xiv.-xv. yÜzyillar tÜrk edebİyati - türk dili ve ... · kültesi türk dili ve edebiyatı...

231
T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2434 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1414 XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI Yazarlar Prof.Dr. Kemal YAVUZ (Ünite 1, 2, 4-7) Prof.Dr. Mustafa CANPOLAT (Ünite 3) Doç.Dr. İsmet ŞANLI (Ünite 8) Editörler Prof.Dr. Kemal YAVUZ Doç.Dr. İsmet ŞANLI ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

Upload: others

Post on 05-Sep-2019

39 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2434AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1414

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRKEDEBİYATI

YazarlarProf.Dr. Kemal YAVUZ (Ünite 1, 2, 4-7) Prof.Dr. Mustafa CANPOLAT (Ünite 3)

Doç.Dr. İsmet ŞANLI (Ünite 8)

EditörlerProf.Dr. Kemal YAVUZDoç.Dr. İsmet ŞANLI

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

Page 2: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.

İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıtveya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 2011 by Anadolu UniversityAll rights reserved

No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmittedin any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic, tape or otherwise, without

permission in writing from the University.

UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ

Genel Koordinatör Prof.Dr. Levend Kılıç

Genel Koordinatör YardımcısıDoç.Dr. Müjgan Bozkaya

Öğretim TasarımcısıDoç.Dr. Cemil Ulukan

Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Tevfik Fikret Uçar

Öğr.Gör. Cemalettin YıldızÖğr.Gör. Nilgün Salur

Ölçme Değerlendirme SorumlusuÖğr.Gör. Atilla Tekin

Kitap Koordinasyon BirimiDoç.Dr. Feyyaz BodurUzm. Nermin Özgür

Kapak DüzeniProf. Tevfik Fikret Uçar

Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız

DizgiAçıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi

XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

ISBN 978-975-06-1104-9

2. Baskı

Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 16.000 adet basılmıştır.ESKİŞEHİR, Ocak 2013

Page 3: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

iiiİçindekiler

İçindekilerÖnsöz .................................................................................................................... vii

XIV.-XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı............................................................................... 2

GİRİŞ: XIV. YÜZYILDA TÜRK DÜNYASININ GENEL DURUMU ................ 3XIV. YÜZYIL BATI TÜRK EDEBİYATI ................................................................. 4XIV. YÜZYIL AZERÎ SAHASI TÜRK EDEBİYATI .............................................. 4Hasanoğlu .................................................................................................................... 4Kadı Burhaneddin ...................................................................................................... 5

Kadı Burhaneddin’in Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................ 5Nesîmî .......................................................................................................................... 8

Nesîmî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri .................................................................. 8Sultan Ahmed b. Veys ................................................................................................ 12XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI TÜRK EDEBİYATI ...................................... 13Beylikler Döneminde Edebî Durum ........................................................................ 13XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatının Genel Özellikleri ........................................... 15XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI I .............................. 17Yunus Emre ................................................................................................................. 17Yunus Emre’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................................ 18Gülşehrî ....................................................................................................................... 21

Gülşehrî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................................ 21Âşık Paşa ....................................................................................................................... 24

Âşık Paşa’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri ............................................................. 25Özet ............................................................................................................................... 27Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 29Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 30Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ........................................................................................... 30Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 31

XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları ..................................................................................... 32

GİRİŞ ........................................................................................................................... 33XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI II ............................ 33Şeyyâd Hamza ............................................................................................................. 33

Şeyyâd Hamza’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri .................................................... 33Yûsuf-ı Meddâh .......................................................................................................... 36

Yûsuf-ı Meddâh’ın Edebî Kişiliği ve Eserleri .................................................... 36Elvan Çelebi ................................................................................................................ 37

Elvan Çelebi’nin Eseri ve Edebi Kişiliği ............................................................ 38Hoca Mesud (Mesud Bin Ahmed) ............................................................................ 39

Hoca Mesud’un Edebî Kişiliği ve Eserleri ......................................................... 39Fahrî ............................................................................................................................. 41

Fahrî’nin Eseri ve Edebî Kişiliği ......................................................................... 41Şeyhoğlu Mustafa ....................................................................................................... 42

Şeyhoğlu Mustafa’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................ 42Ahmedî (Taceddin İbrahim) ..................................................................................... 45

Ahmedî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................................................ 45Erzurumlu Mustafa Darîr ......................................................................................... 48

1. ÜNİTE

2. ÜNİTE

Page 4: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

İçindekiler iv

Erzurumlu Mustafa Darîr’in Edebî Kişiliği ve Eserleri ................................... 48XIV. YÜZYILDA ANADOLU’DA YAZILAN ESERLER ....................................... 50Manzum Eserler .......................................................................................................... 50Mensur Eserler ............................................................................................................ 54Özet ............................................................................................................................... 57Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 59Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 60Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 60Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 61

XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı ............ 62GİRİŞ: ÇAĞATAY ADI VE ÇAĞATAY HANLIĞI ................................................ 63ÇAĞATAY TÜRKÇESİ VE EDEBİYATI ................................................................. 63Çağatay Edebiyatının Dönemleri .............................................................................. 65XIV-XV. YÜZYILLAR ÇAĞATAY EDEBİYATININ ŞAİR VE YAZARLARI .... 66Sekkâkî ......................................................................................................................... 66Mevlânâ Lütfî ............................................................................................................... 67Yûsuf Emîrî .................................................................................................................. 68Atâî ................................................................................................................................ 69Haydar Tilbe ................................................................................................................ 70Seyyid Ahmed Mîrzâ .................................................................................................. 70Gedâî ............................................................................................................................. 71Yakînî ............................................................................................................................ 72Ahmedî ........................................................................................................................ 73Ali Şir Nevâî ................................................................................................................ 73Hüseyn-i Baykara ........................................................................................................ 77Özet ............................................................................................................................... 79Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 80Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 81Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ........................................................................................... 82Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ........................................................... 83

XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I .. .................................................. 84GİRİŞ ............................................................................................................................ 85XV. YÜZYIL AZERÎ SAHASI TÜRK EDEBİYATI ................................................. 85XV. Yüzyıl Azerî Sahasında Tarihî ve Edebî Durum .............................................. 85XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI TÜRK EDEBİYATI (1400-1450) ................. 86XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Tarihî Durum .................................................... 86XV. Yüzyılın İlk Yarısında Anadolu Sahasında Edebî Durum .............................. 87Çelebi Mehmed Dönemi (1413-1421) ...................................................................... 88II. Murad Dönemi (1421-1451) ................................................................................. 88XV. YÜZYIL (1400-1450 ARASI) ANADOLU SAHASI ŞAİR VE ...................... 90YAZARLARI ................................................................................................................ 90Ahmed-i Dâî ................................................................................................................ 90

Ahmed-i Dâî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri ........................................................ 91Süleyman Çelebi .......................................................................................................... 95

Süleyman Çelebi’nin Edebî Kişiliği ve Eseri ...................................................... 96Abdülvâsî Çelebi .......................................................................................................... 99

Abdülvâsî Çelebi Edebî Kişiliği ve Eseri ............................................................ 100Şeyhî .............................................................................................................................. 102

Şeyhi’nin Edebi Kişiliği ve Eserleri ..................................................................... 103

3. ÜNİTE

4. ÜNİTE

Page 5: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

İçindekiler v

Özet ............................................................................................................................... 106Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 108Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 109Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ........................................................................................... 109Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 110

XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı(1450-1500) ................................................................................ 112

GİRİŞ ............................................................................................................................ 113FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMLERİNDE TARİHÎ DURUM ......................... 113FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ...................... 113Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk Dili ................................................................ 114Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk Edebiyatı .................................................... 115XV. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA ESER VEREN ŞAİR VE YAZARLAR ... 116Avnî (Fatih Sultan Mehmed) ...................................................................................... 116Ahmed Paşa .................................................................................................................. 117Adnî (Mahmud Paşa) .................................................................................................. 118Nişânî (Karamanlı Mehmed Paşa) ............................................................................. 118Cemâlî ............................................................................................................................ 118Aşkî ................................................................................................................................ 119Melîhî ............................................................................................................................. 120Karamanlı Nizâmî ........................................................................................................ 120Sarıca Kemal (Kemal-i Zerd) ...................................................................................... 121Zeynep Hanım .............................................................................................................. 121Hufî ................................................................................................................................ 122Şehzadelerin Çevresinde Oluşan Edebiyat................................................................ 123Cem Sultan .................................................................................................................... 123Karamanlı Aynî ............................................................................................................. 125Adlî (II. Bayezid) .......................................................................................................... 125Mihrî Hatun .................................................................................................................. 127Necâtî Bey ...................................................................................................................... 128Hamdullah Hamdî ....................................................................................................... 131Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî ............................................................................................... 131XV. Yüzyıl Mutasavvıf Şairleri .................................................................................... 132XV. YÜZYILDA YAZILAN ESERLER ..................................................................... 133Manzum Eserler ........................................................................................................... 133Mensur Eserler .............................................................................................................. 136Özet ................................................................................................................................ 141Kendimizi Sınayalım .................................................................................................... 142Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ......................................................................... 143Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 143Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar............................................................. 144

Türk Şiirinde Nazire....................................................................... 146GİRİŞ ............................................................................................................................ 147NAZİRENİN ORTAYA ÇIKIŞI ................................................................................. 147Nazirelerin Nazım Şekilleri ve Nazirelerde Görülen Özellikler ........................... 148Ortak Yazılan Şiirler .................................................................................................... 149TÜRK ŞİİRİNDE İLK NAZİRELER ........................................................................ 149Nazire Olarak Yazılan Eserler .................................................................................... 164NAZİRE MECMU’ALARI ......................................................................................... 165

5. ÜNİTE

6. ÜNİTE

Page 6: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

İçindekiler vi

XV. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuaları ................................................................. 166Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâ’ir’i ........................................................... 166Yazarı Bilinmeyen Bir Mecmû’atü’n-Nezâir ....................................................... 166

XVI. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmû’aları .............................................................. 166Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i ......................................................... 166Edirneli Nazmî’ni Mecma’u’n-Nezâir’i ............................................................... 167Pervâne Bey Mecmu’ası ....................................................................................... 167

XVII. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuası ................................................................ 168Metâli’ü’n-Nezâir ................................................................................................... 168

Özet ............................................................................................................................... 169Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 170Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 171Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 171Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 172

XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler ............................................ 174GİRİŞ: XIV. YÜZYIL ŞAİRLERİNDEN SEÇME METİNLER .............................. 175HASANOĞLU’NUN ŞİİRLERİ ................................................................................ 175NESÎMÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN ................................................................................. 182YUNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDEN .................................................................... 185GÜLŞEHRÎ’NİN MANTIKU’T-TAYR’INDAN ..................................................... 187ÂŞIK PAŞA’NIN GARÎB-NÂME’SİNDEN ............................................................. 187ŞEYYÂD HAZMA’NIN ŞİİRLERİNDEN ................................................................ 188HOCA MES’UD’UN ŞİİRLERİNDEN ..................................................................... 190FAHRÎ’NİN HÜSREV Ü ŞÎRÎN’İNDEN ................................................................. 192AHMEDÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN .............................................................................. 193Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 196Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 197Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 197Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 199

XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler.............................................. 200GİRİŞ ............................................................................................................................ 201XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİRLERİNDEN SEÇME METİNLER ...... 201Ahmed-i Dâ‘î’nin Şiirlerinden .................................................................................. 201ABDÜLVÂSÎ ÇELEBİ’NİN HALÎL-NÂMESİ’NDEN ............................................. 204SÜLEYMÂN ÇELEBÎ’NİN MEVLİD(VESÎLETÜ’N-NECÂT)’İNDEN ............... 205ŞEYHÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN ................................................................................... 207AHMED PAŞA’NIN ŞİİRLERİNDEN ...................................................................... 212AVNÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN ...................................................................................... 215CEM SULTAN’IN ŞİİRLERİNDEN ......................................................................... 217ADLÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN ...................................................................................... 218MİHRÎ HATUN’UN ŞİİRLERİNDEN ..................................................................... 218NECÂTÎ BEY’İN ŞİİRLERİNDEN ........................................................................... 220ZEYNEP HANIM’IN ŞİİRLERİNDEN .................................................................... 221Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 223Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 224Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 224Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar ............................................................ 225

7. ÜNİTE

8. ÜNİTE

Page 7: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

viiÖnsöz

ÖnsözSevgili öğrenciler, Türk edebiyatı, Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı topraklarda doğmuş ve bu mil-

letin tarihte oynadığı rollere göre gelişerek devam etmiştir. Sekizinci yüzyılda Göktürk Abideleri ile başlayan Türk yazı dili ve edebiyatı, Türklerin batıya çekilişlerinde yeni yeni kültür merkezleri kurmaları ile ortaya konulan çeşitli edebî verimlerle gelişmesini sür-dürmüştür. Bu coğrafî farklılaşmalar, dinî ve kültürel arayışlar zamanla Türk edebiyatında da bir çeşitlilik ve zenginlik ortaya çıkarmıştır. VIII-XII. yüzyıllarda Orta Asya’da (Doğu) varlığını sürdürerek eserler veren Türk edebiyatı, Türklerin Anadolu’yu yurt edinmelerine bağlı olarak XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da (Batı’da)da gelişmeye başlamıştır.

Anadolu’da XIII. yüzyılda eserler vermeye başlayan Oğuz Türkçesi, bu dönemde Azer-baycan ve Osmanlı coğrafyasının ortak dili durumundadır. Türkçenin bu kolu Türklüğün XXI. yüzyıla kadar kesintisiz devam eden en büyük edebî dilidir. Bu dille gelişen edebiyat, batıda yer alması sebebi ile kitabımızda Batı Türk Edebiyatı şeklinde belirtilmiştir.

Bütün bunların yanında Türklerin komşu olup temasta bulundukları, gitgide iç içe yaşadıkları Müslüman milletler de bulunmaktadır. Türkler İslam dinini kabul ettiklerin-de, dillerini ve edebiyatlarını da birlikte getirmişler, bu dinin değerlerini benimsemişler ve inançları doğrultusunda yeni edebî verimler ortaya koymuşlardır. Bu edebî verimler-de Arap ve Fars edebiyatı ile karşılıklı ilişkiler oluşmuş ve bu milletlerin edebiyatlarından etkilenmişlerdir. Türk edebiyatı özellikle Fars edebiyatının tesiriyle XIII. yüzyıldan itiba-ren Anadolu’da manzum olarak büyük bir gelişme göstermiş, XV. yüzyılda yazılan eserler-le birlikte klâsik bir edebiyat görünümü kazanmaya başlamıştır.

İşte elinizdeki eser, bu bilgiler doğrultusunda, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fa-kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi-yatı Ders Kitabı olarak hazırlanmıştır. Sekiz üniteden meydana gelen bu kitapta her ünite-nin kim veya kimler tarafından yazıldığı ayrı ayrı belirtilmiştir. Kitabın 1. ve 2. ünitelerin-de “XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı”, yani Azerî ve Anadolu sahasında gelişen Türk edebi-yatının genel durumu, bu dönemin önde gelen şairleri ile bunların eserleri hakkında bil-gi verilmiştir. 3. ünitede “XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı, Çağatay Dili ve Edebiyatı” ele alınmıştır. 4. ve 5. ünitelerde ise, 1. ve 2. ünitelerin devamı olarak, “XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı”nın genel durumu ve bu dönemin önde gelen şair ve yazarları ortaya konmuş-tur. 6. ünite, “Türk Şiirinde Nazire”nin ortaya çıkışı ve gelişimi üzerinde durulmuştur. 7. ünitede, XIV. yüzyılın, 8. ünitede ise XV. yüzyılın önde gelen şairlerinden seçilen şiirlere yer verilerek gerekli açıklamalar yapılmıştır.

Ünitelerde, önce anlatılan ünite ile ilgili tarihî bilgiler verilmiş, sonra da edebiyat tari-himizin önde gelen şahsiyetleri ve eserleri ele alınıp anlatılmıştır. Ancak konunun genişli-ği, her şairin ayrı ayrı işlenmesini zorlaştırdığından anlatılan şahsiyetler dışında, o devrin diğer şair ve eserleri de, ele alınan ünitede, bir özet halinde verilmiştir.

Editörler Prof.Dr. Kemal YAVUZ Doç.Dr. İsmet ŞANLI

Page 8: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XIV. yüzyıl Batı (Anadolu sahası) Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi için-deki yerini belirleyebilecek,XIV. yüzyılın başında Anadolu’da yaşayan şairleri ve bunların eserlerini ayırt edebilecek,XIV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel özelliklerini açıklayabileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı

• GİRİŞ:XIV.YÜZYILDATÜRKDÜNYASININGENELDURUMU

• XIV.YÜZYILBATITÜRKEDEBİYATI• XIV.YÜZYILAZERÎSAHASITÜRKEDEBİYATI

• XIV.YÜZYILANADOLUSAHASITÜRKEDEBİYATI

• XIV.YÜZYILANADOLUSAHASIŞAİRVEYAZARLARII

• AzerîSahasıTürkEdebiyatı• Hasanoğlu• KadıBurhaneddin• Nesîmî• SultanAhmedb.Veys• AnadoluSahasıTürkEdebiyatı• AnadoluBeylikleriDönemi

TürkEdebiyatı

• YunusEmre• Divan,Risâletü’n-Nushiyye• Gülşehrî• Mantıku’t-Tayr• ÂşıkPaşa• Garib-nâme

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 9: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞ: XIV. YÜZYILDA TÜRK DÜNYASININ GENEL DURUMU XIII. yüzyılda görülen Moğol istilaları sebebiyle bu yüzyılın ortalarından itibaren Hora-san, Maveraünnehir, Harezm, Kıpçak, Azerbaycan ve Anadolu’da eski güç dengeleri bo-zulmuş ve buralarda bulunan Türk devletleri yıkılarak yerlerine ya yeni beylikler ya da es-kisinden daha güçlü pek çoğu Türk asıllı devletler kurulmaya başlamıştır. Bu sebeple XIV. yüzyıl, Türk dünyasının tarihî ve siyasî yönlerden oldukça hareketli ve karışık olduğu bir dönemdir. Önceki yüzyıllarda Orta Asya’da gelişmeye başlayan Türk varlığı, XIV. yüzyılda da gelişmeye devam eder. Harezm, XIV. yüzyılda siyasî merkez olmasının yanında önem-li bir kültür merkezi olur.

Anadolu’da bulunan Selçuklu Devleti ise, 1243’te Kösedağ’da Moğollarla yaptığı sa-vaşta uğradığı yenilgiden sonra Moğollara tâbi olarak hızlı bir çöküş dönemine girmiştir. XIII. yüzyılın ortalarından sonra Selçukluların siyasî otoritelerini kaybetmeleri ve zaman-la Moğol hâkimiyetinin de ortadan kalkması üzerine, uçlarda ve sınırlarda bulunan Türk-men beylerinin yavaş yavaş Selçuklularla olan ilişkilerini keserek bulundukları bölgelerde beyliklerini ilan ettikleri görülür. Aydınoğulları, Menteşeoğulları, Karamanoğulları, Ger-miyanoğulları, Dulka diroğulları ve Osmanoğulları bu dönemde kurulan Oğuz asıllı bey-liklerden bazılarıdır. Bundan sonra ise Anadolu’da beylikler arasında XIV. yüzyıl boyun-ca sürecek olan toprak ve siyasî üstünlük mücadelesi başlar. Bu beyliklerden Osmanoğul-ları, Osman Gazi zamanında (1299-1326) Bilecik, Yarhisar, İnegöl (1299) ile Yenişehir ve civarını (1301) ele geçirmiştir. Orhan Gazi (1326-1359) ise Bursa’yı (1326) alarak devletin başşehri yapmış ve burası sınırları ve meskûn halkı olan bir devlet hâline gelmeye başla-mıştır. Yine Orhan Gazi döneminde Karesi Beyliği’ni ve Ankara’yı, I. Murad döneminde (1359-1389) Edirne’yi topraklarına katan ve Balkanlar’da hızla ilerleyen Osmanlılar, I. Ba-yezid döneminde (1389-1402) diğer beyliklere hâkim duruma gelerek Anadolu Türk bir-liğini yeniden sağlamıştır.

XIV. yüzyılda beylik merkezleri olan Kütahya (Germiyanoğulları), Karaman, Kon-ya (Karamanoğulları), İznik, Bursa ve Edirne (Osmanoğulları) şehirleri, aynı zamanda önemli kültür merkezleri olmuş ve buralarda bulunan medreselerden çok sayıda bilim adamı, şair ve sanatçı yetişmiştir. XIII. yüzyılda Anadolu’da yaygın olarak görülen tasav-vuf, XIV. yüzyılda Mevlevîlik, Bektaşîlik ve diğer tarikatların mensupları aracılığıyla etkin-liğini devam ettirmiştir. Bu yüzyılda Mevlevîlik, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi’nin gayretleri sonucunda Anadolu’da hızla yayılmıştır. Mevlevîlik ile Âhîlik ve onun fütüvvet teşkilatı, Anadolu toplumunun sosyal yapısının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır.

XIV. Yüzyıl Batı TürkEdebiyatı I: Anadolu ve Azerî

Sahası Türk Edebiyatı

Page 10: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı4

XIV. YÜZYIL BATI TÜRK EDEBİYATI XIV. yüzyılda geniş bir coğrafyada görülen Türk edebiyatı, Harezm, Altınordu ve Mısır sahalarında Doğu Türkçesiyle (Harezm, Kıpçak, Çağatay, Kuman-Kıpçak Türkçesi), Ana-dolu ve Azerbaycan’da ise Batı Türkçesi (Oğuzca) ile yazılan eserlerle gelişmeye devam et-miştir. XII.-XIII. yüzyıllarda Oğuzcaya dayalı olarak ortaya çıkan batı Türk edebiyatı, XIV. yüzyılda Anadolu ve Azerbaycan sahalarında edebî değeri ve sayıları giderek artan bir şe-kilde Türkçe eserler vererek gelişimini sürdürür.

XIV. YÜZYIL AZERÎ SAHASI TÜRK EDEBİYATI XIII. yüzyılda görülen Moğol istilasıyla Azerî sahasında da Farsçanın üstünlüğü sona er-miş ve Horasan’dan gelen Türk asıllı şairler bu bölgede Türkçeyi edebî dil olarak kullanma-ya başlamışlardır. Azerbaycan’da, Irak’ta ve Anadolu’da bulunan Oğuz ve Türkmen boy-larının dili olan Oğuzca, tarihî, coğrafî ve sosyal sebeplerle XIV. yüzyıldan itibaren Azerî (Doğu Oğuzcası) ve Anadolu Türk çesi (Batı Oğuzcası) olmak üzere ayrılmaya başlar. An-cak, bu iki edebî lehçe arasındaki farklılıklar XIV. yüzyılda henüz tam olarak belli olmayıp bu yüzyıldan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkar ve bu iki lehçe XVI. yüzyılın sonlarından itibaren kesin şekilde birbirinden ayrılmaya başlar. Bu yüzyılda Azerî sahasının önde ge-len şairleri, Hasanoğlu, Kadı Burhaneddin, Nesîmî ve Sultan Ahmed b. Veys’tir.

Türk edebiyatının XIV. yüzyıldaki durumu hakkında kısa bilgi veriniz.

Hasanoğlu XIV. yüzyıl Azerî sahasında yetişen Hasanoğlu hakkında bilinenler sınırlıdır. XIII. yüz-yılın sonlarında ve XIV. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilen şairin asıl adı Şeyh İzzeddîn-i Esferâyânî’dir. Türkçe şiirlerinde Hasanoğlu, Farsça şiirlerinde Pûr Hasan mahlasını kullanan şâirin Devletşah Tezki resi’nde, bir Divan’ı bulunduğu ve bu Divan’ın XV. yüzyılda Azerbaycan’da ve Anadolu’da çok tanındığı belirtilmektedir. Hasanoğlu’nun şiirlerinin çağdaşı Seyf-i Serâyî’nin nazire mecmuasında yer alması, onun Mısır’a kadar geniş bir alanda tanındığını gösterir. Hatta Sultan Gavri (ö. 1516), Hasanoğlu’nun şiiri-ne nazire de yazar. Ayrıca Nesîmî ve Ahmed-i Dâî gibi şairlere de tesir etmiştir. Ahmed-i Dâî’nin onun bir gazeline yazdığı nazire, ününün Anadolu’ya kadar ulaştığının işaretidir. Şairin bilinen aruz vezniyle yazılmış Türkçe üç gazeli bulunmaktadır.

Hasanoğlu’nun bir gazeli mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün

1. Apardı könglümi bir hoş kamer yüz cân-fezâ dilber Ne dilber dilber-i şâhid ne şâhid şâhid-i server

2. Men ölsem sen büt-i şengül surâhî eyleme kulkul Ne kulkul kulkul-i bâde ne bâde bâde-i ahmer

3. Başumdan gitmedi hergiz senünle içdügüm bâde Ne bâde bâde-i mestî ne mestî mestî-i sâgar

4. Şehâ şîrîn sözün kılur Mısır’da bir zamân kâsid Ne kâsid kâsid-i kıymet ne kıymet kıymet-i şekker

5. Tutuşmayınca der-âteş belürmez haslet-i anber Ne anber anber-i sûziş ne sûziş sûziş-i micmer

6. Ezelde cânum içinde yazıldı sûret-i ma’nî Ne ma’nî ma’nî-i sûret ne sûret sûret-i dilber

7. Hasanoğlu sana gerçi du‘âcıdur velî sâdık Ne sâdık sâdık-ı bende ne bende bende-i çâker

1

Page 11: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 5

Kadı Burhaneddin Kayseri’de 1345 yılında doğan Kadı Burhaneddin, Harezm’den gelen ve Selçuklular za-manından beri babadan oğula geçen kadılık mesleğinde olan bir ailenin çocuğudur. Kadı Burhaneddin’in asıl adı Ahmed olup, babası Kayseri kadısı Şemseddin Mehmed’dir. Ata-larından Harezm’den Kastamonu’ya göç eden Mehmed’in oğlu Celâleddîn Habib 1243 yılında Kayseri kadısı olmuş ve Kayseri kadılığı bu tarihten sonra aynı sülaleden Kadı Burhaneddin’e kadar gelmiştir. 1365 yılında kadı olan Burhaneddin Ahmed, sülalenin Kayseri’de kadılık yapan en son ferdidir.

Küçük yaşlardan itibaren Arapça ve Farsçayı öğrenen; lugat, sarf, nahiv, me’ânî, beyân, aruz, hesap ve mantık ilimlerini okuyan Burhaneddin Ahmed, on dört yaşında (1358) Mısır’a gitmiş ve Kahire Sargıtmışıya Medresesi’nde usûl-i fıkıh, ferâiz, hadis, tefsir, hey’et ve tıp eğitimi almıştır. Kahire’den Şam’a geçmiş ve burada iki seneye yakın Mevlânâ Kutbuddîn Râzî’nin derslerine devam etmiş, Seyyid Muhammed Neylî’den Külliyât-ı Kânûn’u okumuştur. Babasının ölümü üzerine yirmi yaşlarında Haleb’e gelen ve burada bir yıl ilmî çalışmalar yapan Kadı Burhaneddin, 1364 yılında Kayseri’ye dönmüş, bir yıl sonra, yirmi bir yaşında iken Eratnaoğlu Mehmed tarafından Kayseri kadılığına getiril-miştir. Kadılığı sırasında adalete önem vermesinden dolayı halk arasında sevilmiş ve kısa zamanda memleketin her tarafına adını duyurmuştur.

Eratnaoğlu Mehmed Bey’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu Ali Bey, Kadı Burhaneddin’i 1378’de vezir olarak atamıştır. Ali Bey’in 1380 yılında âni bir şekilde ölü-mü üzerine, devletin ileri gelenleri ve divanda bulunanlar, Kadı Burhaneddin’e bağlılıkla-rını bildirip tam yetki vermişler ve 9 Şubat 1381’de kendisini nâib (=hükümdar vekili) ilan etmişlerdir. 1381 yılı sonunda hükümdarlığını ilan eden Kadı Burhaneddin, bir anlık dal-gınlığından dolayı Akkoyunlu Türkmenlerinden Karayülük Osman Bey tarafından âni bir baskında öldürülmüştür (1398).

Kadı Burhaneddin’in Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Kadı Burhaneddin, büyük sıkıntı ve mücadelelerle geçen hayatında ilim ve şiirle de uğraşmıştır. Arapça telif eserlerin yanında büyük bir divan yazan şairin zeki, sert ve mücadeleci mizacı bazı şiirlerine yansımıştır. Kadı Burhaneddin, Oğuz Türkçesinin ya-nında Doğu Türkçesine de hâkimdir. Şiirlerinde, eski Anadolu Türkçesiyle birlikte Azerî ve Doğu Türkçesinin özellikleri de görülür. Ancak, o dönemde Osmanlı ve Azerî Türkçe-si henüz kesin çizgilerle birbirlerinden ayrılmamıştır. Farsça tamlamalara çok az da olsa şiirlerinde yer veren şair, devrin Türkçesini kul lanması ve yerine göre soruşmak gibi yeni kelimeler de bulmasıyla dikkat çeker. Vezne hâkim olan şairin şiirlerinde Farsça tamla-maların az olması, sık sık imale yapmasına sebep olmuştur. Bu sebeple, diğer divan şairle-rinde görülen bazı aruz kusurları bu şairde de görülür. Kadı Burhaneddin, İran şiirine ait mazmunları geniş ölçüde Türk şiirine getirmiş ve sık sık cinas ve tevriye sanatları yapa-rak Türkçenin dil ve ifade imkânlarından yararlanmıştır. Kelime hazinesi çok geniş olan ve dili ustaca kullanan şair, şiirlerinde taklidî seslerden ve tekrarlardan yararlanarak ver-mek istediği mesajı daha kuvvetli hissettirmeye çalışmıştır. Aşağıdaki beyitler bunun gü-zel örnekleridir:

Gel gel görelüm gel görelüm gül görelüm bizBir nağme getür ortaya bülbül görelüm biz

Güldür yüzün ü mül tutağun sohbetümüz germBu işümüzi pes nişe mülmül görelüm biz

Kadı Burhaneddin’in esasını aşkın oluşturduğu gazelleri, her zaman insan gönlüne ve aklına hitap eden, zevk süzgecinden geçmiş, eskimeyen şiirlerdir. Ayrıca pek çok ga-

Page 12: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı6

zelinin matlaı cinaslıdır ve güzel söyleyişler ile dikkati çeker. Özgün benzetmeler yapan şair, daha çok beş ve yedi beyitten oluşan gazeller yazmıştır. Onun şiirlerinde yer yer “ki” edatını kullandığı da görülür. Mazmunları kullanma açısından Kadı Burhaneddin çok usta bir şair olduğu gibi, yeni buluşlar da yapmıştır. Devrin diğer şairlerinden Nesîmî ve Ahmedî’de görüldüğü gibi “kargı” ve “ney”i “boy” anlamına gelecek şekilde kullanan şai-rin kendine özgü buluş ve söyleyişleri dikkat çeker:

Kargu boyum vâcib midür kaşun içün kemân olaYazuğ olur mı gamzeden cânuma ger amân ola

İy gözi karakçı lebi sâkî beni mey-nûşV’iy kaşları hâcib yüzi han kirpügi çavuş

Kim gördi gice güneşi ürker güpelüceYâ kimün olan dünyâda bir serv-i kabâ-pûş

Göge çıhdı sinün ile sanemâ râyet-i ışkMu’ciz oldı i begüm hüsnün ile âyet-i ışk

Ben imâmam kaşı mihrâbına karşı tururamİrürürem kime ki gereg ise kâmet-i ışk

Kadı Burhaneddin, şiirlerinde daha çok aşktan, şaraptan, eğlenceden hoşlanan realist ve ihtiraslı bir insanın dünya zevklerini, sevgilinin güzellik unsurlarını işlemekle birlikte, tasavvufun düşünce ve mecazlarına da yer vererek bunları en ince şekilde ele almıştır. Şi-irlerinde görülen sevgili, okuyucuyu ve dinleyiciyi ilâhî yöne götüren bir sevgilidir. Şiir-lerinde akıcılığı ve samimiyeti sağlayan unsurların başında sitem ve karşılıklı konuşmala-ra dayanan ifadeler gelir:

Şâhâ sinün cemâlüni göreyim andan öleyimSusamışam visâlüne ireyüm andan öleyim

Didi gönlünde ne vardur didüm hemDidi gözünde ne vardur didüm dem

Kadı Burhaneddin’in şiirlerinde, mücadelelerle geçen hayatından izler görmek müm-kündür. Onun yaşadığı olayların etkisiyle kaleme aldığı şiirlerinde, realist olduğu kadar savaşçı, cesur ve haşin yapısı kendini gösterir. Şairin Türk halk şiirinde olduğu gibi cinaslı kafiyelere fazlaca yer verdiği tuyuğları da bulunmaktadır. Çoğu tasavvufî olan ve sade bir Türkçe ile yazılan bu tuyuğların bazıları ise cinassızdır. Kadı Burhaneddin’in yazdığı tu-yuğlar ve yaptığı cinaslı kafiyeler, onun millî zevke bağlı olduğunu gösterir. Özellikle cina-sın yer aldığı beyitlerde dil ile oynadığı görülür.

Kadı Burhaneddin, belki bir bey olması sebebiyle, yerine göre sert ve tok ifadesini şiirine aksettirmeyi başarmıştır. Özellikle satranç ve ok üzerinde çok duran, iktibaslara çok az yer ve-ren şair, şiirlerinde mahlas kullanmamıştır. Yalnız Divan’ındaki bir gazelinde Ahmed, Câmi’ü’n-Nezâir’de yer alan bir başka gazelinde ise Kadı Burhan şeklinde açıkça ismine yer vermiştir:

Hüsnünün ışkı niçe Leyliyi Mecnûn eylediBes ne aceb k’ola ger Ahmed’i Selmân ider

Kâdı Burhan neden yollar gözedürCânum yâr yolına satam gelürse

Page 13: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 7

Şiirlerinde Yunus Emre ve Âşık Paşa’nın söyleyişlerine benzer beyitler görülen Kadı Burhaneddin’in kendinden sonra gelen Ahmed Paşa, Bâkî ve Şeyhülislam Bahâî’nin şiir-lerinde etkisi görülür.

Eserleri: Kadı Burhaneddin’in Türkçe Divan’ı ile Arapça yazdığı İksîrü’s-Sa’âdât fî-Esrâri’l-İbâdât ile Tercîhü’t-Tavzîh adlı mensur iki eseri vardır. Buna göre Türk idarecile-ri, beyleri içinde ilk divan sahibi olan Kadı Burhaneddin’dir. Arapça ve Farsça şiirlerin ya-nında Arapça dinî eserler de yazan Kadı Burhaneddin, büyük Türkçe Divanı ile Türk ede-biyatında önemli bir yere sahiptir.

Divan: Şiirlerin sayısı 1318’i gazel olmak üzere 1456’yı bulan Kadı Burhaneddin Divanı, XIV. ve XV. yüzyılda yazılmış en büyük ve en hacimli divandır. Klasik divan tertibine göre dü-zenlenmemiş olan Divan’da, önce gazeller sonra ruba’îler ve tuyuğlar sıralanmıştır. Türk şii-rinde bu şekilde hacimli bir divan ancak on altıncı yüzyılda Zâtî ile görülecektir. Bunu Edir-neli Nazmî’yi takip ederek Kanunî Sultan Süleyman Han’ın (Muhibbî) Divanı ile XVII. yüz-yılda Âşık Ömer Divanı izlemiştir. Kadı Burhaneddin’in hattatı Halil bin Ahmed’in yazdığı bu Divan mürettep değildir. Divan’da söyleniş sırasına göre yazılmış olan şiirler, söylendikleri za-mana uyumlu bir şekilde şairin o andaki ruh hâlini yansıtması bakımından dikkat çekicidir.

Divan, 1393-1394 yılında Kadı Burhaneddin’in ölümünden beş sene önce yazılmış olup tek nüshası British Library’de Or. 4126 numarada kayıtlıdır. Bu nüsha Türk Dil Ku-rumu tarafından tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır (İstanbul, 1943). Daha sonra Divan transkripsiyonlu metin olarak Muharrem Ergin tarafından yeni yazıya çevrilmiştir (İstan-bul, 1980). Ayrıca Bakü’de (1988) yayımlanan Divan üzerinde, Hanefi Yontar tahlilî bir ça-lışma yapmıştır (1995). Kadı Burhaneddin birkaç şiirinde mahlas kullanırsa da genellikle mahlas kullanmaz. Bunu daha sonra edebiyatımızda XVI. yüzyıl şair ve âlimlerinden Ke-mal Paşazade’de görürüz.

Kadı Burhaneddin’in İksîrü’s-Sa’âdât fî-Esrâri’l-İbâdât ile Tercîhu’t-Tavzîh’i ise dinî ko-nularda Arapça yazılmış mensur eserlerdir.

Kadı Burhaneddin’in bir gazelimef ’ûlü mefâ’îlün mef ’ûlü mefâ’îlün

1. Bülbül ünin işitdi gavgâya çeker bu dilGül kohusını aldı sahrâya çeker bu dil

2. Gül yolına gözlerüm kızardalı ışkını Nergisleri yolına sevdâya çeker bu dil

3. Gîsûları binmişdür her lahza nesîm atın Hattına varur benzer yayaya çeker bu dil

4. Ben ana vü gönülüm gönüline komışamBir ehl-i dil anlasa ne kaya çeker bu dil

5. Bir bûse umar lebden yüzin yüze degşürürAnlasalar anı ki her aya çeker bu dil

6. Ben sînemi sınayu açdum bu nesîm içünYahama yapışuban yahaya çeker bu dil

7. Cân tîh-i mahabbetde hayrândur u sergerdân Kalmadı meni bunda selvâya çeker bu dil

TuyuğDilberün işi itâb ü nâz olurÇeşmi câdû gamzesi gammâz olurİy gönül sabr it tahammül kıl anaYâre irişmek işi az az olur

Page 14: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı8

Rüba’îBen leblerüni cânuma em sem görüremGözün yarasın gönlüme merhem görüremIşkun odını ki yaha iki cihânıBen kendü cânuma yalunuz kem görürem

Nesîmî XIV. yüzyılda Azerî Türkçesi ile coşkulu ve lirik şiirler yazan Nesîmî’nin hayatı hakkında rivayetlere dayanan ve birbiriyle çelişen çok az bilgi bulunmaktadır. Soyu Peygamber’e da-yandığı söylenen Nesîmî’nin asıl adı İmadüddîn, bir başka iddiaya göre de Nesîmüddîn’dir. Onun Şamahı, Şiraz, Diyarbakır veya Bağdat yakınlarındaki Nesim kasabasında doğduğu; Diyarbakır, Irak ve Tebriz taraflarında yaşadığı ve I. Murad devrinde Anadolu’ya geldiği rivayet edilir. Şiirlerinden devrinin medreselerinde okuyarak iyi bir eğitim gördüğü anla-şılmaktadır. Âşık Çelebi’ye ve Di van’ındaki,

Arab nutku tutulmışdur dilindenSeni kimdür diyen kim Türkmensin

şeklindeki beyte göre Nesîmî bir Türkmen’dir. Şeyh Şiblî’nin dervişlerinden olan Nesîmî, İran’da Hurufîliğin önderi olan Fazlullah-ı Hurûfî’ye (öl. 1394) intisap etmiş ve daha son-ra onun halifesi olmuştur. Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap etmek isteyen, ancak bu isteği ka-bul edilmeyen Nesîmî, Halep’te öldürülmüştür (1404).

Nesîmî’nin coşkun bir propaganda şairi olarak, pervasız bir şekilde, çekinmeden inan-dıklarını söylemesi fitneye yol açmış ve kendisinin zındıklıkla ithamına sebep olmuştur. Sonunda derisi yüzülerek öldürülen Nesîmî’nin acıklı durumu onun etrafında menkıbe-lerin ortaya çıkmasına yol açtığı gibi, edebiyat âleminde de geniş şekilde yer tutmuştur.

Şiirlerinde dört büyük halifeden yalnızca Hazret-i Ali ve Âl-i abâ’ya yer vermesinin de etkisiyle Alevî ve Bektaşîler de onu kendilerinden saymışlardır. Nesîmî, Alevî şairler ara-sında “Şâh-ı Şehîd” adıyla anılarak saygınlık kazanmıştır.

Nesîmî’nin sonradan Hurûfîlik’ten döndüğü ve tevbe ettiği de bazı dinî kaynaklarda belirtilmektedir. Hayatının menkıbelerle örülmesi, onun çeşitli yerlerde mezarının bulun-duğuna inanılmasına sebep olmuştur. Ancak şairin Halep’te öldürüldüğü ve türbesinin de öldüğü yerde olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Nesîmî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: XIV. yüzyılın ikinci yarısında yetişen Nesîmî ile Kadı Burhaneddin ve Ahmedî gibi büyük şairler, mazmunları şiirlerinde başarıyla kullanmaları bakımından Türk edebiyatında “kurucu şairler” olarak kabul edilebilirler. XI. yüzyıldan başlayarak XV. yüzyıla gelinceye kadar, mesnevi alanında bir hayli eser veren Türk edebiyatında XIV. yüz-yılda, Yunus Emre’nin Divan’ından sonra bu üç şairin divanları görülür.

Şair, önceleri Hüseynî mahlasını kullanırken, Fazlullah-ı Hurûfî’ye bağlandıktan son-ra Nesîmî’yi kullanmıştır. O, şiirlerinde sekiz ve otuz iki harfe dayanarak insan yüzünün Tanrı’nın tecelli yeri, güzelliklerin göründüğü mekan olduğunu söylemiştir.

Şiirlerinde alabildiğine bir coşkunluk bulunan Nesîmî, zaptedilemeyen bir ruhun çır-pınışlarını dile getirmiş ve ilâhî aşkı kendine göre anlatmıştır. Kendisine “zındık” diyenler olduğu gibi, onu “aşk yolunun korkusuz yiğidi, sevgiler kâbesinin ileri gelen fedaisi, şaşır-tıcı derecede âşık, nükteler söyleyen gönül adamı” şeklinde övenler de vardır.

Nesîmî’nin başarılı bir şair oluşunda, iyi bir eğitim almış olmasının ve bir seyyah gibi gezip dolaşmasının da büyük payı vardır. Nesîmî’nin zâhirî ve bâtınî ilimlerde yetişme-

Hurûfîlik: Fazlullah-ı Hurufî’nin (öl.1394) kurup geliştirdiği, harflerin sırlarına dayanan bâtinî bir akım. Bu inanca sahip olanlar, varlığı ve yaratılışı harflerle izah etmeye çalışırlar. Arapçadaki yirmi sekiz ve Farsçadaki otuz iki harf ile bütün varlıklar, hatta Kur’an tefsir edilir.

Page 15: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 9

sinde doğup yaşadığı bölgenin önemli etkisi olmuştur. Arapça ve Farsçayı iyi bilen şairin Türkçe ve Farsça şiirlerinin yanında Arapça gazelleri ve mülemmaları da vardır.

Nesîmî’nin sanat hayatını iki devrede ele almak mümkündür. Hayatının ilk devresin-de Hakk’ı, aşkı, doğru yolu arayan bir Nesîmî vardır. Bu dönemde Celâleddîn-i Rûmî’nin etkisindedir. Mevlevî tarikatı bu ilginin çekiş merkezi olduğundan şair bu yolun zikir ve ayinlerine yabancı kalmamıştır. Bu devre ait mesnevi, gazel ve tuyuğları bir divançe oluş-turacak kadar çoktur. Duygu ve fikirleri anlatmakta zorlanan şair, coşkulu sanat denen li-rizme de henüz ulaşamamıştır. Hatta onun bu ilk şiirlerinde Seyyid, Nesîmî, Hüseynî, Sey-yid Nesîmî ve Naîmî gibi farklı farklı isimler kullanması, mahlas seçmede bile bir kararsız-lık içinde bulunduğunu göstermektedir. Bunun yanında Nesîmî’nin öğretici yönünün ağır bastığı bu şiirlerde aruz kusurları da bulunmaktadır.

Nesîmî’nin şiirlerinin asıl coşkulu devri Fazlullah ile tanışmasından sonradır. Bâtınî inançlara ilgisiz kalmayan şair, Hüseyin Ayan’ın deyimi ile Fazlullah’ın keşfettiği yedi hat-tı, her türlü dinî tekâlifi anlamak ve ilâhî sırları çözmek için yeterli bulmuştur. Böylece Kur’an-ı Kerim’in sırlarının çözüldüğüne inanarak Fazlullah’ın dervişleri arasına katılıp onun büyük bir propagandacısı olmuştur. Hayatının bu ikinci döneminde coşkulu şiirler söylemeye başlamıştır.

Deryâ-yı muhît cûşa geldiKevn ile mekân hurûşa geldi

Sırr-ı ezel oldı âşikâreÂrif nice eylesün müdâre

beyitlerinde görüldüğü gibi kendisini her tarafı kuşatan bir deniz ve ârif olarak görme-ye başlayan Nesîmî, Kur’an ve hadisleri kaynak olarak kullanıp bunlardan kendi yoluna uygun olanları seçerek şiirlerinde yer vermiştir. Şiirlerinde ayet ve hadisleri uyumlu şe-kilde kullanan Nesîmî, Hazret-i Muhammed’den sonra Hazret-i Ali’yi ve diğer imamları konu edinmiş ve daha ziyade On İki İmam için şiirler yazmıştır. İlk üç halifeye şiirlerin-de yer vermemiş olan Nesîmî edebiyatımızda Âşık Paşa’dan sonra elif-nâme yazan şairdir. Divan’ında üç elif-nâme bulunur ve bu elif-nâmelerde elif harfinden ye harfine kadar bü-tün harflere yer vermiştir. Bazen bu sıra tersinden yani ye harfinden başlayarak elife ulaşır.

Türkçeyi yaşadığı yüzyılda Yunus’tan sonra en iyi kullanan şair olan Nesîmî, Yusuf Has Hâcib, Âşık Paşa ve Yunus Emre gibi söze büyük önem verir, sanatı ile övünür ve kendine olan güvenini de açıkça belirtir.

Buldı Nesîmî vaslı vaslı Nesîmî buldıÜstün kamudan sözü sözü kamudan üstün

Aruzu en iyi şekilde kullanan Nesîmî, ayet ve hadisleri şiirine katmada (=iktibasta) çok ileri giden bir şairdir. Bu açıdan Türk edebiyatında Nesîmî gibi başka bir şairin bulun-madığını görürüz. Tasavvufa şiirlerinde en geniş şekilde yer veren şairlerin önde gelenle-rindendir. Bu yönü ile de tesiri başta Erzurumlu İbrahim Hakkı olmak üzere hemen her şairde görülür. Mansur’u dilinden düşürmez ve ona şiirlerinde geniş yer verir.

Nesîmî, belki de bir propaganda şairi olması sebebi ile hep geleceğe açılır ve şiirlerin-de canlı, hep taze kalacak olan samimi bir dil kullanır. Bu bakımdan Yunus’a benzer. Onun şiiri canlılığını biraz da tekrarlardan ve Türkçenin ahenginden alır. Bu tekrarlarda eski şii-rimizin ve Kutadgu Bilig devrinin ön kafiyesini de kullanır. Çeşitli şiirlerindeki bazı beyit-leri değişik şekillerde tekrar gibi karşımıza çıkan Nesîmî, Türkçenin sırlarına vâkıf bir şa-irdir. Üslubunun canlılığını sağlayan bir başka husus da, onun aşağıdaki beyitlerde görül-düğü gibi sorulu cevaplı bir dil kullanmasıdır.

Elif-nâme: Yukarıdan aşağıya doğru alfabetik sırayla bütün Arap harflerinin birer birer mısra başında yer aldığı ve bu harflere şiirin içinde çeşitli anlamlar yüklenmesinden oluşan şiirlere verilen isimdir.

Page 16: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı10

Âlemde bu gün sencileyin yâr kimün varGer var dir isen yoh dimezem var kimün var

Dildâr-ı mecâzî bulınur âşıka yüz minBenzer sana tahkîkda dildâr kimün var

Mahbûb kamer yüzlü boyı sidre yüküşdürYanagları gül la’l-i şeker-bâr kimün var

Işkun gamına eylemişem gönlümi mahzenBir munçılayın mahzen-i esrâr kimün var...Dili çok dikkatli ve yerinde kullanan Nesîmî, aruz veznini Türkçeye uydurmak için

gayret etmiştir. Zaman zaman vezin bozukluklarına rastlansa da genellikle şiirleri vezin ve kafiye bakımından başarılıdır. Kafiyeye büyük önem veren Nesîmî, özellikle iç kafiye ve redifi fazla kullanmıştır. O, klâsik şiir şekillerini başarıyla kullanır ve bu şiirin bütün ku-rallarına tam olarak uyar. Daha çok gazel nazım şekli ile şiirler yazan Nesîmî’nin öne çı-kan başlıca diğer özellikleri; şiirlerini musammat, yani dörtlük şekline gelebilecek beyit-lerle yazması, samimi oluşu ve gönlünden geldiği gibi söylemesi, hitaplar, soru ve cevaplar ile şiirlerine canlılık katması, şiirlerinde dünyadan şikâyet etmekle birlikte hayattan zevk almayı tavsiye etmesi ve insanı yüceltmesi, mevsimlere, günlere ve sayılara, harflerden ha-reketle insan yüzüne ve vücuduna geniş yer vermesidir:

Yüzün âyine-i ehl-i safâdurSözün bu derdüme her dem devâdur

Boyun Tûbâ lebündür âb-ı KevserŞarâb-ı la’lünüz nutk-ı Hudâdur

Kaşun mihrâbına aynun imâmıKılur min secdeyi bi’llâh revâdur

Saçun el-fakru fahridür fakîreSevâdü’l-vechi fî-dâri’l-bekâdur...Bugünkü bilgilere göre akis sanatına edebiyatımızda ilk yer veren şair, Nesîmî’dir. Aşa-

ğıda matla beyti verilen gazeli baştan sona bu sanatla yazılmıştır.

Nûşîn lebinün la’li la’li lebinün nûşînŞîrin severem cândan cândan severem şîrin

Nesîmî de bazen Yunus’tan aldığı bir sesle, Kaygusuz Abdal’ı andıran ve onu müjdele-yen, hatta şathiyeye kaçan bir taraf da görülür:

Küllî mekânı gevherin gevhere kân mısın nesinUşbu sıfât u hüsn ile cân u cihân mısın nesin

beyti ile başlayan gazeli buna örnek teşkil eder. O,

Bî-vefâsına dünyede umma vefâÇünki yokdur dünye yokdan ne safâRencine düşüp anun çekme cefâBulmaz anun hastası hergiz şifâ

Page 17: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 11

şeklindeki tuyuğunda da diğer şiirlerinde olduğu gibi kendi inanç ve düşüncesine yer ve-rir. Aslında Hayyâm’dan gelen ve öğüde açılan bu söyleyiş bütün şairlerimizi etkilemiştir. Bu durum yine Hayyâm’dan tercüme olan,

Böyledir âdet-i dîrînesi zâlim dehrinDüşme fersûde hayâtın gamına derdine dilÇekme âlâmını beyhûde yere varla yokunOlan oldu olacaksa daha meydânda değil

söyleyişine bağlıdır. Türk edebiyatında tuyuğ denince akla önce Kadı Burhaneddin gelir, an-cak Nesîmî ile birlikte her iki şairin aynı dönemlerde tuyuğlar yazdıkları gözden uzak tutul-mamalıdır. Nesîmî kendi devrinin şairlerinden Ahmedî ile aynı söyleyişte şiirler de yazar ve bu şiirler Ahmed-i Dâî’ye kadar gelir. Böylece nazire edebiyatımızın başlarında yer alır.

Zülfüni anber-feşân itmek dilersin itmegilGaret-i dîn kasd-ı cân itmek dilersin itmegil

beytiyle başlayan gazeli buna örnektir.Türk edebiyatında Ahmedî, Nesîmî, Ahmed Paşa, Fatih (Avnî), Fuzûlî, Kanunî

(Muhibbî), Bâkî, Usûlî, Penâhî, Bağdatlı Rûhî, Nedîm ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya ka-dar çok sayıda şair üzerinde Nesîmî’nin etkisini görmek mümkündür. Kanunî, Nesîmî’nin,

Nigârum dilberüm yârüm enîsüm mûnisüm cânumRefîküm hem-demüm ömrüm revânum derde dermânum

matlaıyla başlayan gazelini,

Celîs-i halvetüm varum habîbüm mâh-ı tâbânumEnîsüm mahremüm varum güzeller şâhı sultânum

şeklinde başlayan gazelle tanzir etmiştir. Türk edebiyatını sadece kendi devri ile değil, bütün zamanları ile yaşadığı asra kadar

inceden inceye gözlemleyen ve bütün şairleri süzgeçten geçirircesine birbirleri ile karşılaş-tıran, Türk edebiyatının büyük şairi Ali Şir Nevâî de Nesîmî’yi bütün şairlerden üstün gö-rür. Nevâî, Nesîmî’nin ârif bir şair olduğu belirtir ve zâhir ehlince şiirleri anlaşılamadığın-dan sonunun kötü bir şekilde bittiğine de hayıflanır (Karaağaç, 1997: XVI). Ayrıca Türk-men şairi Andelîb (öl. 1780) ve Çağatay-Özbek şairi Esîrî’nin (öl. 1916) Nesîmî hakkında önemli manzumeleri vardır. Bundan da anlaşıldığı gibi, Türk edebiyatında daha sonra ge-len şairlerin pek çoğu üzerinde Nesîmî’nin etkili olduğu görülür.

Eserleri: Nesîmî’nin bilinen eserleri, Türkçe ve Farsça Divanları ile Hurufîlikle ilgili olan Mukaddimetü’l-Hakâyık’tır.

Türkçe Divan: Divan’ın bilinen en eski nüshası 1469 tarihlidir. Divan’ın 1524 tarihli Kahire nüshasındaki bazı gazellerinde Hüseynî mahlasını kullandığı görülür. Farsça şiirleri bazı yaz-malarda Türkçe şiirlerinin arasında yer almıştır. Çeşitli baskıları bulunan Nesîmî Divanı’nın İstanbul’da yapılan baskıları eksik ve yanlıştır. Türkçe Divan’ın en iyi baskısı, Selman Müm-taz Bey tarafından 1926’da yapılmıştır. Divan’ın son yayımını Hüseyin Ayan yapmıştır (2002).

Farsça Divan: Bu divanda yer alan şiirler, sayı bakımından Türkçe Divan’a göre daha azdır. Nesîmî, Türkçe Divan’ı kadar çok okunan ve sevilen Farsça Divan’ında da Hurûfî inancını konu alan şiirler yazmıştır. Mesnevî, gazel, tercî’-i bend, müstezâd, rüba’î ve kıt’a nazım şekliyle yazılmış şiirlerin bulunduğu divandaki mesneviler, Türkçe mesneviler gibi uzun değildir. Nesîmî, Türkçe Divan’ında olduğu gibi Farsça Divan’ını da tamamlayama-mış, 32 harfli Fars alfabesinden yalnız 14’ü ile kafiyeli şiirler yazabilmiştir.

Page 18: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı12

Mukaddimetü’l-Hakâyık: Nesîmî, Fazlullah-ı Hurûfî’nin Câvidân-nâme’sini esas ala-rak yazdığı bu Türkçe mensur eserde, çeşitli dinî konuları harflerle (Hurûfîliğe göre) açık-lamaktadır. Bu eserde, Kur’an’daki hurûf-ı mukata’a, abdest, ezan, ikâmet, zekât, oruç, hac, ana babaya iyilik, îmân-ı yakîn gibi konularla ilgili, harflerle rakamlar arasında bağlantı-lar kurularak yorumlar yapılır. Eserin nüshaları, dil bakımından XIV. yüzyıl özelliği taşır ve üslup itibariyle tercüme bir eser görünümü sergiler.

Nesîmî’nin bir gazeli fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün

1. İy dirîgâ kim cihânda yâr ile hemdem-durur Hûblarun fikrinden özge kim bana hemdem-durur

2. İy güneş yüzlü habîb şâd kılgıl sen beni Kim firâkundan bu cân u dil garîk-ı gam-durur

3. Ger inanmazsan ki gamzen yakdı gönlüm şehrini Ben bu feryâdum nedendür dîde kandan nem-durur

4. Va’deyi koy iy gönül gel hoş görelüm bu demi Dünkü geçdi danla gâyet bes bu dem hoş dem-durur

5. Zâhidün mihrâb içinde zikr ü tâ’atdur işi Âşıkun mahbûb öninde çeng ü zîr ü bem-durur

6. Ger disem vardur cihânda sensin iy gönlüm alan Dil senündür cân senündür ten benüm bes nem-durur

7. Bir nazar kılgıl Nesîmî hâline gör kim neçe Sözleri feryâd u nâliş gözleri zemzem-durur

Nesîmî’den tuyuğlar I

Dalmışam şol bahra kim pâyânı yohDüşmişem şol rence kim hüsrânı yohGörmişem şol bedri kim noksânı yohBulmışam şol genci kim vîrânı yoh

IIBî-vefâ dünyâdan usandı gönülYok didi dünyâyı yok sandı gönülDüşdi ışkın odına yandı gönülVahdetün kand-âbına kandı gönül

Sultan Ahmed b. Veys XIV. yüzyılda Azerî sahasında yetişen şairlerden biri de Ahmed b. Veys’tir. Irak’ta İlhanlı-lardan sonra hüküm süren Türk sülalesi Celâyirlilere mensup olan Sultan Ahmed b. Veys, şair ve sanatkâr bir hükümdardır (1382-1410). Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmış olan Sultan Ahmed’in Mecmu’atü’n-Nezâir’de bir gazeli bulunmaktadır. Sultan Ahmed’in bu gazelinden usta bir şair olduğu ve Bağdad’da Celâyirlilerin sarayında Türkçenin edebî dil olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Şairin yedi Farsça divandan oluşan bir külliyatı bu-lunmaktadır. Bu külliyatta yer alan ilk dört divanı üzerine Sadık Armutlu doktora (Erzu-rum, 1990), beşincisi üzerine ise Nimet Yıldırım yüksek lisans tezi (İstanbul, 1991) hazır-lamıştır. Veyis Değirmençay ise altıncı (Erzurum, 2000) ve yedinci divanları yayımlamış-tır (Erzurum, 2001).

Hurûf-ı mukata’a: Kur’an’da yirmi dokuz surenin başında yer alan ve telaffuz edilen harflere verilen isim; surelerin başında yer alan elif, lam, mim gibi ayrılmış, münferit harfler.

Page 19: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 13

Ahmed b. Veys’in bir gazelifâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün1. Kim ola dün gün işinde fikr ü tedbîr eylemez

N’eylesün tedbîr-i bende çün ki takdîr eylemez2. Hayr u şer nakkâşı bî-çûn yazdı bir levh-i cebîn

Âdem oğlı cehd idüp o1 nakşı tağyîr eylemez 3. Âyet-i “nahnu kasemnâ” ma’nisin her kim bilür

Yef ’alu’llâh mâ yeşâ bu sırrı tefsîr eylemez 4. Her kime oldı müyesser künc-i genc-i ma’rifet

Pâdişâh-ı vakt olupdur hizmet-i mîr eylemez 5. Her kimün kim aklı vardur o1 bilür hâli nedür

Bu güni tanlaya koyup anı te’hîr eylemez 6. Ârif oldur hâliyâ işbu ölümlü dünyede

Şâhid ü şem’ ü şarâb u sâzı taksîr eylemez 7. Defter-i ömri hisâbı âhir oldı câhilün

Bed-ameldür cüz gam-ı bîhûde tevfîr eylemez 8. Dem geçürdi merdüm-i dil-haste-i çeşmüm benüm

Cüz sirişk-i lâle-gûn der-nâme tahrîr eylemez 9. Kumrı vü bülbül okır Hak zikrini her dem velî

Ahmed ibni Veys okur bu sözi takdîr eylemez

XIV. yüzyılda Azerî Türkçesiyle şiirler yazan şairler ve bunların eserleri hakkında kısa bil-gi veriniz.

XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI TÜRK EDEBİYATI

Beylikler Döneminde Edebî DurumAnadolu Selçuklu Devleti’nin XIII. yüzyılın ortalarından itibaren giderek zayıflaması ve yüzyılın sonlarına doğru yıkılması üzerine Anadolu’da beyliklerin kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır. XIII. yüzyılın sonları ile XIV. yüzyılın başlarında Anadolu’da kuru-lan beyliklerin bazıları şunlardır: Karamanoğulları Beyliği (Konya), Eşrefoğulları Beyliği (Beyşehir), Hamid oğulları Beyliği (Eğridir), Menteşeoğulları Beyliği (Milas, Muğla, Köy-ceğiz), Germiyanoğulları Beyliği (Kütahya), Sahipataoğulları Beyliği (Afyonkarahisar), Ay dınoğulları Beyliği (İzmir ve Aydın çevresi), Saruhanoğulları Beyliği (Manisa), Karesi-oğulları Beyliği (Balıkesir ve Çanakkale çevresi), Candar (İsfendiyar oğulları) Beyliği (Kas-tamonu), Pervâneoğulları Beyliği (Sinop), Osmanoğulları (Söğüt).

Karaman Bey’in oğlu Mehmed Bey, 1277’de Konya’yı aldığı zaman Farsçaya karşı gös-terilen ilgiyi doğru bulmamış; Selçuklu Devleti divanında alınan kararı okuyarak devlet işlerinde, sarayda, çarşı ve pazarda Türkçeden başka dil kullanılmamasını ilan etmiştir.

XIII. yüzyılın sonlarında kurulan Osmanoğulları Beyliği, XIV. yüzyılda bir yandan Bi-zans topraklarını alıp Balkanlara geçmiş, öte yandan diğer beylikleri ortadan kaldırarak Anadolu’da hâkim duruma gelmiştir. Böylece geleceğin Osmanlı İmparatorluğu’na dönü-şecek olan devlet, daha kuruluş dönemlerinden itibaren hızla genişlemeye başlamıştır.

Osmanlı Devleti’nin gelişip büyümesi XIV. yüzyıl boyunca devam eder. Bu yüzyılda devlet sınırları, doğuda Trabzon Rum İmparatorluğu ile Timur Devleti’ne, güneydoğuda Memlûk (Kölemen) Devleti’ne dayanır. Batıda ise Eflak Prensliği ile Sırp Krallığı’nı da içi-ne alan bir genişliğe ulaşır. Osmanlılara katılmayan beylikler ise, genellikle itaatkâr bir du-rum sergilemişlerdir. Anadolu’da ve Rumeli’de elde edilen topraklara sistemli bir şekilde Türklerin yerleşmesi sağlanır. Böylece Türkçenin konuşulduğu alan da genişler.

2

Page 20: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı14

XIII. yüzyılda Anadolu’da yerleşen tasavvuf, XIV. yüzyılda Mevlevîlik, Âhilik, Babaîlik, Hurûfîlik gibi inanç ve tarikatların mensupları arasında gelişerek devam etmiştir. Sultan Veled’in sistemleştirdiği Mevlevîlik, Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi (öl. 1319)’nin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde açtığı tekkeler ve Türk beylerinin de tarikata girmelerini sağlamasıyla XIV. yüzyılda hızla yayılmıştır. Başka tarikat mensuplarının da Mevlânâ’ya saygı duymalarından dolayı Mevlevîlik büyük ilgi görmüştür. Bu yüzyılda Mevlevîliğin yanında Âhilik ve Fütüvvet teşkilatının da özellikle toplum hayatında düzenin sağlanma-sında ve ticaret hayatının düzenlenmesinde büyük rolü olmuştur.

XIV. yüzyılda yaşanan siyasî olaylara bağlı olarak Türk edebiyatında da önemli geliş-meler görülür. Bu dönemde, Anadolu beylerinin Türkçeye ve Türkçe eserlere değer ver-melerinin yanında şairlerin tasavvufî inançları halka ulaştırabilmek için Türkçe yazmak zorunda kalmalarından dolayı manzum ve mensur çok sayıda Türkçe eser yazılmıştır.

Arapça ve Farsça bilmeyen Türk beyleri, çevrelerinde toplayıp korudukları şair ve ya-zarları, Türkçe eserler vermeye, çeviriler yapmaya teşvik etmişlerdir. Bunun sonucunda çok okunan Kur’an surelerinin açıklamalı çevirileri yapılmış; peygamber kıssaları, velile-rin menkıbeleri, nasihatnâmeler vb. konularda tanınmış Arapça ve Farsça eserler Türk-çeye çevrilmiş, tıp, baytarlık, avcılık, kıymetli taşların özellikleri ve rüya tabirleri gibi çe-şitli konulara ait günlük hayatta ihtiyaç duyulan eserlerin çevirileri yapılmış, telif eserler meydana getirilmiştir. Bu dönemde yazılan eserlerde Arapça, Farsça kelime ve terkipler bulunsa da bunların Türkçeye göre oranı çok azdır. Şair ve yazarlar, beylerin de istekleri doğrultusunda sade bir dil kullanmışlardır. Bu dönemde dinî, destanî, manzum ve men-sur eserler, Hz. Muhammed’in mucizelerini konu alan çoğu manzum hikâyeler, tasavvufî ve romantik mesneviler, divanlar, Kelile ve Dimne, Marzuban-nâme gibi öğretici hayvan hikâyeleri ile Kabus-nâme gibi nasihat kitaplarında olduğu üzere çeşitli tür ve konularda yazılmış eserlerde Türkçe iyice işlenmiş, böylelikle edebî dil olarak Farsçanın ve Arapça-nın önüne geçmiştir.

XIII. yüzyılda Anadolu’daki fikir ve sanat merkezi olan Konya, XIV. yüzyılda da bu özelliğini devam ettirir. XIV. yüzyılın ikinci yarısında Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın şair ve yazarlara verdiği değer Kütahya’yı bir kültür merkezi haline getirmiştir. Ahmedî, Şeyhoğlu Mustafa, Ahmed-i Dâî (öl. 1421) gibi şairler, onun kurduğu meclislerin ortaya çıkardığı şair ve yazarlardır. XIV. yüzyılda çeşitli Anadolu beyliklerinde yazıldığı bilinen Türkçe eserlerin bir kısmı şunlardır:

Germiyanoğullar Beyliği: Mehmed Bey oğlu Süleyman Şah’ın emriyle Kâbus-nâme ve Marzuban-nâme Türkçeye çevrilmiştir.

Menteşeoğulları Beyliği: Menteşe emiri Mehmed Bey’in oğlu Mahmud Çelebi adına avcılığa dair Bâz-nâme isminde Farsçadan Türkçeye çevrilmiş eser ile İlyas Bey adına ya-zılmış tıpla ilgili İlyasiyye isimli bir kitap bulun maktadır.

İnançoğulları (Denizli-Lâdik) Beyliği: Murad Arslan Bey adına yazılmış Fâtiha ve İhlâs Tefsirleri ile Murad Arslan Bey oğlu İshak Bey adına yazılmış bir Tebâreke Tefsiri vardır.

Aydınoğulları Beyliği: Aydınoğulları’nın da şairlere gösterdiği yakınlığı ayrıca belirt-mek gerekir. Hoca Mesud başta olmak üzere Hüsrev ü Şîrîn adlı eseri Nizâmî’den Anadolu sahasında ilk tercüme eden Fahrî ile Ahmedî bu bölgede yetişen şairlerin başında gelirler. Ayrıca Arapça Ârâyisü’l-Mecâlis adlı peygamberler tarihi ile Kitâb-ı Tuhfe-i Mübârizî isimli tıp kitabı ve Farsça Tezkiretü’l-Evliyâ adlı kitaplar Mehmed Bey adına Türkçeye çevrilmiştir.

Kul Mesud, Aydınoğlu Umur Bey’in (1340-1348) emriyle Kelile ve Dimne’yi 1360’da Türkçeye çevirmiştir. Celâleddîn Hızır (Hacı Paşa) da Şifâü’l-Eskâm ve Devâü’l-A’lâm isimli tıpla ilgili eserini Aydınoğlu İsa Bey adına yazmıştır. Ayrıca İshak bin Murad’ın Edviye-i Müfrede’si ile İbn-i Baytar’ın Kitâbü’l-Câmi’ fi’l-Edviyetü’l-Müfrede adlı eserinin bilinmeyen bir şahıs tarafından Müfredât-ı İbn-i Baytar Tercümesi adıyla yapılan çevirisi

Page 21: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 15

de Umur Bey adına sade bir Türkçe ile yazılan bilimsel eserlerdir. İshak b. Murad tarafın-dan 1376-77 tarihinde kaleme alınan ed-Dürretü’l-Mudiyye fi’l-Lugati’t-Türkiyye, bu yüz-yılda Oğuz Türkçesinin grameri hakkında yazılmış en eski kaynaklardan biridir. Arapça-nın gramerini öğretmek amacıyla yazılan eserde, Türkçe kelimelere, cümle örneklerine ve dönemin gramer yapısıyla ilgili bilgilere de yer verilmiştir. Anadolu merkezli Batı Türkçe-sinin ilk sözlüklerinden biri olan bu eser, içerisinde bazı nadir Türkçe kelimeler bulundu-ğu için oldukça önemlidir.

Saruhanoğulları Beyliği: Nâsır-ı Tûsî’nin Bah-nâme-i Şâhî isimli eseri Sultan Yakub bin Devlet adına Türkçeye tercüme edilmiştir.

Candar (İsfendiyaroğulları) Beyliği: Cevâhirü’l-Esdâf isimli Kur’an tefsiri, İsfendiyar Bey’in emriyle oğlu İbrahim Bey’in okuması için yazılmıştır. Celâlüddîn Bayezid adına 1362’de Maktel-i Hüseyin tercüme edilmiştir.

Kadı Burhaneddin Ahmed ise hem bir hükümdar hem de divan sahibi bir şair olarak ilmi ve şiiri gönlünde hisseder ve Türk edebiyatında XVI. yüzyıla kadar gelen zamanda en büyük divanı yazar.

XIV. yüzyılda en fazla eser, Osmanoğulları sahasında yazılmıştır. Osmanlı sarayının ve saray hayatının edebî bir merkez haline gelmesi, Orhan Bey zamanında kurulan ilk Os-manlı medresesi ile başlar ve Yıldırım Bayezid devrinde oluşumunu tamamlar. Bundan dolayı da Yıldırım Bayezid devrinden itibaren Anadolu’da Türkçe yazılan edebî eserlerin sayısında birdenbire ortaya çıkan bir artış göze çarpar.

Osmanlı Devleti’nde şair ve yazarları etrafına toplayan, meclisler kuran ilk şahıs Yıldı-rım Bayezid’in en büyük oğlu Emir Süleyman’dır (öl. 1411). Türk şiiri, Emir Süleyman sa-yesinde büyük mesafe katetmiştir. Onun şairlere gösterdiği yakınlık ve sıcaklık bu devir-de başka bir idareci tarafından gösterilmemiştir. Mehmed, 1398 yılında yazdığı 8702 bey-ti bulan Işk-nâme adlı mesnevisini bu şehzadeye sunmuştur.

Emir Süleyman Ankara savaşından sonra devletteki idarî boşluğu da dolduran şeh-zadedir. Onun 1411 yılında Edirne civarında ölümü, etrafındaki şairleri yasa boğmuş Ahmedî ve Ahmed-i Dâî gibi şairler Emir Süleyman için ağlamışlar ve ona mersiyeler yaz-mışlardır. Bu açıdan bakılınca Türk mersiye edebiyatının da başında Emir Süleyman ile ona candan bağlı olan bu şairleri görürüz. XIV. yüzyılda Türkçenin resmî, ilmî ve edebî dil olma yolunda Arapça ve Farsça ile mücadelesi devam eder. Türkçe, I. Murad devrinden iti-baren devlet dili olarak ağırlık kazanır. Bu yüzyıl Anadolu şairleri üzerinde İran şairlerin-den Firdevsî’nin, Nizâmî’nin, Sa’dî’nin, Ferîdüddîn-i Attâr’ın, Selmân-ı Sâvecî’nin, Kemâl-i Hûcendî’nin ve eserlerini Farsça yazan Türk şair Mevlânâ’nın büyük etkileri olduğu gibi bu dönemde, Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eserler büyük ilgi görürler.

XIV. yüzyılda beylikler döneminde edebî durum hakkında kısa bilgi veriniz.

XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatının Genel Özellikleri Türk edebiyatı XIV. yüzyılda bir önceki yüzyıla göre daha çok gelişmiş, bu dönemde ya-zar ve şair sayısı artmış, manzum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır. Türkçe, bu yüz-yılda saray ve ordunun yanı sıra yüksek memurların da dili olmuş ve Anadolu’da edebi-yat dili hâline gelmiştir.

XIII. yüzyılda doğan ve yetişen ancak, asıl verimli zamanlarını XIV. yüzyılın başların-da geçiren Yunus Emre (d. 1240-1), Gülşehrî (d. 1240) ve Âşık Paşa (d. 1272) Türk edebi-yatının büyük şairleridir. Türkçe eser vermeyi şuurlu bir şekilde isteyen ve bunu gerçek-leştirmeye çalışan bu şâirler, Anadolu’da bir millî edebiyat çağının açılmasını sağlamışlar-dır. Bu şairler içinde ilk Türkçe eser veren Yunus Emre’dir. Mevlânâ, Ahmed Fakîh, Sul-tan Veled ve Hoca Dehhânî gibi XIII. yüzyıl şairleri ise yazmış oldukları az sayıdaki Türk-

3

Page 22: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı16

çe şiirlerle bunlardan önce bir hazırlık devresini ortaya koymuşlardır. Yunus Emre’nin ise hem bu dönem şairleri hem de daha sonra gelen şairler üzerinde açık ve belirgin bir etki-si görülür.

XIV. yüzyılda Anadolu’da, Karahanlı dönemi edebiyatı ile Arap ve Fars edebiyatları-na bağlı ve bu edebiyatlardan faydalanılarak eserler yazıldığı görülür. Karahanlı dönemi eserlerini örnek alanların başında Âşık Paşa ile Yunus Emre gelir. Yusuf Has Hâcib’den et-kilenen Âşık Paşa, Garib-nâme’yi yazarken Kutadgu Bilig’ten önemli ölçüde faydalanmış-tır. Her iki eserin ortak yanlarından biri de gözleme dayanmalarıdır. Ayrıca Âşık Paşa, Garib-nâme’de hikmete yer vermesinden dolayı Türk edebiyatında hikemî şiirin başın-da yer alır. Yunus, hem Ahmed-i Yesevî’ye hem Yusuf Has Hâcib’e bağlıdır. Bu grupta yer alan öteki şair ve yazarlar ise Kadı Burhaneddin ile edebiyatımızda ilk menkıbe yazan El-van Çelebi’dir.

Gülşehrî ve Hoca Mesud, Fars edebiyatının etkisinde eser verirler. Ancak edebiyatı-mızda ilk manzum hikâye yazan Gülşehrî’nin yerli özelliği de vardır. Bazı hikâyelerinde Fars edebiyatının mübalağalarına da yer veren ve alaylı bir dil kullanan Gülşehrî, ede-biyatımızda İran kahramanlarına en geniş şekilde yer veren ilk şairdir. O, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden hikâyeler tercüme ve şerh etmekle hem Mesnevî hikâyelerinin ilk çeviricisi ve Türk şerh edebiyatının öncüsü, hem de Türk tercüme edebiyatının ilk temsilcisi olmuş-tur. Hoca Mesud da, Süheyl ü Nevbahâr ve Ferheng-nâme-i Sa’dî adlı eserleri ile Gülşehrî’yi takip etmiştir. Kutb ve Fahrî ise, biri doğuda biri batıda Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn adlı eserini tercüme eden şairlerdir. Eserlerinde Fars edebiyatının etkisi görülen Ahmedî, kıs-men de olsa Arap edebiyatından yararlanmıştır. Ancak asıl Arap edebiyatına yönelen şair ve yazarımız ise, Erzurumlu Mustafa Darîr’dir. Yûsuf u Zelîhâ adlı mesnevisi, Sîretü’n-Nebî adındaki büyük siyeri ve Yüz Hadis Tercümesi Arap edebiyatı kaynaklı eserleridir.

XIV. yüzyılda Anadolu’da gazel ve kaside nazım şeklinde bir gelişme vardır, ancak mes-nevi nazım şekli daha çok ilgi görmüştür. Bu yüzyılda, telif ve tercüme din dışı (lâ-dîni, profan) eserlerde XIII. yüzyıla göre büyük bir gelişme görülse de, dinî-tasavvufî eserler daha fazladır. Bu tür eserlerden Mantıku’t-Tayr ve Garib-nâme, hem yazıldıkları yüzyılda hem de daha sonraki dönemlerde yazılan eserlerin en hacimli örnekleridir. Daha sonraki dönemlerde dinî-tasavvufî çok sayıda mesnevi yazılmış olsa da tasavvufu anlatan bu bü-yüklükte başka eser yazılmamıştır. Bir süre sonra bu tür mesnevilere Yûsuf u Züleyhâ, Sü-heyl ü Nevbahâr, Hüsrev ü Şîrîn, Cemşîd ü Hurşîd ve Hurşîd-nâme gibi romantik eserler de eklenecektir. Ayrıca bu yüzyılda yazılan eserler arasında yer alan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-ı Ejderha, Dâstân-ı Kesikbaş gibi peygamber mucizeleri ile ilgili dinî hikâyeler halk arasında büyük ilgi görmüş ve çok okunmuştur. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi XIV. yüzyıl-da yeni bir şekil, yeni bir heyecan ve ruhla meydana getirilen eserlerin çoğunu, dinî-ahlâkî mesneviler oluşturur. Bu eserlerin büyük bir kısmının Anadolu insanını âdeta yeniden yoğurup şekillendiren çalışmalar olduğu görülmektedir. Bu yüzyılda Rumelinin fethi sı-rasında Türkler arasında hakim olan din ve kahramanlık hisleri, -Anadolu’nun fethedil-diği dönemlerde olduğu gibi- dinî-tasavvufî eserlerin yazılmasına ve çoğalmasına zemin hazırlamıştır.

XIV. yüzyıl şairleri Türkçeyi ustaca kullanırlar. Hemen hepsi, açık ve anlaşılır bir Türk-çe ile yazarlar. Ancak bu yüzyılda yaygın olarak görülen tercümeciliğin de etkisiyle Türk-çeye yabancı kelimeler ile bazı yabancı dilbilgisi kuralları girmiştir. Yüzyılın sonlarına doğru daha da artan bu eğilim sebebiyle dilde dikkati çeken bir bozulma görülür. Eser-lerinde Arapça ve Farsça tamlamaları ölçülü ve az kullanan bu yüzyıl şairleri, şiirlerin-de iktibaslara da yer vermişlerdir. Nesîmî, en çok iktibas (=alıntı) yapan ancak, iktibasları Türkçe ile en iyi şekilde kaynaştırabilen ve okuyucuya bu durumu fark ettirmeyen usta bir şairdir. Âşık Paşa ise özellikle eserinin bab (=bölüm) başlıklarını Kur’an-ı Kerim’den aldı-

Page 23: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 17

ğı ayetlere ayırır. Anlattıkları bir noktada âyetlerin tefsiri gibi günlük hayata yönelik olan Âşık Paşa, tabiatı, hadiseleri ve varlıkları gözlemleyerek şiire aktaran şairdir.

XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI I

Yunus Emre Yunus Emre’nin hayatına ait kesin bilgiler çok azdır. Onun doğduğu, yaşadığı yer ve hayatı hakkında söylenen menkıbeler ile çeşitli yerlerde onun için yapılmış makamlar ve mezar-lar, bu büyük şairin mezarının bulunduğu yeri de belirsiz hale getirmiştir. Kendi kurduğu Yunus mektebine mensup şairlerin şiirlerinin onunkilere karışması da Yunus’un kimliği-nin belirlenmesinde karı şıklıklara sebep olmuştur. Yunus Emre’den sonra yaşayan Miskîn Yunus, Âşık Yunus, Dervîş Yunus gibi daha başka adlarla anılan veya Yunus adını taşı-yan şairler onun hayatı gibi şiirlerini de gölgelemiştir.

Yunus Emre, eserlerindeki bilgilere göre Anadolu’da birçok yeri gezmiş, Halep’e, Şam’a, “yukarı iller” dediği Azerbaycan’a kadar gitmiş, Konya’da Mevlânâ’nın meclisinde bulun-muştur. O, şiirlerinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Ahmed Fakîh, Saltuk, Barak, Tapduk Emre ve Molla Kasım’dan bahseder. Saltuk ve Barak hariç bunların hepsi XIII. ve XIV. yüzyıl-da yaşayan kimselerdir. Yunus Emre, Adnan Sadık Erzi’nin Bayezid Devlet Kütüphanesi’nde bulunan bir mecmuada tespit ettiği bilgilere göre, h. 720/m. 1320 tarihinde 82 yaşında öl-müştür. Bu duruma göre, 1240 yıllarında II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında doğduğu tahmin edilen Yunus Emre, yaşlılık yıllarını son Selçuklu sultanı V. Kılıçarslan (1310-1318) ile Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey (1300-1322) zamanında geçirmiştir.

XV. yüzyılda yazıya geçirilen Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde, XVI. yüzyılda ya-zılan Taşköprülüzade’nin Şakâyık-ı Nu’maniyye’sinde ve Lâmi’î’nin Nefehatu’l-Üns’ünde Yunus Emre’nin, Tapduk’un dervişi olduğu, uzun yıllar şeyhine hizmet ettikten sonra Sa-karya havzasında bulunan Sarıköy’de yaptırdığı zaviyesinde bir süre halkı irşat ettikten sonra öldüğü ifade edilir.

Hacı Bektaş-ı Velî Velâyet-nâmesi’nde Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre Bektaşî ola-rak gösterilir. Ancak Yunus Emre, şiirlerinde Tapduk Emre’ye bağlılığını sık sık belirttiği, Mevlânâ’nın, Ahmed Fakîh’in, Seyyid Necmüddîn, Geyikli Hasan vb. şahısların adlarını andığı halde Hacı Bektaş-ı Velî’den hiç söz etmemiştir. Yunus’un şiirlerinde Bektaşî oldu-ğunu gösteren herhangi bir unsur da bulunmaktadır.

Yunus Emre ile ilgili çalışma yapanların da onun doğduğu ve yaşadığı yer konusunda farklı görüşleri bulunmaktadır. Cahit Öztelli ve İbrahim Hakkı Konyalı Yunus Emre’nin Karamanlı olduğu, Fuad Köprülü ise Sivrihisar yöresinde veya Bolu’ya ait Sakarya suyu çevresindeki köylerden birinde yetiştiği, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk Kadri Timurtaş ise şairin Sarıköy’de yaşadığı ve orada vefat ettiği görüşündedir. Şahabeddin Tekindağ’ın ileri sürdüğü dördüncü bir görüşe göre, Yunus’un Konya ile Kayseri arasındaki iller-den birinde yaşamış olma ihtimali vardır. Biz de, eldeki verilerin ve menkıbelerin ışığın-da Yunus’un Aksaray ve Kırşehir illerine yakın bir yerden olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Hacı Bektaş’ın bulunduğu Suluca Karahöyük ve Tapduk Emre’nin yattığı yer buralardadır. Yunus’u da bu yerlerde aramak gerekir. Ayrıca Türkçenin o devirde Yunus hayatta iken ya-zılan büyük eserleri olan Mantıku’t-Tayr ve Garib-nâme de bu bölgede yazılmış eserlerdir.

Yunus Emre, adı ve şöhreti Türk halkı arasında çok yaygın bir şairdir ve onun şiirle-ri bugün bile sevilerek okunmaktadır. Mevlânâ’nın onun için, “ilâhî konaklardan geçer-ken her çıktığım menzilde Yunus’un izini gördüm” demesi şairin halk arasındaki değerini göstermesi bakımından önemlidir. Eğirdir, Bursa, Keçiborlu, Emre Köyü, Aksaray, Kara-man ve Erzurum’un Dutçu köyü gibi Anadolu’nun pek çok yerinde onun adına makamlar (=anıt-mezarlar) yapılmış, başka Yunus’lara ait olan mezarlar da bu şaire ait kabul edilmiştir.

Page 24: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı18

Yunus Emre’nin eserlerine göre, Arapçayı ve Farsçayı bildiği, dört kitabı (Tevrat, Ze-bur, İncil, Kur’an) okuduğu, ayetlerden, hadislerden iktibaslar yapacak derecede sağlam bir İslamî kültüre sahip olduğu anlaşılmaktadır. O, Konya medreselerinde öğrenim görmüş, Ahmed Fakîh ve Mevlânâ gibi şahsiyetlerin bulunduğu meclis ve eğitim yerlerinde yetiş-miştir. Bu durumu aşağıdaki beyitlerinde görüldüğü gibi kendisi de açıkça belirtmiştir:

Mevlânâ Hudâvendigâr bize nazar kılalıAnun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır…Fakîh Ahmed Kutbuddîn Seyyid Sultân NecmüddînMevlânâ Celâlüddîn ol kutb-ı cihân kanı

Yunus Emre’nin Edebî Kişiliği ve EserleriEdebî Kişiliği: XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüzyılın başlarında yaşamış olan Yunus Emre, XIII. yüzyılda Anadolu’da gelişmeye başlayan tasavvufî halk edebiyatının en önem-li kaynağı ve temsilcisidir. Sonraki yüzyıllarda yetişen çok sayıda şair, Yunus Emre’den etkilenmiştir. XIV. yüzyılda Said Emre ile Kaygusuz Abdal’da, XV. yüzyılda Eşrefoğlu, XVI. yüzyılda Ümmî Sinan ve XVII. yüzyılda Niyâzî-i Mısrî gibi tanınmış birçok şairde Yunus’un etkisi açıkça görülür.

Şiirlerini aruz ve hece vezni ile yazan Yunus Emre, çoğu zaman aruz vezninin mısra ortasından ikiye bölünebilen kalıplarını kullanarak beyitlere dörtlük şeklinde yazılabil-me özelliği vermiş ve böylece şiirlerinde ahenk sağlamıştır. Aruzla yazdığı şiirlerinde bazı mısraların hece vezni ile yazıldığı görülür ki, bunlar Yunus Emre’nin halk şiirinin vezin ve ahengine aruzdan daha yakın olduğunu gösterir.

Yunus Emre, yaşadığı ilâhî aşkın heyecanını şiirlerinde terennüm eden bir derviş; şe-riata (=İslam’a) bağlı, tarikat yoluyla marifete ulaşmış, hakikatin nuru ile ruhunu arıtmış kâmil (=olgun) bir insandır. Duygu ve düşüncelerini sade ve samimî bir dille ifade edebi-len lirik bir şair olan Yunus, yaşadığı yüzyılda Türkçenin de ifade gücü yüksek bir dil oldu-ğunu başarıyla ortaya koymuştur. Yunus Emre, aradan geçen yüzlerce yıla rağmen canlılı-ğını ve güzelliğini kaybetmeyen şiirleriyle Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biridir.

Türk şiirine “nefes” adını veren Yunus’un şiirleri, okuyucuya birdenbire açılmayan, cezbeyle söylenmiş şiirler olup gönülleri, aniden parlayan bir ışık gibi aydınlatıp kaybolur.

Yunus Emre’nin şiirlerinde başta aşk olmak üzere, âşık ve halleri, gönül, gönlün içinde bulunduğu durumlar, gönül yıkmama, dünya ve dünya hayatı, hayatın geçiciliği, insanla-ra iyi gözle bakma, nefis, nefis terbiyesi, toplumda aksayan yönlerin eleştirisi, tevazu, sa-bır, cömertlik, zamanı iyi değerlendirme, gerçek sevgili için çalışma ve yaşama, ölmeden önce dünyada hesap verme ve ölüm gibi pek çok konu yer almıştır. Yunus, insanlara bu şekilde öğüt verirken Ahmed-i Yesevî’den, Süleyman Bakırganî’den, Edib Ahmed’den ve Yusuf Has Hacib’den faydalanır, onları özetleyip kendi dünyasına açılarak şiirlerini söyler.

Şiirlerinde büyük bir yer tutan aşk, ona göre bir varlığa sevgi duymaktır. Yunus’un aşkı, ilâhî (=gerçek) aşk, yani Allah aşkıdır. Gerçek âşık olmak için ise büyük fedakarlıklar yap-mak gerekir. Şiirlerinde Peygamber aşkı ve dostluğunu da dile getiren Yunus, aşağıda mat-la beyti verilen şiiri ile gazel tarzında na’t türünün de edebiyatımızdaki ilk temsilcisidir.

Işkun ile âşıklar yansun yâ Resûlallâhİçüp ışkın şarâbın kansun yâ Resûlallâh

Onda bitmez tükenmez bir bakış, çağlayan bir gönül ve o gönle bağlı olarak söyleyen bir dil vardır. Yunus’un anlamın kapalı olduğu bazı şiirleri, şathiye özelliği gösterir. Aslın-da Yunus’un anlaşılır gibi görülen çok sayıdaki şiirinde de aynı durum vardır.

Page 25: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 19

Şathiye: Anlamı kapalı, anlaşılması şerhe muhtaç şiir demektir. Zâhirde saçma görülen, fakat şerh ve tahlil edildiği zaman anlamlı olduğu anlaşılan manzumelere verilen isimdir. Yunus’un aşağıdaki iki beyiti alınan şiiri şathiyenin tanınmış örneklerindendir:

Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümiBostan issi kakıyup dir ne yirsin kozumı

Kerpiç koydum kazana poyraz-ıla kaynatdumNedür diyü sorana bandum virdüm özini

Türkçeyi gönül dili haline getiren şair, tasavvufu en ince şekilde anlatarak milletin ter-cümanı olur. Risâletü’n-Nushiyye’de ele aldığı konular Divan’ında da işlenir. Şairin Divan’ı, Risâletü’n-Nushiyye’nin geniş bir açılımı gibidir. Ancak Divan’ındaki dili çok incedir. O, düşüncelerini belli bir seviyede bulunan, kültürlü kimselere anlatır. Bunun için Risâletü’n-Nushiyye dışındaki şiirlerinde de peygamberlere, tanınmış mutasavvıflara, Attâr’ın ve Mevlânâ’nın eserlerindeki hikayelere yer yer telmihlere başvurur. Bu yönü ile edebiyatı-mızda telmihle anlatımda ön sırada yer alan ilk şair Yunus Emre’dir. Onunla aynı zamanda yaşayan şairlerden Gülşehrî ve Âşık Paşa da bu yönden Yunus’u takip ederler.

Eserleri: Risâletü’n-Nushiyye isimli ahlâkî bir mesnevisi ve Divan’ı olmak üzere iki ese-ri bulunan Yunus Emre, Türk edebiyatında hem Türkçe mesnevisi ve divanı olan ilk şair hem de Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında ilk Türkçe divan sahibi olan şairdir.

1. Risâletü’n-Nushiyye: Küçük bir öğüt kitabı olan bu eser, 1307’de yazılmış tasavvufî ve ahlâkî bir mesnevidir. Mesnevinin başında fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış on üç be-yitten meydana gelen bir manzumeden sonra kısa bir düz yazı yer alır. Bundan sonraki bölü-mü mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmış olan eser, yazma nüshaya göre 562, matbuya göre 623 beyittir. Risâletü’n-Nushiyye, divan yazmalarının ve baskılarının da başına konmuştur.

Risâletü’n-Nushiyye’nin,

Pâdişâhun hikmeti gör n’eylediOd u su toprag u yile söyledi

şeklindeki daha ilk beytinden itibaren eserde, yaratılışın aslı olan dört ana unsurdan bah-sedilir ve insan vücudu anlatılır. Sonra akıl, nefis, can ve gönüle yer verir. Yunus bu ese-rinde, iyi-kötü, akıl-nefis, cömetlik-cimrilik, sabır-acelecilik, doğruluk-eğrilik, alçak gönüllük-kibir gibi zıtlıkları ele alır ve böylece anlatımına bir çekicilik getirir. Yer yer iyi ve kötü hallerden bahsederek örnekler verir. Eserde iyiler aklın, kötüler de nefsin yardım-cıları ve askerleri olarak gösterilir. Yunus bu durumu baştan sona kadar paralel bir şekilde ele alıp anlatmıştır. Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye’de yer alan,

Cümleler toğrudur sen toğru isenToğrulık bulunmaz sen eğri isen

şeklindeki her zaman geçerli olan özdeyişini, asırlar ötesinden günümüze göndermiştir.Yunus Emre, bir öğüt kitabı olan Risâletü’n-Nushiyye’sinde bütün iyilikleri ve kötülük-

leri saymış, insanı yücelten ve alçaltan ne varsa anlatmış ve insan olmanın yolunu göster-miştir. Bunu yaparken peygamberlerin hayatlarından örnekler de vermiş, cimrilik, haset, kibir, öfke, gaflet, dünya sevgisi, kin, gıybet ve dedikodunun insanı felakete sürüklediği-ni belirterek bunların aşağılık ve insanı küçük düşüren şeyler olduğunu vurgulamıştır. İn-sanın yücelmesi için bunları terk edip kendini bilip tanıması gerekir. Eserini zıtlıkları ele alıp anlatarak çekici hale getiren Yunus, kibrin karşısına tevazuu (=alçakgönüllülük), nef-sin karşısına da aklı koyar.

Page 26: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı20

Yunus’un Risâletü’n-Nushiyye’de kullandığı dil, Divan’ındaki şiirlerine göre daha dur-gundur. Divan’ı gönle, bu eseri ise akla hitap eder. Divan’ındaki şiirlerinde daha çok coş-kunluk hâkimken Risâletü’n-Nushiyye’deki beyitleri canı ve gönlü ferahlatan sözler ola-rak karşımıza çıkar. Anlaşılırlık yönünden Risâletü’n-Nushiyye daha açıktır. Bu durum Divan’ındaki bazı şiirlerinde de görülür.

2. Divan: Yunus Emre’nin ikinci eseridir. Daha çok gönül coşkunluğu ile yazdığı cezbe şiirleri ile aklın ötesine geçen ve gönül dünyasına açılan manzumelerden meydana gelmiş-tir. Ona yakın nüshası bulunan Divan’ın bazı nüshaları ise, mecmualar arasındadır. Mil-let Kütüphanesi’ndeki nüsha, eldeki en iyi nüshadır.Yunus’u ilk keşfeden Fuad Köprülü, Divan’ını ilk yayımlayan ise, Burhan Ümit Toprak’tır (1933-34).

Âşık Paşa’dan ve Said Emre’den itibaren birçok şairin ve başka Yunus’ların şiirleri Yu-nus Emre’nin şiirleriyle karıştırıldığı için Divan’ındaki şiirlerin sayısı zamanla artmıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, üç cilt halinde yayımladığı Divan’da (I-II. cilt birlikte 1943’te, III. cilt 1948’de) yazmaları karşılaştırarak Yunus Emre’ye ait olanlar ile başka Yunus’ların şi-irlerini birbirinden ayırmıştır. Gölpınarlı’nın yayımladığı Divan’da Yunus Emre’ye ait 356 şiir vardır. Bu şiirlerin 287’si hece, 69’u da aruz vezniyle yazılmıştır. Bunlardan başka Ca-hit Öztelli (1971), Faruk K. Timurtaş (1980) ve Mustafa Tatçı (2005) gibi araştırmacılar da Yunus’un şiirlerini yayımlamışlardır. Her yayında şiir sayısında farklılık görülür. Faruk Ti-murtaş yayımladığı eserde 326 şiire yer verirken, Tatçı bu sayıyı 415’e çıkarmıştır.

Yunus Emre’den gazellerGazel I

1. Bir şâha kul olmak gerek hergiz ma’zul olmaz ola Bir işik yastanmak gerek kimse elden almaz ola

2. Bir kuş olup uçmak gerek bir kenara geçmek gerek Bir şerbetden içmek gerek içenler ayılmaz ola

3. Çevik bahrî olmak gerek bir denize talmak gerek Bir gevher çıkarmak gerek hîç sarraflar bilmez ola

4. Bir bagçaya girmek gerek hoş teferrüc kılmak gerek Bir güli yıylamak gerek hergiz ol gül solmaz ola

5. Kişi âşık olmak gerek ma’şûkayı bulmak gerek Işk odına yanmak gerek ayruk oda yanmak ola

6. Yûnus imdi var dek otur yüzüni hazrete götür Özün gibi bir er getür hîç cihâna gelmez ola

Gazel II1. Çıkdum erik dalına anda yidüm üzümi

Bostan issi kakıyup dir ne yirsin kozumı2. Kerpiç koydum kazana poyraz-ıla kaynatdum

Nedür diyü sorana bandum virdüm özini3. İplik virdüm çulhaya sarup yumak itmemiş

Becid becid ısmarlar gelsün alsun bezini4. Bir serçenün kanadın kırk katıra yükledüm

Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazanı5. Bir sinek bir kartalı salladı urdı yire

Yalan degül gerçekdür ben de gördüm tozını6. Bir küt ile güreşdüm elsüz ayagum aldı

Güreşüp basamadum köyindürdi özümi

Page 27: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 21

7. Kaf tagından bir taşı şöyle atdılar bana Öglelik yola düşdi bozayazdı yüzümi

8. Balık kavaga çıkmış zift turşusın yimege Leylek koduk togurmış baka şunun sözini

9. Gözsüze fısıldadum sagır sözüm işitmiş Dilsüz çagırup söyler dilümdeki sözümi

10. Bir öküz bogazladum kakıldum sere kodum Öküz issi geldi eydür bogazladun kazumı

11. Bundan da kurtılmadum n’idesini bilmedüm Bir çerçi geldi eydür kanı aldun gözgümi

12. Tospagaya sataşdum gözsüz sepek yoldaşı Sordum sefer kancaru Kayseri’ye azimi

13. Yûnus bir söz söyledün hiçbir söze benzemez Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzini

Gülşehrî Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan Gülşehrî, XIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIV. yüz-yılın ilk yarısında Kırşehir’de yaşamıştır. Felek-nâme ve Mantıku’t-Tayr adlı eserlerinde bazı bilgiler bulunsa da bunlar açık ve belirgin değildir. 1250 yıllarında doğduğu tahmin edilen şair, Felek-nâme ve Mantıku’t-Tayr adlı eserlerinde Gülşehrî mahlasını kullanır. Mantıku’t-Tayr’daki,

Aç Süleymân gözüni kim göresinŞâhidün bir dîv ü terkin urasın ...İy Süleymân şol kopuzun kılınıBur kim ögrenlüm bu kuşlar dilini

beyitlere göre şairin asıl adının Süleyman olduğu anlaşılmaktadır. Kırşehir’in Gülşehir kasabasından olduğu için kendisine Gülşehrî denilen ve burada

tekke sahibi bir şeyh olduğu bilinen şair, kendi eserinden anlaşıldığına göre, iyi bir eği-tim görmüştür. İslamî ve edebî bilgiler yanında fen bilimlerini de öğrenmiştir. Ayrıca ha-fız olduğunu Felek-nâme adlı eserinde ifade etmiştir. Geniş bir tasavvuf bilgisi bulunan Gülşehrî, XIII. yüzyılın sonlarında Sultan Veled’in isteği üzerine Kırşehir’de kurduğu tek-kede Mevlevî tarikatını tanıtıp yaymaya başlamıştır. Gülşehrî’nin ölüm tarihi de bilinme-mektedir ancak, son eseri Mantıku’t-Tayr’ı yazdığı 1317 tarihinden sonra vefat ettiğini söylemek mümkündür.

Gülşehrî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Gülşehrî, Türk edebiyatı Anadolu’da başladığı zaman, XIV. yüzyılın ilk ya-rısında Yunus Emre ve Âşık Paşa ile birlikte eser veren üç büyük şairden biridir. Sultan Ve-led gibi ilk eseri Felek-nâme’yi Farsça yazan Gülşehrî, Türk edebiyatında mahlas kullanan ve bunun endişesini taşıyan ilk şairdir.

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Gülşehrî üzerinde büyük tesiri vardır. Hatta ilk ese-ri olan Felek-nâmesi’ne ve daha sonra yazdığı Mantıku’t-Tayr’ına da Mesnevî’den hikâyeler almış, Mesnevî’nin bazı beyitlerini nazmen Türkçe tercüme etmiştir. Başta Şeh-nâme ol-mak üzere daha önce yazılmış eserleri gayet iyi bilen Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ında gö-rülen destan kahraman larının ve mitolojik şahsiyetlerin çoğu Şeh-nâme’den gelir.

Mantıku’t-Tayr adlı eserinde tercüme hikâyelerin yanında, Âhi Bişr hikâyesinde ol-duğu gibi kendisi de hikâyeler yazan Gülşehrî, bu bakımdan hem Türk edebiyatında ilk

Page 28: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı22

hikâye yazarı hem de Farsça eserlerden ilk hikâye tercüme eden şairdir. Türk edebiyatın-da Mesnevî hikâyelerinin ilk tercüme ve şerhini yapan da yine Gülşehrî’dir. Ancak o tercü-me ettiği hikâyeleri aynen tercüme etmeyip kendisi de ekleme ve çıkarmalar yapmak su-retiyle tasarruflarda bulunur.

Gülşehrî, eserlerinde yer alan hayvan hikâyelerinden dolayı Türk fabl edebiyatının Anadolu’daki ilk şair ve yazarıdır.

İlk kalem denemelerini ve ilk eserini Farsça yazan Gülşehrî, Mevlânâ’nın mülemma-ları, bir iki Türkçe gazeli ve Sultan Veled’in Türkçe şiirleri ile Türkçe yazmayı zımnen ima ve işaret etmelerinin yanında Türkçeye olan sevgi ve bağlılığından dolayı Mantıku’t-Tayr’ı ve başka şiirlerini Türkçe yazmış ve bununla da övünmüştür.

Ben bu Türkî defterin çün dürmeyemPârisîçesi-y-ile degşürmeyem

Kimse böyle tonlu söz söylemediKimse bundan yig kitâb eylemedi

Eserlerinde aklı rehber edinmeyi, doğru olmayı, doğruluktan ayrılmamayı öğütleyen, toplumda görülen sorunlarla da ilgilenen Gülşehrî kendisini âhilerden sayar ve o devir için önemli olan âhilik anlayışının aksayan yönlerini eleştirir. Kaynak Kabus-nâme bile olsa, Türkçede az çok âhilik hakkında bilgi veren ilk şair Gülşehrî’dir.

Gülşehrî’nin çekici bir anlatımı vardır. Özellikle nitelemeleri ve tasvirleri ile dikkat çe-ker. Ayrıca sorulu cevaplı ifadesi, üslubunun temelini oluşturur. Ancak bazı hikâyelerinde monologa ve diyaloğa da yer verir.

Kendine güvenen başarılı bir şair olan Gülşehrî’nin şöhret ve tesiri daha sonraki yüz-yıllarda da devam etmiştir. Şeyhoğlu Mustafa (öl. 1402’den sonra), XIV. yüzyıl Mevlevî şa-irlerinden İbrahim Big, Hatiboğlu, Pîr Mehmed (öl. 1461) ve Lârendeli Kemal Ümmî (öl. 1475) eserlerinde Gülşehrî’nin adını anmışlar, mısra ve beyitlerine yer vermişlerdir.

Gülşehrî’nin çeşitli beyitleri, çağdaşı olan veya sonraki dönemlerde yaşayan bazı şair-lerde benzer söyleyişle ya da anlam olarak yüzyıllar boyu devam eder. Yunus Emre, Âşık Paşa, Süleyman Çelebi, Şeyhoğlu Mustafa, Muhibbî, Şeyh Gâlib ve Ziya Paşa gibi şairlerin şiirlerinde Gülşehrî’nin söylediklerine benzer beyitlere rastlanır.

Eserleri: 1. Felek-nâme: Dinî konulu, tasavvufî tarafı ağır basan Farsça bir mesnevi olan Felek-nâme, 1301 yılında Gazan Han (öl. 1303) adına yazılmıştır. Gülşehrî, bu eserin-de, nereden geldik, nereye gidiyoruz? sorularından hareketle ruh ve onun yolculuğunu, Ke-lile ve Dimne, Mesnevî ve Kabus-nâme gibi eserlerden aldığı hikâyelerle açıklamaya çalış-mıştır. O bu soruların cevabını Kur’an’da aramış ve Kur’an ayetlerine birçok telmihte bu-lunmuştur. Aklın öne çıkarıldığı ve ahlâkî hususların da yer aldığı bu mesnevi, didaktik bir eserdir. Eserde Gazan Han’a uzun bir methiye vardır. Şair, Gazan Han’ı yeryüzünün gü-neşi, dünyanın ayı ve yedi iklim padişahı olarak tanımlar ve onu tarihî şahsiyetlerle denk tutar, bazen de üstün gösterir.

Felek-nâme konu bakımından Mantıku’t-Tayr ile benzerlik ve paralellik gösterir. An-cak, Felek-nâme’deki ruhun yerini Mantıku’t-Tayr’da hüdhüd al mıştır. Gülşehrî, Felek-nâme’de ölümle ilgili söylediklerinde Mevlânâ’yı iz lemiş ve yaptığı bazı tasvir ve konuları Felek-nâme’den Mantıku’t-Tayr’a aktarmıştır. Tek nüshası bulunan eser üzerinde ilk çalış-mayı Saadettin Kocatürk yapmıştır (Ankara 1982).

2. Mantıku’t-Tayr (Gülşen-nâme): Gülşehrî Gülşen-nâme adını da verdiği bu en bü-yük ve en önemli eserini, Farsça yazdığı Felek-nâme’den 16 sene sonra 1317’de kaleme al-mıştır. Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı, Attâr’ın aynı isimli eserinin ilk Türkçe tercümesi-dir. Dönemin mesnevilerinde yaygın olarak kullanılan fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniy-le yazılan eser, Attâr’ın eserinin aynen tercümesi değil, serbest ve ilâveli bir çevirisidir.

Page 29: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 23

Gülşehrî, bu eserinde Attâr’ın Esrâr-nâme’si, Mevlânâ’nın Mesnevî’siyle Kelile ve Dimne gibi farklı eserlerden çeşitli hikâyeler almak suretiyle kendine göre konuyu işleyip geniş-letmiştir. 4437 beyitten meydana gelen Mantıku’t-Tayr (Bkz. Yavuz, 2007); sîmurg, bül-bül, papağan, tavus, hüma, kaz, doğan, keklik ve baykuş gibi kuşlardan hareketle yazıl-mış tasavvufî ve temsilî (=alegorik) bir eserdir. Münazara tarzının yanında çeşitli vesile-lerle bilhassa hüdhüdün ağzından ve diğer hikâyelerde nasihat ve dinî uyarıların bulundu-ğu nasihat-nâme karakterini de taşır. Ayrıca tasavvufî merhale ve ıstılahları öğretmesiyle de tasavvufî-tâlimî bir manzumedir. Bu eserde 186 civarında hikâyeye yer veren Gülşehrî, Attâr’dan yedi, Mevlânâ’dan beş hikâye almıştır. Diğer hikâyeleri ise Esrâr-nâme, Kelile ve Dimne, Gülistân, Lema’ât, Kabus-nâme gibi eserlerden seçmiştir. Kendisi de hikâyeler yazan ve Attâr’ın anlattığı bir çok hikâyeyi eserine almayan Gülşehrî, böylece eserdeki asıl fikri işleyerek yeni ve özgün bir eser ortaya koymuştur. Şair ayrıca, kendi eseri olan Felek-nâme’de yer verdiği; Kelebekler ve Mum, Papağan ile Karga, Ördek yavruları ile Ta-vuk, Tilkinin Ferman Okuması ve Tavşanlar, Göz Doktoru ile Körün Hikâyesi, Hiçe Alma Hikâyesi gibi hikâyeleri Mantıku’t-Tayr’ında daha güzel bir şekilde işlemiştir. Felek-nâme Gülşehrî için bir deneme olmuş, Mantıku’t-Tayr’a geçince Türkçeye dönmüş ve daha ba-şarılı bir eser ortaya koymuştur.

Attâr’ın eserini Türkçeye çeviren Abdülbaki Gölpınarlı, Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı için; “Attâr tesiriyle ve Mantıku’t-Tayr mevzuunda yazılmış, tercüme olmayan, tamamiy-le ayrı bir kitaptır.” demektedir. Aynı yolu izleyen Ali Şir Nevâî de Lisânü’t-Tayr adlı eserini Attâr’a nazire olarak yazmıştır. Ali Şir Nevâî her ne kadar “terceme” kelimesini kullanıyorsa da, bu eseri olduğu gibi aktarmamış, gereksiz bulduğu bazı bölümleri bırakmış, yeni öykü-ler eklemiş, eserin işlenişinde baştan sona kendi kişiliğinin ve çağının damgasını vurmuştur.

Mantıku’t-Tayr’ın ikisi Türk Dil Kurumu, ikisi İstanbul Arkeoloji Müzesi, biri Süley-maniye Kütüphanesinde, biri de tıpkıbasım olmak üzere bilinen altı nüshası vardır.

3. Arûz-ı Gülşehrî: Gülşehrî’nin aruz kalıplarını ve yapılış şekillerini anlattığı 16 va-rak tutarında küçük bir risâlesidir. Bu küçük eserin tek nüshası Millet Kütüphanesi Fars-ça Yazmalar kısmında 517 numarada kayıtlıdır. Gülşehrî eserini Farsça olarak yazmış olsa da, şiir ve aruz üzerine kitap yazan öncü bir şairdir.

4. Kudûrî Tercümesi: Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ında Kudûrî’nin eserini manzum olarak Türkçeye çevirdiğini haber vermiştir. Ancak bu eser henüz ele geçmemiştir.

5. Kerâmât-ı Âhi Evren: Âhi Evren’den ve onun cömertliğinden bahseden küçük bir eserdir. 167 beyit olan bu mesnevinin Gülşehrî’nin olduğu konusunda şüpheler vardır. Bazı kaynaklar Gülşehrî’nin Âhi Evren’in halifesi olduğunu belirtseler de, o Âhi Evren’den çok Mevlânâ’ya bağlılık gösterir ve hiçbir eserinde Âhi Evren’den söz etmez. Bundan do-layı Agâh Sırrı Levend, bu eserin Gülşehrî’nin olamayacağını bildirmekte ve bu fikri ihti-yatla karşılamaktadır.

6. Şiirler: Gülşehrî’nin bu eserlerinden başka nazire mecmualarında yer alan şiirleri de vardır. Bazıları yayınlanmış olan bu şiirlerden sadece Mantıku’t-Tayr nüshalarından birin-de bulunan bir gazeli aşağıda verilmiştir.

Gülşehrî’den bir gazelmefâ‘ilün fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün1. Bugün bize geçüben virmedi nigâr selâm

Kim eydevüz ‘aleyke’s-selâm ve’l-ikrâm2. Kıyâm idem dir-idüm komadı ‘akıl eydür

Edeb degül kim idesin bu serv öñinde kıyâm3. Zehî semen ki bunuñ gibi gülsitânda

Derimedi vü ne bir serv-kad ü sîm-endâm

Page 30: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı24

4. Kim işidürse idüben ‘ışkını tutar nâçâr Kim anı görür-ise mihrini gider nâkâm

5. Bizüm karârumuzı ol hôd eyle iletdi Ki kalmadı dahı bir zerre bizde hîç ârâm

6. Bize halâl u harâm ne sorar kim olur Ya anuñ-ıla halâl siz andan ire harâm

7. Dükeli puhtelerüñ cânları köyinmişdür Bu od içinde i bîçâre sen ki kaldun hâm

8. Dahı ne söylesün degme fenni Gülşehrî Çün irdi defter ucına hikâyet ola tamâm

Âşık PaşaKırşehir ysöresindeki Arapkir’de 1272 yılında doğan Âşık Paşa’nın asıl adı Ali’dir. Ba-bası Muhlis Paşa, Baba İlyas’ın oğludur. Şeyh İlyas da denilen Baba İlyas, Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiş, önde gelen bir din âlimi ve Sünnî bir mutasavvıftır. Bu sebeple öğ-rencileri gitgide çoğalmış, Sultan I. Alaeddin Keykubad’ı bile endişeye düşürmüş, ancak bu hükümdar yaptığı araştırmalar sonucunda Baba İlyas’ın insanların eğitim ve öğreti-mindeki hizmetini görmüş ve takdir etmiştir. Âşık Paşa, idarenin zayıfladığı, Moğol zul-münün gitgide arttığı, idarî kargaşa ve çekişmelerin çok olduğu bir zamanda doğmuş ve ömrünü bu hadiseler içinde geçirmiştir. Kaynaklarda Âşık Paşa’nın iyi bir öğrenim gör-düğü, Arapçanın, Farsçanın yanında Ermenice ve İbraniceyi, İslamî bilgiler ile tasavvuf kültürünü öğrendiği, sûfîyâne şiirler yazdığı belirtilir. Süleyman-ı Türkmânî’den tasavvuf dersleri alan ve Şeyh Osman’ın derslerinde yetişen Âşık Paşa, devrinin siyasî şahsiyetleri yanında âlim ve şeyhleri ile temas kurmuş; Hacı Bektaş-ı Velî’nin eğitim halkasında bulu-narak onun halifesi olmuştur. Olgunluk devrini Osman Bey (öl.1326) zamanında yaşayan Âşık Paşa ömrünün son yedi senesini de Orhan Bey devrinde geçirmiş ve 3 Kasım 1332 (13 Safer 733) tarihinde vefat etmiştir. Türbesi Kırşehir’dedir.

Kırşehir’in Osmanlı topraklarına geçmesinde büyük rol oynayan ve Kırşehir beyi ta-yin edilen Âşık Paşa, burada açtığı zaviyede dersler vermiştir. Ayrıca Mısır’a elçi olarak git-tiğine ve Anadolu valisi Timurtaş Paşa’nın veziri olduğuna dair rivayetler de vardır. Âşık Paşa’nın Garib-nâme’nin Pey gamber’in miracını anlattığı bölümünde Kudüs şehrini, özel-likle Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahrâ gibi yerleri anlatırken yapmış olduğu canlı tasvir ve tavsifler bu rivayetleri doğrulamakta ve buradan şairin Mısır’a giderken Kudüs’ten de geçtiği anlaşılmaktadır.

Babaîler Ayaklanması: Selçuklular döneminde Anadolu’da bulunan bazı Hıristiyanlar da Baba İlyas’ın öğrencileri arasına girmiştir. Bunlardan biri de Baba İshak’dır. Karamanlı bir Rum çocuğu ve Kefersudlu (Malatyalı) bir Hıristiyan olan Baba İshak, kötü emeller besleyen bir kimsedir. Görünüşte Baba İlyas’ın öğrencisi gibi olmasına rağmen o, bir Rum devleti kur-ma emelindedir. İşte Baba İlyas’a bağlı kimseleri bu yolda kandırarak 1239 veya 1240 yılında Anadolu’daki isyanların ilkini başlatmıştır. Hâl böyle olunca bu harekete karşı çıkan Baba İl-yas, isyandan vazgeçmesi için bu ikiyüzlü müridine haber göndermişse de kıyam devam et-miştir. Bunun üzerine “ey İshak kurtuluşa erme, kolundaki kuvvet düşsün” diye bedduada bu-lunmuştur. Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin verdiği bilgiye göre baş kaldıran bu topluluk, bellerinde zünnâr kuşanan kimselerden oluşmuştur. Buna göre Baba İshak, kendisine bağlı al-datılmış kimseler ile etrafına topladığı Hıristiyan güçleri de alarak isyan etmiştir. Baba İlyas, bu harekete asla katılmamış, ancak ayaklanma sebebi ile öldürülmüştür (Yavuz, 2000: Giriş)

Page 31: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 25

Âşık Paşa’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Âşık Paşa’nın en önemli özelliği devrinin bir ideoloğu olmasıdır. O, Os-manlı Devleti’nin kuruluş yıllarında kendine düşen görevi en iyi şekilde yerine getiren, yeni Türk devletinin kuruluşunda önemli olan temel meseleler üzerinde düşünen ve fikir-ler ileri süren bir bilgindir. İşe Türkçe’den başlayan Âşık Paşa, bir devlet için dilin önem-li olduğunu vurgular. Hükümdarda bulunması gereken özellikleri, askerin nasıl yetiştiri-leceğini, ordunun kuruluşunu ve gerekli savaş aletleri ile silahları belirten Âşık Paşa, ger-çek insanın nasıl olması gerektiğini anlatmış, halka da öğütlerde bulunarak yol göstermiş ve özellikle birlik fikrine yer vermiştir.

Her hadiseye ibret gözü ile bakan ve insanı olayların arkasını görmeye davet eden Âşık Paşa, bu yönüyle hikemî edebiyatın da başında yer alır. Onda akıl, gözlem, düşünme ve hayattan ibret alma esastır.

