ali akpinar - somuncu baba dergisi · 2018. 11. 22. · basım tarihi: 01 kasım 2018 ......

47
kasım/2018 somuncubaba 1 www.somuncubaba.net AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 217 • KASIM 2018 • Fiyatı: 12 TL 00217 Mûcizelerle Gelen Dersler Ali AKPINAR Dostun Kapısında Ümitle Beklemek Musa TEKTAŞ Osmanlı Sultanı II. Selim Döneminde Tasavvuf Erbâbının Konumu Kadir ÖZKÖSE Zarif Bir Şair Sultan II. Selim Mustafa ÖZÇELİK Ayasofya’da II. Selim Türbesi Mustafa BAŞ

Upload: others

Post on 23-Jan-2021

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

kasım

/201

8

somuncubaba 1

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 217 • KASIM 2018 • Fiyatı: 12 TL

217

0 0 2 1 7

MûcizelerleGelen Dersler

Ali AKPINAR

Dostun Kapısında Ümitle Beklemek

Musa TEKTAŞ

Osmanlı SultanıII. Selim Döneminde Tasavvuf Erbâbının Konumu

Kadir ÖZKÖSE

Zarif Bir ŞairSultan II. Selim

Mustafa ÖZÇELİK

Ayasofya’daII. Selim Türbesi

Mustafa BAŞ

Page 2: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

basyazı Bekir AYDOĞAN

Sultan II. Selim ve Kıbrıs’ın FethiSultan II. Selim, Kanûnî Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi sırasında vefat etmesi üzerine on birinci Os-

manlı padişahı olarak tahta çıkmıştır. Saltanatının ilk yıllarında, Avusturya ve İran ile sulh içinde yürütülen ilişkiler dolayısıyla II. Selim, fetihleri için yönünü denizlere çevirmiştir. Denizlerdeki fetihler 1567 baharında Sakız Adası ile başlamış, ardından hedef olarak Kıbrıs belirlenmiştir. Kıbrıs’ın fethi, Doğu Akdeniz çevre-sindeki bütün ülkelerin ele geçirilmesinden sonra adanın kazandığı stratejik önem dolayısıyla neredeyse zorunlu hâle gelmiştir.

1489’dan beri adayı elinde bulunduran Venedik, korsanlığı destekleyen bir anlayış gütmektedir. 1540 yılında Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu barışa rağmen adada faaliyet gösteren Venedikli ve Maltalı korsanlarının saldırılarına karşı kayıtsız kalmaya devam etmektedir. Kâtip Çelebi’nin anlattıklarına göre bu dönemde Venedikliler ile münasebetler olumlu yönde devam etmekle beraber, özellikle Mısır’a giden hacı ve tüccar gemilerinin korsanlardan zarar görmeleri üzerine durum Venedik’e bildirilmiş, Venedik ise saldırıların Malta gemileri tarafından yapıldığı cevabını vermiştir. Bu hadiselere Kıbrıs’ın eski bir İslâm memleketi olması da eklenince adanın fethi Osmanlı Devleti için öncelikli mesele olmuştur. Adanın fethi için düzenlenecek sefer kararı, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin fetvası alınarak verilmiş gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra Osmanlı Donanması kadırga, mavna, barça ve karamürsel tipindeki gemilerden oluşan üç yüz altmış beş parça gemiyle Mayıs 1570’te Akdeniz’e açılmıştır.

Seferde serasker Lala Mustafa Paşa’dır, donanmanın başında ise kaptan-ı derya Müezzinzâde Ali Paşa bulunmaktadır. Adanın Osmanlı topraklarına katılması 9 Eylül 1570’te Lefkoşe’nin, 1 Ağustos 1571’de de Magosa’nın iltihakıyla tamamlanmıştır. Kıbrıs’ın fethi, Venedik ile yaşanan siyasî ve askerî mücadelelerin başlangıcı olmuştur. Bununla beraber, bu gelişmeler sırasında Venedik Cumhuriyeti başta olmak üzere, birçok devletle diplomatik ilişkilerin de kurulduğu görülmektedir.

Venedik’in devletlerarasındaki dengeler dolayısıyla bir Haçlı ittifakı oluşturamaması Kıbrıs’ı kaybetme-sine sebep olmuştur. Zira Venedik’in İspanyol ve Papalık donanmalarını zamanında hazırlayamamış olması Osmanlı Devleti’nin lehine bir gelişme olmuş, Osmanlı Donanması herhangi bir müdahaleye uğramadan Kıbrıs’a ulaşmayı başarmıştır. Kıbrıs’ın fethi, Avrupa’da yankı uyandıran bir gelişme olmuş, Osmanlı Devleti için olduğu kadar Avrupa devletleri için de bir dönüm noktası teşkil etmiştir.

Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs üzerine sefer hazırlıkları yaptığı sırada İstanbul’da bulunan Venedik elçisi Bar-baro, seferin önüne geçmek için faaliyetlerde bulunmuşsa da başarılı olamamıştır. Kıbrıs’ın fethinden son-ra adayı geri alma amacındaki Venedik, nihayet Papa liderliğindeki Haçlı donanmasını İspanya, Malta ve Floransa’nın katılımıyla oluşturmayı başarmıştır. Kıbrıs’ın fethinden sonraki Katolik Hıristiyan dünyasının son büyük Haçlı Seferi olan İnebahtı Deniz Savaşı, kalıcı sonuçları olmayan geçici bir zafer niteliği taşımaktadır. Çünkü Kutsal İttifak’ın asıl amacı olan Kıbrıs’ı Osmanlılardan geri alamadığı gibi Venedik çok geçmeden yeni bir ahidnâme ile (1573) dostluk kurmak, Kıbrıs için savaş tazminatı vermek zorunda kalmıştır.

Sultan II. Selim and the conquest of Cyprus

Sultan Selim II became the 11th Sultan after the death of Kanuni Sultan Suleiman while at Szigetvar military excursion. In the first years of his sultanate, for the conquests, he turned his way to the sea because the relations with Iran and Austria were at peace. The conquests at the sea began with Chios in 1567 spring, then Cyprus was set as the next target. The conquest of Cyprus was fundamental due to its strategic importance after the conquest of all the other countries surrounding it in Eastern Mediterranean. The conquest of Cyprus was resonated with the Europe since it was a turning point not only for the Ottoman but also for the European States.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba2 1

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Peygamber Ahlâkı:Sabırlı Olma Değeri

Ayşegül KÖSTE

Âtike binti Halid (r. anhâ)

N. Nida DURAN

Sabır Acıdır AmaMeyvesi Tatlıdır

Sümeyye Büşra YILDIZ

İhmalkârAnne Babalar

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 3: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

ABONE İLETİŞİM HATTI

KurucusuA. Şemsettin ATEŞ

Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803

Yıl: 25 Sayı: 217 - Kasım 2018

Basım Tarihi: 01 Kasım 2018

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adınaİmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniBekir AYDOĞAN

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüM. Hulusi ERDEMİR

Yayın EditörleriM. Nazmi DEĞİRMENCİ

Musa TEKTAŞ

Yönetim Yeri-Basım-Yayım-Pazarlama VİSAN İktisadi İşletmesiZâviye Mahallesi Hacı Hulûsi Efendi Caddesi No: 71

44700, Darende / MALATYA

Tel: (0422) 615 15 54 • Faks: (0422) 615 28 79

www.somuncubaba.net • [email protected]

Yapım

www.grafiturk.com.tr

Tel: 0506 876 17 17

Genel Sanat YönetmeniSerkan ÖZTÜRK

Baskı ve ÜretimSalmat Basım Yayıncılık Ambalaj San. Ltd. Şti.

Tel: (0312) 341 10 24

Yayın KuruluProf. Dr. Nihat ÖZTOPRAK / Prof. Dr. Ali YILMAZProf. Dr. Sebahat DENİZ / Prof. Dr. Bilal KEMİKLİProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN / Prof. Dr. Ali AKPINAR

Danışma KuruluProf. Dr. Mehmet AKKUŞ / Prof. Dr. Mehmet SOYSALDIProf. Dr. Ahmet ŞİMŞİRGİL / Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSEProf. Dr. Mahmut YEŞİL / Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

Kurum Abone : 180 Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası : TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01Vakıf Bank : TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Somuncu Baba Dergisi’nin içeriğinde bulunan yazılar ile ilgili çıkabilecek olan hatalı bilgilerden dolayı dergi herhangi bir sorumluluk kabul etmemektedir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına ilanların sorumluluğu ise reklam verenlere aittir. Dergimizde bulunan fotoğrafların ve görsellerin kullanılması ve kopyalanması yasaktır. Yazılar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir. Somuncu Baba Dergisi’nin bütün telif hakları VİSAN İktisadi İşletmesi’ne aittir.

İÇİNDEKİLER

Mûcizelerle Gelen Dersler

Ali AKPINAR

Musa TEKTAŞ

Dostun Kapısında Ümitle Beklemek

Çekirge, Kur’ân’da iki yerde geçmektedir. Biri Fir’avun ve yandaşlarını uyarmak için Hz. Mûsâ’nın döneminde gerçekleşen mûcizeler anlatılırken geçer.

Bir kimse, Allah‘a giden yolda kendisine yol gösterecek olan mürşidini Cenab-ı Hakk’ın kapılarından bir kapı olarak görmelidir.

Sultan II. Selim ve Kıbrıs’ın Fethi .....................................1Bekir AYDOĞANMûcizelerle Gelen Dersler .................................................6Ali AKPINARAbdullah Dihlevî (k.s.) .........................................................10Kadir ÖZKÖSE, H. İbrahim ŞİMŞEKİkinci Selim............................................................................13Halil GÖKKAYABir Değer Olarak Aile Kurumu .........................................14Ramazan ALTINTAŞİlme Koş.................................................................................19Hanifi KARAİstanbul’da Doğupİstanbul’da Ölen İlk Osmanlı Padişahı:II. Selim Nam-ı Diğer, Sarı Selim......................................20M. Nihat MALKOÇHukuk Adamı Olarak Hz. Peygamber (s.a.v) ..................26Abdullah KAHRAMANAyasofya’da II. Selim Türbesi ............................................30Mustafa BAŞDostun Kapısında Ümitle Beklemek ...............................32Musa TEKTAŞOsmanlı Sultanı II. Selim DönemindeTasavvuf Erbâbının Konumu ...................................................38Kadir ÖZKÖSENefsim ...................................................................................37İbrahim SAĞIRÜmidini Kaybetmiş Gönüle Ümit Aşısı ............................44Enbiya YILDIRIMMuhteşem Süleyman’ın Vârisi Sultan II. Selim .............48İsmail ÇOLAKEbussuûd Efendi ..................................................................52Muammer YILMAZHakikât Yolunun YolcularıMantıku’t-Tayr: Kuşlar Meclisi ..........................................56Resul KESENCELİŞeyh Abdurrahman ErzincanîCamii Kütüphanesi’ndeki Bir Eserin Hatırlattıkları ........60Cemil GÜLSERENYûnus ve Gönül ....................................................................64Bilal KEMİKLİZarif Bir Şair Sultan II. Selim ............................................66Mustafa ÖZÇELİKBağ Bozumu .........................................................................69Dr. Nedim UÇAR“Berceste” Üzerine .............................................................70Vedat Ali TOKBasında Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) ..............74Yusuf HALICIKaçınılmaz Sonuç Âhiret....................................................76Mustafa KARABACAKGörev Bilinci .........................................................................79Ahmet Süreyya DURNAÖğretmenlik Sevgi İşidir ....................................................80Ali ÖZKANLIÖğretmen ..............................................................................83Hızır İrfan ÖNDERBaşarının Prensipleri (20 Kural) ......................................84Mukadder Arif YÜKSEL

Mustafa BAŞ

Mustafa ÖZÇELİK

Ayasofya’da II. Selim Türbesi

Zarif Bir Şair Sultan II. Selim

İstanbul’da Ayasofya Camii haziresinde kendisi için yaptırdığı türbedir. 1573/74 yılında Ayasofya Camii’ne ilaveler yapıldığı sırada Sultan Selim içinde bu türbenin inşasına başlandı.

II. Selim de her Osmanlı şehzadesi gibi iyi bir eğitim gördü. Daha sonra Konya Sancakbeyliği’ne tayin edildi. Manisa ve Kütahya’da sancakbeyliği yaptı.

Öğretmen başarıyı yakalamak istiyorsa; hayali çözümler dayatmak yerine, öğrencilerin çözülmesini istediği sorunlara yöneldiği takdirde başarıyı yakalamış oluyor.

Ali ÖZKANLI

Öğretmenlik Sevgi İşidir

06

30

32

66

80

Page 4: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Şeyh Hamid-i Velî Minberinden Hutbeler

On Dördüncü Hutbe

“Bak Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.” (4/Nisa, 50.)

Ey Cemâat-i Müslimîn!

