretimde kullanılmak için gerekli olan araç, gereç ve aygıtları yapan işleyim dalı.

ağırtartaç [es.t. baskül] [Fr., îng. bascule]: gen., fiz. Büyük ağırlıkları tartmaya yarayan aygıt.

ağırtortu [es. t. pîaser] [Fr., îng. placer]: madene. Akarsu, yel vb. itkilerle töz parçacıklarının tüm mekanik derişmesinden oluşmuş maden yatağı.

ağıryağ [es. t, kreozot yağı] [Fr. creosote, huile lourde] [ îng. creosote, heavy oil]: kim. Yüksek sıcaklıktaki yeryağmın damıtılmasından elde edilen akaryakıt.

ağızlık [es.t. huni] [Fr. entonnoir] [îng. funnel]: gen. 1 — Bir sıvıyı dar ağızlı bir kaba aiktarmalk için kullanılan koni biçimindeki araç. 2 — Boru, 'boşaltıcı vb. ağzına takılan yuvarlak bilezik ya da halka.

ağsılaşma [es. t. retikülasyon] [Fr. reticulation] [Ing. reticulation]: si. Duyarkatm, resmin ağı andıran çatlaklara uğraması,

akaç [es. t. diren] [Fr. drain, dgoût] [İng. drain]: gen. tşlem

Page 4: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

17 akışkansı

sonucunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya atmak için kullanılan boru, boru düzeni,

akaçlama [es. t. drenaj] [Fr., İng. drainage]: 1 — ta. Yararsız, gereğinden çok olan suları yer altında toplama ya da başka bir yere akıtma işi. 2— döş. Yeraltı sularım toplayan döşem. 3— metb. Kullanılmış çözeltileri işlem ortamından akıtarak uzaklaştırma işlemi,

akak [es.t. kanal, mecra] [Fr., İng. canal]: bayd. 1 — Deniz, göl, ırmak vb. birbirine bağlamak ereğiyle açılan su yolu. 2 — döş., kentç. Sıvı ya da gaz özdeklerin akmasına yarayan boru, künk vb; lağım. 3 — madene. Sulan akıtmak amacıyla yeraltı geçitinin tabanına açüan su yolu.

akaklama [es, t. kanalizasyon] [Fr. canalisation] [Fr. canalization]: dö§., k&ntç. Pissu, vb. akak, lağım içine alma.

akı [es.t. flüks, flaks] [Fr. flux, fondant] [îng, flux]: fiz. B i r im zamanda, birim yüzeye dik olarak düşen ısı ya da ışık niceliği.

akım [es. t. cereyan] [Fr. courant] [îng. current]: 1 — gen. bkz. akıntı. 2 — fiz. Bi r im zamanda dik bir kesitten geçen özdek, elektrik yükü vb. ilişkin nicelik.

akım kesici [es. t. anahtar, devre kesici, enterrüptör] [Fr. interrupteur] [îng. interrupter]: elek. B i r çevrimi gerektiğinde açıp kapamaya yarayan aygıt.

akındık bkz. akak. akımsaklar [es. t. akü, akümülator] [Fr. accumulateur] [îng.

accumulator]: fiz. Elektrik gücünü gerektiğinde verebilecek yolda biriktiren aygıt,

akımtoplar bkz. akımsaklar. akıntı [es. t. cereyan, seyelan, meyil] [Fr. courant] [İng. flow,

current]: gen. 1—Hava, su vb. akışkanların ya da erkelerin herhangi bir yöne akışı. 2 — Eğiklik.

akmtıölçer [es. t. kurantometre] [Fr. courantomètre] [İng. courantometer]: gen. Akışkanların hızını ya da yer değiştirme yönünü belirten aygıt.

akıölçer [es. t. flüksmetre] [Fr. fluxmètre] [İng. fluxmeter]: elek. Mıknatıs irkitim akımmdaki değişmeyi ölçmek için kullanılan araç.

akışkan [es.t. seyyal] [Fr. fluide] [İng. fluid]: fiz., kim. Akış Özellikleri gösteren sıvı ya da gaz evresindeki Özdek.

akışkanlık bkz. koyuluk, akışkansı bkz. akışmaz.

Page 5: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

akışmaz 18

akışmaz [es.t. viskoz] [Fr. visqueux] [İng. viscous]: gen. Akışkanların kendi içlerindeki bağıl devime gösterdikleri direnme ile ortaya çıkan ağdalık.

akışmazlık [es. t. viskozite] [Fr. viscosité] [îng. viscosity]: l — kim. a. Akışkanların bağıl devimlerine gösterdikleri direnmeyle oluşan ağdalılık. b. Sıvının belli bir hızla akması için uygulanması gereken kuvveti ölçen katsayı. 2 — elek. A n gazın yoğunluğuna, mekanik direncine bağlı olmaksızın bir elektrik kıvılcımına karşı gösterdiği direnç. 3—isi. Sıvıların ya da yeryağı ürünlerinin, düzgün ve burgaçsız akışa karşı gösterdiği direnç.

akışölçer [es. t. akışmetre] [Fr. jauge d'écoulement] [İng. flowmeter]: fiz. B i r akışkanın borudaki akma hızını ölçen aygıt.

'aklama [es.t. beyazlaştırma] [İng. whitening, whiting]: metb. Metal şerit ve yapralklan, erimiş kalay ya da gümüş tuzlan yunaklarına daldırarak (kaplama işlemi.

aktancı [es. t. konvektör] [Fr. convecteur] [îng. convector]: döş. Yalnızca dönel devim yolu ile, ısıyı her yana eşit olarak dağıtmaya yarayan ısıtıcı.

aktarma yaym [es. t. naklen yayın] [Fr. émission] [İng. transmission]: TV. Başka bir ülkeden, başka bir 'televizyon ağımdan alınarak gerçekleştirilen yayın.

aktaş [es.t. mermer] [Fr. marble] [îng. mafble]: gen. Bileşiminde % 35 oranında kalsiyum karbonat bulunan, açkılama işlemlerinde kullanılan çoğunlukla ak renlkte sert kaya.

alanÖIçer [es.t. planimetre] [Fr. planimètre] [îng. planimeter]: yeröl. Düz bir yereyin alamm ölçmeye yarayan ölçekli araç.

alanölçüm [es. t. planimetri, musattah ölçü] [Fr. planimétrie] [İng. planimetry]: 1 — mat. Düzlem yüzeyleri inceleyen geometri dalı. 2 — yeröl. Düz bir yereyin alanım ölçme işi.

alaşım [es.t. halita] [Fr. alliage] [İng. alloy]: kim., metb. İki ya da daha çok öğenin oluşturduktan katı çözelti; katı çözelti ile kanşımlı özdek.

alaşımlama [es.t. halita yapma] [Fr. alliage] [İng. alloying]: metb. Çözen metale, alaşım öğelerinin eritilerek katılması işlemi.

alçıtaşı [es.t. jips] [Fr. gypse, pierre à plâtre] [îng. gypsum]: gen. Pişirilip toz durumuna getirilerek alçı yapılan, hidratlı kalsiyum sülfat.

alıcıI [es. t. reseptör] [Fr. récepteur] [İnıg. receiver, receptor]: 1 — elek. a. Bi r elektrik akımını alıp başka bir güce dönüş-

Page 6: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

19 altyapı

türen araç. b. Elektromanyetik dalgalar yardımıyla iletilen imleri almaya, bunları yeniden yayınlamaya yarayan araç. 2 — gökb. Işığı, elektromanyetik dalgaları alıp değerlendiren araç.

alıcı II [es. t. kamera, sinema makinesi, film kamerası, televizyon kamerası, elektronik kamera'] [Fr. caméra, oiné caméra, caméra électronique, caméra vidéo] [Inig. camera, cine calmera, electronic camera]', si. Sinema filmi çevirmekte kullanılan aygıt. 2 — TV. Televizyon almacına ulaştırılacak 'konunun görüntüsünü, elektrik imine çeviren aygıt.

atışma bkz. uy(arla)ma. alıştırma [es. t. rodaj] [Fr. rodage]: gen. Yeni bir motor, ma

kine, aygıt vb. ük evrede yavaş yavaş, zorlanmadan çalıştırılması.

alkalölçer [es. t, alkalimetre] [Fr. alcaltmetre] [İrıg. alkalimeter]: kim. Alkalilerin arılık derecelerini belirlemede kullanılan aygıt.

alkalölçüm [es. t. aîkalimetri] [Fr. alcalimétrie] [İng. alkalimetry]: kim. Sodyum, potasyum hidroksitlerin belirlenmesi

alkolölçer [es. t. alkolometre] [Fr. alcoomètre] [Ing. alcoohol(o)-meter]: kim. Alkollü kanşımlardaki alkol oranını saptayan araç.

alma [es. t. resepsiyon] [Fr. réception] [İng. reception]: si., TV. Anten yardımıyla toplanan resim ve ses imlerinin almaçta belirlenmesi.

almaç I [es. t. ahize, akseptör, reseptör] [Fr. accepteur, récepteur] [İng. acceptor, receptor]: 1— fiz. Telefonun söyleneni dinfemeye yarayan bölümü, kulaklığı. 2 — elek. bkz. alıcı I.

almaç II [es. t. televizyon cihazı, televizyon seti, televizyon alıcısı] [Fr. récepteur, téléviseur] [İng. receiver, television, television set, set]: TV. Vericiden yayınlanan elektromiknatıs dalgalarını anten yardımıyla toplayarak: resim ve sese çevirebilen aygıt.

almaşık akün bkz. dalgalı akım. altılık [es. t. sekstant] [Fr., İng. sextant]: haritac. Deniz ve

hava gidiş gelişmelerimde konum yerini bulmak için yıldızların yüksekliğini ölçmekte kullanılan açıölçer.

altlık [es.t. baz] [Fr. fondement] '[İng. board]: haritac, foto. Duyarkat, föto-harita vb. altına yapıştırılan nesne.

altyapı [es. t. enfrastrüktür] [Fr., Ing. infrastructure]: mim.,

Page 7: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

amperölçer 20

yapıc. B i r yerleşme bölgesi için gerekli olan, yol, su, elektrik, pissu döşemi; bu döşemlerin tümü.

amperölçer [es. t. ampermetre] [Fr. ampèremètre] [Ing. amper-meter] : fiz. Eleíktrik akımının yeğinliğini ölçmeye yarayan aygıt.

anlambirim [ès.t . semantem] [Fr. sémantème]: bilş. B i r sözcüğün anlara çözümlemesinde ortaya çıkan en küçük ayırıcı anlam Öğesi.

aralıklı bkz. dönemsel. arayayaç bkz. yolverici 2. arayığımJık [es. t. antrepo] [Fr. entrepôt] [İng. warehouse] :

1—gen. Gümrük resmi ödenmemiş malların geçici olarak konulduğu yer. 2 — Belirli bir tecimsel kuruluşa ya da amaca ayrılmış olan yer, depo.

an [es.t. saf] [Fr. pur] [Ing. pure]: kim. B i r kimyasal özde_ ğin yabancı özdecüklerden arınmış niteliği.

arıkil [es. t. kaolin] [Fr. kaolin] [Ing. china clay, porcelain clay]: madene., miner. Porselen yapımında kullanılan, kolay ufalanır ve ateşe dayanıklı ak k i l .

anl ık [es.t. saflık] [Fr. pureté] [İng. pureness, purity]: kim. Yabancı özdeciklerden arınmış olma özelliği.

arınık [es. t. saflaştırûmış] [Fr. purifié] [İng. purified]: kim. Arınmış, an duruma gelmiş olan (özdek).

arınma [es. t. saflaşma] [Alnı. Reinigung] [Fr., İng. purification]: kim. B i r özdeğin katışküardan temizlenmiş duruma gelmesi.

antıcı [es. t. deterjan] [Fr. détergent] [Ing. détergent]: kim. Kir , pfslik, yağ vb. çözerek gideren özdek.

antım [es. t. rafinaj, saflaştırma] [Fr. purification, raffinage] [İng. purification, refining]: 1— gen. B i r ürünün anlığım bozan öadek, nesne vb. ayırma işlemi. 2—kâğıtç. Hamura, kâ-ğıtlaşması için gerekli olan fiziksel özellikleri kazandırma işlemi. 3 — yery. kim. Yeryağı ürünlerini (yakıt, yağ vb.) elde etme yöntem ve işlemlerinin tümü.

antımevl [es. t. rafineri, tasfiyehane] [Fr. raffinerie] [İng. finery, refinery]: işi. Şeker, yeryağı vb. elde edilen ürünlerin anlaş-tırıldığı yer.

antma bkz. antım. artıcık [es.t. pozitron] [Ing. positron]: fiz. Kütlesi eksicikle eş,

elektrik yükü artı olan temel tanecik.

Page 8: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

21 aydınlanma

artık [es. t. rüsup] [Fr. résiduel [İng. résiduel: kim., metb. Bir işlemden arta kalan özellik ya da özdek.

artıuç [es. t. anot] [Fr., İng. anode]: 1 — kim., /iz. Elektrikli çözümlemelerde, sıvıya batırılıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan artı yüklü olanı. 2 — metb. Elektrikli temizleme, parlatma, kaplama gibi işlemlerdeki artı yüklü elektrot. 3 — radyo. B i r radyo ışıtacınıda artı gerilim verilen ve eksi ucun yaydığı eksicikleri çeken elektrik ucu.

asıltı [es.t. süspansiyon] [Fr., îng. suspension]: kim,, metb. 1 —• Çözünemeyen özdek parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmış durumu. 2 — Böyle bir sıvı karışımı.

aşındırıcı [es. t. abrasif] [Fr. abrasif] [İng. abrasive]: metb. 1 — Taşlama ya da buna benzer işlemlerde, aşındırmak ereği ile kullanılan oksit ve karbür türünden çok sert özdek. 2 — bikz. yenitgen.

aşın (dır) ma [es. t. abrazyon} l[Fr., ing. abrasion]: metb. 1—Bir özdeğin kendinden daha yumuşak bir yüzeyi yıpratması olayı. 2 — bkz. yemin.

aşındırmaç bkz. yık amaç aşınmaönler bkz. yenimonler. ateşlik [es. t. buji] [Fr. bougie d'allumage] [İng. sparking plug]:

mot. Patlamalı motorlarda yuvgu içindeki gazı tutuşturmaya yarayan .araç.

atık [es. t. posa] [Fr. roche abattue] [İng. dirtied rock]: madene. Maden çalışmaları sonunda oluşan değersiz parçacıklar.

atışbilim [es.t. balistik] [Fr. balistique] [İng. ballistics]: Boşluğa atılan özdeMerin, Özellikle savaş mennilerinin namlu içinde ya da dışındaki devmimini inceleyen büim dalı.

ayak kolu bkz. ayaklık. ayaklık [es.t. pedal] [Fr. pédale] [İng. pedal]: gen. Ayakla iş

letilen makinelerde ayağm bastığı yer; ayağın kullammmı sağlayan araç.

aydınlanma [es. t. illüminasyon] [Fr., îng. illumination]: 1—si Filmi çekilecek nesne ya da duyarkat üzerine, bir ya da daha çok (kaynaktan ışık gelmesi olayı. 2 — gökb., fiz. a. B i r ışık kaynağından çıkan ışık ışınlarının, bir yüzey üzerine düşmesi, b. Bi r yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısıyla orantılı olarak ışık alması.

Page 9: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

aydınlıkölçer 22

aydınlıkölçer [es. t. lüksmetre] [Fr. tuxmètré] [İng. photometer, luxmeter]: ayd. B i r im zamanda bir yüzeyin birim alanına düşen ışık erkesini ölçmekte kullanılan aygıt.

aygıt [es. t. aparat, cihaz] [Fr. appareil] [İng. apparatus] : gen. Bir işi, işlemi, deneyi gerçekleştirebilmek için kullanılması gereken araç ya da bunların birkaçından oluşan takım.

ayıklayıcı [es. t: diskriminatör] [Fr. discriminaieur] [İng. discriminator]: güdümb. Aradaki ayrımı göstermek amacıyla, bir büyüklüğü örnekseme değeriyle karşılaştıran aygıt.

ayıraç [es.t. reaktif] ı[Fr. réactif] [înıg. reagent]: kim. Belirli bir kimyasal tepkimenin olmasını sağlayan özdek.

ayıran [es. t. intişari, dispersif] [Fr. âispersif] [İng. dispersive]: fiz. Işığı yalın öğelerine ayırma özelliği olan.

ayırıcıI [es.t, triyör] [Fr., İng. trieur]: 1—gen. Değişik metim alanlarımda, katışık ürünlerin elverişlilerini seçip ayırma, ayıklama işini gören araç ya da aygıt. 2 — madene. Madenlerin işe yarar bölümlerini ve parçalarım seçip ayırmada kullanılan aygıt.

ayırıcı II [es. t. diskriminatör] [Fr. discriminateur] [İng. discriminator]: TV. Sıklığı ya da evre değiştirimini genlik değiş-tirimine çeviren düzen.

ayırıcı III [es. t. separator] [Fr. séparateur] [İng. separator] : 1 — gen. Katışkıh özdekleri ayırma, seçme, bölme, eleme işlemlerinde kullanılan nesne, aygıt, araç vb. 2 — fiz. B i r sıvıyı, bileşimindeki yabancı özdefltlerden ya da sıvılardan ayırmak için kullanılan araç. 3 — kim. Özellikle çözümleme aygıtlarında çeşitli özdekleri ayıran bölüm.. 4 — madene^ a. Ocakta, özellikle ooak ağzında madenin işe yarayan ya da yaramayanlarını elle ayıran işçi. b. bikz. ayırıcı I 2.

ayırma [es. t. separasyon] [Fr. séparation] [tng. separation]: 1 — elek. Elektrikli bir aracı besleme çevriminden çekme. 2 — mek. Kavramaya karşıt bir etkiyi doğuran düzenek. 3 — nükl. B i r öğecik çekirdeği üzerine gelen dötonun neden olduğu özel tepkime. 4 — bkz. kesme 1.

aynlama [es.t. segregasyon] [Fr. ségrégation] [İng. segregation]: 1—k:m., metb_ Kimyasal bileşenlerden birinin belli bir yerde birikerek, yapııdalki ortalama yüzdesinden sapma göstermesi olayı. 2 — yerb. Magmanın katılaşmasında, erkenden kınlcalaşmış tözlerin toplaşması olayı.

ayrım bkz. sıra 1. 1

Page 10: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

23 bağlama

ayrışık [es. t. dekompoze, muhtelif] [Fr. décomposé, différent, divers] [İng. 1 — âecomposed, 2 — various, différent]: 1 — metb. Ayrışım olayma uğramış olan (özdek). 2 — kim. Ayn türden, değişik.

ayrışım bkz. ayrışma. ayrışma [es. t. dekompozisyon] [Fr. décomposition] [İng. de-

composition]: kim., metb. B i r bileşiği kuran özdeciklerin birbirlerinden kopmalanyla oluşan bozunma.

azın bkz. enküçük. azotölçer [es. t. azotometre] [Fr. azotometre] [İng. azotometer]:

kim. B i r kimyasal özdekte bulunan azotun gaz oylumunu düzenlemeye yarayan araç.

B bağdaşık bkz. biryapımU. bağdaşıklaştırma bkz. biryapımlama. bağdaşıklık [es. t. koherans] [Fr. cohérence] [ing. coherency,

coherence]: kim. Çökelti evresiyle iodüzey evresinin, kınlca düzlem ve doğrultularının tam olarak bağdaşması olayı.

bağdaştırıcı [es. t. adaptör] [Fr. adaptateur] [İng. adapter, adaptor]: mim. A y n büyüklük ve yapılarda bulunan parçalan bir araya getirmeye, tutturmaya yarayan araç.

bağdeğer bkz. birleşme değeri. bağıl [es.t. relatif] [Fr. relatif] [İng. dependent, conditional]:

kim. Varlığı bir başka özdeğin varlığına bağlı olan, salt olmayan (özdek).

bağıHık [es.t. relativité] [Fr. relativité] [İng. relativity]: kim., fiz. B i r özdeğin varlığının bir başka Özdeğin varoluşuna bağlı olması durumu; bu özdeğin niteliği.

bağlağı bkz. büğet. bağlam bkz. demet. bağlama [es. t. kuplaj] [Fr couplage] [İng. coupling]: 1 — demiry.

Bir elektrikli çekitte motorlann ardışık, ardışık-koşut ya da koşut olarak bağlanması. 2 — elek. a. Üreteç, alıcı ya da elektrik dirençlerinin birbirine eklenmesi, b. Dalgalı akım-lann geçtiği i'ki elektrik çevriminden birinde oluşan değişmelerin öbürüne yansıyacak biçimde birleştirilmesi, c. İki döner üretecin ya da motorun dingillerinden bağlanmaları.

Page 11: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

bağlantı I 24

bağlantı T [es. t. manşon, akupleman] [Fr. manchon, accouplement] [Ing. coupling, accouplement]: 1 — döş. İki boruyu birbirine eklemekte kullanılan parça. 2 — otom. Motorlu araçlarda, devimi oluşturan parçalarla motor arasında birleşmeyi sağlayan parça ya da düzen.

bağlantılı [es. t. konnekşiyon] [Fr. connexion] [İng. connection]: elek. B i r elektrikli aygıtın çevrime ya da elektrikle çalışan iki aygıtın birbirine bağlanması.

bağlayıcı [es. t. konektör, rakor] [Fr, connecteur, raccord] [İng. connector, mount, sleeve]: 1—gen. a. İki boruyu, ik i birleştirme parçasını ya da bir , boruyla bir birleştirme parçasını kaçak yapmayacak biçimde birleştirmeye yarayan dökme demir, çelik, seramik parça. b. İki borunun ya da bir besleme ağı ile içinde akışkan dolaşan bir örgenin bağlantısını sağlayan, kauçuk, bakır vb. özdekten yapılmış kısa boru. 2— büş. a. Elektrikli makinelerde birçok çevrimi bağlayan öğe. b. İki makineyi, elektrik bakımından ilişki kurarak bağlayan kablo. c. Bi r mantık sırasının ik i bölümü arasındaki ilişkiyi belirleyen işleç. 3 — elek. a. Elektrik ağım taşınır bir alıcıya bağlayan parçaların tümü. b. B i r ya da birkaç elektrik aygıtının çevrimlerini bağlamaya yarayan düzenek. 4 — demiry. Çekitlerde, durduraç kumanda kollarını dingile bağlayan, ik i ucunda kumanda kolunun girmesine uygun deliği bulunan parça ya da düzen.

bakaç [es.t. vizör] [Fr. viseur] [İng. viewfinder, findet]: si. Alıcıya bağlı ya da ayrı olarak, belirli bir merceğe göre sahnenin nasıl göründüğünü anlamaya yarayan değişir odaklı mercek dizgesi.

bakımlık [es. t. vizyonoz] [Fr. visionneuse] [İng. viewer, film viewer, hand viewer]: si. Filmin posta kartı büyüklüğünde camdan görüntülük üzerinden izlenmesini sağlayan aygıt.

bakışık bkz. bakışımlı, bakışıklıbk bkz. bakışım, bakışıksız bkz. bakışımsız. bakışım [es. t. simetri] [Fr. symétrie] [İng. symmetry]: gen.

Bir nesne ya da işlevin; belirli bir eksen, özek noktası ve işlemlere göre noktalarının yerleri değiştirildiğinde görünümünü değiştirmemesi özelliği.

bakışımlı [es.t. simetrik] [Fr. symétrique] [İng. symmetrical]: gen. Belirli eksen, özek nokta ve işlemlere göre noktalarının

Page 12: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

25 basımevi

yerleri değiştirildiğinde, gürünümünü bozmayan nesne ya da işlevlerin niteliği,

bakışımsız [es. t. asimetrik, simetrisiz] [Fr. asymétrique] [İng. asymmetrical]: gen. Aralarında ya da ik i yam arasında bakışım olmayan geometrik nesne, özdecik ya da işlevlerin niteliği.

bakışımsızlık [es. t. disimetri, asimetri] [Fr. dissymétrie] [İng. dissiymmetrie]: gen. Bakışımsız olma durumu.

balgamtaşı [es. t. onniks, teslim taşı] [Fr. onyx] [İng. oriental, verdantique, jasper, jade]: taşb. Küllük, tabak, vazo vb.nin yapımında kullanılan, damarlı, yan saydam değerli bir taş.

bakmalık [es.t. rögar] [Fr. regard]: kentç., Lağım döşeminde, yer. altındaki temizleme parçalarını denetlemek ve değişik doğrultulardan gelen boruları başka bir doğrultuya yöneltmek için yapılan baca.

basaç [es. t. tulumba, pompa] [Fr. pompe] [İng pump]: 1 — gen. Emme, basma ya da her ik i yolla, gazlan ve sıvılan yükseğe çıkarmaya, boşaltmaya, püskürtme ya da aktarmaya yarayan aygıt. 2 — Lastik tekerlekli, göbeklerin, iç tekerlek lastiğini şişirmekte kullanılan araç. 3 — Tıkanmış bir boruyu açmaya yarayan araç.

basar [es. t. basım cihazı, maüpo, kopya makinesi] [Fr. tireuse] [İng. printer, printing machine]: 1 — basm., si. Basım işini gerçekleştiren aygıt. 2 — bkz, basaç.

bası [es. t. tab] [Fr. action d'imprimer] [İng. printing, stamping] basm. Dökme, harf, klişe ya da taş kalıp kullanarak bez, kâğıt vb. yüzeylere yazı, ' resim çıkartma işi.

basıcı bkz. basımcı. basım [es. t. 1 — tabaat, 2—tabı, tipografya] [Fr. 1—imprimerie,

2 — triage] [İng. 1—printing, 2 — copying process]: A — basm. Mürekkeplenen bir yaprak ya da kalıbı kâğıda, kumaşa bastırarak bir metnin, bir resmin suretini çıkarma, bunlan çoğaltma işlemi.2 — s/. Bi r basım aygıtında boş filmi dolu film karşısına koyup eşlemini oluşturma.

basım aygıtı bkz. basar. basımcı [es.t. matbaacı] [Fr. imprimeur] [İng. printer]: basm.

Basımevi işleten, basım işleriyle uğraşan kişi. basımcılık [es.t. matbaacılık] [Fr. imprimerie] [İng. printing]:

basm. Kitap, gazete, resim, harita vb. kâğıda basma sanatı ve bilgisi.

basımevi [es. t. matbaa] [Fr. imprimerie] [İng. printing house]:

Page 13: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

basımtaşı 26

basm. Basım işinin gerçekleştirildiği yer. basımtaşı [es. t. litoğraf kalkeri] [Fr. calcaire lithographique]

[îng. lithographie limestone]: yaztb., isi Taş basmasında kullanılan düzgün, yoğun ve ince gözenekli bir kalker türü.

basmç bkz. sıkıştırma. basınç düzenleyicisi [es. t. rediiksiyon supabı] [îng. pressure

regulating valve]: bayd. Su dağıtım yollarında basıncı azaltmaya yarayan 'aygıt.

basınçlı kap [es. t. otoklav] [Fr. autoclave] [îng. autoclave]: gen. 1 — İçbasmca dayanaklı kapağı ile kimi özdek ve nesneleri mikropsuzlaştırmak için gereken ısıyı (120° C) elde etme işinde kullanılan kap. 2 — Kapağı iobasmç nedeniyle kapalı duran kap. 3 — Vida ya da cıvatalarla tutturulmuş bir kapağı olan, içbasmca dayanıklı kap.

basınçölçer [es.t. barometre] [Fr. baromètre] [îng. barometer]: fiz. Havanın basıncım ölçmeye yarayan aygıt.

basmçölçüm [es.t. barometri] [Fr. barométrie] [îng. barometry]: fit-, meteor. 1 — Hava basıncını ölçme işlemi. 2 — Hava basıncı ölçülerini inceleyen fizik dalı.

basıölçer [es.t. manometre] [Fr. manomètre] [îng. manometer]: 1 — fiz. Buğunun ya da herhangi bir gazın, bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basmcı belirleyen aygıt. 2 — döş. Akışkanların basıncını ölçen aygıt.

bataklık gazı [es. t. metan]' [Fr. méthane] [îng. méthane]: kim. İşlevimde, ısıtma işlerinde, hidrojen üretiminde kullanılan, organik öadeklerden elde edilen gaz durumtuıdaki hidrokarbon bileşiği.

belirteç bkz. ayıraç. belgüıleşîm [es. t. fade-in (feyd-in) ] [Fr. ouverture enfondu]

[İngî fade-in]: 1 — radyo, İşitmez sesin olağan, düzgülü işitirlik düzeyine yükselmesi. 2 — si.. TV. B i r görüntünün karanlıkta açık olaralk görünüp seçilebilirliğe ulaşması.

bellek [es.t. hafıza] [ îng. memor-İes]: bilş. İzlencesi değişmeyen verileri, yapılacak iş için gerekli olan ara sonuçlan toparlayan bölüm.

bellik [es. t. röper] [Fr. repère] [îng. beneh-murk, lanâmark, quidemark]: mim., yerbe. B i r doğrultu, düzey ya da yüksekliği belirlemek, yeniden bulmak için bir duvar, dikmelik, yerey üzerine konan im.

bellikleme [es. t. röperleme] [Fr. repérage] [îng. marking] mim., yerbe. B i r doğrultu, düzey ya da yüksekliği bellikle belirleme.

Page 14: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

27 bileşim

benzetici [es. t. simulator] [Fr. simulateur] [İng. simulator] : gen. Sonradan incelemede;, gözlemlemek amacıyla, bir aygıtın ya da nesnenin davranışlarını saptayıp, tıpkısını verebilen aygıt.

benzetim [es. t. simülasyori] [Fr., îng. simulation]: bilş. Fiziksel • ya da soyut bir dizgenin davranış özelliklerini, başka bir diz

genin davranışına göre gösterme. betonkarar [es. t. betoniyer] [Fr. bétonnière] [îng. concrete

mixer]: yapıc. Beton yapımında kullanılan büyük karıştırıcı. beyazkömür [es. t. hidroelektrik] [Fr. houille blanche, hydro

électrique] [ îng. hydroelectric, water-power, white coal]: elek. Su gücünden yararlanarak üretilen elektrik erkesi.

bezeme [es. t. tezyinat] [Fr. ornement] [îng. adornmento, orno-ment, embellishment]: mim., güzels., Değişik bezeklerden, oluşan süsleme.

bırakım [es.t. depozisyon] [Fr. déposition] [îng. deposition]: metb. Örtme, kaplama işlemi ile, bir metal yüzey üzerine başka bir metal ya da alaşımım bırakma olayı.

biçimbozum [es. t. deformasyon] [Fr. déformation] [îng. distortion]: si., TV. Belirli bir görsel etki sağlamak amacıyla, nesnelerin biçiminde optik yoldan gerçekleştirilen değişiklik.

biçim değiştirme bkz. bozunum 1. bîçimlik [es.t. mastar, şablon] [Fr. gabarit] [İng. template]:

gen. Değişik alanlarda düzeltme, belirleme, ölçme, denetleme gibi işleri olan, bu işle^ne göre yapısı değişen aygıt.

biçimsel bozulma bkz. bozulma 3. biçimsel bozunum bkz. bozunum 1. biçimsiz [es.t. amorf] [Fr. amorphe] [îng. amorphous]: ftz.,

king.. Kendine özgü kılca birimleri olmavan (Özdeki. bildiri [es. t, mesaj] [Fr.. îng. message]: bilş. B i r uziletişim diz-

gesiyle gönderilecek bilgilerin tümü. bileşen [es. t. mürekkep] [Fr. composant, -ante] [îng. com

ponent]: 1—fiz. a. B i r bileşiği kuran bölümler, b. Bi r bileşke oluşturan 'kuvvetlerden her bir i . 2 — kim. B i r özdeği yapan kimyasal bileşim için gerekli kimyasal türlerden her biri .

bileşik [es.t. kompoze] [Fr. composé] [İng. compound]: kim. Belirli öğeciksel yapıda, aynı tür özdeciklerden oluşan kimyasal özdek.

bileşim [es. t. kompozisyon] [Fr., îng. composition] k:m: B i r Özdeğİn hangi kimyasal türlerden oluştuğunu belirleyen yapı.

Page 15: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

bileşke 28

bileşke [es.t, rezüttant] [Fr. résultante] [İng. resultant]: fiz., mat. B i r cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine denk olan tek kuvvet.

bileştirme [es. t. miksaj] [Fr. mélange, mixage] [îng. mix, mixing]: 1— mek. Kuvvet, devinim, hız vb. bir araya getiril-tirilmesini ya da bileşkesini belirlemeye yarayan işlem. 2 — si. Değişik ses kuşaklarını tek kuşak üzerinde toplama.

bileştirici [es.t. mikser] [Fr. mixeur, mélangeur] [îng. mixer]: si. Değişik ses kuşaklarını tek kuşak durumuna sokmaya yarayan aygıt.

bilezik [es.t. sekman] [Fr., îng. segment]: 1 — mek. a. İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkamsı yuvgu. b. İletim millerini birbirine bağlayan parça. c. Motor pistonlarına yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyı önleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak dökme demirden yapılmış uçları açık ve esnek halka.

bilgi [es. t. enformasyon, data] [Fr. information] [îng. information, data]: 1 — bilş. Öğeleri genellikle özdevimsel yollardan işlenmeye elverişli olan yazılı bölge. 2 — güdümb. B i r dizgenin durumunu, buna bağlı olarak bu dizgenin başka bir dizgeye ilettiği durumu anlatan nitel etken.

bilgiişlem [Fr. traitement d'information] [îng. data processing information processing]: bilş. Veri üzerindeki işlemleri, bilgisayarlarla yürütme bilimi.

bilgisayar [es. t. kompüter] [Fr. ordinateur] [îng. computer]: bilş. Güçlü bir bellek birimiyle donatılmış, sayısal ve mantıksal işlemleri kendi kendine yapabilen aygıt.

bilişim rlkz. bilgiişlem. bindi bkz. dayak. bindirme I [es. t. medütasyon] [Fr., îng. modulation]: si. Sık

lığı yüksek taşıyıcı akıma, .iletilecek imi sokmayı sağlama yöntemi.

bindirme II [es. t. modülasyon] [Fr., îng. modulation]: si. Sık-superposition] [ İng. superimposition, superimposure] : 1 — si. İki ayrı çevirimin birbirinin üzerine konarak aynı film üzerine basılması. 2 — TV. B i r alıcıdan gelen resimlerin aynı anda verilmesi.

bireşim [es.t. terkip, sentez] [Fr. synthèse] [İng. synthesis]: kim. 1—Yalın özdekleri bir araya getirerek bileşik özdekler

Page 16: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

29 bitişke

oluşturma İşlemi. 2 — B u işlemin sonucunda ortaya çıkan bütün.

bireşimli [es. t. sentetik'] [Fr. synthétique] [ îng. synthetic] : kim., isi. 1 — Bireşimle ilgili, bireşimle yapılan (Özdek).

-2—Bireşim sonucu elde edilen ürünlerin niteliği. biriktireç [es. t. akümülatör] [Fr, accumulateur] [İng. accumu

lator]: bilş. B i r bilgisayarın özbiriminde ekleme, kaydırma vb. işlemlerin yapıldığı tutanak.

biriktirici [es. t. rezervuar] [Fr. réservoir] [îng. flush tank, reservoir] : 1 — döş. Su, yağ gibi sıvıların biriktirilmesini sağlayan nesne, düzen vb. 2 — si. Açındırma sürerken filmin son bölümünün bir süre durmasını sağlayan düzen.

birim [es. t. modül] [Fr., îng. modüle]: 1—fiz. B i r bileşkenin salt değer olarak ölçüsü. 2 — mim. a. Bi r yapıda parçaların oranlarını belirlemede kullanılan, sütun gövdesinin yarı altçapma eşit olan ölçü birimi, b. Bi r yapıyı oluşturan öğelerin bütünüyle çalışabilmeleri için uymak zorunda oldukları en küçük ortak ölçü.

birleşik [es. t. kombine] [Fr. combiné] [İng. combined]: kim. îki ya da daha çok öğenin kimyasal tepkimeyle oluşturduğu özdek.

birleşme [es.t. kombinezon, kombinasyon] [Fr. combinaison]: kim. İki ya da daha çok öğenin bir bileşik vermek üzere birbiriyle kimyasal tepkimeye girmesi.

birleşme değeri [es. t. valons] [Fr. valence] [îng. valence, valency]: kim. Öğeciğin kaç kimyasal bağ yapabileceğini gösteren sayı.

biryapımlama [es. t. homofenleştirme] [Fr. homogénéisation] [İng. homogenizatıon] : fiz., kim. İçinde yağ parçalan gibi çözünmeyen özdekleri bulunan bir sıvının, iyice kanş t ın larak biryapımlı duruma getirilmesi işlemi.

biryapımlayıcı [es. t. homo]enleştirici] [Fr. homogénésateur] [îng. homogenizer]: işi Sıvılan biryapımlaştırmaya yarayan araç.

biryapımlı [es. t. homojen, mütecanis] [Fr. homogène] [İng. homogeneous]:, fiz., kim. 1—Yapısı ve özellikleri her yerde aynı olan (cisim, özdek vb. ilişkisi). 2 — Özellikleri, her noktasında eşdeğer olan özdek.

biryapımlıhk [es. t. homojenlik] [Fr. homogénéité] [İng. homogeneity]: fiz., kim. Biryapımlı olma durumu.

bitişke bkz. eklem.

Page 17: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

boruyolu 30

boruyolu [es. t. petrol hattı, payplayn] [Fr., İng. pipe-line]: işi. Yeryağınm uzak yerlere takınmasını sağlayan, geniş borulardan kurulmuş yol.

boşalma [es. t. deşarj] [Fr. décharge] [îng. discharge]: elek. Elektrik yükü olarafk tüketilme ya da başka bir iletkene aktarılma.

boşaltaç [es. t. tahliye tulumbası] [Fr. pompe à vide] [îng. vacuum pump]: fiz. B i r kabın içindeki havayı boşaltmaya yarayan aygıt.

boşaltıcı [es. t. vidanjör] [Fr. vidangeur] [îng. scavenger]: gen. Pislik çukurlarının boşaltılmasında kullanılan depolu araç.

boşaltım [es. t. tahliye] [Fr. evidement, évacuation] [îng. evacuation]: işi. Yeryağı arıtma işleminden sonra birikimlik ya da arındırma aygıtında (kalan ürün, tepkin, çamur vfe.nin alınması.

boşay bkz. boşluk. boşluk [es. t. vakum] [Fr. vide dépression, vacuum] [îng. va

cuum]: l—gen. Herhangi bir emici ile havası boşaltılmış yer, ortam vb. 2 — jiz., kim. İçinde hiçbir öğecik, özdecik vb. bulunmayan, bir gazın basıncı düşürüldükçe sonunda varılacak durum.

boşluk göstergesi bkz. boşlukölçer. boşlukölçer [es. t. vakummetre, vakum göstergesi] [Fr. vacuo-

mètre] [îng. vacuummeter]: elek. B i r elektrik kapacmda, arta kalan gazların basıncını belirleyip ölçen aygıt.

boşta çaüşma [es. t. rölanti] [Fr. ralenti, marche à vide] [İng. idling, throttling down, throttled down]: otom. B i r motorun karacına takılmış, düşük verdili bir benzin borusuyla sağlanan en düşük çalışma düzeni.

boyacı macunu bkz. dolgu macunu. boyak [es. t. pigment, boyarmadde] [Fr. pigmentum]: güzels.

Boya yapımında kullanılan örtücü ve renklendirici özdek. boyuttutar [es. t. fikstür] [Fr. pièce fix] [İng. fixture]: metb.

Işıl işlem sırasında, boyuıtsal değişimlerini önlemek için, parçaların içine konuldukları metal nesne.

bozulma [es. t. distorsiyon] [Fr. distorsion] [İng. distortion]: 1 — elek. Başka bir alanın etkisiyle, bir elektrik ya da manyetik alanın bozulması. 2 — fiz. Yayılma sırasında bir ses dalgasının bozulması. 3 — metb. Isıl işlem ya da dönüşüm sonucunda bir metalde görülen küçülme, büyüme vb. boyutsal değişim.

Page 18: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

31 bıığulayıcı

bozunum [es. t. deformasyon] [Fr. déformation] [İng. deformation]: 1— gen. Esnek ya da yoğruk bir bölgede bir nesne, yapı vb. biçiminin bozulması. 2— metb. Metallerin yoğruk bölgede biçim değiştirmeleri olayı.

bölücü [es.t. divizör] [Fr. diviseur]: işi. 1—Takım tezgâhlan¬. nın bölmeler yapmaya ya da işlenecek parçanın kalınlığım azaltmaya yarayan bölümü. 2— İşlenecek parçayı belirli bir açıya değin döndürmeye yarayan araç.

buğu [es. t. buhar] [Fr. vapeur] [Ing. steam, vapor] : gen. 1 — Isı etkisiyle gaz durumuna geçen sıvı. 2 — Soğuk bir Özdek üzerinde ince bir tabaka biçiminde oluşan sıvı yoğuşması.

buğulama [es. t. büharlama] [Fr. vaporisation] [ îng. vaporization]: 1—dok. ipl ik ya -da kumaşların sıcak su buğusu et» kişinde bırakılması işlemi. 2 — ağ. iş. Olağan sonuçları engelleyen özdekleri çıkarma; renfesel değişmeye uğratma, bükme ve kurutma ereğiyle ağacı buğu etkisine tutma işlemi.

buğulaşma [es. t. evaporasyon, buharlaşma] [Fr. evaporation] [tnıg. evaporation]: 1 — gen. Buğu durumuna gelme. 2 — metb. B i r sıvının kaynama noktası altındaki sıcaklıklarda buğu durumuna geçmesi olayı.

buğulaşma ısısı [es. t. buharlaşma harareti] [Fr. chaleur d'évapo-ration] [İng. vaporization temperature, heat of evaporation, heat of vaporization]: fiz. Buğulaşan bir sıvının ortamdan aldığı ısı niceliği.

buğulaşmaölçer [es. t. evaporometre, atmismometre] [Fr. éva-poromètre, évaporimètre, atmismomètre]: gen. Havaıyuvarı-nm buğulaştırma gücünü ölçmeye yarayan araç.

buğulaştırıcı [es. t. evaporator, buharlaştırtct] [Fr. évaporateur] [İng. evaporator]: 1—gen. a. Suyu buğu durumuna getirmek için kullanılan araç. b. Buğu durumuna getiren, buğulaştırma niteliğinde olan. 2 — işi. Meyve, sebze sularının sı-" cak hava akımı yoluyla çekilmesini sağlayan araç. 3 — döş. Soğutma sıvısını buğu durumuna getirecek, çevresindeki ısın¬

, mayı Önleyen büklümlü boru. 4 — işi. Sıcak bir ürünün birdenbire basınçla genleşmesine, buğulaşmasına yarayan araç.

buğulaştırma [es. t. buharlaştırma] [Fr. vaporisation] [İng-vaporization] : gzn. 1 — Bir sıvıyı, kaynatarak buğu durumuna getirme işlemi. 2 — B i r sıvıyı ince damlacıklar durumunda damıtma.

buğulayıcı [es. t. büharlaştırıcı] [Fr. vaporisateur] [ing. vapo-

Page 19: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

buğuölçer 32

risator] : gen. 1 — Buğu durumuna getiren nesne, özdek vb. .2— içinde buğulaştırma işleminim yapıldığı kap.

buğuölçer [es. t. atmidometre, atmometre] [Fr. atmidomètre] [İng. atmometer]: kim. Belli bir süre içinde oluşan buğulaşmayı ölçmeye yarayan araç.

bulanık [es. t. flu] [Fr. flou] [tng. out of focus, blurred]: si. Görüntünün odak noktasına düşmesinden doğan seçik olmama durumu.

bulaşım [es.t. kontaminasyori] [Fr., Ing. contamination]', metb. Yabancı ve istenmeyen ördeklerin, metallerin içinde ya da yüzeyinde bulunma olayı,

bulucu [es. t. detektör] [Fr. détecteur] [İng. detector]: 1— fiz. Elektromanyetik dalgalan bulma işinde kullanılan aygıt. 2 — kim., işi. a. Çarpışım deneylerinde, belli bir yönden gelen çeşitli tanecikleri teker teker bulup saptamaya yarayan araç. b. Yeryağı aramalarında, delme işlemiyle ortaya çıkan toprak ya da çamurdaki hidrokarbonlann varlığını denetleyen aygıt. 3 — döş. B i r döşemde gaz kaçağı olup olmadığım anlamaya, saptamaya yarayan aygıt.

burgulama, [es. t. matkapla delme] [Fr. forage] [İng. drilling]: gen. Burguyla delme, delik açma işlemi.

burkulma [es. t. flambaj] [Fr. flambage] [İng. buckling]: I — madene. B i r ucu tutturulmuş, basınca çalışan uzun parçaların yandan bükülerek bozulması. 2 — metb. bkz. buruşma.

burulmaölçer bkz. burulumölçer. burulum [es.t. torsiyon] [Fr., İng. torsion]: metb. 1 — Bir me

tal parçayı uzun ekseni çevresinde ters yönde döndürme. 2 — B u işlem sonucunda oluşan biçim.

burulumölçer [es. t. torsiyometre] [Fr. torsiomètre] [İng. torsio-meter]: ölçüb. Madenlerin burulma durumundaki değişikliklerini incelemek için mekanik deneylerde kullanılan araç.

buruşma [es. t. flambaj] [Fr. flambage] [İng. buckling]: metb. Saç, levha ya da şerit yüzeylerin, iç ya da dış gerilimlerin değişik etkisiyle engebeli duruma geçmesi.

buzçözer [es. t. defroster] [Fr., İng. defroster]: gen. Buzu çözen, donmayı önleyen aygıt,

buzdolabı [es. t. frijider] [_Fr. frigidaire, réfrigérateur] [İng. refrigerator]: işi. Yiyecek, içecek vb. soğuk tutmaya yarayan dolap.

büğet [es.t. bent, baraj, set] [Fr. barrage] [İng. barrage, dam]:-

Page 20: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

33 cırcır delgi

bayd. B i r akarsuyu tutmak, boşuna akmasını önleyip, sulama, elektrik üretimi vb. amaçlarla kullanılmak için yapılan engel,

büyülteç [es. t. agrandisör] [Fr. agrandisseur] [İng. enlarger]: foto. Fotoğrafları, resimleri büyültmeye, büyültüp basmaya yarayan aygıt.

büyültme I [es. t. agrandisman] [Fr. agrandissement] [Ing. en¬larging, enlargement]: foto. 1 — a. Fotoğraflara, resimlere bo-yutsal genişlik kazandırma işlemi, b. Bu işlemle büyütülmüş fotoğraf ya da resim. 2— si. B i r filmin optik basım yoluyla daha büyük boyda bir film üzerine aktarılması işi.

büyültmeli [es. t. amplifikasyon] [Fr., İng. amplification]: fiz. 1 — Gözlemlenen bir noktayı genişletme. 2 — Minigöreçte görüş, alanının genişlemesi.

büyültür bkz. büyülteç. büyüteç [es. t. pertavsız] [Fr. loııpe] [İng. magnifyİng glass]:

opt. Odak boyutu birkaç santimetre olan yaklaştırıoı mercek.

büyütücü bkz. büyülteç. büzülme [es. t. kontraksiyon] [Fr., İng. contraction]: metb. So

ğuma sonucunda, ısıtılmış metal parçaların boyutlarında oluşan küçülme.

C camçubuk [es. t. baget] [Fr. baguette] [İng. glass rod]: kim.

Deneylilderin de özdekleri karıştırma işlerinde kullanılan 5-10 mm* çapında cam araç.

camölçek [es. t. büret] [Fr., İng. burette]: kim. Genellikle yuıv-gusal çözümlemelerde kullanılan, eşit oylumlara göre derecelenmiş, değişik biçimlerdeki cam borulara verilen ad.

campamuğu bkz. camyünü. camyünü [es. t. cam elyafı] [Fr. sole de verre, quate (coton)

de verre, laine de verre] [İng. glass-wool]: işi. Çok ince, bü-külebilir cam telciklerinin oluşturduğu ısı ve ses yalıtımında kullanılan özdek.

carcur bkz. doldurucu 2. cırcır delgi [es. t. cırcır matkap] [Fr. drille] [İng. drilol]: gen.

Dönme gücünü yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri

Page 21: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

cıreırlı yivaçar 34

itilmesinden alan ve küçük delikler açmak için kullanılan aygıt.

cıreırlı yivaçar [es. t. cıreırlı pafta] [Inıg. ratehet diestock]: gen. Özellikle borulara yiv açmakta kullanılan ve cırcır düzeni olan . aygıt.

cıvalı alaşım [es.t. omalgam] [Fr. amalgame] [îng. amalgam]: f:Z-, kim. B i r metalin cıvada çözünmesinden elde edilen alaşım.

civciv çıkarıcı [es. t. kuluçka makinesi] [Fr. couveuse artificielle, incubateur] [îng. incubator]: hayve. 1 — Kuluçka tavuğu olmadan civciv çıkarmaya yarayan aygıt. 2 — Gereken sıcaklığı sağlayacak düzeni bulunan ve içine yumurta konularak Civciv çıkarılan sandık.

çakma [es. t. nakr, gofraj] [Fr. gaufrage] [İng. 1 — a. carvİng, inscribing; b. goffers, flutİng; 2— embosing, goffering]: 1 — kuyumc. a. Altın, gümüş, bakır vb. metalleri vurarak ve çakarak işleme, b. B u iş için kullanılan kalıp. 2 — işi. Kumaş ve derilere sıcak demir kalıpla basılarak ya da geçirilerek yapılan kabartma süsler.

çalkama bkz. çalkalama. çalkalama [es.t. ajitasyon] '[Fr., Ing. agitation]: 1 — metb. Suver-

ane, ısıtma, kaplama gibi işlemlerde tepkimeleri hızlandırmak için gerekli olan yüzey değmesini sağlamak amacıyla, ortamı karışt ırma ve sallama. 2 — si. Yıkanan filmin yüzüne yakın yerlerdeki açındırmacm sallanması.