XIV. yüzyılda en büyük mesneviyi yazmış olan Âşık Paşa’nın gazelleri de vardır. Bu şi-irlerde samimi bir dil ve üslup kullanan, Türkçenin gelişmesi için fikirler öne süren ve bü-yük gayretler sarfeden Âşık Paşa, Türkçenin ifade gücünü günümüzden daha canlı bir şe-kilde ortaya koymuştur.

Garib-nâme’de Türk kültürünün bütün devirlerine temas eden Âşık Paşa, bazı sözleri ile Süleyman Çelebi’yi yönlendirmiş ve Mevlid’in temelini oluşturmuştur. Edebiyatımız-daki tesiri yalnız Süleyman Çelebi ile sınırlı olmayan şair, miraç-nâme ve mevlid gibi tür-lerin yazılmasında da öncülük etmiştir. Kaygusuz Abdal üzerindeki tesiri büyüktür (Gü-zel, 2004: 246). Hz. Hızır’ın hayatını da anlatan Âşık Paşa, bu menkıbe türü içinde de yine ilk sırada yer alır.

Eserleri: Garib-nâme: Âşık Paşa’nın en önemli eseri olan ve 10613 beyitten meyda-na gelen ve gözleme dayanan bu mesnevi, sosyal yönü zengin, dinî, tasavvufî ve ahlakî bir eserdir. Tasavvufun Türkçe olarak en ince şekilde anlatıldığı bir eser olan Garib-nâme, “insan-ı kâmil” olmayı öğütleyen, ahlakî, didaktik bir özellik taşır. On bölümden meyda-na gelen eser, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır. Eserin başında, Farsça mensur bir dibâce bulunmaktadır. Bundan sonra gelen 228 beyitlik kısımda tevhidlere, münaca-ta ve Peygamber ile dört halifenin övgüsüne yer verilmiştir. XIV. yüzyıl Anadolu Türkçe-sinin özelliklerini taşıması bakımından önemli olan bu eserde, birbiriyle bağlantılı bir şe-kilde genişleyen yaklaşık 550 konu üzerinde durulmuştur.

Garib-nâme’nin en önemli özelliğinden biri, tercüme değil telif olmasıdır. Eser, ha-cimli olduğu için bazı beyitlerin aynen veya az çok değiştirilerek tekrar edildiği de görü-lür. Ayrıca her kıssanın başında ve sonunda benzer ifadelere yer verildiği de dikkati çeker. Eserin açık ve çekici anlatımı, kolay anlaşılan bir dili vardır. Dikkat çeken bir başka özel-lik eserde, Arapça ve Farsça tamlamalara sadece gerek duyulunca ve çok az sayıda yer ve-rilmesidir. Bunun yanında bazı beyitlerde Arapça ve Farsça kelimelere hiç yer verilmediği gibi, alınanlar da bilinçli olarak ve belli bir ölçü dahilinde alınmıştır. Eserde, ayrıca seyrek de olsa, Eski Türkçeden gelen bazı kelime ve ekler de bulunur.

Garib-nâme’nin elde bulunan ilk nüshaları on beşinci yüzyıla aittir. Eserin tespit edilen 115 nüshası vardır. Bunlardan 35’i yurt dışına kaçırılmıştır. Yazıldığından beri, kaybolan-ları bir yana bırakırsak, 600 sene gibi bir zamanda nüshalarının çoğalarak gelmesi Garib-nâme’nin oldukça kıymetli bir eser olduğunu gösterir. Garib-nâme’nin bütün nüshaları tek cilt olmasına rağmen, Süleymaniye Kütüphanesi Laleli bölümü,1752/1-2 numarada kayıtlı nüshası iki cilt hâlinde ve hat bakımından en güzel nüshasıdır. Mısır defterdarla-rından Yaş Bek adına 882H.-1477M. yılında istinsah edilen bu nüsha aslına uygun olarak, iki cilt hâlinde yayımlandığı gibi; yine eser, orijinal, transkripsiyonlu karşılaştırmalı metin ve günümüz Türkçesi ile, Türk Dil Kurumu tarafından dört cilt hâlinde yayımlanmıştır.

Page 32: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı26

Garib-nâme ile ilgili dikkat çeken bir başka durum, daha sonra başkaları tarafından Garib-nâme’den yapılan seçkilerin başka isimler altında düzen lenerek ortaya konulma-sıdır. Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi’nde Or. 223(7) numarada kayıtlı olan Esrâr-ı Hakâyık ve Rumûz-ı Dekâyık adlı eser bunların başında gelir. Prof. Dr. İsmail Erünsal Kütüphanesi’nde yazma bir mecmua arasında bulunan Zübdetü’l-Esrâr da böyle bir eser-dir. Bir de Süleymaniye Kütüphanesi Uşşâkî kitapları 350 numarada kayıtlı Tasavvuf Risâlesi de Garib-nâme’den seçilmiş ve nesir olarak yazılmış başka bir eserdir.

Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimyâ Risâlesi de Âşık Paşa’nın yazdığı fakat Garib-nâme dışında kalmış küçük risalelerdir. Vasf-ı Hâl ve Kimyâ Risâlesi tek destandan mey-dana gelen manzum eserlerdir. Dâsitân-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl, Dâsitân-ı Su’âl-i Acîb ü Garîb, Dâsitân-ı Hammâl ve Dâsitân-ı Seyyid ve Şeyh ü Müftî adını taşıyan bu küçük eser-ler, Agâh Sırrı Levend’in yayımladıkları da dahil Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si içine girme-miş diğer eserleridir. Ayrıca mensur olarak yazdığı Risâle-i Âşık Paşa da, şairin dikkat çe-ken bir başka eseridir. Âşık Paşa’ın yazdığı bilinen, fakat elde bulunmayan bir eseri ise, Risâle fi Beyâni’s-Semâ’dır.

Şiirler: Âşık Paşa’nın Garib-nâme ve diğer eserlerinde başka gazelleri de bulunmakta-dır. Bunlar üzerinde Sadeddin Nüzhet ile Abdülbaki Gölpınarlı çalışmışlar ve bazı şiirle-ri yayımlamışlardır.

Page 33: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 27

ÖzetXIV. yüzyıl Batı (Anadolu sahası) Türk Edebiyatının Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirlemek. XII-XIII. yüzyıllarda Oğuz Türkçesine dayalı olarak ortaya çıkan batı Türk edebiyatı, XIV. yüzyılda Anado-lu ve Azerbaycan sahalarında edebî değeri ve sayıları giderek artan bir şekilde Türkçe eserler vererek gelişi-mini sürdürür. Ancak, Azerî (Doğu Oğuzcası) ve Ana-dolu Türkçesi (Batı Oğuzcası) arasındaki farklılıklar XIV. yüzyılda henüz tam olarak belli olmayıp bu yüz-yıldan itibaren yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.

Türk edebiyatı XIV. yüzyılda bir önceki yüzyıla göre daha çok gelişmiş, yazar ve şair sayısı artmış, manzum ve mensur tercümelerin yanında Türkçe telif eserler de yazılmıştır. Türk edebiyatının kurucu büyük şairlerin-den Yunus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa, önemli eser-lerini XIV. yüzyılın başlarında yazmışlardır. Bu sebep-le, XIV. yüzyıl şair ve eserleri, Anadolu’da daha son-ra yazılacak olan Türkçe eserlerin önünü açmaları yö-nünden oldukça önemlidir. Ayrıca Anadolu’da Türkçe ilk divan ve mesnevi sahibi şair olan Yunus Emre’nin hem bu dönem şairleri hem de daha sonra gelen şair-ler üzerinde açık ve belirgin bir etkisi görülür.

XIV. yüzyılın başında Anadolu’da yaşayan şairleri ve bunların eserlerini ayırt etmek. XIII. yüzyılda doğan ve yetişen ancak, asıl verimli za-manlarını XIV. yüzyılın başlarında geçiren şairler, Yu-nus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa’dır.

Yunus Emre: Bunlar içinde ilk Türkçe eser veren şa-irdir. Risâletü’n-Nushiyye isimli ahlâkî bir mesnevisi ve Divan’ı olmak üzere iki eseri bulunan Yunus Emre, Türk edebiyatında hem Türkçe mesnevisi ve divanı olan ilk şair, hem de Anadolu’da başlayan Türk edebi-yatında ilk Türkçe divan sahibi olan şairdir.

Risâletü’n-Nushiyye: 1307 yılında yazılmış, tasavvufî ve ahlâkî bir mesnevidir. Mesnevînin başında fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış on üç beyitten mey-dana gelen bir manzumeden sonra kısa bir düz yazı yer alır. Bundan sonraki bölümü mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmış olan eser, yazma nüshaya göre 562, matbuya göre 623 beyittir.

Divan: Yunus Emre’nin ikinci eseridir. Daha çok gö-nül coşkunluğu ile yazdığı cezbe şiirleri ile aklın öte-sine geçen ve gönül dünyasına açılan manzumelerden meydana gelmiştir. Ona yakın yazması bulunan ese-rin en iyi nüshası, Millet Kütüphanesi’ndedir. Divan’ı ilk yayımlayan, Burhan Ümit Toprak’tır.

Abdülbaki Gölpınarlı, Cahit Öztelli, Faruk K. Timur-taş ve Mustafa Tatçı Yunus’un şiirlerini yayımlamış-lardır. Her yayında şiir sayısında farklılık görülür.

Gülşehrî: XIV. yüzyılın ilk yarısında Yunus Emre ve Âşık Paşa ile birlikte eser veren üçüncü büyük şairdir. Sultan Veled gibi ilk eseri Felek-nâme’yi Farsça yazan Gülşehrî, Türk edebiyatında mahlas kullanan ve bu-nun endişesini taşıyan ilk şairdir. Gülşehrî’nin Felek-nâme, Mantıku’t-Tayr, Arûz-ı Gülşehrî, Kudûrî Tercü-mesi ve Kerâmât-ı Âhi Evren isimli eserleri ile çeşitli mecmualarda yer alan Şiirler’i bulunmaktadır.

Felek-nâme: Dinî konulu, tasavvufî tarafı ağır basan Farsça bir mesnevi olan Felek-nâme, 1301 yılında Ga-zan Han (öl. 1303) adına yazılmıştır. Tek nüshası bu-lunan eser üzerinde ilk çalışmayı Saadettin Kocatürk yapmış ve yayımlamıştır (Ankara, 1982).

Mantıku’t-Tayr (Gülşen-nâme): Gülşehrî, Gülşen-nâme adını da verdiği bu en büyük ve en önemli ese-rini, 1317’de kaleme almıştır. Mantıku’t-Tayr, Attâr’ın aynı isimli eserinin ilk Türkçe tercümesidir. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan eser, Attâr’ın eseri-nin aynen tercümesi değil, serbest ve ilâveli bir çevi-risi olup tasavvufî temsilî (=alegorik) bir eserdir. Eser Kemal Yavuz tarafından 2007 yılında yayımlanmıştır. (bkz. Yararlanılan kaynaklar)

Arûz-ı Gülşehrî: Gülşehrî’nin aruz kalıplarını ve ya-pılış şekillerini anlattığı 16 varak tutarında küçük bir risâlesidir. Bu küçük eserin tek nüshası Millet Kütüp-hanesi Farsça Yazmalar kısmında 517 numarada ka-yıtlıdır.

Kudûrî Tercümesi: Gülşehrî, Mantıku’t-Tayr’ında Kudûrî’nin eserini manzum olarak Türkçeye çevirdi-ğini haber vermiştir. Ancak bu eser henüz ele geçme-miştir.

Kerâmât-ı Âhi Evren: Âhi Evren’den ve onun cömert-liğinden bahseden 167 beyit tutarındaki bu mesnevi-nin Gülşehrî’nin olduğu konusunda şüpheler vardır. Bazı kaynaklar Gülşehrî’nin Âhi Evren’in halifesi ol-duğunu belirtseler de, o Âhi Evren’den çok Mevlânâ’ya bağlılık gösterir ve hiçbir eserinde Âhi Evren’den söz etmez. Bundan dolayı Agâh Sırrı Levend, bu eserin Gülşehrî’nin olamayacağını bildirmekte ve bu fikri ihtiyatla karşılamaktadır.

Şiirler: Gülşehrî’nin bu eserlerinden başka nazire mecmualarında ve Mantıku’t-Tayr nüshalarında yer alan şiirleri de bulunmaktadır. Bu şiirlerin bazıları ya-yımlanmıştır.

1

2

Page 34: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı28

Âşık Paşa: İdarenin zayıfladığı, Moğol zulmünün git-gide arttığı, idarî kargaşa ve çekişmelerin çok oldu-ğu bir zamanda (1272) doğmuş ve ömrünü bu hadi-seler içinde geçirmiştir (öl. 1332). Âşık Paşa’nın en önemli ve büyük eseri Garib-nâme’dir. Bu eserinden başka Fakr-nâme, Vasf-ı Hâl, Hikâye, Kimyâ Risâlesi, Dâsitân-ı Mâzî ve Müstakbel ü Hâl, Dâsitân-ı Su’âl-i Acîb ü Garîb, Dâsitân-ı Hammâl ve Dâsitân-ı Seyyid ve Şeyh ü Müftî ve Risâle-i Âşık Paşa isimli küçük eser-leri bulunmaktadır. Risâle fi Beyâni’s-Semâ ise, Âşık Paşa’nın yazdığı bilinen, fakat elde bulunmayan bir eseridir.

Garib-nâme: 10613 beyitten meydana gelen bu büyük mesnevi, dinî, tasavvufî ve ahlakî bir eserdir. Tasavvu-fun Türkçe olarak en ince şekilde anlatıldığı telif bir eser olan Garib-nâme, “insan-ı kâmil” olmayı öğütle-yen, ahlakî, didaktik bir özellik taşır. On bâbdan (=bö-lüm) oluşan eserde birbiriyle bağlantılı bir şekilde ge-nişleyen yaklaşık 550 konu üzerinde durulmuştur.

Şiirler: Âşık Paşa’nın Garib-nâme ve diğer eserlerin-de başka gazelleri de bulunmaktadır. Bunlar üzerinde Sadeddin Nüzhet ile Abdülbaki Gölpınarlı çalışmışlar ve bazı şiirleri yayımlamışlardır.

XIV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel özelliklerini açıklamak. XIV. yüzyıl Batı Türk (=Anadolu sahası) edebiyatı ön-ceki yüzyıla göre daha çok gelişmiş, bu dönemde şair ve yazar sayısı artmış, telif ve tercüme şeklinde man-zum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır. Türkçe, bu yüzyılda saray ve ordunun yanı sıra yüksek memur-ların da dili olmuş ve Anadolu’da edebiyat dili hâline gelmiştir.

XIV. yüzyılda Anadolu’da, Karahanlı dönemi edebi-yatı ile Arap ve Fars edebiyatlarının etkisinde ve bu edebiyatlardan faydalanılarak eserler yazıldığı gö-rülür. Bu dönemde Mevlânâ’nın Mesnevî’ sinden de hikâyeler tercüme ve şerh edilmiştir.

XIV. yüzyılda Anadolu’da gazel ve kaside nazım şek-linde bir gelişme vardır, ancak mesnevi nazım şek-li daha çok ilgi görmüştür. Bu yüzyılda, telif ve ter-cüme din dışı (lâ-dîni, profan) eserlerde XIII. yüzyı-la göre büyük bir gelişme görülse de, dinî-tasavvufî eserler daha fazladır. Bir süre sonra bu tür mesnevile-re Yûsuf u Züleyhâ, Süheyl ü Nevbahâr, Hüsrev ü Şîrîn, Cemşîd ü Hurşîd ve Hurşîd-nâme gibi romantik eser-ler de eklenmiştir. Ayrıca bu yüzyılda yazılan eserler arasında yer alan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-ı Ejderha, Dâstân-ı Kesikbaş gibi peygamber mucizeleri ile ilgili dinî hikâyeler halk arasında büyük ilgi görmüş ve çok okunmuştur.

XIV. yüzyıl şairleri Türkçeyi ustaca kullanmışlar, he-men hepsi, açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazmışlar, ancak bu yüzyılda yaygın olarak görülen tercümeci-liğin de etkisiyle Türkçeye yabancı kelimelerle bazı yabancı dilbilgisi kuralları da girmiştir. Eserlerinde Arapça ve Farsça tamlamaları ölçülü ve az kullanan bu yüzyıl şairleri, şiirlerinde iktibaslara da yer vermiş-lerdir. Nesîmî, en çok iktibas yapan, ancak iktibasları Türkçe ile en iyi şekilde kaynaştırabilen ve okuyucuya bu durumu fark ettirmeyen usta bir şairdir.

3

Page 35: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 29

Kendimizi Sınayalım1. Anadolu Selçuklu Devleti 1243’te Kösedağ’da yaptığı sa-vaşta aşağıdaki devletlerden hangisine yenilmiştir?

a. Moğollarb. Gaznelilerc. Akkoyunlulard. Osmanlılare. Dulkadiroğulları

2. XIV. yüzyılda Türk edebiyatı aşağıdaki sahalardan hangi-sinde Oğuzcaya dayalı bir dille eserler vermiştir?

a. Harezm Sahasıb. Altınordu Sahasıc. Mısır Sahasıd. Anadolu-Azerî Sahasıe. Horasan Sahası

3. Kadı Burhaneddin, aşağıdaki nazım şekillerinden daha çok hangisi ile tanınmıştır?

a. Kasideb. Gazelc. Tuyuğd. Rüba’îe. Tercî’-i bend

4. Aşağıdakilerden hangisi Kadı Burhaneddin’in dinî konu-larda Arapça yazdığı bir esedir?

a. Farsça Divanb. Türkçe Divanc. Tercîhü’t-Tavzîhd. Risâletü’n-Nushiyyee. Makâlât

5. Nesîmî, şiirlerinde aşağıdaki mahlaslardan hangisini kullanmamıştır?

a. Seyyidb. Nesîmîc. Hüseynîd. Seyyid Nesîmîe. Naîm

6. Câvidân-nâme aşağıdaki şair/yazarlardan hangisine aitttir?a. Fazlullah-ı Hurûfîb. Nesîmîc. Veysîd. Fuzûlîe. Bâkî

7. Anadolu beylikleri döneminde Âhilik ve Fütüvvet teşki-latı ile birlikte Anadolu’da geniş bir alana hızla yayılarak top-lum düzenini sağlamada önemli rol üstlenen tarikat aşağıda-kilerden hangisidir?

a. Mevlevîlikb. Hurûfîlikc. Bektaşîlikd. Kalenderîlike. Hayderîlik

8. Aşağıdakilerden hangisi Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı yazarken yararlandığı eserlerden biri değildir?

a. Esrâr-nâmeb. Kelile ve Dimnec. Gülistând. Lema’âte. Lisânü’t-Tayr

9. Kudûrî Tercümesi, aşağıdaki şair/yazarlardan hangisine aittir?

a. Yunus Emreb. Âşık Paşac. Gülşehrîd. Nesîmîe. Hasanoğlu

10. Garib-nâme, aşağıdaki vezinlerden hangisi ile yazılmıştır?a. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilünb. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilünc. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtünd. Fâ‘ilâtün fâ‘ilün fâ‘ilâtün fâ‘ilüne. Fâ‘ilün fâ‘ilün fâ‘ilün fâ‘ilün

Page 36: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı30

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı1. a Yanıtınız yanlış ise “XIV. Yüzyılda Türk Dünyasında

Genel Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.2. d Yanıtınız yanlış ise “XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı”

konusunu yeniden gözden geçiriniz.3. c Yanıtınız yanlış ise “Kadı Burhaneddin” konusunu

yeniden gözden geçiriniz.4. c Yanıtınız yanlış ise “Kadı Burhaneddin” konusunu

yeniden gözden geçiriniz.5. e Yanıtınız yanlış ise“Nesîmî” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.6. a Yanıtınız yanlış ise “Nesîmî” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.7. a Yanıtınız yanlış ise “Beylikler Döneminde Edebî Du-

rum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.8. e Yanıtınız yanlış ise“Gülşehrî” konusunu yeniden

gözden geçiriniz.9. c Yanıtınız yanlış ise“Gülşehrî” konusunu yeniden

gözden geçiriniz.10. a Yanıtınız yanlış ise“Âşık Paşa’nın Edebî Kişiliği ve

Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1XIV. yüzyılda geniş bir coğrafyada görülen Türk edebiyatı, Harezm, Altınordu ve Mısır sahalarında Doğu Türkçesiyle (Harezm, Kıpçak, Çağatay, Kuman-Kıpçak Türkçesi), Ana-dolu ve Azerbaycan’da ise Batı Türkçesi (Oğuzca) ile yazı-lan eserlerle gelişmeye devam etmiştir. XII-XIII. yüzyıllar-da Oğuzcaya dayalı olarak ortaya çıkan batı Türk edebiyatı, XIV. yüzyılda Anadolu ve Azerbaycan sahalarında edebî de-ğeri ve sayıları giderek artan bir şekilde Türkçe eserler vere-rek gelişimini sürdürür. XIV. yüzyıldan itibaren Azerî (Doğu Oğuzcası) ve Anadolu Türkçesi (Batı Oğuzcası) olmak üze-re iki ayrı edebî lehçede varlığını ve gelişimini sürdürmüştür. Ancak, bu iki edebî lehçe arasındaki farklılıklar XIV. yüzyıl-da henüz tam olarak belli olmayıp bu yüzyıldan itibaren ya-vaş yavaş ortaya çıkmaya başlar. XIV. yüzyılda Azerî sahasının önde gelen şairleri, Hasanoğlu, Kadı Burhaneddin, Nesîmî ve Sultan Ahmed b. Veys’tir. Ana-dolu sahasında ise, Yunus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa yüz-yılın başında yazdıkları eserler ile Türkçe eserlerin yazılması-na öncülük etmişlerdir.

Sıra Sizde 2XIV. yüzyılda Azerî Türkçesiyle şiir yazan şairler, Hasanoğ-lu, Sultan Ahmed b. Veys Kadı Burhaneddin ve Nesîmî’dir. Hasanoğlu: XIV. asır Azerî sahasında yetişen şair, Türkçe şi-irlerinde Hasanoğlu, Farsça şiirlerinde Pûr Hasan mahlasını kullanmıştır. Devletşâh Tezkiresi’nde, bir Divan’ı bulunduğu ve bu Divan’ın XV. yüzyılda Azerbaycan’da ve Anadolu’da çok tanındığı belirtilmektedir. Şairin bilinen aruz vezniyle yazıl-mış Türkçe iki gazeli bulunmaktadır. Kadı Burhaneddin: Oğuz Türkçesinin yanında Doğu Türk-çesine de hâkim bir şairdir. Bu itibarla, şiirlerinde Doğu Türkçesi özelliklerine de yer veren şairin dili, Azerî Türk-çesi içinde yer alır. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilen Kadı Burhaneddin’in dili, Eski Anadolu Türkçesi devresini ve Azerî sahasını geniş bir zenginlikle temsil eder. Türk edebiyatında tuyuğlarıyla da tanınan Kadı Burhaneddin’in Türkçe Divanı ile Arapça yazdığı İksîrü’s-Sa’âdât fî-Esrâri’l-İbâdât ve Tercîhü’t-Tavzîh adlı dinî konu-larda Arapça yazılmış mensur iki eseri vardır. Nesîmî: XIV. yüzyılda Azerî Türkçesi ile coşkulu ve lirik şi-irler yazan şair, önceleri Hüseynî mahlasını kullanırken, Fazlullah-ı Hurûfî’ye bağlandıktan sonra Nesîmî’yi kullan-mıştır. Nesîmî’nin bilinen eserleri, Türkçe ve Farsça Divanları ile Hurufîlikle ilgili olan Mukaddimetü’l-Hakâyık’tır. Sultan Ahmed b. Veys: XIV. yüzyılda Irak’ta İlhanlılar-dan sonra hüküm süren Türk sülalesi Celâyirlilere mensup olan Sultan Ahmed b. Veys, şair ve sanatkâr bir hükümdar-dır (1382-1410). Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmış olan Sultan Ahmed’in de Mecmu’atü’n-Nezâir’de bir gazeli bulun-maktadır. Şairin yedi Farsça divandan oluşan bir külliyatı vardır.

Sıra Sizde 3Anadolu Selçuklu Devleti’nin XIII. yüzyılın ortalarından iti-baren giderek zayıflaması ve yüzyılın sonlarına doğru yıkıl-ması üzerine Anadolu’da beyliklerin kuruluşuyla yeni bir dö-nem başlamıştır. Germiyanoğulları, Menteşeoğulları, İnan-çoğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Candaroğulları (İsfendiyaroğulları), şair ve yazarları destekleleyen ve Türk-çe eserler yazılmasını teşvik eden beyliklerin başında gelirler. XIV. yüzyılda, Anadolu beylerinin Türkçeye ve Türkçe eser-lere değer vermelerinin yanında şairlerin tasavvufî inançla-rı halka ulaştırabilmek için Türkçe yazmak zorunda kalma-larından dolayı telif ve tercüme şeklinde manzum ve mensur çok sayıda Türkçe eser yazılmıştır.

Page 37: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

1. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı I: Anadolu ve Azerî Sahası Türk Edebiyatı 31

Yararlanılan ve Başvurulabilecek KaynaklarAk, A. (1987). Muhibbî Divanı, Ankara: Kültür Bakanlığı

Yayınları. Akdoğan, A. (1988). İskendernâme’den Seçmeler, Ankara:

Kültür Bakanlığı yayınları.Akdoğan, Y. (1977). Ahmedî Dîvânı, Basılmamış doktora

tezi, İ.Ü.Türkiyat Enstitüsü, İstanbul. Ali Şir Nevayî. (1995). Lisânü’t-tayr (Haz. Prf. Dr. Mustafa

Canpolat), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.Arat, R. R. (1991). Kutadgu Bilig I, metin, Ankara: Türk Dil

Kurumu Yayınları.Ayan, H. (1979). Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Erzu-

rum: Atatürk Üniversitesi Yayınları. Ayan, H. (2003). Nesîmî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve

Türkçe Divanının Tenkitli Metni, Ankara: TDK Yay.Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. I,

İstanbul.Bursalı Mehmet Tahir. (1333). Osmanlı Müellifleri, c. I,

İstanbul.Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevî (XV. yy.’a

kadar), İstanbul: Kitabevi.Çiçekler, M. (2006). Mantıku’t-tayr, Kuşların diliyle, Feri-

düddin Attar, İstanbul.Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul.Feridüddîn-i Attar. (2001). Mantık al-Tayr (Çev. Abdulbaki

Gölpınarlı), İstanbul: MEB Yayınları.Gülşehri. (1957). Mantıku’t-Tayr, Tıpkıbasım (Haz. A. S.

Levend), Ankara: TDK yayınları. Hacıeminoğlu, N. (1968). Kutb’un Hüsrev ü Şîrîn’i ve Dil

Hususiyetleri, İstanbul.Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, (Giriş-metin-dizin-

tıpkıbasım), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayın.Kartal, A. (2004). “Attar’ın Mantıku’t-tayr’ı ile Gülşehri’nin

Mantıku’t-tayr’ının Mukayesesi”, I. Kırşehir Kültür Araştırmaları Bilgi Şöleni (8-10 Ekim 2003) Bildiri-ler, Kırşehir.

Kartal, A., Şentürk A. A. (2010). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yay.

Kocatürk, S. (1982). Gülşehrî ve Felek-nâme, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Köprülü, F. (1337). “En Eski Türk-Âzerî Şâiri: Hasanoğlu”, Dergâh, C. I, nr. 6.

Köprülü, F. (1925). “Âzerî Edebiyatına Ait Notlar: 1, Hasanoğ-lu”, Dârü’l-fünûn Edebiyat Fakültesi Mecmuası, C. IV, nr. 1.

Köprülü, F. (2003). Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Akçağ Yay.Levend, A. S. (1953). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen İki Mesnevîsi”,

Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, Belleten, Ankara.Levend, A. S. (1954). “Âşık Paşa’nın Bilinmeyen İki Eseri

Daha: Hikâye ve Kimyâ Risâlesi”, Türk Dili Araştırma-ları Yıllığı, Belleten, Ankara.

Mansuroğlu, M. (1958). Sultan Veled’in Türkçe Manzume-leri, İstanbul.

Mazıoğolu, H. (1983) “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Ansik-lopedisi, C. 32.

Mehmed Hâlid, M. (1928). “Hasanoğlu”, Millî Mecmua, c. IX, nr. 107,.

Merçil, E. (2000). “Türkiye Selçukluları Devrinde Türkçe’nin Resmî Dil Olmasını Kim Kabul Etti?”, Belleten, C. LXIV, Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Okuyucu, C. (1992). “Âşık Paşa’nın Tasavvuf Risâlesi”, Erci-yes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 2, Kayseri.

Ömer Bin Mezid. (1982). Mecmuatü’n-nezair, Haz. Mustafa Canpolat, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Tatçı, M. (1990). Yunus Emre Divanı II, Tenkıtli metin, An-kara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Timurtaş, F. K. (2000). Osmanlı Türkçesine Giriş I, İstanbulTimurtaş, F. K. (2006). Yunus Emre Divanı, İstanbul: Babıa-

li Kültür Yayıncılığı.Tulum, M. (2000). Tarihî Metin Çalışmalarında Usul,

Menâkıbu’l-Kudsiyye Üzerinde Bir Deneme, İstanbul.Yavuz, K. (1983). “XIII-XVI. Asır Dil Yadigarlarının Anado-

lu Sahasında Türkçe Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Mü-elliflerinin Türkçe Hakkındaki Görüşleri”, Türk Dünya-sı Araştırmaları, S. 27, İstanbul.

Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

Yavuz, K. (2000). “Türk Edebiyatında Mesnevî’den İlk Tercü-me Hikâyeler ve Bazı Dikkatler”, Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni 15-17 Aralık 2000, Ankara: T.C. Kültür Ba-kanlığı Özel Dizi.

Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa Garib-nâme, I-IV, İstanbul: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Yavuz, K. (2004). “Çeşitli Yönleri İle Mantıku’t-tayr ve Garib-nâme Mesnevîleri”, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXXI, İstanbul.

Yavuz, K. (2004). “Gülşehri’nin Ahı Büşr Hikâyesi”, I. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik araştırmaları Sempozyumu, Kır-şehir 12-13 Ekim 2004, Ankara: G.Ü. Ahilik Kültürünü Araştırma Merkezi.

Yavuz, K. (2007). Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’ı, Ankara: Kırşehir Valiliği Yayını: 12

Yavuz, K. (2009). “Yusuf Has Hacib ve Kutadgu Bilig”, İstan-bul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebi-yatı Dergisi, İstanbul.

Yavuz, O. (2002). Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı, Selçuk Üniv. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayını: 2, Konya.

Yunus Emre Divânı, Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih Bölü-mü, nu. 3889.

Yunus Emre, (tarihsiz). Risâletü’n-Nushiyye, (Eski harfli baskı), İstanbul.

Yüksel, S. (1965). Mehmed Işknâme, Ankara

Page 38: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XIV. yüzyıl Batı (Anadolu) Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların eserlerini ayırt edebilecek,XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan eserleri, özelliklerine göre sınıflandıra bilecek,XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan mesnevileri konularına sıralayabilecek siniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları

• GİRİŞ• XIV.YÜZYILANADOLUSAHASIŞAİRVEYAZARLARIII

• XIV.YÜZYILDAANADOLU’DAYAZILANESERLER

• ŞeyyâdHamza• Yûsuf-ıMeddâh• ElvanÇelebi• HocaMesud(MesudbinAhmed)• Fahrî• Ahmedî• ŞeyhoğluMustafa

• ErzurumluMustafaDarîr• ManzumEserler• Divanlar,Mesneviler• MensurEserler• Kur’anveHadisTercümeleri• Dinî,DestânîveMenkıbevî

Hikâyeler

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 39: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞ XIV. yüzyılda Batı Türk edebiyatının genel durumu ile yüzyılın başında eser veren Yunus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa hakkında önceki ünitede bilgi verilmişti. Bu ünitede ise, XIV. yüzyılda Anadolu’da yetişen diğer tanınmış şair ve yazarlar ile bunların eserleri tanıtıla-cak, bu dönemde yazılan manzum ve mensur eserler hakkında bilgi verilecektir.

XIV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİR VE YAZARLARI II

Şeyyâd Hamza Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Şeyyâd Hamza’nın son araştırmalara göre XIII. yüzyılın son çeyreğinde doğduğu tespit edilmiştir. Fuad Köprülü, başta Latifî Tezkiresi ol-mak üzere bazı kaynaklarda Nasreddin Hoca ile görüşüp konuştuğu belirtildiği için ön-celeri on üçüncü yüzyıl şairlerinden olduğunu kabul etmiştir. Fakat son çalışmalar şairin 1348 yılında Akşehir civarında çıkan ve etrafı kasıp kavuran bir veba salgınını yaşadığı-nı ve iki çocuğunu bu salgında kaybettiğini ortaya koymuştur. Şairin 1348 yılında meyda-na gelen bu salgının yol açtığı tahribat sebebi ile yazdığı mersiyeye göre de 1350 yılların-da hayatta olduğu anlaşılmaktadır. Şeyyâd Hamza, veba salgını Akşehir’de görüldüğünden ya hayatını burada geçirmiş veya doğudan göçerek bu şehre gelmiş olabilir. Doğu Türkçesi özellikleri bulunan bir şiiri, bu durumu az da olsa desteklemektedir.

Şeyyâd Hamza’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Şeyyâd Hamza’nın Yunus’u takip ederek Nesîmî’ye giden çizgide önem-li bir yeri vardır. Şiirlerinde musammat özellik bulunması, onu eski Türk edebî zevk an-layışına bağlamaktadır. Şeyyâd Hamza, özellikle Ahmed Yesevî, Ahmed Fakîh, Mevlânâ ve Ali’den etkilenmekle birlikte kendine has şiirler yazmıştır. Nazire mecmularından şi-irlerinin bazılarının tanzir edildiği anlaşılmaktadır. Şiirlerini hece ve aruz vezni ile ya-zan Şeyyâd Hamza’nın en önemli özelliği manzumelerinde Peygamber sevgisine geniş yer vemesidir. O, Anadolu’da ilk güzel na’t örneklerini yazan şairdir. Yûsuf u Zelîhâ’dan son-ra bu na’tları ile öne çıkan ve bir na’t şairi olarak tanınan Şeyyâd Hamza, edebiyatımız-da Yunus’tan sonra kaside nazım şekli ile na’t yazan şairdir. Ancak onun na’tları, Yunus’un na’tlarından daha fazladır.

Yunus’ta olduğu gibi gazel ve kasidelerindeki lirizm dikkati çeken şair, şiirlerini samimi, akıcı bir üslupla ve açık bir dille yazmıştır. O, mesnevilerinin kurgusunda aklı ön planda tut-tuğu için bu eserlerinin dili, gazel ve kasidelerine göre daha durgundur. Şeyyâd Hamza’nın şiirlerinde, mesnevilerine göre daha çok Arapça, Farsça kelime ve tamlama vardır.

XIV. Yüzyıl Batı TürkEdebiyatı II:Anadolu Sahası

Şair ve Yazarları

Page 40: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı34

Şeyyâd Hamza edebiyatımızda mersiyeleri ile de dikkati çeken bir şairdir. Türk edebi-yatında başlangıcı çok öncelere, Alper Tonga için söylenen ağıtlara dayanan bu türde özel-likle çocuklar için şiir yazan ilk şair Şeyyâd Hamza’dır. Bu tür şiirler, Âşık Paşa ve Cem Sultan ile devam ederek Âkif Paşa’ya kadar uzanır. Coşku ve heyecanını, şiirlerine başa-rılı bir şekilde yansıtan Şeyyâd Hamza, mersiyesinde hislerini açık ve samimi bir şekilde dile getirmiştir.

Eserleri: 1. Yûsuf u Zelîhâ: Şeyyâd Hamza’nın en büyük eseri olan Yûsuf u Zelîhâ, Ana-dolu sahası Türk edebiyatının bu konuda bilinen ilk mesnevisidir. Fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 1529 beyit olan bu mesnevi, altı bölümdür. Ancak eserde bölümleri bil-diren bir başlık yoktur. Yûsuf u Zelîhâ, adından da anlaşılacağı üzere görünüşte Hazret-i Yusuf ile Zeliha arasında geçen bir aşk hikâyesidir, ancak hikâyede Hazret-i Yusuf ’un ha-yatı anlatılmaktadır. Şeyyâd Hamza’nın özellikle Yusuf kıssasını seçip Yûsuf u Zelîhâ’yı yazması, bir bakıma eserin sürükleyiciliğini de beraberinde getir miştir. Kur’an’da “kıssa-ların en güzeli” olarak belirtilen ve Hz.Yusuf ’un hayatını konu alan Yûsuf Sûresi’nden ha-reketle yazılan hikâyede, Zeliha’nın aşkı, kölelikten hükümdarlığa ve peygamberliğe giden yolda yaşanan olaylar, kıskançlıklar, ölüm, kuyuya atılma, saraydaki durum, aşk, kölelik, zindan hayatı, rüya yorumu gibi her devirde olduğu gibi o devir için de geçerli olan ve bir-birini takip eden olaylar anlatılmıştır. Şair, eserini yazarken tamamen Kur’an’a bağlı kal-mamış, serbest olarak kaleme almıştır.

Yusuf hikâyesi, her şeyden önce ilâhî bir kaynağa dayandığı için sıradan bir aşk hikâyesi değildir. Mesnevî, bir bütün olarak değerlendirildiği zaman aile, çocuklar ve bunlar ara-sındaki münasebetler, aile idaresi, çocuk terbiyesi, toplumun çeşitli hâlleri, insan tipleri, devlet idaresi gibi konuların eserin temelini oluşturduğu görülür. Güzellik, aşk ve hasret ise hikâyeyi sürükleyen unsurlardır.

Şeyyâd Hamza’nın bu hikâyeyi anlatırken samimi, saf, temiz, anlaşılır ve pürüzsüz bir dil kullanması, her yönü ile insanları bu esere çekmiştir. Eserde Arapça, Farsça kelime ve tamlamaların sayısı çok azdır. Arapçadan alınan kelimeler Farsçaya göre daha fazladır, an-cak onlar da halk arasında yaygın olarak kullanılan kelimelerdir.

Yûsuf u Zelîhâ’yı tıpkıbasımı ile birlikte ilk defa yayımlayan Dehri Dilçin’dir (1946). Osman Yıldız, eser üzerinde geniş bir dil incelemesi yapmış ve bu çalışmasında eserin metni ile dizinini de yayımlamıştır (2008).

2. Dâstân-ı Sultân Mahmud: Şeyyâd Hamza’nın küçük bir mesnevisidir. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezninde yazılan ve 79 beyit olan eserde, Sultan Mahmud ile yoksul bir derviş arasında geçen konuşma anlatılır. Şeyyâd Hamza bu eserde Gazneli Muhmud’un şahsında devrin beylerini de eleştirerek daha sonraki zamanların beylerine, güç sahiple-rine, zenginlerine ve padişahlarına da yol gösterir. Edebiyatımızda münazara türünün bir örneği gibi görünen bu mesnevide kısa ve canlı tasvirler yer alır. Bu eser, Sadettin Buluç tarafından yayımlanmıştır.

3. Ahvâl-i Kıyâmet: Kıyametin konu edildiği mesnevi, 343 beyit olup fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır. Bu mesnevide kıyametin kopması, ölülerin yeniden diriltilme-leri, kıyametin zor zamanları, Peygamber’in insanlara şefaati ve hesapların görülmesi gibi olaylar anlatılmıştır. Eserde ayrıca Hazreti Ali’nin Kevser şarabı dağıtmasına da değinile-rek Mevlânâ ve Sultan Veled’e de yer verilmiştir. Bu eseri, ilk defa Âmil Çelebioğlu tanıt-mış ve eserin Şeyyâd İsa’nın olduğunu belirtmiştir. Ancak Millî Kütüphane A-3772 numa-rada bulunan ve Şeyyâd Hamza adına kayıtlı olan nüsha, eserin Şeyyâd İsa’ya ait olmadı-ğını göstermektedir. Metin Akar, dil ve üslup yönünden eserin Şeyyâd Hamza’ya ait oldu-ğu kanaatindedir. Kemal Tavukçu ise eserin 289 beyitinin Şeyyâd Hamza tarafından yazıl-dığını, Şeyyâd İsa’nın ise esere daha sonra 55 beyit eklediğini belirtmektedir.

Page 41: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 35

4. Mi‘râc-nâme: 545 beyitten meydana gelen bu mesnevi, fâ‘ilâtün fâ‘lâtün fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır. Anadolu Türk edebiyatında Âşık Paşa’nın eserindeki miraç-nâme bölümünden sonra yazılan ikinci miraç-nâmedir. Bu küçük mesnevide Hz. Peygamber’in miraca çıkışı ve gördüğü hâller açık, anlaşılır bir dille ortaya konmuş-tur. Ankara Millî Kütüphane’de 3772 numarada bulunan bu eser üzerinde, bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır.

5. Vefât-ı Hazreti Muhammed aleyhisselâm: 483 beyit olan bu mesnevinin 356 beyti Şeyyâd Hamza tarafından yazılmış, geri kalan 127 beyitlik kısmını ise müstensih eklemiş-tir. Fatma Turhan-Güler eser üzerinde yüksek lisans çalışması yapmıştır.

6. Şiirler: Şeyyâd Hamza’nın farklı mecmualarda on altı şiiri vardır. Bu şiirler, Necmed-din Halil Onan, Mecdut Mansuroğlu, Sadettin Buluç, Metin Akar ve Orhan Kemal Tavuk-çu tarafından yayımlanmıştır. Orhan Kemal Tavukçu “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Şiiri Münâsebetiyle” adlı makalesinde şairin bilinen bütün manzumelerini değerlendirmiş ve on altı şiirini yayımlamıştır. Bazıları na’t olan bu şiirlerde Şeyyâd Hamza’nın na’t yaz-mada usta bir şair olduğu da anlaşılmaktadır.

Şeyyâd Hamza’nın Bir Gazeli mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün mefâ‘îlün1. Senün ışkun kamu derde devâdur yâ Resûlallah Senün katunda hâcetler revâdur yâ Resûlallah 2. Senün nûrun gören gözler ne ay gözler ne yılduzlar Nurundan gice gündüzler ziyâdur yâ Resûlallah3. Deründen açılur güller sözünden şehd ü şekkerler Senünle hasta gönüller şifâdur yâ Resûlallah4. Habîbsin pâdişâhlara tabîbsin dertlü âhlara Şefâ‘atün günâhkâra anâdur yâ Resûlallah5. Ay u güneş yidi yılduz seni öger kamu düpdüz Senün sözünden ayruk söz hatâdur yâ Resûlallah6. Hased kılur sana İblîs zihî ahmak olur telbîs Seni sevdüg’içün İdrîs a’lâdur yâ Resûlallah7. Ururlar nevbetün dâyim bu beş vakt sünnetün kâyim Gelürse hônuna her kim salâdur yâ Resûlallah8. Mugaylanlar harîr geydi beriyyeler abîr toldı Senün cefâlarun derdi vefâdur yâ Resûlallah9. Satıldı Yûsuf-ı Ken‘ân inen az nesneye pinhân Seni görmeklige bin cân bahâdur yâ Resûlallah10. Davud egninde hil‘atun Halîl hônında ni‘metün Musâ elinde ibretün asâdur yâ Resûlallah11. Mübârek türbesi yirde tolu nûr ile perverde Velî rûhun feleklerde ayândur yâ Resûlallah12. Makâmun Ka‘be-i zemzem hemîşe kâyim ü muhkem Hızır ümmetüne her dem sakâdur yâ Resûlallah13. Şeyâd u Hamza ol şâhdan diler kim kurtıla âhdan Seni medh itmek Allah’dan atâdur yâ Resûlallah

Page 42: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı36

Yûsuf u Zelîhâ’dan fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün

1. Çok zamân geçmez bu sözün üzere Hoca getürdi Yûsufı bâzâra2. Münadîler çagırur şehrlü gelür Aya benzer kıymetî kul kim alur3. İmdi gelün güzel oglan görici Bahası çok İmrânî kul alıcı4. Şehrlü kamu dirilür ol araya Yûsuf turmış sûreti benzer aya5. Şehr içinde bay u yohsul kalmadı Yûsuf üzre dirilüben gelmedi...

Şeyyâd Hamza’nın Türk edebiyatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.

Yûsuf-ı Meddâh XIV. yüzyıl şairlerinden olan Yûsuf-ı Meddâh’ın hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Kay-naklarda şairin asıl adının Yûsuf olduğu ve gençliğinin Azerbaycan bölgesinde geçtiği be-lirtilir. Azerbaycan’da bulunduğu dönemde bir meddâhın hizmetine girerek genç yaşla-rında meddahlık öğrendiği, daha sonra Anadolu’ya gelerek Mevlevîlerle irtibat kurduğu sanılmaktadır. Eserlerinden iyi bir eğitim aldığı anlaşılan ve şiirlerinde Mevlânâ’yı öven, ondan hürmetle, sevgiyle bahseden Yûsuf-ı Meddâh, Mevlânâ ve Mevlevîliğe yakın ola-rak görünmektedir.

Şair hakkında ilk bilgiler Şeyhoğlu Mustafa’nın 1401 yılında yazdığı Kenzü’l-Küberâ’sında bulunmaktadır. Şeyhoğlu Mustafa’nın devrindeki ve daha önceki şairlerden söz ettiği ve onların az da olsa şiirlerine yer verdiği bu eserinde Yûsuf-ı Meddâh’ın da bir beyti bulunmaktadır. Varka ve Gülşâh (=Varaka ve Gülşâh) adlı eserini 1342 yılında Sivas’ta yazan Yûsuf-ı Meddâh’ın Şeyyâd Hamza, Elvan Çelebi ve Hoca Mesud gibi şairler-le aynı dönemde yaşadığı anlaşılmaktadır. Onun 1342 yılından sonra ne kadar yaşadığı, ne zaman ve nerede öldüğü bilinmemektedir.

Yûsuf-ı Meddâh’ın Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Yûsuf-ı Meddâh, eserlerini devrinin şairlerine göre daha açık ve konuşma diline yakın bir Türkçe ile yazmıştır. Varka ve Gülşâh’ta yabancı kelime ve tamlamaların az kullanıldığı ve Türkçenin önde olduğu görülür. Şairin kullandığı yabancı kelimeler ise hal-kın bildiği ve benimsediği söz cüklerdir. Eserlerinde sürükleyici ve çekici bir dil kullanan şair, atasözlerine, deyimlere ve cinaslara yer vererek Türkçeye hâkim olduğunu gösterir.

Yûsuf-ı Meddâh, Türk edebiyatında ilk defa dört mesnevi yazan şairdir. Tasvirde ol-dukça başarılı olan Yûsuf-ı Meddâh, mesnevilerini daha önce yazılanlara benzer şekil-de kaleme almıştır. Özellikle Varka ve Gülşâh’ın kurgusu Leylâ vü Mecnûn’u hatırlatmak-tadır. Eserde geçen olaylar, canlı ve sürükleyicidir. Ancak Yûsuf-ı Meddâh diğerlerinden farklı olarak eserini meclisler hâlinde yazmıştır. Arap kabilelerinde geçen hikâyenin ka-dın kahramanının Farsça isim alması ise dikkat çekicidir. Daha önce yazılan eserleri oku-yan şair, özellikle Mesnevî’ye bağlı kalmıştır. Yûsuf-ı Meddâh’ın eserinde Mevlânâ’nın ya-nında, Gülşehrî’nin de etkisi görülür.

Eserleri: 1. Varka ve Gülşâh: 1742 beyitten meydana gelen telif bir eserdir. Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezninde yazılan ve altı meclisten meydana gelen eserde konu başlıkla-

1

Page 43: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 37

rı Farsçadır, ancak meclisler belirtilirken “el-Meclisü’l-ûlâ” ve “el-Meclisü’s-sâdis” şeklin-de Arapça yazılmıştır. Varka ve Gülşâh’ta Peygamber devrinde Mekke civarında yaşayan Zahir İbni Hay Beni Şeybe adlı bir kavmin reislerinden Hilal’in kızı Gülşâh ile Hümam’ın oğlu Varka arasında yaşanan aşk anlatılmıştır.

Varka ve Gülşâh’ta Leylâ vü Mecnûn’un yanında Mesnevî’nin de etkisi vardır. Özel-likle Varka hasta olduğu zaman doktorun nabzına bakması ve aşk hastası olduğunu söy-lemesi Mesnevî’deki padişah ve cariye hikâyesinden gelen bir motif olmalıdır. Eserde yer yer Varka ile Gülşâh’ın ağzından söylenmiş olan gazeller, Varka ve Gülşâh’a ayrı bir canlı-lık vermiştir.

Varka ve Gülşâh’ta dikkat çeken diğer bir özellik, eserin meclislerden meydana gelme-si ve şairin meclis sonlarında sözü yarıda bırakıp hikâyenin sonunu daha sonraki meclis-te anlatacağını söylemesidir. Bu durum şairin hikâyelerini bir topluluk huzurunda okudu-ğunu ve şairin bir meddah olduğunu gösterir.

2. Destân-ı İblîs: Yûsuf-ı Meddâh’ın 200 beyitlik, Hz. Peygamber ile İblis (=şeytan) arasın-da geçen konuşmayı ve Hz. Peygamberin ümmetine öğütlerini konu alan bir mesnevisidir.

3. Hikâyet-i Kız ve Cühûd: Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eseri, Yahudi ve Müslüman iki komşu arasında geçen olayları anlattığı, yaklaşık 200 beyitten oluşan bir mesnevisidir.

4. Kadı ve Uğru Destânı: Bu eser, Harun Reşid zamanında bir kadı ile hırsız arasında yaşananların anlatıldığı, beyit sayısı 250 civarında olan bir mesnevidir.

Varka ve Gülşâh’tanel-meclisü’s-sâdis

fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün1. Ol bitürür cümle eksük işleri Ol irürür menzile kalmışları 2. Kul kaçan kim sürçe oldur dest-gîr İmdi Gülşâh’ı işitgil kim ne dir3. Didi kim yâ Varka sen kırk gün dahı Tanrı yolından bana güy iy sahî4. Tâ ki birkaç gün geçe kim ol Ganî Lutf idüp kabzeyleye benden cânı5. Tâ firâkun orcınun öni olam Vaslunun bayrâmına kurbân olam6. Kaldı kırk gün dahı ol Gülşâh içün Hâtırın yıkup gidemez n’eylesün7. Çün yitürdi Varka kırk güni tamâm Didi hergiz kalmadı ayruk kelâm8. Yâ nigârîn el-vidâ‘ olsun sana Kalmadı özrün helâl itgil bana9. Çün anı işitdi Gülşâh-ı nigâr Kalmadı cânında ârâm u karâr10. Ol nigârîn âh kıldı âteşîn Saldı ol tahtdan aşaga kendüzin

Elvan Çelebi Âşık Paşa’nın oğlu olan Elvan Çelebi, Kırşehir’de doğmuştur. Menâ kıpnâmesinde baba-sı ve dedeleri hakkında bilgi vermesine rağmen kendinden bahsetmemiştir. Kaynakla-rın verdiği bilgiye göre 1326 yılında babasının izni ile ailesi ve çocuklarını alarak Tanu-közü köyüne göç etmiştir. Çorum ile Mecidözü arasında bulunan bu köy, daha sonra El-

Page 44: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı38

van Çelebi adı ile anılmaya başlanmıştır. Elvan Çelebi buraya dervişleri ile yerleştikten sonra cami, zaviye, türbe ve hamam yaptırmış ve bütün ömrünü burada geçirmiştir. Ta-nuközü köyüne bu sülaleden ilk gelen dedesi Muhlis Paşa’dır. Muhlis Paşa’nın türbesi de buradadır.

Âşık Paşa 1332 yılında ölünce, öğrencileri devrinde büyük bir mutasavvıf olarak bilinen Elvan Çelebi’yi onun yerine geçirmişler, o da böylece babasının yolunu devam ettirmiştir.

Elvan Çelebi’den ilk defa Şeyhoğlu Mustafa Kenzü’l-Küberâ adlı eserinde bahsetmiş ve bu eserde iki beytini şiirlerine örnek olarak vermiştir. Bu durum XV. yüzyıldan son-ra da devam etmiş Hatiboğlu, Letâif-nâme ve Muhyiddin Çelebi de, Hızır-nâme adlı eser-lerinde ondan övgü ile söz etmişlerdir. Elvan Çelebi’nin ölüm tarihi belli değildir. An-cak Menâkıbü’l-Kudsiyye’nin 760H.=1359M. tarihinde yazıldığı göz önüne alınırsa, Elvan Çelebi’nin 1360 yılından sonra vefat ettiğini söylemek mümkündür.

Elvan Çelebi’nin Eseri ve Edebi Kişiliği Elvan Çelebi’nin tek eseri, Menâkıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l-Ünsiyye isimli mesnevisi-dir. Türk edebiyatında menkıbe türünün ilk örneği olan ve fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vez-niyle yazılan mesnevi, 2081 beyittir. Elvan Çelebi bu eserde büyük dedesi Baba İlyas ve Dede Garkın’dan ve bunlarla ilişki içinde olanlar, dedesi Muhlis Paşa, babası Âşık Paşa ve çevresinde bulunanlar hakkında bilgi vermiştir. 760H.=1359M. yılında yazılan ese-rin bilinen tek nüshası Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde 4937 numarada kayıt-lıdır. Eseri ilk defa tanıtan Mehmet Önder, bu mesnevinin Elvan Çelebi’nin kendi yazı-sı olduğunu iddia etmişse de, eserdeki bazı eksik kısımlar ve boş bırakılan yerler bu fik-ri doğrulamamaktadır.

Açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılan Menâkıbü’l-Kudsiyye’de Arapça ve Farsça tam-lamaların devrinin diğer eserlerine göre daha fazla oluşu, eserin dilinde tutukluğa sebep olmuştur. Bu durum, eserdeki gazellerde de görülür. Bu yönüyle Elvan Çelebi sanat ve şiir açısından devrinin şairlerine göre daha geride bulunmaktadır. Olayların, şahıslar arasın-daki ilişkilerin ve kişisel özelliklerin nazma çekilmiş şekli olarak görünen Menâkıbü’l-Kudsiyye, dönemin olaylarına yer verilmesi, Âşık Paşa ve soyunun aydınlatılması bakı-mından tarihî yönden önemli bir eserdir. Ancak şairin eserinde olağanüstü hadiselere yer vermesi, eserin değerini gölgelemiştir.

Menâkıbü’l-Kudsiyye üzerinde ilk yayın, İsmail Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak tarafın-dan 1984 yılında yapılmıştır. Bu yayında, hem eserin metni ortaya konmuş hem de eser üzerinde yapılan inceleme verilmiştir. Ayrıca eserin ikinci baskısı Türk Tarih Kurumu ta-rafından 1995 yılında yapılmıştır. Mertol Tulum, eser üzerinde İsmail Erünsal ve A.Yaşar Ocak’ın neşrini tenkit mahiyetinde, eserin tıpkı basımının da yer aldığı ikinci bir yayın yapmıştır.

Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-Kudsiyye’den başka şiirleri de vardır. Dağınık halde bu-lunan ve sanat yönünden başarılı olan bu şiirler, Fatih Köksal tarafından Elvan Çelebi’nin Şiirleri adı ile bir makale hâlinde yayımlanmıştır.

Menâkıbü’l-Kudsiyye’den Fazliyyet-i Dühüm Der Kitâb-ı Û [onun kitabı hakkında onuncu üstünlük] fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün1. Çün bilindi tamâm tokzıncım İmdi bir gör niceymiş onıncım2. Şoldur onıncı kim Kerîm ü Rahîm Sunmış ol gönle bir kitâb-ı azîm

Page 45: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 39

3. Şöyle kim ol kitâbda fasl u hitâb Evveli âhiri anun on bâb4. Degme bâb içre on hikâyetdür Kimi ibret kimisi hikmetdür5. Kimi zâhir ayân çıkar ma‘nî Kimi bâtın velî çakar ma‘nî6. Şol ki esrâr-ı ilmdür anda Şol ki envâr-ı ilmdür anda7. İlm-i kudret ki min ledün dildür Evliyânun yakîne menzildür8. Bu kitâbun hakâyıkın diller Bu kitâbun dekâkıyın iller9. İttifâk itdiler beyân olmaz Bahr-ı ummân hôd bardaga sıgmaz10. Çok acîb ü garîb hikmetler Çok bedî‘ ü sanî‘ san‘atlar ...

Hoca Mesud (Mesud Bin Ahmed)Türk tercüme edebiyatında önemli bir yeri olan Hoca Mesud hakkında tezkirelerde faz-la bilgi yoktur. Hoca Mesud’un nereli olduğu, eserlerini kime sunduğu da belli değildir.

Türk edebiyatında Ahmed-i Yesevî’den sonra XIV. yüzyıla gelinceye kadar “hoca” laka-bı ile anılan ikinci şairdir. Eserlerinden Arapça ve Farsçayı iyi bildiği anlaşılan şairin hoca olarak anılması, iyi bir eğitim gördüğünün ve devrindeki ilimlere vâkıf bulunduğunun bir kanıtı olmalıdır. Şeyhoğlu Mustafa, Kabus-nâme tercümesinde şairi bu lakabdan başka “emlehu’ş-şuarâ” ve “efsahu’ş-şuarâ” gibi lakablarla da anmaktadır. Ayrıca Kenzü’l-Küberâ adlı eserinde “hoca” lakabını anarak, bazı beyitlerine yer vermiştir.

Hoca Mesud, diğer bazı şairlerde ve yazarlarda görüldüğü gibi eserlerini bir bey veya saraya yakın birinin ya da bir yakınının teşviki ile yazmamıştır. Süheyl ü Nevbahâr’ı yazdı-ğı zaman ihtiyarlık döneminde bulunduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklara göre şairin 1300-1370 yılları arasında yaşadığı düşüncesi hakimdir.

Hoca Mesud’un Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Hoca Mesud, aldığı eğitim ve tecrübeleri gereği şiir sanatının sırlarını ve nazım tekniğini bilen, dil bilinci ve Türkçe sevgisi ile eserler yazan bir şairdir. Özellikle tercüme metodu açısından sağlam bir görüşü vardır. O, Türkçeye tercüme ettiği eserleri-nin kelime kelime karşılıklarını vermemiş, okuyup anladığını yazmıştır. Bu durum, Türk-çe söyleme ve yazmasında bir tabiîlik sağladığı gibi, çevrilen esere de zenginlik katmıştır. Türkçe, bu şair ile birlikte zengin ve geniş anlatım özelliği kazanarak tercümeden çok teli-fe yönelmiştir. Bu yönüyle bir çığır açan Hoca Mesud, tercüme ettiği eserlere, Türkçeden yeni şeyler katmış, yabancı bir dilin karşısına kendi dilini öne çıkarmak için büyük gayret göstermiştir. Bu durum XVI. yüzyıl tezkirecilerinden Âşık Çelebi’nin de dikkatini çekmiş-tir. Âşık Çelebi Süheyl ü Nevbahâr için, “Farsçadan çev rilmişti, ancak bazı ma‘nîler bul-muştur” diyerek şairin bu gayretine vurgu yapmıştır.

Türkçenin gelişmesi için çalışan Hoca Mesud, dilin eksik taraflarını bilen şairdir. Türk-çeyi Arapça ve Farsça ile kıyaslayan ve bu dillere göre Türkçede bir anlatım kıtlığı oldu-ğunu gören Hoca Mesud, Türkçenin Arapça ve Farsça gibi bir dil olmadığından, özellik-le vezin ve vezinle ilgili hususlardan, uzun ünlü bulunmayan Türkçeyi aruza uydurmada-ki zorluktan yakınır.

Page 46: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı40

Hoca Mesud’un Farsça kelimeler yerine Türkçelerini kullanma düşüncesi, daha sonra Şeyhoğlu Mustafa tarafından devam ettirilmiştir. Hoca Mesud sadece Süheyl ü Nevbahâr’da değil Ferheng-nâme-i Sa‘dî adlı eserinde de aynı düşüncelerden hareket eder. Bu eserde kullanılan kelimelerin % 70,5 gibi bir kısmı Türkçedir. Geriye kalan kelimeler ise Arapça, Farsça, Sanskritçe ve Rumcadan alınmıştır.

Eserleri: Hoca Mesud’un Farsçadan tercüme edilmiş iki mesnevisi vardır. 1. Süheyl ü Nevbahâr (Kenzü’l-Bedâyi‘): Hoca Mesud’un 1350 yılında yeğeni İzzeddin

Ahmet ile ortak olarak Farsçadan Türkçeye çevirdiği bir eserdir. Fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezni ile yazılan ve 5703 beyit olan eserin ilk bin beytini Hoca Mesud’un tavsiyesi ile yeğe-ni İzzeddin Ahmet tercüme etmiş, geri kalan 4703 beytini de Hoca Mesud kendisi çevirmiş-tir. Ancak eserin başında yer alan tevhid, münacat, na’t, medh-i çâr yâr, hikmet ve nasihat-ten başka telif sebebini anlatan kısım ile hatime kısmı Hoca Mesud tarafından yazılmıştır.

Süheyl ü Nevbahâr, Farsçadan tercüme edilmesine rağmen Fars edebi yatında bu isim-de bir eser bilinmemektedir. Eserde, Yemen padişahı Bahr’ın oğlu Süheyl ile Çin fağfuru-nun kızı Nevbahâr arasındaki aşk anlatılmaktadır.

Hoca Mesud, eserindeki anlatım durgunluğunu ve monotonluğu gidermek için yer yer gazeller de yazmıştır. İlk örneği Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Zelîhâ’sında görülen ve daha sonraki mesnevilerde devam eden kahramanların ağzından gazel yazma geleneği, bu eser-de de karşımıza çıkar. Anlatımda akıcılık sağlayan bu gazellerin sayısı on beşi bulmakta-dır. Bunların on biri Süheyl, diğer dördü de Nevbahâr tarafından söylenmiştir. Eserde bu-lunan gazellerin vezinleri mesnevinin vezninden farklıdır.

Hoca Mesud’un eserinde teşbihten leff ü neşre, akisten irsal-i mesele kadar pek çok sa-nat, özellikle cinaslı kullanışlar bulunması ve eserine Kenzü’l-Bedâyi (=güzellikler hazi-nesi) adını vermesi, onun zevk sahibi iyi bir şair olduğunu gösterir. Eser üzerinde çalışan Cem Dilçin, Süheyl ü Nevbahâr’ın tam metnini verdiği gibi, ayrıca çok geniş bir inceleme yaparak eserin sözlüğünü de yayımlamıştır (1991).

2. Ferheng-nâme-i Sa‘dî: Şirazlı Sa’dî’nin (öl. 1292) Bostân adlı eserinden seçilmiş beyitlerin manzum tercümesi olan bir mesnevidir. Süheyl ü Nevbahâr gibi fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezni ile yazılmıştır. Hoca Mesud, 4184 beyit olan Bostân’ın 1073 beytini seçerek Türkçeye çevirmiştir.

Hoca Mesud, Bostân’da olduğu gibi öğüt yanı ağır basan bu eserinde, insanî değer-ler üzerinde durmuştur. Yaptığı seçmelerinde keyfî davranmış, ancak Bostân’ın bölüm-lerindeki sırayı bozmadığı gibi, onlara uygun konu başlıkları da vermiştir. Ele aldığı ko-nuya göre yer yer Sa’dî gibi hikâyeler anlatmış, kıssadan hisse şeklinde öğütlerde bulun-muştur. Bunun yanında kendisi bazı beyitler de eklediği eserinin sonunda bir de müna-cata yer vermiştir.

Süheyl ü Nevbahâr’dan Zârî Kerden-i Îşân ve Nişesten-i Süheyl Nezd-i Peder-i Hod[Herkesin ağlaşması ve Süheyl’in babasının yanında oturması] fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl1. Turup zâr zâr aglayu gitdiler Bögürdiler ü çok figân itdiler 2. Bular gidicek kaldı ol o Süheyl İkisi yaşından revân idi seyl3. Didi iy gözüm aydını cân ogul Tamarlarum içindeki kan ogul4. Kara yire koyasısın babanı Berü gel öpeyim şu kara beni

Page 47: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 41

5. Sen ü ben esen ugur eyleyeyim Kuçayım boyununı yiyleyeyim6. Ki bellü kopınca kıyâmet güni Girince kulagumuza sûr üni7. Görimeyisersin sen ayruh beni Ne ben dahı göribileven seni8. Ben uş dirligümden elümi yudum Velî kaygunı hem yirince yidüm9. Otur tahta vü pâdişâhlıgun it Dimezven ki bir ayruk iklîme git10. Yigitsin ü ol akl içinde koca Aşah gönli tut himmetüni yüce...

Fahrî Asıl adı Yakub, lakabı ise Fahreddin olan şair hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Hüsrev ü Şîrîn adlı eserinden iyi bir eğitim gördüğü, Arapçayı ve Fars çayı bildiği anlaşılan şair, Ay-dınoğulları sarayında bulunmuş ve eserini Aydınoğlu İsa Bey’in isteği üzerine 1367 yılın-da yazmıştır. Fahrî, Husrev ü Şirin’i yazdığı zaman elli yaşını aşmış olduğundan 1315 yıl-ları civarında doğduğunu söylemek mümkündür. Fahrî’nin saraya bu kadar yakın olması-na rağmen öm rünün sonlarını nasıl geçirdiği bilinmemektedir. Kaç yılında öldüğü ve me-zarının nerede bulunduğu da belli değildir.

Fahrî’nin Eseri ve Edebî Kişiliği Fahri’nin tek eseri, Işk-nâme adını da verdiği ve Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn mesnevisidir. Hüsrev ü Şîrîn Marburg Devlet Kütüphanesi 1069 nu-marada kayıtlıdır. Eserin 277 beyitlik giriş kısmında İsa Bey için yazılmış bir kaside vardır. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılan eser 4683 beyittir. Hüsrev ü Şîrîn, dili halk ko-nuşmasından ayrılmayan açık ve anlaşılır bir eserdir. Bölüm başlıkları Farsça yazılan eser-de, çok az Farsça tamlama bulunmaktadır.

Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisini Anadolu sahasında Türkçe ilk defa Fahrî tercü-me etmiştir. Hoca Mesud gibi tercümenin sıkıntısını çeken Fahrî’nin açık, samimi ve pü-rüzsüz bir anlatımı vardır. Eserini, yabancı kelime ve tamlamalardan uzak, daha çok Türk-çe kelimelerin olduğu konuşma diline yakın, açık ve anlaşılır bir dille yazmıştır. Dili kul-lanmada usta bir şair olan Fahrî, eserinde Arapça ve Farsça kelimeleri fazla kullanmamış-tır. İbret alınması gereken hikmetli sözlerin yanında yer yer atasözü ve deyimleri de kula-nan Fahrî, tasvir yeteneği güçlü bir şairdir. Türkçeyi iyi kullanan ve vezne hâkim olan şair, karşılıklı konuşmalarla eserin cazibesini arttırmıştır. Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i Türk edebi-yatında Kutb’un eserinden 26 sene sonra yazılan ikinci tercümedir.

Hüsrev ü Şîrîn’den Âgâz-ı Dâsitân mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün1. Eyitdi ol söz eyden bilge üstâd Ki dutmışdı çok eski dâsitân yâd 2. Ki çün Kisrî’nün ayı oldı kara Kodı tahtını Hürmüz şehriyâra3. Cihân dutıcı Hürmüz dâd iderdi Cihânı dâd-ıla âbâd iderdi

Page 48: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı42

4. Delim nezr-ile kurbân-ile Yezdân Ana virdi bir oglan kim ne oglan5. Görindi bî-bahâ bir dâne lü’lü’ Sa‘âdet kulzüminden hûb u sulu6. Togışı bahtulu vü kutlu bahtı Bititmiş tâli‘ ana tâc u tahtı7. Ata yüzinde husrevlik çü gördi Adını Husrev ü Pervîz virdi8. Yüzi aydınırak şems ü kamerden Şeker gibi gülişi yig şekerden9. Gül-idi tâze şehlik budagından Kızıl ya’kût idi devlet tagından ...

Şeyhoğlu Mustafa XIV. yüzyılda Germiyan (Kütahya) bölgesinde yetişen şairlerin başında gelir. Hurşîd-nâme’de adının Mustafa olduğunu belirten ve Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’yı 1401 yılında yazdığı zaman 62 yaşında olduğunu açıkça söyleyen Şeyhoğlu, buna göre 1340 yı-lında doğmuştur. Germiyan beyi Süleyman Şah zamanında Germiyan sarayında nişan-cılık ve defterdarlık görevlerinde bulunan Şeyhoğlu, daha sonra Yıldırım Bayezid’e (salt. 1389-1402) intisap ederek Osmanlı sarayında da bulunmuştur.

Şeyhoğlu’nun nerede, ne zaman öldüğü ve mezarının nerede bulunduğu da belli de-ğildir. Abdülvâsî Çelebi’nin 1414 yılında yazdığı Halîl-nâme’de Şeyhoğlu Mustafa’dan da bahsetmesine bakılırsa şairin, 1414 yılına yakın bir zamanda öldüğü söylenebilir.

Eserlerinde “Şeyhoğlu” mahlasını kullanan şair, bazı şiirlerinde ise, aynı anlama ge-len “İbni Şeyhî” mahlasını kullanmıştır. Marzuban-nâme’nin Kahire Devlet (Eski Hidivi-ye) Kütüphanesi’nde tam olan nüshasının iki yerinde “Sadrüddîn” ismi de geçmektedir. Bu durumda şairin Şeyhoğlu Sadrüddîn olarak anılması gerekir.

Şeyhoğlu Mustafa’nın Edebî Kişiliği ve EserleriEdebî Kişiliği: Türkçenin inceliklerine vâkıf olan ve devrinin şairleri arasında Nesîmî’den sonra ikinci sırayı alan Şeyhoğlu Mustafa, Arapçayı, Farsçayı, eski kültürü ve kaynakları bi-len, dil bilinci ile eser veren bir şair ve yazardır. Şeh-nâme’den, Kelile ve Dimne ve Mesnevî-i Ma‘nevî’ye kadar Farsça ana kaynaklara olan hâkimiyeti eserlerine de yansımıştır. Şeyhoğlu, Kenzü’l-Küberâ’da kendi devrini ve toplumu gözleyip eksiklikleri de tenkit etmiştir.

Eser yazmaya tercüme ile başlayan Şeyhoğlu’nun eserlerinde öğretici taraf ağır basar. Şeyhoğlu, dille ilgili görüşlerine daha çok Hurşîd-nâme’de yer vermiş ve bu eserinde Türk-çenin işlenmediğini, soğuk, tatsız tuzsuz, lezzetsiz ve yavan olduğunu anlatarak bu dilin gelişmesi için büyük emek sarf ettiğini belirtmiştir.

Türkçeyi kullanmada ustalaşan ve kendine has bir üslubu olan Şeyhoğlu, işlenmiş nes-riyle Sinan Paşa’nın öncüsüdür. Onun bazı şiirleri eda, ses, söyleyiş, vezin, kafiye, coşkun-luk ve akıcılık yönünden on altıncı yüzyılın şiirini aratmayacak niteliktedir. Bu durum, Şeyhoğlu ve çağdaşları tarafından on dördüncü yüzyılda dilin işlenmesine bir hayli emek sarf edildiğini, Türk edebiyatının geliştiğini ve böylece Türkçenin büyük devlet dili olarak hazırlanmış bulunduğunu da gösterir. Türkçeyi iyi kullanan, nazım tekniğini bilen Şey-hoğlu, şiirlerinde ve nesirlerinde Türkçenin yapısına aykırı olan “ki”li cümlelere az yer vermekle üslubuna akıcılık sağlamıştır. Şeyhoğlu Mustafa’nın şiirleri, çağdaşı Ahmedî’nin şiirlerine göre daha akıcı ve daha liriktir. Ancak Şeyhoğlu kimi şiirlerinde mahlas kullan-mamıştır.

Page 49: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 43

Halkın psikolojisini ve dilini çok iyi bilen Şeyhoğlu, neyi, nasıl ve ne zaman söylece-ğini çok iyi hesap eder. O, eserlerinde atasözlerine de yer vermiş, sanat gayesi güderken Türkçenin sırlarına dikkat ederek halk diliyle, doğal bir şekilde yazmıştır. Bu şekilde akıcı ve coşkulu dille yazdığı şiirleri daha sonraki yüzyıllarda da etkili olmuştur.

Eserlerinde Türkçe kelimelere, özellikle halk tabiri ve atasözlerine geniş yer veren, Türkçe yazmakla övünen, gayretli ve başarılı bir şair ve yazar olan Şeyhoğlu, gerçek bir söz ustasıdır. Şeyhoğlu’nun daha çok kısa cümleleri kullanması, tercümelerine âdeta telifî eser özelliği kazandırmıştır.

İktibas yapmayı pek tercih etmemiş, ancak âyet ve hadislerin tercümesini vermiştir. Böylece iktibaslarla değil Türkçe ifadeler ile telmihte bulunmuştur. Arapçadan yaptığı ik-tibaslarda halkın anlayabileceği veya halka yabancı olmayan kısa ibareleri seçmiştir.

Şeyhoğlu’nun şiirindeki çekici yönlerden biri de, ele almış olduğu aşk konusunu gö-nülden işlemesi, güzellikleri görüp ona göre ifadeler kullanmasıdır. Şeyhoğlu’nun bu şiir-leriyle kendinden sonra gelen Şeyhî, Ahmed Paşa, Fuzûlî ve Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya kadar çok sayıda şaire tesir ettiğini söylemek mümkündür.

Eserleri: Şeyhoğlu Mustafa’nın biri manzum üçü mensur olmak üzere dört eseri var-dır. Bunlardan Hurşîd-nâme manzum, Marzuban-nâme ve Kabus-nâme tercümeleri ile Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eserleri mensurdur.

1. Hurşîd-nâme: Şeyhoğlu, Süleyman Şah adına yazmaya başladığı bu mesneviyi, Süley-man Şah’ın ölümü üzerine 1387 yılında tamamlayarak Yıldırım Bayezid’e sunmuştur. Şair, eserine önce Şebistân-ı Uşşâk adını koymuş, daha sonra bunun kabul görmemesi üzeri-ne Hurşîd-nâme adını vermiştir. 7903 beyti bulan eser, mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmıştır. Mesnevîde Siyavuş’un kızı Hurşîd ile Ferahşâd arasında geçen aşk hikâyesi an-latılmıştır. Şeyhoğlu’nun kahramanları, Arap, Türk, Fars ve Moğol tarihinde yer alan şa-hıslardır. Eserde Şeh-nâme’nin etkisiyle İran kaynaklı şahısların çokluğu dikkat çeker. Şey-hoğlu İslam tarihindeki olaylardan da yararlanmış, âdet ve örfler ile saray teşrifâtına geniş yer vermiştir. Şair, ayrıca masal unsurlarından faydalanıp bütün âşıklara görmeden âşık olma durumunu yaşatmıştır. Eserde, yer yer kahramanların ağzından söylenmiş 19 gazel ile bir tercî’-i bend bulunmaktadır. Şeyhoğlu’nun bu gazellerde 9 ayrı vezin kullanmış ol-ması, onun sanat zevkine sahip usta bir şair olduğunu gösterir.

Şeyhoğlu Hurşîd-nâme adlı mesnevisinin baş kısmında tevhid, münacat ve na’t da yaz-mıştır. Miraciyye de yazmış olan şair, sırayla, dört halifeyi överek anlatmış ve kitabının ya-zılış sebebini belirtmiştir. Ayrıca eserde şiiri hakkında bilgi verip Türkçe üzerine görüşle-rini ifade eden Şeyhoğlu, bu eserinde Türkçenin işlenmemiş, sert, kaba ve tatsız bir dil oldu-ğunu ve tanınmadığını söyleyerek eseri yazarken büyük çaba harcadığını vurgulamıştır. Anadolu halkı Türkçe konuştuğu için Türkçe yazdığını söyleyen Şeyhoğlu, başarılı ve bü-yük bir eser ortaya koymuştur. Hurşîd-nâme, ayrıca siyaset yönü ile Kenzü’l-Küberâ adlı eserine başlangıç olması bakımından da önemli bir eserdir.

2. Marzuban-nâme: Germiyan beyi Süleyman Şah adına Farsçadan Türkçeye çevril-miş mensur hikâye ve masalların yer aldığı bir eserdir. Öğretici yönü ile Kelile ve Dimne’ye benzeyen Marzuban-nâme’nin ilk yazarı İran’ın Mazenderan bölgesinde hüküm süren Marzubân bin Rüstem’dir. Daha sonra Sadeddin Varavinî eseri yeniden yazıp Azerbaycan Atabeyi olan Ebu’l-Kasım Rabîbüddîn’e ithaf etmiştir.

Marzuban-nâme üzerinde ilk tanıtmayı A. Zajaczkowski yapmış, ancak A. Zajaczkowski’nin tanıttığı Warşowa Üniversitesi İslam Eserleri Kütüphanesi’nde bulunan Marzuban-nâme nüshası, İkinci Dünya Savaşı sırasında yanmıştır (1944). Eserin bugün elde bulunan tek nüshası ise, Berlin Devlet Kütüphanesi’ndedir. 69 yaprak olan bu nüsha-nın baş kısmı noksandır. Sayfasında 14 satıra yer veren okunaklı, harekeli nestalik bir yazı ile yazılmış olan bu nüsha üzerinde Zeynep Korkmaz çalışmıştır. Korkmaz, Marzuban-

Page 50: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı44

nâme üzerinde geniş bir dil araştırması yaptığı çalışmada, eserin metin, sözlük-dizini ile tıpkıbasımını da yayımlamıştır (1973).

3. Kabus-nâme Tercümesi: Şeyhoğlu’nun Farsçadan çevirdiği başka bir eseri, ahlâk ve siyâset kitabı olan Kabus-nâme’dir. Şeyhoğlu, aslı dokuz bab olan eserin tercümesine onuncu babı da eklemiştir. Eserin aslı Mısır Hidiv Kütüphanesi’ndedir.

4. Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkül-Ulemâ: Şeyhoğlu Mustafa’nın ömrünün sonuna yak-laştığı bir dönemde, tecrübelerinden hareketle yazdığı siyaset ahlâkı ile ilgili mensur bir eseridir. Şeyhoğlu, son eseri olan Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’yı önceleri Germi-yan, sonraları Osmanlı sarayında bulunan Paşa Ağa bin Hoca Paşa adına yazmıştır.

Kenzü’l-Küberâ’nın bilinen tek nüshası, Yapı Kredi Bankası Kütüp hanesi’nde bulun-maktadır. 120 yaprak olan ve sonradan numaralanan eserin asıl kısmı, dört bölümden oluşur. Hamdele ve salveleden sonra asıl bölüm başlar. Şeyhoğlu, eseri Türkçe telif ettiğini ve 803H.=1401M. yılında tamamladığını belirtmiştir.

Yazar, eseri için “te’lif ” kelimesini kullanmasına rağmen, Kenzü’l-Küberâ’nın Necmeddîn-i Râzî’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından yapılan bir tercüme olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Bu duruma ilk defa işaret eden Fuat Köprülü, sonradan bu fikir üzerinde durmamıştır. Orhan Şaik Gökyay da eserin tercüme olduğunu belirtmiştir. Bu iddiada bu-lunanlar, her iki eserin başlıklarındaki benzerliklere göre tercüme kanaatine varmışlardır. İki eser karşılaştırıldığı zaman Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-Küberâ’nın iskeletini, Necmeddîn-i Râzî’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından aldığı, fakat eserini tecrübe ve gözlemleriyle zenginleştirip geliştirdiği anlaşılmaktadır. Ayrıca eserde, Hurşîd-nâme’den bir hayli alıntıların yanında Elvan Çelebi, Gülşehrî, Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mesud, Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı Meddâh gibi şairlerden alınmış şiirler de vardır. Bu şiirler, Kenzü’l-Küberâ’nın Mirsâdü’l-İbâd’ın bire bir tercümesi olmadığını ortaya koyduğu gibi edebiyat tarihi yönünden ese-rin değerini artırmıştır.

Kenzü’l-Küberâ, taşıdığı dil özellikleri yönünden Eski Anadolu Türkçesi içinde yer alır. Eser, açık ve samimi dili ile daha sonra yazılan eserlerle gelişen Türk nesrine temel oluş-turmuştur. Yazar eserinde, Kur’an ve hadis olmak üzere ana kaynakları esas almış, pey-gamberlerden ve geçmiş padişahlardan örnekler vermiş, devlet idaresi ile ilgili terim ve deyimleri de kullanmıştır.

Kutadgu Bilig’den sonra Türk kültür tarihi içinde ikinci, Batı Türkçesi’nde ise ilk yazı-lan siyaset kitabı olan eser, devlet ve toplum idaresi yönünden, bilhassa kuruluş devri için büyük önem taşımaktadır.

Divan’ı bulunmayan Şeyhoğlu’nun Hurşîd-nâme’si içinde kahramanların dilinden söylediği 23’ü gazel olmak üzere 36 manzumesi vardır.

Hurşîd-nâme’de Ferahşâd’ın Ağzından Söylenmiş Bir Gazel fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘itün1. Çün bulınmadı cihânda derdüne dermân gönül Yiridür bu hasret ile ger alursan kan gönül2. Işk bâzârında sana çünki hâsıldur ziyân Bellü bil kim assı kılmaz nâle vü efgân gönül3. Devr içinde ser-be-ser bîmâra tîmârın viren Bir imâratlık sana virmedi iy vîrân gönül4. İy dirîgâ bunca herc ü zecr ü gam görmiş iken Almadın dâdın felekden virisersin cân gönül5. Gerçi yârun vuslatı haccında bayram itmedün Yigrek oldur furkat içün olasın kurbân gönül

Page 51: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 45

6. Lâcerem ışkun belâsına mutî‘ olmak gerek Kimsenün hükmine çün olmadun fermân gönül7. Sen ki manzûrun felekdür nice olursın helâk İy gönül hayrân gönül olma gönül giryân gönül

Ahmedî (Taceddin İbrahim) Ahmedî, XIV. yüzyılın ikinci yarısında, beylikler döneminin önde gelen şair ve yazarların-dan biridir. 1335 yılında doğduğu tahmin edilen, eserleri ve şiirlerinde Ahmedî mahlasını kullanan şairin ismi, kaynaklarda Taceddin İbrahim olarak geçmektedir. Ahmedî’nin ne-rede doğduğu, nasıl bir hayat sürdüğü hakkında çelişkili ve farklı görüşler bulunmaktadır. Ahmedî ilk öğrenimini Anadolu’da yaptıktan sonra Mısır’a gitmiş ve eğitimini tamamla-yarak 1360 yılında Anadolu’ya dönmüştür.

1360–1390 yılları arasında Aydınoğulları bölgesinde yaşayan ve Aydınoğlu Ayas Bey’e intisap eden şair, Ayas Bey’in oğlu Musa Bey’e hocalık yapmış ve onun için Mirkâtü’l-Edeb, Mîzânü’l-Edeb ve Mi‘yârü’l-Edeb adlı eserleri yazmıştır. Ayas Bey’den sonra Germiyan va-lisi ve Yıldırım’ın oğlu Emir Süleyman’ın yanında bulunan şair, bu şehzadenin ölümün-den sonra da Çelebi Mehmed’in hizmetine girmiştir. İbn Arabşah’ın verdiği bilgilere göre Ahmedî, Çelebi Mehmed zamanında Amasya’da bulunmuştur. Kaynaklarda Ahmedî’nin 1412’de, 80 yaşlarında iken öldüğü belirtilir.

Ahmedî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Ahmedî Türk edebiyatında XIV. yüzyılın sonlarında divan sahibi olan dört şairden biridir. Ahmedî, Arap ve Fars edebiyatı unsurlarını Türk edebiyatına taşırken millîliğini kaybetmez. Daha önce Yusuf Has Hâcib, Ahmed Yesevî, Yunus Emre, Gülşehrî ve Âşık Paşa’da görülen Türklüğe ait unsurlar Ahmedî’de bir bütün halindedir. Türk, Fars ve Arap edebiyatına ait unsurları eserlerinde toplayan Ahmedî, Türk edebiyatının kuru-cu şairleri arasında yer alır.

Öğreticilik yönü de bulunan Ahmedî, şiiri ve sanatı ile övünen ve kendini beğenen bir şairdir. Şiirlerini ancak Lebîd, Kemâl-i Hucendî ve Gülşehrî’nin değerlendirebileceğini be-lirten Ahmedî, kendisini devrinin Hassân’ı olarak görür. Selmân ve Sa’dî’den üstün oldu-ğunu söyleyen Ahmedî; Elvan Çelebi, Şeyhoğlu Mustafa ve Kemaloğlu gibi kendinden ön-ceki ve devrinin bazı şairlerini daha çok kişiliklerinden dolayı eleştirir. Şeyhoğlu Mustafa ise, Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eserinde kendinden önceki ve çağdaşı şair-lerin adlarına yer verip işlediği konuya göre hemen hepsinden bir veya birkaç beyit alma-sına rağmen Ahmedî’den hiç söz etmemiştir. Dehhânî ve Gülşehrî’nin şiirlerini beğenen Ahmedî’de Mevlânâ, Yunus Emre ve Gülşehrî’nin etkisi görülür. Ahmedî’nin,

Cihândan ben usanmışam bana sini gerek siniKamulardan uşanmışam bana sini gerek sini

beytiyle başlayan gazeli Yunus’a bir naziredir ve baştan sona Yunus’un fikir ve söyleyişi-ni yansıtır. Ahmedî’nin çok sayıda gazelinde, Türkçenin yapısına uymayan ifade şekilleri-ni, özellikle ki’li cümleleri kullanması yüzünden lirizmde geri kaldığı ve ifadesinde tutuk-luk olduğu görülür.

Ahmedî’nin Şehzade Cem, Ahmed Paşa, Bâkî, Fuzûlî ve Nedîm gibi şairler üzerinde de etkisi vardır. Onun,

Tâ ışkunı şehâ varak-ı câna yazmışamLevh-i gönülde adunı câna yazmışam

beytiyle başlayan gazeline, Ahmed Paşa,

Page 52: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı46

Ser-nâme-i mahabbeti cânâna yazmışamHasret risâlesin varak-ı câna yazmışam

şeklinde başlayan gazelini nazire olarak yazmıştır. Ayrıca Ahmedî’nin, Câna yitdi zulme sen dâd eyle kurbân olduğumHâtırı şimden girü şâd eyle kurbân olduğum

beyti ile başlayan gazeli, Ahmed Paşa’dan da geçerek Nedîm’de şarkı şeklinde bir başka şe-kil ve söyleyişle karşımıza çıkar.

Şiilerinde gerçekçi olan Ahmedî, bazen resmeder gibi gazeller yazar ve mevsimler onda doğal renkleri ile görünürler. Ahmedî’nin şiirlerinde Gülşehrî’de olduğu gibi varlığı eski Türk şiirine kadar çıkan “dedim-dedi” şeklinde veya “sorulu-cevaplı” karşılıklı söyle-yişler, atışmalar ve münazaralar da görülür. Ahmedî,

Didüm yâre ki yüzün ergavândurDidi kim kâmetüm serv-i revândur

beyti ile, Hîç anmaz iy sabâ bizi dildâr hoş mıdurSormadı yâr hâli nedür yâr hoş mıdur

ve Sen ni’met ü na’îm ile şâdân ol AhmedîBin mihnet ü belâya giriftâr hoş mıdur

gibi beyitleriyle XV. yüzyılın bahtsız şehzadesi Cem’e tesir eder. Ahmedî, münacat, tevhid ve na’t türündeki şiirleri bir tarafa bırakılırsa, Türk edebi-

yatında çağdaşlarına göre en çok kaside yazan bir şairdir. Kasideleriyle tanınan Nef ’î’nin bile onun kadar kasidesi yoktur. Ancak Ahmedî’yi kasidede sayı bakımından geçen şair Zâtî’dir.

Ahmedî, Bursa için yazdığı kaside ile Türk edebiyatında ilk şehir kasidesi yazan şair unvanını almıştır. O,

Bursa sultânlara neşîmendürYümn ile Tûr u Vâdî-i Eymendür

beytiyle başlayan Bursa kasidesinin ikinci kısmında, şehir halkını hedef alarak hicvetmiştir. Kasidelerinin çoğunu Emir Süleyman’a yazan Ahmedî, mevsimleri -bahariyye ve haza-

niyye- kasidelerinde işleyen ilk şairdir. Hem kaside hem terkîb-i bend şeklinde mersiyele-ri bulunan şair, bu şiirlerinin tamamını Emir Süleyman için yazmıştır. Medhiyelerinde ol-duğu gibi mersiyelerinde de duygularını samimi şekilde dile getiren şair, Ahmed Paşa’dan Bâkî’ye kadar gelen çizgide terkîb-i bend şeklinde yazılan mersiyelerin öncüsüdür.

Dönemindeki şair ve yazarlara göre çok eser yazan Ahmedî, doğu ve batı kaynakları-na hâkim bir şairdir. Türkçenin işlenmesine ve gelişmesine eser leriyle büyük katkı sağla-yan şair, Divan şiirinin Hoca Dehhânî’den sonra Kadı Burhaneddin ile birlikte kurucula-rı arasında yer alır.

Genellikle açık ve anlaşılır bir dil kullanan Ahmedî, Arapça ve Farsça tamlamalardan uzak durmaya çalışmış, ancak işlediği konu gereği, özellikle kasidelerinde yer yer yaban-cı kelime ve tamlamalar da kullanmıştır. Yaptığı tamlamalarda ve iktibaslarda ölçülü dav-ranan şairin şiirlerinde “ki”li cümleler kullanması, akıcılığı engelleyerek anlatımda bir tu-

Page 53: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 47

tukluğa yol açmıştır. Bu da Ahmedî’nin şiirinin lirizm yönünden Nesîmî gibi şairlere göre gerilerde kalmasına sebep olmuştur. Mesnevîlerinin dili ise, diğer şiirlerine göre daha akı-cı ve liriktir. Ancak Türkçenin tabiî cümle yapısından ayrılması, onu anlatım güzelliğin-de geriye götürmüştür. Bunun yanında emir şeklindeki kullanışlar, dedim-dedi şeklindeki söyleyişler Ahmedî’nin şiirine canlılık ve akıcılık sağlamıştır.

Eserleri: Ahmedî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri şunlardır.1. Divan: Kaside, gazel, terkîb-i bend ve tercî’-i bend nazım şekliyle yazılmış şiirler-

den oluşan Divan’da 750 gazel, harf sırasına göre düzenlenmiş 73 kaside, 2 tercî’-i bend, 7 terkîb-i bend ve bir muhammes olmak üzere 833 manzume vardır. Şairin nazire mec-mualarında bulunan diğer şiirleri ile bu sayı artmaktadır. Divan’ın elde bulunan dört nüs-hasından en eski tarihli olanı II. Murad adına yazılmıştır. Ahmedî Divanı üzerinde Tunca Kortantamer, Yaşar Akdoğan ve Melike Erdem tarafından doktora çalışması yapılmıştır.

2. İskender-nâme: Ahmedî’nin en önemli eseri olan İskender-nâme, ede biyatımızda bu konuda yazılan mesnevilerin ilk ve en başarılı örneğidir. Eserin aslı Firdevsî’ye dayanmak-la birlikte asıl yazarı Nizâmî’dir. Ahmedî eseri kendine göre ele almış, yaptığı eklemeler-le mesneviyi telif duruma getirmiştir. Ahmedî, Nizâmî’nin eserindeki bazı olayları çıkar-dığı gibi kendisi de yeni motif ve olaylar eklemiştir. İskender-nâme’de Makedonyalı Büyük İskender’in doğu ülkelerine yaptığı seferler ve fetihler efsaneleştirilerek anlatılmıştır. Eser, Mevlid ve Tevârih-i Âl-i Osmân bölümleri ile ayrı bir önem taşır. Bu eserdeki Mevlid bölü-mü ile Türk edebiyatında mevlid türünün Ahmedî ile ortaya çıktığı görülür. Aynı devrin şairlerinden Erzurumlu Mustafa Darîr de Sîretü’n-Nebî adlı eserinde sadece Peygamber’in doğumunu konu edinen bir mevlide yer vermiştir.

Aruzun remel bahrinde fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 8754 beyit olan İskender-nâme’de Tevârih-i Âl-i Osmân ve Mevlid’den başka bir de Işk-nâme bölümü bulun-maktadır. Ahmedî, eserini 1390 yılında bitirmiş, ancak daha sonra yaptığı ilaveler ile Baye-zid (öl. 1403) ve Timur’un (öl. 1405) ölümleri ve bunların devrinde geçen başka olaylara da İskender-nâme’de yer vermiştir. Bu eser içinde yer alan Mevlid’i ise 1407’de yazmıştır.

3. Cemşîd ü Hurşîd: Ahmedî, Emir Süleyman’ın isteği üzerine, Selmân-ı Savecî’nin aynı ismi taşıyan eserinden 1403 yılında Türkçeye çevirdiği bu mesneviyi, İskender-nâme’de olduğu gibi eklemeler yaparak telif bir eser hâline getirmiştir. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılan mesnevi, 4798 beyittir. Eserde, Çin fağfurunun oğlu Cemşîd ile Rum kay-serinin kızı Hurşid arasında geçen aşk anlatılmaktadır. Ahmedî İskender-nâme’nin ba-şında yer alan “Münâzara-i Şem‘ bâ-micmer (=Mum’un buhurdan ile Münazarası)” şiiri-ne Cemşîd ü Hurşîd’in sonunda tekrar yer vermiştir. Eserin sonundaki yiğitlik zamanı ile ilgili kısım, Kutadgu Bilig’i hatırlatır. Ahmedî Cemşîd ü Hurşîd’in “Fi’t-temsîl ve’t-Te’vîl” kısmında Cemşîd ve Hurşîd’in neleri temsil ettiklerini açıklayıp dünyanın fâniliğini an-latmıştır. Ahmedî bütün eserlerinde olduğu gibi Cemşîd ü Hurşîd’e de tevhid, münacat ve na’tla başlamıştır. Eserin 155 beyitlik tevhid bölümünde bulunan gazel tarzındaki dokuz beyitlik manzum kısım Divan’dan alınmıştır.

Ahmedî, daha önce Emir Süleyman için yazdığı Cemşîd ü Hurşîd’i, onun ölümün-den sonra eklediği başka şiirlerle genişleterek I. Mehmed’e de sunmuştur. Ahmedî eserin-de Çelebi Mehmed’i öven ve beyit sayısı 7-9 arasında değişen kaside tarzında dört man-zumeye de yer vermiştir.

4. Tervîhü’l-Ervâh: Ahmedî, tıpla ilgili 4607 beyit tutarındaki bu mense visini 1403-1410 yılları arasında yazmıştır. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni ile yazılan eser Emir Süleyman’a sunulmuştur.

5. Bedâyi’u’s-Sihr fî-Sanâyi’i’ş-Şi’r: Ahmedî, Farsça mensur-manzum karışık bir risale olan bu eserini, Reşîdüddîn Vatvât’ın (öl. 1177-78) Hadâ’iku’s-Sihr fî-Dekâ‘iki‘ş-Şi‘r adlı eserindeki edebî sanatlara ait açıklamaları özetleyip Farsça örnekleri artırmak suretiyle meydana getirmiştir. Şair, bu eserde kendi şiirlerinden örneklere de yer vermiştir.

Page 54: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı48

6. Mirkâtü’l-Edeb: Bu eser, Aydınoğullarından İsa Bey’in oğlu Cüneyd Bey için yazıl-mış Arapça-Farsça manzum bir sözlüktür. Ayrıca Mirkâtü’l-Edeb’in sonunda Mîzânü’l-Edeb ve Mi‘yârü’l-Edeb adlı iki Farsça kaside bulunmaktadır. Mîzânü’l-Edeb, 195 beyit olup fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır. Manzumede, Arapça sarf (=ke-lime bilgisi, morfoloji) kuralları anlatılmıştır. Mi‘yârü’l-Edeb’de ise Arapça nahiv (=söz dizimi, cümle, sentaks) kuralları anlatılmıştır.

Ahmedî’den Bir Gazel fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilâtün fe‘ilün1. Ehl-i dil yanaguna şem‘-i münevver didiler Boyuna Tûbî vü dudaguna Kevser didiler2. Olmamışlardı nazar ehli nite kim nergis Ol kişiler ki senün gözüne abher didiler3. Bî-hatâ söz-durur ol fikret-i bârîk ile kim Saçuna kul yaraşur müşg-ile anber didiler4. Rûşen ol kim yüzüni bilmediler anlar ki Ana ay u gün ü yâ Zühre-i azher didiler5. Görmediler nicedür nazm-ı Süreyyâyı meger Ol kişiler ki dişün ıkdına gevher didiler6. Hüsnünün neshine hat gelmedügin görenler Muhkemi nesh nice ide müzevver didiler7. Ahmedî sûzını görüp sözin işidenler Hoş-nefes böyle neden ola bu micmer didiler

Ahmedî’nin İskender-nâme’sinin edebiyat tarihi açısından önemi hakkında bilgi veriniz.

Erzurumlu Mustafa Darîr Erzurumlu Mustafa Darîr, XIV. yüzyılın ikinci yarısında manzum ve mensur eserleri ile Türk kültür hayatında önemli yeri olan bir şahsiyettir. Siyer tercümesinde Erzurumlu ve asıl adının Mustafa olduğunu belirtmiştir. Şair, doğuştan kör olduğu için şiirlerinde hem Darîr mahlasını hem de bu kelimenin Türkçedeki anlamı olan Gözsüz kelimesini kullan-mıştır. Erzurumlu Mustafa Darîr, kuvvetli hafızası sayesinde Arapça ve Farsçayı çok iyi öğrenmiş, İslamî ilimlerde de söz sahibi olarak kadılık payesi almıştır. 1377 yılında Mısır’a giden Darîr, Mısır hükümdarı Melik Mansur Ali İbni Şaban İbni Hüseyin’in meclislerinde bulunmuş ve geniş ilmi, ifadesinin gücü ve güzelliği sayesinde hükümdara yakınlık sağla-mıştır. Darîr, Mısır’da Vâkıdî’nin (öl. 822-3) Şâm fetihlerini konu alan Fütûhu’ş-Şâm adlı eserini tercümeye başlamış ve bu eseri Halep’te 1392-3’te tamamlayarak Emir Çolpan’a sunmuştur.

Sîretü’n-Nebî’den sonra 1393 yılında Fütûhü’ş-Şâm’ı ve arkasından da Yüz Hadis Ter-cümesi adlı mensur eserlerini yazan Erzurumlu Mustafa Darîr’in bundan sonra hayatta olup olmadığı bilinmemektedir. Buradan hareketle onun XV. yüzyılın başlarında öldüğü-nü söylemek mümkündür.

Erzurumlu Mustafa Darîr’in Edebî Kişiliği ve Eserleri Edebî Kişiliği: Darîr, XIV. yüzılda Anadolu sahasında ilk siyer yazarıdır. Darîr’in nazım ve nesirle karışık bu eseri, kendinden sonra yazılan siyer türüne örnek olduğu gibi içinde bulunan mevlid bölümü, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine örnek olmuştur.

Beylikler devrinin şair ve yazarları gibi eserleri ile Türkçenin gelişmesinde önemli rol oynayan Darîr’in manzumelerinde dikkati çeken bir husus da onun mâtem rengi olarak

2

Page 55: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 49

kara’nın yanında gök (azrak, mavi)’e de yer vermesidir. Hazret-i Peygamber’in vefatı mü-nasebetiyle söylediği ve tercî‘-i bend olarak kaleme aldığı ağıt manzumenin bir bendi az-rak rediflidir. Türklerde mâtem rengi, ak ve karanın yanında göktür. Bu kısımda Erzurum-lu Mustafa Darîr gök rengini seçmiştir.

Nesrinde halk ifâdesini ve anlatış şeklini ihmâl etmeyen Darîr, nazmında gönle hitap eden duygusal bir ifade şekli kullanır. Darîr, Sîretü’n-Nebî’de Peygamber’in hayatını değil de başka bir konuyu işlemiş olsaydı, onu bir halk hikâyecisi, yani bir meddah olarak de-ğerlendirmek daha yerinde olurdu. Kısa cümleler kullanan ve açık sözlü olan Darîr, yer yer ki’li cümleler de kullanır. Ancak bunlar, kısa ve anlaşılır yapıdadır. Bütün bunlara rağ-men nesrinin akıcı bir dili vardır. Ayrıca, siyerinin nesir kısmında da görüldüğü gibi, he-men bütün nesirlerinde sorulu cevaplı konuşmalara yer vermesi ve aracı olarak kendisini ortaya koyması anlatımında görülen bir başka özelliktir. Bu durum bazı manzumelerinde de göze çarpmaktadır. Özellikle Farsça tamlamalara, nesrine göre daha çok yer verdiği şi-irlerinin dili, nesrine göre daha ağırdır.

Manzumelerinde ele aldığı konuya göre her birinde farklı kelimeler kullanan Darîr’in Sîretü’n-Nebî’si de kelime hazinesi bakımından oldukça zengindir. Ayrıca o, hem bu ese-rinde hem de diğer nesirlerinde deyimlere ve halk söyleyişlerine yer vermiştir.

Manzum eserleri vezin bakımından, yaşadığı devrin diğer manzumelerinden aşağıda kalmaz. Özellikle içten gelen bir söyleyiş, vezinde görülen aksaklıkları ortadan kaldırmak-tadır. Yukarıda belirtildiği gibi, Sîretü’n-Nebî’de genellikle mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vez-nini kullanan şair, Yûsuf ve Zelîhâ’yı ise fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazmıştır.

Eserleri: 1. Kıssa-i Yûsuf (Yûsuf ve Zelîhâ): Kur’an’daki Yûsuf Sûre si’nden hareketle fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 2126 beyit olan bu mesnevi, Darîr’in ilk eseri-dir. Eser, dil, söyleyiş ve konunun işlenişi bakımından daha önce yazılanlara göre oldukça başarılıdır. Erzurumlu Mustafa Darîr öteki eserlerden farklı olarak, mesnevisinde Yusuf ve Zeliha ile Hazret-i Yakub’un dilinden gazellere yer vermiş ve “şi’r-i Yusuf ”, “şi’r-i Zeliha” gibi başlıklarla anlatımı daha da canlandırıp konuya çekicilik sağlamıştır.

Darîr’in Kıssa-i Yûsuf ’undan Bir Gazel Şi‘r-i Yûsuf1. Eytdi babam bile ger hâlüm benüm Bu kuyuda nedür ahvâlüm benüm2. Ey dirîgâ hasret ü derd-i firâk Rûzi kıldı bana Sübhânum benüm3. Uş ölürem bu cihâna toymadın Ola mı bu derde dermânum benüm4. Bana agyâr oluban arturdılar Zâr-ı hasret derd-i efgânum benüm 5. Yâr ol dirdüm bana kardaşlarum Olmadılar yâr sultânum benüm6. Bitmedin soldı gülüm oldı nihân Sünbülüm soldı vü reyhânum benüm7. Kandadur baba kuzıcagun senün Kuyu dibinde yatur cânum benüm

2. Sîretü’n-Nebî: Darîr’in bu eseri Türkçede yazılmış ilk siyer kitabı olması bakımın-dan önemlidir. Yazar, Kıssa-i Yûsuf ’tan (=Yûsuf ve Zelîhâ) daha çok Sîretü’n-Nebî ile ta-nınmıştır. Darîr, Siyer’ini Mısır’da Melik el-Mansur Ali’nin emriyle yazmaya baş-lamış, ancak eserini tamamladığında (1388) Mansur Ali ölmüş olduğu için Mısır hü-

Page 56: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı50

kümdarı Berkuk’a sunmuştur. Yazar, Sîretü’n-Nebî’yi, Arap tarihçilerinden İbn Hi-şam, Vâkıdî, Ebu’l-Hasan Bekrî’nin eserlerinden yararlanarak telif bir eser olarak yaz-mıştır. Edebiyat ve dil tarihimizle uğraşanlar eserin sadece melik Mansur Ali’nin emri ile yazıldığına temas ederlerse de Sîretü’n-Nebî’nin üçüncü cildi Mısır hükümdarı Berkuk ta-rafından yazdırılmıştır. İçerisinde manzum kısımlar da vardır. Nesrinde alabildiğine bir genişlik ve rahatlık içinde olan Darîr, nazmında konuyla ilgili sınırlı kelimeler kullanmak mecburiyetinde kalmıştır. Eserin nesir kısmında yabancı kelimelere az yer verdiği hâlde, manzum kısımlarda Arapça ve Farsça kelimeleri daha çok kullanmıştır. Sîretü’n-Nebî’de yer alan ve Türk edebiyatında ilk örnek olan manzum Mevlid’in, Süleyman Çelebi’nin ese-rinde büyük etkisi vardır.

3. Fütûhu’ş-Şâm: Darîr’in Sîretü’n-Nebî adlı eserinden sonra yazdığı üçüncü eseridir. 1393 yılında yazılan bu eser, Halep nâibi Emir Çolpan adına Arapçadan tercüme edilmiş-tir. Fütûhu’ş-Şâm’ın Arapça aslı IX. yüzyılda yaşamış Arap tarihçisi Vâkidî tarafından ya-zılmıştır. Türkçede tarih şuurunun devamı açısından, Erzurumlu Mustafa Darîr’in bu ese-ri ve Ahmedî’nin aynı tarihlerde yazarak İskender-nâme’ye eklediği Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman adlı eserinin bu yönden önemi büyüktür.

4. Yüz Hadis Tercümesi: Darîr, son ve mensur olan bu eserini, Fazlullah bin Nâsıru’l-Gavri’l-İmâdî’nin Tuhfetü’l-Mekkiyye ve Ahbâru’n-Nebeviyye’sinden faydalanarak yazmış--tır. Yazar önce hadislerin aslına yer vermiş, sonra onları Türkçeye çevirerek açıklama yo--luna gitmiştir. Bu eser de, dönemin diğer eserleri gibi kısa ve devrik cümlelerle yazılmıştır. Ayrıca, ele alınan hadislerin konusuna göre dinî ve ahlâkî hikâyelere de yer verilen bu eser, Nehcü’l-Ferâdîs ve Behcetü’l-Hadâyık’tan sonra Türkçe yazılmış üçüncü hadis kitabıdır.

XIV. YÜZYILDA ANADOLU’DA YAZILAN ESERLERXIV. yüzyılda Türkçenin önceki yüzyıla göre daha çok işlenip gelişmesine bağlı olarak şair ve yazar sayısı artmış, telif ve tercüme şeklinde manzum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır.

Manzum EserlerXIV. yüzyılda yazılan manzum eserler; divanlar, mesneviler ve manzum sözlüklerden oluşur.

a. Divanlar: XIII. yüzyılda Anadolu’da sadece Sultan Veled’in Farsça Divan’ı, varken XIV. yüzyılda Yunus Emre, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Ahmedî ve Kaygusuz Abdal’ın Türkçe divanları bulunmaktadır. Nesîmî’nin ise Türkçe Divanı yanında Farsça Divanı da vardır.

b. Mesneviler: XIV. yüzyılda Anadolu’da gelişen Türk edebiyatında mesnevilerin ön-ceki yüzyıla göre sayılarının artmasının yanında konuları da çeşitlenmiştir. Bu yüzyıl-da daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî, menkıbevî didaktik mesneviler ve edebî yönü ön planda olan macera ile karışık romantik aşk mesnevileri yazılmıştır.

Dinî-destânî ve dinî-tasavvufî özellikleri bulunan mesneviler, halka özellikle ahlâk, fazilet, fedakarlık, yiğitlik gibi meziyetlerin anlatılması, bazı dinî bilgilerin öğretilmesi ve dinî terbiye verilmesi amacıyla yazılmış didaktik eserlerdir. Bu dönemde, Hz. Muhammed‘in mucizelerini (Mu’cizât-ı Nebevî), konu alan küçük manzum hikâyeler de yazılmıştır. Bazısının yazarı belli olmayan ve Arap menşeli olan Dâstân-ı Geyik, Dâstân-i Ejderhâ, Dâstân-ı Hamâme (güvercin), Dâstân-ı Kesikbaş, Dâstân-ı Cemel (deve), Dâstân-ı Dahdah gibi Peygamber’in mucizeleri ve savaşlarıyla ilgili dinî hikâyeler; Hz. Ali’nin Cenk-leri, Hz. İbrahim ve İsmail Destânları halk arasında büyük ilgi görmüş ve çok okunmuştur. Bu hikâyelerin büyük bir kısmı, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle, sanattan uzak ve sade bir Türkçe ile yazılmışlardır.

Tursun Fakîh (ö. 1326‘dan sonra), Gazavat-ı Resûlullah (Kıssa-i Mukaffa, Hz. Muhammed’in Mukaffa adlı putla savaşı), Muhammed Hanefi Cengi, Hz. Muhammed’in

Page 57: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 51

Ebu Cehil ile Güreş Tuttuğu ve Gazavât-ı Emirü’l-Mü’minîn Ali (Cumhur-nâme) gibi eserleriyle bu konuda en çok eser yazan şair olmuştur. Beypazarlı Maazoğlu Hasan’ın Hz. Ali’nin Feth-i Kal’a-i Selâsil’i ile Cenâdil Kal’ası Cengi; Nakiboğlu’nun Dâstân-ı Adn der-hikâyet-i Hasan ve Hüseyn’i; İzzetoğlu’nun Tâvûs Mu’cizesi; Sadreddîn’in Mu’cize-i Muhammed Mustafa’sı ve Dâstân-ı Geyik’i Hz. Peygamber’i konu edinen mesnevilerdir. Bu yüzyılda yazıldığı tahmin edilen Hikâye-i Câbir ise, Hz. Peygamber’in iki mucizesinin anlatıldığı bir eserdir.

Kirdeci Ali tarafından yazılan Dâsitân-ı Hamâme, dinî-destanî mahiyette olup 52 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Eserde Hz. Peygamber’in örnek ahlâkı ve ahde vefa üzerinde durulmuştur. Kirdeci Ali’nin bir başka mesnevisi olan Dâsitân-ı Ejderhâ, “Gazavât-ı Ali” türünde 116 beyitten oluşan bir eserdir. Eserde, Hz. Peygamber’e uzak bir ülkeden gelen Müslümanların şikâyet ettikleri ejderha ile Hz. Ali arasındaki savaş anlatılmaktadır. Kirdeci Ali’nin Kesikbaş Destânı da Hz. Ali’nin cenknâmelerinden olan 150 beyitlik bir mesnevidir. Kirdeci Ali’nin Hikâye-i Delletü’l-Muhtel’i ise, “Binbir Gece Masalları” türünde 364 beyitten oluşan bir eserdir.

Kırşehirli veya Kayserili İsâ, dinî-destanî bir eser olan Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm’i, Hz. Muhammed’in m. 630 senesinde doğan ve bir yıl sonra haziran ayında vefat eden oğlu İb--rahim için yazmıştır. Şeyyâd İsâ’nın Ahvâl-i Kıyâmet ile elde bulunmayan Salsal-nâme’si de XIV. yüzyılda yazılan bu tür eserlerdendir.

Kastamonulu Şâzî’nin 1362’de yazarak Candaroğlu Celâleddin Şah Bayezid’e (öl. 1385) sunduğu Dâstân-ı Maktel-i Hüseyn isimli eseri “maktel” türünün Türkçede bilinen ilk manzum örneğidir. Şair fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazdığı bu eserin 3319 bey-it olduğunu belirtir. Bütün bu dinî, destânî, menkıbevî eserlerin hepsi fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmıştır.

Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı ile Âşık Paşa’nın Garib-nâme’si, XIV. yüzyılda ilk defa tasavvufî ve sosyal konularda yazılmış Türkçe büyük mesneviler olup daha sonraki yüzyıl-larda bunların benzeri görülmez. 1307 yılında tamamladığı Felek-nâme adlı Farsça eseri-ni İlhanlı hükümdarı Gazan Han’a sunan Gülşehrî, Kudurî çevirisi’ni Mantıku’t-Tayr’dan önce yazmıştır. Mantıku’t-Tayr, Ferîdüddîn-i Attâr’ın aynı isimli eserinin Türkçe çevi-risi olup Gülşen-nâme adıyla da bilinir. Garib-nâme, Türk edebiyatında yazılan Türkçe ilk büyük telif mesnevidir. Hem Garib-nâme hem de Mantıku’t-Tayr, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmışlardır. Âşık Paşa, Garib-nâme adlı eseri ile Süleyman Çelebi’ye tesir etmiş ve Mevlid’in yazılmasına zemin hazırlamıştır.

Âşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi, devrinde önemli ve meşhur bir sûfî ol masına rağmen şair olarak fazla tanınmamıştır. Elvan Çelebi’nin yedisi Câ mi’ü’n-Nezâ’ir’de olmak üzere toplam dokuz şiirinden başka zamanımıza ka dar ulaşan tek eseri Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye’dir. Garib-nâ me gibi telif bir eser olan bu mesnevi, 1358-59 tarihinde yazılmış ve 2083 be yitten oluşmaktadır. Fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle yazılan eser, Baba İl yas sülâlesi ve etrafındakilerin hayat hikâyelerinin dönemin anlayışına uygun bir şekilde menkıbe unsurlarıyla süslenerek anlatıldığı manzum bir „menâkıp-nâme“dir.

Bu yüzyılın dinî konulu mesnevilerinden biri de Ladikli Mehmed bin Âşık Selman’ın Şâtıbî tercümesi olan Keşfü’l-Me’ânî’sidir. Eser, 1398’de yazıl mıştır. Müellifin ayrıca Kur’an hakkında manzum bir eseri de bulunmaktadır.

Said Emre ile Kaygusuz Abdal, bu yüzyılda yetişen ve şiirlerinde Yunus Emre ile Âşık Paşa’nın etkisi bulunan mutasavvıf şairlerdir. Said Emre’nin hece vezniyle yazdığı şiirlerinde Yunus Emre’nin etkisi görülür. Ayrıca Said Emre, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arapça olan Makâlât’ını düzyazıyla Türkçeye çevirmiştir. Kaygusuz Abdal ise bu yüzyılın tasav-vufî halk edebiyatının en güçlü şairidir. Manzum ve mensur çok sayıda eseri bulunan Kaygusuz’un Divan’ı, Gülistân, Gevher-nâme, Minber-nâme gibi küçük mesnevileri ile Budala-nâme, Vücûd-nâme, Kitâb-ı Miglâte adlı mensur risâleleri vardır. Dilgüşâ ile Sa-

Şâtıbî (öl. 1194): Asıl adı, Ebû Muhammed el-Kâsım b. Firruh b. Halaf b. Ahmed el-Ru’aynî olan ve kıraat (=kıraat: Kur’an’ın usûl ve kâidesine göre okunması) ve tefsir ilmindeki geniş bilgisiyle meşhur olmuş İslam âlimidir. Bugün İspanya’da bulunan Jativa (Şâtibâ) şehrinde doğduğu için Şâtibî lakabıyla tanınmıştır. Hırzu’l-Emânî ve Vechü’t-Tahânî isimli, L kafiyeli 1173 beyitlik kıraatla ilgili manzumesi, müellifin lakabından dolayı el-Şâtibiyye adıyla tanınmış ve büyük ilgi görmüştür.

Page 58: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı52

ray-nâme’si ise manzum-mensur karışık eserleridir. Şairin Dolab-nâme’si de kaside nazım şekliyle yazılmış bir manzumedir. O, bu eserlerinde Âşık Paşa’dan çok etkilenmiştir.

Hayatı hakkında bilgi bulunmayan İslâmî’nin adını belirtmediği dinî-tasavvufî bir Mesnevî’si de bu asırda yazılan eserlerdendir. Eserde, İslamiyet ile ilgili konulara ve dinî bilgilere yer verilmiştir.

XV. yüzyıl şairlerinden zannedilen, ancak XIV. yüzyıl şairlerinden olan İbrahim Bey’in bu yüzyılda (1379) yazdığı Dâstân-ı Yigit, didaktik bir macera hikâyesidir. İbrâhîm Bey, Divan’ında yer alan 2301 beyit tutarındaki on yedi manzumeyi mesnevi nazım şekliyle ve dört değişik vezinle yazmıştır. Mesnevilerin serlevhaları (=başlıkları) Farsçadır. Mün-acat, miraciyye ve medhiyelerin bulunduğu bu manzumelerde, şeyhliğin ve müridliğin vasıflarını ve medhini işleyen İbrahim Bey, ayrıca Mevlânâ’nın Mesnevî-i Ma’nevî’sinde geçen on iki hikâyeyi manzum olarak Türkçeye çevirmiş ve kısmen de şerh etmiştir.