Dünyâda her hayrın, her iyiliğin esâsı Allah (c.c.)’ı tanımak, O’na ibâdet, O’nun gös-

terdiği yoldan gitmek ve oradan hiç sapmamaktır. Bütün faziletler buna dayanır, bütün

güzellikler buradan başlar. Dünyâ, âhiret saadeti hep bununla kâimdir. Her nev’i fesadın,

dalâletin esâsı da şirktir, İmansızlıktır. Bunu böylece bilmeli, Allah (c.c.)’ın birliğinde zerre

kadar şek ve şüpheye düşmemeli, mahlûkâtından hiç birini O’na şerik koşmamalı, denk

tutmamalı, O’na emrettiği gibi ibâdet etmeli; ibâdeti, duayı, niyazı yalnız O’na yapmalı.

Ey Mü’minler!

Size doğru yolu gösteren, sizi saadete da’vet eden Kur’ân-ı Kerîm’den ayrılmayınız.

Peygamber (s.a.v.)’in emirleri hâricine çıkmayın, tefrikaya düşmeyin. Birliğinizi muha-

faza edin, memleket işlerini omuzlarına yüklediğiniz zâtlara yardım edin, kendilerine

dâima doğru yolu gösterin. Hak ve hakikati saklamayın. Yerine göre sözünüzle, malınız-

la, canınızla yardımda bulunun. Emirlerine itaat idin. Yalan söylemekten, dalkavukluk-

tan, münafıklıktan son derece sakının. Olduğunuz gibi görünün, göründüğünüz gibi olun.

Allah (c.c.)’a, Peygamber (s.a.v.)’e, ulü’l-emre bu yolda itaat edenlerden Allah razı ola.

Bir de sakın dedikodu yapmayın. Zihinleri bozacak sözlerde bulunmayın. Yalan yanlış

her duyduğunuz şeyi naklederekten ötekinin berikinin aleyhine söz söylemeyin, gıybet

etmeyin. Koğuculuk yapmayın, Salla’llâhu aleyhi ve’s-sellem Efendimiz buyuruyorlar ki:

“Yalan yanlış demeyip de her duyduğunu söyleyenin hiçbir günahı olmasa, bu onlara yeter.”

Sonra olur olmaz şeylerden çokça soruşturmayın, insanların gizli hallerini anlamaya

çalışmayın, malınızı yok yere israf etmeyin, çünkü bu, şahsî ve içtimaî pek çok fesada se-

bebdir. Cenâb-ı Hak ise fesadı ve fâsidleri sevmez. Hulâsa dünyâ ve âhiret de saadet ve

rahat yaşamak için Allah (c.c.)’in emirlerine sıkı sarılmak, Peygamber (s.a.v.)’in sünnetini

bırakmamak lâzımdır. Bu yolu tutanlara müjdeler olsun, muhakkak surette selâmeti

bulmuşlardır.

Page 5: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Hakîm olan Yüce Allah’ın kelâmı hikmet kaynağı Kur’ân’da geçen her kelime ve anlatılan her konu önemlidir. Onların

hepsi sayısız hikmetlerle doludur. Onda zik-

redilen hiçbir şey boşuna değildir. Onda

geçen her bitki ve her hayvanda da pek

çok ders ve hikmet vardır. Onlardan biri

de çekirgedir.

Çekirge sıçrama, zıplama ve uçma

yeteneği olan haşere türünden bir hay-

vandır. Çekirgeler kafalarındaki anten-

leri ile dokunma hassası olan ve koku

alabilen canlılardır. İkisi petek göz, üçü

özel göz olmak üzere beş gözlü ve altı ayaklı bir canlı olan çekirgenin işitme organı karın kısmın-dadır. Boyları birkaç santimetre ile yirmi santi-metre arasında değişir. Saatte 15-20 kilometre hızla, 9-10 saat hiç durmadan uçabilen ve 2500 kilometre mesafelere göç edebilen bir hayvan-dır. Dört ay ömrü olan çekirgenin 100 gramında 63 gram protein vardır. Bazan sürüleriyle ekili dikili alanlara zarar veren çekirgelerin, besleyi-cisi bir gıda maddesi olarak yenmesi helal kılın-mış ve zor zamanlarda önemli bir gıda maddesi olmuştur. Zaten yaratılış hârikası olan pek çok haşere/böceğin zararlı mikrop ve otları yemek-le sayısız faydalarının olduğu tesbit edilmiştir.1

Ayet-i Kerîmede Çekirge

Çekirge, Kur’ân’da iki yerde geçmektedir.

Biri Fir’avun ve yandaşlarını uyarmak için Hz.

Mûsâ’nın döneminde gerçekleşen mûcizeler an-

latılırken geçer. Bu anlatımda inkârcı kavmin eki-

li arazilerine su baskını, çekirge, haşere ve kur-

bağaların musallat olduğu anlatılır. İkinci olarak

da kıyâmet günü, o günün dehşet ve korkunç-

luğu karşısında kabirlerinden kalkan inkârcılar

çekirgelere benzetilerek anlatılır. Yani kullanımın

ilkinde gerçek hayatta arazilere musallat olan

çekirgelerden bahsedilir, ikinci anlatımda ise in-

sanlar şaşkın bir halde dolaşımlarıyla çekirgelere

benzetilirler. Şimdi ilgili âyetleri okuyalım:

“And olsun ki, Biz de Fir’avun ailesini, ders al-

sınlar diye, yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğ-

rattık. Onlara bir iyilik geldiği zaman; ‘Bu bizden

ötürüdür.’ derler; bir fenalığa uğrarlarsa da, Mûsâ

ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna ve-

rirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uğradığı uğursuzluk

Allah katındandır, fakat çoğu bunu bilmezler.

Fir’avun ailesi: ‘Bizi büyülemek için ne mûcize gösterirsen göster, sana inanmayacağız.’ dediler. Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi (el-cerâd), haşerâtı, kurbağaları ve kanı, birbirinden ayrı mûcizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taşlayıp suçlu bir kavim oldular.

Azap başlarına çökünce, ‘Ey Musa! Rabb’ine, sana verdiği ahde göre bizim için yalvar. Bizden azâbı kal-dırırsan sana, and olsun ki, inanacağız ve İsrailoğulla-rını seninle beraber göndereceğiz.’ dediler.

Azâbı nasıl olsa sonuna gelecekleri bir müd-det için üzerlerinden kaldırınca, hemen sözlerin-den cayıyorlardı. Bu sebeple onlardan öç aldık, âyetlerimizi yalan sayıp umursamadıkları için on-ları denizde boğduk.”2

İLİM VE HAYAT Ali AKPINAR*

“Kâinatta var olan her şey bir amaç üzere yaratılmıştır. Yaratılan her şeyde sayısız hikmet ve Yüce Yaratıcı’nın erişilmez kudretine işaret vardır. Hiçbir

şey boşuna ve anlamsız değildir.”

“Kâinatta var olan her şey bir amaç üzere yaratılmıştır. Yaratılan her şeyde sayısız hikmet ve Yüce Yaratıcı’nın erişilmez kudretine işaret vardır.”

MûcizelerleGelen Dersler

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba6 7

Page 6: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Bu anlatılanlarda öncelikle şunlar dikkatimi-zi çekmektedir:

Kâinatta var olan her şey bir amaç üzere ya-ratılmıştır. Yaratılan her şeyde sayısız hikmet ve Yüce Yaratıcı’nın erişilmez kudretine işaret vardır. Hiçbir şey boşuna ve anlamsız değildir. “Biz gök-leri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.”3, “O akıl sahipleri ‘Rabb’imiz! Sen bun-ları boşuna yaratmadın’ derler.”4 Yine O, yarattığını hak ile yerli yerince ve ölçülü olarak yaratmıştır. Kâinatta insanoğlunun bildiği ve henüz bilemediği canlı cansız, bitki hayvan nice varlık vardır, her bi-rinin yaratılışında da sayısız hikmet vardır.

Zaman zaman haddi aşan insanları uyarmak için kâinatta var olan bu denge bozulur, nimet olan şeyler helâk sebebi olabilir. Göklerin ve ye-rin ordularının yegâne gerçek sahibi olan Yüce Allah’ın izni ve emri ile bu varlıklar, insanlara musallat olabilir. Sözgelimi rüzgâr ve yağmurlar rahmettir, su hayattır. Ama zaman zaman hayat sebebi olan su sel-tûfân; rüzgârlar fırtına, kasır-ga ve hortumlara dönüşerek helak sebebi ola-bilmektedir. Diğer varlıklar gibi her biri bir âyet olan haşerât denilen bit, pire, karınca, arı, böcek, kurbağa, çekirge gibi hayvanlar da ölçülü olur, asıl yaratılış gayeleri doğrultusunda varlıklarını sürdürürlerse zararları dokunmaz, hatta onlarda bildiğimiz ve bilemediğimiz pek çok yararlar var-dır. Ama gün gelir Yüce Rabb’in dilemesiyle onlar zarar veren varlıklara dönüşebilir. Yüce Allah’ın azâbı-cezâsı, yarattığı varlıklar vâsıtasıyla O’nun

dilediği zamanda ve dilediği şekilde gelebilir. Ya-pılması gereken O’nun gazabını ve azâbını çeke-cek söz ve tavırlardan uzak olmaktır.

Yaratıcı’ya Karşı Sorumluluklar Yerine Getirilmeyince!

Ekonomi, toplumun huzurlu bir hayat sür-mesi için çok önemli unsurlardan biridir. Eko-nomik dengelerin bozulması, toplumun huzur dengelerini alt üst eder ve kırar geçirir. İnsan-ların haksız kazanç, aldatma, hile, fâizcilik, tefe-cilik, karaborsacılık, fırsatçılık, bencillik, hırsızlık gibi günah tutkuları ekonomik hayata zarar ver-diği gibi; yine toplumun kötüleri ilâhî bir kısım azâbın inmesine davetiye çıkarabilir. Özellikle bütünüyle Yüce Allah’ın irâdesine emânet olan ekili dikili araziler, ne kadar insânî tedbirlerle korunmaya çalışılsa bile, sonunda her şey O’nun izni ve irâdesiyle olur. Rüzgârlar, yağmurlar, ik-lim değişiklikleri, zarar veren haşerât ve benze-ri yollarla bu alanda insanların beklentileri ger-çekleşmeyebilir. O’nun için kâinatın sahibi Yüce Yaratıcıya karşı sorumluluklar yerine getirilmeli ve insanlar O’nun merhamet ve şefkatine lâyık olmaya gayret etmelidir.

İnsanlık tarihi, pek çok azap çeşidine şahit olmuştur. Önemli olan yaşananlardan ve anla-tılanlardan ibret almaktır. Yüce Yaratıcı’ya karşı haddi aşıp inkâr ve günahlara sapanlar benzer azap çeşitlerinin kendi başlarına bizzat gelme-sini beklemeden inkâr ve günahlarından vaz-geçmelidirler. Unutulmasın ki ibret almayanlar için tarih tekerrür edecektir. Hak edenlere azap dünyada gelmezse âhirette mutlaka gelecek, hiç kimsenin yapıp ettiği yanına kalmayacaktır.

Âyetlerde haşere (kummel) kelimesi yanında, çekirge (cerâd) ve kurbağa (dafâdi’) ayrıca zikre-dilmiştir. Bu iki kelime de birer kere bu âyette geçmektedir. Bunlardan cerâd, bilinen ekin çe-kirgesidir ki, bütün yeşil ürünleri çok kısa süre-de yer bitirir, çırılçıplak eder. Buna göre, kavmin başına gelen tufandan sonra biten kuvvetli ve gür ekinleri çekirge sürüleri yemiş bitirmiştir. Kummel, henüz tohumundan yeni çıkmış ve ka-natlanmamış çekirge yavrusu yahut gâyet küçük karıncalara denir. Buğdaya düşen güve/buğday

bitine de denir. Bit başta olmak üzere siyah renk-li küçük böcekler, siyah kabuklu küçük haşereler için de bu kelime kullanılmıştır. Dafâdi’ kelimesi ise kurbağalar anlamına gelir. Bunlar İsrailoğul-larının hem bedenlerine, hem arazilerine ve hem de ev ve işyerlerine musallat olmuş, kendilerine ve yiyecek içeceklerine zarar vermiş, toplumda korkunç bir sosyal, ekonomik ve psikolojik çö-küntüye sebep olmuştur. Onların başına gelen bu azapların mâhiyeti ve süresi hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Önemli olan bunlarla meşgul olmadan, olanlardan ibret alabilmektir.5

Mûcizeler, İbret Alanlara Derstir

Fillerle donatılmış kibir Ebrehe ordusunu ebâbîl kuşlarının attığı küçücük çakıl taşlarıy-la, tanrılık davasına kalkan Nemrut’u küçücük sivrisinekle helak eden Yüce Allah, yine kibirli Fir’avun ve yandaşlarını küçücük haşerelerle cezâlandırmıştır.

Çekirge kelimesinin geçtiği diğer âyetler ise şöyledir:

“Kıyâmet saati yaklaştı, ay yarıldı. Onlar bir de-lil görünce hâlâ yüz çevirirler ve: ‘Bu süregelen bir sihir.’ derler. Yalanlarda kendi heveslerine uyarlar. Ama her işin karar kılacağı bir sonucu vardır.