çalkayıcı bkz. çalkalayıcı 2. çalkalayıcı [es. t. ajitatör] [Fr. agitateur] [îng. agitai or]: 1—

metb. Suverme, ısıtma, kaplama teknelerindeki ortamı karıştırma, sallama işlemini yapan araç. 2 — si. Çalkalama işini yapan araç.

çap [es.t. kutur] [Fr. diamètre] [İng. diameter]: l — gen. Yuvgu-sal küresel cisimlerin genişliği. 2 — mat. B i r çemberin özeğin-ğinden geçerek iki noktasını birleştiren doğru. 3 — foto. Kesilecek tıpkıçekimlerin üstüne konulan, cam ya da madenden yapılmış yaprak.

çapak [es.t. barbe] [İng. burr]: metb. 1 —Metal yüzeylerde

Page 22: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

35 çekimölçer I

pürüzlük oluşturup dışarı doğru çıkıntı yapan işleme özürlerinden her biri. 2 — Madensel nesneler işlenirken, çevreye sıçrayan küçük, ince parçalara verilen ad.

çaplama bkz. çapölçme. çapölçer [es. t. mastar, kalibre] [Fr. calibre d'épaisseur] [İng.

callipers]: gen. Ağaç, araç vb. çapım ölçmeye ya da çevre ve çaplarım düzenlemeye yarayan, açılırı kapanır sürgülü araç.

çapölçme [es. t. kalibraj, kalibre etme] [Fr. calibrage] [îng. gauging, callipering]; gen. Parçaların keskin kıyılarını boyot-landırmak için çapölçenden geçirilmesi işlemi,

çaprazölçer [es. t. istavroz mastar, çapraz mastarı] [İng. cross-gauge] : işi. Elde ya da makinede çaprazlanan dişlerin eğimini denetlemede kullanılan yardunıcı aygıt,

çap verme bkz. çap ölçme. çatı keseri [es. t. barda] [İng. cooper's adze]: 1 —gen. K i m i agaç-

işlerinde çalışanların kullandıkları balta türü. 2 — yapıc. Çatı ustalarının kullandığı, bir ucu yay biçiminde eğri, diğer uou keskin olan çekiç.

çatkı [es. t. şasi] [Fr. châssis] [İng. châssis']', atom. 1 — Araçlarda, üzerine gövdenin oturtulduğu ve çalıştırıcı öğelerin bağlandığı maden çerçeve. 2 — Taşıyıcı maden çerçeve ile birlikte, aracın çalışması için gerekli tüm öğelerin oluşturduğu bütün.

çeker [es.t. traktör] [Fr. tracteur] [İng. tractor]; bayd., ta. Yol yapımında, yapıcılıkta, tarla işlerinde kullanılan araç, gereç ve aygıtları çekmek için özel bağlantıları olan yereye göre yapılmış ve donatılmış motorlu araç.

çekici ıiakgörür [es. t. astrograf] [Fr. astrographe] [İng. astrograph]: gökb. Yıldızların cam plaklar üzerinde resmini alabilen, açıklık oranı büyük, çok mercekli ırakgörür.

çekimi [Fr. plan] [İnıg. shot, take]: si. Alıcıyı sürekli olarak bir kez çalıştırmakla elde edilen film parçası. 2 — Çevrim senaryosunun her bir i ayrı sayıyla belirtilen bölümü. 3 — Alıcının bir kez çalıştırılmasıyla başka özellikler gösteren görüntülerin tümü.

çek iml i [es.t. atraksiyon] [Fr., İng. attraction]: fiz. Tanecikleri birbirine yaklaştıran kuvvet.

çekimölçer I [es. t. gravîmetre] . [Fr. gravimètre] [İng, gravi-meter]: fiz. Yer yer değişen yerçekiminin gerçek değerini dikey olarak saptamaya yarayan araç.

Page 23: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

çekimölçer II 36

çekimölçer II [es. t. atraksiyome.tre] [Fr. attractionmère] [îng. attractionmeter]: fiz. Çekim kuvvetlerini ölçme işinde kullanılan araç.

çekimölçme [es. t. gravimetri] [Fr. gravimétrie'] [İng. gravity surveying]: fiz. Yerçekimi alanının gücünü inceleyen fizik dalı.

çekin [es.t. nüklid] [Fr., İng. nuclide]: fiz., kim. Özdeğin ağırlığını veren artı yüklü özek taneciği.

çekincik [es.t. niikeon] [Fr. nucléon] [İng. nucléon]: fiz., kim. Çekini oluşturan ı l ınok ve önelcik taneciklerinin genel adı.

çekirdek [es.t. nüve] [Fr. noyau, germe] [İng. nucleus]: 1— kim. B i r Öğeciğin ortasında üıncık ve önelcikten oluşan parça. 2— fiz. Isıya karşı dayanıklı, oksitlenmeye dirençli olan, genellikle tepkimeler sırasında topluca değişen kimi çevrim-sel yapılara verilen ad. 3 — m&tb. Çekirdeklenme sonucu doğan dengeli öğecikler topluluğunun her biri . 4 — nük. Öğeciğin çekim kuvvetinin etkisiyle çevresinde eksicikler dolaşan orta bölümü.-

çekirdek erkesi [es. t. nükleer enerji, atom enerjisi] [Fr. énergie atomique] [İng. nuclear energy, atomic énergie]: fiz. B i r öğe-cik çekirdeğinin ikiye ayrılmasıyla ortaya çıkan büyük erke.

çekişölçer [İng. draft gauge]: döş. mm. su sütunu türünden baca çekişinin yeğinliğim ölçen aygıt.

çekit [es.t; lokomotif] [Fr. locomotive] [İng. railway engine]: demiry. B i r vagon katarını çekmeye yarayan, tekerlekler üzerine kurulmuş, buğulu, elektrikli, ısıl motorlu ya da sıkıştırılmış hava ile çalışan makine.

çekme [es. t. cer] [Fr. 1, 2 — traction; 3— embourtissage] fİng. 1,2 — traction; 3 — drawing] : 1 — gen. B i r cismi bir yandan bâşka bir yana devindirmeye çalışan kuvvet. 2 — fiz. Bir cismi uzatmak için kuvvet uygulama işi, bir cismin ekseni boyunca uygulanan kuvvetin etkisiyle uzayacak biçimde çalışması. 3 — metb. Metal çubuk, boru vb. parçaların çaplarını küçültmek için, onları kalıplardan geçirerek yapılan uzatma işlemi.

çekül [es.t. şakül] [Fr. fil à plomb] [İng. plumb line]: gen. Yerçekimi doğrultusunu belirtmek için kullanılan, ucuna ağırlık bağlanmış ipten oluşan araç.

çentme çekici [es. t. murc] [Fr. boucharde, bouge] [İng. bush hammer, mason's point, point chisel]: döş. Betona delik açmakta kullanılan sivri uçlu aygıt.

çevirgeç [es. t. şalter] [Aim. Schalter] [Fr. interrupteur] [İng.

Page 24: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

37 çizelgeleyici

switch, breaker arm, circuit breaker]: fiz., elek. Elektrik akımım açıp kapama ya da değiştirme işini yapan araç. 2— bkz.

değiştirici. çevirgen bkz. çevirici. çevirici [es. t. / — komütatör] [Fr. 1 — commutateur] [Inıg. 1 —

commutator, selector switch; 2 — converter] : 1 — fiz. Elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan aygıt. 2 — bilş. Yalın simgesel dilde yazdmış çizeylemleri bilgisayar diline aktaran dizge.

çevirim [es. t. füme çekme,, film çevirme] [Fr. tournage, prise de vues] [Inıg. filming, shooting]: si. Sinema filmi elde etmek için alıcının çalıştırılmasına bağlı olarak yapılan işlerin tümü.

çevirtlm [es. t. konversiyon] [Fr., îng. conversion]: kim. Kimyasal türleri başka türlere dönüştürme işlemi.

çevrebilim [es. t. ekoloji] [Fr. écologie] [İnıg. ecology] : Canlı varlıkları, yaşadıkları doğal ortam, toprak, iklim, yerleşme, hayvan, bitki vb. yönünden inceleyen bilim dalı.

çevreçizer [es.t. perigraf] [Fr. périgraphe] [ïng. perigraph]: foto. Geniş görünümlerin fotoğrafını çekmeye yarayan araç.

çevregörür [es. t. periskop] [Fr. périscope] [İng. periscope]: opt. Denizaltı, siper, tank vb. kullanılan, gözlemcinin çevreyi araştırmasına olanak veren optik araç.

çevreleç [es. t. mufla] [Fr., îng. mouffle] 1 — kim. Özdefcleri aleve değdirmeden ateşin etkisinde tutmak için kullanılan kap. 2 — metb. B i r tavlama fırınında, işlenecek parçalan ateşten ve havamn oksitleyici etkisinden koruyan bölüm.

çevre yolu [es.t. kontur] [Fr. courbe de niveau] [îng. contour]: madene. Yüzey akışı aracılığıyla aşınmayı denetlemek için düzleme eğrilerine koşut olarak yapılan toprak işlemesi.

çevrim [es. t. devre] ı[Fr., îng. cycle, circuit]: fiz. B i r elektrik akımının iletken üzerinde aldığı yol.

çevrimölçer [es. t. takimetre] [Fr. tachymètre] [îng. tachometer]: mek. Üzerine takıldığı maıkinenin dönüş hızını Ölçen araç.

çıkartmabaskı bkz. düzbaskı. çıkış bkz. verdi. çırpıcı bkz. karıştırıcı. çinkobasma [es. t. çinkografi] [Fr. zincopraphie, zineogravure]

[îng. zincography, photozincography]: basm. Çoğaltılacak yazı ya da resimlerin kalıbını çinko üzerine çıkarma işlemi.

çizelgeleyici [es. t. tabulator] [Fr. tabulateur] [ îng. tabulator]:

Page 25: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

çizeylem 38

mek. Yazı makinelerinde sayı, sözcük vb. düşey biçimde sıralamasını yapan düzen.

çizeylem [es. t. program] [Fr. programme d'ordinateur] [Ing. computer program]: bilş. Bilgisayara bir işlemi yaptırmak için yazılan komutlar dizisi.

çizeylemleme [es. t. programlama] [Fr. programmation] [înıg. programming, program]: bilş. B i r işlemi ana mantık komutlarına indirgeyip bilgisayara verilecek duruma getirme.

çizge [es.t. diyagram] [Fr. diagramme] '[Ing. diagram]: kim., fiz. B i r olayı, bir işlemi ik i ya da daıha çok değişkeni arasında özetleyen çizim.

çizimbilim [es. t. kartografi, kartografya, haritacılık] [Fr. cartographie] ı[îng. cartography]: Haritanın yapımı, düzenlenmesi ve basılmasını konu edinen çizit (grafik) sanat ve uygulayımı.

çizit [es.t. grafik] [Fr. graphique [İng. graphic]: gen. 1 — Belirli ya da gözlenmiş bir olay, süreç vb. desen, çizgi, biçim1 gibi öğelerden yararlanarak, anlatımı. 2 — B u anlatımın oluşturduğu çizim. 3 — Herhangi bir ölçü yapan araç, aygıt vb. verdiği öl-çürnsel çizim.

çoğaltıcı [es. t. reprodüktör] [Fr. reproducteur] '[Ing. reproducer]: basm. Resim, yazı, tablo, afiş vb. basıp çoğaltma işinde kullanılan aygıt.

çoğaltrm l[es.t. kontrtip, kopya alma, kopya çıkarma, kopya basma] [Fr. contretype, contretypage] [Ing. duplicating, duplication]: 1 — foto. a. Bi r pozitiften doğrudan doğruya pozitif, bir negatiften de aynı yolla negatif elde etme. b. Negatif ya da pozitif bir filmin tıpkı basımı. 2 — si. Asıl eşlemle aynî özellikleri taşıyan yeni bir eşlemi tek işlemde elde etme.

çoğaltma* [es. t. teksir] [Fr. augmentation, multiplication] . [îng. augmentation, multiplying, multiplication]: basm. B i r jelatin tabakasına aktarılmış olan yazıyı, üzerine kâğıt bastırarak çok sayıda çıkartma yöntemi.

çokgenleme ı[es. t. poligonlama] [Fr. polygonatİon] [Ing. traversing]: haritac. Bilinen iki nokta arasında, ardışık ucaysal konsayı değerlerini ölçme yolunda yapılan üçgenleme.

çoktürel bkz. çokyapımb. çokyapımlı [es. t. gayri mütecanis, heterojen] [Fr. hétérogène]

[îng. heterogeneous]: fiz., kim. 1—Yapım ve özellikler yönünden aynı örgüde, türde olmayan (cisim, öözdek vb.).

Page 26: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

39 çürüme

2 — Tek evreli olmayan, özellikleri kesikli olarak değişen ortamlara ilişkin.

çökel [es. t. rüsup] [Fr. dépôt] [İng. deposit]: 1 — madene. Elde edilecek tözün süzülme ya da çözeltiye dönüştürülmesi sırasında dibe çöken tortu. 2 — kim. bkz. çökelti.

çökelek bkz. çökelti. çökelti [es.t. rüsup] [Fr. précipite] [İng. precipitate]: kim. Çö

kelme sonucunda oluşan dibe çökmüş çözünmez Özdek. çokel(t)me [es. t. presipitasyon] [Fr. précipitation] [İng. precipi

tation]: kim. B i r çözeltiye belirli bir ayıraç katarak, çözün-meyip dibe çöken yeni bir bileşik elde etme. 2 — metb. Bir çözünenin doygunluk sınırını aşarak yeni bir çökelti oluşturması.

çözelti [es.t. solüsyon] [Fr., İng. solution]: kim, İçinde birden çok kimyasal tür bulunan bir yapimlı evre.

çözgen bkz. çözücü. çözücü [es.t. solvent] [Fr. solvant, dissolvant] [İng. solvent]:

fiz., kim., metb. Başka bir özdeği içinde çözen, erimiş duruma getiren (özdek, nesne ya da ortam).

çözümleme [es.t. tahlil, analiz] [Fr. anlyse] [İng. analysis]: 1 — kim. B i r bileşimi oluşturan öğeleri bulma işlemi. 2 — metb. Bir yapının, bir dizge bileşenlerinin nitelik ya da niceliği

ni anlamak için yapılan işlem. 3 — elek. Televizyona iletilecek bir görüntüyü, genellikle yatay kuşaklar biçiminde sıralayarak ayrı ayrı öğelerine ayırma.

çözümleyici [es.t. analizör] [Fr. analyseur] [İng. analyzer]: kim. Bir olay, yapı ya da dizgeyi çözümlemede kullanılan aygıt.

çözünürlük [es. t. solübilite] [Fr. solubilité] [İng. solubility]: . kim, metb. Bir im nicelikte çözelti ya da çözgen içinde, belli sıcaklık ve basınçla çözülebilen özdek niceliği.

çözüşme [es. t. disosiyasyon] [Fr., İng. dissociation]: kim., metb. Bir bileşiği kuran özdeciklerin, belli koşullarda tersinir olarak bileşenlerine ayrışması olayı.

çukurbaskı [es. t, tifdruk] [Aim. Ticfdruck] [İng. rotogravure]: basm. Sayfa kalıplan çukurlu bakırdan, renkli fotoğraf baskılarına elverişli bir baskı yöntemi.

çürükgaz [es. t. egzoz] [İng. exhaust]: 1 — ısı i . Isı motorlannda, kimi itenelcli makinelerinde yakıtın yanmasıyla açığa çıkan gaz. 2 — uzayc. B i r füzede, yanma odasında oluşan gaz.

çürüme [es. t. tefessüh] [Fr. putréfaction] [İng. decay(nuclear), putrefaction]: fiz., kim. Işınetkin bir çekinin, kimi ışın ya

Page 27: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

çürütme çukuru 40

da tanecikler salmasıyla başka çeküllere dönüşmesi, çürütme çukuru [cs. t. fosseptik] [Fr. fosse septiaue] [İng.

septic tank]', döş. Pissulann çürütülme yoluyla etkisini önlemek amacıyla düzenlenen kuyu, çukur vb.

D dağılma [es.t. dispersiyon] [Fr., Ing. dispersion]: 1 — kim.,

metb., mek. B i r katı evrenin, bir sıvı ya da başka bir katı evre içinde az çok eşit aralıklarla oluşturduğu yaydım. 2 — ta. Toprak taneciklerinin birbirinden ayrılıp su ile bir asıltı oluşturması..

dağınım bkz. dağılma. dağıtıcı [es.t. distribütör] [Fr. distributeur] [îng. distributor]:

mek. Motorlarda, yüksek gerilimli akımı çalışma sırasına göre ateşliklere yayıp gönderen aygıt.

dağıtım [es.t. tevzi, distribüsyon] [Fr., Ing. distribution]: mek. 1 — Pistonları devindiren akışkanın yuvgu içinde dağılma ve etki etme biçimi. 2 — Devindirici akışkanın giriş çıkışını düzenleyen öğelerin tümü.

daldıraç bkz. delgi 2. dalgakıran [es. t. mendirek] [Fr. brise-îames] [îng. breakwater]:

bayd. Kıyı düzenini ve tekneleri dalgaların yıpratıcı etkisinden korumak için liman ve iskele önlerine çekilen set.

dalgalandırıcı [es. t. ondüiator] [Fr. onduîateur] [ îng. ondula-tor]: util. Çok uzak yerlerle iletişimi sağlayan alıcısı aş ın duyarlı telgraf aygıtı.

dalgalı [es.t. alternatif] [Fr. alternatif] [ îng. alternative]: elek. Belli bir süre içinde yön değiştiren (akım, gerilim).

dalgalı akım [es. t. alternatif akım] [Fr. courant alternatif] [îng. alternatif current]: fiz. B i r çevrimde akış yönü sürekli değişen akım.

dalgalı akım üreteci [es. t. alternator] [Fr. alternateur] [ îng. alternator]: fiz. Dalgalı elektrik akımı veren üreteç.

dalgaölçer [es. t. ondometre, dalgametre] [Fr. ondomètre] [îng. ondometer, wavemeter] : 1 — fiz. Sinyallerin sayısını, dalga uzunluğunu ölçmek için kullanılan araç. 2 — elek. Radyo dalgalarının uzunluklarını ya da titreşimlerini ölçen aygıt.

dallantı [es.t. dendrit] [Fr., îng. dendrite]: metb. Erimiş metal-

Page 28: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

41 değeç

lerin katılaşması sırasında, tanelerin çokyapımlı olmasından ileri gelen dallı tane.

damar [es.t. filon] [Fr. filon, veine] [İng. iade veih]: madene. işletilen bir katmanın yakınındaki ince kömür katmam.

damıtıcı [es. t. imbik] [Fr. alambic] [Ing. stili, alembic]: işi. Damıtma işinde kullanılan aygıt.

damıtma [es.t. distilasyon] [Fr., Ing. distillation]: fiz., kim., işi. 1 — Gaz ürünler elde etmek için, kimi katı nesneleri ısı yoluyla temel öğelerine ayrıştırma. 2— Sıvı karışımlarda karmaşık, değişken bileşimleri oluşturan öğeleri, özellikleri belirl i ürünlere ayırma işlemi.

damtaşı [es.t. arduvaz] [Fr. ardoise, schiste] [Ing. slate]: madene. Gri, mavimsi ya da koyu mor ince katmanlara ayrılabilen, şistli taş.

daraltıcı [es. t. redüksiyon halkası, redüktör] [Fr. réducteur] [Ing. reducer]: döş. Boruların çaplarım daraltmakta kullanılan bağlantı .parçası.

dayak [es.t. payanda] [Fr. étai] [İng. sprag]: 1—yapıc. Yıkılma olasılığı gösteren yapıları desteklemek için kullanılan ağaç, demir, beton... direk. 2 — bkz. dayanak.

dayak vurma [es. t. destekleme] [Fr. étayer] [Ing. put up a prop (to), prop, shore up]; yapıc. B i r yapının yıkılma olasılığı karşısında bir bölümünü dayaklarla tutturma.

dayanak [es.t. 1 — siper; 2 — süpor] [Fr., îng. 2 — support]: 1 — ağ. iş. İşlenen parçayı gerekli konumda ya da yönde ilerletmeye yarayan aygıt. 2 — kim. Değişik düzenekleri dayamaya, devinimsiz tutmaya yarayan tahta, demir vb. yapılmış aygıt.

dayanç [es.t. mukavemet] [Fr. résistance] [İng. strength]: madene, metb. Metal, maden vb. özdeklerin dış etkenlere karşı gösterdiği dayanma.

dayanıklaştırma [es. t., mukavimleştirme] [Fr. renforcement] [Ing. strengthening]: yapıc. B i r evre ya da yapının, dayancını art ırma olayı ya da işlemi.

dayanıklılık [es. t. mukavemet] [Fr. solidité, résistance, rigidité] [Ing. résistance, endurance, strength]: gen. Fiziksel, kimyasal ya da mekanik etkenlere karşı dirençli olabilme durumu.

dayanım bkz. dayanıklılık. değeç [es. t. kontaktör] [Fr. contacteur] [İng. contactor]: 1 —

elek. Değişik elektrik çevrimi ya da araçları arasında

Page 29: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

değim \

42

bağlantı kurmaya yarayan ve bir elektromıknatısla . uzaktan kumanda edilen özdevimli çevrim kesici. 2— uzil. Güçlü bir vericiyi uzaktan yöneten araçlar arasında bulunan elektromıknatıs.

değim bkz. sürtünüm. değişim [es.t. varyasyon] [Fr., îng. variation]: jiz., kim., metb.

Bir özelliğe ilişkin değerde, belirli koşullar- altında görülen nicel başkalaşım.

değişimli eklem [es. t. kardan, kardanlı bağlantı, kardan kavraması] [Fr., îng. cardan]: mek. Mekanik araç ve aygınlarda değişik yönlere devinimi sağlayan bağlantı.

değişinim bkz. değişme. değişme [es.t. modülasyon] [Fr., İng. modulation]: jiz. 1 — Bir

dalganın genlik, evre ve sıklığının bir yasaya göre zaman içinde ayrımlılaşması. 2 — Bir sesin yayınımı sırasında oluşan güç, vurgu, ton ayrımlılaşmalarımn her bir i .

değişmez [es. t. sabit, sabite, gayri mütehavvil] [Fr., İng. constant]: 1 —> gen. Yer, biçim ya da rengini değiştirmeyen. 2 — mat., jiz., kim. B i r denklem, fiziksel yasa vb. bulunup, değeri değişmeyen sayı ya da simge.

değiştireç [es. t. reosta] [Fr. rhéostat] [îng. rheostat]: jiz. Elektrik akımının yeğinliğini azaltıp çoğaltmaya yarayan aygıt.

değiştirge bkz. değiştirici l. değiştirgeç [es.t. röle] [Fr. relais] [İng. relay]: 1— döş. B i r de

netim devinimini başka bir devinime döndüren aygıt. 2 — si, TV. bkz. dönüştürgeç.

değiştirici [es. t. konvertisör, konverter] [Fr. convertisseur] [İng. converter]: 1 — fİZ., kim., mek. B i r nesne ya da kuvvetin biçimini değiştirmeye yarayan aygıt. 2 — elek. a. Bi r elektrik çevriminde, kimi koşullara bağlı olarak istenen değişmeleri oluşturan çevrimi düzenleyip denetleyen aygıt. b. Bir elektrik akımını başka türden akıma çeviren aygıt. 3 — büş. Bildirişmenin ortaya konulma yöntemini değiştiren araç ya da aygıt.

. 4 — işi B i r akışkanı ayrı sıcaklıktaki bir akışkanla ısıtma ya da soğutmaya yarayan aygıt. 5 — metb. Yüksek karbonlu erimiş demirkarbon oluşumunu düşük karbonlu duruma getiren araç.

değiştirme [es. t. permütasyon] [Fr., İng. permutation]: 1 — elek. Tek ya da çok evreli dalgalı akımı doğru ya da yerine

Page 30: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

43 demet

göre dalgalı akıma dönüştürme. 2 — mat. Belirli sınırlama dizisindeki, bir öğenin, başka sınırlama dizisine geçirilmesi işlemi.

değme bkz. sürtünüm. delecek bkz. delgeç. delgeç [es. t. zımba] [Fr emporte-pièce., perforateur, poinçon]

[îng. punch]: mele. Karton, kayış maden vb. şeyleri delme işinde kullanılan- araç.

delgi I [es. t. sonda] [Fr. sonde] [ïng. 1 — dnll, driller, drilling, probe 2 — bore]: 1 — yerb., işi. Delme işlemlerinde yerin orta ve çok derin katmanlarına inebilmeyi sağlayan delici aygıt. 2 — denize, coğr. Suyun herhangi bir noktasındaki derinliği ölçmeye, dibin yapısı üzerine yaklaşık bir bilgi edinmeye yarayan araç.

delgi II [es. t. matkap, perforatör] [Fr. poinçon, perceuse, perforateur, mèche] [tng. diril, punch, perforator]: mek. Maden, tahta, taş vb. üzerinde delik açmaya yarayan aygıt.

delgi tekeri [es. t. rulet] [Fr., Ing. roulette]: 1—gen. K i m i işkollarında kullanılan dişli demir teker. 2 — oym. Tahta oymada kullanılan dişli çelik teker.

delim bkz. delme I, II.

delme I [es. t. sondaj, sondalama] [Fr. sondage] [îng. boring, drilling]: i — madene, yerb., işi. a. Delgi ile araştırmalarda bulunma, delik açma. b. Maden, su, yeryağı vb. araştırmak için toprağın derinliklerine delgi salma. 2 — yerb. Bis maden tuzu, s-u, yeryağı yatağını ya da bir yerin katman türlerini ortaya çıkarmak için toprağı derinlemesine delerek yapüan araştırma.

delmeli [es. t. persman] [Fr. percement] [îng. piercing] 1 —• madene, a. Başka bir yeraltı geçitine açılan geçit. b. İki yeraltı geçitini birleştiren geçit. 2 — metb. Boru yapma sürecinde, yüksek sıcaklıklarda uygulanan metal oyma, delik açma işlemi. 3 — mek. Delgi ya da burguyla delik açma işlemi. 4 — işi. Top namlularının içini oyma işlemi.

demet [es. t. huzme] [Fr. faisceau] [îng. beam]: fiz. B i r ışık kaynağından çıkarak aynı doğrultuya giden ışınların oluşturduğu küme!

Page 31: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

demirlibeton 44

demirlibeton [es. t. betonarme] [Fr. béton armé] [İng. ferro concrete, reinforced concrete]: yapıc, mim. Demir çubukların üzerine dökülen çimento, kum, çakıl karışımı yapımcüık gereci.

denektaşı [es. t. mihenk] [Fr. pierre de touche] [Ing. touchstone, îydian stone]: kuyumc. Altın, gümüş gibi değerli

. madenlerin ayarlarını anlamak için kullanılan bir t ü r taş. deneme [es. t. tecrübe etme, test] [Fr. épreuve] [İng. testing]: 1 —

gen. B i r nesne, aygıt, araç vb. niteliklerini, işlevini belirlemek için yapılan işlem. 2— bayd. a. Bi r yolun kullanıma açılmadan Önce sınanması, b. Bi r nesne, özdek vb. nin çeşitli niteliklerini (direnç, iletkenlik vb.) ortaya çıkarmak için yapılan fiziksel, kimyasal işlem. c. B i r makinenin yapısında ya da İşleyişinde aksaklık olup olmadığım çıkarmak için yapılan denetim. 3 — kim. B i r kimyasal ürün üzerine ivedilikle uygulanan çözümleme. 4 — metb. Metal parçaların çeşitli özelliklerini saptamak için yapılan işlem.

denetici [es. t. kontrol cihazı] [Fr. contrôleur] [Ing. controller]: 1 — gen. B i r uygulayımsal işlemin istenilen ölçülerde yürütülmesini denetim altına alan aygıt. 2 — döş. Sıcaklık, basınç ya da nem değişmelerini önleyip, bunlara ilişkin devinimin denetimini yapan aygıt.

denetim [es.t. kontrol] [Fr. contrôle] [İng. control]: gen. B i r uygulayımsal olay ya da işlemin, istenilen biçimde gerçekleşmesini sağlayan değişkenleri düzenleme işlemi.

denetleç bkz. denetici. denetllk [es. t. monitör] [Fr. moniteur] [İng. monitor]: TV.

Görüntü ile sesin niteliğini eşleme, görüntü seçimim gerçekleştirme, görüntüyü yayıma verme gibi işlerin denetlenmesinde kullanılan araç.

deney [es. t. tecrübe, test] [Fr. essai, épreuve, expérience] [İng. test, experiment]: gen. 1 — Deneme işleminde yapılan iş, uygulama vb. 2 — Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir varsayımı

: kanıtlamak ya da bir yasanın doğruluğunu ortaya koymak için yapılan işlem.

deneylik [es. t. laboratuvar] [Fr. laboratoire] [İng. laboratory]: gen. Bilimsel araştırmaların ve deneylerin yapıldığı, içinde gerekli araç, gereç ve aygıtların bulunduğu yer.

denge [es. t. balans] [Fr., İng. balance] : otom. Tekerleklerin

Page 32: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

45 depremyazar

yalpasız dönüşünü sağlamak için, göbeğe ağırlıklar eklenerek yapüan ayar.

dengeleme bkz. dengeleştirme. dengeleştirme [es. t. stabilizasyon] [Fr. stabilisation] [îng. stabili

zation]: metb. Dönüşüm sıcaklığı altındaki sıcaklıklarda, ısıtarak ya da yavaşça soğutarak uygulanan gerilim giderme işlemi. 2 — elek. Yeni bir yük ya da gerilime karşı, bir çevrimin belirli noktasındaki gerilimi koruma, dengede bulundurma.

dengeleyici [es. t. stabilizator] [Fr. stabilisateur] [İng. stabilizer]: 1— otom. Eğikliği ya da yaylanma genliğini azaltmak için, çatkı ve tekerleklere yerleştirilen düzen. 2 — kim., metb. B i r evredeki işlemin daha dengeli bir duruma gelmesini sağlayan aygıt.

dengelinle [es. t. sabitlik, stabilité] [Fr. stabilité] [İng. stability, steadyness] : 1 — fiz. B i r cismin denge ya da devinim durumunu değiştirmemesi. 2—kim. Özdeğin ayrışma, kimyasal değişme eğiliminde olmayışı. 3 — metb. Karşılıklı çalışan güç yada etkenler arasındaki eşitlik durumu.

denizbilim [es. t. oşinografi] [Fr. océanographie] [İng. oceanography]: coğr. Coğrafyanın büyük su alanlarıyla ilgilenen dalı.

denkleme [es.t. kompansasyon] [Fr., İng. compensation]: kim., hek. Dizgelerdeki bir bolümün çalışması bozulduğunda, başka bir bölümün çok çalışarak onun işini üstlenmesi olayı.

denldeştirici [es. t. kompansatör] [Fr. compensateur] [İng. compensator]: l — elek. Elektrik çevrimindeki dengeyi sağlamak için, bi retkiye karşı etki oluşturan araç. 2 — opt. B i linmeyen bir çift kırılmayı bilinen, istendiği gibi değişebilen bir çift kırılma ile düzenlemeyi sağlayan araç.

denşirme [es. t. tağyir etme] [Fr. dénaturation] [îng. dénatura-Hon]: kim. Kimyasal bir Özdeğin niteliğini, doğallığını bozma.

deprembilim [es. t. sismoloji] [Fr. séismologie, sismologie] [îng. seismology] : coğr., y erf iz., yerb. Depremlerin, toprak devinimlerinin; oluşmalarını, etkilerini araştırıp inceleyen bilim dalı.

depremgörür [es. t. sismoskop] [Fr. séismoscope, sismoseope] [îng. seismoseope]: coğr., yerfiZ-, yerb. B i r depremin varlığım gösteren aygıt.

depremölçer [es. t. sismometre] [Fr. séismométre] [İng. seismometer]: coğr., yerfiz-, yerb. Depremin yeğinliğim ölçmekte kullanılan aygıt.

depremyazar [es. t. sismograf] [Fr. séismographe, sismographe]

Page 33: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

derinlikölçer 46

[îng. seismograph]: coğr., yerfiz.,. yerb. Depremleri saptayıp çizgeleyen aygıt.

derinlikölçer [es. t. batimetre, batometre] [Fr. bathymètre, bathomètre] [îng. bathometer, bathymeter]: denize. Denizlerin derinliklerini ölçme işinde kullanılan aygıt.

derinlikölçüm [es. t. batimetri] [Fr. bathymétrie'] [îng. bathy¬metry]: coğr., denize. Denizlerin derinliğini ölçme işi.

derişik [es.t. konsantre] [Fr. concentré] [îng. concentrated]: kim. İçindeki su oranı azalarak koyulaşmış, yoğunlaşmış olan (sıvı, eriyik).

derişik töz [es. t. konsantre mineral] [Fr. concentré de mineral] [îng. concentrâtes huteh]: madene. Bileşimindeki su alınarak koyulaştırılmış töz.

derişme [es. t. konsantrasyon] [Fr., îng. concentration]: 1—fiz-, kim. B i r özdeğin, bileşimindeki suyu yitirmesiyle yoğunlaşıp koyulaşması olayı. 2 — metb. Bir öğe, evre ya da Özdeğin, bir ötekisi içinde bulunma yüzdesi ya da oranı.

devim bkz. devinme. devimbilim [es.t. dinamik] [Fr. dynamique] [îng. dynamics]:

•fiz. Devinimi yol ve zamana bağlı olarak inceleyen bilim dak. devimsel erke [es. t. kinetik enerji] [Fr. énergie cinétique] [îng.

cinetic energy, kinetic energy]: B i r özdeğin, devinmesi sonucu açığa çıkan erke.

devingeni [es.t. müteharrik, hareketli, mobil] [Fr. mobile] [îng. mobile, movable]: fiz. Devim durumunda olan, devinen özdek, nesne vb.

devingen II [es. t. dinamik] [Fr. dynamique] [îng. dynamic] : fiz. Durgun olmayıp devinme Özelliği gösteren,

devinik bkz. devingen. I. devinim bkz. devinme. devinimbilim [es. t. kinematik, sinematik] [Fr. cinématique]

[îng. kinematic]: fiz. Mekaniğin devinimle ilgili bölümü. devïnirlik [es. t. momentum] [Fr. quantité de mouvement] [îng.

momentum[: fiz-, kim. Devinim çokluğunu ölçen temel düzenek niceliği.

devinme [es. t. hareket] [Fr. mouvement] [îng. movement, motion]: fiz. B i r özdeğin t üm ya da kimi noktalarının zamana bağlı olarak yer değiştirmesi.

devirgi [es. t. 1 — külbütör, 2 — çift dengeli röle] [Fr. culbuteur] [îng. rocker, rocker arm, valve rocker]: 1 — demiry. Bir kömür vagonunun en kısa sürede boşaltılmasın? sağlayan düzen.

Page 34: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

47 dirsek

2 — elek. Akım, geçmediğinde, kumanda akımının belirlediği en son durumda kalan ve yalnız ik i konumda çahşan değiştirgeç.

devitken [es.t. muharrik, motor] [Fr. moteur] [İng. motor]: fiz. 1 — Bir devinimin oluşmasını sağlayan, herhangi bir devinimi başlatan araç, gereç vb. 2 — Herhangi bir erke türünü mekanik erkeye dönüştüren dizge.

devre kesici bkz. alam kesici. devrilir kapak bkz. kapaç. dışatım [es. t. egzoz] [Fr. 1 — échappement, 2 — éjection] [Ing.

exhaust, 2 — ejection]: 1—-mot. B i r ısı motorunda yakıt gazlarının ya da itenekli k imi makinelerde genleşen buğunun dışarı atılması. 2 — uzayc. B i r füzenin yanma adasında oluşan gazların borularla dışarıya atdması.

dışbükey [es.t. konveks] [Fr. convexe] [İng. convex]: fiz. Yüzeyi tümsek, çıkık, şişkin olan (cam, mercek, ayna vb.).

dışık [es. t. cüruf] [Fr. 1 — laitier scorie, mâchefer; 2 — crasse] [Ing. 1 — cinders, scoria, slag; 2^-crass]: 1 — kim., madene. Ergime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan camsı öadek. 2 — metb. Eritilen bir metalin içindeki katışkı ve kalıntıların, metalin yüzeyinde toplanmış biçimi.

dışyapışma bkz. yapışma. dikeçl [es. t. kolon, sütun] [Fr. colonne] [Ing. column]: 1 —

gen. Genellikle damıtma, renkseme vb. ayırma işlemlerinde kullanılan diklemesine uzun ince aygıt.

dikeçl l [es. t. jalon] [Fr. jalon] [înıg. (surveyor's) staff, (range-) pole, stake rod]: madene, yerbe., bayd. Yerey üzerinde nokta belirlenmesi, doğrultu verme gibi işlerde kullanılan, uzunluğu boyunca şerit halinde zıt renklere boyanmış (kırmızı - beyaz vb.) maden ya da tahta çuibuk.

dingil [es.t. aks, şaft, mil] [Fr. axe] [Ing. axle, shaft]: mek. Tekerlek, yuvgu, çark gibi nesnelerin ortasından geçirilen çubuk.

dingin bkz. etkisiz. dinginleşme bkz. etkisizleşme. direnç [es.t. rezistans] [Fr. résistance] [Ing. resistance]: 1 —

gen. B i r gücün etkisine karşı koyan güç. 2 — elek. B i r nesneden birim nicelikte elektrik akımı geçebilmesi için gerekli olan gerilim.

dirsek [es. t. krank] [Fr. coude de manivelle] [İng. crank]: 1 — mek. B i r motorda bilyelerin almaşık devinimini dairesel de-

Page 35: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

dişölçer 48

vinime çeviren dingil. 2 — uygb. Saç, çinko, dökme demir, bakır vb. borunun, yönünü değiştirmeye yarayan kıvrımı.

dişölçer [es.t. dentimetre] [Fr. dentimètre] [İng. dentimeter]: hek. Dişin kök boyunu, çevresini ölçmek için kullanılan araç.

dizge [es. t. sistem] [Fr. système] [îng. system]: 1— gen. a. Bi r bütünü oluşturacak biçimde birbirine bağlı Öğelerin tümü. b. Bi r iş, işlemi sonuçlandırmak için kullanılan yöntem ile araçların oluşturduğu düzen. c. bkz. donatı. 2 — kim., fiz., metb. Üzerinde ölçme yapılan ya da sözkonusu olan belirli nesneler topluluğu. 3 — elek. Çok evreli bir dalgalı akımın elektrometre kuwetinin dönüş değişikliklerinde geçiş düzeni. 4 — bilş. a. Birlikte kullanılan işlem, yöntem ve gereçlerin belirli bir Örneğini oluşturan birim. b. Birbirinden ayrı ve değişik işler üreten makinelerin oluşturduğu bütün.

dizgi [es. t. tertip] [Fr. composition] [îng. setHng up of type, composition]: basm. Basım için harfleri dizme işlemi.

dizgici [es. t. mürettip] [Fr. compositeur] [İng. typesetter, composer]: basm. Dizgievlerinde harfleri dizerek, satır, sütun ya da sayfa durumuna getiren kimse.

dizgievi [es.t. mürettiphane] [îng. composîng room, ease room]: basm. Basımevlerinde dizgi ve düzen 'işlerinin görüldüğü bölüm.

doğru akım [es. t. mütemadi cereyan] [Fr. courant continu] [îng. continuous current]: elek. İletken bir çevrimde tek yönde ve büyüklükteki elektrik akımı.

doğrultma [es. t. 1 — rektifikasyon, rektifiye] [Fr. 1 —rectification; 2 —redressement, redressage] [îng. 1— rectification; 2 — straightening, redressing]; 1 — metb. Sıvı ortamlı fırm ve yunakların zamanla bozulan ortamlarının bileşimini yeniden doğru, işleyebilir duruma getirmek için yapılan denetim ve kimyasal özdekleri katma işlemi. 2 — elek. Dalgalı akımı doğru akıma ya da doğru akımı dalgalı akıma çevirme.

doğrultmaç [es. t. redresör] [Fr. redresseur] [İng. redresser]: elek. 1—Dalgalı akımı doğru akıma döndüren aygıt. 2 — Bir dalgalı akım kaynağından doğru alkım elde etmek için kullanılan düzen.

doğrultucu [es. t. permütatör] [Fr. permutatrice] [İng. permu¬tator]: elek. Tele ya da çok evreli dalgalı akımı doğru, yerine göre dalgalı akıma dönüştüren araç.

dokuma [es.t. tekstil]1 [Fr. textile] [İng. textiles, weav-ing]; işi

Page 36: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

49 dondurmaz

1 — İplikleri bez, kumaş vb. ürünlere dönüştürme işi. 2 — Bu işin şonunda elde edilen ürünlerin genel adı.

dokumacüık [es. t. tekstil endüstrisi] [Fr. profession de tisse-rend] [İng. textile industry]: işi İplikleştirilmiş her türlü özdeği kumaş durumuna getirip değerlendiren işleyim kolu.

doldurma [es, t. mmble] [Fr. remblai] [İng. filling]: 1 — bayd. Bir yeri yüksetme ya da bir çukuru dolgu gereciyle istenilen biçime sokma. 2 — madene. Maden ocaklarında, çıkarılan töz yerine değersiz dolgu gerecini yerleştirme. 4 — yapte. a. Duvardaki yarık, delik vb. dolgu gereciyle kapama, düzeltme, b. İki taş duvarın arasındaki boşluğa dolgu gereçlerini koyma.

doldurucu [es. t. 1 — yükleme makinesi, doldurma makinesi; 2 — şarjör] [Fr. 1 — chargeuse; 2 — chargeur] [ing. i — charging machine; 2 —charger]: l— kim. Yeryağı ürünlerini, taşınacak kaplara doldurma işini yapan özişler aygıt. 2 — attşb. Özdevimli silahlarda, kurşunlan birden ya da arka arkaya sürmeye yarayan düzenek.

dolgu [es. t. ramble] [Fr. mastic, remplissage, remblai] [İng. filling (in), packing]: 1 — bayd. B i r yeri yükselterek, bir çukuru doldurarak elde edilen sonuç. 2—madene. •&. Maden ocaklannda çıkarılan tözün yerine doldurulan değersiz gereç. b. B u gereçleri doldurma işlemi. 3 — yapıc. Arası karmas ve ufak taşlarla dolu iki yüzü taş, duvar.

dolgu macunu [es. t. filler] [Fr., İng. filler]: yapıc. Boyanacak yüzeydeki delik ve yarıkları kapamakta kullanılan gereç.

donanım [es. t. materyal] [Fr. matériel (de traitement d'information)] [İng. hardware]: bilş. Bir bilgisayan ya da bilişim dizgesini oluşturan aygıt, araç, gereç vb. tümü.

donatı [es. t. teçhizat, ekipman] [Fr. équipement] [İng. equipment, outfit] : 1 — gen. B i r iş ya da işlemi gerçekleştirmek için gerekli araç gereç. 2 —yapıc. B i r yapı için gerekli olan bütün döşem.

' donatım [es.t. teçhiz] [Fr. équipement] [İng, equipment]: yapıc. Bir yapı için gerekli olan bütün döşemin yerleştirilmesi .

donatımlık bkz. donatı 2. donatma bkz. donatım. donduraç [es. t. dipfriz] ' [ İ n g . deepfreeze]: gen. Bozulabilecek

yiyecekleri çok düşük ısılarda dondurup uzun süre saklamak için kullanılan buzdolabı.

dondurmaz bkz. donmaönler.

Page 37: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

donma 50

donma-[es. 1.1 — intimât, 2— priz\ [Fr. congélation-gel, 2 — prise] [Ing. 1—freezing, being solidified-; 2 —congealing, setting]:

- r—gen. B i r özdeğin sıvı durumdan katı duruma geçmesi. 2 — yapıc. Beton karıldıktan sonra kütlenin sertleşmeye başlamasına değin çimentonun yapısında oluşan kimyasal tepkimeler.

donmaönler [es.t. antifriz] [Fr. antigel] [îng. anti-freeze]: 1 — kim. B i r sıvının donmasını önleyen ya da geciktiren özdek. 2 — o/om. Motorlara konan suyun donmasını önleyen özdek.

donuklukölçer [es. t. opasimetre] [Fr. opacimétre] [îng. opaci-meter]: gokb. Saydamsızlık niceliğini incelemeye yarayan ay¬git.

doyma [es.t. satürasyon] [Fr., îng. saturation]: fiz. 1 —Be l l i sıcaklıktaki bir gazın, bu sıcaklığa Özgü en. yüksek basınç altında bulunduğu durum. 2 — B i r sıvının içinde en geniş ölçüde eriyebilmiş olma. 3 — Yeğinliği gittikçe artırılan bir mıknatıs alanı içinde, varılan en yeterli mıknatıslanma.

döker [es.t. damper] [îng. dumper]: mek., bayd. 1—Yüklenen taş, toprak, kum gibi şeyleri motora bağlı bir kaldıraçla döken düzen. 2 — Böyle bir düzenle donatılmış taşıt.

dökmedemir [es. t. font, pik] [Fr. fonte de fer, fer de fonte] [îng. cast iron]: metb. Demir tözünden doğrudan doğruya sıvı olarak elde edilen, karbon oranı yüzde ikibuçuktan çok demir-karbon alaşımı.

doneç [es. t. rotor] [Fr., îng. rotor]: elek. Elektrik motor ve üreteçlerinde, durağan bölümlerin dışında kalan devingen bölüm.

dönel [es. t. rotari] [Fr. rotatoire] [îng. rotary]: 1 — gen. Dönerek işleyen. 2 — uzil. Öğeleri dönerek işleyen bir özdevimli telefon dizgesi türü. 3 — gen. Burguyla 'kuyu açmak yöntemi.

dönemsel [es. t. periyodik, devri, devirli, peryodik mevkut] [Fr. périodique] [îng. pediodic]: fiz., kim. Eşit zaman aralıklarıyla, ardışık olarak yinelenen (devim).

dönerbasar [es. t. rotatif] [Fr. rotatif] [îng. rotative] : basm.. Dönerek işleyip kısa sürede çok sayıda basım yapan baskı makinesi.

dÖnerge bkz. yelyapar. dönme [es.t. rotasyon, deveran] -[Fr., îng. rotation]: gen. B i r

özdek, nesne vb. kendi çevresinde devinmesi olayı. dönü [es.t. spin] [Fr., îng. spin]: fiz. Bir eksiciğin ya da bir

taneciğin kendi üzerinde dönerek kazandığı devim kolcuğu. dönüş [es. t, devir, tur] [Fr. tour] [îng. turn] : 1 — gen. B i r

Page 38: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

51 duruk

şeyin-kendi ekseni çevresinde bir tam devinimi. 2 — me/c.-Bir tekerleğin tam dönmesi,

dönüşölçer bkz. çevrimÖIçer. dönüştürücü I [es. t. transformatör, trafo] [Fr. transformateur]

[İng. transformer]: fiz., elek. 1 Elektrik akımının gerilimini, yeğinliğini değiştiren aygıt. 2 — Sıklıkta bir değişiklik yapmaksızın belirli bir gerilimdeki dalgalı akimi başka bir gerilime çeviren aygıt.

dönüştürücü II [es. t. transdüktör] [Fr. transducteur] [İng. transducer]: si., TV. B i r ya da birkaç yaym dizgesinden değişik biçimlerdeki dalgayı alan ve bunları başka bir biçimde bir ya da birkaç başka araca, yayın dizgesine veren araç.

dönüştürüm [es.t. transformasyon] [Fr., ing. transformation]: 1 — gen. Belirli yapı ve Özellikler dizisinin, başka bir yapı ve özellikler dizisine geçmesiyle oluşan başkalaşım. 2 — kim. Kimyasal yollarla bir özdeciğin yapışım değiştirme.

dönüşül [es. t, kritik] [Fr. critique] [ing. critical]: fiz., kim. Bir evre özelliği ya da yapı dönüşümünün etkilendiği değere ilişkin.

döşem [es. t. tesisat] [Fr., İng. installation]: 1—gen. B i r işin sağlanması için kullanılması gereken araç gerecin uygun yerlere yerleştirilmesiyle oluşan düzen. 2 — mek. B i r düzen içinde kullanılan araç, gereç ya da aygıtların tümü. 3 — döş. B i r akışkanın dağıtımını, kullanımını sağlayan boru donanımı.

döşemci bkz. döşeyici. döşeyici [es.t. tesisatçı] [Fr. intallateur] [ing. filter]: döş.