XIV. yüzyılda gerek Arapça ve Farsçadan Türkçeye tercüme şeklinde gerekse telif ola-rak yazılan macera ve romantik aşk mesnevileri de bulunmaktadır.

Suli Fakîh’in Yûsuf u Züleyhâ’sı ile Darîr’in Kıssa-i Yûsuf’u, Şeyyâd Hamza’nın aynı konudaki eseri örnek alınarak fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış dinî, romantik aşk mesnevileridir. Suli Fakîh’in sade ve anlaşılır bir dille yazdığı eseri, 4800 beyitten oluşmaktadır. Bu mesnevide Yusuf ile Züleyhâ’nın ağzından “şiir” başlığı altında 19 gazele yer verilmiştir. Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sı ile bazen beyit bazen de mısra ben-zerlikleri bulunan eser, Şeyyâd Hamza’nın mesnevisine göre hem hacimli hem de nazım tekniği, dil ve içerik bakımından ondan daha başarılıdır. Bu mesnevide konunun ele alınmasında, Kur’an’daki şekline olabildiğince bağlı kalınmış, bazı bölümleri genişletilmiş ve çeşitli eklemeler yapılmıştır. Darîr’in Kıssa-i Yûsuf’u, „meclis“ adı verilen sekiz bölüm-den oluşur. 2126 beyit olan bu eserde de, Yusuf ve Züleyhâ’nın ağzından söylenmiş 21 gazel vardır.

Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı, Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i, Şeyhoğlu Mustafa’nın Hurşîd ü Ferahşâd’ı (Hurşid-nâme), Kemaloğlu’nun Ferah-nâme’si, Pîr Mahmud’un Bahtiyâr-nâme’si, Mehmed’in Işk-nâme’si, Ahmedî’nin İskender-nâme’si Farsçadan ter-cüme edilmiş macera ve aşk konulu eserlerdir. Bu mesnevilerde monotonluğu gidermek amacıyla yer yer aralara serpiştirilmiş gazeller de bulunmaktadır. Dinî, ahlâkî ve didak-tik özellik de görülen bu mesnevilerin beyit sayısı diğerlerine göre daha fazladır. Vezin ve kafiye kusurları da az olup baştan sona aynı vezinle yazılanlar olduğu gibi, aralara yerleştirilen çeşitli şiirlerde farklı aruz vezni kullanılanlar da vardır.

Fahrî’nin Aydınoğlu İsa Bey adına 1367 tarihinde yazdığı Hüsrev ü Şîrîn, Anadolu’da bu türde yazılan ilk mesnevidir. Fahrî, eserini Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn ve Firdevsî’nin Şeh-nâme’sinden yararlanarak yazmıştır. 4683 beyitten oluşan eserdeki yaklaşık 1575 bey-it Şeh-nâme’den, diğerleri de Nizâmî’nin eserinden tercüme edilmiştir. Fahrî, Nizâmî’de geçen bazı âdetleri çıkarmış veya bunların yerine Türk kültürüne ait bazı unsurlara yer vermiştir.

Şeyhoğlu Mustafa, Germiyanoğlu Süleyman Şah adına yazmaya başladığı Hûrşîd-nâme veya Hûrşîd ü Ferahşâd adıyla bilinen eserini, Süleyman Şah’ın ölümü üzerine 1387’de tamamlayıp Yıldırım Bayezid’e sunmuştur. Mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezni-yle yazılan ve 7903 beyitten oluşan eserde, İran Şahı Siyavuş’un kızı Hûrşîd ile Mağrib şehzadesi Ferahşâd arasındaki aşk anlatılmaktadır. Hûrşîd ü Ferahşâd içerisinde yer yer kahramanların ağzından ve farklı vezinlerle yazılmış 23 gazel ile 1 tercî‘-i bend de bulunmaktadır.

Ahmedî (öl. 1413), bu yüzyılda üç mesnevi yazmış bir şairdir. Mesnevîlerinden en ünlüsü ise İskender-nâme’sidir. Ahmedî, eserine sonradan 1407’de yazdığı Mevlid ve Te-vârih-i Âl-i Osmân bölümlerini de eklemiştir. Nizâmî’nin aynı adlı eserinin çevirisi olan

Page 59: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 53

İskender-nâme, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış ve 8000 beyiti aşan büyük bir eserdir. Ahmedî, Nizâmî’nin eserinden farklı olarak bazı olayları çıkarıp yeni olaylar ek-leyerek eserini telif hale getirmiştir. Ahmedî’nin İskender-nâme’si, bu yüzyılda yazılan mesnevilerin en önemlilerinden olup edebiyatımızda da bu konudaki mesnevilerin ilki ve en güzelidir.

Bu yüzyılda mesnevi yazan ancak, hayatı hakkında kaynaklarda hiçbir bilgi bulunma-yan şairlerden biri de Mehmed’dir. XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilen şairin I. Bayezid’in oğlu Emîr Süleyman’a sunduğu Işk-nâme (Tuh-fe-nâme) isimli mesnevisi vardır. Bu mesnevinin aslı Farsçadır. Mehmed, eserin Mısır’da ele geçirdiği Doğu Türkçesiyle yazılmış mensur çevirisini nazma çekmiştir. 8702 beyitten oluşan ve mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılan mesnevide diğerlerinde olduğu gibi İslamî ahlakı telkin etme ve nasihat amacı bulunmaktadır. Mesnevîde ayrıca dört değişik vezinle yazılmış otuz gazel vardır.

XIV. yüzyıl şairlerinden olan ancak, kaynaklarda hem kendi hem de eserinin ismi geçmeyen ve hayatı hakkında da bilgi bulunmayan şairlerden biri de Tutmacı’dır. Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i, Ferîdüddîn-i Attâr’ın aynı adlı veya Hüsrev-nâme diye bilinen 7708 beyitlik mesnevisinin 5370 beyitle kısaltılarak Türkçeye çevrilmiş şeklidir. Eserin hâ-timesinde (=sonuç, son bölüm) yer alan “Sekiz yüz yıl sekiz dahı-y-ıdı hicret / Ki biz kılur-ıduk bu sözi fikret // Sekiz güniydi orıç ayının râst / Ki hatm itdük kelâmı bi-kem ü kâst” beyitlerinden 808H.=1405M. tarihinde tamamlandığı anlaşılmaktadır. Anadolu Türkçesi-nin yanı sıra Azerî ve Çağatay Türkçelerinin izlerine de rastlanan eserin nerede yazıldığı bilinmemektedir. Ancak Tutmacı’nın çağdaşı şairlerden Ahmedî ile Şeyhoğlu Mustafa’yı usta şairler olarak kabul edip övmesi, eserin Anadolu’da yazıldığını göstermektedir. Bu mesnevide Rum Kayserinin oğlu Hürmüz ile Hozistan emirinin kızı Gülruh arasındaki aşk anlatılmıştır. Tutmacı’nın Aydınoğlu Umur Bey adına yazdığı Tabî‘at-nâme adında küçük bir mesnevisi daha vardır. O dönemin yiyecek ve içecekleri ile ilgili bilgiler verilen eserde ayrıca insanların mizaçlarına göre (ahlât-ı erba’a) yenmesi veya yenmemesi gere-ken yiyecek ve içeceklerden de söz edilmiş, sonunda ise hamam, uyku ve musikî ile ilgili konularda bilgi verilmiştir.

Yûsuf-ı Meddâh da hayatı hakkında bilgi bulunmayan XIV. yüzyıl mesnevi şairlerindendir. 1368’de Sivas’ta yazılan Varka ve Gülşâh, bir aşk ve macera hikâyesidir. Varka ve Gülşâh’ta Hz. Peygamber zamanında Mekke şehrinde bulunan Benî Şeybâ kabilesine reislik eden iki kardeşin Varka ve Gülşâh isimli çocukları arasında yaşanan aşk anlatılmaktadır. Altı meclis hâlinde ve fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan eser, 1743 beyittir. Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sını andıran mesnevide yer yer kahramanların ağzından söylenmiş gazeller de vardır. Yûsuf-ı Meddâh’ın bu eserinden başka Hâmûş-nâme isimli Farsça didaktik bir mesnevisi de bulunmaktadır. Yaşadığı bir olaydan dolayı çok üzülen Yûsuf-ı Meddâh, bunun üzerine, dilini tutmanın faziletini ispat ve gelişigüzel söz söylemenin birçok sıkıntıya ve hattâ ölüme sebep olduğunu açıklamak için bu küçük mesneviyi yazmıştır. Yusuf ’un Varka ve Gülşâh ile Hâmûş-nâme’sinden başka Dâsitân-ı İblîs-i Aleyhi’l-la’ne ve Maktel-i Hüseyn isimlerinde iki Türkçe mesnevisi de bulunmaktadır.

Kemaloğlu İsmail’in 1387 tarihinde Trablusşam’da yazıp buranın hâkimi Mîr Gazi’ye sunduğu Ferah-nâme de bu yüzyılda kaleme alınan mesnevilerden biridir. Kemaloğlu’nun mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazdığı ve 3125 beyitten oluşan bu mesnevi, içinde masal unsurları da bulunan bir macera hikâyesidir. Şair, Arapça, Farsça ve Türkçe kitap-lardan derleme yapa rak meydana getirdiği bu eseri, bir „ibret-nâme“ olarak nitelemiştir. Eserin bilinen tek nüshası Afyon İl Halk Kütüphanesi, Gedik Ahmed Paşa Bölümünde numara 18349/2’de kayıtlıdır.

Page 60: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı54

Pîr Mahmud’un Bahtiyâr-nâme’si, bu yüzyılda yazılmış, didaktik unsurlar da bulunan bir macera hikâyesidir. Kelile ve Dimne ile Binbir Gece Hikâye leri’nin anlatım tekniğine göre düzenlenen eserde, ibret verici ilginç bazı olaylar, dokuz hikâyede anlatılmıştır. Bu hikâyeler içinde farklı vezinlerde söylenmiş şiirlerle çeşitli ahlakî nasihatler de bulunur.

İbrahim b. Bali’nin Hikmet-nâme’si bu yüzyılda yazılan ve Mısır hüküm darı Kayıtbay’a sunulan 1300 beyit civarındaki ansiklopedik, büyük bir mesnevidir.

Ahmedî’nin Mirkâtü’l-Edeb’i (Farsça-Arapça), Ahmed-i Dâî’nin Ukudü’l-Cevâhir’i (Arapça-Farsça) ve Abdüllatif Feriştehoğlu’nun (İbn Melek, öl. 1394) torunu Abdurrahman için yazdığı Arapça-Türkçe lugatı XIV. yüzyılın sonunda yazılmış manzum sözlüklerdir.

XIV. yüzyıl mesnevileri en çok fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezni ile yazılmıştır. İskender-nâme dahil olmak üzere dinî, destânî bütün gazavat nâmeler, Hz. Muhammed’in mucize-lerini ve savaşlarını anlatan hikâyeler, Suli Fakîh ile Darîr’in Yûsuf u Züleyhâ’ları, Varka ve Gülşâh, Mansur-nâme, Maktel-i Hüseyn, Mahşer-nâme, Ahvâl-i Kıyâmet gibi eserler hep bu vezinle yazılmıştır. Bu yüzyılda ikinci sırayı alan vezin ise, mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün’dür. Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i, Ahmedî’nin Cemşîd ü Hurşîd’i ile Tervîhü’l-Ervâh’ı, Işk-nâme, Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev’i bu vezinle yazılan mesnevilerden bazılarıdır. Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr ile Ferheng-nâme-i Sa’dî’si fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe’ûl; Menâkıbu’l-Kudsiyye ise, fe‘ilâtün mefâ‘ilün fe‘ilün vezniyle yazılmıştır.

XIV. yüzyılda Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi yazan şairleri belirtiniz ve bu mesneviler hakkın-da bilgi veriniz.

Mensur Eserler XIV. yüzyılda manzum eserlerin yanında, telif ve tercüme çok sayıda mensur eser de ya-zılmıştır. Bu yüzyılda yazılan mensur eserler, mesnevilerde olduğu gibi daha çok Kur’an ve hadis çevirileri, çeşitli sûrelerin tefsirleri, peygamber kıssaları, siyer, evliya hikâyeleri ve dinî-destânî kahramanlık hikâyeleri ile öğüt verici hayvan hikâyeleri gibi nasihat-nâme türünde yazılmıştır.

Kul Mesud’un Aydınoğlu Umur Bey (1309-1347) adına Farsçadan Türk çeye tercüme ettiği Kelile ve Dimne, didaktik hayvan hikâyelerinin anlatıldığı bir eserdir. Aslı Sanskrit-çe olan ancak daha sonra Farsça ve Arapçaya da çevirilen bu eseri, Türkçeye ilk kez çevi-ren Kul Mesud’dur. Kul Mesud bu eseri, Ebu’l-meâlî Nasrullah’ın Farsça tercümesinden serbest bir şekilde Türkçeye çevirmiştir. Eserde, iki önsöz, bir zeyl (=ek) ile on bölüm-den oluşan yüz kadar hikâye bulunmaktadır. Bu tercümede, şiirler daha serbest bir tarzda tercüme edilirken, mensur kısımlarda Farsça cümle yapısı korunmuş, mensur kısımların arasında yer yer manzum parçalara da yer verilmiştir. Sade ve anlaşılır bir dille çevrilmiş olan Kelile ve Dimne, XIV. yüzyılın ilk dönemine ait Türkçe sade nesrin en güzel örneğidir.

Şeyhoğlu Mustafa, Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın (sal. 1368-1388) iste ği üzeri-ne Marzuban-nâme ile Kabus-nâme’yi Farsçadan çevirmiştir. Sadeddin Varvarî’nin XIII. yüzyılda yazdığı bir eser olan Marzuban-nâme, Kelile ve Dimne gibi didaktik hayvan hikâyelerinden oluşan bir eserdir. Şeyhoğlu’nun Marzuban-nâme çevirisinin dili çok sa-dedir ve hikâyeler konuşma üslubu ile anlatılmıştır. Hikâyeler içinde yer yer âyetlere, ha-dislere, halk arasında yaygın olarak bilinen Arapça ve Farsça sözlere, önceki şairlerden, özellikle Hoca Mesud’un Süheyl ü Nevbahâr’ı ile Ferheng-nâme-i Sa’dî’sinden alınmış bazı beyitlere de yer verilmiştir.

Şeyhoğlu’nun Germiyan Beyi Süleyman Şah’ın isteği üzerine Farsçadan tercüme et-tiği ikinci eser, ahlakî bir nasihat-nâme olan Kabus-nâme’dir. Kabus-nâme’nin bu yüz-yılda ikinci çevirisi, Akkadıoğlu tarafından I. Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’ın (1403-1410) yakın adamlarından Hamza Bey adına yapılmıştır. Şeyhoğlu Mustafa’nın baş-

3

Page 61: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 55

ka bir mensur eseri de Necmüddîn Dâye’nin Mirsâdü’l-İbâd’ından faydalanarak yazdığı Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ’dır. Şeyhoğlu’nun bu eseri, Türk edebiyatında Kutad-gu Bilig’den sonra devlet idaresini konu alan ikinci eser olarak kabul edilir. Devlet adam-larına yönelik devlet yönetimi ile ilgili tavsiyelerin yer aldığı eser, Yıldırım Bayezid döne-mi devlet adamlarından Paşa Ağa bin Hoca Paşa’ya sunulmuştur. Elvan Çelebi, Gülşehrî, Hâs, Hoca Dehhânî, Hoca Mesud, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Yûsuf-ı Meddâh’ın şiir-lerinden örnekler de bulunan eser, bu şair ve yazarların adlarının günümüze ulaşmasını sağlaması sebebiyle dikkat çeker.

XIV. yüzyılda Anadolu’da dinî konularda da çok sayıda mensur eser yazıl mıştır. Bunlar arasında İsfendiyaroğlu İsmail Bey’in emriyle Cevâhirü’l-Esdâf adıyla bilinmeyen bir ya-zar tarafından yapılan Kur’an tercümesi ile Fâtiha, Yâsin, Tebâreke, İhlâs gibi çok okunan sûrelerin tefsirleri de bu yüzyılda yazılan mensur eser örnekleridir.

Erzurumlu Mustafa Darîr’in de Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm Tercümesi, Yüz Hadis Çe-virisi gibi mensur eserleri vardır. Darîr, Kıssa-i Yûsuf’tan çok Sîretü’n-Nebî’si ile tanınmış-tır. Altı cilt olan Sîretü’n-Nebî, İbn Hişam, Vâkıdî, Ebu’l-Hasan Bekrî’nin eserleriden ya-rarlanılarak yazılmış telif bir eserdir. İçinde manzum kısımlar da bulunan bu eserin Hz. Muhammed’in doğumunu anlatan manzum mevlid bölümünden Süleyman Çelebi de fay-dalanmıştır. Darîr, Fütuhu’ş-Şâm isimli eserini ise, Halep nâibi Emir Çolpan adına Arap tarihçisi Vâkıdî’nin aynı isimli Arapça eserinden çevirmiştir. Eserde Suriye’nin Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethi anla tılmaktadır. Üç cilt olan eserin içinde yer yer manzum parçalar da bulun maktadır.

İbrahim bin Mustafa bin Alişîr’in 1332 tarihinde Hama’da yazdığı Nazmü’l-Hilâfiyyât Tercümesi, dört büyük mezhebin ve onların imamlarının birbirinden farklı olan görüşleri-nin anlatıldığı, fıkıh sahasındaki dinî eserlerden biridir. Kutbuddîn-i İznikî, Mukaddime-i Kutbuddîn olarak da bilinen Râhatu’l-Kulûb’unda, ayetlerden ve hadislerden hareketle “iman”, “namaz”, “zekat”, “oruç”, “hac” ve “umre” konuları hakkında bilgi vermiştir.

Muhammed bin Mustafa’nın Tebâreke Tefsîri ile İhlâs Sûresi Tefsîri; Sa’lebî’nin Aydı-noğlu Mehmed Bey adına (sal. 1301-1333) Ârâyisü’l-Mecâlis adlı Arapça eserden çevir-diği Kısas-ı Enbiyâ ile yine Aydınoğlu Mehmed Bey adına bilinmeyen bir yazar tarafın-dan Attâr’ın Tezkiretü’l-Evliyâ’sının çevirisi XIV. yüzyıl nesrinin önemli eserleri arasında yer alırlar.

Hamzavî’nin (Ahmedî’nin kardeşi) Hz. Peygamber’in amcası Hz. Hamza’nın kahra-manlıklarını anlattığı Hamza-nâme de, bu yüzyılda yazılan dinî-destanî mahiyette men-sur eserlerdendir. Hamzavî, ayrıca kardeşi Ahmedî’nin İskender-nâme’sini de mensur ola-rak yazmıştır.

Seyyid Battâl Gazi ile Dânişmend Ahmed Gazi’nin kahramanlıkları etrafın da meyda-na getirilen Battâl-nâme ve Dânişmend-nâme, bu yüzyılda yazıya geçirilen önemli dinî, destânî menkıbelerdir. XIII. yüzyılda Münşî İbn Alâ tarafından Selçuklu sultanı İzzed-din Keykâvus b. Gıyaseddin’in emri ile yazılan Dânişmend-nâme, elde yoktur. XIV. yüz-yılda Tokat dizdarı Arif Ali, I. Murad’ın emriyle yazdığı Dânişmend-nâme’de İbn Alâ’nın eserinden söz eder. Dânişmend-nâme, XVI. asrın önemli şair ve yazarlarından olan Ge-libolulu Âlî tarafından Mirkâtü’l-Cihâd adıyla yeniden düzenlenmiştir. Bu yüzyıl eserle-rinden olan Dede Korkud Kitâbı, Oğuz Türklerinin XII-XIV. yüzyıllarda Doğu Anadolu’da Trabzon Rumları, Abazalar ve Gürcülerle yaptıkları savaşları anlatan, bu kavimlerin kıs-men İslâmiyeti kabul etmelerinde rol oynayan ve Oğuzların kendi aralarındaki mücade-lelere de yer veren 12 destanî hikâyeden oluşan bir eserdir. Bu eserde yer alan Tepegöz ve Deli Dumrul hikâyeleri ise, konuları bakımından destânî hikâye lerden ayrılırlar. Oğuzla-rın Anadolu’yu Türkleştirmek ve Müslümanlığı yay mak için yaptıkları savaşların destan-laştırıldığı bu hikâyelerde, Oğuzların eski destanları ile Anadolu’ya gelmeden önce Orta

Page 62: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı56

Asya’da yaptıkları savaşların izleri de görülür. XIV. yüzyılda son şeklini alan ve yazarı bi-linmeyen Dede Korkud Hikâyeleri’nin en erken Osmanlıların Anadolu’da hakim oldukları zamanlarda (XIV. yüzyılda) yazıya geçirilmiş olduğu kabul edilir. Hikâyelerin üslubu, dili-nin düzgün oluşu ve hikâyeler arasındaki bağlantılar gibi hususlar, bu hikâyelerin sanatkâr bir yazar tarafından yazıya geçirildiğini gösterir. Dede Korkud hikâyelerinin dili, Doğu Anadolu Türkçesi ile Azerî Türkçesinin başlangıç döneminin özelliklerini taşır. Mensur olan bu hikâyeler içinde manzum, yarı nazım yarı nesir olan kısımlar da vardır. Üslup yönünden destândan hikâyeye geçiş özelliği gösteren bu hikâyelerin tek ve tam nüshası Almanya’da Dresden kütüphanesinde bulunmaktadır. İlk defa Kilisli Rifat Bilge tarafın-dan 1332’de eski harflerle yayımlanan Dede Korkud Hikâyeleri, daha sonra Muharrem Er-gin (1963, 1964) ve O. Şaik Gökyay tarafından neşredilmiştir (1973).

XIV. yüzyılda, yukarıda belirtilen ahlakî, destânî ve dinî eserlerden başka tıpla ilgi-li eserler de yazılmıştır. İbni Baytar’ın Kitâbü’l-Câmi‘i fi’l-Edviyetü’l-Müfrede adlı ese-ri, bilinmeyen bir yazar tarafından Aydınoğlu Umur Bey (1340-1348) adına Müfredât-ı İbni Baytar Tercümesi adıyla tercüme edilmiştir. Bu tercüme, Anadolu’da yazıldığı bili-nen en eski Türkçe tıp kitabıdır. Bilinen ilk telif tıp kitabı ise, İshak bin Murad’ın 1390 yılında yazdığı Edviye-i Müfrede’dir. Bu yüzyılda yazılan diğer tıp kitapları ise, Ali bin Abbâs el-Mecûsî’nin Kâmilü’s-Sınâtü’t-Tıbbiye adlı eserinin bir bölümünün tercümesi olan Kâmilü’s-Sınâ’a ile Hacı Paşa lakabıyla meşhur olan Celâlüddin Hızır’ın daha önce Arapça olarak yazdığı Şifâü’l-Eskâm ve Devâ’ü’l-Âlâm’ı özetleyerek Türkçeye çevirdiği Müntahab-ı Şifâ’sıdır. Bu tıp kitapları, halk tarafından kolay anlaşılabilmeleri için sade bir Türkçe ile yazılmışlardır.

Page 63: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 57

Özet

XIV. yüzyıl Batı (Anadolu) Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların eserlerini ayırt etmek.XIII. yüzyılda yetişen ancak verimli dönem leri ni XIV. yüzyılın başlarında geçiren Yunus Em re, Gülşehrî ve Âşık Paşa’dan başka bu yüz yılın önde gelen diğer şa-irleri Şeyyâd Hamza, Yûsuf-ı Meddâh, Elvan Çele-bi, Hoca Mesud, Fahrî, Ahmedî, Şeyhoğlu Musta-fa, Kadı Burha neddin, Nesîmî ve Erzurumlu Musta-fa Da rîr’dir.

Bu şairlerin bilinen eserleri ise şunlardır: Şey yâd Hamza’nın mesnevi nazım şekliyle yazdı ğı Yûsuf u Zelîhâ, Dâstân-ı Sultân Mahmud, Ahvâl-i Kıyamet, Vefât-ı Hazreti Muhammed aleyhisselâm ile fark-lı mecmualarda yer alan on altı şiiri vardır. Yûsuf-ı Meddâh’ın Varka ve Gülşâh, Destân-ı İblis, Hikâyet-i Kız ve Cühûd ile Kadı ve Uğru Destânı adlı mesne-vileri bu lunmaktadır. Elvan Çelebi’nin ise sade-ce Me nâkıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l-Ünsiyye i simli mesnevisi vardır. Hoca Mesud, Süheyl ü Nev bahâr (Kenzü’l-Bedâyi‘) ile Ferheng-nâme-i Sa‘dî isimli mes-nevileri yazmıştır. Fahrî, Işk-nâme adını da verdiği Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi ile Elvan Çelebi gibi yüzyı-lın tek eseri olan bir şairidir. XIV. yüzyılın en çok eser yazan şair lerinden biri olan Ahmedî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri Divan, İskender-nâme, Cem şîd ü Hurşîd, Tervîhü’l-Ervâh, Bedâyî‘ü’ş-Şi‘r ve Mirkâtü’l-Edeb’dir. Şeyhoğlu Musta fa’ nın biri manzum üçü mensur olmak üzere dört eseri vardır. Bunlardan Hurşîd-nâme manzum, Mar zuban-nâme ve Kabus-nâme tercümeleri ile Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eserleri mensurdur. XIV. yüzyılın ikinci yarı sında manzum ve mensur eserleri ile Türk kül-tür hayatında önemli yeri olan Erzurumlu Mustafa Darîr’in Kıssa-i Yûsuf (=Yûsuf ve Zelîhâ) mesnevisi ile mensur olarak yazdığı Sî retü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm ve Yüz Hadis Tercümesi vardır. Darîr’in Sîretü’n-Nebî ile Fü tûhu’ş-Şâm adlı mensur eserlerinde yer yer man-zum kısımlarda bulunmaktadır.

XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan eserleri, özelliklerine göre sınıflandırmak.XIV. yüzyılda Türkçenin önceki yüzyıla göre daha çok işlenip gelişmesine bağlı olarak şair ve yazar sayısı art-mış, telif ve tercüme şeklinde manzum ve mensur çok sayıda eser yazılmıştır. Manzum eserler: Bu yüzyıl-da yazılan man zum eserler; divanlar, mesneviler ve manzum sözlüklerdir. Divanlar: Yunus Emre, Kadı Burhaneddin, Nesîmî, Ahmedî ve Kaygusuz Abdal Türkçe divanı olan şairlerdir. Nesîmî’nin ise Türkçe Divanı’nın yanında Farsça Divanı da vardır. Mesnevi-ler: Bu dönemde daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî, menkıbevî didaktik mesneviler ve edebî yönü ön plan-da olan macera ile karışık romantik aşk mesnevileri yazılmıştır.

Mensur Eserler: XIV. yüzyılda manzum eser lerin yanında, telif ve tercüme çok sayıda mensur eser de yazılmıştır. Bu eserler, mesnevilerde oldu ğu gibi daha çok Kur’an ve hadis çevirileri, çeşitli sûrelerin tefsirle-ri, peygamber kıssaları, siyer, evliya hikâyeleri, dinî-destânî kahramanlık hikâ yeleri ile öğüt verici hayvan hikâyelerinden mey dana gelmektedir. XIV. yüzyılda yukarıda sözü edilen ahlakî, destânî ve dinî eser lerden başka tıpla ilgili eserler de yazılmıştır.

XIV. yüzyılda Anadolu’da yazılan mesnevileri konula-rına göre sıralamak.XIV. yüzyılda Anadolu’da gelişen Türk edebi yatında mesnevilerin önceki yüzyıla göre sayı larının artma-sının yanında konuları da çeşitlen miştir. Bu yüzyıl-da daha çok dinî-destânî, dinî-tasavvufî, menkıbevî didaktik mesneviler ve edebî yönü ön planda olan macera ile karışık romantik aşk mesnevileri yazıl-mıştır. Dinî-destânî ve dinî-tasavvufî özellikleri bu--lunan mesneviler, halka özellikle ahlâk, fazilet, vefâ, fedakârlık, yiğitlik gibi meziyetlerin anlatılması, bazı dinî bilgilerin öğretilmesi ve dinî terbiye verilmesi amacıyla ya zılmış didaktik eserlerdir.

Bu yüzyılda yazılan mesnevileri konularına göre şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:

1. Dinî-destanî veya gazavât türündeki mesnevi ler: Kesikbaş Destânı, Güvercin Hikâyesi, Hz. Ali’nin cenk-leri, İbrâhîm ve İsmâîl destânları, Ejderha Destânı, Hatun Hikâyesi; Tursun Fakîh, Gazavât-ı Resûlullah [Kıssa-i Mukaffa], Gazavât-ı Bahr-ı Umman ve San-duk (Cumhur-nâme), Muham med Hanefî Cengi, Hz. Peygamber Ebû Cehil İle Güreş Tuttuğudur; İzzetoğ-

1 2

3

Page 64: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı58

lu, Tavus Mu’cizesi; Sadreddîn, Mu’cize-i Muham-med Mustafâ, Dâs tân-ı Geyik; Şâzî, Maktel-i Hü-seyn; İbrahim, Dâstân-ı Yigit; Kirdeci Ali, Dâsitân-ı Hamâme, Dâsitân-ı Ejderhâ, Dâsitân-ı İsmâîl, Kesik-baş Destânı; Kayserili İsâ, Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm; İslâmî, Mesnevî; Yûsuf-ı Meddâh, Dâsitân-ı İblîs-i Aleyhi’l-La’ne, Maktel-i Hüseyn.

2. Dinî, aşk mesnevileri: Suli Fakîh, Yûsuf u Züleyhâ; Yûsuf-ı Meddâh, Varka ve Gülşâh; Er zurumlu Mus-tafa Darîr, Kıssa-i Yûsuf.

3. Dinî-tasavvufî mesneviler:Yunus Emre, Risâletü’n-Nushiyye, Gülşehrî, Mantı ku’t-Tayr; Âşık Paşa, Garib-nâme.

4. Aşk ve macera konulu, klâsik edebî ekolün ilk ör-nekleri olan mesneviler: Fahrî, Hüsrev ü Şîrîn; Hoca Mesud, Süheyl ü Nevbahâr (Kenzü’l-Bedâyi‘); Kema-loğlu, Ferah-nâme; Pîr Mah mûd, Bahtiyâr-nâme; Mehmed, Işk-nâme; Tut macı, Gül ü Hüsrev; Şeyhoğ-lu Mustafa, Hurşîd ü Ferahşâd; Ahmedî, İskender-nâme.

5. Diğer mesneviler: Tutmacı, Tabî‘at-nâme (di-daktik; Elvan Çelebi, Menâwkıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-ünsiyye (menâkıp-nâme); Kirdeci Ali, Hi kâye-i Delletü’l-Muhtel (macera); İbrahim b. Bali, Hikmet-nâme (ansiklopedik, didaktik); Şeyyâd Ham-za, Mi‘rac-nâme (dinî-didaktik) Dâstân-ı Sultân Mah-mud (didaktik); Yûsuf-ı Meddâh, Hâmûş-nâme (di-daktik); Ahmedî, Mirkâtü’l-Edeb, (Farsça-Arapça lugat); Ahmed-i Dâ î,Ukudü’l-Cevâhir (Arapça-Farsça lugat); Ab düllatif Feriştehoğlu, Arapça-Türkçe lugat; Hoca Mesud, Ferheng-nâme-i Sa‘dî (didaktik tercü-me); Ahmedî, Tervîhü’l-Ervâh (tıp).

Page 65: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 59

Kendimizi Sınayalım

1. Aşağıdaki eserlerden hangisi Şeyyâd Hamza’ya aittir? a. Varka ve Gülşâhb. Hüsrev ü Şîrînc. Leylâ vü Mecnûnd. İskender-nâmee. Yûsuf u Züleyhâ

2. Varka ve Gülşâh’ı aşağıdaki şairlerden hangisi yazmıştır?a. Yûsuf-ı Meddâhb. Şeyyâd Hamzac. Hoca Mesudd. Harezmîe. Elvan Çelebi

3. Menâkıbü’l-Kudsiyye ile ilgili aşağıdaki ifadelerden han-gisi doğrudur?

a. Âşık Paşa’nın eseridir.b. Mensur bir eserdir.c. Menâkıbü’l-Kudsiyye üzerinde ilk yayın Mertol Tu-

lum tarafından yapılmıştır.d. Manzum bir menâkıpnâmedir.e. Mensur-manzum karışık bir eserdir.

4. Ferheng-nâme-i Sa‘dî aşağıdaki eserlerin hangisinden manzum olarak çevrilmiştir?

a. Bostânb. Gülistânc. Bahâristând. Hüsrev ü Şîrîne. Risâle-i Mu’amma

5. Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

a. Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn’inin Türkçe yapılan ilk ter-cümesidir.

b. Vezni mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün’dür.c. 5005 beyittir.d. Giriş kısmı 300 beyittir.e. Eserde Arapça, Farsça kelime kullanılmamıştır.

6. Ahmedî ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?a. Kaside şeklinde yazılan mersiyelerin öncüsüdür.b. Çağdaşlarına göre en az kaside yazan şairdir.c. XIV. yüzyılın en çok eser yazan şairlerinden biridir.d. Türk edebiyatında Bursa için kaside yazan ikinci şairdir.e. Şiirlerinde “ki”li cümleler kullanarak akıcılık sağla-

mıştır.

7. Aşağıdaki eserlerden hangisi Ahmedî’ye ait değildir?a. İskender-nâmeb. Cemşîd ü Hurşîdc. Tervîhü’l-Ervâhd. Mirkâtü’l-Edebe. Kenzü’l-Küberâ

8. Şeyhoğlu Mustafa ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur?

a. Hurşîd-nâme isimli eserini Yıldırım Bayezid’e sun-muştur.

b. Türk kültür tarihi içinde ilk siyaset kitabı olan Kenzü’l-Küberâ’yı yazmıştır.

c. Marzuban-nâme’yi Arapçadan Türkçeye çevirmiştir.d. Kabus-nâme, Farsçadan çevirdiği manzum bir eseridir.e. XIV. yüzyılda Divan’ı olan şairler arasında yer alır.

9. Aşağıdaki eser ve yazar eşleştirmelerinden hangisi yan-lıştır?

a. Kelile ve Dimne – Kul Mesudb. Kabus-nâme – Şeyhoğlu Mustafac. Mirsâdü’l-İbâd – Şeyhoğlu Mustafad. Kısas-ı Enbiyâ – Sa’lebîe. Vesîletü’n-Necât – Süleyman Çelebi

10. Anadolu’da yazıldığı bilinen en eski Türkçe telif tıp kitabının adı ve yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

a. Edviyetü’l-Müfrede – İbn Baytarb. Kâmilü’s-Sınâ’a – Ali bin Abbas el-Mecûsîc. Müntahab-ı Şifâ – Hacı Paşad. Edviye-i Müfrede – İshak bin Murad e. Şifâü’l-Eskâm ve Devâ‘ü’l-Âlâm – Celâlüddin Hızır

Page 66: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı60

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

1. e Yanıtınız yanlış ise “Şeyyâd Hamza’nın Edebî Kişiliği ve Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

2. a Yanıtınız yanlış ise “Yûsuf-ı Meddâh” konusunu ye-niden gözden geçiriniz.

3. d Yanıtınız yanlış ise “Elvan Çelebi’nin Eseri ve Edebi Kişiliği” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. a Yanıtınız yanlış ise “Hoca Mesud’un Edebî Kişiliği ve Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. b Yanıtınız yanlış ise “Fahrî’nin Eseri ve Edebî Kişiliği” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

6. c Yanıtınız yanlış ise “Ahmedî” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

7. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmedî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

8. a Yanıtınız yanlış ise “Şeyhoğlu Mustafa” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

9. c Yanıtınız yanlış ise “Mensur Eserler” konusunu yeni-den gözden geçiriniz.

10. d Yanıtınız yanlış ise “Mensur Eserler” konusunu yeni-den gözden geçiriniz.

Sıra Sizde Yanıt AnahtarıSıra Sizde 1 Şeyyâd Hamza’nın Türk edebiyatında Yunus’u takip ederek gelen ve Nesîmî’ye giden çizgide önemli bir yeri vardır. Coş-kunluk ve lirizm açısından dönemine göre ileri bir durumda bulunan şiirlerinde musammat özellik bulunması, onu eski Türk edebî zevk anlayışına bağlamakta dır. Coşkun ve heye-canlı yönü, sanat tarafı öne çıkan şiirlerine yansıyan Şeyyâd Hamza, hislerini açık ve samimi bir şekilde dile getirmiştir.Şiirlerinde hem hece hem de aruz veznini kullanan Şeyyâd Hamza, edebiyatımızda mersiye yazmakla dikkat çeken bir şairdir. Türk edebiyatında başlangıcı çok ön celere, Alper Tonga için söylenen ağıtlara dayan bu tür de özellikle ço-cuklar için şiir yazan ilk şair Şeyyâd Hamza’dır. O, Anado-lu sahası Türk edebiyatında ilk Yû suf u Zelîhâ’yı yazmış ve Türk edebiyatında daha çok bu eseriyle tanınmıştır. Şeyyâd Hamza’nın öne çıkan özelliklerinden bir diğeri de Türk ede-biyatında Yunus’ tan sonra güzel na’t yazan şair oluşudur.

Sıra Sizde 2Ahmedî’nin en önemli eseri olan İskender-nâme, edebi-yatımızda bu konuda yazılan mesnevilerin ilk ve en ba şarılı örneğidir. Eserin aslı Firdevsî’ye dayanmakla bir likte asıl ya-zarı Nizâmî’dir. Ahmedî eseri kendine göre ele almış, yap-

tığı eklemelerle mesneviyi telif hâle getir miştir. Ahmedî, Nizâmî’nin eserindeki bazı olayları çı kardığı gibi kendi-si de yeni motif ve olaylar eklemiştir. Makedonyalı Büyük İskender’in doğu ülkelerine yaptığı seferlerin ve fetihlerin ef-saneleştirilerek anlatıldığı bir eser olan İskender-nâme, Mev-lid ve Tevârih-i Âl-i Os mân bölümleri ile ayrı bir önem taşır. Türk edebiyatında mevlid türünün Ahmedî’nin bu eseri ile ortaya çıktığı görülür.

Sıra Sizde 3XIV. yüzyılda Yûsuf u Züleyhâ mesnevisi yazan şair ler, Şeyyâd Hamza, Suli Fakîh ve Erzurumlu Mustafa Darîr’dir.Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Zelîhâ’sı Anadolu sahası Türk edebiyatının bu konuda bilinen ilk mesnevisidir. Fâ’ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılan ve 1529 beyit olan Yûsuf u Zelîhâ, altı bölümdür. Ancak eserde bölümleri bildiren bir başlık yoktur. Yûsuf u Zelîhâ, adından da anlaşılacağı üzere görünüşte Hazret-i Yu suf ile Züleyha arasında geçen bir aşk hikâyesidir, ancak hikâyenin başından sonuna kadar Hazret-i Yusuf ’un hayatı anlatılmıştır. Kur’an’da “kıssaların en güze-li” olarak belirtilen ve Hz.Yusuf ’un hayatını konu alan Yûsuf Sûresi’nden hareketle yazılan hikâyede, her devirde olduğu gibi o devir için de geçerli olan ve bir birini takip eden olay-lara yer verilmiştir. Şair, eserini tamamen Kur’an’a bağlı kala-rak değil serbest olarak yazmıştır.Suli Fakîh’in Yûsuf u Züleyhâ’sı, Şeyyâd Hamza’nın eseri örnek alınarak fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış dinî, romantik bir aşk mesnevisidir. Suli Fa kîh’in sade ve anlaşılır bir dille yazdığı eseri, 4800 be yitten oluşmaktadır. Bu mesnevide Yusuf ile Züley hâ’nın ağzından “şiir” başlığı altında 19 gazele yer verilmiştir. Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Züleyhâ’sı ile bazen beyit bazen de mısra benzerlikleri bu-lunan eser, Şeyyâd Hamza’nın mesnevisine göre hem hacim-li hem de nazım tekniği, dil ve içerik bakımından ondan daha başarılıdır. Bu mesnevide konunun ele alınmasında, Kur’an’daki şekline olabildiğince bağlı kalınmış, bazı bölümleri genişletilmiş ve çeşitli eklemeler yapılmıştır.Erzurumlu Mustafa Darîr’in Kıssa-i Yûsuf’u (Yû suf u Züleyhâ)‘sı da Kur’an’daki Yûsuf suresinden hareket-le fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazılmış tır. 2126 beyit-ten meydana gelen ve “meclis” adı veri len sekiz bölümden oluşan bu eser, dil, söyleyiş ve ko nunun işlenişi bakımından önceden yazılanlara göre daha başarılıdır. Erzurumlu Musta-fa Darîr de, eserinde Yusuf ve Züleyha ile Hazret-i Yakub’un dilinden 21 gazele yer vermiş ve “şi’r-i Yûsuf ”, “şi’r-i Züleyhâ” ve “şi’r-i Ya’kûb gibi başlıklarla özellikle hasret konusunda anlatımı daha da canlan dırıp mesneviye akıcılık sağlamıştır.

Page 67: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

2. Ünite - XIV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Şair ve Yazarları 61

Yararlanılan ve BaşvurulabilecekKaynaklarAk, C. (1987). Muhibbî Divanı, Kültür Bakanlığı Yayınları.Akalın, A. (1975). Ahmedî, Cemşîd ü Hurşîd, İnceleme-

Metin, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.Akar, M. (1987). “Şeyyad Hamza Hakkında Yeni Bilgiler I-II”,

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, S. 2, İstanbul.

Akdoğan, Y. (1979). Ahmedî Dîvânı, İ.Ü.Türkiyat Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

Akdoğan, Y. (1981). İskendernâme’den Seçmeler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Akün, Ö. F. (1979). “Şeyhoğlu”, İslâm Ankiskopedisi, Cüz 6, İstanbul.

Ayan, H. (1990). Nesimî Divanı, Anakara: Akçağ Yayınları.Ayan, H. (1979). Şeyhoğlu Mustafa Hurşîd-nâme, Erzurum:

Atatürk Üniversitesi Yayınları.Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I, İs-

tanbul: Millî eğitim Basımevi.Buluç, S. (1968). “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir Mesne-

visi”; Türkiyat Mecmuası, C. XV, İstanbul. Buluç, S. (2007). “Şeyyâd Hamza’nın Beş Manzumesi”, Maka-

leler, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.Câmi’ü’n-Nezâir, Bayezid Devlet Kitaplığı, nr. 5782.Darîr, Kitabu Sîretü’n-Nebî, İ. Ü. Ktp. T.Y. No 2384.Darîr, Kitûbu Siretü’n-Nebî, Topkapı Sarayı Kütüphanesi,

Koğuşlar Nu. 993, 3.c.Darîr, Siretü’n-Nebi, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Ede-

biyatı Bölümü Seminer Kitaplığı, nu. 3022.Dilçin, C. (1991). Mesud bin Ahmed Süheyl ü Nevbahar,

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.Doğan, E. (2011). Şeyhoğlu Sadrüddin’in Kabus-nâme Ter-

cümesi, İstanbul.Elvan Çelebi, (1984). Menakıbü’l-Kudsiyye fî-Menâsibi’l-

Ünsiyye (Haz. İsmail Erünsal-Ahmet Yaşar Ocak), İstan-bul: İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Yayınları.

Ergin, M. (1980). Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul. Güneş, Ö. (2010). Fahrî’nin Husrev ü Şîrîn’i, Basılmamış

Doktora Tezi, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, Giriş-metin-dizin-

tıpkıbasım, Ankara.Karahan, L. (1994). Erzurumlu Darîr, Kıssa-i Yûsuf, Yûsuf

u Züleyhâ, Ankara: TDK Yayınları.Kartal, A. (2003). “Sadi’nin Bostan’ı ile Hoca Mes’ud ‘un

Ferhengnâme-i Sa’dî İsimli Mesnevîlerinin Mukayesesi”, Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Der-gisi, 3/2003.

Korkmaz, Z. (1973). Sadrüddin Şeyhoğlu, Marzubân-nâme Tercümesi, İnceleme-metin-sözlük-tıpkıbasım, Anka-ra: A.Ü.Basımevi.

Köktekin, K. (2007). Yusuf-ı Meddah, Varaka ve Gülşah,

Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. Mazıoğlu, H. “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Asiklopedisi, C. 32.Seyidov, M. (1970). “Göy, ag, gara renglerinin eski inamla

elagası”, Haberler (Zapiski) SSR. Elmler kademiyasının Haberlerinden ayrıca nüsha (ayrı basım), Nu. 2.

Şemsedin Sâmi, (1316). Kamusu’l-A‘lâm, 6. cilt, İstanbul.Tarlan, A. N. (2006). Ahmet Paşa Divanı, İstanbul: MEB

Yayınları. Tavukçu, O. K. (2005). “Şeyyâd Hamza’nın Bilinmeyen Bir

Şiiri Münâsebetiyle”, Prof. Dr. Mustafa Canpolat Ar-mağanı, The Inter national Association of Central Asian Studies, Volume 10-1, Institute of Asian Cultu-re and Development.

Timurtaş, F. K. (1980). Şeyhî’nin Husrev ü Şirini, İstanbul: Edebiyat Fakültesi Yayınları nr. 2670.

Tulum, M. (2000). Tarihî Metin Çalışmalarında Usul, Menâkıbü’l-Kud siyye Üzerinde Bir Deneme, İstanbul: Deniz kitabevi.

Tursun Fakih (2007), Gazavât-ı Bahr-ı Ummân ve Sanduk (Cumhur-nâme), (Haz. Mehmet Gümüşkılıç) İstanbul.

Uzunçarşılı, İ. H. (1972). Osmanlı Tarihi I, İstanbul.Ünver, İ. (1983). Ahmedî, İskender-nâme, İnceleme-

Tıpkıbasım, Ankara: TDK Yayınları. Varlık, M. Ç. (1974). Germiyanoğulları Tarihi (1340-1429),

Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.Yavuz, K. (2007). Gülşehri’nin Mantıku’t-Tayr’ı, Ankara:

Kırşehir Valiliği Yayınları: 12.Yavuz, K. (2007). “Mevlid’in Türkçe Kaynakları”, Mevlid

Sempozyumu, Bursa.Yavuz, K. (1983). “Şeyhoğlu Mustafa’nın Türkçeye Hizme-

ti ve Görüşleri”, Milletler Arası Türkoloji Kongresi, İs-tanbul.

Yavuz, K. (2009). “Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig”, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. 37, 2007, İstanbul.

Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.

Yavuz, K. -Erol Ülgen, (2008). XX. Esr Azerbaycan Edebiya-tı Tarihi, Giriş Kısmı, İstanbul.

Yavuz, K.-Yekta Saraç, (2003). Âşık Paşazade Osmanoğulla-rı’ nın Tarihi, İstanbul.

Yavuz, O. (2002). Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı, Konya: Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Ya-yınları: 2.

Yücel, Y. (1991). Anadolu Beylikleri ÜzerineAraştırmalar II, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Page 68: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;“Çağatay” ve “Çağatay Türkçesi” kavramlarını tanımlayabilecek,Çağatay Türkçesinin tarihî gelişim sürecini açıklayabilecek,XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren şair ve yazarlar ile bunların eserle-rini ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı

• GİRİŞ:ÇAĞATAYADIVEÇAĞATAYHANLIĞI

• ÇAĞATAYTÜRKÇESİVEEDEBİYATI• XIV-XV.YÜZYILLARÇAĞATAYEDEBİYATININŞAİRVEYAZARLARI

• Çağatay• CengizHan• ÇağatayHanlığı• ÇağatayTürkçesi• Çağatayedebiyatı• Çağatayedebiyatınındönemleri• Sekkâkî• MevlânâLütfî,GülüNevrûz• YûsufEmîrî,Deh-nâme, Beng ü Çagır• Atâî• HaydarTilbe,Mahzenü’l-Esrâr• SeyyidAhmedMîrzâ,Ta’aşşuk-

nâme

• Gedâî• Yakînî,OkveYaynıŋ

Münâzarası• Ahmedî,SazlarMünâzarası• AliŞirNevâî,Hazâ’inü’l-

Me‘ânî,FarsçaDivan,Hamse,Mecâlisü’n-Nefâis,Risâle-iMu’ammâ,Mîzânü’l-Evzân,Muhakemetü’l-Lugateyn,ÇihilHadîs,Nazmü’l-Cevâhir,Mahbûbu’l-Kulûb

• Hüseyn-iBaykara,Divan,Risâle

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 69: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞ: ÇAĞATAY ADI VE ÇAĞATAY HANLIĞIÇağatay adı, Cengiz Han’ın ikinci oğlunun adından gelmektedir. Cengiz Han, 1227’de ölümünden önce Türk-Moğol İmparatorluğu’nun topraklarını dört oğlu arasında pay-laştırmış ve ikinci oğlu Çağatay’a bu mirastan Isık göl bölgesi, Balkaş gölünün güney-doğusundaki İli ırmağı havzası ile Çu ve Talas bozkırları kalmıştı.

Çağatay sözünün Moğol devletine ve ulusuna ad olarak kullanılması ise Çağatay’ın ölümünden (1242) sonra gerçekleşmişti. Çağatay ölmeden önce tahtını torunu Kara Hülâgu’ya bırakmış ve onun 1242-1246 yılları arasındaki saltanatı döneminde Çağatay Hanlığı kurulmuştu. Kara Hülâgu’dan sonra taht mücadelelerinden dolayı Çağatay ulusu tam olarak bağımsızlığını sürdüreme mişti. 1252’de Kara Hülâgu’nun tekrar kendisine ge-çen idareyi ele almaya giderken yolda ölmesi üzerine bu mücadeleler daha da hız kazan-mıştır. 1274?-1306 yılları arasında Çağatay soyundan Barak’ın oğlu Duva Han zamanında hanlık eski sınırları içerisinde önceki refahına kavuşur. 1326’ya kadar hükümdarlık yapan Kebek zamanında ise şehir hayatına önem verilmesinden dolayı özellikle Maveraünnehir eski “medenî” sıfatını tekrar kazanır. Tarmaşirin zamanında (1326-1333?) Çağatay Han-lığı idare bakımından, bir tarafta Maveraünnehir diğer tarafta ise Talas ve Manas ırmak-ları arasındaki Isık göl çevresinde yer alan Moğolistan olmak üzere ikiye bölünür. Bu bö-lünmeye Tuğluk Timur zamanında son verilmiş (1360) ve Çağatay birliği yeniden kurul-muştur. Ancak bu dönem uzun sürmemiş, 1363’te Tuğluk Timur’un ölümünden birkaç yıl sonra Çağatay ulusu Timur’un eline geçmiştir (Grousset, 1993: 313-331).

Çağatay adı, hanlığın yeniden örgütlenmesini sağlayan Duva Han zamanında devletin resmî adı olarak kullanılmış, aynı zamanda Maveraünnehir’in Türk ve Türkleşmiş göçebe-lerine de bu ad verilmiştir. Hanlığın doğusundaki göçebelere ise “Moğol” denilmiştir. Batı Türkistan Türk halkı için, XIII-XIV. yüzyıllara ait olan Bizans kaynaklarında aynı ad ge-çer. Timur hâkimiyeti zamanında da imparatorluğun bütün ahalisi için “Çağatay” adı kul-lanılır. Çağatayların Timur’dan sonra Özbeklerle kaynaşmalarına rağmen adlarını koru-duklarını bugün Kazak, Özbek ve Karakalpaklar arasındaki kabile ve yer adlarından anla-mak mümkündür (Eckmann, 1958: 115-126).

ÇAĞATAY TÜRKÇESİ VE EDEBİYATIÇağatay Türkçesi veya Çağatayca ile Orta Asya Türk-İslam yazı dilinin Karahanlı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamındaki yazı dili kastedil mektedir. Çağatay Han-lığı döneminde göçebe Türklerin dili olduğu tahmin edilen ve Timurlular zamanında şe-killenen bu yazı dili, klâsik şeklini Ali Şir Nevâî ile almıştır.

XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve

Edebiyatı

Page 70: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı64

Çağatay Türkçesi, XIX. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde yazı dili, edebî dil ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır. Örneğin, Güney-batı Oğuz grubunun doğu kanadında yer alan Türkmen saha sında XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkçesinin Türkmenceye etkisinden değil hâkimiyetinden söz edilebilir. Şiirlerini gezip dolaştığı yer-lerde halk dili ile söyleyen Türkmen halk şairi Mahdum Kulı’nın babası Molla Âzâdî de bir şairdir ve Va‘z-ı Âzâdî başlığıyla aruz vezninde Çağatayca bir mesnevi yazmıştır. Yine Sam Mirza Tezkiresi ve Sâdıkî’nin Çağatayca olan Mecma‘u’l-Havas tezkirelerinde XVI. yüzyıla ait Türkmen şairlerinden bahsedilmekte ve şiirlerinden örnekler verilmektedir. Çağatay-ca sadece Orta Asya Türk devletle rinde değil Osmanlı sahasında ve Avrupa Rusya’sında Oğuz grubu dışında kalan müslüman Türkler tarafından da birçok şairin özendiği ve bu dilde eser verdiği klâsik bir dildir.

Çağatay Türkçesi için XV. ve XVI. yüzyıllara kadar genellikle Türk tili, Türkî til, Türk lafzı, Türk elfâzı, Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır. Ali Şir Nevâî, eserlerin-de özellikle Muhakemetü’l-Lugateyn’de Türkî ve Türkçe terimlerini kullanırken Mîzânu’l-Evzân’da dikkat çeken şu açıklamaya yer verir: “‘Acem şu’ârâsı ve Fürs fukahâsı her kay-sı uslûbda kim söz ‘arûsıŋa cilve ve nümâyiş birip irdiler, Türk tili bile ‘alem sürdüm ve her niçük kâ‘idede kim ma‘nî ebkârıŋa zîb ü ârâyiş körgüzüp irdiler, Çagatay lafzı bile ra-kam urdum” (Alî-Şîr Nevâyî. Mîzânu’l-Evzân, Hazırlayan: Kemal Eraslan, Türk Dil Kuru-mu Yayınları No: 568, Ankara 1993, s. 11). Böylelikle Nevâî bu sözleriyle döne minin edebî dili için Çağatay lafzı’nı da kullandığını göstermiştir.

XVII. yüzyılda Ebu’l-Gâzî Bahadır Han ise Şecere-i Türk adlı eserini Türk diliyle yaz-dığını ve Çağatay Türkçesinden bir kelime bile almadığını şu şekilde ifade etmiştir: “Bu târîhni yahşı yaman barçaları bilsün tip Türkî tili birlen aytdım, Türkîni hem andak aytıp men kim biş yaşar oglan tüşünür. Bir kelime Çagatay Türkîsindin ve Fârsîdin ve ‘Arabîdin koşmay men, rûşen bolsun tip.” (Demizon, 1871: 37).

XVIII. yüzyılda ise Mîrzâ Mehdî Han, Senglah adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem de lugat-i Çagatay terimlerini kullanmıştır.

Nevâî’nin çağdaşı ve daha sonraki bazı yazarlar ise klâsik şeklini Nevâî ile bulan bu dile lugat-i Nevâî demişler ve onun eserlerini anlamak amacı ile yazdık ları sözlüklere bu adı vermekten sakınmamışlardır (Eren, 1950: 145-163).

Türkoloji araştırmalarında “Çağatayca” terimi, XIX. yüzyılın ortalarında ilk defa Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. E. Bérézin, Çağataycayı en eski Türk lehçesi ola-rak kabul ederken, A. Vámbéry, Čagataische Sprachstudien (Leibzig, 1867) adlı çalışma-sında Çağataycayı sadece belli dönemler içinde yer alan tarihî bir yazı dili olarak ele al-mamış, batı ve doğu Türkistan’daki eski ve yeni yazı dillerini özellikle Özbekçeyi de içi-ne alan bir yazı dili olarak değerlendirmiştir. Bu görüşün bazı batılı türkologlar yanında Türk sözlükçüsü Şeyh Süleyman Efendi tarafından da kabul gördüğü eserinin girişinde-ki şu açıklamadan anlaşılmaktadır: “Mâveraünnehr’de Özbek, Türkmen, Kazak, Mogol, Kırgız, Kıpçak ve Kalmak gibi Çagatay lisânıyla mütekellim olan bi’l-cümle ahâli beynin-de müsta‘mel bir çok durûb-ı emsâli dakı teksîren li’l-fâ‘ide ‘ilâve eyledim.”. Bunun yanın-da E. M. Quatremère, Pavet de Courteille ve Th. Zenker çalışmalarında “Doğu Türkçesi” (türk-oriental, osttürkisch) terimlerini kullanmışlardır.

“Doğu Türkçesi” ve “Çağatayca” terimleri Radloff ve Korş tarafından farklı anlamlar-da kullanılmıştır. Radloff ve Korş yapmış oldukları tasnif deneme lerinde, Çağataycayı Eski Uygurcanın devamı olarak göstermiş, Doğu Türkçesi terimi ile -farklı sahalar olmak üze-re- bugünkü Türk dillerine işaret etmişlerdir. Ayrıca Radloff, Çağataycayı canlı dille ilgisi olmayan yapay bir yazı dili şeklinde nitelendirmiştir. Borokov ise bu görüşe karşı çıkarak Çağataycanın her şeyden önce dinî-apokrif edebiyat ile ve Moğol saray kâtipleri vasıtasıy-la gelişen Eski Uygur dilinin devamı olamayacağını ileri sürmüştür.

Page 71: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 65

Çağatayca da dahil olmak üzere Sovyet dönemi dil politikalarının etkisi ile X. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar yer alan yazı dillerine verilen başka bir terim de “Eski Özbekçe”dir. Bu terimi kullanan Şçerbak, “Eski Özbekçe”yi üç döneme ayırmış; ilk döneme (X-XIII. yüzyıllar) batı Türkçesi (Kıpçak) ve güney Türkçesi ögelerinin girdiği dili, ikinci döneme (XIV-XVII. yüzyıllar) yapay bir yazı dili diye nitelendirdiği Çağataycayı ve üçüncü döne-me de (XVII-XVIII. yüzyıllar) yerel ögelerin karışmasından oluşan dili almıştır.

A. Caferoğlu, Çağataycanın Köktürk ve Uygur Türkçesi ile müşterek Orta Asya Türk-çesinin kaynaşmasıyla ortaya çıkan bir edebî bir dil olduğunu belirtmiştir.

XV-XVI. yüzyıllarda Çağatay Türkçesi için kullanılan terimleri belirtip “Çağatayca” terimi-nin ortaya çıkışı hakkında kısa bilgi veriniz.

Çağatay Edebiyatının DönemleriFuad Köprülü, Harezm Türkçesinin XIII. yüzyıldan XIX. yüzyıl Türkçesine kadar kulla-nılmış olduğunu belirttiği Çağataycayı; 1. İlk Çağatay devri (XIII-XIV. asırlar), 2. Klâsik Çağatay devrinin başlangıcı (Nevâî’ye kadar), 3. Klâsik Çağatay devri (Nevâî devri), 4. Klâsik devrin devamı (Babur ve Şeybanlılar devri), 5. Gerileme ve çökme devri (XVII-XIX. asırlar) diye beş döneme ayırmıştır. Sonra da, “Çağatayca, kelimenin en geniş ma-nası ile Moğul istilâsından sonra Cengiz çocukları tarafından kurulan Çağatay, İlhanlı ve Altın-Ordu imparatorluklarının edebî merkezlerinde XIII-XIV. asırlarda inkişaf eden ve Timurlular devrinde bilhassa XV. asırda klâsik bir mahiyet alarak zengin bir edebiyat ya-ratan edebî Orta Asya lehçesidir.” şeklinde tanımlamıştır (Köprülü, 1945: 270).

XI-XX. yüzyıllar arasındaki Orta Asya Türk-İslam yazı dilini dört döneme ayıran Sa-moyloviç, Çağataycaya Kıpçak-Oğuz devri (XII-XIV. yy.) ile Özbek devri (XX. yy.) arasın-da yer vermiş ve Çağatay edebî dilini şu şekilde dört devreye ayırmıştır. Bunlar: 1. İlk Ça-ğatayca veya Nevâî’den önceki Çağatayca devri (XV. yüzyıl başlarından Nevâî’nin ilk ese-rini verdiği 1465 yılına kadar), 2. Klâsik Çağatayca devri (1465-XVI. yüzyılın ortaları), 3. Klâsik devirden sonraki Çağatayca devri (XVII. yüzyılın sonuna kadar), 4. Son Çağatayca devri (XVIII. ve XIX. yüzyıllar)’dir (Samoyloviç, 1944: 73-95).

J. Eckmann, Karahanlı ve Harezm Türkçelerinin devamı olarak nitelediği Çağatay Türkçesini, XV. yüzyıldan başlatır ve üç döneme ayırır (Eckmann, 1959: 138-160; 1988: XIII-XIV). Eckmann’ın bu gruplandırmasına uyarak Çağatay edebiyatını üç döneme ayı-rıp ele almak daha uygun olacaktır:

Klâsik Öncesi Dönem: Çağatay yazı dilinin başlangıç dönemidir. XV. yüzyıl başların-dan Nevâî’nin ilk divanını düzenlediği 1465 yılına kadarki dönemi içerir.

Bu dönem Türkçesi, Harezm-Altın Ordu Türkçesi ile Nevâî dili arasında geçiş özelli-ği taşımaktadır. Klâsik şeklini Nevâî ile bulan Çağatayca ile yazılmış eserlerde Nevâî’nin ilk divanına kadar gittikçe azalan derecede Harezm-Altın Ordu Türkçesi özellikleri yer al-maktadır. Bu dönemde meydana getirilen divanlar, tertip bakımından klâsik devirdeki ka-dar gelişmiş değildir. Başlıca temsilcileri Sekkâkî, Mevlânâ Lütfî, Yûsuf Emîrî, Atâî, Hay-dar Tilbe, Seyyid Ahmed Mîrzâ, Gedâî, Yakînî ve Ahmedî’dir.

Klâsik Çağatayca Devri (XV. yüzyılın ikinci ve XVI. yüzyılın ilk yarısı): 1469-1506 yılları arasında hüküm süren, Herat’ı siyasî merkez olması yanında dev-

rin sanat ve kültür merkezi hâline getiren Hüseyn-i Baykara ile onun himayesinde bu-lunan Ali Şir Nevâî’nin başlattıkları dönemdir. 1507’de Özbeklere karşı yapılan savaşta ölen Baykara’dan sonra klâsik Çağatay edebiyatı Şeybânîler tarafından Orta Asya’da, Ba-bur ile de Hindistan’da olmak üzere iki bölgede devam etmiştir. Nevâî, Hüseyn-i Baykara, Hamîdî, Muhammed Sâlih, Şeybânî, Ubeydî ve Babur bu dönemin başlıca temsilcileridir.

1

Page 72: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı66

Elinizdeki bu kitap, XV. yüzyıl sonuna kadarki dönemi içerdiğinden burada sadece Nevâî ve Baykara’ya kadarki dönemin edebî şahsiyetlerine yer verilmiştir.

Klâsik sonrası devir (XVI. yüzyılın ilk yarısından XIX. yüzyılın sonuna kadar): Orta Asya’nın çeşitli adlar altında süren 250 yıllık siyasî birliği XVI. yüzyılın sonların-

da Şeybânî hükümdarı Abdullah Han’ın ölümü ile sona ermiş ve Şeybânî Hanlığı Hive, Hokand ve Buhara Hanlıkları olmak üzere üçe bölünmüştür. Bu hanlıklar arasındaki iç savaşlar kültür hayatında da etkisini göstermiş, güçlü şair ve yazarların yetişmemesi sebe-biyle Çağatay edebiyatı gerilemeye başlamış ve zamanla yerini Özbek diline bırakmıştır. Bu dönemin başlıca temsilcileri Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Mûnis Harezmî, Âgehî, Kâmil, İvaz Otar, Ömer Han ile oğlu Muhammed Alî Han, Cihân Hatun ve Muhammed Şerif ’tir.

Çağatay edebiyatının dönemlerini ve bu dönemlerde yetişen önemli temsilcileri belirtiniz.

XIV-XV. YÜZYILLAR ÇAĞATAY EDEBİYATININ ŞAİR VE YAZARLARI

Sekkâkî Çağatay şiirinin kurucularından sayılan, kasidelerinden XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı anlaşılan Sekkâkî hakkında en önemli bilgiyi veren Nevâî olmuştur. Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis adlı şairler tezkiresine göre, Sekkâkî, Maveraünne-hirlidir ve Timurluların Uluğ Bey zamanında büyük bir şöhrete ulaşmış, hatta saray şairli-ğine kadar yükselmiştir. Nevâî, Muhakemetü’l-Lugateyn adlı eserinde, onun Mevlânâ Lütfî kadar büyük bir şair olmadığı görüşündedir.

Sekkâkî’nin British Museum Add. 2079 ve Taşkent Kol Yazmaları nr. 7685’de nüshala-rı bulunan Divan’ı eksiktir. Bu nüshalardan British Museum’daki nüsha daha tam ve eski-dir. Bundan başka çeşitli yazmalarda bazı beyitleri tespit edilmiştir. Ayasofya Kütüphanesi nr. 4757 kayıtlı bir mecmuanın 165-167. sayfaları arasında Sekkâkî ve Lütfî’nin hem Uy-gur hem de Arap harfleriyle yazılmış gazelleri bulunmuştur.

Sekkâkî’nin şiirleri, 1963’te Janos Eckmann’ın “Çağatay Dili Örnekleri. Sekkâkî diva-nından parçalar” (Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XII, 1963, s.157-174) ile 1999’da Kemal Eraslan’ın Mevlânâ Sekkâkî Divanı (TDK Yayınları: 720, Ankara) adlı çalışmalarında iş-lenmiştir. Ayrıca Divan’ı, Sakkakiy, Tanlangan asarlar adında Taşkent 1958 yılında kril harfleriyle de basılmıştır.

Sekkâkî Divanı’ndan beyitler

Sekkâkî’nin Halil Sultan Kasidesinden

2

Hassan, Hz. Muhammed’e yazdığı övgü dolu şiirlerle tanınan Arap şairidir.

İmdi ümīdim bar öçüm alsam men andın bir yolıKördüm bu óaørette øaèīfleràa úavī iósÀn irür Òalk itti ÒÀliḳ òulḳuŋuz òalúın Muóammed òulúı tigOl òulú vaãfın ayàalı SekkÀkì hem Óassan irür

Şimdi öcümü ondan bir defa (olsun) almaya ümidim var.Çünkü bu katta zayıflara çok ihsan olduğunu gördüm

Allah huyunuzu Hz. Muhammed’in huyu gibi yarattı.O huyun vasıflarını söylemek için Sekkâkî de Hassan gibi oldu.

ŞÀhÀ bu yay u yaz u küz úış resmi dünyÀda bolupOt birle yil topraú birle su èunãurı insÀn irür

CÀvid bolġıl dünyÀda köŋlüŋ tilegeni bile TÀ kiçe kündüz hafta ay yılġa óisÀb ÀsÀn durur

Ey şah, bu yaz, ilkbahar, sonbahar, kış mevsimi dünyada var olup; ateş ile rüzgar, toprak ile su unsuru insam oluşturur.

Gönlünün dilediği ile dünyada ebedî ol.Çünkü gece gündüz, hafta, ay, yıla hesap kolaydır.

Page 73: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 67

Mevlânâ LütfîMevlânâ Lütfî ismi, Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis, Nesâyimü’l-Mahabbe, Muhakemetü’l-Lugateyn, Hâlât-ı Pehlevân Muhammed, Hâlât-ı Seyyid Hasan Big adlı eserlerinde ve divanlarının önsözü olan Hutbe-i Devânîn’de geçmektedir. Bu eserlerde “bu kavmin üstadı ve söz melikidir” ifadesiyle övülen Lütfî’nin sanatı ve döneminin edebî ge-leneği içindeki yeri hakkında epeyce bilgi bulunsa da hayatı hakkında yeterli bilgiye sa-hip değiliz. Doğum yılı ve yeri belli olmayan Lütfî’nin ölüm yılı da 1482 veya 1492 olarak gösterilmektedir.

1414’e kadar Şiraz’da hüküm süren İskender Mîrzâ adına Farsçadan Türkçeye tercüme ettiği Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi ile Divan’ı Lütfî’nin Çağatay dilini ustalıkla kullanan büyük bir şair olduğunu gösterir. Lütfî, eserlerinde çağdaşlarının ve kendisinden sonraki-lerin dilinden daha az yabancı unsurlara yer vermiştir.

Lütfî, gazel ve tuyuğ tarzında asıl başarısını gösterdiği gibi, Gül ü Nevrûz mesnevisi ve yazdığı kasidelerinde de dil ve üslup yanında nazım tekniği bakımından da başarılıdır.

Yukarıda söylediğimiz üzere, Lütfî’nin bugüne kadar bilinen iki eseri Divan’ı ve Gül ü Nevrûz adlı mesnevisidir.

Yurt içinde ve dışında en az 20 nüshası bulunan Lütfî Divanı, Günay Karaağaç tarafından yayımlanmıştır (Lütfi Divanı, Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım, TDK Yayınları: 687, Ankara 1997).

Lütfî’nin yaklaşık 2400 beyitlik Gül ü Nevrûz mesnevisi, Celâleddin Tabîb tarafından 1333 yılında Farsça yazılmış hikâyenin tercümesidir. 1411 yılında tercüme edilen eserin bugün 9 nüshası bilinmektedir.

Gül ü Nevrûz’dan bir bölüm

Ayrıca kaynaklarda bu iki eserin dışında Lütfî’nin olduğu anılan eser adları da mev-cuttur. Nevâî, Şerâfeddin Alî Yezdî’nin Zafer-nâme adlı tarihini Türkçeye tercüme ettiğini söylese de böyle bir tercüme henüz ele geçmemiştir. Farsça şiirler de yazan Lütfî’nin şua-ra tezkirelerinde ve yazma mecmualarda zikr edilen Farsça Divanı da bugün elde değildir.

Mevlânî Lütfî’nin bir tuyuğu

Yaŋı yılnıŋ başıda rūz-ı nevrūz äadeftin çıútı bir dürr-i şeb-efrūz

Sivüngendin atası genc èÀlemġa saçtıNi kim úazġanġanın èÀlemġa saçtı

Çü nevrūz boldı nevrūz içre fìrūzAtadı oġlınıŋ atını Nevrūz

Yeni yılın başında nevruz günü, geceyiaydınlatan bir inci tanesi sedeften çıktı.

Babası sevincinden hazinesini açtı.Kazandığı ne varsa âleme saçtı.

Nevruz olduğu zaman nevruz içinde mutlulukla oğlunun adını Nevruz koydu.

Birmegil dirler vefÀsızġa köŋülKim anıŋ ŋūşındın artuú nìşi barMin ţamaè itmes min ölsem laèlidin CÀn miniŋ cÀnımdur ilniŋ n’işi bar

Vefasıza gönül verme derler.Çünkü onun tatlılığından fazla zehri var.Ben onun dudağından ölsem de tamah etmem.Can benim canımdır, halkın ne işi var?

Page 74: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı68

Mevlânâ Lütfî’nin bir gazeli

Yûsuf EmîrîHayatı hakkında fazlaca bilgi sahibi olmadığımız Yûsuf Emîrî, XV. yüzyılın ilk yarısın-da yaşayan Şahrûh’un oğlu Baysungur’un nedimlerindendir. Nevâî, Emîrî’yi Mecâlisü’n-Nefâis’inde Türk şairlerinden göstermekle birlikte onun pek şöhret kazanmadığını, 1433 yılında Herat’ta vefat ettiğini, kabrinin Bedehşan yakınlarında olduğunu bildirmiştir.

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T.Y. nr. 2850’de kayıtlı olan, baş tarafında Fuzûlî Divanı’nın bulunduğu yazmanın 163b-283b yaprakları arasında Emîrî’nin Türkçe ve Fars-ça şiirlerinin yer aldığı Divan’ı vardır. Ayrıca Divan’ın diğer bir nüshası, aynı kütüphane-nin 5452’de kayıtlı bir mecmuanın 353b-405b yaprakları arasındadır. Emîrî’nin Farsça şi-irlerinde döneminin mutasavvıf şairlerinden Şeyh Kemâl-i Hocendî’yi taklit ettiğini Fuad Köprülü, İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Çağatayca” maddesinde belirtmiştir.

Yûsuf Emîrî’nin bir gazeli

CÀdūlıúdın her dem ol otluú közüŋ cÀn köydürür NÀr miŋizlig ikki irniŋ laèl u mercÀn köydürür

Burúaè alġanda yüziŋni şemè körmiş tün kiçeOl sebeb baştın ayaúúa rişte-i cÀn köydürür

Kün miŋizlig yüzüŋe özin derìçeŋdin salıpSìne óasret dÀġı birle mÀh-ı tÀbÀn köydürür

Her nefes kökke yiter baġrım kebÀbındın tütünNiteyin cÀnımnı her dem Àh-ı sūzÀn köydürür

Lüùfìniŋ kögsin hedef úılsa oúuŋ bir sehmi barKim anıŋ baġrı otı elbette peykÀn köydürür

O ateşli gözün her an cadılıkla can yakar.Nar gibi iki dudağın lal ve mercan yakar.

Dün gece mum örtümü açınca yüzünü görmüş.O sebeple baştan ayağa can ipliğini yakar.

Güneş gibi yüzüne kendini pencerenden salınca, göğüs hasretin dağlaması ile parlak ayı yakar.

Her nefes göğe bağrımın kebap oluşundan duman yükselir. Ne yapayım canımı her an yakıcı ah yakmaktadır.

Lütfî’nin göğsünü hedef yaparsa okun korkusu var. Çünkü onun bağrının ateşi muhakkak peykanı yakar.

èÁşıú min èışú otıda baġrım kebÀbdurBir laóôa körmesem anı óÀlim òarÀbdur

Ayrılsa yÀr mindin öler min firÀúıdaCÀnım ġamıda teşne vü úanım şarÀbdur

èIşú otı tüşti cÀnıma hergiz èilÀcı yoúÓÀlimġa raóm eyleseŋiz åevÀbdur

Òaùùıŋ melūlı min leb-i laèliŋ firÀúıdaHer kimge ġam yoluúsa èilÀcı şarÀbdur

Baġrım izildi köydi tenim kitti ùaúÀtımBì-çÀre òasta cÀnıma andaú èaõÀbdur

Nevmìd eylemeŋ meni ey yÀr vaãldınKūyuŋda gerdenimge körer sen tınÀbdur

Bìhude il sözige kirip kavlama meniBu cÀn-sipÀrım işikiŋizde bÀbdur

Âşığım, aşk ateşinde bağrım kebaptır.Onu bir an görmezsem hâlim haraptır.

Sevdiğim benden ayrılırsa ben ayrılığında ölürüm.Canım gamında susamış ve kanım şaraptır.

Canıma aşk ateşi düştü asla ilacı yok.Hâlime acırsanız sevap kazanırsınız.

Lal dudağının ayrılığında yüzündeki ayva tüylerinin şaşkınıyım.Her kime gam düşerse onun ilacı şaraptır.

Bağrım ezildi, tenim yandı, güçüm-kuvvetim kesildi.Zavallı hasta canıma işte öylesine azap olmaktadır.

Ey yar, beni kavuşmadan umutsuz kılma.Senin bulunduğun mahalde gerdanıma dolanan urgandır, görüyorsun.

Beyhude el sözüne kapılıp beni kovalama.Bu feda ettiğim can eşiğinizde kapıdır.

Page 75: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 69

Yûsuf Emîrî’nin Divan’ından başka Deh-nâme adlı mesnevisi ve Beng ü Çagır adlı mü-nazarası bulunmaktadır.

Türk edebiyatında afyon ve şarap başlı başına bir konu olarak alınmış ve işlenmiştir. Bu konuyu ele alan şairlerin ilki Yûsuf Emîrî’dir. Eserin adındaki beng ‘afyon, esrar’ ve ça-gır ‘şarap’ anlamlarına gelir. Şiir ve düz yazı ile karışık olarak münazara şeklinde yazılan Beng ü Çagır’ın Baysungur Mîrzâ’ya sunulduğu dolaylı olarak eserde anlatılmıştır. Alego-rik bir tarzda yazılan eserde “beng” yeşiller giymiş yaşlı bir derviş, “şarap” ise renginin kır-mızı olması dolayısıyla, kırmızı giysiler içerisindeki heyecanlı bir genç olarak tanıtılmış-tır. Bilinen tek nüshasının Londra British Museum Add. 7914 (yaprak 329b-337b) numa-rada kayıtlı olduğu bu münazara üzerine Gönül Alpay Tekin’in Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten 1972 (s. 103-125)’de “Yusuf Emirî’nin Beng ü Çaġır Adlı Münazarası” baş-lığını taşıyan çalışması vardır.

Deh-nâme (On Mektup) adlı eser ise âşık ile maşuk arasındaki mektuplaşmalardan oluşan mesnevi türü bir eserdir. Bu mesnevilerde tevhid, na’t, sebeb-i te’lif (=eserin yazılış sebebi) ve dönemin padişahına övgü bölümlerinden sonra başlayan genellikle beşi âşıktan sevgiliye beşi de sevgiliden âşığa gönderilmiş gazellerle süslü on manzum mektup ve ha-time bölümü bulunur. Türk edebiyatındaki deh-nâmelere örnek olarak Yûsuf Emîrî ve Şah İsmail’in Deh-nâme adlı eserlerini ayrıca Harezmî’nin Muhabbet-nâme, Hocendi’nin Letâfet-nâme, Ahmet Mîrzâ’nın Ta‘aşşuk-nâme adlı eserlerini verebiliriz. Emîrî’nin 906 be-yit tutan bu mesnevisi, 1429 yılında yazılmış ve Baysungur Mîrzâ’ya ithaf edilmiştir. Ese-rin birisi Uygur diğeri Arap harfli olmak üzere iki nüshası bilinmektedir. Arap harfli nüsha 1429 yılında istinsah edilmiştir. Londra British Museum Add. 7914 (yaprak 228b-272a)’te kayıtlı olan bu nüshanın transkripsiyonlu metni Ümran Somer tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanmıştır (Yusuf Emirî. Deh-nâme, İstanbul 1969, İstanbul Üniversitesi Ede-biyat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No:873). Uygur harfli nüsha ise meş-hur hattat Zeynü’l-‘Abidîn tarafından istinsah edilmiştir. Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Ha-zine 2172 (57b-58a)’da korunan söz konusu nüsha, Deh-nâme’nin “tevhid” bölümü olan 23 beytini ihtiva etmekte olup R. R. Arat tarafından “Bir Yazı Numûnesi Münasebeti İle” baş lığıyla Fuad Köprülü Armağanı (İstanbul 1953, s.17-29)’nda yayımlanmıştır.

AtâîYesevî dervişlerinden İsmail Ata’nın torunlarından olan Atâî’nin hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ali Şir Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis’inde Atâî’nin adı şu şekilde geç-mektedir: “Mevlânâ Atayî Belh’de bolur erdi. ‘İsma’il Ata ferzendlerindendir. Dervîş-veş ve hoş-hulk, münbasit kişi erdi. Türkî-gûy erdi. Öz zamânıda şiiri Etrâk arasıda köp şöhret tuttı. … Kabri Belh nahâvisidedür.”

XVI. yüzyılda istinsah edilmiş olan Atâî Divanı’nın bugüne kadar bilinen tek nüsha-sı St. Petersburg Şarkiyat Enstitüsü’nde kayıtlıdır. Bu nüshada 260 gazeli vardır. A. N. Sa-moyloviç 1927 yılında bu nüshayı tanıtarak 17 gazelini ilk olarak yayımlamıştır. A. Fıtrat ise bu 17 gazelin 15’ini 1928 ve 1945’te tekrar yayımlamıştır. Son olarak Ergeş Rüstemov, Atayî, Tanlangan Eserler adlı çalışmayı hazırlamıştır (Taşkent, 1960).

èÁúilġa bir işÀret irür úıããa muòtasarFehm eylegen kişige bu söz kitÀbdur

Niçün úaşıga baġlamayın köŋlümi EmìrBu beyt hüsn defteridin intihÀbdur

Akıllı kişi için bir kıssa bir işarettir.Düşünen kişi için bu söz kitaptır.

Ey Emir, niçin gönlümü onun kaşına bağlamayayım.Bu beyit, güzellik defterinden seçilmiştir.

Page 76: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı70

Haydar TilbeTimur’un torunlarından İskender Mîrzâ döneminde yani XIV. yüzyılın sonları ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve Türkçe yazmış Çağatay şairlerin dendir. Semerkandlı Devletşah’ın Tezkiretü’ş-Şu‘ârâ adlı eserinde şair hakkında şu bilgi verilmiştir: “Fâzıllar ve şâ‘irlerden Mevlânâ Haydar’ın Türk ve Fars dilinde güzel ve derin mazmunlu şiirleri var-dır. Şeyh Nizâmî’nin Mahzenü’l-Esrâr’ına Türkçe cevap yazmış, Emîrzâde İskender adına adamış tır.” Mecâlisü’n-Nefâis’te ise Haydar Tilbe için “Türkî-gûy” lakabıyla Türkçe yazdı-ğı bildirilmektedir.

Genceli Nizâmî’nin Mahzenü’l-Esrâr (=Sırlar Hazinesi) adlı mesnevisinden esinlene-rek kaleme aldığı aynı vezin ve aynı isimdeki eseri 615 beyitten ibarettir. Özbek bilim ada-mı Hadi Zarif, eseri 1959 yılında yayımlayıp eserin 1409-1414 yılları arasında yazıldığı-nı söylemiştir. Hadi Zarif, eserin 1508’de Herat’ta yazılmış nüshasının British Museum’da bulunduğunu da belirtmiştir (1959: I/195-211). Bugüne kadar eserin nerede olduğu bilin-meyen ikinci nüshasının tam metni 1858 yılında Kazan’da basılmıştır. Eser üzerinde Öz-bekistan ve Kazan’da çeşitli yayınlar yapılmış olmakla birlikte son çalışma, 2008 yılında Türkiye’de Avni Gözütok tarafından hazırlanmıştır.

Mahzenü’l-Esrâr’dan

Söz Ta‘rîfideEmr çü úaùè itti èadem menziliSözge raúam urdı úalemniŋ tili

Söz güherin bilgüçi ãarrÀf-ı rÀzBoldı cihÀn mülkiŋe manãūbe-bÀz

Cilve úılıp söz yataúı içre õevúŞevú ü ùaleb boynı ara saldı ùavú

èIşú bu hengÀmede virdi nidÀĠayb u şehÀdetúa yayıldı ãadÀ

èİlm maóal taptı vü úıldı ôuhūrŞuèle urup pertevnige saldı nūr

Emir yokluk menzilini aşınca,kalemin dili söze başladı.

Söz cevherini bilen sır sarrafı,cihan mülküne (yer yüzüne) oyunlara başladı.

Zevk söz yatağı içinde cilve kılınca şevk ve istek boynuna gerdanlık astı.

Aşk bu zamanda seslenince,Görülmeyenle görülene seda yayıldı.

İlim yer buldu ve ortaya çıktı.Alevlenerek parlaklığına ışık saçtı.

Seyyid Ahmed MîrzâDoğum ve ölüm yılları bilinmemekte olup hayatı ile ilgili bilgilerimiz kendi eseri olan Ta‘aşşuk-nâme ve Nevâî’nin Mecâlisü’n-Nefâis’inde verilen bilgilerden öteye geçmez. Nevâî’ye göre Timur’un beş oğlundan biri olan Mîrânşâh’ın oğludur. Ta‘aşşuk-nâme’de bu bilgi şu şekilde verilmektedir:

Acunda tâ anıŋ tig şâh bolġay Dünyada onun gibi şah oluncaDu‘â-gū ibn-i Mirânşâh bolġay Mirânşâh’ın oğlu duacı olacak

Şâhrûh zamanında Horasan valiliği yapmış olan Seyyid Ahmed, 1436 yılında yazıp Şâhrûh Mîrzâ’ya sunduğu Ta‘aşşuk-nâme adlı mesnevisi ile tanınmıştır. Eser, Hocendî’nin Letâfet-nâme’si tarzında yazılmış olup her mesnevide olması gereken münacat, na’t, dö-nem padişahının medhi ve sebeb-i te’lif bölümlerinden sonra gelen on aşk mektubun-dan ibarettir. Her mektubun sonunda bir gazel ve “sözün hülasası” başlıklı bölüm yer alır.

Page 77: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 71

Eserde şair, “Seydî” mahlasını kullanmıştır. 321 beyit tutan mesnevinin bugüne kadar Arap harfli iki nüshası bilinmektedir (Londra, British Museum Add. 7914 (y. 273a-289b) ve Eleazar Birnbaum nüshası).

1973 yılında A. M. Sçerbak’ın tıpkıbasımıyla birlikte yayınından başka eserden par-çalar ve Seyyid Ahmed hakkında edebiyat tarihi ve antolojilerde çeşitli yazılar yer alsa da eser üzerinde Türkiye’de yapılan ilk müstakil çalışma lisans mezuniyet tezidir: Sezer Öz-koçer, Seyyid Ahmed Mirza. Ta‘aşşuk-nâme, İstanbul 1968, İstanbul Üniversitesi Edebi-yat Fakültesi mezuniyet tezi, Türkiyat Enstitüsü, No:871. Kazım Köktekin (2000) ve Ayşe Gül Sertkaya’nın da metnin nüshaları üzerinde yapılmış iki farklı çalışması vardır (2002).

Ta‘aşşuk-nâme’den

Söznüŋ HülâsasıKil iy sÀkì kitürgil bÀde vü cÀmİçeli mey be-yÀd-ı Aómed ü Cem

Meyì kim rūó andın mest bolġayMaóabbet kūyıda ser-mest bolġay

ÒumÀrımıznı ol meydin yazalıMüdÀm içmegenin ni dip yazalı

Bilür sin kim cihÀnnıŋ yoú beúÀsıBeúÀsı yoú cihÀnġa ni baúası

Taòammül yaòşı iştür pìşe úılmaúTaóayyül birle hem endìşe úılmaú

Ey içki sunan, gel, şarap ve kadehi getir.Ahmet ve Cem’i yad etmek için içelim.

Ruhun ondan mest olacağı bir şarap,Sevgi muhitinde kendisinden geçecek.

İçkiden sonraki baş ağrımızı o şaraptan yazalım. Devamlı içmeyenini ne diye yazalım.

Cihanın sonunun olmadığını bilirsin.Bekası olmayan cihana niçin değer verelim.

Tahammül iyi iştir, alışkanlık haline getirmek,Hayal ederek düşünmek de güzeldir.

GedâîAsıl adı, doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Gedâî hakkında sadece Nevâî’nin kitapla-rında bilgi vardır. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis’in üçüncü meclisinde Gedâî için şunları söy-lemektedir: “Mevlânâ Gedâî, Türkî-gūy (Türkçe söyleyen)’dur, tanınmışlardandır. Babur Mîrzâ zamânında şiiri şöhret kazandı, bir tarzda söyler ve onun meşhur matlalarından bi-risi şudur:

Âh kim dîvâne köŋlüm mübtelâ boldı yanaBu köŋülnüŋ ilgidin cânġa belâ boldı yana(Ah! Deli gönlüm yine sevgiliye tutuldu; can bu gönül ülkesinden yine belâya uğradı.)Mevlânâ yaşı doksanı geçmiştir.” Mecâlisü’n-Nefâis’te Gedâî’nin yaşı ile ilgili olarak ve-

rilen bu bilgi, J. Eckmann tarafından değerlendirilmiş ve eserin 1494’te yazıldığı dikkate alınarak 1404-1405 yıllarında doğmuş olabileceği ileri sürülmüştür.

Gedâî, Sultan Babur döneminde şöhret kazanmış, Babur’dan sonra tahta çıkmasını arzu ettiği Şâhrûh’un torunu Hüseyin Sultan’a atfen bir kaside yazmıştır. Şiirlerinde “Gedâ” ve “Gedâî” mahlaslarını kullanan şairin bilinen tek eseri Divan’ıdır. Paris Bibliótheque Na-tionale Suppl. Turc. 981’de kayıtlı yazmada Divan’ının bilinen tek nüshası üzerinde Janos Eckmann çalışmıştır (1971).

Page 78: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı72

Gedâî Divanı’ndan

YakînîDöneminde arisrokrat zümre arasında önemli olan okçuluğa ait nesir tarzında yazdığı Ok ve Yaynıŋ Münâzarası adlı eseri ile tanınmıştır. Bu münazara eseri, Türk edebiyatında gü-zel ve süslü nesre örnek gösterilecek tarzdadır.

Yakînî’nin hayatıyla ilgili yeterli bilgiye sahip değiliz. Mecâlisü’n-Nefâis’in ikinci mec-lisinde Yakînî mahlaslı şair için şu şekilde bir açıklama vardır: “Mevlânâ Yakînî az konu-şan, rindâne bir kişiydi. Türkçe ve Farsça şiir söylerdi. Türkçesinden bu matlaını çok öv-gülerle okur idi ki;

Âh kim cânımga yittim yâr-ı nâdân ilgidinDâd u feryâd ol cefâçı âfet-i cân ilgidin

Son zamanlarında edep dışı sözlerinden tövbe edip tarîkî yola geçti. Kabri dere-i Dübaranda’dır.”

Kemal Eraslan’ın Fuad Köprülü’ye dayanarak verdiği bilgiye göre Yakînî, Heratlı’dır. Ok ve Yaynıŋ Münâzarası adlı eserin bilinen tek nüshası, XVI. yüzyıl başlarında is-

tinsah edilmiş olup British Museum Add. 7914 (y. 314a-321a)’te kayıtlıdır. Arap harfle-riyle metin ve metnin İngilizce tercümesi Fahir İz tarafından 1962’de yayımlanmıştır: “Yakini’s Contest of the Arrow and the Bow”, Németh Armağanı, Ankara 1962, s. 267-287. Yakînî’nin bu eseri, 1959 yılında yayımlanan Özbek Edebiyatı adlı dört ciltlik eserin birin-ci cildinde Ergeş Rüstemov tarafından verilmiştir.

Münâzara’nıŋ İbtidâsı’ndan

Bir kün bir niçe ãÀóib-ùarîú ehli, úabøa atımçı bahÀdır yigitler ya dig meclis esbÀbın úurup ve oú tig maófilni tüzüp, bir gÿşede geştge çıúıp irdiler. NÀgÀh TürkistÀn ùarafındın bir igni bükülgen úarı birlen bir serv boyluġ yigit yitiştiler. Úarıàa èizzet yolındın oŋ úol sarı, yi-gitge sol úol sarı yurt birdiler.

Bir gün birçok yol sahibi, nişancı ve cesur gençler, yay gibi meclis hazır lığını yapıp ve ok gibi oturacak yerleri düzene sokarak bir köşede eğlenceye başlamışlardı. Ansızın Tür-kistan tarafından omzu bükülmüş bir ihtiyar ile selvi boylu bir genç geldiler. Yaşlıya hür-meten sağ kolda, gence sol kolda yer verdiler.

Ey miniŋ óaúúımda yüz türlüg cefÀ úılġan köŋülÒasta cÀnımnı giriftÀr-ı belÀ úılġan köŋül

Cümle-i õerrÀtdın kiçken kişini küç bileBir cefÀçınıŋ ilige mübtelÀ úılġan köŋül

Bì-vefÀlar dik olup bìgÀne vü min òastanıMihnet ü ġam birle mundaú ÀşnÀ úılġan köŋül

Derd ü óasret birle hicrÀn otına salıp minièİşret ü èìş ü tena“umdın cüdÀ úılġan köŋül

Min GedÀ kim min daġı ol şÀh-ı hūbÀn èışúı kimEy miniŋ óaúúımda yüz türlüg cefÀ úılġan köŋül

Ey benim hakkımda yüz türlü cefa kılan gönülHasta canımı belaya salan gönül

Zerrelerin tümünden geçen kişiyi zorlaBir zulmedenin eline düşüren gönül

Vefasızlar gibi ilgisiz olup ve ben hastayıSıkıntı ve kederle böyle aşina eden gönül

Derd ve hasretle beni ayrılık ateşine atarakYiyip içme ve nimetlerden ayrı bırakan gönül

Ben Gedâ, ben bile o güzellerin sultanının aşkı içinEy benim hakkımda yüz türlü cefa kılan gönül

Page 79: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 73

Ahmedî Sazlar Münâzarası adlı eseri ile tanınan Ahmedî hakkında bilgilerimiz çok sınırlıdır. Eserin-den bazı bilgiler edinilse de bunlar içerisinde en sağlamı, eserin üslubundan anlaşılacağı üze-re Ahmedî’nin klâsik Çağatay öncesi şairlerinden oluşudur. Ayrıca eserinden Ahmedî’nin değerli bir şair olduğu ve sağlam bir mûsikî kültürüne sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Eser, nesir olarak yazılmış kısa mukaddimeden sonra gelen 130 beyitten oluşan küçük bir mesnevidir. Mesnevinin konusu, meyhanede bulunan sekiz telli sazın yani tanbur, ud, çeng, kopuz, yaturgan, rebab, kungura gibi çalgıların birbiriyle tartışmaları ve her birinin kendisi-ni üstün görüp benlik davası gütmesidir. Onların arasındaki bu münazara yani çekişme in-sanlar arasındaki çekişmelere benzer. Meyhanenin piri, bu münazarayı sona erdirmeyi tav-siye eder ve sazların hepsini azarlar. Sembolik özellik taşıyan Sazlar Münâzarası adlı eserde benlik davası güden sazlar, doğru yolu bulamamış, vahdet sırrına ermemiş basit insanları, meyhanenin piri ise doğru yolu gösteren mürşidi temsil etmektedir.

Eserin bilinen tek nüshası Londra British Museum Add. 7914, y. 321b-328b’de kayıtlı-dır. Eser üzerinde Kemal Eraslan çalışmıştır: “Ahmedî, Münâzara (Telli sazlar atışması)”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. XXIV, İstanbul 1986, s. 129-204.)

Çeng Özin Ta‘rîf Kılıp Tanbûreni Ta‘rîz Kılganı

Çeng aradın boynın uzatıp revÀnTüzdi oşal lahża tümen miŋ figÀn

Didi biliŋ barçanıŋ üstÀdı minèÌş ü ùarÀbnıŋ taúı bünyÀdı min

Şuèbede terkìb ü èamel naúş u ãavtÚılmadım ol cümleni bir lahża fevt

Ġamzelerim barçadın efzūn irürLeylì miniŋ ġamzeme mecnūn irür

Òalúnıŋ igninde maúÀmım müdÀmMin kibi yoú ùūùì-i şìrìn-kelÀm

DÀyim irür şÀh bilen ãoóbetimEhl-i ùabièat biledür ülfetim

Tanbūre dik yüzni úılay pÀyimÀlİyledi oġlÀnlar anı dest-mÀl

Çeng boynunu hemen aradan uzatıp işte o an binlerce figan kopardı.

Hepsinin ustası benim;Yeme-içme ve eğlencenin de esasıyım bunu bilin dedi.

Şubedeki terkip, amel, işleme ve güzel sesler,ne varsa hiçbirini bir an olsun terk etmedim.

Gamzelerim hepsinden fazladır.Sevgili benim gamzeme âşıktır, tutulmuştur.

Makamım her zaman halkın omzunda benim gibi tatlı sözlü papağan yoktur.

Sohbetim daima şahlar iledir.Dostluğum ise yaratılışlı, zevk sahipleriyledir.

Tanbure gibi yüz tanesini ayak altına alayım.Delikanlılar onu mendil yaptılar.

Ali Şir Nevâî Nizâmüddîn Ali Şir Nevâî, 9 Şubat 1441 (H. 17 Ramazan 844) tarihinde Herat’ta doğ-du. Uygur Türklerindendir. Babası Gıyâsüddîn Kiçkine Bahadır, Horasan hâkimi Ebu’l-Kâsım Babur’un hizmetinde bulunmakta idi. Ana tarafından büyük babası Ebû Sa’îd Çi-sekde Mîrzâ Baykara’nın beylerbeyi idi. Esasen ataları başlangıçtan beri Timurluların hiz-metinde bulunuyorlardı.

Babası, 1447 yılında Şâhrûh’un vefatı üzerine altı yaşındaki Ali Şir’i yanına alarak Irak’a gitmek üzere yola koyuldu. Yolculuk esnasında Teft şehrine uğrayıp Timur’un tarih-çisi Şerefüddîn Alî Yezdî’nin hankahı yanında konakladılar. Ali Şir küçük yaşına rağmen Mevlânâ Yezdî ile tanışıp mülâkât şerefine erişti.

Page 80: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı74

1452 yılında Sultan Ebu’l-Kâsım Babur, Horasan hâkimi olunca baba-oğul Horasan’a döndüler. Bu sırada babası bir süre Sebzvâr şehri emirliğinde bulundu. Ali Şir, küçüklük-ten itibaren Mîrzâ Baykara’nın torunu Emîr Gıyâsüddîn Mansûr’un oğlu Hüseyn-i Bayka-ra ile birlikte büyümüş ve birlikte öğrenime başlamıştı. Aralarında ölünceye kadar sürecek olan dostluğun temelleri bu yıllarda atılmıştı.

1456 yılında Ali Şir, Ebu’l-Kâsım Babur ile birlikte Meşhed’e gitti. Ebu’l-Kâsım Babur bu şehirde vefat etti, ancak Ali Şir hemen geri dönmeyip bir müddet daha Meşhed’de kal-dı, öğrenimini sürdürdü. Yine bu sıra Şeyh Kemâl-i Tevbetî ile görüşüp ondan feyz aldı. Babasının vefatı üzerine Herat’a dönen Ali Şir, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetine girdi. Ancak Hüseyn-i Baykara ile olan yakınlığı sebebiyle Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın hizmetinde fazla kala-mayıp ayrıldı. Herat’tan Semerkand’a giderek orada Hâce Fazlullâh Ebû Leysî hankahına gelerek iki sene derslere devam etti.

1469 yılında Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan üzerine yürüme-si sırasında Karabağ’da yakalanıp öldürülmesi neticesinde Hüseyn-i Baykara Horasan’ı ele geçirip Timurlular tahtına oturdu. Ali Şir bu hadise üzerine Herat’a dönüp dostu Hüseyn-i Baykara’nın hizmetine girdi. Hüseyn-i Baykara, Ali Şîr’e “mühürdarlık” görevini verdi. Ali Şir bu görev yanında Baykara’nın en yakın dostu ve destekçisi oldu. Nitekim o sıra vergi yüzünden ortaya çıkan bir ayaklanmayı Ali Şir dirayetiyle önlemeye muvaffak oldu. Ayrı-ca Şâhrûh’un torunu Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’in Uzun Hasan’ın desteği ile Herat üze-rine yürümesi ve şehri ele geçirmesi olayında Ali Şir’in emrindeki kuvvetlerle şehre girip Mîrzâ Yâdigâr Muhammed’i yakalaması ve tahtı kurtarması, onun Baykara’ya olan sada-katini gösterdiği gibi büyük bir idareci olduğunu da işaret etmektedir.

1472 yılında Nevâî, “Emîr” yani “Dîvân beyi” unvanını aldı. Bütün gücüyle ülkedeki yolsuzluklarla savaşıp haksızlığa uğrayanları korumaya çalıştı. Bu hareketi birçok düşman edinmesine sebep olduysa da asla doğru yoldan ve mücadeleden ayrılmadı.

1476 yılında büyük hürmet ve takdir beslediği devrin önde gelen siması Molla Câmî’nin irşadı ile Nakşbendî tarikatına intisab etti.

1479 yılında, Ebû Sa’îd Mîrzâ’nın oğlu Mîrzâ Ebû Bekr’in ayaklanmasını bastırmak için Esterâbâd’a yürüyen Baykara, Herat’ta naib olarak Ali Şir’i bıraktı.

1483-1485 yılları arasında Hamse’sini tamamladı. 1487 yılında Esterâbâd valiliğine gönderildi, böylece gereksiz yere Herat’tan uzaklaştırılan Nevâî, bu görevde bir yıl kaldık-tan sonra 1488 yılında görevden affını istedi, kabul edilince Herat’a döndü.

1489 yılında üstadı ve yakın dostu Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in vefatı Ali Şir’i fazlasıyla üzdü. Ali Şir Nevâî bunun üzerine Seyyid Hasan-ı Erdşîr’in hayatı, faziletleri ve münase-betlerini ihtiva eden risalesini kaleme aldı.

1490 yılında Nevâî, Divan beyliği görevini bırakarak Hüseyn-i Baykara’nın nedimi olarak kalmakla yetindi. 1492 yılında ise mürşidi ve üstadı Molla Câmî’nin vefatı Nevâî için daha büyük bir yıkım oldu. Bunun yanında saray entrikaları, Hüseyn-i Baykara’nın oğulları ve torunları ile olan münasebetleri, şehzadelerin taht kavgaları Nevâî’yi fazlasıyla rahatsız etti ve hayattan bezdirdi. 1498 yılında teselli için Meşhed’e gitti, bir müddet kal-dıktan sonra Hacc’a gitmek için saraydan izin istedi. Ancak yolların güvenli olmayışı se-bebiyle izin verilmedi ve Herat’a döndü.

Hayatının son yıllarını Herat’ta sadece sanatıyla zamanını geçiren Ali Şir Nevâî, 3 Ocak 1501 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuştu ve hayattayken hazırlattığı Kudsiye Ca-mii yanındaki kabre gömüldü.

Ali Şir Nevâî’nin klâsik Çağatay edebiyatının teşekkülünde seçkin bir yeri vardır. Dört Türkçe, bir Farsça divanı, hamsesi, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresi, Muhakemetü’l-Lugateyn’i ve sayısı otuzu aşkın çeşitli konudaki eserleri ile başlı başına bir çağı dolduran, ona kendi damgasını vuran büyük bir şair, fikir adamı, devlet adamı ve hepsinin üzerinde

Page 81: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 75

dil ve ulus arasındaki köprüyü kurmasını bilen bilinçli bir Türk dili savunucusu ve hadimi (=hizmetçisi) idi. Bu düşünce ile Türklüğü aydınlatan eserler verdi ve Türkçe için çalıştı.

Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars edebiyatının Molla Câmî ile zirveye ulaştığı ve aydın kesimin Farsça yazmayı meziyet saydıkları dönemde Nevâî’nin, Türkçe-nin birçok yönden Farsçadan üstün bir dil olduğunu savunması ve Türkçe ile de yüksek bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmesi, genç şairleri Türkçe yazmaya özendirmesi göz önüne alınırsa, kültür ve edebiyat hayatımızdaki yeri ve hizmeti daha iyi anlaşılır. O ayrıca, doğusu ve batısı ile bütün Türk şairlerini oku-yan ve değerlendiren bir edip idi.

Nevâî’nin her eseri, döneminin sosyal ve kültürel bir yönünü aydınlattığı gibi, onun geniş kültürünü, millî şuurunun yüceliğini ve sanat dehasını da yansıtmaktadır. Câmî ve Hüsrev-i Dihlevî’nin tesiri altında kalmasına rağmen hiçbir zaman taklitçi bir sanatkâr ol-mamış, orijinal kalmaya hatta bazı bakımlardan üstatlarını aşmaya muvaffak olmuştur. Orta Asya Türk kültür ve sanat hayatının gelişmesinde en büyük rolü oynayan Nevâî, şaşı-lacak derecede Türkçe sevgisine ve Türkçenin ifade kudretinin üstünlüğü inancına sahip-tir. Altmış yıllık hayatını bu inanç uğruna veren Nevâî, kültür ve edebiyat tarihinde seç-kin bir yer edinmiştir.

Nevâî’nin şöhreti, yalnız Çağatay alanı içerisinde kalmamış, siyasî ve coğrafî sınırla-rı aşarak bütün Türk ülkelerine yayılmış, eserleri her yerde zevkle okunmuş, yüzyıllar bo-yunca yetişen nice ünlü şairleri etkisi altında bırakmıştır. Pek çok Osmanlı şairi, nazireler yazarak hatta Çağatay Türkçesinde şiirler kaleme alarak Nevâî’ye olan şükran borçlarını dile getirmekten geri kalmamışlardır.

Eski yazarlarca “Nevâî tili” diye de adlandırılan Çağatay Türkçesi, henüz gereği gibi araştırılmış olmaktan uzaktır. Agâh Sırrı Levend’in hazırladığı ve kıymetli bir bibliyograf-ya ile şairin bütün eserleri hakkında genel bir bilgi vermeyi amaç edinen dört ciltlik yayın, bu alanda büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Nevâî’nin eserlerinin hemen hemen tama-mı üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmıştır. Kültür dünyamızdaki büyük bir boşluk bu şe-kilde doldurulsa da filoloji çalışmasına dayanan edebiyat araştırması henüz yapılmamıştır.

Nevâî’nin çeşitli tür ve konularda pek çok eser vermesi, onun kuruculuk vasfı ve gaye-si ile izah edilebilir. Gerçekten Nevâî, Türk edebiyatının gelişmesinde Tanzimatçıların oy-nadığı rolü, klâsik Çağatay edebiyatının teşekkül ve gelişmesinde yüklenir. Bu sebepledir ki Nevâî, Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle ye-niden ve orijinal kalarak yazmaya gayret etmiştir.

Nevâî’nin eserleri şunlardır:Divanları (Hazâ’inü’l-Me‘ânî): Ali Şir Nevâî, Münşe’ât’ında 4 Türkçe divanını tertip et-

meden önce 1469-1486 yılları arasında Bedâyi‘ü’l-Bidâye ve Nevâdirü’n-Nihâye adını verdi-ği iki divanını tanzim ettiğini yazmaktadır. Bedâyi‘ü’l-Bidâye’nin Hüseyn-i Baykara’nın ar-zusu ile tanzim edildiğini ayrıca belirtmek gerekir. Nevâî’nin kendi derlediği ikinci divanı Nevâdirü’n-Nihâye tek nüshadır ve 1480’lerde Alî Meşhedî tarafından yine Baykara için ya-zılmıştır. Nevâdirü’n-Nihâye’den sonra tanzim ettiği divanının adı Hazâ’inü’l-Me‘ânî’dir. Bu tertip her iki divanın yazılışından sonra yazılan şiirleri içerir. Hazâ’inü’l-Me‘ânî şairin ço-cukluk, gençlik, orta yaş ve yaşlılık dönemlerinde yazdığı şiirleri ihtiva eder. Yani Garâ’ibü’s-Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat ve Fevâ’idü’l-Kiber olarak düzenlenmiştir.

Garâ’ibü’s-Sıgâr (Günay Kut, Ali Şir Nevayi. Gara’ibü’s-Sıgar, İnceleme-Karşılaştırmalı Metin, TDK Yayınları, Ankara 2003), Nevâdirü’ş-Şebâb (Metin Karaörs, Nevâdirü’ş-Şebâb, İstanbul 1984 (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi), Bedâyi’ü’l-Vasat (Kaya Türkay, Bedâyi’ü’l-Vasat, TDK Yayınları, Ankara 2002) ve Fevâ’idü’l-Kiber (Önal Kaya, Fevâyidü’l-Kiber, TDK Yayınları: 670, Ankara 1996) adlı divanlarından başka olarak yine Farsça Divan’ı da vardır.

Page 82: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı76

Hamsesi: Hayretü’l-Ebrâr (M. Sabir, Hayretü’l-Ebrâr (İnceleme-Metin-İndeks), İs-tanbul 1961 (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi), Ferhâd u Şîrîn (Gönül Alpay Tekin, Alî Şîr Nevaî. Ferhad u Şirin. (İnceleme-Metin), TDK Yayınları: 577, Ankara 1975), Leylî vü Mecnûn (Ü. Çelik, Alî-şîr Nevâyî. Leylî vü Mecnûn, TDK Yayınları: 659, Ankara 1996), Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî (Hatice Tö-ren, Alî Şîr Nevâyî. Sedd-i İskenderî, TDK Yayınları: 674, Ankara 2001) hamsesini meyda-na getiren mesnevileridir. Bunlardan başka şairin mensur eserleri de vardır.

Mecâlisü’n-Nefâis (Kemal Eraslan, Mecâlisü’n-Nefâyis I-II, TDK Yayınları, Ankara 2001), şairler tezkiresi olup mensurdur. Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimi’l-Fütüvve (Kemal Eraslan, Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâyimü’l-Fütüvve, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları: 2654, İstanbul 1979) ise, bir çeşit velîler tezkiresidir. Risâle-i Mu‘ammâ, Mîzânü’l-Evzân (Kemal Eraslan, Mîzânü’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi), TDK Yayınları: 568, Ankara 1993) ve Muhakemetü’l-Lugateyn (F. Sema Barutcu, Muhâkemetü’l-Lugateyn, TDK Yayınları: 656, Ankara 1996) adlı eserleri dil ve edebiyatla ilgilidir.

Münâcât, Çihil Hadîs (N. Asım, “Hadîs-i Erba’în Tercümeleri”, Millî Tetebbular Mec-muası, 1915, S. 77, s. 149-155), Nazmü’l-Cevâhir, Lisânü’t-Tayr (Mustafa Canpolat, Lisânü’t-Tayr, TDK Yayınları: 626, Ankara 1995), Sîrâcü’l-Müslimîn (Tanju Oral Seyhan, Sîrâcü’l-Müslimîn. Giriş- Karşılaştırmalı Metin, Ankara 2005) ve Mahbûbu’l-Kulûb (Kar-gı Ölmez, Mahbûbu’l-Kulûb (Metin-Gramer-Açıklamalar-Sözlük), Ankara 1993 (Hacette-pe Üniversitesi, yüksek lisans tezi) dinî nitelikli eserleridir.

Târîh-i Enbiyâ vü Hükemâ, Târîh-i Mülûk-ı ‘Acem (A. Deniz Abik, ‘Alî Şîr Nevâyî’nin Risaleleri, Târîh-i Enbiyâ ve Hükemâ, Târîh-i Mülûk-i ‘Acem, Münşeat (Metin, Gramatikal İndeks, Sözlük), Ankara 1993, (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora tezi) ve Zübdetü’t-Tevârîh adlı eserleri tarihle ilgilidir. Bunlardan başka, Hâlât-ı Seyyid-i Hassan-ı Erdşîr (Kemal Eraslan, “Nevâyî’nin Hâlât-ı Seyyid Hasan Big Risâlesi”, Türkiyat Mecmuası, C. XVI, İstanbul 1971, s. 89-110), Hamsetü’l-Mütehayyirîn (A. Deniz Abik, Ali Şir Neva-yi: Hamsetü’l-Mütehayyirin (Metin-Çeviri-Açıklamalar-Dizin), Ankara 2006) ve Hâlât-ı Pehlevân Muhammed adlı biyografik eserleri de bulunmaktadır.

Vakfiyye ve Münşe’at ise belge niteliğindeki eserleridir.

Garâibü’s-Sıgâr’dan

Sin öz òulúuŋnı tüzgil bolma il aòlÀúıdın òorsendKişige çün kişi ferzendi hergiz bolmadı ferzend

Sen kendi huyunu düzelt, başkalarının ahlakı ile yetinme.Çünkü insana başkasının çocuğu asla kendi çocuğu gibi olmaz.

ZamÀn ehlidin üz peyvend eger diseŋ birev birleÚılay peyvend bÀrì úılmaġıl nÀ-ehl ile peyvend

Zamanın insanlarından ilişkini kes, eğer birisi ile dersen ki,ilişki kurayım, hiç olmazsa layık olmayanla ilişki kurma.

Köŋül kÀmını úoy ger òod miniŋ dìvÀne köŋlümniTaparsın eyle yüz perkend ü sal her itke bir perkend

Gönlün dileğini bir yana bırak, eğer bizzat benim deli gönlümübulursan yüz parça et ve her bir parçasını bir köpeğe at.

İşitmey òalú pendin ùurfe kim pend ilge hem dirsinÚıla alsaŋ işitgil pend sin kim ilge birmek pend

Halkın öğüdünü dinlemeyerek, işin şaşılacak yanı, hem de başkalarına öğüt verirsin.Yapabilirsen öğüt dinle, sen kim başkalarına öğüt vermek kim.

Bu fÀnì deyr ara ger şÀhlıġ ister iseŋ bolġılGedÀlıġ nÀnıġa horsend ü bolma şÀhġa óÀcetmend

Eğer bu ölümlü dünyada hükümdar olmak istersenkulluk ekmeğine razı ol ve hükümdara muhtaç olma.

Bolup nefsiŋġa ùÀbiè bend úılarsın tüşse düşmeniSaŋa yoú nefs dik düşmen úıla alsaŋ úıl anı bend

Nefsine uyup, eline geçerse düşmanı bağlarsın.Sana nefsin gibi düşman yoktur; yapabilirsen onu bağla.

Page 83: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 77

Şeker-lebler tebessüm úılġanın körgeç köŋül birmeKi bì-dillerni açıġ yıġlatur Àòir bu şeker òand

Şeker dudaklıların gülümsediğini görünce gönül verme.Çünkü âşıkları sonunda bu şeker gülüş acı acı ağlatır.

CihÀn leõõÀtını şìrìn körer sin lìk bendiŋdürGiriftÀr olma vÀúıf bol ki úayd u úand irür mÀnend

Dünyanın zevklerini tatlı görürsün ama onlar senin ayak bağındır.Bu bağa yakalanma, gerçeği iyice bil, çünkü “bağ” ve “şeker kamışı” benzerdir.

Köŋüldin cehl renci dÀfièi ger isteseŋ bardurNevÀyì bÀġ-ı naômı şekkeristÀnıda ol gül-úand

Gönülden cehalet hastalığını gideren bir ilaç ararsano gülbeşeker Nevâî’nin şiir bahçesinin şeker kamışlı-ğında vardır.

Ali Şir Nevâî’nin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.

Hüseyn-i BaykaraHüseyn Mîrzâ bin Mansûr bin Baykara, 842H.=1438M. yılında Herat’ta doğdu. Anne ve baba tarafından Timur hanedanından gelen Baykara’nın babası yedi yaşında vefat etti, on dört yaşına kadar onu annesi Fîrûzebigim büyüttü. Bu yaşa gelene kadar Herat’taki saray-da kaldı ve iyi bir eğitim gördü. Baykara’nın çocukluk ve gençlik yılları Timur ailesinin ya-kını olan Gıyâsüddîn Kiçkine Bahâdır’ın oğlu Ali Şir Nevâî ile birlikte geçti. Eğitim hayat-larında başlayan bu dostluk ömürleri boyunca devam etti.

Baykara’nın babası mütevazi bir şehzade olup amcası da Belh hükümdarı idi. 1452’de Herat’a hâkim olan Ebu’l-Kâsım Babur’un hizmetine girdi. 1454 yılında Semerkand’a gitti ve orada akrabası olan Ebû Sa‘îd Mîrzâ’nın koruması altında kaldı. Sonra Merv hükümda-rı Mu‘izeddîn Sencer’in yanına gitti ve kızıyla evlendi. Ebu’l-Kâsım Babur’un ölümü üze-rine 1457’de Horasan tahtına oturdu.

Hüseyn-i Baykara, Herat’ı ele geçirmeyi planlıyordu. Ali Şir Nevâî, Baykara’nın cihangir-lik hırsını dizginlemeye çalışmıştır. Nevâî’nin “en büyük sultanlık söz sultanlığıdır” deme-sine rağmen Baykara, Herat sultanlığını ele geçirmek için o dönemin hükümdarı olan Ebû Sa‘îd Mîrzâ ile çekişmeye başladı. 1468 yılında Ebû Sa‘îd Mîrzâ’nın Karabağ yakınlarında Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’a yenilmesi bu olaydan kısa bir süre sonra da ölmesiy-le 1469 yılında Herat tahtına oturdu ve ömrünün sonuna kadar hükümdarlık yaptı (1506).

Hüseyn-i Baykara, otuz altı yıldan fazla Herat’ta hüküm sürdü. Fakat Şeybânîlerin ço-ğalması ve 1500 yılında Timurluların payitahtı Semerkand’ı ele geçirmeleri Baykara için büyük düşman olmasına neden oldu. Baykara, uzun yıllar boyunca tahtını korumak için oğulları ile savaşmaya mecbur oldu. 1497 yılında oğlu Bedî‘üzzamân ile Belh’te, 1500 yı-lında kendisine baş kaldıran oğlu Muhammed Hüseyn ile Estrâbâd’da savaştı. Bu savaşlar devleti güçsüzleştirdi ve Timur hanedanının gerilemesine yol açtı. Şeybânî Han 1506 yılın-da Belh’e hücum etti. Baykara ve oğlu Bedî‘üzzamân bunun karşısında aynı safta yer aldı, Bedi‘üzzamân Belh’ten, Baykara Herat’tan bu saldırıya karşılık vermek istedi. Fakat Baykara, bu savaşa giderken yolda 5 Mayıs 1506’da vefat etti. Tahta Baykara’nın oğulları oturdu. An-cak bu da uzun sürmedi. Kardeşler arasındaki taht kavgasından zayıf düşen devleti, Şeybânî Han 20 Mayıs 1507 tarihinde Herat’ı ele geçirerek Timur saltanatını ortadan kaldırdı.