And olsun ki, onları bu hallerinden vazgeçire-cek nice haberler gelmiştir. Bu haberlerin her bi-rinde üstün hikmet vardır; ama uyarmalar fayda vermiyor. Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün. Gözleri dalgın dalgın, çekirgeler (cerâd) gibi yayılmış, o çağırana koşarak kabirlerden çıkarlar. İnkârcılar: ‘Bu, zorlu bir gündür.’ derler.”6

Âyetlerde diriliş günü kabirlerinden kalkacak olan inkârcılar çekirgelere benzetilmiştir. Gece karanlığında toprağa yapışıp kalan, güneşin doğ-masıyla etrafa saçılan çekirgelere. Onlar şaşkın-lıkları ve kalabalık sürüler halinde koşuşmala-rıyla âciz çekirgelere benzetilmiştir. Nitekim bir başka âyette de onlar uçuşan kelebeklere (ferâş) benzetilmiştir: “O gün insanlar, ateş etrafında çırpınıp dökülen ateş böceği kelebeklere dönecek-ler.”7 Bu âyette yeryüzünün en güçlü varlığı akıllı

insanın zayıf ve âciz kelebeklere döneceği; bir sonraki âyette de yeryüzünün en sağlam yapıları yalçın dağların didilmiş pamuğa döneceği haber verilerek o güne hazırlıklı olunması istenmiştir. O dehşetli günde insanın düşeceği durumu anlatan çekirge ve kelebeklere benzeten iki âyeti birlikte düşündüğümüzde şöyle bir sonuç çıkmaktadır: O günün dehşetinden kimi insanlar çekirgeler gibi birbirinin üstüne yığılacak, tek bir hedefe doğru koşuşacak; kimileri de nereye gideceğini, nerede inip duracağını bilemeyen kelebekler gibi oraya buraya saçılıp darmadağın olacaktır.8

Unutmayalım ki geçmişte yaşanmış ve hâlen de yaşanabilen, insana âcizliğini ve çaresizliğini hatırlatan mûcizeler, ibret alanlara ders verme-ye devam etmektedir. Görmek isteyenler için, kısacık ömürlü küçücük varlıklarda kalıcı ve bü-yük dersler vardır.

Peygamberimizden gelen, “Bize kesilmeden yenebilen/iki ölü ve iki kan helal kılındı: Balık ile çekirge, karaciğer ve dalak.”9 hadisiyle yazımıza son verelim.

Dipnot* Prof. Dr. Ali AKPINAR

1. Bkz. Tarım Bakanlığı Web sitesi.2. 7/A’râf, 130-136.3. 21/Enbiyâ, 16, 44/Duhân, 38.4. 3/Âl-i Imrân, 191.5. Bkz. Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, Araf Suresi.6. 54/Kamer, 1-8.7. 101/Kâria, 4.8. Bkz. Mâtüridî, Te’vilâtü’l-Kur’ân; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân

Dili, Kâria Suresi.9. İbn Mâce, Et’ime 31; Müsned II. 97.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba8 9

Page 7: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Abdullah Dihlevî Hazretleri, 1156/1743’te Pencap’a bağlı Betale beldesinde doğ-du. Babası Kadiriyye’ye mensup Abdul-

latif adında bir zâttı. Yaşadığı bölgede Gulam Ali diye tanınmaktaydı. Kur’an-ı Kerim’i hıfze-derek başladığı ilk tahsilinin ardından Abulaziz Dihlevî (k.s.) ve yaşadığı bölgedeki diğer bazı âlimlerden tefsir, hadis ve fıkıh alanlarına dair pek çok eseri okudu.

Zâhirî ilimlere dair tahsilini belli bir aşama-ya kadar ikmal ettikten sonra babasından küçük yaşlarından beri gördüğü tasavvufî terbiyesini geliştirmek üzere arayışlara başladı. O bölgedeki bazı Çiştî şeyhlerinin sohbetlerine katıldı. Bu sı-rada 22 yaşına geldiğinde Delhi’de irşad faaliyet-lerini yürüten Mazhar Cân-ı Canân’la tanıştı. Ona intisap etmek istediğini belirttiğinde Mazhar: “Oğlum burada tuzsuz taş yalamaktan başka ne var ki? Zevk ve şevk istersen başka yere müra-caat et.” diyerek tevazu gösterdi. Aynı zamanda Mazhar, bu sözleriyle tasavvufî terbiyenin sabır isteyen bir eylem olduğuna dikkat çekmiştir. Ab-dullah Dihlevî (k.s.), hem içinde bulunduğu hâli bilen hem de tevazu gösteren Mazhar-ı Cân-ı Canân (k.s.)’ın bu tutumundan ziyadesiyle etkile-nerek “Makbul olan tuzsuz taş yalamaktır.” de-yip ona intisap etti. 15 yıllık (bazı rivayetlerde bu süre 22 yıl olarak geçmektedir) bir seyr ü sülûk sürecinin ardından şeyhinden irşad icazeti aldı. Cân-ı Canân’ın muhtemelen Şiî bir kişi tarafın-dan şehid edilmesinin ardından onun tekkesinde şeyh olarak görev yapmaya başladı.

Abdullah Dihlevî (k.s.)’nin tekkesi bir tasavvufî terbiye merkezi olmasının yanında, müridlere hadis, fıkıh ve kelâm ilmine dair derslerin veril-diği medrese gibi hizmet verdi. Şam, Anadolu, Irak, Hicaz, Horasan, Maveraünnehir vs. pek çok bölgeden insanlar onun dergâhına gelerek on-dan tasavvufî terbiye alıyorlardı.

Abdulah Dihlevî (k.s.) 82 yaşındayken 12 Sa-fer 1240/6 Ekim 1824’te Delhi’de vefat etti. Ce-nazesini vasiyeti üzerine halifesi Ebu Said Farukî kıldırdı ve aynı şehirde bulunan dergâhının hazi-resine defnedildi.

Abdullah Dihlevî (k.s.), cömertliği ve tevazu-uyla insanların gönlünde iz bıraktı. Dergâhına gönderilen güzel yemekleri yemez komşula-rına ikram ederdi. O az uyur, gece ibadetlerini ihmal etmezdi. Geceleri murakabe yapar ve Kur’an-ı Kerim okurdu. Sonra sabah namazını cemaatle kılardı. Namazdan sonra tekrar işrak vaktine kadar Kur’an-ı Kerim okur; işrak vaktini müteakip Kur’an-ı Kerim tefsiri okurdu. Kur’an-ı Kerim’den günlük virdinin on cüz olduğu kayde-dilmektedir. Öğlen namazından sonra da tale-belerine tefsir ve hadis dersleri okuturdu. İkin-di namazından sonra hadislerden ve İmâm-ı Rabbânî’nin Mektûbât’ından sohbet yapardı. Bazen Avarifü’l-Maârif ve Risale-i Kuşeyrî’den de anlatırdı. Akşam namazından sonra tevec-cüh yapardı. O çok nezih bir tabiata sahipti. Tü-tün içiciler yanına geldiğinde insanlar rahatsız olmasın diye güzel kokulu tütsüler yaktırır veya etrafına güzel kokular serptirirdi.

Abdullah Dihlevî (k.s.) namaz ibadetine ve onu cemaatle kılmaya çok önem vermekteydi. Namazın her aşamasının hakkını vererek tadil-i erkân ve huşû ile kılınması gerektiğini ifade edip bunun Hz. Peygamber (s.a.v.)’in emri ol-duğunu vurgulardı. Ona göre bütün ibadetlerin özellikleri namaz içinde toplanmıştır. Kur’ân-ı Kerim okumak, tesbih etmek, salâvat getirmek, günahlara tevbe etmek, yalnız Allah (c.c.)’tan yardım istemek ve O’na dua etmek bu özellik-lerden bazılarıdır. Namazdaki kıyam, rükû, sec-de ve oturuşların hepsi diğer varlıkların kulluk şekillerini temsil etmektedir.

Namazın Mirac Gecesi farz kılındığı bilin-mektedir. Bu sebeple miraca çıkan Hz. Pey-gamber (s.a.v.)’e uyma amacıyla namaz kılan bir Müslüman Allah (c.c.)’a yaklaştıran mânevî makamlara yükselir. Namazı terk edenin diğer emirleri kaçırması kolaylaşır.

Abdullah Dihlevî (k.s.)’ye göre irfanî ve kevnî olmak üzere iki tür keramet vardır. Sûfîlerin itibar ettiği keramet irfânî olanıdır. İrfanî kera-met halvette ve celvette, sevinç ve fersizlik hal-lerinde daima huzurda bulunma ve müşahede

Hat: Emre ÖZDEMİR

ALTIN SİLSİLE Kadir ÖZKÖSE* H. İbrahim ŞİMŞEK**

Abdullah Dihlevî (k.s)

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba10 11

Page 8: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

ile marifetullaha varmaktır. Kevnî keramet ise

bazı olağanüstü hallerin zuhur etmesidir. Bü-

yük zâtlar her iki keramete sahip olmalarına

rağmen ikincisini gizlemeyi tercih etmişlerdir.

Çünkü riya ve kibir onların yolunun dışındadır.

Abdullah Dihlevî (k.s.) keşif ve keramete sahip

olan müridlerini uyarıyor, onların kibre ve riya-

ya düşmemesi için bu gibi hâllerini gizlemeleri-

ni istiyordu. Çünkü keşif ve keramete takılmak

sûfîler için mânevî yolda ilerlemeye engeldir.

Ona göre kerametlerin en üstünü Allah (c.c.)

sevgisi ve Rasûlullah (s.a.v.)’a ittibadır. Diğerleri

bu ikisinden sonra gelir.

Abdullah Dihlevî (k.s.)müridlerine yazdığı

mektuplarında ve onlara yönelik öğütlerinde

onlara her zaman güzel huyları benimsemeleri-

ni tavsiye etmektedir. Onun sözünü ettiği bu gü-

zel huylar şöyle sıralanır: Yumuşak başlı olmak,

gerektiği yerde baş eğmesini bilmek, şefkatli ve

merhametli olmak, herkes için iyilik düşünmek,

arkadaşları arasında uyar olmak, iyiliksever ol-

mak, geçimli olmak, hizmet ehli olmak, topluma

ve ortama uymasını bilmek, güleryüzlü olmak,

cömert olmak, çıkarcı olmamak, dostluğa ve

sevgiye önem vermek, sözünde durmak, sakin

ve vakarlı olmak, Allah (c.c.)’a hamdederek O’na

dua etmek, nefsini küçümsemek ve başkala-

rını küçümsememek vb. O, Nakşî Tarikatı’nın

dört meseleden ibaret olduğunu söylerdi: Def’-i

havâtır, devam-ı huzur, cezbeler ve varidât.

Cömertlik Abdullah Dihlevî (k.s.)’nin çok

önem verdiği güzel ahlâk ilkelerinden biridir.

Yaptığı ikramların gizli kalmasına dikkat ederdi.

İnsanlara merhamet ve şefkatinde de aynı şe-

kilde cömert davranırdı. Dünyevî şeylere mey-

letmez ve mal-mülk edinme gibi gayretlere gir-

mezdi. Zenginler ve yöneticiler tarafından ken-

disine gönderilen dünyalıkları kabul etmezdi.

Dipnot* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE - ** Prof. Dr. H. İbrahim ŞİMŞEK

1. Bu makale Prof. Dr. Kadir Özköse ve Prof. Dr. H. İbrahim Şimşek’in Nasihat Yayınları’ndan neşredilen Altın Silsileden Altın Halkalar kitabının 367-371. sayfalarından özetlenmiştir.

Bâyezîd’le savaş varmış bahtında,Sultanlığı almış İkinci Selim,Dede Yavuz gibi devlet tahtında,Sekiz sene kalmış İkinci Selim…

Güzelim revaklar hâtıran senin,Ateş kesilmesin amel gülşenin,Sinan’ın eliyle Allah (c.c.) evinin,Kapısını çalmış İkinci Selim…

Uzun boy, sarı saç, gözleri yosun;Âlimleri hep korumuş fanusun,Sakız Adası’nın, Kıbrıs, Tunus’un,Deryâsına dalmış İkinci Selim…

Sokollu’nun pençesinde taşlar un!Edirne’den, Lefkoşe’ye var adın,Yahya Efendi’nin, Ebusuud ’un,Harmanında kalmış İkinci Selim…

Navarin verse de bir ince sızı,Osmanlı’nın kesilir mi hiç hızı?Yeniden yaptırıp donanmamızı,Okyanusa salmış İkinci Selim…

Yeniden fethedip Yemen ilini,Rusların vergiyle kırmış belini,Açe’ye uzatmış yardım elini,Hayırlara dalmış İkinci Selim…

Çektiğin yaylarda tutuşmuş temren,Şâir Bâkî, Nigârîye… Himâyen,İstanbul’da doğmuş ilk padişahken,İstanbul’da solmuş İkinci Selim…

Ayasofya Külliyesi ne serin,İki minâre gölgesinde var yerin!Selimiye gibi çok şâheserin,Mihmandarı olmuş İkinci Selim…

Her zaman tövbekâr, her dâim pişman,Latif tabiatlı, yumuşak insan,Kimseye sebepsiz olmamış düşman,Mütevazı kulmuş İkinci Selim…

Hayran hayran baktıkça her delile,Ataları şiir olur Celil’e,Kısacık saltanat devrinde bile,Destanları bulmuş İkinci selim…

Halil GÖKKAYA

İkinci Selim

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba12 13

Page 9: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

İTİKAT Ramazan ALTINTAŞ*

Aile, insanoğlunun içinde doğduğu, yetiş-

tiği ve ilk eğitimini aldığı sosyal bir top-

luluktur. İnsanın yeryüzüne ayak basma-

sıyla birlikte aile kurumu da oluşmuştur. Yüce

Allah, insanı kadın ve erkek olarak çift yaratmış-

tır. Birbirlerine sevgi ile yaklaşsınlar ve birbirle-

rinden huzur bulsunlar diye onları birbirine çe-

kici hale getirmiştir. Neslin devamı bu çekiciliğe

ve birlikteliğe bağlıdır. İşte bu birliktelik aileyi

oluşturur. Kur’an-ı Kerim’de ilk insanın yaratılışı

ile ilgili geçen âyetlerde şöyle buyrulur:

“Hepinizi bir özden (Âdem’den) yaratan ve er-

kek için can yoldaşı edinsin diye kendi özünden

eşini (Havva’yı) yaratan O’dur.”1

“Ey insanlar! Sizi bir özden yaratan ve ondan

da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın

(meydana getirip) yayan Rabb’inize karşı gelmek-

ten sakının.”2

Bu âyetlerden anladığımız kadarıyla Hz.