Elektrik, su, havagazı vb. döşemi yapan, bunların onarımıyla uğraşan kişi.

durağan [es. t, 1, 2 — sabit; 3 — statik] [Fr. / , 2— fixe, immobile, satble; 3— statique] [ îng. 1,2—fixed, immobil, stable; 3 — static]: 1—a. gen. Yerini değiştirmeyen, aynı yerde kalan. b. Deney ya da uygulamayla açıklanmış, tanıtlanmış, c. önceden belirlenmiş, düzenlenmiş. 2 — fiz., mat., kim. bkz. değişmez2. 3 —bkz. duruk 1.

durallık bkz. dengelilik L durduraç [es. t. fren] [Fr. frein] [îng. brake]: mek. Devinmek

te olan bir aracı yavaşlatmaya ya da durdurmaya yarayan aygıt.

duruk [es. t. statik, 4 —stator] [Fr. statique, 4 —stator] [îng. static, 2 — b. statics, 4 — stator]: 1—gen. a. Belirli bir süre değişmeyen, olduğu gibi kalan. b. Devimsiz, devinimi olma-

Page 39: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

durukluk 52

yan, dönmeyen. 2 — /iz., inek. a. Güçlerin dengelenmesine ilişkin, b. Devinmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri vb. ile uğraşan bilim dalı. 3 — si. Alıcının devimsiz tutulduğu durum. 4— fiz., elek. Dalgalı akım motor ya da üreteçlerinde, devinmeyen, irkitimin düştüğü bölüm,

durukluk bkz. dengeliUk 1. durultma [es. t. berraklaştırma, tasfiye'] [Fr. collage] [İng. clari

fication] : 1 — fiz. İçlerinden en az biri sıvı durumda bulunan ve birbirine karışmayan özdekleri, yoğunluklarına dayanarak birbirinden ayırma. 2 — kim. B i r sıvı içinde asıltı biçiminde bulunan, birbirine karışmayan özdekleri, sıvıyı dinlendirme yoluyla dibe çökertme işlemi. 3 — işi. a. İçindeki yabancı özdeklerden arıtmak için kuru kırdca şeker üzerinden su ya da buğu geçirilmesi b. Şaraba durultucu özdeklerin katılması durumu.

duyarkat [es.t. emülsiyon] [Fr. émulsion] [İng. emulsion]: si. I — Film tabanı üzerinde yer alan, ışığa karşı duyarlı gümüş bromür ya da gümüş klorürlü kat. 2 — Mıknatıslı kuşak, mıknatıslı görüntü kuşağı ya da mıknatıslı film üzerine sıvanmış demiroksit katı.

duyarlaştırıcı [es. t. sensibilisator] [Fr. sensibilisateur] [İng. sensitizer] : si. Duyarkatm duyarlığını artırmak amacıyla kullanılan kimyasal Özdek.

duyarlaştırma [es. t. hassaslaşttrma, sensibilisator] [Fr. sensibilisation] [İng. sensitizing]: foto. 1 — Kâğıt, kumaş gibi yüzeyleri ışığa duyarlı duruma getirme. 2 — Genel duyarlığı ya da renk duyarlığını art ırmak amacıyla duyarlaştırıcının duyarlı yüzeye uygulanması.

duyarlık ı[es. t. hassasiyet, sensibite] [Fr. sensibilité] [İng. sensitivity] : 1 — gen. B i r patlayıcı özdeğin, çarpma, sürtme, sıcaklık yükselmesi gibi uyarmalar karşısında gösterdiği tepki. 2— fiz. GÖz, fotoğraf plağı, ışıkgözü gibi alıcıların ışık ışınlarından ya da elektromanyetik dalgalardan etkileme özelliği. 3 — foto. B i r fotoğraf katmın ışın, ışık etkisiyle gizli ya da görünür görüntü verebilme hızı. 4 — radyo. B i r radyoelektrik alıcısının az ya da çok düşük sinyalleri yeterli bir biçimde alabilmesi, t

duyarlıkolçer [es. t. sensitometre] [Fr. sensitomètre] [İng. senti-tometer]: 1 — foto. Kısa bir film kesimi üzerine aşamalı ışıklama yapan aygıt. 2— si. Duyarkatın ışıktan etkilenme, ışık etkisiyle gizli görüntü oluşturma yeteneğini belirleyen aygıt.

Page 40: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

53 düzelti

duyarlıkölçüm [es. t. sensiiometri] [Fr. sensitométre] [îng, sensitometry] : si. Duyarkatm ışıktan etkilenme ve açındırma 'sürecindeki tepkisini ölçme.

duyulan sıklık [es. t. odyofrekans] [Fr. audiofréquence] [tng. audiofrequency]: fiz. 1 — Dalgalı akımların telefonda (saniyede 50 ile 10.000 çevrim arasında değişen) duyulabilen sesler üreten sıklığı. 2 — bkz. işitme eğrisi,

duyumölçer [es. t. estesiyometre] [Fr. esthésiomètre] [îng. estheiiomeHr]: hek. Derinin duyarlığım ölçme işinde kullanılan aygıt.

düğme [es. t. buton] [Fr. bouton] [îng. button]: gen. Üzerine basıldığında ya da çevrildiğinde elektrik çevrimini açıp kapayan; bir makineyi işleten parça.

düğüm [es. t. kod] [Fr. code] [îng. code, coding scheme]: bilş. Verinin kesikli biçimde gösterilmesini saptayan, hiçbir belirsizlik taşımayan kurallar kümesi.

düşmeölçer [es. t. âerivometre] [Fr. derivométre] [îng. drift indicator]: haritac. Uçağın boyuna ekseni ile gerçek yolu arasındaki düşme açısını gösteren araç.

düzbaskı [es. t. ofset] [Fr., îng. offset]: basm. Kalıp izlerini önce kauçuğa, sonra kâğıda geçirmeye dayanan iki kopyalı baskı 'düzeni.

düzdöner [es. t. cayroskop, jiroskop] [Fr., îng. gyroscope]: 1— denize. Torpidoların istenilen yönde gitmesini sağlayan, sağ ya da sola sapmaları düzenleyen araç. 2 — fiz. Yer'in kendi ekseni çevresinde döndüğünü göstermeye yarayan aygıt.

düze [es. t. doz] [Fr., îng. dose]: kim. B i r bileşiğe ya da karışıma girecek Özddk niceliği.

düzeç [es. t. tesviye aleti, tesviye ruhu] [Fr. niveau] [îng. levelling instrument, sprit level, level]: fiz. 1—Bir düzlemin yatayb-ğmı anlamak, yüksekliğini denetlemek için kullanılan aygıt. 2 —Buğu kazanlarında, su düzeyini gösteren cam tüp.

düzeçleme [es. t. tesviye] [Fr. nivellement, aplanissement] [îng. leveîling] : 1 — yerb. B i r yerin değişik .noktalardaki yükseltisini, belli bir yatay düzleme göre (ideniz yüzeyi) belirlemek için yapılan işlemlerin tümü. 2—mim. Toprak üzerinde ya-, tay bir çizgi oluşturmak için yapılan işlem.

düzelteç [es. t. stabilizör] [Fr. stabiîİzateur] [îng. stabilizer]: si., TV. Seslendirme aygıtlarında kuşağın düzgün devinimini sağlayan makara.

düzelti [es.t. rötuş] [Fr. retouche] [îng. retouching]: l—foto.

Page 41: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

düzeltme 54

Resimler basılmadan Önce kimi bozuıklukları giderme amacıyla yapılan değiştirme. 2— güzels. B i r tablo, yontu, kabartma vb. bittikten sonra yaratıcısı ya da bir onarıcısının uygulandığı küçük değişiklikler. ğ

düzeltme [es. t. koreksiyoii] [Fr., îng. correction']: mek. Yapım sırasında bozulan madensel parçaları, ısıtarak ya da başka yöntemlerle ilk biçimlerine getirme işlemi.

düzem [es. t. dozaj] [Fr-, îng. dosage]: kim. B i r bileşiğe ya da bir karışıma girecek özdeğin niceliğinin saptanması.

düzemölçer [es.t. âozimetre] [îng. dosimeter]: hek. X ışınlarıyla sağaltımda kullamlan, sayrıya uygulanacak ışın niceliğini sağaltımdan önce ve sonra ölçmeye yarayan aygıt.

düzemölçüm [es.t. dozim&tri] [Fr. dosimetric] [îng. dosimetry]: hek. Düzemölçer aracılığıyla ışınım düzesinin ölçülmesi.

düzen [es. t. tertip] [Fr. ordre] [îng. order]: yapıc. 1—Bir yapının bölümlerinin uyumlu, düzgün bir bütün oluşturacak biçimde bağdaştırılması 2 — Çıkıntılı kısımların. Özellikle sütunlarla saçaklığm değişik yapı biçemlerini belirleyen yerleştirme biçimi.

düzenek [es.t. mekanizma] [Fr. mécanisme] [îng. mechanism]; gen. 1—Belli bir sonuç yaratabilecek biçimde düzenlenmiş Öğe, parça ya da bölümlerin birleşimi. 2 — Araç, gereç, aygıt vb. kuruluşu, yapısal düzeni. 3 — Bu düzenin çalışmasını belirleyen özellik, işleyiş biçimi. 4—sil. Ateşli silahların işlemesini sağlayan düzen.

düzenleme bkz. ölçüleme. düzenleyici [es. t. regülatör] [Fr. régulateur] [İng. regulator]:

1 — gen. Bîr makinenin görevini istenilen ölçüde tutup ayarlayan aygıt. 2 — elek. Akım, gerilim, sıksayı, ivme, güç, basınç, verdi Vb. çalışma öğesini değişmez kılan ya da belirli bir yasaya göre değiştiren aygıt. 3 — bayd. Su alma birimlerindeki su düzeyini, yatak verdisini değişmez kılmak için akaklar üzerine kurulan yapı. 4 — otom. B i r motorun dönme hızını sınırlamaya yarayan aygıt. 5 — fiz. Dinamonun verdiği akımın gerilim ve gücünü bataryanın gereksinimine göre sağlayan düzen. 6 — ta. Pulluklarda sapan demirini kaldırmaya ya da indirmeye yarayan düzen.

düzenteker [es. t. volan] [Fr. volant] [îng. flywheel]: mek. 1—Makine ya da motorda devinimin hızını düzgün tuùmaya, çalışmayı düzenlemeye yarayan çark, tekerlek, düzen. 2 — B i r devinimi başka bîr düzene aktaran tekerlek.

Page 42: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

55 eğim

düzey [es. t. seviye] [Fr. niveau] [îng, /eve/]: 1—gen. Bir nokta, çizgi, yüzey vb. yatay düzleme göre yükseklik ya da alçaklık derecesi. 2— fiz. B i r iletkenin bir noktadaki ısı ya da

- elektrik yükü. düzgüleme [es. t. normalize etme] [Fr. normaliser] [îng. nor-

maUzing]: metb. Döküm sırasında çok hızlı soğuma ya da yanlış bir ısıl işlem sonucu bozulan madeni düzgülü durumu getirmek için uygulanan ısıl tavlama işlemi.

düzgün [es. t. apre] [Fr. apre]: boyc., deric, dok. 1—Düzgün-leme sırasında kullanılan özdeklere verilen ad. 2 — Dokumaya sertlik vermek için kullanılan özdek.

düzgünleme [es. t. apreleme] [Fr. apprêt]: 1 — boy., deric, dok. Dokuma ya da deri gibi kimi ürünlere parlaklık ve iyi gö rünüm verme, yeni birtakım özellikler, nitelikler kazandırma amacıyla uygulanan işlemlere verilen genel ad. 2 — Dokumaya nişasta ya da benzeriyle sertlik verme işlemi.

düzleme bkz. düzem. düzleyici [es. t. planya] [Fr. rabot, planeur] [İng. plane]: gen.

Yüzey düzeltme işlemlerimde kullanılan aygıtlara verilen genel ad.

düzleyici [es. t. tesviyeci] [Fr. niveleur, nivelé] [İng! fhter] : işi. Meta], tahta vb. özdekleri işleyerek istenilen biçime sokan kişi.

E eğilim açısı bkz. eğim 4, 5. eğim [es. t. meyil, temayül, rampa] [Fr. inclinaison rampe;

pente] [îng. inclination, slope; fail, comber]: 1 — gen. a. Bi r yüzeyin düşeye yakın bir .konumda olması, eğiklik. b. B u özelliği gösteren yüzey. 2 — bayd., coğr. a. B i r yolun yatay düzlemle yaptığı eğilim açısının tanjantı, b. Akaklar ve akarsularda iki noktanın yüzey ayrımının bu noktalar arasındaki eksene göre niceliği. 3 — elek. B i r yükselticinin girişine uygulanan gerilim değişmesinin çıkıştaki akım yeğinliğine yaptığı etkiyi gösteren nicelik. 4 — fiz. Yerin mıknatıssal alanında bulunan, bağımsız mıknatıslı bir iğnenin doğ-rultusuyla yatay düzlem arasındaki açı. 5 — gökb., mat. B i r

Page 43: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

eğimölçer 56

doğrunun bir düzleme ya da başlka bir doğruya göre eğik olması durumu.

eğimölçer [es. t. klİnometre] [Fr. ciinomètre, inclinomètre] [îng. inclinometer]: 1—gen. B i r yer, tabaka ya da çatlağın eğimini ölçmeye yarayan araç. 2 — insanb. Canlılar ya da iskeletler üzerinde açı ölçmeye yarayan araç. 3 — denize. B i r gemi omurgasının yataylık derecesini ölçmeye yarayan aygıt. 4 — havac. Özellikle siste, bulutlar arasında uçuş yapan bir hava taşıtının eğimini ölçmeye ya da ufuk çizgisini yitirdiğinde uçağın yataylık derecesini saptamaya yarayan aygıt. 5 — yerb. a. Katmanların yarım açısını ölçmekte kullanılan aygıt. b. Eğimi ölçmek amacıyla delme kuyusuna sarkıtılan araç.

eker [es.t. mibzer] [Fr. semoir] [İng. drill]: ta. Türlü bitki tohumlarının belirli sıra ye aralıklara göre ekim işini yapan araç.

ekimlik [es. t. plantasyon] [Fr., îng. plantation]: işi. Kahve, kauçuk, kakao gibi kimi bitkilerin geniş ölçüde yetiştirildiği işletme.

eklem [es. t. derz] [Fr. jointoyage, jointoim'ent, jointure] [îng. wall painting]: yapıc. Katışmaç, alçı gibi dolgu gereçleriyle doldurulan iki taş, tahta vb. arasındaki boşluk,

eklenti [es.t. aksesuar] [Fr. accessoire] [îng. accessory]: gen. B i r nesne, araç, aygıt vb. bütünleyen parçalardan her biri, yedek parça.

eksicik [es.t. elektron] [Fr. électron] [îng. electron]: fiz, kim. öğecik ile özdeciği yapısını oluşturan, kütlesi çekinden iki bin kez daha küçült olan eksi yüklü temel parçacık.

eksiklikölçer [es. t. defektoskop] [Fr. défectoscope] [îng. de-fectoseope]: demiry. Demiryolu raylarında madenin yapısındaki değişiklikleri, araya karışmış yabancı özdekleri ve çatlaklık gibi kimi bozuklukları saptamaya yarayan aygıt.

eksin [es. t. anyon] [Fr., îng. anion]: fiz., kim. Artıuca giden eksi elektrikle yüklü yükün ya da kök.

eksinü [es. t. fire] [Fr. discale, frai] [ îng. shrinkage, leakage]: gen. 1 — Bir ürün ya da malda, kuruma, bozulma, dökülme vb. nedenlerle oluşan.ağırlığa, değere ilişkin" eksilme. 2 — Bu eksilmeye bağlı olarak azalan nicelik ya da değer, i—radyo. Radyo ışıtaçlarında eksi yüklü olan ve elektron üreten elektrik ucu.

Page 44: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

57 emdirme

eksiuç [es.t. katot] [Fr., İng. cathode]: l — kim. Elektrikli çö-zürnlemede, sıvıya batınlıp akımın geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı. 2 — metb. Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. işlemlerde yer alan eksi yüklü uç.

ekşit [es.t. asit] [Fr. acide] [îmg. acid]: kim: Çözününce hidrojen yükünleri veren özdek.

ekşi 1 le(ştir)me [es. t. asitleştirme, asitteme, asidifikasyon] [Fr. acidification] [Ing. acidification, acidization]: l — kim. Ekşit durummıa getirme. 2 —dok. Kullanılacak lifleri çeşitli efcşit-lerle eşleme. 3 —işi. Yeryağı arama kuyularında kireçtaşı katmanlarına, geçirgenliğinden yararlanarak üretimi artırmak amacıyla hidroklorik ekşit püskürtme işi.

ekşitölçer [es. t. asidimetre] [Fr. aoidimètre] [tng. acidimeter]: kim. B i r ekşitin derişme derecesini ölçme işinde kullanılan aygıt.

ekşitÖlçüm [es. t. asidimetri] [Fr. acidimétrie] [tng. aeidimetry]: kim. B i r ekşit çözeltisinin oranını, bir çözeltinin bir. litresinde bulunan gerçek ekşit niceliğini belirleme işlemi.

elden geçirme bkz. düzeltme. elekbaskı [es. t. serigrafi] [Fr. sérigraphie] [İng. silk screen

printing, screen printing]: hasm. Baskı kalıbı ve kasnağa gerilmiş ince bir elek bezinden yararlanarak yapılan baskı yöntemi.

elektriklendirme bkz. elektrikleştirme 2. elektrikleştirme [es. t. elektrifikasyon] [Fr. electrification] [İng.

electrification]: 1—gen. a. Bi r makine, düzen vb. elektrik erkesi yardımıyla çalıştırılmak üzere değiştirilmesi, b. Herhangi bir işletmeye elektrik uygulanması, c. Tarım, işleyim ev işleri vb. başka erke kaynakları yerine elektrik erkesinin .kullanılması, d. Elektriğe kavuşturma, elektrik erkesinin kullanımını sağlama 2 — fiz. Artı, eksi yükler sağlayarak elektriksel alanlar yaratma.

elemge [es. t. çile makinesi] [Fr. dévidoir] [İng. reel]: dok. Çile durumundaki ipliği yumak yapma ya da masuraya sarma işinde kullanılan, kendi ekseni üzerinde dönebilen kafes biçimli aygıt.

emdirme [es. t. emprenye etme] [Fr. imprégnation] [Ing. impregnation]: metb. B i r ortamın, bir yüzeyin kendinden başka özdekleri üstüne ya da içine çekmesi olayı. 2 — madene t, bayd. B i r yereyi, topr?k ya da kum tabakasını bağlayıcı bir akışkan yardımıyla toprağa sızdırma.

Page 45: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

emici 58

emici bkz. soğurucu. emme [es. t. 1 — absorpsiyon, 2 — aspirasyon] [Fri, îng. 1 —

absorption, 2 — aspirafion]: 1—bkz. soğurma,2 — işi.'a. Yerya-ğına ilişkin işlemlerde, bir akışkanın çekilişi; bir deponun böyle bir çekilme ile doldurulması işlemi, b. Dökülen küçük parça ya da artıkların kimi aygıtlarla alınması işlemi. 3 — mek. A n ya da asıl durumundaki katı özdeklerle yüklü olan bir akışkanı, toz durumundaki özdekleri özel aygıtlarla çekme işlemi. 4 — otom. Dört zamanlı patlamalı motorlarda birinci zamana verilen* ad. 5 — döş. Borulardan akan sıvının oluşturduğu çekiş.

emmeç [es. t. aspiratör] [Fr. aspirateur] [îng. aspiratör]: 1 — gen. Kapalı bir yerin sıcak, pis havasını dışarıya atan aygıt. 2 — madene., metb. Çalışma yerlerindeki su ya da. asıltı olarak katı cisimlerle yüklü akışkanları (hava, gaz, buğu, sıvı vb.), tozlan (testere talaşı, eğe talaşı, maden tozu vb.), ağılı, yararsız gazları emip dışarı atmaya yarayan aygıt.

engelleme bkz. yavaşlatma. engelleyici [es. t. inhibitör] [Fr. inhibiteur] [İng. inhibitor]: kim..

Tezgenin etkisini önleyerek tepkime hızım azaltan katışkı. enküçük [es. t. asgari, minimum] [Fr., îng. minimum]: 1—gen.

Zamana bağlı olarak değişmekte olan bir niceliğin indiği en düşük değer. 2 — gökb. Güneşte leke çokluğunun en az olduğu, bir değişen yıldızın en sönük bulunduğu zamanki değer.

' 3 — fiz., mat.. Verilen bir durum için elde edilebilecek en düşük . değer.

erey [es. t. limit] [Fr. limite] [îng. limit]: mat. Sürekli, sonsuz bir değişmenin en'son varacağı yer.

ergime [es. t. füzyon] [Fr., îng. fusion]: bkz. erime 2. ergitme [es. t. izabe] [Fr. fonte] [îng. melting, fusing]: metb.

Metalleri, ergime sıcaklığı üzerinde ısıtarak katı durumdan sıvı duruma geçirme işlemi,

erime [es. t. dissolüsyon] [Fr., îng. dissolutİon]: 1 — kim. B i r Öz-değin, herhangi bir sıvı içerisinde özdecik ya da yükün olarak dağılması olayı. 2 — fiz. Isı etkisiyle, katı iken sıvı durumuna geçme,

eritici bkz. çözücü, eriyik bkz. çözelti.

Page 46: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

59 eşblçlmlUUc

erke [es. t. enerji] [Fr. énergie] [İng. energy]: fiz., kim. Bir nesne ya da dizgede bulunan iş yapabilme gücü,

erke kuramı [es.t. enerjetik] [Fr. énergétique] [îng. energetics]: fiz. Var olan her şeyi, bir fizik ilkesi ya da evreni kuran töz olarak erkeye indirgeyen görüş.

erkeölçer [es. t. enerjiölçer] [Fr. énergamètre] [îng. energa-meter]: hek. Kasların iş gücünü ölçmeye yarayan aygıt.

erkeölçüm [es. t. enerjiölçme] [Fr. énergamétrie] [İnıg. energa-metry]; hek. Kaslarm erke değerleriyle yer değiştirmelerim •saptayarak, insan çalışma gücünü Ölçme.

esnek [es. t. elastik] [Fr. élastique] [îng. elastic]: gen. Kuvvetle orantılı olarak uzayıp kısalan (özdek, nesne vb.).

esneklik [es. t. elastikiyet, elastisite, elasıiklik] [Fr. élasticité] [İng. elasticity-]: 1—fiz. Basınç etkisiyle biçim bozukluğuna ve değişime uğramış nesnelerin ilk biçim ya da oylumlarına az da olsa dönebilmeleri özelliği. 2 — deric. B i r derinin geri. lebilme ve gerilme sırasında aldığı biçimi koruma özelliği.

esneklikölçer [es. t. elastisimetre, ekstensiyometre] [Fr. élastici-simeter]; fiz; Esnemeden doğan çok küçük uzamaları Ölçen aygıt.

esneklikölçüm [es. t. elastisimetri] [Fr. êlasticimétrie] [îng. elasticimetry, extensometry]: fiz. Bir nesneye etki eden güçlerin yeğinliğini, bu nesnenin iç ya da dış güçlerin etkisine girdiğinde göstereceği biçim değişikliklerini ölçme.

esneme [es. t. elastikleşme] [Fr. extension] [îng. elasticition]: 1 — fiz. Değişikliğe uğramış ilk biçim ya da oyluma dönebilen geçici nesnel bozulma. 2 — mek. B i r Öadeğin çarpmaya karşı direncini gösteren nitelik; bu niteliği kınlca birimi türünden veren sayı.

eşbasmç eğrisi [es. t. izobar] [Fr. isobare, lignes isobares] [îng. isobars]; meteor. Eş sürede eşbasınç altında bulunan yeryüzü noktalarını birleştirdiği varsayılan sanal çizgi.

eşbasmçlı [es.t. izobar] [Fr. isobare] [İng. isobar]: 1—fiz. Değişmez basınç altında oluşan dönüşümlerin niteliği. 2 — kim. Kütle sayısı eş, öğecik numaraları değişik öğelerin niteliği.

eşblçim(li) [es.t. izomorf] [Fr. isomorphe] [İng. isomorphoıts]: kim. Kınlca biçimleri yönünden benzer özellikler gösteren.

eşbiçimlilik [es. t. izomorfizm] [Fr. isomorphisme] [İng. isomorphism]: 1 — mat. İki ya da daha çok nesnenin eşbiçim özellikleri göstermesi durumu. 2—kim. Kınlca biçimleri açı-

Page 47: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

eşdeğer 60

sından aynı özellikleri gösteren nesne ve özdeklerin durumu, eşdeğer [es. t. muadil] [Fr. équivalent] [İng. equivalent]: 1 —

fiz. Eş ölçüdeki ik i niceliğin birbirine göre durumları ya da yitirilene karşı elde edilenin değerce eşitliği. 2— kim. Kimyasal bileşimlerde birbirinin yerine geçen öğelerin oranlarım belirten sayı.

eşdeğerlîk [es.t. muadelet] [Fr. équivalence] [equivalence]: fiz., him. Birbirine eşit değerde olan kavramların niteliği .ve nesnelerin yapı bakımından benzerlik özelliği.

eşdeprem eğrisi [es. t. izosist] [Fr. isoséistes courbes] [îng. isosismal üne]: yerfiz. Depremin eş yeğinlikte duyulduğu noktaların birleşmesinden oluşan eş özekli eğri.

eşdönüşmez [es. t. kontrvaryans] [Fr. contre variance] [İng. counter varience]: kim. Belirli bir öbeğe göre konsayı dizgesi değiştirildikçe görünümü de değişen (özdek, özdekcik).

eşdönüşür [es. t. kmaryant] [Fr. covarİent] [İng. covariant]: kim. Belirli bir öbeğe göre konsayı dizıgesi değiştirildikçe görünümünü değiştirmeyen, birlikte değişen (özdek).

eşduruk [es.t. İzostatik] [Fr. isostatique] [İng. isostatic]: mek. Her noktasında dengeyi taşıyan bir çizgi ya da yüzeyin Özelliği.

eşesinti eğrisi [es. t. izovel] [Fr. isovèle]: meteor., coğr. Yelin eşit hızla estiği uzay noktalarını birleştiren sanal çizgi.

eşısıl [es.t. izotermal] [Fr. isothermique] [İng. isothermal]: gen. Değişmez bir sıcaklığa bağlı olan (Özdek, nesne vb.).

eşiz [es. t. izomer] [Fr. isomère] [İng. isomer]: fiz., kim. Bileşimleri özdeş, biçimleri değişik özdeciklerden her biri.

eşizlenme [es. t. izomerleşme, izomerizasyon] [Fr. isomérisation] [İng. isomerization]: fiz., kim. B i r özdeciğin, belirli bir eşiz yapısından başka bir eşiz yapısına dönüşmesi olayı.

eşkahnlık eğrisi [es.t. izopak] [Fr. isopache] [İng. isopach]: yerb. Belirli bir katmanın eşit kalınlıktaki noktalarından oluşan çizgi.

eşkaynar [es.t. azeotrop] [İng. azéotrope] [İng. azeotrope]: fiz., kim. Tek bir Özdekten oluşmamalarına karşın Öyle imiş gibi tek bir sıcaklık noktasında kaynayan sıvı.

eşleme [es. t. senkronizasyon] [Fr., İng. synchronisation]: si. Görüntü İle sesin birlikte, düzgün olarak gitmesi durumu; görüntüyle ses 'kuşakları arasında bu uyumun sağlanması işlemi.

eşlemeli [es.t. senkron] [Fr. synchrone] [İng. synchronous]: si.

Page 48: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

61 eşyükselrl eğrisi

Görüntü kuşağı ile ses kuşağı eş duruma getirilmiş film. eşleyicl [es. t. senkronizör] [Fr. synchroniseur] [îng. synchronizer,

fourway, winder, synchroscope]: si. 1 — Fi lm kuşaklarını aralarında eş duruma gefirmek için kullanılan aygıt. 2 — etek. İki yedek dalgalı akımın arasındaki zıtlık ayrımını gösteren araç.

eşoylum eğrisi [es. t. izokron] [Fr., îng. isochrone]'. 1 — coğr. Verilen belirli bir sürede, belirli bir taşıtla belirli bir noktadan yola çıkarak varılan yerküre noktalarını birleştiren sanal çizgi. 2 — fiz-, him. Oylum değişmeden, bir özelliği başka değişkenlere göre gösteren eğri.

eşölçülü [es. t. izometrik] [Fr. isométrique] [îng, isometrİcal]\ kim. 1 — Tüm boyutları birbirine eşit olan (kırılcalar). 2—-ölçüleri eş olan noktasal dönüşümler.

eşözdek [es. t. alotrop] [Fr., îng. allotrope]: kim., metb. Fiziksel özellikleri değişik, kimyasal özellikleri eşdeğer olan ik i ya da daha çok biçimde bulunan kimyasal öğe.

eşözdeklilik [es. t. allotropi] [Fr. allotropie] [îng. allotrophy]: metb. B i r kimyasal öğenin fiziksel özellikleri değişik, kimyasal özellikleri eşdeğer olan iki ya da daha çok biçimde bulunması durumu.

eşsıcakhk eğrisi [es. t. İzoterm] [Fr. isotherme] [îng. isotherm]: fiz., kim. Belirli bir süre içindeki ortalama sıcaklıkları eş yeryüzü noktalarım birleştirdiği varsayılan eğri.

eşyağış eğrisi [es. t. izoyet] [Fr. isohyète] [îng. isohyet]: coğr. Yeryüzünün ortalama yağış niceliği eş olan noktalarım birleştirdiği varsayılan çizgi.

eşyöşlü [es. t. izotropik] [Fr. isotropique] [îng. isotropic]: gen. Bütün yönlerde eşit Özellik gösteren.

eşyönlülük [es. t, izotropi] [Fr! isotropie] [îng. isotropy]; gen. B i r ortamın özelliklerinin tüm yönlerde eşit olması durumu.

eşyönsüz [es. t. anizotropik] [Fr. anisotropïque] [İng. anisotropic]', gen. Özellikleri, içindeki doğrultuya göre değişen, değişik yönlerde değişik özellikler gösteren (ortam).

eşyönsüzlük [es. t. anizotropi] [Fr. anisotropie] [Inç. anisotropy]: gen. B i r ortamsal özelliklerin içinde bulunulan doğrultuya göre değişmesi durumu

eşyükselti eğrisi [es. t. izohips] [Fr. isohypse, courbes isobares] [îng. contour lines, isohypse]: coğr. Bir eşbasınç yüzeyinin eş yükseklikteki noktalanni birleştirdiği varsayılan eğri.

Page 49: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

eşzamanlama 62

eşzamanlama [es. t. senkronizasyon] [Fr, synchronisation] [İng. synchronizing]: elek. B i r yedek dalgalı akımla bir makineye eşzamanlılık kazandırma işlemi,

eşzamanlılık [es. t. senkronizm, zamandaşlık] [Fr. synchronisme] [İng. synchronism]; gen. Birbirini izleyen iki olay, işlem vb. arasındaki sıklıkların birbirine özdeş olması durumu,

eşzamansız [es. t. asenkron] [Fr. asynchrone] [ing. asynchronous]: l—f iz. Başlamalanyla bitmeleri arasındaki zamanla¬

. rı eşit olmayan, eşit zaman aralıklarında oluşmayan (olay, işlem, olgu vb.). 2— elek,, mek. Gücünün sıklığı hız ile değişik oranda, dalgalı akımın oluşmadığı, manyetik alanla aynı anda dönmeyen (makine, motor, üreteç vb.),

eteklik [es. t. yarım lambri]: yapıc. Tavana değin çıkmayan yarım gömlek kaplama,

etken [es. t. faktör] [Fr. facteur] [ing. factor]: gen. Uygulayrm-sal bir işlemin sonuçlanmasına katkıda bulunan öğelerden her biri .

etkin [es. t. aktif] [Fr. actif] [îhg. activé]: kim., metb. Kimyasal tepkimelere kolayca girebilen (özdek, özdekcik vb.). '

etkin direnç [es.t. emp&dans] [Fr. impédance] [ing. impedance]: elek. Bir elektrik çevriminden geçen dalgalı akımın etkin geriliminin, etkin yeğinliğine bölümü.

etldnleşrlrici [es. t. aktifteştirici] [Fr. activateur] [ing. artivator]: 1—fiz. B i r özdeğin etkinliğini art ırmak için kullanılan yaîban-

* cı nesne ya da öğecik. 2 — kim. Etkinliğini art ırmak amacıy-cıyla bir tezgene karıştırılan özdek.

etkinleş(tir)me [es. t. aktifi eştirme, aktivasyon] [Fr., ing. activation^, kim. 1 — Bir özdek, öğe vb. etkinlik kazanması, etkin duruma gelmesi. 2 — B i r özdeğin ılmcık bombardımanıyla ışınetkin duruma getirilmesi 3 — yapıc. içindeki birleştirici öğelerin daha iyi yapışmasını sağlamak amacıyla bir bağlayıcı gerece etkinlik kazandıran özdek katılması.

etkinlik [es, t. aktivite, aktiflik] [Fr. activité] [ing. activity]: kim. 1 — Bir özdecik, Öğecik ya da yükünün erke ve işlemi etkileme yönünden daha güçlü, daha elverişli olması durumu. 2 —Kimyasal gerilimi logaritmik hız ve büyüklük olarak veren nicelik.

etkinlikÖIçer [es. t. aktivîmetre] [Fr. activimètre] [îng. activi-meter]: fiz. Işınetkin bir Öğenin etkinliğini ölçen araç.

etkisiz [es.t. pasif] [Fr. passif] [İng. passive]: 1— kim. Kim-

Page 50: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

fışkırtıcı

yasal tepkimeye girmeyen. 2—elek. Erke kaynağından yoksun çevrim ya da Öğeler.

etkisizleşme [es. t. pasivasyon] [Fr,, İng. passivation]: .1 — metb. Metal yüzeyler üzerinde koruyucu hir örtü oluşması olayı. 2— kim. Kimyasal tepkimeye giremeyen Özdek durumuna gelme.

evirtim bkz. evrilme.

evre [es.t. faz] [Fr., trig, phase]: fiz., kim. Birbir i ardınca ge¬len değişikliklerde Özdeğin biryapımh, kesiksiz durumu (katı evre, sıvı evre vb.).

evrenbilim [es. t. kozmoloji] [Fr. cosmologie] [İng. cosmology]; Evrenin oluşumunu ve evreni yöneten genel yasaları inceleyen bilim dalı.

evrilme [es. t, enVersiyon] [Fr., tng. inversion]: fiz-, kim. Amon-, yak gibi şemsiye biçimli Özdeciğin tersyüz olması.

ezimevi [es. t. tasirhane] [Fr. pressoir] [İng. press-house]: gen. Bitki tonum ya da tanelerinin sıkılıp çıkarıldığı yer.

F fıçıcı keseri bkz. çatı keseri. fışkırdak [es. t. pİset] [Fr. pissette] [İng. washing-flast]: l—gen.

^Sıvıları fışkırtmaya yarayan araç. 2—kim. Çökelti ve süzgeç-, lerin yıkanmasında kullanılan, birinden üflendiğinde diğerinden su fışkırtacak biçimde düzenlenmiş ik i cam borudan oluşan deney aracı.

fışkırık [es. t. fıskiye] [Fr. jet â'eau] [İng. drinking fountain^ water jet]: mek. Kapalı bir bölmedeki hava, su vb. akışkanı, üzerine basmçh bir başka akışkan püskürterek boşaltan aygıt.

fışkırtıcı [es. t. ejektör] [Fr. ejecteur] [İng. ejector]: mek. Belli hızla, devinen bir akışkan yardımıyla, başka bir akışkanın boşalmasını sağlayan aygıt.

Page 51: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

64

G gazışı [es.t. lüminesans] [Fr., îng. luminescence): fiz., ayd.

özdeğin, kimi dalga boylan ya da küçük izge alanlan için aynı sıcaklıktaki ısısal ışınımından daha güçlü, elektromanyetik bir ışının yayması olayı; bu yolla oluşan ışık.

gazlaştırma [es. t. gazifikasyon] [Fr. gazéification] [îng. gasifݬcation]: kim. Bileşiminde karbon bulunan katı ya da sıvı öz-deklerin, bütünüyle yamçı gaz durumuna dönüştürülmesi işlemi.

gazölçer [es. t. gazometre] [Fr. gazomètre] [Ing. gasometer]; fiz. Gazlann oylumunu, yoğunluğunu vb. ölçmeye yarayan aygıt.

gazölçüm [es.t. gazometri] [Ing. gasometry]: fiz, Gazlann oylum, yoğunluk vb. ölçülmesi.

gaztutma [es. t. oklüzyon] [Fr., tng. occlusion]: kim. Madenlerin gazlan soğurarak değişik orantılarda yoğunlaştırma ve boşlukta tutma özelliği.

gazyuvan bkz. havayuvaıı. geçek [es. t. hat, güzergâh] [Fr. passerelle] [îng. ford, place

of passage]: ulaş. 1 —Ulaştırma ve iletişim ağlarının geçtiği yol. 2— Ulaşımı sağlayan taşıtların uğradığı yerlerin tümü.

geçirgen [es. t. permeàbl[ [Fr. perméable]: 1 — fiz., kim. İçinden gaz, sıvı, akı vb. geçirebilen (özdek, nesne vb.). 2 — K i m i yükün ya da Özdeci'kleri içinden göçüren.

geçirgenlik [es. t. perméabilité] [Fr. perméabilité] [îng. permea¬bility]: fiz., kim. 1—îçinden gaz, sıvı, vb. geçirebilme özelliği; geçirgen olma 2 — Bir im zar alanı başına geçişi ölçen katsayı.

geçMcilik bkz. geçirgenlik, geçirimü bkz. geçirgen. geçirimöîçer [es. t. permeametre] [Fr. perméamètre] [îng. per.

meameter]: 1— fiz. Demir, çelik vb. gibi kimi özdeklerin . mıknatıs özelliklerini belirlemeye yarayan aygıt. 2 — yerb.

Bir toprak örneğinin geçirgenliğini ölçme işinde kullanılan araç.

geçirimsiz [es. t. 1 — empermeabl, 2 — empermeabılize] [Fr. / — imperméabté, 2 — impermêabseé] [îng. 1 — impermeable, 2 — waterproof] : 1 — gen. Bileşimi nedeniyle su geçirmeyen (özdek, nesne vb.). 2 — fiz-, kim. a. İçinden hava, sıvı, gaz vb.

Page 52: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

65 gelgüyazısı

Özdekleri geçirme niteliğimde * olmayan (özdek). b. yükün ya da Özdecikleri içinden göçürmıeyen (zar).

geçirimsizleştirme [es. t. empermeabüizasyon] [Fr. imperméabilisation] [ïng. waier proofing]: dok. Kumaşları, kauçuktan yararlanarak su geçirmez duruma getirmek için uygulanan işlem.

geçirünsîzlikölçer [es. t. empermeahilimetre] [Fr. imperméabiîi-mètre] [îng. impermeabilimeter]: dok. Kumaşlarm su geçir-mezliğini Ölçme işinde kullanılan araç.

geçirmez bkz. geçirimsiz. geçiş [es. t. 1 — transisyon; 2,3,4,5 — pasaj] [Fr. 1,2 — transition;

3,4 — passage; 5— défilement] [İng. 1.2 — transition, 3 — passing, 4 — passage, 5 — change-over] : 1 — fiz., kim. Türlü etkenler yüzünden, dizgenin bir nicem durumundan başka bir

' nicem durumuna atlaması. 2— metb. B i r durumdan başka bir duruma ya da bir biçimden başka bir biçime geçme olayı. 3 — büş. Karışık bir işlemin bir basamağını oluşturan temel işlemin uygulanması için, verilerin elektronik hesap ay gıtından geçirilmesi. 4 — gökb. B i r gökcisminin gözlemcinin gözü ile başka bir gökcisminin ya da belirli bir bakış doğrultusunun arasına girdiği an. 5 — si. B i r gösterinin sürekliliğini sağlamak üzere ik i gösterici kullanıldığında, birinci göstericideki makara sona ererken ara vermeksizin öbür göstericide hazır bulunan makarayı göstermeye başlama.

geçişme [es. t. osmos] [Fr. osmose] [îng. osmosis]: fiz. Sızdı-nc ı bir gergi ile birbirinden ayrılmış ik i sıvının bu gergiden geçerek karışması olayı.

geçişmeölçer [es. t. osmometre] [Fr. osmomètre] [îng. osmo-meter]: fiz. Geçişme basıncını ölçmeye yarayan araç.

geçişmeolçüm [es. t. osmometri] [Fr. osmométrie] [îng. osmo-metry]: fiz. Geçişme basıncı Ölçülerini inceleyerek çözelti du rumundaki özdeklerin özdecik ayrışmalarını ve bunların çözelti içindeki çözünme derecelerini ölçme işi.

geçme bkz. geçiş 5. gelgityazan [es. t. maregraf] [Fr. marégraphe, maréomètre, ma-

regraphe plongeur] [îng. tide gauge]: coğr. Gelgit olayı sırasında deniz yüzeyinin belirli b i r noktasındaki yükseklik değişimlerini özdevimsel olarak saptayan ve ortalama su düzeyinin ölçülmesini sağlayan aygıt.

gelgityazısı [es. t. maregram] [Fr. marégramme] [îng. maregram]: coğr. B i r gelgityazan yardımı ile özdevimsel olarak çizilen ve limandaki su yüksekliğini gösteren çizge.

Page 53: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

genelçekim 66

genelçekim [es. t. gravitasyon] [Fr., İng. gravitation]: fiz. Bütün özdenlerin kütleleriyle doğru, uzaklıklarının karesiyle ters orantılı olarak karşılıklı birbirini çekme kuvveti.

genleşme [es. t. inbisat, dilatasyon] [Fr., Ing. dilatation, expansion]: 1 — fiz. Isıtılan özdeklerde görülen oylumsal 'büyüme. 2 — mek. Bulunduğu yer ya da kaptan ötekine geçirilerek, bir akışkanın oylumsal niceliğinde gerçekleştirilen gensel değişim. 3 — metb. Isı ya da dönüşüm nedeniyle, bir özdeğin oylumunda oluşan genişleme.

genleşmeölçer [es. t. dilatometre] [Fr. dilatometre] [İng. dilato-meter]: fiz. Isman sıvıların görünür genleşme katsayılarını saptayan araç.

genleşmeölçüm [es. t. dilatometri] [Fr. dilatométrie] [İng. dilatometry]: fiz. Sıvıların ısınma sonucunda oylumsal niceliğinde oluşan değişimin (katsayılarını ölçme işi.

genleştirici [es. t. detandör, ekspansif] [Fr. détendeur] [İng. reducing valve]: fiz., döş. B i r akışkanın giriş çıkışında oluşan basıncı düşürmeyi sağlayan araç.

gereç [es. t. malzeme, materyal] [Fr. matériel] [İng. material]: gen. B i r işi ya da işlemi yapabilmek için kullanılması gereken özdek, nesne, araç vb.

gerey [es. t. tensör] [Fr. tenseur] [İng. tensor]: fiz., kim. Belli dönüştürüm öbeği işleri altında, birkaç yöney gibi dönüşür nesne.

gergi [es. t. tandör, perde] [Fr. 1 — tendeur; 2, 3— tirant; 4 — écran] [İng. 1 — stretcher, tigtener; 2 — beam, 3 — stay-brace, stay-rod, stay-bor; 4 — screen]: 1—gen. İp, kayış, tel vb. gerginfeştirme işinde kullanılan araç. 2— yaptc. B i r yapının yükünü azaltan, bir duvarın dikliğini koruyan ya da yapıdak i parçaların ayrılmasını önleyen destek tahta, demir vb. 3 — döş. B i r kazanın içinde oluşan basıncı karşılamak için kazanın içyüzeyine perçinlenen demir parça. 4— elek. a. Bi r uzay parçasını kimi elektrik ya da mıknatıs etkilerinden koruyan kutu ya da yüzey. b. B i r eksiuç ışıtacrnda görünür görüntünün oluştuğu yüzey.

geribesleme [es. t. fidbek] [Fr. rétraction] [İng. feedback]: 1—fiZ; kim. Sonuç etkenlerinin, neden etkenlerini etkilemesi ve bu yoldan sağlanan işlem denetlemesi. 2 — Güdümb. Geriye doğru yapılan denetleme işlemi. 3> — bilş., iletş. İletişim ve bilgisayar uygulamalarında değişik denetleme düzen-

Page 54: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

67 giydirme

lerinin, kurucu birirnlerine ilişkin bilgilerin, bu birimler ara? sında iletilmesi işlemi,

geribildirim bkz>, geribesleme. gerilim [es. t. voltaj, tansiyon] [Fr., îng. voltage, tension]: fiz.

Bir iletkenin ik i ucundaki elektrik akımını sağlayan gizilgüç eşitsizliği.

geriUmöIçer [es. t. tajtsiyometre] [Fr. tensiomètre] [îng. tensi-meter]; fiz. Buğu, ayrışma, yüzey vb. ilişkin gerilimleri ölçen aygıt.

gerilimölçünı [es. t. tansiyometri] [Fr. tensiomêtrie] [îng. ten-siometry, sphygonanometry]: fiz. 1 — Sıvılardaki yüzey gerilimlerini belirleme işi. 2 — Mekanik gerilim niceliğini, kimi ölçü araçlarından yararlanarak belirleme.

geriverme bkz. geribesleme 1. gidim [es. t. menzil] [Fr. distance de pénétration] [ îng. range]:

fiz. Atılan bir nesnenin, bir yere ya da devinim erkesi sürtünme katsayıları yüzünden tiikenüıceye dek gidebildiği uzaklık.

gidimizi [es. t. parkur] [Fr. parcours] [îng. trajectory] : fiz. Atılan bir nesnenin mekanik yasalara göre çizdiği eğri.

girinim [es.t. p&netrasyon] [Fr. pénétration] [îng. penetration]: metb. B i r özdeğe, ısıl ya da mekanik dış etkilemeyle girme olayı.

girinti [es.t. intrüzyon] [Fr., îng. intrusion]: metb. Metal yüzeylerde çukurlaşmış pürüz olarak beliren yüzey özürü.

girişim [es.t. enterferans] [Fr. interférence] [îng. interference]: 1—fiz. a. îki titreşim deviniminin birbirini yok etmesi olayı, b. îki ya da daha çok dalganın (ışık ya da ses) üst üste gelmesinden doğan olay. 2 — elek. Yaklaşık sayıda ik i titreşimin aralarındaki ayrım yüzünden alıcıda oluşan vınlama. 3 — si., TV. îki ya da daha çok dalganın birbirine eklenmesi, üst üste binmesi.

girişimölçer [es. t. enterferometre] [Fr. interférom'ètre] [îng. interferometer]: fiz. Işık girişim saçaklarının uzaktan ölçümünü yapan aygıt.

girişimölçüm [es. t. enterferometri] [Fr. interférométrie] [îng. interferometry]: fiz. Işık, ses vb. girişim saçaklarını ölçme uygulayımı.

giydirme [es. t. plakaj] [Fr. placage] [îng. cladding]: metb. Dökme, haddeleme ya da basınçlı kaynaklama yoluyla küt-

Page 55: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

gizilgüç 68

lesi, tüm kütleninin % 3'ünü geçen, bir Örtü kazandırmak için yapılan kaplama işlemi.

gizilgüç [es.t. potansiyel] [Fr. potentiel] [İng. potential]: fiz. İş durumunda olmayan, içinde bulunduğu nesnenin durumu değişince ortaya çıkan güç.

gizilgüçölçer [es. t. potansiyometre] [İng. potentiomètre] [İng. potantiometer] : fiz. B i r gizilgüç ayrımım ya da elektrik üretim gücünü ölçmeye, karşılaştırmaya yarayan aygıt.

göbek [es. t. jant] [Fr. jante] [İng. rim]: otom. Taşıtlarda, lastiklerin takılmasını sağlayan tekerleğin çember biçiminde ara bölümü.

gökbilim [es. t. astronomi] [Fr. astronomie] [İng. astronomy]: Gökcisimlerinin, uzaydaki durumlarım, devinimlerini, fiziksel-kimyasal yapılarıyla inceleyen büim.

gökbilimci [es.t. astronom] [Fr. astronome] [İng. artronomer]: gökb., ıızayc. 1 —Gökbilimle uğraşan bilgin. 2—Uzay araştırmalarım düzenleyen, uzay araçlarıyla yerden bağlantı kuran, onları yöneten uzman.

gökevi [es.t. planetaryum] [Fr. planétarium] [İng. plane-tarium]: gökb. Gök olaylarını, 3'ildızlarm, Güneş,' Ay ve gezegenlerin konumlarını, devinimlerini bir yanm küre içinde izdüşürücü-lerle gösteren yapı.

gökfiziği [es. t. astrofizik] [Fr. astrophysique] [İng. astrophysics]: Uzaydaki özdecik ve öğeciklerin izgelerini fiziksel olarak inceleyen, gökcismi görüntülerini fiziğin ana yasalarına göre açıklamaya çalışan bilim dalı.

gökölçüm [es. t. astrometri] [Fr. astrométrié} [İng. astrometry]: gökb. Yıldızların gökyüzündeki yerlerini ölçen, değişimlerini inceleyen gökbilim dalı.

gölölçer [es. t. limnimetre] [Fr. limnimètre] [İng. limnimeter, limnometer] : fiz. Sıvı düzeyini, elektronik bir düzen ve yükünleştirici bir ışımadan yararlanarak ölçen aygıt.

gölölçüm [es. t. limnimetri] [Fr. limnimétrie] [İng. Hmnimetry]: fiz., coğr. Göl sularının zaman zaman değişen düzeyini ölçme işlemi.

gömlek kaplama [es. t. lambri] [Fr. lambris] [İng. panelling, wainscoting]: yapıc. B i r yapının, mermer ya da meşeden iç duvar kaplaması.

gömme [es. t. hasa] [İng counterpart, insert, countersink]: 1 — doğr. B i r tahta parçasının daha geniş bir parça üzerine açılmış yarığa düz olarak, zıvana dili olmadan girmesiyle oluşan

Page 56: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

69 gösterici

birleşme biçimi. 2 —gen. B i r nesnenin üzerinde yarık açılmış ya da önceden bir boşluk bırakılmış başka bir nesne içine yerleştirilmesi.

görünge [es.t. perspektif] [Fr. perspectif] [İng. perspective]: 1 — mat. Nesneleri bir yüzey üzerine göründükleri gibi çizmeye yarayan yöntem. 2 — kentç. Kentlerde düz bir çizgi biçimde uzanan anayol. 3 — güzeîs., mim. Nesneyi, duran bir noktaya göre uzaklıklarını ve aralarındaki duruş ayrrmlarmı canlandıracak biçimde resmetme, çizme.

görüntü [es. t. fotögram] [Fr. image, photogramme] [ îng. frame, picture]: si., TV. 1 —Fi lmin alıcıda kullanımı sırasında, duyar-katm ışıktan etkilenmesiyle ortaya çıkan resim; bunun beyazperdeye yansıtılan biçimi. 2 — Herhangi bir nesnenin mercek, ayna vb. araçlarla oluşturulan resmi; herhangi bir nesnenin kimi ışık oyunları sonucu elde edilen resmi.

görüntü alıcı [es. t. videoteyp] [İng. video-tape recorder]: sû, TV. Bir izlencenin ses ve görüntüsünün gerektiğinde yeniden gösterilmesini sağlamak amacıyla hazırlanmış alıcı türü.

görüntü kuşağı [es. t. video] [Fr. bande image] [ îng. visuals]: 1 — sı. Yalnız görüntü öğesini taşıyan film kuşağı. 2 — TV. B i r televizyon çekim stüdyosunda eşleyicinin dışında oluşan vq görüntü imlerini de kapsayan karmaşık im düzeni.

görüntülük [es.t. ekran] [Fr. écran] [İng. screen]: l — si. Üzerine görüntülerin yansıtıldığı filmin izlenilmesini sağlayan değişik dokuda ak yüzey. 2 — TV. Almacm, üzerinde görüntülerin izlendiği dikdörtgen biçimindeki ön bölümü.

görüntüölçüm [es. t. fotogrametri] [Fr. photo grammétrie] [îng. photqgrammetry]: 1—yerbe. Fotoğraf ya da stereofotoğraf yönteminin yerbetim haritalarının hazırlanmasında uygulanması. 2 — foto. Fotoğrafı çeküen konumun boyutlarım belirleme, yöntemlerinin, fotoğraf üzerinde yapılan Ölçmelerden yararlanılarak saptanması.

gösterge [es. t. indikatör] [Fr, indicateur] [İng. indicator]: fit. Bir aygıtın işleyişiyle ilgili ölçümlerin. sonucunu belirtip de¬

. ğerlendiren araç. gösterici [es. t. 1 — âisplay, 2 — projektör] [Fr. 2 — projecteur,

appareil de projection] [ îng. 1 — display unit, 2 — projector]: l — bilş. B i r bilgisayarda, yürütülen işlemin sonuçlarım bildiren ya da basıp veren çıkış birimi. 2. — si. Sinema filmlerinin beyazperde üzerine yansıtılmasını sağlayan aygıt.