İyi bir asker, iyi bir idareci olan Baykara, aynı zamanda iyi bir şairdi. Herat’ı “Timuro-ğulları Rönesansı” diye bilinen büyük kültür ve medeniyet hamlesinin merkezi hâline ge-tiren odur. Kısacası Baykara’nın en büyük hizmeti, Türk dilini ve kültürünü himaye etme-sidir. Onun döneminde Çağatay Türkçesi altın çağını yaşamış, Türkçeye olan itibar art-

3

Page 84: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı78

mıştır. “Hüseynî” mahlası ile şiirler yazan Hüseyn-i Baykara, birlikte büyüdükleri çocuk-luk arkadaşı Ali Şir Nevâî ile Çağatay Türkçesinin devlet ve edebiyat dili olması için uğ-raş vermişlerdir. Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuara tezkiresinin bir bölümünü ona tah-sis ederek bu hizmetini takdirle yâd etmiştir. Ayrıca Babur hatıratında Hüseyn-i Baykara hakkında geniş bilgi verilmiştir.

Hüseyn-i Baykara’nın şiirlerinin toplandığı Divan’ının bugün bilinen pek çok nüshası bulunmaktadır. Divan’ın Ayasofya nüshası İsmail Hikmet Ertaylan tarafından tıpkıbası-mı yapılarak çoğaltılmıştır: Türk Edebiyatı Örnekleri V, Divan-ı Sultan Hüseyn Mîrzâ Bay-kara, “Hüseynî”, İstanbul 1946. Bu Divan üzerine Kemal Eraslan’ın 1987 yılında Hüseyn-i Baykara Divanı’ndan Seçmeler (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara) adlı çalış-ması olmuştur. 2005 yılında ise Talip Yıldırım’ın nüsha karşılaştırmalı olarak hazırladığı Hüseyin Baykara Divanı (İnceleme, Metin, Dizin) doktora tezi (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara) vardır.

Baykara’nın otobiyografi tarzında küçük bir risalesi de bulunmuştur. Amasya Beya-zıt Kütüphanesi nr. 15’te kayıtlı olan yazmanın baş tarafındaki bu risalenin faksimilesi de İsmail Hikmet Ertaylan tarafından 1945 yılında yapılmıştır: Türk Edebiyatı Örnekleri II, Risale-i Sultan Hüseyn Baykara, İstanbul. Risalenin yeni bulunan nüshaları üzerine Bilal Yücel’in 1996 yılında şu çalışması vardır: “Hüseyn-i Baykara Risâlesi’nin Uzak İki Nüsha-sı”, Türklük Bilimi Araştırmaları, C. II, S. 2, Sivas 1996, s. 69-112.

Hüseyn-i Baykara Divanı’ndan

Otúa yaúġıl servni ol úadd-i raènÀ bolmasaYilge birgil gülni ol ruòsÀr-ı zìbÀ bolmasa

Serv birle gül temÀşÀsıġa taèlìm yoú dururBÀġ ara ol ol serv-i gül-ruòdın temÀşÀ bolmasa

Nige ãaflar çikti müjgÀndın eger cÀn mülkige Közleriniŋ meyli her dem úatl ü yaġma bolmasa

Bolmaġay irdi cünūn deştide ser-gerdÀnlıġımZülfi pìç ü tÀbıdın başımda sevdÀ bolmasa

Gevher-i maúãūd tapmak mümkin irmes iy köŋülKöz yaşım tÀ vaãl ümìdi birle deryÀ bolmasa

SÀkiyÀ mey tut ki hicr endūhıdın bulmas óalÀãHer dem ilgimde leb-À-leb cÀm-ı ãaóbÀ bolmasa

İy Hüseynì bÀde içsem yÀd ilindin tink dururBolsa Àb-ı Òıżr u èömr-i cÀvidÀn ya bolmasa

O güzel boy olmayınca serviyi ateşte yak.O güzel yanak olmayınca gülü yele ver.

Bahçe içerisinde o gül yanaklı servinin seyri olmazsa servi ile gül seyretmeye talim edilmez (çekilmez).

Eğer gözlerinin meyli her an öldürme ve yağmalama değilse niçin can ülkesine kirpiklerden sıra sıra asker çekti.

Saçının kıvrımından ve parlamasından başımda sevda olmasa idi, delilik çölünde perişanlığım olmazdı.

Gözyaşım kavuşma umudu ile deniz gibi olmadıkça ey gönül, istenilen mücevheri (yani vaslı) bulmak mümkün değildi,

Ey saki, bana şarap sun, çünkü her an elimde ağzına kadar dolu şarap kadehi olmazsa ayrılık belasından kurtulamam.

Ey Hüseynî, yabancının elinden şarap içersen ister âb-ı hayat olsun isterse ebedî hayat olmasın benim için fark etmez.

Page 85: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 79

Özet

“Çağatay” ve “Çağatay Türkçesi” kav ramlarını tanımlamak. Çağatay, Moğol hükümdarlarından Cengiz Han’ın ikin-

ci oğlunun adıdır. Bu terim, Çağatay’ın ölümünden son-ra hükümdar olan torunu Kara Hülâgu ve Duva Han dönemlerinde Moğol devletinin (Çağatay Hanlığı) ve Maveraünnehir’in Türk ve Türkleşmiş göçebelerinin adı olmuştur. Hanlığın doğusundaki göçebelere ise “Mo-ğol” denilmiştir. Timur hâkimiyeti zamanında da impa-ratorluk sınırları içinde yaşayan herkes için “Çağatay” adı kulla nılır. Çağatayların Timur’dan sonra Özbek lerle kay-naşmalarına rağmen adlarını koruduklarını bugün Ka-zak, Özbek ve Karakalpaklar arasındaki kabile ve yer adla-rından anlamak mümkündür.

Çağatay Türkçesi (veya Çağatayca), Çağatay Hanlığı dö-neminde (1242-1370) göçebe Türklerin dili olduğu tah-min edilen ve Timurlular zamanında şekillenen yazı dili-dir. Bu dil ile Orta Asya Türk-İslam yazı dilinin Karahan-lı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamındaki yazı dili kastedilir.

Çağatay Türkçesinin tarihî gelişim süreci ni açıklamak. Çağatay Hanlığı döneminde, Karahanlı ve Harezm-

Altın Ordu Türkçelerinin devamı olarak göçebe Türk-ler arasında geliştiği tahmin edilen Çağatay Türkçe-si, Timurlu lar zamanında şekillenmiştir. Klâsik hâlini Ali Şîr Nevâî (öl. 1501) ile alan bu dil, XIX. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde yazı dili, edebî dil ve diplomasi dili olarak kullanılmıştır.

XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren başlıca şa-irler ile bunların eserlerini ayırt etmek.

XV. yüzyılda Çağatay Türkçesi ile eser veren başlıca şair ve yazarlar Sekkâkî, Mevlânâ Lütfî, Yûsuf Emîrî, Atâî, Haydar Tilbe, Seyyid Ahmed Mîrzâ, Gedâî, Yakînî, Ahmedî, Ali Şîr Nevâî ve Hüseyn-i Baykara’dır. Bu şair ve yazarların bilinen eserleri şunlardır:

Sekkâkî: Divan ile çeşitli yazmalarda yer alan bazı beyitlerinin yanında Ayasofya Kütüphanesi (nr. 4757)’nde bir mecmuada hem Uygur hem de Arap harfleriyle yazılmış gazeller; Mevlânâ Lütfî: Divan ile Gül ü Nevrûz (mesnevi); Yûsuf Emîrî’nin Divan, Deh-nâme ve Beng ü Çagır mesnevileri ile Farsça şiirler; Atâî: Divan; Haydar Tilbe: Mahzenü’l-Esrâr (mesne-vi); Seyyid Ahmed Mîrzâ: Ta‘aşşuk-nâme (mesnevi); Gedâî: Divan; Yakînî: Ok ve Yaynıŋ Münâzarası (mes-nevi); Ahmedî: Sazlar Münâzarası (mesnevi); Ali Şir Nevâî: Türkçe Divanlar (Hazâ’inü’l-Me‘ânî: Garâ’ibü’s-Sıgâr, Nevâdirü’ş-Şebâb, Bedâyi’ü’l-Vasat, Fevâ’idü’l-Kiber), Farça Divan, Hamse (Hayretü’l-Ebrâr, Ferhâd u Şîrîn, Leylî vü Mecnûn, Seb’a-i Seyyâre, Sedd-i İskenderî), tezkireleri Mecâlisü’n-Nefâis, Nesâyimü’l-Mahabbe min Şemâimi’l-Fütüvve, dil ve edebiyat ko-nulu eserleri Risâle-i Mu‘ammâ, Mîzânü’l-Evzân, Muhakemetü’l-Lugateyn’ dir. Dinî-ahlakî eserleri ise Münâcât, Çihil Hadîs, Nazmü’l-Cevâhir, Lisânü’t-Tayr Sîrâcü’l-Müslimîn, Mahbûbu’l-Kulûb; Hüseyn-i Bay-kara: Divan, Risâle-i Sultan Hüseyn Baykara (otobi-yografi tarzında küçük bir eser).

1

2

3

Page 86: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı80

Kendimizi Sınayalım1. “Çağatayca” terimi ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. Çağatay Türkçesi veya Çağatayca ile Orta Asya Türk-İslam yazı dilinin Karahanlı ve Harezm-Altın Ordu Türkçelerinin devamındaki yazı dili kastedilmektedir.

b. Ali Şir Nevâî, eserlerinde kendi döneminin Türk yazı dili için hem Türkî ve Türkçe hem de Çağatayca teri-mi kullanması dikkat çekicidir.

c. Çağatay Türkçesi, XIV. yüzyılın sonuna kadar Orta Asya Türk devletlerinde sadece edebî dil olarak kullanılmıştır.

d. Çağatay Türkçesi için XV. ve XVI. yüzyıllara kadar genellikle Türk tili, Türkî til, Türk lafzı, Türk elfâzı, Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır.

e. XVII. yüzyılda Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Şecere-i Türk adlı eserini “Türkî tili” birle yazmış olduğunu ifade ederken XVIII. yüzyılda Mîrzâ Mehdi Han Senglah adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem de lugat-i Ça-gatay terimlerini kullanmıştır.

2. “Çağatay” adının kaynağı aşağıdakilerden hangisidir?a. Dağ adı b. Timur’un ikinci oğluc. Akarsuyun adıd. “güçlü, kuvvetli” anlamında bir sıfate. Cengiz’in ikinci oğlunun adı

3. Nevâî’nin “bu kavmin üstadı ve söz melikidir” diyerek eserlerinde andığı, Divan’ı ve Gül ü Nevrûz adlı mesnevisi olan Çağatay şairi kimdir?

a. Yûsuf Emîrîb. Sekkâkîc. Seyyid Ahmed Mîrzâ d. Mevlânâ Lütfîe. Yakînî

4. Çağatay edebiyatı ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi söylenemez?

a. Çağatay edebiyatı, Karahanlı ve Harezm Türkçele-rinin devamı olarak gelişen, Çağatay Türkçesinin edebî dil olarak kullanıldığı, XX. yüzyıl başlarında kadar devam eden Türk edebiyatıdır.

b. Çağatay edebiyatında klâsik öncesi dönem, Çağatay yazı dilinin başlangıç dönemidir, XV. yüzyıl başla-rından Nevâî’nin ilk divanını düzenle diği 1465 yılı-na kadarki dönemi içerir.

c. Klâsik şeklini Nevâî ile bulan Çağatayca ile yazılmış eserlerde Nevâî’nin ilk divanına kadar gittikçe azalan derecede Karahanlı Türkçesi özellikleri yer almaktadır.

d. Çağatay edebiyatının klâsik şeklini almasında, 1469-1506 yılları arasında hüküm süren, Herat’ı siyasî mer-kez olması yanında devrin sanat ve kültür merkezi hâline getiren Hüseyn-i Baykara’ nın da rolü büyüktür.

e. 1506 yılında Özbeklere karşı yapılan savaşa gider-ken ölen Baykara’dan sonra klâsik Çağatay edebiya-tı Şeybânîler tarafından Orta Asya’da, Babur ile de Hindistan’da olmak üzere iki bölgede devam etmiştir.

5. Aşağıdakilerden hangisi manzum-mensur karışık olarak “münazara” şeklinde yazılmıştır?

a. Beng ü Çagırb. Gül ü Nevruzc. Deh-nâmed. Ta’aşşuk-nâmee. Mahzenü’l-Esrar

6. Aşağıdakilerden hangisi “Deh-name” tarzında yazılmamıştır?a. Deh-nâmeb. Gül ü Nevrûzc. Ta’aşşuk-nâmed. Letâfet-nâmee. Muhabbet-nâme

7. Çağatayca üzerine çalışmaları ile tanınan ve 1971’de Gedâî divanını yayımlayan Türkolog kimdir?

a. Kemal Eraslanb. A. N. Samoyloviç c. Osman Fikri Sertkaya d. Janos Eckmanne. Ergeş Rüstemov

Page 87: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 81

8. Ahmedî’nin bilinen tek eserinin adı nedir?a. Ok ve Yaynıŋ Münâzarasıb. Sazlar Münâzarasıc. Beng ü Çagırd. Divane. Lisânü’t-tayr

9. Aşağıdaki mesnevilerden hangisi Ali Şir Nevâî’nin ham-sesinde yer almaz?

a. Hayretü’l-ebrârb. Sedd-i İskenderîc. Leylî vü Mecnûnd. Ferhad u Şîrîne. Yûsuf u Züleyha

10. Hüseyn-i Baykara ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. 1438 yılında Herat’ta doğan Hüseyn-i Baykara anne ve baba tarafından Timur hanedanlığına dayanır.

b. Baykara, Fars edebiyatını örnek almış, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle yeniden ve orijinal kalarak yazmaya gayret etmiştir.

c. İyi bir asker, iyi bir idareci olan Baykara, aynı zaman-da iyi bir şairdi.

d. Baykara, birlikte büyüdüğü çocukluk arkadaşı Ali Şir Nevâî ile Çağataycanın devlet ve edebiyat dili olması için uğraş vermiştir.

e. Baykara zamanında Herat, büyük kültür ve medeni-yet hamlesinin merkezi hâline getirilmiştir.

1. c Yanıtınız yanlış ise “Çağatay Adı ve Çağatay Hanlığı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

2. e Yanıtınız yanlış ise “Çağatay Adı ve Çağatay Hanlığı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. d Yanıtınız yanlış ise “Mevlânî Lütfî” konusunu yeni-den gözden geçiriniz.

4. c Yanıtınız yanlış ise “Çağatay Türkçesi ve Edebiyatı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. a Yanıtınız yanlış ise “Yûsuf Emîrî” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

6. b Yanıtınız yanlış ise “Yûsuf Emîrî” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

7. d Yanıtınız yanlış ise “Gedâî” konusunu yeniden göz-den geçiriniz.

8. b Yanıtınız yanlış ise “Ahmedî” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

9. e Yanıtınız yanlış ise “Ali Şir Nevâî” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

10. b Yanıtınız yanlış ise “Hüseyn-i Baykara” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı

Page 88: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı82

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1XV. ve XVI. yüzyıllara kadar Çağatay Türkçesi için genellik-le Türk tili, Türkî til, Türk lafzı, Türk elfâzı, Türkçe, Türkçe til gibi terimler kullanılmıştır. XV. yüzyılda Ali Şir Nevâî Muhkemetü’l-Lugateyn’de Çağa-tay lafzı’nı, XVII. yüzyılda Ebu’l-Gâzî Bahadır Han Şecere-i Türk’te “Çagatay Türkîsi”, XVIII. yüzyılda ise Mîrzâ Mehdî Han, Senglah adlı sözlüğünde hem lugat-i Türk hem de lugat-i Çagatay terimlerini kullanmıştır. Nevâî’nin çağdaşı ve daha sonraki bazı yazarlar ise bu dile lugat-i Nevâî demişlerdir.

Türkoloji araştırmalarında “Çağatayca” terimi, XIX. yüzyılın ortalarında ilk defa Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. E. M. Quatremère ve Th. Zenker ise Çağatayca için Doğu Türkçesi (türk-oriental, osttürkisch) terimlerini kullanmışlardır. “Doğu Türkçesi” ve “Çağatayca” terimleri Radloff ve Korş tarafından farklı anlamlarda kullanılmıştır. Radloff ve Korş yapmış olduk-ları tasnif denemelerinde, Çağatay Türkçesini Eski Uygurcanın devamı olarak göstermişler, Doğu Türkçesi terimi ile -farklı sa-halar olmak üzere- bugünkü Türk şivelerine işaret etmişlerdir.

Sıra Sizde 2Çağatay edebiyatını J. Eckmann’ın gruplandırmasına uyarak klâsik öncesi dönem, klâsik Çağatayca dönemi ve klâsik sonrası dönem olmak üzere üç döneme ayır mak mümkün-dür. Klâsik öncesi dönem, Çağatay yazı dilinin başlangıç dö-nemi olup XV. yüzyıl başlarından Nevâî’nin ilk divanını dü-zenlediği 1465 yılına kadarki dönemi içerir. Klâsik Çağatayca dönemi, XV. yüzyılın ikinci yarısından XVI. yüzyılın ilk ya-rısına kadar; klâsik sonrası dönem de XVI. yüzyılın ilk yarı-sından XIX. yüzyılın sonuna kadar devam eder. Klâsik önce-si dönemin önemli temsilcileri Sekkâkî, Mevlânâ Lütfî, Yûsuf Emîrî, Atâî, Haydar Tilbe, Seyyid Ahmed Mîrzâ, Gedâî, Yakînî, Ahmedî; klâsik Çağatayca döneminin önemli temsil-cileri Nevâî, Hüseyn-i Baykara, Hamîdî, Muhammed Sâlih, Şeybânî, Ubeydî ve Babur; klâsik sonrası dönemin önem-li temsilcileri de Ebu’l-Gâzî Bahadır Han, Mûnis Harezmî, Âgehî, Kâmil, İvaz Otar, Ömer Han ve oğlu Muhammed Alî Han, Cihân Hatun ve Muhammed Şerif ’tir.

Sıra Sizde 3Klâsik Çağatay edebiyatının ortaya çıkmasında önemli rolü olan Ali Şir Nevâî, sayısı otuzu aşan çeşitli konulardaki eser-leri ile başlı başına bir çağı dolduran, ona kendi damgasını vuran büyük bir şair, fikir ve devlet adamı, hepsinin üzerin-de dil ve ulus arasındaki köprüyü kurmasını bilen bilinçli bir Türkçe savunucusudur. Nevâî, Farsçanın resmî dil olarak hüküm sürdüğü, Fars ede-biyatının zirveye ulaştığı ve aydın kesimin Farsça yazmayı meziyet saydıkları dönemde, Türkçenin birçok yönden Fars-çadan üstün bir dil olduğunu savunarak Türkçe ile de yüksek bir edebiyat meydana getirmenin mümkün olduğunu bizzat eserleriyle ispat etmiştir. O, eserleriyle genç şairleri Türkçe yazmaya özendirerek kültür ve edebiyat hayatımıza önemli hizmetlerde bulunmuştur. Fars edebiyatını örnek alan, çeşitli türlerde Farsça yazılan eserleri Türkçeyle yeniden ve orijinal kalarak yazmaya gayret eden Nevâî, çeşitli tür ve konularda yazdığı çok sayıda eseriy-le klâsik Çağatay edebiyatının kurucusu olması bakımından Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Câmî ve Hüsrev-i Dihlevî’den etkilenen, ancak hiçbir zaman taklitçi bir sanatkâr olmayan Nevâî, bazı yönlerden üstatları-nı aşmıştır. Nevâî’nin eserleri bütün Türk ülkelerinde zevkle okunmuş, yüzyıllar boyunca yetişen nice ünlü şairi etkisi al-tında bırakmıştır. Pek çok Osmanlı şairi, Çağatay Türkçesiy-le yazdıkları şiirler ve nazirelerle Nevâî’ye olan şükran borç-larını dile getirmişlerdir. Ayrıca Nevâî, doğusu ve batısı dahil bütün Türk şairlerini her yönü ile gözlemlemiş, şiirlerini göz-den geçirmiş ve Nesîmî gibi şairlerin büyüklüğünü bildirmiş-tir (Bkz. XIV. yüzyıl edebiyatı).

Page 89: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

3. Ünite - XV. Yüzyıl Doğu Türk Edebiyatı: Çağatay Dili ve Edebiyatı 83

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar Aka, İ (1991). Timur ve Devleti, Türk Tarih Kurumu Yayın-

ları, Ankara.Borovkov, A. K. (1954). “Özbek Yazı Dilinin Kurucusu”, (Çe-

viren: Rasime Uygun), TDAY-Belleten.Caferoğlu, A. (1948). “Çağatay Türkçesi ve Nevâî”, Türk Dili

ve Edebiyatı Dergisi, C. II, İstanbul.Canpolat, M. (2000). “Özbek Yazılı Edebiyatı”, Türkiye Dı-

şındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 14. Özbek Edebi-yatı I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Canpolat, M. (2002). “Çağatay Dili ve Edebiyatı”, Türkler Ansiklopedisi, C. III, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.

Eraslan, K., (1986a) “XV. Yüzyıl Çağatay Edebiyatı”, Büyük Türk Klâsikleri, Tarih-Antoloji-Ansiklopedi, C. III, İs-tanbul: Ötüken Yayınları.

Eraslan, K. (1986b) “Çağatay Şiiri”, Türk Dili, Türk Dili Şiir Özel Sayısı II, Sayı 415-416-417 (Temmuz-Ağustos-Eylül).

Eraslan, K. (2001). Mecâlisü’n-Nefâis, I-II, Ankara: TDK Ya-yınları.

Ercilasun, A. (2008). Türk Dili Tarihi, Ankara, S. Baskı,Eckmann, J. (1958). “Çağatay Dili Hakkında Notlar”, Türk

Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten.Eckmann, J. (1959a). “Çağatay Dili Örnekleri”, Türk Dili ve

Edebiyatı Dergisi, C. IX, İstanbul.Eckmann, J. (1959b). “Das Tschagataische”, Philologiae Tur-

cicae Fundamenta, Wiesbaden.Eckmann, J. (1988). Chagatay Manual, Indiana University

Publications, Uralic & Altaic Series, Volume 60, Bloo-mington 1960 (Türkçeye Çeviren: Günay Karaağaç, Ça-ğatayca El Kitabı, İstanbul.

Eckmann, J. (1963). “Çağatay Edebiyatının Son Devri (1800-1920)”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.

Eckmann, J. (1970). “Nevaî’nin İlk Divanları Üzerine”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.

Eren, H. (1950). “Çağatay Lûgatleri hakkında notlar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi VIII, Ankara.

Grousset, R.(1993). Bozkır İmparatorluğu, Attila-Cengiz Han-Timur, (Çeviren: Dr. M. Reşat Uzmen), İstanbul: Ötüken Yayınları.

İnan, A. (1946). “Çağatay yazı dilinin kuruluşu tarihine dair düşünceler”, Türk Dili-Belleten, C.III, S. 6-7, İstanbul.

Korkmaz, Z. (2004). “Ali Şir Nevâyî ve Çağatay Yazı Dili”, Ali Şir Nevayi’nin 560. Doğum, 500. Ölüm Yıl Dönüm-lerini Anma Toplantısı Bildirileri, 24-25 Eylül 2001, Ankara: TDK Yayınları.

Köprülü, F. (1945). “Çağatay Edebiyatı”, İslâm Ansiklopedi-si, C. III, İstanbul.

Kut, G. (1989). “Ali Şir Nevai”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C. II, İstanbul.

Levend, A. S. (1965). Ali Şir Nevai, C.I. Hayatı, San’atı ve Kişiliği, Ankara.

Levend, A. S. (1966). Ali Şir Nevai, C.II. Divanlar, 4 Türkçe, 1 Farsça Divan, Ankara ,

Levend, A. S. (1967). Ali Şir Nevai, C. III. Hamse: Hayretü’l-Ebrar, Ferhad ü Şirin, Leylî vü Mecnun, Seb’a-i Seyyar, Sedd-i İskenderî, Ankara.

Levend, A. S. (1968). Ali Şir Nevai, C.IV. Divanlar İle Ham-se Dışındaki Eserler, Ankara.

Levend, A. S. (1958). “Türkiye Kitaplıklarında Nevai Yazma-ları”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten, Ankara.

Ölmez, Z. (2007). “Çağatay Edebiyatı ve Çağatay Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar”, Türkiye Araştırmaları Litera-tür Dergisi, C. 5, S. 9.

Samoyloviç, A. K. (1944). “K istorii literaturnogo sredneaziatsko-tureckogo yazıka: Mir-Ali-Şir”, Sbornik pyatisotletiyu so dnya rojdeniya, Leningrad. (Türkçeye Çevirisi: Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yıllık Araştırmaları Dergisi I.)

Sertkaya, O. F. (1970). “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiir-leri I”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi XVIII; II, TDED XIX, (1971); III, TDED XX, (1972).

Thúry, J. (1906). A középazsiai török nyelv ismertetései, Bu-dapest; (Türkçesi: “Orta Asya Türk Dilinin Tetkiki”, Millî Tetebbular Mecmuası II, İstanbul).

Tören, H. (2001). Ali Şir Nevâyî, Sedd-i İskenderî, TDK ya-yınları, Ankara.

Page 90: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirleyebilecek,XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların eser-lerini ayırt edebilecek,Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk yarısında önde gelen şair ve yazarları ile bunların eserlerini ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı

• GİRİŞ• XV.YÜZYILAZERÎSAHASITÜRKEDEBİYATI

• XV.YÜZYILANADOLUSAHASITÜRKEDEBİYATI(1400-1450)

• XV.YÜZYIL(1400-1450ARASI)ANADOLUSAHASIŞAİRVEYAZARLARI

• XV.YüzyılBatıTürkEdebiyatı• AzerîSahasıTürkEdebiyatı• Hakîkî• Hatâî• Habîbî• Hamîdî• AnadoluSahasıTürkEdebiyatı• Ahmed-iDâî• Çeng-nâme

• SüleymanÇelebi• Vesîletü’n-Necât• AbdülvâsîÇelebi• Halîl-nâme• II.Murad(Murâdî)• Şeyhî• HüsrevüŞîrîn• Har-nâme

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 91: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞXV. yüzyılda Doğu Türk edebiyatının Horasan ve Maveraünnehir’de, Batı Türk edebiyatı-nın ise Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da eserler verdiği görülür. Bu yüzyılda Herat ve Semer-kand merkez olmak üzere Timur’un çocuklarının ve torunlarının hâkim oldukları bu yer-lerde Doğu Türkçesi ile çok parlak bir edebiyat (=Çağatay edebiyatı) meydana gelmiş-tir. Bu ünitede, XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının genel durumu ile Anadolu sahası Türk edebiyatının yüzyılın ilk yarısındaki (1400-1450) durumu, önde gelen şair ve yazarlar ile bunların eserleri hakkında bilgi verilecektir. Anadolu sahası Türk ede-biyatının XV. yüzyılın ikinci yarısındaki durumu, şair ve yazarları ile bunların eserle-ri ise, 5. ünitede yer alacaktır.

XV. YÜZYIL AZERÎ SAHASI TÜRK EDEBİYATI

XV. Yüzyıl Azerî Sahasında Tarihî ve Edebî DurumXV. yüzyılda Irak ve Azerbaycan, Karakoyunlular (1380-1463)’ın ve Akkoyunlular (1403-1508)’ın idaresi altındadır. Timur’un ölümü (1405)’nden sonra kurduğu imparatorluğun parçalanması üzerine, Karakoyunlular ve Akkoyunlular, bir süre Timur’un çocuklarına bağlı kalmışlar, sonra onlar arasındaki taht mücadelelerinden yararlanarak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bunların hâkim oldukları sahalarda XV. yüzyıl boyunca sürekli savaşlar ol-muş, Celâyirliler ve Karakoyunlular gibi XVI. yüzyıl başında da Akkoyunlular tarih sah-nesinden silinerek topraklarından bir kısmı Safevî devletinin, bir kısmı da Osmanlıların eli-ne geçmiştir. Sürekli savaşların doğurduğu siyasî ve ekonomik buhranlar, Sünnî, Şiî mez-hep kavgalarının yarattığı huzursuzluklar yüzünden XV. yüzyılda Azerî sahasında edebi-yat verimli olamamıştır.

Celâyirlilerin siyasî ve kültürel geleneklerini sürdüren her iki Türkmen aile de Farsçayı resmî dil olarak kullanmışlardır. Karakoyunlu hükümdarlar bir yandan İran edebiyatının gelişmesine yardımcı olmuşlar, bir yandan da şairleri ve yazarları Türkçe eser yazmaya teşvik etmişlerdir. Karakoyunlu hükümdarı Cihânşâh b. Karayusuf (öl. 1467) Hakîkî mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazmıştır. Divan’ının 893H.=1487M.’de istinsah edilmiş bir nüshası British Museum’dadır (Or. 9493). Minorsky, Divan’ın bu yazmasını incele-yerek Cihânşâh’ın şiirlerini değerlendirmiştir (1954). Bundan sonra Cihânşâh Divanı’nı Muhsin Macit geniş olarak ele almış ve Türkçe şiirlerini yayımlamıştır (2002). Ayrı-ca Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakub da Türkçe ve Farsça şiirler söylemiştir. Hatâî adlı bir şair, Sultan Yakub adına Türkçe bir Yûsuf u Züleyhâ yazmıştır.

XV. Yüzyıl Batı TürkEdebiyatı I

Page 92: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı86

Habîbî, XV. yüzyılda Azerî sahasındaki en önemli şairdir. Akkoyunlu hükümdarı Sul-tan Yakub’un himayesinde yetişmiş, sonra Şah İsmail’in himayesine girmiş, Şah İsmail tarafından “melikü’ş-şu’arâ” unvanıyla büyük iltifat görmüştür. Bilinmeyen bir sebeple Safevî ülkesinden ayrılarak II. Bayezid zamanında İstanbul’a gelen Habîbî, I. Selim zamanında İstanbul’da ölmüştür. Evliya Çelebi, mezarının Sütlüce’de Caferâbad tek-kesi yakınında olduğunu haber verir. Latifi, Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi tezkirelerin-de Habîbî hakkında bilgi vermişlerdir. Latifî, Habîbî’nin bir gazeline de nazire yaz-mıştır. Âşık Çelebi, onun şiirlerinde tasavvuf ve aşk çeşnisi bulunduğunu ve Acemane bir üs-lupla yazdığını söyler. Hasan Çelebi onun ilim ve marifet sahibi, edası Acemane ve şiiri âşıkane bir şair olduğunu belirtmiştir.

Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen şairlerin en önemlisi olan Habîbî’nin Divan’ı ele geçmemiştir. Fuad Köprülü 42 şiirini yayımlamıştır (1932). Şiirlerinden Şiî ol-duğu ve Hurufîliğe meyli bulunduğu anlaşılan Habîbî, güçlü bir şairdir. Fuzûlî’nin onun bir müseddesine nazire yazmış olması ve bir gazelini tahmis etmesi, Habîbî’yi beğendiğini gös-terir. İ. Hikmet Ertaylan, Habîbî hakkında yazdığı makalesinde, onun bu tanınmış müsed-desine yazılan nazireleri vermiştir (1928).

Bu yüzyılda Şirvanşahların saray şairi iken Anadolu’ya gelen Hamîdî, bir süre Kastamonu’da Candaroğlu İsmail Bey’in yanında kalmıştır. Daha sonra 1459’da İstanbul’a gelerek Fatih’ten büyük bir iltifat gören, ancak çekemeyenleri tarafından Fatih’in gö-zünden düşürülerek Bursa’ya sürülen Hamîdî, II. Bayezid devrinde Bursa’da ölmüş-tür. Hüsrev ü Şîrîn yazarı Bursalı Celîlî, Hamîdî’nin oğludur. Hamîdî’nin Fatih’e sundu-ğu Divan’ın özgün basımını İ. Hikmet Ertaylan bir önsözle birlikte yayımlamıştır (1949).

Hamîdî’nin Divan’ındaki şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe olarak yazdıkları daha az olup 4 kaside, 28 gazel ve 2 beyit olmak üzere tamamı 240 beyittir (Ünver, 1974: VI/1, 197-233). Hamîdî’nin şiirlerinde dil, Osmanlı şairlerinin dilinden hiç farklı değildir. Bu bakımdan Hamîdî’yi sadece yetiştiği yeri göz önüne alarak Azerî sahasına dahil edebiliriz.

XV. yüzyılda Azerî sahasının Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen en önemli şairi hakkında bil-gi veriniz.

XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI TÜRK EDEBİYATI (1400-1450)

XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Tarihî DurumXV. yüzyılın başında Anadolu’da Karamanoğulları ve Candaroğulları dışındaki beylikle-rin hepsi Osmanlı idaresi altına girmiştir. Ankara Savaşı (1402)’nda I. Bayezid’in yenilerek Timur’a esir düşmesiyle Osmanlı Devleti büyük sarsıntı geçirmiş ve onun Anadolu’da kur-maya çalıştığı birlik dağılmış, Timur’a tabi olan beyler yeniden beyliklerinin başına geçmiş-lerdir. Timur’un izniyle Yıldırım Bayezid’in dört oğlundan Emir Süleyman Rumeli’de, İsa Balıkesir taraflarında, Çelebi Mehmed (=Mehmed Çelebi, I. Mehmed) Amasya’da, Musa Çelebi Bursa’da idareyi ellerine almışlardır. Sona kalan kardeşler arasındaki müca-delede Mehmed Çelebi, Musa Çelebi’yi ortadan kaldırarak 1413’te Osmanlı Devleti’nin başına geçmiştir.

Çelebi Mehmed ile oğlu II. Murad zamanlarında (1421-1451) Anadolu’nun birliği yeniden kurulmaya çalışılmış, II. Murad, Rumeli’de I. Murad ile I. Bayezid’in elde et-tiği toprakları daha da genişletmiştir. Devlet, bu dönemde batıda Venedikliler ve Ma-carlarla, Anadolu’da ise Karamanoğulları ile mücadele halindedir. II. Murad’ın Segedin Anlaşması’nı (1444) imzalayarak saltanattan çekilmesini fırsat bilen Macarlar, Papa’nın teşvikiyle anlaşmayı bozmuşlardır. Bu durum aynı zamanda Bohemya, Eflak, Hırvat, Polonya, Venedik ile Papa’nın Türkler aleyhine yeni bir ittifak meydana getirmeleri-

1

Page 93: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 87

ne sebep olmuştur. 1444’te yapılan Varna Muharebesi’nin kazanılması, Avrupa’daki Türk hâkimiyetini daha kuvvetli hâle getirirken İstanbul fethinin de yolunu açmıştır. Bu mağ-lubiyetin acısını telafi etmek isteyerek Osmanlı ile savaşan Macar Kral Naibi Jan Hunyad, 1448’de yapılan II. Kosava Muharebesi’nde tekrar yenilmiştir.

Çelebi Mehmed devrinde (1413-1421) olduğu gibi Sultan II. Murad döneminde de Osmanlı Devleti, Anadolu’da hakimiyetini devam ettirmek isteyen Timur’un oğlu Şahruh’un baskısı altında kalmıştır, ancak II. Murad Han’ın ileriyi gören siyaseti bunu or-tadan kaldırmıştır. Rumeli’de elde edilen topraklara yerleştirilen, ayrıca Timur istilâsı sıra-sında Rumeli’ye göç eden Türklerle XV. yüzyılda Rumeli’nin Türkleşmesi ve Müslümanlaş-ması sağlanmıştır.

1453’te Fatih’in İstanbul’u alması ile devletin iki yakası bir araya gelmiş, Bizans İmpa-ratorluğu tarihe karışmıştır. Ayrıca Trabzon Rum Devleti ele geçirilmiş, Anadolu’da bir-lik sağlanmış, Balkanlarda elde edilen yeni topraklarla Osmanlı Devleti bir imparator-luk halini almıştır.

XV. Yüzyılın İlk Yarısında Anadolu Sahasında Edebî DurumXV. yüzyılda Bursa ve Edirne başta olmak üzere Anadolu’daki diğer şehirlerde ilim ve sa-nat faaliyetleri devam etmiştir. Özellikle Osmanlı şehzadelerinin vali bulundukları şehirler-de ilmî ve edebî faaliyet çok daha canlı ve hareketli olmuştur. Ayrıca Rumeli’de Filibe, Serez, Selanik, Üsküp gibi şehirlerde kültür faaliyetlerinde canlılık görülür. Niyazî-i Kadîm, Sa’dî, Kandî, La’lî, Karaferyeli Baba Hasan, Prizrenli Sûzî Çelebi, Nehârî, Sa’yî, Priştineli Mesihî, Vidinli Tarikî ile Zarifî Rumeli şehirlerinde yetişmiş önde gelen şairlerdir. Yüzyılın ikinci yarısında bütün bu faaliyetlerin merkezi İstanbul olmuştur.

Türk edebiyatı bu yüzyılda Anadolu’da büyük bir gelişme göstermiş, Divan edebiya-tı artık kuruluş dönemini tamamlayarak klasik bir duruma gelmiştir. Manzum mensur her türde ve her konuda yazılmış pek çok eserle edebiyat iyice gelişerek bir yükselme dev-ri başlamıştır. Şuara tezkirelerine alınmış o1an ve Ömer İbni Mezid’in Mecmu’atü’n-Nezâir (ya-zılışı 1436)’i ile Eğirdirli Hacı Kemal (öl. 1509)’in Câmi’ü’n-Nezâir’inde şiirleri bulunan yüzlerce şairin kaside ve gazel sahasında büyük bir gelişme sağladıkları açıkça görü-lür. Tezkirelerde bu şairlerden eser sahibi olarak bildirilenlerden bugün bir kısmının divan-ları elimizde bulunmaktadır. Bununla birlikte yazılan divanların sayısı önceki yüzyıla göre daha fazladır. Mesnevi alanında da her konuda telif ve tercüme çok sayıda eser yazılmış, hamseler meydana getirilmiştir. Fakat kaynaklarda hamse sahibi olduğu bildirilen şairler-den ancak birkaçının hamsesi mevcuttur.

XIV. yüzyıldaki dinî-destanî mesnevilerin yerini bu yüzyılda daha çok tarihî mesnevi-ler almış ve yapılan fetihleri anlatan gazavatnâmeler yazılmıştır. Telif ve tercüme şeklin-de yazılan mensur eserlerin sayısı oldukça artmıştır. XV. yüzyılın ilk yarısında yazılan bu eserlerin açık ve oldukça sade bir dili vardır. Bu yüzyılın şairleri, şiirlerinde ata sözle-rini, Türkçe tabirleri, Türkçe kelimelerden yaptıkları redif ve kafiyeleri kullanmak suretiyle şiir dilini geliştirmek için büyük gayret göstermişlerdir. Nesir dilinde de iki ayrı gelişme görülmüştür. Halk için yazılan dinî eserlerde ve tarihlerde sade bir dil kullanılmış, ancak bazı eserlerde sanatkârane nesir yer almıştır. Hatta Şeyhoğlu Mustafa’nın 1401 yılın-da yazdığı Kenzü’l-Küberâ ile ilk örneklerini vermiştir. Ancak Sinan Paşa’nın Tazarru-nâme’si sanatkârane nesir üslubunun bu yüzyılda olduğu gibi daha sonraki yüzyıllar-da da en güzel örneği durumundadır.

XV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da edebî faaliyetin Osmanlı sahasında daha verim-li olduğu görülür. I. Bayezid’in büyük oğlu Emir Süleyman (1403-1410) edebiyata ve şii-re meraklı olup Osmanlı sarayında şairleri ilk defa o toplamıştır. Sarayının çevresinde toplanan şairlerden özellikle Ahmedî ile Ahmed-i Dâî, ondan büyük ilgi ve destek görmüş-

Page 94: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı88

lerdir. Ahmed-i Dâî, Çeng-nâme adlı eserini, Ahmedî ise Tervîhü’l-Ervâh’ı Emir Süleyman’a sunmuşlardır. Yine her iki şair, bu şehzadenin ölümü üzerine mersiyeler yazmışlardır. Süleyman Çelebi Mevlid’ini bunun zamanında yazmıştır. Mehmed, Işk-nâme (Tuhfe-nâme)’sini ona ithaf etmiştir.

Çelebi Mehmed Dönemi (1413-1421)XV. yüzyılın başında Çelebi Mehmed’in kısa süren padişahlığı döneminde Türk edebiya-tı, yazılan eserlerle gelişmeye devam eder. Fetret devrinde kardeşler arasındaki taht mü-cadelesi sona erip Çelebi Mehmed hükümdar olunca, bazı şairler de onun etrafında top-lanırlar. Böylece Osmanlı edebiyatının ilk şairleri yetişmeye başlar.

Çelebi Mehmed, hükümdar olduğu dönemde Germiyan sarayından Osmanlı sarayı-na intisap eden Ahmedî, Ahmed-i Dâî ve Şeyhî gibi şairleri himaye ettiği gibi, ilim, fikir ve sanat çalışmalarına da önem vererek telif ve tercüme eserlerin yazılmasını sağlamış-tır. Çelebi Mehmed, 1414 tarihinde Merzifon’da, 1420 tarihinde de Bursa’da birer medre-se kurmuştur. Bursa’da kurulan Yeşil Medrese, devrinin en yüksek dereceli eğitim kuru-mu hâline gelmiş ve burada dönemin ünlü âlimlerinden Molla Hüsrev ile Molla Hayâlî ders vermişlerdir.

Padişahın himayesini kazanan şairlerin başında gelen Ahmedî ile Ahmed-i Dâî, Çele-bi Mehmed’e şiirler yazmışlardır. Ahmedî, daha önce tamamlayıp Emir Süleyman’a sundu-ğu Cemşîd ü Hurşîd mesnevisine sonradan bazı küçük ilaveler yaparak Çelebi Mehmed’e de sunmuştur. Ahmedî gibi Osmanlılara sonradan intisap eden Ahmed-i Dâî de Emir Süleyman’ın ölümünden sonra Çelebi Mehmed’e intisap etmiş ve Şehzade Murad’a (II. Murad) hoca tayin edilmiştir. Dâî, şehzade hocalığı sırasında Farsçayı ve Türkçede kulla-nılan aruz bahirlerini anlattığı Ukûdü’l-Cevâhir adlı Arapça-Farsça manzum lugatini bu Şehzade için yazmıştır.

Çelebi Mehmed’in himaye ettiği şairlerden biri de Şeyhî’dir. Aynı zamanda hekim (=doktor) olan şair, padişahın hastalığını tedavi ettikten sonra takdirini kazanarak bü-yük ihsan görmüştür. Şeyhî, padişahın verdiği diğer hediyelerle kendisine verilen köye giderken yolda başına gelenleri Har-nâme’de anlatmış ve bu eseri Çelebi Mehmed’e sunmuştur. Abdülvâsî Çelebi ise, Halîl-nâme’yi Çelebi Mehmed’e takdim etmiştir. Ayrı-ca bunlardan başka, Zekeriya bin Mehmed-i Kazvînî’nin ansiklopedi tarzında Acâ’ibü’l-Mahlûkat adlı eseri, Rükneddîn Ahmed tarafından Çelebi Mehmed adına Türkçeye ter-cüme edilmiş; Abdülvehhâb bin Yûsuf bin Ahmed el-Mardanî ise, bu padişah için tıbbî eserlerden yararlanarak Kitâbü’l-Müntehab fi’t-Tıb adlı eserini yazmıştır.

II. Murad Dönemi (1421-1451)Anadolu Türk birliğinin yeniden kurulmaya başladığı II. Murad döneminde, beyliklerin Osmanlı idâresi al tına girmesi ile kültür ve sanat faaliyetleri de Osmanlı sarayına taşınmış-tır. Türk dili ve edebiyatının gelimesine büyük katkısı olan âlim ve şairler ile haftada iki gün görüşen II. Murad Han, nerede bir hüner sahibi olduğunu duysa ona iltifat edip ihsanını esirgememiştir. İyilik yapmayı seven ve hayratının çokluğundan dolayı “Ebu’l-hayr” diye anılan II. Murad’ın âlim ve şairlere hattâ tari katlara olan yakınlığı ve onları desteklemesi, adına çok sayıda Türkçe eserin yazılma sına, Türk edebiyatının ve kültür hareketlerinin ge-lişmesine zemin hazırlamıştır. Kaynakların verdiği bilgilere göre Osman lı’da ilk şiir söyle-yen ve şiirlerinde mahlas kullanan (Murâdî) padişah da II. Murad’dır. Onun döneminde önde gelen şairler arasında, Germiyanlı Şeyhî ve yeğeni Cemâlî, Şemsî, Nakkaş Sâfî, Geli-bolulu Za’îfî, İvaz Paşazâde Atâî, Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî ve Aşkî bulunmaktadır.

Şeyhî, Çelebi Mehmed’in ölümünden sonra Sultan Murad’a intisap etmiş ve padişa-hın düzenlediği meclislere girerek musahibi olmuştur. II. Murad, Şeyhî’den Nizâmî’nin

Page 95: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 89

Hamse’sini tercüme etmesini istemiştir. Şeyhî, Hamse’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisini ter-cümeye başlamış ve biten kısımlarını II. Murad’a takdim etmiştir. Padişah, Şeyhî’nin yaz-dığı kısımları çok beğenerek ona hediyeler vermiş, ancak şair eserini tamamlayamadan vefat etmiştir. Şeyhî’nin yeğeni Cemâlî, II. Murad’a Hüsrev ü Şîrîn’in zeylini ve Hümâ ve Hümâyûn adlı mesnevisini sunarak yakınlık sağlamıştır. Şemsî ise II. Murad’ın önce mu-sahibi, sonra da nedîmi olmuş bir şairdir. Bursalı olan Sâfî de usta bir nakkaş olmasının yanında padişah meclislerine girebilen bir şairdir. Saray çevresinde bulunan şairlerden Za’îfî, Gazavat-ı Sultan Murad Han adıyla II. Murad’ın seferlerini manzum olarak anlat-mıştır. Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murad-nâme’si ise on bin beyitten fazla an-siklopedik bir eserdir. Hümâmî Sî-nâme’yi, Abdî Camasb-nâme’yi, Manyasoğlu (Manyas Kadısı) Mehmed Gülistân’ı ve Şeyh Elvan-ı Şirazî Gülşen-i Râz’ı Farsçadan Türkçe-ye tercüme ederek II. Murad’a sunmuşlardır. Mu’înüddîn b. Mustafa, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini, II. Murad adına Mesnevî-i Murâdiyye adıyla 1436’da man-zum olarak tercüme edip açıklamıştır. Âşık Ahmed ise, 1430-1451 yılları arasında yazdığı Câmi’u’l-Ahbâr adlı manzum bir evliya tezkiresi olan mesneviyi II. Murad’a takdim etmiştir. Hacı İvaz Paşa’nın oğlu Atâî de bu devrin tanınmış şairlerindendir. Sul-tan Murad, kendisine sunduğu kasidelerinden takdir ettiği Atâî’yi musahip olarak yanına almak istemiş, ancak Atâî “dirîğ” redifli kasideyi yazarak saraydan uzak kalmayı tercih et-miştir. Hüsâmî, Hassân, Bursalı Ulvî, Aşkî yazdıkları kaside ve gazeller ile II. Murad’ın himayesini kazanıp saraya girmiş ve Padişah’ın ihsanlarına kavuşmuş şairlerdir.

Arapça ve Fars çadan eserler tercüme ettiren II. Murad’ın Türkçeye gösterdiği hassasiyet ve verdiği önem, Türkçenin büyük devlet dili olmasını sağlamıştır. O, çevirilerin açık bir dille ya-pılmasını isteyerek Türkçenin kültür ve edebiyat dili olarak işlenmesine hizmet etmiştir

Mercimek Ahmed, onun emriyle 1432’de Kabus-nâme’yi sade bir dille yeniden Türk-çeye çevirmiş, Tokat Dizdarı Ârif Ali de Dânişmend-nâme’yi sade bir Türkçe ile yeniden yazmıştır. II. Murad adına ondan fazla mensur eserle yirmiden fazla mesnevi yazıldığı tespit edilmiş olup bu sayının daha da artması muhtemeldir. Ayrıca II. Murad, mûsikîye de meraklı olduğundan Hızır b. Abdullah, Kitâbu’l-Edvâr ve Abdülkadir-i Meragî de Makâsıdu’l-Elhân isimli eserlerini onun adına yazmışlardır.

Orhan Gazi’nin İznik’te açtığı medreseye Dâvûd-ı Kayserî’yi müderris tayin etmesiyle başlayan ilim ve kültür faaliyetleri, I. Murad, Yıldırım Bayezid ve Çelebi Mehmed dönem-lerinde devletin gelişmesine paralel ilerleme kaydetmişse de, en dikkate değer gelişme II. Murad devrinde gerçekleşmiştir. Bu gelişmede II. Murad’ın diğer Anadolu beyleri arasın-da güçlü bir hükümdar olarak ortaya çıkması kadar; ilim, kültür ve sanata değer verme-si yanında bizzat kendisinin şiirle meşgul olmasının da önemli bir rolü bulunmaktadır.

Sultan II. Murad döneminde medreselerdeki ilim adamlarının bir kısmı Mısır, İran ve Kırım gibi yerlerde yetiştikten sonra Anadolu’ya gelmişler; Osmanlı ülkesinde doğup bü-yüyenler ise, ilk eğitimlerini memleketlerinde aldıktan sonra öğrenimlerini tamamlamak için Kahire’ye gitmişlerdir. Bu devirde medrese mensubu ilim adamları, eserlerini daha çok Arapça yazmışlardır.

Hacı Bayram-ı Velî, Emir Sultan, Eşrefoğlu Rûmî, Abdurrahim-i Rûmî, Osmanlı kültür hayatının temel eserlerinden Muhammediyye’nin müellifi Yazıcıoğlu Mehmed ile kardeşi Ahmed-i Bîcan, Abdüllatif Kudsî ve Abdurrahman el-Bistâmî Sultan II. Murad devrinde yaşayan Osmanlı din, kültür ve tasavvuf hayatının önemli şahsiyetlerindendir.

İlk Osmanlı tarihçile rinden Âşık Paşazâde, padişah ile bazı savaşlara katılmış, Şük-rullah ise, onun musâhibi ve elçisi olarak görev yapmıştır. Oruç Bey de, bu dönemde ya-şamış önemli bir tarihçidir.

Anadolu’da doğup büyüyen Türk mutasavvıfı Hacı Bayram-ı Velî tarafından kurulan ilk Türk tarikatı “Bayramîlik” ile İslam dünyasının en yaygın tarikatlarından Kadirîlik’in

Page 96: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı90

bir kolu olan “Eşrefiyye” II. Murad devrinde kurulmuştur. Bu iki tarikatın kurulduğu dö-nemden itibaren Osmanlı toplumu üzerinde siyasî, sosyal, fikrî, edebî ve kültürel yönden önemli etkisi olmuştur.

Edebiyatımızda şuara tezkireleri gibi önemli eserlerden olan “nazire mecmuaları”nın Anadolu’da yazılan ilk örneğine II. Murad devrinde rastlanır. Ömer b. Mezîd tarafından derlenen ve II. Murad’a sunulan Mecm’atü’n-Nezâir, II. Murad devrine kadar Türk şiirinin değerlendirilmesini sağlayan önemli bir kaynaktır.

II. Murad devrinde yazılan dinî, tasavvufî, ahlâkî, edebî, tarihî, tıbbî eserler ile siyaset-nâmeler, menâkıb-nâmeler, mûsikîye dair eserler, lügatler ve ansiklopedik eserler, ilim ve kültür hayatının ileri bir seviyeye çıkmasını sağlamıştır. Ancak bu eserler içerisinde pozi-tif bilimlere, matematik ve felsefeye dair kitapların az olması dikkat çekicidir. Bu eserlerin çoğu bizzat II. Murad’ın emir ve teşvikiyle yazılmış ve kendisine sunulmuştur. Önemli bir kısmı tercüme olan bu eserlerin, halkı dinî ve kültürel yönden eğitmek maksadıyla kale-me alındıkları da bir gerçektir.

XV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da şiir, edebiyat ve sanatla ilgilenen, kendileri için eser yazılan Osmanlı şehzade ve padişahları hakkında bilgi veriniz.

XV. YÜZYIL (1400-1450 ARASI) ANADOLU SAHASI ŞAİR VEYAZARLARI

Ahmed-i DâîGermiyan bölgesi şairlerinden olan Ahmed-i Dâî Türk edebiyatının önde gelen şairle-rindendir. 1350-1355 yıllarında doğduğu tahmin edilen şairin Süleyman Çelebi ile aynı zamanlarda yaşadığı, doğum ve ölüm tarihlerinin birbirlerine yakın olduğu anlaşılmak-tadır. Ancak Süleyman Çelebi Bursa’da, Ahmed-i Dâî ise Germiyan bölgesinde bulun-maktadır. Ailesi ve yaşayışı hakkında bilgi bulunmayan şairin asıl adı Ahmed, mahla-sı ise Dâî’dir. Çocukluk ve gençlik yıllarını Germiyanoğlu Süleyman Şah zamanında ge-çirmiştir. Sonra Yıldırım Bayezid’in Kütahya valiliği ve Germiyan Beyi II. Yakup Bey za-manlarını yaşayan şair, ayrıca Emir Süleyman’ın hizmetinde bulunmuştur (Alpay Tekin, 1992:18). Süleyman Şah’ın ölümü üzerine oğlu II. Yakup Bey’e intisap etmiş, bu durum Yıl-dırım Bayezid’in Menteşe, Aydın, Saruhan ve Germiyan Beyliklerini aldığı 1390 yılına ka-dar sürmüştür. Ahmed-i Dâî bundan sonra hep bu bölgeye vali olan Yıldırım Han’ın oğlu Emir Süleyman’ın yanında bulunmuştur. Çeng-nâme adlı eserini 1406 yılında bu şehzade-ye sunan Ahmed-i Dâî, Emir Süleyman’ın şairi olarak da anılmıştır (Özmen, 2001: XXXI). Ahmed-i Dâî, Emir Süleyman’ın 1411 yılında ölümünden sonra Musa Çelebi’ye yönelmiş ve ona bir kaside sunmuşsa da, Çelebi Mehmed’in hükümdar olması ile padişaha yakınlaş-ma yolları aramıştır. Çelebi Mehmed şaire yakınlık göstermiş ve oğlu Murad’ın eğitim ve öğrenimi için görevlendirmiştir. Dâî Şehzade Murad için Ukûdü’l-Cevâhir adlı eserini ka-leme almıştır. Ayrıca I. Mehmed’e (1413-1421) övgü olarak altı şiir ile bir mersiye yazmış-tır. II. Murad’ın saltanatının ilk yıllarında da yaşayan Ahmed-i Dâî, şiirlerinde ona bağlılı-ğını bildirir ve onun için dua eder. Ahmed-i Dâî’nin İzmiroğlu Cüneyd Bey ile yaptığı mü-cadelede galip gelerek onu öldüren Hamza Beg için yazdığı mersiyeden hareketle 1425 ta-rihlerinde öldüğü söylenebilir (Yavuz, - Saraç, 2003: 177; Özmen, 2001: 37-41). Bursa’da Daî’nin adını taşıyan bir mahalle ile bir cami ve hamamın bulunmasından orada öldüğü ve mezarının Bursa’da bulunduğu söyleniyorsa da bu bilgi kesin değildir.

2

Page 97: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 91

Ahmed-i Dâî’nin Edebî Kişiliği ve EserleriEdebî Kişiliği: Ahmed-i Dâî, kaynaklarda yer alan bilgilere göre iyi bir öğrenim görmüş, devrinin bilgilerine sahip her alanda eser veren ve kendisine saygı duyulan bir şairdir. Dâî, şiirinin gücünü çok yönlü bir şair olmasına borçludur. Dili akıcı, açık, ifadesi tok ve gür-dür. Mevlânâ, Yunus Emre ve Âşık Paşa’dan etkilendiği gibi, kendi devrinin ve sonrası-nın şairlerini de etkile miştir. Üslubu sağlam olan şair, şiirin ve Türkçenin sırlarını da bilir. Hece ve aruzu birbirine yakınlaştırmış, özellikle tefilelerde kelimelerin bölünmesine çok az yer vermiştir. Arapça ve Farsçaya hâkim olan şair, bir beyti Farsça bir beyti Türkçe, iki beyti Arapça bir beyti Türkçe olan (=mülemma) kasideler de yazmıştır.

Dâî, kafiye, şekil ve dil yönünden Türk şiirinin sırlarına vâkıf, vezne hâkimiyeti tam olan ve Türkçeyi iyi kullanan bir şairdir. Devrinin şairlerinde görüldüğü gibi Arapça ve Farsça tamlamalara ve yabancı cümle şekillerine şiirinde oldukça az yer vermiştir. Bu yönü ile Şeyhoğlu Mutafa’ya benzeyen Dâî, ilk İslamî devir eserlerinde, Yusuf Has Hâcib’in yaptığı gibi hece ile aruzu birbirine yakınlaştıran şairdir. O, aruzun keyfîliklerinden ol-dukça uzak olup heceye yakındır. Aruzdaki taktilerde kelimeleri bölmesi çok nadirdir. Te-fileleri kelimelerden ayırması ve gazellerini daha çok musammat olabilecek şekilde yaz-ması, şairdeki Türk edebî anlayış ve zevkinin önde olduğunu göserir.

Dâî, şiirlerindeki yerli ve millî seçki ile Divan şiirinin kurucuları arasında yer alır. Dev-rinin şairleri ile kıyaslandığı zaman Şeyhî ve Ahmedî’den üstün olduğu görülür. Ahmedî, Dâî’den daha çok “ki”li cümleler kullanmakla ayrılır. Dâî, şiirlerindeki zarafet ve incelik bakımından da diğer şairlerden üstündür. Yukarıda belirttiğimiz gibi yabancı tamlamalar-dan kaçan veya bunları gerektiği zaman kullanan, açık, akıcı bir dil ile yazan şair, şiir şek-line göre ölçülü bir dil kullanır. Bazı gazelleri kaside havasında olan Dâî, bilindiği kadarı ile Türk edebiyatında ilk müstezat kaside yazan şairdir.

Ahmedî gibi Dâî de en çok Emir Süleyman için şiir yazmıştır. Bunu Çelebi Mehmed izler. Mersiyeleri içli olan şair, padişah övgülerini yalnız kaside nazım şeklinde değil, mer-siyelerinde olduğu gibi tercî’-i bend tarzında da yazmıştır. Dâî’nin gözleme dayalı yazdığı şiirlerinde yer alan tasvirleri gerçekçidir. Kasidelerinde canlı nitelemeler yapan şair, ele al-dığı şahsı bütün yönleri ile, özelliklerini vererek anlatır. Övgülerinde Acem abartılarından uzak duran şair, Fars edebiyatının etkisi altında da değildir.

Üslubu çağdaşlarına göre zarif, açık ve akıcıdır. Geniş bir kültüre sahip olması, konuya en uygun kelimeleri seçmesi ve şiirinde zengin motifler kullanması anlatımını güçlendir-miştir. Çağdaşlarından Ahmedî gibi şiirlerinde kendini övmez. Şiirleri ifade, dil, duygu ve fikir yönünden Şeyhoğlu Mustafa ile benzerlik gösteren Dâî, bazı şiirlerinde Fars şairlerin-den Selman-ı Saveci’ye yer vermiş, Çeng-nâme’nin konusunu Sa’dî’den almış ve ondan et-kilenerek yazmıştır. İran kahramanlarına şiirlerinde pek yer vermeyen şair, tasvir yönü ile Gülşehrî’yi takip eder. Dâî, XIV. yüzyılın sonlarında ve XV. yüzyılın başında Nesîmî, Kadı Burhaneddin ve Ahmedî’den sonra divan sahibi olan dördüncü şairdir. Ahmedî ile birlik-te Emir Süleyman’ın meclislerinde bulunmuş ve nedimlik yapmıştır. Kadılığının yanında şehzade hocalığı yapması, onun saraya daha yakın olmasını sağlamıştır. Divan’ı hacim ola-rak Ahmedî Divanı’nın yarısı kadar olmasa bile güzel şiirleri Ahmedî’den çoktur.

Kadı Burhaneddin gibi Çağatay ve Azerî Türkçesine hâkim olan Dâî’nin Osmanlı sa-hasında Çağatay Türkçesi ile yazdığı gazeller, bu tür şiirlerin ilk örneklerindendir. Dâî’den sonra Osmanlı sahasında Nedîm ve Şeyh Gâlib’den Bitlisli Şeyh Müştak’a hatta Seyyid Burhan’a kadar bazı şairler de Çağatay Türkçesi ile şiirler yazmışlardır.

Ahmed-i Dâî şiirlerinde kendisini anlatır ve özelliklerinden bahseder. Ayrıca onun söyleyişlerinde samimilik vardır. Dâî hep ümit içinde olan bir şairdir. O, Sultan II. Mu-rad için yazdığı ve edebiyatımızda ilk örnek olan müstezat (=yedekli) kasidesinde ve farklı manzumelerinde yer alan bazı beyitlerde şiirinin özelliklerinden söz eder:

Page 98: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı92

Dâ’î lebüne karşu çün agzı suyı akmazPes şi‘r-i selâsetde ünün böyle nedendür

Dâ’î anıcak ol leb-i dendânı nazm iderGevher ki la‘le dürr olur ol dürre hem-sadef

Cihân hüsrevleri Dâ’î sözinden zevk alur her demMeger şehd ile şekkerdür gelen ol lafz-ı şîrînden

Şiirlerinde bazı güzel ve dikkat çekici söyleyişlerin yanında yâr, dost, ârif, sûfi ve zâhid gibi kavramların tariflerini yapan Dâî, bu yönüyle Bağdatlı Ruhi’yi de iki yüzyıl ön-cesinden işaret eder:

Yâr kimdür bir muvâfık hemnişînDôst kimdür bir münâsib hemnefes

Ârifdür ol ki arş ana kürsî olur anun Ednâ nazarda seyri semâvât içindedür

Ârif vücûdı halvetini hâs ider Hak’aSûfî egerçi vecd ile hâlât içindedür

Her zâhidi ki tekye kılur zühd ü tâ‘ataBîhude yirde fikr ü hayâlât içindedür

Devrin şairlerinden özellikle Ahmedî ve Nesîmî gibi dedim-dedi şeklindeki karşı-lıklı konuşmalar ile sorularla şiirlerine bir akıcılık sağlayan Dâî’nin bazı gazelleri ile Ahmedî’nin şiirleri arasında benzerlikler de vardır. Ancak hangi şairin bu şiirleri önce yazdığını kestirmek pek mümkün değildir. Ahmedî Divanı’nda yer alan “itmek dilersin it-megil” redifli gazel gibi Dâî de aynı redifle iki gazel yazmıştır.

Ahmedî’nin,

Râzumı halka ayân itmek dilersin itmegilBeni rüsvâ-yı cihân itmek dilersin itmegil

beytiyle başlayan gazeli ve Dâî’nin,

Her nefes bin kasd-ı cân itmek dilersin itmegilBu cefâyı her zamân itmek dilersin itmegil

ile,

Goncanun rengine al itmek dilersin itmegilBülbüli gülşende lâl itmek dilersin itmegil

beyitleriyle başlayan gazelleri arasında bir hayli benzerlik olduğu görülür. Hem resim hem psikolojik durumun açığa çıktığı bu gazeller, her iki şairin eski şiirimiz içinde hangi yön-leri ile birbirlerine benzediklerini veya hangi yönlerden ayrıldıklarını da ortaya koyar. Bu gazellere göre Ahmedî’nin daha çok resim ve görünüşe, Dâî’nin de psikolojik tarafa önem verdiği anlaşılmaktadır. Ancak benzerlikler ve ayrılıklar bu kadarla sınırlı kalmaz. Diğer yandan,

Nev bahârumı hazân itmek dilersin itmegil

Page 99: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 93

mısraının iki şairde ortak oluşu, Emir Süleyman’ın meclisinde bulunduğu bilinen her iki şai-rin bu şiirleri, şehzadenin meclisinde okuduklarını veya birbirleriyle yarışmak için yazmış ol-duklarını da akla getirmektedir. Bunun yanında Ahmedî’nin Yunus’un şiirine nazire yazdığı-nı da daha önce belirtmiştik. Hal böyle olunca edebiyatımızda nazireciliğin de esaslı şekilde bu şairlerin yaşadığı zamanda başladığı ve bunların bir öncü oldukları ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Ahmedî ve Ahmed-Dâî’yi nazirecilikte ilk şairlerden saymak mümkündür. Türk şi-iri bundan sonraki devirlerinde bu vadide gittikçe zenginleşecektir (bkz. 6. ünite).

Ahmed-i Dâî’de Ahmedî ile olan bu benzerlikten başka, Çeng-nâme adlı mesnevisinde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin açık etkisi yanında bazı şiirlerinde Yunus Emre, Gülşehrî, Âşık Paşa, Nesîmî ve Şeyhoğlu Mustafa’yı hatırlatan beyitler de bulunmaktadır. Şeyhoğlu Hurşid-nâme’sinde adını vererek;

Arı cânını hoşnûd eyle bendenAyırma Mustafâ’yı Mustafâ’dan

diye yalvarırken; Ahmed-i Dâî de,

Ezel sensin ebed sen sermedî senŞefî‘ it Ahmed’e ol Ahmed’i sen

Ol Ahmed’den ki nûrı sermedîdürAyırma Dâ’î’yi kim Ahmedî’dür

diyerek, Allah’tan kendisini Peygamber’e yakın etmesini ister. Ayrıca bu devrin şairleri arasında, Erzurumlu Mustafa Darîr’i bir tarafa bırakırsak, dört büyük halifeye eserlerin-de yer veren şairler arasında Şeyhoğlu Mustafa ile Ahmed-i Dâî vardır. Bu da ayrıca dik-kate değer bir husustur.

Dâî mahlassız gazeller yazdığı gibi, onun tamamlanmamış şiirleri de vardır. Bu durum, şa-irin şiiri üzerinde düşündüğünü, zaman zaman ve yeri geldikçe yazdığını akla getirmektedir.

Dâî mesnevi, gazel, kaside olarak bütün şiirlerinde yeri geldikçe nasihat verir. Bu açı-dan bakılınca onda öğüt fikrinin büyük yer tuttuğu görülür.

Kur’an, hadis, tefsir, fıkıh, lugat, aruz, inşa usulü, tıp, geometri, hesap, astronomi, rüya tabiri yanında fal ve tarihle ilgili pek çok konuda eser yazmış ve tercümeler yapmıştır. Dö-neminin çok yazan şair ve yazarı olan Dâî’yi hem şiir hem nesir alanında geçen bir başka şair yoktur. Nesir dilinde ise kısa cümleler kullanan Dâî, Şeyhoğlu Mustafa ve Erzurumlu Mustafa Darîr ile beraber Türk edebiyatında nesir dilinin kuruluşuna büyük katkı sağlamış-tır. Teressül adlı eseri ile Türk edebiyatında ilk yazı örneklerini yazan da Ahmed-i Dâî’dir.

Eserleri: Ahmed-i Dâî, devrinde manzum ve mensur eser yazan Erzurumlu Musta-fa Darîr, Şeyhoğlu Mustafa ile birlikte üçüncü bir sanatkâr olarak karşımıza çıkar. İsma-il Hikmet Ertaylan, Ahmed-i Daî’nin Hayatı ve Eserleri (1952) adlı monografisinde onun manzum ve mensur 17 eserini tespit etmiştir. Eserlerinden manzum olanlar; Türkçe Di-van, Farsça Divan, Çeng-nâme, Ukûdü’l-Cevâhir (Farsça sözlük), Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Mukaddimesinin Türkçe Çevirisi, Camasb-nâme, Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tercümesi’dir. Dâî’nin Mu’tayebât’ı ise müstakil bir eser olma-yıp Türkçe Divan’ından seçilmiş 12 mizahî kıt’adan oluşmaktadır.

Camasb-nâme, İran şairlerinden Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (öl. 1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldız-nâme” türündeki otuz üç beyitlik aynı adlı mesnevisinin genişletilmiş tercümesidir. Dâî’nin bu eseri bugünkü bilgilere göre Camasb-nâme’nin Türkçe ilk ter-cümesidir. Farsça aslında olduğu gibi aruzun fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûlün fe‘ûl vezniyle yazılan mesneviyi İsmail Hikmet Ertaylan iki nüshadan yararlanarak yayımlamıştır (1952).

Ukûdü’l-Cevâhir, şairin II. Murad’ın şehzadeliği sırasında yazdığı Farsça manzum bir sözlüktür.

Page 100: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı94

Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr ise, mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle ve mesnevi nazım şekliyle yazılmış, 115 beyitlik didaktik bir eserdir. Mesnevinin başında yer alan dokuz beyitlik mukaddime ile hâtimedeki bir kısım beytin dışında ka-lan bölüm Farsçadan tercüme edilmiştir. Adaletiyle meşhur Nûşirevân’ın oğlu Hürmüz’e verdiği öğütlerden oluşan bu eser, aynı zamanda bir siyaset-nâme özelliğine de sahiptir. Dâî’nin ayet, hadis ve atasözlerinden yararlandığı ve baştan sona cinaslarla ördüğü bu mesnevi, çocuklar muhatap alınarak yazılmış ilk nasihat-nâme kabul edilir. Eseri önce İ. H. Ertaylan tıpkıbasım olarak yayımlamış (1952), daha sonra Mahmut Kaplan (1993) ve Emine Yeniterzi (2006) yeni harflere aktararak neşretmiştir.

Divan: 21 kaside, 6 tercî’-i bend ve terkîb-i bend ile 304’ü gazel olmak üzere toplam 331 şiir bulunan Divan’daki bazı gazeller beş beytin altında kalan eksik şiirlerdir. Bu eksik şiir-lerin sayısı sekizi bulur. Dâî’nin Divan’ı Mehmet Özmen tarafından yayımlanmıştır (2001).

Divan’ın bilinen ve mürettep olmayan iki nüshası vardır. Bunlardan biri, Burdur Vakıf ve Halkevi Kitaplığı 735 numarada kayıtlı olan Ahmed-i Dâî külliyatı içinde yer alan eksik bir nüshadır. Bu nüshadan ilk bahseden Ahmet Ateş’tir (1948). Dâî Divanı’nın tam nüsha-sı Kahire’de, Mısır Millî Kütüphanesi (Dârü’l-Kütüb ve’l-Vesâik el-Kavmiyye)’nde 8658/23 numarada kayıtlıdır. Kahire nüshasından ilk bahseden ise, Tunca Kortantamer’dir (1977).

Çeng-nâme: Ahmed-i Dâî’nin 808H.=1405M. tarihinde, Emir Süleyman adına aruzun mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazdığı Çeng-nâme, 1446 beyitten oluşan bir mesne--vidir. Sadece bir parçası farklı vezinle yazılan eser, çengin 24 teli ve Doğu mûsikîsinin 24 makamından hareketle 24 bölüme ayrılmıştır. Dâî, İran şairlerinden Sa’dî’nin yaklaşık yet--miş beyit halinde işlediği konuyu, eserinde çok geniş bir şekilde ele almış ve Mevlânâ’nın, Yunus’un, Âşık Paşa’nın, Gülşehrî’nin beyitlerine benzer beyitlere de yer vermiştir. Tasvir yönünden Gülşehrî’yi takip eden Dâî, Çeng-nâme’de devrinin yaşayışını, özellikle Emir Süleyman’ ın meclislerini yansıtmıştır. Emir Süleyman’ın eğlence meclislerinden alınan ilhamla yazılan, saz ve sözden bahsedilen bu mesnevi, Dâî’nin en başarılı eserlerinden biridir. Kısmen sâkî-nâme özelliği de taşıyan ve romantik bir eser olan Çeng-nâme, ibret verici taraflarıyla didaktik bir özellik de gösterir. Canlı, sade ve akıcı bir dille yazılan eser-de, renkli tasvirler de vardır. Yer yer güzel Türkçe tabirler, sade mısralar da kullanılan ve güzel bir anlatım tekniği bulunan Çeng-nâme, dili ve üslubundaki canlılık ile samimiyet yönünden döneminin en güzel ve seviyesi en ileride bulunan eserlerinden biridir.

Mesnevide çeng ve çengi meydana getiren unsurların (=ipek tel, servi ağacı, âhû de-risi, at kuyruğu) yapıları ve özellikleri kendi ağızlarından anlatıl dıktan sonra visâle ancak bunların bir araya gelmesi ile ulaşılabileceği sonucu çıkarılır. Bu mesnevide olduğu gibi edebiyatımızda varlıkların kendisini anlat ması, Yunus’un dolabı konuşturduğu şiiri ile başlamıştır. Yunus’un tek bir şiirinde görülen anlatım şekli, bu defa Çeng-nâme’de kar-şımıza çıkar. Burada konuşan çeng ve çengi meydana getiren unsurlardır. Eserin başında tevhid, münacat, na’t ve dört halifenin medhiyesinden sonra Emir Süleyman’ın bütün va-sıfları en geniş şekilde anlatılmıştır. Vezir Mehmed Paşa için yazılan övgü den sonra ikin-ci defa Emir Süleyman’ı anlatan kısım gelir. Daha sonra kendin den ve eserinden bahseden şair, kitabı niçin yazdığını anlattığı sebeb-i telif kısmına geçer ve bu konuyu ilk defa İran-lı şair Sa’dî’nin ele aldığını belirtir. Bundan sonra gelen “Beyân-ı Sıfât-ı Bahâr” şeklindeki onuncu başlıktan onüçüncü başlığa kadar meclis kurulan bir bağı, çengi ve orada olup bi-tenleri anlatır. Bu mecliste yaşananlar, biraz da Emir Süleyman’ın yaşayışını vermek tedir. Bundan sonra, “Su’âl-kerden-i Dâî be-Çeng” başlığından itibaren çeng, uzun uzun ken-dinden bahs eder. Çengden sonra, çengi meydana getiren unsur lardan ipek teller, servi ağacı, ceylan derisi, at kılı ayrı ayrı kendilerini, ne olduklarını ve başlarından geçenleri ay-rıntılı bir şekilde anlatırlar.

Çeng-nâme, bir araya gelme (=birlik, vahdet) konusunu işleyen tasavvufî ve sembolik bir eserdir. Eserde bir sembol olarak kullanılan çeng, insanı ve özellikle de âşığı temsil

Çeng, kanuna benzer, dik tutularak çalınan bir sazdır.

Page 101: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 95

eder. Onun için Dâî Çeng-nâme’nin hâtime kısmında eserini Uşşâk-nâme diye de adlan-dırmıştır. Aslından ayrılarak geldiği dünyada garip, zavallı ve tutsak biri olarak ele alınan çeng ile Mevlânâ’nın Mesnevî’ sindeki ney bu yönden birbirine çok benzer. Bu durum yukarıda belirttiğimiz gibi Dâî üzerinde Mevlânâ etkisini açıkça göstermektedir. Ayrıca Dâî, bu eseriyle mûsikî konusunda derin bilgisi olduğunu da ortaya koymuştur.

Çeng-nâme’nin Burdur, Konya ve Sivas’ta olmak üzere üç nüshası vardır. İsmail Hikmet Ertaylan, Burdur nüshasının tıpkıbasımını diğer eserleriyle birlikte yayımlamıştır (1952). Gönül Alpay Tekin de Konya nüshasını, başında Ahmed-i Dâî ve eser hakkında bir inceleme ile tıpkıbasım olarak yayımlamış tır (1975). Alpay daha sonra geniş bir inceleme ile birlikte Burdur ve Konya nüshalarını kullanarak eserin tenkitli metnini yayımlanmıştır (1992).

Dâî, yukarıda belirtilen manzum eserlerinden başka mensur eserler de yazmıştır. Bu men-sur eserler; Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Çevirisi, Miftâhü’l-Cenne, Kitâbü’t-Ta’bir-nâme Çe-virisi, Tercüme-i Eşkâl-i Nasır-ı Tûsî, Teressül, Tezkiretü’l-Evliya Çevirisi, Tıbb-ı Nebevî, Vesîletü’l-Mülûk li-Ehli’s-Sülûk ve Yüz Hadis Çevirisi olmak üzere dokuz tanedir (Tekin, 1992).

Ahmed-i Dâî’nin bir gazeli1. Sen var iken hüsn iline kimse sultân olmasun Devrân senündür çün bu gün ayruk kişi hân olmasun2. Cândan azîzsin sen bana cânlar fidî olsun sana Sensin hayâtum hâsılı sensüz bana cân olmasun3. İncü dişün la’l-i lebün genc-i sa’âdetdür yiter Kân içre gevher bitmesün la’l-i Bedahşân olmasun4. İy alnı ay yüzi güneş sensüz cihânda bir nefes Şems ile Zühre dogmasun hem mâh-ı tâbân olmasun5. Bin cân esîr olsun senün her dem perîşân zülfüne Dek şol perîşân hâtırun bizden perîşân olmasun6. Gül yanagun cennet güli ben karşusında bülbüli Murg-ı seher-hân ötmesün hergiz gülistân olmasun7. Korkaram ol hûnî gözün kasd eyleye bir gün bana Dâ’î ölürse gam degül nâ-hak yire kan olmasun

Süleyman ÇelebiTürk edebiyatında ilk mevlid yazarlarından olan Süleyman Çelebi’nin hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-Ahbâr’ına göre Süleyman Çelebi’nin baba-sı Ahmed Paşa’dır. Ahmed Paşa’nın babası olan Şeyh Mahmud ise, Orhan Gazi’nin silah arkadaşı olup Şeyh Edebalı’nın oğludur. Mahmud Paşa İznik medreselerinde müderrislik yapmış bir âlim olmasının yanında şairliği de bulunan bir şahsiyettir.

Bursa’da doğduğu bilinen Süleyman Çelebi’nin doğum tarihi de belli değildir. Vesîletü’n-Necât adlı eserini 1409’da, 60-65 yaşlarında iken yazdığına göre şairin 1350 yıl-ları civarında doğduğu tahmin edilebilir. Buna göre Süleyman Çelebi, ilk çocukluk yılları-nı Orhan Gazi zamanında, gençlik yıllarını da I. Murad devrinde geçirmiştir. Mevlid’e göre iyi bir eğitim aldığı ve dinî bilgilere hakkıyla vâkıf olduğu anlaşılan Süleyman Çelebi, Emir Sultan ve çevresinde yetişmesinden dolayı saraya da yakın olmuştur. Yıldırım Bayezid’in (öl.1403) Divan-ı Hümayun imamlığı görevinde bulunan Süleyman Çelebi, Emir Sultan’ın tavsiyesi ile Ulu Cami yapıldıktan sonra 1400 yılında, elli yaşlarında iken buraya imam ta-yin edilmiştir. Süleyman Çelebi’nin Osmanlı Devlet’inde ilk defa şairleri bir araya getiren ve meclis kuran Emir Süleyman’ın musahibi ve nedimi olduğu da kaydedilmiştir. Ancak Süleyman Çelebi, Mevlid’i 1409 yılında Emir Süleyman zamanında yazdığı halde, devrin diğer şairlerinin aksine, eserinde ondan hiç söz etmemiştir.

Page 102: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı96

Süleyman Çelebi hayatının son yirmi yılını Emir Süleyman ve I. Mehmed devrinde ge-çirmiştir. Bu zamanda meydana gelen olaylardan da hiç bahsetmeyen şairin ömrünün so-nuna kadar Ulu Cami’in imamlığını sürdürdüğü en kuvvetli ihtimal olarak görünmekte-dir. Bursalı Mehmet Tahir, bazı kaynaklarda Süleyman Dede adı ile de anılan şairin 1422 yılında öldüğünü belirtmiştir. Bu tarih “râhat-ı ervâh” tamlamasının ebced hesabı ile ve-rilmiş şeklidir. Mezarı, Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir.

Süleyman Çelebi’nin Edebî Kişiliği ve EseriSüleyman Çelebi, kimseye minnet etmeyen, eserinde devlet büyükleri ile ilgili hiçbir bilgi bulunmayan ve onlara şiirinde yer vermeyen bir şairdir. Onda Allah ve Peygamber sevgi-sinden başka bir şey yoktur. Şiirinde bunu en samimi şekilde aksettirmiştir.

Vesîletü’n-Necât: Süleyman Çelebi’nin tek eseri olan bu mesnevi, Aydın oğulları ile Germiyanoğulları’nda ve başka yerlerde yetişip sonradan Osmanlı bölgesine gelen şairlerin eserleri bir tarafa bırakılırsa, Osmanlı Devleti’nde yazılan ilk eserdir. Süleyman Çelebi yazdığı bu esere Vesîletü’n-Necât adını vermesine rağmen halk arasında Mevlid ismi ile meşhur olmuştur.

Bursa’da bir vaizin camide vaaz ederken Bakara Suresi’nin meali “Biz onun (Allah’ın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arasından ayırmayız, hepsine inanırız” şeklin-deki 285. ayetini yorumlarken peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, dolayısıy-la Hz. Peygamber’i Hz. İsa’dan üstün görmediğini belirtmesi üzerine bir dinleyici de va-ize; “Peygamberler arasında fark yoktur demekten maksat, resullük ve nebilik bakımın-dandır. Bakara Suresi’nin 253. ayetinde “O peygamberlerden kimini kimisine üstün kıldık.” denmektedir. Buna göre mertebe ve fazilet bakımından Peygamberimizin üstünlüğü var-dır” şeklinde itiraz ederek vaizi susturur. Şehir halkı ise vaizi tutar. İddia sahibi, Halep ve Mısır’a gidip fetvalar getirirse de vaiz inadında ısrar eder. Ancak yedinci fetvada bu fikrin-den vazgeçer. Bu tartışma üzerine Süleyman Çelebi de,

Ölmeyüp Îsâ göge buldugı yolÜmmetinden olmag-ıçun idi ol

Dahı hem Mûsâ elindeki asâOldı anun izzetine ejdehâ

Çok temennâ kıldılar Hak’dan bularKim Muhammed ümmetinden olalar

Gerçi kim bunlar dahı mürsel-dururLîkin Ahmed efdal u ekmel-durur

beyitlerini söyleyiverir ve Mevlid’i bu olay üzerine yazar. Süleyman Çelebi, derin bir Pey-gamber sevgisiyle yazdığı bu eseri ile devrinde devlet ve toplum düzeninin karışmasına sebep olan Bâtınîlik gibi bozuk inançlara da karşı çıkmış ve milletin inanç birliğinin ko-runması hususunda üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.

Mevlid, “doğmak”, doğum zamanı” ve “doğum yeri” anlamları olan bir kelimedir. An-cak zamanla Peygamberi doğum gününde anmak ve kutlamak için yazılan eserlerin genel adı olmuştur. Bu kutlama ilk defa Mısır’da Fatımîler devrinde 1171 yılında yapıl-mış ve şenlikler düzenlenmiştir. Daha sonra Erbil atabegi Muzaffüriddin Kökböri za-manında (öl.1232) Hz. Peygamber’in doğum günü en görkemli şekilde kutlanmıştır. Bu sebeple Ebu’l-Cevzî (öl. 1200) Mevlidü’n-Nebî adlı ilk mevlid kitâbını yazmıştır. Bu eser ayrıca “el-Arus” ismi ile de anılmıştır. Bundan sonra ise, İbni Dihye (öl.1235) Kitâbü’t-Tenvîr fî-Mevlidi’s-Sirâci’l-Münîr adlı meşhur eserini yazmıştır. Daha son-ra Süleyman Çelebi zamanına gelinceye kadar yine Muhyiddîn İbn-i Arabî (öl.1240), el-Bekrî (öl. 1295) ve İbnü’l-Cezerî (öl. 1429) Arapça mevlidler yazmışlardır.

Page 103: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 97

Süleyman Çelebi, eserini yazarken Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinden, Erzurumlu Mus-tafa Darîr’in Sîretü’n-Nebî’sinden ve Ahmedî’nin Mevlid’inden yararlanmıştır. Bunların yanında başka eserleri de okuyan şair, eseri yazmadan önce hazırlığını tam olarak yap-mıştır. Mevlid’de daha önce yazılan eserler kadar Süleyman Çelebi’nin almış olduğu iyi eğitimin de önemli bir yeri vardır. Bu durum şairin Mevlid’de Peygamber nurunun Hz. Adem’den beri intikalini anlatmak için yazdığı aşağıdaki,

Erg u Sârûg u Nahûr’a geldi çünVardı Târûh alnına togdugı gün

İrdi İbrâhîm’e İsmâîl’e hemSöz uzanur ger kalanın dir isem

şeklindeki beyitlerinde daha iyi anlaşılır. Mesnevi nazım şeklinde yazılan Mevlid’de kimi mesnevilerde görüldüğü gibi yer yer kaside ve gazel tarzında yazılmış şiirler de vardır. An-cak Vesîletü’n-Necât’ta dikkat çeken bir husus hemen her bahrin sonunda tekrarlanan va-sıta beyitlerinin bulunmasıdır. Tercî’-i bendlere ait olan bu özelliğin mesnevide görülme-si dikkat çekici bir durumdur. Süleyman Çelebi,

Haşre dek ger dinilürse bu kelâmNice haşr ola bu olmaya tamâm

Ger dilersiz bulasız oddan necâtIşk-ıla derd ile eydün es-salât

beyitlerini eserinde, bölümlerin (=bahir ve fasılların) bitişini belirlemek amacıyla on sekiz defa kullanmıştır. Bunlardan ilk beyit bazen,

Tâ kıyâmet ger dinilse bu kelâmBin kıyâmet ola bu olmaz tamâm

gibi farklı şekilde de söylenmiştir. Düzenli bir şekilde her bahrin sonunda görülen bu du-rum yalnız Süleyman Çelebi’nin eserine ait bir özelliktir. Diğer mevlid yazan şairler de bundan esinlenmişler ve eserlerinde vasıta beyitleri kullanmışlardır. Şair eserinde, kaside şeklinde yazdığı şiiri de dahil mahlas olarak Süleyman ismine yer vermiş ve bunu birkaç yerde kullanmıştır. Süleyman Çelebi, fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün vezniyle yazdığı Vesîletü’n-Necât’taki Peygamber’i övdüğü,

Tutdı cihânı ser-te-ser envâr-ı MustafâÇün kim belürdi dünyâda âsâr-ı Mustafâ

matlaı ile başlayan na’tını ise, mef ‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün vezni ile yazmıştır. Aruz vez-nini başarı ile kullanan şair, Türkçede uzun ünlü bulunmaması yüzünden, devrin bütün şairlerinde olduğu gibi şiirinde imale ve zihaflardan kaçamamıştır. Anlaşılır ve açık bir dil kullanan Süleyman Çelebi, eserini Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Arapça ve Fars-ça tamlamalara pek az yer veren, sıcak ve sade dil ile içinden geldiği şekilde söyleyen şair, samimi yetini yansıttığı bir eser ortaya koymuştur. Vesîletü’n-Necât okunduğu zaman ko-laylıkla söylenebilir gibi bir düşünceye yol açan, ancak hiç de kolay olmayan bir “sehl-i mümteni” örneğidir. Daha sonra mevlid yazan şairlerin kolay sandıkları bu husus, işe baş-ladıkları anda, büyük bir zorluk olarak karşılarına çıkmış ve bunların hemen hepsi Süleyman Çelebi’nin tesiri altında kalmışlar; hatta Mevlid’in beyitlerini ister istemez tekrar eder duru-ma düşmüşlerdir. Ayrıca Mevlid’in bazı beyitleri Çizmecizade Vehbi tarafından tahmis edil-diği gibi, şerhleri de yapılmıştır. Mevlid’in en son şerhi Hüseyin Vassâf tarafından yapılmıştır.

Page 104: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı98

Baştan sona Peygamber’in hayatının anlatıldığı bir eser olan Mevlid, a) tevhid-münacat ve kitabın yazılış sebebi, b) âlemin yaratılmasının sebebi, c) Muhammed nurunun yaratıl-ması ve Âdem’den başlayarak Peygamber’in alnında karar kılması, ç) veladet, d) peygam-berin mucizeleri, e) mirac, f) peygamberin vasıfları ve peygamberin tebliğ vazifesini yeri-ne getirmesi, g) peygamberin vefatı ve h) kitabın sonu olmak üzere dokuz bölümdür. Bu bölümlerin bazılarında ayrıca fasıllara yer verilmiştir. Bunların sayısı yediyi bulur. Ancak bazı nüshalarda on beşe kadar çıktığı da görülür. Mevlid’in en uzun kısmı, 145 beyitten oluşan “velâdet bölümü”dür. Ayrıca bu kısımda Fatih devri şairlerinden olan Ahmed adlı bir mevlid şairinin,

Cümle hûrî vü melek idüp sadâZemzemeyle didiler kim merhabâ

beyti ile başlayan “merhabâ” faslı da yer almıştır. Süleyman Çelebi, eserin sonunda ölü-mün geleceğini, buna hazırlıklı olmak gerektiğini, işleri vaktinde yapmayı, nefse uymak-la günah işlediğini anlatarak Allah’tan rahmet, af dilemiş ve eserini 812H.=1409M. yılın-da Bursa’da yazdığını belirtmiştir.

Mevlid altı yüz yıl Müslümanların gönlünü ve aklını aydınlatmış, kederli ve neşeli gün-lerde dost olmuş, kandillerde, sünnetlerde, bayramlarda, düğünlerde, ölümlerde, esarette, sınır ötelerinde Allah ve Peygamber adının yasaklandığı yerlerde insanımızı canlı tutmuş ve kendine gelmesini sağlamıştır.

Tesiri en çok görülen eserlerden olan Mevlid, daha sonra da yeni mevlidle rin yazılma-sına öncülük etmiştir. Türk edebiyatında yüz otuz civarında mevlid yazılmış, ancak bun-lardan hiçbiri Süleyman Çelebi’nin eseri kadar etkili olmamış ve milletin hafızasında yer tutmamıştır. Vesîletü’n-Necât, Arnavut, Sırp, Rum, Boşnak, Kürt, Gürcü ve Arap dillerine çevrilmesinin yanında Türk şivelerine de uyarlanarak okunmuştur. Mevlid okuyan kim-selere “mevlid-hân” denilmiştir.

Süleyman Çelebi’nin samimi bir ilim ehli olması, dili güzel kullanması, milletin ruhuna hitap etmesini bilmesi, kendini eleştirmesi, sadeliği, doğal davranması, anlatışındaki tat-lık ve güzellik Mevlid’in milletin gönlünde ve hafızasında yer tutmasını sağlamıştır. Bun-dan dolayı Vesîletü’n-Necât çok yazılmış, hemen her yerde nüshaları bulunmuştur. Türk edebiyatında Mevlid kadar nüshası çok başka bir eser görülmez. Fakat bu nüshalar birbiri-ni tutmaz. Bunları yazanlar keyfî davranmışlar, esere başka şiirler de eklemişlerdir. Bunun yanında Mevlid’in kısa şeklini yazanlar da olmuştur. Sadece Peygamber’in doğumunu an-latan nüshalar ortaya konduğu gibi, bu kısımla birlikte miraca yer veren nüshalar da var-dır. Peygamber’in doğumu, mirac ve vefatını bulunduran nüshalar tam olanlardır. Aslın-da bu üç kısım Mevlid’in aslını oluşturmaktadır. Böyle olmasına rağmen Mevlid’e halkın beğendiği beyitler de karışmıştır. Bazı mevlidlerdeki güzel söyleyişler de Mevlid’e alın mış ve halk hafızasında yer tutmuştur. Mevlid’teki “merhabâ” faslı beğenilmesi sebebi ile esere sonradan girmiştir. Hatta bu yüzden Mevlid anonimleşme gibi bir duruma da düşmüştür.

Mevlid nüshalarında farklı beyitler bulunmasının başlıca sebeplerinden biri de, mevlid-hanların eseri uzun veya kısa şekillerde okumalarıdır. Bu, eserin okunmasında ve nüshaları-nın ortaya konmasında bir keyfiliği de beraberinde getirmiştir. Mevlid belirli bir usule göre okunmuştur. Yalnız mevlid okunması için vakıflar bile kurulmuştur. Osmanlı Devleti’nde mevlid okuma zamanla resmileşmiş ve belirli bir teşrifata göre mevlid okunmuştur. Kısaca Mevlid en yüksek tabakadan en alt tabakaya kadar bütün insanımızı kucaklamıştır.

Mevlid üzerine yapılan çalışmaların en kapsamlısı Neclâ Pekolcay’ın doktora çalışması ol-muştur. Ahmet Aymutlu 1946 yılında bir mezuniyet tezi hazırlamış, Ahmet Ateş de Mevlid üze-rine bir çalışma yapmıştır (1954). Faruk Timurtaş ise, Mevlid’in en son neşrini yapmıştır (1970).

Page 105: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 99

Vesîletü’n-Necât’tan bir bölümMuhammed -Ona Selâm Olsun- Rûhunun Yaratılmasının Beyânı

1. Çünki Hak evvelligin bildün ayân Dinle imdi kılayın sun‘ın beyân

12. Ölmeyüp Îsâ göğe bulduğı yol Ümmetinden olmağ içün idi ol

2. Hak ta’âlâ ne yaratdı evvelâ Cümle mahlûkdan kim ol evvel ola

13. Dahı hem Mûsâ elindeki asâ Oldı anun izzetine ejdehâ

3. Hem sebeb olmuş ola bu varlığa Işk ile dinleyeni iy Hak yarlığa

14. Ceddi olduğıy’çün anun ol Halîl Nârı cennet kıldı ana ol Celîl

4. Mustafâ rûhını evvel kıldı var Sevdi anı ol Kerîm ü Kirdgâr

15. Cümle anun dostlığına adına Bunca izzet oldı ol ecdâdına

5. Nice bin yıl terbiyet kıldı ana Anla işbu sözleri batgıl tana

16. Çok temennî kıldılar Hak’dan bular Kim Muhammed ümmetinden olalar

6. Mustafâ’yı kendüye kıldı Habîb Cümle derdlülere ol oldı tabîb

17. Tâ bularun arta izz ü hürmeti Dahı yiğrek ola Hakk’a kurbeti

... ...7. Hak ana virdi mükemmel eyledi Yaratılmışdan mufaddal eyledi

18. Pes bilün kim gelmedi hem gelmeye Mustafâ gibi kimesne dünyeye

8. Ger Muhammed olmaya idi ayân Olmayısardı zemîn ü âsmân

19. Enbiyânun şeksüz ol sultânıdur Cümlesinün cânı içre cânıdur

...9. Ger Muhammed gelmeseydi âleme Tâc-ı izzet inmez idi Âdem’e

20. Gerçi kim anlar dahı mürsel-durur Lîkin Ahmed efdal ü ekmel-durur

10. Hem vesîle olduğıy’çün ol Resûl Âdem’in Hak tevbesin kıldı kabûl

21. Zîra efdallığa ol elyak-durur Anı öyle bilmeyen ahmak-dur

11. Nûh anun’çün garkdan buldı necât Dahı doğmadan görindi mu‘cizât

Abdülvâsî ÇelebiXIV. yüzyılın ortalarında doğan ve XV. yüzyılın ilk çeyreğinde Amaysa ve Bursa’da yaşa-yan şairlerden biri de Abdülvâsî Çelebi’dir. Kaynaklarda hayatı hakkında bilinenler sınır-lı olan şair, Amasya’da doğup büyümüş ve I. Çelebi Mehmed’in hükümdar olması üzerine, ömrünün sonlarına doğru Bursa’ya gelmiştir. Abdülvâsî Çelebi bir kadı oğlu olması sebebi ile iyi bir eğitim görmüştür. Hatta buna dayanarak şiirlerinde Kadıoğlu ve Kadı mahlası-nı kullanan şair, ayrıca Abdülvâsî adını da mahlas gibi yazmıştır. Şiirlerinden devrin hü-kümdarı I. Mehmed ve vezir Bayezid Paşa’ya yakın olduğu anlaşılmaktadır. Tek eseri olan Halîl-nâme’yi yazdığı zaman altmış, yetmiş yaşlarında olduğu dikkate alınırsa şairin, 1350 yılına yakın bir tarihte doğduğu söylenebilir. Eserinde, Ahmedî ve Şeyhoğlu Mustafa’dan üstün olduğunu söylemesi, her iki şairi de yakından tanıdığını ve eserlerini takip ettiği-ni gösterir. O,

Bu ben miskîn ü bîçâre du‘âcıSözi tatlu velîkin bahtı acı

şeklindeki beytinde görüldüğü gibi, kendisinin bahtı kötü, fakat sözü tatlı bir şair olduğunu belirtir. Bayezid Paşa’yı ve Çelebi Mehmed’i Amasya’da tanıyan şair, Emir Süleyman ile Musa

Çelebi mücadelesinden başka, Çelebi Mehmed ve Musa Çelebi arasındaki mücadelelere

Page 106: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı100

tanıklık etmiştir. Şair, eserinde şehzadeler arasında geçen mücadeleleri “Der Vasf-ı Ceng-i Sultân Muhammed bâ-Mûsâ” başlığı altında 192 beyitte anlatarak bir çeşit tarih yazmıştır. Bunun yanında devrin şairlerini de iyi tanıyan Abdülvâsî Çelebi eserinde daha çok Çele-bi Mehmed’e yer vermiştir. Abdülvâsî Çelebi, ayrıca dönemin şairlerinden Ahmedî hak-kında da bilgiler verir ve onun hırslı ve aç gözlü bir şair olduğunu belirtir. Böyle olmasına rağmen Abdülvâsî Çelebi, şiirlerinde Ahmedî’yi hayırla yad eder. Şair, aşağıdaki beytinde Halîl-nâme’yi yazdığı zaman yaşının bir hayli ilerlediğini îmâ etmektedir:

İ Kâdî vaktıdur cürmün çogaldıGel it tevbe ki yuya anı tevbe

Ayrıca Abdülvâsî Çelebi’nin,

Muhammed Han u sultân ibni sultânHudâvendigâr oglı ol güzel han

Ne kim Bursa içinde bay u yohsulVar ise beg sipâhî hâce vü kul

şeklindeki beyitlerin yer aldığı şiirinden Bursa’da bulunduğu ve ömrünün son yıllarını bu şehirde geçirdiği öğrenilmektedir. Ancak bu bilgiler dışında şairle ilgili başka bir kayıt yoktur ve ölüm tarihi de belli değildir.

Abdülvâsî Çelebi Edebî Kişiliği ve EseriAbdülvâsî Çelebi, devrinin şairlerine göre dili açık ve anlaşılır, özellikle yabancı tamlama-ları kullanmama bakımından dikkatli bir şairdir. Şiirlerinde Arapça ve Farsça tamlamala-ra çok az, hatta yok denecek kadar az yer verir. Hatta dili yer yer Mevlid’in dilinden de açık olan şairin tasvirlerinde kullandığı dil, güzel ve açık bir Türkçedir.

Abdülvâsî Çelebi, konuyu hikâye ederden, bazen sözü anlattığı şahıslara bırakıp onla-rı karşılıklı konuşturarak anlatımına bir akıcılık kazandırır. Sadece dinî kaynaklardan de-ğil edebî kaynaklardan da yararlandığı anlaşılan şair, bazı şiirlerinde Dehhânî ve Şeyhoğ-lu Mustafa’dan, Fars şairlerinden Selmân ve Attâr ile meşhur Arap şairi Hassân’dan üstün olduğunu belirtir. Abdülvâsî Çelebinin eserinde,

Ahı emceklerün sızılamaz mıAna oglan içün buzılamaz mı

şeklindeki beyitlerden özellikle Dede Korkud’dan gelen söyleyişler dikkati çeker. Şahıs, mekân ve savaş tasvirleri de yapan Abdülvâsî Çelebi’nin bu tasvirlerindeki can-

lılık dikkat çeker. İşlediği konuya göre yer yer ayet ve hadislere de yer veren şair, büyük önem verdiği ilmi, kısımlara ayrırarak anlatmıştır.

Vezin kullanmada başarılı olan Abdülvâsî Çelebi’in, Halîl-nâme’sinde edebiyatımızın hemen her döneminde olduğu gibi imâle oldukça fazladır.

Gerek kim söz ola ma‘nîde kâmilŞu söz kim ma‘nî yok anda ne hâsıl

Söz azacuk gerekdür ma‘nîsi çokBeyânı rûşen ü elfâzı açuk

Kim andan fâyide anlaya sâmî‘Ola söyleyenün matlûbı câmi‘

Yukarıdaki beyitlerde de görüldüğü gibi söze önem veren bir şair olan Abdülvâsî Çelebi’ye göre, söz eksiksiz söylenmeli, açık, anlaşılır ve anlamlı olmalıdır. Anlamsız söz-

Page 107: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 101

den bir fayda gelmez. Söz az ve öz söylenmeli, dinle yen ondan faydalanmalı, söyleyen kimsenin isteğini de karşılamalıdır. Böyle olmazsa o söz, söz değildir.

Abdülvâsî Çelebi, Halîl-nâme’de İbrahim peygamberin hayatını anlatırken devrindeki hadiselere de yer vermiş, böylece eserindeki monotonluğu kırdığı gibi, eserini de güncel-leştirmiştir. Hz. İbrahim’in peygamber oluşunun ardın dan sözü Çelebi Mehmed ile Musa Çelebi’ye getiren şair, iki şehzade arasın daki mücadeleleri anlatmış ve Mehmed Çelebi’nin galibiyetine yer vermiştir. Ayrıca Hz. İbrahim’in şahsında yeri geldikçe Çelebi Mehmed’i an-latmıştır. Böylece tarihe ışık tutan bir belge de bırakan Abdülvâsî Çelebi, Ahmedî gibi bir eser yazmıştır. Eserin bu kısımları tarihimiz içinde gerçek vakalardır. Bu yönü ile Âşık Paşazâde tarihinden önce iki şehzade arasındaki mücadeleyi ele alan ilk şair Abdülvâsî Çelebi’dir.

Abdülvâsî Çelebi’nin eseri, yemekler, kumaşlar, gökler ve gezegenler, denizler, hayvan-lar, savaş araç ve gereçleri, bitkiler, mûsikî gibi pek çok konu da verdiği bilgi ve öğütlerin yanında devrin anlayış ve kültürünü aks ettirmesi bakımından önemlidir. Şair, eserinde mesnevi nazım şekli dışında sayısı on beşi bulan gazel de yazmıştır.

Halîl-nâme’de Kâbe’nin yapılışının anlatıldığı yedi beyitlik şiir, bir Ka’be-nâme olup edebiyatımızda bu türde yazılan ilk şiirdir. Bu eserde yer alan Hz. İbrahim’in vasiyeti ise, Kutadgu Bilig’ten sonra edebiyatımızda rastlanan ikinci bir vasiyet-nâme niteliğindedir.

Eserinde Hz. İbrahim’in hayatından başka Hz. Peygamber’e kadar gelen bir peygamler şeceresi de ortaya koymuştur. Şair ayrıca Hz. Peygamber için,

Ol Abdullah’un oglı kopdı bir şâhKim anunçun yaratdı halkı Allah

beytiyle başlayan mesnevi nazım şeklinde bir na’t yazmıştır.Halîl-nâme: Türk edebiyatında İbrahim peygamberin hayatının anlatıldığı bilinen tek

eserdir. 3693 beyitten meydana gelen bu mesnevi, aruzun mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vez-niyle yazılmıştır. Dâsitân-ı İbrahim Nebî adıyla da bilinen eserde, İbrahim peygamberin ha-yat hikâyesi, buna bağlı olarak kurban olayı ve İsmâil peygamber anlatılmıştır. Abdülvâsî Çelebi, mesnevinin “telif sebebi” bölümünde eserin yazılışı hakkında şu bilgileri vermiştir: Çelebi Mehmed’in veziri Bayezid Paşa bir gün eline geçen Farsça Veys ü Ramin’i okuduk-tan sonra “Nolaydı bu eser Türkçe olaydı” diyerek Ahmedî’den bu eseri Türkçe olarak nazm etmesini ister ve her beytine bir altın vereceğini vadeder. Eseri yazmaya başlayan, ancak beş on beyit yazabilen Ahmedî’nin bunu tamamlamaya ömrü vefa etmez. Bunun üzerine Abdülvâsî Çelebi, “ben de bu eserin aslına baktım, fakat Veys ü Ramin adlı bu eski hikâyeyi fısk, hile, tezvir olduğu için, gönlüm beğenmedi. İçinde ne va’z, ne öğüt var. Halbuki bundan sonra ilâhî sözler lâzım” diyerek bir kenara atar ve onun yerine bir peygamber kıssası yaz-mayı uygun bulup Hz. İbrahim’in hayatını anlattığı Halîl-nâme’yi kaleme alır.

Abdülvâsî Çelebi, Kur’an-ı Kerim ve tefsirlere -özellikle başta Keşşâf olmak üzere altı tefsire- dayanarak 1414 yılında yazdığı eserini, vezir Bayezid Paşa aracılığıyla Çele-bi Mehmed’e sunmuştur. Şair eserde Hz. İbrahim’in hayatını, bu hayatın dönüm noktala-rını ve Kâbe’nin inşasını anlattığı gibi, Mehmed ve Musa Çelebi arasındaki mücadelelere de yer verir. Hz. İbrahim’in hayatından sonra Hz. Muhammed’in İbrahim peygambere ka-dar giden soyu hakkında bilgi veren şair, eserin sonunda Peygamber’in miracını anlatan bir de miraç-nâme yazmıştır. Şair yeri geldikçe konuya göre devrin padişahını anlatmış ve öğütler vermiştir. Eserin en önemli tarafı, haccın farz ve vaciplerinden olan ibadetler hak-kında bilgi vermesi ve Hz. İbrahim devrini ayrıntılı olarak anlatmasıdır. Abdülvâsî Çelebi, ilâhi hikâyelerin en güzellerinden birini anlattığı eserin sonundaki “Tetimme-i Kelâm ve Hâtime-i Kitâb” başlıklı kısımda ise, mef ‘ûlü fâ‘ilâtü mefâ‘îlü fâ‘ilün veznini kullanılmıştır.

Halîl-nâme, halka dinî bilgiler vererek faydalı olmak için yazılmış dinî-didaktik bir eserdir. Saf ve samimi bir ifade ile yer yer dünya hayatına ait gerçekçi tasvirler yapılan

Page 108: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı102

eserde ahlâkî öğütler de verilmiştir. Halîl-nâme’nin bilinen üç nüshası, Afyon Gedik Ahmed Paşa Kütüphanesi’nde, Kahire Hidiviye kütüphanesinde ve İstanbul Beledi-ye Kütüphanesi’ndedir. Eser, 1996 yılında Ayhan Güldaş tarafından yayımlanmıştır.

Mi’râc-nâme: Halîl-nâme’nin sonunda yer alan 548 beyitlik bir kısımdır. Abdülvâsî Çelebi’nin Peygamber’in miracını geniş bir şekilde anlatmaya çalıştığı ayrı bir eser gibi gö-rünen bu mesnevisi de mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezninde yazılmıştır.

Üç beyitlik bir Peygamber övgüsüyle başlayan Mi’râc-nâme, üç bölümdür. Birinci bö-lümde miraç olayı bütün yönleriyle peygamberin dilinden anlatıl mıştır.

İkinci bölümde, başta Hz. Ebubekir olmak üzere miracın tebliği, üçüncü bölümde ise, müşriklerin tutumu, Hz. Ebubekir ile konuşmaları, Ebubekir’in miracı doğrulaması ve kâfirlerin şaşkınlığı anlatılmıştır.

Abdülvâsî Çelebi’nin tefsir ve hadislerden faydalanarak yazdığı bu mesnevi, Âşık Paşa’nın Garib-nâme’sinde yer alan miraç-nâmeden sonra, Harezm bölgesi eserlerinden olan anonim miraç-nâmeyi de hesaba katarsak, Türk edebiyatında görülen üçüncü miraç-nâmedir.

Halîl-nâme’den bir bölüm

İbrahim Halilullah’ın Doğumumefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün

1. Çalap takdîrini tedbîr yoyamaz Anı kim ol yazar hîç kimse yazmaz

6. Cihân toptolu şerr ü fitne oldı Ol arada sekiz bin oglan öldi

2. Sabâh oldı müneccimler didi âh Bu gice rahme düşdi oglan iy şâh

7. Kıyâmet kopdı san kim oldı nefrîn Zamâne kodı hayrın kıldı şerrin

3. Sekiz ay olmadın turdı o Nemrûd Cihânun halkına ol Câfî merdûd

8. Tokuz ay oldı çün bu hâl içinde Bu şerr ü zulm u bu ahvâl içinde

4. Yidi sekiz yüz âdem seçdi zâlim Ki kılalar cihânda çok mezâlim

9. Ol Azer avratı uşbu hatardan Sıgınmışdı Hudâ’ya cümle şerden

5. Ne yirde varsa yüklü bulduralar Anı oglancug ile öldüreler

10. Giceler taglara düşüp gezerdi Kaçup gizlenmeye çâre düzerdi …

ŞeyhîXIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî, Anadolu sahası Türk edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Şairin adı kaynaklarda bazen Yûsuf bazen de Sinan, Sinaneddin olarak geçer. Doğum yeri Germiyan (Kütahya)’dır. Tabip olmasın-dan dolayı “Hekim Sinan” adıyla şöhret kazanan Şeyhî, ilk öğrenimine dönemin önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da başladı ve bu arada şair Ahmedî’den ders aldı. Tezkirelerdeki bilgilere göre, bilgisini ilerletmek üzere İran’a gitmiş, burada tasavvuf, ede-biyat ve tıp öğrenimi görmüştür. Özellikle göz hekimliğinde bilgisini ilerletti. Sehî’ye göre; Seyyid Şerîf-i Cürcânî ile sınıf arkadaşlığı da yapan Şeyhî, dönemin önde gelen İran şair-lerinden Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şirazî’den etkilenerek memleketi-ne dönmüştür. İran dönüşü Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap ederek Şeyhî mahla-sını alan şairin, Germiyanoğlu Yakub Bey’in özel tabibi olduğu ve daha sonra Çelebi Meh-med ve II. Murad’ın hizmetinde bulunduğu bilinmektedir.

1415’te Çelebi Mehmed’in Karaman Savaşı sırasında hastalanması üzerine Ankara’ya getirilen Şeyhî, padişahı tedavi etmiş, bunun karşılığında kendisine birçok hediyeyle bir-likte Dokuzlar köyü tımar olarak verilmiş, ayrıca padişahın özel doktoru olarak görevlendi-rilmiştir. Şeyhî, kendisine verilen köye giderken köyün eski sahipleri tarafından dövülmesi ve canını zor kurtarması üzerine, başından geçenleri hicvederek anlattığı Har-nâme’yi yazmıştır.

Page 109: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 103

Kaynaklarda ölüm tarihi hakkında tam ve tutarlı bir bilgi bulunmayan Şeyhî, II. Mu-rad devrinde, 1429 yılında Kütahya’da ölmüştür. İbrahim b. Ahmed’in Şakâyık Tercümesi ve Evliya Çelebi’inin Seyahat-nâmesi’nde verilen bilgilere göre mezarı, Kütahya yakınlarında-ki Dumlupınar mevkiinde yer alan Çiftepınar köyünde olup bugün de ziyaret edilmektedir.

Şeyhi’nin Edebi Kişiliği ve EserleriEdebî Kişiliği: Şeyhî, Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk yarısında yaşa-yan en önemli şairidir. O, her ne kadar tasavvufla ilgilenmiş ve gazellerinde tasavvufî un-surlara yer vermiş olsa da mutasavvıf bir şair değildir. Şeyhî, Anadolu sahası dindışı edebi-yatının kuruluşunda önemli rol oynamış, özellikle lirizm yanı öne çıkan manzume leriyle tanınmıştır. Şairin Divan’ında yer alan gazel ve kasidelerinde Fars şairlerinden Selmân-ı Sâvecî ile Hâfız-ı Şirazî’nin etkisi görülür. Hâfız’ı çok beğenen Şeyhî’nin yer yer duygu yüklü beyitleri ve gazelleri vardır. Yakub Bey’in ölümü üzerine yazdığı mersiyesinde son derece içli ve samimî bir dil kullanan şair, Osmanlılardan en çok II. Murad’ı övmüştür.

Şeyhî, Türk edebiyatında başarılı bir mesnevi şairi olarak tanınır. Çok sayıda tezkire yazarı, Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn’in Türk edebiyatında-ki bu türde yazılmış en güzel mesnevi olduğunu belirtmiştir. Mesnevide Ferhad’ın dilin-den söylediği tercî’-i bendi, divan şiirindeki tevhidlerin en güzellerinden biridir. Şeyhî, bu şiirinde konuyu anlatış şekli ve tasvirlerinde de oldukça başarılıdır. Şair ayrıca, Har-nâme ile Türk hiciv ve mizah edebiyatının önde gelen bir ismi olmuştur.

Şeyhî, Anadolu sahasında gelişen klâsik şiirin kurucu şairlerinden biridir. Bu sebeple eski kaynaklarda kendisinden “şeyhü’ş-şu’arâ”, “serdar-ı şu’arâ” ve “hüsrev-i şu’arâ” şeklinde söz edilmiştir. Şeyhî, XV. yüzyılın Ahmed Paşa ve Necâtî gibi şairlerinden başka, Bâkî’den Fuzûlî’ye kadar büyük şair ler başta olmak üzere sonra gelen çok sayıda şair üzerinde etki-li olmuştur. Ahmed Paşa meşhur “kerem kasidesi”yle Şeyhî’nin “kerem kasidesi”ni tanzir etmiş; Cem, Bihiştî, Aşkî de kerem kasideleri yazmışlardır.

Necâtî, Hayâlî, Âlî, Ahdî, Nev’î, Kafzâde gibi şairler, Şeyhî’nin “lâmiye” tevhidini tan-zir etmişler; Fuzûlî ise, Leylâ vü Mecnûn’unda Şeyhî’den mesnevi yazarı olarak söz ettiği gibi, onun bir tevhidini de tanzir etmiştir.

Eserleri: Şeyhî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri, Divan, Har-nâme ve Hüsrev ü Şîrîn mesnevileridir.

Divan: Millet Kütüphanesi Ali Emirî kitapları arasında bulunan Şeyhî Divanı nüshası 1438 tarihinde istinsah edilmiştir. Bu nüsha, Ali Nihad Tarlan tarafından bir inceleme ile birlikte tıpkıbasım olarak 1946 yılında yayımlan mıştır. Tarlan, ayrıca Divan’ı hem edebî yönüyle incelemiş hem de Divan’ın tarama sözlüğünü hazırlamıştır (1934, 1942). Şeyhî Divanı’nın başında tevhid, na’t ve kasideler bulunur. Şair kasidelere göre en çok II. Murad’a övgü şiiri yazmıştır. Divan’daki kerem kasidesi ile diğer kasidelerden ve tercî‘-i bend nazım şekliyle yazılan medhiyelerden şairin Germiyanoğlu Yakub Bey’den çok ilgi gördüğü anlaşılmaktadır. Mustafa İsen ve Cemal Kurnaz tarafından da yayımlanan (1990) Şeyhî Divan’ı üzerine Halit Biltekin bir doktora çalışması yapmıştır (2003).

Hüsrev ü Şîrîn: Genceli Nizâmî’nin aynı adlı eserinin tercümesi olan bu mesnevi, 1421-1439 yılları arasında II. Murad adına yazılmıştır. Şeyhî, Hüsrev ile Şîrîn’in aşkını konu alan mesneviyi Nizâmî gibi uzatmamış, hikâyenin sonundaki olayları en trajik yerinde kesmiş-tir. Şeyhî, Nizâmî’nin eserine bağlı kalmakla birlikte yaptığı ekleme ve çıkarmalarla ese--rine telif özelliği kazandırmıştır. Bu konuda, XV. yüzyılda yazılan ilk, Anadolu’da yazılan ikinci eser olan bu mesnevi, Türkçe yazılan Hüsrev ü Şîrîn mesnevilerinin en güzeli olarak kabul edilir. 6944 beyitten meydana gelen ve mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılan mesnevi, Faruk Kadri Timurtaş tarafından yayımlanmıştır (1963). Hüsrev ü Şîrîn’in so-nundaki Cemâlî’ye ait olan iki manzumeden birincisinde Cemâlî, Şeyhî’nin ölümünden

Page 110: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı104

söz eder, ikincisinde ise II. Murad’ı över. Şeyhî’nin bu eserinde, XV. yüzyıl Türkçesinin özellikleri bulunan arkaik kelimeler bakımından zengin dil malzemesi vardır.