Âdem ve Hz. Havva, “tek bir özden” yaratılmış-

lardır. Aynı özden yaratılan kadının, erkeğin

yanı başında bulunmasının hikmeti, iyi bir eş ve

eşini sükûnete eriştirmesi, aynı şekilde benzer

özden yaratılan erkeğin de, eşinin yanı başında

bulunmasının hikmeti, kadını huzur ve sükûnete

kavuşturmasıdır.

Kur’an-ı Kerim, insanlık tarihinin Hz. Âdem

ve Hz. Havva’dan oluşan bir aile ile başladığı-

nı gösteriyor. Yeryüzünde yaşayan insanların

ilk atası olan Hz. Âdem bir eşe sahip olmuş ve

bu ilk karı-kocanın çocuklarıyla beraber bir aile

yuvası kurulmuştur.3 Dolayısıyla dünya hayatı,

Hz. Âdem ve eşiyle birlikte başlamış ve bu hayat

onlardan doğan çocuklarla kıyamet gününe ka-

dar devam edip gidecektir. Zira Âdem olmadan

Havva olmaz; Havva olmadan da Âdem olmaz.

Her bir eş, birbirini tamamlayan bir bütünün

parçaları gibidir.

Aile, insanlığın sonradan tanıştığı bir kurum

değildir. Bakara Sûresi’nin 35. ve A’raf Sûresi’nin

19. âyetlerinde; Hz. Âdem, eş, mesken ve cen-

net kavramlarının birbiri ardınca kullanılma-

sı, “bir değer olan aile” için son derece önemli

bir anlatım biçimidir: “De ki: ‘Ey Âdem! Sen ve

eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol

bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa

zâlimlerden olursunuz.” Bu âyette de anlatıldığı

gibi Hz. Âdem’in eşiyle ikâmet edeceği mekânın

adı, “mesken” olarak ifade edilir. Mesken, “için-

de sükûn ve huzur bulunan ev” anlamına gelir.

Bu bağlamda dünya meskenleri, cennetteki haz

ve huzur veren köşklerle4 ilişkilendirilmiştir.

Bunun anlamı, bir Müslüman ailenin evi, salt

mimari anlamda değil, mânevî ve ahlâkî an-

lamda da bir mesken olarak huzur bulunan bir

dünya cennetine dönüştürülmelidir. Yine aynı

âyetlerde anlatılan Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın

şahsındaki uyarılarda, “ağaç metaforu”yla ha-

ramlar dile getirilir.5 “Bu ağaca yaklaşmayın!”

çağrısı, “Allah’ın çizdiği sınırları ihlal etmeyin!”

anlamınadır. Kur’an’dan öğrendiğimiz kadarıy-

la Hz. Âdem’in yasağı çiğnemesinin teşvikçisi

Hz. Havva değil, doğrudan şeytandır: “Derken,

şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları, içinde

bulundukları konumdan çıkardı.”6 Bu sebeple ya-

pılması gereken insan ve cin şeytanların aileyi

ifsat etmesine fırsat vermemektir.

Bizim Örneğimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)

Her konuda olduğu gibi7 aile hayatı konu-

sunda da bizim örneğimiz Hz. Muhammed

(s.a.v.)’dır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de onun aile

hayatı bize örnek olarak anlatılır: “Ey Ehl-i Beyt!

Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yap-

mak istiyor.”8 Bu âyette geçen Ehl-i Beyt tabiri,

“İslâm inancına göre aile kurmak, insanı, Rabb’ine yaklaştıran ilâhî emre itâat etmektir.”

Aile KurumuBir Değer Olarak

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba14 15

Page 10: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımları ve çocukları

için kullanılmıştır. Onun ailesi, bütün İslâm üm-

metine rol model oluşturacak olan bir ailedir.

Ahlzâb Sûresi’nin 33. âyetiyle Ehl-i Beyt’e, “Siz

sıradan bir aile değilsiniz, dolayısıyla gündelik

hayatınızda yapıp-ettiklerinize çok dikkat edi-

niz, helâl ve haramlar konusunda hassasiyetle-

rinizi ön planda tutunuz.” demek istenmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), aileye büyük önem

vermiş ve aile kurmayı daima teşvik etmiştir.

Çünkü aile, hem erkeğin, hem eşinin ve hem

de çocukların huzur bulacağı bir ortamdır. Aynı

zamanda aile neslin devamının bir sebebi, ilk

eğitim okulu, kişiyi çeşitli kötülüklerden ve gü-

nahlardan koruyan bir hisar gibidir. Bundan do-

layı Hz. Peygamber (s.a.v.), evlilik çağına gelen

gençleri aile kurmaya yönlendirici uyarı ve tav-

siyelerde bulunmuştur: “Ey gençler topluluğu!

Gücü yeten evlensin.”9 Bir başka rivâyette de:

“Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi

uygulamazsa, benden değildir.”10 buyurmuş-

lardır. İslâm, maddî bakımdan yoksul olup da

evlenme imkânı olmayan kız ve erkekleri evlen-

dirmeyi topluma bir görev olarak verir.11 Bir tek

insanı, kadın-erkek olarak iki ayrı cinste yaratıp

birini diğeriyle mutlu etmek, aralarında gönül

ve sevgi bağı tesis etmek Yüce Allah’ın insanlığa

en büyük bağışıdır.12

Huzurlu ve Mutlu Ailenin Şifreleri

İslâm, evliliğe birey ve toplum açısından

bir yücelik, temizlik ve korunması gereken bir

değer olarak bakmıştır. Kur’an-ı Kerim’de aile

yuvası ile ilgili bağlılıklar, çok ince ve dokunaklı

tasvirlerle canlandırılır. Bu tasvirlerde bile bir

şefkat meltemi eser, bir huzur gölgesi açılır ve

etrafa tatlı bir duygu yayılır: “Kendileriyle huzur

bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yarat-

ması ve aranızda bir sevgi ve rahmet var etmesi,

O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.

Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette

ibretler vardır.”13

İslâm inancına göre aile kurmak, insanı,

Rabb’ine yaklaştıran ilâhî emre itâat etmektir.

Bu sebeple, aile ilişkilerinde asıl olan kararlılık

ve sürekliliktir. Bunu sağlamak için İslâm, evliliği

ve aile olmayı ibadet derecesine yükseltmiştir.

Yoksa aile, salt iki kişinin biyolojik anlamda bir

araya gelmesinden ibaret değildir. Çünkü evlilik,

eşler arasında bir sözleşme biçimidir. Bu söz-

leşmenin kalıcı hale gelmesi ve ailede mutlulu-

ğun devamı için taraflar arasında sevgi ve saygı

bağlarının güçlendirilmesi gerekir. Hz. Peygam-

ber (s.a.v.), eşleri ile kendi arasında sevgi bağ-

larını pekiştirecek, aralarında yakınlığı artırabi-

lecek şekilde senli-benli olur, onlarla şakalaşır-

dı. Yine eşlerinin hoşuna gidecek tarzda onlara

hitap eder ve sevgisini söz ve davranışlarıyla

gösterirdi. Meselâ Hz. Aişe Vâlidemize ‘Ayşecik’

gibi onun hoşuna gidecek sözler söylediği, ken-

disiyle koşu yaptığı, Hz. Aişe’nin başını omzuna

dayayarak Mescid-i Nebevî’de savaş oyunları

oynayan Habeşli oyuncuları birlikte seyrettikleri

bilinmektedir.

Mutlu aile bağlarının güçlenmesinde sevgi

kadar eşlerin arasında saygının varlığı da çok

önemlidir. Buna eskiden hüsn-i muâşeret der-

lerdi. Yani güzel geçinme, hep iyi tarafları gör-

me, nâzik davranma, affedici olma, karşı tarafın

da haklarının olduğunu bilme ve bunu kabullen-

medir. Bu konuyla ilgili Kur’an-ı Kerim’de şöyle

buyrulmaktadır: “Eşlerinize güzel ve iyi ölçülerle

davranın.”14 , “Affedici olmanız takvâya daha uy-

gundur. Aranızdaki iyilikleri unutmayın.”15

Saygının temelinde iki tarafın birbirlerini

kendilerine benzetmeye çalışmamaları ve oldu-

ğu gibi kabul etmeleri anlayışı vardır. Zira bir-

birlerini devamlı tenkit eden, kendini diğerine

kabul ettirmeye, sürekli güvensizlik ve tek mer-

kezli karar vermeye çalışan aile bireyleri ara-

sındaki bu tür davranışlar mutlu aile yapılarını

zayıflatır. Hâlbuki bu davranışların aksine, bir-

birlerini düşünen, uzlaşma yolunu tercih eden,

birlikte paylaşmayı erdem sayan ve ortak karar

almayı ahlâkî bir tavır olarak gören aile bireyleri

arasında sevgi, saygı ve sadâkat bağları kuvvet-

lenir. Aile hayatında, hanımın kocasına, kocanın

hanımına güvenmesi, sadâkatsizlik yapmaya-

cakları konusunda birbirlerinden emin olmaları,

huzurun mutlak adresidir. İlk vahiy geldiğinde

Hz. Peygamber (s.a.v.), üzerine yüklenen so-

rumluluğun ağırlığını düşünerek endişesini dile

getirdiğinde, eşi Hz. Hatice Vâlidemiz onu şöyle

tesellî etmişti: “Hayır, endişe etme! Allah seni

aslâ utandırmaz. Çünkü sen, akrabalarına kar-

şı sorumluluklarını yerine getiren, ailene değer

veren, sözün en doğrusunu söyleyen, yokluk

içinde yaşayanlara yardım eden güvenilir bir

kimsesin.” Görüldüğü gibi, Hz. Hatice’nin dile

getirdiği Hz. Peygamber (s.a.v.)’le ilgili nitelikler

arasında, “güvenilir” oluşu da yer almaktadır.

Bu bir sadâkattir. Aynı şekilde huzurlu ve mut-

lu bir aile için doğruluk ve dürüstlük anlamına

gelen sadâkat, olmazsa olmaz ilkelerdendir.

O halde aile mutluluğunun harcı, karı-koca ve

çocuklarla birlikte karılacaktır. Hz. Peygamber

(s.a.v.), “Bizi aldatan bizden değildir.”16 buyurmak

sûretiyle sadâkatsizliği yermiştir. Dolayısıyla,

sevgi, saygı, sadâkat ve güven temelinde kuru-

lan bir aile düzeni beraberinde huzur ve mutlu-

luğu getirecektir.

Şiddet, Ailede Huzursuzluğun Temel Kaynağıdır.

Öte yandan, aile içinde sevgi, saygı ve güven

bağlarını zedeleyen huzur ve mutluluğu bozan

sebepler arasında şiddet gelmektedir. Şiddet,

bireyin bedenen ya da rûhen zarar görmesine,

yaralanmasına ya da sakat kalmasına sebep

olan bireysel ve toplu hareketler şeklinde ta-

nımlanır. Maalesef yerine göre şiddetin öznesi,

kadın, erkek, çocuk ya da hayvanlar olabilmek-

tedir. Bu konuda da bizim örneğimiz Hz. Pey-

gamber (s.a.v.) olmalıdır. O, hiçbir zaman, eş-

“Mutlu aile bağlarının güçlenmesinde sevgi kadar eşlerin arasında saygının varlığı da çok önemlidir.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba16 17

Page 11: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Cahilliği bırak, ilme doğru koşArayan bulurmuş, en doğru yolu.İstersen bir dene, çokları bomboş Kafa aç, gönlü aç; sanma ki dolu.

Allah’ına yalvar, aç elleriniKıyam et rükûda, bük bellerini Kendiler mi seçti, o hâllerini?Ne olur horlama, yetimi, dulu.

Gizli sırlarını, ele söylemeNefse uyup, yaylalarda yaylamaÜç “K” ye önem ver, ihmal eylemeGüçlü tut her zaman, kafa, kalp, kolu.