Page 57: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

gösterim 70

gösterim [es. t, projeksiyon] [Fr., İng. projection]: si. Görüntülerin, gösterici yardımıyla beyazperdeye yansıtılması işi.

gösterim odacığı [es. t, makinist dairesi, projeksiyon dairesi] [Fr. cabine] [îng. projection box]: si. Sinema salonunda gerginin karşısındaki duvarın gerisinde yer alan, içinde göstericilerin çalıştığı küçük oda.

göstermelik bkz. örnek 2. götürücü bkz. taşıyıcı. gövde [es.t. karoseri] [Fr. carrosserie] [îng. body]: otom. Oto

mobil, kamyon vb. araçta; motor, tekerlek gibi bölümlerin dışında kalan doğrama, döşeme, kaplamaya ilişkin biçimleyi-ci öğelerin tümü.

gözden geçirme [es. t. revizyon] [Fr. révision] [îng. revision]: gen. Araç, aygıt, motor, makine vb. iyi işleyip işlemediğini inceleme, deneme, denetleme işi.

gözenek [es. t. mesame] [Fr, îng. pore]: fiz., kim. Sıvı ya da gazlann geçişini, emilmesini sağlayan küçük delik.

gözenekli [es.t. mesameli] [Fr. poreux] [îng. porous]: gen. Sıvıları ya da gazlan geçirebilen, emebilen (özdek, nesne vb.).

gözeneklilik [es. t. porozite] [Fr. porosité] [îng. porosity, porousness] : 1 — gen. Bileşiminde küçük boşluklar bulunan (özdek, nesne vb.).'2 — taşb. B i r kayanın bileşimindeki tanecikler, arasındaki boşluklann oylumunun o kayanın toplam oylumuna oram.

gözenekölçer [es. t. porozinietre] [Fr. porosimètre] [îng. porosi-meter]: ta. İncelenen toprak örneğinin gözenekliliğini ölçme işinde kullanılan araç.

gözenekölçüm [es. t. porozimetri] [Fr. porosimêtrie] [îng. poro-simetry]; gen. 1 — Gereç, özdek vb. gözeneklerinin dağılımını belirleme işi. 2 — Belli ölçülere göre gözenekliliği saptama.

gozetleç bkz. minigöreç. gözlem [es.t. rasat] [Fr. Îng. observation]: gökb. B i r gökcisim

ya da olayını çıplak gözle, kimi araçlarla izleyerek görülen değerleri saptama işi.

gözlemevi [es. t. rasathane, observatuar] {FT. observatoire] [îng. observatory]: gökb., meteor. Göğe ilişkin gözlemleri yapan, gökcisimlerini ve olaylannı inceleyen kuruluş,

göz merceği [es. t. oküler] [Fr. cristallin, oculaire] [îng. ocular, crystallin lens, eye-piece] : 1 — fiz., opt. Bileşik optik aygıtlarda göz önüne düşen ve objektiften aldığı ışınlan göze veren mer-

Page 58: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

71 güneşlik

cak ya da mercekler dizgesi. 2 — gökb. Irakgörürlerde gerçek görüntüyü gözle incelemek için kullanılan küçük, yakınsak mercek düzeni.

göztaşı [es. t.' bakır sülfat] [Fr. sulfate de cuivre] [îng. copper sulphate, copper sulphite, vitriol copper, vitriol blue, blue metal, blue stone]\ gen. Metallerin elektrikle işlenmelerinde, dokumacılıkta kullanılan boyar özdeklerin yapımında ve mikrop öldürücü olarak da tar ımda kullanılan mavi renkli, kırıl-cal yapılı özdük

güç [es. t. kuvvet, şiddet] [Fr. force, pouvoir] [îng. force, strength] : 1 — fiz. a. Dinginliği devime, devimi dinginliğe dönüştüren; direnci doğuran ya da kıran özellik, b. Bir im zamanında yapılan iş. 2 — sub. B i r su akıntısının aşındırma ve taşıma yeteneği. 3 — mek. B i r makinenin yaptığı işin, bu işin kotarılması için gereken zamana bölümü.

güçlendirici [es. t. amplidin] [Fr. , ' îng. amplidyne]: elek., radyo. Küçük bir erke gücü isteyen tepkimeli döner manyetik yük-selteç.

güçölçer [es. t. dinamometre] [Fr. dynamomètre] [îng. dynamo* meter]: 1 — mek. Mekanik kuvvetleri ölçen araç ya da aygıt. 2 — elek. a. Besleme kolcuğunu ölçmede kullanılan araç. b. Elektrik motorlarında durduraç beygir gücünü ölçen makine.

güçölçüm [es, t. dinamomelri] [Fr. dynamométrie] [îng. âyna-mometry]: elek., mek. B i r güçölçer yardımıyla güçlerin Ölçülmesi ve karşılaştırılması.

güdümbilim [es. t. sibernetik, kibemetik] [Fr. cybernétique] [Ing. cybernetics]: gen. B i r insamn ya da özişler makinenin, yeni uygulayım kaynaklan içinde yönetimini, belli bir amaca göre yönlendirilmesini sağlayan bilim dalı.

günerkölçer [es. t. prihelyometre] [Fr. pryhéliomètre] [Ing. pry-heliometer]: gökb. Dakikada 1 cm 2 ye düşen güneş erkesini saptamaya yarayan aygıt.

güneşkıran [es. t. brizsotey] [Fr. pare-soleil] [îng. sun-visor]: yapıc. Camlı açıtların dışına konulan ve yazın gölge düşürecek, kışın güneş ışınlarını geçirecek biçimde düzenlenmiş ön yüz parçası,

güneşlik [es.t. parasoley] [Fr. parasoleil, visière] [îng. visor]: yapıc, otom., foto. Güneş ı şmlannm, etkisini önlemeye yarayan gereç.

Page 59: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

günışıldak 72

günışıldak [es. t. heliostat] [Fr. hâliostat] [İng. heliostat]: ha-ritdc. Güneş ışığını belli bir noktaya düşürmeye yarayan, yıldız saatine göre kendi kendine işleyen araç.

gürlükölçer [es. t. volümetre] [Fr. volümetre] [İng. VI (volumin-dicator) meter, VU (voîume unit) meter]: si., TV. Sçslendir-

. me ya da ses yayınında gürlüğü denetlemeye, ölçmeye yarayan . aygıt.

gürültüölçer [es. t. psofometre] [Fr. psophometre] [Ing. psopho-meter]: uzil. Bağlantılarda, yabancı sesler oluşturan elektrik gerilimlerini Ölçmek için kullanılan araç.

güvenlik [es. t. emniyet] [Fr. sûreté] [İng. safety, security, sa. feness, sure]: l—gen. a. Herhangi bir aygıtta güven sağlayıcı parça. b. Bi r kilidin kendi açarından başka bir araçla açılmasına karşı gösterdiği direnç; bu direnci oluşturan düzen. 2 — sil. Dolu bir ateşli silahın istenmeden ateş almasını önleyen düzenek; bu düzeneğin işleyişini sağlayan parça.

H

hacıbektaş bkz. balgamtaşı. havabilim [es.t. aerotoji] [Fr. aérologie] [İng. aerology]: coğr.

Havayuvarı yüksek katmanlarının düşey yapışma ilişkin basınç, ısı, kimyasal bileşimlerin yükseltiye göre dağılımı gibi k imi sorunlarını inceleyen bilim dalı.

Iıavadevimbilim [es. t, aerodinamik] [Fr. aérodynamique] [İng. aerodynamics]: fiz. Havada devinen cisimlerin, gazların devinimini, bu devinim, sonucunda ortaya çıkan olayları inceleyen bilim dalı.

hava düzenleyicisi [es. t. air condition (er kondişm] [Fr. climatiser, conditionner] [İng. air condition]: döş. Kapalı yerlerde sıcaklık yönünden istenilen hava koşullarım yaratan aygıt.

havalandırıcı [es. t. aerator] [Fr. aérateur] [İng. aerator]: gen. Kapalı bir yerin sürekli ve doğal olarak havalandırılmasını sağlayan aygıt ya da düzen.

havalandırma [es. t. vantîlasyon] [Fr. ventilation] [İng. ventilation, aération]: 1 — gen. Kapalı bir yerin havasını değiştirmek amacıyla dışardan temiz hava verme ya da hava akımı

Page 60: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

73 hızyolu

oluşturma işlemi. 2 — dok. Boyadan çıkan kumaş ya da ipliği parlatmak için üzerine hava verme işi.

havalı [es. t. pnomatik] [Fr. pneumatique] [İng. pneumatic]: gen. Sıkıştırılmış hava ile çalışan (aygıt, vb.),

havaölçer [es. t. aerometre] [Fr. aéromètre] [İng, aerometer]: fiz. Hava yoğunluğunu ölçmeye yarayan aygıt,

hava süzgeci [es. t. hava filtresi] [Fr. filtre à air] [İng, air-filter]: otom. Havadaki toz ve pisliklerin motora girmesini önlemek için karaca takılan süzgeç,

hava yuvan [es.t. atmosfer] [Fr. atmosphère] [İng. atmoshere]: gökh., meteor. Herhangi bir gökcismini, yeryuvarını çevreleyen gaz katmanı,

luz [es. t. vites, sürat] [Fr. vitesse, vélocité] [İng. 2 — gear, gears]: 1 — fiz. Bir im zamanda alman yol niceliği. 2— mot., Motorlu taşıtların gidiş ve çekişini düzenlemeye yarayan dişli düzeni.

Iıızbilim [es. t. kinetik] [Fr. cinétique] [İng. kinetics]: Hızlan ölçüp çözümleyerek bu hızlardan devinim düzenekleri çıkarmaya çalışan bilim dalı.

hız kutusu [es. t. şanztman, vites kutusu] [Fr. changement de vitesse, boîte de vitesse] [İng. gear box]: otom. Motorlu,taşıtlarda, hızı değiştirmeye yarayan dişlilerin bulunduğu bölüm.

mzlandıncı [es. t. akseleratör] [Fr. accélérateur] [İng. speeder, accelerator] : 1 — mek. Motorlann hızını art ırmaya yarayan aygıt ya da düzen. 2 — foto. B i r fotoğraf banyosunu daha etk in duruma getiren özdek, 3 — yapıc. Çimento, kireç, alçı vb. gibi bağlayıcılann donma sürelerini kısaltan katkı özdegi, 4—him. bkz. tezgen. 5— fiz. bkz. ivdirici.

mzlanım bkz. ivme. hızölçer [es. t. 1 — akselerometre, 2 — deselerometre] [Fr. 1 —

accéléromètre, 2 — déséléromètre] [İng. 1 — speedometer, 2 — déceler omet er]: 1 — otom. B i r motorun hızını saptamaya yarayan aygıt. 2 — gen. Devinen cismin hızını, doğrudan doğruya bir sayı çemberi üzerinde gösteren aygıt.

hızyolu [es. t. otoban] [Fr. autoroute, autostrade] [İng. motorway, autostrada, freeway]: ulaş. Gidiş, dönüş yönleri birbirinden oldukça uzak, birbiriyle kesişmeyecek biçimde düzenlenmiş, trafiğin akışını hızlandırma amacıyla yapılan bir yol türü.

Page 61: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

74

I

ılıncık [es. t.-nötron] [Fr., tag. neutron]: fiz., kim. Önelciiklerle birlikte çekinleri oluşturan, elektrik yüksüz, dönüsü 1/2 olan ana tanecik.

ırakgörür [es. t. dürbün, teleskop] [Fr. télescope] [İng. telescope]: opt. Mercek dizgesinden oluşmuş bir nesne merceği ya da bir çukur ayna yardımıyla görüntüyü büyüten, böylece uzaktaki nesnelerin, yıldızların dalha parlak, daha açık görünmesini sağlayan optik düzen.

ırakiletişim bkz. uziletişim. ıraksama [es. t. diverjans] [Fr„ îng. divergence]: 1— mat.,

fiz. Işm ya da çizgilerin birbirinden gittikçe uzaklaşarak sonsuza doğru uzanması. 2 — meteor. Yatay olarak gelişen hava akımı çizgilerinin birbirinden uzaklaşması.

ısı [es.t. hararet] [Fr. chaleur, chaud] [İng. heat]: I — gen. Bir ortam ya da özdek sıcaklığının artmasına yol açan erke. 2—fiz., kim. a. Bi r özdeği ısıldevingen bir durumdan daha yüksek sıcaklıktaki ısıldevingen duruma götürmek için verilmesi gereken erke. b. bkz. sıcaklık.

ısı aktarımı bkz. ısıyayım. ısıalan [es. t. endotermik] [Fr, endothermique] [İng. endother-

mic]: kim., metb. Oluşumu sırasında ısı alan (bileşim, tepkime vb.).

ısıdenetir [es. t. termostat] [Fr., İng. thermostat]: döş. Bir yer ya da nesnenin, ısısını kendiliğinden düzenleyen, bir derecede olmasını sağlayan aygıt.

ısıdönüştürücü [es. t. eşanför] [Fr. échangeur de chaleur] [İng, heat exchanger] : döş. Kaynar su ya da buğu yardımıyla sıcak su elde etmekte kullanılan aygıt.

ısıl [es. t. termal, termik] [Fr. thermique, calorique] [İng. thermal, caloric]: fïz., kim. Isıyla ilgili, ısıya değgin.

ısıdevimbilim [es. t. termodinamik] [Fr. thermodynamique] [İng. thermodynamics]: fiz., kim. Özdeğin fiziksel ve kimyasal dönüşümlerinde iş, ısı ve erkenin birbiriyle bağıntısını veren bilim dalı.

ısırışınım [es. t. termal radyasyon] [FT. rayonnement thermique] [İng: thermal radiation]: fiz. Sıcak katı cisimlerin, sıvıların ya da yüksek basınçlı sıcak gaz kitlelerinin saldığı ışınım.

Page 62: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

75 ısıtma

ısılkimya [es. t. termokimya] [Fr. thermochimie] [îng. thermoche¬mistry]: fiz., kim. Kimyasal tepkimelerin ısılarını araştıran bilim dalı.

ısılçözüm [es. t. piroîiz] [Fr. pyrolyse, thermotyse, pyrogénation] [Ing. pyrolysis]: fiz. özdecikleri ısı etkisinden yararlanarak parçalama, taneciklerine ayırma işlemi.

ısılpil [es. t. termopil] [Fr. pile thermoélectrique] [Ing.. ther¬mopile]: fiz., kim. Çekirdeksel tepkimelerde ısı üretimi işinde kullanılan aygıt.

ısın [es.t. kalori] [Fr. calorie] [îng. calory, calorie]: fiz. B i r kilogram suyun sıcaklığını, bir derece yükseltmek için gereken ısı niceliğine eşit olan ısı birimi.

ısıölçer [es.t. kalorimetre] [Fr. calorimètre] [îng. calorimeter]: fiz., kim. Nesnelerin herhangi bir etkiyle aldığı ya da saldığı ısıyı ölçmeyen yarayan araç.

ışıkölçüm [es. t. kolorimetri] [Fr. calorimétrie] [îng. calorv-metry]: fiz., kim. 1 — Fiziksel, kimyasal işlem ya da olaylar sırasında açığa çıkan ısı niceliğinin ölçülmesi işlemi. 2 — Bunu konu alan fizik dalı.

ısısalan bkz. ısıveren. ısısalar [es. t. radyatör] '[Fr. radiateur] [îng. radiator, steam

heater]: döş. İçindeki ısıyı dışarıya kolaylıkla verebilmesi için dilimli borulardan oluşan, çevreyi ısıtmakta kullanılan aygü,

ısısavar [es. t. radyatör] [Fr. radiateur] [îng. radiator]: otom. Motordaki ısı derecesinin yükselmesini önleyen soğutucu.

ısıtaç [es. t. kalorifer] [Fr, calorifère] [îng. radiator, central hepting installation]: 1 — döş. Kazandan çıkan1 sıcak, hava, su ya da buğuyu borularla dolaştırmak yoluyla bir yapının, yerin her yanını ısıtan aygıt, düzen. 2 — Sıcak hava üreten aygıt. 3 — Isısalara halk dilinde verilen ad.

ısıtıcı [es. t. ekonomizör] [Fr. économiseur] [îng. heater]: 1 — gen. B i r nesnenin, daha çok bir akışkanın sıcaklığım, kullanmadan önce yükseltmeye yarayan aygıt. 2 — elek. Elektrikle çalışarak daldırıldığı suyu ısıtan taşınabilir araç. 3—yapıc. Depolanmış suyu ısıtarak konutlara dağıtımım yapan döşem. 4 — otom. Kimi karaçlarla motorun sıcak suyundan ya da dışalımdan yararlanarak gaz karışımını ısırma işini gören aygıt.

ısıtma [es. t. şofaj] [Fr. chauffage, chauffe] [îng. heating].: 1 — metb. B i r ısıl işlemi gerçekleştirebilmek için gerekli sıcaklığı

Page 63: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

ısıtmaç 76

sağlama ve işlem sonuna dek dengede tutma. 2 — Radyo. Tungsten telcİğinden elektrikli akımı geçirerek, elektronik ısıtaç aksiuçlarmda gereken ısının sağlanması. 3 — işi. a. Buğu borusu ağlarıyla ya da ısıtıcı " bir kabloyla bir kab, aygıt ya da döşemin ısısının yükseltilmesi, b. Seramik parçalarında pişirme sırasında oluşan duman neminin birikimini önlemek amacıyla, pişirme işleminden önce sıcak ve kuru hava gönderme işlemi. 4 — fiz. B i r yapıyı ısıtmak amacıyla gereken sıcaklığı sağlama ve yönetme işi.

ısıtmaç [es. t. şofben] [Fr. chauffe-bain] [îng: geyser]', döş. Gaz ya da elektrikle çalışarak sıcak su sağlayan aygıt.

ısıveren [es. t. ekzotermik] [Fr. exothermique] [îng. exothermic]: fiz., kim. Isı açığa çıkaran, çevresine ısı salan (bileşme, tepkime).

ısıyayım [es.t. konveksiyon] [Fr., Ing. convection]: fiz., kim. Devinen nesnelerle belli nicelikte ısının taşınması olayı.

ışık [es. t. ziya, şavk] [Fr. lumière] [İng. light]: 1—fiz. Yüksek sıcaklıkta ısıtılan cisimlerin akkor duruma gelmesi ya da türlü erke biçimleriyle uyarılan cisimlerin gazışıl duruma geçmesiyle yaydıkları gözle görülür ışıma. 2 — fiz., gökb. 4000 A - 8000 A dalgaboyu aralığında, gözle görülebilen ve cisimlerin görülmesini, renklerin ayırt edilmesini sağlayan elektromıknatıs sal erke.

ışıkbilgisi [es.t. optik] [Fr. optique] [İng. optics]: fiz. 1—Işık yasalarım ve görme olaylarım inceleyen bilgi dalı. 2 — Işık olgulanyla eş biçimde gelişen ve mıknatıssal ışınımlar doğuran olayların incelenmesi.

ışıkgözü [es. t. fotosel, elektrikli göz, fotoelektrik hücresi] [Fr. photocellule] [îng. photocell]: 1 — elek. Işıklandırıldığında madensel yüzeyden çıkan eksicikler yardımıyla çevrimde elektrik akımı oluşturan düzen. 2 — döş. Alevi sönünce elektrik çevrimini açıp yağ yakıcısını durduran ve puflamayı önleyen duyarlı araç. 3 — radyo. Aydınlatılan kimi alkalilerin eksicikle-rini Özgür bırakmaları ya da ışığın etkisiyle om direnci değişen özdeklerin oluşturduğu ışık akımı düzeni.

işıkkıran [es. t. refraktär] [Fr. réfracteur] [îng. refractor]: ayd. Işığın kırılmasından yararlanarak, bir kaynağın ışık akısının uzaysal dağılışını değiştirmeye yarayan araç.

ışıklama [es. t. pozlandırma, ekspozisyon] [Fr, pose, exposition, lumination] [İng. exposure]: si. Çevirim sırasında aydınlatıl-

Page 64: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

77 ışdyiUcünleşme

mış olan görüntünün duyarkat üzerine belirli bir süre düşerek duyarkatı etkilemesi,

ışıklama süresi [es. t. potlandırma müddeti, poz müddeti] [Fr. durée d'exposition, durée d'ouverture, temps de pose] [Ing. exposure time]: si. B i r görüntünün duyarkata başarılı olarak saptanabilmesi için ışıklamanın sürdürüldüğü duyarkata göre belirlenen süre.

ışıkölçer [es. t. fotometre] [Fr photomètre] [Ing. photometer]: ayd., opt. 1 — Işık yeğinliğini ya da erkesini ölçen araç. 2 — Bir ışık kaynağının, belli uzaklıkta oluşturduğu aydınlığı Ölçme işinde kullanılan araç. 3 — IşıkÖlçümsel büyüklükleri saptayan aygıt.

ışıkölçüm [es, t. fotometri] [Fr. photométrie] [Ing. photo, metry]: ayd., opt. Belir l i bir ışık kaynağından gelen ışık yeğinliğinin ölçülmesini konu edinen bilim dalı.

ışdcözü [es.t. foton] [Fr., Ing. photon]: l—fiz. Boşlukta 700.000 km/sn. lik bir hızla yayılan ışık taneciği ya da erke niceliği. 2 — gökb. Işık dalgasının erke ya da itimini taşıyan sanal parçacık. 3 — ayd. Değeri elektromanyetik ışınımın sıklığı ve Planck değişmezinin çarpımıyla belirlenen ışınım erkesinin öğesel niceliği.

ışık solması bkz. kararma. ışık titremesi bkz. pırıldama. ışütyuvarı [es. t. fotosfer, ışıkküfe] [Fr. photosphère] [Ing. pho

tosphere]: gökb. Güneşin ve yıldızların yüzeyim kaplayan ışık katmam.

ışıldak [es. t. projektör] [Fr. projecteur] [Ing. projector]: fiz., ayd. Oluşturduğu yüksek ışık yeğinliği ile, karanlıkta uzağı aydınlatma işini gören ışık kaynağı, ışıkhk.

ışıldama bkz. gazışı 2. ışılışı bkz. gazışı 1. ışılçözüm [es. t. fotoliz] [Fr. photolyse] [Ing. photolysis]; fiz.,

ayd. Özdecikleri ışık, çoğunlukla morötesi kullanarak parçalama, taneciklerine ayrıştırma yöntemi.

ışılldmya [es. t. fotokimya] [Fr. photochimie] [Ing. photochemistry]: fiz., kim. Işık etkisiyle oluşan kimyasal tepkimeleri inceleyen bilim dalı.

ışdyükünleşme [es. t. fotoiyonizasyon] [Fr. photoionisation] [Ing. photoionization]: fiz., ayd. Özdeciğin, ısı etkisiyle eksicik açığa çıkararak bir alt yüküne dönüşmesi olayı.

Page 65: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

ışıma 78

ışıma bkz. ışınım. ışıma gücü [es. t. lüminozİte, aydınlatma kuvveti] [Fr. lumino

sité'] [İng. luminosity]: ayâ., fiz., gökb. Işıyan cismin bir saniyede bütün yüzeyinden dışarı saldığı toplam ışınım erkesi.

ışımölçer [es. t. lusimetre] [Fr. lucimètre] [İng. hıcimeter]: opt., gökb. Yerküre ışımasını ölçmekte kullanılan aygıt.

ışın [es. t. şua] [Fr. rayon] [İng. beam, ray]: fiz. 1—Bir kay. naktan çıkarak her yöne yayılıp giden ışık demeti. 2 — Radyo-etkrn özdeklerin saçtıkları üç ışınımdan biri.

ışınbilirn [es.t. radyoloji] [Fr. radiologie] [îng. radiology]: fiz. X-ışınlan f gamma ışınlan gibi yüksele erkeli ışınlann etkisinden doğan fiziksel olaylara inceleyen bi l im dalı.

ışınetkin [es. t. radyoaktif] [Fr. radioactif] [îng. radioactive]: fiz., kim. Çekirdeklerinin kendiliğinden ayrışması ile alfa, beta ya da gamma ışınlanın salıcı özellikte olan (özdek).

ışınım [es. t. radyasyon] [Fr., İng. radiation] : 1 — fiz., gökb, a. Işın ya da tanecik yayımı, b. Uzayda yayılan bir dalgayı oluşturan öğelerin tümü. c. Dalga ya da parçacıklar oluşturarak uzaya yayılan erke. ç. Erkenin demetleşerek bir kaynaktan çevreye dağılması olayı. 2—kim. B i r arıtım fınnının doğrudan doğruya yakmaç alevinden çıkan ya da yayılan ısıyla ısıtılan bölümü. 3 — ayd. Parçacıklarla, elektromanyetik dalgalarla yayımlanan ya da taşman erke, güç. 4— metb. Isınan, bir kaynaktan ışın ve dalga devinimi yoluyla yayılması olayı.

ışmımölçüm [es. t. radyometri] [Fr. radiométrie] [İng. radio-metry]: ayd. Işınımsal erke yeğinliğinin ölçülmesi işlemi.

ışınlama [es. t. irraâiyasyon] [Fr., îng. irradiation] : ayd, 1 — Bİr ışınımın bir nesneye düşürülmesi. 2—Isıda ve ışıkta olduğu gibi ışınım erkesi yayımı.

ışınımölçer [es.t. bolometre] [Fr. bolomètre] [îng. bolometer]: gökb. B i r kaynağın bütün dalga boylanndaki toplam ışınımını ölçen araç.

ısınır [es. t. flüoresan, flüorışıl] [Fr., İng. fluorescent]: fiz. Işık almakta olan bir özdeğin eş ya da başka dalga boyunda ışınlar salabilir olması.

ışrmrhk [es.t. flüoresans, flüorışı] [Fr., İng. fluorescence]: fiz., TV. K i m i özdeklerin aldıklara ışığa eş ya da başka dalga boyunda ışınlar salması olayı.

ışınlandırma bkz. ışınımlama.

Page 66: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

79 içiter

ışınölçer [es, t. aktinontetre] [Fr. actinometre] [İng. actino meter]: foto. Belir l i bir dalga uzunluğundaki ışınların fotoğraf gereçleri üzerindeki kimyasal etkilerini ölçen aygıt.

ışınölçer [es. t. radyometre] [Fr. radiometric] [İng. radiometer]: fiz. Işınların erkeye dönüşümlerini gösteren aygıt.

ışınölçüm [es. t. aklinometri] [Fr. actinometrie] [İng. actino-metry]; fiz., kim., Kimyasal ışınların, Özellikle güneş ışınlarının erke niceliğinin ölçülmesi.

ışıntaşı [es. t. aktinoîit] [Fr,. İng. actinoliie]: madene. Demir • taşıyan, yeşil renkte, genellikle iğne biçiminde kınlcalar gösteren bir anfibol.

ışıtaç [es.t. lamba] [Fr. lampe] [İng. lamp]: gen. İçinde yer. yağı gibi yamçı bir Özdek yakarak ya da içindeki telleri elektrik akımı yardımıyla akkor durumuna getirerek aydınlatmayı sağlayan aygıt.

ışıyan [es.t. radyon] [Fr., İng. radiant]: metb. Işınım salabil-me ya da ışık ışınlarını yansıtatollme niteliğinde olan (özdek).

I içbükey [es. t. konkav] [Fr., İng. concave]: fiz. Yüzeyi düzgün

ve yuvarlak bir çukur biçiminde olan (cam, mercek, ayna vb.). içdüzey [es. t. matris] [Fr. matrice] [İng. matrix]: metb. Me

tal içyapılannm yapısalı Özürlerin dışında kalan bölgeler. içgöreç [es. t. endoskop] [Fr., İng. endoscope]: hek. İncele

me ve yoklamayı kolaylaştırmak amacıyla, insan vücudundaki boşlukları aydınlatıp gözle görünür duruma getiren araç.

îçgözleyim [es.t. endoskopi] [Fr. endoseopie]: [İng. endoscopy]: hek. İnsan vücudundaki boşlukların içgöreç kullanarak incelenmesi.

içiter [es. t. enjektör, şırınga] [Fr. injecteur, seringue] [İng. injector, syringe]: 1 — gen. B i r akışkanı, toz ya da hamur kıvamında bir özdeği hızlandırılmış bir akışkan yardımıyla iterek bir kaba, boşluğa akıtmada kullanılan aygıt. 2— hek. B i r sıvıyı, özellikle ilacı vücuttaki boşluk ya da dokulara iletmek için kullanılan uqu iğneli, basaç düzeni ile çalışan küçük aygıt. 3 — mot. Arabalarda yuvgu ya da yanma odası içine bir akışkan ya da gaz püskürten basaç.

Page 67: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

içitim 80

içitim [es. t. enjeksiyon] [Fr., İng. injection]: 1—gen. B i r akışkanı, hamur kıvamında ya da tozsu bir özdeği, büyük bir hızla püskürterek boşaltma işlemi. 2—kim. B i r özdeğin gözeneklerini sıvıyla doldurma işlemi.

içten yanmalı [es. t. dizel] [Fr., İng. diesel]: mek. Sıkıştırılmış hava içine püskürtülen yakıtla çalışan motor türü.

içyapışkanhk [es. t. kohezyon] [Fr. cohésion] [İng. cohesion, cohesiveness]: jiz., kim. 1— Sıvı ya da katı tanecikleri bir arada tutan güç, erke. 2 — Yağ katmanının ezilmeye karşı gösterdiği direnç.

içyapışkanlıkölçer [es. t. kohezyometre] [Fr. cohésio mètre] [İng. cohesiometer]: fiz., kim. İçyapışma gücünü Ölçmeye yarayan aygıt.

içyapışma bkz. içyapışkanlık. içyapışmaölçer bkz. içyapışkanlıkölçer. ikiodaklı [es. t. bifokaî] [Fr., İng. bifocal]: fiz. 1 —Ayrı ik i odak

uzaklığında olan (cam, mercek vb.). 2 — Bi r i yakmgörme, diğeri uzakgörme bozukluğunu giderebilecek nitelikte hazırlanmış (gözlük camlan).

iklimleme [es. t. klimatizasyon] [Fr. climatisation] [İng. air conditioning, acclimatization]: döş. Yapıların sıcaklık, nem ve temizliğini sağlamaya, gerekli hava akımını gerçekleştirmeye ilişkin aygıtsal işlem.

iklimleme aygıtı [es. t. klima cihazı] [Fr. climatiseur] [İng. air-conditioner]: döş. İstenilen • iklimîendirme koşullarmı sağlayan aygıt.

iletici [es.t. transmetör] [Fr. transmetteur] [İng. transmitter]: fiz. /Telgraf ile radyoelektrik imlerini oluşturmaya yarayan aygıt.

iletim [es. t. 1 — konvensiyon, 2 — transmisyon; 3—kondüksi-yon] [Fr., İng, 1 — convection, 2 — transmission, 3 — conduction]: 1—fiz., kim. bkz. ısıyayım. 2 — fiz. İletken nesnelerden ısı ya da elektriğin geçmesi. 3 — ayd. B i r ışınımın içindeki tek renkli dönü sıklıklarım değiştirmeksdzin bir ortamdan geçişi.

iletişim [es. t. haberleşme, komünikasyon] [Fr., İng, communication] : 1 — gen. Duygu, düşünce ya da bilgilerin uygulayım-sal yöntemlerle her çeşit yoldan aktanlması. 2 — elek. Telefon, telgraf, radyo gibi aygıtlarla yapılan bildirişim; bu yollardan yararlanarak yürütülen bilgi alışverişi.

Page 68: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

81 iner-çıkar

iletken [es, t. nakil, kondüktör'] [Fr. conducteur] [İng. condııc-tor]: fiz. 1—Akım, ısı, ses vıb. geçiren (özdek). 2 — Sıvı, gaz, ısı vb. bir yerden başka bir yere aktaran (özdek, nesne...).

iletki [es. t. minkale] [Fr. rapporteur] [İng. protractor]; 1 — mat. B i r açıyı ölçmeye've başka bir yere aktarmaya yarayan yarım çember biçiminde ölçekli araç. 2 — yaptc. Yapılarda düzlemleri, açıları denetlemek için kullanılan araç.

iletme bkz. iletim. imleç [es. t. kaydedici] [Fr. enregistreur] [İng. recorder]; fiz.

Fiziksel bir olayı kendiliğinden saptayıp çizen araç. inceltici [es. t. tiner] [İng. thinner]; kim. Boyaların yoğunluğu¬

nu azaltmak, sulandırmak amacıyla kullanılan kimyasal bileşimlerin genel adı.

încetel [es.t. filaman] [Fr., İng. filament]: l — elek. Işıtaçlar-dan akım geçtiğinde akkorlaşan ince, iletken tel. 2 — radyo. a. Çoğunlukla tungustenden yapılan, üzerinden alam geçirilerek ısıtılan çok ince iletken tel. b. -Dolaylı ya da dolaysız eksicik yayımı elde etmek amacıyla kullanılan tel.

incltaş [es. t. perlit] [Fr. perlite] [İng, pearlite, perlite]: madene. Suyu az, küçük inciler görünümünde katılaşan yanardağ kö-

• kenli cam. indirgeç [es.t. redüktör] [Fr. réducteur] [İng, reducer]: 1 —>

elek. Karşıt yönlü elektromotor kuvvet taşıyan Öğeleri, bir çevrime sokup çıkarma işini yapan,çevirici. 2 — mek. Dönme deviniminin hızım küçültmek için kullanılan düzenek.

indirgeme [es. t. redüksiyon] [Fr. réduction] [İng. réduction]: 1 — fiz. Kapak bir çevrimi, yeğinliği değişen bir mıknatıs alanın' içine koyarak elektrik akımı oluşturma. 2 — kim., metb. Kimyasal bir olay sırasında, bir özdeğin bileşimindeki hidrojen (H) niceliğini art ırma ya da oksijen (O) nicelağim azaltma işlemi.

indirgen bkz. indirgeyici 1. indirgeyici [es. t. 1 — dezoksidan, redükleyici madde; 2— redük

tör] [Fr. 1 — désoxydant, agent de réduction; 2 — réducteur] [İng. 1 — reducing, reducing agent; 2 — reducer] : 1 — kim., metb. İndirgeme yapan, yapabilecek özellikleri taşıyan f özdek). 2 — bkz. indirgeç.

iner-çıkar [es.t. asansör] [Fr. ascenseur] [İng. elevator, lift]: mek., gen. Kişi ve yükleri, aşağıdan yûkanya, yukarıdan aşağıya indirip çıkarmaya yarayan elektrikle işler araç.

Page 69: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

iriölçekte 82

iriölçekte [es. t. makroskopik] [Fr. macroscopique] [îng. macroscopic]: fiz., kim. Ozdecifcsel çapta değil, gözle göriinür çapta olan.

irkiteç [es. t. indüktör, indüksiyon cihazı, indükleç] [Fr. inducteur] [îng. inductor]: jiz. Irkitim akımı oluşturmaya yarayan aygıt.

irkiti [es. t. 1 — endüktans, 2 — enduktif] [Fr., îng. 1—inductance, 2 — inductive] : fiz. 1 — B i r sarımhğın, üzerinden geçirden akım değiştirildiğinde elektromotor güç oluşturması ye? teneği. 2 — B u yetenekte olan (sanmlık) .

irkitici bkz. irkiteç. irkitim [es. t. indüksiyon, indükleme, indüklem] {Fr., îng. induc

tion]', fiz. 1 — Mıknatısla ya da elektriksel alan etkisiyle bar özdek içinde ucayların oluşması. 2 — Mıknatıs alanı değişirken elektriksel alan ya da akım oluşması.

işbilim [es. t. ergonomi] [Fr. ergonomique, ergonome] [Ing. ergonomics, ergonomy]: gen. Çalışmanın yöntemlı 'bir biçimde düzenlenmesi; makine ve donanımların, çalışanların yetenek ve eğnimlerine göre saptanması amacıyla yapılan inceleme, ve araştırmaların tümü.

işitme eğrisi [es. t. odyogram] [Fr. audiogramme] [Ing. audiogram]: fiz., hek. İşitme eşiğinin şıklığa göre değişimlerini gösteren çizge.

işitölçer [es. t. odyometre] [Fr. audiomètre) [Ing. audiometer]: fiz-, hek, iletilen seslerin saklığını, yeğinliğini ölçmeye yarayan aygıt.

işitölçüm [es. t. odyometri) [Fr. audiométrie] [îng. audiometry] : fiz-, nek. îşrtölçerden yararlanarak kulağın verilen bir sesi

1 ne ölçüde i şdtebildiğini ölçme, kulağm işitme eşiğini belirleme işlemi.

işleç [es.t. operatör] [Fr. opérateur] [îng. operator): büş-, BU-gisayar işlemini yürütüp sonuçlandıran öğe.

işlem [es. t. 1 — ameliye; 2 — muamele, operasyon; 3—tretman] [Fr. 1, 2 — opération; 3 — traitement) [Ing. / — operation, 2 — transaction, 3 — treatment]: 1—gen. a. Bi r işi sonuçlandırmak için yapılan iş ya da uygulamalar, b. Bell i bir sonucu elde etmek için bir işi gereken evrelerden, dönemlerden geçirme. 2 — işi. Türlü donanımlardan yararlanarak bir parça üstünde yapılan, denenen işlerin tümü. 3 — metb. B i r maden ya da alaşıma mekanik, biçimsel değişimleri kazandır-

Page 70: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

83 ivmeyazar

mak için ısıtma, soğutma vb. yoluyla yapılan uygulamaların genel adı.

işleme [es. t. tretman] [Fr. traitement] [îng. 1 — treatment, 2— working, 3— proseccing]: Ij—işt. B i r etken ya da eritici aracılığıyla yürütülen antma yöntemi. 2 — madene, metb. Maden ya da metallere istenilen özellik ve biçimi vermek için yapılan yıkama, dövme, haddeleme vb. mekanik işlemlerin tümü. 3 — si. B i r filmdeki: gizli görüntüyü ortaya çıkarmak için duyarkatı çeşitli kimyasal işlemlerden geçirme.

işletmen [es.t. operatör] [Fr, opérateur] [îng. operatör]: 1 — gen. Uygulayım ya da işleyimde kullanılan makineleri çalıştıran, işleten kişi. 2 — büş. Bilgilerin işlenmesini sağlayan makineleri çalıştırıp, gerekli uygulamayı yapan kişi.

işleyim [es. t. sanayi, endüstri] [Fr. industrie] [îng. industry]; gen. 1 —1 Hanı özdekleri çıkarma, işleme, üretme işinin genel adı. 2 — B e l l i bir dalda üretim amacıyla işleyen tüm kuruluşlar.

işlik [es. t. atelye] [Fr. atelier] [ îng. workshop, atelier, factory studio]-, gen. Terzilik, marangozluk, onanmoıhk gibi uğraş dallarında işlerin görüldüğü, ürünlehıdirilddği yer.

ivdirgen bkz. tezgen-ivdirici [es.t. akseleratör] [Fr. accélérateur] [îng. accelerator]:

1—bkz. hızlandırıcı. 2 — fiz. Temel tanecikleri yüksek erkelere 'dek hızlandırmaya yarayan aygıt.

ivdirim bkz. tezleştirme. iv(dir)me [es. t. akselerasyon, hızlanma, süratlendirme] [Fr.

accélération] [îng. accélération]: 1—fiz. Devinen bir nesnenin» sonsuz küçük bir zamana göre, hnzında oluşan artma. 2 — gökb. B i r im zamanda oluşan hız değişimi. 3 — mek. a. Bel i r l i bir sürede görülen hızsal değişini, b. Hızın.zamana göre türevi.' 4— yapıc, mim, K i m i katışkılarla bağlayıcı Özdekle? nin katılaşma sürelerinin kısaltılması. 5—otom. Gaz vere¬

. rek bir arabanın hızım artırma, yükseltme. ivmeölçer [es. t, akselerometre] [Fr. accéléromètre] [îng. acce-

lerometer]: mek., otom. Bir devinimin ivme niceliğini saptayan taşıtın hızlanmasından doğan sarsıntıları, titreşimleri belirten .'araç.

İvmeyazar [es. t. akselerograf] [Fr. accélérographe] [îng. acce-lerographer] : 1 — mek. B i r devmimin ivmesini çizerek belirleyen araç. 2—bkz. ivmeölçer.

Page 71: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

izdüşüm I 84

izdüşüm [es. L. projeksiyon'] [Fr., .İng. projection]: fiz. 1— B ilişik kaynağından çıkan ışınları görüntüleme işi. 2 — B u yolla oluşturulan görüntü.

izge [es. t. tayf, spektrum] [Fr., İng. spectrum]: ayd., fiz- 1 — Işığın dalga boylarına göre ayrılmış biçimi. 2 — Her dalga boyundaki ışık yeğinliğini gösteren çizge.

kgebilim [es. t. tayf ölçüm, spektroskopi] [Fr. spectroscopic] [İng. spectroscopy]: fiz- Öğeoik ya da Özdeciklenin soğurdu-ğu, saldığı ışıkları dalga boylarına göre ayırıp her birinin yeğinliğini Ölçme (çözümleme) yöntemlerini ve kuramlarını kapsayan bilim dalı.

izgeçizer [es. t. tayfçizer, spektrograf] [Fr. spectrographie] [İng. spectrograph]: fiz- Özdeklerin izgeleriml,, dalgaboyuna göre ışık yeğinliklerinin değişimini çizen aygıt.

IzgeÖIçer [es. t. tayfölçer, spektroskop] [Fr. spectroscope] [İng. spectroscope, spectrometer]: fiz- Dalgalarına ayrılmış ışıklara bakmaya; Özdeklerin saldağı kendilerine özgü dalgaboylann-daki ışıkları; yeğinlikleriyle birlikte ölçmeye yarayan aygıt,

izlence bkz. çizeylem. izlenceleme bkz. çizeylemleme.

/ !

K

kabarcıklı düzeç [es. t. tesviye ruhu, su tesviyesi] [Fr. niveau d'eau, niveau a bull d'air] [İng. water level, spirit llvel]: /İz. İçinde hava kabarcığı bırakılmış su dolu cam yuvgu ve bir tahta' yataktan oluşan, düzlem ya da doğruların yatayhğını saptayan aygıt.

kabarma bkz. genleşme 2. kabartma [es. t. rölyef] [Fr., İng. relief]: l — mim. Düz yüzey

ler üzerinde kabartı lar oluşturarak yapılan bir süsleme türü. 2 — foto. Mastar sıkacağıyla kimi fotoğraflara verilen az kabarıklık.

kaba yükselteç bkz. önyükselteç. Kadıköy taşı bkz. balgam taşı. kaldıraç [es.t, manivela] [Fr. manivelte levier] [İng. lever]:

mek. B i r dayanma noktası üzerinde oynayabilen ve az güçle ağır yükleri kaldırmaya yarayan araç,

kaldırak [es. t. vinç] [Fr. grue, treuil].'[İng. crane, winch]: gen.

Page 72: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

85 kapçık

Bir aklık üzerine oturtulmuş kaldırıcı bîr kolla, sallanır bir bölümden oluşan ve sandık, balya gibi ağır yükleri kaldırmaya yarayan aygıt,

kaldırıcı [es. t. kriko] [Fr. cric) [İng. lever jack, lifting jack]: mek. Ağır bir nesneyi, kolu işletilerek kaldırmaya yarayan araç.

kaldırmaç [es. t. forklift) [İng. forklift]: gen. Yapımevlerânde, yükü kaldırmak İçin kullanılan, alttan çatal kolu, önden kaldırma düzeni bulunan araç.

kalımlılık bkz. dengelilik 2. kalıntı [es. t. enklüıyon) [Fr,, İng. inclusion]: metb. Metallerin

erimeleri sırasında, dışık gibi çıkmayıp katılaşarak yapıda kalan sülfür, nitrür vb. öadek.

kalıp [es.t. matris] [Fr. matrice] [İng. matrix]: basm. Üzerine harflerin dizi örneği çıkarılmış küçük bakır külçe.

kanırtmaç [es. t. levye] [Fr. levier] [İng. lever, crank] : gen. Bir şeyi yeninden oynatmak, kaldırmak, gevşetmek vb. için kullanılan kaldıracımsı araç.

kantaşı [es. t. hematit] [Fr. hématite] [İng. bloodstone, hematite]: madene. Metalimsi parıltıda, koyu, gri ya da kara renkte kırmızı çizgili bir töz.

kapaç [es. t. 1 — kïape, valf; 2 — subap] [Fr. 1 — klapet; 2 — soupape) [İng. valve]: 1 — mele. B i r yay yardımıyla gerilen ve yatağının düzlemine dik olarak yaptığı gidip gelme devinimi •ile bir akışkanın geçişimi ayarlamaya yarayan kapakçık. 2 — elek. Bir çevirme yerleştirildiğinde, belirli koşullar altında akımın tek bir yönde geçmesini sağlayan, böylelikle dalgalı akımı doğru akıma [dönüştürmeye yarayan düzenek.

kapama [es.t. blokaj] [Fr. blocage] [İng. blocking up]: 1 — elek. Bir çevrimden akım geçmesine engel olma. 2-—otom. Sert olarak yapılan yavaşlatma ya da durdurma yüzünden tekerleklerin arabanın savrulmasına yol açacak biçimde durması olayı.

kapçık [es. t. kapsül] [Fr., İng. capsule]: 1— kim. K i m i Özdek-leri eritmek, sıvıları buğulaştırmak için kullanılan, yarım yuvar biçiminde ateşe dayanıklı kap. 2 — fiz. a. Değişmez dalgalardaki karın ve düğümleri ayırt etmeye yarayan, üzeri kauçuk bir zarla 1 örtülü maden kutucuk. b. Ses deneylerinde kullanılan, ses 'borusundan küçük bir zarla ayrılan, içi gazlı küçük kutu,

Page 73: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

kap geçirme 86

kap geçirme [es. t. kartona], kartonlamd] [Fr. cartonnage] [İng, boarding, casing]: cilt. Kitap, defter vb. formalarım karton içine yerleştirme işi.

fcaraç [es. t. karbiirator] [Fr. carburateur) [İng. carburettor]: otom. Patlamalı motorlarda akaryakıtı buğulaştırıp hava ile belli Ölçülerde karışmasını sağlayan aygıt.

karaelmas [es. t. karbonado] [Fr. carbonado] [İng. carbonado, carbon diamond]: madene Kayaları delme işinde kullanılan, ir i parçalar biçiminde çok sert elmas.

karalaştırma [es. t. siyahlatma] [Fr. noircissage] [İng. blackening]: metb. Paslanmaz çeliklerin yüzeyine, sodyum' dikromat yunağında kara bir renk kazandırma işlemi.

karanükölçer bkz. yoğunlukölçer 2. kararma [es. t. jöndü] [Fr. î — noircissement; 3 — a. fondu à la

fermeture (au noir), fermeture en fondu, b. disparition graduelle] [İng. 1 — blackening, 2— tarnishing, 3 — fade out, fade-in back]: 1—gokb. Işık alan fotoğraf plağınm gittikçe koyulaşması. 2 — metb. Metal yüzeyin, yükseltgenme ya da öteki tepkimeler sonucu, istenmeyen bileşiklerin ince örtü-leriyle lekelenmesi olayı. 3 — si. B i r çökimin, aydınlıktan başlayıp gittikçe karanlıklaşarak görüntülerinin yitmesine dayanan noktalama türü.

karasakız bkz. yersakızı. karınverme bkz. buruşma. karışım [es.t. mahlut] [Fr. mélange] [İng. mixture]: fiz., kim.

İki ya da daha çok özdeğin kimyasal bir tepkime olmaksızın biraraya gelmesi ve bu olayın sonucunda ortaya çıkan kimyasal öadek.

kanştyıcı [es. t. malaksör, mikser] [Fr. agitateur, mixeur, mélangeur, malaxeur] [İng. agitator, mixer]: gen. 1 — İki ya da ikiden artık özdeği birbirinin içinde dağıtmaya, iylice karıştırmaya, yoğurup türdeş bir duruma getirmeye yarayan araçların genel adı, 2 —Süt, yumurta, meyve, sebze vb. besinler-ri karıştırma, çarpma işinde kullanılan araç, ya da aygıt.

karmaç [es. t. malaksör, harç makinesi] [Fr. malaxeur, bétonnière] [İng. concrete mixer]: yapıc. Yapı işlerinde harcı karmaya yarayan makine.

karmaş [es. t. harç] [Fr. gâchis] [İng. mortar] : gen. Birden artık nesnenin birbiriyle karışma sınldah, çırpılmasından oluşan karışım.

karmaşa bkz. karmaşık.