Har-nâme: Şeyhî’nin en çok beğenilen ve tanınan eseri olan Har-nâme, 126 beyitten meydana gelen bir mesnevidir. Kaynaklarda verilen bilgilere ve yazmaların durumundan anlaşıldığına göre, Har-nâme önce I. Mehmed’e, sonra II. Murad’a sunulmuştur.

Özlü ve güçlü ifadesi, dilinin sadeliği ve güzelliği, hicvin inceliği ve zarafeti ile sosyal eşitsizliği başarılı bir biçimde eleştiren Har-nâme, edebi yatımızda hiciv türünün en güzel örneğidir. Şeyhî, yaşadığı bir olayı, kuvvet li tasvirleri ile hayvanları şahıslaştırarak oldukça başarılı bir şekilde anlatmıştır. Kaynaklarda Har-nâme’nin yazılış sebebi iki farklı şekilde verilmiştir. Birincisine göre; Şeyhî, Çelebi Mehmed’in gözünü tedavi ettiği için pa dişah kendisine ihsanlarda bulunur ve Dokuzlar köyünü tı mar olarak verir. Ancak köyün eski sahipleri Şeyhî’yi köye sokmaz lar ve onu dövüp elindeki bütün malını da alırlar. Şeyhî de bu olay ü zerine Har-nâme’yi yazarak Çelebi Mehmed’e sunar. İkinci bilgiye göre; Şeyhî’yi beğenen II. Murad, onu vezir yapmak ister. Padişahın çevresinde bulanan ve Şeyhî’yi çe-kemeyen kişiler onun, Nizâmî’nin Penc-genc’i gibi bir hamse yazdıktan sonra bu makama getirilmesinin daha uygun olacağını söylerler. Şeyhî bunun üzerine; Nizamî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ini çevirmeye başlar. Önce 1000 beyti çevirip padişaha sunar. Padişah eseri çok beğenir ve Şeyhî’ye çeşitli hediyeler verir. Aldığı hediyelerle memleketine giderken yol-da hırsızlar tarafından soyulan Şeyhî, bunun üzerine yaşadıklarına uygun olarak Har-nâme’yi yazıp padişaha gönderir. Şair, Har-nâme’de anlat tıklarını kendi başından geçen olaya bağlayarak padişahın adaletini ve yardımı nı bekler.

Har-nâme, çok sade bir Türkçe ile yazılmış, hemen her beyti sehl-i mümteni özelliği taşıyan bir eserdir. Mesnevide çok az sayıda yabancı kelime kullanılmıştır. Bu kelimeler ise, Türkçe sözler ve söyleyiş üslubu içinde kaybolmuştur.

Şeyhî’nin bir gazeli

mef ’ûlü fâ’ilâtü mefâ’îlü fâ’ilün 1. Virdi harâba gönlümi şol gam didükleri Bulınmadı bu derdüme merhem didükleri2. Def ’-i melâl kılmaga âlemde bir nefes Çog istedüm bulınmadı hemdem didükleri3. Sîmurg-ı kimyâ-yı vefâ gibidür adem Yâr u harîf ü mûnis ü mahrem didükleri4. Ölüyi diri kıldugın işitse leblerün Dogurmaz idi Îsâ’yı Meryem didükleri5. Ka’be yüzinde benlerüni kılmayınca yâd Virmez safâ şu Mervü vü Zemzem didükleri6. Emsem dir ise leblerüni Şeyhî kınama Derdüne ol durur dahı emsem didükleri

Page 111: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 105

Har-nâme’den fâ’ilâtün mefâ’ilün fâ’ilün1. Bir eşek var idi za’îf ü nizâr Yük elinden katı şikeste vü zâr

6. Dudagı sarkmış ü düşmiş enek Yorulur arkasına konsa sinek

2. Gâh odunda vü gâh suda idi Dün ü gün kahr ile kısuda idi

7. Dogranur idi arpa arpa teni Gözi görince bir avuç samanı

3. Ol kadar çeker idi yükler agır Ki teninde tü komamışdı yagır

8. Kargalar dirnegi kulagında Sinegün seyri gözi yagında

4. Nice tü kalmamışdı et ü deri Yükler altında kana batdı deri

9. Arkasından alınsa palanı Sanki it artugı-y-ıdı kalanı

5. Eydür idi gören bu sûretlü Tan degül mi yürür sünük çatlu

10. Bir gün issi ider himâyet ana Ya’nî kim gösterür inâyet ana

Şeyhî’nin Türk edebiyatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.3

Page 112: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı106

XV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının Türk edebiyatı tarihi içindeki yerini belirlemek. Türk edebiyatı XV. yüzyılda, doğuda Horasan ve Maveraünnehir’de, batıda ise Irak, Azerbaycan ve Anadolu’da eserler vermiştir.

XV. yüzyılda Irak ve Azerbaycan’da sürekli savaşların doğurduğu siyasî ve ekonomik buhranlar, Sünnî ve Şiî mezhep kavgalarının meydana getirdiği huzursuzluklar yüzünden Azerî sahası edebiyatı verimli olamamıştır.

XV. yüzyılda İstanbul ve Edirne başta olmak üzere Anadolu’daki diğer şehirlerde de ilim ve sanat faaliyet-leri devam etmiştir. Özellikle Osmanlı şehzadelerinin vali bulundukları şehir lerde ilmî ve edebî faaliyet çok daha canlı ve hareketli olmuştur. Rumeli’de ise, Filibe, Serez, Selanik, Üsküp gibi şehirlerde kültür faaliyet-lerinde canlılık görülür. Türk edebiyatı bu yüzyılda Anadolu’da büyük bir gelişme göster miş, divan ede-biyatı artık kuruluş dönemini tamamlayarak klâsik bir duruma gelmiştir. Manzum mensur her türde ve her konuda yazılmış pek çok eserle edebiyat iyice gelişe-rek bir yükselme devri başlamıştır. Şuara tezkirelerine alınmış o1an ve Ömer İbni Mezid’in Mecmu’atü’n-Nezâir’i ile Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’inde şi-irleri bulu nan yüzlerce şairin kaside ve gazel saha-sında büyük bir gelişme sağladıkları açıkça görü lür. Tezkirelerde bu şairlerden eser sahibi olarak bildiri-lenlerden bugün bir kısmının divanları elimizde bu-lunmaktadır. Bununla birlikte yazılan divanların sa-yısı önceki yüzyıla göre daha fazladır. Mesnevi alanında da her konuda telif ve tercüme çok sayıda eser yazıl-mış, hamseler meydana getirilmiştir. Fakat kaynaklar-da hamse sahibi olduğu bildirilen şairlerden ancak bir-kaçının hamsesi günümüze ulaşmıştır.

XIV. yüzyıldaki dinî-destanî mesnevilerin yerini bu yüzyıl-da daha çok tarihî mesneviler almış ve yapılan fetihleri an-latan gazavat-nâmeler yazılmıştır. Telif ve tercüme şeklinde yazılan mensur eserlerin sayısı oldukça artmıştır. XV. yüz-yılın ilk yarısında kaleme alınan bu eserlerin açık ve olduk-ça sade bir dili vardır. Sultan II. Murad Türkçeye değer ver-miş ve yazılan eserlerin açık ve anlaşılır olmasını istemiştir. Bu yüzyılın şairleri de, şiirlerinde ata sözlerini, Türkçe tabir-leri, Türkçe kelimelerden yaptıkları redif ve kafiyeleri kul-lanmak suretiyle şiir dilini zenginleştirmek için büyük gay-ret göstermiş lerdir. Tercüme faaliyetleri de kesintisiz devam etmiştir. Nesir dilinde de iki ayrı gelişme görülmüştür. Halk için yazılan dinî eserlerde ve tarihlerde sade bir dil kullanıl-mış, bazı eserler ise sanatkârane nesir ile yazılmıştır.

XV. yüzyıl Azerî sahası Türk edebiyatının önde gelen şairlerini ve bunların eserlerini ayırt etmek.XV. yüzyılda Azerî sahasının tanınmış şairleri, Hakîkî mahlâsıyla Türkçe ve Farsça şiirler yazan Karakoyun-lu hükümdarı Cihânşâh, Akkoyunlu hükümdarı Sul-tan Yakub, Hatâî, Habîbî ve Hamidî’dir. Türkçe ve Farsça şiirler yazan Hakîkî’nin 893H.=1478M.’de istinsah edilen Divan’ının bir nüshası British Museum’dadır (Or. 9493). Hatâî’nin Sultan Yakub adı-na yazdığı Türkçe bir Yûsuf u Züleyhâ’sı bulunmak-tadır. XV. yüzyılda Azerî sahasının en önemli şairi Habîbî’dir. Bu şairin ilim ve marifet sahibi olması-nın yanında, edası Acemane ve şiiri âşıkanedir. Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen şairlerin en önemlisi olan Habîbî’nin Divan’ı ele geçmemiş, an-cak Fuad Köprülü 42 şiirini yayımlamıştır. Hamidî de, Şirvanşahlar sarayı şairi iken Fatih döneminde, 1459’da İstanbul’a gelmiş ve Fatih’ten büyük bir iltifat görmüştür. Hamidî’nin Fatih’e sunduğu bir Divan’ı vardır ve özgün basımını İ. Hikmet Ertaylan bir ön-sözle birlikte yayımlamıştır. Hamidî’nin Divan’ındaki şiirlerinin çoğu Farsçadır. Türkçe olarak yazdıkları daha azdır.

Özet

1 2

Page 113: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 107

Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk yarısında önde gelen şair ve yazarları ile bunların eserlerini ayırt etmek.XV. yüzyılda Anadolu sahasında önceki yüzyılla-ra göre yetişen şair ve yazarların sayısı daha fazladır. Yüzyılın ilk yarısında yaşayan, eser veren şair ve ya-zarların önde gelenleri, Ahmed-i Dâî, Süleyman Çele-bi, Abdülvâsî Çelebî ve Şeyhî’dir.

Ahmed-i Dâî: Germiyan bölgesi şairlerindendir. Dâî, bu beyliğin Osmanlıya katılmasından sonra Yıldırım Bayezid’in oğulları Emir Süleyman, Musa Çelebi ile Mehmed Çelebi’nin yanında bulunarak bunlara şiirler yazmıştır. Ahmed-i Dâî’nin manzum ve mensur çok sayıda eseri vardır. Manzum eser leri; Türkçe Divan, Farsça Divan, Çeng-nâme, Ukûdü’l-Cevâhir (Fars-ça sözlük), Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Mukad-dimesinin Türkçe Çevirisi, Camasb-nâme, Vasiyyet-i Nûşinrevân-ı Âdil be-Püsereş Hürmüz-i Tâcdâr tercümesi’dir. Dâî’nin Mu’tayebât’ı ise müstakil bir eser olmayıp Türkçe Divan’ından seçilmiş 12 mizahî kıt’adan oluşmaktadır. Dâî’nin mensur eserleri ise, Ebulleys-i Semerkandî Tefsirinin Çevirisi, Miftâhü’l-Cenne, Kitâbü’t-Ta’bir-nâme Çevirisi, Tercüme-i Eşkâl-i Nasır-ı Tûsî, Teressül, Tezkiretü’l-Evliyâ Çevi-risi, Tıbb-ı Nebevî, Vesîletü’l-Mülûk li-Ehli’s-Sülûk ve Yüz Hadis Çevirisi olmak üzere dokuz tanedir.

Süleyman Çelebi: Türk edebiyatında ilk mevlid ya-zarlarından olan Süleyman Çelebi, Orhan Gazi, I. Murad, Yıldırım Bayezid ve I. Mehmed’in hükümdar-lık dönemlerinde yaşamıştır. Vesîletü’n-Necât adlı tek eserini 60-65 yaşlarında iken 1409’da yazmıştır. Sü-leyman Çelebi bu eserine Vesîletü’n-Necât adını ver-mesine rağmen halk arasında Mevlid ismi ile meş-hur olmuştur. Peygamber’in hayatının anlatıldığı bir eser olan Mevlid, a) tevhid-münacat ve kitabın ya-zılış sebebi, b) âlemin yaratılmasının sebebi, c) Mu-hammed nurunun yaratılması ve Âdem’den başlaya-rak Peygamber’in alnında karar kılması, ç) veladet, d) Peygamber’in mucizeleri, e) miraç, f) Peygamber’in vasıfları ve Peygamber’in tebliğ vazifesini yerine ge-tirmesi, g) Peygamber’in vefatı ve h) kitabın sonu ol-mak üzere dokuz bölümdür.

Abdülvâsî Çelebi: Amasya’da doğup büyüyen ve Çe-lebi Mehmed’in hükümdar olması üzerine, ömrü-nün sonlarına doğru Bursa’ya gelen şair, şiirlerin-de kullandığı Kadıoğlu ve Kadı mahlaslarının ya-nında Abdülvâsî adını da mahlas gibi yazmıştır. Şa-irin tek eseri olan Halîl-nâme mesnevisi 3693 beyit-ten meydana gelmektedir. Bu mesnevide, İbrahim peygamberin hayatı anlatılmıştır. Dâsitân-ı İbrahim Nebî adıyla da bilinen bu mesnevi, aruzun mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezniyle yazılmıştır. Halîl-nâme, halka dinî bilgiler vererek faydalı olmak için yazıl-mış dinî-didaktik bir eserdir. Saf ve samimi bir ifade ile yer yer dünya hayatına ait gerçekçi tasvirler yapı-lan eserde ahlâkî öğütler de verilmiştir. Mi’râc-nâme, Halîl-nâme’nin sonunda yer alan 548 beyitlik bir kı-sımdır. Abdülvâsî Çelebi’nin Peygamber’in miracını geniş bir şekilde anlatmaya çalıştığı ayrı bir eser gibi görünen bu mesnevisi de mefâ‘îlün mefâ‘îlün fe‘ûlün vezninde yazılmıştır.

Şeyhî: Şeyhî, Anadolu sahasında klâsik şiirin kuru-luşunda önemli rol oynamış, özellikle lirizm yanı öne çıkan manzumeleriyle tanınmıştır. Şeyhî’nin bilinen ve elde bulunan eserleri, Divan, Har-nâme ve Hüsrev ü Şîrîn mesnevi leridir. Hüsrev ü Şîrîn: Genceli Nizâmî’nin aynı adlı eserinin tercümesi olup, 1421-1429 yılları arasında II. Murad adına yazılmıştır. 6944 beyitten meydana gelen mesnevi, Faruk Kadri Timurtaş tarafından yayımlanmıştır. Har-nâme: Şeyhî’nin en çok beğenilen ve tanınan bu eseri, 126 beyitten meydana gelen bir mesnevidir. Özlü ve güç-lü ifadesi, dilinin sadeliği ve güzelliği, hicvin in-celiği ve zarafeti ile sosyal eşitsizliği başarılı bir bi-çimde eleştiren Har-nâme, edebi yatımızda hiciv türünün en güzel örneğidir.

3

Page 114: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı108

Kendimizi Sınayalım1. XV. yüzyılda Herat ve Semerkand’da Doğu Türkçesiyle eser veren edebiyata ne ad verilir?

a. Özbek Edebiyatıb. Çağatay Edebiyatıc. Harezm-Altınordu Edebiyatıd. Kıpçak Edebiyatıe. Kuzey-Doğu Edebiyatı

2. XV. yüzyıl Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında ye-tişen şairlerin en önemlisi aşağıdakilerden hangisidir?

a. Hatâîb. Hakîkîc. Habîbîd. Hamîdîe. Cihânşâh

3. Osmanlıda şairleri toplayan ilk şehzade/padişah aşağıda-kilerden hangisidir?

a. Yıldırım Bayezidb. Çelebi Mehmedc. Musa Çelebid. Emir Süleymane. II. Murad

4. Osmanlıda şiir yazan ilk padişah aşağıdakilerden hangisidir?a. Osman Gazib. Orhan Gazic. I. Muradd. I. Bayezide. II. Murad

5. Ahmedî, Tervîhü’l-Ervâh isimli eserini aşağıdaki lerden hangisine sunmuştur?

a. Emir Süleymanb. Çelebi Mehmedc. Musa Çelebid. Bayezid Paşae. II. Murad

6. Ömer b. Mezîd’in derleyip II. Murad’a sunduğu eser aşa-ğıdakilerden hangisidir?

a. Mecmu’atü’ş-Şu’arâb. Kitâbu’l-Edvârc. Mecmû’atü’n-Nezâird. Makâsıdu’l-Elhâne. Mecma’u’n-Nezâir

7. Aşağıdakilerden hangisi ilk Osmanlı tarihçileri arasında yer alır?

a. Kemal Paşazâdeb. Gelibolulu Mustafa Âlic. Selânikî Mustafad. Koçi Beye. Âşık Paşazâde

8. Ahmed-i Dâî ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır?

a. Ahmedî gibi Dâî de en çok Emir Süleyman için şiir yazmıştır.

b. Padişah övgülerini yalnız kaside nazım şeklinde de-ğil, mersiyelerinde olduğu gibi tercî’-i bend tarzında da yazmıştır.

c. Övgülerinde Acem abartılarından uzak durmuştur.d. Üslubu çağdaşlarına göre daha zarif, açık ve akıcıdıre. Çeng-nâme’yi II. Murad’a sunmuştur.

9. Aşağıdakilerden hangisi Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ini yazarken yararlandığı eserlerden biridir?

a. Risâletü’n-Nushiyyeb. Halîl-nâmec. Tervîhü’l-Ervâhd. Sîretü’n-Nebîe. Tezkiretü’l-Evliyâ

10. Abdülvâsî Çelebi’nin Halîl-nâme’sinde aşağıdaki peygam-berlerden hangi sinin hayatı geniş bir şekilde anlatılmaktadır?

a. Hz. Âdemb. Hz. İsmailc. Hz. İbrahimd. Hz. Davude. Hz. Süleyman

Page 115: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

4. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı 109

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı1. b Yanıtınız yanlış ise “Giriş” kısmını yeniden gözden

geçiriniz.2. c Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyıl Azerî Sahasında

Tarihî ve Edebî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

3. d Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Tarihî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

4. e Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Edebî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

5. a Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Edebî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

6. c Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Edebî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

7. e Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyılda Anadolu Sahasında Edebî Durum” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

8. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâî’nin Edebî Kişiliği ve Eserleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

9. d Yanıtınız yanlış ise “Süleyman Çelebi” konusunu ye-niden gözden geçiriniz.

10 c Yanıtınız yanlış ise “Abdülvâsî Çelebi Edebî kişiliği ve Eseri” konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1XV. yüzyılda Azerî sahasındaki en önemli şair, Habîbî’dir. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakub’un himayesinde yetiş-miş, sonra Şah İsmail’in himayesine girmiş, Şah İsmail tara-fından melikü’ş-şu’arâ unvanıyla büyük iltifat görmüştür. II. Bayezid zamanında İstanbul’a gelen Habîbî, I. Selim zama-nında İstanbul’da ölmüştür. Latifî, Habîbî’nin bir gazeline de nazire yazmıştır. Tezkirelerde ilim ve marifet sahibi bir kim-se, edası Acemane ve şiiri âşıkane bir şair olduğu belirtilen Habîbî, Azerî sahasında Nesîmî ile Fuzûlî arasında yetişen şairlerin en önemlisidir. Divan’ı ele geçmemiş, ancak Fuad Köprülü 42 şiirini yayımlamıştır. Fuzûlî’nin onun bir müsed-desine nazire yazmış olması ve bir gazelini tahmis etmesi, Habîbî’nin başarılı şair olduğunu gösterir.

Sıra Sizde 2XV. yüzyılın ilk yarısında I. Bayezid’in büyük oğlu Emir Süleyman edebiyata ve şiire meraklı olup Osmanlı sara-yında şairleri ilk defa o topla mıştır. Sarayının çevresinde toplanan şairlerden özellikle Ahmedî ile Ahmed-i Dâî, ondan büyük ilgi ve destek görmüşlerdir. Ahmed-i Dâî, Çeng-nâme adlı eserini, Ahmedî ise Tervîhü’l-Ervâh’ı Emir Süleyman’a sunmuşlar ve iki şair de bu şehzadenin ölümü üzerine mer-

siye yazmışlardır. Dönemin şairlerinden olan Mehmed de Işk-nâme (Tuhfe-nâme)’sini ona ithaf etmiştir. Ahmedî ile Ahmed-i Dâî de sonradan Çelebi Mehmed’e in-tisap etmişler ve ona şiirler yazmışlardır. Türkçeye çok önem ve-ren II. Murad’ın âlim ve şairleri desteklemesi, adına çok sa-yıda Türkçe eserin yazılmasına, Türk edebiyatının ve kültür hareketlerinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Osman lı’da ilk şiir söyleyen padişah II. Murad’dır. Şiirlerinde Muradî mahlasını kullanan II. Murad, Arapça ve Fars çadan Türk-çeye eserler tercüme ettirmiş, çevirilerin açık bir dille yapıl-masını isteyerek Türkçenin kültür ve edebiyat dili olarak iş-lenmesine hizmet etmiştir. Mercimek Ahmed, onun emriyle 1432’de Kabus-nâme’yi sade bir dille Türkçeye çevirmiştir. II. Murad adına ondan fazla mensur eserle yirmiden fazla mes-nevi yazıldığı tespit edilmiş olup bu sayının daha da artması muhtemeldir. Ayrıca II. Murad, mûsikîye de meraklı oldu-ğundan Hızır b. Abdullah, Kitâbu’l-Edvâr ve Abdülkadir-i Meragî de Makâsıdu’l-Elhân isimli eserlerini onun adına yazmışlardır.

Sıra Sizde 3Şeyhî, Anadolu sahası Türk edebiyatının XV. yüzyılın ilk ya-rısında yaşayan en önemli şairidir. O, her ne kadar tasavvufla ilgilenmiş ve gazellerinde tasavvufî unsurlara yer vermiş olsa da mutasavvıf bir şair değildir. Şeyhî, Anadolu sahası din-dışı edebiyatının kuruluşunda önemli rol oynamış, özellik-le lirizm yanı öne çıkan manzumeleriyle tanınmıştır. Şeyhî, Türk edebiyatında başarılı bir mesnevi şairi ola-rak tanınır. Nizâmî’nin aynı adlı eserinden tercüme ettiği Hüsrev ü Şîrîn’i Türk edebiya tında yapılan çevirilerin en başarılısı ve en güzelidir. Şeyhi’nin bu mesnevisinde yer alan tercî’-i bendi, Divan şiirindeki tevhidlerin en güzellerinden biridir. Özellikle Şeyhî’nin konu anlatı-mı ve tasvirleri de çok başarılıdır. Şeyhî, Har-nâme adlı eseri ile Türk hiciv ve mizah edebiyatının en önemli şair-lerinden biridir. Anadolu sahasında gelişen klâsik şiirin kurucu şairlerinden biri olan Şeyhî, aynı yüzyılda yaşayan Ahmed Paşa ve Necâtî gibi şairlerden başka, Bâkî’den Fuzûlî’ye kadar büyük şairler başta olmak üzere, sonra gelen çok sayı-da şair üzerinde de etkili olmuştur.

Page 116: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı110

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Akdoğan, Y. (1988). Ahmedî Divânından Seçmeler, Ankara.Akdoğan, Y. -Demirel, Ö. (2008). “Cezeri Kasım (Sâfi)

Paşa’nın Hayatı ve Eserleri,” TDED, XXXVI, İstanbul.Ali Cânib, (1928). “Onbeşinci Asır Şâirlerinden Atâî’nin Tu-

yugları”, Hayat, nr. 93.Ateş, A. (1948). “Burdur-Antalya ve Havasili Kütüphanele-

rinde Bulunan Türkçe, Arapça ve Farsça Bazı Mühim Eserler”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiya-tı Dergisi, C. II, S. 3-4.

Çelebioğlu, A. (1999). Türk Edebiyatında Mesnevî (XV. yy’a Kadar), İstanbul.

Ertaylan, İ. H. (1952). Ahmed-i Dâ’î, Hayatı ve Eserleri, İstanbul.Güldaş, A. (1996). Abdülvasi Çelebi, Halilnâme, Ankara:

Kültür Bakanlığı Yay.Hatiboğlu, H. (2007). “Hadis Arka Plânı ve Kaynakları Açı-

sından Vesîletü’n-Necât”, Süleyman Çelebi ve Mevlid, Yazılışı, Yayılışı ve Etkileri, Uluslar arası Süleyman Çe-lebi ve Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa.

İsen, M. - Kurnaz, C. (1990). Şeyhî Divanı, Ankara.Kaplan, M. (2006). “Ahmed-i Dâî’nin Vasiyyet-i Nuşirevân

Tercümesi: Metin”, Erciyes, nr. 191, Kayseri.Kartal, A. – Şentürk, A. A. (2010), Üniversiteler İçin Eski

Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Dergâh Yay.Kortantamer, T. (1977). “Ahmed-i Dâî İle İlgili Yeni Bilgiler”,

Türkoloji Dergisi, C. VII, Ankara.Köksal, F. (2010). Mevlid-nâme, Türk Edebiyatında Mevlid

Türü ve Yeni Mevlid Metinleri, Kırşehir.Kübra, B. (2011); Seyyid Burhan Divanı, İ.Ü. Sosyal Bilim-

leri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi.Macit, M. (2002). Karakoyunlu Hükümdar Cihânşâh ve

Türkçe Şiirleri, Ankara.Mansuroğlu, M. (1947). Anadolu Türkçesi (XIII. Asır)

Dehhânî ve Manzumeleri, İstanbul: İ.Ü. Edebiyat Fakül-tesi Türk Dili ve Edebiyatı Mezunları Cemiyeti Yay.

Mazıoğlu, H. (1983). “Türk Edebiyatı (Eski)”, Türk Ansiklo-pedisi, C. 32, Ankara: MEB Yay.

Mengi, M. (2000). Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi-Metinler, Ankara: Akçağ Yay.

Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâî Dîvânı, I -II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yay.

Pekolcay, N. (2009). Mevlid (Vesiletü’n-Necât) Süleyman Çelebi, Ankara.

Tarlan, A. N. (1942). Şeyhi Divanı Tarama Sözlüğü, AnkaraTarlan, A. N. (1964). Şeyhî Divanı’nı Tetkik, İstanbul,

(Ankara 2004). Tatçı, M. (2007). “Hüseyin Vassâf Bey’in Mevlid Şerhi:

Gülzâr-ı Aşk”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid

Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa.Tekin, G. A. (1975). Ahmed-i Dâ’î and His Çengnâme (An

Old Ottoman Mesnevî), Cambridge.Tekin, G. A. (1992). Ahmed-i Dâ’î, Çengnâme; A Critical

Edition and Textual Analysis, Sources of Oriental Lan-guages and Literatures, c. XVI, Cambridge Mas.: Harvard University.

Timurtaş, F. K. (1963). Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin’i, İstanbul.Timurtaş, F. K. (1970). Mevlid, Süleyman Çelebi, İstanbul:

MEB Yay.Timurtaş, F. (1981). Harnâme, İstanbul.Yavuz, K. (2000). Âşık Paşa Garib-nâme, İstanbul: Türk Dil

Kurumu Yay.Yavuz, K. (2007). “Süleyman Çelebi ve Mevlid, Yazılışı, Yayı-

lışı ve Etkileri”, Uluslararası Süleyman Çelebi ve Mevlid Sempozyumu, 18-20 Ekim 2007, Bursa.

Yavuz, K. (2010). “XIV. yüzyılda Türk Edebiyatı ve Bazı Dik-katler”, Adıyaman Üniversitesi Eski Türk Edebiyatı Sempozyumu, 16-18 Mayıs 2009, Adıyaman.

Yavuz, K.- Saraç, Y. (2003). Âşık Paşazâde, Osmanoğulları’nın Tarihi, İstanbul: Koç Kültür Sanat Tanıtım.

Yavuz, Kemal (2011). “Nesîmî ve Şiiri”, Dil ve Edebiyat Der-gisi, Sayı 32, Ağustos, İstanbul.

Yeniterzi, E. (2006). “Ahmed-i Dâ’î ve Vasiyyet-i Nûşirevân Adlı Mesnevisi”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 19.

Page 117: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk
Page 118: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

t

5Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu sahası Türk edebiyatının genel özellikle-rini açıklayabilecek,XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şair ve yazarlar ile bunların eserleri ni ayırt edebilecek,XV. yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairleri ve eserlerini ayırt edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. YüzyıllarTürk Edebiyatı

XV. Yüzyıl Batı TürkEdebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500)

• GİRİŞ• FATİHVEII.BAYEZİDDÖNEMLERİNDETARİHÎDURUM

• FATİHVEII.BAYEZİDDÖNEMİTÜRKDİLİVEEDEBİYATI

• XV.YÜZYILINİKİNCİYARISINDAESERVERENŞAİRVEYAZARLAR

• XV.YÜZYILDAYAZILANESERLER

• FatihveII.Bayeziddevrinde• Türkdiliveedebiyatı• AhmedPaşa• Avnî(FatihSultanMehmed)• MahmudPaşa(Adnî)• Nişânî• Cemâlî• Aşkî• Ulvî• KaramanlıNizâmî• SarıcaKemal

• ZeynepHanım• MihrîHatun• Hufî• Adlî(II.Bayezid)• CemSultan• KaramanlıAynî• HamdullahHamdî• MutasavvıfŞairler• XV.YüzyılManzumEserleri• XV.YüzyılMensurEserleri

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 119: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞXV. yüzyıl Batı Türk edebiyatının genel durumu, Azerî sahasında yetişen şairler ve bu yüz-yılın ilk yarısında Anadolu sahasının tarihî ve edebî durumu ile önde gelen şair ve yazar-lar hakkında 4. ünitede bilgi verilmişti. Bu ünitede, XV. yüzyılın ikinci yarısında, Fatih ve II. Bayezid dönemlerinde Anadolu (Osmanlı) sahasında tarihî ve edebî durum, önde ge-len şair ve yazarlar ile manzum ve mensur eserler hakkında bilgi verilecektir.

FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMLERİNDE TARİHÎ DURUMXV. yüzyılın ortalarında, 1451’de Osmanlı Devleti’nin başına geçen II. Mehmed, 1453’te İstanbul’u fethederek Fatih unvanını almıştır. Onun döneminde Trabzon Rum Devle-ti ele geçirilmiş, Karaman Beyliği alınmış, Uzun Hasan Otlukbeli’nde yenilerek Anado-lu üzerindeki emellerine son verilmiş, böylece Anadolu’da birlik sağlanmıştır. Balkanlarda elde edilen yeni topraklarla Osmanlı Devleti bir imparatorluk halini almıştır.

Fatih’in 1481’de ölümünden sonra büyük oğlu Bayezid tahta geçmiştir. II. Bayezid, kar-deşi Şehzade Cem’in saltanat davasına kalkışması ve sonra Rodos şövalyelerinin eline dü-şerek bir şantaj vasıtası olarak kullanılmasından dolayı Batı’ya karşı ihtiyatlı bir siyaset iz-lemek zorunda kalmıştır. Venedik ve Macaristan ile zaman zaman savaşlar yapılmış, Kili ve Akkirman alınarak Boğdan, Osmanlıya geçmiştir. Venedik ile yapılan savaşların sonun-da İnebahtı, Modon, Koron, Navarin gibi bazı Mora sahil kale ve limanları alınmıştır. Bu dönemde Memluklarla da savaş yapılmış, fakat bu devlete karşı başarı kazanı lamamıştır. II. Bayezid döneminde Şah İsmail’in halifelerinden Şahkulu Baba Tekeli’nin Anadolu’da Kırşehir, Tokat, Yozgat, Amasya ve Çorum çevrelerin de çıkardığı büyük ayaklanma güç-lükle bastırılmıştır (1511). II. Bayezid, padişahlığı 24 Nisan 1512’de oğlu Selim’e bıraktık-tan kısa bir süre sonra, 26 Mayıs 1512’de vefat etmiştir.

FATİH VE II. BAYEZİD DÖNEMİ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI Fatih, babası II. Murad gibi ilme, sanata ve âlimlere çok önem vererek İstanbul’u Doğu’nun ve Batı’nın en büyük kültür merkezi yapmak için büyük gayret göstermiştir. Ayrıca o, din ve mezhep farkı gözetmeksizin ilim adamla rını korumuş, onlara büyük değer vermiş-tir. İtalyan Giovanni Mario Angiolello, meşhur ressam Gentile Bellini, İstanbul fethinde esir düşen âlim Amirokis ile oğlu da Fatih’in sarayında himaye edilen kişilerdendir. Ay-rıca eski eser tutkunu ve arkeoloji meraklısı olan Angona’lı Criacus da İstanbul’a gelmiş, Fatih’in sarayında kâtiplik yapmıştır.

XV. Yüzyıl Batı TürkEdebiyatı II: Anadolu Sahası Türk

Edebiyatı (1450-1500)

Page 120: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı114

Fatih döneminde, eskiden beri fıkıh, kelâm, mantık, meânî ve bunlarla ilgili ilimler okutulduğu gibi, müspet ilimlere karşı da büyük ilgi gösteriliyordu. Fatih, “Sahn-ı Seman” adı verilen sekiz büyük medreseyi kurmuş ve bu medreselerde Ali Kuşçu (öl. 1474), Hayâlî Şemseddin (öl. 1470), Molla Hüsrev (öl. 1480), Hocazâde Muslihiddîn Mustafa (öl. 1488), Hatibzâde Muhyiddîn Mehmed (öl. 1495) gibi devrin en büyük âlimleri ders vermiştir.

Arapça ve Farsça yanında, İbranice, Keldanice, Yunanca, İslavca ve Latinceyi de bilen ve bu dillerden bazılarına hakkıyla vakıf olan Fatih, kitapla ra düşkün bir padişahtır. Top-kapı Kütüphanesi Fatih kitapları koleksiyonunda İslamî eserlerden başka 585 adet yazma bulunmaktadır. XI. ve XV. yüzyıllara ait olan bu yazmaların bir kısmı fizik ve matematik eserleri, bazıları da Kitab-ı Mukaddes ve tefsirleridir. Bunların yanında Fatih’in emri ile bazı eserlerin tercümeleri de yapılmıştır. Bu eserler arasında, Kitâbu Usûl ve’l-Erkân adı ile anılan Öklidis’in hendese alanında tanınmış eseri Kitâb-ı Öklidis, Kitâb-ı Mesâdarat ile Batlamyus’un ilm-i hey’et hakkında yazılan meşhur eseri Kitâb-ı Mecestî’si (asıl ismi Matimatikî Sintaksis), büyük dil ve fen âlimi Sibeveyh’in nahiv ilminde önemli eserinin Şeyh Ebu Said Sayrafî tarafından yapılan şerhi önde gelenlerdir. Ayrıca bu eserler Fatih devrinin tezyinatını ve cilt sanatını da ortaya koyan önemli belgelerdir. Fatih Sultan Meh-med dinler, mezhepler ve inanç sistemleri ile tabiatüstü meseleleri incelemeye meraklı bir padişahtır. Hurufiliği, Hıristiyan inancını incelediği gibi, yapılan ilmî tartışmaları takip etmiş ve bunların yazılmasını istemiştir.

Fatih ve oğlu Bayezid devrinde yazılan eserlerle Türk dili ve edebiyatı önemli geliş-me göstermiştir. Bu dönemde yapılan çalışmaları ve yazılan eserleri, “Türk Dili” ve “Türk Edebiyatı” şeklinde iki ana başlıkta değerlendir mek mümkündür.

Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk DiliTürk dilinin Fatih devrine kadar geçirdiği tarihî süreç, Altay, En Eski Türkçe, İlk Türkçe, Eski Türkçe ve Orta Türkçe şeklinde dönemlere ayrılır. Bunlardan ilk üç döneme ait me-tinler ele geçmemiştir. Bu sebeple bu devirler faraziye (=varsayım) olarak görülür. Elde bulunan en eski metinler ise, Eski Türkçe (VII–XI. yüzyıllar) ile Orta Türkçe (XII- XV. yüzyıllar) dönemlerine aittir. Bu tasnife göre Fatih devri Orta Türkçenin son yüzyılını meydana getirir. Türkçenin bundan sonraki dönemlerine, Yeni Türkçe (XVI–XIX. yüzyıl-lar) ve Modern Türkçe (XX. yüzyıldan sonra) adları verilmiştir.

Fatih dönemini de içine alan Orta Türkçe; Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi ol-mak üzere ikiye ayrılır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda Eski Türkçenin bir devamı olan Kuzey-Doğu Türkesi (Hakaniye Türkçesi), XIV. asırdan sonra Kuzey Türkçesi (Kıpçak Türkçe-si) ve Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi) şeklinde devam etmiştir. Batı Türkçesi ise, Oğuz Türkçesinin kolları olan Türkiye Türkçesi ve Azerî Türkçesi şeklinde varlığını sürdürmüş, ancak bu iki kol XVI. yüzyıldan itibaren ayrılmaya başlamıştır.

Eski Türkçe devrinde ağız seviyesinde görülen farklılıkların Orta Türkçe devrinde şive durumuna geçtiği görülür. Buna göre Türkçe, Anadolu, Balkanlar, Mısır, Kırım, Deşt-i Kıpçak, Altınordu, Harezm, Batı ve Doğu Türkistan ile baştanbaşa Asya’nın kuzey bölge-lerinde geniş bir sahada varlığını sürdürmüştür.

Page 121: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 115

Fatih devrinde Orta Türkçe devrini kapatan Türk dilinin Mısır Kıpçak Türkçesi kolu (Kuzey Türkçesi), Anadolu Türkçesine tam bir geçiş yapmış, klasik Çağatay Türkçesi baş-layıp devam etmiştir. Eski Türkiye Türkçesi diye de anılan Eski Anadolu Türkçesinin so-nuna gelinmiş ve Klasik Osmanlı Türkçesi başlamıştır. Bu dönemde Mısır’da yazılan eser-lerin dili ile İstanbul’da yazılan eserlerin dilinde bir fark yokken, Doğu Türkçesinde veri-len eserlerin dilinde, Batı Türkçesinin etkisi görülür. Eski Türkçenin bazı özelliklerini ko-ruyarak gelişen Doğu Türkçesi, Nevâî ile başlayan Klasik Çağatay Türkçesi ne geçişte, Batı Türkçesi tesirini en az seviyeye indirmiştir. Bunun yanında doğu ve batı Türklüğü arasın-daki ilişki hiçbir zaman kesilmemiştir. İstanbul ve diğer kültür merkezlerinde bulunan şairler divanlarında yer yer Çağatay Türkçesi ile gazeller de yazarak, kültür ilişkisini ve Nevâî diline verdikleri değeri ortaya koymuşlardır.

Osmanlıda, II. Murad devrinde büyük kültür hareketleri, sade ve açık Türkçe eserler yazma (Türkçecilik) akımı devam etmiş ve bu anlayış Fatih ve II. Bayezid döneminde de varlığını göstermiştir. Devrin eserlerinde, sade ve konuşma diline yer veren bir anlatım vardır. Ancak Fatih devrinde yazılan mensur eserlerde, özellikle Arapça ve Farsça olmak üzere başka dillerden kelimelerin ve bazı gramer şekillerinin kullanılması gittikçe artmış-tır. Bu durum, nesirde heybetli ve gösterişli (süslü, sanatlı) bir dilin ortaya çıkmasına se-bep olmuştur. Fatih devrinde yetişen ve II. Bayezid devrinde eser veren, Kıvâmî, Tursun Bey ve Sinan Paşa gibi şahsiyetler de nesir dilinde görülen bu gelişmelere paralel bir yol tutmuşlar, Sinan Paşa ve Tursun Bey sanatlı (süslü) nesrin öncüleri olmuşlardır.

Fatih ve II. Bayezid Döneminde Türk Edebiyatı Türk edebiyatı, Fatih Sultan Mehmed’e gelinceye kadar, başşehir olan Bursa ve Edirne’de canlı bir şekilde varlığını sürdürüyordu. Bunun yanında Konya, Amasya, Manisa, Kas-tamonu gibi diğer bazı şehirlerde, eskiden gelen kültür faaliyetleri devam etmekte idi. İstanbul’un fethi ile durum değişmiş, ilmî, edebî ve kültürel faaliyetler buraya taşınmış, diğer yerler de eski canlılıklarını kısmen yitirmişlerdir. Ancak bunlar arasında Edirne ve Bursa her zamanki durumunu korumuştur. Şehzadelerin bulundukları şehirler ise, İstanbul’u model alarak ilmî, edebî ve kültürel faaliyetlerine devam etmişlerdir.

Tarihte bir çağın kapandığı ve başka bir çağın açıldığı Fatih dönemi, Türk dili ve edebi-yatı için de bir devrin sona erişi, buna bağlı olarak yeni ve büyük bir devrin başlangıcı ol-

Tarihî Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin Anadolu’da gelişen ve daha sonra Os-manlı Türkçesi adını alan koludur. Fatih devrine kadar gelen Türkçe, Tarihî Türki-ye Türkçesi (XIII-XX.)nin ilk halkasını teşkil eder. Türkiye Türkçesini, gelişim süre-cini dikkate alarak,A. Tarihî Türkiye TürkçesiI. Eski Anadolu (Türkiye) Türkçesi (XIII-XV. yüzyıllar)II. Osmanlı Türkçesi (XVI-XX. yüzyıllar)a. Klâsik Osmanlıca (XVI-XIX. yüzyıllar)b. Yeni Osmanlıca (XIX-XX. yüzyıllar)B. Modern (Yeni) Türkiye Türkçesi (XX. yüzyıl…)şeklinde tasnif etmek mümkündür. Bu durumda Fatih devri Türkçesi, Eski Türki-ye Türkçesi de denilen Eski Anadolu veya İlk Osmanlı devri Türkçesinin son döne-mini teşkil eder. Bu devirde Azerî ve Osmanlı Türkçesi kesin olarak birbirinden ay-rılmamıştır. XVI. yüzyıla girerken her iki bölgenin farklı ağız şekillerini kendilerine mal ederek ayrılmaya başladıkları görülür. Bundan dolayı Fatih dönemi, Batı Türk-çesi açısından bu farklılıkların başladığı bir dönemdir.

Page 122: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı116

muştur. XV. yüzyılın sonunda Fatih ve II. Bayezid’in ilk on dokuz yıllık saltanatına paralel olarak Orta Türkçe devrini tamamlayan Türk dili de, Yeni Türkçe devrine geçmiştir. Türk edebiyatı ise, devlet adamlarının da katkısıyla, yeni alanlarda gelişerek kuruluş devrini ta-mamlamış ve “Klâsik Türk Edebiyatı” dönemi başlamıştır.

Fatih devri edebî faaliyetleri, İstanbul’da padişah ve vezirlerin etrafında canlı bir şekilde varlığını sürdürmüştür. Fatih, Avnî mahlası ile şiirler söyleyen ve Divan’ı olan ilk Osman-lı padişahıdır. İlme, sanata ve şiire karşı büyük ilgisi olan Fatih, şairlerle tek tek ilgilenmiş ve meclislerinde onlara yer vermiştir. O, sadece yakınındaki şairlere değil, uzakta olan şa-irlere de ilgi ve desteğini eksik etmemiştir. Karamanlı Nizâmî gibi şairler onun daveti üze-rine İstanbul yolunda can vermişlerdir. Fatih’in vezirlerinden Mahmud Paşa ile Karamanî Mehmed Paşa da dönemin şairleri arasında yer alırlar. Cemâlî ise, fetihten sonra İstanbul’a gelmiştir. Bu devrin en büyük şairi Ahmed Paşa’dır. Şiirleriye dikkat çeken Melîhî, özellik-le gönül redifli murabbaı ile tanınmıştır. Aşkî ise, Fatih’e en çok kaside yazan bir şairdir.

Sarayda görülen bu edebî canlılığa paralel olarak Fatih’in şehzadeleri de şiir yazan ve divanı olan şairlerdir. II. Bayezid, şiirlerinde Adlî mahlasını kullanmış ve bir Divan or-taya koymuştur. Cem Sultan, küçüklüğünden itibaren geniş kültürü ile dikkat çekmekte-dir. Daha 14 yaşında babasının Uzun Hasan üzerine yaptığı seferde Edirne’de Ebulhayr-ı Rûmî’ye Saltuk-nâme hikâyele rinin toplanması için emir vermiş ve bu büyük eserin orta-ya çıkmasını sağlamıştır. Şiirlerinde Cem mahlâsını kullanmış, Divan yazmış ve Cemşîd ü Hurşîd mesnevisini Farsçadan tercüme etmiştir. Sancakbeyi olduğu zamanlarda Kastamo-nu ve Konya’da etrafına hep şairleri toplamış, İstanbul’a paralel olarak Cem şairleri adı ile anılan canlı bir edebî topluluk meydana getirmiştir. Bu şairler Cem’e hayatları boyunca bağlı kalmışlardır. Karamanlı Aynî, Sa’dî-i Cem, Türâbî, La’lî, Kandî ve Şâhidî bunlardandır.

Fatih Sultan Mehmed 3 Mayıs 1481 tarihinde vefat edince, saraydaki edebî faaliyet-ler II. Bayezid’le devam etmiştir. II. Bayezid, daha çok etrafındaki şair ve yazarlara eserler yazdırmıştır. Tursun Bey’in Tarih-i Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Meh-med adlı eseri hep bu padişahın isteği ile yazılmıştır. Sinan Paşa’nın eserlerini yazdığı Fa-tih ve II. Bayezid devri, Türk edebiyatında mesnevi nazım şeklinde yazılan eserlerle dikkat çeker. Akşemşeddinzâde Hamdullah Hamdî ile Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî bu zamanda mesnevi yazan şairlerin önde gelenlerindendir.

Fatih ve II. Bayezid dönemi Türk dilinin genel durumu hakkında bilgi veriniz.

XV. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA ESER VEREN ŞAİR VEYAZARLAR

Avnî (Fatih Sultan Mehmed)Fatih, Avnî mahlasıyla şiirler yazan ve Osmanlıda Divan’ı olan ilk padişahtır. Sehî’ye göre sözleri merdane olan Fatih’in gazelleri, âşıkane ve ders verici özelliktedir. Fatih’in Divan şiirinin genel özellikleri görülen manzumelerinde, devrinde ve sonraki şairlerde olduğu gibi aruz kusurlarına rastlanır. Ancak kafiyede kuvvetli bir tasarrufu bulunan Fatih’in bazı beyitlerinde, sanatkâr kimliğinden çok hükümdar şahsiyetinin açık izleri görülür. O, böy-le olmasına rağmen alçak gönüllü, dünyayı önemsemeyen, içli, lirizme yönelik ve sevgili-ye bütün varlığı ile bağlı bir şairdir.

Bizümle saltanat lafın idermiş ol KaramanîHuda fursat virür ise kara yire karam anı

Virseler mülk-i cihânun tâc u tâht u devletinAvnî kûyun terk itmez başına sultân olup

1

Page 123: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 117

Saltanat tâcına baş egmez kabûl itmez serîrSana bin cân ile kuldur özge sultândur gönül

beyitleri ile bu durum açık olarak görülür. Bu beyitleri Avnî’den başkasının söylemesi de mümkün değildir. Sehî’nin “vâfir eş’ârı var” demesine rağmen Divan’ında yaklaşık 70 şii-ri bulunmaktadır. Ancak mecmua, tezkire ve başka kaynaklardaki şiirleri ile 90’a yakın şi-iri vardır (Bkz. M. Nur Doğan, Fatih Divanı ve Şerhi). Fatih’in şiirleri, Kemal Edip Ünsel, Ahmed Aymutlu ve G. Jakob tarafından yayımlanmıştır. İstanbul Belediyesi, Fatih Millet Kütüphanesi’ndeki Fatih Divanı’nın tek nüshasının tıpkıbasımı ile bazı şiirlerini ve açıkla-malarını yayımlanmıştır (1995). Bunlardan başka, Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde bulu-nan bir mecmuada Fatih, II. Bayezid, I. Selim ve Kanunî Sultan Süleyman’ın seçilmiş bazı şiirleri bulunmaktadır. Bu mecmuadaki Avnî’ye ait on bir gazel, sevgili için yazılmış şiir-lerdir. Fatih’in şiirleri genel olarak değerlendirildiğinde, manzumelerinde sevgilinin bü-yük bir yer tuttuğu görülür. Fatih, devrine göre açık ve anlaşılır bir dille yazdığı hisli şiirle-ri ile birinci sınıf bir şairdir. Fatih’in Melîhî ve Ahmed Paşa murabbaları gibi,

Sevdün ol dilberi söz eslemedün vây gönülEyledün kendüzüni âleme rüsvây gönülSana cevr eylemede kılmaz o pervây gönülCevre sabr eyleyimezsin n’ideyin hây gönülGönül ey vây gönül vây gönül eyvây gönül

bendi ile başlayan “gönül” redifli bir muhammesi, onun bu şairlerden hiç de geri ol-madığını gösterir.

Ahmed PaşaFatih döneminin önde gelen şairlerinden biri olan ve Türk edebiyatında Şeyhî ile Necâtî arasında yer alan Ahmed Paşa, II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendinin oğlu olup Edirne’de doğmuş ve Bursa’da ölmüştür. Bursa’daki Muradiye medresesinde müderrislik yapan Ahmed Paşa, Edirne kadılığı sırasında padişahın dikkatini çekerek pa-dişahın nedîmi ve hocası olmuştur. Şair, İstanbul fethine katılmış, daha sonra kazasker ve vezirlik rütbeleri de elde etmiştir.

Padişah’ın nedimlerinden birine ilgi duyduğu şeklindeki bir söylenti üzerine hapse atı-lan Ahmed Paşa, “Kerem kasidesi”ni yazarak Fatih’e kendini affettirmiştir. Sehî tarafından şiirlerinin halk arasında meşhur olduğu bildirilen şair, Necâtî ve Bâkî gibi döneminin ve sonraki devirlerin önde gelen şairlerini etkilemiş ve bu şairler tarafından üstad kabul edil-miştir. Ahmed Paşa’yı, Tâcizâde Cafer Çelebi gibi, devrinde İran edebiyatını Türk edebiya-tına yansıtan ve nakleden bir şair olarak değerlendirenler de olmuştur.

Edebiyatın gelişmesinde ve şairlerin korunmasında önemli rol oynayan Ahmed Paşa, Melîhî gibi şairleri Padişah’a tanıtmıştır. Onun Kerem kasidesi Şeyhî’ye, Güneş kasidesi Atâî’ye, Gönül murabbaı da Melîhî’ye naziredir. Gönül murabbaına ayrıca Fatih tarafından muhammes şeklinde bir nazire yazılmıştır.

Tarih düşürmekle de dikkat çeken, şiirlerinde sevgiliyi ve aşkı dile getiren Ahmed Paşa, devrin ince ve renkli hayallere sahip bir şairi olup, tasvirleri canlıdır. Nazım tek-niği sağlam ve aruza hakim olan şair, mazmunları ustaca kullanır. Arapça, Farsça şiirle-rin yanında Rumca da gazel yazmıştır. 1496 yılında Bursa’da ölen Ahmed Paşa’nın bilinen tek eseri Divan’ıdır. Ali Nihad Tarlan, Divan’ın 15 nüshasından hareketle karşılaştırılmalı metnini yayımla mıştır. Harun Tolasa, Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası adı ile bu divanı tahlil etmiş ve edebî durumunu ortaya koymuştur.

Page 124: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı118

Şiirlerini temiz, açık, akıcı ve anlaşılır bir Türkçe ile söyleyen Ahmed Paşa’nın ahenkli ve zarif bir üslubu vardır. Türk dili tarihinde bu açıdan önemli bir yeri olan Ahmed Paşa, Câmi’ü’n-Nezâir’de şiirlerine en çok yer verilen şairlerin başında gelir.

Adnî (Mahmud Paşa)Fatih’in sadrazamlarından olan Mahmud Paşa, dönemin tanınmış şairlerinden dir. Aslen Sırp olan Mahmud Paşa, Edirne sarayında eğitilmiş, Fatih’in dikkatini çekmiş ve padişahla seferlere katılmıştır. Belgrad muhasarasında yararlıklar gösteren Mahmud Paşa daha son-ra vezir olmuştur. Amasra, Sinop ve Trabzon fetihlerinde bulunduğu gibi, Sırbistan’ın ele geçmesinde büyük rol oynamış, ayrıca Bosna’yı fethetmiştir. Arapça, Farsça, Sırpça yanın-da Rumca da bilmektedir.

Şiirlerinde Adnî mahlasını kullanan ve Divan’ı bulunan Mahmud Paşa, Farsça ve Türk-çe yazdığı şiirler ile tanınmıştır. Yeni ve orijinal söyleyişler ile hikmetli sözlerden olu-şan şiirlerinin sanat yönü ön plândadır. Karamanî Mehmed Paşa ve Kasım Paşa gibi âlim ve şairleri koruyup yetişmelerine katkı sağlamış ve onları devlet hizmetine yöneltmiştir. Hayâlî, Sarıca Kemal ve Enverî, onun himâye ettiği şairlerdendir. Divan’ının nüshaları İstanbul’da bulunanlar dışında, Mısır Hidiv kitaplığına kadar gitmiştir. Câmi’ü’n-Nezâir’de ve başka nazire mecmualarında pek fazla şiiri bulunmaktadır.

Nişânî (Karamanlı Mehmed Paşa)Fatih döneminin bir başka vezir şairi, Karamanlı (=Karamanî) Mehmed Paşa’dır. Sehî’nin verdiği bilgilere göre Celâleddîn-i Rûmî neslinden olan Mehmed Paşa, şiirlerinde Nişânî mahlasını kullanmıştır. Bilgili ve anlayış sahibi bir kimse olan şair, nişancılıktan vezirli-ğe yükselmiştir. Memleketi ve halkı en iyi şekilde düşünüp idare etmeye çalışmıştır. Önce Mahmud Paşa medresesinde hocalık yapan ve Arapça bilgisiyle Fatih’in takdirini kaza-nan Karamanî Mehmed Paşa, sonra Fatih kanunnamelerinin tertip ve tanziminde görev almıştır. Fatih’in Uzun Hasan’a gönderdiği meşhur mektup da onun tarafından yazılmış-tır. Fatih’in ölümü üzerine, Mehmed Paşa da yeniçeriler tarafından şehit edilmiştir. Me-zarı Şeyh Vefa tekkesindedir. Arapça risaleler yazması ve resmî kitabete şekil vermesi ayrı bir yönüdür. Şiirlerinde açık, akıcı ve anlaşılır bir dil kullanmış olan Nişânî, bu bakımdan Türk dili tarihi içinde önemli bir yere sahiptir.

CemâlîŞeyhî’nin yeğeni olan Cemâlî, Fatih dönemi şairlerinden olup Akşehirlidir. 1410 yılına ya-kın bir tarihte doğduğu ve II. Bayezid’in saltanatının son yıllarında vefat ettiği göz önüne alınırsa, uzun bir ömür sürmüş ve bu üç padişah döneminde şiirler yazmıştır. Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn adlı mesnevisine zeyl yazmıştır. Gülşen-i Uşşâk adlı mesnevisini 1446 yılın-da yazan şairin Miftahü’l-Ferec mukaddimesinde yer alan,

Şâh içün düzmiş idüm bir hoş kitâbKim safâ bulurdı andan şeyh ü şâb....Anı tertîb eyledüm Sultân içünBunı tertîb it Mehemmed Han içün

şeklindeki beyitlerinden saraya yakın bir şair olduğu anlaşılmaktadır.Fetihten sonra İstanbul’a gelen şair, yazdığı kaside ve kıtalarında İstanbul’ un fethini

anlatmış ve Fatih Sultan Mehmed’i övmüştür. Kasidelerinin yanında gazel ve kıtalarında da övgüye yer veren Cemâlî, sevgili ve aşk konulu gazeller de yazmıştır. Cemâlî’nin şiirle-rinde dönemine göre kendine has buluş ve deyiş leri vardır. Arapça ve Farsça şiirler de ya-

Page 125: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 119

zan Cemâlî, döneminin çok yazan bir şairidir. O, manzum tarihlerin yanında “acîb” şiirler de yazmıştır. Türk edebi yatında, Ahmed Paşa, Cem Sultan ve Karamanlı Aynî ile birlikte manzum (ebcedle) tarih düşürmeyi başlatan şairlerden biridir. Ayrıca elif harfini ve nok-talı harfleri kullanmadan gazeller yazması dikkat çeker. Divan’ında dili ağırlaşmaya başla-yan ve klâsik Osmanlı Türkçesine yöneldiği anlaşılan Cemâlî’nin diğer eserlerinde dilinin açık ve anlaşılır olduğu görülür.

Cemâlî’nin bilinen eserleri, Divan, Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’inine yazdığı zeyl, Hümâ ve Hümâyûn, Miftâhu’l-Ferec, Resâil, Der-beyân-ı Meşakkat-ı Sefer ü Zarûret ü Mülâzemet ve Yûsuf u Züleyhâ’dır.

Cemâlî’nin ilk manzumesi, 18-20 yaşlarında iken Şeyhî’nin Hüsrev ü Şîrîn’ine yazdı-ğı 109 beyitlik zeyldir. Şair, Hümâ vü Hümâyûn, (Gülşen-i Uşşâk)’u 1446 yılında II. Mu-rad için yazmıştır. Eserde yer alan Hümâ erkek, Hümâyûn da kadın kahraman olup şair, bu iki bu kahraman arasındaki aşkı işlemiştir. Miftâhu’l-Ferec, dinî konuda yazılmış bir eser olup 1456 yılında Fatih’e sunulmuştur. Ayrıca, eserde Fatih için yazılmış kasîdeler de bulunmak tadır. Resâil (Risâle-i Acîbe) ise, şairin Miftâhü’l-Ferec mukaddimesinde ‘acayib’ diye zikrettiği ve Fatih’e sunduğu bir eserdir. Cemâlî böyle orijinal bir eserin Türkçede ilk defa kendisi tarafından yazıldığını,

Gerçi anılur Resâil ismileLîk Türkî yog-ıdı bu resmile

beytinde bildirmektedir. Şair bu adla ikinci bir risalesinden bahsederse de bu esere rastlanmamıştır.

Cemâlî, Arnavutluk seferi için Der-beyân-ı Meşakkat-ı Sefer ü Zarûret ü Mülâzemet adını taşıyan ve Arnavutluk seferini anlatan 73 beyitlik bir mesnevi yazmıştır. Yûsuf u Züleyhâ, Cemâlî’nin bir başka mesnevisidir.

Divan, harekeli ve karışık şekilde düzenlenmiş bir eser olup içinde Türkçeden başka Arapça ve Farsça şiirleri de vardır. Ayrıca kaside, gazel, müstezad ve tarihlerin başında ge-nellikle açıklayıcı başlıklar yazılmıştır.

Cemâlî yarım asrı geçen şairlik hayatında Türk dili ve edebiyatına orijinal eserler ka-zandırmıştır. O, şiirlerini ve eserlerini daha çok II. Murad ve Fatih dönemlerinde yaz-mıştır. Latifî, şair hakkında hayli övgüde bulunmuş, ancak Hasan Çelebi bu kadar çeşit-li şiirleri ile şöhret sahibi olmayan şairi öven Latifî’yi yadırgayıp görüşlerine katılmamış-tır. Klâsik Osmanlı Türkçesine geçişte Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini devam ettire-rek eserler ortaya koyan şair, Türk dili tarihi içinde bu yönü ile önemli bir yere sahiptir.

AşkîFatih’in yakın çevresinde bulunan ve ona otuza yakın kaside yazan bir başka şair de Aşkî’dir. Şairin padişaha yakınlığı ve o devirdeki rağbeti yanında, şiirin kurallarına hâkim, gazelleri-nin güzel olduğunu ifade eden Sehî, daha sonraki devirlerde şiirdeki tesirinin devam etme-diğini de belirtmektedir. Latifî, Hasan Çelebi ve Âşık Çelebi’nin değerlendirmelerine göre, şiirinde akıcılık olmadığı gibi, yazdıklarının da bir önemi ve şöhreti bulunmamaktadır. Fatih’e yakın olmakla bir üstünlük sağlayan şairin bu durumunu, dönemi şairlerinden birisi,

Âşkiyâ tâli’üne aşk olsunGerçi nazmun kötü sitâren eyü

mısralarında açıkça dile getirmiştir. Câmi’ü’n-Nezâir’de şairin yirminin üstünde şiirine yer verilmesi onun Türk şiirinde önemli bir yerinin olduğunu gösterir. Aşkî’nin gazel ve kasidelerinden başka Nizâmî’den yaptığı Heft Peyker çevirisi vardır. Bu eseri tanıtan Gü-nay Kut, Cemâlî’nin tezkirelerde belirtildiğinin aksine çok iyi bir mesnevi şairi olduğu-nu ifade etmektedir.

Page 126: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı120

MelîhîFatih Sultan Mehmed’in himâye ettiği şairlerden birisi de Melîhî’dir. Aslen Tokatlı olan şa-irin kaynaklarda Sinop veya Kastamonulu olduğu da belirtilir. Şeyh Rûşenî’nin çocukluk arkadaşı olan Melîhî, öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî ile sınıf arkadaşı olmuştur. Dönemi şairleri arasında şiir yazmada benzeri olmayan bir şair olup hikmetli söz söyle-mede öncüdür.

Bedî’ ve beyân yönünden oldukça başarılı olan Melîhî, şiirde Ahmed Paşa’ nın hocası-dır. Onun tarafından Fatih Sultan Mehmed’e tanıtılmıştır. Fatih Melîhî’ye yakınlık göster-miş, onun sohbetlerinden büyük zevk almıştır. Güzel, anlaşılır ve temiz bir Türkçe ile şi-irler söyleyen Melîhî, zarif ve nüktedan bir şairdir. Şiir tekniğini ve ilmini de çok iyi bilen şairin az sayıdaki şiirleri, halk arasında yayılmış ve bunlara pek çok şair tarafından nazire söylenmiştir. Rindane ve âşıkane şiirlerini oldukça sade bir dille yazan Melîhî’nin külfetsiz ve rahat bir söyleyişi vardır. Duyguları samimî, hayalleri ince ve renklidir. “Gönül” re-difli murabbaı devrinde çok beğenilmiştir.

Seni bend itdi çün ol zülf-i semensây gönülKılmadun dahı halâs olmak içün rây gönülİtdi sevdâ seni âlemlere rüsvây gönülGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

şeklinde başlayan bu murabbaına Ahmed Paşa nazire yazmış ve bu nazirelerin uzantısı Fatih’e kadar geldiği gibi, daha sonralarda da görülmüştür. Böylece bir “gönül” şiirleri sil-silesi ortaya çıkmıştır. Ayrıca pek çok Divan şairi onun şiirlerine nazireler yazmışlardır.

Bütün bu olumlu yönlerine rağmen kendisini şaraba kaptıran Melîhî, bu sebeple pa-dişah hizmetinden ve saraydan uzaklaştırılmıştır. Fatih içmesini yasakladığı hâlde, şaraba düşkünlüğünün önünü alamamıştır. Belki az sayıda şiir yazması da bu yüzdendir. Şiirleri, Câmi’ü’n-Nezâir ve Mecma‘u’ n-Nezâir gibi Türk şiir tarihinin önde gelen mecmuaları baş-ta olmak üzere diğer nazire mecmualarında yer almıştır.

Karamanlı NizâmîKaramanlı Nizâmî, Fatih Sultan Mehmed devrinde yaşayan bir şair olup Karaman Beyliği sınırları içinde yer alan Konya’da 1435-1440 yılları arasında doğmuştur. Şiirlerinden genç yaşta olmasına rağmen iyi yetişmiş kültürlü bir şair olduğu anlaşılmaktadır. İlk öğrenimi-ni babasından gören Nizâmî, daha sonra İran’da Farsça ile şiir sanatı ve edebî bilgileri öğ-renmiştir. İbrahim Bey’in Karaman beyi olduğu zamanlarda Konya’ya dönen şair, İbrahim Bey ile Pir Ahmed Bey’e kasideler sunmuştur. Mahmud Paşa, beğenip koruduğu Nizâmî’yi Fatih’e tanıtmıştır. Nizâmî’nin ününü duyan padişah onu İstanbul’a çağırmış, ancak şair 30-35 yaşlarında iken İstanbul yolunda ölmüştür.

Zamanında çok tanınıp sevilen Nizâmî, II. Bayezid’in vezirlerinden Cezerî Kasım Paşa, Sâfî ve Ahmed Paşa’ya nazire söylemekle tanınmış, yerine göre Ahmed Paşa’dan üstün tutulmuştur. Latifî’nin bu şairi övmesi, şiirinin on altıncı yüzyılda beğenildiğini gös-termektedir. İran şairlerinden etkilenen Nizâmî, Hâfız’ın gazellerine nazire ve tahmisler yazmıştır. Onun, Fatih devrinde başlayan nazirecilik akımı içinde de önemli bir yeri var-dır. Başta Ahmed Paşa olmak üzere Ahmedî, Şeyhî, Adnî, Atâî, Hafî-i Edirnevî, Kadı Bur-haneddin, Mehdî, Nesîmî, Safâî, Ulvî gibi şairlerin şiirlerine elliye yakın nazire yazmış-tır. Bununla birlikte Nizâmî’nin şiirlerine de nazireler yazılmıştır. Ona nazire yazan şairler arasında, Zâtî, Bâkî, Nazmî, Sultan Cem, Necâtî, Kemal Paşazade ve Râgıb Paşa gibi pek çok tanınmış şair vardır. Bu da Nizamî’nin şöhretinin kendinden sonraki asırlara ulaştı-ğını göstermektedir.

Page 127: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 121

Üç dilde şiirler söyleyen Nizâmî’nin Türkçe ve Farsça şiirleri elde bulun masına rağ-men Arapça şiirlerine ulaşılamamıştır. Şiirinde devrin hayatına, halkın yaşayışına yer ve-ren şairin halk şiirini andıran mısra ve beyitleri vardır. Şiirlerinde ahenk güzelliği bulu-nan ve vezne hakim olan şairin ifadesi düzgün ve kuvvetlidir. Manzumelerinde hece tek-rarları, cinas ve tevriye gibi söz sanatları dikkat çeken Nizâmî, şiirinde daha çok dış görü-nüşe önem vermiştir. Benzetme ve kelime oyunlarıyla şiirinin kusurunu örtmeyi başara-bilen bir şairdir. Yer yer hicve yönelen şairin bu durumunu, bir kızgınlık anının ifadesi ve sevgiliye hücumu olarak düşünmek gerekir.

Nizâmî’nin elde bulunan eseri küçük bir Divan’dır. Nizâmî, şiirlerinde yabancı dilden al-dığı tamlamaların kısa şekillerini seçmesi ve daha sonraki devirlerde azalacak olan Türkçe kelimelere daha fazla yer vermesi, mazmunlar dan kurtulma gayretleri, konuşma dilini kul-lanmasının yanında örf ve adetlere yer vermesi ile Türk dili tarihi içinde ayrı bir yer tutar.

Sarıca Kemal (Kemal-i Zerd)Sarıca Kemal de, Fatih devri şairlerinden olup 1483 yılında ölmüştür. Saruhan vilayetinin Bergama kasabasından olan şair, Mahmud Paşa tarafından korun muş ve teşvik edilmiş-tir. Devrinin önde gelen şairlerinden olan ve Divan’ı bulunan Sarıca Kemal, Latifî’ye göre Mahmud Paşa’nın hocası ve musahibi, Sehî ve Âşık Çelebi’ye göre ise Paşa’nın musahibi olup çocuklarının hocasıdır.

Sehî ile Latifî, Paşanın ölümü(1474)’nden sonra Hasköy’deki çiftliğinde çiftçilikle uğraştı-ğını, Âşık Çelebi ile Kınzalızade ise, Hasköy’deki medresesinde müderrislik yaptığını belirtirler.

Sarıca Kemal, Fazlullah b. Abdullah’ın hicrî VII. yüzyılda yazdığı Târihü’l-Mu’cem fî Âsâr-i Mulûkü’l-Acem adlı eserini Belâgat-nâme adıyla Türkçeye çevirmiştir. Yapılan araş-tırmalar Sarıca Kemal’e mal edilen Selâtin-nâme’nin bu devirde yaşayan bir başka Kemal’in olduğunu ortaya çıkarmıştır. Selâtin-nâme 1490 yılında Kemal isimli başka bir şair tara-fından II. Bayezid’e sunulmuştur. Halbuki Sarıca Kemal (=Kemal-i Zerd) bu tarihte çok-tan ölmüştür. Şairin elde bulunan Divan’ının iki nüshasında ise, sadece gazeller bulun-maktadır. Sehî, onun gazel tarzında başta gelen şairlerden olduğunu, şiirlerinde atasöz-lerini iyi kullandığını belirterek övmüştür.

Zeynep HanımZeynep Hanım (öl.1474), Fatih devrinde Amasya’da yetişen iki kadın şairden biridir. Kadı olan babasından devrinin ilimlerini, Arapça ve Farsçayı öğrenen Zeynep Hanım, musiki-de de bilgi sahibidir. Onun tezkirelerde Fatih adına düzenlediği belirtilen Divan’ı ele geç-memiştir. Şeyhî’ye nazireler yazmış olan Zeynep Hanım’ın tezkirelerde verilen örnek-lerden sade ve samimî şiirler yazdığı anlaşılmaktadır. Sehî’nin yer verdiği,

Şehâ bu sûret-i zîbâ sana Hak’dan hidâyetdürSanasın sûre-i Yûsuf cemâlünden bir âyetdür

Senün hüsnün benüm ışkum senün cevrün benüm sabrum Bular her dem-be-dem artar dükenmez bî-nihâyetdür

beyitlerine göre, şarkıya ve musikiye yönelen kıvrak, uçarı, akıcı ve neşveli bir dili var-dır. Şiirlerinden anlaşıldığına göre Zeynep Hanım, döneminde şiir ve edebiyat kültüründe önde gelen ve gelecekte unutulmamak düşüncesinde olan bir şairdir. Zeynep Hanım’ı ka-dın şair olarak Mihrî Hatun (öl. 1506) izlemiştir.

Page 128: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı122

Zeynep Hanım’ın bir gazeli1. Keşf it nikâbunı yiri gögi münever it Bu âlem-i anâsırı Firdevs-i enver it2. İki cihânda kalmamışam nesneye hemîn Yâ Rab Habîbünün bana vaslın müyesser it3. Depret lebüni cûşa getür havz-ı kevseri Anber saçunı çöz bu cihânı mu‘attar it4. Yârâ yolunda ışk ile derdünden öleni Kim dir sana ki hecr ile cânın mükedder it5. Hattun berât yazdı sabâya didi ki tîz Var mülket-i Hıtâ ile Çîn’i musahhar it6. Âb-ı hayât olmayıcak kısmet iy gönül Bin yıl gerekse Hızr-ıla seyr-i Sikender it7. Zeyneb çü dost zülfi bigi târmârsın Dîvâne olma şi‘rüni dîvân u defter it

HufîHufî, Fatih devrinde esnaf arasından çıkan şairlerden olup kunduracıdır. Bu şairlerin ye-tişmeleri, ilim ve sohbet meclislerine devamları ile olmuştur. Latifî’nin ‘kitap ve defter-siz müftî ve müderris olmış-ıdı’ şeklinde bahsettiği Hufî’nin hafızası güçlüdür. Şöhretini duyan Fatih, onu saraya çağırıp şiirlerini dinlemiş ve kendisine ihsanlarda bulunmuştur. Fatih’in beğendiği ve nazire mecmualarında pek çok şiiri bulunan Hufî’nin Divan’ı olduğu söylenir. Şairin, sevgiliyi konu alan, sade ve akıcı gazelleri vardır. Ayrıca anlam söz ilişki-sine dikkat eden bir şair olup, cinaslı söyleyişlerle dikkat çeker.

Fatih döneminde yukarıda bilgi verilenlerden başka Fenâyî, Hamîdî, Kabûlî, Le’âlî, Ulvî, Fenârîzâde Ali Çelebi, Cenderecizâde Şemsî gibi çok sayıda şairin yetiştiği, padişaha ve dev-let adamlarına şiirler sundukları görül mektedir. Sehî Bey, Fatih devrinde dikkat çeken bir şair olan Fenâyî hakkında; “güzel yaratılışlı, açık zihinli, şiirlerinde hâl bulunan, çok gazel ya-zan, divan sahibi, şiir ve söz ilminde hünerli bir kimsedir” diye söz etmiştir. Dönemin şairleri, sevgili için söylediği sade gazellerle tanınan Fenâyî’den şiirlerinde söz etmişlerdir.

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı ülkesine dışardan gelen şairlere de yakınlık göster-miştir. Isfahanlı Hamîdî böyle bir şairdir. Kastamonu ve Bursa’dan sonra İstanbul’a gelen Hamidî’yi Murad Paşa padişaha tanıtmıştır. Fatih’e musahiplik yapan ve onun takdirini kazanan şair, padişaha kasideler ve çeşitli manzumeler sunup, Sultanın kütüphanesi için kitaplar istinsah etmiş, tercüme ler yapmıştır. Fatih’in sarayında yirmi yıl kalan Hamidî, padişahın verdiği hediyeleri değersiz görerek onu gücendirmiştir. Bunun üzerine saray-dan uzaklaştırılarak Bursa’da Sultan Murad türbesine şeyh yapılmıştır. İstanbul’da bulun-duğu yıllarda şiirlerini divan hâline getirmiş ve Fatih’e sunmuştur. Şair, sarayda gördüğü izzet ve ikramı Hasbihâl-nâme’sinde anlatmıştır.

Şirvan’dan gelen ve Fatih’in sarayında yer tutan bir başka şair de Kabûlî’ dir (öl.1478). Önce Amasya’ya gelen şair, şehzade Bayezîd’den yakınlık görmüş, musahip ve nedim ola-rak yanında kalmıştır. Kabûlî, Fatih’e gönder diği şiirleri sayesinde Osmanlı sarayına gir-miştir. Padişahın meclislerinde bulunan ve seferlere katılan şair, Aşkî ve Ahmed Paşa’nın şiirlerine, padişahın emri ile nazireler yazmıştır. Devlet ileri gelenlerine de şiirler sunan Kabûlî, yedi sene sonra saraydan uzaklaştırılmıştır. Saraya girmek ümidi ile divanını tertip edip padişaha göndermiş, fakat kabul görmemiştir. Şirazlı Kâşifî’yi hicveden şair, bu yönü ile beğenilmemiş ve saraydan uzaklaştırılmıştır.

Page 129: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 123

Fatih dönemi şairlerinden olan Le’âlî, kendini Acem olarak tanıtıp sarayda yer tut-muştur. Aslen Tokatlı olan bu şair, öğrenim için İran’a gitmiş, Molla Câmî’nin meclisleri-ne katılmış ve padişaha ondan selâm getirmiştir. Padişah, Türkçe ve Farsça şiirleri bulu-nan Le’âlî’yi Acem bildiği için ona yakınlık göstermiş, tekke vermiş ve ihsanlarda bulun-muştur. Ancak sonradan Acem olmadığını öğrenince tekkeyi elinden almış ve meclisle-rinden uzaklaştırmıştır.

Fatih’e kaside yazan ve yakınlığı ile bilinen şairlerden biri olan Ulvî’nin adı Şah Ali’dir. Önce II. Murad’a, sonra Fatih’e intisab eden şair, padişahın takdir ve iltifatına kavuşmuş ve ona kasideler sunmuştur. Ulvî’yi Fatih çevresindeki diğer şairlerden ayıran özelliği, tasavvufî yönünün bulunmasıdır. Diğerlerinde bilgide kalan tasavvuf, Ulvî’nin hayatına girmişti.

Fatih’in sohbetlerinde bulunan ve padişahın beğendiği musahiplerinden biri de Fenârîzâde Ali Çelebi’dir. Fenârîzâde Türkçe şiirler yazmakla birlikte daha çok Farsça şiir söylemeyi tercih etmiştir. Bu sebeple padişahın Fars edebiyatını tanımasında önemli rol oynamıştır. İran’da öğrenim gören Fenârîzâde Ali Çelebi önceleri kadılık yapmış, daha sonra Anadolu ve Rumeli kazaskeri olmuştur.

Fatih’in musahiplerinden olan Cenderecizâde Şemsî de Arapça, Farsça ve Türkçe şiir-ler yazmıştır. Önceleri ticaretle uğraşan bu şair, gittiği yerlerden getirdiği hediyelerle pa-dişahın ilgisini çekmiştir. Kendisini beğenen Fatih, onun kabiliyetini keşfetmiş ve defter-dar yapmıştır.

Şehzadelerin Çevresinde Oluşan EdebiyatFatih devrinin canlı ve hareketli ilim ve edebiyat topluluğu, şehzadelerin bulunduğu şe-hirlerde de, saraya paralel veya onun daha küçük bir benzeri olarak devam ediyordu. Amasya bunların başında gelmekte idi. Şehzade Bayezid de bu şehirde kendi etrafında bir sanatkârlar ve şairler topluluğu meydana getirmişti. Şiir meclisini meydana getiren şairle-rin çoğu şehzade Bayezid’in yanında resmî görevi olan kimselerdi. Şiirlerinde Adlî mah-lasını kullanan Bayezid’in Amasya’da bulunduğu sürede yanında Zeynep ve Mihrî hanım-lardan başka, Necâtî, Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi (Hâtemî), Cafer Çelebi’nin ba-bası Tâcî Bey, defterdar Cezerî Kasım Paşa (Sâfî), nişancı Kutbî Paşa, Sinoplu Seyfî ve Âftâbî gibi şairler yer alıyordu. Bunlar arasında Necâtî’nin ayrı bir yeri vardır.

Cem SultanCem Sultan, Edirne’de 23 Ocak 1459 tarihinde doğmuştur. İyi yetiştirilmiş, Farsçayı ve Arapçayı çok iyi öğrenmiş, kültürlü, şair yaradılışlı bir şehzade olan Cem, dokuz yaşında Kastamonu sancak beyliğine gönderilmiştir. Fatih, 1473 yılında Uzun Hasan üzerine çık-tığı seferde Cem’i Edirne’de yerine bırakmış ve Rumeli’nin korunmasını ona vermiştir. 1474 yılında Şehzade Mustafa’nın ölümü üzerine Cem’i Konya’ya, Karaman eyaletine gön-dermiştir. Burada altı yıl kalan şehzade, 3 Mayıs 1481 tarihinde Fatih’in ölümü üzerine sal-tanat kavgalarına karışmış, ancak II. Bayezid ile yaptığı mücadeleyi kaybetmiştir. Güven-diği bazı adamlarının ihanetine uğrayan Cem Sultan, 25 Eylül 1481 tarihinde Kahire’ye gitti. 1482’de Rodos’a, 1489’da Roma’ya ve 1495 yılında Napoli’ye giden Cem, 25 Şubat 1495 tarihinde Napoli’de vefat etti. Ancak onun Avrupa’daki hayatı bir nevi esaret idi. Dört sene sonra da 1499 yılında Bursa’ya defnedildi.

Sanatkâr yönü de bulunan Cem, Konya’da vali iken etrafında topladığı âlim, şair ve sanatkârlarla dikkat çekici bir edebî canlılığın meydana gelmesine, kültür ve edebiyatı-mızın gelişmesine de hizmette bulunmuştur. Sarayının çevresinde sayıları oldukça çok olan bir şairler topluluğu bulun maktadır. Başta şair şehzade olmak üzere, etrafında top-lanan şairlere Cem şairleri adı verilmiştir. Türâbî, Aynî-i Tirmizî, Sirozlu Sa’dî, Haydar, Kandî, Sehâyî, La’lî, Şâhidî, Şerifî-i Âmidî Cem’in çevresinde bulunan şairlerdir. Bu şairler,

Page 130: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı124

Cem’e siyasî hayatı boyunca da vefâ ve bağlılık göstermişler, yanından ayrılmamışlardır. Türk edebiyatında şahsı ve mensup olduğu edebî toplulukla Cem Sultan, kültür ve edebî hareketler açısından başka devirlerde eşine rastlanmayan bir durum gösterir.

Cem Sultan, Konya’da bulunduğu dönemde özellikle defterdar, nişancı gibi memurla-rını da edebiyat ve şiirle uğraşan edebî zevk sahibi kimselerden seçmiştir. Türâbî, Cem’in hocası, Sâdî nişancısı idi. Şâhidî ve Haydar da defterdar olarak hizmetinde bulundular. Bunlar arasında Haydar, Kandî, La’lî ve Sehâyî, Cem’i terk etmeyen ve ömürlerinin sonu-na kadar onunla birlikte gurbette kalan şairlerdir. Cem’in güvendiği dert ortağı, nedimi ve musahibi olan Haydar, Rodos şövalyelerine iltica ettiği zaman Cem ile giden 30 kişi-den biridir. Şehzadenin maceralı hayatına baştan sona ortak olan bu şair, onun ölümün-den sonra eşyalarını, maymununu ve papağanını İstanbul’a getir miştir. Hatta Cem’in çok sevdiği ve yanından ayırmadığı beyaz papağanını siyaha boyayıp, diğer eşyaları ile birlik-te II. Bayezid’e teslim etmiştir.

Cem’in hocası olan Türâbî, şair oluşunun yanında erdem sahibi, olgun ve âlim bir ki-şidir. İstanbul’da yaşamış, kendisine devletten verilen maaş ile geçimini sağlamıştır. Kandî ise gurbette ölmüştür. Sehî Bey, Kandî’ nin Sirozlu olduğunu, akıcı ve güzel şiirleri olup Cem’in makbul musahip lerinden olduğunu belirtmiştir.

Sa’dî-i Sirozî de Cem’e yakın olan ve onunla gurbete giden şairlerdendir. İstanbul’a di-lenci ve derviş kılığında gelen Sa’dî, bazı kimselerle görüşerek bilgi toplamış, ancak yaka-landığı zaman üzerinde çıkan mektuplara padişahın kızması üzerine Galata boğazında denize atılarak boğulmuştur. Cem’in nişan cısı olan bu şair, şiir sanatında ustadır. Açık ve pürüzsüz söyleyen Sa’dî’nin Câmi’ü’n-Nezâir gibi mecmualarda şiirleri vardır.

Şâhidî de Cem şairlerindendir. Hayatı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Gülşen-i Uşşâk veya Mecnûn u Leylâ adındaki mesnevisini 1478 yılında Cem Sultan adına yazmış-tır. Bu eser Türk edebiyatında Leylâ ile Mecnun kıssasını konu edinen geniş anlamda ilk ve önemli bir eser olarak bilinmektedir. Şâhidî dil tarihi açısından ehemmiyetli olan bu eserini yazarken, kendinden önce İran edebiyatında yazılmış olan Nizâmî ve Hüsrevî’nin eserlerinden de faydalanmıştır.

Kaside ve gazellerini Ahmed Paşa tarzında yazan Cem’in Farsça şiirleri de vardır. Şiir-lerinde daha çok yaşadığı hayatın izlerini yansıtan, sevgili, aşk, hasret ve yalvarmanın ya-nısıra Hakk’a teslimiyeti de ele alan Cem, manzume lerinde gözlemlerine yer vermiştir. Oğlu Oğuz Han için yazdığı mersiyesinin,

Cânumı yakdun u yıkdun ömrümün dîvârını Bîd-i eyvânun yıkılsun aşağa geçsün felek

şeklindeki beyitinde Cem’in yaşadığı büyük acı, trajik bir şekilde görülmek tedir. Kasi-delerinde talihinin bağlı olduğu felekten şikâyetleri dile getiren şair, II. Bayezid’e Ahmed Paşa’nın etkisiyle yazdığı ‘kerem’ redifli kasidesinde yer alan aşağıdaki beyitinde,

Âmdur lutf-ı amîmün ko günâhumı benümMerhamet vaktı-durur var-ısa imkân-ı kerem

şeklinde affı için yalvarır. Ancak II. Bayezid bu imkânı tanımaz. Aynı ağla maklı hâllere yer yer gazellerinde de rastlanmaktadır.

Gazel, mesnevi ve muamma şairi olan Cem’in Türkçe ve Farsça Divanları, Cemşîd ü Hurşîd ile Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem isimli eserleri bulunmaktadır. Bursa İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan Türkçe Divan’ın başında Farsça Divan’dan sonra, 11 kaside, 348 gazel, 1 rubâ’î, 41 muamma ile 19 müfredât vardır.

Cemşîd ü Hurşîd, Cem Sultan’ın 19 yaşında iken, 1478’de yazıp babası Fatih Sultan Mehmed’e sunduğu bir mesnevisidir. Eser, Selmân-ı Savecî’nin aynı adı taşıyan mesnevi-

Page 131: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 125

sinin tercümesidir. Asıl adı Âyât-ı Uşşâk olan ve 5374 beyitten meydana gelen bu mesne-vi, sadece bir tercüme olmayıp Selmân’ın eserinden daha zengindir. Eser içinde yer alan gazellerin çoğu Cem Divanı’nda da vardır. Cem, bu mesnevinin özelliklerini ve yaptıkla-rını eserin sonunda “Der-Hatime-i Kitab-ı Ayât-ı Uşşâk” başlığı altında 58 beyitlik bir kı-sımda anlatmıştır.

Fâl-i Reyhân-ı Sultân Cem, 48 beyitlik küçük bir eserdir. İstanbul Üniversitesi Kütüp-hanesi Ty. 5547 ve Ty. 5474 numaralarda kayıtlı Cem Sultan Divanı’nda bulunmaktadır. Eser Dr. Halil Ersoylu tarafından yayımlanmıştır.

Karamanlı AynîCem’e yakınlığı ile bilinen Karamanlı Aynî, aslen Tirmizlidir. Önce Karaman ülkesine gel-miş, sonra devrin önde gelen ilim ve sanat merkezlerinden olan Kastamonu’ya gitmiştir. Şehzade Cem’den ilgi gören ve ona hocalık yapan şair, ondan ayrılmamış; Cem, Karaman’a gönderilince o da yanında gitmiştir. Aynî, Farsça ve Arapçayı çok iyi bilen ve üç dilde şiir yazan bir şairdir. Şairliğinin yanında avâmil, mantık, astronomi ve cifr ile uğraşmıştır. Cem’den başka şiirlerinde Sultan Kasım’a yer veren şair, bu Karaman beyinden yakınlık görmüş ve kasideler sunmuş, ölümü için de bir mersiye yazmıştır.

Şiirlerinde Cem’e geniş yer veren, onu adım adım takip edip kaderine ağlayan Aynî’nin en son 897H.=1491M. yılı için düşürdüğü tarihe göre, Cem’den önce öldüğü anlaşılmak-tadır. Divan’ında Cem için yazılmış bir mersiye de bulunmayan Karamanlı Aynî’nin 1494 yılına kadar öldüğü kanaati ağır basmaktadır.

Aynî’nin bilinen tek eseri, Divan’ıdır. Ancak bu Divan’da gazellerden sonra yer alan muammalar ile kaside ve musammatlar kısmında yer alan Cifr-nâme ise, ayrı birer eser görünümündedir. Şair, 6 Arapça, 103 Farsça, 27 Türkçe olmak üzere 136 muamma yaz-mıştır. Divan’ın kaside ve musammatlar kısmında 58, gazeliyat kısmında da 512 manzu-me bulunmaktadır.

41 muamma yazan Cem Sultan ile 136 muamması bulunan Aynî, Doğu Türkçesi ile mu-amma yazan şairlerin dışında, Anadolu’da ortaya çıkan Türk edebiyatı içinde bu türde ilk defa şiir yazan şairlerdendir. Aynî, divanında sosyal olaylara ve yaşadığı çevrelere yer ver-miştir. Bazı şiirlerinde Kastamonu, Sinop, Konya, Karaman ve Antalya gibi gördüğü yerle-rin güzelliklerini dile getirir. Sevgilinin, şiirlerinde önemli bir yeri vardır. Türk şiirinde var-lığı Divanü Lugati’t-Türk’e kadar çıkan ‘dedim-dedi’ gibi kullanışlar, Aynî’nin şiirinde de gö-rülür. Özellikle musammat gazellerinde ve murabbalarında halk söyleyişleri ağır basar.

Şiirlerini Eski Anadolu Türkçesi ile yazan Aynî, açık ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Gazel ve kasidelerinde halkın da anlayacağı tarzda çok az Farsça tamlamaya yer vermiştir.

“Cem şairleri” hakkında bilgi veriniz.

Adlî (II. Bayezid)Fatih’in oğlu ve Yavuz Sultan Selim Han’ın babası olan Bayezid 1447 yılında Dimetoka’da doğmuştur. Sekiz yaşında Hadım Ali Paşa’nın nezâretinde Amasya valiliği verilmiştir. Dev-rinde en iyi şekilde öğrenim görmüş, Arapçayı ve Farsçayı öğrenmiştir. Molla Selahaddin, Mîrim Çelebi, Hâmidî ve Molla Abdulkadir gibi devrin önde gelen âlimleri elinde yetişen ve Şeyh Vefa gibi mutasavvıflardan da istifade eden Bayezid babası Fatih ve dedesi II. Mu-rad gibi ilim ve sanat adamlarına değer vermiş, Amasya valiliği zamanında etrafın da ilim ve sanat meclisleri oluşturmuştur. Bu dönemde zevk ve eğlenceye düşkün olan Bayezid’i baba-sı azarlamıştır. Hatta bu durumdan sorumlu tuttuğu Müeyyedzade Abdurrahman Efendi’yi cezalandırmak istemiştir. Ancak şehza de kendisini toplamış ve bu hâllerini terk etmiştir. Şehzade Bayezid, Amasya valisi iken Hâtemî mahlası ile şiirler yazan Müeyyedzâde, Cafer

2

Page 132: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı126

Çelebi’nin babası Tâcî Bey, Cezerî Kasım Paşa, Nişancı Kutbî, Sinoplu Seyfî, Âftâbî, Zeynep Hanım ve Mihrî Hatun gibi şairler, şiir meclislerinde bulunmuşlardır.

20 Mayıs 1481 tarihinde tahta çıkan Bayezid, bir süre kardeşi Cem Sultan ile saltanat mücâdelesinde bulundu. Cem’in mağlubiyetinden sonra Avrupa’ya geçmesi üzerine ihti-yatlı davranmak zorunda kalan II. Bayezid, Cem’in 25 Şubat 1495 tarihinde vefatından sonra farklı ve kararlı bir siyaset izledi.

II. Bayezid, padişah olduktan sonra da ilim, edebiyat ve sanatla ilgilenmiş tir. Adlî mah-lasıyla şiirler yazan ve Divan sahibi bir padişah olan II. Bayezid, hat sanatı ile de uğraş-mış, Farsça şiirler de yazmıştır. Ayrıca tarih yazıcılığına önem vermiş, Tursun Bey’e Tarih-i Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’ye de Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eseri yazdırmıştır. O, şair, yazar ve sanatkârları himâye ederek Türkçenin gelişmesine de yardımcı olmuş, hatta on-ların açık ve anlaşılır Türkçe ile yazmalarını istemiştir. Saltanatı oğlu Selim’e bırakarak Dimetoka’ ya giderken 26 Mayıs 1512 tarihinde vefat eden II. Bayezid, ince zevk sahibi, şi-ire ve sanata düşkün bir şair olarak görülür. Adlî, sözlerini ölçülü ve hesaplı söyleyen bir şairdir. Divan’ında ilk şiir olan münacatı, bir düstûr-nâme olup, hayatının sınırlarını çizer. Tabiata ibret gözüyle bakan şair, varlık arkasında Hakk’ı, asıl sevgiliyi görür ve onun karşı-sında hâlden hâle girer. Hikmetli şiirler de yazan ve bu yönü ile babasına ve kardeşine göre üstün olan Adlî’nin yer yer orijinal ve kendine has söyleyişleri de görülür.

Şiirlerinde rind ve derviş tavırları sergileyen Adlî, çoğu zaman sevgili karşısında bir di-lenci ve köle olduğunu ifade eder. Adlî’nin en önemli özelliği, beyitlerinde tenasüp sana-tına en güzel şekilde yer vermesidir. Şiirinde yer yer deyimlere ve halk söyleyişlerine rast-lanan ve tezatlı söyleşiyleriyle dikkat çeken Adlî’nin Mihrî Hatun üzerinde etkisi görülür. Gazellerinin sayısı 150 civarında olan şair, babasının, Ahmed Paşa’nın ve Melîhî’nin “gö-nül” redifli manzumelerinin etkisi ile bir de “gözüm” redifli murabba yazmıştır. Kısmen Necâtî’den etkilenen Adlî, gönülden çok akla hitap eden hikmetli şiirler yazmıştır. Yer yer Farsça tamlamalar kullanmasına rağmen, açık ve anlaşılır bir dili vardır. Şiirlerinde anlam derinliği, üslubunda inişli çıkışlı söyleyişler ile hayallerinde güzellik ve özgünlük bulunan Adlî, daha çok 5 ve 7 beyitten oluşan gazeller yazmıştır. Onun bazı gazellerinde mahlasını sondan bir önceki beyitte kullanması dikkat çeker.

Adlî’nin bir gazeli1. Hâb-ı gafletden uyanup zînet-i eşcâra bak Kudret-i Hakk’a nazar kıl revnak-ı ezhâra bak2. Gözün aç gör nice ihyâ oldı emvât-ı zemîn Haşr-ı ecsâda o münkir itdügi inkâra bak3. Sebz-pûş olup kıyâma turdılar her bir şecer Kıldılar secde huzûr-ı kalb ile kuhsâra bak4. Minber-i şâh üzre çıkmış va‘z ider murg-ı çemen Selsebîl âyâtını tefsîr ider enhâra bak5. Meşrebün âb-ı revân gibi eger sâf eyleyüp Âşık-ı sâdık geçersen gel berü dîdâra bak6. Hâr fikri bülbüle gülden komaz bûy-ı vefâ Yok hisâbına say agyârı berü gel yâra bak7. Yarın anda kalmayın dirsen figân u zârda Adliyâ bunda işitdügün figân u zâra bak

II. Bayezid’in şehzadeleri olan Ahmed, Korkud ve Selim (Yavuz)’in üçü de şairdir. Şehzade Ahmed (1481-1512) Amasya’daki sarayında âlimleri, şairleri, musikişinasla-rı toplamıştır. Şiirleri divan biçiminde toplanmamıştır. Müridî, Âzadî gibi şairler Şehzade Ahmed’in sarayında bulunmuş ve ona kasideler sunmuşlardır.

Page 133: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 127

Şehzade Korkud (1470-1513) şiirlerinde Harimî mahlasını kullanmıştır. Elde bu-lunan Divanı’nın tek yazması ise, oldukça geç bir tarihte istinsah edilmiştir. Pervane Bey mecmuasında bazı şiirleri bulunan Korkud, Hafız ve Şeyhî’ye nazireler yazmış, orta derecede bir şairdir. Korkud’un en çok dikkati çeken özelliği, şiirlerini sade bir dil-le yazması, Farsça tamlamaları az kullanmasıdır. Çok iyi Arapça bilen, İslam hukukun-da derin bilgi sahibi olan Korkud’un, Arapça telif eserleri, şerhleri ve haşiyeleri vardır. Sehî tezkiresin de, Korkud’un mûsikî ilminde de geniş bilgisi olduğu ve “Gıda-yı ruh” adlı bir de saz icat ettiğini belirtmektedir.

Mihrî HatunAmasyalı Gümüşoğulları ailesine mensup olan Mihrî Hatun 1460 yıllarında doğmuştur. Mevlânâ Belâyî adında bir kadının kızı olan Mihrî Hatun, fıkhî, dînî ve edebî bilgileri, Arapça ve Farsçayı öğrenmiş kültürlü bir şairdir. Amasya valisi olan Şahzade Bayezid’in etrafında oluşan edebî meclislerde bulunan, şehzâdenin annesi ve sarayın önde gelen ha-nımları ile de arkadaşlık eden Mihrî Hatun, sarayla olan ilişkisini Şehzade Ahmed’in Amasya valiliği sırasında da sürdürmüştür. Hem Bayezid’e hem de oğlu Şehzade Ahmed’e kasideler yazan Mihrî Hatun, II. Bayezid’in 1481 yılında padişah olmasından sonra da hi-mayesini ve ihsanlarını görmüştür.

Mihrî Hatun döneminde güzelliği ile de meşhur bir şairdir. Edebî çevreler de, şiir atış-malarında daima edebi gözetmiş ve hiç hafifliğe kaçmamıştır. Böyle olmasına rağmen hiç evlenmemiş, hatta bazı evlilik tekliflerini de geri çevir miştir. Bütün ömrünü Amasya’da geçiren Mihrî Hatun 1514 yılında vefat etmiştir.

Mihrî Hatun’un bazı eserlerinden bahsedilirse de elimizde olan tek eseri Divanı’dır. Bu divanın Türkiye kütüphanelerinde dört nüshası bulunmaktadır. Ancak nüshalardaki şiir sayısı birbirlerinden farklılık göstermektedir. Divanı’nda 17 kaside, 210 gazel, 1 müstezat, 9 murabba, 1 tahmis, 1 terci-i bend ve 12 küçük mesnevi olmak üzere toplam olarak 251 manzume bulunmaktadır.

Mihrî Hatun, şiirlerini divan şiirinin sınırları içinde, aldığı eğitim, kabiliyet, zekâ ve hayat şekline göre yazmıştır. Oldukça sade bir dille duygulu gazeller yazan Mihrî, divan edebiyatının mazmunlarını kullanırken erkek şairlerden ayrı bir özellik göstermez. Hatta bazı klişe mazmunları erkek şairler gibi kullanmıştır. Şiirlerinde samimî olan şair, çağ-daşı şairlerden Necâtî ve Zâtî ile daha önce yaşayan şairlerden Şeyhî ve Ahmed-i Dâî’ye nazireler yazmıştır. Özellikle Necâtî’nin etkisinde kalan Mihrî Hatun, dil yönünden de bu şairi benimser. Şiirlerinde yabancı tamlamalara fazla yer vermemiştir. Bu bakımdan XIV. ve XV. yüzyıl şairlerinin, özellikle Ahmed-i Dâî ile Necâtî’de görülen açıklık ve sadelik Mihrî’de de görülür. Mazmunları kullanmada divan şiirinin sınırlarını zorlamayan şair, yer yer sözünü sakınmadan söylemiştir.

Ben umardum ki seni yâr-ı vefâdâr olasınNe bileydüm ki begüm böyle cefâkâr olasın

matlalı gazeli bunun açık bir örneğidir. O bu şiirinde Zeliha’nın karşısında Yusuf ne ise sevgiliye o açıdan bakır. Bazı söyleyişlerinde sevgili karşısında Necâtî’yi geçtiğini de söy-lemek gerekir. Necâtî,

Tek yirde gökde zerre kadar minnet olmasunÖrtü döşek Necâtî’ye bir bûriyâ yeter

derken, Mihrî Hatun, bir tariz de olsa,

Sen iy Necâtî ister isen bûriyâ döşekYâr işiginde Mihrî’ye bir kuru câ yeter

Page 134: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı128

beyti ile bunu gösterir. Ancak Mihrî, Necâtî’yi şiirinde örnek almış ve şiirin padişahı ola-rak anmıştır. Gerçekten Necâtî devri için İdris-i Bitlisî’nin dediği gibi şiirin husrevi yani padişahıdır. Şiirlerinde aşk konusu geniş olarak yer alan Mihrî, bazı manzumelerinde sev-gili karşısındaki hâlini ve âcizliğini de ifade eder. Mihrî,

Olmayan âşık ne bilsün ehl-i ışkun hâliniŞerh olınmaz bu beyânun mâcerâsı özgedür

derken biraz da Mevlânâ dilinden konuşur. Tok ve yüksekten konuşan bir şair olması başlıca özelliğidir. Şair, Divanı’nda bulunan on yedi kasidenin çoğunu bayram vesilesi ile yazmıştır. Bunlardan ikisini Bayezid’e, onunu da şehzade Ahmed’e sunmuştur. Bazı kasideleri ise, muvaş-şah (=akrostiş) olup beyit başlarındaki harfler kaside sunulan şahsın adını ver mektedir. Ede-biyatımızda akrostiş şiiri başlatan şair olarak görülen Mihrî Hatun, aruz veznine de hakimdir.

Hiç evlenmemiş olan Mihrî Hatun, 1506’da Amasya’da ölmüştür. İstanbul kütüphane-lerinde üç yazması bulunan Mihrî Divanı Mehmet Arslan tarafından yayımlanmıştır (2007).

Mihrî Hatun’un bir gazeli1. Yolına cân virmege cânâna gelmişlerdenüz Tâlib-i derd olmışuz dermâna gelmişlerdenüz2. Başumı top itmek içün zülfünün çevgânına Işkunun meydânına merdâne gelmişlerdenüz3. Mihrüni gönlümde muhkem tutmışam hak söylerem Sıdk ile Mansûr-veş urgana gelmişlerdenüz4. Gelmişem hüsnün zekâtından ki şe’-lillâh idem Sanma bu dervîşi cânâ nâna gelmişlerdenüz5. Gülsitân-ı hüsnünün her gûşesinde dôstum Bülbül-i gûyâ olup efgâna gelmişlerdenüz6. İy tabîb-i dil beni bend eyle dermân vaktıdur Zülfünün zincirine dîvâne gelmişlerdenüz7. Şem‘-i ruhsârına cânânun i Mihrî dâ’imâ Yanalum pervâne-veş çün yana gelmişlerdenüz

Necâtî BeyEdirne’de 1452-1455 yıllarında doğan Necâtî, XV. yüzyılın ikinci yarısında yetişen şairle-rin en önemlisidir. Adı İsa olan Necâtî hakkında Latifî’nin “Abdullah oğludur” şeklinde ver-diği bilgiden devşirme çocuklardan olduğu anlaşılmaktadır. Tezkirelerdeki bilgilere göre, fa-kir bir aileden olan ve küçük yaşta öksüz ve yetim kalan Necâtî’yi ihtiyar bir kadın evlat edin-miştir. Ancak onun Sâilî adında bir şair tarafından yetiştirildiği de rivayet edilir. Necâtî’nin şiirinin gelişmesinde bir basamak olan Sâilî, ona şiirle ilgili ilk bilgileri öğretmiştir.

Şiir ve inşaya yeteneği olan Necâtî, dönemindeki ilim ve sanat anlayışını dikka-te alarak kendini yetiştirmiştir. Fatih devrinin sonlarına doğru, niçin gittiği bilinmeyen Kastamonu’da bulunduğu sıralarda meşhur “döne döne” redifli gazelini yazan Necâtî, şi-irleriyle kısa sürede tanınmıştır. Fatih’e sunduğu “şitaiye” ve “bahariye” kasideleri ve gazel-leriyle padişahın takdirini kazanarak divan kâtibi olmuştur. Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid’e intisap eden şair, ona da kasideler sunarak iltifat görmüştür. Cem Sultan’dan son-ra Karaman valisi olan Şehzade Abdullah’ın divan kâtipliğinde bulunan Necâtî, Şehzade Abdullah 1484 yılında vefat edince saraya dönmüştür. Bu tarihten 1504 yılına kadar ge-çen zamanda Sultan II. Bayezid’e kasideler sunan şair, hayatını padişa hın himayesinde sür-dürmüştür. Ayrıca İran’dan İstanbul’a dönen Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, Mesih Paşa ve Mustafa Paşa’ya da kasideler yazan şair bunlardan da yakınlık ve ilgi görmüştür.

Page 135: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 129

Şehzade Mahmud’un 1504 yılında Saruhan sancağına tayin edilmesi ile kendisine son görevi olan nişancılık vazifesi verilmiş ve Manisa’ya gelmiştir. Burada kendisinden baş-ka öğrencisi Sun‘î ile Şevkî divan kâtibi, Tâli‘î de defterdar idi. Şiire ve sanata ilgi gös-teren şehzadenin yanında geçen süreler, Necâtî’nin ömrünün refah dönemidir. Şehzade Mahmud’un 1507 yılında vefat etmesi üzerine, Şehzade Abdullah’tan sonra ikinci bir mer-siyeyi bu şehzade için yazan şair, şehzadelerin ölümünü hayatında bir talihsizlik saymış ve derin bir ıstırap duymuştur. Bundan sonra resmî bir görev kabul etmeyerek kendisine ayda verilen bin akça ile geçimini sürdürmüştür.

Necâtî, hayatının son günlerinde kendi köşesine çekilmiş, Şeyh Vefa zavi yesi yakının-da bir ev almış ve dostları ile sohbet etmiştir. Bunlar içinde tezkire yazarı Sehî Bey, dama-dı Abdülaziz Çelebi ile Nakkaş Bayram en önde gelen kişilerdir. Bazı zamanlar çok sevdi-ği hâmisi Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi’yi ziyaret edererk vefâda kusur etmemeye çalışmıştır. 27 Mart 1509 tarihinde ölen Necâtî’nin vefatına öğrencisi Sun‘î aşağıdaki tari-hi düşürmüştür:

Sen iy Necâtî ma‘rifet-i nazm u nesr ileOlmış iken bu mülk-i sühen içre pâdişâh

Terk eyledün bu mülk-i fenâyı bekâ içünVardur ümîd k’artura rahmetlerin İlâh

Şol dem ki işitdi Sun‘î-i bîçâre rihletünTârîh didi fevtin “gitdün Necâtî âh”

Sehî Bey, aynı zamanda hattat olan Necâtî’nin mezarını mermerden yaptırmış ve üzerine,

Nakl-i Necâtî âleme târîh olmagıTârihini Sehî didi “gitdi Necâtî hay”

beyti ile şairin,

Bir seng-dil firâkına ölen Necâtî’ninBillâh mermer ile yapasız mezârını

mısralarını yazdırmıştır; ancak şairin mezarının bugün nerede olduğu bilinme mektedir.Necâtî, yaşadığı zamanın büyük ve önde gelen şairlerinden olup Türk edebiyatında

önemli bir yere sahiptir. O, Türk şiirinin Osmanlı asırlarında başlayan yeni ve büyük bir devresinin birinci halkası durumundadır. Bunda devletin ilmî ve aklî temeller üzerine oturduğu bu devirde, sanatta, ilimde ve mimaride her bakımdan mükemmele doğru bir gidişin de önemli etkisi vardır. Bu dönemde padişahların şair ve yazarları koruyup dile önem vermeleri, yazılan eserlerde açık ve anlaşılır bir dil kullanmalarını istemeleri Türk-çenin ve edebiyatın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.

Şiirlerinde özellikle Şehzade Sultan Mahmud Mersiyesinde, Şeyhî’nin etkisi görü-len Necâtî, söyleyişindeki açık ve anlaşılır üslubu ile Şeyhî’den daha öndedir. Şiir dilinde Ahmed-i Dâî’yi takip eden şair, hemen her gazelinde deyim ve atasözlerine yer vermiş ve bu yönü ile edebiyatımızda öncü olmuştur. Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın da kerem kasideleri ile Necâtî üzerinde etkisi görülür.

Kasidelerinde, mersiyelerinde ve gazellerinde kendine has buluşlar ve benzetmelerle dikkat çeken şair, yine on altıncı yüzyılın başında bir edebî topluluğun başı gibi görünür. Mihrî Hatun, Sehî Bey, Vâlihî, Tâli‘î, Sun‘î gibi şairler onu takip edenlerin başında gelirler. Ayrıca Şemsî-i Edvârî, Sâkî, Sûzî-i Nakşıbendî, Rızâî, Üsküplü Zârî de Necâtî’yi takip eden ve etkisinde kalıp şiirlerine nazireler yazan şairlerdir. Fuzûlî "gül" ve "hançer" kasideleri-

Page 136: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı130

nin rediflerini Necâtî’den aldığı gibi, “gayrı” redifli tanınmış gazelinde vezin, redif ve ka-fiyeden başka, mazmun bakımından da Necâtî’nin etkisinde kalmış ve bir nazire yazmış-tır. Necâtî, edebiyatımızda yer yer Bâkî, Âşık Ömer ve Nedîm’den XIX. yüzyılın önde ge-len şairlerinden olan Osman Şems’e kadar etkisi uzanan bir şairdir. Sehî, İdris-i Bitlisî’nin tarihinde Necâtî’den “Hüsrev-i Rûm” diye bahsedilmiş olmasını özellikle belirtmiştir.

Şiirlerinde yaratılışından gelen bir samimilik ve tabiîlik bulunan Necâtî, manzumele-rinde parıltılı, ışık dolu ve aydınlık kelimeleri seçer. Benzetmeler, tezatlar ve diğer edebî sanatlar ile bilerek seçtiği kelimeler Necâtî şiirinin gönülleri açan bir özellik kazanmasını sağlamıştır. Şiirine devrindeki hadiseleri de sokan şair, halk psikolojisine önem verir. Böy-lece yaşadığı hayattan yansımalar ve gözlemler, şiir olarak en güzel şekilde dile getirilir. “Mersiye-i Ester” adını verdiği katırın ölümü için yazdığı şiiri, onun hayata ve halka bağlı yönünü en iyi şekilde ortaya koymaktadır.

Necâtî’nin sevgiliyi çeşitli şekillerde, görünüş ve ruh hâli ile ele alışı dikkat çekicidir. Şair, eski şiirin bütün mazmunlarını açık ve en güzel şekilde kullandığı gibi ifade yolları-nı daha da ileri götürür. Hareket bildiren fiilleri çok kullanan Necâtî’nin şiiri bu sebeple durgun değildir. Onun,

Bugün hüsnün zamânıdur öpül ömrüm kuçul cânumGüzellik çünkü fânîdür öpül ömrüm kuçul cânum

beytiyle başlayan gazeli yanında, “döne döne” redifli şiiri gibi pek çok manzumeleri buna örnektir.

Necâtî’nin manzumelerinde yer verdiği soru cümleleri, hitapları ve öğütleri, üslubu-nun öne çıkan özellikleridir. Sözleri basit, kolay söylenebilir gibi görün se de, Necâtî’nin şi-irinde halk düşüncesine dayalı bir derinlik, millî kültüre bağlı bir genişlik ve hayattan al-dığı bir canlılık vardır. Bu sebeple pek çok beyti sehl-i mümteni olarak karşımıza çıkar.

Varayım Ka‘be’ye derviş olayım yüz süreyimYâ Rab ol hüsn çerâgın bana yandur dimege

Şişe gögsin geçürür leblerün öpdükçe kadehDili varmaz yüregüm dopdolu kandur dimege

beyitleri Necâtî’nin şiirinin güzelliğini, hayata bağlılığını, halkın dili, yaşayışı ve inancına yer verme durumunu, kıskançlığı, güzelliği, sevgiyi, tevazuyu, asıl istenenin Hak kapısında bulunacağını, sevgilinin güzelliğin çırası, mumu oluşu gibi pek çok unsuru, iki beyite ba-sit bir görünüşle yerleştirip işlemenin hiç de kolay olmadığını gösterir. Necâtî’nin şiirleri,

Râzun nihân ola mı Necâtî ki sözlerünMeclisler içre okınur uş çeng ü ûd ile

beytinden de anlaşılacağı üzere, meclislerde, mûsikî eşliğinde çeng ve ud ile de söylen-mektedir. Şairin rindane ve âşıkane konularda yazdığı gazellerinin öne çıkan özelliği, dilindeki sadelik ve tabiîlik, hayallerindeki incelik ve duyguların daki içtenliktir.

Necâtî Bey’in tek eseri Divan’ıdır. Bu eser, Ali Nihad Tarlan’ın neşrine göre bir önsöz ile başlamaktadır. Bugünkü bilgilere göre, Batı Türk edebiyatında divanında dibace (=ön-söz) yazan ilk şair de Necâtî’dir. Bu önsözün başında Allahı ve Peygamberi konu alan şi-irler vardır. Necâtî Bey, Divan’ının bu kısmında, mesnevi nazım biçimi ile yazılmış şiirler bulunmaktadır. Bunlardan biri de II. Bayezid için yazılmış bir övgü şiiridir. Şair, bundan sonra kendisini, şiirini ve şiir görüşünü anlatır. Dibacenin sonunda ise, Peygamber ve Hz. Ali için yazılan na’tlar bulunur.

Page 137: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 131

Necâtî, Divanı’nda ilk kasideyi Fatih için yazmıştır. Bundan sonra II. Bayezid, devrin ve-zirleri ve büyükleri ile Şehzade Mahmud için yazılan ve sayısı yirmi beşe yaklaşan kasideler gelir. Kasidelerden sonra ilki “Mersiye-i Ester” (Katır mersiyesi) adını taşıyan mersiyeler baş-lar. Necâtî’nin mersiyeleri nin başında yer alan bu şiiri, edebiyatımızda bu yönü ile bir ilktir.

Divan’ın bundan sonraki kısmında 4 terkib-i bend, 1 murabba, az sayıda da olsa, mes-neviler, kıtalar yanında başka nazım şekillerinde yazdığı şiirleri de vardır. Müfretler de bunların içinde yer almaktadır. Necâtî Divanı’nda bulunan 650 gazel, Türk şiirinin on al-tıncı yüzyıla girerken ortaya çıkan en güzel örnekleridir. Bunlar arasında eski Türk edebî zevkini yansıtan musammat gazeller sadelik ve açıklık yanında hareketli ve güzellik yönü ile de dikkat çekerler.

Necâtî’nin bir gazeli1. Dil aldı kasd-ı cân eyler begüm kaşun gözün gamzen Elif kaddüm kemân eyler begüm kaşun gözün gamzen2. Kamu şehler sana bende kul olayım sana ben de Düşürmişdür beni bende begüm kaşun gözün gamzen3. Hayâlün dile hân oldı visâlün tende cân oldı Cihâna dâsitân oldı begüm kaşun gözün gamzen4. Emîrüm şehriyârumdur enîsüm gam-güsârumdur Azîzüm ihtiyârumdur begüm kaşun gözün gamzen5. Görelden sen yüzi mâhı irürdüm göklere âhı Beni kul itdi vallâhi begüm kaşun gözün gamzen6. Saçun çîninde hayrânum kaşun yayında kurbânum Ne kim buyursa fermânum begüm kaşun gözün gamzen7. Necâtî kulun iy yârâ yörür ışkunda âvâra Yüregine urur yara begüm kaşun gözün gamzen

Hamdullah HamdîAkşemseddin’in oğlu olan Hamdullah Hamdî (1449-1503)’nin XV. yüzyıl mesnevi şairle-ri içinde ayrı bir yeri vardır. İyi bir öğrenim görmüş olan şair, bir süre Bursa’da Çelebi Meh-med medresesinde müderrislik yaptıktan sonra Göynük kasabasına çekilmiş, eser yaza-rak kanaatkârane yaşamış ve orada ölmüştür. Hamdî’nin şiirlerinde tasavvufun etkisi gö-rülmekle birlikte mutasavvıf bir şair değildir. Hamdî’nin Divan ve Hamse’si vardır. Hamse’sindeki mesneviler, Yûsuf u Züleyhâ, Leylâ ve Mecnûn, Mevlid, Kıyafet-nâme ve Tuhfetü’1-Uşşâk’tır. Yûsuf u Züleyhâ’sı Türk edebiyatında bu türde yazılan mesnevilerin en güzelidir. Mevlid’i halktan ziyade aydınların anlayacağı bir dille yazmış olduğundan fazla tanınmamıştır. İnsanın fizikî yapısının karakteri ile ilişkisini anlatan Kıyafet-nâme’si bu konuda yazılmış manzum ilk eserdir. Tuhfetü’l-Uşşâk küçük bir aşk mesnevisidir. Hamdî’nin Yazıcıoğlu’na nazire olarak yazdığı bir de Ahmediyye’si vardır. Divan ve mesnevileri ile Türk dilinin ve edebiyatının gelişmesine hizmet eden Hamdî, Batı Türk edebiyatı içinde Ahmedî’den sonra en çok eser yazan şairdir.

Baba Yûsuf-ı SivrihisarîHamdullah Hamdî’ye paralel olarak Fatih ve II. Bayezid dönemlerinde yaşayan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî de Divan sahibi ve mesnevi yazarı bir şairdir.

Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî Akşemseddin’in öğrencilerindendir. 1430 yıllarında Sivrihisar’da doğmuştur. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre II. Bayezid devri şeyhle-rinden olup, Akşemseddin’in halifesidir. İlim tahsilinden sonra İstanbul’da kalmış ve Ba-yezid camiinin açılışı sırasındaki davetliler içinde yer almıştır. Hatta II. Bayezid onu cami-

Page 138: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı132

in ilk Cuma ve kürsü vaizi yapmıştır. Çocukluğunu II. Murad, olgunluk çağını Fatih Sul-tan Mehmed ve ihtiyarlığını II. Bayezid zamanında yaşayan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî 1511-1512 yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Ebu Eyyub-ı Ensârî civarındadır.