Bizi değil, teröristi korurkenZâlim güçler, arkamızdan vururkenBâtıla ne gerek, Hak yol dururkenGençlikten uzak tut, hem sağı, solu.

Arzı, semâvâtı; halk etmiş Rabb’imGüneşi batırmış, karartmış Rabb’imAhsen-i takvimle, yaratmış Rabb’imEften, püften şeyle, incitme kulu…

Hanifi KARA

İlme Koş

Dipnot* Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ

1. 7/A’râf, 189. 2. 4/Nisâ, 1. 3. Bkz. 5/Mâide, 27; 7/A’raf, 23; 20/Tâhâ, 117-119. 4. 9/Tevbe, 72. 5. 2/Bakara, 35; 7/A’râf, 19.6. Bkz. 2/Bakara, 36. 7. Bkz. 33/Ahzâb, 21.8. 33/Ahzâb, 33.9. İbn Mâce, Nikâh, 7. 10. İbn Mâce, Nikâh, 1. 11. Bkz. 24/Nûr, 32.12. Bkz. 16/Nahl, 72. 13. 30/Rûm, 21.14. 4/Nisâ, 19. 15. 2/Bakara, 237. 16. Müslim, Îmân 164, Fiten 16.17. 4/Nisâ, 19.18. 4/Nisâ, 35.

lerine karşı ne şiddet içerikli bir söz söylemiş

ve ne de fiziksel anlamda şiddet uygulamıştır.

Aile hayatında eşler arasında zaman zaman baş

gösterebilecek kırgınlıklar olabilir. Sorun, şiddet

yerine; sabır, sevgi ve karşılıklı anlayışla barış

içinde çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda

Kur’an’ın çözüm tarzı şöyledir: “Ey inananlar!

Kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmı-

yorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok ha-

yırlı kılmış olabilir.”17 Dolayısıyla, eşler arasında

çıkabilecek uyuşmazlık ve dargınlıklar, ailelerin

en yakınlarından oluşan bir hakem heyetiyle de

çözüme kavuşturulabilir.18 Bütün toplum kesim-

lerince insana ve canlılara yönelik her türlü şid-

detin önlenmesinde alınacak yasal tedbirlerle

birlikte; din, ahlak ve değerler eğitimine ağırlık

verilmelidir.

Sonuç

Netice olarak, aile, toplumun çekirdeğidir.

İslâm, aile kurmayı teşvik etmiş ve özendirmiş-

tir. Biz geleceğimizi ya ailede kazanacağız ya

da ailede kaybedeceğiz. Aile, hafife alınacak bir

kurum değil, özenle tahkim edilmesi ve üzerin-

de titrenmesi gereken bir kurumdur. Aile ne

otel ve ne de lokantadır. Orası bütün yönleriyle

huzur yuvasıdır. Allah’ın emir ve nehiylerinin ko-

runduğu, İlâhî bildirimin ihlal edilmediği bu ku-

rum ebediyyen varlığını devam ettirmelidir. Aile

içinde barışın sağlanması ve devamlılığı, ancak

aile bireylerinin birbirlerine gösterecekleri sev-

gi, sadâkat, güven ve saygıya bağlıdır. Unutul-

mamalıdır ki, sevgiye giden yol, saygıdan geçer.

Ayrıca ailenin iyi zamanları olacağı gibi, sevim-

siz geçen zamanları da olabilir. Önemli olan

böyle durumlarda, hissi hareket etmeden akılcı,

yapıcı ve soğukkanlı hareket edilmeli suhûlet ve

kararlılıkla sorunun üzerine gidilmelidir.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba18 19

Page 12: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

KÜLTÜR M. Nihat MALKOÇ

İstanbul’da Doğup Yine İstanbul’da Ölen İlk Padişah: Sultan II. Selim

Osmanlı padişahlarının 11.si, İslâm halife-

lerinin 90.sı olan II. Selim, 28 Mayıs 1524’te

İstanbul’da, Topkapı Sarayı’nda doğmuştur.

O, İstanbul’da doğan ilk padişahtır. Babası

Osmanlı’nın yükselme dönemi padişahlarından

Kanûnî Sultan Süleyman, annesi ise Slav köken-

li Hürrem Hanım’dır. Çocukluğu İstanbul’da Eski

Saray’da geçmiştir. 16 yaşına kadar sarayda ya-

şayan II. Selim, burada çok iyi bir eğitimden ge-

çirilmiştir. Zamanın şöhretli âlimlerinden olan

Cafer Efendi, Halimî Efendi ve Ataullah Efendi

gibi önemli şahsiyetlerden ilim tahsil etmiştir.

Tarihî kaynaklara göre Sultan II. Selim’in,adı

bilinen tek hanımı Nurbanu Sultan’dır. Sultan

II. Selim’in Nurbanu Sultan’la olan evliliğinden

Murad/Sultan III. Murad, Mehmed, Mahmud,

Süleyman, Mustafa, Cihangir, Abdullah, Osman

adlı sekiz oğluyla; Esma, Fatma, Şah Sultan,

Gevher Mülük adlarında dört kızı vardır.

Evvelâ cihan padişahı Kanûnî’nin rahle-i

tedrisinden geçen II. Selim, 1542’de henüz 16

yaşındayken Konya sancakbeyliğine atanmıştır.

1544’te Manisa Sancakbeyi olarak tayin edilmiş

ve 1558’e kadar 14 sene boyunca bu önemli

görevde kalmıştır. Böylece devlet idaresi konu-

sundaki tecrübelerini artırmıştır. Bu deneyimler

onun ilerideki işini kolaylaştırmıştır. Şehzade

Selim’in Manisa’da on dört yılı bulan idareciliği

zamanında bölgenin asayişiyle yakından ilgi-

lendiği ve bazı imar faaliyetlerinde bulunduğu

bilinmektedir. Sultan 1558’de tekrar Konya

Sancakbeyliği’ne atanmış, 1562’ye kadar orada

kalmıştır.

Şehzade Selim orta boylu, geniş omuzlu,

mavi gözlü, şahin bakışlı, heybetli ve yakışıklı bir

padişahtı. Kimseyi incitmeyen sevgi dolu bir in-

sandı. Sarışın olduğu için “Sarı Selim” olarak da

anılan II. Selim, Kütahya Sancakbeyi iken baba-

sı Kanûnî Sultan Süleyman vefat etmiş, bunun

üzerine II. Selim, Kütahya’dan payitaht merkezi

olan İstanbul’a gelmiş, 30 Eylül 1566 tarihinde

42 yaşında iken Osmanlı tahtına oturmuştur.

Tahta çıktığı günün ertesinde Eyüp Sultan’a gi-

derek türbeyi ziyaret etmiştir. Bu durum daha

sonra adeta bir geleneğe dönüşmüş, tahta çı-

kan padişahlar ilk iş olarak Eyüp Sultan’ı ziya-

“II. Selim, Osmanlı padişahları içerisinde önemli bir sima olarak kabul edilir. O, İstanbul’da doğup tahta oturan ilk Osmanlı padişahıdır.”

İstanbul’da Doğupİstanbul’da Ölen İlk Osmanlı Padişahı:

II. SelimNam-ı Diğer, Sarı Selim

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba20 21

Page 13: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

ret etmişlerdir. Kardeşleri Şehzade Bayezid ve

Şehzade Mustafa daha evvel öldürüldükleri için

tahtın tek varisi konumundaki II. Selim, tahta

geçerken herhangi bir sıkıntı yaşamamıştır.

Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu Sultan II. Selim’le

ilgili olarak şunları söyler: “Bizim tarihçile-

rin “vasat zekâlı” dediği Şehzade Selim (şehza-

deler arasında en eğitimli olanıdır, Enderun eği-

timi 16 yıl sürmüştür), dengeleri gözetmiş, her

adımını dikkatle atmış, babasının bir dediğini iki

etmemiş, hangi sancağı vermişse itirazsız git-

miş (Şehzade Bâyezîd gitmemişti meselâ), ken-

disini padişahlığa yükseltecek yolu sabır taşla-

rından örmüştür. Zamanı geldiğinde de “Sultan

II. Selim” olarak atalarının tahtına oturmuştur.»

Dönemin ünlü sadrazamı Sokullu Mehmed

Paşa, Kıbrıs kuşatmasının zamanlamasına karşı

çıkmasına rağmen Kıbrıs II. Selim zamanında

fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Sultan II. Selim, Kıbrıs’ın fethine vezir Lala Mus-

tafa Paşa ile Vezir Piyale Paşa’yı tayin etmiştir.

Bu iki önemli şahsiyetin öncülüğündeki Osmanlı

Ordusu Haçlı savunmasını kırarak ada toprakla-

rını sınırlarımıza katmıştır. Böylece Kanûnî’nin

vasiyeti de yerine getirilmiştir. Zira Kanûnî’nin,

oğlu Selim’den en büyük isteği Kıbrıs’ı düşman-

dan almasıydı.

Kıbrıs’ı kaybeden Haçlılar, Osmanlı’ya kar-

şı daha güçlü bir donanma kurma seferberliği

içerisine girmişlerdi. Güçlenen Haçlı Donan-

ması İnebahtı önünde demirleyen Osmanlı’ya

saldırmıştı. Şiddetli saldırıların akabinde ta-

rihler 7 Ekim 1571’i gösterdiğinde Haçlı Do-

nanması İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı

Donanması’nı yendi. Böylece Osmanlı Donan-

ması ilk yenilgisini almış oldu. Bu savaşa “Don

Kişot” adlı klasik romanıyla tanınan ünlü İspan-

yol şair ve yazarı Cervantes de katılmış, savaş-

ta bir kolunu kaybetmişti. Türklere esir düşen

yazar, Cezayir’de esir olarak yaşadığı beş yıldan

sonra serbest bırakılmıştır.

II. Selim, Osmanlı padişahları içerisinde

önemli bir sima olarak kabul edilir. O, İstanbul’da

doğup tahta oturan ilk Osmanlı padişahıdır.

Tahtta kaldığı sekiz yıl boyunca şahsen hiçbir se-

fere çıkmadı. Babası Kanûnî Sultan Süleyman’ın

sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa’yı sadrazam-

lıkta tutarak devletin devamlılığını sağladı, işle-

rin çoğunu sadrazamına bıraktı.

Hatta bazı tarihçilerin söylediğine göre So-

kullu Mehmed Paşa’nın gölgesinde kaldı. Za-

manının çoğunu İstanbul’da sarayda ve kışın

Edirne’de geçirdi. Sanata ve edebiyata meyilli

olduğu için yanına topladığı şairlerle ve musiki-

şinaslarla bir arada bulunmayı tercih etti.

Kelimelere Hükmeden Şair Padişah Yahut Selimî’nin Edebî Serencamı

Zarif ve duygulu bir insan olan II. Selim, ba-

bası Kanûnî gibi şair padişahlarımızdan biridir.

Kudretli bir kalemi vardır. Usta işi şiirlerinde

Selîm, Selîmî veya Tâlîbî mahlaslarını kullan-

mıştır. Divan edebiyatı nazım şekilleriyle birbi-

rinden güzel şiirler kaleme almıştır. Divanı ol-

madığı söylense de Kâtip Çelebi bu düşüncede

değildir. Celal Bey ve Durak Çelebi’nin yanı sıra

Kara Fazlî, Münşî Bâlî Çelebi, Konevî, Meşâmî,

Ulvî, Hatemî, Kâsımî, Fırâkî, Makâlî, Merdümî,

Nigarî gibi şair ve âlimlerle; sancak beylerinden

Gülâbî Çelebi, hânende Mirek Çelebi, Adanalı

Tanbûrî Şeyhzâde Mustafa, Şeyhzâde Mehmed

Çelebi, Memi ve Kasapzâde Na’li gibi musiki

üstatlarına şehzadelik yıllarından beri itibar et-

miş, özellikle Şeyhülislam Ebussuud Efendi’ye

büyük bir saygı ve hürmet göstermiştir.

O, şiirlerinde hak ve hakikatin sözcülü-

ğünü de yapmıştır. “Yâ Rasûl-ı müctebâ eyle

şefâ’atlerehâ/’Abd-i’ âciz bir günehkâram gönülde

yok sivâ//Eylemiş Allah bu tahtı nasîbümmetüne/

Ben günehkâradegül lâyık bu ihsân u ‘atâ//’Âcizem

pür-asem ü zenb ü pür-ma ‘âsîdür kulun/Merha-

met kılmazsan ey şâh-ı rüsûl hâlüm hâlüm fenâ/

Lutf u ihsânındanümmîdkesmezem kim şefkatün/

Bu Selîmî elbet eyler mevsûl-ı râh-ı Hudâ.” mısrala-

rı, onun Peygamber Efendimiz’e duyduğu katıksız

sevgi ve muhabbeti izhar eden söz hazineleridir.