Page 74: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

87 katma ııbilgisi

karmaşık [es: t, kompleks] [Fr. complexe) [îng. complex): kim. Göriinüşte doymuş olan özdecik ya da yükünün, birleşerek kimyasal özeliklerini yitirmeksizin oluşturdukları bileşik.

karşılaştırıcı [es. t. kompamtör] [Fr. comparateur] [îng. comparator]: 1— ölçüb. B i r parçanın boyutunu, bir Ölçeğin boyutuyla ölçüştürmeye yarayan araç. 2 — güdümb. i k i imâ karşılaştırarak ayrımım Ölçen öğe.

karşıtlık [es.t. kontrast] [Fr. contraste] [Ing. contrast]: elek. B i r televizyon görüntülüğünde, görüntünün en aydınlık ile en karanlık bölümleri arasındaki parlaklık oranı.

karşıt parçacık [es. t. antipartikül] [Fr., İng. antiparticule]: nükl. Öğesel bir gelişim sırasında birlikte oluştuğu bir başka parçacığın bir tür bakışığı olan parçacık.

kat [es. t. tabaka] [Fr. 1 — étage, 2 — couchée [Ing. layer, stratum]: 1—gen. Birbir i üzerine konarak oluşturulmuş nesnelerin her bölümü ya da parçası. 2 — 9İ. Fi lm tabanı üzerine sürülen çeşitli özelikteki duyar özdekler. 3 — yerb. bkz. katman.

katliama [es. t. karbontama, sementasyon] [Fr. cémentation] [İng. cementation); metb. Metal yüzeyleri sertlik ve katılık kazandırmak amacıyla, uygun toz özdeklerie yüksek sıcaklıkta ısıtma.

katışkı [es.t. impürite] [Fr. impureté] [Ing. impurity): 1 — metb. Katılaşma sırasmda, metal ya da alaşımlar içinde istenmeden kalan öğe,, bileşik vb. 2 — Mm. Belirli kimyasa'. öz-değin arılığım bozan az nicelikteki özldek.

katışmaç [es.t. agrega, agrégat] [Fr. agrégat] [İng. aggregate): yapıc, baydw Harç, beton, asfalt gibi gereçlerin (bağlayıcıların) ana bölümünü oluşturan kırma taş, çakıl, kum gibi öğeler, gereçler, özdekler.

katıyağ [es.t. gres] [Fr. graisse] [İng. grease): kim. Akışmaz-lığı yüksek, pelte görünüşlü motor yağı.

katman [es. t. tabaka] [Fr. couche, strate] [İng. 1 — layer; 2 — bed, stratum): 1—gen. bkz. kat 1. 2— yerb., madene. Altında ve üstünde bulunan kayaçlardan gözle ya da fiziksel olarak ayrılabilen, kalınlığı 1 cm. den az olmayan tortul ka-yaç birimi.

katmanbilglsi [es. t, stratigrafi] [Fr. stratigraphie] [İng. stratigraphy]: yerb. Yerkabuğunu oluşturan katmanları yapı, oluşum, dağılım vb, yönlerden inceleyen yerbilim dalı.

Page 75: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

katmanlı 88

katmanlı [es. t. laminer] [Fr. lamellaire] [îng. lamellar, laminar]: 1 — mek. Akışkan katmanlarının aralarında parçacık alışverişi yapmaksızın birbiri üzerinden kayması ile oluşan akış biçimi. 2 — metb. İçyapısı kat kat dizilmiş biçimde olan (metal) . .

katmanyazar bkz. renkseyici 2. kavrama [es. t. debriyaj] [Fr. débrayage, embrayage] [İng.

clutch, clutch pedal] : otom. 1 — Motor anamili ile hız kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen devinimi sarsıntısız olarak öteki aktarma öğelerine Üeten düzen, 2 — Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık.

kavrayıcı [es.t. mandrel] [Fr. mandrin] [îng. mandrel, chunck]: mek. Takım tezgâhı üzerinde işlenecek parçaları tutup bağlamaya yarayan makina parçalarının genel adı.

kayaçbilgisi [es. t, petrografi] [Fr. pétrographie] [İng. petrography]: yerb. Kayaçlan tanıtma, tanımlama ve kümelendirme ile uğraşan hilgi dalı.

kayarga [es.t. şaryo] [Fr. chariot] [îng. carriage]: gen. B i r makinede işlenen şeyi götürüp getiren kayar bölüm.

kaynaşma [es. t. füzyon] [Fr., İng. fusion]: metb. îki metalin birlikte eriyerek karışması olayı.

kazaratar [es.t. ekskavatör] [Fr. excavateur] [îng. excavator]: bayd. Eklemli bir kol üzerinde devinebdleh, kepçeli bir çark ya da zincirle donatılmış kazı aracı.

kazar/taşır [es.t. skrayper] [Fr., İng. scraper]: bayd. Kazımak, bıçakla ya da keskin bir araçla bir düzeyi temizleyip silmek, temizlenenleri bir araya toplayıp atmak için kullanılan kazıcı, taşıyıcı toprak makinesi.

kazı [es. t. jıafriyat] [Fr, ,1 — excavation, foulle; 2 — abattage] [îng. İ — excavation; 2 — cutting, stoping]: 1 — bayd. Toprakta yatay ve düşey yarıklar açıp bu yarıklar arasında kalan toprak parçasmı kamalar yardımıyla kaldırarak yapılan toprak düzenleme yöntemi. 2 — kazıb. Araştırma yapmak amacıyla toprağı kazma işi. 3—madene. Töz, kömür ya da taşı yatak içinden koparma-ve buna bağlı olarak yapılan ocak açma, ocakları doldurma, ateşleme işlemlerinin tümü. 4 — mim. Çok derin olmayan yarıklar açarak yapılan bezeme türü.

kazıbilim [es. t. arkeoloji] [Fr. archéologie] [îng. archeology]: Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma anıtları, özellikle tarih

Page 76: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

89 kılavuz

, ve sanat bakımından inceleyen bilim dab. kazıcı bkz. kazaratar. kazı kalemi [es. t. tığa, tığkalem] [Fr. burin] [İng. burin, gra¬

ving tool]: zan. Sivri b i r uç ve taihta bir sar/tan oluşan ve her tür oymacılıkta kullanılan araç.

kazıkçakan [es. t. şahmerdan] [Fr. marteau-pilon, mouton] [İng. beetle, batter'mg-ram): gen. Toprağa ini kazık çakmaya yarayan çok ağır bir çeşit balyoz.

kazıyıcı [es. t. ruter, raspa] [Fr. rooter, racloir] [İng. 2 — ripper, 1— rasp]\ 1 — gen. Maden, tahta vb. üzerindeki pas, leke, boya gibi artıkları giderme işleminde kullanılan aygıt ya da araç. 2—bayd. Şoselerin yüzeyini belirli derinlikte kazmak için kullanılan, bıçaklarla donatılmış motorlu araç.

kazmaç bkz. kazaratar. kentbilim [es. t. şehircilik] [Fr. urbanisme] [İng. town plan

ning]: Kentlerin kurulması, düzenlenmesi ve ekonomik, sosyal, sağlık işleriyle ilgili tüm etkinlikleri konu alan bilim dalı.

kesici [es. t. konjonktör] [Fr. conjoncteur] [İng. circuit doser, doser]: otom. Ateşliklerde kıvılcım oluşturmak için elektriğin kesilmesini sağlayan düzen.

kesim bkz. kesme. kesit [es. t. makta, seksiyon) [Fr., İng. section]: metb. 1—Me

tal bir parçada sıcak ya da soğuk işlem sonucu oluşan mekanik biçim değiştirme doğrultusuna dik olan yön. 2 — bayd. B i r yapı tasarında, katların derinlik ve yüksekliklerini belirtecek biçimde çıkarılan enine ya da boyuna yanay.

keski [es. t. taşçı kalemi, minkar] [Fr. hachard, ciseau, pince coupante] [İng. chiseî, burin, shears): gen. Ağaç, taş, meial vb. yontmaya yarayan bir ucu keskin çelik araç.

kesme [es. t. 1 — dekuplaj, 2 — dekupaj] [Fr. découplage] [İng. . 1 — decoupling, 2 — cutting] : 1 —. elek. İki çevrimin bağ

lantısını ayırma işlemi. 2 — radyo. Çok sayıda çevrimin ortak dirençleri nedeniyle oluşan yan bağlantıların etkisini gidermeye ya da azaltmaya yarayan düzen. 3 — si. B i r filmin kaba kurgusuna hazırlık olarak kesilmesi işlemi.

kesmeç [es. t. maniple, manipülatör] [Fr. manipuler, manipulateur] [İng. sendinğ hey): 1 — elek. B i r elektrik çevrimini açıp kapamada kullanılan ve elle işletilen araç. 2 — uzü. Telgraf imlerini göndermek için bir çevrimdeki akımı kesmek ya da yeniden vermek amacıyla kullanılan aygıt.

kılavuz [es. t. kondüktör] [Fr. l — pas de vis, 2 — conducteur)

Page 77: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

k i n l e a 90

[İng. 1 — screw-tap, 2 — conductor): gen. 1 — Somun ya da bora içine yiv açmak için kullanılan araç. 2 — Dar, uzun bir yerde kolaylıkla bükülebilen tel, kablo vb. geçirilmek istendiğimde bunlann ucuna bağlanan sert nesne.

kırılca [es. t. billur, kristal] [Fr. cristal] [İng. crystal]: fiz., kim. Iriölçekte düzgün geometrik biçimlerle büyüyüp belirli düzlemler boyunca kınlan, ufakölçekte ise düzgün bir özdecik dizilimi gösteren katı yapı.

kınlacayazun [es. t. kristalografi] [Fr. cristallographie] [İng. crystallography]: fiz., kim. Kınlcal özdeklerin oluşum biçim ve yapılanm çoğu kez X ışınlanyla bulan bilim dalı.

kırılma [es. t. refraksiyon] [Fr. réfraction] [İng. réfraction]: 1 — fiz. Işının, yoğunlukları değişik bir ortamdan, başka bir ortama geçerken doğrultusunu değiştirmesi olayı. 2 — opt. Saydam bir ortamdan öbürüne geçerken ışık doğrultusunda görülen değişim.

kırılmaölçer [es. t. refraktometre) [Fr. réfractomètre] [İng. refractometer]: opt. Kırılma indisini ölçüp, görme bozukluklarını saptamaya yarayan aygıt.

kırılmaz cam [es.t. pleksiglas] [Fr. İng, plexiglas]: kim. Güvenlik camı ya da süsleme eşyası yapımında kullanılan esnek, saydam ve renksiz Özdek.

kırınım [es. t. difraksiyon] [Fr., İng. diffraction]:: opt., ayd. Dalgaların engellerle sınırlı olmalan durumunda, bir ışınımın yayılma doğrultusunda görülen dalgasal yapı ile beürlenmiş sapma.

kırmataş [es.t. balast] [Fr., İng. ballast]: bayd., demiry. Demir-yollaraıda tabanbklann arasına, karayollarında düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş kınkları .

kırpışma bkz. pırıldama 1. kışkaç [es. t. pens, pense, kerpeten] [Fr. tenaille] [İng. pincers,

pliers, forceps, rippers]; gen. B i r şeyi tutma, sıkıştırma ya da bükmeye yarayan araç.

kıskı [es. t. takoz] [Fr. cheville, coin de bois, billot de bois] [İng. wooden wedge, buffer]: gen. Türlü araçlarla ik i nesnenin arasına sokuşturulan ya da kıstırılan parça, kama.

kızılaltı bkz. kızılötesi. kızılötesi [es. t. enfraruj] [Fr. infrarouge] [İng. infra-red]: fiz. izgesinde, kırmızının ötesindeki ısı ışınlarından oluşup gözle

görülmeyen ışınım, kireçölçer [es. t. kalsimetre] [Fr. calcimetre] [İng. calcimeter]:

Page 78: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

91 konum

gen. Toprakta, hayvan kömüründe bulunan karbon dioksit niceliğini, kireci ayırma yoluyla ölçmeye yarayan aygıt,

kireçtaşı [es. t. kalker, kalsiyum Icarbonat] [Fr. calcaire] [İng. limestone, calcareous]: yerb. Bileşimi temel olarak kalsiyum karbonat sonra.da kabuk, mercan vb. olan, yapım işlerinde ve yakılarak kireç elde etmekte kullanılan kaya.

kiriş [es. t. putrel] [Fr. poutrelle]: yapıc. Döşeme tahtalarım mıhlamak üzere kılıçlama yerleştirilen dört köşe kalın keresteden, yanayı demir ya da beton-demir karışımı yatay destek.

klorölçer [es. t. klorometre] [Fr. chloromètré] [İng. chloro-meter]: kim. B i r sıvının içinde erimiş, olarak bulunan klorun niceliğini belirlemeye yarayan aygıt.

klorölçüm [es. t. klorometri] [Fr. chloromètrie] [İng! chloro-metry]: kim. B i r sıvının içinde erimiş olarak bulunan klor niceliğinin belirlenmesi

koçan eklem bkz. değişimli eklem. kokulama bkz. kokulandırma. kokulandırma [es. t. aromatizasyon, aromatikleştirme, aromatize

etme] [Fr. aromatisation, odorisation] [İng. aromatization, oâorization]: işi. Özel koku vermek için bir ürünü kokulu bir özdek katarak arıtma işlemi. 2—kim. Doğru zincirli bir hidrokanbonu kokulu bir duruma getiren tepkime.

kolcuk [es. t. moment] [Fr. moment, couple] [İng. mement, . torque]: fiz., kim. B i r Özdekten ya da eksenden bir noktaya

olan uzaklıkla, o noktadaki elektrik yükü, kütle gibi bir niceliğin çarpımından elde edilen nicelik türü.

konsajp [es. t. koordinat] [Fr. coordonnée] [İng. coordinate]: fiz., kim. 1 — Eksenlere ve bir köken noktasına göre, noktaların uzaydaki yerlerini belirten sayılar talkımı içinden bir sayı. 2 — kim. Belli bir özdecik içinde özel bir konumu olan öğeciğe bağlı öğecik ya da öğecilk topluluğu.

konsayıölçer [es. t. koordinat Ölçü aleti] [Fr. appereil de mesure des coordonnées, coordinatographe] [İng. coordinate measuring apparatus, measuring instrument of coordinate]: hari-tac. Kons ayıları bilinen noktalan, kâğıt, metal vb. yüzeylere aktarmaya ve bilinenlere göre değerlerini okumaya yarayan araç.

konum [es, t. pozisyon, vaziyet] [Fr., İng. position]: 1 — mat.

Page 79: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

konumçizer 92

Bir nesnenin özdeksel' durumu. 2 — coğr. Enlem ve boylamlara göre yeryüzünde bulunulan yer.

konumçizer [es. t. koordinatograf] [Fr. coordinatographe] [İng. coordinatograph): haritac. Kullanılan konsayılann özdevimsel olarak haritaya geçirilmesini sağlayan aygıt,

konumölçer bkz. alanÖIçer. < konumölçümü bkz. alanölçüm. koruyucu bkz. yalıtıcı. koşut [els.t. muzavi, paralel] [Fr. parallèle) [îng. paraliel]:

mat. Yan yana ve birbirine kavuşmadan uzayıp giden (doğru vb.).

kovuklaşma [es. t. kavîiasyori] [Fr., İng. cavitation): metb. Yenim sonucumda metal yüzeyin oyuk oyuk olması olayı.

koyulaştıncı [es. t. kıvamlaştırtcı] [İng. intensifier, thickener): kim. Herhangi bir sıvıda çözünmüş olarak bulunan bir özde-ğin yoğunlaştırılmasma yarayan aygıt.

koyulaştırma bkz. yeğmleme. koyuluk [es. t. kıvam, konsistans] [Fr. consistance] [İng. con

sistance, consistehcy): 1—gen. Yağlıboya, vernik vb. akmaya karşı gösterdiği direnç. 2 — yapıc. Betonun donmaya başlamadan önce gösterdiği katılık. 3> — ta. Toprak gereçlerinin birbirlerini karşılıklı olarak çekmeleri ya da başka şeylere yapışmaları duyarlığı; bozulmalara, kopmalara karşı gösterdikleri direnç.

koyulukölçer [es. t. ktvamölçer, konsistometre] [İng. consisto-meter]'. işi. Yağlı boya, vernik vb.nin. koyuluğunu ölçen aygıt.

kömür [es. t. karbon] [Fr. charbon] [İng. carbon): yerb. Bitkilerin değişme ve başkalaşıma uğraması sonucu oluşan katı yakıt.

kömürkalem [es.t. füzen] [Fr. charbon] [İng. charcoal pencil): işi. Desen çiziminde kullanılan bir tür kalem,

kömürkazar bkz. yarıkaçan. kumtaşı [es. t. gré] [Fr. grès] [İng. sandstone); madene. Çimen-

tolaşmış kumlardan bileşik tortul kayaç. kurgu [es.t. montaj] [Fr. montage] [İng. montage, editting): si

Bir filmin değişik süre ve yerlerde çekilen bölümlerini, bir anlam ve uyum bütünlüğü sağlayarak, asıl filmi ortaya çıkaracak biçimde birleştirip dizme.

Page 80: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

93 lületaşı

kurgulama [es. t. dekupaj yapma, dekupaj] [Fr. decoupage] [îng. decoupage): si. 1—Kurguyu gerçekleştirmek için yapılan çalışma. 2 —Yapılacak kurguyu önceden tasarlama, bunu kâğıda dökme işi.

kurma [es. t. enstallasyon] [Fr., İng. installation]: metb. Bir işlem kabım, firm ya da aygıtı, istenilen yere yerleştirip oturtma işi.

kurşunlama [es. t. etitleme] [Fr. ethylation] [Ing. affixing leads, leading]: kim. B i r benzine, oktan indisini artırmak amacıyla kurşun tetraetil kalma işlemi.

kur-tak [es. t. montaj] [Fr. montage] [îng. fitting, assembling]: mek., işi. B i r makinenin bütün parçalarını yerli yerine koyup işleyecek duruma getirme işlemi.

kutucuk [es. t. kaset] [Fr. cassette]: bilş. Şeridin dağılmadan kullanılmasını sağlamak ereğiyle içinde sanmhlc bulunan mıknatıslı kutu. 2 — radyo. Ses ve görüntülerin saptanmasına, üretilmesine yarayan şeritli kutu.

kuvvetölçer bkz. güçölçer. kuvvetölçümü bkz. güçölcüm. küçültü [es. t. maket] [Fr. maquette] [İng. model, clay-model,

small-model]: gen. Yapı, yontu gibi ürünlerin taslak durumundaki küçük örneği.

kümecik bkz. Özdecik. kümeleyici [es. t. klasifikatör] [Fr. classificateur] [ îng. classi

fier]: mek. Bölme, seçme, ayırma amacıyla türdeş, özdeş vb. yönden öbeklendirmeleri yapan aygıtların genel adı.

L

lağım döşemi [es. t. kanalizasyon] , [Fr. canalisation] [îng. canalization): döş. Alt ve üst yapı döşeminde pissu, pislik vb. atılmasını sağlayan düzen.

lağım düzeni bkz. lağım döşemi. lületaşı [es. t. giobertit, magzenit, magnezyum karbonat] [Fr, magnêsite, gidbertite] [İng. magnesife, sea-foam): miner. Doğal

magnezyum silikattan elde edilen, ateş tuğlasının yapımında ve kimi süs eşyalarında kullanılan yumuşak taş.

Page 81: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

94

M

maden köpüğü bkz. dışık 1. meme bkz. fışkırtıcı. mercek [es. t. adese, lens) [Vr.'lentèlte] [ing. lentil, lens): opt.,

fiz. İçinden geçen birbirine koşut ışınlan düzenli bir biçimde yaklaştıran ya da uzaklaştıran saydam araç.

mikrop öldürücü [es. t. dezenfektan) [Fr. désinfectant] [îng. disinfectant): hek., kim. Zararlı mikrop ve bakterileri öldürücü, kötü kokulan giderici nitelikteki kimyasal Özdek.

mikropsuzlaştırma [es. t. dezenfeksiyon] [Fr. désinfection] [İng. disinfection] :. kim. Bir özdeği fiziksel, kimyasal araç ve işlemlerden yararlanarak saynlıfc yapıcı mikroplardan ann-dırma işlemi.

minigöreç [es.t. mikroskop) [Fr., İng. microscope]: gen. Mercek dizgesiyle küçük nesnelerin çaplanm büyütüp daha iy i belirlemeye ya da çıplak gözle görülmeyeni göstermeye yarayan optik araç.

morötesi [es. t. ültraviole] [Fr., İng. ultraviolet): fiz. Mor ışıktan daha kısa dalga boylu, çıplak gözle görünmez ışık.

mortaş [es. t ametist, mor kuvars] [Fr. améthyste] [İng. amethyst): madene. Metalimsi olmayan parıltıda, renksiz ya da yabancı karışımlarla çeşitli renklerde en yaygın kayaç yapıcı töz.

N

nemçeker [es. t. 1 — higroskop, 2— higroskopik] [Fr. 1—hygros-cope, 2~-thygroscopbque] [İng. 1—hygroscope, 2^hygrGs{ copie): fiz. 1—Havadaki nemin niceliğini belirli bir ölçüte göre Ölçüp gösteren aygıt. 2 — Havanın nemini çekip kendinde tutabilme yeteneğinde olan (özdek).

nemdenetir [es. t. higrostat] [Fr., İng. hygrostat): fiz. Havada bulunan su buğusunun niceliğine göre bağılnemi kollayan aygıt.

Page 82: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

95 odaklaştırma

nemlendirici [es. t. rutubetlendirici] [Fr. humidificateur, humec-teur] [İng. humidifier, washer]: işi. Belirli bir nokta ya da yerdeki nem oranını istenilen düzeyde tutmaya yarayan aygıt.

nemölçer [es. t. higrometre] [Fr. hygromètre] [İng. hygrometer]; fiz. Havanın nemliliğini ölçmeye yarayan aygıt,

nemölçüm [es. t. higrometri] [Fr. hygrométrie] [İng. hygro-metry): fiz. B i r nemölçerden yararlanarak havadaki su buğusunun ölçülmesi işlemi.

nicelik [es. t. kantite, miktar, kemiyet] [Fr. quantité] [îng. quantity): gen. B i r nesnenin sayılabilir, ölçülebilir ya da azalıp çoğalabilir özelliği.

nicem [es. t. kuvantum] [Fr., İng. quantum): 1—fiz., kim. Planck katsayısıyla kendi • sıklığının çarpımına eşit büyüklükte, daha çok bölünemeyen ışıma erkèsi. 2 — si., TV. Yayılan ya da soğurulan erkenin en küçük niceliği, en küçük birimi.

nitelik [es. t. kalite] [Fr. qualité] [İng. quailty): gen. Dış görünüm, renik, taid, biçim ve köken gibi, mal, özdek vb. özgü değerlerin tümü.

nitelik denetimi [es.t. kalite kontrolü] [İng. quality control): işlet. Her türden ürünün nitelik ve özelliklerini belirleme amacıyla yapılan uygulayımsal denetim ve çözümleme işlemi.

O

odak [es.t. mihrak, fokus] [Fr. foyer] [İng. focus]: opt. İobÜT key ya da dışbükey bir ayna, mercek vb. koşut olarak gelen ışınların yansıyarak, kırılarak toplandıkları nokta.

odaklama [es. t. ayar, objektif ayarı, net ayarı] [Fr. mise atı point, mettre au point] [İng. focus(ing)]: opt., si Görüntüyü odak noktasına düşürerek seçikleştirme'k amacıyla alıcı merceğinde yapılan düzenleme.

odaklaştırma [es. t. fokaîizasyon] [Fr. focalisation] [İng, foca-•• lization]: fiz- 1 — Bir demet oluşturan yüklü tanecikleri, uza

yın belli bir bölgesinden geçmek zorunda bırakan işlem. 2 — Bir ışık demetim ya da eksicik akışını bir noktada toplama.

Page 83: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

odakölçer 96

odakölçer [es. t. fokometre] [Fr. focometre] [îng. focometer, focimeter): opt. Fotoğraf objektiflerinin ve merceklerin odak uzaklığını, sapınçlarını belirleyen aygıt.

odakölçüm [es.t. fokometri] [Fr. focometrie] [îng. focometry): opt. Fotoğraf objektifi, mercek gibi optik bir dizgenin odaklarının belirlenmesi.

odaksız [es. t. afpkal] [Fr. afocal] [tng. afocal]: opt. Odaklan sonsuzda olan Özeksel optik dizge.

oluşum [es. t. formasyon] [Fr., îng. formation): gen. 1 — Biçimlenme süreci (katman, kütle, gökcismi vb.). 2 — Belirli bir yerbilİmsel dönemde biçimlenmiş olan (katman, külte vb.).

onarım [es. t. tamirat, tamir, restore etme, restorasyon] [Fr. reparage, restauration] [îng. repairing, restoration]: gen. Bozulmuş bir aygıt, makina ya da nesneyi; eskimiş bir yapı, döşem vb. düzeltip, yararlı ve yeniden işler duruma getirme, yenileştirme.

onartı bkz. düzeltme. ortacık [es. t. mezon] [Fr. meson] [tng. meson): fiz., kim. Ek¬. siciklerden birkaç yüz kez daha ağır, ancak ağırcıklardan on

kez daha yeğin temel tanecik türü. ortalama [es. t. averaja [Fr. valeur moyenne] [îng. average]:

gen. B i r değer dağılımındaki her bir değerin olasılığı çarpılıp toplandıktan sonra, olasılıklar toplamına bölünmesinden çıkan sayı.

otsöken [es. t. ekstirpatör] [Fr. extirpateur] [îng. root weeder]; ta. Ekimden önce, toprağın altındaki yabanıl otlan köklerinden kopararak ayıklama işini gören makine.

oturma • [es. t. tasman) [Fr. tassement) [îng. sinking, sübsi-dencel: mim., yapıc. Yersarsmtıları, sıkışmalan gibi nedenlerle bir yapımn taban ya da herhangi bir bölümünün aşağı doğru devinimi.

oygubaskı bkz. çukurbaskı. oygu bıçkısı [es.t. zemin bıçkısı] [Fr. scie â chantourner]: oym.

Küçük eğmeçleri kesmede kullanılan dar uzun şeritli, ger-dirmeli bıçkı.

oylum [es.t. hacim] [Fr., îng, volume): gen. B i r nesnenin kapladığı üç boyutlu uzay parçası.

oylumlama [es. t. modelaj, modelleme] [Fr. modeler, modelağe] [îng. modelling): güzels. 1 — Resim, heykel, kabartma vb. oy-

Page 84: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

97 öğedk

lum kazandırma. 2 — Resim, heykel, kabartma vb. .belirli bir taslağa göre biçimleme, yapma, kurma,

oylumlu bkz. üçboyutlü. oylumölçer [es.t. volümetre] [Fr. volümetre] [İng. volumeter]:

. fiz. K i m i sıvı ya da gazların oylumunu belirleme işinde kullanılan, özel biçimde derecelendirilmiş ölçü aracı.

oyluraölçüm [es. t. volümetri] [Fr. volumétrie] [İng. volu-metry]: gen. 1—Ayıraç kullanılarak yapılan düze bölümlemelerinde, karışıma etki etmesi gereken oylumu saptama işi. 2 — Bir kazan ya da kap içinde bulundurulan ürünlerin oylumunu bulma işlemi. 3 — Bir saniyede akan suyun oylumunu Ölçme işi.

oymabaskı [es. t. estamp, -hak] [Fr. estampe] [İng. relief print, surface printing]: oym. Çinko, bakır, tahta gibi yüzeylere kazüarak ya da oyularak yapılan resim, yazı vb. kâğıda basma işlemi.

oymacılık [es. t. gravür, hakkâklık] [Fr, gravure] [İng. engraving] : güzets., zan. 1 — Oyma yapma sanatı. 2 — Özel araçlarla metal, ağaç taş vb. oyma işlemi. 3—Oyma işçiliği.

oyma kalemi [es. t. iskarpela] [Fr. ciseau fort] [İng. ripping chisel]: ağ. iş., güzels. Ağaç üzerinde oyma yapmaya yarayan değişik biçimlerdeki kesici araçlara verilen genel ad.

oynama payı [es. t. tolerans] [Fr. tolérance] {.tolerance): nıek. İşlenmiş bir parçanın, yapım ölçüsünde olabilir özür payı.

ozonlayıci [es, t. ozonizör] [Fr. ozoniseur, ozonateur, ozoneur] [İng. ozoniser): kim. Ozanlanmış oksijen ya da hava elde etmeye yarayan araç.

ozonöfçer [es. t. ozonometre] [Fr. ozonométre] [İng. ozonometer]: kim, Havayuvarmdaki ozon niceliğini saptamaya yarayan araç.

öğe [es. t. element] [Fr. élément] [İng. element): kim. Kimyasal çözümlerle aynştırılamayan ya da bireşim yoluyla elde edilemeyen özdek.

öğecik [es. t. atom] [Fr. atome] [İng. atom]: fiz., kim. Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal bileşikleri, özdecikleri; bdr

Page 85: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

öğecikleş(tir)nje 98

tek türü ise bir kimyasal öğeyi oluşturan, bir çekirdek ve birkaç eksicilkıten kurulu temel tanecjk.

öğecikleş(tir)me [es. t. atomizasyon] [Fr. atomisation] [îng. atomization): fiz., kim. Bir özdeğin tüm öğeciklerine ayrılması.

ölçek [es. t. mikyas, skala] [Fr. échelle] [îng. scale]: l—gen. Bir büyüklüğü, niceliği Ölçmeye yarayan kap, nesne, birim vb. 2 — fiz. a. Bi r büyüklüğü ölçmek için kullanılan karşılaştırma birimlerinden oluşan aralık, b. Türevsel, tümlevsel denklemlerde, uzaklık değişkenleriyle çarpılan katsayı, c. B i r ölçü ayrıntısı üzerinde çizgilerle belülenımiş olan betimler dizisi, göstergesi.

ölçekleme [es. t. skala] [Fr. échelle] [tng. scale]; gen. Büyüklüğü belli ölçülerde değiştirerek küçük çapta taslaklardan büyük çapta yapılar tasarlama işi.

Ölçerge bkz. karşılaştmcı. ölçmen [es. t. mühendis] [Fr. ingénieur] [tng. engineer]: gen.

Herhangi bir Ölçmenlik dalında Öğrenim gören ya da çalışan ıkimse.

ölçmenlik [es. t. mühendislik] [Fr. génie) [îng. engineering): gen. Yol , köprü, yapı, gemi ve uçak yapımıyla maden, su ve elektrik işleri gibi bayındırlık ve zanaatla ilgili uygulayımın birini konu edinen iş.

ölçübilim [es. t. metroloji] [Fr. métrologie] [îng. metrology]; 1 — Ölçümler ve tartılarla uğraşan bilim dalı. 2 — Ölçüler ve tartılar dizgesi.

Ölçüleme [es.t. ayarlama] [Fr. ajustement) [îng. adjustment]: 1 — gen. Bir düzenek ya da aygıtı istenilen ölçüye getirme işlemi. 2 — elek., mek. B i r makine gücünün iş yapabilme gücüne göre düzenlenmesi. 3 — foto. Belirgin bir görüntü elde etmek için, bir duyarkatm durumunu fotoğraf makinesinin objektifine göre düzenleme. 4 — radyo. Salınındı bir çevrimi diğer bir çevrimle yankılaşım durumuna getirme. 5 — uygb. B i r ölçü aygıtıyla ölçülen büyüklük değerleri arasındaki bağıntının saptanması. 6 — dok. Aynı türden dokumaların ilmik yüksekliğini belirli ölçüde -tutma.

ölçün [es.t. standart] [Fr., îng. standard): gen. Yetkili bir ku-, rumca, nitelik nicelik, ağırlık, değer vb. için saptanmış ayı

n a ve belirleyici ölçü. ölçünleştirme [es. t. standardizasyon, standartlaştırma) [Fr., îng,

standardisation]: l — gen. Ölçünler 'koyma işlemi. 2—işi. Üre-

Page 86: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

99 örgücü

tim ürünlerinin sayısını azaltma yöntemi. 3 — metb. Yapısı bozulan madene, iç gerihmlerâ ortadan kaldırarak yerliden ölçünsel bir yapı kazandırmak için uygulanan ısd tavlama işlemi.

öndöşem [es. t. viyabitite] [Fr. viabilité] [İng. viability]: baya., yapıc, kentç. Kent düzenlenmesinde, belirli bir toprak parçası üzerinde herhangi bir yapı çalışmasına geçilmeden önce bitirilmesi gereken yol, su, havagazı, elektrik, telefon, lağım düzeninin tümü.

önelcik [es; t. proton] [Fr„ îng. proton]: fiz. Çekinleri elektrik yüküne eşit art ı yük taşıyan hidrojen yükünü.

önısıtıcı [es. t. 1 — reküperatör, 2 — ekonomizör] [Fr. 1—pré-chauffeur, 2 — récupérateur] [îng. 1 — feed heater, feed-water heater; 2—economizer, pre-heater]: 1— gen. Sürekli üretim düzenindeki bir özdeğin damıtma, tepkime gibi temel işlemlerden önce ısıtılmasını sağlayan aygıt. 2 — mek. Yanma odasına girecek havayı ısıtmak için kullanılan ve baca gazları ile ısıtılan düzenek.

önleme bkz. yavaşlatma. önleyici bkz. yavaşlatıcı. önseçici [es. t. preselektör] [Fr. présélecteur] [İng. preselector]:

elek. Bar hız değişimi için gerekli koşullan önceden veren elektromanyetik düzen

önyapım [es. t. prefabrikasyon] [Fr. préfabrication] [İng. pre¬. fabrication]: yapıc. Önceden oluşturulmuş gereçleri belli bir

tasara uygun bir biçimde birleştirerek yapıyı kurmaya dayanan ön çalışma,

önyükselteç [es. t. preamplifikatbr] [Fr. préamplificateur] [İng. preamplifver): 1—elek. İ m kaynağı ile güç yükselteci arasına konulan gerilim yükselteci. 2 — sı., TV. Alçak düzeydeki imleri yükseltecin işleyebileceği düzeye ulaştırması için im-gürültü oranını düzelten aygıt,

ördekgagası [es.t. dakbil] [Fr. bec-de-canard] [îng. duckbül): Yüklemede kullanılan bir ucu düz,* geniş esnek geçenek,

örge [es. t. motif] [Fr. motif] [İng. pattern, motif]: güzels., mim. Bir çoğu yan yana gelerek bir bezemeyi oluşturan, kendi baş-lanna bir bütün olan Öğelerden her biri.

örgü bkz. örme 1. örgücü [es.t. trikotajcı] [Fr. tricoteur] [İng. knitter]: gen. Ör

gü işleriyle uğraşan bir işte, işkolunda çalışan ya da bunun alışverişini yapan (kimse),

Page 87: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

örme 100

örme [es. t. trikotaj] [Fr. tricotage] [İng. knitting]: gen. 1 — a. Örme işi ve yöntemi, b. Örülerek yapılmış olan. 2 — işi. a. Örgü üretimine yönelik işleyim dalı. b. B u işleyimin ürünleri.

örnek [es. t. nümune, eşantiyon] [Fr. échantillon, spécimen, êprouvette] [Ing. sample, specimen]: 1—gen. a. Bi r yapı, oluşum, bütün, ürün vb. niteliğini belirtmeye yarayan küçük parça. b. Bir özdek, töz, oluşum vb. özelliklerini gösterebilecek, bilgi verebilecek biçimde alınmış parça. c. B i r deney ya da inceleme için kullanılan parça. 2 — ağ. iş. Boya, cila ya da verniğin mobilyada oluşturacaklarını önceden belirlemek için kullanılan Özel parça.

örnek alma bkz. örnekleme. örnekleme [es. t. nümune alma] [Fr. échantillonnage] [İng.

sampling]: gen. 1 —• B i r özdek, oluşum, töz vb. bütünü açıklayacak biçimde parça alma. 2 — Kullanmayla değişen bileşimlerini yoklamak ereğiyle, bir iş, işlem, uygulamadan örnek alımı.

örtek [es. t. karter] [Fr., İng. carter]: mele. Hızla devinen makine parçalarını dış etkenlerden koruyan kap ya da gövde.

örtücü [es. t. obtüratör] [Fr. obturateur] [İng. shutter]: foto. Belirli ışıklama süreleri elde etmek için fotoğraf makinelerinde bulunan mekanik düzen.

örtüahm [es. t. dekapaj] [Fr. décapage] [İng. depping, pickling, stripping]: metb., madene. Maden, metal vb. yüzeylerde paslanma, oksitlenmeyle oluşan Örtüyü arıtıcı bir sıvının içine daldırarak temizleme işlemi.

örüntü bkz. örge. ötelenme [es.t. translasyon] [Fr., İng. translation]; l — gen. B i r

nesnenin aynı doğrultuda yer değiştiramesi. 2 — mat. Matematik bir uzayı ya da uzay içindeki nesneyi aynı doğrultuda bir yerden başka bir yere götürme işlemi. 3—bilş. B i r çizeyle-min, istenen yere yüklenebilmesi için gerekli olan bütün adresleri yeniden değerlendirme işlemi.

öteleyici [es. t. translator] [Fr. translateur] [İng. translator] : uzil. İki iletim arasında bağlantı kurmaya yarayan düzen,

özboyut bkz. konsayı.

Page 88: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

101 özek

özdecik [es. t. molekül] [Fr. molécule] [İng. molecule]: fiz., kim. Oluşturduğu özdeğin tüm özelliklerini taşıyan, birbirine benzer ya da ayrı öğeciklerden kurulu en küçük parça.

Özdek [es. t. madde] [Fr. subtance, matière] [îng. substance, matter]'. 1 — gen a. Bi r yapı, nesne vb. oluşturan öğe. b. Uzayda yer kaplayan varlık 2— fiz., kim. Uzayda yer doldurup kimyasal bir yapısı olan varlık. 3 — metb., işi. İşlem ya da üretimlerde kullanılan gaz, sıvı ya da katı durumda bulunan nesne. Öğe.

özdeşbaskı [es. t. reprodüksiyon] [Fr., İng. reproduction]: basm. Bir yazı ya da resmin eşini yaparak çoğaltma.

özdevim [es. t. otomatizm] [Fr. automatisme] [İng. automatsim]: gen. 1 — B i r işlem, yöntem, süreç vb. özdevimli araçlar kullanarak gerçekleştirme, 2 — B i r aygıta özdevimlilik özelliği kazandıran düzenek ya da işlem. 3 — mek. a. Uygulayımsal işlemleri, el emeğini gerektirmeden özdevimli araçlarla yürütme yöntemi, b. B u yoldan yararlanan uygulayım dalı.

Özdevimli [es. t. otomatik] [Fr. automatique^ [İng. automatic]: mek. 1 — Mekanik yollarla devinerek kendi kendine işleyen aygıt, araç vb. 2 — Belirli koşullar altında, herhangi bir işletmeni gerektirmeksizin çalışan bir aygıt ya da sürece ilişkin.

özdevimlHeştirme [es. t. otomatizasyon, otomatikleştirme] [Fr. automatisation] [İng. automatization]: gen. Belirli bir işin üretiminde, insan emeği yerine geçen özdevimli bir araç, aygıt vb. koyma, özdevimli bir düzenek kazandırma.

özdîrenç [es. t. rezistivite] [Fr. rêsistivitê] [İng. resistivity]: fiz. Nesselerin elektrik akımına karşı gösterdikleri direnç.

özdirençöleçer [es. t. rezistivimetre] [Fr. résistivhnètre] [İng. resistivimeter]: fiz. B i r iletkenin özdirencinİ belirlemeye yarayan aygıt.

özdünüştürücü [es. t. ototransfarmatör] [Fr. autotransformateur] [İng. aııtotransfûrmer]: elek. Birincil ve ikincil sargılan birleşik olan elektrik dönüştürücüsü.

öze di m [es. t. otomasyon] [Fr., İng. automation]: işi Işleyim-sel süreçlerin bîr çoğunun ya da tümünün makinelerle, bilgisayarlarla kendiliğinden yapıldığı düzen, yöntem.

Özek [es. t. merkez] [Fr., İng. centre]: gen. B i r oylumun orta noktası ya da bölgesi.

Page 89: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

özekçek 102

özekçek [es. t. merkezçek, merkezcil] [Fr, centripète] [îng. centripetal]: fiz. Özeğe doğru giden (:güç, kuvvet).

Özekçek kuvvet [es. t. merkezçek kuvvet, merkezcil kuvvet] [Fr. force centripète^ [trig, centripetal force]: fiz. B i r özek çevresinde dönen nesneyi dışarı doğru atan özekkaç kuvvetinin karşıt yönde eşiti olan kuvvet.

özekçil bkz. özekçek. özekkaç [es. t. santrfüj, merkezkaç] [Fr. centrifuge] [îng. centri

fugal]: fiz. Özekten uzaklaşan (güç, kuvvet). özekkaç kuvvet [es. t. merkezkaç kuvvet, santrfüj kuvvet] [Fr.

force centrifuge] [îng. centrifugal force]: fiz. B i r özek çevresinde dönen nesneyi dışarı doğru atan kuvvet.

özekkaçlama [es. t. santrfüjteme] [Fr., İng. centrifugation]: fiz. Tüp içindeki sıvıyı bir özek çevresinde döndürerek, içindeki özekleri ağırlıklarına göre ayırma işlemi.

özekkaçlayıcı [es. t. merkezkaç, santrifüj] [Fr. centrifuge] [İng. centrifugal]: fiz. B i r motor aracılığıyla olağanüstü dönme hızı verilen bir sıvı içinde asıltı ya da sütsü biçimde bulunan kat ı parçacıkların, özekkaç kuvvet uygulayarak ayrışmalarım sağlayan araç.

özgelik [es. t. karakteristik] [Fr. caractéristique] [İng. characteristic]: fiz., kim. B i r özdek ya da olguyu belirginleyen öğelerin her biri .

özgidimlt [es. t. otomotiv] [îng. automotive]: gen, 1— Devindi-rici gücü kendi içinde bulunan, kendi kendine devinen (kara, deniz, hava araç ve taşıtılan.) 2 — B u özellikteki araca ilişkin.

özgüdüm [Fr., îng. autoguidage] : mek. 1 — Devinen nesnenin, verilen göreve bağlı olarak kendi kendine yönetilmesine olanak veren yöntem. 2 — Güdümlü araçlarda, kendi kendine yol alma yöntemi.

özirkitim [es. t. özindükleme, sclfindüksiyon] [Fr. auto4nduction, induction propre] [ îng. autoinduction, self-induction]: elek. Bir elektrik akımının kendi içinde verdiği manyetik akım nedeniyle çevrimde oluşan irkitim.

özişler bkz. özdevimli. özüt [es.t. ekstre, hulasa] [Fr. extrait] [îng. extract]: metb. "Özel süreçlerle töz ayrıştırılmış öğe.

Page 90: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

103 patlayıcı yağ

özütleme [es. t. hülasa çıkarma, eksraksiyon] [Fr., îng. extrac-tiori\: metb. Özel yöntem ve süreçlerle öğeleri tözlerinden ayrıştırıp çıkarma işlemi.

özyapışmıa bkz. içyapışma. özyükünleşme [es. t. otoiyonizasyon] [Fr. autoionisatiori] [ îng.

autoionization]: fiz., kim. Öğecik ve özdeciğin kendi kendine yükünleşmesi olayı.

P

paklama bkz. Örtüalım. parçalama bkz. kesme; parlakbkölçer [Fr. brillancemètre] [îng. briltancemeter]: opt.

Bir yüzeyin parlaklığını saptayıp ölçmeye yarayan araç. parlataç [es. t. perdah makinesi] [Fr. polis soir] [îng. polisher]:

1 — deric. Sepilenmiş derileri parlatmaya yarayan aygıt. 2 — foto. Fotoğrafların pariatılınasında kullanılan aygıt. 3 — metb. Üzerinde parlatma işi yapüan aygıt.

parlatma [es. t. polisaj] [Fr. polissage] [îng. polishing]: ist. Metal, tabta vb. yüzeylere, aşındırıcı araçlarla parlak bir görünüş verme işlemi.

pas giderici bkz. yenimoriler. paslanma önleyici bkz. yenknöıüer. patlama [es. t. ihtirak] [Fr. 1 — déflagration, 2 —- détonation,

3 — explosion] [îng. 1 — deflagration, combustion; 2 — detonation, 3 — explosion] : kirn., fit., mek. 1 — Alev ya da kıvılcım saçan, yüksek sıcaklıkta gazlar çıkaran, çok hızlı kimyasal tepkime. 2 — Çok kısa ve yeğin yanma sonucu oluşan gürültü. 3 — Çok kısa bir süre içinde basınçlı gazların açığa çıkmasına ya da oluşmasına yol açan olay,

patlamalı motor [Fr. moteur à explosion] [îng. explosion motor]: motor. Haya-yakıt karışımının hızla yanmasıyla beslenen motor.

patlayıcı yağ [ës. t. nitrogliserin] [Fr. nitroglycérine] [Îng. nitroglycerine]: madene. Tünel açmada, maden ocaklarında

Page 91: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

pekiştirîci 104

dinamit olarak kullanılan, dumansız barutların bileşimine gi-' ren patlayıcı özdek.

pekiştirici [es.t. stabilizatör] [Fr. stabilisateur] [îng. stabilizer]: si. Filmin kimyasal yönden dayanıkbğım artırıp yamalığım azaltan özdek. 2— Renkli filmde jelatini sağlamlaştıran, renkl i görüntünün konulmasını sağlayan özdek.

pekmez toprağı [es. t. marn] [Fr. marne] [îng. mart]: ta. Toprağın niteliğini değiştirmeye yarayan ki l ile karışık kireçli toprak.

pissu döşemi [es. t. pissu tesisatı] [îng. sewer installation]: döş. Pissuyu yapıdan dışan taşıyan boru ağı.

pırUdama [es. t. sentilasyon] [Fr. scintillation, scintillement] lİTngscintülatİon]: 1—gokb. IşıikÖzlerinin enine dalgalarla titreyerek yayılması. 2— elek. Alfa gibi yüksek erkeli taneciklerden birinin çarpmasıyla oluşan kısa süreli noktasal ışınım.

puıldamaölçer [es. t. sentilometre] [Fr. scintûlomètre] [Ing. scinillometer] : 1 — gökb. B i r yıldızın ışık titremelerini belli bir ışık kaynağı ile karşdaştırarak ölçmeye yarayan ırakgörür. 2 — elek., nükl. Yüksek erkeli taneciklerin çarpmasıyla oluşan noktasal ışınmaları belirleyen bulucu.

püskürgeç bkz. fışkırdak. püskürme [es. t. erüpsiyon, indifa] [Fr. éruption] [îng. éruption]:

yer., kim. Basınç altında aş ın derecede ısıtılan yeryağmın beklenmedik bir anda genleşerek buğulaşması.

püskürteç bkz. püskürtücü. püskürtme [es. t. enfeksiyon, pülverizasyon] [Fr. pulvérisation]

[îng. fuel injection] : 1 — gen. bkz. tozalama. 2 — mek. Motorlarda belli oranda hava Ue kanşt ın lmış yakıtın yanma oda-larfna basınçla gönderilmesi olayı.

püskürtücü [es. t. pülverizatör] [Fr. pulvérisateur] [îng. pulvériser]-: 1 — gen. Sıvı, toz gaz durumundaki özdekleri püskürtme işinde kullanılan araç. 2 — bkz. iozayıcı.

R

renk ayırıcı bkz. renkölçer. renkbilîm [es. t. kaloristİk] [Fr. caloristique] [îng. chromatics]:

fiz. Rengi, renk olaylarım inceleyen bUim dalı.

Page 92: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

105 renksemez

renkduyar [es. t. ortokromatik) [Fr. orthochromatique] [İng. orthochromatİc]: fiz. İzge renklerinde morla san arasmda duyarlı olan, kırmızıya duyarlı olmayan tabakalara verilen ad,

renk giderici [es. t. dekolorant) [Fr. décolorant] [İng. décolorant]: kim. K i m i özdeklerin rengini açma özelliği taşıyan kimyasal özdek.

renk giderme [es. t. dekolorasyon] [Fr. décoloration] [İng. décoloration]: kim. K i m i özdeklerin rengini açma işlemi.

renklendirme [es.t. viraj]-[Fr. virage] [İng. tane, toning]: si, Tekrenkli pozitif görüntüdeki kimyasal işlemlerde değişik renkli sonuçlar elde etme.

renklilik [es. t. kronıinans] [Fr, chrominance] [İng. chromi¬nance]: si., TV. Renkölçümıde parlaklığa karşı rengi belirleyen bölüm.

renkli taşbaskı [es. t. litokrom, kromolito graf i] [Fr. lithochromie, chromolithographie] : oym., basm. 1 — Taşbaskıyla art arda baskı yaparak çok renkli resimler elde etme yöntemi. 2 — Bu yöntemle oluşturulmuş baskı.

renkölçer [es. t. kolorimetre] [Fr. calorimètre] [İng. coîorİmeter]: 1 — opt. B i r renk uyarısının üçrenkli bileşen ya da konsayı-lannı ölçmek için kullanılan ayıgıt. 2 — kim. Demir, nikel vb. tuzlann derişikliğini belirlemekte kullanılan bir tür ışıkölçer.

renkölçÜm [es. t. kolorimetri] [Fr. colorimétrie] [İng. colori-ntetry): fiz. Su, doğıtıcı yüzey, boyalı cam vb. renklil ik derecelerini, gözün özellikleriyle olanak kazanmış ve uzlaşmalı temeller üzerine kurulmuş bir yöntemle saptama. 2 —fiz. Optiğin renklerle uğraşan dalı.

renkseçer [es. t. monokromatör] [Fr, monochromateur] [İng. monpchromotor] : 1 — opt. Tekrenkli ışmım veren optik düzen. 2 — nükl. B i r tanecik demetinde tek ivmeyle devinen tanecikleri seçmeye yarayan aygıt.

renkseıne [es. t. kromatografi] [Fr. chromatographie) [İng. chromatography] : fiz., opt. B i r çözelti ya da gaz içindeki değişik özdeklerin, özel hır ortamın yüzerme Özelliğine dayanarak aynlması yöntemi.

renksemez [es. t. akromatik] [Fr, achromatique] [İng. achro¬matic]: fiz.. opt. 1—Işığı uyuşturmadan geçiren. 2 — Nesnenin görüntülerini yanar döner parçalar olmaksızın gösteren optik dizge (UL). 3 — ayâ. (Renkölçümsel alanda) Aydınlatma kaynağının rengi.