Hakkında pek çok menkıbe bulunan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî’nin Divan, Risâletü’n-Nûriyye, Tefsir ve Mevhûb-ı Mahbûb olmak üzere dört eseri vardır. Daha çok Divan’ı ve Mevhûb-ı Mahbûb mesnevisi ile Türk edebiyatın da dikkat çeker. Fatih devrinde yetişmiş II. Bayezid zamanında eser vermiştir. Şeyhoğlu ve İbn Şeyhî mahlaslarını kullan-maktadır. Bundan dolayı edebiyatı mızda I. Bayezid zamanında yaşayan Kenzü’l-Küberâ yazarı Şeyhoğlu Mustafa ile karıştırıldığı da olmuştur. Ancak Şeyhoğlu ve İbni Şeyhî mah-lasını kullanan Şeyh Baba Yûsuf-ı Sivrihisarî ondan yüz sene sonra ölmüştür. 7968 beyti bulan Mevhûb-ı Mahbûb mesnevisi ve Divan’ı şairin edebiyattaki kudretini gösteren eser-leridir. Mesnevisini 1507-8 yılında tamamlayan şair, manevî yönü zengin bir şeyhtir. Ese-rinde yer yer Arapça ve Farsça beyitlere de yer vermiştir. Mesnevisi özellikle nasihat ba-kımından önemlidir. Zaman zaman padişaha da öğütlerde bulunur; devrinin şeyhlerini eleştirir. Dervişlik hakkında bilgi verir. Peygamberi ve savaşlarını, miracı ve başka dinî ko-nuları anlatır.

XV. yüzyılda şiirleriyle öne çıkan hanım şairleri belirtiniz ve bunlar hakkında kısaca bilgi veriniz.

XV. Yüzyıl Mutasavvıf ŞairleriTasavvufî ve dinî edebiyatın divan edebiyatı yanında halka inen ve halkın terbiyesi ile il-gilenen şair ve yazarları da bu yüzyılda kendini göstermiştir. II. Murad zamanında Emir Sultan (öl. 1429), Hacı Bayram-ı Velî (öl. 1429-1430) ve Kaygusuz Abdal’ın (öl.1444) de-vamı olarak Türk milletinin gönlünde yaşayan, şahsı ve şiirleri ile günümüze kadar gelen, milletin velî olarak bildiği şairler de vardır. Akşemseddin (1389-1459), Eşrefoğlu Rumî (öl. 1469), Kemal Ümmî (öl. 1475?), Dede Ömer Rûşenî (öl. 1486), Cemâl-i Halvetî (öl. 1496), İb-rahim Tennûrî (öl. 1482) ve İbrahim Gülşenî (1426-1533) bunların başında gelmektedir.

Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu Rûmî (1353?-1469), Yunus tarzında şiirleri ile tanı-nan, ilâhîler yazan bir şair olarak dikkat çeker. İznik’te doğan Eşrefoğlu Rûmî, ilk öğre-nimi burada yaptıktan sonra Bursa’da Çelebi Sultan Mehmed medresesinde okudu. Hacı Bayram-ı Velî’ye bağlanan ve ona on bir yıl hizmet edip dergâha imam olan Rûmî, ho-casının kızı ile evlendi. Bayramîlik’i yaymak için İznik’e geldi. Bazı engellerle karşılaşın-ca Hama’ya Hüseyin Hamavî’nin yanına gitti. Çile çıkardı ve Kadirîlik tarikatını anlat-mak üzere İznik’e döndü ve bu tarikatın Eşrefiye kolunu kurdu. Uzun bir ömür sürdü. 1469 yılında vefat eden Eşrefoğlu Rûmî, İznik’te yatmaktadır. Bilinen eserleri, Divan’ı ile Müzekki’n-Nüfûs’dur. Eserlerinde açık ve anlaşılır bir Türkçe kullanan Rûmî’nin akıcı ve gönle hoş gelen, hece ve aruz ile yazdığı şiirleri vardır. Açık ve samimî bir dille kaleme al-dığı Müzekki’n-Nüfûs’ı özellikle dînî tasavvufî terimler bakımından da önemli bir eserdir.

Bu devrin divan sahibi şairlerinden biri olan Kemal Ümmî’nin asıl adı İsmail’dir. XV. yüzyıl başlarında Niğde’de doğan bu şair, kaside, gazel ve mesnevi nazım şekillerinde dinî tasavvufî şiirler söylemiştir. Özellikle ilahileri ile tanınan Kemal Ümmî, yalnız Anadolu’da değil Kırım, Kazan, Başkurt ve Özbek Türkleri arasında da bilinmektedir. 1475 yılında ölen şair, tekke şiirinde kendisinden sonra gelenlere örnek olmuştur. Kaside, gazel, müs-tezad, terkîb-i bend, tercî’-i bend, muhammes nazım şekilleriyle münacatlar ve na’tların bu-lunduğu bir Divan’ı vardır. Ayrıca Kırk Armağan adlı öğretici yönü ağır basan bir eseri daha bulunmaktadır. Bu eser, peygamberlerin öğütlerini içeren bir çeşit kırk hadistir. Kemal Ümmî, dinî ve ahlâkî öğütlere yer verdiği şiirlerinde açık, anlaşılır, halkın söyleyi-şine yer veren bir dil kullanmıştır.

3

Page 139: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 133

Dede Ömer Rûşenî de Fatih devrinde yaşayan tekke şairlerindendir. Tire kazasının Ruşen köyünden olduğu için Rûşenî lâkabıyla anılmıştır. Öğrenimine memleketinde başla-yan Rûşenî, Bursa’da öğrenimini tamamlayınca müderris oldu. Karaman’a ve Bakü’ye gitti. Seyyid Yahya Şirvânî’ye bağlandı ve Halvetîlik tarikatı içinde yer aldı. Seyyid Yahya’nın baş halifesi oldu; onun vefatı üzerine Karabağ, Gence ve Tebriz bölgesinde irşad vazifesi yaptı. 1487 yılında Tebriz’de vefat etti. Halvetîlik’te bağlı olan yolu, Rûşenîlik şeklinde devam etti.

Gençlik çağında âşıkane ve hicve yakın şiirler yazan Ömer Rûşenî’nin şiirleri tarikata girdikten sonra dinî ve tasavvufî bir yol tutmuştur. Orta hacimde bir Divan’ı vardır. Âsâr-ı Aşk, Ney-nâme, Miskin-nâme, Silsile-nâme, Çoban-nâme, Kalem-nâme ve Kıssa-nâme adında mesnevileri vardır. Dili sade olup, akıcı bir üsluba sahiptir.

Cemâl-i Halvetî de bu yüzyılın Divan sahibi mutasavvıf şairlerindendir. Akşemseddin’in öğrencilerinden olan İbrahim Tennûrî (öl.1482) de Fatih devrinde dik-kat çeken tekke şairlerindendir. Akşemseddin’in işaretiyle, Gülzâr-ı Ma’nevî adlı man-zum eserini yazmıştır. Bu bakımdan tekke tarafının mesnevi vadisinde görülen şairi-dir. Gülzâr-ı Ma’nevî kaynak itibariyle Mevlânâ’nın Mesnevî’sine bağlıdır. Ancak ibadet, muamelât ve ahlâkla ilgili bilgilere de yer vermiştir. Başka şiirleri de vardır. O, bu şiirle-rinde Âşık mahlâsını kullanır. İbrahim Tennûrî’nin bazı şiirleri Yunus’unkilere karışmış-tır. Çekiciliği Yunus tarzında şiirler söylediğinden dolayıdır.

Rûşenî dervişi olan ve Halvetîliğin Gülşenîlik kolunu kurarak Mısır’da tarikatını yayan İbrahim Gülşenî de XV. yüzyılın sonu ile XVI. yüzyılın ilk yarısında yaşayan mutasavvıf bir şairdir. Rûşenî gibi Mevlânâ’nın etkisinde kalan Gülşenî, Ma’nevî adıyla Mevlânâ’nın Mesnevî’sine kırk bin beyit tutarında Farsça bir nazire yazmıştır. Mevlânâ’nın gazellerinin sonunda Şems’in adına yer vermesi gibi, Gülşenî de gazellerinin sonunda Rûşenî mashla-sını kullanmıştır. Gülşenî, Divan’ındaki Türkçe şiirlerini sade bir dille yazmıştır (Mazıoğ-lu, 1983: 105-106).

XV. YÜZYILDA YAZILAN ESERLER

Manzum EserlerDivanlar: XV. yüzyılda yetişen şairlerden divanları elde bulunanlar şunlardır: Ahmed-i Dâî (Türkçe ve Farsça divan), Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî Bey, Avnî (Fatih), Adlî (II. Ba-yezid), Cem, Adnî (Mahmud Paşa), Sâfî (Cezerî Kasım Paşa), Harîmî (Şehzade Korkud), Rûşenî, Kemal Ümmî, Sarıca Kemal, Hamdullah Hamdî, Eşrefoğlu Rûmî, Karamanlı Nizâmî, Cemâlî, Çakerî Sinan Bey, Mesîhî, Münîrî, Mihrî Hatun, Fakihî, Edhemî, Kasım, Sevdâyî, Vasfî.

Mesneviler: XV. yüzyılda yazılan mesnevileri dinî-tasavvufî, aşk ve macera ve tarihî mesneviler şeklinde üç başlık altında değerlendirmek mümkündür.

1. Dinî-tasavvufî Mesneviler: XV. yüzyıl mesnevilerinin en meşhuru yüzyılın başında yazılan Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ıdır. Süleyman Çelebi’den başka bu yüzyıl-da mevlid yazan şairler, Ârif, Kerîmî, Ahmed, Hocaoğlu, Sinanoğlu, Ebulhayr, Hamdullah Hamdî, Keşfî-i Saruhanî ve Muhibbî’dir.

Ahmed, orijinal buluşları, güzel söyleyişi, hitablara yer vermesi ve tekrir sanatını kul-lanması ve şiirinde yer yer lirizme yer vermesiyle mevlid yazarları içinde öne çıkmıştır. Halk tarafından Süleyman Çelebi’nin Mevlid’ine eklenen ‘merhaba’ faslı ona aittir.

Mevlid’den başka XV. yüzyılın başlarında yazılan dinî mesnevilerden biri de Abdülvâsî Çelebi’nin Halîl-nâme’sidir. Yazıcıoğlu Mehmed (öl.1453) ise, Fatih’in ilk saltanatından sonra 1451 yılına kadar geçen zamanda Türk edebiyatının en büyük eserlerinden olan Muhammediyye’yi, yazmıştır. Şair, Arapça mensur olarak yazdığı Megâribü’z-Zamân adlı eserini 1449 yılında Türkçe nazma çekerek II. Murad’a sunmuştur. 9000’den fazla beyitten

Page 140: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı134

oluşan Muhammediyye, mesnevi nazım şekliyle yazılmış olmakla birlikte içerisinde kaside, müstezad, terkib-i bend ve terci-i bend şekliyle yazılmış şiirler de vardır. Muhammediyye’de âlemin yaratılışı, cennet, cehennem, melekler, peygamber ler, Hz. Muhammed’in doğu-mu, hayatı, savaşları, mucizeleri, ölümü, yakın ları, kıyamet günü, âhiret hayatı gibi ko-nular anlatılmaktadır. Muhammediyye’de şiiriyetin ve ahengin en yüksek derecesini, daha çok, münacat ve methiyelerde buluruz. Yer yer canlı ve renkli tasvirler yapan şair, olayla-rı anlatırken değişik vezinler kullanır. Muhammediyye şairinin bir başka özelliği, daha çok kasideler de, tasavvufî hususiyetleri yer yer basit kelimelerin arkasına gizlemesidir. Bunun yanında eski şiirin mazmunlarını ve kelime kadrosunu da en iyi şekilde kullanır. Türk mil-letinin hayatında büyük yer tutan ve yüzyıllarca okunan Muhammediyye Mevlid ve Yunus Divanı gibi bütün Türklüğü kucaklayan bir eserdir. Amil Çelebioğlu tarafından doktora tezi olarak hazırlanan eser Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır.

Muhammediyye ile aynı yılda yazılmış bir başka mesnevi de Ravza-i Envâr’dır. Derviş Hayâlî diye bilinen Çelebizâde Mevlânâ Derviş Mehmed Efendi, 1449’da tamamladığı bu eserini Fatih’e sunmuştur. Ravza-i Envâr, küçük hikâyeler ile evliya menkıbelerinin anla-tıldığı tasavvufî-didaktik bir mesnevidir. Eserde Mesnevî’den alınmış hikâyeler de vardır. 2182 beyit olan mesnevi, aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezni ile yazılmıştır. Ravza-i Envâr’da Arapça ve Farsça kelimeler ile tamlamalar bulunsa da eser, kolay anlaşılır ve açık bir ifade ile yazılmıştır.

Hatiboğlu (öl. 1451-1456 arası) Bahrü’l-Hakâyık, Letâif-nâme ve Ferah-nâme adlı eser-leriyle bu yüzyılın önemli mesnevi şairlerinden biridir. 1465 beyitten oluşan ve mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılmış olan Bahrü’l-Hakâyık, Hacı Bektaş-ı Velî’nin Arap-ça mensur Makalât’ının manzum bir çevirisidir. Dinî-didaktik bir eser olan Bahrü’l-Hakâyık’ta bazı ayetlerin açıklamaları yapıl mıştır. 1414’te yazılan Letâif-nâme, Arapça mensur bir Sûre-i mülk şerhi’nin manzum tercümesidir. Eserin başındaki tevhid, na’t, mü-nacat, dört halifenin övgüsü, tercüme sebebi, mu’cizât-ı Nebî ve mirâc kısımları ile hati-me kısmı teliftir. Bahrü’l-Hakâyık’la aynı vezinle yazılan ve dinî-didaktik bir mesnevi olan eser, yaklaşık 4000 beyitten oluşmaktadır. Hatiboğlu, Mevlânâ ile diğer kişiler hakkında Bahrü’l-Hakâyık’ta yazdığı beyitleri Letâif-nâme’de tekrarlamıştır. Hatiboğlu’nun 1426’da yazıp II. Murad’a sunduğu Ferah-nâme, konusu yüz hadis olan nasihat-nâme türünde dinî bir eserdir. Fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılan mesnevi, 6000 beyittir. Hatiboğlu, ese-rini Arapçadan tercüme ettiğini belirtmiş, ancak asıl eserin adını bildirmemiştir. Şair, ter-cümeye ilâveler yaparak ve bazı tasarruflarda bulunarak eserini telif bir hâle getirmiştir. Eserlerinde sanat gayesi gütmeyen ve sade bir dil kullanan Hatiboğlu, Farsça terkiplere çok az yer vermiştir. Hatiboğlu’nun eserleri, şiir ve sanat yönünden zayıf olmakla birlikte XV. yüzyılın dil özellikleri bakımından da zengin olup kültür tarihi bakımından önemlidir.

Devletoğlu Yûsuf’un XV. yüzyılın ilk yarısında yazıp II. Murad’a sunduğu (1425) Vikâye tercümesi olan Kitâbü’l-Beyân adlı eseri, dinî-didaktik bir mesnevidir. 7000 bey-te yakın olan Kitabü’l-Beyân, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezni ile yazılmıştır. Şair, Vikâye’deki düzene uyarak eserini 48 bölüm hâlinde yazmıştır. Eserde, abdest, namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle ilgili bilgiler, İslam hukukunun (fıkhın) günlük hayatla ve insan ilişkileri ile il-gili konuları genel olarak vermiştir. Devletoğlu, ese rini verdiği bilgilerin kolay öğrenilme-si ve okunması için manzum olarak yazmıştır. Şair, eserini sanat endişesi gütmeden, sade ve açık bir dille kaleme almıştır.

Şeyh Elvan-ı Şirazî, Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz adlı Farsça eserini 1426’da Türkçeye tercüme ederek II. Murad’a sunmuştur. Gülşen-i Râz’ın Farsça aslı 1000 beyit ol-duğu halde çevirisi 3000 beyte yakındır. Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazılan eser, tasavvufî konularda 15 soru ve cevabın yer aldığı 15 bölümden meyana gelmiştir. Mesne-vi, tasavvufî bir eser olmakla birlikte anlaşılır bir dille yazılmıştır.

Page 141: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 135

Mu’înüddîn b. Mustafa, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin I. cildini II. Murad adına Mesnevî-i Murâdiyye adıyla 1436’da manzum olarak tercüme edip açıklamıştır. İki cilt olan ve 14404 beyitten meydana gelen bu eser, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezniyle yazılmıştır. Eserde, be-yit sayıları 9-15 arasında değişen gazel ve kaside tarzında yazılmış manzumeler de vardır. Mesnevî-i Murâdiyye, Türk edebiyatında bilinen ilk Mesnevî tercümesi ve şerhi olmasının yanında içeresinde bulunan zengin dil malzemesi yönünden oldukça önemlidir.

Afyon’da Mısırlıoğlu adı ile meşhur bir aileden olan Abdürrahim Karahisarî (öl. 1483-1485 arası)’nin 1461’de fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ ilün vezni ile yazdığı Vahdet-nâme, 4267 beyit-ten meydana gelen tasavvufî bir mesnevidir. Veziriazam Mahmud Paşa’ya ithaf edilen eser-de yaratılış, araz, cevher, insan ve âlem geniş şekilde anlatılır. Şair, Vahdet-nâme’de Allah’ı ve peygamberleri anlattıktan sonra, İslamiyetin değeri, önemi ve esasları hakkında bilgi ver-miş, konuya göre uygun hikâyeler anlatmıştır. Eserin akıcı bir üslûbu vardır. Karahisarî’nin nesirde ve nazımda Türkçeye hakim bir şair olduğunu eserlerinde görmek mümkündür. Ke-lime kadrosu geniş, ufku açık bir yazar ve şair olan Abdurrahim Karahisarî, Eski Anadolu Türkçesinin en iyi örneklerini vermiştir. Eserinin öğüt veren ve didaktik olan kısımlarında bile dilinin kıvraklığı açıkça görülür. Dil kullanışında Arapça ve Farsça kelimelere yer ver-se de yabancı tamlamaları az kullanır. Abdurrahim Karahisarî’nin Vahdet-nâme’den başka Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Münyetü’l-Ebrâr ve Tercüme-i Kasîde-i Bürde isimli eserleri de vardır. Risâle fi-Eşrâti’s-Sâ’a Arapçadır. Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyâr ise tasavvufî bir eser olup Akşemseddin’in isteği üzerine yazılmıştır. Tercüme-i Kasîde-i Bürde, Peygamber övgü-sünde yazılan manzum bir tercümedir. 160 beyti bulan eser Türkçe olup tıpkıbasım olarak 1960 yılında İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yayımlanmıştır.

Âşık Ahmed’in 1430-1451 yıllan arasında yazdığı Câmi’u’l-Ahbâr adlı mesnevi, man-zum bir evliya tezkiresidir. II. Murad’a sunulan eser, 12293 beyit olup fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün vezni ile yazılmıştır. Yusuf Hakîkî’nin Hakîkî-nâme adlı Muhammediyye tarzında yazılmış eseri ile 2751 beyitten oluşan Muhabbet-nâme’si de bu yüzyılın dinî ve tasavvufî mesnevilerindendir. Nesîmî’nin halifelerinden Refi’î’nin Hurufîliği anlatmak için 1408’de yazdığı Beşâret-nâme’si, 1390 beyitten oluşan tasavvufî bir mesnevidir. Pîr Mehmed’in Tarikat-nâme’si, Attâr’ın Musibet-nâme’sinden çevirdiği bir eser olup, tamamı elde yoktur. Elde bulunan 80 beyti yayımlanmıştır. İbrahim Tennûrî (öl. 1482)’nin Gülzâr-ı Ma’nevî (Gülzâr-ı Şerîf) adlı mesnevisi, 5059 beyit olup mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün vezniyle yazıl-mıştır. İbadetlerin ve ibadetlerle ilgili hususların âyet ve hadislerle tasavvufî bir görüş-le anlatıldığı bu mesnevi, Muhammediyye tarzında yazılmış dinî-tasavvufî bir eser olup Fatih’e sunulmuştur. Tennûrî’nin açık ve sade bir dille yazdığı Gülzâr-ı Ma’nevî’sinden baş-ka Gülşen-i Niyâz adlı dinî-tasavvufî bir mesnevisi daha bulunmaktadır.

II. Bayezid dönemi şairlerinden Demirhisarlı Âbidin’in manzum Şir’atü’l-İslâm çevi-risi ile manzum Tecvîd kitabı, Mehmed’in Gülistân-ı Şemâil (Şemâil-i Nebî)’i de bu yüzyıl-da yazılmış dinî mesnevilerdir.

2. Aşk ve Macera Mesnevileri: XV. yüzyılda aşk ve macera konularında yazılmış olan belli başlı mesneviler şunlardır: Abdî, Camasb-nâme isimli Farsçadan çevirdiği mesnevisi-ni 1430’da yazıp II. Murad’a sunmuştur. Eserde, Danyal Peygamber’in oğlu Camasb’ın ma-ceraları ve Şâh-ı Maran’ın yanında başından geçen masalla karışık olaylar anlatılmıştır. 5000 beyitten fazla eserde yer yer gazel tarzında manzumeler de vardır. Eserde, âlemin durumu, dünyanın geçici oluşu ve Allah’a yönelmek gerektiğini anlatan öğütlere de yer verilmiştir.

Şeyhoğlu Cemâlî’nin Gülşen-i Uşşâk (Hümâ ve Hümâyûn)’ı, Aşkî’nin Heft-Peyker’i, Münîrî’nin Mihr ü Müşterî’si, Halîlî’nin Firkat-nâme’si, Cem Sultan’ın Cemşîd-i Hurşîd’i, Sadrî’nin Hüsrev ü Şîrîn’i ve Zihnî’nin Gül ü Nevrûz’u, Şâhidî’nin Gülşen-i Uşşâk (Leylâ ve Mecnûn)’ı, Çâkerî’nin Yûsuf u Züleyhâ’sı Ahmed-i Rıdvan’ın Hüsrev ü Şîrîn ile Leylâ ve Mecnûn’u bu yüzyılda yazılmış aşk mesnevileridir.

Page 142: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı136

Halîlî’nin (öl. 1485) Firkat-nâme’sinin bu devir edebiyatı içinde ayrı bir yeri vardır. Şair, 1471 yılında yazdığı Firkat-nâme’de, başından geçen bir aşk hikâyesini edebî bir şekil-de anlatır. Mesnevi olmakla birlikte içinde gazellere de yer verilen eserde, hikâyeler, âşık ve ma’şuk arasındaki mektuplaşmalarla anlatılmıştır. Eser, anlatım şekli olarak mektup tarzı-nın kullanılması yönünden dikkat çekicidir. Firkat-nâme, şairin başından geçenleri anlat-makla birlikte yarı mistik ve yarı romantik bir hava içinde yazılmıştır. Eser bu bakımdan tasavvufî bir aşkı da hatırlatır.

3. Tarih ve Farklı Konularda Yazılmış Mesneviler: XV. yüzyılda fetihleri ve savaşla-rı anlatan manzum tarihler de yazılmıştır. Manzum veya mensur olarak yazılan ve genel olarak “vakâyi’-nâme” veya “gazavat-nâme” adı verilen bu eserler, Osmanlı İmparatorlu-ğunun genişleme dönemi olan XV. yüzyılda daha fazla yazılmıştır. Za’ifî’nin II. Murad’ın savaşlarını anlattığı manzum Gazâ-nâme’si, Enverî’nin Düstûr-nâme’si, Mahremî’nin II. Bayezid’in seferlerini anlatan Şeh-nâme’si, Uzun Firdevsî’nin Midilli savaşlarını anlatan Kutup-nâme’si, Sarıca Kemal’in Selâtin-nâme’si, Sinoplu Safâyî’nin İnebahtı ve Moton se-ferlerini konu alan Gazâ-nâme’si, Sûzî Çelebi’nin Mihaloğlu Ali Bey’in Gazaları, Behiştî’nin Vakâyi’-nâme-i Behiştî veya Tarih-i Sultan Cem bu tür eserlerdir.

Bu yüzyılda tarihî konularda yazılan en önemli eser, Enverî’nin Düstûr-nâme’sidir. Enverî, Düstûr-nâme’yi 1465 yılında tamamlamış ve Mahmud Paşa’ya sunmuştur. Bun-dan önce Fatih adına yazdığı Teferrüc-nâme isminde bir eserden bahs edilirse de bu eser, henüz ele geçmemiştir. Düstûr-nâme mesnevi nazım şekliyle yazılmış manzum bir tarih olup üç bölüme ayrılmıştır. Birinci bölümde, peygamberler, İran hükümdarları, Gazneli-ler, Selçuklular, Harzemşahlar ve Moğollardan Anadolu Beyliklerine kadar geçen süredeki tarihi olaylar hakkında bilgi verilir. İkinci bölümde Aydınoğulları tarihi anlatılır. Son bö-lüm ise, Osmanlı tarihine ayrılmıştır. Eserin Paris Bibliotheque Nationale ve İzmir Millî Kütüphane’de olmak üzere iki nüshası mevcuttur. Enverî’nin eserinde tutuk bir üslubu vardır. Mükrimin Halil Yınanç tarafından eski harflerle İstanbul’da 1928 yılında neşredi-len eser üzerinde geniş bir dil ve edebiyat araştırması yapılmamıştır.

Bedr-i Dilşâd’ın II. Murad’a sunduğu Murâd-nâme’si 10410 beyitten oluşan ansiklo-pedik bir eserdir. İbrahim bin Bâlî’nin 13000 beyit tutarındaki Hikmet-nâme’si, yazarın gezip gördüğü yerler hakkında tarihî ve coğrafî bilgiler de verdiği, didaktik mahiyette an-siklopedik bir eserdir.

Mensur EserlerXV. yüzyılda yazılan mensur eserlerin konularının zenginliği, sayılarının çokluğu ile edebî alanda önemli bir yeri vardır. Bu yüzyılda Arapça ve Farsça eserlerden çevrilerek yazılmış olan mensur eserlerin yanında telif eserler de bulunmaktadır. Telif veya tercüme olarak bu yüzyılda yazılan eserlerin çoğu, dinî, tasavvufî ve ahlakî nitelikli eserlerdir. Bu konular bir kısım eserlerde birlikte bulunduğu gibi yalnız din, tasavvuf veya ahlâk konusunda ya-zılmış müstakil eserler de vardır. Bu dönemde yazılan mensur eserlerin başlıcaları, Kur’an veya sûre tefsiri tercümeleri, Tezkiretü’l-Evliyâ türü eserler, menâkıp nâmeler, dinî, destanî veya çeşitli konularda yazılmış hikâyeler, inşa usullerini öğreten eserler, sözlükler, tarihî eserlerdir. Bu eserlerin dışında tıp, heyet, nücûm, riyâziye, mûsikî vd. alanlarda yazılmış çok sayıda eser, genellikle sade ve anlaşılır bir dille yazılmış olup Türk dilinin zenginliğini, Türkçenin anlatım gücünü ve yeterliliğini göstermeleri bakımından oldukça önemlidir.

Behcetü’l-Hadâyık’ı takip ederek XIV. yüzyılın sonuna doğru Erzurumlu Darîr’in yaz-dığı Yüz Hadis Tercümesi ve Sîretü’n-Nebî ile 1401 yılında Şeyhoğlu Mustafa’nın kaleme al-dığı Kenzü’l-Küberâ’dan başka, II. Murad devrinde yazılan İrşâdü’l-Mürid ile’l-Murâd min Tercemeti Kitâb-ı Mirsâdi’l-İbâd, Hayâtü’l-Hayavân Tercümesi, Manyasoğlu’nun Gülistân Tercümesi, Şirvanlı Mahmud’un Tuhfe-i Murâdî’si, Mercimek Ahmed tarafından tercü-

Page 143: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 137

me edilen Kâbus-nâme; Tarih-i İbni Kesir Tercümesi, A’cebü’l-Ucab, Dânişmend-nâme, Cevâhir-nâme-i Sultân Murâdî gibi bir hayli Türkçe mensur eser bulunmaktadır.

Mercimek Ahmed’in Kâbus-nâme çevirisi bu yüzyılın tanınmış mensur eserlerinden-dir. Kâbus-nâme’nin daha önce yapılan çevirisini gören II. Murad, Mercimek Ahmed’den eseri açık bir dille yeniden çevirmesini istemiş tir. XV. yüzyıl sade nesrinin en güzel örnek-lerinden biri olan ve 1431-1432’de tamamlanan çeviri Orhan Şaik Gökyay tarafından ya-yımlanmıştır (1969).

Ahmed-i Bîcan (öl. 1465-70) da, Rûhü’l-Ervâh, Acâibü’l-Mahlûkat, Dürr-i Meknûn adlı eserleri ile Fatih dönemi yazarlarının başında yer alır. Ayrıca O, kardeşi Mehmed Efendi’nin Megâribü’z-Zamân adlı eserini, Envârü’l-Âşıkîn (Ahmediyye) adıyla Türkçeye çevirmiş ve daha çok bu tercümesi ile tanınmıştır. 1451’de yazılarak Fatih’e sunulan Envarü’l-Âşıkîn, Muhammediyye ile aynı konularda yazılmış dinî bir eserdir. Dürr-i Meknûn, gökler, gök ci-simleri, şehirler ve ülkeler hakkında ansiklopedik bilgilerin yer aldığı bir eserdir. Acâibü’l-Mahlûkat, Kazvinî’nin aynı addaki eserinin Türkçeye tercümesidir. Eser meleklere, yıldız-lara, aylara, günlere, karalara, denizlere, bitki ve yiyeceklere kadar pek çok konuya yer ve-rir. 1453 yılında otuz fasıl (=bölüm) halinde yazılan Müntehâ, Füsûsu’l-Hikem’in tercüme-sidir. Bu eserde, Hz. Peygamber ve torunları, dört halife ile mirac hakkında bilgi verilmiş-tir. Rûhu’l-Ervâh’ta ise peygamberlere ait hikâyeler anlatılmıştır.

Ahmed-i Bîcan’ın eserleri, dinî-tasavvufî, efsanevî ve mitolojik bir özelliğe sahiptir. Ta-savvuf dairesi içinde yer alan yazar, teliften çok tercüme ve derleme şeklinde mensur eser-ler ortaya koymuştur. Bazı konular eserlerinde ortak olup, yazar sanat gayesi gütmemiştir.

Fatih devrinin dikkat çeken eserlerinden biri de Eşrefoğlu Rûmî’nin yazdığı Müzekki’n-Nüfûs’dur. Müzekki’n-Nüfûs nefsin hâlleri, dünya ve ahiret, haset, cömertlik, cimrilik, fitne, öfke, zikir, Hallac-ı Mansûr, iyi ahlâk, insanı iyiliğe ve kötülüğe çeken hâller gibi pek çok konunun anlatıldığı bir eserdir. Yer yer Hasan-ı Basrî, Rabia-i Adeviyye gibi velilerin ve peygamberlerin hayat kesitleri anlatılır; insanlar iyiliğe ve doğruluğa çağrılır.

Açık, akıcı ve tatlı bir dili olan Müzekki’n-Nüfûs’da bazen şiire de yer verilir. Eserde ‘ve’ edatı, cümle başı edatı olarak görülmekle birlikte anlatımı, kısa cümlelerde bağlamayı da üstlenmiştir. Ayrıca çok az olmakla birlikte Arapça ve Farsça kurallara göre yapılmış tam-lamalar da bulunur. Tasavvufî Türk Edebiyatı içinde eserin bu yönü ile ayrı bir yeri vardır.

Fatih devrinde yazılan ve Türk dili tarihi açısından önem arz eden başlıca eserler-den biri Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyârdır. Abdurrahim Karahisarî, bu eseri İstanbul’un fethinden iki ay sonra 1453 yılında İznik’te Akşemseddin’in işaretiyle yazmış-tır. Münyetü’l-Ebrâr iki bölümden meydana gelmiş ve her bölüm on bâba ayrılmıştır. Eser Hakk’a giden yolda ilerlemeyi, tasavvufun merhalelerini, nefsin hâllerini anlatmaktadır. Ayrıca insandaki iyi ve çirkin huylara yer verir ve nefsin ıslahını, çirkinliklerden nasıl kurtulmak gerektiğini bildirir. Eser, açık ve anlaşılır bir Türkçe ile yazılmıştır. Münyetü’l-Ebrâr, özellikle tasavvuf terimleri yönünden zengin bir eserdir. Kısa cümleler le yazılmış olması, anlatışındaki samimîlik ve tatlılık üslubunun bir başka özelliğidir. Yer yer manzu-melere de rastlanır. Karahisarî, Fatih devri edebiyatı içinde görüleceği üzere Vahdet-nâme adında bir mesnevinin de yazarıdır.

Fatih devrinin önde gelen eserlerinden biri de Saltuk-nâme’dir. Saltuk-nâme Cem Sultan’ın emri ile Ebulhayr-i Rûmî tarafından gaza ruhunu canlandırmak için derlenmiş bir eserdir. Yedi senede yazılan eser, Saru Saltuk’un menkıbevî hayatını, savaşlarını ve yi-ğitliklerini anlatır. Saltuk-nâme, Battal-nâme ve Danişmend-nâme gibi eserlerin bir deva-mı olup bunların en son halkasını teşkil eder. Bu tür merkıbelere yer veren eserler, daha zi-yade Anadolu’da ve Rumeli’de gaza ruhunun canlı tutulmasına yol açmış ve halk arasında yüzyıllarca okunmuştur. Aslı Topkapı Sarayı Kütüphanesi H.1612’de kayıtlı bulunan eser üzerinde Prof. Dr. Haluk Akalın tarafından doktora çalışması yapılmıştır. Ayrıca eser Kül-

Page 144: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı138

tür Bakanlığı tarafından üç cilt olarak yayımlanmıştır. Saltuk-nâme, folklor, antropoloji ve dinî açıdan da büyük değer taşımaktadır.

Sözlükler: Fatih döneminde yazılan eserler içinde sözlükler ön sırayı alırlar. Ancak, bu dönemden önce de Anadolu’da sözlükler yazılmıştır. Çemişkezek kadısı Şihabeddin Ah-med bin Zekeriya’nın yazdığı Zehretü’l-Edeb, Hüsâm-i Hûyî’nin kaleme aldığı Nasibü’l-Fityân, Ahmed el-Engürî’nin ortaya koyduğu Silkü’l-Cevâhir adlı eserler bir öncü olarak görülür. Bunları Ahmedî’nin 1360-1377 yılları arasında yazdığı Mirkâtü’l-Edeb adlı man-zum lügati izlemiştir. Bundan sonra da Ahmed-i Dâî’nin Çelebi Mehmed (1413-1421)’in oğlu şehzade Murad için yazdığı Ukûdü’l-Cevâhir’i ve Mahmud b. Edhem tarafın dan ya-zılan Miftahü’l-Luga’sı gelir. Ayrıca yazarı belli olmayan Tuhfetü’l-Fakîr de zikre değer bir lugattır. Bu eserlerin dikkat çeken tarafı, Farsça izahlı Arapça lügatler olmaları yanında hükümdarların, emirlerin veya önemli mevki sahiplerinin çocukları için kaleme alınmış manzum ders kitabı niteliğinde yazılmalarıdır.

Fatih dönemine gelince bu durum değişmiş ve yazılan lügatlerde Türkçe de yer almıştır. Bunların başında Lutfullah bin Ebi Yusuf el-Halimî’nin yazdığı Bahrü’l-Garâib adlı Farsça-Türkçe lügat yer alır. Pîr Mehmed b. Yûsuf el-Ankaravî (öl. 1461-62) ise Arapça-Türkçe bir eser olan Tercümanü’l-Luga’yı yazmıştır. Bir lügat ve fıkıh bilgini olan Pîr Mehmed eseri-ni Mültekatü’s-Sıhâh adlı Arapça bir lügatten tercüme etmiştir. Eser Lugat-i Kara Pîrî adıy-la da bilinmektedir. Feriştehoğlu adıyla tanınan İzzeddin Abdüllatif ’in Feriştehoğlu Lugati de, Arapça-Türkçe bir eserdir. Yazar, ele aldığı ve karşılığını verdiği kelimeleri Kur’an’daki sözlere dayandırmıştır. Bütün bu sözlük faaliyetleri, Fatih devrinde dilde bir gelişmeyi sağ-lamış ve Türk edebiyatının ilerlemesine zemin hazırlamıştır.

Tarihler : Fatih devrinde tarih yazıcılığı da önemli yer tutar. Ömürleri II. Bayezid dev-rine uzanan ancak Fatih zamanında yetişen bu yazarların Âşık Paşazâde (öl.1484’ten son-ra) ilkini teşkil eder. XIV. yüzyıl şairi Âşık Paşa’nın (öl. 1332) torunlarından, asıl adı Der-viş Ahmed olan bu yazar, şiirlerinde Âşıkî mahlasını kullanmıştır. II. Murad ve Fatih ile yakın dostluğu bulunan Âşıkî, her iki padişahla seferlere katılmıştır. Eserinin II. Murad devrine kadar olan kısmını bazı kaynaklardan yazmasına rağmen, ondan sonraki zaman-ları, olayları yaşayan bir gözlemci gibi, içinde bulunduğu hadiseleri anlatarak vermiştir. Âşıkî’nin dili açık, anlaşılır bir Türkçe olup, pek az ki’li cümle kullanır. Yer yer konuşma diline kaçar. Üslubu tabiî ve samimî olup yapmacıktan uzaktır.

Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eseri de bu devrin önde gelen tarihle-rindendir. Kıvâmî, yapılan araştırmalara göre Fatih devrinde defterdar olması muhtemel bir şairdir. Fetih-nâme-i Sultan Mehmed adlı eserini Sultan Bayezid için yazmıştır. Man-zum mensur karışık olan eserinde hadiseleri anlatırken kendine has bir kompozisyon kur-muştur. Olaylar eserde, şiir-nesir-şiir; tasvir-vak’a-dua ve övgü şeklinde anlatılmıştır. Ne-sir ve nazmındaki canlılık cümle veya mısra başlarında kullandığı tekrarlardan kaynakla-nır. Tasvirlerinde daha çok mevsimleri anlatır. Bunlar arasında bahar mevsiminin ayrı bir yeri vardır. Hemen her bahse girişte tekrarlar görülür. Bu tekrarlar zaman zaman cümle ve paragraflar şeklinde de devam eder. Fatih devri fetihlerini anlatmasına rağmen fetih-lerle ilgili olarak, herhangi bir tarih vermemesi bir noksanlık olup eserin dikkat çeken bir başka özelliğidir.

Fetih-nâme-i Sultan Mehmed’in Âşık Paşazâde Tarihi’nden farkı, daha fazla şiirin yer alması ve II. Bayezid tarafından yazılması istenen bir eser olmasıdır. Kıvâmî, bu eserinde konulara şiirle başlamış, nesirle devam etmiş ve tekrar şiirle bitirmiştir. Yer yer sıralı cüm-leler kullanan Kıvâmî’de ki’li cümleler Âşıkpaşazade’ye göre daha fazladır. Yazarın kullan-dığı yeni ekler ve kelimeler ayrıca dikkat çeker. 28 bölümden meydana gelen eserin son üç bölümü II. Bayezid’e ayrılmıştır. Az da olsa Türk tarihinden kıssa ve fıkralara yer verme-si dikkat çekmektedir. Kıvâmî,

Page 145: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 139

Resûlün hicretinden dinle bu demSekiz yüz oldı toksan üç dahı hem

beytinde eserin yazılış tarihini 893H.=1486-87M. olarak vermektedir. Kıvâmî’nin ayrıca Câmi’ü’n-Nezâir gibi şiir mecmualarında şiirlerine de rastlanmaktadır.

Fatih dönemini anlatan diğer bir tarih de Tursun Bey’in yazdığı Tarih-i Ebü’l-Feth’tir. Asıl adı Tûr-ı Sînâ Bey olan bu zat, İznik valisi Firuz Bey’in torunu, Hamza Bey’in oğlu-dur. Tursun Bey eserinde, Fatih devrini ve II. Bayezid zamanının başlarını anlatmaktadır. Hadiseleri tıpkı Âşık Paşazâde’ deki gibi canlı olarak ve yaşayarak anlatır. II. Bayezid’e sun-duğu Tarih-i Ebü’l-Feth üslup ve dil yönünden Âşık Paşazâde ve Kıvâmî’nin eserlerinden farklıdır. Eserin dili, süslü ve ağırdır. Ayrıca Arapça ve Farsça alıntılar oldukça fazladır.

Tıpla ve diğer konularla ilgili eserler: Fatih döneminde yazılan takvimler de Türk dili tarihi açısından önemli eserlerdir. Ayrıca, Fatih ve II. Bayezid devrinde üslup ve tenkitle-ri ile dikkat çeken Molla Lütfî’nin eserleri de Türk dili tarihi açısından önem taşır. Dev-let erkânı ve akranları arasında Deli Lütfî, Molla Lütfî, Tokatlı Lütfî, Lütfullah Çelebi ve Sarı Lütfî gibi değişik sıfatlarla nitelendirilen bu zat, atak ve sözünü sakınmaz bir kişiliğe sahiptir. Har-nâme isimli eseri, Uslu lâkabı ile tanınan bir mollanın zamanın vezirleriyle olan tartışmalarına ve Uslu’nun hayatına yer vermektedir. Alay ve hiciv için yazılan Har-nâme adlı bu risale, Türk halk edebiyatı açısından ele alınınca eşekle ilgili atasözleri ile de dikkat çeker. Dilinin açık ve anlaşılırlığı, anlatımındaki rahatlık, yazarının ince buluşları-nı göstermesi açısından da eser önemlidir. Dil yönünden açık bir eser olan Har-nâme, bu-gün bile kolayca anlaşılabilecek durumdadır. Molla Lütfî’nin yazdığı başka bir eser ise, Fe-rec Bade’ş-Şidde tercümesidir.

Fatih döneminde tıp alanında da önemli eserler yazılmıştır. Sabuncuoğlu’nun yaz-dığı Cerrâhiyye-i İlhâniyye ve Mücerreb-nâme adlı eserleri bunların başında gelmektedir. Bunlardan Cerrâhiyye-i İlhâniyye Fatih’ e sunulmuştur. Eser bazı eklemeler bir tarafa bı-rakılırsa, Zehravî’nin Et-Tasrîf adlı eserinin tercümesi durumundadır. Açıklamalı bir an-latımı olan eserin Türkçe açısından önemi büyüktür. On sekiz bölümden meydana gelen Mücerreb-nâme ise telif bir eserdir. Hastalık ve ilaç adlarına, ayrıca tıp terimlerine yer ver-mesi, bitki adlarını belirtmesi bakımından Türk dili tarihi açısından olduğu kadar Türk tıp tarihi bakımından da büyük önem taşır. Eserin tıp alanında olmasına rağmen açık ve anlaşılır bir dili vardır.

Fatih ve II. Bayezid devrinde yazılmış başka mensur eserler de bulunmakta dır. Bunlardan Firdevsî-i Tavîl’in (Uzun Firdevsî, öl.1512’den sonra) Kıssa-nâme-i Süleyman Aleyhisselâm adlı mensur eseri başta gelir. Seksen defterden oluşan bu mensur eser, Fatih’in emri ile yazıl-mış ve ilk altı cildi onun devrinde ortaya çıkmıştır. Ancak Uzun Firdevsî’nin büyük edebî fa-aliyetleri, II. Bayezid ve özellikle Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleşmiştir.

Fatih devrinde Türk dili açısından dikkat çeken en önemli husus resmî kitabet dili-ne çekidüzen verilmesidir. Karamanî Mehmed Paşa tarafından Fatih’in ağzından yazı-lan ve Uzun Hasan’a gönderilen mektup bunun başlıca örneğidir. Geçmişe göre daha hey-betli bir inşa üslubunun görülmeye başlama sı, bunun belli ölçü ve şekillerde olması Türk-çeyi de, dış ve iç tarih açısından zorlamaya başlamıştır. Bunda hukuk dilini hakkıyla bi-len bilgin kişilerin büyük rolü olmuştur. Ayrıca Fatih’in resmî yazışmalara önem verme-si ve bu özellik leri taşıyan âlimlerle olan ilişkisi, kanunname yazımından başlayarak, fer-man, tevkî, berat gibi yazıların başta bilgin padişah olmak üzere bunların elinden geçme-si resmî kitabeti ortaya çıkarmıştır.

XV. yüzyılın ortasından itibaren özellikle İstanbul’un fethinden sonra saray edebiyatı-nın gelişmesiyle resmî yazışma dili heybetli, görterişli ve sanatlı bir özellik kazanarak ka-lıplaşmıştır. Bu durum inşa örnekleri fikrinin ortaya çıkarmış ve böylece Menâhicü’l-İnşâ

Page 146: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı140

gibi Türk dili ve edebiyatında ilk inşa mecmuaları yazılmıştır. Menâhicü’l-İnşâ ayrıca süs-lü nesrin ilk örneklerinin bulunması bakımından dikkate değer bir eserdir. Tursun Bey’in Tarih-i Ebu’l-Feth’i de sanatlı ve süslü nesrin başlangıcında yer almıştır. Bu tür nesirde Tur-sun Bey’le paralel giden yazarlardan biri, tesirleri Cumhuriyet devri edebiyatına kadar ge-len Sinan Paşa’dır (1440-1486). O, Tazarru-nâme’sini sanatlı bir nesirle yazmıştır. Sinan Paşa, bu eserde Arapça, Farsça kelimeleri de kullanmasının yanında Türkçenin bütün ifa-de imkânlarından da faydalanmış tır. Tazarru-nâme, bazen düz, bazen devrik kısa cümleler, cümle sonlarında seciler ve terkiplerle ahenkli, hareketli ve sanatlı bir nesirle yazılmıştır. Yazarın mensur şiir görünümünde olan bu eseri, çok beğenilmiş olup bundan sonra süs-lü ve secili nesre Sinan Paşa üslubu adı verilmiştir. Sinan Paşa’nın Tazarru-nâme’den baş-ka mensur iki eseri daha vardır. Bu eserler, Nasihat-nâme ile Tezkiretü’l-Evliyâ tercümesi-dir. İ. H. Ertaylan, Ma’ârif-nâme de denilen Nasihat-nâme’nin tıpkıbasımını bir önsözle bir-likte yayımlamıştır (1961). E. Gürsoy Naskal’i de Tezkiretü’l-Evliyâ’yı yayımlamıştır (1987).

Sinan Paşa, Türk nesrinin gerçek anlamda kurucuları arasındadır. Sinan Paşa nesrinin en iyi tarafı ise, kısa cümlelere yer vermesidir. Aynı durum Tezkiretü’l-Evliyâ ve Ma’ârif-nâme’sinde de görülür.

Tazarru-nâme’den

Aşk üzerineİşâret-i evsâf-ı ışk: Işk âsâyiş-i cândur, ışk ârâyiş-i cihândur. Işk nemek-dik-i vefâdur, ışk hadîka-i ehl-i safâdur. Işk hakîkat çarhınun ahteridür, ışk cân leşkerinün mihteridür. Işk bir sultân-ı kâhir ü tîzdür ki alem çekicek birbirine urur vücûd-ıla ademi. Işk bir bî-karâr u şûr-engîzdür ki, kadem basıcak şûr u gavgâya bıragur âlemi. Işk bir cevher-i pâkdür araz san-man; ışk râhat-ı cândur maraz sanman…

Page 147: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 141

Özet

XV. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu sahası Türk edebiyatının genel özellik lerini açıklamak. XV. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı Devleti’nin ba-şında Fatih ve II. Bayezid bulunmaktadır. Türk edebi-yatı, bu padi şahların ve devlet adamlarının da katkı-sıyla, yeni alanlarda gelişerek kuruluş devrini tamam-lamış ve “Klâsik Türk Edebiyatı” dönemi başlamıştır. Bu dönem de manzum ve mensur tercümelerin yanın-da çok sayıda telif de eser yazılmıştır.

Fatih devri edebî faaliyetleri, İstanbul’da padişah ve vezirlerin etrafında canlı bir şekilde varlığını sür-dürmüştür. Sarayda görülen bu edebî canlılığa para-lel olarak Fatih’in şehzadeleri de şiir yazan ve divanı olan şairlerdir. II. Bayezid, şiirlerinde Adlî mahlası-nı kullanmış ve bir Divan ortaya koymuştur. Küçük-lüğünden itibaren geniş kültürü ile dikkat çeken Cem Sultan, Edirne’de Ebulhayr-ı Rûmî’ye Saru Saltuk ile ilgili hikâyelerin toplanması için emir vermiş ve Saltuk-nâme’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Saray-daki edebî faaliyetler Fatih’ten sonra II. Bayezid ile de-vam etmiştir. II. Bayezid, daha çok etrafındaki şair ve yazarlara eserler yazdırmıştır. Tursun Bey’in Tarih-i Ebu’l-Feth’i ve Kıvâmî’nin Fetih-nâme-i Sultan Meh-med adlı eseri hep bu padişahın isteği ile yazılmıştır. Fatih ve II. Bayezid devri, Türk edebiyatında mesnevi nazım şeklinde yazılan eserlerle de dikkat çeker. Sinan Paşa ise bu devirde sanatlı nesir ile kendini gösterir.

XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şair ve yazarlar ile bunların eserlerini ayırt etmek. XV. yüzyılın ikinci yarısında eser veren şairlerin önde gelenleri arasında Avnî, Adnî, Nişânî, Cemâlî, Aşkî, Melîhî, Nizâmî, Sarıca Kemal, Zeynep Hanım, Hufî, Cem Sultan, Karamanlı Aynî, Adlî, Mihrî Hatun, Necâtî Bey ve Hamdullah Hamdî’yi sayabiliriz.

Bunlar arasında Avnî (Fatih) ve Adlî (II. Bayezid) yüz-yılın divanı olan şair padişahlarıdır. Cem Sultan ise, hem divanı hem de mesnevisi bulunan bir şehzadedir.

XV. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan ve hem bu dö-nemde hem de Türk edebiyatında pek çok şairi et-kileyen sanatkârlar arasında, Ahmed Paşa, Necâtî ve Hamdullah Hamdî önde gelirler. Şiir mecmularında çok sayıda manzumeleri bulunan bu şairlerden Ah-med Paşa, Avnî, Adnî, Cemâlî, Nizâmî, Sarıca Ke-mal, Cem Sultan, Karamanlı Aynî, Adlî, Necâtî Bey ve Hamdullah Hamdî’nin divanları elde bulunmaktadır.

Bu dönem şairlerinden mesnevileriyle öne çıkanlar arasında, Süleyman Çelebi, Abdülvâsî Çelebi, Yazı-cıoğlu Mehmed, Cemâlî, Aşkî, Cem Sultan, Hatiboğ-lu, Devletoğlu Yûsuf, Mu’înüddin b. Mustafa, Münîrî, Halîlî, Şâhidî, Ahmed-i Rıdvan, Hamdullah Hamdî bulunmaktadır.

Tursun Bey, Sinan Paşa, Âşık Paşazâde, Mercimek Ahmed, Abdurrahim Karahisarî, Ebulhayr-i Rûmî, Halimî, Feriştehoğlu ve Pîr Mehmed mensur eserle-riyle dönemin önde gelen yazarlarıdır.

XV. yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairleri ve eserlerini ayırt etmek. XV. yüzyılda yaşayan tanınmış mutasavvıf şairler, Hacı Bayram-ı Velî, Kaygusuz Abdal, Akşemseddin, Abdurrahim-i Rûmî, Eşrefoğlu Rumî, Kemal Ümmî, Dede Ömer Rûşenî, Cemâl-i Halvetî, İbrahim Tennûrî ve İbrahim Gülşenî’dir. Bu mutasavvıf şairler den Hacı Bayram-ı Velî’nin, Risâletü’n-Nûriyye, Def ’-i Matâin, Risâle-i Zikrullah, Risâle-i Şerh-i Akvâl-i Hacı Bayram Velî, Telhîs-i Def ’-i Matâin ve Makamât-ı Evliyâ; Eşrefoğlu Rûmî’nin Divan, Müzekki’n-Nüfûs; Kemal Ümmî’nin Divan, Kırk Armağan; Dede Ömer Rûşenî’nin Divan, Âsâr-ı Aşk, Ney-nâme, Miskin-nâme, Silsile-nâme, Çoban-nâme, Kalem-nâme ve Kıssa-nâme; Cemâl-i Halvetî’nin Divan; İbrahim Gülşenî’nin Divan ve Ma’nevî isimli eserleri vardır.

1 2

3

Page 148: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı142

Kendimizi Sınayalım1. XV. yüzyıl Anadolu (Osmanlı) sahası eser lerinde görülen Türk yazı dili, Türçenin hangi dönemi içinde yer alır?

a. Eski Türkçeb. Orta Türkçec. Klâsik Osmanlıcad. Yeni Osmanlıcae. Modern Türkçe

2. Osmanlıda divanı olan ilk padişah aşağıdaki lerden hangisidir?

a. Fatih Sultan Mehmedb. II. Muradc. II. Bayezidd. Cem Sultane. Şehzade Korkud

3. Aşağıdaki şairlerinden hangisi “Cem Şairleri” içinde yer almaz?

a. Aynîb. La’lîc. Kandîd. Şâhidîe. Necâtî

4. Ahmed Paşa’nın “gönül” murabbaı aşağıdaki şairlerden hangisinin şiirine naziredir?

a. Necâtîb. Avnîc. Melîhîd. Şeyhîe. Atâî

5. Fatih’in sadrazamlarından Mahmud Paşa’nın şiirlerinde kullandığı mahlas, aşağıdakilerden hangisidir?

a. Adnîb. Adlîc. Aşkîd. Avnîe. Aynî

6. Cemâlî’nin Hümâ ve Hümâyûn’un diğer adı aşağıdakiler-den hangisidir?

a. Gülşen-i Envârb. Gülşen-i Âşıkânc. Gülşen-i Uşşâkd. Gülşen-i Râze. Gülşen-i Mülûk

7. Aşağıdaki divan şairlerinden hangisi esnaf arasından yetişmiştir?

a. Hufîb. Adlîc. Aşkîd. Aynîe. Nizamî

8. Karamanlı Aynî ile ilgili aşağıdaki ifa delerden hangisi doğrudur?

a. Divan’ından ayrı olarak Muammalar ve Cifr-nâme isimli eserleri de vardır.

b. Anadolu sahası Türk edebiyatında Cem Sultan ile birlikte en çok muamma yazan şairdir.

c. Şiirlerinde halk söyleyişinden uzak bir üslubu vardır.d. Cem Sultan’a mersiye yazan şairlerdendir.e. Gazel ve kasidelerinde halkın anlaya mayacağı Arap-

ça ve Farsça tamlamalara yer vermiştir.

9. Fuzûlî, Necâtî’nin aşağıdaki kasidelerinden hangisine nazire yazmıştır?

a. Tîğ kasidesib. Seher kasidesic. Gül kasidesid. Kerem kasidesie. Hâtem kasidesi

10. Aşağıdakilerden hangisi XV. yüzyıl mu tasavvıf şairlerin-den biri değildir?

a. Kaygusuz Abdalb. Akşemseddinc. Kemal Ümmîd. Ömer Rûşenîe. Niyazî-i Mısrî

Page 149: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 143

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı1. b Yanıtınız yanlış ise “Fatih ve II. Bayezid Döneminde

Türk Dili” konusunu yeniden gözden geçiriniz.2. a Yanıtınız yanlış ise “Avnî (Fatih Sultan Mehmed)”

konusunu yeniden gözden geçiriniz.3. e Yanıtınız yanlış ise “Fatih ve II. Bayezid Döneminde

Türk Edebiyatı” konusunu yeniden gözden geçiriniz.4. c Yanıtınız yanlış ise “Ahmed Paşa” konusunu yeniden

gözden geçiriniz.5. a Yanıtınız yanlış ise “Adnî (Mahmud Paşa)” konusu-

nu yeniden gözden geçiriniz.6. c Yanıtınız yanlış ise “Cemâlî” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.7. a Yanıtınız yanlış ise “Hufî” konusunu yeniden gözden

geçiriniz.8. b Yanıtınız yanlış ise “Karamanlı Aynî ” konusunu ye-

niden gözden geçiriniz.9. e Yanıtınız yanlış ise “Necâtî” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.10. e Yanıtınız yanlış ise “XV. Yüzyıl Mutasavvıf Şairleri”

konusunu yeniden gözden geçiriniz.

Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1Türk dilinin Fatih devrine kadar geçirdiği tarihî süreç, Al-tay, En Eski Türkçe, İlk Türkçe, Eski Türkçe ve Orta Türk-çe şeklinde dönemlere ayrılır. Bu tasnife göre Fatih dev-ri Orta Türkçenin son yüzyılını meydana getirir. Türkçenin bundan sonraki dönemlerine, Yeni Türkçe (XVI–XIX. yüz-yıllar) ve Modern Türkçe (XX. yüzyıldan sonra) adları ve-rilir. XV. yüzyılda Fatih dönemini de içine alan Orta Türk-çe; Kuzey-Doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi olmak üzere iki-ye ayrılır. XIII. ve XIV. yüzyıllarda Eski Türkçenin bir devamı olan Kuzey-Doğu Türkçesi, XIV. asırdan sonra Kuzey Türk-çesi (Kıpçak Türkçesi) ve Doğu Türkçesi (Çağatay Türkçesi) şeklinde devam etmiştir. Batı Türkçesi de Oğuz Türkçesinin kolları olan Türkiye Türkçesi ve Azerî Türkçesi şeklinde var-lığını sürdürmüş, ancak bu iki kol XVI. yüzyıldan itibaren ayrılmaya başlamıştır. Eski Türkçe devrinde ağız seviyesin-de olan farklılıkların Orta Türkçe devrinde şive durumuna geçtiği görülür. Buna göre Türkçe, Anadolu, Balkanlar, İran, Afganistan, Mısır, Kırım, Deşt-i Kıpçak, Altınordu, Harezm, Batı ve Doğu Türkistan ile baştanbaşa Asyanın kuzey bölge-lerinde geniş bir sahada varlığını sürdürmüştür. Osmanlıda, II. Murad devrinde büyük kültür hareketleri, sade ve açık Türkçe eserler yazma (Türkçecilik) akımı devam etmiş ve bu anlayış Fatih ve II. Bayezid dönemlerinde de varlığını

sürdürmüştür. Devrin eserlerinde, sade ve konuş ma diline yer veren bir anlatım vardır. Ancak Fatih devrinde yazılan men-sur eserlerde, özel likle Arapça ve Farsça olmak üzere başka dil-lerden kelimelerin ve bazı gramer şekillerinin kullanılması git-tikçe artmıştır. Bu durum, nesirde heybetli ve gösterişli (süslü, sanatlı) bir dilin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Fatih dev-rinde yetişen ve II. Bayezid devrinde eser veren, Kıvâmî, Tur-sun Bey ve Sinan Paşa gibi şahsiyetler de nesir dilinde görülen bu gelişmelere paralel bir yol tutmuşlar, Sinan Paşa ve Tursun Bey sanatlı (süslü) nesrin öncüleri olmuşlardır.

Sıra Sizde 2Fatih’in şehzalerinden Cem Sultan, şiirlerinde Cem mahlası-nı kullanmıştır. Sancakbeyi olduğu zamanlarda Kastamonu ve Konya’da etrafına hep şairleri toplamıştır. Onun İstanbul’a pa-ralel olarak etrafında toplanan bu şairler, Cem şairleri adı ile anılan canlı bir edebî topluluk meydana getirmiştir. Cem’e ha-yatları boyunca bağlı kalan bu şairler arasında, Karamanlı Aynî, Sa’dî-i Cem, Türâbî, La’lî, Kandî ve Şâhidî bulunmaktadır.

Sıra Sizde 3XV. yüzyılda şiirleriyle öne çıkan ve dönemin devlet adam-larının yakın ilgisini gören hanım şairler, Zeynep Hanım ile Mihrî Hatun’dur. Her iki şair de Fatih devrinde Amasya’da yetişmiştir. Zeynep Hanım, mûsikîde de bilgi sahibi olup tez-kirelerde Fatih adına düzenlediği belirtilen Divan’ı ele geç-memiştir. Şeyhî’ye nazireler yazmış olan Zeynep Hanım’ın tezkirelerde verilen örneklerden sade ve samimî şiirler yaz-dığı anlaşılmaktadır. Mihrî Hatun, Amasya valisi olan Şahzade Bayezid’in etra-fında oluşan edebî meclislerde bulunmuş bir kadın şairdir. Hem Bayezid’e hem de oğlu Şehzade Ahmed’e kasideler ya-zan Mihrî Hatun, II. Bayezid’in 1481 yılında padişah olma-sından sonra da himayesini ve ihsanlarını görmüştür. Edebî çevrelerde, şiir atışmalarında daima edebi gözetmiş ve hiç hafifliğe kaçmamıştır. Mihrî Hatun’un bazı eserlerinden bahsedilirse de elimizde olan tek eseri Divanı’dır. Mihrî Hatun, şiirlerini divan şiirinin sınırları içinde, aldığı eğitim, kabiliyet, zekâ ve hayat şekline göre yazmıştır. Oldukça sade bir dille duygulu gazeller yazan Mihrî, Divan edebiyatının mazmun-larını kullanırken erkek şairlerden farklı bir özellik göstermez.

Page 150: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı144

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Abdurrahim Karahisarî, Münyetü’l-Ebrâr ve Gunyetü’l-Ahyâr, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bö-lümü Seminer Kitaplığı, nu: 4444.

Akdoğan, Y. -Demirel, Ö (2008) “Cezeri Kasım (Sâfî) Paşa’nın Hayatı ve Eserleri”, TDED, Cilt XXXVI, İstanbul.

Aksu, C. (2002). Lutfî Divanı’nın Tahlili, İ.Ü. Sosyal Bilim-ler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

Ali Emîrî Efendi, (1335). “Fatih Sultan Muhammed Han Gazi Hazretlerinin Nefs-i Nefîs-i Hümâyûnları İçin Yazdırıp Mütalaa Buyurdukları Kitaplar”, Osmanlı Tarih ve Ede-biyat Mecmuası, 31 Kanunıevvel 1335, nu: 22.

Ali Şir Nevâî, (1995). Mecâlisü’n-Nefâis, Haz. Hüseyin Ayan, Kemal Yavuz, Efrasiyab Gemalmaz, Yavuz Akpınar, Re-cep Toparlı, Gönül Ayan.

Arslan, M. (2007). Mihrî Hatun Dîvânı, Ankara.Banarlı, N. S. (1997). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C. I,

Ankara: MEB Yayınları.Bayram, Y. (2008). Adlî Sultan İkinci Bâyezîd-i Velî Dîvânı,

Amasya.Caferoğlu, A. (1974). Türk Dili Tarih II, İstan bul.Çatıkkaş, A. (2009). Firdevsî-i Rûmî, Süley mannâme-i Kebîr,

Ankara: TDK Yayınları.Çatıkkaş, A. (1983). “Türk Firdevsisi ve Süleymannâme-i Ke-

bir”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 25, İstanbul. Çavuşoğlu, Ç. (1971). Necati Beg Dîvânı’nın Tahlili, İstan-

bul: MEB Yayınları.Çelebioğlu, A. (1996). Muhammediye, I-II, İs tanbul. Çelebioğlu, A. (1998). “Akşemseddin-zâde Hamdullah Hamdî

ve Pend-nâme’si”, Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul.Çelebioğlu, A. (1998). Türk Edebiyatında Mesnevî - XV.

yy’a Kadar-, İstanbul.Çetin, N. (1965). “Ahmedî’nin Mirkatü’l-Edeb’i Hakkında”,

Türkiyat Mecmuası, S. XIV, İstanbul.Danişmemd, İ. H. (1971). İzahlı Osmanlı Tarihi Kronoloji-

si, C.I , İstanbul.Demirtaş (Timurtaş), F. K. (1951). , “Fatih Devri Şairlerin-

den Cemâlî ve Eserleri”, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C.IV, Sayı 3, İstanbul.

Derdiyok, Ç. (1994). Cemâlî -Hayatı, Eserleri ve Divanı-, Harvard.

Doğan, M. N. (2004), Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul.Eckman, J. (1996). Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi

Üzerine Araştırmalar, Haz. Osman Fikri Sertkaya, An-kara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Eraslan, K. (1999). Mevlânâ Sekkâkî ve Divanı, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Ergin, M. (1962). Türk Dil Bilgisi, İstanbul.

Ersoylu, H. (1989). Cem Sultan Divanı, Ankara.Eşrefoğlu Rûmî, (1237). Müzekki’n-Nüfus, İstanbul.Fuzûlî, (1958). Türkçe Divan, Prof. Dr. Kenan Akyüz, Dr. Se-

dit Yüksel, Süheyl Beken, Müjgan Cunbur, Ankara.Hasan Çelebi, (1981). Tezkiretü’ş-Şuarâ, Haz. Dr. İbrahim

Kutluk, Ankara.İnce, A. (1981). Cem Sultan Cemşid ü Hurşîd – İnceleme, Me-

tin, Basılmamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum. İpekten, H. (1974). Karamanlı Nizâmî, -Hayatı, Edebî Ki-

şiliği ve Divanı-, Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.İpekten, H. (1996). Divan Edebiyatında Edebî Muhitler,

İstanbul.İz, F. (1964). Eski Türk Edebiyatında Nesir, İstanbul.Karaağaç, G. (1997). Lutfî Divanı, Ankara: Türk Dil Kuru-

mu Yayınları.Karabey, T. (1996). Ahmed Paşa-Hayatı, Sanatı, Eserleri-,

Ankara.Karahan, A. (1972). “Molla Lutfî’nin Harnâmesi ve XV. Yüz-

yıl Sade Türk Nesri”, Bilimsel Bildiriler: TDK Yayınları.Karasoy, Y, Yavuz, O. (2010). Âşık Ömer Divanı, Konya: Sel-

çuk Üniversitesi Yayını.Karasoy, Y. (1998). Şiban Han Divanı –İnceleme, metin, di-

zin, tıpkıbasım-, An kara: Türk Dil Kurumu Yayınları.Karpuz, H. Ö. (1992). Abdurrahîm Karahisarî, Vahdetnâme,

I. Gramer İncelemesi, Metin; II- İndeks, Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum.

Kartal, A. (2000). Şeyh Yusuf Baba Sivrihisârî, Mevhûb-ı Mahbûb, Eskişehir.

Köprülü, F. (1934). Divan Edebiyatı Antolojisi, İstanbul.Kut, G. (1978). Heşt Bihişt, Sehî Beg Tezkiresi, Harvard.Mecmua-i Eş’âr, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Yeni-

ler Kitaplığı 131.Mermer, A. (1997). Karamanlı Aynî Divanı, Ankara.Önler, Z. (1987). “XV. Yüzyıl Hekimlerinden Sabuncuoğlu

Şerefeddin’in Mücerrebnâme Adlı Eseri”, Fırat Üniversi-tesi Dergisi (Sos yal Bilimler), S. 1.

Öztürk, N. (2001). XV. Yüzyıl Tarihçilerinden Kemal, Selâtin-nâme, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Öztürk, N. (2000). Anonim Osmanlı Kroniği (1299-1512), İstanbul.

Öztürk, Z. (1993). Hamdullah Hamdi’nin Yusuf ve Zeliha Mesnevisi’nde Tipler ve Motifler, İ. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul.

Sertkaya, O. F. (1972). “Osmanlı Şairlerinin Çağatayca Şiirle-ri”, TDED C.XVIII, İstanbul.

Şemseddin Sami, (1308). Kâmûsu’l-A’lâm, C.3, İstanbul.Şentürk, A. A. (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi, İstanbul.

Page 151: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

5. Ünite - XV. Yüzyıl Batı Türk Edebiyatı II: Anadolu Sahası Türk Edebiyatı (1450-1500) 145

Tarlan, A. N. (1966). Ahmed Paşa Divanı, İstan bul.Tarlan, A. N. (1992). Necati Beg Dîvânı, Ankara: Akçağ Yayınları.Tekin, G. (1995). “Fatih Devri Türk Edebiyatı”, İstanbul Ar-

mağanı, Fetih ve Fatih, İstanbul.Timurtaş, F. K. (1974). Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstanbul.Timurtaş, F. K. (1980). Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn’i, İstanbul.Tolasa, H. (1973). Ahmed Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara. Tören, H. (2001). Ali Şir Nevâî, Sedd-i İs kenderî, Ankara:

Türk Dil Kurumu Yayınları.Tulum, M. (1977). Tarih-i Ebü’l-Feth, İstanbul.Tulum, M. (2001). Yusuf Sinan Paşa, Tazarru’nâme, M.E.B. Ya-

yınları: 2007, Ankara.Uygur, C. V. (1991). Kıvâmî’nin Fetihnâme-i Sultan Mehmed’i

ve Dil Özellikleri, SÜ. SBE, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Konya.

Uzunçarşılı, İ. H. (1975). Osmanlı Tarihi, C. II, Ankara.Ün-ver, A. S. (1953). İlim ve sanat Tarihimizde Sultan Meh-med, İstanbul.

Yavuz, K. (1983). “XIII-XVI. Yüzyıl Eserlerinin Anadolu Sa-hasında Yazılış Sebepleri ve Bu Devir Müelliflerinin Türk-çe Hakkındaki Görüşleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.27, İstanbul.

Yavuz, K. (1991). Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.

Yavuz, K. (2000). Garib-nâme, C.I/1, İstanbul.Yavuz, K.-Saraç, Y. (2003). Âşık Paşazâde, Osmanoğulları-

nın Tarihi, İstanbul: Koç Kültür ve Sanat Tanıtım.Yavuz, K. (2008). Muînî, Mesnevî-i Muradiyye, Konya.Yavuz, K. (2011). “Firengistan’da Ağlayan Bir Şair: Ölümü-

nün 515. Yıldönümünde Cem Sultan”, TDED, cilt XL. İstanbul.

Yavuz, O. (2002). Kansu Gavrî’nin Türkçe Divanı, Metin- İnceleme-Tıpkı Basım, Konya: Selçuk Üniversitesi Tür-kiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları.

Yurd, A. İ. (1972). Fatih’in Hocası Akşemseddin, -Hayatı ve Eserleri-, İstanbul.

Page 152: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;Nazire ve nazire ile ilgili kavramları tanımlayabilecek,Nazirenin ortaya çıkışını açıklayabilecek ve Türk şiirinde yazılan ilk nazirele-ri belirleyebilecek,Türk edebiyatında yazılan nazire mecmu’alarını tespit edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

Türk Şiirinde Nazire

• GİRİŞ• NAZİRENİNORTAYAÇIKIŞI• NAZİRELERİNNAZIMŞEKİLLERİ• TÜRKŞİİRİNDEYAZILANİLKNAZİRELER• NAZİREMECMU’ALARI

• Nazire,nezâ’ir• Tanzîr• Müşâ’are• Mu’âraza• İhtizâ• Muhâkât• Taklîd• Nazîr• Mesîl• Cevâb

• Tazmîn• İstikbâl• Nazîre-gû,nazîre-perdâz• Zemînşiir,modelşiir• NazireMecmu’aları• Mecmu’atü’n-Nezâir• Câmi’ü’n-Nezâir• Mecma’u’n-Nezâir• PervâneBeyMecmû’ası

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 153: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞNazire (nazîre), bir şairin tanınmış bir şiirine veya şiirlerine sonradan başka bir şair veya şairin kendisi tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı olan, aynı vezin ve konu-da yazılan, çoklukla gazel ve kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Cevap da denilen nazi-renin aynı dilde ve şivelerde olması gerekir (Gölpınarlı 1985: XXVIII).

Edebiyatta şairlerin yetişmeleri, güzel şiirlerin taklit edilmesi ve sanatkârın kendini her yönü ile geliştirerek ortaya özgün eserler koyması ile sağlanmıştır. Bu açıdan bakın-ca nazirelerin edebiyatta büyük bir itici güç olduğu görülür. Şair, bu ilk devrinde bir çı-rak gibidir. Ancak şiir bilgisinin genişlemesi, hayat tecrübe ve şartlarının sanata yönelme-si, bulunduğu ortamın hatta şairler meclisine devamı veya çok okumakla kalfalık devri-ni de geçerek ustalık dönemine ayak basmış olur. Bütün bunlarda dili ne şekilde kullan-ması gerektiğini öğrendiği gibi kelime bilgisi zenginleşir, kafiyenin dar ve geniş zeminleri-ne de vâkıf olur. Gönlü, aklı ve kulağı da ses ve kelimeye karşı ilgili olur ve hafızası geniş-ler. Büyük sanatkârlara karşı duyduğu hayranlık ve saygı, şairi onların şiirlerine yönlen-dirir. İşte şair bu kazanımlarla sanat dünyasına girer. Böylece, güzel bulduğu şiirlere, hay-ranlık ve saygı duyduğu şairlere olan ilgi ile onların şiirlerine, aynı konu, aynı vezin, aynı kafiye ve redif ile şiirler yazar. Buna “nazire yazmak”, “tanzîr etmek” veya “nazîre demek” adları verilir. Yazılan şiir de “nazire” olarak adlandırılır. Nazirenin çokluk şekli “nezâ’ir veya nezâyir (= nazireler)”dir. Nazireyi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” ola-rak anılır. Ancak ikinci şiiri yazan şairin birinci şairi, söyleyiş, edâ ve konuda geçmesi is-tenir. Böylece edebiyatta bir genişleme ve yarışma da başlamış olur. Hatta bunun da öte-sinde belki bir atışma havası da ortaya çıkar. Atışmada bir yarış iddiası bulunduğuna göre aynı durum nazire için de geçerliliğini korur. Bir şair bazen kendi yazdığı şiirine de nazi-re yazabilir. Bu durum şairin şiirde ilerlemesi ve ele aldığı konuyu daha da ileri götürme-si ve genişletmesi demektir. Bunun yanında nazire yazan kimi şairler, hangi şairin şiirini tanzir ettiklerini, genellikle makta beytinde zikrederler. Bu da edebiyatımızda XVI. yüz-yıldan sonra görülmeye başlar.

NAZİRENİN ORTAYA ÇIKIŞIArap edebiyatında Cahiliyye devrinden itibaren görülen nazire İslâmî dönemde Ka’b bin Züheyr’in Hz. Peygamber için yazdığı “Bânet Süâd (= Sevgili Uzaklaştı)” adındaki na’tına yazılan şiirlerle en geniş şekilde görülmeye başlanmış ve kesintisiz devam edip gelmiştir. Ancak terim olarak nazire yerine “mu’âraza” yanında “ihtizâ” ve “muhâkât” kelimeleri de kullanılmış, çok sonraları “taklîd”, “nazîr” ve “mesîl” terimlerine de yer verilmiştir (Dur-muş, 2006: 455 vd.).

Türk Şiirinde Nazire

Page 154: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı148

Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile karşılanmış, ayrıca “istikbâl” ve “tazmîn” gibi terimler de kullanılmıştır. Fars edebiyatında da ilk nazire örnekleri on ikin-ci yüzyılda görülmeye başlanmıştır (Çiçekler, 2006: 457).

Türk edebiyatında “nazire” ilk defa, “nazireler” anlamında, Fahreddin bin Mahmud Behcetü’l-Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde kullanmıştır. Fahreddin bin Mahmud eserinde yer verdiği koşuk adı ile bilinen manzumeler için “ve benden dilediler kim bun-larun dilince bu fen içre bir kitâb eyleyem, nükte ve nezâyir birle söyleyem kim bularun dilegi kabul ola” demektedir (Koç, 2011: 159-172).

Nazirelerin Nazım Şekilleri ve Nazirelerde Görülen Özellikler Genellikle gazel ve kaside nazım şekilleriyle yazıldığı görülen nazirelerin mesnevi, müs-tezat ve musammat nazım şekillerinde yazılmış örnekleri de bulunmaktadır (Köksal, 2006: 21). Ancak gazel tarzının nazirede önemli bir yeri vardır. Bu bakımdan farklı nazım şekil-lerinde yazılan şiirlere gazel ile “cevab” veya “nazire” yazıldığını da belirtmek gerekir. Kimi zaman bunun zıddı da olabilmektedir. Yerine göre bir gazelin kaside ile tanzir edildiği de vâkidir. Ayrıca gazelin kıt’a ve murabba ile tanzir edildiği, nazire mecmualarında pek çok örnekle ortaya konmuştur. Bu, gazel nazım şeklinin diğer şekillere göre daha kısa oluşun-dan veya sanatkârın keyfî davranışından kaynaklanmış olabilir. Ancak her şairin düşkün olduğu ve tabiatına uygun gelen bir nazım şeklinin varlığı da düşünülebilir. Kasideyi kasi-de, gazeli gazel, murabbaı murabba kısaca zemin şiir denilen ilk şiir hangi nazım şekli ile yazılmışsa, ona nazire yazan şairin de aynı nazım şeklini kullanması nazirede bir şart gibi görünürse de karşılaşılan örnekler bunun aynen uygulanmadığını da göstermektedir. Ay-rıca nazirede bazı durumlarda daha fazla serbestlik ve esnekliklerin de bulunduğunu be-lirtmek gerekir. Bu açıdan bakınca “model” veya “zemîn” şiire, yani ilk yazılan manzume-ye kafiyesi ve redifi aynı olmayan nazirelere de rastlanmaktadır. Ömer ibni Mezid tara-fından yazılarak II. Murad’a sunulan ilk nazire mecmuası Mecmu’atü’n-Nezâ’ir’de yer alan zemin şiir ve nazire farklılığına yalnız bir şiirde rastlanmıştır. Halbuki daha sonra yazılan Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi‘ü’n-Nezâ’ir’i ile Edirneli Nazmi’nin Mecma‘ü’n-Nezâ’ir adlı eserinde böyle farklılıkların gitgide arttığını da belirtmemiz yerinde olacaktır. Bu durum yine on altıncı yüzyıl verimlerinden olan Pervâne Beg Mecmu’ası’nda zemin veya model şiire benzemeyen ve nazire dışına çıkan çok sayıda şiirin varlığı ile daha da ileri götürül-müştür. Ancak nazire yazmanın şartlarını göz önüne alınca bu şekilde şaz, istisna yani ku-ral dışı şiirlerin tartışmaya açık olduğunu da söylemeliyiz. Fakat bunların nazire mecmua-larında yer alması, hatta şiirlere başlıklar konulurken “bahr-ı diğer” ve “kafiye-i mugayir-i redif-i û” gibi ibarelerin yazılması böyle şiirlerin de nazire dışında tutulamayacağını gös-termektedir (Köksal, 2006:36).

Türk edebiyatında nazirede şart olan, vezin, kafiye, kafiye redif, konu ve eda bakımın-dan, kısaca şekil ve muhteva yönü ile bulunması gereken benzerliklere on altıncı yüzyıl-dan sonra, yer yer uyulmadığı da bir gerçektir. Ancak bunlar yazılan nazirelere göre sınır-lı sayıda şiirler olarak edebiyatımızda yer almıştır. Hatta yapılan tarifler göz önüne alının-ca nazire ile ilgili kuralların yazılan eserlerde belirli şartları da ortaya koyduklarını dikka-te almak gerekir. Ama her şiiri şekli ve içeriği uygun düşüyor diye nazire olarak değerlen-dirmek de doğru değildir. Çünkü kimi şiirler birbirine çok benzeseler de şairlerinin birbi-rinden haberi olmayabilir. Bu da sanatta bir rastlantı, bir tesadüf, bütün bunların da öte-sinde, bir tevafuk demektir. Nazireye bakarken ve şiirleri bu açıdan değerlendirirken teva-fuk olabileceğini de ayrıca hesaba katmamız gerekir.

Zemîn (=model) şiir: Kendisi örnek alınarak benzeri yazılan şiire “zemîn” veya “model” şiir denir.

Page 155: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 149

Ortak Yazılan ŞiirlerNazire yazma veya tanzir etmenin Türk edebiyatında bir genişlemeye de yol açtığını ayrı-ca zikretmeliyiz. “Nazîre” bilindiği gibi “cevâb” kelimesi ile de karşılanmıştır. Cevap, bir şi-ire başka bir şairin yazdığı nazire şiirdir. Bu durumda şairlerin cevap vermeleri, hatta or-tak bir konuda vezin ve kafiye yanında redif de beraber, birlikte şiir yazmaları durumu ile karşılaşırız. “Nazire”den başka olarak yazılan ortak şiirler her halde varlıklarını bu şekil-deki manzumelerden almışlardır. Hal böyle olunca “şi‘r-i müşterek” denilen bir beyit ve mısraı bir şairin, diğer beyit veya mısraını başka bir şairin söylediği (ortak) gazeller bun-da en başta gelirler. Ayrıca “gazel-i müşterek (=ortak gazel)” denilen ve birden çok şai-ri olan gazellerden başka müselles, terbî‘, tahmîs, taştîr, tesdîs, tesbî‘, tesmîn, tetsi‘ ve ta‘şîr gibi nazım şekilleri de bir noktada varlıklarını nazireye borçludurlar. Zaten Tük edebiya-tında bazı şairlerimiz şiirlerine nazire söylenemeyeceği iddiasında bulunurken, kimi şa-irlerimiz de edebiyatımızın büyük şairlerinin şiirlerine nazire söylemekle övünür ve hay-ranlık duyarken nazire edebiyatımız bu düşünceler arasında gelişmesine devam etmiş ve yirminci yüzyıla kadar gelmiştir. Buna paralel olarak yine on altıncı yüzyıldan sonra orta-ya çıkan ve musammatlar içinde yer alan nazım şekilleri müsellesten ta‘şîre kadar, taştîr de dahil, varlıklarını müşterek ve ortak şiir yazma yönü ile bir başlangıç olan nazire türüne borçludurlar. Bu açıdan bakınca nazirenin Türk edebiyatında büyük bir işlevinin olduğu-nu ve şiir dünyamızı genişlettiğini de belirtmek gerekir. Bundan başka şairlerin karşılıklı şiir söylemeleri, müşâ’are ise; aynı zaman içinde söylenen şiirlerdir. Bu yönü ile müşâ’are, nazirenin yaşanan zamandaki canlı örneği olarak görülmektedir. İşte bütün bu uğraşlar nazirenin Türk şiirindeki tesir ve gücünü de göstermektedir.

Nazire ile ortak şiiri benzer ve farklı yönleri açısından karşılaştırınız.

TÜRK ŞİİRİNDE İLK NAZİRELER Nazirenin şiirimizde ortaya çıkışını, tarihî gelişmesini ve çıkış durumunu göz önü-ne alırsak, Behcetü’l-Hadâ’ik’tan öğrendiğimize göre Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında XIII. yüzyıldan önce, “nazire”nin varlığı söz konusudur. Bu türün Anadolu’da başlayan Batı Türk edebiyatında Yunus Emre (ö.1320) ile ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Yunus’un nazireleri Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 1166) şiirlerine yazılmıştır. Ancak Yunus’tan önce bu türün ilk şairleri arasında yer vereceğimiz Türk şairi Hakîm Süleyman Ata’dır. Hakîm Süleyman Ata (ö. 1194) Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerine hikmetlerle karşılık ver-miş, onun yolunu sadık bir öğrencisi olarak, devam ettirmiş ve şiirlerine nazireler söyle-miştir (Sertkaya, 2010:177-187). Ahmed-i Yesevî’nin,

Behişt duzeh talaşur talaşmakda beyân bar Duzeh aytur min artuk minde Fir‘avn Hâmân bar

beytiyle başlayan şiirine Hakîm Süleyman Ata (Bakırgani),

Uçtmah tamug ögnüşür ögünmekde ma‘nâ bar Tamug aytur men bay men mende Fir‘avn Hâmân bar

matla’ı ile başlayan nazire ile cevab vermiştir. Hakim Süleyman Ata’nın bu şiire yazdığı di-ğer nazire ise,

Uçmah tamug ükneşür ükneşmekde niler bar Tamug aytur min bay min minde Fir‘avn Hâmân bar

beyti ile başlamaktadır (Sertkaya, 2010:178-180). Ancak bu Hakim Süleyman Ata’nın Yesevî’nin şiirinden başka olarak kendi şiirine de yeni bir nazire veya cevap yazması demektir.

1

Page 156: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı150

Her şeyden önce nazirenin Türk şiirine verdiği bir canlılık vardır ve bu canlılık asır-lar boyu devam ederek Cumhuriyet devrine kadar gelmiştir. Yesevî’nin Anadolu yani Batı Türk edebiyatındaki takipçisi olan Yunus Emre’nin konu, vezin, kafiye ve redif yönünden Ahmed-i Yesevî’nin şiirlerine benzeyen veya onun şiirleri ile aynı olan bazı manzumele-ri bulunmaktadır. Bu açıdan ele alınca Yunus’un pek çok şiiri Ahmed-i Yesevî’ye nazire gibi görünür. Ancak Yesevî hikmetlerini, Doğu Türkçesi ile Yunus ise, Batı Türkçesinin ilk devresi olan Eski Anadolu Türkçesi ile yazmıştır. Bu şiirlere göre, dil bakımından olan ay-rılıkları ve zaman farkını bir yana bırakırsak, Yunus’un Ahmed-i Yesevî’yi yakından izle-diği ve ondan pek ayrılmadığı görülür. Ahmed-i Yesevî’nin,

Hâlıkımnı izler min tün kün cihân içinde Tört yanımdın yol indi kevn ü mekân içinde

şeklinde başlayan hikmetine karşılık Yunus;

İstedügümi buldum eşkere cân içinde Taşra isteyen kendü kendü nihân içinde

matla’ı ile başlayan şiirini yazmıştır.

Ahmed-i Yesevî’nin bir manzumesi

Behişt duzeh talaşur talaşmakda beyân barDuzeh aytur min artuk minde Fir‘avn Hâmân bar

Behişt aytur ni dirsin sözni bilmey aytursinSinde Fir‘avn bar bolsa mende Yûsuf Ken‘ân bar

Duzeh aytur min artuk bahîl kullar minde barBahîllerni boynıda otlug zencir-keşân bar

Behişt aytur min artuk peygamberler minde barPeygamberler aldıda Kevser hûr u gılmân bar

Duzeh aytur min artuk tersâ cühûd minde barCühûd tersâ adlıda türlüg azâb-sûzân bar

Behişt aytur min artuk mü’min kullar minde barMü’minlerning adlıda türlüg ni‘met-elvân bar

Duzeh aytur min artuk zâlim kullar minde barZâlimlerge birürge zehr ü zakkûm çendân bar…Duzeh anda dik turdı behişt özrini aydıHâce Ahmed’ni bildi bildürgüçi Yezdân bar

Hakîm Süleyman Ata’nın Ahmed-i Yesevî’nin manzumesine naziresi

Uçtmah tamug ögnüşür ögünmekde ma‘nâ barTamug aytur men bay men mende Fir‘avn Hâmân bar

Uçtmah aytur yok sende cümle peygambar mendeSende Fir‘avn bar bolsa mende Yûsuf Ken‘ân bar

Tamug aytur men bay men dervişlerge çagır menBahıllerge hâce men mende zâlim Avân bar

Uçtmah aytur yok sende cümle peygamber mendeMuhammed-i Mustafa Ömer Osman Ali bar

Tamug aytur tahtımda tersâ cühûd mûg bendeHer zâlimning yerinde toksan türlüg çayan bar

Uçtmah aytur sende yok manga kelse ölüm yokTürlüg ni‘metler anuk yüz ming hezâr elvân bar

Tamug munglaşa keldi uçtmahga özür kıldıKul Süleyman ne bildi bildürgüçi Rahmân bar

Page 157: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 151

Ahmed-i Yesevî’nin manzumesi

Hâlıkımnı izler min tün kün cihân içindeTört yanımdın yol indi kevn ü mekân içinde

Törtdin yitige yittim tokuznı güzer ittimOndın ikige kildim çerh-i Keyvân içinde

Üç yüz altmış su kiçtim tört yüz kırk tört tağ aştımVahdet şarâbın içtim tüştüm meydân içinde

Çünki tüştüm meydânga meydânnı tola kördümYüz ming ârifi kördüm barça cevlân içinde

Gavvâs bahrıga kirdim vücûd şehrini kizdim Dürni sadefde kördim güherni kân içinde

Arş u Kürsî’ni yördüm Levh ü Kalem’ni kördüm Vücûd şehrini kizdim aydım bu cân içinde

Cânnı kördüm cânânda ışknı kördüm meydândaÂşıklarnıng meydânı cümle bûstân içinde

İrni kördüm irgeştim istedügümni sordumBarçası sinde didi kaldım hayrân içinde

Hayran boluban kaldım bî-hûş boluban taldımÖzümni derdge saldım taptım dermân içinde

Miskîn Hâce Ahmed cânı hem güherdür hem kânıCümle anıng mekânı ol lâ-mekân içindeAhmed-i Yesevî, Dîvân-i Hikmet (Haz. Kemal Eraslan),

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s. 304.

Yunus Emre’nin Ahmed-i Yesevî’nin manzumesine naziresi

İstedügümi buldum eşkere cân içindeTaşra isteyen kendü kendü nihân içinde

Kadimdür hiç ırılmaz ansuz kimse dirilmezAdım adım yir ölçer hükmi revân içinde

Dutun diyü çağırur uğrı dahı çağırurBu ne acâib uğrı bu çağıran içinde

Siyâset meydânında galebeden bakan olSiyâset kendü olmış girmiş meydân içinde

Dartmış kudret kılıcın çalmış nefsün boynınıNefsini depelemiş elleri kan içinde

Sayru olmış iniler Kur’ân ünini dinlerKur’ân okıyan kendü kendü Kur’ân içinde

Bu tılısmı bağlayan cümle dilde söyleyenGör nice cevlân ider hırka pilân içinde

Dürlü dürlü imâret köşk ü saray yapan olKara nikâb dutunmış girmiş külhân içinde

Başdan ayağa değin hakdur ki seni dutmışHak’dan ayru ne vardur kalma gümân içinde

Birisen birliğe gel ikiyi bırak eldenBütün ma‘nî bulasın sıdk u îmân içinde

Oruç namaz gusl u hac hicâbdur âşıklaraÂşık andan münezzeh hâlis heves içinde

Girdüm gönül şehrine taldum anun bahrınaIşk-ıla gider-iken iz buldum cân içinde

Bu izümi izledüm sağum solum gözledümÇok acâibler gördüm yokdur cihân içinde

Yûnus senün sözlerün ma‘nîdür bilenlereSöyleniser sözlerün devr-i zamân içindeYunus Emre Divanı (Haz. Faruk Timurtaş), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara1980, s. 163-165.

Yine Yesevî’nin, Işkıng kıldı şeydâ mini cümle âlem bildi mini Kaygum sin sin tüni küni minge sin ok kirek sin

şeklinde başlayan hikmeti, Yunus’ta,

Page 158: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı152

Işkun aldı benden beni bana seni gerek seni Ben yanaram dün ü güni bana seni gerek seni

matla’ı ile başlayan bir nazire ile karşılık bulur.

Ahmed-i Yesevî’den gelen bu zemin veya model şiir, Yunus’tan başka şairler tarafından da tanzir edilmiştir. XIV. Yüzyılın ikinci yarısı ile XV. asrın ilk çeyreğinde yaşayan Ahmedî (ö. 1413) de Yesevî’nin bu şiirini aşağıdaki manzume ile tanzir etmiştir.

Yesevî’nin bir manzumesi

Işkıng kıldı şeydâ mini cümle âlem bildi miniKaygum sin sin tüni küni minge sin ok kirek sin

Ta‘âlallâh zihi ma‘nî sin yarattıng cism ü cânnıKullık kılsam tüni küni minge sin ok kirek sin

Közüm açdım sini kördüm kül köngülni singe birdimUruğlarım terkin kıldım minge sin ok kirek sin

Sözlesem min tilimde sin közlesem min közümde sinKönglümde hem cânımda sin minge sin ok kirek sin

Fedâ bolsun singe cânım töker bolsang minim kanımMin kulıng min sin sultânım minge sin ok kirek sin

Âlimlerge kitâb kirek sûfîlerge mescid kirekMecnûnlarga Leylâ kirek minge sin ok kirek sin

Gâfillerge dünyâ kirek âkillerge ukbâ kirekVâ‘izlerge minber kirek minge sin ok kirek sin

Âlem barı uçmak bolsa cümle hûrlar karşu kilseAllâh minge rûzî kılsa minge sin ok kirek sin

Uçmak kirem cevlân kılam ne hûrlarga nazar kılamAnı munı min ne kılam minge sin ok kirek sin

Hâce Ahmeddür minim atım tüni küni yanar otumİki cihânda ümîdim minge sin ok kirek sinAhmed-i Yesevî, Dîvân-i Hikmet (Haz. Kemal Eraslan),

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s.320.

Yunus Emre’nin Yesevî’nin manzumesine naziresi

Işkun aldı benden beni bana seni gerek seniBen yanaram dün ü güni bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinürem ne yoklığa yerinüremIşkun-ıla avunuram bana seni gerek seni

Işkun âşıkları öldürür ışk denizine taldururTecellî-y-ile toldurur bana seni gerek seni

Işkun şarâbından içem mecnûn olup tağa düşemSensin dün ü gün endîşem bana seni gerek seni

Sûfilere sohbet gerek ahîlere ahret gerekMecnûnlara leylî gerek bana seni gerek seni

Eger beni öldüreler külüm göğe savuralarToprağum anda çağura bana seni gerek seni

Yûnus-durur benüm adum gün geldükçe artar odumİki cihânda maksûdum bana seni gerek seniYunus Emre Divanı (Haz. Faruk Timurtaş),Kültür Bakanlı-

ğı Yayınları, Ankara1980, s.209-210.

Page 159: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 153

Ahmedî’nin Yesevî’nin manzumesine naziresi

Cihândan ben usanmışam bana sini gerek siniKamulardan uşanmışam bana sini gerek sini

N’iderem bu ten ü cânı ya sensüz âb-ı hayvânıVeyâhud dîn ü îmânı bana sini gerek sini

Gerekmez rûh-ıla reyhân gerekmez hûr-ıla vildânGerekmez ravza-i Rıdvân bana sini gerek sini

Gerekmez gönlüme selvet gerekmez rûhuma râhatGerekmez cânuma işret bana sini gerek sini

Gerekmez milket-i dünyâ gerekmez devlet-i ukbâ Gerekmez Kevser ü tûbâ bana sini gerek sini

İçüm sensüz cehennemdür yaşum-ıla cihân nemdürBenüm sensüz cihân nemdür bana sini gerek sini

Dilemez Ahmedî iy şeh ki anun ola mihr ü mehBu iki kevnde billâh bana sini gerek siniYaşar Akdoğan; Ahmedî Divanı ve Dil Hususiyetleri, Basıl-

mamış doktora tezi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüpha-nesi, nu. 2054, II.cilt, metin, İstanbul 1979, s.171-172.

Ahmedî kendisinden önceki şairlere nazire yazdığı gibi, devrinin şairlerine de ya-zar. Bunların başında Nesîmî ile Şeyhoğlu Mustafa gelmektedir. Bu durum özellikle Şey-hoğlu Mustafa ele alındığı zaman bir nevi atışma olarak da algılanabilir. Çünkü Ahmedî ve Ahmed-i Dai Emir Süleyman’ın şiir meclislerinde bulunan şairlerdendir (Yavuz, 2009:631-636). Ancak Ahmedî hemen her şairi kendinden öncekiler ve aynı zamanda ya-şayanlar da dahil tenkit eder. Bunların başında Şeyhoğlu Mustafa gelir. Saraya yakın bir şair olan Şeyhoğlu Mustafa, Germiyan beylerinden Süleyman Şah’ın yanında yetişmiş, tercüme ve telif eserler bırakmış nazım ve nesir sahasında üstün bir sanatkârdır. Saraya yakınlığı sebebi ile Ahmedî’nin çekememezlik veya bir nevi hasedine uğramıştır. Ancak Hurşid-nâme’sinde gazel tarzında yazdığı şiirlerde Ahmedî’ye nazire diyeceğimiz aynı ve-zin ve kafiyede manzumeleri ile dikkat çeker. Bu durum bir çeşit atışma da sayılabilir. Aşa-ğıya aldığımız Nesîmî, Ahmedî ve Şeyhoğlu Mustafa’ya ait olan bu nazire şiirler on beşin-ci yüzyılın önde gelen şairlerinden Ahmed Paşa’yı da daha asrın başından müjdeler du-rumdadır. Nesîmî’nin,

Zülfüni anber-feşân itmek dilersin itmegil Gâret-i dîn kasd-ı cân itmek dilersin itmegil

matla’ı ile başlayan şiirine Ahmedî,

Râzumı halka ayân itmek dilersin itmegil Beni rüsvâ-yı cihân itmek dilersin itmegil

beytiyle başlayan gazelini nazire olarak yazmıştır.

Page 160: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı154

Ahmed-i Dâi de aynı şiire,

Her nefes bin kasd-ı cân itmek dilersin itmegil Bu cefâyı her zamân itmek dilersin itmegil

ve

Nesîmî’nin bir gazeli

Zülfüni anber-feşân itmek dilersin itmegil Gâret-i dîn kasd-ı cân itmek dilersin itmegil

Burka‘ı tarh eylemişsin iy kamer yüzünden uşFitne-i âhir zamân itmek dilersin itmegil

Hatt u hâlün mantıku’tayr oldı ehl-i vahdeteKuş dilin sen tercemân itmek dilersin itmegil

Çün ene’l-Hak’dan götürdi sûretün mâhı nikâbSen hakı niçün nihân itmek dilersin itmegil

Âşıka çok cevr idersin ahde kılmazsın vefâAdunı nâ-mihribân itmek dilersin itmegil

Sûretün genc-i hafîdür gösterürsin gözgüdeÂlem-i gaybı ayân itmek dilersin itmegil

Gamzeden Mısrî kılıç virmişsin esrük TürkineKan bahâsuz bunça kan itmek dilersin itmegil

Eyledi ışkun mahabbet tîrine kalkan beniŞimdi küllî bî-nişân itmek dilersin itmegil

Kirpügünden cân şikâr oklar düzermişsin megerKaşlarun yayın kemân itmek dilersin itmegil

Bâda virmişsin perîşân zülfüni dağıtmagaCânları bî-hânümân itmek dilersin itmegil

Şübhesüz bilün iki âlemde şâhum kimi yohLâ-şebeh adın beyân itmek dilersin itmegil

Gitmek istersin gözümden dem-be-dem yaşum kimiCânumı tenden revân itmek dilersin itmegil

Lâ-tuharrik âyeti indi beyânun şânınaOl beyânı sen beyân itmek dilersin itmegil

İy Nesîmî Hak’dan istersen götürmek perdeyiBüt-peresti bî-gümân itmek dilersin itmegilNesîmî Divanı (haz. Hüseyin ayan) Akçağ Yayınevi, Anka-

ra 1990, s. 213, 214.

Ahmedî’nin Nesimî’nin gazeline naziresi

Râzumı halka ayân itmek dilersin itmegilBeni rüsvâ-yı cihân itmek dilersin itmegil

Mihnet-ile sa‘ferân itdün yüzümün renginiYaşumı dah’ergavân itmek dilersin itmegil

Gül yüzün gonca lebün nergis gözün idüp nihânNev bahârumı hazân itmek dilersin itmegil

Saçlarun bendinde bini idübenin mübtelâGamzen-ile nâ-tüvân itmek dilersin itmegil

Bir kerânı olsa cefânun idileydi ihtimâlSen cefâyı bî-kerân itmek dilersin itmegil

Neyçün örtersin nikâb-ıla bu zîbâ sûretiHalkdan güni nihân itmek dilersin itmegil

Ahmedî’nün kanını dökmekden assı yoh sanaOl fakîre bir ziyân itmek dilersin itmegilYaşar Akdoğan, Ahmedî Divânı’ndan Seçmeler, s. 162.

Page 161: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 155

Goncanun rengine al itmek dilersin itmegil Bülbüli gülşende lâl itmek dilersin itmegil

şeklindeki matla’lar ile başlayan gazellerini nazire olarak yazmıştır. Ancak şairin iki gazel yazdığı dikkate alınırsa, örnek olarak aşağıya aldığımız bu gazellerden biri kendi şiirine nazire olarak da değerlendirilebilir.

Ahmed-i Dâ’î’nin Nesîmî’ye nazireleriGazel 1

Her nefes bin kasd-ı cân itmek dilersin itmegilBu cefâyı her zamân itmek dilersin itmegil

Bildük ol hûnî gözün kim cânumuz kasdındadurN’ola nâ-hak yirde kan itmek dilersin itmegil

Âşıkı hicrân içinde zâri kıldun kılmagılMüdde‘îyi şâdumân itmek dilersin itmegil

Hüsnünün bâgı gülin her bir hasûda arz idüpNev bahârumı hazân itmek dilersin itmegil

Bülbül-i bâg-ı İremsin sahn-ı cennetdür yirünHer budakda âşiyân itmek dilersin itmegil

Vasluna bin cân virürsem kıymeti olmaz henûzSen hod anı râyigân itmek dilersin itmegil

Dâ‘iyâ vaslı hayâlin dutmagıl fikründe senBu tasavvurdan ziyân itmek dilersin itmegil

Gazel 2

Goncanun rengine al itmek dilersin itmegilBülbüli gülşende lâl itmek dilersin itmegil

İy yüzi bedr-i münevver kaşlarun aksi bileGökdeki bedri hilâl itmek dilersin itmegil

Kâmetün servi vü zülfün halkası ışkında uşBu elif kaddümi dâl itmek dilersin itmegil

Aklı kayd-ı çeşm ü leb kılmak dilersin kılmagılRûhı sayd-ı zülf ü hâl itmek dilersin itmegil

Bâdeyi sensüz içersem ben bana kıldum harâmSen sana kanum helâl itmek dilersin itmegil

Çün hayâl oldı vücûdum bu hayâl içre beniBir hayâl ender hayâl itmek dilersin itmegil

Dâ‘iyâ bilmez misin la‘l-i bedahşân kıymetinOl şeker-lebden su’âl itmek dilersin itmegilMehmet Özmen, Ahmed-i Dâi Divanı, I. cilt, Türk Dil Ku-

rumu Yayınları: 775/1, Ankara 2001, s. 125, 188.

Nazire hemen her şairimizin baş vuruğu bir yol ve deneyim olmuştur. Ancak şairle-rimizin kendilerini daha da ileri götüren sanat kabiliyetlerini yukarılara çeken kendileri-nin olan ve özelliklerini veren şiirleri de vardır. Bu yönden bakınca her şairin şiir sanatın-da ayrı bir düğüm noktası olduğunu ve şiirlerin beğenilerek başka şairler tarafından tan-zir edildiğini, böylece sanatta bir genişlemenin, bağlanıp çözülerek bir ilerlemenin bulun-duğunu da görmemiz gerekir. Bu da şiire bir canlılık, yeni bir güç ve yeni bir hava getir-mektedir. Ahmed Paşa’nın farklı bir nazım şekli ile Şeyhoğlu Mustafa’nın şiirlerine nazire yazdığını da görürüz. Şeyhoğlu Mustafa’nın,

Çün bulınmadı cihânda derdüne dermân gönül Yiridür bu hasret ile ger alursan kan gönül

beytiyle başlayan nazmına Ahmed Paşa da ilk bendi,

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönül Kuru sevdâda yeler bî-ser ü bî-pây gönül Dimedüm mi sana tolaşma ana hây gönül Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

şeklinde olan murabba’ı ile cevap vermiştir.

Page 162: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı156

Şairlerin niçin nazire yazdıklarını açıklayınız.

Şeyhoğlu Mustafa’nın bir manzumesi

Çün bulınmadı cihânda derdüne dermân gönülYiridür bu hasret ile ger alursan kan gönül

Işk bâzârında sana çünki hâsıldur ziyânBellü bil kim assı kılmaz nâle vü efgân gönül

Devr içinde ser-be-ser bîmâra tîmârın virenBir imâratlık sana virimedi vîrân gönül

İy dirîgâ bunca hecr ü zecr ü gam görmiş ikenAlmadın dâdun felekden virisersin cân gönül

Gerçi yârun vuslatı haccında bayram itmedünYigrek oldur furkat içün olasın kurbân gönül

Lâcerem ışkun belâsına mutî’ olmak gerekKimsenenün hükmine çün olmadun fermân gönül

Sen ki manzûrun felekdür niçe olursın helâkİy gönül hayrân gönül olma gönül giryân gönülHüseyin Ayan, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Atatürk

Üniversitesi Yayınları 502, Erzurum 1969, s. 231.

Ahmed Paşa’nın Şeyhoğlu Mustafa’nın manzume-sine murabba’ naziresi

Gül yüzünde göreli zülf-i semen-sây gönülKuru sevdâda yeler bî-ser ü bî-pây gönülDimedüm mi sana tolaşma ana hây gönülVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Çîn-i zülfünden umar nâfe-i hoş-bûy-ı murâdBu hevâ yolına yıllarla yeler nite ki bâdOl dahı sencileyin itmedi ben hasteyi yâd Vây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Felegün nûş iderem nîşini sâgarlar-ılaTogradı hâr-ı cefâ bagrumı hançerler-ileBaş koşam dimez-idüm ben dahı dilberler-ileVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Yârün itden çog uyar ardına agyâr dirîgBize yâr olmadı ol şûh-ı sitemkâr dirîgKıldı bir dilber-i hercâyiyi dildâr dirîgVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Bizi hâk itdi hevâ yolına sevdâ n’idelümPâymâl eyledi ol zülf-i semensâ n’idelümKul idinmezdi güzeller bizi illâ n’idelümVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Dest-i kûtâhuma baş egmedi ol zülf-i dirâzOldı şekker lebine tûtî-i dil mahrem-i râzVâz geldüm ben eger gelse bu gönül dahı vâzVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Dil dilerken yüzinün vaslını cândan dahı yigBir demin görür-iken iki cihândan dahı yigAkdı bir serve dahı âb-ı revândan dahı yigVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Ben dimezdüm ki hevâ yolına serbâz gelemNey-i ışkıyla gamun çengine demsâz gelemDir-idüm ışk kopuzın uşadup vâzgelemVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül

Ahmed’em kim okınur nâmum-ıla nâme-i ışkGermdür sözlerümün sûz-ıla hangâme-i ışkDil elinden biçilüpdür boyuma câme-i ışkVây gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönülAli Nihat Tarlan, Ahmed Paşa Divanı, M.E.B. yayınları, İs-

tanbul 2005, s. 289-290.

2

Page 163: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 157

Ancak Şeyhoğlu Mustafa’nın yukarıda verdiğimiz şiirine daha sonra da nazireler yazılır. Yine Fatih devri şairlerinden Melihî bu şiire murabba’ nazım şeklinde bir nazire yazmıştır. Bu durumda artık zemin veya model yahut da vasıta şiir Ahmed Paşa’nın şiiri olmuştur. Ancak hava, edâ ve söyleyiş yine Şeyhoğlu Mustafa’nın şiirinden gelmektedir.

Melîhî’nin murabba’ naziresiSeni bend itdi çün ol zülf-i semen-sây gönülKılmadun dahı halâs olmak içün rây gönülİtdi sevdâ seni âlemlere rüsvây gönülGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

İy hayâl-i ser-i zülfüne gönül mahrem-i râzDest-i kûtâhuma baş egmedi ol zülf-i dırâzVirdi ol perdede iy mutrib-i uşşâk-nüvâzGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Yâr-ı mahrem kanı arz itmege derd ü gam-ı dilKi hemîn âh-ı sehergâh-durur hemdem-i dilLeb-i cân-bahşun eger virmez ise merhem-i dilGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Zülfünün salalı hindûsı gönül boynına bendCân u dil kim ola her lahza giriftâr-ı kemendNice ola cigerüm âteş-i şevkunla sipendGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Cânumı kıldı revân gamzen okı haste vü zârGönlümi turralarun eyledi bî-sabr u karârÂh u efgân idüben çagıruram leyl ü nehârGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Dil elinden nice bir kendümi âvâre kılamTîg-i hasretle demidür cigeri pâre kılamAkl u dil oldı revân derdine ne çâre kılamGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Gül yüzün gülşene hemdem oluban hâr ile hesBülbül-i hôş-nefesi oldı giriftâr-ı kafesNâle vü zâr-ıla dirse bu Melîhî n’ola besGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönülFaruk Timurtaş, Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstanbul

1974, s.532.

Şeyhoğlu’nun Hurşid-nâme’de yer verdiği bu nazım, ayrıca bir nazireler silsilesini de beraberinde getirmiştir. Önce Ahmed Paşa olmak üzere Melihî murabba nazım şeklin-de nazireler yazmışlardır. Ayrıca Avnî mahlasını kullanan Fatih Sultan Mehmed ile Kara-manlı Nizâmî ise, bu şiire muhammes olarak nazireler yazmışlardır. Tabii sonra gelen şa-irlerin zemin şiir yerine Ahmed Paşa’nın murabba’ını göz önüne almaları ve bu şiire, ze-min şiir olarak, nazire yazmaları gerekir. Her ne şekilde olursa olsun Şeyhoğlu Mustafa’nın “nazım”ı zemin şiir olarak bu nazireler zincirinin başında bir taç gibi yer almıştır.

Ahmed Paşa’nın murabba’(naziresi)ına ise, Fatih Sultan Mehmed ve Karamanlı Nizâmî muhammes nazireler yazmışlardır.

Page 164: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı158

Bu nazireleri, silsile halinde yukarıdaki şairlerden başka Hafî, Halîlî, Kemalpaşazâde ve Cafer Çelebi’nin şiirleri izlemiş, daha sonraki yüzyıllarda da benzer manzumeler devam ettirilerek, yirminci yüzyıla kadar gelmiştir. Bu tek-rar veya nakarat mısraın her bendin sonunda yer alması ve söyleniş havasında bir nevi acımayı ve merhameti de beraberinde getirmesi “gönül” kelimesinin “gözüm”

Fatih’in Ahmed Paşa’nın murabba’ına naziresi

Sevdün ol dilberi söz eslemedün vây gönülEyledün kendüzüni âleme rüsvây gönül Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönülCevre sabr eyleyimezsin nideyin hây gönülGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

Çâk olan dest-i cefâ-y-ile girîbânundurİlişen hâr-ı gam u mihnete dâmânundurDökilen yirlere belâ tîgı-y-ıla kânundurHer dem ağıza gelen mihnet-ile cânundurGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

Tâli‘ün yüzi gülüp olmadı handân nideyinYüregün derdine bulınmadı dermân nideyinKasduna yâr çeker hançer-i bürrân nideyinVirisersin bu gam u mihnet-ile cân nideyinGönül ey vây gönül vây gönül eyvây gönül

Işk-ı dildâr-ıla niçe idesin nâle vü zârEyledün sabr u karârı bu hevâlarda nisârZülfi sevdâsı ider âlemi çün başuna darFâ’ide ne tutalum eyleyesin terk-i diyârGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

Vasl-ı dilberle nasîb olmadı dil-şâd olmakDest-i cevr ile yıkılan dilün âbâd olmakDâm-ı gamdan dil ü cân bülbüli âzâd olmakNiçeye dek işün efgân-ıla feryâd olmakGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

Çünki dildâr niyâzun görüben nâz eylerNâleni işidicek şîveye âgâz eylerBezm-i gamda kaddüni çeng yüzün sâz eylerNâlişün perdesini Zühre’ye demsâz eylerGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

Bilmedüm derd-i dilün ölmek-imiş dermânıÖleyin derd-ile tek görmeyeyin hicrânıMihnet ü derd ü gama olmagıçun erzânîAvniyâ sencileyin mihnet ü gam-keş kanıGönül eyvây gönül vây gönül eyvây gönül

(M.N. Doğan, (2004). Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul.

Karamanlı Nizâmî’nin Ahmed Paşa’nın murabba’ına naziresi

Düşeli ışkuna ey ruhları bed-rây gönülOldı zülfün gibi âşüfte bu bed-rây gönülNice kim hâ didüm eslemeyüp hây gönülEyledi cümle cihâna beni rüsvây gönülGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Geh deler hasretüne yüregümi şâne gibiGeh yanar şem‘-i ruhun şavkına pervâne gibiGeh virür ârı yile âşık-ı dîvâne gibiGeh döker gözlerümün yaşını dürdâne gibiGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Hem-nefes olmaga sen hüsrev-i şîrîn-leb ileVirmişem ârı yile nâm u nişânıyla bileDile düşmiş yalunuz ben degülüm ilden ileDil elinden niceler düşdi benüm gibi dileGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül

Tîr-i kaddümi kemân ideli ol hûr-nijâdŞast-ı gamdan dil-i sevdâ-zede bula idi şâdDir idüm k’eyleyeyüm ben dahı dilberleri yâdDil elinden kime feryâd ideyin kim kıla dâdGönül ey vây gönül vây gönül ey vây gönül(H. İpekten, (1974). Karamanlı Nizami. Hayatı, Edebî kişi-

liği ve Divanı, Atatürk Üniversitesi Yayınları: 208, Sevinç Mat-baası, Ankara 1974, s. 251-252)

Page 165: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 159

kelimesi yanında başka şekillerde de söylenmesi ile bu murabba’ tam dokuz şekil-de tekrarlanarak yüzyıllar boyu devam etmiştir (Tavukçu, 2009:1015-1020).

Yukarıda anlatıldığı gibi başlangıçta gazel veya nazım nazım şekilleri ile görülen bu şiir, Ahmed Paşa ve Melihî’de murabba şeklinde tanzir edilmiş, Fatih ve Karamanlı Nizamî tarafından ise, cevap olarak muhammes nazım şeklinde ortaya konmuştur. Bu da şiirde bir genişleme ve şekil çokluğuna yol açmıştır.

Bunlardan başka Ahmedî’nin

Tâ ışkunı şâha varak-ı câna yazmışam Levh-i gönülde adunı câna yazmışam

matla’ı ile başlayan meşhur gazeli de Ahmed Paşa tarafından tanzir edilmiştir. Bu gazel ay-rıca Nesîmî ve Şeyhoğlu Mustafa’ya da bağlanmaktadır.

Ahmed Paşa’nın yukarıda Ahmedî’nin matla’ı verilen gazeline yazdığı nazire ise,

Ser-nâme-i mahabbeti cânâna yazmışam Hasret risâlesin varak-ı câna yazmışam

beyti ile başlayan ve Ahmedî’ninki gibi tanınmış bir şiirdir.

Ahmedî’nin gazeli

Tâ ışkunı şâha varak-ı câna yazmışamLevh-i gönülde adunı câna yazmışam

Sen hîç sormadun beni şîrîn budur ki benŞeker lebüne cânumı şükrâne yazmışam

Gönlüm evini ışkun içün dutmışam makâmGenc-i nihânı gör ki ne vîrâna yazmışam

Hayretdeyem ki dudaguna la‘l dimişemHacletdeyem ki dişüni dürdâne yazmışam

Bir kez cemâlüne nazar idem didüm şehâMûsâ bigi tecellî odına yana yazmışam

Susalıgumda la‘lüni zikr eyledi dilümÂb-ı hayâtı Hızr bigi kana yazmışam

Yüzün sıfâtın Ahmedî imlâ idelidenGör kim ne hûb vech ile dîvâna yazmışamYaşar Akdoğan, Ahmedî Divanı, Basılmamış Dokto-

ra Tezi, Türkiyat Enstitüsü Ktp. Nu.2054, İstanbul 1979, s.594-595.

Ahmed Paşa’nın Ahmedî’nin gazeline naziresi

Ser-nâme-i mahabbeti cânâna yazmışam Hasret risâlesin varak-ı câna yazmışam

Nâlişlerini derd ile bîçâre bülbülünBâd-ı sabâ eliyle gülistâna yazmışam

Zülfün hikâyetini gönülde misâl idüpGam kıssasını levh-i perîşâna yazmışam

Resm itmişem gözümde hayâlüni gûyiyâNakş-ı nigârı sâgar-ı mercâna yazmışam

Tâb-ı ruhunla sûzını yazarken Ahmed’ünŞevkinden odlara düşüben yana yazmışamAli Nihad Tarlan, Ahmet Paşa Divanı, MEB Yayınları:

2343, İstanbul 2005, s. 312.

Yine Şeyhî’nin de, hem Germiyan hem Osmanlı bölgesi içinde yer alan Ahmed Paşa tarafından tanzir edilmiş şiirleri vardır. Bunlar içinde “Kerem Kasidesi”nin ayrı bir yeri-nin bulunduğunu belirtmek gerekir.