“Dönemin kaynaklarında zevk ve eğlenceye

düşkün, içki meclislerine müdavim, çevresinde

âlim ve şairlerin bulunmasından hoşlanan, bu-

nun yanı sıra müzisyen, güreşçi, cambaz gibi gös-

teri erbabını yanından eksik etmeyen, cömert,

kimsenin kalbini kırmak istemeyen âlicenap bir

hükümdar olarak tanıtılır. Bununla beraber halk

içinde fazla görünmediği, babası Kanûnî’nin sık

sık cuma selâmlığına gitmesine ve bu vesileyle

halk içine çıkmasına karşılık onun bunu ihmal et-

tiği ve sarayda vakit geçirdiği belirtilir.”1

Geleceğe İz Bırakmak Yahut Sultan II. Selim’in İmar ve İnşa Faaliyetleri

Sultan II. Selim memleketin imar ve inşa-

sıyla da yakından ilgilenmiştir. 1569 yılında

Karadeniz’le Hazar Denizi’ni bir kanalla birleş-

tirme çalışmalarını başlatsa da bu çalışma ya-

rıda kalmıştır. Yine Ayasofya Camii onun zama-

nında yeniden onarılmış ve camiye iki minare

eklenmiştir. II. Selim, Ayasofya’nın etrafını ta-

mamen temizletmiş, buradaki evleri yıktırmış,

payandalarla Ayasofya Camii’ni kuvvetlendir-

miştir. Bu tamiratı Mimar Sinan’a yaptırmıştır.

Kanûnî Sultan Süleyman’ın ölümünden sonra

birbirinden güzel mimarî eserler vermeye de-

vam eden Mimar Sinan’ın en büyük eserle-

rinden biri olan, ustalık eserim dediği Edirne

Selimiye Camii, Edirne’yi çok seven ve zaman

zaman oraya gidip kalan Sultan II. Selim için ya-

pılmıştır. Söz konusu muhteşem mabet 30 Ekim

1574’te ibadete açılmıştır. Yine Sultan II. Selim

döneminde Eyüp Zal Mahmud Paşa, Konya Se-

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba22 23

Page 14: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Beyaz zemin üzerine kırmızı, lacivert, mavi, fi-

ruze, yeşil ve siyah renkli sır altı tekniğindeki çi-

nilerde hatâyî, yaprak ve çiçek motiflerinin yanı

sıra vazodan çıkan çiçeklerden oluşan düzenle-

meler ve süpürgelikte mermer taklidi bezeme-

ler vardır.”2

Dışı tamamen mermer kaplı olan yapı sekiz

köşelidir. Giriş kapısının iki yanına beyaz zemin

üzerine mor, kırmızı, yeşil, mavi çiçek desenli

çini panolar yerleştirilmiştir. 16.yüzyılın en gü-

zel çini örneklerinden olan bu panolardan, sol

taraftaki çini pano aslının taklididir.

İstanbul’da diş hekimliği yapan ve Sultan II.

Abdülhamid’in de diş hekimi olan, eski eser ko-

leksiyoncusu Albert Sorlin Dorigny tarafından

1895 yılında restore edilmek üzere Fransa’ya

götürülen bu panonun imitasyonunun yapılarak

yerine takıldığı, orijinalinin ise bugün Louvre

Müzesi’nin “Arts of Islam” bölümünde 3919/2-

265 envanter numarası ile sergilendiği bilin-

mektedir.

Türbenin ana giriş kapısı, kündekârî tarzın-

da, sedef kakmalı ve geometrik bağa bezemeli

olup, ahşap işçiliği açısından seçkin bir örnektir.

II. Selim Türbesi’nde 42 sanduka yer almakta-

dır. Girişin karşısında, Osmanlı tahtında 8 yıl 2 ay

19 gün saltanat sürmüş olan Sultan II. Selim yat-

maktadır. Padişahın bir yanında oğlu III. Murad’ın

annesi olan ve 1585 yılında ölen Nurbanu Sul-

tan, diğer yanında ise kızı ve Piyale Paşa’nın eşi

Hacer Güherhan Sultan, onun yanında, diğer kızı

Sokullu Mehmet Paşa’nın, daha sonra da Kalaylı

Koz Ali Paşa’nın eşi olan İsmihan Sultan yatmak-

tadır. Kapıdan girişte soldaki iki sandukadan biri,

II. Selim’in kızlarından ve Siyavuş Paşa’nın eşi

Fatma Sultan’a aittir. II. Selim’in oğulları Süley-

man, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ve III.

Murad’ın oğulları ve kızları da bu türbede gömü-

lüdür. Allah cümlesine rahmet eylesin.

Dipnot

1. Feridun Emecan, Selim II Maddesi, Diyanet Vakfı İslâm An-siklopedisi

2. Zeynep Hatice Kurtbil, “Selim II Türbesi” Maddesi, Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

limiye Camii, Lüleburgaz Sokullu Camii ve Kül-

liyesi, Karapınar Sultan Selim Camii, Payas Sul-

tan Selim Camii ve Külliyesi, Kasımpaşa Piyale

Paşa Camii gibi eserler de yapılmıştır. Bunlar-

dan başka Mekke-i Mükerreme’nin suyollarının

tamiri, Mescid-i Haram’ın mermer kubbeleri,

Lefkoşe Selimiye Camii’nin inşası, Aziz Efendi

Tekkesi, Navarin Limanı’na hâkim bir mevkie

yaptırdığı kule onun birbirinden güzel ve önemli

hayır çalışmalarından birkaçıdır.

Taşların Sonsuzluğu Soluduğu Uhrevî Bir Mekân: II. Selim Türbesi

Her fâni gibi II. Selim de bu âlemden göç-

müştür. Sultan II. Selim, İstanbul’da doğan ve

İstanbul’da ölen ilk Osmanlı padişahıdır. Sultan

II. Selim’in türbesi Ayasofya haziresindedir. Sul-

tan II. Selim Türbesi, İstanbul türbelerinin en

güzellerinden biri olup, ünlü Türk mimarı Mi-

mar Sinan’ın yaptığı 18 türbeden biridir. Sultan

henüz hayatta iken Mimar Sinan’a kendisi için

Ayasofya’nın yanında bir türbe yapmasını em-

retmiş, ancak 1574’te öldüğünde türbe henüz

bitmemiş olduğundan, türbenin inşasına devam

edilerek üç yıl sonra (1577’de) tamamlanmış-

tır. Padişah II. Selim türbe henüz tamamlanma-

dan vefat ettiği için türbenin yanındaki otağa

gömülmüştür. Türbe tamamlandığında oraya

nakledilmiştir. Türbe birçok kez onarımdan ge-

çirilmiştir.

İslâm Ansiklopedisi’nde II. Selim türbesiy-

le ilgili şu bilgiler verilir: “Mimar Sinan’ın inşa

ettiği yapı dışta köşeleri genişçe pahlı kare bir

plana sahiptir ve içte sekizgen bir galeriden

meydana gelmektedir. Çift kubbe ile örtülü olan

yapıda dış kubbe yüksek kasnaklı olup duvarla-

ra oturmakta, iç kubbe sütunlar üzerindeki sivri

kemerlerle taşınmaktadır. Dıştan etrafı silme-

lerle çevrelenmiş mermer kaplı yapının cep-

helerindeki, sırtı yaprak motifleriyle bezenmiş

kaval silme iki katlı bir görünüm oluşturmakta

ve üstte profilli bir kornişle sonlanmaktadır. Gi-

riş cephesinde altlı üstlü ikişer, diğer cepheler-

de dörder pencere açılmıştır. Dikdörtgen söveli

olan alt sıra pencereleri iki renkli taşla örülmüş

sivri hafifletme kemerine sahiptir. Kalem işi ve

ahşap süslemelerin kullanıldığı yapıda duvarlar

ikinci sıra pencerelere kadar çini kaplanmıştır.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba24 25

Page 15: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Bütün peygamberlerin getirdiği mesajın

iki yönü vardır; din yönü, şerîat yönü. Ba-

zen din ile şerîat kelimeleri birbirilerinin

anlamını kapsayacak şekilde kullanılır. Ancak

özel kullanımda din kavramı, İslâm’ın daha çok

inanç ve ahlâk yönünü, şerîat ise hukuk ve sos-

yal hayatla ilgili kısmını ifade eder.

Yüce Allah, kâinâtı yarattığı ilk günden beri

onun idaresini insana vermiştir. Bu sebeple de

ilk insan Adem (a.s.), aynı zamanda ilk peygam-

berdir. İnsana Kur’an’da “halîfe” denilmiş olma-

sı son derece anlamlıdır. Âyette geçen bu ifa-

deyi, “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi, insanlar

arasında emir ve yasaklarının uygulayıcısı ve

insanları idare eden kimse” diye açıklamışlardır.

Yeryüzünde insan nüfusu artıp insanlar milletle-

re, boy ve kabîlelere ayrılınca, peygamberlerin

sayısı da artmıştır. İnsanı yeryüzünde irâdesinin

bir temsilcisi kılan Yüce Allah, onu hiçbir za-

man başıboş bırakmamış ve bırakmayacağını

açıkça belirtmiştir. Aynı zamanda insanın boş

yere yaratılmadığını da Kur’an’da ifade etmiş-

tir. Bundan dolayıdır ki, Yüce Allah her topluluğa

yol gösterici, iyilikleri müjdeleyen, kötülükler-

den sakındıran ve o topluluğun dilini konuşan

bir peygamber göndermiştir. Bu peygamber-

lerin bir kısmına kitap ve bir kısmına da suhuf

(sahifeler) göndermek suretiyle, topluma neyi

anlatacaklarını ve Allah’a karşı ne ile sorumlu

olduklarını bildirmiştir. Kâinâtın yaratılışından

son peygambere gelinceye kadar sayısını bile-

mediğimiz kadar peygamber, ilâhî mesajlarla

gelip toplumlarına Allan’ın irâdesi doğrultusun-

da şekil vermeye çalışmışlardır. Bu peygamber-

lerin bir kısmının kıssalarını ve mücadelelerini

Kur’an bize anlatırken, bir kısmından hiç bah-

setmemiştir. Bunun belki de en önemli sebebi

şudur: Kur’an’da hayatı anlatılan peygamberle-

rin hayat ve mücâdelelerinde insanlık için ev-

rensel mesajlar, dersler, ibretler vardır. Hayat-

ları anlatılmayanlar ise herhalde bunlardan çok

farklı özellikler taşımamaktadır.

Peygamberler zincirinin son halkası şüphe-

siz Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Kendisine Kur’an

verilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Kur’an’da bir takım

özelliklerinden bahsedilmektedir. Şu kadarını

ifade edelim ki, Hz. Muhammed (s.a.v.), bütün

insanlığa gönderilmiş, insanlara iyilik yollarını

öğretmek suretiyle onları mutluluk ve aydınlığa

götüren, kötülüğe giden yollardan sakındırmak

suretiyle de onları her türlü sapıklık, ahlâksızlık

ve fenâlıktan koruyan, mü’minlere son dere-

ce merhametli, şefkatli ve içimizden bir olan

peygamberdir.1 O yaşadığı hayat boyunca tüm

insanlara iyilik düşünmüş, kimseyi haksız yere

üzmemiş, topluma gerçek anlamıyla hak, ada-

let, kardeşlik, yardımseverlik, barış ve huzur

tohumlarını ekmiştir. Hayatta iken bunu bizzat

anlatarak ve yaşayarak göstermiş, vefatından

sonra da bu önderliğin, iyi örnek olmanın çok

güzel bir formülünü insanlığa en değerli miras

olarak bırakmıştır. O bunu şu cümleleriyle ifade

etmiştir: “Ben size iki şey bıraktım. Onlara sıkı-

ca sarıldığınız sürece asla sapmazsınız, bunlar,

Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetidir.”2

Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Husûsî Özellikleri:

a) O, son peygamberdir.3

b) Onun tebliğ ettiği din önceki bütün pey-

gamberlerin naklettiği aynı gerçektir. Onunla

yeniden dirilmiş, ihyâ edilmiş ve tamamlan-

mıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu durumu şu

hadisiyle ifade etmiştir: “Benimle benden önceki

peygamberlerin durumu, güzel bir binâ yapıp kö-

şelerinin birinden bir tuğla yeri boş bırakan ada-

mın durumuna benzer, İnsanlar o binâyı dolaşıp

beğenir ve keşke şu tuğlayı da koysaydı derler.

İşte ben (o) tuğlayım ve ben peygamberlerin so-

nuncusuyum.”4

c) Onun tebliğ ettiği din hiçbir tahrife uğ-

ramadan bize kadar gelmiştir. Diğer peygam-

FIKIH Abdullah KAHRAMAN *

“İlâhî mesajın en mükemmel ve tamamlanmış şekli olan Allah dini olan İslâm, insanların tahrifinden korunmuş ve saf ve duru şekliyle insanlığa Hz.

Muhammed (s.a.v.) kanalıyla yeniden nakledilmiştir. ”

Hukuk Adamı Olarak

Hz. Peygamber (s.a.v)

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba26 27

Page 16: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

berlere gönderilen ilâhî mesajın aslı, asırlar

boyunca eklemeler ve değişiklikler yapılmasına

göz yuman kişilerce tahrif edilmiş ve değişik

isimlerle anılan farklı dinler haline getirilmiştir.

Halbuki Hz. Muhammed (s.a.v.) vâsıtasıyla ilâhî

mesajın en mükemmel ve tamamlanmış şekli

olan Allah dini olan İslâm, insanların tahrifinden

korunmuş ve saf ve duru şekliyle insanlığa Hz.