Page 93: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

renksemezlik 106

renksemezlik [es. t. akromatizm] [Fr. achromatisme] [îng. achromatism] : fit., opt. 1 — Bir mercek ya da mercek öbe-ğiyle elde edilen görüntünün yan renklerden arıtılmış durumu. 2 — Işığın sapmasından ileri gelen dağılma ya da büyümenin giderilmiş olması.

renkser [es. t. kromatik, devni] [Fr. chromatique] [îng. chro¬matic]: fiz., opt. Beyaz ışığı çözümleyen (mercek).

renkseyici [es. t. kromatograf] [Fr. chromâtographe] [Ing. chro¬matograph] ; fiz., opt. 1 — Renfcseme olayından yararlanarak çözümleme yapan aygıt. 2 — Bir sıvı ya da gaz içindeki öz-dekleri bir katı ortama, yerine göre kâğıt üzerine soğurarak ayrı renklerde katmanlara ayıran ayıgıt,

renksiz bkz. renksemez 3. renkveren [es.t. kromofor] [Fr., îng. chromophore]: fiz., kim.

1 — Organik bileşikleri renklendiren doymamış işlev öbeklerine verilen ad. 2 — Büyücek bir Özdeğin belirli ışıklarım güçlükle soğuran ya da salan Özdeciksel topak.

S

sakınım [es. t. konservasyon, muhafaza] [Fr., îng. conservation): fiz., kim. Dizgelerde, taneciiklerarası etkileşimlerden, çarpışmalardan, önce ya da sonra devinirlik, kütle gibi niceliklerin değişmez kalması.

sahngaç [es. t. osilatör] [Fr. oscillateur] [îng. osciîlator): 1 — fiz. Dönümlü almaşık akımlar üretmeye yarayan aygıt. 2 — si.', İTV. Eksiuç ışı tacına dayanan ve değişen elektrik niceliklerini gözle görülür biçimde vererek izlenmesini sağlayan aygıt.

salınım [es. t. ositasyon] [Fr., îng. oscillation): fiz. Düzenli olarak, hep eş konumlardan eş hızla geçen nesnenin oluşturduğu devinim.

salrmmçizer [es. t. osilograf] [Fr. oscillographe] [Fr. oscil¬lograph): fiz. Süresel işlev olarak, değişen bir elektrik akımını gösteren eğriyi saptamakta kullanılan araç.

salırıımgözler bkz. salmgaç. sapınç [es. t. aberasyon] [Fr., îng. aberration): 1—fiz., si., TV,

Bir merceğin eksik larmîmı. ya da odaksallaşması olayı. 2 — gökb. Işık hızının sonlu olmasına ya da yerin devinimi-

Page 94: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

107 saptırma

ne bağlı olarak yıldızlarda görülen yer değişimi, sapınçölçer [es. t. aberometre] [Fr. aberromètre] [îng. aborro-

mefer]: fiz., gökb. Sapınçların nicel olaraık belirlenimini yapan aygıt.

saplama [es. t. kopilya, pim] [Fr. goupille, davette, fentori] [îng, pin] : gen. 1 — îç içe geçen ya da başka bir parça üzerine eklenenlerin bağlantısı için kullanılan, türlü kalınlık ve uzunlukta, bir yanı yivli yuvarlak maden kama. 2— Bir menteşenin ik i oynak parçasını birleştirmeye yarayan küçük, ince maden mil.

sapma [es, t. inhiraf, deklinasyon] [Fr. déclinaison, déviation] [îng. declination, deviation]: 1 —fiz. a. Bir mıknatıs iğnesinin doğrultusundaki düşey düzlemin, bulumdan noktanın enlem düzlemine göre oluşturduğu açı. b. B i r ışığın saydam bir biçimden geçtikten sonra, giriş doğrultusu arasında oluşturduğu açı. 2 — elek. B i r ölçü aygıtında devingen parçanın belirli bir konuma göre ayrımı. 3 — opt. Gelen ışının kınlan ya da çıkan ışınla yaptığı açı. 4 — atışb. B i r merminin ulaştığı nokta ile ulaşması beklenen nokta arasındaki uzaklık. 5 — denize Geminin maden kütelsinin pusula iğnesinde oluşturduğu etki.

sapmaÖlçer [es. t. deklinometre] [Fr. déclinomètre] [îng. declinometer]: fiz. Mıknatıs sapmasını ölçmek için Gauss'ça geliştirilmiş olan pusula.

sapmayazar [es. t. deklinograf) [îng. declinegraph]: fiz. Mıknatıs sapmasını çizerek belirleyen aygıt.

saptama [es.t. tespit, fiksaj] [Fr. fixa-ge] [îng. fixing]: l — 5t. Yıkanmış bir duyarkatm gümüş bromür kalıntılarını eritmek amacıyla kimyasal bir eriyikten geçirilmesi. 2 — foto. Resmin ışıkta bozulmaz duruma getirilmesi.

saptayıcı [es. t. î — fiksatif, 1 — fiksatör] [Fr. / — fixatif, 2 — fixateur] [îng. 1—fixative, 2 — fixator]: 1—güzels. a. Tebe-şirboya, suluboya, kurşunkalem vb. yapılan çizim ve resimlerin bozulmalarını önlemek amacıyla bütün yüzeye püskür* tülen sakız-alkol kanşımı. b. Bu kanşımı püskürten araç. 2—-foto. Saptama yunağında kullanılan karışım. 3 — işi. Baskı düğme yapımında metal delgeç halkalarını tutturmaya yarayan uzun koni biçimindeki araç.

saptırma [es. t. deviyasyon, defleksiyon] [Fr. déflexion] [îng. deflection, deflexion]: TV. Alıcı ya da almaçta taramanın düz-

Page 95: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

saptırıcı 108

gün olarak gerçekleşebilmesi için eksicik öğesinin yatay ya da düşey olarak yer değiştirmesini sağlama.

saptırıcı [es.t. defîektör] [Fr. déflecteur] [îng. deflector]: gen. Bir akımın (elektrik, hava, su Vb.) doğrultusunu değiştirme işinde kullanılan. öğe.

sarak [es. t. meyabend] [Fr. bandeau] [îng. string course, plain moulding] : yapıc. Yapı yüzlerinde boydan boya giden enli, az çıkıntılı, süslü ya da düz kuşak. 2 — B i r kemerin çevresini saran genişçe ye az ıtaşkm, düz silme.

sargı [es.t. bobin] [Fr. bobine] [îng. bobbin]: gen. Üzerine tel, iplik vb. sarılmış yuvgu biçiminde makara.

sarardık bkz. sargı. sarkaç [es. t. rakkas, pandül] [Fr. pendule] [îng. pendulum]:

fiz. Ağırlık özeğinin üstündeki bir noktadan asılan, denge konumundan biraz ayrıldıktan sonra bırakıldığında bir salınım devinimi yapan nesne.

sarma [es.t. bobinaj] [Fr. bobinage] [îng. winding, spooling]: si., TV. B i r filmi ya da mıknatıslı kuşağı bir makaradan, bir göbekten öbür makaraya, göbeğe aktarma,

sarmaç [es.t. ambalaj] [Fr. emballage] [îng. package]: işi. Sarmalama işleminden sonra bir üretim malının oluşturduğu paket, sargı, balya, vb.

sarmaçlama [es.t. ambalajlama] [Fr. emballage) [îng. packing): işi. Üretilen malı tüketime sunmadan Önce yapılan sarma, paketleme, sandıklama vb. işlemlerin tümü.

sarmal [es. t. helezoni, spiral, helisel] [Fr. hélico'ide, spiral] [îng. spiral, helicoid): gen. Dolanarak oluşmuş, dolamlı, dolanışı (çizgi, biçim vb.).

sarmalaç bkz. sarmaç. sarmalama bkz. sarmaçlama. sarnıç uçak [es. t. yakıt ikmal uçağı] [îng. trailer plane): havac.

Uçakların uçuş sırasında ortaya çıkan yakıt gereksinimlerini karşılamak üzere yapılmış, havada yakıt verebilen akaryakıt uçağı. \

sarsaç [es. t. vîbratör) [Fr. vibrateur] [îng. vibrator): bayd. Sarsma devinimini aktarmasından yararlanılarak, beton sıkıştırma işinde kullanılan aygıt.

sarsım [es. t. şok] [Fr. choc] [îng, shock): 1 — ntek. B i r nesne ya da düzenekte, genellikle bir gürültü, sarsıntı gibi ansızın beliren hız değişimi. 2 — metb. B i r metal yapıda, ısü ya da mekanik olarak birdenbire oluşturulan gerilimli durum.

Page 96: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

109 sepi

sayaç [es. t. kontör] [Fr. compteur] [İng. counter] : gen. Havagazı, elektrik, su vb. kullanımını ya da mekanik etkilenim-leri ölçmeye yarayan aygıt.

saydam [es. t. şeffaf] [Fr., İng. transparent]: fiz., ayd. Işığı büyük Ölçüde düzgün geçiren (cisim, nesne vb.).

saydamlama [es. t. şeffaflaştırma] [Fr. affaiblissement] [İng. lightening print]: si. B i r film parçasmdaki görüntülerin genel yoğunluğunu azaltma.

saydamlık [es. t. şeffaflık] [Fr. transparence] [İng. transparency]: fiz., ayd. Işığı geçirebilme özelliği.

sayılandırıcı [es. t. numaratör] [Fr. numéroteur] [İng. numbering stamp, numerator]: gen. Büetleri ya da sıralandırılması istenen benzer şeyleri sayılandırmak için kullanılan aygıt,

sayımbilim [es. t. istatistik] [Fr. statistique] [İng. statistics]: Sayımlamayı konu alan bilim dalı.

sayımlama [es.t. istatistik] [Fr. statistique] [İng. statistic]: Olguları yöntemli bir biçimde toplayarak sayısal veriler elde etme.

s-borusu [es. t. sifon] [Fr., İng. sifon]: fiz. B i r sıvıyı bir kaptan öbürüne aktarmaya yarayan, değişik uzunlukta İM kollu bükülmüş boru.

seçici [es. t. selektör] [Fr. sélecteur] [İng. selector]: 1— otom. Otomobil ışıldaklarının uzun ya da kısa yanmasını sağlayan düzen. 2 — ta. Öğütülmüş ürünleri büyüklüğüne göre ayırma işleminde kullanılan makine.

seçicilik [es.t. selektivite] [Fr. sélectivité] [İng. selectivity]: \~foto. Renkli süzgeçlerin kimi renkleri az ya da çok emme özellikleri. 2 — radyo. Vericiler arasında bir seçim yaparak istenileni alabilen alıcıların Özelliği.

seçik [es. t. net] [Fr. nette] [İng. sharp]: si, TV. B i r nesnenin du-yarkat üzerindeki görüntüsünün pussuz açı; her noktasının görüntü üzerinde bir nokta oluşturacak aralıkta olması.

seçiklik [es. t. netlik] [Fr. netteté, définition, finesse] [İng. sharpness]; si., TV. Seçik olma durumu.

seçme [es. t. seleksiyon] [Fr. sélection] [İng, sélection]; 1—gen. Delikli kart makinesinde, istenilen imi bölümler arasında gönderme işlemi. 2 — radyo. Radyo ve telsiz alıcdannda istenilen imi, bozucu, cızırtüı imlerden ayırma.

sepi [es. t. tabaklık] [Fr. tannage] [İng. dressing for hides,

Page 97: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

sepievï 110

tanning] : deric. Deri, post ya da kürkleri kullanılabilecek duruma getirmek için uygulanan işlemlerin tümü.

sepievi [es. t. tabakhane] [İng. tannery]: deric. Sepileme işinin yapıldığı yer, işlik.

sepileme [es. t. tabaklama] [Fr. tannage] [İng. tanning]; deric. Ham deriyi kösele ya da vidala durumuna getirmek için uygulanan bir dizi işlem.

serici [es. t. motopaver, spreder] [Fr. motopaver] [İng. moto-paver, spreader): bay d. Yo l yapımında, bağlayıcı özdeklerin örtülmesini ve genellikle 2-16 mm. boyutlu katışmaçların yere serilmesini sağlayan motorlu araç.

sertleşme bkz. donma. sertlikölçer [es. t. skleroskop, sklerometre] [Fr. scléroscope,

sçléromètre] [İng. scterometer] : 1 — gen. Nesnelerin sertlik derecesini belirlemeye yarayan araç. 2 — işi. Yapımcılığın herhangi bir aşamasında, gereçlerin üzerinde sertlik denetimi yapmaya yarayan araç

sertlikölçüm [es.t. hidrotimetri] [Fr. hydrotimètrie): kim. B i r suyun sertlik derecesinin sabun yardımıyla belirlenmesi.

sesahcı [es. t. teyp] [Fr. magnétophone] [İng. tape-recorder]: elek. Sonradan çalmak üzere sesleri alıp kaydeden makine.

sesaltı [es. t. infrasonik, subsonik, infraakustik] [Fr. subsonique, infraacoustique] [İng. infrasonic, subsonic, infraacoustic]: \~mek. a. Hızı ses hızından daha düşük olan. b. Ses hızın dan daha düşük hızlarla ilgili olan. 2 — yankıb. Sesle aynı yapıda, kulağın algılamayacağı ölçüde düşük sıksayıh titreşim. 3 — util. Hızı en çok 60 km. olan bir telgraf aracının yardımıyla, telefon konuşmasıyla telgraf iletişimi sağlayan düzen.

sesborusu [es.t. megafon] [Fr. mégaphone] [İng. mégaphone]: fiz. Sesi büyütüp uzağa iletmeye yarayan koni biçiminde boru.

sesbüyütür [es. t. mikrofon] [Fr., İng, microphone]: elek. Bütün ses üreten dizgelerde, elektrik akımı yoluyla temel sesi uzakta bulunan1 alıcıya ulaştıran araç.

sesdağılım bkz. yanludüzeni. sesdağılımbilim bkz. yankıbüim. sesdüzeltici [es. t. akustik korektör] [İng. acoustic corrector]:

fiz. Sesin hızı, yelin yönü, hava sıcaklığı gibi nedenlerle ses

Page 98: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

I l l sıcaklık

. dinleme aygıtında oluşan aksaklıkları gidermeye yarayan aygıt.

sesdüzenler [es. t. modulator) [Fr. modulateur] [İng. modulator]: fiz. B i r sesin yayınımı ile oluşan yeğinlik, vuru, ton vb. değişiklikleri düzenleme işinde kullanılan aygıt.

seselim bkz. yankdaşım. seslik [es. t. fonotek] [Fr. phonotèque, sonothèque] [îng.

phonothèque, record library]: mek. Her tür sesli belgelerin saklandığı yer.

sesölçer [es. t. sonomètre] [Fr. sonomètre] [İng. sonometer] : fiz. Sesleri karşılaştırma yoluyla ölçmeye yarayan aygıt.

sesölçüm [es. t. sonometri] [Fr. sonométrie] [İng. sound ranging, sonometry]; fiz. SesÖlçerle seslerin karşılaştırmalı olarak incelenmesi.

sestoplar bkz. sesbüyütür. sesüstü [es. t. i — süpersonik, 2 — ultrason, 3 — hiperson] [Fr.

1 — supersonique, 2 — ultrasonore, 3— hyperson] [İng. 1—su¬. personic, 2 — ultrasonore, 2 — hypersonic]; 1 — mek. Hızı, ses

hızından yüksek olan. 2 — yankıb. a. Kulakla algılanamayacak denli yüksek sıklıktaki ses titreşimi b. Sikliği 20-100° kHz arasında kalan titreşim 3 — fiz. Kırılca ağı içindeki eksiciklerin, elektromıknatıs salmımlarm etkisiyle yaydığı çok yüksek sıklıkta titreşimler.

sesyiakmı [es. t. transsonik] [Fr. transsoniqué] [İng, transsonic, trans-sonic]: fiz. Ses hızının altında ve üstündeki en yakın hızlara verilen ad.

sesyayar [es.t. hoparlör] [Fr. haut-parleur] [İng. loud-speaker]; radyo. 1 — Elektrik dalgalarını ses dalgalarına çevirip, sesi yükseltmeye yarayan aygıt. 2 — Radyo, pikap, sesalıcı vb. araçlarda sesi işitilebilecek duruma getiren araç.

sesyazar [es.t. fonograf] [Fr. phonographe] [İng. phonograph]: fiz. Sesleri istenildiğinde vermek üzere özel bir Özdek üzerine yazan aygıt.

sıcaklık [es; t. sühunet, temperatür] [Fr. température] [İng. temperature]: fiz. 1—Bir nesnenin soğuk, serin, ılık ya da sıcak olarak nitelenmesini gerektiren ve taşıdığı fiziksel erkenin düzeyinden oluşan durumu. 2 — Isıldevingen dengedeki özdeğin, her bir özdeciği başına düşen ortalama devinim erkesini ölçen nicelik. 3 — meteor. Sıcaklık ve soğukluk gibi duyumları uyandıran, sıcakölçer gözlemleriyle kesin olarak değerlendirilebilen değişken, hava koşullarının tümü.

Page 99: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

sıcaklıkölçüm 112

sıcaklıkölçüm [es. t. termometri] [Fr. thermométrie] [İng. thermometry]: /« . .Sıcakl ık derecesini ölçme yöntemleri.

sıcakölçer [es. t. termometre] [Fr. termometre] [İng. thermometer]: fiz. Özdeklerin sıcaklık derecelerini ölçmeye yarayan aygıt.

sicaküfler [es. t. sıcak hava cihazı, sıcak hava apareyi] [İng. unit heater]; fiz. Sıcak su, buğu, gaz vb. bir kaynaktan aldığı ısı yardımıyla havayı ısıtarak üfleyen aygıt.

sığa [es.t. kapasite] [Fr. capacité] [îng. capacity]: fiz. Bir im gerilimde bir nesneye sığabilen elektrik yükü niceliği.

sığaç bkz. yoğunlaç sığaölçer [es. t. faradmetre, Icapasimetre] [Fr. faradmètre,

capacimètre] [ îng. faradmeter, capacimeter]: fiz. Yoğunlaçların sığalarını saptamakta kullanılan aygıt.

sıkacak [es.t. pres] [Fr. presse] [îng. press, pressing machine]: gen. 1—Bir nesneyi, i k i ağırlık arasında mekanik olarak sıkıştırıp ezmeye yarayan aygıt. 2 — Üzüm, elma, zeytin vb.

meyve ya da sebzelerin suyunu, yağım çıkarmakta 'kullanılan . aygıt, araç.

sıkaç [es.t. kompresör] [Fr. compresseur] [îng. compressor]: 1 —• fiz. B i r akışkanı ya da gazı, gereken basmca göre sıkıştırmaya yarayan aygıt. 2—bayd. Yo l yapımında, dökülen çakılları, kumları bastırıp sıkıştırmak için kullanılan ağır, yuv-gulu araç.

sıkıştırma [es. t. kompresyon] [Fr., îng. compression]: 1 — mek. Yapısındaki tanecikleri sıkılaştırarak bir özdeği daha küçük oyluma dönüştüren etki. 2 — metb. Katılaşma sırasında, gaz kabarcıklarının çıkmasını (köpürme) önleyerek yürütülen çe-lik*külçeler elde etme yöntemi. 3 — otom. İki zamanlı motorlarda çevrimin birinci, dört zamanlılarda ise ikinci evresi.

sıkıt [es. t. mazgut, komprime] [Fr. comprimé] [İng. condensed, compressed] : kim. Güçlü bir basınç altında sıkıştırılarak oylumu küçültülmüş özdek,

sıklık [es. t. frekans] [Fr. fréquence] [İng. frequency] : fiz. Bel i r l i bir dalga evresinin saniyede kaç kez geçtiğini belirten sayı; titreşim sayımı.

sıkkkölçer [es. t. frekansmetre] [Fr. fréquencemètre] [İng. frequencymeter]; elek. Salınındı bir elektrik olayının çevrim-sel niceliğini ölçmeye yarayan aygıt.

sıkma bkz. sıkıştırma. sıkmaç [es. t. mengene] [Fr. 1 — étau, 2 — pressoir] [İng. vice,

Page 100: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

113 şoğurgan

mangle, screw-jack, press]: 1 — gen. Onarma, işleme, düzeltme gibi işlemlerin uygulanacağı nesneyi saptamaya yarayan bir tür kıstıncı. 2 — ta. Yağını ya da suyunu çıkarmak için ürünleri sıkmaya yarayan aygıt, araç.

sıksayı bkz. sıklık. sınırlayıcı [es. t. limitör] [Fr. Umiteur] [İng, limiter]: mek.,

elek. B i r büyüklüğün, belirli değeri aşarak sakıncalı sonuçlan vermesini önlemeye yarayan mekanik ya da elektrikli düzen.

sıra [es.t. sekans] [Fr. séquence] [İng. sequence]: si. B i r senaryoyu oluşturan olgu, düşünce, görünümün çekim düzenini belirleyen sayı. 2—elek. B i r elektro-motor kuvveti oluşturan çevrimden geçen çok evreli yedek dalgalı akımlann düzeni.

sıvı [es. t. likit, mayi] [Fr. fluide, liquide] [İng. fluid, liquid]: 1—gen. Akan, akmak eğiliminde olan (Özdek). 2 — fit. Üst yüzü yatay bir düzlem olmak üzere, içinde bulunduğu kabın biçimini alan (Özdek).

sıvıölçer [es. t. sıvı mikyası, areometre] [Fr. aréomètre] [İng. areometer]: fit,, kim. B i r çözeltinin (ekşit, alkol, şurup vb.) yoğunluğunu ölçerek derişikliğini belirlemeye yarayan araç.

sızdırmaz [es. t. conta] [Fr. garniture] [İng. gasket]: gen. Geçir-mezliği sağlamak amacıyla sıkıştırılmış ik i yüzey arasına yer- ... leştirilen kösele, kauçuk, kurşun vb. parça.

sizinim [es.t. efüzyon] [Fr.. İng. effusion]: fiz. B i r gaz kanşı-mınm içindeki gazları; gazların, gözenekli bir bölmeden değişik ivmelerde geçmesine dayanarak ayırma yöntemi.

sızma bkz. süzülme. silici [es. t. mıskala] [Fr. brunissoir, brunisseur] [İng. polishing-

topi, burnisher, polisher]: guzels. Oymaibaskıda maden yüzeylere yapılmış kazımalan düzeltmek, yatırmak için kullanılan kazı aracı.

simge [es. t. sembol] [Fr. symbole] [İng. symbol] : 1 — gen. Bir anlam, kavram, öğe, birim vb. kısaltmayla bildiren harf, resim, im.

sinema alıcısı bkz. alıcı II. soğrumsama bkz. yüze soğurma. soğuktaş [es. t. kriyolit] [Fr. cyrolithe] [İng. cyrolite]: madene.

Doğal sodyum ve alüminyum çift flüorünü. soğurgan [es. t. absorban] [Fr. absorbant] [İng. absorebent]: kim.

Gaz ya da sıvı Özdecikleri içine alma yeteneğinde olan (özdek).

Page 101: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

soğurma 114

soğurma [es. t. absorpsiyon, absorbe etme] [Fr. f îng. absorption]: fiz., kim. 1 — (Bir sıvıyı) içine çekme, emme. 2 — ( B i r Öz-dek için) Herhangi bir erkeyi içine alma, bir gazı emerek içinde eritme.

soğurucu [es.t. absorpîayıcı] [Fr. absorbeur] [îng. absorbent]: 1 — elek. Yüksek geriüme karşı, koruyucu olan araç. 2 — gökb. Işığı emerek azaltma özelliği gösteren ortam. 3 — nükl. Işınımı, çekirdeksel özelliklerin bir bölümünü ya da tümünü Önleyen özdek. 4 — ta. Tahılları içine çekerek aktaran aygıt. 5 — işi. Yeryağı gazlarının siizülmesiyle kullanılan arıtma aygıtı.

soğrulma [es. t. absorpsiyon) [Fr., Ing. absorption] : 1 — /iz., kim., metb. Gaz ya da sıvının, bir süngerimsi özdekçe emilip tutulması olayı. 2 — ayd. Işınım erkesinin, özdek ile ara etki sonucu başka bir tür erkeye dönüşmesi. 3 — gökb. B i r ortamın, ışık erkesini belli nicelikte emmesi olayı.

soğutmaç bkz. soğutucu. soğutucu I [Fr.refroidisseur] [îng. cooler): 1—gen. a. Soğuk

oluşturan aygıtların genel adı. b. Bi r makine ya da yapıda, aşirı ısınmayı önlemek için yer alan düzen. c. bkz. buzdolabı. 2 — işi. a. Çimento yapımında, fırından ezilmeden çıkan pişirme ürününü soğutmaya ve yanma için gerekli yardımcı havayı ısıtmaya yarayan aygıt. b. İçinde dolaştırılan buzlu su ya da başka bir ısı düşürücü akışkanla soğutma işlerinde kullanılan aygıt. 3 — mek. B i r sıvıyı ya da gazı soğutmaya yarayan ısı değiştirici. 4 — metb. Bi r 'döküm kabının içyüzüne yakın yerleştirilen ya da bu yüzün bîr bölümünü oluşturan soğutma parçası.

soğutucull [es. t. frigorifik] [Fr. frigorifique] [îng. frigorifie): gen.«Soğuk oluşturan, soğutma niteliği olan (aygıt, araç).

söndürücü [es. t. yangın söndürme cihazı) [Fr. extincteur] [Îng. fire extinguisher, extinguisher): gen. Yangm söndürmeye yarayan aygıt.

sönüm [es. t. damping, amortisman] [Fr. amortissement] [îng. damping): fiz., elek. Çeşitli dirençlerin etkisiyle bir salınım deviniminde görülen genliksel küçülme.

sönümlü [es. t. amorti] [Fr. amorti, amortie) [Ing. extinguished, extinct): fiz. Belir l i bir sürede genliği sıfıra erişen (salınım devimi).

sönümsüz [es. t. devamlı] [Fr. entretenu] [îng. continuous, undamped): fiz. Genliği hiçbir zaman sıfıra yaklaşmayan, her dönümde beslenen (salınım devimi).

Page 102: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

115 suölçüm

sönüşüm [es.t. fade-out (feyd-out)] [Fr. fondu] [İng. fade-out]: 1 — tştnb. Sesin özel bir etki sağlamak amacıyla ya da doğal konumlar sonucu azalarak yok olması. 2— si., TV. Görüntünün görülebilirliğinin, seçilebilirliğinin yavaş yavaş azalması,

sözlendirici [es. t. dublör, dublajcı] [İng. dubber, dubbing speaker]: si, TV. B i r filmin sözlendirilmesinde çalışan, sesiyle herhangi bir oyuncuyu konuşturan kimse.

sözlendirme [es.t. dublaj] [Fr. doublage) [İng. dubbing]: si., TV. Görüntülerle birlikte alınmamış konuşmaların, seslendirme odasmda, aynı oyuncular ya da başkalarınca dudak eşlemesi yoluyla saptanması.

subasar [es. t. hidrofor] [Fr., İng. hydrophore]: döş. Suya, yapının üst katlarına çıkabilecek basıncı veren birikimlak.

subilgisi [es. t. hidrografi] [Fr. hydrographie] [İng. hydrography]: coğr. 1 — Coğrafyanın deniz, göl, ırmak ya da başka su alanlarını inceleyen dalı. 2 — Deniz, göl, ırmak diplerinin çizelgesini çıkarmayı amaçlayan deniz dibi yerb^timi.

subilim [es. t. hidroloji] [Fr. hydrologie] [İng. hydrology]: coğr. Suların fiziksel, kimyasal özelliklerim, dağılımlarına ilişkin olay ve yasaları özellikle de yeraltı su kaynaklarını inceleyen bilim.

su döşemcisi [es. t. sıhhi tesisatçı] [Fr. ptombier] [İng. plumber]: döş. Su döşemi yapan, bu konuda uzmanlaşmış kimse.

su döşemi [es. t. sıhhi tesisat] [İng. plumbing]: döş. B i r yapının pissu, kullanma suyu ve gaz döşemlerinin tümü.

su düzeci [es. t. su terazisi] [Fr. niveau d'eau] [İng. water level hydrostatic balance]: bayd. Kent suyunun basıncını azaltmak için belli aralıklarla yapılmış kule biçiminde su durağı.

sugeçirmez bkz. geçirimsiz 2. sulama arabası [es. t. arozöz] [Fr. arroseuse] [İng. water(ing)-

car]: bayd. Caddelerin sulanması işinde kullanılan su depolu araç.

sundurma [es. t. hangar) [Fr. hangar] [İng. (open)shel): gen. Üstü kapalı, yanları açık olarak yapılmış, tarım araçlarım, arabaları, uçakları vb. barındırmaya yarayan yer.

suölçer [es. t. hidrometre] [Fr. hydrometre] [İng, hydrometer): gen. Su ve benzeri akışkanlara ilişkin derinliği, ağırlığı, basıncı ölçmeye yarayan aygıt.

suölçüm [es. t. hidrometri] [Fr. hydrometrie] [İng. hydro-

Page 103: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

susturucu 116

metry]: sub. Suyla, özellikle doğal sularla ilgili bütün konuları inceleyen bilim,

susturucu [es. t. saylenser] [Fr. silencieux] [îng. silencer, muffler]: 1 — mek. Patlamalı ya da tepkili motorlarda, yan. mış gazların dışarıya atılmasından doğan gürültüyü Önleme ye, azaltmaya yarayan aygıt. 2 — gen. Halk dilinde egzosa verilen ad.

sututmahk [es. t. batardo] [Fr. batardeau] [İng. cofferdam]: bayd. Akarsuyu bir süre tutmak ya da yapım sırasında temelden çıkan suları boşaltmak amacıyla kazıklar ve maden kalaslarla yapılan geçici büğet.

suveren [es. t. akifer] [Fr. aquifère] [îng. aquifer, water-conduit]: 1 — metb. Suverme ortamını oluşturan yağ, tuzlu su çözeltisi ya da benzeri sıvı. 2 — yerb. Basaçlı kuyuları ve doğadaki kuyuları besleyebilecek düzeyde su iletebilen yerbilim-sel oluşum.

suylaçözüm [es. t. hidroliz] [Fr. hydrolyse] [îng, hydrolysis]: fiz., kim. B i r özdeciği, su özdeciklerinin kimyasal etkisiyle parçalama.

süngertaşı [es. t. ponza taşı] [Fr. pierre ponce] [ îng. pumice stone]: yerb., zan. Madenleri ve fildişini parlatmakta kullanılan, çok gözenekli, ağırlığı az, sert bir yanardağ feldispatı.

sürearalığı [es. t. periyot, peryot] [Fr. période] [İng. period]: fiz., kim., gökb. B i r olay, olgu ya da devinim sırasında bir büyüklüğün yeniden aynı durumu almasına değin geçen süre dilimi.

süreç [es.t. proses] [Fr. procédé] [îng. process]: gen. B i r işlemi gerçekleştirmek için özellikle uygulanan yöntem, iş.

süreölçer [es. t. kronometre] [Fr. chronomètre] [İng. chrono¬meter]: fiz. Belirli bir eylem, işlem, yarışmanın ya da işleyim alanında belli bir işin kısa süresini Ölçmek amacıyla kullanılan aygıt.

süreölçüm [es. t. kronometri] [Fr. chronomètrie] [İng. chrono-metry]: fiz. 1 — Fiziğin süre ölçmeyle ilgili mekanik dalı. 2 — Belirli bir eylem, işlem ya da işleyim alanında belli bir işin süresini saptama.

süreyazar [es; t. kronograf] [Fr. chronographe] [İng. chronograph]: fiz. Belirli bir işin kısa süresini çizgeleyen araç.

Page 104: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

117 şüzüntü

sürtünmesiz(lik) [es. t. antifriksiyon] [Fr. antifrication] [İng'.. antifriction metali: fiz. 1 — Sürtünme sonucunda aşmıma uğ-mama ya da az uğrama özelliği. 2— Bir makinenin devinimli parçalarmm sürtünmesini azaltarak aşınmayı Önleyen (özdek).

sürtünüml [es. t. kontakl [Fr., İııg. contact] ; elek. Karşıt yükte elektrik taşıyan ik i özdeğin birbirine değmesi, dokunması.

sürtunüm II [es. t. friksiyon] [Fr. friction, frottement] [İng. friction]: l — mek. a. Bir akışkanın bir boru içindeki akışı sırasında, mekanik erkenin ısıya dönüşerek değersizleşmesine yol açan nedenlerin tümü. b. Birbirine değen iki yüzeyden birinin, diğerinin bağıl 'devinimine karşı gösterdiği direnç. 3 — metb. İki metal yüzeyin, birbirine değerek devinmeleri.

süt ayırıcı [es. t. ekremoz, krema makinesi, kaymak makinesi] [Fr. écrémeuse] [İng. cream separator (creamer]: işi. Sütün bileşimindeki yağlı özdekleri kaymağa dönüştüren aygıt.

sütölçer [es. t. laktometre, laktodansimetre] [Fr. lactodensimètre, lactomètre] [İng. lactodensimeter, lactometer]: ölçüb. Sütün yoğunluğunu Ölçmeye yarayan araç.

sütsü [es.t. emülsiyon] [Fr. emulsion] [İng. emulsion]: kim., metb. Genellikle yağların, küçük yuvarcıklar biçiminde başka bir sıvı içinde dağılarak oluşturduğu karışım.

süzgeç [es. t. filtre] [Fr. filtre] [İng. filter]: 1—gen. Bir alış-kandaki yabansı özdekleri süzüp ayıran aygıt ya da aygıtlardan oluşan düzen. 2—dok. Katlama ya da sarma makinelerinde, iplik üzerindeki kalınlıkları ayırmaya yarayan bıçak türü.

süzme [es.t. fittrasyon] [Fr. filtration, filtrage] [İng. filtration]: 1— gen. Akışkanları, sıvıları içlerindeki yabancı özdeklerden arıtırla işlemi. 2 — metb. İçindeki kat ı parçacıkları ayırmak İçin çözeltiyi bez, süzgeç v!b. geçirme işlemi. 3 — işi. Şarap, bira, zeytinyağı gibi sıvıların içinde istenilmeyen ve bulanıklık yapan katı özdekleri ayırma işlemi, 4 — uyg. "Kimi sıvıların yoğunlaşmasına yol açan katı parçaları bu sıvılardan ayırma işlemi.

süzülme [es. t. enfiltrasyon] [Fr., İng. infiltration}: gen. Suyun toprak içine işlemesi olayı.

süzüntü [es. t. filtrat] [Fr. filtrat] [İng. filtrate]: \~~gen. Süzme ya da süzülme işlemlerinin sonucunda elde edilen tortu vb. 2— metb. Süzme işleminden sonra elde edilen duru çözelti.

Page 105: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

İ18

T

taççeker [es. t. kronograf] [Fr., îng. chronographe): gökb. Güneş gazyuvarımn taç adı verilen en dış katmanının fotoğrafını çeken özel gözlem aracı.

takım [es. t. 1,2— alet edevat, alet; 3— batarya] [Fr. 1,2 — outil, ustensile; 3—batterie] [îng. 1,2 — fooi, utensil; 3 — bat¬tery): 1—gen. İşleyim, uygulayım, onarım vb. işlemlerde kut

lanılan araç, gereçler. 2 — mek. B i r makine, aygıt vb. kuran parçaların yerini tutan, bu parçalar gibi çalıştırmayı sağlayan araç gereç. 3 — kim., elek. Akım sağlamaya yarayan pil, akım-sakiar vb. gereçlerin oluşturduğu birim.

takıt [es. t. treyler, römork) [Fr. remorque) [îng. trail): bayd., ülaşt., taştmac. Başka bir taşıtın çektiği motorsuz taşıt.

tane [es. t. 1 — granül, 2 — gren] [Fr. i — granule, 2 — grain]:! 1 — kim. Asıltı içinde dağılmış parçacıklara verilen ad. 2 — metb. Katılaşma sırasında, belirli bir konum içinde dizilen1

Öğeciklerin oluşturduğu içyapı. , tanecik [es.t. partikül] [Fr. particule] [îng. partide): fiz. Öz-

deği oluşturan belirli nicemısel Özellikteki en küçük nesnecik-, lerden her biri .

tanecikleme bkz. taneleme. taneleme [es. t. grenaj, granülasyon] [Fr. grainage, granulation]

[îng. graining, granulation): 1 — basm. Ofset ve benzer baskılar için kullanılan taş ve çinkoların yüzünü, konuya göre, ince kaim tanelerle çapaklandırma işlemi. 2 — metb. a. Ergi; tilmiş bir madeni, soğutucu bir akışkan kullanarak yuvar lak tanelere dönüştürüp bir kaba dökme işlemi, b. Tıkız ma denleri parçalayıp ayrıştırmak için uygulanan kavurma ve birden soğutma işlemi.

taneölçüm [es. t. granulometri). [Fr. granulomêtrie] [îng. gramı lometry): ölçüb. 1—Topraktaki maden parçacıklarının Ölçü mü. 2 — Bir bileşikteki tanelerin boyutlarını Ölçüp değişil boyda dağılımları inceleme.

tanıt bkz. bellik. tanmbilim [es. t. agronomi] [Fr. agronomie] [îng. agronomy

agronomics] : ta. Çifçilikle ilgili bilgileri konu alan bilin dalı. i

tasar [es. t, plan] [Fr., İng. plan]: l —gen. a. B i r iş, düşünce

Page 106: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

119 taşhamurcu

nin sırasını, düzenini gösteren resim, yazı vb. b. Bi r cisim, makine, yapı vb. yatay izdüşümü. 2 —si. B i r sinema filminin tek bir çekimle elde edilen bölümü. 3 — mim. B i r yapının yatay düzlemlerle olan ara kesitlerinden oluşan izdüşümü, b. Bi r yapının kurulması için mimarın yaptığı çizim,

tasarçizim [es. t. dizayn} [Fr. dessin, projet] [İng. design]: gen. Bir sanat yapıtının, yapının ya da işleyim ürününün ilk taslağı.

tasarçizimci [es. t. dizayncı, dizayner] [îng. designer]: gen. Ta-sarçizimlerin konu aldığı taslağı çizen kişi, uzman.

tasarı [es. t. proje] [Fr. projet] [îng. project]: gen. Yapılacak ya da üretilecek bir yapı, kurum, aygıt vb. enine ve boyuna kesitleriyle gösteren çizim.

taslak [es. t. kroki] [Fr. croquis] [İng. sketch]: 1 — gen. Herhangi, bir yaratının ana çizgilerine, çeşitli bölümlerine ilişkin tasarıları belirten önçalışma. 2 — işi., yapıc. a. Bi r sıra işlemlerden sonra son biçimine yakın duruma gelmiş olan ürün. b. Yapmaya, işlemeye, üretmeye konu olan nesnenin kesinleşmemiş kaba biçimi. 3 — ağ. İş. Zıvana deliklerini kabaca biçimlendirmede kullanılan oluklu burgu biçimindeki araç. 4 — seram. İşlenecek duruma getirmek amacıyla küçük parçalara ayrılarak kurumaya bırakılan yuvgu biçimindeki çömlek hamuru.

taşbaskı [es. t. Htograji, litografya] [Fr. lithographie) [ îng. lithography): yaztb., işi B i r taş yaprak (genellikle kireçten) üzerine yağlı bir özdekle çizilmiş biçimleri baskı yoluyla kâğıt, bez vb. üzerine çıkartarak çoğaltma işlemi.

taşbaskıcı [es. t. litografyacı] [Fr. lithographe] [îng. lithograp¬her]: yazıb., işi Taşbaskısı ile uğraşan kimse.

taşbasma [es. t. titografi, litografya] [Fr. lithographie] [İng. lithography]]: yazıb., işi. Taşbaskı yöntemiyle basılmış yazı ya da resim.

taşbilim [es.t. litoloji] [Fr. lithologie] [İng. lithology]: yerb. Taşların yapılarını inceleyen bilim dalı. bkz. kayaçbilgisi.

taşdolgu [es. t. blokaj] [Fr. blocage] [îng. rubble]: 1— yapıc. a. îrice moloz taşlarla yapılan dolgu. b. Bi r yapının temelini ya da duvar arasını doldurmakta kullanılan moloz, tuğla parçalan vb. 2 — mim. İki yana bakan yüzleri düzgün örülmüş bir duvar içini harç ve kaba taşlarla doldurma.

taşhamurcu [es. t. ustukacı] [Fr. pâtissier] [îng. poste maker]: mim. Taşhamuru ile sıva yapan işçi.

Page 107: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

taşhamuru 120

taşhamuru [es.t. ustuka] [Fr. pâte] [Ing. pastel: mim. Sönmüş ıkireç, mermer tozu, tebeşir ve tutkal kanştınlaralk yapılan mermere benzetilen sıva.

taşınır [es. t. portatif) [Fr. portatif] [Ing. portable, movable]: gen. 1— Kolayca taşınabilen (eşya, makine, araç, aygıt vb.). 2 — Sökülüp takılabilen (eşya, aygıt, araç vb.).

taşınma [es. t. nakil, transport] [Fr. transport] [Ing. transportation, conveying]: 1 — gen. insan, araç, gereç vb. elle ya da araç kullanarak yerini değiştirme, bir yerden başka bir yere götürülmesi işi. 2 — fiz. Kütle, elektrik yük ya da erkesinin genellikle özdecik çarpışması sonucu, ortamın bir yerinden ilgili değişkenleri daha düşük bir yerine aktarılması.

taşıyıcı [es. t. 1 — conveyor, 2 — portör] [Fr. 1 — conveyeur, 2 — porteur] [Ing. 1 — conveyor, 2—carrier]: 1 — bayd., işi. Ray, halat, zincir vb. üzerinde eşit aralıklarla yürüyen küçük araba, kutu, kapçe ya da şeritle sürekli taşıma yapan araç; bu tür araçlardan kurulu taşıma düzeni. 2 — gen. Belli bir yol üzerinde yük ve gereç taşımaya yarayan araç, aygıt vb.

taşkıran [es. t. konkasör] [Fr. concasseur, concaseur de pierres] [Ing. quarry machine, rock crusher, stone breaker, stone crusher]: bayd., yaptc. Yol . bina vb. yapımında kullanıalcak çakıl ya da taşları elde etmek için, büyücek kayaları k ınp ufalamaya yarayan makine.

taşpamuğu [es.t. asbest] [Fr., Ing. asbestos]: 1 — mim,, yerb. bkz. yanmaztaş. 2 — metb. Isı yalıtkanlığı çok yüksek silikat tözleri karışımı bir özdek.

taşyağı bkz. yeryağı. tedirginlik [es. t. pertürbasyon] [Ing. perturbation]: 1 — fiz.,

kim. Dizgeleri, niteliklerini değiştirmeden biraz etkileme sonucu oluşan durum. 2 — gökb. Üçüncü bir cismin ya da cisimlerin çekim etkisiyle yörünge deviniminin bozulması „

tekdizer [es. t. monotip) [Fr., Ing, monotype): basm. Satırları tek tek harflerle döken baskı makinesi.

tekdizim [es. t. monotip] [Fr., Ing. monotype]: basm. Satırları tek tek harflerle dökülerek yapılan dizgi-döküm işlemi.

tekgövde [es.t. monoblok] [Fr., Ing. monobloc): gen. Tek parçadan oluşan, gövdesi eklemsiz yapılmış nesne, aygıt vb.

tekrenkli [es. t. monokromatik] [Fr. monochromatique, monochrome] [Ing. monochromatic): 1—fiz. Yalnız bir yalın renk

Page 108: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

121 tını

veren (ışık). 2 — gökb. Belir l i bir dalga boyunca oluşan (ışık).

tektürel bkz. biryapımlı. tektürelleme bkz. biryapırnlama. tektürelleyici bkz. biryapımlayıcı. tektürellilik bkz. biryapımlüık. telcik [es. t. lif] [Fr., Ing. fibre]: l — gen. İplik, kâğıt gibi öz-

dekleri oluşturan ince, uzun Öğe. 2 — dok. Dokuma özıdekleri-nin tek kat iplik biçimindeki en ince öğesi.

telsiz bağlantı [es. t. radyolink] [Fr. faisceau hertzien] [İng. radio link]: elek., uzil. Elektromanyetik dalgaların dağ gibi yüksekliklere çarpıp kırılmasını önlemek için yüksek yerlere konan, birbirini gören antenlerle telefon bağlantısının (radyo, televizyon da olabilir) kurulmasını sağlayan dizge.

televizyon alıcısı bkz. 1 — alıcı II. 2 —> almaç. tepken [es. t. reaktan] [Fr substance réagissante] [İng. reactant]:

1 — fiz., kim. Belli bir tepkimeye giren özdek, özdecik türünden her biri . 2 — metb. Tepkimeye giren ve onu başlatan Özdek.

tepkime [es.t. reaksiyon) [Fr. réaction] [İng. reaction]: kim. Bir sıra ayıraçlardan yeni kimyasal türlere geçiş olayı.

tepkime kabı [es.t. reaktör] [Fr. réacteur] [İng. reactor): kim. Tepkimenin olmasını sağlayan.kap ya da aygıt.

tepkin [es.t. reaktif] [Fr. réactif] [İng. reactive]: kim. Kimyasal tepkimelere kolayca girebilen (özdecik, özdek).

tetik [es. t. deklanşör] [Fr. déclencheur) [İng. tripping device): elek. B i r çevrim kesicinin işleyişine etki ederek açılmasını Önleyen düzen.

tezgen «[es. t. katalizör] [Fr. catalyseur] [İng. catalyst): kim. Kendi değişmeksizin kimyasal tepkimeleri hızlandıran özdek.

tezleştirme [es.t. kataliz] [Fr. catalyse] [İng. catalysis): kim. K i m i özdeklerin kimyasal tepkimeleri hızlandırması.

tıkaç [es. t. buşon, tapa] [Fr. bouchon] [İng.. pluf): 1 — metb. Erimiş madeni kalıba akıtan deliği kapamada kullanılan parça. 2 — madene. Su sızıntılarım önlemek için küçük delikleri kapamakta kullanılan ağaç kama. 3—döş. Akak ağını kapamaya yarayan çeşitli biçimde parça.

tıkama bkz. doldurma 4 a. tim [es. t. tınnet] [Fr., İng. timbre): fiz. Bir cismin titreşimin

den çıkan sesi, başka nitelikteki bir cisimden aynı yüksek-lilikte çıkan sesten ayıran özellik.

Page 109: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

tıpkıbasım 122

tıpkıbasım [es. t. faksimile, kopya] [Fr, fac-similé] [İng. fac¬simile]: basm. Bir yazının fotoğrafından kalıp çıkarılarak yapılan aynı basımı.

tıpkıçekim [es. t. fotokopi, fotostat] [Fr. photocopie] [ îng. pho¬tocopy]: gen. 1 — Bir biçim, yazı ya da kitabın fotoğraf yoluyla kopyasını çıkarma. 2 — Bu işlemden sonra elde edilen kopya.

titrem [es. t. ton] [Fr. ton] [İng. tone]: fiz. Ses titreşimlerinin yükseklik ya da alçaklılığını veren titreşim niteliği.

• titreşim [es. t. vibrasyon] [Fr., İng. vibration]; 1—fiz. B i r noktanın gözün göremeyeceği ölçüde kısa kımıldanışı; küçük, hızlı salınım. 2 — elek. Yükleme, boşaltma akımlarının bir elektrik çevriminden art arda geçişi.

titreşimölçer [es. t. vibrometre] [Fr. vibromètre] [İng. vibro-meter]: fiz. Titreşimle devinen bir cismin yer değiştirme sayısını, hız ya da ivmesini Ölçmeye yarayan araç.

titreşimyazar [es. t. vigrograf] [Fr. vigrographe] [İng. vibrog-raph): elek. B i r nesnenin titreşimsel nicelik ve niteliklerini çizgeleyen aygut.

iitreştirici bkz. sarsaç. titretici [es. t. vibrör] [Fr. vibreur] [İng. vibrator]: uı\l. Demir

donatı taşıyan titreşim yaprağı ile bir elektromıknatıstan oluşan özişler elektromanyetik açkı.

tomruk [es. t. ıngof] [Fr. lingot] [İng. ingot]: metb. Sonradan işleme, biçim verme ereğiyle büyük kalıplara dökülüp katı-laştırürnış metal kütle,

topaç bkz. düzdöner. topak [es. t. pelet] [Fr. agglomérat, boulette] [İng. pellet]:

•madene, metb. Topaklama işlemi sonucunda elde edilen 1 —1,5 cm çapında yuvarlak katı töz.

topaklama [es. t. aglomerasyon] [Fr. agglomération] [İng. 1 — agglomération, 2 — pelletizing]: 1 — gen. Toz ya da parça durumundaki gereci kütle, yığın biçimine getirme. 2 — madene, metb. Tözleri küçük parçalara dönüştürerek uygulanan bir işleme hazırlama yöntemi.

toplaç [es.t. kollektör] [Fr. collecteur] [İng. colleetor]: 1 — elek. Bir üreteçte, dalgalı akımdan elde edilen doğru akımın birikmesini sağlayan yalıtılmış iletken yaprakcıltlardan kurulu düzen. 2 — doş. Küçük borulardan gelen ya da küçük borulara dağılacak akışkanın toplandığı ana boru. 3 — otom.