Ahmed Paşa tarafından tanzîr edilen bu kasideye, daha sonra, başta Cem Sultan ve Necâtî olmak üzere, diğer bazı şairlerimiz tarafından nazireler yazılmıştır (Göre, 2009:919-958). Bundan başka olarak, Şeyhî’nin gazellerine başta Şah İsmail Hatâyî olmak üzere di-ğer şairler tarafından nazireler de yazılmıştır. Ayrıca şairin matla’ beyti,

Page 166: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı160

Gönül bende tapuçı cân senündür Ne buyursan şehâ fermân senündür

şeklindeki gazeline Hatâyî,

Ne buyursan şehâ fermân senündür Yolunda cân u baş kurbân senündür

beyti ile başlayan gazeli ile cevap vermiştir.

Yine devrin bir başka şairi olan ve XVI. yüzyıla bir güneş gibi doğan usta ve büyük şair Necâtî Beg şiirlerine nazireler yazılan, bu yönü ile dikkat çeken bir şairdir. Bunların başın-da Amasyalı şair Mihrî Hatun gelmektedir. Latifî’nin “gazellerinin çoğu merhum Necatî’ye nazire olarak söylenmiştir. Bundan kastı şiir seviyesi bakımından ona yetişmekti. Ancak Necâtî bundan rahatsızlık duymakta idi” derken Mihri’ye hitâben de,

İy benüm şi‘rüme nazîre diyen Çıkma râh-ı edebden eyle hazer

şeklinde bir tembihte de bulunmuştur. Yapılan araştırmalar Mihrî’nin Necâtî Beg’in elli beş şiirini tanzîr ettiğini ortaya çıkarmıştır (Arslan, 2009:121-131).

Necâtî on beşinci yüzyılın son çeyreğinden itibaren bütün on altıncı yüzyıl da dahil, etkisini sürdüren ve şiirlerine pek çok nazire yazılan bir şair olmuştur. XVI. yüzyılın şa-irleri başta Sehî Beg, Fuzûlî olmak üzere, Bâkî’ye kadar pek çok şair Necâtî’nin şiirlerini tanzir etmiştir. Fuzûlî,

Hâsılum yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı Garazım yoh reh-i ışkunda fenâdan gayrı

Şeyhî’nin bir gazeli

Gönül bende tapuçı cân senündürNe buyursan şehâ fermân senündür

Hatâ kuldan atâ şehden hemîşeMürüvvet kânısın ihsân senündür

Felekler müşterîdür gün yüzüneSüregör iy kamer devrân senündür

Süvâr ol devlet atına melik-vârSa‘âdet topın ur meydân senündür

Susamışları iy Hızr-ı zamâneSuvar kim Çeşme-i hayvan senündür

Bu gice cânumı kurbâna yazdumKabûl eyler isen mihmân senündür

Kapuna geldi Şeyhî âciz ü hôrEger ayb ola ger noksân senündürMustafa İsen-Cemal Kurnaz, Şeyhî Divanı, Akçağ yayınla-

rı: 51, Ankara 1990, s. 127.

Hatâyî’nin Şeyhî’ye naziresi

Ne buyursan şehâ fermân senündürYolunda cân u baş kurbân senündür

Hatâ menden atâ senden eyâ dôstKi mürvet vaktıdur ihsân senündür

Susamış leblerin Hızr-ı zamânaSuvargil çeşme-yi hayvân senündür

Süvâr ol dövlet atına hemîşeSa‘âdet topı hem çevgân senündür

Melekler müşterîdür gül yüzüneSür imdi iy kamer dövrân senündür

Ezelden cânumı kurbân virerdümKabûl eyle şahâ fermân senündür

Eşiğünde kulundur bu Hatâ’îNazar kıl hâlına heyrân senündürŞah İsmail Hatâ’î Külliyatı (Haz. Babek Cavanşir-Ekber N.

Necef), İstanbul 2006, s. 369.

Page 167: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 161

matla‘lı gazeli ile Necâtî’nin aynı redifli şiirine nazire yazmıştır. Aynı gazele nazire yazan bir başka şair ise, Âzerî bir şair olan Seyyid Nigârî’dir. Bâkî ise, onun “döne döne” redifiy-le meşhur olan gazeline,

Çıkar eflâke derûnum şereri döne döne Dökilür hâke yaşum katreleri döne döne

beyti ile başlayan cevabını yazmıştır. Necâtî’den gelen bir zemin şiir olan bu gazel yalnız Bâkî’nin tanziri ile kalmamış daha sonraki asırlarda da dillerden düşmemiş ve tanzir edil-miştir. Ancak Edirneli şair Sâgarî ise, ayrı bir yol tutmuş Necâtî Beg’in gazellerini değiştir-mek ve hicve dönüştürmek yolu ile “nakîze”ler yazmıştır (Musalı, 2009:309). Nakîze, bir şiir esas alınarak onunla aynı vezin ve kafiyede, fakat anlamca zıt konuda olan ve bir nevi ze-min şiire reddiyye olarak yazılan şiirlere denmektedir (Köksal, 2006:59).

Nazire yazma geleneği Türk edebiyatının her devri ve her bölgesinde karşımıza çak-maktadır. On besşinci yüzyıl Çağatay Türkçesi edebiyatına bakınca aynı geleneğin Lütfî ile Ali Şir Nevâî arasında da bulunduğunu görürüz. Lültfî’nin,

Köktedür her dem figânım körgeli sin mâhnı Da‘va-yı mihrimga tanuk tartadur min âhnı

beytiyle başlayan gazeline Ali Şir Nevâi de,

İstemem könglümni iylerde hayâl ol mâhnı Kim tahayyül birle seyr iyler n’iter hem-râhnı

matla’lı gazeli ile ile cevap vermiştir.

Nakîze hakkında bilgi veriniz.

Lütfî’nin bir gazeli

Köktedür her dem figânım körgeli sin mâhnıDa‘va-yı mihrimga tanuk tartadur min âhnı

Sin kibi sultânı sivmek haddım irmestür velîBu belâlık ışk fark itmes gedâ vü şâhnı

Zülf ü ay yüzüng firâkında tümen hasret bileAh kim zâyi‘ kiçürdüm munça sâl u mâhnı

Dâne-i hâlıng temennâsıda iy gül hırmeniKıl nazar kim çehre-i zerdim yaşurdı kâhnı

Agzınıznıng fikrini mundak ki kördüm âhirîBaşlagusıdur ‘adem sarı min güm-râhnı

İşikingdür taht-ı devlet hâk-i pâyıng efserimTapmadı Cemşîd ü Efrîdûn bu kadr u câhnı

Kavma Lutfîni işiktin bay zekât-ı hüsn üçünKimdin itsün sin ganî barında şey’ullahnıGünay Karaağaç, Lütfi Divanı, TDK Yayını, 687, An-

kara 1997, s. 254-255.

Ali Şir Nevâi’nin Lütfî’nin gazeline naziresi

İstemem könglümni iylerde hayâl ol mâhnıKim tahayyül birle seyr iyler n’iter hem-râhnı

Könglüm ister ni tiler min barıng ey ay u kuyaşSizni könli istemes ol kim tiler dil-hâhnı

Okı zahmın ten ara ol yüz hayâli yaraturEyle kim Yûsuf cemâli rûşen itkey çâhnı

Cân u akl u hûşdın kiçkil diding kıldım kabûlTerk itealman n’itey nezzâre-i geh-gâhnı

Garka boldı nâtüvân cismim sirkişkim bahrıdaGerçi su niçe tireng bola çumurmas kâhnı

Âşık irseng körmegil ey şeh gedâlarnı hakîrKim belâlıg ışk fark itmes gedâ vü şâhnı

Ey Nevâyî yâr işiki pâklerge kıbledürKılagıl köz kanıdın âguşte ol dergâhnıKaya Türkay, Ali Şir Nevâyi, Bedâyi‘ü’l-Vasat, TDK yayını:

807, Ankara 2002, s. 466.

3

Page 168: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı162

Ayrıca Abdülbakı Gölpınarlı’nın tespitlerine göre Fuzûlî’nin de Ali Şir Nevâi’nin şiirlerine başta “Su Kasidesi” olmak üzere pek çok nazire yazdığını be-lirtmek gerekir. Hatta Fuzûlî Divanı’nında yer alan ilk gazel bile Ali Şir Nevâi’nin,

Aşrakat min aksi şemü’l-ke’si envârü’l-hüdâ Yâr aksin meyde kör dip câmdın çıktı sadâ

matla’lı gazelinin naziresi olarak karşımıza çıkar. Ali Şir Nevâi’nin ilk beyti yukarıda verilen gazeline Fuzûlî Divan’ındaki,

Kad enâre’l-ışk li’l-uşşâkı minhâci’l-Hüdâ Sâlik-i râh-ı hakîkat ışka eyler iktidâ

beytiyle başlayan gazel ile cevap verir. Fars şairlerine de nazireler yazan Fuzûlî ayrıca Yavuz’un defterdarı olan Hayâlî-i Kadîm’e de nazire yazmıştır. Hayâlî-i Kadîm’in ilk beyti,

Harâb olupdur ol âbâd gördüğün gönlüm Gamunla toptoludur şâd gördüğün gönlüm

şeklindeki gazeline Fuzûlî, Tutuşdı gam odına şâd gördügün gönlüm Mukayyed oldı ol âzâd gördügün gönlüm

beyti ile başlayan gazelini nazire olarak yazmıştır.

Hayâlî-i Kadîm’in bir gazeli

Harâb olupdur ol âbâd gördüğün gönlümGamunla toptoludur şâd gördüğün gönlüm

Cihânda başına sultân iken benüm servümKul oldı sen şehe âzâd gördügün gönlüm

Cefâya ögrenüben cevre cân virür şimdiVefâ vü cevr ile mu‘tâd gördüğün gönlüm

Görince dâne-i hâlüni dâm-ı zülfündeTutıldı kaldı o sayyâd gördügün gönlüm

Karışdı kara yire kûhsâr-ı mihnetdeHayâlî şimdi o şeyyâd gördüğün gönlümAbdülbâki Gölpınarlı, Fuzûlî Dîvânı, İnkilâp Kitabe-

vi, İstanbul 1985, s.XLII.

Fuzûlî’nin Hayâlî-i Kadîm’in gazeline naziresi

Tutuşdı gam odına şâd gördügün gönlümMukayyed oldı ol âzâd gördügün gönlüm

Diyâr-ı hicrde seyl-i sitemden oldı harâbFezâ-yı ışkda âbâd görügün gönlüm

Ne gördi bâdede bilmen ki oldı bâde-perestMürîd-i meşreb-i zühhâd gördügün gönlüm

Firâkun odını gördükçe mûm tek eridiSebât u sabra fûlâd gördügün gönlüm

Getürdi acz görüp ışk müşkil oldugınıKamu hünerlere üstâd gördügün gönlüm

Degüldi beyle deminde bir ehl-i işret idiBu kanlar içmege mu‘tâd gördügün gönlüm

Fuzûlî eyledi âheng-i ıyş-hâne-i RûmEsîr-i mihnet-i Bagdâd gördügün gönlümFuzûli, Külliyât-ı Divan, Tasvir-i Efkâr Matbaası, İs-

tanbul 1286, s. 192; Abdülbâkî Gölpınarlı, Fuzûlî Dîvânı, İstanbul 1985, s. 110.

Page 169: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 163

On altıncı yüzyılın ilk çeyreğine kadar yazılan şiirler incelendiğinde, bu zama-na kadar yazılmış üç nazire mecmuası olduğu görülür (Yavuz, 2002:14). Ancak bu na-zire mecmualarından başka mecmuaları ile nazirelerin yer aldığı eserlerin de varlığı bir gerçektir. Orhan Yavuz tarafından yayımlanan Kansu Gavri’nin Türkçe Divanı adlı esere baktığımızda, Mısırda hüküm süren ve son hükümdar olan Kansu Gavri’nin de onun üs-tünde şairin şiirine nazire yazdığını görürüz. Kansu Gavri’nin şiirlerine nazire yazdığı şa-irlerin başında meşhur XIV. yüzyıl Azeri şairi Nesîmî ile Hasanoğlu da bulunmaktadır. Bundan başka olarak Gavri; Ahmedî, Zarîfî, Nasîbî, Şeyhoğlu, Salâhî, Ahmed Paşa, Şirazî, Kâtiboğlu, Karamanlı Nizâmî, Halâsî ve Cem Sultan gibi şairlere de nazireler yazmıştır. Sultan Gavri, Hasanoğlu’nun

Niçesin gel iy yüzi agum menüm Sen eritdün odlara yagum menüm

beyti ile başlayan şiirine, İy yüzi gül Gülşen ü bâgum benüm Zülfünün zinciridür bağum benüm

şeklinde başlayan gazelle cevab vermiştir.

Hasanoğlu’nun bir gazeli

Niçesin gel iy yüzi agum menümSen eritdün odlara yagum menüm

And içerem senden artuh sevmeyemSenün ile hoş geçer çagum menüm

Hüsn içinde sana mânend olmayaAslı yüce gönli alçagum menüm

Al elümi ireyim maksûdumaKoma yürekde yana dagum menüm

Sen rakîbe sırrunı fâş eyledünAnun-ıla oldı şıltagum menüm

Kışladum kapunda itlerün ileOldı kûyun uşda yaylagum menüm

Men ölicek yolına gömün meniBakatursın yâra torpagum menüm

Torpagumdan bite hasretle agaçKıla zârî cümle yarpagum menüm

Bu Hasanoğlı senün benden-dururAnı redd itme yüzi agum menüm

Sultan Gavri’nin Hasanoğlu’nun gazeline naziresi

İy yüzi gül gülşen ü bâgum benümZülfünün zinciridür bağum benüm

Ol kadar ok urdı gamzen bagrumaYüregümde kalmadı yagum benüm

Vasl-ı sinün Tûr-ı Sînâ’dur banaİy dil-ârâm oldı turagum benüm

Sen gelürsen sinüme baş kaldurupAyaguna düşe topragum benüm

Dilberâ bin hacc u umre sayaramSenün-ile her geçen çagum benüm

Şol kara hâlün gibi hâhî degülYüregümde dâyimâ dâgum benüm

Görk içinde olmaya hüsnün gibiKadri yüce gönli alçagum benüm

Husrevâ lutf eyle rahm it Gavri’yeİyi gözi nerkis yüzi agum benüm

Orhan Yavuz, Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Yayını: 2, Konya 2002, s. 105-107.

Ayrıca Şeyhoğlu’nun,

Visâl-i yâra irişdük olur destûr hicrâna Gönül maksûdına irdi gerekdür câna şükrâne

Page 170: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı164

matla’ı ile başlayan gazeline karşı Gavri,

Hezârân şükr ile minnet ki irişdük bu devrâna Yine evvel bahâr oldı virelüm cânı şükrâne

beytiyle başlayan nazireyi yazmıştır.

Görüldüğü gibi Türk şiirinde on altıncı yüzyıla geçerken nazirelerin yazıldığı, bunlar-daki çeşitliliği, bölge ve dildeki farklılıkların gözetilmeden Türk edebiyatında bir bütün-lüğün bulunduğunu söylemek gerekir. Tabii bu örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak bunları na-zire mecmualarından takip etmek bunlara yeni bilgiler getirerek zenginleştirmek en doğ-ru yoldur.

Nazire Olarak Yazılan Eserler Ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka konu da eserlerin eserlere nazire olarak ya-zılmasıdır. Nihad Sami Banarlı bunu daha çok Süleyman Çelebi’nin yazdığı Mevlid adı ile bilinen Vesîletü’n-Necât için dile getirmektedir. Banarlı nazire için, yeniden yaratış veya daha mükemmel hâle koyuş fikrine yer vermiştir. Gerçekten Mevlid’e bakınca Süleyman Çelebi’nin Âşık Paşa’nın Garîb-nâme adlı eserinde geçen pek çok beyti yeniden ele alarak daha mükemmel bir hâle koyduğunu görürüz. Bunun yanında şairin Erzurumlu Musta-

Şeyhoğlu’nun gazeli

Visâl-i yâra irişdük olur destûr hicrânaGönül maksûdına irdi gerekdür câna şükrâne

Zihî devlet sa‘âdetdür ki şâdî geldi gam gitdiNe hôş sa‘d ile devrândur fidâdur cân bu devrâna

Ne dilbersin ne serversin Alî heybetlü HaydarsınHızır’sın yâhud İskender ki benzersin Süleymân’a

Kapundan sürmegil beni ki cân virdüm işigündeSenünle âşinâdur cân anı sen sanma bîgâne

Niçe yirlerde turışdum niçe yerlerde sorışdumŞükür Tanrı’ya Şeyhoglı bu gün irişdi dermâna

Gavri’nin Şeyhoğlu’un gazeline naziresi

Hezârân şükr ile minnet ki irişdük bu devrânaYine evvel bahâr oldı virelüm cânı şükrâne

Cihân bâg-ı cinân oldı hayât-ı câvidân buldıYine kutlu zamân oldı irişdi mürdeler câna

Çemenler oldı hep cennet fütûh-ı rûhadur râhatGerek ise sana hikmet sehergeh gir gülistâna

Gül ile berg-i nesrînler açılmışdur reyâhînlerBoyanup goncalar kana yatur mahmûr ü mestâne

Kaçurma fursatı elden fenâ olmazdan ön bir demKoma peymâneyi elden tolınca tâ ki peymâne

Getür sâkî mey-i bâkî ki arşa uralum sâkıMu‘attar eyle âfâkı mu‘anber zülfe ur şâne

Çalınsun çeng ile neyler bugün ayş itmeyen n’eylerHemân tazyî‘-i ömr eyler oluban garra devrâna

Ne cân sûretlü dilbersin diyâr içinde dâversinAli heybetlü serversin ki sûrun pâdişâhâne

Niçe furkat niçe mihnet gelür şâdî gider gussaBihamdillâh bugün Gavrî irişdi gene cânâna

Orhan Yavuz, Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Yayını: 2, Konya 2002, s. 94-96.

Page 171: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 165

fa Darîr’in Sîretü’n-Nebî adlı siyerindeki doğum kısmını da ihmal etmediği bir başka du-rumdur. İşte bütün bunları göz önüne alan Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nde Süleyman Çelebi için; Mevlid’in inanmış şairi Süleyman Çelebi, öyle görünüyor ki Türk nazire edebiyatının da büyük simalarındandır… Hazret-i Muhammed’in doğumu mevzuunda Âmine Hatun dilinden söyledikleri bölümlerin birkaç beytini yan yana getiriyo-ruz diyerek her iki metinden beşer beyte yer vermektedir. Darîr’in ve Süleyman Çelebi’nin mevlidlerinden alınan bu beyitler şu şekildedir:

Erzurumlu Darîr Mevlid’inden

Mefâ‘ilün mefâ‘ilün fa‘ûlün

Emine eydür ol dem oldı kim uşVücûda gelür Ahmed kudret ile

Susadum su diledüm içmeğe benElüme sundılar kıf şerbet ile

Sovuh kardan dahı ağ u şekerdenDahı datludur içdüm lezzet ile

Bu kez bir nûr içinde garka oldumBürüdi nûru beni ismet ile

Bir ağ kuş geldi arkamı sığadıKanadı birle katı kuvvet ile

Süleyman Çelelbi Mevlid’inden

Fâ‘ilâtün fâ‘ilâtün fâ‘ilün

Âmine aydur çü vakt irdi temâmKim vücûda gele ol Hak vehbeti

Susadum su diledüm içmekliğeVirdiler bir kıf ki dolu şerbeti

Kardan ağ idi vü hem soğuk idiDahı şîrîndi şekerden lezzeti

Sonra gark oldı vücûdum nûr ileBürüdi beni o nûrun ismeti

Geldi bir ak kuş kanadıyla benümArkamı sığadı kuvvetle katı

İki şaire ait manzumelerin karşılaştırılması sonucunda görülen benzerliklere rağmen Nihad Sami Banarlı, “bununla beraber, Süleyman Çelebi – Darîr benzerli-ğinde bugün hâlâ kat‘î hüküm verebilecek bir aydınlıkta değiliz.” diyerek çekincesi-ni de belirtmekten geri kalmamıştır (Banarlı, 1971:484-486). Bu fikirden hareketle mev-lid türünde Süleyman Çelebi’nin çektiği çığırda edebiyatımızda pek çok mevlid yazılmış-tır. Bunlar da Mevlid’in naziresi midir? Bu durumda üzerinde düşünülmesi gereken bir başka konudur.

NAZİRE MECMU’ALARI Türk edebiyatında ortaya çıkan ve şiirimizi açarak genişleten, edebî faaliyetlerin canlılığı-nı devam ettiren nazirecilik neticesinde yeni eserlerin yazılması da gerekirdi. İşte bunun sonunda Türk edebiyatında nazire mecmuaları ortaya çıkmış oldu. Nazire mecmuaları ya-zılan şiirleri edebî bir zevke göre ele alıp, onlara ilgi duyarak devam ettiren şairleri verme-leri ve sevilen şiirleri ortaya koymaları açısından önemlidir. Her şeyden önce edebiyat ta-rihinde adları geçmeyen ancak şiirleri ile kendini gösteren, hayatları hakkında bilgimizin bulunmadığı şairlerimizin böyle mecmualarda yer alması edebî zenginliğimizi de göster-mektedir. Unutulmuş ve eserleri kaybolmuş bu şairler sayesinde nazire mecmualarımız zenginlik kazanmıştır. Ancak nazire mecmualarına geçmeden, kimi şairlere yer veren ve onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu Mustafa’dır. O Kenzü’l-Kübera’sında onun üstünde şairin adını zikretmiş ve şiirlerine yer vermiştir (Yavuz, 1991). Fakat sonra yazılan nazire mecmualarında şairlerin ve seçilen şiirlerin sayısı da artmıştır.

Edebiyat tarihimizin kaynaklarından olan nazire mecmuaları daha sonra yerlerini tezkiretü’ş-şuâra genel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır. Böyle olmakla beraber tezki-relerin yanında hemen her asırda, özellikle on altıncı yüzyıldan sonra daha az görülmüş-lerdir. Bunlar Türk şiir zevkinin gelişmesini de gösteren derleme eserlerdir.

Page 172: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı166

XV. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuaları

Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâ’ir’iBugünkü bilgilerimize göre, Türk edebiyatında yazılan ilk nazire mecmuası Ömer b. Mezid’in ortaya koyduğu Mecmû’atü’n-Nezâ’ir adlı eserdir. İngiltere (Londra)’de, Türk Dil Kurumu’nda ve Atatürk Üniversitesi Karahanoğlu Bağış Kitapları No. 10d 91’de olmak üzere üç nüshası bilinen bu eser, 1436 yılında derlenerek Sultan II. Murad’a sunulmuştur (Karabey, 1996:67). Mecmûatü’n-nezâir’de Ömer bin Mezîd 84 şairden 397 şiir almıştır. Bu mecmua, Nesîmî, Ahmedî, Şeyhî gibi önde gelen sanatkârların etkiledikleri ve etkilendik-leri şairleri göstermesi bakımından önemlidir. Hatta ilk olması yönü ile çığır açıcı bir özel-liği de vardır. Bu mecmua üzerinde Mustafa Canpolat çalışmıştır (Mustafa Canpolat; Ömer bin Mezid, Mecmuatü’n-Nezâir, TDK Yay., A.Ü. Basımevi, Ankara 1982).

Yazarı Bilinmeyen Bir Mecmû’atü’n-NezâirTürk edebiyatında Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâir’inden sonra yazılan ikinci bir nazire mecmuası daha vardır. Bu mecmuanın derleyici ve derleme tarihi belli değildir. Ancak Şeyhi, Ahmed Paşa, Karamanlı Nizamî, Visâlî, Atâyî, Adnî ve Hafî’nin şiirlerine yer veren sınırlı bir nazire mecmuasıdır. Şiirlerini aldığı şairlerin hayatlarına bakınca bu mecmuanın 15. yüzyılın sonlarına doğru tertip edildiği söylenebilir. Bu nazire mecmuası-nın diğerlerinden farkı bölümlere ayrılması ve yedi bölümden meydana gelmesidir. Mec-muanın ilk üç bölümü Şeyhî,’nin, dördüncü beşinci bölümü Ahmed Paşa’nın, altıncı bö-lümü Karamanlı Nizâmî’nin, yedinci bölümü de Atâî’nin şiirlerine yazılan nazire şiirler-den meydana gelmektedir. Bu mecmua zemin veya model şiir denilen şiirlere göre dü-zenlenmiştir. Hâlbuki diğer nazire mecmuaları vezin, kafiye ve redif benzerliğine göre tertip edilmişlerdir. Eksik ve seksen yaprak olan eserin başka nüshası da ele geçmemiş-tir. Adı bile belli olmayan bu nazire mecmuasında yedi şairden 213 şiir alınmıştır(Mermer, 2002:75). Bu şairler içinde yazdığı 62 nazire ile Visâlî ilk sırayı almaktadır. Hafî’nin ise yal-nız bir naziresi vardır.

XVI. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmû’alarıXVI. yüzyılda nazire mecmuaları diğer yüzyıllara göre daha çoktur. Bu yüzyılda yazılan ve adı öne çıkan nazire mecmuaları ise, Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i, Edirne-li Nazmi’nin 1524’te yazdığı Mecma’ü’n-Nezâir’i ile Pervane Beg’in 1560 yılında derlediği ve kendi adı ile anılan Pervane Beg Mecmuası’dır. Bu mecmualardan ikisi, Kanûnî devrinde ya-zılmıştır. Bunları XVII. Yüzyılda Budinli Hisalî’nin 1652 yılında, asrın ortalarında derlediği Metâli’ü’n-Nezâ’ir’i takip etmiştir (Kaya, 2005:48). Bütün bu mecmualar arasında üç yüz alt-mıştan fazla şairden derlediği 5527 şiirle Edirneli Nazmî’nin Mecma’ü’n-Nezâ’ir’i birinci sıra-da yer almaktadır. Bu mecmua da Kanûnî’nin saltanatının ilk yıllarında derlenmiştir.

Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’iMecmû’atü’n-Nezâir’den 76 sene sonra, 1512 yılında yazılan Câmi’ü’n-Nezâir ise daha çok şaire yer vermiş ve 266 şairden 2824 şiir almıştır. Sultan II. Bayezid’in öldüğü ve I. Selim’in tahta çıktığı senede yazılan Câmi’ü’n-Nezâir, Eğirdirli Hacı Kemal’in eseridir. Bu açıdan bakılınca II. Bayezid zamanına kadar gelen edebî verimlerin derlenmiş şeklidir. Mecmu-aya alınan şiirler alfabetik bir sıra ile verildiğinden nazım şekilleri karışık olup, gazel, ka-side, murabba muhammes, müseddes vs. gibi bir sınıflandırma yapılmamıştır. Bu itibar-la aynı durum vezinler için de söz konusudur. Anadolu sahasında yazılan edebî verimler başından itibaren II. Bayezid devri sonuna kadar geçen tam üç yüz yıllık bir zamanda bu mecmuada toplanmıştır. Bu itibarla Ahmed Fakih (ö. 1251), Gülşehri (ö. 1317’den son-

Page 173: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 167

ra), Âşık Paşa (1272-1332), Yunus Emre (ö. 1320), Nesîmi (ö. 1406) gibi şairlerin şiirleri ayrı bir önem taşır. Ahmed Fakih’in Çarh-nâmesi, eksik ve kayıp da olsa, sadece Câmi’ü’n-Nezâir’de yer almaktadır. Ayrıca Yunus Emre ve Nesîmî gibi şairlerin divanlarında bulun-mayan bazı şiirleri de bu mecmuada toplanmıştır. Câmi’ü’n-Nezâir üzerinde Yasemin Er-tek Morkoç çalışmıştır (Yasemin Ertek Morkoç, Eğridirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i, Ya-yınlanmamış doktora tezi, Ege Üniversitesi, İzmir 2003; Köksal, 2006:68-69). Eserin Bayezid ve DTCF kütüphanelerinde bulunan iki nüshası vardır. Ancak Bayezid Kütüphanesi’ndeki nüshanın yaprakları yer yer koparılmıştır. DTCF kütüphanesindeki nüshada ise daha az şiir bulunmaktadır.

Edirneli Nazmî’ni Mecma’u’n-Nezâir’iEdirneli Nazmî’nin 930/1524’te derlediği Mecma’ü’n-Nezâ’ir, nazire mecmuaları içerisin-de çok beğenilen bir eserdir. 10 nüshası bulunan mecmuada, 360’ın üzerinde şâirin 5527 şiiri bulunmaktadır. Bu şiirlerin 5490’ı gazel, 37’si ise murabbadır. Eserdeki şiirler, divan-larda olduğu gibi kafiyelerinin son harflerine göre “elifbâ” sırası gözetilerek sıralanmış-tır. Ancak Edirneli Nazmî, divanlardaki gibi sadece aynı harfle biten şiirleri bir arada top-lamakla yetinmemiş, ayrıca aynı harfle biten şiirleri kendi arasında kafiye ve rediflerine göre alfabetik olarak sıralamıştır. Mecma’ü’n-nezâ’ir’de önce zemin şiirler ardından bun-lara yazılan nazireler yazılmıştır. Şiirlerin başlangıcında dahil oldukları harf grubunun adı (“Harfü’l-elif ”, “Harfü’l-bâ”) şeklinde belirtildikten sonra Farsça başlıklarla şiirin bah-ri (“Der-bahr-i remel” gibi) ve taktii (“Takti’eş: fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” gibi) veril-miştir. Bu başlıklardan sonra “Ez-ân-ı Ahmed Paşa”, “Ez-ân-ı Necâtî”, “Ez-ân-ı Şeyhî” baş-lıklarıyla zemin şiirler, ardından “Nazîre-i Melîhî”, “Nazîre-i Ulvî”, “Nazîre-i Âhî” başlıkla-rıyla nazireler sıralanmıştır. Mecmua üzerine M. Fatih Köksal tarafından doktora tezi ha-zırlanmıştır (Edirneli Nazmî Mecma’ü’n-Nezâ’ir [İnceleme-Tenkidli Metin], 3 c., Hacettepe Üniversitesi, 2001; Köksal, 2006:69; Kartal, 2011:281).

Pervâne Bey Mecmu’ası XVI. yüzyılda nazire toplayan bir diğer kişi ise, Kanunî Sultan Süleyman’ın bendelerinden Pervâne Bey’dir. Pervâne Bey’in 968/1560-61 tarihinde derlediği ve günümüzde daha çok Pervâne Bey Mecmuası diye anılan mecmuanın bilinen tek nüshası, Topkapı Sarayı Kütüp-hanesi, Bağdat Nu. 406’da kayıtlıdır. 641 varak olan nüshanın baştan bir yaprağı eksiktir.

Pervâne Bey Mecmuası’ndaki şiirler de elifba sırasına göre düzenlenmiştir. Zemin şiirlerin önüne “Ez-ân-ı Ahmed Paşa”, “Bâkî Fermâyed” şeklinde Farsça başlıklar yazılmış, nazireler ise diğer nazire mecmualarında olduğu gibi “Nazîre-i Gubârî” şeklinde belirtilmiştir. Bu mecmu-ada “Nev’-i Dîger” ve “Nev’-i Âher” başlıklarıyla verilen ve haşiyelerde, nazire gruplarını bir-birinden ayırmak için konulduğu tahmin edilen herhangi bir şiire nazire olmayan bazı şiirler bulunmaktadır. Çoğu gazel, az bir kısmı da müfred, kıt’a ve rübaî nazım şeklinde olan bu şiir-lerin önemli bir kısmının Sultan I. Ahmed’e ait olması dikkat çekmekte ve bunların sonradan eklendiği anlaşılmaktadır. Bu eser, kimi başlıklarda “Nazîre-i Sâfî Cezerî Kâsım’dur ki Sultân Bâyezid’e Lala olmış idi” şeklinde şairin kimliğini açıklayan ve birçok yönden edebiyat tarihi-mize ışık tutan bilgilerin yer almasıyla diğer mecmualardan farklılık gösterir.

Bilinen bu mecmuların yanında kaynaklarda varlığından sözedilen ancak metni bu-gün elde olmayan, Sabrî Mecmuası gibi (ö. 999/1590-1) mecmualar da bulunmaktadır. Der-leyeni bilinen nazire mecmualarının yanında, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY. Nu. 739 ve 2955; Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi Nu. 2456; Süleymaniye Kütüphanesi Hüsnü Paşa Nu. 894.35 ve Yapı Kredi Bankası Kütüphanesi Nu.15913’te kayıtlı mecmua-lar gibi kim tarafından toplandığı bilinmeyen eserler de vardır (Köksal, 2006:70-75; Kartal, 2011:282).

Page 174: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı168

XVII. Yüzyılda Yazılan Nazire Mecmuası

Metâli’ü’n-NezâirXVII. yüzyılda yazılan Metâli’ü’n-Nezâir, derleyeni belli son nazire mecmuasıdır. Budinli Hisâlî (ö. 1062/1652) tarafından derlenen bu mecmua, şiirlerin sadece matla beyitlerine yer verilmesinden dolayı diğerlerinden farklıdır. Bundan dolayı mecmuaya Matâli’u’n-Nezâ’ir adı verilmiştir. Hisâlî’nin kendi matlalarının da bulunduğu mecmuadaki beyitler, vezinle-re ve kafiyelere göre sıralanmıştır. Bu mecmuanın müellif hattı nüshası 2 cilt hâlinde Nu-ruosmaniye Kütüphanesi 4245 ve 4253 numarada kayıtlıdır. Eserin birinci cildi üzerine Bilge Kaya tarafından doktora çalışması yapılmıştır (Hisâlî, Hayatı-Eserleri ve Metâli’ü’n-nezâir Adlı Eserinin Birinci Cildi [Metin-İnceleme], Gazi Üniversitesi, 2003; Köksal, 2006:71; Kartal, 2011:282).

Page 175: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

169

Özet

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire

Nazire ve nazire ile ilgili kavramları tanımlayabilmek. Nazire(=nazîre): Bir şairin tanınmış bir şiirine veya şiirlerine sonradan başka bir şair veya şairin kendi-si tarafından, kafiyeleri veya kafiye ve redifleri aynı olan, aynı vezin ve konuda yazılan, çoklukla gazel ve kasidelerde görülen benzer şiirlerdir. Arap edebiya-tında terim olarak nazire yerine “mu’âraza” yanında “ihtizâ” ve “muhâkât” kelimeleri de kullanılmış, çok sonraları “taklîd”, “nazîr” ve “mesîl” terimlerine de yer verilmiştir.

Fars edebiyatında ise, nazire, “cevâb” kelimesi ile kar-şılanmış, ayrıca “istikbâl” ve “tazmîn” gibi terimler de kullanılmıştır.

Nazire yazılırken örnek alınan şiire “zemîn” veya “mo-del” şiir denir. Bu şekilde şiir yazmaya “nazire yazmak”, “tanzîr etmek” veya “nazîre demek” adları verilir. Yazı-lan şiir de “nazire” olarak adlandırılır. Nazirenin çok-luk şekli “nezâ’ir veya nezâyir (= nazireler)”dir. Nazire-yi yazan şair de “nazîre-gû” veya “nazîre-perdâz” ola-rak anılır. Nazire olarak yazılan şiirlerin toplandığı ki-taplara ise, “nazire mecmu’ası (mecmû’atü’n-nezâir, mecma’u’n-nezâir)” denilir.

Nazirenin ortaya çıkışını açıklayabilmek ve Türk şiirinde yazılan ilk nazireleri belirleyebilmek. Arap edebiyatında ilk örnekleri Cahiliyye devrinde yazıldığı tespit edilen nazire, İslâmî dönemde Ka’b bin Züheyr’in Peygamber için yazdığı “Bânet Süâd (= Sevgili Uzaklaştı)” adındaki na’tına yazılan şiirlerle en geniş şekilde görülmeye başlanmış ve kesintisiz de-vam edip gelmiştir.

Fars edebiyatında ilk nazire örnekleri, on ikinci yüz-yılda görülmeye başlanmıştır.

Türk edebiyatında “nazire” kelimesini, çokluk şeklin-de “nezâ’ir” olarak ilk defa Fahreddin bin Mahmud Behcetü’l-Hadâ’ik fî-mev’izeti’l-Halâ’ik adlı eserinde kullanmıştır.

Bu türün Anadolu’da başlayan Türk edebiyatında Yunus Emre (ö.1320) ile ortaya çıktığını söylemek mümkün-dür. Yunus, nazirelerini Ahmed-i Yesevî’nin (ö. 1166) şiirlerine yazmıştır. Ancak Yunus’tan önce bu türün ilk şairleri arasında yer vereceğimiz Türk şairi Hakîm Süleyman Ata’dır. Hakîm Süleyman Ata (ö. 1194) Ahmed-i Yesevî’nin hikmetlerine hikmetlerle karşılık vermiş, onun yolunu sadık bir öğrencisi olarak, devam ettirmiş ve şiirlerine nazireler söylemiştir.

Türk edebiyatında yazılan nazire mecmu’alarını tespit edebilmek.

Nazire mecmualarından önce kimi şairlere yer veren ve onlardan beyitler alan ilk şair ve yazar Şeyhoğlu Mustafa’dır. Şeyhoğlu, Kenzü’l-Kübera’sında onun üs-tünde şairin adını zikretmiş ve şiirlerine yer vermiştir. Fakat sonra yazılan nazire mecmualarında şairlerin ve seçilen şiirlerin sayısı da artmıştır.

Edebiyat tarihimizin kaynaklarından olan nazire mecmuaları daha sonra yerlerini tezkiretü’ş-şuâra ge-nel adı ile anılan eserlere bırakacaklardır. Böyle ol-makla beraber tezkirelerin yanında hemen her asırda, özellikle on altıncı yüzyıldan sonra daha az görülmüş-lerdir. Bunlar Türk şiir zevkinin gelişmesini de gös-teren derleme eserlerdir. Türk edebiyatında XV. yüz-yıl ile XVI. yüzyılın ortalarına kadar yazılan nazire mecmu’aları, Ömer b. Mezîd’in Mecmû’atü’n-Nezâ’ir’i, Yazarı Bilinmeyen Bir Mecmû’atü’n-Nezâir, Eğirdirli Hacı Kemal’in Câmi’ü’n-Nezâir’i, Edirneli Nazmi’nin Mecma’ü’n-Nezâir ile Pervane Beg’in kendi adıyla anı-lan Pervane Beg Mecmuası’dır. Bunları XVII. yüzyılda Budinli Hisalî’nin 1652 yılında derlediği Metâli’ü’n-Nezâ’ir’i takip etmiştir.

1 3

2

Page 176: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı170

Kendimizi Sınayalım1. Nazireyle ilgili verilen aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?

a. Nazire şiir ile zemîn şiirin vezin ve kafiyesi aynı olur.b. Nazire ile zemîn şiirin redifleri aynı olur.c. Nazireler daha çok gazel ve kaside nazım şekli yazılmıştır.d. Nazireye verilen adlardan biri “cevap”tır.e. Nazire ile zemîn şiir farklı dil ve şivelerde olabilir.

2. Nazire yazan bir şair için aşağıdaki ifadelerden hangisi kullanılır?

a. nazîre-gûb. nazîre-hânc. nazîre-dîded. nazîre-pervere. nazîre-şinas

3. Arap edebiyatında nazireler ilk kez hangi dönemden iti-baren görülmeye başlanır?

a. İslâmî dönemib. Emevîler dönemic. Cahiliyye dönemid. Abbasîler dönemie. Abbasî ve Endülüs Emevîleri dönemi

4. Aşağıdakilerden hangisi Fars edebiyatında nazireye veri-len isimlerden biridir?

a. mu’ârazab. istikbâlc. taklîdd. mesîle. ihtizâ

5. Bir şairin yazdığı bir şiirine örnek aldığı başka bir şiire ne ad verilir?

a. zemîn b. misâl c. muadil d. emsile e. mu’ârız

6. Türk edebiyatında mevcut bilgilere göre ilk nazire yazan şair aşağıdakilerden hangisidir?

a. Ahmed-i Yesevîb. Zengi Atac. Hakîm Süleyman Atad. Yunus Emree. Âşık Paşa

7. Aşağıdakilerden hangisi Yunus Emre’nin nazire yazdığı şairlerden biridir?

a. Hakîm Süleyman Atab. Zengi Ata c. Sultan Veledd. Ahmed-i Yesevîe. Ahmed Fakîh

8. Aşağıdakilerden hangisi Ahmedî’nin en çok tenkit ettiği şairdir?

a. Ahmed-i Yesevîb. Nesîmîc. Şeyhoğlu Mustafad. Ahmed-i Dâîe. Kadı Burhaneddin

9. Melîhî bendlerinde “Vay gönül vây bu gönül vây gönül ey vây gönül” mısraları tekrarlanan murabba’ını aşağıdaki şair-lerden hangisine nazire olarak yazmıştır?

a. Ahmed Paşab. Avnîc. Nizâmîd. Nesîmîe. Ahmedî

10. Aşağıdakilerden hangisi XV. Yüzyılda yazılmış bir nazi-re mecmu’asıdır?

a. Mecmû’atü’n-Nezâir, Ömer b. Mezîdb. Metâli’ü’n-Nezâir, Hisâlîc. Mecma’u’n-Nezâir, Edirneli Nazmîd. Pervâne Beg Mecmû’asıe. Behçetü’l-Hadâ’ik

Page 177: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

6. Ünite - Türk Şiirinde Nazire 171

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı1. e Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.2. a Yanıtınız yanlış ise “Giriş” konusunu yeniden göz-

den geçiriniz.3. c Yanıtınız yanlış ise “Nazirenin Ortaya Çıkışı” konu-

sunu yeniden gözden geçiriniz.4. b Yanıtınız yanlış ise “Nazirenin Ortaya Çıkışı” konu-

sunu yeniden gözden geçiriniz.5. a Yanıtınız yanlış ise “Nazirelerin Nazım Şekilleri” ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.6. c Yanıtınız yanlış ise “Türk Şiirinde İlk Nazireler” ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.7. d Yanıtınız yanlış ise “Türk Şiirinde İlk Nazireler” ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.8. c Yanıtınız yanlış ise “Türk Şiirinde İlk Nazireler” ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.9. a Yanıtınız yanlış ise “Türk Şiirinde İlk Nazireler” ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.10. a Yanıtınız yanlış ise “Nazire Mecmu’aları” başlıklı ko-

nusunu yeniden gözden geçiriniz.

Sıra Sizde 1Nazire veya cevap, bir şiire başka bir şairin yazdığı benzer şi-irdir. Ortak şiirler (=şi‘r-i müşterekler) ise, bir beyit ve mıs-raı bir şairin, diğer beyit veya mısraını başka bir şairin söyle-diği manzumelerdir. Bunlar içinde gazeller en başta gelirler. “Gazel-i müşterek(=ortak gazel)” denilen ve birden çok şairi olan gazellerden başka müselles, terbî‘, tahmîs, taştîr, tesdîs, tesbî‘, tesmîn, tetsi‘ ve ta‘şîr gibi nazım şekilleri ile yazılmış manzumeler de bulunmaktadır. İki şairin aynı zamanda bir-likte yazdıkları şiire “şi’r-i müşterek” denir. Müşâ’are ise, kar-şılıklı şiir söyleme veya yazma olup, her şairin şiiri ayrıdır. Bu da belki bir çeşit nazire demektir. Bu yönü ile müşâ’are (kar-şılıklı şiir söyleme), nazirenin yaşanan zamandaki canlı örne-ği olarak görülmektedir.

Sıra Sizde 2Şairlerin nazire yazmaları, güzel şiirleri taklit ederek yetiş-melerini ve kendilerini her yönü ile geliştirerek ortaya özgün eserler koymasına büyük katkı sağlamıştır. Şairler nazire yaz-makla, dili ne şekilde kullanması gerektiğini öğrendiği gibi kelime bilgisini zenginleştierek kafiyenin dar ve geniş zemin-lerine de vâkıf olur. Gönlü, aklı ve kulağı da ses ve kelimeye karşı ilgili olur ve hafızası genişler. Böylece şairler, elde et-tikleri bu kazanımlarla sanat dünyasına girerler ve zaman-la kendilerine has üslupları oluşmaya başlarlar. Bu bakımdan nazireler, şairlerin kendi sanatçı kişiliklerinin oluşmasında önemli rolü bulunan rehber(şiir)lerdir.

Sıra Sizde 3Nakîze, bir şiir esas alınarak onunla aynı vezin ve kafiyede, fakat anlamca zıt konuda olan ve bir nevi zemin şiire reddiy-ye olarak yazılan şiirlere denmektedir.

Page 178: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı172

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Ahmed-i Yesevî (1991). Dîvân-ı Hikmet (Haz. Kemal Eras-lan), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Akdoğan, Y. (1979). Ahmedî Divanı ve Dil Hususiyetleri, Basılmamış Doktora Tezi, Türkiyat Araştırmaları Ensti-tüsü Kütüphanesi, nu. 2054, II. Cilt, İstanbul.

Akdoğan, Y. (1988). Ahmedî Divânı’ndan Seçmeler, Ankara. Arslan, M. (2009). “Necati Etkisinin Tespitinde Nazireciliğin

Rolü ve Muhyî’nin Necatî’ye Yazdığı Nazireler”, Kocaeli Üniversitesi, I. Uluslar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sem-pozyumu, 15-17 Nisan 2009, Bildiriler, Kocaeli.

Ayan, H. (1969). Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum.

Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I. cilt, İstanbul.

Canpolat, M. (1982). Ömer bin Mezid, Mecmuatü’n-Nezâir, TDK Yayınları, Ankara.

Çiçekler, M. (2006). “Nazire”, TDVİA, C. 32, İstanbul. Doğan, M. N. (2004). Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul.Durmuş, İ. (2006). “Nazire”, TDVİA, C. 32, İstanbul. Ertek Morkoç, Y. (2003). Eğridirli Hacı Kemal’in Camiü’n-

nezâir’i, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, İzmir,

Fuzûli (1286). Külliyât-ı Divan, Tasvir-i Efkâr Matbaası, İstanbul.

Gölpınarlı, A. (1985). Fuzûlî Dîvânı, İnkılâp Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul.

Göre, Z. (2009). “Kerem Kasidelerine Dair”, Atatürk Üniver-sitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, TAED 39, Erzurum.

İpekten, H. (1974). Karamanlı Nizami, Hayatı, Edebî Ki-şiliği ve Divanı, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Ankara.

İsen, M.-Cemal Kurnaz, (1990). Şeyhî Divanı, Akçağ Yayın-ları, Ankara.

Karaağaç, G. (1997). Lütfi Divanı, TDK Yayını, Ankara. Karabey, T. (1996). “Mecmuatü’n-nezâir’in Yeni Bir Nüsha-

sına Dair”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmala-rı Enstitüsü Dergisi, Sayı 6, Erzurum.

Kaya, B. (2005). “Nazire Mecmuaları ve Hisâlî’nin Metâli‘ü’-nezâiri”, Uludağ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 8, Bursa.

Koç, M. (2011). “Anadolu’da İlk Türkçe Te’lif Eser”, Bilig, Sayı 57, Ankara.

Köksal, F. (2006). Sana Benzer Güzel Olmaz, Divan Şiirin-de Nazire, Akçağ Yayınları, Ankara.

Küçük, S. (1994). Baki Divanı, TDK yayınları, No: 601, Ankara

Mermer, A. (2002). “XV. Yüzyılda Yazılmış Bilinmeyen Bir Nazire Mecmuası ve Aydınlı Visâlî’nin bilinmeyen Şiir-leri”, Millî Falklor, 56. sayı, Ankara.

Musalı, V. (2009). “Necati Beg Şiirlerine Yazılmış Nazireler (Latifî Tezkiresi esasında)”, Kocaeli Üniversitesi I. Ulus-lar arası Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu 15-17 Ni-san 2009, Bildiriler, Kocaeli.

Nesîmî Divanı (1990). (haz. Hüseyin Ayan) Akçağ Yayıne-vi, Ankara.

Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâi Divanı, I. Cilt, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.

Sertkaya, A. G. (2010). “Kul Süleymân (Bakırgani) ve Yûnıs Emre Hikmetleri”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 2008-2, İstanbul.

Şah İsmail Hatâ’î Külliyatı (2006). (Haz. Babek Cavanşir-Ekber N. Necef), İstanbul.

Tarlan, A. N. (2005). Ahmed Paşa Divanı, M.E.B. Yayınla-rı, İstanbul.

Tavukçu, O. K. (2009). “Ahmet Paşa’nın “Gönül Murabbaı’nın etkisinde Yazılan Musammatlar”, Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Uluslararası Türklük Bilimi Sem-pozyumu, Erzurum, 25-27 Nisan 2007, Bildiriler, 2. Cilt, Erzurum.

Timurtaş, F. (1974). Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstan-bul.

Türkay, K. (2002). Ali Şir nevâyi, Bedâyi‘ü’l-Vasat, TDK Ya-yınları, Ankara.

Yavuz, K. (1991). Şeyhoğlu, Kenzü’l-küberâ ve Mehekkü’l-ulemâ, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara.

Yavuz, K. (2010). “XIV. Yüzyılda Türk Edebiyatı ve Bazı Dik-katler”, Adıyaman Üniversitesi Ulusal Eski Türk Edebi-yatı Sempozyumu Bildirileri, Ankara.

Yavuz, O. (2002). Kansu Gavrî’nin Türkçe Dîvânı, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Yayını, Konya.

Yunus Emre Divanı (1980). (Haz. Faruk Timurtaş), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

Page 179: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk
Page 180: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XIV. yüzyıl şairlerinin şiirlerinden seçilmiş (Arap harfli) metinleri okuyup çev-riyazıya aktarabilecek,XIV. yüzyıl dönemine ait manzumeleri günümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek,XIV. yüzyıl dönemine ait manzumelerin vezin ve kafiyelerini bulabilecek ve manzumelerdeki konu ve edebî sanatları tespit edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler

• GİRİŞ• XIV.YÜZYILŞAİRLERİNDENSEÇMEMETİNLER

• KADIBURHANEDDİN’İNŞİİRLERİNDEN

• NESÎMÎ’NİNŞİİRLERİNDEN• YUNUSEMRE’NİNŞİİRLERİNDEN• GÜLŞEHRÎ’NİNMANTIKU’T-TAYR’INDAN

• ÂŞIKPAŞA’NINGARÎB-NÂME’SİNDEN

• ŞEYYÂDHAZMA’NINŞİİRLERİNDEN

• HOCAMES’UD’UNŞİİRLERİNDEN

• FAHRÎ’NİNHÜSREVÜŞÎRÎN’İNDEN

• AHMEDÎ’NİNŞİİRLERİNDEN

• Hasanoğlu• KadıBurhaneddin• Nesîmî• YunusEmre

• Gülşehrî• ÂşıkPaşa,ŞeyyâdHamza• ElvanÇelebi,Fahrî• Ahmedî

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 181: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞ: XIV. YÜZYIL ŞAİRLERİNDEN SEÇME METİNLER

XIV. yüzyılda yetişen şair ve yazarlar hakkında 1-5. ünitelerde bilgi verilmişti. Bu ünitede ise, XIV. yüzyılın önde gelen şair ve yazarlarının şiirlerinden örnekler verilip gerekli açık-lamalar yapılacaktır.

HASANOĞLU’NUN ŞİİRLERİGazel mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün

1.اپاردى كوكلمى برخوش قمر يوز جانفزا دلرب

نه دلرب دلرب شاهد نه شاهد شاهد سرورApardı köñlümi bir òoş úamer yüz cÀn-fezÀ dil-ber

Ne dil-ber dil-ber-i şÀhid ne şÀhid şÀhid-i server

aparmak: alıp götürmek, kapmak. kamer: ay.cân-fezâ: can artırıcı. dil-ber: gönlü alan, kalbi çeken, güzel, sevgili.şâhid: güzel, dilber, sevgili. server: baş, başkan, baş çeken, önde gidenDiliçi çeviri: Güzeller şahı, ay (gibi güzel) yüzlü, cana can katan bir güzel (sevgili), gön-

lümü aldı. Bu nasıl sevgili, güzeller güzeli, nasıl güzel misli görülmedik baş çeken bir güzel.Beyitte sevgilinin başta yüzü olmak üzere insanları etkileyen ve kendine çeken güzel-

liği üzerinde durulmuştur. Klâsik şiirde sevgilinin yüzü genellikle şekli, görünüşü ve rengi yönünden aya veya gü-

neşe benzetilir. Gündüz güneş, gece ise ay, bir ışık kaynağı olarak dünyadaki yaşam zin-cirinde ve insanların hayatında önemli bir yere sahiptir. Divan şiirinde sevgili (övülen), âşıkların/şâirlerin hayatında çok önemli bir yere sahip olup âdetâ onlar için bir hayat kay-nağıdır. Bundan dolayı, sevgili (veya sevgilinin yüzü) genellikle güneşe ya da aya benzetilir.

Bu beyitte de şair, sevgilinin yüzünü aya(kamer) benzetmiştir (teşbîh-i belîğ). Ay, özel-likle dolunay, yıldızlara göre oldukça dikkat çekici ve etkileyici bir görünüme sahiptir. Dünyaya yakın olduğu için gece vakti yıldızlara göre daha büyük görünen ay, şair tarafın-dan gökyüzünü süsleyen güzellerin (yıldızların) şahı olarak düşünülmüştür. Ay, nasıl ka-ranlık gecelerde dünyayı aydınlatıp insanların gönlüne huzur ve mutluluk veriyorsa, ay gibi güzel olan sevgili de güzelliği (ve ilgisi) ile âşıkların gönüllerini aydınlatmakta, âdetâ onlara can (huzur, yaşama sevinci) vermektedir. Şair, “sevgili” veya bunu karşılayacak bir kelime yerine, mecâz-ı mürsel yoluyla sevgilinin önemli bir özelliği olan “dil-ber”liğini (gönül alıcılığı, çekiciliği) kullanmıştır.

XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler

Page 182: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı176

büt: put, güzel . kulkul: suyun sürahiden dökülürken çıkardığı ses.şen-gül: açılmış, güzel gül. bâde: şarap; bâde-i ahmer: kırmızı şarap.Diliçi çeviri: (Ey) açılmış bir gül ve put gibi güzel yapılmış sürahi(ye benzeyen sevgili)!

Ben ölürsem, (sürahiden dökülen kırmızı) şarap (ve sarhoş) gibi ses çıkarma (feryat etme).Şair, açılmış bir gül şeklinde ve oldukça güzel bir şekilde yapılmış –aynı zamanda puta

benzeyen- bir sürahiden şarap dökülmesi sırasında çıkan sesten (kulkul) hareketle yazdı-ğı bu beyitte, sevgilinin acımasızlığına vurgu yapmaktadır.

Divan şairlerine göre sevgililer âşıklarına karşı hemen her zaman katı bir tutum sergi-ler, onlara merhamet etmezler. Acıması olmayan, katı yürekli sevgililer, bundan dolayı taş veya tahtadan güzel bir biçimde yapılmış puta benzetilir. Bu benzetmede sevgilinin acı-masızlığının yanında güzelliği de söz konusudur.

Şair, kendisi öldüğü zaman puta benzettiği sevgilinin ağlamamasını isterken aslın-da sevgilinin bu duruma hiç üzülmeyeceğini bilmekte, ancak bilmezlikten gelmektedir (tecâhül-i ârif). Çünkü sevgili âşığa karşı umursamaz bir tavır içinde olup put gibi acıma-sızdır (taş kalplidir). Bir put, nasıl insan gibi konuşamaz, gülüp ağlayamaz ise, puttan far-kı olmayan sevgilinin de âşığın ölümüne ağlamaması gayet normaldir.

Bilindiği gibi sürahiler genelde ya topraktan (testi veya porselen biçiminde) ya da camdan imal edilir. Bu beyitte sürahi ile put arasında topraktan (porselen, taş) yapılmala-rı açısından ilgi kurulduğu da düşünülebilir.

mestî: sarhoşluk. hergiz: hiç, asla, katiyen.sâgar: kadeh, içki bardağı.Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Seninle içtiğim şarab(ın, tadı) hiç aklımdan çıkmadı. (Birlik-

te içtiğimiz o) şarap, ne güzel bir şarap; sarhoşluk şarabıydı. O sarhoşluk, nasıl bir kadehin sarhoşluğuydu.

İlkbaharda kırlarda veya bir gülbahçesi gibi güzel yerlerde gezip eğlenmek, içip coş-mak, eskiden olduğu gibi günümüzde de hâlen rağbet edilen bir eğlence şeklidir. Eskiden sevgili (sâkî), mutrib (çalgıcı), gazelhân (gazeller okuyan), yârân, içki ve mezesiyle düzen-lenen meclisler şairlerin en rağbet ettikleri ortamlardan biridir. Bezm (meclis)in ana un-surlarından olup bezme neşe ve canlılık veren sâkî, elindeki kadehi ile meclisin ortasın-da döner ve herkese aynı içki kâsesinden ikram eder. Sâkî, şiirlerde ya sevgilinin yerini tu-tan bir kişi ya da bizzat sevgili olarak yer alır. Bazen de ortada dönen sadece peymâne olur. Böylece herkes gam ve kederinden kurtulup eğlenir.

Bu beyit yüzeysel olarak değerlendirildiğinde, âşığın bir mecliste, sevgilinin elinden veya sevgiliyle beraber içtiği içkiden büyük zevk aldığı ve bunu asla unutamadığı anlaşıl-maktadır. Klâsik şiirde aşk, sonuçları itibariyle çoğu zaman “şarab/içki”ye benzetilir. Be-yitteki bâde (içki), “aşk” şeklinde (açık istiare) değerlendirildiğinde âşığın sevgilisi ile ge-çirdiği güzel vakitlerde çok mutlu olduğu, âdetâ şarap içmiş gibi aşktan sarhoşa döndüğü ve bunu hiç unutamadığı anlaşılmaktadır.

2. من اولسم سن بت شنكل صراحى ايلمه قلقل

نه قلقل قلقل باده نه باده بادهٴ امحرMen ölsem sen büt-i şen-gül ãurÀóì eyleme úulúulNe úulúul úulúul-ı bÀde ne bÀde bÀde-i aómer

3. بامشدن كيتمدى هركز سنكله ايچدكم بادهنه باده بادهٴ مسىت نه مسىت مستئ ساغر

Başumdan gitmedi hergiz senüñle içdügüm bÀdeNe bÀde bÀde-i mestì ne mestì mestì-i sÀàar

4. شها شريين سوزك قيلور مصرده بر زمان كاسدنه كاسد كاسد قيمت نه قيمت قيمت شكر

ŞehÀ şìrìn sözüñ úılur Mıãır’da bir zamÀn kÀsidNe kÀsid kÀsid-i úıymet ne úıymet úıymet-i şekker

Page 183: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 177

şehâ: ey şah. şîrîn: tatlı.kâsid: değersiz, eksik, verimsiz. Diliçi çeviri: Ey şah! Tatlı, güzel sözün (bir gün) Mısır’da (şekeri bile) değersiz kılar. Bu

(sözün) değersizlik(i), kıymet yönündendir. Bu kıymet ise, şeker kıymetidir. Sevgilinin sözleri, kulağa ve ruha hoş gelmesinden dolayı genellikle şekere benzetilir

ve tatlı (şîrîn) olduğu ifade edilir. Mısır, klâsik şiirde -bu beyitte olduğu gibi genellikle- burada çok yetişen şeker kamış-

larıyla, dolayısıyla şekeriyle meşhûrdur. Şeker, Mısır’da çok üretildiği için ucuz (kâsid)dur. Sevgilinin sözü ile şekerin mukayese edildiği bu beyitte, sevgilinin sözlerinin şekerden daha tatlı (değerli) olduğu için Mısır’da şekerin değerini düşüreceği belirtilmiş, böylece sevgilinin üstünlüğü (kıymeti) ifade edilmiştir. Şekerin Mısır’da değersiz (ucuz) oluşu, bol verime değil de sevgilinin sözünün tatlılığına bağlanarak hüsn-i ta‘lîl sanatı yapılmıştır.

5. طوتومشاينجه دراتش بلورمز خصلت عنربنه عنرب عنرب سوزش نه سوزش سوزش جممر

Ùutuşmayınca der-Àteş belürmez òaãlet-i èanberNe èanber èanber-i sÿziş ne sÿziş sÿziş-i micmer

der-âteş : ateşte. haslet: özellik.anber: güzel koku. Hind denizlerinde yaşayan bir çeşit ada balığından elde edilen yu-

muşak, yapışkan ve kara renkte güzel kokulu madde.sûziş : yakma, yanma, yanış.micmer: içinde tütsü yakılan bakır yahut bronzdan yapılmış küçük şamdan şeklinde-

ki tütsü kabı; “buhurdan” da denilir.Diliçi çeviri: Anberin özelliği(güzel kokusu), ateşte yanmayınca ortaya çıkmaz. Bu an-

ber, yakıcı anberdir ve bu yanma da buhurdanın, tütsü kabının yanmasıdır.Divan şairleri anberden güzel kokusu ve siyah renginden dolayı söz ederler. Sevgilinin

saç, hat veya beninin anber gibi güzel koktuğu belirtilir. Yüz de ateştir. Saçın ve yüzün gü-zelliği ikisinin birlikte oluşuna bağlıdır.

“Anber-i sârâ” veya “anber-i nâb” saf anberdir. Anberin güzel kokması için yakılma-sı gerekir. Bundan dolayı çoğu zaman micmer veya buhurdan ile tenâsüp yoluyla anılır.

6. ازلدن جامن ايچينده يازيلدى صورت معىننه معىن معنئ صورت نه صورت صورت دفرت

Ezelden cÀnum içinde yazıldı ãÿret-i maènìNe maènì maènì-i ãÿret ne ãÿret ãÿret-i defter

ezel: başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik.ma’nî (ma’nâ): anlam, iç yüz. Tasavvufta hikmet karşlığı olarak kullanılır. Görülen

madde âlemine sûret âlemi denir. Sûretle zâhir olan sıfat âlemine de ma’nâ âlemi denir. Al-lah ma’nâdır, zuhuru ise eserleridir.

sûret: biçim, görünüş, kılık, resim. Tasavvufta madde âlemi. Herşeyin görünüş şekli ve nitelikleri birer sûrettir. Sûret bir araz, ma’nâ ise cevherdir. Buna göre bütün varlık âlemi sûret, Allah ise ma’nâdır.

Diliçi çeviri: Mânâ sureti ezelden canım içine(gönlüme) yazıldı. Bu mânâ, suret mânâsıdır ve bu suret de (ezelde her şeyin yazıldığı) defter suretidir.

Allah’ın ezelî hükmü ve takdîri olarak levh-i mahfûzda yazılı olanların meydana gel-meden önceki hâline “kader”, ortaya çıkmasına da “kaza” denir.

Allah ilk önce levh ü kalem(satıh ve kalem)i yaratmıştır. Kalem ile bu levhaya kâinatta meydana gelecek her şey yazılmıştır. Tasavvufta levh, Allah’ın bilgisi; kalem ise Allah’ın iradesidir. İnsanların kaderi levh-i mahfûzda yazılıdır. Burada yazılı olanlar, zamanı gelin-ce ortaya çıkarlar. Bu beyitte şairin ifade ettiği “sûret-i ma’nâ” ezelde levh-i mahfuzda ya-zılı olan kaderidir. İşte âşığın başına gelenler, yaşadıkları hep levh-i mahfuzda yazılı olan-ların (kaderinin) birbir ortaya çıkmasından ibarettir(kaza).

Page 184: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı178

velî: fakat, ancak. bende: köle, esir, hizmetçi, kul.çâker: kul, köle. sâdık: doğru olan, gönülden bağlı, riyâsız.Diliçi çeviri: Ey sevgili! Hasanoğlu, sana sâdık (olan) duacıdır, fakat sâdık olan kölenin

bağlılığıdır ve o köle de kölenin kölesidir.Kendini bende veya çâker (kul) olarak gören âşık, her zaman sevgili(efendi)sinin hiz-

metinde olup sürekli onun lutfunu umar. Sevgilinin cömertliğine, esirgemesine ve affına her zaman muhtaç olan âşık, sadâkatin temsilcisi bir bende olarak sevgilisi için dua eder. Şair ikinci mısradaki “bende-i çâker” terkibi ile Allah’ın kullarından biri olan sevgilinin “kul”(hizmetkârı)u olduğunu ifade etmiştir.

Hasanoğlu’nun bir gazeli

1. نيجه سن كل اى يوزى اغم بنمسن اريتدك اودالره ياغم بنم

Necesen gel iy yüzi aàum benümSen eritdüñ odlara yaàum benüm

2. آند اچرم سندن آرتوق سوميمسنك ايله خوش كچر چاغم بنم

And içerem senden artuú sevmeyemSenüñ ile òoş geçer çaàum benüm

3. حسن ايچنده سكا مانند اومليهآصلى يوجه كوكلى آلچغم بنم

Óüsn içinde saña mÀnend olmayaAãlı yüce göñli alçaàum benüm

4. ال املى ايرمي مقصودمهقوميه يوركده يانه داغم بنم

Al elümi ireyim maúãÿdumaÚoyma yürekde yana daàum benüm

5. سن رقيبه سركى فاش ايلدكآنك ايله اولدى شيلتاغم بنم

Sen raúìbe sırruñı fÀş eyledüñAnuñ ile oldı şiltaàum benüm

6. قيشالدم قابكده ايتلرك ايلهاولدى كويك ايشته يايلغم بنم

Úışladum kapuñda itlerüñ ile Oldı kÿyuñ işte yaylaàum benüm

7. بن اوليجك يولكه كومك بىن خبادورسون ياره طورپاغم بنم

Ben ölicek yoluna gömün beniBahadursun yâra ùorpağum benim

8. طورپاغمده بيته حسرتله آغاجقيله زارى مجله ياپراغم بنم

Ùorpaàumda bite hasretle ağaçÚıla zÀri cümle yapraàum benüm

9. بو حسن اوغلى سنك بنده ك دورورآىن رد ايتمه يوزى آغم

Bu Óasanoàlı senüñ benden-dururAnı redditme yüzi aàum benüm

Hasanoğlu’nun aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazıp veznini bulunuz, kafiyesini belirtiniz.

قامشدن شكر و طاشدن جواهرآغاجدن دانه ىي خرما قيالن كيم ٣

عجب بيلسم بىن شيدا قيالن كيمبكا بو عشق اودين پيدا قيالن كيم

١

تنم ييتمش ايكى دورلو طامردركيمن ايرمق كيمن دريا قيالن كيم

٤ عجبالرم عجب قالدم اهلىاميان اهلن دوتوب ترسا قيالن كيم

٢

7. حسن اوغلى سكا كرچه دعاجى در وىل صادق نه صادق صادق بنده نه بنده بندهٴ چاكر

Óasanoàlı saña gerçi duèÀcıdur velì ãÀdıúNe ãÀdıú ãÀdıú-ı bende ne bende bende-i çÀker

1

Page 185: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 179

KADI BURHANEDDİN’İN ŞİİRLERİNDENGazel

mefÀèìlün mefÀèìlün feèÿlün1. دوكر كوزم ياشن سيل آب هر دم

قيلور يري يوزيىن سري آب هر دمDöker közüm yaşın seyl-Àb her demÚılur yiryüzini sìr-Àb her dem

seyl-âb: sel suyu, sel. dem: an, zaman. sîr-âb: suya doymuş, kanmış.Diliçi çeviri: Gözüm, her an sel gibi yaşlarını akıtır (ve böylece her yeri sele verip) her ân

yeryüzünü suya doymuş hâle getirir. Klâsik şiirde âşık, sevdiğinden ayrı oluşundan (hasretinden), sevgilinin eza ve cefasın-

dan ya da aşkın verdiği sıkıntılardan dolayı çoğu zaman feryat ederek ağlayıp gözyaşı dö-ker. Beyitte ise şair/âşık, âdetâ yeryüzünü sele verecek şekilde gözyaşı döktüğünü belirte-rek aşkının/derdinin büyüklüğüne dikkati çekmektedir(mübâlağa).

2. كوكل تربيزينه كله ىل اول شاهآخيدر كوزلرم سرخ آب هر دم

Göñül Tebrìz’ine geleli ol şÀhAòıdur gözlerüm sürò-Àb her dem

Tebrîz: İran’ın kuzey batısındaki en büyük şehir. İran’ın Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezi.Tebriz ülkesi, Tebriz şehri.

ahıtmak: akıtmak, dökmek. sürh-âb: kırmızı su (kan veya şarap).şâh: sultan, hükümdar.Diliçi çeviri: O sultan, gönül Tebrîz’ine (ülkesine) geldiğinden beri gözlerim her an

kanlı yaşlar akıtır. Kan madde olup necistir. Kaynağı da ciğerdir. Kanlı yaş dökmek; mad-deden arınmaktır.

Beyitte gönül, Tebrîz (şehr)’e benzetilince (teşbîh-i belîğ), sevgili de gönül şehrini alan (yağmalayan) bir şâh olmaktadır (açık isti’âre). Divan şiirinde, burada olduğu gibi sevgi-li çoğu zaman sultan, âşığın gönlü de sevgilinin ele geçirip yağmaladığı bir şehir/ülke ola-rak değerlendirilir. Bu beyitte gönlün benzetildiği Tebrîz şehri, 1385’te Timur’un gönderdi-ği ordu tarafından ele geçirilip yağmalanmıştır. Beyitte “şâhın gönül Tebrîz’ine gelmesi” ile bu olaya telmih yapılmıştır. Nasıl Tebrîz şâhın askerleri tarafından ele geçirildiği zaman yıkı-lıp yakıldıysa, sevgili de gönlüme geldiğinden beri (âşık olduğumdan beri) gözümden kan-lı yaşlar akmaktadır diyen Kadı Burhaneddin (1345-1398), akıttığı “sürh-âb” ile aşktan/sev-gilinin cefasından çektiği ızdırabın büyüklüğüne işaret etmektedir(mübâlağa). Burada ilâhi aşk söz konusudur.

3. مساعى چرخى نيلدى جامنهكوزمى ايلدى دوالب هر دم

SemÀèı çaròı n’eyledi cÀnumaGözümi eyledi dolâb her dem

semâ‘: Tarikat mensuplarının –özellikle Mevlevîlerin- cezbe haliyle ayakta dönmeleri ve zikretmeleri. Semâ‘a “mukâbele” de denir.

حسن اوغلى بو بر قطره منيدنآنوك خوب صورتن پيدا قيالن كيم

٧ قو بو تدبريى كل تقديرى كوزلهبوكونكى وعده ىي فردا قيالن كيم

٥

بو نطعك فرشى هر دم بو فراشبو عرشك رنكيىن مينا قيالن كيم

٦

Page 186: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı180

çarh: sağ ayağa ve bu ayak yardımıyla dönüşe çarh (atmak) denir. Semâ‘ sırasında direk de-nilen sol ayak üstünde durulur ve çarh denilen sağ ayak yardımıyla döndürülerek devir sağlanır.

dolab: Nehirden su almayı sağlayan ahşap çark. Diliçi çeviri: Semâ‘ sırasındaki çark hareketi (dönüş) canıma neler etti, gözümü her an

gözyaşı döken bir su dolabı haline getirdi.Beyitte semazenler, dolâb (su dolabının çarkın)a, sema‘ (dönüş) da su çarkının dönü-

şüne; sema‘ sırasında semazenlerin katlandığı sıkıntılar ile sema‘ sırasında yaptıkları zi-kir, dolab(su çarkın)ın dönme sırasında etrafa su saçması ile çıkardığı seslere (gıcırtıya) benzetilmiştir.

Mevlevilikte sema‘, sembolik olarak kâinatın oluşumunu, insanın âlemde dirilişini, Allah’a olan aşk ile harekete geçişini ve kulluğunu idrak edip “insan-ı kâmil”e doğru yöne-lişini ifâde eden bir “zikir” şeklidir.

Beyitte ise, şairin/âşığın “aşk”tan dolayı âdeta bir semazen ve dolap gibi durmadan döndüğü, feryat ettiği belirtilmektedir.

4.قاچان قونوشم اول ماه ايله ديو

املده زيج و اسطرالب هر دمÚaçan úonuşam ol mÀh ile diyüElümde zìc ü usùurlÀb her dem

kaçan: ne zaman, ne vakit. mâh: ay; ay gibi parlak, göz alıcı (güzel) sevgili.zîc: yıldızların yerlerini, özelliklerini ve dolaşmalarını göstermek için hazırlanmış cetvel.usturlâb: Eskiden yıldızların yer, yükseklik ve enlem daireleri ölçmeye yarayan; mev-

simler, zaman, namaz vakitleri, kıble ve yönlerin bulunması, dağ gibi cisimlerin yüksekliği, vadilerin derinliği, iki şehir arasındaki mesafeyi ölçmeye kadar bir çok işte kullanılan alet.

Diliçi çeviri: O ay (yüzlü) ile acaba ne zaman konuşacağım diye elimde her an zîc ve us-turlab (tutmakta ve uğurlu zamanı beklemekteyim).

Sevgili (yüzünün güzelliği ve parlaklığı yönünden) klâsik şiirde çoğu zaman aya benzetildi-ğini daha önce belirtmiştik. Bu beyitte de sevgili yerine doğrudan “mâh” denilerek (açık isti’âre) onun güzelliğine dikkat çekilmiştir. Kültürümüzde ayın doğuşu (hilâl), ramazanın (orucun) ve bayramın başlangıcını tespit açısından önemlidir. Bu sebeple eskiden ve günümüzde ramaza-nın başlangıcı ve bayram günü ayın (hilâlin) görünmesine bağlı olarak belirlenirdi.

Hilâlin, güneş battıktan sonra görülmesi, kamerî takvime göre içinde bulunulan ayın so-nunu ve bir sonraki ayın başlangıcını gösterir. Hilâl ilk doğduğu zaman çok ince olduğu ve çok kısa bir süre sonra kaybolduğu için, ilk günün hilâlini görmek büyük bir dikkat ve tecrübeyi gerektirir. O anda hafif bir sis bulunursa veya hava bulutlu olursa hilâlin görülmesi mümkün olmaz. Bu gibi durumlarda ayın doğduğu tarihi (hilâlin görülmesi; rü’yet-i hilâl) tespit için es-kiden “zîc” ve “usturlab” denilen aletlerle astronomik hesaplamalar yapılırdı.

Âşık için sevgiliyle görüşmek ve onunla konuşabilmek çok önemlidir ve o bu anı sabır-sızlıkla bekler. Âşık, beyitte “mâh” olarak nitelenen sevgilinin geleceği vakti “zîc” ve “us-turlab” denilen aletlerle hesaplamaya çalışmakta, (âdetâ sevgiliden ayrı geçen günleri oruç tutmuş gibi düşünerek) sevgilinin gelişini (bayramı) sabırsızlıkla beklemektedir.

5. لبك عشقنه در ميخانه لردهكه ايچرلر شراب ناب هر دم

Lebüñ èışúınadur mey-òÀnelerdeKi içerler şarÀb-ı nÀb her dem

leb: dudak. ışk: aşk, sevgi.mey: içki, şarap. şarâb-ı nâb: katkısız, saf şarap.Diliçi çeviri: Meyhânelerde, (senin) dudağının aşkına her an saf şarap içerler.Divan şiirinde en fazla üzerinde durulan güzellik unsurlarından biri dudak (leb)tır.

Görünüşündeki güzellik, renk, darlık, küçüklük, kenarındaki ben, konuşma, tatlı sözler söyleme vs. yönleriyle divan şairlerinin sıkça üzerinde durduğu bir güzellik ögesidir.

Page 187: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 181

Âşıkların şaraba düşkün olmaları, şarabın renk yönü ile sevgilinin dudağına benzeme-si ve on(şarâb-ı nâb)dan bir “nişan” veya bir “sır” taşımasındandır. Meyhânedeki âşıklar, gönüllerindeki keder(aşk)tan dolayı rahatlamak amacıyla içki içerler, ancak beyitte hüsn-i ta’lîl yapılarak “sevgilinin dudağı için” şarap içildiği söylenmiştir.

6. لبك افسوننك معجزلكنهمقردر مجلهٴ احباب هر دم

Lebüñ efsÿnınuñ muècizligineMuúırdur cümle-i aóbÀb her dem

efsûn: büyü, sihir, gözbağcılık. mu‘ciz: i‘câz eden, acze düşüren, başkalarını bir şey yapmada geri bırakan; kimsenin

yapamayacağını yapabilme.mukır: ikrar eden, doğruyu söyleyen, “vardır, evet öyledir” diyen.ahbâb: dostlar, arkadaşlar.cümle-i ahbâb: bütün dostlar, bütün arkadaşlar.Diliçi çeviri: Dudağının büyüsünün acze düşürücülüğünü (o büyüyü başkalarının ya-

pamayacağını), dostların hepsi her an söylemektedirler. Dudağın efsûnu ve mu‘cizesi, sözlerinde Hz. İsâ gibi can verme özelliğinin olmasıdır.

Hasta (ölmek üzere) olan âşıkları (cümle-i ahbâbı) sağlığına kavuşturan tek şey, sevgilinin (Hz. İsâ’nın ölüleri diriltme özelliğine sahip olan) dudaklarıdır. Ayrıca söz gönülleri hem diriltir, hem öldürür. Söz dudaktan çıkar.

7. حجاب اولدى ياشم كرپكلرمهقاچان يول بوله آنده خواب هر دم

ÓicÀb oldı yaşum kipüklerümeÚaçan yol bula anda ò˘Àb her dem

hicâb: perde; utanma, sıkılma. h˘âb (hâb): uyku.Diliçi çeviri: Gözyaşlarım kirpiklerime (bir) perde (gibi) oldu (perde gibi gerildi). Uyku

(o perdeden, o engelden) ne zaman nasıl yol bulsun(ağlamaktan gözüme uyku girmesine, uyumama imkân var mı)?

Çektiği sıkıntılardan dolayı büyük bir ızdırap içinde bulunduğunu belirten âşık/şair, ağlamaktan ve (âdetâ gözlerinin önüne perde gibi) gözyaşı dökmekten uyuyamadığını belirtmektedir(mübâlağa).

Tuyug fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün

دل خود آنكدر وىل جان آپارورديىن قومياز عقل و اميان آپارور

كوكلمه كريدى خياىل دون كيجهظلمت ايچره آب حيوان آپارور

Dil òod anuñdur velì cÀn aparur Dìni úoymaz èaúl ü ìmÀn aparurGöñlüme girdi òayÀli dün giceÔulmet içre Àb-ı óayvÀn aparur

dil: gönül. hod: bütünüyle, zaten, kendi.velî: fakat, ancak. aparmak: almak.âb-ı hayvân: hayat suyu; ebedîlik, ölümsüzlük suyu. Klâsik şiirde âb-ı hayvân, âb-ı

Hızr, âb-ı câvidânî, âb-ı zindegânî ve âb-ı cevânî gibi tamlamalar, insanları (özellikle âşıkları) ölümsüzlüğe, ebedî hayata ulaştıran sihirli suyu anlatmak için kullanılır.

Diliçi çeviri: Gönül zâten onundur; ancak canı da alır götürür. Üstelik de ne din ne de akıl ve iman bırakır, hepsini alıp gider.

Dün gece, hayali gönlüme girdi, sanki, karanlık içindeki (zulümât ülkesindeki) ölümsüz-lük/ebedilik suyunu alıp götürüyordu.

Page 188: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı182

Bu manzumede şair, gönlünü, karanlık bir ülkede bulunduğuna inanılan âb-ı hayât pı-narına benzeterek sevgilisinin gece gönlüne giren hayalinin de onu (gönlünü) alıp götür-düğünü (rüyasında sevgilinin hayaline âşık olduğunu) belirtmiştir.

Kadı Burhaneddin’in bir tuyugu

حقه شكر قوچلرك دورانيدرمجله عامل بو دمك حريانيدر

كون باتاردن كون دوغان يريه دكنعشق ارينك بر نفس سريانيدر

Óaúú’a şükür úoçlaruñ devrÀnıdurCümle èÀlem bu demüñ óayrÀnıdurGün batardan gün doàan yire değinèIşú erinüñ bir nefes seyrÀnıdur

Kadı Burhaneddin’in bir rübâ‘isi

شاها يوزكك كلىن ديرسم اوالمىنه چكدكمى يوزكه ديرسم اوالمىپسته لبكك بندن ديلكى جاندررد ايلينب سوزىن صريسم اوالمى

ŞÀhÀ yüzüñüñ gülini dirsem ola mıNe çekdügümi yüzüñe dirsem ola mıPiste lebüñüñ benden dilegi cÀndurRedd eyleyüben sözini sırsam ola mı

NESÎMÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN Gazel

müfteèilün mefÀèilün müfteèilün mefÀèilün

firkat: ayrılık.Diliçi çeviri: Ayrılık içinde yanıyorum, derdime gel çâre eyle. Yaralandım, işte gör, yara

bağrımın içinde.Klâsik şiirde firkat (ayrılık, hicrân), âşığın en büyük derdi ve ızdırap kaynağı olup

bunun gözle görülür delili ise, âşığın bağrında ve vücudunda meydana gelen yaraları-dır. Âşık, ayrılığa katlanmaktansa sevgilinin her türlü eziyetine razı olup bir an önce ona kavuşmayı ister.

gâret eylemek: yağmalamak.Diliçi çeviri: Gamın, sabrımı yağmaladı, beni kararsız yaptı. Özlem ateşinde bu canımı

yakma, bu huzursuz (yerinde duramayan âşığın)a gel.Gamın orduya (kapalı isti’âre), ayrılığın ateşe (teşbîh-i belîğ), sabrın da ülkeye/mâl/

hazîneye (kapalı isti’âre) benzetildiği beyitte âşık, çektiği ızdıraptan dolayı âdetâ yerinde duramayan ve kıvranıp duran (hasta) biri olarak görülmektedir.

t

çeri: asker. yek: tek, bir. süvâr(i): atlı asker.

1. فرقت ايچينده يانارم دردمه ايله چاره كلياره لو اولدم اوشته كور باغرم ايچينده ياره كل

Firúat içinde yanaram derdüme eyle çÀre gelYÀrelu oldum uşta gör baàrum içinde yara gel

2. صربمى غارت ايلدى قاپدى قرارمى غمكحسرت اودنده جامنى يامخا بو بيقراره كل

äabrumı àÀret eyledi úapdı úarÀrumı àamuñÓasret odında cÀnumı yaòma bu bì-úarÀra gel

3. غمدن اكرچه فرقتك ميك چرى چكدى اوستمهسن مكا بسسني آنلرى قوى مكا يك سواره كل

áamdan egerçi firúatuñ miñ çeri çekdi üstümeSen maña bessin anları úoy maña yek-süvÀre gel

Page 189: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 183

Diliçi çeviri: Gerçi ayrılığın üstüme gamdan bin asker çekti. Sen bana yetersin, onları bırak ve tek atlı (yiğit atlı olarak) bana gel.

Önceki beyitte olduğu gibi aşkın sebep olduğu sıkıntılara yer verilen beyitte, firkat bir komutana (kapalı isti’âre), gam askere (teşbîh-i belîğ) benzetilmiştir. Âşık ise sevgiliye, bu kadar askere gerek olmadığını, sevgilinin tek başına kendisine yeteceğini belirtmiştir.

4. سندن ايراغه دوشدكم يانر اود اولدى جامنهاى كوزمك چراغى سن يامخا بىن بو ناره كل

Senden ıraàa düşdügüm yanar od oldı cÀnumaİy gözümün çerÀàı sen yaòma beni bu nÀra gel

Diliçi çeviri: Senden uzağa düşmem canıma yanar ateş oldu. Ey gözümün ışığı, sen beni gel bu ateşe yakma.

5. حمنت ايچينده غرقيم فرقتكه اوالشاىلچك صنما بو ورطه دن زورقمى كناره كل

Miónet içinde àarkayam firúatuña ulaşalıÇek ãanemÀ bu varùadan zevraúumı kenÀra gel

mihnet: sıkıntı, keder. gark olmak: batmak, boğulmak. sanem: put, güzel, sevgili. varta: uçurum, teklike. zevrak: kayık, sandal.Diliçi çeviri: Senden ayrı düşeli mihnet içine battım. Ey put (gibi güzel sevgili), bu tehli-

keden (vücut) kayığımı gel kenâra çek.Klâsik şiirde sevgili güzelliği, umursamazlığı/ilgisizliği, âşığı ile konuşmaması yönün-

den zaman zaman isti’âre yoluyla (cansız bir) sanem (put) olarak ele alınır. Aşkı çok teh-likeli bir fırtına (varta; açık isti’âre) olarak gören âşık, varlığını da bu fırtınaya kapılan bir kayığa(zevrak; açık isti’âre) benzetmiştir.

6. مندن آيورما وصلكى نشه كه شاد اولور عدويوركىن عدولرك ياره لو ايله ياره كل

Menden ayırma vaãluñı nişe ki şÀd olur èadÿYüregini èadÿlaruñ yÀrelü eyle yÀre gel

şâd olmak: sevinmek, mutlu olmak. ‘adû: düşman, rakip.Diliçi çeviri: Sana kavuşmayı(yanında olmayı) benden esirgeme, çünkü (o zaman) düş-

man sevinir. Benimle ol da düşmanların yüreğini gel de yarala.Klâsik şiirde âşığın en büyük üzüntüsü, sevgilinin kendisini bırakıp rakipleriyle/düş-

manlarıyla birlikte olmasıdır. Bu beyitte de bu endişesini dile getiren âşık, sevgiliden ken-dinden uzak durarak düşmanları sevindirmemesini istemektedir.

7. دومششم آه و ناله يه سندن اوالىل آيرو منكورمه روا بو حاملى قوميا بو رسم و كاره كل

Düşmişem Àh u nÀleye senden olalı ayru menGörme revÀ bu óÀlümi úoyma bu resm ü kÀra gel

revâ: uygun, yaraşır. resm: şekil, biçim, kural, plân. kâr: iş.Diliçi çeviri: Ben senden ayrılalı âh u vâh çekerek feryat etmekteyim. Bu hâlimi bana

uygun görme, beni bu şekilde koyma, gel(bana yardım et).

8. منتظر اولدى وصلكه حسرت و دردى چوخ كوكلخوش دكل آىن ياندوروب وعدهٴ انتظاره كل

Muntaôır oldı vaãluña óasret ü derdi çoò göñülÒoş degül anı yandurup vaède-i intiôÀra gel

muntazır: bekleyen, gözleyen. vasl: kavuşma. hasret: ayrılık.va’de-i intizâr: bekleme vaadi.Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Hasreti ve derdi çok (olan) gönül(üm) sana kavuşmayı bekledi/

gözledi. Onu bekleme vadiyle yakmak hoş değil, gel. Beklemek ateşten daha şediddir.

Page 190: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı184

mihr: sevgi, güneş; mühür, imza. şevk: aşk, aşırı sevgi; ışık. ruh: yanak, yüzperî: doğaüstü güçleri olduğuna inanılan, hayal ürünü varlık. pâre: parça.Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Sen yanağını saçlarınla nasıl saklıyorsan ben de öyle sevgini

canımın içinde gizlerdim. Ey peri gibi güzel sevgili! Yanağını görme isteğinden canımın per-desi parçalandı, gel.

Kültürümüzdeki inanışa göre periler, cin taifesinden olup onların güzelleridir. İnsan-lardan kaçar ve gözle görülmezler. Bazı insanları kendilerine âşık etme ve çeşitli şekillerde görünme, bir görünüp bir kaybolma gibi çeşitli özelliklere sahiplerdir. Beyitte sevgili, gü-zel oluşu ve âşıklara görünmemesinden dolayı insanlara görünmeyen bir varlık olan perîye benzetilmiştir (açık isti’âre). Beyitte ayrıca âşığın gönlündeki aşk ile sevgilinin (görünmez) bir peri oluşu arasında ilgi kurulmuştur.

zülf: yüzün iki yanından sarkan saç lülesi. ruh: yanak, yüz. visâl: kavuşma, ulaşma. kamer: ay. gün: güneş. sitâre: yıldız.Diliçi çeviri: Ey ay, ey yüzünün karşısında yüz Ay ile yüz Güneş’in yıldız gibi sönük gö-

ründüğü güzel! Gözüm, saçlarını ve yüzünü görmeğe susamıştır, (artık) gel.Sevgiliden “kamer” diye söz edilen beyitte (açık isti’âre), sevgilinin saçları arasındaki

yüzü, gece karanlığında görülen “kamer/ay”ı hatırlatmaktadır. Ayrılık karanlığında kalan âşık, artık ayın doğmasını (sevgilinin gelmesini) istemektedir. Birinci mısrada sevgiliden ay olarak söz eden âşık, ikinci mısrada da, parlaklık ve güzellik yönünden sevgilinin yüz ay ve güneşden daha parlak (güzel, üstün) oldtuğunu belirtmektedir (mübâlağa).

özge: başka, gayrı.Diliçi çeviri: Nesîmî’nin canı da, bedeni de sensin, o senden ayrı değildir. Senden başka

varsa gir, can ile vücudu gel ara.Tasavvufta Allah’a yakın olma, gönlünü ve kalbini sürekli Allah ile meşgul etme hâli

“vahdet” olarak tanımlanır. Bu beyitte de bütün benliğini sevgili ile meşgul eden/dolduran âşık, dünyâ ile bütün ilişiğini keserek “ehadiyyet dergâhı (fenâfi’llah)”na tam bir teveccüh-le istiğrâk, kendinden geçme halindedir.

Nesîmî’nin Bir Gazeli

mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün

9. جامن ايچينده مهركى كيزلر ايدم صاچك كيمىشوق رخكدن اى پرى پرده سى اولدى پاره كل

CÀnum içinde mihrüñi gizler idüm ãaçuñ kimiŞevk-i ruòuñdan iy perì perdesi oldı pÀre gel

10. زلف و رخك وصالنه صوسه مش اى قمر كوزماى قمرك قاتنده يوز آى ايله كون ستاره كل

Zülf ü ruòuñ viãÀline ãusamış iy úamer gözümİy úamerüñ úatında yüz ay ile gün sitÀre gel

11. جان و تىن نسيمينك سنسني و سندن آيرو يوخوار ايسه سندن اوزكه كري جان ايله تنىن آرا كل

CÀn u teni Nesìmì’nüñ sensen ü senden ayru yoòVar ise senden özge gir cÀn ile tenni ara gel

1. Gerçek óadìå imiş bu ki óÿbuñ vefÀsı yoúKim sevdi òÿbı kim didi òÿbuñ cefÀsı yoú

3. Anuñ ki óacc-ı ekberi iy cÀn sen olmaduñBeytü’l-óarÀm’a varmamış anuñ ãafÀsı yoú

2. èIşúuñ belÀsı yoú diyüben èışúa düşme varKim èÀşıú oldı kim didi èışúuñ belÀsı yoú

4. ŞeyùÀn tek ol ki ãÿretüñe úılmadı sücÿdBir ince derde düşdi ki hergiz devÀsı yoú

Page 191: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 185

5. Şol cÀn ki senden özge ùaleb itmedi murÀdHecrinde yaúmaàuñ anı her dem revÀsı yoú

9. èAynuñ òaùÀsuz iy büt-i Çìn dökdi úanumıTürk-i ÒaùÀdur aãlına varur òaùÀsı yoú

6. YÀ Rab ne şavú imiş bu mehüñ yüzi kim anuñYüzi úatında şems-i êuóÀnuñ øiyÀsı yoú

10. FÀnì cihÀna baúma geçer èömri sevme kimèÖmrüñ zevÀli var u cihÀnuñ beúÀsı yoú

7. BìmÀr-ı èışúa cÀn virür iy cÀn lebüñ velìMünkir ãanur kim ol şefeteynüñ şifÀsı yoú

11. YÀrüñ gelür hemìşe cefÀsı Nesìmì’ye Sen ãanma kim Nesìmì’ye yÀrüñ èaùÀsı yoú

8. Gel gel berü ki ãavm ü ãalÀtuñ úaøÀsı var Sensüz geçen zamÀn-ı óayÀtuñ úaøÀsı yoú

Yukarıdaki gazelin diliçi çevirisini yapınız, veznini ve kafiyesini bulunuz.

Nesîmî’nin bir tuyugu

Bì-vefÀ dünyâdan uãandı göñülYoò didi dünyâyı yoò ãandı göñülDüşdi èışúuñ odına yandı göñülVaódetüñ úand-Àbına bandı göñül

YUNUS EMRE’NİN ŞİİRLERİNDEN Gazel

1. بن يورورم يانه يانه عشق بويادى بىن قانهنه عاقلم نه ديوانه كل كور بىن عشق نيله دى

Ben yürürem yana yana èışú boyadı beni úanaNe èÀúılem ne dìvÀne gel gör beni èışú neyledi

‘âkıl: akıllı dîvâne: deliDiliçi çeviri: Ben yana yana yürürüm, aşk beni kana boyadı. Ne akıllıyım ne de deli. Gel

bak, aşk beni ne hÀle koydu.

2. كه اسرم يللر كىب كه طوزارم يوللر كىبكه آقارم سيللر كىب كل كور بىن عشق نيله دى

Geh eserem yiller gibi geh tozaram yollar gibiGeh aúaram seller gibi gel gör beni èışú neyledi

Diliçi çeviri: Bazen yeller gibi eserim, bazen de yollar gibi tozarım, kimi zaman da sel-ler gibi akarım. Gel, aşkın beni ne hâle koyduğuna bir bak!

3. آقار صوالين چاغلرم دردلو جكرم داغلرمشيخم آكوبن آغلرم كل كور بىن عشق نيله دى

Aúar ãulayın çaàlaram derdlü cigerüm daàlaramŞeyòüm añuban aàlaram gel gör beni èışú neyledi

Diliçi çeviri: Akar sular gibi çağlarım, dertli ciğerimi dağlarım. Şeyhimi anıp ağlarım. Gel bak, aşk beni ne hâle koydu.

4. يا امل آل قلدر بىن يا وصلكه ايركور بىنچوق آغالدم كولدر بىن كل كور بىن عشق نيله دى

Ya elüm al úaldur beni ya vaãluña irdür beniÇoú aàladum güldür beni gel gör beni èışú neyledi

Diliçi çeviri: Ya elimden tut beni kaldır, yahut beni visâline ulaştır. Çok ağladım artık beni, güldür. Gel bak, aşk beni ne hâle koydu.

5. بن يورورم ايلدن ايله شيخ صورارم دلدن دلهغربتده حامل كيم بيله كل كور بىن عشق نيله دى

Ben yürürem ilden ile şeyò ãoraram dilden dileáurbetde óÀlüm kim bile gel gör beni èışú neyledi

Page 192: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı186

Diliçi çeviri: Ben ilden ile yürürüm, herkese şeyh(imi) sorarım. Gurbette hâlimi kim bi-lecek? Gel gör, aşk beni ne hâle koydu.

miskîn: âciz, zavallı, elinden iş gelmez.Diliçi çeviri: Ben çaresiz zavallı Yunus'um; baştan ayağa yaralıyım, dost ilinde de bir ye-

rim yok, Gel bak, aşk beni ne hâle getirdi.

Yunus Emre’nin bir gazeli

1. Yar yüregüm yar gör ki neler varBu òalú içinde bize güler var

4. Girdük bu yola èışk-ıla bileáurbetlik ile bizi ãalar var

2. Úo gülen gülsün Óaú bizüm olsunáÀfil ne bilür Óaúú’ı sever var

5. Her kim merdÀne gelsün meydÀnaÚalmasun cÀna kimde hüner var

3. Bu yol uzaúdur menzili çoúdurGeçidi yoúdur derin ãular var

6. Yûnus sen bunda meydÀn istemeMeydÀn içinde merdÀneler var

Risâletü’n-Nushiyye’den

1. كورم بر شخص كلور بكزى صارارمشدوتوملش ديلى عقلى ياوى وارمش

Görem bir şaòã gelür beñzi ãararmışDutulmış dili èaúlı yavı varmış

2. كلوب عقلك اوكنده طاپو قيلدىحقه شكر ايله دى چون آىن بولدى

Gelüp èaúluñ öñinde ùapu úıldıÓaú’a şükr eyledi çün anı buldı

3. اكر سن عقل ايسك كل بىن كور درطيمار ايله بنم دردمه اير در

Eger sen èaúl iseñ gel beni gör dirÙımÀr eyle benüm derdüme ir dir

4. اييتمدك كورين بر كون آىننه صوردك كيمسه يه اول كيمسه قاىن

Eyitmedüñ göreyin bir gün anıNe ãorduñ kimseye ol kimse úanı

5. طمع كروانييله يولدن آزدمسكا كلدم چون اوكم سنده سزدم

Ùamaè kervÀnı-y-ıla yoldan azdumSaña geldüm çün ögüm sende sezdüm

6. بوكالوب سكا كلدم حاملى بيلمددك وار ايسه كوزم ياشن سيل

Buñalup saña geldüm óÀlümi bilMededüñ var ise gözüm yaşın sil

7. طمع حبسنه دوشدم چيقامازنقاتى بركدر ديوارى ييقامازن

Ùamaè óabsine düşdüm çıúamazınÚatı berkdür dìvÀrı yıúamazın

8. كى ارنلر دورور زنداىن بكلرهبادرلر دمر يوركلو ارلر

Key erenler durur zindÀnı beklerBahÀdurlar demür yüreklü erler

9. بيك ار طونلو دورور طمع چريسىمبارزدر هبادر هر بريسى

Biñ er ùonlu durur ùamaè çerisiMübÀrizdür bahÀdur her birisi

10. اله كريىن زندانه اورورلرآياغنه ده دامر بويورورلر

Ele gireni zindÀna ururlarAyaàına da demür buyururlar…

6. مسكني يونس بيچاره مي باشدن آياغه ياره ميدوست ايلندن آواره مي كل كور بىن عشق نيله دى

Miskìn Yûnus bìçÀreyem başdan ayaàa yarayamDost ilinden ÀvÀreyem gel gör beni èışú neyledi

Page 193: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 187

GÜLŞEHRÎ’NİN MANTIKU’T-TAYR’INDANfÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün

1. شيخ قالدى اول قاپوده خوار و زارعاشق و پري و غريب و دادكار

Şeyò úaldı ol úapuda ò˘Àr u zÀrèÁşıú u pìr ü àarìb ü dÀd-kÀr

hâr: hakir, aşağılık. pîr: yaşlı, ihtiyâr.dâd-kâr: adâlet isteyici, şikayetçiDiliçi çeviri: Şeyh o kapıda hakîr bir şekilde, âşık ile ihtiyâr ise garîp (yabancı, yalnız)

ve şikâyetçi olarak kaldı.

2. هر چراغ اول كيجه كيم كوك ياندورورشيخ آىن بر آه ايله سويندورور

Her çerÀà ol gice kim gök yandururŞeyò anı bir Àh ile söyündürür

çerâğ: ışık, kandil.Diliçi çeviri: O gece gökyüzünün yaktığı her ışığı Şeyh bir âh ile söndürür [Çekilen âh(ın

buğusu, dumanı) gökyüzüne çıkar. “Âh yerde kalmaz” sözü de bundan kinâyedir. Bir nefes olan âh, ışığı söndürebilir. Ayrıca ateş dolu olan âhın yanıda diğer ışıklar sönük kalır.]

3. صبحه دكن اول كيجه بيدار اولوراول حمله ايتلريله يار اولور

äubóa degin ol gice bìdÀr olurOl maóalle itleriyle yÀr olur

subh: sabah bîdâr: uykusuz, uyanık.Diliçi çeviri: Sabaha kadar uyumaz ve (sevgiliyi koruyan) o mahallenin köpekleriy-

le arkadaş olur.

4. ايدور اى واه اوده ياندم نيدميباغلو بوينم بونده قاجنه كيده مي

Eydür eyvÀh oda yandum n’ideyimBağlu boynum bunda úanca gideyim

Diliçi çeviri: Eyvah, aşk ateşine yandım, ne yapayım. Boynum burada bağlı, nereye gideyim diye söylenir.

5. بويله كيچ ايرميه آخشامه سحربو كيجه قيامتدر مكر

Böyle geç irmeye aòşÀma seóerBu gice úıyÀmetdür meger

Diliçi çeviri: Sabah böylesine geceye geç ulaşmadı. (Bir türlü sabah olmuyor) sanki bu gece kıyamet gecesi gibi.

ÂŞIK PAŞA’NIN GARÎB-NÂME’SİNDEN

1. ايشبو ملكى عشق ايچون دوزدى چالبيري و كوك اوملقلغه عشقدر سبب

İşbu mülki èışú içün düzdi ÇalabYir ü gök olmaúlıàa èışúdur sebeb

düzmek: düzenlemek, meydana getirmek, yaratmak.Diliçi çeviri: Allah, bu mülkü (dünyayı) aşk için yarattı. Yerin ve göğün yaratılmasına

sebep aşktır.

2. يريده كوكده ذره ذره عشق قودىآنكچون دولدى عامل عشق اودى

Yirde gökde õerre õerre èışú úodıAnuñiçün doldı èÀlem èışú odı

Diliçi çeviri: Yerde ve gökte zerre zerre aşk koydu. Onun için dünya aşk ateşiyle doldu.

Page 194: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı188

3. نه كه وارسه مجله عاشقدر آكاحسرتى شول كيم ييته بر كز آكا

Ne ki varsa cümle èÀşıúdur añaÓasreti şol kim yite bir kez aña

Diliçi çeviri: Kâinatta ne varsa hepsi ona âşıktı ve hepsinin özlemi bir defacık ona ulaşmaktır.

4. هر برنه بر نظر قيلمشيدىبر اشارت قوللغه اوملشيدى

Her birine bir naôar úılmış-ıdıBir işÀret úullıàa olmış-ıdı

Diliçi çeviri: Herbirine şöyle bir bakmıştı. (Bu) kulluğa bir işâret olmuştu.

5. قيلدى بونلر اول اشارت اوستنههر برى خوش كورمن ديپ دوستنه

Úıldı bunlar ol işÀret üstineHer biri òoş görinem dip dostına

Diliçi çeviri: Bunlar o işaret sebebiyle herbiri dostuna (Tanrı) hoş görüneyim diyerek;

6. يريه بر كز دور ديدى دوردى دورورعشق ايچينده يوز يريه اوردى دورور

Yire bir kez dur didi durdı dururèIşú içinde yüz yire urdı durur

Diliçi çeviri: Yere bir defâ dur dedi, durdu; hâla duruyor. Aşk içinde yüzünü yere koydu, (secdeye kapandı) hâlâ öyledir.

7. صويه بر كز آق ديدى آقدى آقارعشق ايچينده دون و كوندوز بيقرار

äuya bir kez aú didi aúdı aúarèIşú içinde dün ü gündüz bì-úarÀr

Diliçi çeviri: Suya bir defa ak dedi, hâlâ akıyor; Gece gündüz kararsız bir şekilde durmaksı-zın aşk içinde bocalamaktadır.

8. ييله بر كز اس ديدى اسدى اسرعشق ايچينده كونده بيك منزل كزر

Yile bir kez es didi esdi eserèIşú içinde günde biñ menzil gezer

Diliçi çeviri: Yele (rüzgâr) bir defâ es dedi, hâlâ esiyor. Aşkla günde bin konağa, men-zile uğrar.

9. اوده بر كز يان ديدى ياندى يانارياندورور هم عشق ايله كندو يانار

Oda bir kez yan didi yandı yanarYandurur hem èışú-ıla kendü yanar

Diliçi çeviri: Ateşe bir defâ yan dedi, hâlâ yanıyor. Aşk ile hem kendi yanar, hem de baş-kalarını yakar.

10. پش بيلك هر نسنه عشقه قول دورورعشق دورور كيم آغالدور هم كولدورور

Pes bilüñ her nesne èışúa úul-dururèIşú durur kim aàladur hem güldürür

Diliçi çeviri: Öyleyse bütün her şey aşkta kul ve köledir, (zaten) aşk hem ağlatır hem de güldürür.

ŞEYYÂD HAZMA’NIN ŞİİRLERİNDENGazel

mefÀèilün mefÀèilün feèÿlün1. عجب نيتدم ياره ويرمز سالمى

بو ظامل مدعى قوماز اوالمىèAceb n’itdüm yÀre virmez selÀmıBu ôÀlim müddeèì úomaz ola mı

‘aceb: acaba. müdde‘î: idda eden, davacı; rakip.

Page 195: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 189

Diliçi çeviri: Acabâ yâre ne yaptım (da) selâm vermiyor. Acabâ, bu zâlim müdde’î (rakîb) bırakmıyor mu?

2. بنم ايكى جهانده يارم اولدربنم آنك آخر كمرت غالمى

Benüm iki cihÀnda yÀrüm oldurBenem anuñ Àòir kemter àulÀmı

Kemter: zavallı, âciz. gulâm: köle, kul, hizmetçi. âhir: son, sonunda, sonuçta.Diliçi çeviri: Benim iki cihânda sevgilim odur. Netîcede ben onun âciz kuluyum.

3. شو جفالر كه سن بكا قيلورسنعجب كافر مسلمانه قيالمى

Şu cefÀlar ki sen baña úılursınèAceb kÀfir müselmÀna úıla mı

Diliçi çeviri: Bana yaptığın bu cefâları, acabâ kâfir Müslümanlara yapar mı?

4. يوسفه قاملادى بو حسن باقىقياس ايله يارم سكا قاالمى

Yÿsuf’a úalmadı bu óüsn bÀúìÚıyÀs eyle yÀrüm saña úala mı

Diliçi çeviri: Bu güzellik Yûsuf ’a (bile) kalmadı. Ey sevgilim, bir düşün sana kalır mı?

5. سىن سومزمى يوخسه شياد محزهدنينك بريدر بو قالتاباىن

Seni sevmez mi yoòsa ŞeyyÀd ÓamzaDenìnüñ biridür bu úaltabanì

denî: alçak, kötü, yaramaz. kaltaban: hilekâr, namuzsuz, kötü.Diliçi çeviri: Şeyyâd Hamza yoksa seni sevmez mi? Eğer sevmiyorsa namuzsuz, hileci

alçağın birisidir.

Şeyyâd Hamza’nın aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazıp veznini ve kafiyesini belirtiniz. Ga-zelin diliçi çevirisini yapınız.

قمو ترتيبلرك يريلو يريينجهسىن قومچق سكيز اومچق دكلمى

٣ بكم خوبلر سكا مشتاق دكلمىيا حسنك باغچه سى اومچق دكلمى

١

اكر بن خسته نك الن آلورسكصراطك كوپريسن كچمك دكلمى

٤ دوداغك شربىت صايرو صاغالدرسوزك خسته لره ترياك دكلمى

٢

Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf ve Züleyhâ’sından

1. وار ايدى كنعنده بر سرور كيشىآدى يعقوب كندى پيغمرب كيشى

Var-idi Kenèan’da bir server kişiAdı Yaèúÿb kendü peyàamber kişi

2. يوسف آدلو بر اوغلى واردى آنكاميدى ايشيت بو سوزى وارسه جانك

Yÿsuf adlu bir oàulı vardı anuñİmdi işit bu sözi varsa cÀnuñ

3. ييدى ياشنده ايدى يوسف نىب صورتى خوب يوغيدى آنك كىب

Yidi yaşında idi Yÿsuf nebìäÿreti òÿb yoàıdı anuñ gibi

4. بر كيجه ياتوريكن اول دوش كورورايرته دورور آىن يعقوبه صورور

Bir gice yaturiken ol düş görürİrte durur anı Yaèúÿb'a ãorur

5. ايدور اى بابا ياتوردم بو كيجهبر عجب دوش كوررم ايشيت نيجه

Eydür iy baba yaturdum bu giceBir èaceb düş görürem işit nice

2

Page 196: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı190

6. ايديوير تعبريىن آنك بكاايده مي اول كوردكم دوشى سكا

Eydivir taèbìrini anuñ bañaEydeyim ol gördügüm düşi saña

7. كوردم آى و كونش اون بر ييلدوزسجده قيلورلر قموسى بكا دوز

Gördüm ay u güneş on bir yılduzSecde úılurlar úamusı baña düz

8. دوندى يعقوب سويله دى ايتدى جامنصاقال دوشك سوزمى ايشيت بنم

Döndi Yaèúÿb söyledi eytdi cÀnumäaúla düşüñ sözümi işit benüm….

HOCA MES’UD’UN ŞİİRLERİNDENGazel (Süheyl ü Nev-bahâr’dan)Şiªr güften-i Melik-zâde-i YemÀni ez-beray-ı dost

mefèÿlü mefÀèìlü mefÀèìlü feèÿlün1. طولدر قدحى صون امله قيل بىن سرخوش

كر آغو اوال يارم آدنه ايديون نوشÙoldur úadeói ãun elüme úıl beni ser-òoşGer aàu ola yÀrüm adına ideven nÿş

Diliçi çeviri: (Ey sâkî!) Kadehi doldur, elime sun, beni sarhoş et. Eğer zehir de olsa (ben bunu) sevgilim adına içeyim.

Klâsik şiirde gazellerde üzerinde en çok durulan konu, aşktır. Çeşitli benzetmeler için-de ve sevgilinin farklı özellik ve davranışlarına bağlı olarak beyitlerde işlenen aşk, çoğu za-man âşıkta sebep olduğu sonuçlar bakımından isti’âre ve mecâz-ı mürsel yoluyla “şarab”a teşbih edilir. Bu beyitte de âşığın kendisine sunulmasını istediği kadeh (şarap, mecaz-ı mürsel) ile kastedilen aşktır. Şarap içen nasıl sarhoş olup kendinden geçerse, âşık da akıl-la değil de duygularıyla hareket ettiği için çoğu zaman yaptıklarıyla âdetâ bir sarhoşa ben-zer ve iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı ayırdedemez.

Ayık insanlara göre sarhoş, akıllıya göre de deli olan kişi daha rahat hareket eder ve yaptığının sonucunu hesap edemez. Beytin birinci mısraında şarap(aşk)la sarhoş olmak isteyen âşık, bundan sonra sevgili için her türlü tehlikeyi göze alabileceğini belirtmektedir.

2. بو اود ايله كيم عشقى يوركمه برياخدىصامنه كه طامارداغى قامن ايله ميه جوش

Bu od ile kim èışúı yüregüme bıraòdıäanma ki ùamardaàı úanum eylemeye cÿş

Diliçi çeviri: Yüreğime aşkı bu ateşle (öyle) bıraktı ki damarlarımdaki kan coşmaz sanma.Aşk çoğu zaman gönülde (yürekte) meydâna getirdiği acı ve etki yönünden ateşe ben-

zetilir. Vücudu dalgalanan kişi nasıl ızdırabından yerinde duramazsa, âşık olan da âdetâ kanı (aşk ateşinden, teşbîh-i belîğ) kaynadığın (aşkın verdiği heyecan)dan dolayı yerinde duramaz. Beyitte ateş ile kan arasında renk ve sıcaklık yönünden ilgi kurulmuştur.

3. كريپيكلركك نازك اوخى سينمه باتدىصيناماغيچون سون الكى دمرىن كور اوش

Kirpiklerüñüñ nÀzük oòı sìneme batdıäınamaàiçün sun elüñi demreni gör uş

demren/temren: okun ucuna takılan demir ya da çelik başlık.Diliçi çeviri: Kirpiklerinin nazik oku göğsüme battı. (İnanmıyorsan) sınamak için elini

uzat, işte temreni gör.Okun ucuna, hedefi vurması, avı yaralaması veya öldürmesi için temren adı verilen

demir veya çelik başlık takılır. Sevgilinin kirpikleri, şekil yönünden oka benzetilir. Gamze denilen yan ve imalı bakışlar, ok gibi âşığın sînesine (gönlüne) saplanır. Sevgilinin gam-ze oklarıyla yaralan (âşık olan) ve aşk ızdırabından eriyen âşık, âdetâ kemiklerinin ortaya

Page 197: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 191

çıktığını böylece sînesine (gönlüne) saplanan okların temreninin görülecek hale geldiği-ni (kemikleri sayılacak ve sanki vücudunu için görülecek duruma düştüğünü zayıfladığı-nı) ifade etmektedir (mübâlağa).

4. يوزن كوره ىل كيتميسر ياش كوزمدنالبد كونشه كيم كه باخه كوزى اوال يوش

Yüzin göreli gitmeyiser yaş gözümdenLÀ-büd güneşe kim ki baòa gözi ola yoş

lâ-büd: lazım, gerekli; şüphesiz, elbette. gözü yoş olmak: gözü kamaşmak.Diliçi çeviri: Senin yüzünü göreli gözümden yaş gitmiyor. Zaten, sonnunda güneşe kim

bakarsa gözü kamaşır.Beyitte sevgilinin yüz güzelliğinin etkileyici ve çekici oluşu üzerinde durulmuştur.

Sevgilinin güzel yüzünü gördüğü zaman ondan etkilenen (âşık olan) şair, sevgiliyi gördü-ğünden (âşık olduğundan beri) ağladığını belirtmiş ve bu durumu beytin ikinci mısraın-da “sonunda güneşe bakanın gözü kamaşır ve yaşarır” diyerek verdiği örnekle daha somut hale getirmiştir (irsâl-i mesel).

5. اى كوكلم آالن عامل اكر غوغا دوالرسهفكرم اوىن ايلمشم عشقك ايچون بوش

İy göñlüm alan èÀlem eger àavgÀ dolarsaFikrüm evini eylemişem èışúuñ içün boş

Diliçi çeviri: Ey gönlümü alan, dünya eğer kavga dolarsa, fikrimin evini, aşkın için boşaltmışım.

Sevgili, âlemde (dünyâda) güzelliği ile herkesin gönlünü kaptığı (herkesi kendine âşık ettiği) için büyük bir karışıklık ve kavgaya sebep olur. Klâsik şiirde âşıkların gönülleri sev-gilinin her zaman oturduğu bir saray olarak düşünülür. Sevgili âşıkların gönüllerini birbi-rine düşürdüğü için kavga çıkmaktadır. Çıkan kavga ve mücadeleden dolayı gönlü perişan olan âşık, sevgiliye ancak fikrinde (hayâlinde) yer vermektedir.

6. هر كيجه قراكوده خيالك بىن ايسرتقومه يالكز كلمكه بر كيمسه بيله قوش

Her gice úarañuda òayÀlüñ beni isterÚoma yaluñuz gelmege bir kimse bile úoş

Diliçi çeviri: Her gece karanlıkta hayalin beni ister. Yalnız gelmeğe bırakma yanına birini ver.Sevgiliden ayrı olan âşık, her gece ancak onun hayâliyle kendini teselli etmektedir.

Sevgilinin hayâlini bir insan (kapalı isti’âre) gibi düşünen âşık, sevgilinin hayâlini kendi arzu etmiş fakat kendisiyle görüşmek isteyen hayâlmiş gibi davranmıştır (tecâhül-i ârif). Beyitte geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gece karanlığında yalnız bir yere gitmenin tehlikeli ve korkutucu (yanlış anlamalara sebep olabilecek) bir davranış olarak kabul edil-mesine telmih vardır.

7. سىن كوره ىل كيتدى بنم عقلم و هوشمهر كيم كه پرى يوزكى كوره اوله بيهوش

Sini göreli gitdi benüm èaúlum u hÿşumHer kim ki perì yüzüñi göre ola bì-hÿş

Diliçi çeviri: Seni göreli benim aklım fikrim gitti. (Zira) peri (gibi güzel yüzünü) gören herkesin aklı başından gider.

Bu beyitte de âşık, perî gibi olan sevgilinin yüzünü gördüğünden beri kendini kaybet-miş, aklı başından gitmiş, (yani) âşık olmuştur. Âşık olan ile aklı başında gidenin (deli ola-nın) davranışları bakımından birbirlerinden farkı yoktur.

Page 198: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı192

Hoca Mes’ud’un Süheyl ü Nev-bahâr’ından

Der-hikmet ve nasihatFeèÿlün feèÿlün feèÿlün feèÿl

1. اكر ديلر اولورسه هر بر كيشىكه ايشله يه تاكرييه يارار ايشى

Eger diler olursa her bir kişiKi işleye Tañrı’ya yarar işi

2. ايچوب حكمت و معرفت شربنتبوتون ار اولوبان اوشاتسون پوتن

İçüp óikmet ü maèrifet şerbetinBütün er oluban uşatsun putun

3. نه دارتوب كيشى كندوزن كوردكىهوايه باقوب كوكسىن كردكى

Ne dartup kişi kendüzin gördügiHavÀya baúup gögsini gerdügi

4. ار اول اوال كيم عيبىن كوزه دريوق اول كيم ديل آيروخلره اوزادر

Er ol ola kim èaybını gözedürYoú ol kim dil ayruòlara uzadur

5. بوىن بويله بيلمك كرك عقلدنخرب ويريلن بويله در نقلدن

......