Muhammed (s.a.v.) kanalıyla yeniden nakledil-

miştir. Ondan sonra da İslâm ümmeti, âlimleri

ve halkı ile onu koruyarak hayatlarına nakşet-

miş ve bize kadar getirmişlerdir. Kıyâmete ka-

dar da tahrif kabul etmeden devam edecektir.

Din esasen Allah’ın koruması altında olduğun-

dan, din etrafında bazı hurâfeler oluşturulsa da,

onlar asıl mesajı kaybedemeyecektir. Çünkü in-

san fıtratı asıl dini daima sahtesinden ayırt ede-

cek şekilde yaratılmıştır.

d) Hz. Muhammed (s.a.v.)’den sonra başka

bir peygamber gelmeyeceği için, ona vahyedi-

len kitap, kelimesi kelimesine korunmuş ve bu

sayede bütün zamanlar için yol gösterici bir

kaynak haline getirilmiştir.5

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Getirdiği Hukûkî Mesajlar

Kur’an’da Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir ta-

kım özelliklerini anlatan âyetler vardır. Bu

âyetlerden biri de onun örnekliğini konu edi-

nen, her yönüyle örnek bir insan olduğunu ifade

eden şu âyettir:

“Andolsun ki, Rasûlullah’ta, sizin için, Allah’a

ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı

çok zikredenler için güzel bir örneklik vardır.”6

Âyette Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın

hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bu-

lunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir

örnek, en büyük fazîlet numûnesi olduğu anla-

tılmaktadır. Buna göre Rasûlullah (s.a.v.), his-

lerine mağlup olan insanları memnun etmek

ve onlara pratik değerden mahrum bir takım

nazarî kâideler öğretmekle görevli birisi değil-

dir. Onun hedefi, insanlığa pratik değeri olan

(amelî) kâideler öğretmek ve bu kâideleri kendi

yaşayışıyla izah ve tarif etmektir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in işi sadece bilginin

aktarılmasından ibaret değildir. Aynı zamanda

o, insanın yaratıcı ile ve diğer insanlarla olan

ilişkisini de açıklamak zorundadır. O, inancın

çerçevesini çizmek ve ibadetlerin nasıl yapıla-

cağını öğretmek yanında, bir ahlâk düzeni oluş-

turmak, kültürün ve medeniyetin temellerini at-

mak durumundadır. Toplumsal ve kültürel ilişki-

lere, iktisâdî, hukûkî ve siyâsî konulara, savaş,

barış durumlarına, uluslararası ilişkilere temel

teşkil edecek kuralları belirleyen peygamberdir

de. Peygamberimiz’in görevi sadece genelde

“din” olarak bilinen törensel düzenlemeleri nak-

letmek değildir. O, İslâmî terminolojide ed-Dîn

(hayatın bütün yönlerini kapsayan yol) olarak

bilinen düşünce ve pratik açısından bütün bir

sistemi beraberinde getirmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatına batığı-

mız zaman onun peygamberlik hayatı boyun-

ca sadece dini tebliğ etmekte kalmayıp, aynı

zamanda tebliğ ettiği hususları canı pahasına

uygulamaya çalıştığını görüyoruz. Ondan bize

miras kalan hukûkî prensipler de onun engin

mesajından süzülen ve üstün ve âdil kişiliğinde

örneklenen nebevî prensiplerdir. Bunlar, ondan

sonra da asırlarca uygulanmış olup, bugün bile

hâlâ canlılığını koruyan prensiplerdir. Meselâ o,

“Ameller niyetlere göredir.”7 buyurmuştur. Onun

bu hadisi, ibadetler yanında borçlar hukukunun

ve sözleşmelerin temelini oluşturan önemli bir

hukuk prensibidir. O, “Suçu işleyen kızım Fâtıma

da olsa, vallâhi cezâsını verirdim.” derken, cezâ

hukukunun en temel prensibi olan “kanun

önünde eşitlik” prensibini ortaya koymuş olu-

yordu. “Zarar vermek ve zarara zarar vererek kar-

şılık vermek yoktur.” ifadesiyle de bütün tazmi-

nat hukukunu bir cümlede özetlemiş oluyordu.

“Şüphe ile kesin olan durum ortadan kalkmaz.”

hadisi, insanların suçu sâbit oluncaya kadar ma-

sum olduklarına işaret ediyordu.

İşte bunlar ve bunlara benzer pek çok hadi-

si ile Hz. Peygamber (s.a.v.) bir inanç, ibadet ve

ahlâk peygamberi olmasının yanında aynı za-

manda bir hukuk peygamberi olduğunu da or-

taya koymuş oluyordu.

DipnotProf. Dr. Abdullah KAHRAMAN

1. 9/Tevbe, 28.2. Ebu Davud, Menâsik,56; İbn Mace, Menâsik, 84.3. 33/Ahzâb, 40.4. Buhârî, Menâkıb, 18; Müslim, Fedâil, 22.5. 85/Burûc, 21-22.6. 33/Ahzâb, 21.7. Buhârî, Bedü’l-vahy, 1.

“Âyette Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazîlet numûnesi olduğu anlatılmaktadır.”

“ Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatına batığımız zaman onun peygamberlik hayatı boyunca sadece dini tebliğ

etmekte kalmayıp, aynı zamanda tebliğ ettiği

hususları canı pahasına uygulamaya çalıştığını

görüyoruz.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba28 29

Page 17: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

İstanbul’da Ayasofya Camii Haziresi’nde ken-disi için yaptırdığı türbedir. 1573/74 yılında Ayasofya Camii’ne ilaveler yapıldığı sırada

Sultan Selim için de bu türbenin inşasına baş-landı. Ancak Sultan türbe tamamlanmadan vefat etmiş, bu nedenle önce otağ içine gö-mülmüş, yapının inşası bittikten sonra buraya nakledilmiştir. Yapı bugüne kadar pek çok ona-rımdan geçmiş, 1950-1982-1987-1996 ve son olarak 2006 yılında restore edilmiştir. Mimarı, Koca Sinan’dır.

Mimarî Özellikleri

Türbenin köşeleri pahlanmıştır. Yapı kare bir plan şemasına sahiptir, içte ise sekizgen bir ga-leriden oluşmaktadır. Çift kubbe ile örtülü olan yapıda dış kubbe yüksek kasnağa sahip olup du-varlara oturmaktadır. İç kubbe ise sütunlar üze-rindeki sivri kemerlerle taşınmaktadır. Türbe dıştan mermer kaplı olup, giriş cephesinde altlı üstlü ikişer, diğer cephelerde ise dörder pence-re açıklığı bulunmaktadır.

Pencereler yapıya oldukça hareket katmak-tadır; zira dikdörtgen söveli olan alt sıra pen-cereleri iki renkli taş ile örülmüş sivri kemere sahip olup, bu kemerin köşelerine dolgu rozet işlendi. Üst sıra pencereler de buna benzer ya-pılmış olup, türbenin kasnağına açılan sivri ke-merli pencerelerin köşe dolgularına birer dam-la taşı yerleştirildi. Yapının köşelerinde altta ve üstte kum saati başlıklı burmalı sütunçeler kul-lanıldı ve üste birer rozet işlendi.

Türbenin kapısı ise cepheden yüksek tutula-rak anıtsal bir görünüm kazandırılmaya çalışıl-mıştır. Kapı kubbenin kasnağı ile bütünleşmek-te, üç basamak ile çıkılan, iki yanında sekilerin olduğu revakın etrafı geometrik kompozisyonlu korkuluklarla çevrelenmiştir. Kitabesi ise girişin üzerinde yer almakta olup bu kitabe sır altı çini-lerinden oluşmaktadır.

Süsleme açısından oldukça zengin olan yapı-da, çini panolar yoğun olarak görülmektedir. Bu panoların üzerindeki sivri kemerli çini alınlıklar

on kollu yıldızdan gelişen geometrik kompozis-

yonlara sahiptir. Bu panolardan soldaki, Dorigny

adlı bir Fransız tarafından eksiklerinin tamam-

lanması bahanesiyle sökülerek taklidiyle değiş-

tirilmiş ve aslı Louvre Müzesi’ne götürülmüştür.

Türbenin güney duvarında mukarnaslı sade

bir mihrap nişi yer almaktadır. Üzerinde ise iki

sıra konsola dayanan bir mahfilin yer aldığı gi-

rişin iki yanındaki kapılardan biri mahfile ve iki

kubbe arasındaki boşluğa çıkışı sağlamakta, di-

ğeri ise ufak bir hücreye açılmaktadır.

Süslemeler

Kalem işi ve ahşap süslemelerin kullanıldı-

ğı yapıda duvarlar ikinci sıra pencerelere kadar

çini kaplanmıştır. Beyaz zemin üzerine kırmızı,

lacivert, mavi, fîruze, yeşil ve siyah renkli sır altı

tekniğindeki çinilerde hatayi, yaprak ve çiçek

motiflerinin yanı sıra vazodan çıkan çiçeklerden

oluşan düzenlemeler ve süpürgelikte mermer

taklidi bezemeler vardır. Üzerine kalem işi be-

zemelerin yerleştirildiği lacivert zemine beyaz

sülüs hatla yazılmış çini bir kuşak yapıyı dolan-

maktadır. Pencere aralarıyla kemerler mermer

taklidi bezemelerle, çeyrek kubbeler madalyon

ve düz tavanlar ise şemselerle süslenmiştir.

Göbekte bir madalyon içinde Ra‘d Suresi’nin

16. ayetinin dörtlü düzende yazılı olduğu kubbe

kırmızı zemin üzerinde rumi ve palmetlerle tez-

yin edilmiştir. Pandantiflerde ise Allah, Muham-

med, dört halife, Hasan ve Hüseyin isimlerinin

yazılı olduğu, etrafı rumi motifleriyle doldurul-

muş çini madalyonlar vardır. Sedef kakma ve

kündekari kapı geometrik geçmelerden oluşan

bir kompozisyona sahiptir.

Türbede II. Selim’den başka hasekisi Nurba-

nu Sultan, kızları Gevherhan, İsmihan, Fatma

sultanlar, şehzadeleri Süleyman, Osman, Cihan-

gir, Mustafa ve Abdullah ile III. Murad’ın oğulları

ve kızları medfundur.

Kaynakça

https://www.beyaztarih.com/ansiklopedi/ii.-selim-turbesi

KÜLTÜR Mustafa BAŞ

“Türbenin kapısı, cepheden yüksek tutularak anıtsal bir görünüm kazandırılmaya çalışılmıştır. Kapı kubbenin kasnağı ile bütünleşmektedir.”

Ayasofya’da

II. Selim Türbesi

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba30 31

Page 18: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Her şehre bir yol takip edilerek gidilir ve bir kapıdan girilir. Gönül şehrine girebil-mek için de maneviyat yolunu takip et-

mek, irşad kapısından, muhabbet anahtarıyla girmek gerekir. Kur’ân ve sünnet çizgisinden ayrılmayan sahih tasavvuf yolları, gönül ehli insanları gönül şehrinin merkezinde bulunan mürşid-i kâmile ulaştırır. O da Rasûlullah vası-tasıyla Allah’a ulaştırmak için taliplerine vesile olur. Abdülgani Nablusî (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Bir kimse, Allah‘a giden yolda kendisine yol gösterecek olan mürşidini Cenab-ı Hakk’ın kapı-larından bir kapı olarak görmelidir. Yani mürid, ‘Benim mürşidim Hakk’a giden kapılardan bir kapı, babullahtır.’ demelidir. Mevlâna Celaled-din Rumî (k.s.) de kendisinin irşadına vesile olan üstadı Şems-i Tebrizî Hazretleri için şöyle buyu-rur: “Mürşidim Hakk’ın kapısıdır. Çünkü Hakk’a onunla vasıl oldum.”

Sevgilinin Kapısında

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri beyitlerinde sevgilinin kapısına mahcup bir şe-kilde vardığını, ancak ondan başka bir sığınağı olmadığını belirtir. Sevgilinin daima elini tutma-sını isteyerek, o kapıda ümitle sadık bir şekilde durarak, can sermayesi onun için vereceğini be-yan eder, o kapıda reddedilmeyeceği ümidiyle bekler. Dîvân’ında şöyle buyurur:

Aldım ele kara yüzümü kapına geldimİsyân ile memlû teni sen câna yetirdim

(Günah ve kusur kirleriyle kararan yüzümü ellerimin içine alıp, yani utanarak sıkılarak se-nin kapına geldim. İsyanlarımın bedenimi ve iç dünyamı etkilemiş haliyle sana arz ettim.)

Tut destimi şâhım beni reddetme kapındanSer-mâyem olan cânımı dîvâna yetirdim1

(Ey sevgili sultanım, beni ulu kapından geri çevirme, en değerli varlığım olan canımı senin yolunda vermek için buradayım, huzuruna ka-bul eyle tek canımı teslim al.)

Gönül ülkesinin hükümdarı sevgili olunca

onun nâçiz kölesi olan âşıklar da beyitlerde

gedâ, çâker, bende, köle sıfatlarıyla karşımıza

çıkarlar. Âşıklar sevgilinin kapısında nöbet bek-

leyen asker, çavuş, nöbetçi veya hizmetçidir.