Page 110: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

123 tozayıcı

Hava benzin (karışımını karaçtan motora, yanmış gazı yuvgudan susturucuya ileten boru.

toplak [es. t. sinter] [Fr. agglomérer] [Ing. sinter]: metb. Öğütülmüş ya da doğal olarak toz biçimindeki tözlerden ısıtma yoluyla oluşturulmuş ir i töz parçası.

toplaklama [es. t. sinterleme] [Fr. sintérisation] [Ing. sintering]: metb. Toz durumundaki tözleri ısıtarak topak biçimine getirme işlemi.

toplaştırgaç bkz. toplayıcı. topaştırıcı [es.t. sinterleme makinesi] [Ing. sintering machine]:

metb. içinde toplaklama işlemi yapılan aygıt, topaştırma bkz. topaklama. toplu ısı bkz. yığa. toprakbilim [es. t. pedoloji] [Fr. pédologie] [Ing. soli science,

pedology]: Toprağın oluşumunu, türlerini, verimini konu alan, inceleyen bilim dalı.

tortu [es. t. sediman, rüsup] [Fr. sédiment, 6 — précipite] [Ing. sédiment, 6 — precipitate] : 1 — fiz., kim. Iriölçekli ortamda çökmüş nesne. 2 — metb., işi. B i r sıvı çözelti ya da karışımda dibe çökmüş nesne. 3 — yery., kim. K i m i ham yeryağında asıltı durumunda bulunan ve depolarda dibe çöken katı ya da yarı katı çamur. 4 — şarapç. Şırayı aldıktan sonra sıkmaç ya da süzgeçte kalan. 5 — tsılk. Damıtılan suyun buğulaştıktan sonra kazanda oluşturduğu kalıntı. 6 — bkz. çözelti.

tortubiîim [es. t. sedimantoloji] [Fr. sédimentologie] [Ing. se-dimentology): yerb. Tortul kayaçlarm çokeltilmesi ve kökenleriyle ilgili yasaları inceleyen bilim dalı.

tortubiîim bkz. tortubiîim. tortulama bkz. tortulIaş<tır)ma. tortullaş(tır)ma [es. t. sedimantasyon] [Fr., Ing. sédimentation]:

1 — fiz., kim. Sıvı ortamda, çözünmeyen bir özdeğin çekim etkisiyle yavaş yavaş dağılarak dipte birikmesi. 2 — yerb. Deniz, göl, akarsu, ya da karalarda katı, taş özdeklerin çokeltilmesi olayı.

tozanıma [es. t. atomizasyon] [Fr. atomisation] [İng. atomiza-tion, atomizing]: gen. Sıvı, eriyik, asıltı; yağ, hava vb. tozayıcı ya da meme ile püskürtme işlemi.

tozayıcı [es.t. atomizör] [Fr. atomiseur) [Ing. atomizer): gen.

Page 111: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

törpü 124

Sıvı, eriyik ya da asıltıların özdecik biçiminde püskürtülme* sini sağlayan araç.

törpü [es. t. raspa] [Fr. lime] [îng. file, rasp]: genr Tahta ya da ham döküm parçalarının yüzeylerini •düzeltmek için kullanılan araç.

töz [es. t. cevher, filiz, mineral] [Fr. mineral] [ îng. ore]: madene, metb. 1 — Öğelerin doğada katışık olarak bulunan kütlesi. 2 — Ocaktan çıkarılan işlenmemiş ham maden.

tunç [es. t. bronz] [Fr., îng. bronze]: metb. Bakır ve kalay alaşımlarının genel adı.

tutkal [es. t. zamk] [Fr. colle (forte)) [îng. glue]: gen. Tahta, kâğıt, deri vb. yapıştırmaya yarayan özdek.

tutma bkz. yapışma. tutumlayıcı [es. t. ekonomlzor] [Fr. economiseur) [ îng. econo¬

mizer]: 1 — işi. Bir buğu kazanının besleme suyunu, ocaktan çıkan yanmış gazlarda kalan ısı ile ısıtan aygıt. 2—mek. Yakıt tüketimini elden geldiğince düşürmek için patlamalı motorlara takılan düzenleyici aygıt.

tutumluluk bkz. koyuluk. tümdizer [es. t. entertip, linotip) [Fr. interitpe, linotype] [îng.

Unotype): basm. Satırları bütün olarak döken baskı makinesi, tümdizim [es. t. entertip, linotip] [Fr. intertype, linotype]

[îng. linotype): basm. Satırları bütün olarak döküp basma yöntemi,

türdeş bkz. biryapunh. türdeşleştirme bkz. blryapımlama.

u ucay [es. t. kutup] [Fr. pöîe] [îng. pole): fiz. Elektrik ya da

elektromıknatıs alan yaratan dingin, devinen yük dağılımı türlerinden her biri .

ucaylanma [es.t. kutuplanma, polarma, polarizasyon] [Fr. po¬larisation] [ îng. polarization): fiz. Işığın değişik doğrultular-daki titreşim yönünü değiştirerek bir tek düzey üzerinde yayılması olayı.

ucaylayıcı [es.t. polarizör] [Fr. polariseur] [îng. polarizer): 1 — fiz. Geçirdiği ışık dalgalarını belirli bir düzleme salan araç. 2 — sı. Işığı uçaylamak için kullanılan özdek ya da nesne.

Page 112: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

125 uygulayım

ucaylık [es. t. polarité] [Fr. polarité] [îng. polarity]: fiz., elek. Artı, eksi yükünlerin birbirinıden ne ölçüde ayrılmış olduğunu

' gösteren nicelik. ucayölçer [es. t. kutupolçer, pölarimetre] [Fr. polarimètre] [îng.

polarimeter); fiz., opt. B i r ışığın ucaylanma oranını ölçmeye yarayan aygıt.

ucaysı [es. t. potarait] [Fr. polaroid] [İng. polaroid]: fiz., opt. 1 — Işığı ucaylaştırıp az çok geçiren bir tür mercek özdeği. 2— Geçirdiği ışığı ucaylayan saydam yaprak.

uçurtma [es. t. süblimleşme] [Fr., îng. sublimation] : 1 — fiz., metb. B i r katının erimeden buğulaşması ya da bir buğunun sıvılaşması olayı. 2 — kim. a. Katı özdekleri, ısıtarak buğu-laştırdıktan sonra soğutma yoluyla yeniden katılaştırmaya dayanan özel damıtma yöntemi, b. Bi r özdeği, katı iken gaz durumuna getirmeye dayanan işlem.

ufalayıcı [îng. comminator]: döş. Pissuıda bulunan i r i ördeklerin küçük parçalara ayrılmasını sağlayan aygıt.

ulaşım bkz. iletim 3. uyarlaç [es.t. adaptör] [Fr. adaptateur] [ îng. adapter, adaptor]:

1 —'gen. Ayn büyüklük ve yapılarda olan parçalan bir araya getirmek için kullanılan araç, bağlama parçalan. 2 — opt. Bir alıcıda, değişik büyüteçlerin eklenip kullanılmasını sağlayan ara parça.

uy(arla)ma [es.t. adaptasyon] [Fr., îng. adaptation]: 1 — gen. a. Bi r araç ya da aygıtın düzenli, verimli çalışmasını sağlayan öğeler arasındaki alışma, uyum. b. B u alışmayı sağlayan işlemlerin tümü. 2—ayd., fiz. Gözün, görme alanının ışıklılık ya da renk koşullarına alışması; bu alışma sonucunda varılan* durum,

uyarma [es.t. eksitasyon) [Fr., îng. excitation]; elek. 1—Bir elektromıknatısta akıyı üreten güç. 2 — Bir üreteç ya da motorun mıknatıssal çevriminde, elektrik akımı ile bir mıknatıslı irkitim akısının oluşması.

uydu [es. t. peyk] [Fr, îng. satellite]: l — gökb. B i r gezegen ya da gökcisminin çekiminde bulunarak onun çevresinde dolanan daha küçük gezegen, gökcismi. 2 — fiz. B i r öğecik çekirdeğinin çevresinde dönen eksiciklerden her biri .

uydurma bkz. uy(arla)ma. uydurucu bkz. uyarlaç 1. uygulayım [es.t. teknik] [Fr. technique] [îng. technics]: 1 —

Fizik, kimya, matematik vb. bilimlerden elde edilen verileri

Page 113: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

uygulayımbilim 126

iş ve yapım alanında uygulama. 2 — Bu uygulamaya ilişkin. 3 — Genel anlamda bir işin doğru yol yordamı, yöntemi.

uygıUayımbilim [es. t. teknoloji] [Fr. technologie] [İng. technology]: 1 — İş ya da yapım kollarında kullanılan bilimsel ve uygulayımsal yöntemleri, kullanılan araç, gereç, aygıtı kapsayan bilgi. 2 — Bi l im ve uygulayımın verilerini işe, yapıma yansıtma bilgisi.

uygulayımcı [es. t. teknisyen, tekniker, teknikçi, teknokrat] [Fr. technicien] [İng. technician]: gen. 1 — Uygulayımla ilgili herhangi bir alanda bilgi ve becerisi olan (kimse). 2 — Bilimsel, uygulayımsal bilgi ve verileri işe ve yapıma dönüştüren kimse.

uyum 1 — [es. t. konkorâans] [Fr., İng. concordance]: madene. Alttaki katmanlara göre uyma durumunda olma. 2 — bkz. uyarlama.

uyumsuzluk [es.t. diskordans] [Fr., İng. discordance]: madene. 1 — Alttaki katmau üzerinde uyumsuz durumda olma. 2 — Bir katman ' dizisinin kendisine koşut olmayan daha eski katmanlar arasında yer alması.

uzaklıkölçer [es.t. telemetre] [Fr. télémètre] [İng. telemeter); 1 — ölçüb. İki nokta arasındaki uzaklığı Ölçmeye yarayan aygıt. 2 — foto. Fotoğraf makinelerinde, çekimi yapılacak nesneye olan uzaklığı belirterek bunun ayarını yapan düzen.

uzaktarrm [es. t. telemekanik] [Fr. télémécanique] [İng. telemechanics): fiz. Elektrik dalgalarıyla uzaktan makine işletme işi.

uzakyazıcı [es.t. teletip] [Fr. téléteype] [İng. teletype); bİtş. Genellikle zaman bölüşüm dizgelerindekî giriş çıkış işlevlerini yapan uç birimi,

uzamaölçer bkz. esneklikölçer. uzanım [es. t. 1 — tetavül, 2 — beynunet) [Fr. 1 — élongation]

[İng. lengthening, extension; 2 — élongation) ; i — fiz. Titreşim yapan bir mıknatısın belirli bir durumda titreşim özeğinden uzaklığı. 2 — gökb. Gezegen-Güneş-Dünya üçlüsünün oluşturduğu açı.

uzay [es. t. feza] [Fr. espace] [İng. space]: gökb. Bütün gökcisimlerinin içinde bulunduğu büyük oylum.

uzay adamı bkz. uzaycı. uzaycı [es. t. astronot] [Fr. astronaute] [İng. astronaut): gökb.,

uzayc. 1 — Uzay araçlarıyla Dünya ötesine giden ve araçlarda araştırma görevi yapan kimse, uzman. 2—bkz. gökbilimci 2.

Page 114: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

127 üçgenleme

uzaycılık [es. t. astronotluk] [Fr. astronautique] [îng. astronau-tical]: gökb., uzayc. 1— Yer'den öteye, uzaya gitme işi ve eylemi. 2 — Uzaycının yaptığı iş.

uzay gemisi [es.t. astronef] [Fr. astronef] [ing. spaceship]: uzayc. Geleceğin gezegenlerarası uzay aracına verilen ad.

uzay gemicisi bkz. uzaycı. uziletişün [es. t. telekomünikasyon] [Fr. télécommunication]

[İng. telecommunication]: elek. Daha önceden saptanmış im bilgi, yazı, resim ve seslerin tel, radyo, optik ya da başka elektromanyetik düzenlerle uzağa iletimi, yayımı.

uzyazar [es. t. telem] [Fr. télé-imprimeur] [İng. teleprinter]: uzil. B i r metnin doğrudan doğruya gönderilmesini ve alıcı olarak basımevi harfleriyle yazılmasını sağlayan aygıt.

uzyazım [es.t. teleks] [Fr. télex] [İng. telex]: uzil. Telsizle uz-yazara uzaktan haber yazdırma düzeni.

uzyöneti bkz. uzyönetim. uzyönetim [es. t. uzaktan komuta] [Fr. télécommande] [İng.

remote control]: güdümb. Mekanik bir aktarım düzeni, ısıl imleri, elektrik akım ya da dalgalarıyla herhangi bir devinimi, bir işleyişi uzaktan yönetme.

Ü üçayak [es.t. teodolit] [Fr. trépied] [İng. tripod]: foto., gökb.

Fotoğraf makinesi, ırakgörür gibi aygıtları üzerine oturtmaya yarayan üç dayanaklı düzen, çatkı. 2 — si. Alıcı ya da göstericilerin çalışırken oynamasim önlemek için kullanılan üçlü dayanak, ayaklık.

üçboyutlu [es. t. stereoskopik] [Fr. stéréoscopique] [İng. stereoscopic]: foto., si. Görüntüsü, en ve boydan başka derinlik duygusu da uyandıran (fotoğraf, sinema).

üçboyutlu ses [es. t. sterefonik] [Fr. stéréophonique, relife sonore] [İng. stereophonic sound]: sesb. Tek kaynaktan yayınlanan seslerin, dinleme ortamında ayn kaynaklardan geliyormuş izlemini uyandıracak biçimde, derinlik duygusu vererek dağılmasını sağlayan ses düzeni türü.

üçgenleme [es. t. nirengi, triyangülasyon] [Fr., İng. triangulation]: yerbe., haritac. Bir bölgenin harita alımına altlık olmak üzere belli sayıda noktanın konumunu belirlemek için

Page 115: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

üçgenölçer 128

bu noktaları tepe olarak alan üçgenler çizme yöntemine dayanan işlem.

üçgenölçer [es. t. triangulatör] [Fr. triangulateur] [İng. triangulation']: yeröl, haritac. Üçgen ölçmeye yarayan araç.

üçrenk [es. t. trikromİ] [Fr. trichromie] [tng. three-colour process]: basm. 1—Üç renkle oluşturulan fotomekanik ve fotoğraf yöntemlerine verilen, ad. 2 — Özgün baskıdan üç renkli ayırma yöntemiyle elde edilen üç klişe üzerinden üç boya ile yapılan baskı.

üçrenkli [es. t. trikromik] [Fr. trichrome] [tng. three-coloured, trichromatic]: foto. Üçrenk yöntemiyle elde edümiş (resim, fotoğraf vb.).

üçteker [es.t. triportör] [tng. threeporter]: gen. Eşya taşıma işinde kullanılan üç tekerlekli küçük türde motorlu taşıt.

üfleç [es. t. hamlaç, şatumo] [Fr. chalumeau] [tng. blowpipe]: 1 — fiz., kim. Deneyliklerde yüksek ısı elde edilen araç. 2 — işi. Kaynak yapımında, metalleri kesme ve eritme işleminde kullanılan alev fışkırtan araç. 3—bkz. yelyapar.

üreteç [es.t. jeneratör] [Fr. générateur] [tng. generator]: elek. Herhangi bir mekanik erkeyi elektrik akımına çeviren aygıt.

üretim [es. t. istihsal, prodüksiyon] [Fr., tng. production]: 1 — ta. Bi tki ve hayvanlardan ürün sağlama işi. 2 — işi. a. Nicelik bakımından üretilmiş şey. b. Üretme düzeyi; tüketim Özdek-lerini üretmek için kullanılan araç, aygıt, işlem vb. tümü.

.3 — işlet. Bi r im zaman içinde, bir işçi, makine, işlik ya da işletmece üretilen nicelik.

Üretimlik [es.t. fabrika] [Fr. fabrique] [tng. factory]: işi. İşlenmemiş ya da yarı işlenmiş özdeklerin makine, araç, aygıt vb. işlenerek tüketime sunulduğu kuruluş.

üretkenlik bkz. verimlilik. ürün bkz. verim. üstözekkaç [es. t. üstmerkezkaç. ültrasantrifüj] [Fr. ultracentri-

fugueuse] [tng. ultracentrifuge]: kim. K i m i i r i özdecikleri, özdecik ağırlıklarına göre ayırmaya yarayan aymt.

üstyapı [es.t. süperstrüktür] [Fr., tng. superstructure]: yapıc, mim. 1 — a. B i r yapının herhangi bir taban üzerine oturtulan bölümü, b. Bi r yapının toprak üzerindeki bölümü. 2 — fiz. Bir alaşımın çıplak gözle görülebilen yüzeysel niteliklerine ilişkin yapısı. 3 — bayd. Yapıların üzerinden geçecek biçimde döşenecek hat ve yollarla ilgili çalışmalar, etkinlikler.

Page 116: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

129

V verdi [es.t. debi, sarfiyat} [Fr. débit] [İng. output]: fiz. Bir

saniyede akan su ya da elektriğin oylumu, niceliği. verdiölçer [es. t. debimetre] [Fr. débimètre] [İng. output recor-

der~\: fiz. B i r borudan akan sıvı ya da gaz durumundaki bir akışkanın oylumsal verdisini denetleyip ölçen, düzenleyen aygıt.

veri [es.t. data] [Fr. donnée] [İng. data]: bilş. Olgu, kavram ya da komutların, iletişim, yorum ve işlem için elverişli, biçimsel ve uzlaşımsal gösterimi.

verici [es.t. transmittör] [Fr. transmitteur] [İng. iransmitter]: 1 — elek. Elektromanyetik dalgalar yardımıyla telgraf, im, ses ve görüntülerini iletmeye yarayan aygıtların genel adı. 2 — uzil. İletişim aygıtlarında, önceden belirlenmiş her harf ya da sayı öbeğini kendiliğinden veren düzen.

verim [es. t. randıman, rekolte] [Fr. 1 — récolte, 2 — rendement] [İng. yielâ, output]: 1 — işl. a. Çalıştırılan, işletilen ya da bakılan, her şeyin verdiği sonuç, bu sonucuın niceliği, b. Bi r makine ya da insanın ürettiği iş. 2 — gen. Elde edilen işle, bu işi bitirmek için tüketilen erke arasındaki oran.

verimlilik [es. t. prodüktivite] [Fr. productivité, rendement] [İng. productivity, yield]: \~gen. a. Verimli . olma durumu, b. Verimli olmayı sağlayan nicelik. 2 — işi. Elde edilmek istenen özdek niceliğinin, kuramsal olarak beklenen niceliğe oranı.

, verim oram bkz. verimlilik. vızlayıcı [es. t. vibratör] [Fr. buzzer, vibrateur] [İng. buzzer,

vibrator]: elek. İki ile dört volt arasındaki gerilimle çalışabilen küçük titreştirici.

voltölçer [es. t. voltametre] [Fr. voltamètre] [İng. voltmeter]: elek. B i r elektrik akımının elektromotor gücünü saptamaya yarayan aygıt.

vuru [es. t. strok] [İng stroke]: 1 — mek. B i r makinenin piston, sıkacak vb. gibi parçalarının devimi, gidiş gelişi. 2—yankıb. Birbirine yakın sıklıkta ik i müzik sesinin bir anda yayımlanmasıyla duyulan ve ses yeğinliğinin belli aralıklarla değişmesi biçiminde ortaya çıkan olay. 3.— radyo. Eş çevrimde oluşan yakın sıklıktaki ik i titreşimin karışma

sından doğan olay.

Page 117: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

vuruntu 130

vuruntu [es. t. âetonasyotı] [Fr. détonation] [îng. knock, détonation]: otom. Ateşleme bozukluğu nedeniyle, motordan gelen değişik ses ve gürültülerden anlaşılan çalışma düzensizliği.

vuruntu Önleyici [Fr. anti-détonant] [îng. anti-knock]: otom. Benzinin oktan indisini artırarak vuruntuyu geciktirmeye yarayan katkı özdeği.

vuruş [es. t. perküsyon] [Fr., Ing. percussion]: mek. B i r kuvvetin etkileme süresi ile yeğinliğinin çarpımından çıkarılan nicelik.

Y

yağışölçer [es. t. piüviyometre] [Fr. pluviomètre] [Ing. pluvio¬meter, rain gauge]: fit. Belirli bir yere düşen yağışın niceliğini ölçmeye yarayan aygıt.

yağışyazar [es. t. plüviyograf] [Fr. pluvioğraphe] [ing. pluviog¬raph]: meteor. Yağış niceliğini çizgeleyerek belirleyen aygıt.

yağlama [es. t. gresleme) [Fr. graissage, lubrification] [îng, greasing. lubricating, lubrication, oiling]: 1—gen. B i r düzen, dizge, donatımı oluşturan yüzey ya da parçalan sürtünme yapmadan kolayca çalıştırmak için yağla sıvama işi. 2 — metb. Metal yüzeyleri koruyucu kat olarak yağ ile örtme işlemi. 3 — dok. Dokuma düzeninin işleyişini kolaylaştırmak ereğiyle dokunan özdeklere belirlenmiş oranlarda yağ katma işlemi.

yağlayıcı [es. t. gresör, yağ pompası] [Fr. graisseur] [Ing. lubri¬cator, greasecup]: mek., otom. Makine, motor vb. kuran parçalan yağlama işinde kullanılan araç.

yağmurölçer bkz. yağışölçer. yağölçer [es. t. bütirometre) [Fr. butyromètre] [Ing. butyro*

meter]: kim. Sütteki yağlı özdeklerin niceliğini saptamaya yarayan araç.

yağ yakıcısı bkz. yakmaç. yağyakıt [es. t. fuel-oil] [Fr. fuel(oil] [ing. fuel-oil]: yery. kim.

Ham yeryağmın damıtılması sonunda elde edilip yakıt olarak kullanılan ürün.

yakıcı [es. t. kostik, muhrik] [Fr. caustique] [Ing. caustic]: kim. Birleştiği Özdeğin yanmasını sağlayan Özdek.

yakıt [es. t. mahrukat, fuel] [Fr. combustible] [Ing. fuel]: 1 —gen.

Page 118: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

131 yanışölçer

Hava, oksijen ya da oksijenli gaz karışımıyla ısı açığa çıkararak yanabilen Özdek 2 — mek. B i r patlamalı ya da yanmalı motoru beslemek için kullanılan Özdek.

yakmaç [es. t. brülör] [Fr. brûleur] [tng. burner, oil burner]: döş., işi. Sıvı yakıtı, kolayca yanabilecek taneciklere ayırarak püskürten aygıt.

yalama [es. t. lavi] [tng. wash-tint, wash drawing, tinted drawing): güzels. Üzerine suluboya, sepya ya da sulandırılmış çini mürekkebi çekilmiş resim.

yalancı mermer bkz. taşhamuru. yautıcı bkz. yalıtkan. yahtık [es. t. izole, mücerret] [Fr. isolé] [tng. isolated, unsuta-

ted): fiz., elek. Herhangi bir yalıtkanla yalıtılmış olan özdek, nesne vb.

yaütım [es. t. izolasyon, izole etme] [Fr., İng. isolation): etek. 1 — Elektrik akımının olumsuz etkilerini önlemek için, iletkeni kauçuk, lastik, porselen vb. ile kaplama, sarma işlemi. 2 — Elektrik ve ısı akımını engelleme olayı.

yalıtım sargısı [es. t. izole bant] ı[Fr. isolé-bande] [tng. friction tape, adhesive tape, insulating tape): elek. Akım geçirilecek çıplak elektrik tellerini, birbirlerinden ya da başka iletkenlerden yalıtlamak için kullanılan sargı.

yalıtkan [es. t. 1 — izolant, 2— izolatör] [Fr. 1 — isolant, 2 — isolateur] [tng. 1 — isolating, 2 — isolator]: 1 —fiz. Isı ya da elektrik geçirmeyen, (özdek, nesne Vb,). 2 — elek. a. Herhangi bir değmeyi, sürtünmeyi önlemek için, elektrik iletkenlerini saran, koruyan porselen, kauçuk vb. bölüm. b. Yalıtımda kullanılan her türlü özdek.

yanay [es.t. profil] [Fr. profil] [İng. profile): 1—'gen. Bir nesne, yapı ya da tabanın düşey doğrultudaki kesiti 2 — havac. Uçak kanadının boylamasına kesidi. 3 — mim. Silmenin çeşitl i bölümlerinin birbirine göre girinti çıkıntı ve eğikliğini gösteren enine kesit. 4 — yenb. Katmanları gösteren kesit.

yangeçit [es. t. baypas] [İng. by-pass): 1 — döş. a. Boru üzerinde bulunan bir aygıtın çalışmaması üzerine akışkanın yöneltildiği yardımcı boru. b. Bi r döşeme eklenmiş vana takım ve borularının tümü. 2 — elek. B i r elektrik çevriminde akımın bir ya da daha çok öğesine geçiş olanağı sağlayan ikincil bağlantı.

yanım bkz. yanma 2. yanışölçer [es. t. Or sat cihazı] [İng. Orsat apparatus); kim.

Page 119: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yankı 132

Yanma verimini, bu verime yansıyan etkenleri ölçmeye yarayan aygıt.

yankı [es. t. akis, aksiseda, eko] [Fr. écho] [Ing. echo]: 1—fİz. Sesin bir yere çarpıp geri dönmesiyle oluşan ikinci ses. 2 — TV. Dolaysız dalgadan daha uzun bir yol alarak daha geç gelen dolaylı dalganın televizyon camında yaptığı parazit görüntü.

yankıbilinı [es. t. akustik] [Fr. acoustique] [İng. acoustics]; fiz. Fiziğin, seslerin dağılımını, etkilerini inceleyen dalı.

yankıdüzeni [es.t. akustik] [Fr. acoustique] [İng. acoustic]: fiz. Kapalı yerlerde, seslerin düzgün bir yolda yayılıp dağılmasını sağlayacak 'düzenlerle önlemlerin tümü.

yankılanım bkz. yankıdüzeni. yankılaşrm [es. t. rezonans] [Fr. résonance] [İng. résonance] :

fiz. 1 — Düzgün hızların etkisiyle, bîr salınım genliğinde gi> nülen artım. 2 — Takışık ik i salıngaotan birindeki titreşimin ötekine atlaması olayı,

yanma [es. t. oksidasyon] [Fr. oxydation] [İng. oxidation]: 1 — gen., metb. Yakıtın havanın oksijeni ile birleşerek ısı, ışık ya da alev çıkarması olayı. 2 — kim. B i r kimyasal Özdeğin oksijenle birleşmesi olayı.

yanmaz bkz. yanmaztaş 2. yanmaztaş [es. t. amyant] [Fr. amiante] J İ n g . amianthuo,

amiant]: 1 — kim., metb., mim. Hidratlı kalsiyum ve magnezyum silikattan oluşup l i f l i bir yapı gösteren töz. 2 — gen. Telli, ışınlı ya da yapraklı, ateşe dayanıklı tözler için kullanılan terim.

yansı(t)ma[es, t. refleksiyon] [Fr. réflexion] [İng. reflection]: A—gen., ay d. a. Bi r ışınımın, içindeki tek renkli ışınlar de-ğişmeksizin bir yüzeyden geri dönmesi, b. B i r özdeğin yansımayan ışık altındaki rengi. c. Gelen ışık, ses, dalga, görüntii

• vb. 2 — TV. Vericiden yayımlanan dalgaların herhangi bir engele çarparak yön değiştirmesi.

yansımölçer [es. t. reflektometre] [Fr. réflectomètre] [İng. ref-lectometer]: opt., ayd. Yansımayla ilgili büyüklükleri ölçmeye yarayan aygıt.

yansışma [es. t. interrefleksiyon] [Fr. réflexions mutuelles, interréflexion] [İng, interreflection, interflexion]: ayd. Işığın, birkaç yansıtıcı yüzey arasında art arda yanması.

yansıtaç bkz. yansıtıcı.

Page 120: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

133 x yapı alanı

yansıtıcı [es. t. reflektör) [Fr. réflecteur] [İng. reflector]: 1 — ayd., opt. Yansımadan yararlanarak bir ışık akısının uzaysal dağılışım değiştirmeye yarayan nesne. 2— si., TV. Işığı yansıtmakta kullanılan çeşitli boy ve biçimde yüzeylere verilen genel ad.

yansıtıcı-yaymdıncı [es. t. reflektör-difüzör] [Fr. réflecteur-diffuseur] [îng. broad side]: si. Işığı hem yansıtarak hem de ya-yındırarak veren stüdyo ışıtacı.

yansız [es.t. mutedil, nötr] [Fr. neutre] [ îng. neutral]: 1 — kim., fiz. ( + ) ya da (—) yönde olmayan. 2 — K i m i ayıraçlar konusunda tepkimeye 'girmeyen, ne baz ne de oksit olan. 2 — elek. Elektriksel ya da manyetik hiçbir özelliği olmayan nesne, Öz-dek vb.

yansızlama [es/t. nötrleştirme, nötralize etme] [Fr. neutralisation] [îng. neutralization]: 1 — kim. a. Ekşitle bazı karıştırarak ekşitliği ve bazlığı giderme işlemi .b. Bi r yağdaki bağımsız yağ ekşitlerinin yok edilmesi işlemi. 2 — elek. Toplam elektrik yükünü sıfıra indirgeme işlemi.

yansızlayıcı [es. t. nötrleştirici] [Fr. neutralisant] [îng. neutralizing]: metb. Yansız yapicı özellikte olan (özdek, nesne Vb.).

yapay [es. t. 1— suni, artifisiyel; 2—-sentetik] [Fr. 1—artifiicel, 2 — synthétique] [îng. 1 — artificial, 2 — synthetic]: gen. 1 — Doğadaki örneklerine benzetilerek insanlarca yapılan, oluşturulanın (özdek, ürün, yapım, ortam, koşul vb.) niteliği, 2 — bkz.

bireşimli. yapı [es. t. 1 — bünye, 2 — strüktür, 3— bina, inşaat; 4— imal]

[Fr. 1,2— structure; 3 — construction, 4 — production] [îng. 1, 2 — structure; 3 — construction, 4 — making]: 1—gen. a. Bi r bütünü oluşturan parçaların düzenlenimi. b. Yapılış, kuruluş, oluş, yaratış; bunların biçimi. 2 — a. fiz., kim. Öğe-cik ve özdeciklerin, eksiciklerdén, öğeciklerden oluşma biçimi. b. metb. 1 — Genellikle içyapı yerine ve ona özdeş olarak kullanılan terim. 2 — Belirli bir düzen içinde yapılmış olan ürün, yapım Vb. c. yerb. Kayaç kütlelerinin kıvrılma, kırılma gibi biçim değiştirme olayları ve içitim sonucu birfoi-rij'le ilgili durumları. 3 — mim., bayd. Barınmak, çalışmak ya da başka bir amaçla kullanılmak için yapılmış her türlü mimarlık, bayındırlık yapıtı. 4 — işi. a. Yapma, oluşturma, b. bkz. yapım.

yapı alam bkz. yapı yeri.

Page 121: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yapık 134

yapık [es. t. prefabrike] [Fr. prérabriqué] [tng. prefabricated]: bayd., yapıc. 1 — Yerinde kurulup takılmak üzere, belli ölçülere güre önceden yapılmış nesne ya da parça. 2— Bu çeşit gereçle oluşturulmuş yapı.

yapım [es. t. 1 — imal, imalat; fabrikasyon; 2 — inşaat; 3—prodüksiyon] [Fr. fabrication, 2 — construction, 3 — production] [îng. 1 — manifacture, 2—construction, 3 — production]: 1 — işl. a. E l ya da makine ile yapma İşi. b. bkz. yapın. 2 — bayd., yapıc, mim-, a. Yapı işleri b. Yapı, yol, köprü, gemi vb. yapma, kurma işi. 3 — si, TV. B i r filmi oluşturmak için yapılan çalışmaların tümü.

yapımevi [es.t. imalathane] [Fr., Ing. manufacture]: işi. Önceden hazırlanmış ham özdekleri işleyerek ünine, yapma dönüştüren işyeri.

yapın [es. t. mamul] [Fr. manufacturé, fabriqué] [İng. manufactured]; işi. 1 — Yapılmış, işlenip tüketime sunulmuş, öz-dek araç, gereç vb. 2 — Bunlara verilen genel ad1. 3 — E l ya da makine ile yapılmış olan (ürün).

yapışkan [es. t. adesif] [Fr. adhérent, adhésif] [Ing. adhesive]: fiz., kim., metb. B i r özdeğe fiziksel kuvvetlerle tutunup kalabilme özelliğinde olan ya da bu Özelliği ile i k i ayrı özdeği birbirine tutturabilen özdek.

yapışkan bkz. akışmazlık. yapışma [es. t. adezyon] [Fr. adhésion] [İng. adhesion]: 1—fiz.

a. Birbirine değmekte olan iki nesnenin ayrılmasını önleyen kuvvet, b. Değişik bir özdeğe fiziksel kuvvetlerle tutunup kalabilme. 2^- metb. Metalbilimsel bir süreç sonucu, bir metal yüzeyin bir başka yüzeyle birleşmesi olayı.

yapıştırıcı bkz. yapışkan. yapıyeri [es. t. şantiye] [Fr. chantier] [İng. working site, tim

ber depot]: yapıc. 1—Yapının hazırlandığı ve üzerinde kurulduğu alan. 2 — Yapı gereçlerinin yığıldığı ya da işlendiği yer.

yapma bkz. yapay. yapma uydu [es. t. suni peyk] [Fr. satellite artificielle] [Tng.

art'ficial satellite]: gökb., uzayc. Herhangi bir gezegenin yörüngesine yeryüzünden fırlatılarak yerleştirilen insan yapısı uydu.

yaprak [es. t. levha] {Fr. planche] [İng. plate]: \~elek. Bir

Page 122: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

135 yayıcı

akımtopların etkisiz bir özdekten yapılmış, artı ya da eksi yönlü oluşuma göre içinde değişik etkin özdük bulunan elektrotlardan lier Diri. 2 — yapıc. Yapılarda kaplama olarak kullanılan kurşun, çinko vb.

yapraktaş [es. t. fitlat] [Fr. phyllaâe] [İng, phyllaâe]; yerb. Arduvaz, k i l l i şist gibi kolayca yaprak yaprak ayrılan taş.

yangeçirgen [es. t. semipermeabl] [Fr. semiperméable] [îng. semiperméable]: fiz., kim. K imi özdecik ya da yükünleri geçirip, kimilerini geçirmeyen (zar, görüntülük vb.) .

y'aniletken [es. t. semi - kondüktör] [Fr. semi - conducteur] [İng.-. semi-conductor): fiz., elek. Elektrik akımım pek az ileten silis, german ya da kimi organik kırilcalara benzer özdekler.

yarık [es. t. potkapaç] [Fr. entaille] [İng. kerf, kerve, hirving]: madene. 1 — Kazı alanının alt bölmesinde açılan oluk. 2 — Kazılan kayanın altında yarılma düzlemine koşut olarak açılan kertik. 3 — Kömür kazılarında kolaylık sağlamak ereğiy-le, tavan ya da tabana düşey, yerine göre de dikey olarak açılan yarma.

yarıkaçan [es. t. potkapaç makinesi, havöz] [Fr. haveuse] [îng. kerving machine, undercutter]: madene. Yarık açmakta kullanılan makine.

yarısaydam [es. t. yarışeffaf] -[Fr. translucide] [îng. transiti-cent]: fiz., ayd. Işığı yaymmış olarak geçirdiği için arkasındaki nesneleri açık seçik gösteremeyen (cam, görüntülük vb,).

yastık [es. t. tampon] [Fr. tampon] [İng. bufer, carriage stop]: 1 — gen. B i r çarpma, vurma, sarsıntı vb. yeğinliğini azaltmaya yarayan içi yumuşak öadeklerle doldurulmuş ya da yumuşak; bir özdekten yapılmış nesne, araç korumalık!

yatay kesit bkz. tasar . 3. _ yavaşlatıcı [es. t. moderatör] [Fr. modérateur] [îng. moderator]:

1 — mek. B i r makine,. motor vb. hızını smırlamava yaravan aygıt. 2 — otom. B i r motorlu taşıtta, durduracm görevini paylaşan düzen.

yavaşlatma [es. t. negatif kataliz,, inhibisyon] [Fr. catalyse néva-gative, inhibition] [İng. négative catalvsis, inhibition!: kim. Yabancı bir özdekle tezgenin tepkimedeki etkisini azaltma.

yayçizer [es. t. pergel] [Fr. compas] [ îns . compass]: gen. Yay ya da çember çizmekte, ölçmekte kullanılan arac.

yayıcı [ès. t. difüzör] [Fr. diffuseur] [tris, diffuser]: 1 — ayd. Belli başlı yayınma olayından yararlanarak, bir kaynağın ısık akısının uzaysal dağılışını değiştirmeye yarayan nesne.

Page 123: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yayım 136

2 — otom. Patlamalı motorlarda, karıştırıcının oluşturduğu hava yakıt karışımını püskürten parça. 3 — radyo. Alıcı radyolarda toplanan erkeyi ses dalgalarıyla yayan aygıt. 4 — sı. Işığın yayılmasını sağlamak için ışık kaynağının önüne konan çeşitli yapıda yüzeyler.

yayım [es. t. emisyon'} [Fr. émission] [Ing. émission]: àyd. Öz-değin, ışıyan erke vermesi olayı.

yayındırıcı bkz. yayıci. yayındırma bkz. yayınma. yayınım bkz. yayınma yayınma [es. t. difüzyon] [Fr., Ing. diffusion]: 1—fiz a. Özde-

ğin, erkesinden bir bölümünü vererek bir elektromanyetik ışıma -oluşturması, b. Işığın, kaynaktan her yana doğru çiz-gisel olarak dağılıp gitmesi olayı. 2 — radyo. Elektromanyetik dalgalarla yapılan ses ve görüntü iletimi. 3 — ayd. Doğ-rultulu bir ışınımın, bir ortamdan geçerek ya da bir yüzeyden yansıyarak uzaysal dağılışının değişmesi, birçok doğrultulara yayılması. 4—metb. Kınlca yapısı içinde, bileşim eğimi ve sıcaklık etkisiyle Öğeciklerin devinip yayılması olayı,. 5 — kim. özdeciklerin, derişikliğin az olduğu yerlere doğru dağılmaları olayı.

yayınmaölçer [es. t. difüzyometre] [Fr. diffusiomètre] [Ing. diffusiometer]: fiz., ayd. Işığın yayınmasını, niceliğini ölçmeye yarayan araç.

yaylanma [es.t. süspansiyon] [Fr., Ing. suspension]-, otom. Yolun düzgün olmamasından ileri gelen sarsıntıları azaltmaya yarayıp, bir taşıtın ağırlığını dingillere aktaran yay, dengelİk vb t öğelerin tümü.

yazıbillm [es.t. grafoloji] [Fr. graphologie] [tng. graphoîogy]: Bir kimsenin özyapısmı ya da duygularını el yazısından anlamayı amaçlayan çalışmaları içine alan bilgi dah.

yazıcı [Fr. enregistreur] [tng. recorder]: 1 — gökb. Işıkölçer ve benzeri araçlarla gözlem değerini devimli kâğıt üzerine çizerek yayan bölüm. 2 — si. B i r filmin yazılarının film üzerine alınmasında kullanılan aygıt.

yazıcı aygıt bkz. yazıcı 2. yazılama [es. t. titrage] [Fr. titrage] [tng. titlingl: si. B i r fil

min gerekli yazılarım görüntü biçiminde gerçekleştirme işi. yazı taşı bkz. basımtaşı yedekçeker [es. t. römorkör] [Fr. remorque] [tng. tug-boat

Page 124: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

137 yenim

engine, tractor, traction, trailer): gen. Yedeğinde başka taşıtlar götüren taşıt, özellikle deniz taşıtı.

yedekteker [es. t. stepne, istepne) [Fr. roue de rechange, roue de réserve) [İng. spare wheel): otom. Otomobillerde, yedekte taşınan lastiğe verilen ad.

yeğinleme [es, t. intensifikasyon] [Fr., îng. intensification): fiz., si. İyi bir görüntü veremeyecek denli güçsüz olan negatif ya da pozitif göıüntünün kimi işlemlerle güçlendirilmesi.

yeğinlik [es. t. intensité] [Fr. intensité] [İng. 1 — strength, 2 — intensity): l—gen. B i r etkinliğin ya da gücün yeğinliği, derecesi. 2— fiz. Bi r im alandan birim zamanda geçen erke ya da tanecik niceliği. 3 — si., TV. Işık, mıknatıslı alan, akım vb; etkileyici niceliklerin birim zamandaki çokluklarını belirten ölçek.

yelkovan [es.t. anemoskop] [Fr. anêmoscope] [İng. anemoscope): havac. Yelin yeğinliğini ve yönünü gösteren araçlara verilen genel ad.

yelkovar bkz. yelkovan. yelölçer [es. t. anémomètre] [Fr. anémomètre) [İng. anemome

ter): meteor. Yelin hızını ölçmeye yarayan aygıt. yelyapar [es. t. vantilatör] {Fr. ventilateur] [İng. ventilator,

fan): 1 — fiz., döş. Kapalı bir yerin sıcak durgun havasını dalgalandırarak esinti sağlayan ya da böyle bir ortama temiz hava üfleyen aygıt. 2 — ta. K i m i tarım aygıt ya da makinelerinde tohumları savurmak, temizlemek için içeriye hava çeken bölüm. 3 — otom. a. Motorlu taşıtların iç havasını değiştirmeye yarayan düzen. b. Soğutmaç deliklerinde hava akımı oluşturarak, buralardaki sıcak suyu soğutmaya yarayan aygıt-

yelyazar [es. t. anemograf] [Fr. anémographe] [İng. anemograp¬her): meteor. Yelin yön, süre ve hızını çizgeleyip belirten aygıt.

yeniden krnlcalaşma [es. t. rekristalizasyon] [Fr. recrystallisa-tion] [İng. recrystallisation): metb. Soğuk işlenmiş metallerin içdüzeyinde, çekirdeklerime - büyüme yoluyla gerilimsiz tanelerin oluşması.

yenileme [es. t. renovasyon] [Fr. rénovation): kentb. B i r kentin ya da bir yapının belirli bölümlerini yenileştirerek koruma.

yenim [es.t. korozyon] [Fr., İng. corrosion]: 1—gen. Kullanma, işleme, el değiştirme vb. uğramış özdek, aygıt araçlara ilişkin yıpranma, eskime, düzleşme gibi oluşumların or-

Page 125: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yenimönler 138

tak adı. 2 — mék. Metallerin elektriksel, fizikısel etkilerle gösterdikleri incelme ya da yıpranma. 3 — kim,, metb. Havadaki oksijen ile kimi organik ekşitlerin, kimyasal tepkimelerin metal yüzeylerde oluşturdukları aşınım.

yenimönler [es. t. antikorozif] [Fr. anticorrosif] [ îng. anticorro-şive): metb. Metal yüzeylerdeki yenim olayım giderici Özellikte (Özdek, gereç vb.).

yenitgen [es. t. korozif] [Fr. corrosif} [îng. corrosive): metb. Yenime uğratabilecek özellikte olan (metal).

yerdeş [es. t. izotop] [Fr., îng. isotope]: fi?,., kim. 1—Öğecik sayıları eş, çekirdeksel kütleleri değişik öğecik çekirdeklerinden her biri . 2 — Yalnız öğeciklerinin kütleleri yönünden birbirinden ayrı olan kimyasal Öğe.

,yerdüzler [es.t. greyder] [Fr., îng. grader]: bayd. Toprağı kazıyarak düzelten, bir yerdeki toprak yığınını başka yana aktaran, demirden kazıcısı ve toplayıp aktarıcısı sandığı bulunan motorlu araç.

yerellîk [es. t. lokal it e] [Fr. localité] [îng. locality]: si., coğr. . İncelenecek olayın bir yerle sınırlanmış olması, belirli bir yere bağlı olarak gelişirliğİ.

yerfiziği [es. t. jeofizik] [Fr. géophysique] [îng. geophysics]; yerb. ftz. Yerin fiziksel özelliklerini inceleyen bilim dalı.

yerleşik bkz. yersenik. yerleştirme bkz. yerseme. yerölçüm [es. t. jeodezi] [Fr. géodésie] [îng. geodesy]: coğr.

Yeryuvarlağınm büyüklüğü, biçimiyle ilgilenen; ölçme yollarıyla haritacıların dayandığı temel verileri veren bilim dalı.

yersakızı [es.t. bitüın] [Fr. bitume] [îng. bitumen]; gen. İşlenmemiş yeryağmın doğal çekilmesiyle elde edilen alev alıcı hidrokarbonlar karışımı özdek.

yerseme [es. t. lokalizasyon] [Fr. localisation] [îng. localization]: fiz., kim. B i r etki, yörüngeç vb. özdeciğin belli bir yöresinde bulunur kılma.

yersenik [es. t. lokalize] [Fr. localisé] [îng. localized): fiz., kim. Özdeciğin belli bir yöresini kapsayan (yörüngeç, etki vb.).

yersizleştirme [es. t. delokalizasyon] [Fr. délocalisation] [İng. d:slocation]: fiz., kim. Yörüngeci, özdeciğjn belirli bir yöresine değil de birçok öğeclklerine yayma.

yeraltı geçiti [es. t. galeri) [Fr. galerie] [îng. gallery): madene. Maden ocaklarında açılan yeraltı yolu.

Page 126: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

139 y i ğ i t

yerbetim [es.t. topografya] [Fr. topographie] [İng. topography]: coğr. Belirli bir yerin toprak parçasını, ayrıntılı olarak çizgilerle kâğıt üzerine betimleme.

yefbetimci [es.t. topoğrafyacı, topoğraf] [Fr. topographe] [İng. topographer]: yerbe. 1 — Herhangi bîr toprak parçasının haritasını çıkaran kişi.. 2— Yerbetim çalışmalarıyla ölçme ve hesaplamalar yapıp verileri değerlendiren uzman.

yerbiçimbilim [es. t. jeomorfoloji] [Fr. géomorphologie] [İng. geomorphology]: yerb. Yeryüzündeki olayların ve yer biçimlerinin incelenmesi yoluyla, buradaki değişmelerin tarihsel gelişimini, araştıran bilim dalı.

yerbilim [es.t. jeoloji] [Fr. géologie] [İng. geology): Yerin ye yerdeki yaşarlığın gelişme tarihini, yerkabuğunun bileşimini yapı koşullarını, evrİmlerindeki dağılışlarını inceleyen bilim.

yerbilimci [es. t. jeolog) [Fr. géologue] [İng. geologist]: yerb. Yerbilimle uğraşan bilgin, yerbilim uzmanı.

yerçekimi [es. t. arz cazibesi] [Fr. attraction terrestre, pesanteur] [İng. gravity, terrestriai gravitation): gen. Yer kütlenin çekim etkisiyle bir cismin çeşitli bölümlerine uygulanan kuvvetler bileşkesi. 2 — / « / H e r h a n g i ik i kuvvetin iki ayrı, öz-deksel noktaya kazandırdığı ivme.

yerçekimölçer bkz. çekimölçer. yerçekimölçüm bkz. çekimölçüm. yer-değiştirme [es. t. deplasman] [Fr. déplacement] [İng. displa

cement]: 1 — kim. B i r taneciğin ya da dizgenin yerinden koparak kayması. 2 — fiz. Dıştan elektrik ya da mıknatıs alan uygulandığında, ortamın içinde oluşan alan.

yeryağı [es. t. petrol] [Fr. pétrole] [İng. petroleum): yerb. Yoğunluğu 8 - 0,3 arasındaki hidrokarbonlardan oluşmuş, kendine özgü kokusu olan koyu renkli, arıtılmış doğal yağ.

yeryazım [es. t. kadastro] [Fr., İng. cadastre]: yapıc, mim. Her türlü toprak ve taşınmazların yerini, alanını, sınırlarını, konumsal değerlerini ölçüp tasara bağlama işi.

yığa [es. t. entalpi] [Fr. enthalpie] [İng.. enthalpy] : fiz., kim. Eşbasınçlı bir işlemde dizgenin aldığı ısı.

yiğım [es. t. stok] [İng. stock); gen. Yığılmış özdek, ürün, araç, gereç vb.

yiğit [es. t. tampon bellek bölgesi] [İng. buffer): bilş. Bir bilgi-

Page 127: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

y ı k a m a 140

sayarın ik i birim ya da belleği arasında aktarılan bilgileri, geçici olarak toplamaya yarayan İç bellek bölgesi.

yıkama [es. t. developman] [Fr. développement] [îng. development, developing]: 1 — foto. Gizli görüntüyü açık ve kalıcı görüntü durumuna getirmek için yapılan işlemler dizisi. 2— si. Duyarkattaki gizli görüntüyü oluşturmak üzere ışıktan etkilenmiş bölümleri kimyasal işlemden geçirme.

yıkamaç [es. t. developatbr] [Fr. révélateur, âéveloppateur] [ îng. developer]: foto,, si. Duyarkat üzerinde oluşan gizli görüntünün ortaya çıkmasını sağlayan kimyasal özdek.

yıkayıcı [Fr. développeur] [îng. developer]: foto., si. Deneylikte filmleri yıkama işini yöneten kimse.

yılantaşı [es. t. serpantin) [Fr. serpantine] [îng. serpentin): yerb. içinde çoğu kez izleri görülen olivin, piroksen ya da anfibolün başkalaşmasından oluşan fidrath manyezi silikatlarından birleşmiş kütle.

yıldınmlık [es. t. paratoner] [Fr. paratonnerre) [îng. lightning conductor): elek. Yıldırımın kötü sonuçlarını önlemek, yüksek gerüimli elektrik akımına karşı korunmak için kullanılan düzen ya da araç.

yineleme [es. t. repetisyon] [Fr. répétition): öiçüb. B i r açıölçü-mün duyarlığını art ırmak için ikinci kez yapılan ölçüm.

yivaçar [es. t. pafta] [îng. diestoçk): döş., metb. Metal çubuk, boru vb. diş açma işinde kullanılan aygıt.

yoğruk [es. t. plastik] [Fr. plastique] [îng. plastic): gen., kim. Bireşimli olarak yapılan ve istenilen biçim verilebilen (öz-dek).

yoğruklaşma [es. t. plastikleşme] [Fr. plastification] [îng. plasticization): gen., kim. Yoğruk duruma gelme.

yoğruMayıcı [es. t. plastikleştirici] [Fr. plastifient] [îng. plasti-çizer): kim. Yoğrukların biçimlendir ilmesinde kullanılan, yoğrukluluk Özelliklerini etkileyen fitalatlar gibi kimyasal özdeklere verilen ad.

yoğrulduk [es.t. plastiklik] {Fr. plasticité] [îng. placticity): gen. kim. Kuvvet uygulandıkça uzayıp, kuvvet kalkınca eski durumuna dönmeme özelliği.

yoğun [es.t. kesif] [Fr. compact, dense] [îng. dense]: 1—gen. a. Kalın, sıkı. b. Oylumuna göre ağırlığı çok olan. 2 — /iz., kim. Yoğunluğu yüksek olan.