Bunı böyle bilmek gerek èaúldanÒaber virilen böyledür naúlden

FAHRÎ’NİN HÜSREV Ü ŞÎRÎN’İNDENAgaz-ı Dasitan

mefÀèilün mefÀèilün feèÿlün1. ايتدى اول سوز ايدن بيلكه استاد

كه دومتشدى چوق اسكى داستان يادEyitdi ol söz eyden bilge üstÀdKi dutmışdı çoú eski dÀsitÀn yÀd

Diliçi çeviri: O söz söyleyen bilgin üstâd çok eski bir destânı hâtırına getirmişti.

2. كه چون كسرينك آدى اولدى قارهقودى ختتىن هرمز شهرياره

zKi çün Kisrì’nüñ adı oldı úaraÚodı taòtını Hürmüz şehriyÀra

Diliçi çeviri: Kisrâ’nın adı kötülenince tahtını Hürmüz’e bıraktı.

3. جهان طوتيجى هرمز داد ايدردىجهاىن داد ايله آباد ايدردى

CihÀn ùutucı Hürmüz dÀd iderdiCihÀnı dÀd ile ÀbÀd iderdi

Diliçi çeviri: Cihânı tutan Hürmüz, adâletli idi. Cihânı adâletle bayındır ederdi.

4. دليم نذر ايله قربان ايله يزدانآكا ويردى بر ار اوغالن نه اوغالن

Delim neõr ile úurbÀn ile YezdÀnAña virdi bir er oàlan ne oàlan

Diliçi çeviri: Allah ona birçok kurbân ve adakla bir oğlan verdi, ama o eşi olma-yan bir oğlan idi.

5. كورندى بيبها بر دانه لؤلؤسعادت قلزمندن خوب و صولو

Göründi bì-bahÀ bir dÀne lüélüéSaèÀdet úulzüminden òÿb u ãulu

Diliçi çeviri: Mutluluk denizinden güzel ve parlak, paha biçilmez bir tane inci göründü.

Page 199: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 193

6. دوغشى خبتلو و قوتلو خبىتبيتيتمش طالع آكا تاج و ختىت

Doàışı baòtlu vü úutlu baòtıBititmiş ùÀliè aña tÀc u taòtı

Diliçi çeviri: Doğuşu bahtlı ve bahtı kutlu, kader, talih ona tâcı ve tahtı da nasîb etmiş.

7. آتا يوزنده خسرولك چو كوردىآدىن خسرو و پرويز ويردى

Ata yüzinde òüsrevlik çü gördiAdını Òüsrev ü Pervìz virdi

Diliçi çeviri: Baba(sı) onun yüzünde padişahlık gördüğünden adını Hüsrev-i Pervîz koydu.

8. يوزى آيدينرق مشس و قمردنشكر كىب كولشى يك شكردن

Yüzi aydınıraú şems ü úamerdenŞeker gibi gülişi yig şekerden

Diliçi çeviri: Yüzü güneşten ve aydan daha aydınlık, şeker gibi gülüşü de şekerden tatlı (idi).

9. كليدى تازه شاهلق بوداغندنقيزيل ياقوت ايدى دولت داغندن

Gülidi tÀze şÀhlıú budaàındanÚızıl yÀúÿt idi devlet daàından

Diliçi çeviri: Tâze şâhlık dalından (koparılmış) tâze bir gül gibiydi. Ve devlet dağından (getirilmiş) bir kızıl yâkûta benziyordu.

10. يوزى كونشلني ويروردى تاىبيكردى كوركى كوكده ماهتاىب

Yüzi güneşleyin virürdi tÀbıYiñerdi görki gökde mÀhtÀbı

Diliçi çeviri: Yüzü güneş gibi parlaktı, güzelliği gökteki ayı altta bırakır, sönük gösterirdi.

AHMEDÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN Gazel

1. جانا جهاىن ياقدى بو جانانه كوزلركنه قاشك ايتدى رحم بو جانه نه كوزلرك

CÀnÀ cihÀnı yaòdı bu cÀnÀne gözlerüñNe úaşuñ itdi raóm bu cÀna ne gözlerüñ

cânâne: can gibi, güzel, sevgili; gönlü çeken.Diliçi çeviri: Ey sevgili! Bu güzel (can alıcı) gözlerin cihanı yaktı; bu cana ne gözlerin

merhamet etti, ne de kaşların.Sevgilinin gözleri, onun kişiliğini yansıtan ve onun özelliklerine uygun bir yapıda gü-

zellik unsurudur. Sevgili âşıkla ilgili düşüncelerini gözü aracılığıyla gösterir. Âşıkları sev-giliye çeken, bağlayan en önemli güzellik unsurlarından olan göz, aynı zamanda âşığın ca-nına ve gönlüne kastetmesi yönüyle de ön plâna çıkar. Sevgili, âşığa cevr ü cefâ etmek için gözün en önemli silahlarından biri olan “gamze” ile “kaş” ve “kirpikleri” kullanır. Göz gibi âşığın sevgiliye ilgi duyup bağlanmasına sebep olan önemli güzellik unsurlarından biri olan gamze, kaş ve kirpiklerle birlikte aynı zamanda âşığın gönlünü ve canını yaralayan etkili ve öldürücü bir silah olarak düşünülür.

Bu beyitte de sevgilinin gözleri, yay kaşlardan (alevli, ateşli: yakıcı) gamze okları atan ve aslâ merhamet etmeyen zâlim bir savaşçı (kapalı isti’âre) olarak ele alınmıştır.

2. دلتنك ايتدى غنجهٴ سريآىب دوداغكبيمار قيلدى نركسى مستانه كوزلرك

Dil-teng itdi àoncayı sìr-Àbı dudaàuñBìmÀr úıldı nergisi mestÀne gözlerüñ

Page 200: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı194

dil-teng: gönlü daralmış, sıkıntılı, bunalmış. sîr-âb: suya kanmış.bîmâr: hasta. mestâne: sarhoşça, mahmur, baygın.Diliçi çeviri: Suya kanmış dudağın goncanın gönlünü daralttı (kıskandırdı), sarhoş göz-

lerin de nergisi hastalandırdı.Sevgilinin güzellik unsurlarından dudağı ve gözleri üzerinde durulan bu beyitte,

açılmaya yüz tutmuş bir goncanın tomurcuk hâlindeki durumuna (kapalı, sıkıntılı ha-line) sevgilinin kırmızı nokta halindeki dudaklarının sebep olduğu belirtilerek hüsn-i ta’lîl yapılmıştır.

Sevgilinin etkileyici gözleri, mahmur bakan bir göze benzetilen (uyku verici, bayıltıcı) bir çiçek olan nergisi hasta etmiş (mahmur hâle getirmiş)tir(hüsn-i ta’lîl).

3. يوسف مجالىن ايدوبن قصه صورتكبابل فسونن ايله دى افسانه كوزلرك

Yÿsuf cemÀlini idüben úıããa ãÿretüñBÀbil füsÿnın eyledi efsÀne gözlerüñ

Diliçi çeviri: Senin suretin (güzel yüzün) Yusuf ’un güzelliğini hikâye ettiği gibi; gözlerin de Bâbil sihrini efsâne eyledi.

Hz. Yûsuf ’un güzellik timsali oluşuna ve Harut ile Marut isimli meleklerin Bâbil’de yaptıkları büyüye telmih yapılan beyitte, sevgilinin yüz güzelliği ile âdetâ Yûsuf ’un güzel-liğini hatırlattığı (onun gibi güzel olduğu), gözlerinin de Bâbil’de yapılan sihir gibi etkile-me gücüne sahip olduğu belirtilerek sevgilinin yüzünün ve gözlerinin dikkat çekici güzel-liğine vurgu yapılmıştır.

4. درمان ايدم ديدى دوداغك دردمه وىلقوماز بىن ايرمشكه درمانه كوزلرك

DermÀn idem didi dudaàuñ derdüme velìÚomaz beni irişmege dermÀna gözlerüñ

Diliçi çeviri: Dudağın, derdime “derman edeyim” dedi amma, gözlerin benim dermana ulaşmama izin vermiyor.

Sevgilinin dudakları (ağzı, sözleri) âşıkların dertlerine (aşklarına) çare bulacakları bir doktordur (kapalı isti’âre). Ancak sevgilinin gözleri gamze oklarıyla, âşıkların dertleri-ne çâre bulmalarına engel olur. Çünkü o bakış zaten âşıkı kendinden almış, deli etmiştir.

5. ايدر هزار عابدى كمراه قاشلركقيلور هزار عاقلى ديوانه كوزلرك

İder hezÀr èÀbidi güm-rÀh úaşlaruñÚılur hezÀr èÀúılı dìvÀne gözlerüñ

Diliçi çeviri: Senin kaşların binlerce ibadet edeni yoldan çıkarır, gözlerin de binlerce akıllıyı deli eder.

Kavisli şeklinden dolayı mihrâba benzetilen kaşlar, âdetâ bir fitne dükkanıdır. İçin-deki (altındaki) göz, kirpik ve gamze ile ortak hareket eden kaş, eğri şekli gibi aslâ doğ-ru hareket etmez ve doğru olmaz. Âbidler, mihrâba karşı geçip de sevgilinin kaşları-nı hatırladıkları zaman kaşlara hayranlıklarından dolayı şaşırıp Kur’an’ı yanlış okurlar.

Sevgilinin gözleri de gerek güzelliği ve çekiciliği gerekse etkileme(nazar) yani saçla birlikte etkili olan sihir gücü sebebiyle pek çok kişinin aklını başından alarak delirmesi-ne sebep olur.

6. قومادى جان و دل بو جهانه كه آملادىباشالدى مشدى غارت اميانه كوزلرك

Úomadı cÀn u dil bu cihÀna ki almadıBaşladı şimdi àÀret-i ìmÀna gözlerüñ

Diliçi çeviri: Senin gözlerin bu cihanda esir etmedik gönül ve can bırakmadı, şimdi de îmânı yağmalamaya başladı.

Âşıkların canlarına ve gönüllerine kasteden sevgilinin gözleri, dünyada alacak can bı-rakmayınca imanları ele geçirmeye çalışır. Gözün imanı yağmalamasında, saç ile birlik-

Page 201: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 195

te düşünülmesinin yanında sarhoş ve kâfir olarak kabul edilmesi etkilidir. Şeytan, ölüm anındaki bir Müslümanı çeşitli vaadlerle kandırarak ondan Allah’ı inkâr etmesini ister. Sevgilinin gözleri de âdetâ âşığı ölüm anında kandırmak isteyen bir şeytan gibi düşünül-müştür (kapalı isti’âre).

7. اولد امحدى هدف بكى پرزحم كيم مدامتري قضا آتار بو پريشانه كوزلرك

Old’Aómedì hedef bigi pür-zaóm kim müdÀmTìr-i úaøÀ atar bu perìşÀna gözlerüñ

Diliçi çeviri: Bu perişan, kendini kaybeden Ahmedî devâmlı kaza okları atan ve yarala-yıp delik deşik eden gözlerine hedef oldu.

pür: dolu. zahm: yara. tîr-i kazâ: kaza ve kader okları.Ok ve silah atanların nişangâhları, hedefleri ile âşığın göğsünde, vücudunda açılan ya-

ralar arasında şekil benzerliğinden dolayı teşbih yapılmıştır. Sevgilinin gamzeleri ise âdetâ yay kaşlarından atılan kirpik okları şeklinde âşığın hedef olan göğsüne, gönlüne saplanır. Âşık, sevgiliden gelen gamze oklarının levh-i mahfuzda yazılan kaderinin bir neticesi (ka-zası) olduğunu ifade etmektedir.

Ahmedî’nin aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız, veznini ve kafiyesini bulunuz. Gazelin diliçi çevirisini yapınız.

بر كز مجالكه نظر ايدم ديدم شهاموسى بكى جتلى اودنه يانه يازمشم

٥ تا عشقكى شها ورق جانه يازمشملوحهٴ كوكلده آدكى جانه يازمشم

١

صوسه لغمده لعلكى ذكر ايلدى دملآب حياته خضر بكى قانه يازمشم

٦ سن هيچ صورمادك بىن شريين بودور كه بنشكر لبكه جامنى شكرانه يازمشم

٢

يوزك صفاتن امحدى امال ايده ليدنكور كه نه خوب وجهله ديوانه يازمشم

٧ كوكلم اوىن عشقك ايچون دومتشم مقامكنج هناىن كور كه نه ويرانه يازمشم

٣

حريتدمي كه دوداغكه لعل دميشمخجلتدمي كه ديشكى دردانه يازمشم

٤

3

Page 202: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı196

Kendimizi Sınayalım Apardı göñlümi bir òoş úamer yüz cÀn-fezÀ dil-ber Ne dil-ber dil-ber-i şÀhid ne şÀhid şÀhid-i server1. Yukarıdaki beyitteki “dil-ber” kelimesinde bulunan edebî sanat aşağıdakilerden hangisidir?

a. Açık isti’âreb. Kapalı isti’ârec. Tevriyed. Teşbîhe. Mecâz

2. Yukarıdaki beyitte “şâhid” ile kastedilen aşağıdakilerden hangisidir?

a. Âşıkb. Sevgilic. Rakîpd. Zâhide. Müdde’î

نيجه سن كل اى يوزى اغم بنم سن اريتدك اودالره ياغم بنم 3. Yukarıdaki beytin kafiyesi aşağıdakilerden hangisidir?

a. Mücerred b. Müessesc. Mukayyedd. Müreddefe. Mütecânis

4. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisinde doğ-ru olarak verilmiştir?

a. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilünb. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilünc. fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilünd. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilüne. fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl

Göñül Tebrìz’ine geleli ol şÀh Aòıdur gözlerüm sürò-Àb her dem5. Yukarıdaki beyitte üzerinde durulan konu aşağıdakiler-den hangisidir?

a. Gönlün Tebrîz gibi güzel oluşub. Tebrîz’in yakılıp yıkılmasıc. Aşığın kanlı gözyaşı dökmesid. Şâh’ın Tebrîz’i almasıe. Âşığın aşktan dolayı büyük ızdırap içinde olması

6. “Gözlerden sürh-âb akıtmak” ifadesinde aşağıdaki edebî sanatlardan hangisi bulunmaktadır?

a. Teşbîh-i belîğb. Teşbîh-i müekkedc. İstihdâmd. Tevriyee. Mübâlağa

دل خود آنكدر وىل جان آپارور ديىن قومياز عقل و اميان آپارور كوكلمه كريدى خياىل دون كيجه ظلمت ايچره آب حيوان آپارور 7. Yukarıdaki manzumenin nazım şekli aşağıdakilerden hangisidir?

a. Tuyugb. Rübâ’îc. Şarkıd. Kıt’ae. Mani

8. Yukarıdaki manzumedeki حيوان ibaresinin karşılığı آب aşağıdakilerden hangisidir?

a. hayvan suyub. hayvan çeşmesic. sonsuzluk çeşmesid. hayvan ağzıe. ölümsüzlük suyu

جانا جهاىن ياقدى بو جانانه كوزلرك نه قاشك ايتدى رحم بو جانه نه كوزلرك 9. Yukarıdaki beytin konusu aşağıdakilerden hangisidir?

a. Sevgilinin (göz ve kaşlarının) acımasızlığıb. Göz ve kaşların olağanüstü güzelliğic. Cihanın yakılıp yıkılmasıd. Kaşların hançere benzemesie. Gözlerden nazar değmesi

10. Yukarıdaki beyitte قاشك ايتدى رحم ibaresinde bulunan edebî sanat aşağıdakilerden hangisidir?

a. Teşbihb. Tevriyec. Tenasüpd. Kapalı isti’âree. Açık isti’âre

Page 203: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 197

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı1. e Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-

riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Mecâz” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

2. b Yanıtınız yanlış ise 1 “Hasanoğlu’nun Şiirleri” başlık-lı bölümü yeniden okuyunuz.

3. d Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Kafiye” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

4. c Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Aruz Vezinleri” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

5. e Yanıtınız yanlış ise “Kadı Burhaneddin’in Şiirlerin-den” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

6. e Yanıtınız yanlış ise “Kadı Burhaneddin’in Şiirlerin-den” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

7. a Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Tuyug” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

8. e Yanıtınız yanlış ise “Kadı Burhaneddin’in Şiirlerin-den” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

9. a Yanıtınız yanlış ise “Ahmedî’nin Şiirlerinden” başlık-lı bölümünü yeniden okuyunuz.

10. d Yanıtınız yanlış ise “Ahmedî’nin Şiirlerinden” başlık-lı bölümünü yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde Yanıt AnahtarıSıra Sizde 1Hasanoğlu’nun gazelinin çevriyazısı1.èAcab bilsem beni şeydÀ úılan kim Baña bu èışú odın peydÀ úılan kim

2. èAcablaram èacab úaldum İlÀhì İmÀn ehlin dutup tersÀ úılan kim

3. Úamışdan şekker ü ùaşdan cevÀhir Aàaçdan dÀneyi òurmÀ úılan kim

4. Tenüm yitmiş iki dürlü ùamardur Kimin ırmaú kimin deryÀ úılan kim

5. Ko bu tedbìri gel taúdìri gözle Bugünki vaèdeyi ferdÀ úılan kim

6. Bu naùèuñ ferrişi her dem bu ferrÀşBu èarşuñ rengini mìnÀ úılan kim

7. Óasanoàlı bu bir úaùre menìden Anuñ óÿb ãÿretin peydâ úılan kimVezni: mefÀèìlün mefÀèìlün feèÿlünKafiyesi: À: mücerred kafiye.

Sıra Sizde 2Şeyyâd Hamza’nın gazelinin çevriyazısı1. Begüm òÿblar saña müştÀú degül mi Ya óüsnüñ baàçesi uçmaú degül mi

2. Dudaàuñ şerbeti ãayru ãaàaldur Sözüñ òastalara tiryÀk degül mi

3. Úamu tertìblerüñ yirlü yirince Seni úuçmaú sekiz uçmaú degül mi

4. Eger ben òastanuñ elin alursan äırÀù’uñ köprisin geçmek degül mi Gazelin vezni: mefÀèìlün mefÀèìlün feèÿlünGazelin kafiyesi: ak; mürekkep (mürdef) kafiye.Gazelin diliçi çevirisi:1. Beyim güzeller senin için can atmıyor mu? Sonra güzelliği-

nin bahçesi cennet değil mi, cennete benzemez mi?2. Dudağının şerbeti hastaları iyileştirir. Sözün hastalara ilaç

değil mi?3. Bütün tertîblerin (her uzvun) yerli yerince, seni kucakla-

mak sekiz cennet değil mi?4. Eğer ben hastanın elini alırsan, bu Sırat köprüsünü geçmek

demek değil mi?

Sıra Sizde 3Ahmedî’nin Gazelinin çevriyazısı1. TÀ èışúuñı şehÀ varaú-ı cÀna yazmışam Levó-i göñülde’aduñı cÀna yazmışam

2. Sen hìç ãormaduñ beni şìrìn budur ki ben Şekker lebüñe cÀnumı şükrÀne yazmışam

3. Göñlüm evini èışúuñ içün dutmışam maúÀm Genc-i nihÀnı gör ki ne vìrÀna yazmışam

4. Óayretdeyem ki dudaàuña laèl dimişem Òacletdeyem ki dişüñi dür-dÀne yazmışam

5. Bir kez cemÀlüñe naôar idem didüm şehÀ MÿsÀ gibi tecell’odına yana yazmışam

Page 204: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı198

6. äusalıàumda laèlüñi õikr eyledi dilüm Áb-ı óayÀta Òıør bigi úana yazmışam

7. Yüzüñ ãıfÀtın Aómedì imlÀ ideliden Gör kim ne òÿb vechile dìvÀne yazmışam Vezni: mefèûlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilünKafiyesi: Àn: mürekkep (mürdef) kafiye. Gazelin diliçi çevirisi:1. Ey şah, aşkını tâ can yaprağına yazmışım; gönül sayfasında

senin ismini sevgili yazmışım.2. Sen beni hiç sormadın (dudağımı emmedin), tatlı olan da

budur ki canımı şeker dudağına teşekkür alâmeti olarak yazmışım.

3. Senin aşkın uğruna gönlümün evini makam tutmuşum, gizli hazineye bak ki ne virane yerdedir.

4. Dudağına lâl (kırmızı) dediğim için şaşıyorum, dişini inci tanesine benzettiğim için utanıyorum.

5. Ey şah, bir defa cemalini göreyim dedim, az kalsın Mûsâ gibi tecelli ateşine (nûruna) yanacakmışım.

6. Susuzluğumda dilim la’lini (kırmızı dudağını) andı, nere-deyse Hızır gibi âb-ı hayâta kanacaktım (susuzluğumu gi-derecektim, aldanacaktım).

7. Ahmedî, yüzünün vasıflarını yazalı (dert edeli) beri, gör ki ne güzel bahane ile (yüz ile) divana işlemişim, delicesi-ne yazmışım (çıldıracakmışım).

Page 205: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

7. Ünite - XIV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 199

Yararlanılan ve Başvurulabilecek KaynaklarAkdoğan, Y. (1988), Ahmedî Divanı’ndan Seçmeler, Ankara.Ayan, H. (2002), Nesîmî, Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve

Türkçe Divanı’nın Tenkidli Metni, TDK Yay., Ankara. Büyük Türk Klâsikleri, (1985), C. 1, Ötüken Söğüt Yay.,

İstanbul.Canpolat, M. (1995), Ömer bin Mezîd Mecmû’atü’n-Nezâ’ir,

TDK Yay., Ankara.Cengiz, H. E. (1983), Divan Şiiri Antolojisi, Bilgi Yay., İstanbul.Dilçin, C. (1991), Mesud bin Ahmed Süheyl ü Nev-bahâr

İnceleme-Metin-Sözlük, TDK Yay., Ankara. Dilçin, D. (1946), Yusuf ve Zeliha, Şeyyâd Hamza, TDK

Yay., İstanbul. Ergin, M. (1980), Kadı Burhaneddin Divanı, TDK Yay., İstanbul.Flemming, B. (1974), Husrev u Şîrîn, Wiesbaden. Flemming, B. (1975), “Hasanoğlu’nun Bir Gazeli, Sultan Gav-

ri Divanında Bilinmeyen Şiirler”, I. Türk Dili Bilimsel Kurultayına Sunulan Bildiriler, (27-29 Eylül 1972), An-kara: Türk Dil Kurumu Yayınları, s.331-341.

İz, F. (1999), Eski Türk Edebiyatında Nazım I, Akçağ Yay., Ankara.

Kafkasyalı, A. (2002), İran Türk Edebiyatı Antolojisi, Ata-türk Üniversitesi Yay., Erzurum.

Karabey, T. (1996), Ahmed Paşa, Hayatı Sanatı Eserleri, Ak-çağ Yay., Ankara.

Köprülü, M. F. (1989), Edebiyat Araştırmaları II, İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Köprülü, M. F. (2006), Divan Edebiyatı Antolojisi, Haz. Ah-met Mermer, Akçağ Yay., Ankara.

Kurnaz, C. (1987), Hayâlî Bey Divanı Tahlili, KB Yay., Ankara. Levend, A. S. (1984), Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler,

Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul. Onan, N. H. (1991), İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, MEB Yay.,

Ankara.Onay, A. T. (2007), Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, (Haz.

Cemal Kurnaz), Birleşik Dağıtım Kitabevi, Ankara. Saraç, M. A. Y. (2011), Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim

ve Ölçü, Anadolu Ünv., Açıköğretim Fak. Yay., Eskişehir. Pala, İ. (2007), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,

İstanbul.Sefercioğlu, N. (1990), Nev’î Dîvânı’nın Tahlili, KB Yay.,

Ankara. Seferli, E.- Halil Yusifli (1998), Gedim ve Orta Esrler Azer-

baycan Edebiyyatı, Bakü.Şentürk, A. A. (1999), Osmanlı Şiiri Antolojisi, YKY Yay.,

İstanbul.Timurtaş, F. K. (1980), Yunus Emre Divanı, KB Yay., Ankara.

Tolasa, H. (1973), Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Atatürk Ünv. Yay., Ankara.

Yavuz, K. (2000), Âşık Paşa, Garîb-nâme, TDK Yay., Ankara. Yavuz, K. (2007), Gülşehrî’nin Mantıku’t-Tayr’ı (Gülşen-

nâme), Kırşehir Valiliği Yay., Ankara.

Page 206: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8Amaçlarımız

Bu üniteyi tamamladıktan sonra;XV. yüzyıl Anadolu sahası şairlerinin şiirlerinden seçilmiş (Arap harfli) metin-leri okuyup çevriyazıya aktarabilecek,XV. yüzyıl dönemine ait manzumeleri günümüz Türkçesi ile nesre çevirebilecek,XV. yüzyıl dönemine ait manzumelerin vezin ve kafiyelerini bulabilecek ve manzumelerdeki konu ve edebî sanatları tespit edebileceksiniz.

Anahtar Kavramlar

İçindekiler

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı

XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler

• GİRİŞ• XV.YÜZYILANADOLUSAHASIŞAİRLERİNDENSEÇMEMETİNLER

• ABDÜLVÂSÎÇELEBİ’NİNHALÎL-NÂMESİ’NDEN

• SÜLEYMÂNÇELEBÎ’NİNMEVLİD(VESÎLETÜ’N-NECÂT)’İNDEN

• ŞEYHÎ’NİNŞİİRLERİNDEN• AHMEDPAŞA’NINŞİİRLERİNDEN• AVNÎ’NİNŞİİRLERİNDEN• CEMSULTAN’INŞİİRLERİNDEN• ADLÎ’NİNŞİİRLERİNDEN• MİHRÎHATUN’UNŞİİRLERİNDEN• NECÂTÎBEY’İNŞİİRLERİNDEN• ZEYNEPHANIM’INŞİİRLERİNDEN

• XV.YüzyılAnadoluSahasıŞairleri

• Ahmed-iDâî• AbdülvâsîÇelebi• SüleymanÇelebi• Şeyhî• AhmedPaşa

• Avnî• CemSultan• Adlî• MihrîHatun• NecâtîBey• ZeynepHanım

XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI

Page 207: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

GİRİŞXV. yüzyılda Anadolu sahasında yetişen şairler hakkında 1-5. ünitelerde bilgi verilmişti. Bu ünitede ise, XV. yüzyılın önde gelen şairlerinin tanınmış şiirlerinden ve eserlerinden örnekler verilip bir kısmı üzerinde gerekli açıklamalar yapılacaktır.

XV. YÜZYIL ANADOLU SAHASI ŞAİRLERİNDEN SEÇME METİNLER

Ahmed-İ Dâ‘î’nin Şiirlerinden

Gazelmefèÿlü mefÀèìlün mefèÿlü mefÀèìlün

1. جانا نيچه بر يانا هجرك اودى جامندهفرقت جكرم ياقدى جوش ايلدى قامنده

CÀnÀ niçe bir yana hicrüñ odı cÀnumdaFirúat cigerüm yaúdı cÿş eyledi úanumda

cânâ: ey cân; ey sevgili. hicr: ayrılık; acı, keder.od: ateş. cûş eylemek: coşmak.firkat: dostlardan ve sevilenlerden ayrı, uzak olma.Diliçi çeviri: Ey sevgili! Ayrılık ciğerimi yaktı ve kanım da çoşup kaynadı. Senin ayrılığı-

nın ateşi canımda daha ne zamana kadar yanacak? Klâsik şiirde ayrılık (firkat, hicrân) âşığın en büyük derdi ve ızdırap kaynağıdır. Bu se-

beple hicrândan duyulan acı, ateşin dayanılmaz acısı ile denk tutulurak hicrân çoğu za-man ateşe (oda) benzetilir. Şair, ateş (alev) ile kan arasındaki renk benzerliğini de göz önünde bulundurarak içinde yanan “hicrân ateşi”nden dolayı (teşbih-i beliğ) kanının âdetâ kaynadığını belirtmek suretiyle çektiği ızdırabın şiddetini vurgulamıştır. Bu durum aynı zamanda şairin/âşığın üzüntüsünden dolayı zaman zaman hıçkırarak (coşkun bir şe-kilde) ağladığını akla getirmekte ve “ayrılık ateşi daha ne zamana kadar yanacak?” diyerek ayrılığın bir an önce bitmesini (vaslı; kavuşmayı) talep etmektedir.

2. بو هجر ايله بو فرقت وصله ايريشه آخرايركوره خدا بر كون كورم سىن يامنده

Bu hicr ile bu firúat vaãla irişe Àòirİrgüre ÒudÀ bir gün görem seni yanumda

âhir: son, sonunda irgüre: yetiştire, ulaştıra Diliçi çeviri: Bu ayrılık (keder) ile bu dostlardan uzak olma sonunda kavuşmaya dön-

sün. Allah (beni) sana kavuşacağım güne ulaştırsın da, seni yanımda göreyim.

XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler

Page 208: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı202

Sevgilinin ilgisizliği ve vefasızlığının bir sonucu olan ayrılık, âşığın sıkıntı ve üzüntü-lerinin de en önemli sebebidir. Bu sebeple âşığın tek arzusu, “vuslat” yani sevgiliye kavuş-maktır. Şair, birinci beyitte olduğu gibi bu beyitte de ayrılığın sona ererek sevdiğine kavuş-mayı ümit etmekte, bunun için Allah’a yalvarmaktadır.

3. كر ناز و جفا سندن اولورسه نوال شاهاهم لطف و وفا سندن فرياد و فغامنده

Ger nÀz u cefÀ senden olursa n’ola şÀhÀHem luùf u vefÀ senden feryâd u fiàÀnumda

nâz: kendini beğendirme için takınılan yapmacık, cilve, işve; bir şeyi beğenmiyormuş gibi görünme.

cefâ: eziyet, sıkıntı, zulüm.Diliçi çeviri: Ey güzeller şahı! Eğer senden naz ve cefa gelirse ne olur? (Bunlar) feryat ve

figan ettiğim zamanda senden (bana) lütuf ve vefadır.Klâsik şiirde sevgilinin öne çıkan en önemli özelliklerinden biri de nazlı oluşu ve

âşığa sürekli cefâ (eziyet) etmesidir. Bu nazlanma sevgiliye yakışmakla birlikte kimi za-man ise âşığı üzer. Bu beyitte sevgiliyi, gönlünün sultanı (şâh; açık istiare) olarak gö-ren âşık, onun nâzını, lutf ve cefâsını ise vefâ olarak değerlendirir. Bu durum sevgilinin âşıkla ilgilendiğini gösterir. Âşık için asıl kötü olan, sevgilinin kendisine karşı umursa-maz bir tavır sergilemesidir. Bundan dolayı âşık, kötü de olsa sevgiliden gelecek her tür-lü tavır ve davranışa (eza ve cefaya), ilgiye severek katlanır ve bunları sevgilinin kendi-sine yaptığı iyilik olarak değerlendirir.

4. جانانه وصالندن بيك جانه دكر بر دمآنسوز نه حيات اولسون رومحده روامنده

CÀnÀne viãÀlinden biñ cÀna deger bir demAnsuz ne óayÀt olsun rÿóumda revÀnumda

dem: an, vakit. ansuz: onsuz.revân: akan, giden; ruh, cân. visâl: sevdiğine ulaşma, kavuşma, ayrılıktan kurtulma.Diliçi çeviri: Sevgiliye kavuşmanın bir anı bin cana değer. Onsuz ruhumda ve duru-

mumda nasıl bir hayat olsun?(Hiç onsuz bir hayat olabilir mi? Ben ounla yaşarım.)Sevgiliye kavuşma (visâl, vuslat) âşığın en önemli ve en son hedefidir. Ağlama ve inle-

mesi hep bu hedefe ulaşmak içindir. Vuslat hali genellikle hicrân hâli ile birlikte değerlen-dirilir. Bu iki hâl çoğu zaman birbirini takip eder. Genellikle hicrân hâlinde bulunan âşık, bu hâlde vuslatı arar. Gazelin ilk iki beytinde hicrândan bahseden âşık, bu beyitte visâlin değerinden ve öneminden söz etmektedir. Vuslat, çok zor ve nâdir olarak elde edildiğin-den dolayı âşık için çok kıymetlidir. Onun için vuslatın “bir demi” için “bin can” verme-ye değer olarak görülür. Sevgiliye kavuşmadıktan sonra (sevgilinin olmadığı bir) hayatın hiçbir önemi ve değeri yoktur.

5. كوكلمده سنك فكرك دملده سنك ذكركمقصود بكا سنسني هر سود و زيامنده

Göñlümde senüñ fikrüñ dilümde senüñ õikrüñMaúãÿd baña sensin her sÿd u ziyÀnumda

sûd: fayda, kâr, kazanç. ziyân: zarar.maksûd: amaç, hedef.Diliçi çeviri: Sürekli seni düşünüyor, anıyor ve dilimden düşürmüyorum. Zararıma zi-

yanıma, kârıma ve faydama da olsa, her şeyi sana kavuşmak için yapıyorum. Benim mak-sadım budur.

Hayatında en önemli gâyesi sevgiliye ulaşmak, sevgili ile beraber olmak olan âşık, bu sebeple her an sevgiliyi düşünür ve sürekli ondan bahseder. İyi veya kötü her ne yapıyor-sa, bunları hep sevgiliye kavuşmak için yapmaktadır.

Page 209: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 203

6. شريين لبنك شرحن داعى كه بيان ايتدمشهد ايله شكر ازدم شعر ايله بيامنده

Şìrìn lebüñüñ şeròin DÀèì ki beyÀn itdümŞehd ile şeker ezdüm şièr ile beyÀnumda

şîrîn: tatlı. leb: dudak.şehd: bal. şerh: açıklama, açma, genişletme.beyân: izah, açıklama, anlatma, açık söyleme.Diliçi çeviri: Ey sevgili! Tatlı dudağının özelliklerini uzun uzun anlatarak açıklayan

Dâ’î, manzum sözlerimde bal ile şeker ezdim, yani çok tatlı söyledim.Beyitte sevgilinin dudağının güzelliği ile Ahmed-i Dâ’î’nin şiirlerinin güzelliği üzerin-

de durulmuştur. Dudak, klâsik şiirde sevgilinin en çok üzerinde durulan güzellik unsurlarından biridir.

Şiirlerde dudağın öne çıkan yönü daha çok rengi ve görünüş güzelliği, şekli yani dar ve yu-varlak hâlidir. Ayrıca dudağın kenarındaki ben ve ayva tüyleriyle birlikte ortaya çıkan gü-zelliği, sözle ve ağızla yakından ilgili olması da üzerinde durulan özellikleridir. Dudağın şeker ve onunla ilgili unsurlara teşbihinde öne çıkan husus, her ikisinin de emilmeye da-yanan tat ve lezzet yönlerinin olması ve bu sebeple ağızla ve dille yakından ilgili olmala-rıdır. Şair, rengi ve tadı (sözünün güzelliği) yönünden bala benzettiği (teşbîh-i belîğ) du-dağın özelliklerini anlattığı şiirini de şekere teşbih (teşbîh-i belîğ) etmekle şiirinde âdetâ “şehd ile şeker ezdiğini/bal ile şekeri karıştırdığını” belirtmiştir. Şair böylece, tatlı ve gü-zel olan dudak ile güzel şiirin bir araya gelmesinden dolayı güzel bir sonucun ortaya çık-tığını ifade etmiştir.

7. اولده و آخرده اولدر ديلكم حقدنبوملايه خطا كيمسه نام ايله نشامنده

Evvelde vü Àòirde oldur dilegüm Óaú’danBulmaya òaùÀ kimse nÀm ile nişÀnumda

Diliçi çeviri: Evvelde ve âhirde, önünde sonunda Allah’tan dileğim hiç kimsenin adım-da ve eserlerimde kusur bulup beni kötü biri olarak anmamasıdır.

Sağlığında ve ölümünden sonra yaptıklarında kusur bulup kimsenin kendisinden kötü bahsetmemesi için Allah’a dua ederek iyi anılmak istediğini belirten şair, bu beyitte bu za-mana kadar söylediklerini bir kenara bırakarak, sade bir insan olarak dünya hayatında-ki temel amacının sağlığında ve ölümünden sonra insanlar arasında iyi anılmak olduğu-nu ifade etmiştir.

Ahmed-i Dâ‘î’nin aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız. Veznini ve kafiyesini belirtiniz.

اى بلبل دل خسته ملول اومله قفسدهكيم منزلك اول باغ ايله بستان اوله بر كون

ە شكرانه سنك يولكه بيك جان اوله بر كونكر حضرتكه ايرمكه امكان اوله بر كون

١

هم باد صبا كله بشارت ويره كلدنهم غنجه دخى كل كيىب خندان اوله بر كون

٦ عشقك يولنه اوق كىب جان دوغرولغ ايلرتا قاشلركك ياينه قربان اوله بر كون

٢

1

هجران صوكجى وصله دونوب شاد اوله داعىبو غمدن آنك دردنه درمان اوله بر كون

٧ او زلف پريشان بكا كورنلر ايلردميز كه بزه كوكلى پريشان اوله بر كون

٣

اغيارى سوروب كوكلم اون خلوت ايدوبونتا كيم كله اول يار اكا مهمان اوله بر كون

٤

Page 210: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı204

Ahmed-i Dâ‘î’nin Çeng-nâme’sinden

mefèìlün mefÀèìlün feèÿlün

ABDÜLVÂSÎ ÇELEBİ’NİN HALÎL-NÂMESİ’NDENmefâèîlün mefâèîlün feèÿlün

1. دوقوز آى كجدى حجردن بر اوغالنايريشدى عامله بر ماه تابان

Doúuz ay geçdi Óacer’den bir oàlanİrişdi èÀleme bir mÀh-ı tÀbÀn

Diliçi çeviri: Dokuz ay geçti. Hacer, dolunay gibi bir oğlan dünyaya getirdi.

2. سها باغنده بر سرو سعادتبيتوب كوسرتدى عاملده سيادت

SehÀ bÀàında bir serv-i saèÀdetBitüp gösterdi èÀlemde siyÀdet

Diliçi çeviri: Cömertlik bağında bir mutluluk servisi biterek dünyâda efendi-lik gösterdi.

3. حليل اهلل ايشيتدى قيلدى شادىديدى امسعيل اولسون آنك آدى

Óalìlu’llÀh işitdi úıldı şÀdìDidi İsmaèìl olsun anuñ adı

Diliçi çeviri: Halîlullâh (İbrâhîm Peygamber) işitti ve sevindi. “Onun adı İsmâ‘il olsun” dedi.

1. اهلى سن غنيسن بن فقريمضعيفم عاجزم خوارم حقريم

İlÀhì sen àanìsin ben faúìremØaèìfem èÀcizem ò˘ïrem óaúìrem

Diliçi çeviri: (Ey) Allah’ım! Sen ganîsin, ben fakîrim, zayıf, âciz, hor ve hakîrim.

2. اهلى رمحتك درياسى طاشدىامل دوت يوغيسه صو باشدن آشدى

İlÀhì raómetüñ deryÀsı ùaşdıElüm dut yoà ise ãu başdan aşdı

Diliçi çeviri: (Ey) Allah’ım! Rahmetinin (esirgemenin) denizi taştı. Elimi tut, yoksa su başımdan aştı (artık boğulacağım).

3. اغثىن يا غياث املستغيثنياجرىن يا جمرياملستجريين

Eàıånì yÀ àıyÀåe’l-müstaàìåìnEcirnì yÀ mücìre’l-müstecìrìn

Diliçi çeviri: Ey yardıma muhtaç olanların yardımcısı, yardım et. Ey korunmayı iste-yenlerin koruyucusu, (bizleri) koru.

خطالر مخرن اجيدم كى مخارم .4عطا قيل رمحتكدن جام اومارم

ÒaùÀlar òamrın içdüm key òumÀramèAùÀ úıl raómetüñden cÀm umaram

Diliçi çeviri: Hatâlar şarâbını içtim, çok başım ağrıyor. Rahmetinden istediğim kade-hinden ihsan etmendir.

5. يومل دوغرو وىل فكرم غويدرتنم كاهل وىل نفسم قويدر

Yolum doàru velì fikrüm àavìdür Tenüm kÀhil velì nefsüm úavìdür

Diliçi çeviri: Yolum doğrudur, ama düşüncem yoldan çıkmıştır (azgındır). Bedenim tenbeldir, fakat nefsim güçlüdür.

Page 211: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 205

4. آىن چون كوردى صاره آرتدى كيىنكني ايلدى قاتى نقص ايتدى ديىن

Anı çün gördi äÀre artdı kìniKìn eyledi úatı naúã itdi dìni

Diliçi çeviri: Sâre onu gördüğünde kini arttı. Kinlendi ve dîni azaldı.

5. يوريدى حجرى دوكمكه واردىنه دوكمك اولدرب سوكمكه واردى

Yüridi Óacer’i dögmege vardıNe dögmek öldürüp sögmege vardı

Diliçi çeviri: Hacer’i dövmeye gitti; ne dövmesi, söğüp öldürmeye gitti.

6. كوتورب اوغالنىن قاچدى حجربر ايكى دره دپه كچدى حجر

Götürüp oàlanını úaçdı ÓacerBir iki dere depe geçdi Óacer

Diliçi çeviri: Hâcer oğlunu alarak kaçtı, bir iki dere tepe aştı.

قاچردى تيز تيز ياياق يوروردى .7اتكلرىن آردجنه سوروردى

Úaçardı tìz tìz yayaú yürürdiEteklerini ardınca sürürdi

8. كيم ايزن قوم اوزره بيلميلرسوروب آردندن آىن بوملايالر

Kim izin úum üzere bilmeyeler

Sürüp ardından anı bulmayalar

Diliçi çeviri (7-8): Çabuk çabuk ve yayan olarak yürüyor, izini kum üstünde bulup sürerek onu bulmasınlar diye eteklerini ardından sürüyordu.

SÜLEYMÂN ÇELEBÎ’NİN MEVLİD(VESÎLETÜ’N-NECÂT)’İNDENfÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün

1. اهلل آدن ذكر ايدمل اوالواجب اولدر مجله ايشده هر قوله

AllÀh adın õikr idelüm evvelÀVÀcib oldur cümle işde her úula

Diliçi çeviri: Önce Allah adını analım (zîrâ) her kula her işte vâcip olan budur.

2. اهلل آدن هر كيم اول اول آكاهر ايشى آسان ايده اهلل آكا

AllÀh adın her kim ol evvel añaHer işi ÀsÀn ider AllÀh aña

Diliçi çeviri: Önce Allah adını anan kişiye Allah her işi kolaylaştırır.

3. اهلل آدى اولسه هر ايشك اوكىهركز ابرت اوملايه آنك صوكى

AllÀh adı olsa her işüñ öñiHergiz ebter olmaya anuñ ãoñı

Diliçi çeviri: Her işi başında Allah adı olursa o iş aslâ yarım (sonuçsuz) kalmaz.

4. هر نفسده اهلل آدن دى مداماهلل آدييله اولور هر ايش متام

Her nefesde AllÀh adın di müdÀmAllÀh adıyla olur her iş tamÀm

Diliçi çeviri: Her an, her nefes alış verişte dâ’imâ Allah adını an. (Zîrâ) her iş Allah adıyla tamamlanır.

Page 212: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı206

7. جونكه عبداللهدن اولدى حاملهوقت ايرشدى خفته و ايام ايله

Çünki èAbdullÀh’dan oldı óÀmileVaút irişdi òafta vü eyyÀm ile

Diliçi çeviri: Abdullah’tan hâmile kaldı, haftalar ve günler (geçti) ve doğum vakti geldi.

5. بر كز اهلل ديسه عشق ايله لساندوكولر مجله كناه مثل خزان

Bir kez AllÀh dise èışú ile lisÀnDökülür cümle günÀh miål-i òazÀn

Diliçi çeviri: Dil bir defa gönülden aşk ile “Allah” dese; bütün günahlar sonbalar yaprakla-rı gibi dökülür.……..

6. آمنه خاتون حممد آنسىكأول صدفدن اولدى اول در دانسى

Ámine ÒÀtÿn Muóammed anesiK’ol ãadefden oldı ol dür dÀnesi

Diliçi çeviri: Hazreti Muhammed’in annesi Âmine Hatun’dur; işte o sadeften, o inci tanesi dün-yaya geldi.

İnci sadefte oluşur. Burada Âmine Hatun bir sadef gibi Hz. Peygamber ise bir inci tanesi gibi düşünülmüştür. Bu yüzden edebiyatımızda Hz. Peygamber’e dürr-i yetîm, “sadefte tek olarak çı-kan iri büyük inci” de denir.

8. هم حممد كلمسى اولدى ياقنيچوق عالمتلر بلوردى كلمدين

Hem Muóammed gelmesi oldı yaúınÇoú èalÀmetler belürdi gelmedin

Diliçi çeviri: Hz. Muhammed’in gelmesi yakınlaştı, o gelmeden pek çok alâmetler belirdi.

9. اول ربيع االول آىي كيجه سىاون ايكنجى كيجه اثنني كيجه سى

Ol rebìèü’l-evvel ayı gicesiOnikici gice iåneyn gicesi

10. اول كيجه كيم دوغدى اول خري البشرآنه سى آنده نلر كوردى نلر

Ol gice kim doàdı ol òayrü’l-beşerÁnesi anda neler gördi neler

Diliçi çeviri (9-10): O Rebî‘ü’l-evvel ayının on ikicinci pazartesi gecesinde, O insanların hayırlısının doğduğu gecede işte orada (o doğum anında) annesi neler neler gördü.

…11. مجله ذرات جهان ايدوب ندا

چاغريشوبان ديديلر كيم مرحباCümle õerrÀt-ı cihÀn idüp nidÀÇaàrışuban didiler kim meróabÀ

Diliçi çeviri: Dünyâdaki bütün zerreler (bütün varlıklar) “merhabâ” diyerek seslendiler (karşıladılar).

12. مرحبا اى عاىل سلطان مرحبامرحبا اى كان عرفان مرحبا

MeróabÀ iy èâlî sulùÀn meróabÀMeróabÀ iy kÀn-ı èirfÀn meróabÀ

Diliçi çeviri: Ey yüce sultan, ey irfân ocağı (kaynağı), merhabâ.

13. مرحبا اى سرى فرقان مرحبامرحبا اى درده درمان مرحبا

MeróabÀ iy sırr-ı furúÀn meróabÀMeróabÀ iy derde dermÀn meróabÀ

Diliçi çeviri: Ey Kur’ân’ın sırrı, ey derdlerin dermânı, merhabâ.

14. مرحبا اى ماه و خورشيد خدامرحبا اى حقدن اوملايان جدا

MeróabÀ iy mÀh u òÿrşìd-i ÒudÀMeróabÀ iy Óaú’dan olmayan cüdÀ

Page 213: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 207

Diliçi çeviri: Ey Allah’ın ay ve güneşi, ey Allah’dan ayrı (uzak) olmayan, merhabâ.

15. مرحبا اى بلبل باغ مجالمرحبا اى آشناى ذواجلالل

MeróabÀ iy bülbül-i bÀà-ı cemÀlMeróabÀ iy ÀşinÀ-yı Õü’l-CelÀl

Diliçi çeviri: Ey (İlâhî) güzellik bağçesinin bülbülü, ey celâl sahibi Allah’ın dostu, merhabâ.

16. مرحبا اى عاصى امت ملجئىمرحبا اى چاره سزلر اشفاعى

MeróabÀ iy èÀãì ümmet melceéiMeróabÀ iy çÀresizler eşfÀèı

Diliçi çeviri: Ey isyankâr ümmetin sığınağı, ey çaresizlerin şefaatçisi, merhabâ.17. مرحبا اى جان باقى مرحبا

مرحبا عشاقه ساقى مرحباMeróabÀ iy cÀn-ı bÀúì meróabÀMeróabÀ èuşşÀúa sÀúì meróabÀ

Diliçi çeviri: Ey ebediyyen bâkî olan, ey âşıklara ilâhi sevginin kadenini sunan, âşıkların sevgili-si, merhabâ.

18. مرحبا اى قرة العني خليلمرحبا اى خاص حمبوب جليل

MeróabÀ iy úurretü’l-èayn-ı ÓalìlMeróabÀ iy òÀã-ı maóbÿb-ı Celìl

Diliçi çeviri: Ey Hz. İbrahim’in gözünün nuru, ey yüce Allah’ın has sevgilisi, merhabâ.

ŞEYHÎ’NİN ŞİİRLERİNDEN Gazel

mefÀèilün feèilÀtün mefÀèilün feèilün 1. هبار مومسيدر مهدم صبا اوالمل

كل ايله دوست قوخوسيله آشنا اوالملBahÀr mevsimidür hem-dem-i ãabÀ olalumGül ile dost úoòusıyla ÀşinÀ olalum

sabâ: sabahleyin gün doğusundan esen hoş ve latif rüzgar. dost: arkadaş, sevgili. âşinâ: tanıdık, bildik.Diliçi çeviri: Bahar mevsimidir; tan yeline arkadaşlık edip, gülle dost ve kokusuyla bil-

dik/tanışık olalım.Bahar, klâsik şiirde en çok ele alınan ve rağbet edilen bir mevsimdir. Bahar, bir di-

riliş ve yeniden meydana gelmedir. Bahar mevsiminin başlangıcı kabul edilen Nevrûz (yeni gün), İran takviminde Ferverdin ayının ve ilkbaharın ilk günüdür (21 Mart). Gü-neş bugün Hamel (koç) burcuna girer. Nevrûz, İranlıların Cemşîd zamanından kalma millî bayramıdır.

Nevrûz, Osmanlı sarayında da kutlanmış ve zamanla bu günde çeşitli etkinlikler dü-zenlenmesi, eğlenceler tertip edilmesi bir gelenek hâlini almıştır. Nevrûz’da müneccim-başı, o yılın talihini gösteren yeni yıl takvimini padişaha sunar. Şairler de “Bahâriyye” ve

19. مرحبا اى رمحة اللعاملنيمرحبا سنسني شفيع املذنبني

MeróabÀ iy raómeten li’l-èÀlemìnMeróabÀ sensin şefìèü’l-müõnibìn

Diliçi çeviri: Ey âlemler için rahmet olan, ey günahkârların şefaatçisi, merhabâ.

20. مرحبا اى پادشاه دو جهانسنك ايچون اولدى كون ايله مكان

MeróabÀ iy pÀdişÀh-ı dü cihÀnSenin içün oldı kevn ile mekÀn

Diliçi çeviri: Merhaba ey dünyâ ve âhiretin sultanı, kâinatın ve (bütün varlıkların) yaratılması-na sebep sensin.

Page 214: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı208

“Nevrûziyye”ler yazarak padişaha ve devlet büyüklerine takdim ederler ve karşılığında câize alırlardı. Bugün Nevrûziyye adı verilen bir tatlı yapılıp yenirdi.

Kıştan, yani çok sıkıntılı bir dönemden sonra gelen bahar mevsiminde tabiat âdetâ yeni-den canlanır, her yer açılan güller ve diğer çiçeklerle çok güzel bir görünüm kazanır. Zaten ba-har, çiçek anlamına gelir. Bu sebeple “devr-i gül” ve “devr-i lâle” de denen bahar mevsimi, za-manın gençlik ve güzellik devresi kabul edilir. Klâsik şiirde güzellik denilince çoğu zaman ba-har, bahar denilince de güzellik akla gelir. Süresinin kısa (geçici) olmasından dolayı şairle-rin büyük önem verdiği bu mevsimde, dostlarla (sevgili) bir araya gelinir, yiyip içilerek eğle-nilir. Baharın başlangıcı 21 Mart’tır. O zamanda gündüz ve gece birbirine eşittir. Eşitlik adalet İslamiyet’te vardır. O gün İslamiyet’i temsil eder. Adalette terazinin kefeleri aynı seviyede olup eşittir. Bu durumda Yahudilerde kefenin ağırlığı dünya, Hıristiyanlar da ise ahiret tarafındadır.

Sabânın (rüzgar) baharda en önemli görevi, çiçeklerin açılmasını sağlamak ve böylece güzel kokuları dağıtarak baharın gelişini bildirmektir. Bu beyitte şâir/âşık, sabâ ile dost-luk yapmak suretiyle güle (uzun süre ayrı kaldığı sevgiliye) yaklaşıp onu koklamayı (ka-vuşmayı) istemektedir.

Hem-dem kelimesindeki “dem” ile sabâ arasında anlam ilgisi (nefes, rüzgâr) söz konu-sudur. Hem-dem, zamanları beraber geçen ve nefesleri, solukları bir olan arkadaş anlamı-na gelir. Hem-dem-i sabâ olmak ile, rüzgârla nefes nefese olmak, beraber esmek gibi bir anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca dem’in şarap anlamından dolayı ikinci mıs-radaki gül ile renk yönünden ilgi kurulduğu da görülmektedir.

2. چو دور الله در احالص ايله قدح دوتاملنته كه نركس اولور مست ىب ريا اوالمل

Çü devr-i lÀledür iólÀã ile úadeó dutalumNite ki nergis olur mest-i bì-riyÀ olalum

lâle: Zambakgillerden, yaprakları uzun ve sivri, çiçekleri kadeh biçiminde, çeşitli renk-leri bulunan bir süs bitkisi (Tulipa gesneriana); kırmızı gül, gelincik çiçeği.

ihlâs: temiz sevgi ve yürekten bağlılık, samimilik, içtenlik. kadeh: içki bardağı.nergis: Nergisgillerden, bazı türlerinde beyaz, bazılarında sarı renkte olan çiçekleri

ayrı veya bir kök sap üzerinde şemsiye durumunda, açılmadan önce bir yenle örtülü bu-lunan, 20-80 santimetre yüksekliğinde, soğanlı bir süs bitkisi (Narcissus, narcisse); güze-lin (baygın) gözü.

mest: sarhoş. riyâ: iki yüzlülük. bî-riyâ: dürüst.Diliçi çeviri: Madem ki lâle mevsimidir, o hâlde samimiyetle ele kadeh alalım ve nergis

nasıl riyasız sarhoş oluyorsa, biz de öyle sarhoş olalımÖnceki beyitte olduğu gibi uzun kış mevsiminden sonra “devr-i lâle” denilen bahar

mevsiminin gelmesiyle birlikte âşık, dostlarla bir araya gelerek içip eğlenmek istemekte-dir. Lâlenin şekli ve rengi ile şarap kadehi arasındaki benzerlik düşünüldüğünde âşığın “devr-i lâle” ile “devr-i kadeh”i yani eğlenme vaktinin artık geldiğini kastettiği de anlaşılır.

Nergis, görünüşü itibariyle “baygın, sarhoş bir gözü” andırır ve ikinci mısrada olduğu gibi, sarhoşluk sembolü olarak kullanılır. Klâsik şiirde güzel ve baygın gözlerden bahsedi-lirken çoğu zaman bu çiçeğin ismine yer verilir. “Uykulu ve mahmûr bir göz”e benzetilen nergisin sıfatı olarak ise, “mest”, “bîmâr” ve “hasta” gibi kelimeler kullanılır. Bu çiçeğe mest ve mahmûr gibi sıfatların verilmesinde, uyuşturucu “narcotique” bir nebâtî özellik taşıma-sının da etkisi vardır. Nergis hakkında eski Yunanlılardan gelen efsane ise kısaca şöyledir: “Narcisse, fevkâlede güzel ve güzelliğine mağrur bir delikanlı imiş. Ormanlar perisi Eco “Echo”, Narsisin aşkıyla muztarip ve me’yûs olarak ölmüş. Narsis bir gün bir pınar başında suya bakarken kendi güzelliğine hayran olarak, aksini kucaklamak için suya atılıp boğul-muş; ruhu da bir çiçek halinde meydana çıkmış.” (Onan, 1991:47).

Page 215: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 209

Şair/âşık, “nergis”in bu doğal halini onun “dürüstlük”ü olarak değerlendirerek nergis gibi sak-lamadan, samimi ve dürüst bir hal sergilemeyi; yani gönlünce içip eğlenmeyi arzu etmektedir.

Beyitte lâle ile kadeh arasında şekil ve renk yönünden ilgi kurulduğu görülmektedir. Ayrıca devr-i lâle tamlaması da kadeh ile yakından ilgilidir. Devr, kelimesinin zaman an-lamından başka kadehin elden ele gezip dönmesi ile devr-i lâle arasındaki ilgi olduğu ko-layca akla gelmektedir. Ayrıca lâleden sonra nergisten söz edilmesi de bu beyitteki unsur-lar (hayaller) arasındaki anlam ilgilerini tamamlamaktadır.

3. زمانه سرىن قو غنجه كىب سربستهمچن صفاسنه كل كىب دل كشا اوالمل

Zamâne sırrını úo àonca gibi ser-besteÇemen ãafÀsına gül gibi dil-güşÀ olalum

zamâne: içinde bulunulan zaman, dönem, yaşanılan devir. gonca: henüz açılmamış ve açılmak üzere olan tomurcuk, çiçek.beste: bağlı, kapalı, ser-beste: başı bağlı, kapalı, açılmamış.çemen: çimenlik, yeşillik. safâ: gönül rahatlığı, sakinlik, eğlence, zevk, neşe.dil-güşa: gönül açıcı, ferahlatıcı.Diliçi çeviri: Bırak, yaşadığımız devrin sırrı gonca gibi kapalı kalsın. Biz bağ, bahçe sa-

fasına gül gibi gönlümüzü açalım.Gonca, henüz açılmamış ve açılmaya yakın bir tomurcuktur. Bu sebeple içi sırlarla dolu,

ağzı bağlı, kapalı (ser-beste) olarak değerlendirilir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de in-san günlük yaşamını sürdürebilmek için pek çok sıkıntı (zamane sırrı)yla baş etmek zorun-da kalır. Âşık da günlük yaşamın sıkıntılarını kenara bırakıp (onları ortaya döküp anlatmak yerine), kırlara (çimenliğe) açılıp rahatlamayı arzu etmektedir. Dil-güşâ, tevriyeli olarak iki şekilde değerlendirilebilir: 1. Günlük sıkıntılardan uzaklaşıp gönlü rahatlatma. 2. Gönül açıcı (ferahlatıcı) olma. Her iki durumda da âşık, baharın gelmesiyle birlikte çiçeklerle dolu güzel bir bahçede dolaşarak sıkıntılardan uzaklaşmayı düşünmektedir.

4. كوتوردى لطف صبا اوش هوا كدورتىننسيم صبح بكى بر نفس صفا اوالمل

Götürdi luùf-ı ãabÀ uş hevÀ küdÿretini

Nesìm-i ãubó bigi bir nefes ãafÀ olalum

hevâ: hava, heves, istek. küdûret: keder, sıkıntı.nesîm: hafif esen yel, rüzgar. subh: sabah. Diliçi çeviri: Sabah yelinin lutfu, aşk sıkıntısını (bulanıklık), giderdi (azalttı). Sabahle-

yin esen hafif rüzgar gibi bir nefes (de olsa) rahat (mutlu) olalım.Sabâ ve nesîm, ılık esen rüzgârlardır. Çiçeklerin açılmasına sebep oldukları için de

“cân-bahş” olarak vasıflandırılırlar. Bunların diğer bir özelliği, sevgilin saçlarını dağıtarak saçlardaki misk ve anber gibi güzel kokuyu taşımaları, böylelikle âşık ile sevgili arasında postacılık (haberci) yapmalarıdır. Âşıklar, ayrı oldukları sevgiliden rüzgar vasıtasıyla ha-ber almış ve rahatlamış olurlar. Beyitte ise, sabâ, getirdiği (sevgilinin) güzel koku(su) ile âşığın aşktan dolayı çektiği (özlemi) sıkıntıyı biraz olsun dağıtmış ve rahatlamasına sebep olmuştur (kapalı isti’âre).

5. جهان فتوحنه جم جامدر دميش مفتاحكلك مالزم جام جهان منا اوالمل

CihÀn fütÿóına Cem cÀmdur dimiş miftÀó

Gelün mülÀzım-ı cÀm-ı cihÀn-nümÀ olalum

fütûh: fetihler, açma, ele geçirme. miftâh: anahtar.mülâzım: hizmetkâr. câm: kadeh; ayna. câm-ı cihân-nümâ: dünyayı gösteren kadeh, Cem’in kadehi.

Page 216: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı210

Diliçi çeviri: Cem, dünyayı ele geçirme (dünyada neşe ve emel kapısı)nin ahantarı ayna-dır” demiş. Gelin, biz de içinde cihanı gösteren aynadan ayrılmayalım(onun hizmetçisi olalım).

Cem, Cemşîd: İran mitolojisinde Pişdâdiyân sülâlesinin Keyumers, Huzeng ve Tahmurs’dan sonra dördüncü ve meşhur hükümdarıdır. Batıda Yunanlıların Baküs’ü gibi doğuda da Cem’in şarabı icat ettiğine inanılır. 199 veya 700 yıl yaşadığı söylenen Cem’in Nevrûz bayramını koyan kişi olduğu rivayet edilir. Devlerin taşıdığı bir tahtta oturan ve elinde bir şarap kadehi bulunan Cem, sonraları tanrılık hevesine kapıldığı için Allah, Dahhak’ı ona musallat etmiştir. Bunun üzerine tacını ve tahtını bırakıp kaçan Cem, 100 yıl saklandıktan sonra Dahhak tarafından yakalanıp öldürülmüştür. Dahhak ise daha son-ra demirci Gâve tarafından öldürülmüş ve yerine Ferîdûn geçmiştir. Cem’in şarabı bulma-sı ise kısaca şöyledir: Cem (Cemşîd) bir gün bir kuşun boynuna sarılmış bir yılanla uçma-ya çalıştığını görür. Okçularına kuşu yaralamadan yılanı öldürmelerini emreder. Okçu-lar yılanı vururlar ve kuş kurtulur. Kuş, bu iyiliğe karşılık Cem’e birkaç tane (tohum) hedi-ye eder. Cem bunları eker ve böylece asma yetiştirirler. Bir bağbozumu sonunda hüküm-dar artan üzümlerin sıkılarak sularının saklanmasını emreder. Sular bir süre sonra acıyın-ca Cem bunu zehir zannederek içmez. Fıçılarda kalan üzüm suyu daha da ekşir ve kükrer.

Bir gün Cem’in cariyelerinden biri başının ağrısına dayanamayıp bu zehirden içerek kendini öldürmeye çalışır. Fakat ertesi günü, ölmediği gibi başının ağrısının geçtiğini ve üstelik rahatladığını görerek durumu Cem’e bildirir. Böylece şarap bulunmuş ve şâhdârû (şâh ilacı) adını almıştır. Bundan sonra ise, şevkli ve muhabbetli şarap meclislerine bezm-i Cem, âyîn-i Cem denilmiştir.

Câm-ı Cem; câm-ı cihân-nümâ: Cem’in dünyayı gösteren aynası. Buna câm-ı gîti-nümâ da denir. Cem’in bu kadehinin yedi ayrı madenden yapıldığı ve hükümdarın kade-hine bakarak bütün dünyada olup biteni gördüğü rivayet edilir (İpekten, 2000:165-167).

Bu beyitte de önceki beyitte olduğu gibi âşığın günlük sıkıntılardan ve gelecek kaygı-sından uzaklaşmak isteği ifade edilmektedir. Dünyayı fethetmekten, ele geçirmekten mak-sat, dünyanın güzelliklerine sahip olarak mutlu olmaktır. Şarap da içene keyif veren, onu bir süre rahatlatan maddelerden biridir. Beyitte de bundan dolayı, nasıl sarhoş olan kişi (bir süre de olsa) sıkıntı ve dertlerinden uzaklaşıp rahatlarsa, biz de Cem’in yaptığı gibi şarap içerek biraz olsun rahatlayalım denilmiştir. Cem, câm ve câm-ı cihân-nümâ arasın-da Cem ile ilgili olmaları yönünden; cihân fütûhu, miftâh ve Cem arasında da Cem’in hü-kümdarlığı yönünden tenasüp vardır.

6. عملدن اجرت اومنجه غرور طاعت ايلهكنهده منتظر رمحت خدا اوالمل

èAmelden ücret umunca àurÿr-ı ùÀèat ile Günehde muntaôır-ı raómet-i ÒudÀ olalum

amel: ibadet, dinin emirlerini yerine getirme.tâ’at: Allah’ın emirlerini yerine getirme, ibadet etme.gurûr-ı tâ’at: insanın yaptığı ibadetlerine güvenmesi.güneh: günâhın muhaffefi, yani hafifletilmiş, daha hafif söylenen şeklidir. Eski şiir-

lerde vezin gereği bazı Farsça kelimeler böyle hafifletilmiş şekilde kullanılır: mâh-meh, râh-reh, nây-ney gibi.

muntazır: bekleyen, isteyen. Diliçi çeviri: İbadetimize güvenip de amelimizin karşılığını umacağımıza, günahımızın

affı için Allah’ın rahmetini bekleyelim; ondan ümidimizi kesmeyelim.İnsan, Allah’ın kulu olduğu için ona ibadet (dinin emirlerini) yapmakla yükümlüdür.

İbadetler, Allah’ın rızası için değil de şahsî arzu ve isteklerin gerçekleşmesi için yapılırsa (gurura kapılıp yapılan ibadet karşılığında bir talepte bulunulursa, ücret istenirse) bu doğ-ru olmaz, günah işlenmiş olur. Bu durumda kişi, tevbe ederek Allah’ın bağışlamasını (rah-metini) beklemelidir.

Page 217: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 211

7. هبار توبه يه شيخى جنون دميش عاقلبوكون موافقت ايت ايرته پارسا اوالمل

BahÀr tevbeye Şeyòì cünÿn dimiş èÀúılBugün muvÀfaúat it irte pÀrsÀ olalum

bahâr tevbe: baharda içki içmemek için edilen tevbe.cünûn: delilik, aklını kaybetme. âkıl: akıllı, doğru ve yerinde hareket eden.muvâfakat: kabul etme, uygun görme. pârsâ: sofu, dine bağlı (kimse), zâhid.irte: yarın, sonra.Diliçi çeviri: Ey Şeyhî! Aklı başında olan, baharda tevbe etmek (içmeyeceğim demek) deli-

liktir demiş. Gel bugün bu söze uyup, içelim, keyfimize bakalım da yarın işi sofuluğa vururuz. Tevbe, işlenmiş bir günah için bir daha işlenmeyeceğine dair (kulun Allah’a) söz verip af

dileme(si)dir. İslâma göre şarap, içki içmek haram olup insan içki içmekle günah işlemiş olur. Klâsik şiirde bahar geldiği zaman dost meclislerinin kurulup eğlenilmesi sıkça ele alınan

konulardandır. Beyitte, baharda tabiatın güzelliklerinden (dünya nimetlerinden) faydalana-rak, bu mevsimin yılda bir kez geldiğini fırsat bilip neşelenme, keyif ve safaya (mutlu olma) bakma isteği dile getirilmiştir. Bu beyitte olduğu gibi gazelin bütün beyitlerinde aynı düşün-ce hâkimdir. Klâsik şiirde şairler genellikle bir gazelde anlam bütünlüğü endişesinden uzak bir şekilde, her beyiti diğerinden bağımsız olarak farklı konularda yazabilirler. Şeyhî’nin bu gazeli gibi bütün beyitlerinde aynı konuya yer veren manzumelere yekâhenk denir. Bütün beyitleri aynı güzellikte (ahenk güzelliğiyle) söylenmiş gazellere ise, yekâvâz denir.

Şeyhî’nin bir gazeli

mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün

Har-nâme’den

feèilâtün mefÀèilün feèilün1. بر أشك وار ايدى ضعيف و نزار

يوك الندن قاتى شكسته و زارBir eşek var idi øaèìf ü nizÀr

Yük elinden úatı şikeste vü zÀr

Diliçi çeviri: Zayıf ve çelimsiz bir eşek vardı. Yük elinden çok canı yanmıştı.

2. كاه اودونده و كاه صوده ايدىدون و كون قهر ايله قسوده

GÀh odunda vü gÀh ãuda idi

Dün ü gün úahr ile úısuda idi

Diliçi çeviri: Bazen odunda, bazen suda idi. Gece ve gündüz kahır ve sıkıntı-da idi.

3. او قدر چكر ايدى يوكلر آغريكه تننده تو قومامشدى ياغري

O úadar çeker idi yükler aàırKi teninde tü úomamışdı yaàır

Diliçi çeviri: O kadar ağır yükler çekiyordu ki, teninde yaradan tüy kalmamış ve sırtı yağır olmuştu.

1. Virdi òarÀba göñlümi şol àam didükleriBulınmadı bu derdüme merhem didükleri

4. Ölüyi diri úılduàın işitse leblerüñDoàurmaz idi èÌsì’yi Meryem didükleri

2. Defè-i melÀl úılmaàa èÀlemde bir nefesÇoà istedüm bulınmadı hem-dem didükleri

5. Kaèbe yüzinde beñlerüñi úılmayınca yÀdVirmez ãafÀ şu Merve vü Zemzem didükleri

3. Sìmurà-ı kimyÀ-yı vefÀ gibidür èademYÀr u óarìf ü mÿnis ü maórem didükleri

6. Emsem dir ise leblerüñi Şeyòì úınamaDerdine ol durur daòı emsem didükleri

Page 218: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı212

4. جنه تو قاملامشدى ات و درىيوكلر آلتنده قانه باتدى درى

Nice tü úalmamışdı et ü deriYükler altında úana batdı deri

Diliçi çeviri: Ne tüyü, tüyü bırak; vücudunda et ve deri adına bir şey kalmamış-tı. Yük altında kan tere batmıştı (iki deri arasında cinas sanatı yapılmış).

5. ايدر ايدى كورن بو صورتلوطاك دكلمى يورور سكك چاتلو

Eydür idi gören bu ãÿretlüÙañ degül mi yürür süñük çatlu

Diliçi çeviri: Onu bu şekilde gören, kemikten ibâret bir şeyin yürümesi şaşıla-cak şey değil mi? derdi.

6. طوداغى صارقمش و دومشش اككيوريلور آرقاسنه قونسه سكك

Ùudaàı sarúmış ü düşmiş eñekYorılur arúasına úonsa siñek

Diliçi çeviri: Dudağı sarkmış, çenesi düşmiş(tü). Arkasına sinek konsa yoru-lurdu.

7. طوغرانور ايدى آرپا آرپا تىنكوزى كورجنه بر آو ج صاماىن

Ùoàranur idi arpa arpa teniGözi görince bir avuç samanı

Diliçi çeviri: Bir avuç samanı görünce teni arpa arpa doğranırdı. (Karnının aç-lığından saman görünce titremeler geçirirdi).

8. قارغالر درنكى قوالغندهسككك سريى كوزى ياغنده

Úaràalar dirnegi úulaàındaSiñegüñ seyri gözi yaàında

Diliçi çeviri: Kargaların derneği (toplantısı) kulağındaydı. Sinekler de gözünün yağında dolanıyordu.

9. آرقاسندن آلنسه پاالىنصانكه ايت آرتوغيدى قاالىن

Arúasından alınsa palanıäanki it artuàı-y-ıdı úalanı

Diliçi çeviri: Eğer palanı arkasından alınsa geri kalanı köpeklerin yiyeceğin-den artmış sanılırdı.

10. بر كون اسى ايدر محايت آكايعىن كيم كوسرتور عنايت آكا

Bir gün issi ider óimÀyet añaYaènì kim gösterür èinÀyet aña

Diliçi çeviri: Birgün sahibi ona acır, yani ona yardım eder.

AHMED PAŞA’NINŞİİRLERİNDENGazelmefâèilün feèilâtün mefâèilün feèilün

1. جهان كوزللرى هب ىب وفا اميش بيلدككوكل وفاسزه ويرمك خطا اميش بيلدك

CihÀn güzelleri hep bì-vefÀ imiş bildükGöñül vefÀsuza virmek òaùÀ imiş bildük

vefâ; verdiği sözde durma, sevgi ve dostluğunu sürdürme; yetişme, ödeme.hatâ: kusur, suç; yanılma.Diliçi çeviri: Cihandaki güzellerin hepsi vefasızmış, anladık. Vefasıza gönül vermek

hata imiş, bunu da bildik.Beyitte, dünyadaki güzeller (sevgilin)in âşıklara karşı her zaman vefasızlığı ve böyle

sevgiliye gönül vermenin (âşık olmanın) da hata olduğu ifade edilmektedir.

Page 219: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 213

Klâsik şiirde sevgilinin en önemli özelliklerinden biri âşığa karşı vefâsız oluşu, ilgisiz ve acımasız bir tavır takınmasıdır. Vefâ kelimesinin diğer anlamları ise “yetişme, ulaşma”, “ödeme”dir. Bî-vefâ, vefâsız kelimeleri bu anlamda ele alındığında “yetişilmez, ulaşılmaz, ödemez” demek olur ki, bu durum sevgilinin en çok karşılaşılan özelliğidir. Bir insanı ya-kından görüp tanımadan nasıl bir kişi olduğunu bilmek mümkün değildir. Âşık da sevgili-yi yakından tanıdıktan (âşık olduktan) sonra vefasız (yetişilmez, ulaşılmaz) olduğunu an-lamış ve hata (yanıldığının) yaptığının farkına varmıştır.

2. آىن كه جان و جهاندن عزيز صانوردقدريغ عمر كيىب ىب وفا اميش بيلدك

Anı ki cÀn u cihÀndan èazìz ãanur-ıduúDirìà èömr gibi bì-vefÀ imiş bildük

anı: onu (sevgiliyi). azîz: yüce, kıymetli, dost, sevgili. dirîğ: eyvah, yazık. Diliçi çeviri: Biz onu candan da dünyadan da daha aziz, daha kıymetli zannederdik.

Yazık, o da ömür gibi vefasızmış, anladık.Bu beyitte de öncekinde olduğu gibi çok değer verilen, candan ve dünyadan kıymet-

li olduğu düşünülen sevgilinin aslında öyle olmadığı, onun da ömür gibi geçici (fâni) bir varlık olduğu belirtilmiştir.

İnsan, dünya hayatını hiç bitmeyecek yani ölmeyecekmiş gibi düşünür ancak onun da mut-lak bir sonu (ölüm) vardır. Çok değer verilen ve her şeyden üstün tutulan dünya hayatı (ömür) bir gün insanın elinden çıkıp gide(cekti)r. Uğruna elden gelen herşey yapıldığı hâlde ömrün bir gün (elden) gitmesi, onun için fedâkârlık edenlere karşı vefasızlık olarak düşünülmüştür.

Beyitte sevgilinin âşıkların bir süre gönlünü eğlendirip sonra onlardan uzaklaşarak ra-kiplerle ilgilenmesi ile hayatın (ömrün) geçici oluşu arasında ilgi kurularak, sevgili de hayat da geçicidir, bunları öyle fazla büyütmeye ve bunlara bel bağlamaya değmez denilmiştir.

3. نه فائده كه دكل كنجمزده نور افشاندوتام كه برج مالحتده آي اميش بيلدك

Ne fÀéide ki degül küncümüzde nÿr-efşÀn

Dutam ki burc-ı melÀóatde ay imiş bildük

künc: köşe, bucak, ev. mec. gönül. nûr-efşân: nur saçan, aydınlatan.burc: üst, yukarı, gökyüzünün en uç bölümü. burc-ı melâhat: güzellik burcu.

Diliçi çeviri: Farzedelim ki güzellik burcunda ay imiş, ne fayda ki bizim köşemizde nur sa-çıcı değil, anladık.

Sevgilinin aya benzetilmesinde en önemli husus, güzelliğidir. Bu benzetmenin altında âşığın sevgiliyi yüceltme arzusu bulunmaktadır. Sevgilinin her zaman âşıklara görünme-mesi ve onlardan uzakta durması gibi davranışları onun ay, güneş ve yıldızlara benzetil-mesinin sebepleri arasında yer alır.

Beyitte, aya benzetilen (açık isti’âre) sevgilinin âşığın gönlünü aydınlatmadığı (ona iyi-lik etmediği) ifade edilmiştir. Âşık, sevgilinin bulunduğu yeri (gönlünü) aydınlatmamasını ikinci mısrada sevgilinin “burc-ı melâhatteki ay” olmamasına bağlamaktadır (hüsn-i ta’lîl). Güzellik burcundaki ayın da etrafını aydınlatmaması, ışık saçmaması gayet normaldir.

4. دوالشدى زلفنه دل طفلى رشته صاندى وىلكوره ىل پيچ و مخن اژدها اميش بيلدك

Dolaşdı zülfine dil ùıflı rişte ãandı velìGöreli pìç ü òamın ejdehÀ imiş bildük

dil: gönül. tıfl: çocuk velî: fakat; anne, baba, ebeveyn.pîç ü ham: büklüm, kıvrım. ejdehâ: ejder, büyük yılan.Diliçi çeviri: Gönül çocuğu ip sanarak saçına dolaştı ama, onun büklümlerini ve kıvrı-

lışlarını göreli beri ejderha olduğunu anladık.Beyitte sevgilinin saçının şekli ve benzediği unsurlar üzerinde durulmuştur. Sevgili-

nin uzun, siyah ve dalgalı saçı ile ip ve yılan arasında şekil benzerliğinden dolayı ilgi ku-

Page 220: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı214

rulmuştur. Yılanlarla ilgili inançlar da bu benzerliği destekler. Yılan harabelerde bulunur. Gizli hazinelerin bulunduğu yerler genelde harabe halindedir. Sevgilinin yüzü bir hazi-ne, saçı da bu hazineyi bekleyen bir yılan olarak düşünülür. Âşığın gönlü (gönül çocuğu; teşbîh-i belîğ), ipe benzettiği kıvrım kıvrım şekildeki sevgilinin saçlarının (hazinenin üze-rinde çöreklenmiş tehkikeli) bir yılan (gibi) olduğunu ancak saça dolaştıktan (âşık olduk-tan) sonra anlamıştır.

Çocuk henüz aklı ermediği için neyin zararlı neyin zararsız olduğunu bilemez. Çocu-ğa benzetilen gönül de akılla değil de duyguyla hareket ettiği için çocuk gibi tehlikelerin farkında olmaz. İşte âşık/şair de gönlünün bir çocuk gibi (bilmeden, farkında) olmadan aşka yakalandığını, bunun ise çok tehlikeli (sıkıntı ve ızdırap veren bir durum) olduğunu sonradan anladığını belirtmektedir.

5. وصاىل خواننه ايرمك ديلردى اول ليكنصيىب امحدك آخر دعا اميش بيلدك

ViãÀli ò˘Ànına irmek dilerdi evvel lìkNaãìbi Aómed’üñ Àòir duèÀ imiş bildük

visâl: kavuşma. hân: sofra. lîk: fakat.Diliçi çeviri: Önceleri visal sofrana ulaşmak istiyordu ama, sonunda Ahmed’in nasibi-

nin dua olduğunu anladık.Sevgiliye kavuşup onunla doya doya hasret gidermek isteyen âşığın bu isteğini tam

olarak yerine getiremediği, ancak sevgiliyle çok kısa bir süre görüşebildiği belirtilmiştir. Beyitte sevgiliye kavuşma, teşbîh-i belîğ yoluyla güzel yiyeceklerle dolu bir sofraya benze-tilmiştir. Yemeklerden sonra dua edilmesi âdetinden bahsedilmekle irsâl-i mesel yapılmış-tır. Bütün beyitlerinde sevgili ve onun özellikleri üzerinde durulan bu gazel, sevgiliyi çeşit-li yönleri ile ele aldığı için yekâhenk bir gazeldir.

Ahmed Paşa’nın aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız, veznini ve kafiyesini bulunuz.

رسم ايتمشم كوزمده خيالكى كوييانقش نكارى ساغر مرجانه يازمشم

٤ سرنامهٴ حمىت جانانه يازمشمحسرت رساله سن ورق جانه يازمشم

١

تاب رخكله سوزىن يازاركن امحدكشوقندن اودالره دوشوبن يانه يازمشم

٥ نالشلرىن درد ايله بيچاره بلبلكباد صبا اليله كلستانه يازمشم

٢

زلفك حكايتىن كوكلده مثال ايدوبغم قصه سىن لوح پريشانه يازمشم

٣

Ahmed Paşa’nın bir murabbaèı

2

1. Gül yüzüñde göreli zülf-i semen-sÀy göñülÚuru sevdÀda yiler bì-ser ü bî-pÀy göñülDimedüm mi saña dolaşma ana hÀy göñülVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

2. Çìn-i zülfüñden umar nÀfe-i òoş-bÿy-ı murÀdBu hevÀ yolına yıllarla yiler nite ki bÀdOl daòı sencileyin itmedi ben òastayı yÀdVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

Page 221: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 215

3. Felegüñ nÿş iderem nìşini sÀgarlar ileDoàradı òÀr-ı cefÀ baàrumı òançerler ile Baş úoşam dimez idüm ben daòı dil-berler ileVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

6. Dest-ikÿtÀhuma baş egmedi ol zülf-i dırÀzK’oldı şekker lebine ùÿùì-i dil maórem-i rÀzVaz geldüm ben eger gelse bu göñlüm daòı vazVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

4. YÀrüñ itden çoà uyar ardına aàyÀr dirìàBize yÀr olmadı ol şÿò-ı sitem-kÀr dirìàÚıldı bir dil-ber-i hercÀyiyi dil-dÀr dirìàVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

7. Dil dilerken yüzüñüñ vaãlını cÀndan daòı yigBir demin görür iken iki cihÀndan daòı yigAúdı bir serve daòı Àb-ı revÀndan daòı yigVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

5. Bizi òÀk itdi hevÀ yolına sevdÀ nidelümPÀy-mÀl eyledi ol zülf-i semen-sÀ nidelümÚul idinmezdi güzeller bizi illÀ nidelümVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

8. Ben dimezdüm ki hevÀ yolına ser-bÀz gelemNey-i èışú-ıla àamuñ çengine dem-sÀz gelemDir idüm èışú úopuzın uşadup vaz gelemVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

9. Aómed’em kim oúınur nÀmum ile nÀme-i èışúGermdür sözlerümüñ sÿzı ile hengÀme-i èışúDil elinden biçilüpdür boyuma cÀme-i èışúVÀy göñül vÀy bu göñül vÀy göñül ey vÀy göñül

AVNÎ’NİN ŞİİRLERİNDENGazel

feèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün1. كورسك اول غنجه لىب چاك كريبان ايدرز

كل يوزك يادنه بلبل كيىب افغان ايدرزGörsek ol gonca lebi çÀk-i girìbÀn iderüz

Gül yüzüñ yÀdına bülbül gibi efàÀn iderüz

leb: dudak. çâk-i girîbân etmek: yakasını yırtmak.efgân etmek: feryat etmek, acı acı bağırmak.Diliçi çeviri: O gonca dudaklı (sevgili)yı gördüğümüz zaman, yakamızı yırtar ve o gül

gibi (güzel) yüzü anarak bülbül gibi feryat ederiz. Sevgiliyi görünce, âşığın dayanamayıp yaka yırtarak feryat ettiği beyitte, sevgilinin

dudakları (ağzı), rengi ve şekli yönünden goncaya benzetilmiştir (teşbîh-i belîğ). Ayrıca âşığın sevgilinin goncaya benzeyen dudaklarını görünce çâk-i girîbân etmesi (aşk ve acı-dan dolayı gömleğini parçalayıp bağrını yaralaması) ile goncanın açılıp gül olması ara-sında anlam yönünden ilgi vardır. Çünkü, âşık ağzı gonca gibi kapalı olan (konuşmayan, kendisiyle ilgilinmeyen) sevgilinin güzel sözler söylemesini (gül) istemektedir. Gül-bülbül hikâyesine telmih yapılan beyitte âşık gülün yâdı için öten bülbül gibi feryat etmektedir. Âşığın bülbül olarak düşünülmesinin sebebi, sevgilinin güle benzetilmesidir. Âşığın bül-büle benzetilmesindeki diğer bir sebep ise, ikisinin de sevgiliden uzak olmalarındaki müş-tereklik ve âşığın devamlı ağlayıp inlemesiyle bülbülün feryâdı arasındaki benzerliktir.

2. خسته دل قاپوكه وارسه نوال تيمار ايسرتينه بو درده آنك دردنه درمان ايدرز

Òasta dil úapuña varsa n’ola tìmÀr ister

Yine bu derde anuñ derdine dermÀn iderüz

tîmâr: bakım, ilgilenme, çare; hayvan bakımı, iyileştirme.

Page 222: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı216

Diliçi çeviri: (Ey sevgili!). Hasta gönlüm kapına gelmişse, bunda ne var? (Bîçâre), hastalı-ğına çare arıyor. Onun derdine ancak yine bu (senin) kapıda derman bulacağını düşünüyoruz.

Aşk derdine tutulmuş gönlüne ancak sevgilinin kapısında çare bulunacağını söyleyen şair, gönlü kara sevdaya tutulmuş bir hasataya benzetmiş; sevgilinin kapısını da (bulundu-ğu yeri) hastahane gibi düşünmüştür.

3. مهرك حسن بديغ و لب لعل شريينقصهٴ محزه كيىب عامله داستان ايدرز

Mihrüñ iy óüsn-i bedìè ü leb-i laèli şìrìnÚıssa-i Óamza gibi èÀleme dÀstÀn iderüz

mihr: sevgi, aşk. hüsn-i bedîè: çok güzel.leb-i la‘l: lal gibi kırmızı dudak. şîrîn: tatlı, güzel.kıssa: ders alınması gereken hikâye, halk arasında anlatılan ibret verici hikaye.Diliçi çeviri: Ey, güzelliği eşsiz ve lâl dudakları çok tatlı (olan sevgili)! Sana olan aşkımı-

zı, Hz. Hamza’nın kıssası gibi bütün âleme destan eder anlatırız, yayarız.Beyitte şair/âşık, sevgiliye olan aşkını (olağanüstü güzelliğini), halk arasında dilden

dile dolaşan Hz. Hamza’nın destansı kahramanlığı gibi şiirleriyle âdetâ bir destân gibi an-latacağını, böylece sevgilinin güzelliğinin de dilden dile dolaşacağını belirmektedir. Âşığın sevgiliye olan aşkı (sevgilinin güzelliği) ile Hz. Hamza’nın kıssası arasında ilgi, her ikisinin de halk arasında çokça konuşulup dillere destan olmasındandır.

4. قامتك شوقى علموش نه قدر اولسه عياندلده راز دهنك سرىن پنهان ايدرز

ÚÀmetüñ şevúi èalem-veş ne úadar olsa èayÀnDilde rÀz-ı dehenüñ sırrını pinhÀn iderüz

kâmet: boy. şevk: arzu, istek, heves, aşk.alem: bayrak.râz: sır. dehen: ağız. pinhân: gizli, saklı.Diliçi çeviri: (Ey sevgili!) Senin uzun ve düzgün boyuna karşı duyduğumuz aşkı, bayrak

gibi açığa çıksa bile, biz ağzının sırrını gönlümüzde saklamaktayız.Sevgilinin boyuna duyulan sevgi(nin herkes tarafından bilinmesi; dikkat çekici bir şe-

kilde meydana konması), direkteki bayrağa, aleme benzetilmiştir. Ayrıca beyitte boy ile bayrak direği arasında incelik ve düzgünlük bakımından ilgi kurulduğu da düşünübe-lir. “Ağzın sırrı” ile yok denecek kadar küçük olan ağızdan çıkan güzel sözler ve hayat ve-rici vaadler kastedilmektedir. Birinci mısrada geçen “şevk” ile şaraba; ikinci mısrada ge-çen “râz-ı dehen” ile esrâr (afyon)a telmih yapılmıştır. Nasıl şarap kadehi, içindeki şarabın parlak kırmızı rengi sebebi ile bayrak gibi kendini gösterirse, esrar ve afyon gibi uyuşturu-cu maddeler yaldızlı kağıtların arasında ve muska gibi göğsün üzerinde gizlenerek taşınır. Ayrıca, esrarın bir adı da “dilber dudağı”dır (Doğan, 2006:102).

5. عونيا كرچه اولوم دنياده مشكل ايشدرغمزهٴ دلرب ايله بز آىن آسان ايدرز

èAvniyÀ gerçi ölüm dünyÀda müşkil işdüráamze-i dil-ber ile biz anı ÀsÀn iderüz

gamze: yan bakış. dil-ber: gönül alan, sevgili. âsân: kolay.Diliçi çeviri: Ey Avnî! Her ne kadar ölüm dünyanın en zor işiyse de, biz onu sevgilinin

gamzesiyle kolay (katlanılır bir) hâle getiririz. Beyitte, dünyada hiç kimesinin ölmek istemediği; ölümün (düşüncesinin bile) büyük sı-

kıntı verdiği, ancak sevgilinin gamzesi (ok veya kılıcı; yan bakışlarıyla) ile kendinden geçe-rek ölmenin kolay ve katlanılır bir hale geldiği belirtilmiştir. Gamzenin kılıç veya ok gibi (ka-palı isti’âre) ele alınmasıyla, sevgilinin bakışları ile âşıklar üzerinde ne derece etkili olduğu ortaya çıkmaktadır.

Page 223: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 217

Avnî’nin bir gazeli

1. Her zamÀn èÀşıúlara varmaú der-i cÀnÀna güçèArø-ı óÀl itmek gedÀlar óaøret-i sulùÀna güç

3. èÁşıúa dünyÀ vü cÀn terk eylemek ÀsÀn olurLìk cÀnÀn terkini itmek gelüpdür cÀna güç

2. ÁşnÀlar gözlerüm yaşın görüben óavf iderBì-muóÀbÀ sÀlik olmaú úulzüm ü èummÀna güç

4. Gözlerüme cevr úaãd itse raúìbi gösterürÔulm muètÀdı degüldür pes gelür insÀna güç

5. èAvniyÀ ZÀl-i zamÀnuñ mekrine aldanma kimKim zenÀnuñ cevrini çekmek gelür merdÀna güç

CEM SULTAN’IN ŞİİRLERİNDENGazel

mefÀèilün feèilÀtün mefÀèilün feèilün1. جفالرك بكا بيلدم وفا اميش اى دوست

بو فكرى كيم بن ايدردم خطا اميش اى دوستCefÀlaruñ baña bildüm vefÀ imiş iy dostBu fikri kim ben iderdüm òaùÀ imiş iy dost

Diliçi çeviri: Bana cefa yaptığını düşünüyordum, bu hatâ imiş. Ey dost, cefalarının bana vefa olduğunu anladım.

2. ايراغه آمتا قاپوكدن بىن كه مروه حقىطواف كعبهٴ كويك صفا اميش اى دوست

Iraàa atma úapuñdan beni ki Merve óakıÙavÀf-ı Kaèbe-i úÿyuñ ãafÀ imiş iy dost

Diliçi çeviri: Merve hakkı için beni kapından uzaklaştırma. Ey sevgili, senin mahallenin Kâbe’sini dolanmak safa imiş.

3. دومشده زلفكى كوردم دييو سومنش ايدمكوزمه خود كورينن اژدها اميش اى دوست

Düşümde zülfüñi gördüm diyü sevinmiş idüm

Gözüme òod görinen ejdehÀ imiş iy dost

Diliçi çeviri: Ey dost! rüyamda saçını gördüm diye sevinmiştim. Meğer gözüme görü-nen ejderha imiş.

4. اوميدى زلفكه طومتش ايدم وىل بيلدماو دخى عمر بكى بيوفا اميش اى دوست

Ümìdi zülfüñe ùutmış idüm veli bildümO daòı èömr bigi bì-vefÀ imiş iy dost

Diliçi çeviri: Ümidimi saçına bağlamıştım ama onun da ömür gibi vefasız olduğunu anladım.

5. ايرمشك ايسرت ايدى خوان وصلكه ليكنمهان نصيىب جم آخر دعا اميش اى دوست

İrişmek ister idi òÀn-ı vaãluña lìkin

HemÀn naãìbi Cem Àòir duèÀ imiş iy dost

Diliçi çeviri: (Cem) vuslat sofrana erişmek istiyordu, lâkin Cem’in nasibi hemen sonun-da dua imiş ey dost.

Page 224: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı218

ADLÎ’NİN ŞİİRLERİNDENGazel

fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilün

Diliçi çeviri: Ey felek neden beni hiç muradıma eriştirmiyorsun. Beni gamlı edip başka-larını neden şad ediyorsun?

Diliçi çeviri: Ey felek! Elinden illallah. Bana hergün zulm edip de, o kâfir rakibe adâletle davranmanın sebebi nedir?

Diliçi çeviri: Câhilin isteklerini verip de bilgili, ehil, âlim kişilerin muradına ermemesi-ni istemen nedendir?

Diliçi çeviri: Ey felek! O put gibi güzel gerçi hûriye benzer. Senin bu güzellikle onu kâfir huylu etmenin sebebi nedir?

Diliçi çeviri: Vasl nimetini rakibe verip, zehrinin kâsesini doldurup Adlî’ye rızık diye sunman nedendir?

Adlî’in aşağıdaki gazelini çevriyazı ile yazınız, veznini ve kafiyesini belirtiniz.

1. اى فلك دائم بىن سن نا مراد ايتمك ندنبىن غمكني ايليوب اغيارى شاد ايتمك ندن

İy felek dÀéim beni sen nÀ-murÀd itmeñ nedenBeni àam-gìn eyleyüp aàyÀrı şÀd itmeñ neden

2. داد الكدن اى فلك هر كون بكا جور ايليوباول رقيب كافره عدل ايله داد ايتمك ندن

DÀd elüñden iy felek her gün baña cevr eyleyüpOl raúìb-i kÀfire èadl ile dÀd itmeñ neden

3. جاهلك ويروب فلك مقصودن اهل دانشكنامراد اوملاسىن دائم مراد ايتمك ندن

CÀhilüñ virüp felek maúãÿdın ehl-i dÀnişüñ

NÀ-murÀd olmasını dÀéim murÀd itmeñ neden

4. خوره بكزر اول صنم صورتده كرچه اى فلكسن بو حسن ايله آىن كافرنژاد ايتمك ندن

Òÿra beñzer ol ãanem ãÿretde gerçi iy felekSen bu óüsn ile anı kÀfir-nijÀd itmeñ neden

5. نعمت وصلى فلك ويرب رقيبه زهرنككاسه سىن پر ايدوب عدلييه زاد ايتمك ندن

Nièmet-i vaãlı felek virüp raúìbe zehrinüñKÀsesini pür idüp èAdlì’ye zÀd itmeñ neden

3قاپوكه وارمغه كويك ايتلرندن قورقارم

بن كدا بو حرمىت اومارميدم سن شاهدن٤ صبحه دك ناالمن اى خورشيد رخ سن ماهدن

نيچه بر فرياد ايدم قورقمازميسني اهلل دن١

خاك پايينه يوزك بر كره سرسون عدلياباشكه دولت يرتدى سكا اول اللهدن

٥ زلفى زجنرين اوزامتاز كور نيچه سر فتنه درآچيلوب جمنون اوالن دللر چيقادر چاهدن

٢

ناله سندن عاشقك يا رب نيچه خندان اولورآه الندن اول ستمكارك قايورمز آهدن

٣

Page 225: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 219

MİHRÎHATUN’UN ŞİİRLERİNDENGazel

feèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün1. بن اوماردم كه سىن يار وفادار اوالسني

نه بيليدم كه سىن بويله جفاكار اوالسنيBen umardum ki seni yÀr-ı vefÀdÀr olasınNe bileydüm ki seni böyle cefÀ-kÀr olasın

Diliçi çeviri: Ben senin vefalı bir sevgili olacağını umuyordum. Senin böyle cefâkâr ola-cağını nasıl bilebilirdim?

2. هله سن قاعدهٴ جورده اكسوك قومادكدوستلق حقى ايسه آجنغ اوال وار اوالسني

Hele sen úÀèide-i cevrde eksük úomaduñ

Dostluk óaúúı ise ancaà ola var olasın

Diliçi çeviri: Sen hele cevr yapma kaidelerinde eksik komadın. Bu dostluk hakkı ise, bu kadar olur, var olasın.

3. ره عشقكده نلر چكدكمى اى دوست بنمبيله سني بر كون اوله عشقه كرفتار اوالسني

Reh-i èaşúuñda neler çekdügüm iy dost benümBilesin bir gün ola èışúa giriftÀr olasın

Diliçi çeviri: Ey dost, aşkının yolunda benim neler çektiğimi bir gün aşka tutulunca anlarsın.

4. سوزمه اوميادك اى آصيالسى دل ديلرمسر زلفنه آنك آخرى بردار اوالسني

Sözüme uymaduñ iy aãılası dil dileremSer-i zülfine anuñ Àòiri ber-dÀr olasın

Diliçi çeviri: Ey asılası gönül! Sözüme uymadın. Dilerim ki sonunda onun zülfünün ucuna asılasın.

5. سن كه جان كلشننك بر كل نورسته سيسنينه روادر بو كه هر خار و خسه يار اوالسني

Sen ki cÀn gülşeninüñ bir gül-i nev-restesisinNe revÀdur bu ki her òÀr u òasa yÀr olasın

Diliçi çeviri: Sen ki can gülşeninin yeni yetişen bir gülüsün, senin her çörçöpe (önüne ge-lene) yâr olman revâ mıdır?

6. بىن آزاده ايكن عشقه كرفتار ايتدككورين سن ده بنم كىي كرفتار اوالسني

Beni ÀzÀde iken èışúa giriftÀr itdünGöreyin sen de benüm gibi giriftÀr olasın

Diliçi çeviri: Beni hürken aşka düşürdün. Göreyim sen de benim gibi (aşka) tutulasın.

7.بددعا ايتمزم اما كه خدادن ديلرمبر سنك كىب جفاكاره هوادار اوالسني

Bed-duèÀ itmezem ammÀ ki ÒudÀ’dan dileremBir senüñ gibi cefÀ-kÀra hevÀ-dÀr olasın

Diliçi çeviri: Bedduâ etmiyorum ama, Tanrı’dan diliyorum (ki) senin gibi (kendin gibi) bir cefâkâra tutulasın.

8. مشدى بر حالده يز كيم ايلنن دومشننهدير كه مهرى كىب سن دخى سيهكار اوالسني

Şimdi bir óÀldeyiz kim ilenen düşmenineDir ki Mihrì gibi sen daòı siyeh-kÀr olasın

Diliçi çeviri: Şimdi (öyle) bir haldeyiz ki düşmanına ilenen “sen de Mihrî gibi bahtsız olasın” der.

Page 226: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı220

NECÂTÎ BEY’İN ŞİİRLERİNDENGazel

feèilÀtün feèilÀtün feèilÀtün feèilün1. دميه كيم يارده يوق جور و جفادن غريى

نه ديلرسك بولونور مهر و وفادن غريىDime kim yÀrda yoú cevr ü cefÀdan àayrıNe dilerseñ bulunur mihr ü vefÀdan àayrı

Diliçi çeviri: Sevgilide zulüm ve cefadan başka bir şey yoktur. (Ama) sevgi ve vefadan başka ne istersen bulunur.

2. بىن آغالن بىن كيم اوستمه كلمز اوليجكبر آوچ طوپراغ آتار باد صبادن غريى

Beni aàlan beni kim üstüme gelmez ölicek

Bir avçu ùopraà atar bÀd-ı ãabÀdan àayrı

Diliçi çeviri: (Asıl) beni ağlayın; zira ben ölünce üzerime bir avuç toprak atmak için sabâ rüzgarından başka gelen olmaz. (Saba gerçekten yerdeki tozları kaldırır, bunu sanki mezarına bir avuç toprak atarmış gibi gösteriyor).

3. نه بالدر بو كه خال و خطك آشفته لرىچكه هجر آتشىن بوجنه بالدن غريى

Ne belÀdur bu ki òÀl ü òaùuñ ÀşüfteleriÇeke hecr Àteşini bunca belÀdan àayrı

Diliçi çeviri: (Bu) ne beladır ki senin beninin ve yüzündeki ayva tüylerinin deli divane olan düşkünleri, bu kadar beladan başka ayrılık ateşini de çekerler.

4. دود آهم نه عجب كوكلره دوتسه يوزىنعاشقك كيمسى وار اوال خدادن غريى

Dÿd-ı Àhum ne èaceb göklere dutsa yüzinièÁşıúuñ kimisi var ola ÒudÀ’dan àayrı

Diliçi çeviri: Âhımın dumanı yüzünü göklere tutsa şaşılmaz. (Zira) âşıkın Hüda’dan başka kimi vardır?

5. نه غرض ايليه عشاق وصالك وار ايكننه مراد ايدنه بيمار دوادن غريى

Ne àaraø eyleye èuşşÀú viãÀlüñ var iken

Ne murÀd idine bìmÀr devÀdan àayrı

Diliçi çeviri: Âşıkların senin visâlin varken, başka ne amaçları olabilir? Hasta iyi olmak-tan başka bir şey isteyebilir mi?

6. اول الف قامتك ايله قاشكه را دييه ىلكوكلمى اكليمز كيمسه بورادن غريى

Ol elif úÀmetüñ ile úaşuña rÀ diyeli

Göñlümi egleyimez kimse buradan àayrı

Diliçi çeviri: (Senin) elif (gibi düz olan) boyun ile kaşına “râ” diyeli, buradan (bu “râ” tevriyeli kullanılmış) başka gönlümü kimse eyleyemez. (Sevgilinin kaşı, Arap alfabesinin “re” harfine benzetiliyor, boyu da eliftir).

7. يوزنه دوتسه جناتى نه عجب خجلت الننسى واى يوزه كلور دست دعادن غريى

Yüzine dutsa NecÀtì ne èaceb òaclet elin

Nesi var yüze gelür dest-i duèÀdan àayrı

Diliçi çeviri: Necâtî, utanma elini yüzüne tutsa şaşılmaz. (Zirâ) dua elinden başka yüze gelecek bir şeyi yok.

Page 227: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 221

Necâtî’nin bir gazeli

feèilÀtün fe èilÀtün feèilÀtün feèilün

1. Nice kÀkül nice mÿ sünbül-i òoş-bÿdur buDil-i èuşşÀúı perìşÀn idici bûdur bu

4. Yüri yıllarla yilersen yetemezsin iy dilŞol cihetden ki perì şìvelü Àhÿdur bu

2. Ne göñül úodı ne göz òÀl-i ruò u èÀrıø-ı dostOda yanmaz ãuya batmaz nice cÀdÿdur bu

5. Tenüme ayru irer cÀnuma ayru sitemüñTìà-i òÿn-rìz-i cefÀ-pìşeden ayrudur bu

3. Umarın óaşrda cÀn oynaduàumdan ùuyalarMÀh-rÿlar diyeler bir birine odur bu

6. Gözümüñ penceresin yapmaàa óükm eyledi şerèKi nigÀruñ òarem-i óüsnine úarşudur bu

7. Yine siór itdi NecÀtì nice söz nice àazelLeb-i dil-ber ãıfatında bir içim ãudur bu

ZEYNEP HANIM’IN ŞİİRLERİNDENGazel

mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilün1. كشف ايت نقابكى يريى كوكى منور ايت

بو عامل عناصرى فردوس انور ايتKeşf it nikÀbuñı yiri gögi münevver it

Bu èÀlem-i èanÀãırı firdevs-i enver it

Diliçi çeviri: Peçeni aç, yeri göğü aydınlat. Bu unsurlar âlemini (dünyayı) en aydınlık cennet bahçesine çevir.

2. ايكى جهانده قاملامشم نسنيه مهنييا رب حبيكك بكا وصلن ميسى ايت

İki cihÀnda úalmamışam nesneye hemìn

YÀ Rab Óabìbüñüñ baña vaãlın müyesser it

Diliçi çeviri: Ey Allah’ım! İki cihanda (dünyada ve ahirette) hiçbîr şeyde gözüm yok. Bana sevgili peygamberine kavuşmayı nasip et.

3. دبرت لبكى جوشه كتور حوض كوثرىعنرب صاچكى چوز بو جهاىن معطر ايت

Depret lebüñi cÿşa getür óavø-ı Kevåer’ièAnber ãaçuñı çöz bu cihÀnı muèaùùar it

Diliçi çeviri: Dudağını kımıldat, Kevser havuzunu coştur. Anber kokulu saçını çöz de bu cihânı kokulara gark et.

4. يارا يولكده عشق ايله دردكدن اولىنكيم دير سكا هجر ايله جانن مكدر ايت

YÀrÀ yoluñda èışú ile derdüñden öleni

Kim dir saña hecr ile cÀnın mükedder it

Diliçi çeviri: Ey sevgili! Aşk ile (senin yolunda) ölenlerin canlarını kederlendirmeni, üz-meni sana kim söyler.

5. خطك برات يازدى صبايا ديدى كه تيزوار ملكت خطا ايله چيىن مسحر ايت

Òaùùuñ berÀt yazdı ãabÀya didi ki tìz

Var milket-i ÒıùÀ ile Çìn’i musaóóar it

Diliçi çeviri: Senin yüzündeki ayva tüylerin (hattın) sabâya berat yazdı, “çabuk git Hıta ve Çin memleketlerini ele geçir” dedi (Hat kelimesini tevriyeli olarak yazı ve ayva tüyü ola-rak almış).

Page 228: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı222

6. آب حيات اوملاجيق قسمت اى كوكلبيك ييل كركسه خضر ايله سري سكندر ايت

Áb-ı óayÀt olmayıcaú úısmet iy göñül

Biñ yıl gerekse Òıør-ıla seyr-i Sikender it

Diliçi çeviri: Ey gönül! Âb-ı hayat kısmet olmadıktan sonra istersen bin yıl Hızır ile İskender’in seyrini yap; İskender ve Hızır gibi gezip dolaş.

7. زينب چو دوست زلفى كىب تارمارسنيديوانه اوملا شعركى ديوان و دفرت ايت

Zeynep çü dost zülfi gibi tÀrmÀrsınDìvÀne olma şièrüñi dìvÀn ü defter it

Diliçi çeviri: Zeynep, dostun (sevgilinin) saçı gibi perişan bir hâldesin. Delilik etme, şiir-lerini bir defterde topla, divan haline getir.

Page 229: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 223

Kendimizi Sınayalım CÀnÀ niçe bir yana hicrüñ odı cÀnumda Firúat cigerüm yaúdı cÿş eyledi úanumda 1. Yukarıdaki beyitteki “hicrüñ odı” ifadesinde bulunan edebî sanat aşağıdakilerden hangisidir?

a. Açık isti’âreb. Kapalı isti’ârec. Tevriyed. Mecâze. Teşbîh

2. Yukarıdaki beyitte “firkat” ile kastedilen aşağıdakilerden hangisidir?

a. Farklılıkb. Ayrılıkc. Rakîpd. Zâhide. Sevgili

3. Yukarıdaki beytin kafiyesi aşağıdakilerden hangisidir?a. Mücerred b. Müessesc. Mukayyedd. Mürdefe. Müreddef

4. Yukarıdaki beytin vezni aşağıdakilerden hangisinde doğ-ru olarak verilmiştir?

a. mefÀèìlün mefÀèìlün mefÀèìlün feèÿlünb. mefÀèìlün fe’ilâtün mefÀèìlün fe’ilünc. mefèÿlü mefÀèìlün mefèÿlü mefÀèìlünd. fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilüne. fe’ûlün fe’ûlün fe’ûlün fe’ûl

5. Ger nÀz u cefÀ senden olursa n’ola şÀhÀ Hem luùf u vefÀ senden feryâd u fiàÀnumda Yukarıdaki beyitte üzerinde durulan konu aşağıdakilerden hangisidir?

a. Sultanın öfkeyle etrafındakilere cefa etmesib. Hükümdarın nazlanmasıc. Aşığın kanlı gözyaşı dökmesid. Şâh’ın ihsanda bulunmasıe. Sevgilinin âşığa nazlanması ve cefa etmesi

6. Yukarıdaki beyte göre sevglinin âşığa lutfu aşağıdakiler-den hangisidir?

a. cefab. feryâdc. figând. Tevriyee. nâz

İlÀhì sen àanìsin ben faúìrem Øaèìfem èÀcizem ò˘ïrem óaúìrem

İlÀhì raómetüñ deryÀsı ùaşdı Elüm dut yoà ise ãu başdan aşdı 7. Yukarıdaki beyitlerin alındığı manzumenin nazım şekli aşağıdakilerden hangisidir?

a. Mesnevîb. Rübâ’îc. Şarkıd. Kıt’ae. Mani

8. Yukarıdaki manzumede “su baştan aştı” ifadesi ile anla-tılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?

a. işler baştan bozulmasıb. suyun insan boyunu aşacak derecede çok olmasıc. herşeyin yolunda gitmesid. bolluk ve bereket olmasıe. yardıma muhtaç olma

9. Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât mesnevisinin “adı-nın” anlamca bugünkü karşılığı aşağıdakilerden hangisidir?

a. Kurtuluş Vesîlesib. Hz. Muhammed’in doğumuc. Doğum Vesilesid. Doğum Zamanıe. Mevlid

ViãÀli ò˘Ànına irmek dilerdi evvel lìk Naãìbi Aómed’üñ Àòir duèÀ imiş bildük 10. Beytindeki “visâli h˘Ànı” ile anlatımak istenen aşağıdaki-lerden hangisidir?

a. Visâli’nin konağıb. Visâli’nin yemeğic. Visâl yemeğid. sevgiliye kavuşma(nın güzelliği)e. sevgilinin sofrası

Page 230: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

XIV.-XV. Yüzyıllar Türk Edebiyatı224

Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı1. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâ’î’nin Şiirlerinden”

başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.2. b Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâ’î’nin Şiirlerinden”

başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.3. d Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-

riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Kafiye” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

4. c Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Aruz Vezinleri” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

5. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâ’î’nin Şiirlerinden” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

6. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâ’î’nin Şiirlerinden” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

7. a Yanıtınız yanlış ise 1. Sınıf Eski Türk Edebiyatına Gi-riş: Biçim ve Ölçü isimli kitabınızın “Mesnevî” baş-lıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

8. e Yanıtınız yanlış ise “Ahmed-i Dâ’î’nin Çeng-nâme’sinden” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

9. a Yanıtınız yanlış ise kelimelerin anlamını sözlük yar-dımı ile öğreniniz ve Osmanlı Türkçesi Grameri isimli kitabınızın “Arapça Tamlamalar” başlıklı bö-lümünü yeniden okuyunuz.

10. d Yanıtınız yanlış ise “Ahmed Paşa’nın Şiirlerinden” başlıklı bölümünü yeniden okuyunuz.

Sıra Sizde 1Ahmed-i Dâ’î’nin gazelinin çevriyazısı:1. ŞükrÀne senüñ yoluña biñ cÀn ola bir gün Kim òaøretüñe irmege imkÀn ola bir gün2. èIşúuñ yolına oú gibi cÀn doàruluà eyler TÀ úaşlaruñuñ yayına úurbÀn ola bir gün3. O zülf-i perìşÀn baña görsen neler eyler Dimez baña kim göñli perìşÀn ola bir gün4. AàyÀrı sürüp göñlüm evin òalvet idindüm TÀ kim gele ol yÀr aña mihmÀn ola bir gün5. Ey bülbül-i dil-óaste melÿl olma úafesde Kim menzilüñ ol bÀà u gülistÀn ola bir gün6. Hem bÀd-ı ãabÀ gele beşÀret vire gülden Hem àonca daòı gül gibi òandÀn ola bir gün7. HicrÀn ãonucı vaãla dönüp şÀd ola DÀèì Bu àamdan anuñ derdine dermÀn ola bir günVezni: Mefèÿlü mefÀèìlü mefÀèìlü feèÿlünKafiyesi: Àn: mürdef kafiye.

Sıra Sizde 2Ahmed Paşa’nın gazelinin çeviriyazısı:1. Ser-nÀme-i maóabbeti cÀnÀna yazmışam Óasret risÀlesin varaú-ı cÀna yazmışam2. NÀlişlerini derd ile bì-çÀre bülbülüñ BÀd-ı ãabÀ eliyle gülistÀna yazmışam3. Zülfüñ óikÀyetini göñülde miåÀl idüp áam úıssasını levó-i perìşÀna yazmışam4. Resm itmişem gözümde òayÀlüñi gÿyiyÀ Naúş-ı nigÀrı sÀàar-ı mercÀna yazmışam5. TÀb-ı ruòuñla sÿzunı yazarken Aómed’üñ Şevúından odlara düşüben yana yazmışamVezni: mefèÿlü fÀèilÀtü mefÀèìlü fÀèilünKafiyesi: Àn: mürekkeb (mürdef) kafiye.

Sıra Sizde 3Adlî’nin gazelinin çevriyazısı: 1. äubóa dek nÀlÀnam iy òÿrşìd-ruò sen mÀhdan Niçe bir feryÀd idem úorúmaz mısın AllÀh’dan2. Zülfi zencìrin uzatmaz gör niçe ser-fitnedür Açılup Mecnÿn olan diller çıúadur çÀhdan3. NÀlesinden èÀşıúuñ yÀ Rab niçe òandÀn olur Áh elinden ol sitem-kÀruñ úayurmaz Àhdan4. Úapuña varmaàa kÿyuñ itlerinden úorúaram Ben gedÀ bu óürmeti umar mıdum sen şÀhdan5. ÒÀk-i pÀyına yüzüñ bir kerre sürsen èAdliyÀ Başuna devlet yiterdi saña ol AllÀh’dan Vezni: fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilÀtün fÀèilünKafiyesi: Àh: mürekkeb (mürdef) kafiye.

Page 231: XIV.-XV. YÜZYILLAR TÜRK EDEBİYATI - Türk Dili ve ... · kültesi Türk Dili ve Edebiyatı Programı ikinci sınıfları için XIV-XV. Yüzyıllar Türk Edebi - Yüzyıllar Türk

8. Ünite - XV. Yüzyıl Türk Edebiyatı: Metinler 225

Yararlanılan ve Başvurulabilecek KaynaklarArslan, M. (2007). Mihri Hatun Divanı, Amasya Valiliği Yay.

Ankara.Banarlı, N. S. (1971). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I-II,, İstanbul.Bayram, Y. (2009). Adli Divanı, Amasya.Büyük Türk Klâsikleri, C. 2, (1985), Ötüken-Söğüt Yay, İstanbul.Canpolat, M. (1982). Ömer bin Mezid, Mecmuatü’n-

Nezâir, TDK yayınları 500, A.Ü. Basımevi, Ankara 1982.Cengiz, H. E. (1983). Divan Şiiri Antolojisi, Bilgi Yay, İstanbul.Doğan, M. N. (2004). Fatih Divanı ve Şerhi, İstanbul.Ersoylu, H. (1989). Cem Sultan’ın Türkçe Divanı, TDK Yay.,

Ankara. İpekten, H. (2000). Nef ’î, Hayatı Sanatı Eserleri, Akçağ Yay.,

Ankara.İsen, M.-Cemal Kurnaz, (1990). Şeyhî Divanı, Akçağ Yay.,

Ankara.İz, F. (1999). Eski Türk Edebiyatında Nazım I, Akçağ Yay.,

Ankara. Karabey, T. (1996). Ahmed Paşa, Hayatı Sanatı Eserleri, Ak-

çağ Yay., Ankara. Köksal, F. (2006). Sana Benzer Güzel Olmaz, Divan Şiirin-

de Nazire, Akçağ Yay, Ankara.Köprülü, M. F. (2006). Divan Edebiyatı Antolojisi, Haz. Ah-

met Mermer, Akçağ Yay, Ankara.Kurnaz, C. (1987). Hayâlî Bey Divanı Tahlili, KB Yay, Ankara. Levend, A. S. (1984). Divan Edebiyatı, Kelimeler ve Remizler,

Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul. Onan, N. H. (1991). İzahlı Divan Şiiri Antolojisi, MEB Yay.,

Ankara.Onay, A. T. (2007). Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, (Haz.

Cemal Kurnaz). Birleşik Dağıtım Kitabevi, Ankara. Özmen, M. (2001). Ahmed-i Dâi Divanı, I. cilt, Türk Dil

Kurumu Yayınları: 775/1, Ankara.Pala, İ. (2007). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay.,

İstanbul.Saraç, M. A. Y. (2011). Eski Türk Edebiyatına Giriş: Biçim

ve Ölçü, Anadolu Ünv., Açıköğretim Fak. Yay, Eskişehir. Sefercioğlu, N. (1990). Nev’î Dîvânı’nın Tahlili, KB Yay., Ankara. Süleyman Çelebi, (1990). Mevlid, (Haz. Faruk K. Timurtaş),

MEB Yay, İstanbul. Şentürk, A. A. (1999). Osmanlı Şiiri Antolojisi, YKY Yay, İstanbul.Tarlan, A. N. (2005). Ahmed Paşa Divanı, M.E.B. Yay., İstanbul.Tarlan, A. N. (1997). Necâtî Bey Divanı, İstanbul.Timurtaş, F. K. (1974). Osmanlı Türkçesi Metinleri II, İstanbul.Timurtağ, F. K. (1981). Şeyhî’nin Harnâme’si, İstanbulTolasa, H. (1973). Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Atatürk

Ünv. Yay, Ankara.