Page 128: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

141 yol sayacı

yoğunlaç [es. t. kondansatör] [Fr. condensateur] [îng, condenser]: elek. İçinde akmışız elektrik yükü biriktirilen aygıt,

yoğunlam bkz. yoğunlaşma 1 a. yoğunlaşma [es. t. kondansasyon] [Fr., İng. condensation]: 1 —

fiz.. a. Bi r özdeğin gaz evresinden swı ya da katı evreye geçişi, b. Isıldevingen bir çevrimde (motor, soğutucu) buğunun, ısısını soğuk kaynağa bırakarak sıvılaştığı evre. 2— kim. Birden artık özdeciğin, genellikle su yitirerek bir tek ö'zdeciğe dönüşmesi olayı. 3 — metb, B i r evreyi, daha yoğun bir dunuma geçiren değişim.

yoğunluk [es. t. kesafet] [Fr. densité] [îng. density]: 1 — gen. Yoğun olma özelliği. 2 — fiz., kim. Bir im oyluma düşen öz-decik sayısı. 3 — si. B i r görüjiitünıün herhangi bir noktasının ışığı durdurma derecesini gösteren sayı.

yoğunlukölçer [es. t. /—• dans'itometre, 2 — dansimetre] [Fr. 1 — densitomètre, 2 —densimètre] [îng. 1 — densitometer, 2 — densimetry]: l—foto. Saydamlık ya da yansıtma yoluyla fotoğraf yoğunluğunu ölçmeye yarayan araç. 2 — fiz-, kim. a. Sudan ağır ya da yeğnik sıvıların yoğunluğunu ölçme işleminde kullanılan araç. b. bkz. sıvıölçer.

yoğunlukÖIçüm {es. t. dansitometri, dansimetrİ] [Fr. densimètre] [îng. densimetry]: fiz., kim., foto. Yoğunlukları belirleme işlemi.'

yoğuşma bkz. yoğunlaşma. yoğuşturucu [es. t. kondansör] [Fr. condenseur] [îng. conden

ser]: 1 — döş. Buğunun yoğunlaşmasını sağlayan büklümlü boru. 2 — den. Gemilerde, ana ve yardımcı makinelerden atılan buğuyu yoğunlaştırarak su oluşturan aygıt. 3 — metb. Çinkoya ilişkin işlemlerde yoğunlaştırma işinin yapıldığı pişmiş topraktan yapılmış sırlı kap.

yoğuşum bkz. yoğunlaşma. yoklayıcı [es. t. paîpör) [Fr. palpeur]: dok. Dokuma tezgâh

larında, atkı ipliklerinin niceliğini sürekli olarak denetleyen elektrikli düzenek.

yokuş bkz. eğim. yoldüzer [es.t. buldozer, dozer] [Fr., îng. bulldozer]: bayd.,

yapıc. Önünde bulunan geniş bıçakla toprağı düzleme, kaldırma, sıyırma gibi işlemleri gerçekleştiren motorlu araç.

yolölçer [es.t. odometre] [odomMre] [îng. odometer]: bayd. Adım sayısına dayanarak bir yayanın aldığı yolu ölçen araç.

yol sayacı bkz. yolölçer.

Page 129: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yolverici 142

yolverici [es. t. röle] [Fr. reíais] [İng. relay]: elek. 1—Telefonlarda belirli sayılar çevrildikçe o sayıların oluşturduğu telefonlar yönünden yol veren düzenek. 2 —Başka bir vericiden gelen dalgalan çok daha büyük bir güçle yeniden yayımlayan radyo ya da televizyon. 3 — döş. bkz. değiştirici.

yöndeğiştirici [es. t. enversor] [Fr. inverseur] [İng. reverser-current, throw-over switch, change-over switch]: 1—elek. B i r çevrim bölümünün iki uç bağlantısının ters yöne döndürül-mesini sağlayan çevirgeç. 2—mek. B i r makinenin ters yönde çalışmasını sağlayan düzen.

yönelme bkz. yönlerim. yönelteç [es.t. direksiyon] [Fr. volant] [İng. steering wheel]:

otom. Motorlu araçların istenilen doğrultuda yönetilmesini sağlayan düzen.

yönlenim [es. t. oriyantasyon] [Fr., İng. orientation]: fiz., kim. Bir alanın etkisiyle özdecik ya da yöneylerin belirli bir yöne doğru dizilmesi.

yörünge [es. t. 1 — mahrek; 2, 3 — orbit] [Fr. 1 — trajectoire; 2, 3 — orbite] [İng. trajectory; 2, 3 — orbit]: 1—gen. Yürüyen bir noktanın izlediği, çizdiği yol. 2—fiz. B i r öğeciğih çekirdeği çevresinde dolanan eksiciklerin çizdikleri vol. 3 — gökb., coğr. B i r gökcisminin devinim sonucunda çizdiği yol.

yörüngeç [es.t. orbital] [Fr. orbitale] [İng. orbital]: fiz., kim. Bir öğecik ya da özdeciğin eksiciklerine bağlanan nicemsel dalga işlevlerinin değeri.

yumuşatmalık [es. t. amortisör] [Fr. amortisseur] [İng. damper]: otom. 1 — Motorlu araçlarda sarsıntı, sallantı vb. az da «olsa önlemeye, öte yandan yayların gereksiz devinimlerini gidermeye yarayan düzen. 2 — Bu düzeni kuran öğe, aygıt.

yunak [es.t. banyo) [Fr. bain] [İng. bath): metb. İçinde, ısıl işlem, örtme, kaplama vb. işlemlerin yapıldığı sıvı ortamlı düzen.

yut(ul)ma bkz. soğurma 2. yuvak bkz. yuvgu. yuvar [es.t. küre] [Fr. 1 — globe, 2^-sphere] [İng. 1-aglobe,

2 — sphere): gen. 1—Toparlak nesne, biçim vb. 2 — Bir yan-çapm, bir özdek çevresinde oluşturduğu oylum ya da biçim.

yuvarcıkl [es. t. globül] [Fr., İng. globule): fiz., kim. Yuvarlak biçimde özdek parçası.

yuvarcıkll [es.t. bilya] [Fr. bille] [İng. ball]: l — gen. Taş,

Page 130: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

143 yüksekbaskı

maden vb. yapılmış küçük yuvar. 2— fiz., otom. Makinelerin devinimini artıran, aktarma öğelerinin ayrılma ve erke yitimini önleyen yatakların içindeki yuvarlardan her biri .

yuvgu [es.t. silindir, üstüvane] [Fr. cylindre] [ïng. cylinder]: 1 — mat. Her noktadan eksenine dikey olarak alınan kesitleri, birbirine eşit daireler biçiminde olan cisim. 2 — mefc..Bir makinede, içinde pistonun gidip geldiği daire kesitli boru. 3 — metb. B i r hadde tezgâhında, su verilmiş dökme demirden ya da işlenmiş çelikten yapılan ana parça. 4 — otom. içinde pistonun gidip geldiği, bir ucu motor kapağı ile kapalı motor parçası. 5 — si. K i m i ateşli silahlarda devingen düzeneğin ana parçası. 6 — dok. K imi dokuma makinelerinde-ki madensel merdane.

yuvgulama [es. t. silindiraj, silindirleme] [Fr. cylindrage] [İng. roüing]: gen. Basıp sıkıştırmak, düzleştirmek gibi amaçlarla bir yüzeyin üzerinden yuvgu geçirme işi.

yuvgumsu [es. t. silindirik, üstüvani] [Fr. cylindrique] [ïng. cylindrical]: gen. Yuvguyla ilgili, yuvguya benzeyen, yuvgu biçiminde.

yük [es. t. şarj] [Fr., İng. charge]: 1 — elek. B i r nesnenin yüzeyinde biriken elektrik niceliği. 2 — fiz. Çevresinde elektrik alanı yaratan, artı ya da eksi alabilen temel tanecik özelliği, niceliği.

yükçük bkz. yükün. yükleme [es. t. şarj etme, şarj] [Fr. chargement] [İng. loading,

charging]: elek. B i r yere, bir nesneye elektrik yükü biriktirme., doldurma işlemi.

yükler [es. t. loder] [İng. loader]: bayd., yapıc. Başka bir araca ya da* kendi üzerine kum, toprak, çakıl vb. bir kepçeyle alıp yükleyen araç.

yükleyici [es. t. 1 — elevatör, 2 — loder] [Fr. 1 — élévateur] [İng. 1 — elevator, 2 — loader]: 1 — gen. a. Ağır yükleri kaldırma, taşıma, yükleme işinde kullanılan araç. b. bkz. yükler. 2 — bilş. Daha önceden çevrilmiş, derlenmiş bir çizeylemi, bilgisayarın özek belleğine yerleştirme olanağını veren genel çizeylem. 3 — bkz. doldurucu 1.

yüksekbaskı [es. t. tipo, tipografi, tipobaskı] [Fr. typographie] [İng. typography]: basm. Kabartma harfler ya da bölümler üzerine yapılan baskı yöntemi.

Page 131: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

yüksekısıölçer 144

yüksekısıölçer [es. t. pirometre] [Fr. pyromètre] [İng. pyrometer]: 1 — fit. Yüksek ısı 'derecelerini anlamaya yarayan araç. 2 — metb. Işık, ışınım vb. ile elektrik direncinin Özelliklerinden yararlanarak yüksek ısı derecelerini Ölçen aygıt.

yüksekısıölçüm [es. t. pirometri] [Fr. pyrométrie] [îng. pyro-metry]: fiz. Yüksek ısı derecelerinin, değişik yöntemlerle ölçülmesi.

yükseklikölçer [es. t. altimetre] [Fr. altimètre] [îng. altimeter]: fiz., gökb. Deniz yüzeyinden yukarı doğru hava basıncının azalmasından yararlanarak, bir düzen ya da yararlanma noktasına göre yüksekliği veren aygıt.

yükselim [es. t. deklinasyon] [Fr. declination] [îng. declination]: gökb. Bir gökcisminin ya da gökyüzünün herhangi bir noktasının ekvatora uzaklığı.

yükselteç [es. t. amplifikatör] [Fr. amplificateur] [îng. amplifier]: elek. Elektrik sinyallerinin gerilim, yeğinlik ya da gücünü artırmaya yarayan aygıt.

yükseltgen [es. t. oksitleyen] [îng. oxidizing agent]: fiz., kim., metb. Yükseltgeme yapan özdek.

yükseltge(n)me [es. t. oksidasyon, oksitlenme] [Fr. oxydation] [îng. oxidation]: 1— fiz., kim. Bir Öğeclk ya da özdeciğin eksicik vermesiyle görünür artı yükünü çoğaltması. 2 — metb. Oksijen ya da başka bir elektrikli Öğecik, kök ile hidrojen ya da artı elektrikli öğecik, kökün bir bileşikten uzaklaştırılması olayı.

yükseltgenme-indirgenme [es. t. redoks] {Fr., îng. redox]; fiz., kim. K i m i özdecilderin yükseltgenirken kimilerinin dolayısıyla indirgenmesi olayları, tepkimeleri.

yukseîtgeyici [es. t. oksitleyici, oksidan] [Fr. oxydant] [îng. oxidizing]: fiz., kim., metb. Yükseltgeme yapıcı özellikte olan (özdek, araç vb.).

yükseltiyazar [es. t. barograf] [Fr. barographe] [îng. barograph]: havac. Hava araçlarının uçarken ulaştıkları yükseltileri çizgeleyerek veren basıölçer.

yükseltme [es. t. amplifikasyon] [Fr., İng.-amplification]: elek. Herhangi sinyalin büyüklüğünü elektronik bir düzenek yardımıyla artırma.

yükün [es.t. iyon] [Fr., İng. ion]: elek., fiz., kim. Artı, eksi, elektrik yükü gösteren öğecik ya da özdecik.

Page 132: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

145 yüzesoğurma

yükünleşme [es. t. iyonlaşma, iyonizasyon] [Fr. ionisation] [İng. ionization]: elek., flz., kim. Özdeciklerin parçalanması, öğe-cik, Özdecilc topaklarına eksicik katılması, ya da çıkarılmasıyla yükün oluşturulması.

yükünleyici [es, t. iyonlaştırıcı] [Fr. ionisant] [İng. ionizing]: elek., fiz., kim. 1 — B i l öğecikte yükün oluşturan parçacık. 2 — özdek içinden geçerken yükün çifti oluşturan parçacık.

yürüyen merdiven [es. t. eskalatör] [Fr. escalier roulant] [İng. moving staircase]: yapımc. İnip çıkmayı sağlamak amacıyla geçit, büyük bağaza vb. yerlerde kullanılan mekanik düzenle çalışan merdiven.

yüzergen [es. t. adsorbant] [Fr. adsorbant] - [İng. adsorber, adsorbent]: kim. Yüzeyinde özdecik 1tutan, yüzerme eğiliminde olan özdek.

yüzergezer [es. t. amfibi) [Fr. amphibie) [İng. amphibious]: ulaş. Karada olduğu gibi, suda da kullanılabilen araba, tank, uçak gibi araçlar.

yüzerme bkz. yüzesoğurma. yüzesoğurma [es. t. adsorpsiyon] [Fr., İng. adsorpsiyon].: fiz.,

kim. 1—Yüze, yüzeye soğurma. 2 — Yabancı özdeciklerin, bir , katı yüzeyine kimyasal ya da fiziksel kuvvetlerle tutunması.

Page 133: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

1

1983 y nda bask yap lan BU SÖZLÜK HAKKINDA ZORUNLU AÇIKLAMA: Konuyla ilgili baz bilim adamlar önerilen bu yeni kelimelerin önemli bir k sm kullanmamaktad r. Önerilen yeni bazi terimler ciddi ekilde baz eserlerde ele tirilmi tir. Bunlardan baz lar

ya aktar lm r: 28 Agustos 2010

Yavuz Bülent Bakiler; Sözün Do rusu - 1: 1982 y nda Azerbaycan'a ikinci gidi imde bana genç bir komünisti rehber olarak verdiler. Rehberim ate li bir komünist oldu u için di erleri gibi Türklü ü kat'iyyen kabul etmiyor konu tuklar dilinde Türkçe de il Azerbaycanca oldu unu iddia ediyordu..Bir gün o genç rehberimle birlikte Bakü'den Sumgay t ehrine do ru yola c kt k. Otomobille giderken do rusu bu ya, onu biraz dü ündürmek istedim. Dedim ki: ''Ay garda , bizde, Türkçe'de say lar bir, iki, üç, dört, be , alt , yedi, sekiz, dokuz, on diye ba lar ve devam eder gider. Azerbaycanca'da say lar nas l ba lar? Dedi ki: '' Bizde de bir, iki, üç, dört, be , alt , yeddi, seggiz, dogguz, on diye ba lay r. '' Ben çok rm gibi yaparak : '' Allah Allah '' dedim. '' Büyük tesadüfe bak ! Dillerimiz ne kadar cok birbirine benziyor.'' Sonra ona, ba i aretleyerek tekrar sordum: '' Türkçe'de biz buna ba , saç, ka , göz, burun, dudak, di , dil diyoruz. Acaba siz Azerbaycan dilinde bunlara ne diyorsunuz ? '' Tam manas yla kö eye s . Ba öne e erek:'' Biz de ba , saç, ga , göz, burun, dudak, di , dil deyirik '' dedi. Ben daha çok rm gibi yaparak ellerimi birbirine vurdum.' 'Allah Allah '' dedim.'' u tesadüfe bak! dillerimiz ne kadar da cok birbirine benziyor ? '' Sonra da uzak da lar , bulutlar , a açlar , gökyüzünü, sular , çiçekleri, güne i, ku lar , bir bir göstererek ama isimlerini önce ben Türkçe söyleyerek sordum: '' Ya bunlara siz Azerbaycan dilinde ne diyorsunuz ? '' Verdi i cevaplar hep ayn yd . '' Biz de da deyirik, a aç, bulut, su, güne , gu deyirik. '' Ben her defas nda hayretlere dü er gibi yap yor.'' Olamaz olamaz ! '' diyordum. '' Bu kadar tesadüf olamaz. rd m kald m do rusu ! '' Azerbaycanca ile Türkçe birbirine ne kadar benziyor ? Derken bir köprü üzerinden gecerken tekrar sordum: '' Ay garda ! '' dedim. Türkçe'de biz buna köprü diyoruz, bunun Azerbaycancas nedir acaba ? Gülümsedi, ''Biz buna körpü deyirik.'' dedi. Topra göstererek sordum: '' Peki Azerbaycan dilinde siz bu topra a ne diyor sunuz ? '' '' Biz ona torpa deyirik '' diyerek gururland . Ben cok ciddi olarak '' haaa '' dedim. '' imdi anlad m ki bizim dillerimiz cok farkl ve ayr imi . Biz toprak diyoruz siz torpa diyorsunuz. Toprak ba ka torpa ba kad r. Biz köprü diyoruz siz körpü diyorsunuz. Dillerimiz ba ka oldu una göre siz Türk de olamass z. Çünkü bir millet ayn dili konu ur. Ayn milletin böyle farkl dili olur mu ? '' Muhatab m susup kald . Bu hadiseyi neden anlatt m biliyor musunuz ? Azerbaycan Türkçesi ile Türkiye Türkçesi'ndeki ortak kelimelerden mesela hayat , art , eseri, edebiyat , ihtiyac , ehiri, fikiri, imkân , tabiat , üpheyi, hat ray , dilimizden kopar p atanlar ACABA K ME H ZMET ED YORLAR dersiniz; hiç dü ündünüz mü ? Y.B.Bakiler__ Sözün Do rusu 1

Page 134: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

2

Ubeydullah Akyüz; Muhte em mparatorlu un Muhte em Dili Osmanl Türkçesi:

……………………………………………………..

Dilde esas ve millî olan, seslerdir, gramerdir, dilin iç ve d mûsikîsidir. Dolay yla, her dil, kendi öz yap korumak kayd yla, ba ka dillerden bilhassa kelime olabilir. Meselâ, spanyolca ve Portekizcede art k bu dillerin sesini ve ahengini almakla milliyet de tirmi

binlerce Arapça kelime vard r. Ayn ekilde, Sovyet limler Akademisi, Rusçayla ilgili olarak, "Rusça'y öz Rusça yapmak mümkündür. Ancak, bunun için Rusçada kullan lan kelimelerin yüzde yetmi be ini terketmek ve yerlerine yeni kelimeler bulmak gerekir" raporunu vermi tir. Yine, ngilizcenin asl 'Low German'd r, yani Almancad r; ngilizce zamanla Almanca gibi 'yap m ekli' dil olmaktan

km , gramerinde kendine has seyyâliyete gitmi ve bilhassa kelime noktas nda Almanca, Latince, Frans zca ve daha ba ka dillerden o kadar çok kelime alm r ki, bu dilde 'öz ngilizce" kelime bulmak, âdeta zorla r.

……………………………………………………………………………….Eylül, 1991

Safvet Senîh, Kelimelerdeki Sihir: As rlar n sinesinde yo rulup bugünkü kemâl derecesine ula an ve hergün tabiî bir süzülme ve uyum yolu ile daha üstün bir kemâle do ru giden dilimiz, ilmî ve edebî en ince eserleri, his ve fikirleri ifade edebilecek olgunlu a yükselmi tir. Say z müellif, muharrir, edip, ilim ve fikir adamlar z slam kültür hazinesinden, Arap ve Fars dillerinin aheserlerinden seçip ald klar kelimeleri millî zevk ve uurun berrak ayd nl alt nda i liyerek, bunlar Türk tefekkür ve tehassüs dehasiyle

uzla p bugünkü zengin Türkçemiz bu himmetlerden do mu tur.

smail Habib Sevük'ün ifadeleriyle, "Sanki dünyan n bütün dil âlimleri bir araya toplanm , tasrifleri, kaideleri gayet kolay, istisnâs olm yan, mant kuvvetli, (kelimeleri güzel, telâffuzu ho ve zengin) bir dil yapal m demi ler de Türkçeyi meydana getirmi ler."

Nesillerin al n teriyle yo rulup bu derece kemâle ula an bir milletin dilini, bodur ve c z hale getirmeye hiç kimsenin hakk yoktur. Böyle bir ey bu millete kar yap lm en büyük fenal kt r.

"Bir milletin bütün zekâs , bilgisi, hassasiyeti dilinde toplan r. Dil onun varl r, müdafaas r, ba ka millet üzerindeki tesirinin en güçlü silah r. Bir millet topra kaybedebilir, dilini unutmazsa o topra a yeniden sahip olabilir. Dilini kaybeden bir millet her eyini de kaybetmi demektir." diyen Peyami Safa ne kadar hakl r. Evet "Giden vatanlar, dilleri diri kalan milletler taraf ndan kurtar ld , fakat dili giden milletlerin ne vatanlar kald , ne de kendileri."

A.H.Tanp nar'a göre, kelimeyi kurtarmak, millî bünyeyi kurtarmak gibidir.

Muhte em eserini bir kuyumcu hassâsiyeti ile haz rlarken, kulland mücevherler ve hâkketti i sanat nak lar hakk ndaki tercihlerini ve sebeblerini tefsirinin mukaddimesinde ele alan merhum Elmal bilhassa dil ve kelimeler hakk ndaki görü lerini öyle ifadelendiriyor:

ran'da ç kan yünden, Avrupa'da bükülen ipten, Türk tezgâh nda dokunan hal , Türk mal

Page 135: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

3

tan m. Bir binan n mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olmas lâz m de ildir, diye i ittim. Afrika madenlerinden ç km bir alt n üzerinde bir Türk sikkesi gördü üm zaman ona Afrikal n de il, bizim alt z dedim. Ruhîi Ba dâdî'nin: Sanma ey hâce ki senden zer u sim isterler "Yevme lâ yenfe'u"de "kalb-i selim" isterler sözünü duydu um vakit bunu Türkçeden ba ka bir lisan n Edebiyat na kaydedemedi im gibi, Türkçenin en güzel sözlerinden biri bilmekte tereddüt etmedim."

Türkçe bir kelime yerine türkçenin ruhuna uymayan konulurken, fedâ edilen kelime üzerinde as rlar n biriktirdi i mânâ ve incelikler de yok edilmi ; o kelimeden üremi birçok kelime ve mefhumlar da öldürülmü oluyor. Çünkü bir velimiz o kelimeyi gönül ikliminin esintileriyle doldururken bir pa am z da, ona ince bir askerî dehân n izlerini nak ediyor, bir padi ah z da, bir cihan hükümrân olarak koca bir imparatorlu un azametini o kelimeye yüklemi oluyor. te edebî güzelliklerden olan telmîh ve tedâîler;hep bu tarih içinde renklene, cilâlana, geli ip olgunla an güzel kelimelerden do uyor.

Çünkü insan, kelimelerle dü ünür.

Geli mi bir fikir ve his dünyas na sahip bir insan n nüanslar na, inceliklerine dikkat etti i kelimeler vard r ki, bu seviyede olm yan ki i bütün bu farkl klar bir tarafa iterek onlar tek bir kelime ile ifade eder. Dolay yle bu s ifade onun his ve fikir dünyas da geri ve

z b rak r. Meselâ ibtidâî bir insan için; cidâl, mücâdele, cihâd, mücâhede, harp ve muhârebe aras nda fark yoktur ve hepsi hususî olarak "sava " kelimesiyle kar lan r. Ayn ekilde, ilim ve kültüre sahip bir kafa için tâ'dîl, tebdîl, ta yîr, tahvîl, kalb, tebeddül, ta ayyür,

tahavvül, istihale, ink lâb mefhumlar sadece "de tirme" ve "de me" kelimeleriyle ifade etmek imkans zd r. Onun için Türkçeyi sadele tirme u runa böyle bir tutum, Türkçemizi

r, fakir ve geri bir dil haline getirecek zararl ve u ursuz bir tutumdur.

"S fatlar kendinize esir edin, edebiyata hâkim olursunuz." dedikten sonra onlar n dört marifetini "söz, ses, süs ve his!" diye s ralayan Amerikal yazar G. H. W. Ryland, çok hakl r.

Evet dilde fakir ve tembel olanlar, farkl klara dikkat etmeyerek hep ayn s fat tekrarlar ve bir monoton hava meydana getirirler. Halbuki kullan la kullan la p lt kaybolan bir kelime yerine usta yazarlar de ik s fatlardan nüanslar sa yarak rengin ve zengin bir ifâde ortaya koyarlar. imdi bir kar la rma yapal m:

Büyük bir ziyan - Azim bir ziyan

Büyük enerji - Herkülvârî enerji

Büyük kasa - Lenduha kasa

Büyük duvarlar - Sur-âsâ duvarlar

Büyük bir veli - Ulu bir veli

Büyük bir ideal - Azametli bir ideal

Büyük dönme dolap - Devâsâ dönme dolap

Page 136: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

4

Büyük devletliler - ri k m devletliler

Büyük demir kitlesi - Ejderha demir kitlesi

Büyük gürültü - Cehennem gürültü

Büyük ahenksizlik - Fahi ahenksizlik

Büyük apartmanlar - eddadî apartmanlar

Büyük resimler - Devkârî resimler

Büyük parmaklar - Iskarmoz gibi parmaklar

Büyük erefimiz - Kubbeler kubbesi erefimiz

Büyük faaliyet - Kas rgal tozkoparan faaliyet

Kelimesiz dü ünmek imkâns z oldu una göre, kelime bilgisi çok mühim demektir. Thomas Sheriden: "Fikirle kelime aras nda öyle yak n bir alâka vard r ki, birindeki eksiklik veya hata, di erinde kendisini derhâl belli eder." der. Dil âlimi Dr. Wilfred Funk öyle der. "Riyâzî bir kat'iyetle söyliyebiliriz ki, kelime bilgisi artt kça insan n dü ünme melekesi de kuvvetlenir." Ba ka bir dil bilgini Norman Lewis ise öyle der: "Kelime bilginizin hududu, zekân n hududunu tesbit eder. Kelime bilginiz artt kça, zekân z da artacakt r."

Bunun için "Biz bunlar anlam yoruz "demek mazeret de ildir. Bu tembellik, köklü bir kültürü ve milleti mahveder. Kökü kesilmi a aç neye yarar. Evet a aç kökü ile gürler.

ustos, 1983

Safvet Senîh, Kelimelerin Kökleri: Baz lar , bir kelimeyi anlamak ve yerinde kullanabilmek için o kelimenin etimolojisini bilmek gerekti ini iddia ederler. lk bak ta insana inand gibi görünen iddialar biraz incelemeye tabi tutunca, bunun art olmad anlayabiliriz.

Bir kelimenin manas ve bugün ne ekilde kullan ld iyiden iyiye ö renebilmek için mutlaka çok derinlere gitmeye gerek yoktur. ngiltere ve Amerika’da etimologlar ve baz filologlar hariç, hemen hemen hiç kimse bütün kelimeleri geni bir aile gruplar halinde

renemezler. Mesela, “Lady” kelimesinin etimolojik olarak “somun yo urucu manas na Eski ngilizce “hlaefdiqe” den geldi ini ve “dough” (hamur), “dairy” (süthane) gibi Anglosakson

ve Eski ngilizce as ll daha pek çok kelimeyle akraba oldu unu dil bilginlerinden ba ka kimse bilmez. Yazarlar n her halde ço u “lord” un Eski ngilizce’ de ‘hlafward (somun muhaf ndan) geldi ini, “warden” (gardiyan) ve “steward” (önceleri “domuz bekçisi”, imdi “metrdotel” “kamarot”, “ayvaz” v.s.) kelimeleriyle ayn kökten oldu unu bilmezler. “Reward” (mükafat) kelimesinin ise Eski Frans zca “reguarder” den geldi ini hiç bilmezler.

Bir kelimenin etimolojisini bilmek o kelimeyi daha anlamaya ve tam yerinde kullanmaya mutlak olarak yard m etmedi i gibi, bazan insan rtabilir de... “Cynic” kelimesini ele alal m; Grek felsefesinde “cynicler” yegane iyili in fazilet oldu una inanan, bunu sa lamak için de nefse hakimiyet ve hürriyet sal k veren filozoflard . Köpeklerin ne kadar sadakatli ve fazilet sahibi hayvanlar oldu unu dü ünürsek bu felsefe mektebinin ismini

Page 137: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

5

niçin Grekçe “kynikos” (köpek) ten alm oldu una may z. Gelgelelim kelime bu manaya tak p kalm yor. Bir zaman sonra, “cynic” namiyle an lan filozoflar örf ve adetlerin ve cari felsefelerin iddetli tenkitçileri olarak tan yorlar. Modern “cynic” kelimesi i te bu ikinci manadan do uyor. imdi bu adama cynic denildi i zaman kedisinin her eyi kötü gözle gören, ba kalar hareketlerinde daima menfaat gizli oldu una inanan bir kimse oldu u manas

kar z. Cynic kelimesinin manaca art k ne köpekle, ne de köpeklikle hiç bir ilgisi yoktur. Ama bizde etimoloji bilgisi çok, mant k bilgisi k t birisi ç kar, cynic yerine (köpeksi) dememizi tavsiye eder. Halbuki, mesela “Hocam sözlerinizde bir “cynisme” sakl , yerine “Hocam, sözlerinizde bir köpeksilik sakl ,” demeye bu milletin sadece milli zevki de il, milli terbiyesi de müsaade etmez.

Ayn ekilde “uslu” kelimesindeki “us” (ak l) köküne bak larak bu kelime “ak ll ” manas na kullan lamaz. “Uslu” ile “ak ll ” aras ndaki fark yaln z uslu çocuklar de il, yaramazlar bile bilir. nsanlar n geli ip olgunla aca kabul etti imiz gibi dil a ac n kelimelerinin de kemale erece ini kabul etmemiz gerekir.

Bir adam n ad n Aslan, Korkmaz yahut Sat lm olmas na bakarak o insan n nas l aslan, korkmaz yahut sat lm oldu una hükmedemezsek, bir terimin lafz na bakarak da o terimin manas anlad k diyemeyiz. “Sürrealizm” terimi bize e er bir ey söylemiyorsa, “gerçeküstücülük’’ de söyleyemez. “Gerçeküstü” ne demektir? Sanatta kübizm, fütirizm, fovizm, ekspresyonizm, hepsi gerçek üstü de il mi? Fauvisme (fovizm) “vah i hayvanl k” demektir. Halbuki, Matisse’ in, Rouault’nun, Derain’in vah i hayvanl kla ne alakalar vard r? Onlara bu ad veren san’at tenkidçisidir. Bu tenkidçinin bile “vah i hayvanl k” la alakas yoktur. “Vah i renkler” kullanmak ba ka “vah i hayvanl k” ba kad r.

Terime bak p, terim uydurma laubalili inden kurtulup terimlerin asl , manas renelim. Yoksa Peyami Safa’ n n da belirtti i gibi mesela; “benimiçincilik” hiç bir zaman

“egocentrisme” kar olamaz. Söylediklerimiz yanl anla lmas n. Biz hemen her eyde oldu u gibi, etimoloji bahsinde de ne ifrat ne de tefrit taraftar z. Bütün kelimelerin etimolojisini herkese ö retmeye kalk mak ne kadar fuzuli bir emek olursa, hiçbirimize hiç etimoloji ö retmemekte o derece yanl r. Arapça ve Farsça’ n n baz temel gramer kaidelerini ö renmek her Türk münevveri için lüzumlu oldu u gibi, en s k geçen Grekçe ve Latince kökleri bellemek de faydal r. Hele beynelmilel ilmi terimlerin ço u Grekçe kök ve eklerden yap ld için, biz de o kök ve eklerin hiç olmazsa en mühimlerinden baz lar

renmek mecburiyetindeyiz. Evet biz Siyavu gil’ in dedi i: “Kulaklar z, kelime ve cümlelerin yedi göbek ötesinden gelen ehadetlerle de il, musikisinde, duygu ve fikirle uslubun tam kayna mas ndan süzülen ahenktedir.” anlay kabul ediyoruz.

Yoksa bir kelimenin kökünü bilmezsek onu do ru kullanamay z, anlay bir anl k kabul edersek bile bu fikri kabul edenlerden mesela Nurullah Ataç’ n aç k mektubunda geçen kelimeler de bir sürü izah isteyecek. “Kelime” kar kulland “tilcik” teki “til” köküne ne diyelim. Bunun manas kaç ki i biliyor? “Tilcik” i nas l yerinde kullanaca z? Ya “ücük” (harf) “nen” ( ey), “yoru” (mana) ve daha binlercesini? Hepimiz bu ölü kökleri bellemeye kalkarsak milletçe belki etimolog oluruz ama ba ka hiç bir ey ö renmeye ve yapmaya vaktimiz kalmaz.

Bir de dilimizde “etmek’’ li fiiller var. Bunlar n da kökü yabanc r diye atamay z. Yaz üslubu, her moda gibi zamanla de ebilir. imdi hemen bütün dünyada cereyan, sade dile do rudur. Halk Türkçesiyle de edebiyat olur. Fakat “sade” olsun dersen Türkçe’ yi fakirle tirmeye hele avamfiripçe bir davran la a bir seviyeye dü ürmeye hiç hakk z

Page 138: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

6

yoktur. Evet öz Türkçe’ dir diye, fikrimizi tam anlatmaktan uzak olan kelimeleri (fiilleri) kullanmak do ru olmuyor. Sevmek: te hir etmenin; ço altmak: teksir etmenin, çektirmek: istifa etmenin kar olamaz (i ten el çektirmek de manay kar lam yor.). Böyle gayretke likler, üç ayl k kurstan sonra ecnebi bir dille konu maya çabalayanlar n ibtidailiklerini hat rlat yor. Her millet gibi biz de kendimizi dünyadan hariç dü ünemeyece imize göre, do udan da bat dan da, kuzeyden de, güneyden de “etmek” li fiiller dilimize girmeye devam edecektir. Öteden beri, milletimiz için iki k vard : “Ya “etmek” siz kabile hayat , veya “etmek” li medeniyet bütün dikenlere ra men “gül” ü ‘‘kediotu” na tercih ederiz.

imdi bunlardan baz misaller verelim:

(1) Mezcetmek: (kat rmak)

Kanuni Süleyman’ n ihti am ile Sinan’ n dehas mezceden bu slamiyet Abidesi binlerce Müslüman ile dolup ta .

Bu iki sistemin mant ve oyun kaideleri birbirlerinden tamamen farkl r. Bunlar mezcetmeye imkan yoktur.

(2) lzam etmek: (cevap veremez hale getirmek)

Bu nurani simalar ne güzel konu uyorlar. Ne tatl telmihler, ne ince nükteler, ne yumu ak cinaslarla kar tarafta bulunanlar ilzam etmeye çal yorlar.

0, isticvab nda, gerek muhakemede ak llar durduracak bir so ukkanl kla kendini ve davas müdafaa etmi ve en güçlü hakimleri ilzam edecek, iddia makam tereddüde dü ürecek cevaplar vermi ti.

(3) Cerhetmek (çürütmek)

Bu mecmuan n o çarp k teoriyi cerheder tarzda kaleme al nacak bir makaleyi ne re amade oldu u haberi de memnuniyet uyand bir ey.

Baz lar hiç ara rmadan kendilerine telkin edilen faraziyeleri cerhedilmez bir hakikat san p, hür dü üncelerinin emin yerde bulunu u ile ö ünüyorlar.

(4) Cehdetmek: (çabalamak)

er milletin st rab ndan do ma bir uurun ate inde dövülmü bir çelikten irade, bütün bu peri an emelleri, bu da k cehdleri bir araya toplay p bir hedefe do ru sevketmezse, encam z nereye var r?

Daima ileriye do ru cehd ve gayret etmedikçe ve zaman terakkiyat ndan faydalanamad kça muvaffak olamay z ve ya ayamay z.

(5) Heder etmek (bo yere harcamak)

“Kurt geldi, bir koyun daha kapt !” kabilinden bir anlay la millet evlatlar heder edemeyiz.

Page 139: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

7

Gelecek nesilleri dü ünmeden, elimizdeki imkan ve nimetleri heder etmeye hakk z var m ?

(6) Empoze etmek (zorla yapt rmak) Tekni in, fizik-maddi ilimlerin tekamülü, son ke ifler, daimi sulhu sa layacak bir organizasyonu insanl a empoze edecek güçte midir?

Gururlar empoze ederek, insanlar sayg toplayabilirler mi?

(7) htida etmek: (müslüman olmak, hidayete —do ru yola— girmek)

Hidayete mazhar olarak “Mir Re id” nam alan Zaharyadis Efendi, ihtidas ndan evvel Fener Patrikhanesinin ba vazifelisi idi.

Maurice Bucaille, Kaptan Cousteau, Roger Garaudy ve Hans Aiberg gibi me hurlar n ihtida etmesi Bat da müslümanl n yay lmas bilhassa Fransa’ da kiliselerin camiye çevrilmesine sebeb olmu , bu vaziyet hristiyan çevreleri korkuya dü ürmü tür. Mart 1986

Safvet Senîh, Seyyah Kelimeler: Bütün dillerde, birçok kelime ba ka dillere geçmi , denizler a ülkelere seyahat etmi tir. Baz lar gittikleri yerlerde vatan tutup kalm âdeta evlenip ço alarak bir kelime toplulu u meydana getirmi lerdir. Baz lar kök at p bir aile meydana getiremedikleri için yok olup kaybolmu , arkalar ndan bir nesil b rakamam lard r. Bir k m kelimelerin, kendileri veya torunlar tekrar kendi memleketlerine döndüklerinde öyle bir hüviyet de ikli ine u ram lard r ki, art k tan nmaz bir hâl alm lard r...

Bu gerçek bütün dil âlimlerince bilindi i halde, bizde bilinmemezlikten gelinmi tir. Bu trî kanuna kar , bilerek veya bilmeyerek gözlerini yumanlar, dilimizde yerle ip kökle mi ,

renk renk meyve vermi binlerce kelimeyi, yabanc sayarak lügatlar zdan ve dillerimizden atmak istemi lerdir. Fakat yepyeni sürgünlerle, taptaze fidanlarla en ücrâ yerlerimize kadar giren bu kelimeleri ve onlardan meydana gelen kelime ailesini sürüp ç karman n imkâns zl görünce bu sefer, bütün kelimelerin bizim dilimizden ç kt bütün dünya dillerinin Türkçeden do du unu iddia etmeye ba lam lard r.

Bunun neticesinde meydana gelen garabetleri önceki say larda arzetmeye çal m. Bu say da da bir ba kas na i âret ettikten sonra, bir çok ülkeyi gezip dola an baz kelimelerden bahsetmek istiyorum.

"Yafetik Okul"u kuran Rus dil bilginlerinden Nikola Marr (1865 - 1934)'dan "rahmetli Marr" diye "Arapçan n Türk Diliyle Kurulu u" isimli eserin 1. cildinin 5. sayfas nda bahseden Prof. Naim Hâz m Onat, imparatorlu umuzun hâkim oldu u dönemlerde Türkçeden Arapçaya ister istemez giren kelimeleri delil getirerek asl nda Arapçan n Türkçeden do du unu isbata kalk ve bu mevzuda 1944'de büyük hacimde ad geçen eseri ne retmi tir. Bu eserden gâye güne dil teorisini desteklemekti....

Otobüs kafilesiyle hacca giderken bir kavga ile kar la an bir hoca efendi öyle demi ti. "Ay ral m diye Arapça ba p ça rarak kavga eden bir kalabal n içine girince, oradaki vatanda lar zdan birisi bana —"Lâ tükar hâ!"Yani kavgaya kar ma diye engel olmak istemi ti..." Burada kar mak masdar ndan gelen kelimenin Arapça kal ba uydurularak "neni hâz r" si as na nakledildi ini görüyoruz. imdi bunun gibi Arapça "telfene" "telefon etti" demektir. O zaman Arapçan n Yunanca'dan do mu oldu unumu iddia edece iz. Araplar telefona "hâtif derler ama, "tilifun" diye de kullan rlar. Nitekim "mibsâr" dedikleri yunanca

Page 140: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

8

as ll televizyona da "tilifizyun" derler. Hatta bu kökten olmak üzere kulland klar "Telfeze" kelimesi uzaktan görü demektir.

Gorci Zeydan diyor ki: "Arapça fiillerden büyük bir k sm n câmid isimlerden ç kt ve asl nda yabanc bir kelime olup sonradan arapçala ld gözden gizli kalm yacak bir hakikattir. Meselâ, Felsefe, tefelsefe gibi... Bunlar n asl Philosofia kelimesidir ki Philia "sevgi", Sofia, "hikmet" köklerinden birle mi tir. Bu çe it kelimeler Arapçada çoktur, bunlardan en ço u Farsça, Yunanca, Lâ-tinceden al nm r. Diller e reti kelime almak ihtiyac ndan hiçbir zaman kurtulamaz. Halk n "istif etti" yerinde kullana-geldi i"settefe" kelimesini sözlüklerde göremeyiz. Anla ld na göre bu da, her ikisi de ayn köke dayanan "Stow" "Stuff'tan al nm r. Halk n bunu ingilizlerden ald büyük bir ihtimalle söylenebilir. Biz kelimelerin göç hikâyelerini dinlerken, göçmen insanlar n k ssalar duyar gibi oluruz.

Meselâ " ah" kelimesinin ba na gelenler ran ahlar n ba na gelmemi tir. Satranç oynas n oynamas n hemen herkes " ah mat" tâbirini bilir. Muâr z âha hücum etti iniz zaman

ah" diye ikaz e-der, gidecek yeri olmazsa "mat " der, oyunu bitirirsiniz. Arapça "mâte" öldü demektir. Ama art k kal p halinde " ah mat" " ah öldü" demektir. Bir satranç tabiri olarak bunlar n birbirinden ayr lam yaca gibi, dilimize geçerken de böylece kal pla için kimse onun yerine " ah öldü" demez. Ortaça 'da satranç oyunu Acem diyar ndan kalk p Frenk diyar na göç etti i zaman " ah mat" sözünü de beraber götürdü. Satranç bugün belki oyunlar n kral r, ama Ortaça Avrupas nda ancak krallar n oyunu idi. u var ki, " ah mat'taki " ah" sözü, "zarar, ziyan, ma lubiyet" mânâs yle atolardan a p halka kar . " ah" kelimesi eski Frans zca'da "escheque, eschec" yaz p "e ek" diye okunmu tur. (Bunun satrançtaki "at"la bizim "merkeb"le, hiç bir alâkas yoktur.) Orta ngilizce'de "escheque" ba taki harflerin dü mesiyle "checque" haline gelmi tir. Derken "check" (çek) diye yaz lmaya ba lanm , mânâs da "zarar ziyan"-dan "kontrol, tevbîh'e intikal etmi tir.

Arkas çorap sökü ü: "check" kontrol demek oldu una göre, "kontrol alt ndaki para" için" chekkere" denmi tir. Derken "kontrol, murabeke" alt ndaki paran n veya bir k sm n ödenmesi için verilen yaz emre de "check" ad verilmi tir. Ve bugün yaln z ngiliz bankalar nda de il, bütün dünya bankalar nda har l har l çekler al p veriliyor. nsan ah ad dü ünüyor da u "çekilenler" pi mi tavu un ba na gelmez diyor.

imdi soral m: Bu kelimelerin asl , hâlis muhlis Farsçad r diye ranl lar para yerine geçen kâ t parças hükümdarlar n ad ile mi ça rs nlar? Al -veri lerinde "çek" yerine

ah"m istesinler?

Birinin kalk p "üstad" n asl Türkçe "usta"d r. Acemler "usta" demeyi beceremedikleri için "üstad" demi lerdir. Öyleyse biz de onlar n kelimesini dilimizden atal m demesi uygun de ildir. Bir kere "usta" ile "üstad" yap k karde ler gibi birbirinin ayn de ildir; aralar nda ince bir fark vard r. "Usta" belki Acemistana buradan gitmi tir. Ama üstad olarak vatana dönmü tür. "Usta" diye bir "zanaaf'ta mâhir olana denir. "Üstad" ise bir ilim veya sanatta üstün yeri olan kimsedir.

Di er yandan, asl nda "zanaat", "sanat" n ta ra a ile telâffuzundan ibarettir. Fakat aralar nda mânâca bir nüans mevcuttur. "Türkçe sözlük'e göre "zanaat", "maddeye dayanan ihtiyaçlar kar lamak üzere yap lan ve az çok el mahâreti isteyen muayyen bir i ''tir. Demircilik, marangozculuk, gibi "Sanat" bu mânâya gelmekle beraber bir mânâ daha ta r; ho a gidecek, hayranl k uyand ran bir âhenk veya ifâde kullanma i i: Selimiye Camii, yüksek

Page 141: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

9

bir sanat eseridir. Selimiye k las nda hiç sanat yoktur. u halde, "zanaat" yerine "sanat" diyebiliyoruz, fakat sanat yerine her zaman "zanaat" diyemiyoruz.

Baz kelimelerin hakiki etimolojilerine indi imiz zaman, bunlar bazen birer heyecanl tarih sayfas kadar insan cezbederler. Meselâ, Almancaya, Lehçe'ye, Frans zcaya, ngilizceye ve daha pek çok dillere girmi olan "horde" kelimesi Türkçe "ordu"dan gelmedir. nsan ne zaman bu kelimeyi bir ecnebi dilde görse, gözünün önüne, ba lar nda tolgalar , ellerinde

çlar yla heybet ve ha met saçan atl ak nc lar z gelir.

"Hakî" kelimesi Hintçe'dir. 1850 y llar nda Hindistan'daki " ngiliz Guide Corps"u beyaz üniformalar kamufle etmek maksad yle onlar toz topra a bularlard . Yerliler ngilizlerin bu

klar na bak p "tozlu" manas na "khaki" dediler. De-meleriyle tutmas bir oldu. Yaln z ngilizler de il bütün dünya bu Hintçe kelimeyi kendi öz diline mâl etti.

I. Dünya Harbi'nin en kritik devresinde ngilizler zafer ümitlerini gizli bir silâha, tanka ba lam lard . Fakat bu silaha daha bir ad bile bulamadan onu Fransa'ya sevketmek gerekiyordu, —seri ve gizli olarak dü man avlamak artt — Alman ajanlar aldatmak için tahta ambalajlar n üzerine iri puntolarla "su haznesi" mânâs na "TANK" diye yazd lar. Ajanlar yan lt ld , ithilaf devletleri cepheyi yard , sava kazan ld ama isimsiz silah n ad "tank" kald . ngiliz gemicisi Kaptan Cook 1770'de Avustralya'ya ç p ta önden cepli, yandan kollu, uzun bacakl , hop hop giden garip hayvanlarla kar la nca hayretler içinde kal r, yerlilerden birisine hayvan n ad sorar. O da "ne söylüyorsun, anlam yorum" mânâs na "kan—gu—ru" diye cevap verir. Öteki (Cook) memnun, hayvan n ad ngilizce imlâs ile "kangaroo" eklinde deftere geçirir. Halbuki Avustralya yerlilerinin kendi dillerinde kangurunun ad . "wallabi"dir.

Arapça'da " afak" "güne batmas ndan sonraki alacakaranl k" mânâs nad r. Halbuki Türkçe'ye "tan zaman " yani güne do madan evvelki alacal k diye geçmi tir. Böyle tam ters mânâs yla dilimize geçmi ba ka kelimelerden bahsederken smail Habib evük öyle der: "Farsça'da "ön" mânâs na gelen "pi ''i biz "pe imden gel" diye "arka" mânâs na kullan z. Arablar "hala"y "teyze" mânâs na kulland klar halde biz onu anan n k z karde li inden

kar p baban n karde i yapt k. Farsça, "serbest'in "ba ba " demek oldu u meydanda iken biz onu tam tersine "ba bo " hale getirdik."

"Poyraz" " imal rüzgar " mânâs na "boreas"tan dilimize aktard z gibi daha nice yabanc kelimeleri böyle as l veya de ik mânâlar yle al p söyleni iyle dilimize uydurmu uzdur. O kadar ki, o dilin sahihleri bile anlayamaz. Meselâ: Çama r (câme— uy); "çorap"(çeyrep); "patl can" (bâdingâh); "çar af (çad r— eh); "çapraz" (çeburast); "sarn ç" (sihriç); "tand r" (tennur); "mahmuz" (mihmaz); "per embe" (penç— enbeh); "ho af (ho —ab); demektir. imdi "ho —ab"a bakal m. Farsça "ho su" demeye geliyor. Ama biz ho af içerken ne etimolojisini ne de ba ka bir dilden geldi ini dü ünürüz. Çünkü icab nda "ho af n suyu" sözünü bile söyleriz. Halbuki bu "ho su suyu" demek olur. Bizim tabirimiz ho tur ama bazan ha ivlerin ho a gitmeyeni de olur.

Baz kelimeleri fonetik bak mdan oldu u gibi b rakm z, yani ekil ve telâffuzlar na dokunmam z da, semantik de ikli e u ratm z. smail Habib Sevük: "Farsça'da "pehl" asker, "vân" ise muhaf z mânâs na geldi i için ikisinin birle mesinden hâs l olan "pehlevan" onlarda "kumandan" demekken biz kispeti giydirip onu güre meydan na ç kard k" diyor. smail Hamu Dani mend de yaz lar ndan birinde u enteresan misalleri verir: "Bizdeki (itibar)

Arapça'da (ibret almak), bizim (hile) onlarda (çâre,tedbir) bizdeki "imzâ" orada (geçirmek)tir.

Page 142: Uygulayim Terimleri Sozlugu Hazirlayan Kaya Turkay Vd

10

Arapça'da "halt", kar rmak demektir. Halbuki biz "halt kar rmak" eklinde yeni bir ifade ortaya koymu uz.

Bütün bunlardan ç kan netice udur ki, milletimizin u veya bu yollarla ba ka dillerden dev irdi i lisan de irmeninde ö üttü ü, milli zevk süzgecinden geçirdi i ve seve seve kulland bütün kelime ve tabirleri Türkçe saymak mecburiyetindeyiz. Haziran, 1985