Sevgili âşığa istediği gibi hükmeder. İsterse ih-

sanda cömertlikte bulunur. Onun ihsanı ancak

“Tut destimi şâhım beni reddetme kapındanSer-mâyem olan cânımı dîvâna yetirdim”

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)

EDEBİYAT Musa TEKTAŞ

“Bir kimse, Allah‘a giden yolda kendisine yol gösterecek olan mürşidini Cenab-ı Hakk’ın kapılarından bir kapı olarak görmelidir.”

Dostun Kapısında Ümitle Beklemek

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba32 33

Page 19: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.) misafir oldu-

ğu bir evden çıkarken hizmet eden bir arkadaş

ayakkabılarını kapının eşikliğinin üzerine koyar.

Ayakkabıyı kapının eşikliğinde görünce, eğilerek

ayakkabıyı alıp, dışarı koyar. Ayakkabısını giyer-

ken de hizmet eden arkadaşa hitaben buyurur

ki: “Eşiklik demek derviş demektir, onun için biz

eşikliğe basamayız.” Mürid, mürşidinin eşiğine

baş koyar, yüz sürer. Onun için o eşik çok değer-

lidir. Hazret şöyle buyurur:

Yüz sürerek toprağa eşiğine baş koyup

Dost kapıdan çıkınca yüzüm ayağa salsam6

Yukarıdaki beyti okuyunca Şah-ı Nakşbend

Hazretleri’nin bir menakıbı hatıra geliyor… Şah-ı

Nakşbend Hazretleri şöyle anlatmıştır:

“Kış mevsiminde gâyet sert bir havada, bir

gece içimde Seyyid Emîr Külâl Hazretleri’nin

sohbetine gitmek arzusu doğdu. Eski postumu

üstüme alarak köyündeki dergâhına gittim. Emîr

Külâl Hazretleri dervişleriyle birlikte bir yerde

oturuyorlardı. Mübârek nazarlarını benim üze-

rime çevirerek: ‘Bu kimdir?’ diye sordular. Ben

olduğumu öğrenince: ‘Onu hemen dergâhtan

dışarı çıkarın.’ diye işaret buyurdular. Evden

dışarı çıktığım zaman, az kalsın nefsim bana

isyan edip teslimiyet ve irâde dizginlerini elim-

den alacaktı. O anda ilâhî yardım bana yetişti.

Kendi kendime: ‘Bu hor ve hakîrliğe, Allah’ın

rızâsını kazanmak için katlanacağım. Bu yoldan

vazgeçmek uygun değildir.’, diyerek hemen ba-

şımı dergâhın eşiğine koydum ve: ‘Her ne hâl

zuhûr ederse etsin, bu eşikten başımı kaldır-

mayacağım.’, dedim. O sırada kar yağıyordu.

Hava da çok soğuktu. Sabahın olmasına az bir

zaman kala Seyyid Emîr Külâl dergâhtan (veya

evinden) dışarı çıktı. Mübârek ayakları bu zayıf

kulun başına basınca beni eşikten kaldırıp içeri

götürdü. Kendimden geçmiş bir halde iken beni

tekrar normal duruma getirdi. Sonra: ‘Ey oğul!

Bu saadet elbisesi, senin boyuna göre biçilmiş-

tir.’, diyerek müjdeledi. Mübârek elleriyle ayak-

larımdan diken ve çer çöpü çıkararak temizledi,

bana mânen nazar etti.

Hâce Bahâeddin Hazretleri sonraki yıllarda

kendi müridlerinin gevşekliği üzerine bu olayı

anlatır ve şöyle ilave ederdi: ‘Her sabah evim-

den dışarı çıktığımda, acaba bir mürîd başını

kapımızın eşiğine koymuş mudur, diye hatırıma

geliyor.”7

Hulûsi Efendi Hazretleri temiz bir fıtratla

dost kapısında toprak tabiatıyla bekleyenlerin

deryaya kavuşan damlalar gibi dostla birleşece-

ğini, güneşin ışıklarındaki zerrelerin aynı istika-

mette vahdete kavuştukları gibi aynı birlikteliği

yakalayacaklarını şöyle işaret ediyor:

Kul Hulûsî’nin özü pâk idi

Dost kapısında yüzü hâk idi

Derd ile bağrı çâk çâk idi

Katresin bahre saldı bahr oldu

Zerresin mihre verdi mihr oldu8

didârını göstermesi şeklindedir. O yüzünü gös-terdiği vakit ondan yayılan nur, ziya her tarafı kaplar, gözler başka bir şey göremez olur. Güneş, gündüz yükseldiği en son noktada gözleri daha çok kamaştırır, kendisine bakılamaz. Hükümdar olan sevgilinin de göz alan güzelliğiyle gözüne, yüzüne bakılamaz. Nitekim Osmanlı sarayında da padişahın huzuruna girildiğinde onun yüzü-ne bakmadan konuşmak bir protokol geleneği olarak bilinir. Sevgilinin âşığın nazarında itibarı yüksektir, baş üzere yeri vardır. Güneş de gökyü-zünün hükümdarı, yıldızlar ordusunun kuman-danıdır. Hükümdarın dolayısıyla devletin manası halkın mevcudiyeti anlamına geliyorsa gökyü-zünde ayın ve yıldızların görünmeleri güneşe, aşkına muhatap olan sevgili sayesinde âşıklık vasfını kazanan âşığın da mevcudiyeti sevgilinin varlığına bağlıdır.2 Hulûsi Efendi Hazretleri, gü-

neş yüzlü sevgilinin ayağının altına en kıymetli varlığını bile saçma arzusunu şöyle dillendirir:

Ey Hulûsî ne ki var nakd-i hayâtın varınO güneş yüzlü nigârın ayağına saçagel3

Sevgili, âşığın gözbebeğidir. Saygıda kusur edilmez, baştan ayağa göz kamaştıran ihtişa-mıyla âşığın gönlünde taht kurar. Hükümdarın fakirlere, ihtiyaç sahiplerine ihsanlarda bulunup onları sevindirmesi gibi güneş ışıklarının virane-lere girmesi ile sevgilinin, âşığın fakir gönlüne girmesi arasında ilgi kurulmuştur. Böylece sev-gili âşığa dünyaları bağışlamış olur. O, mutluluk ve saadet, himmet ve inâyet menbâıdır. Katında naçiz zerreler mesabesinde olan âşıklarını him-metiyle yüceltir. Kapısı, eşiği kutludur.4 Sevgili-nin kapısında bende olmak en büyük pâyedir:

Kapısı kulluğudur başda saâdet tâcıBir hakîr bendesiyiz izzetimiz yâr iledir5

“Eşiklik Derviş Demektir”

Tasavvufî anlayışta eşiğin ayrı bir anlamı ve önemi vardır. Bir tekkenin birinci eşiği herke-se açıktır, ama ikinci eşik, mürşidin huzuruna açılır ve yalnızca has kullara, özge dervişlere, halifelere açıktır. Pek çok tarikat, şeyh eşiğini, işte bu yüzden mübarek ve mukaddes görür. Es-

“Birçokları bu tarikatı yıkmak için uğraştılar. Fakat muvaffak olamadılar. Bu kaleyi yıkmak için merdiven dayadılar; merdivenleriyle beraber yandılar.”

“Tasavvufî anlayışta eşiğin ayrı bir anlamı ve önemi vardır. Bir tekkenin birinci eşiği herkese açıktır, ama ikinci eşik, mürşidin huzuruna açılır ve yalnızca has kullara, özge dervişlere, halifelere açıktır.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba34 35

Page 20: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Kahrı ve lütfu bir bilmeyi öğreten tasavvuf terbiyesi, sonunda ölüm bile olsa dostun/sevgi-linin kapısından yüz çevrilmeyeceğini içtenlikle ifade buyurur:

Öldür beni sen çek tîğ-i cevriYüz dönmek olmaz yârım kapındanÂşıka yârın bir lutf u kahrıYüz dönmek olmaz yârım kapından9

Bu Kapı: Ebu Bekir Sıddık (r.a.)’ın Kapısıdır

Bir gün ziyarete gelenlerden biri Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’ye şöyle bir soru sorar: “Efendim Nakşbendî Tarikatı’nın Hz. Ebu Bekir Efendimiz(r.a.)’den geldiğini, Kadirî Tarikatı’nın ise Hz. Ali Efendimiz (r.a)’den geldiğini söylü-yorlar doğru mu?” Osman Hulûsi Efendi: “Evet doğrudur, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) hicre-te giderken, ilk defa Gar-ı Şerif’te (Sevr Dağı/Hicret Mağarası) Hz. Ebu Bekir Efendimiz (r.a.)’e ders tarif ettiler. Bugün size telkin edilen der-sin, harfiyle aynısı, bu mağarada tarif edilen derstir. Mağarada olduğu için hafî zikri tarif ettiler. Hz. Ali Efendimiz (r.a.)’e de genç oldu-ğu için cehrî zikri telkin ettiler. Hz. Ali Efendi-miz (r.a.) yolda giderken bile cehrî zikir çeker-di. Ecdadımızdan dolayı bütün tarikatlar bizde

birleşir. Yeryüzünde tarikat çok, fakat işin ehli-

ni bulmak lazım.” diye buyururlar, sonra şöyle

devam ederler: “Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)

Mescid-i Nebevî’de hutbe irad ederken ashab-ı

kirama buyurdu ki: ‘Ey Ashabım bana yakın ge-

lin, bana yaklaşın. Mescidime açılan kapılardan,

Ebu Bekir Sıddık (r.a.)’ın kapısı hariç, diğerleri-

ni kapatın.” Bugünkü tasavvufçular, Nakşbendî

Tarikatı’nın haricindeki, diğer tarikatların ket-

molacağını, Nakşbendî Tarikatı’nın ise kıyamete

kadar bakî kalacağını rivayet ederler. Birçokları

bu tarikatı yıkmak için uğraştılar. Fakat muvaf-

fak olamadılar. Bu kaleyi yıkmak için merdiven

dayadılar; merdivenleriyle beraber yandılar. Bu

yol Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) zamanından bu

yana sahih ellerde bozulmadan günümüze ka-

dar geldi. Yine sahih ellerde bozulmadan hal-

kalar eklenerek kıyamete kadar devam edecek.

Bunu bozmaya, yıkmaya kimsenin gücü yet-

mez.”10

Aşk yolunun yolcusu hedefin uzaklığı yüzün-

den her yerde durup kalmaz. “Hak kapısında

yorulanlardan, usananlardan değiliz.” diye ifade

eden Mevlânâ, sevgilisinin ayrılık hapsine düş-

müş kişiye ait gönlün ancak mahzun olacağını

ve usanıp bıkacağını söylemektedir.

Çünkü o, sevgilisinin ve maksudu olan ca-nanının daima kendisiyle beraber olduğunu, O’nun rahmetini daima saçıp durduğunu ve bu nedenle de canının O’na şükretmekte olduğunu söylemektedir. Sözlerinin devamında, gönlünde bir lale bahçesi, bir gülşen ve bir gül bahçesi bu-lunduğunu, ihtiyarlık, solgunluk ve perişanlığın oraya girecek yol bulamayacağını, kendilerinin daima ter ü taze, genç, güzel, şirin olduklarını ve bu nedenle de daima güldüklerini, nazlandık-larını ve nazik olduklarını dile getirmektedir.11

Abdulmuttalip Azdemir’den dinlediğimiz bir hatıra ile yazımızı bağlayalım:

“Bir defasında Pirimiz Hulûsi Efendi Hazretleri’ni ziyarete gitmiştik, sohbette: ‘Oğul bu kapımız bâbullahtır, inşallah kıyamete ka-dar açık kalacaktır.’ diye buyurdu. Daha sonra yine Darende’ye ziyarete gidecektim. Ankara’da bir arkadaşım Darende’ye gideceğim deyince: ‘Hulûsi Efendi Hazretleri yarın Darende’de ol-mayacakmış, Elbistan’a gidecekmiş, onun için başka zaman gitsen daha iyi olur.” dedi. Ben de: ’Vallahi niyet ettim. Allah için ziyarete gidece-ğim, Efendi’me yetişirsem ziyaret ederim, yeti-şemezsem, yerine vekili Kemal Abi var onu ziya-ret eder dönerim.’ dedim. Otobüsle Darende’ye vardım, Devlethaneye gittim. Hacı Kemal Abi: ‘Gardaş on dakika önce Hulûsi Efendi Hazretleri Elbistan’a hareket etti, on dakika önce gelsey-din görüşürdün.’ dedi. Ben de: ‘Kemal Abi ak-şam Efendi Hazretleri’nin Elbistan’a gideceğini arkadaş söyledi, hatta bana da gitme dedi. Ben de: ‘Efendi Hazretleri’ni göremezsem yerine vekili Hacı Kemal Abi var onu ziyaret ederim.’ dedim. Hacı Kemal Abi buyurdu ki: ‘Estağfurul-lah gardaş, ben Efendi’nin nasıl vekili olurum.’ dedi. Ben de: ‘Kemal Abi, Hulûsi Efendi Haz-retleri geçen geldiğimizde: ‘Oğul bu kapımız bâbullahtır, inşallah kıyamete kadar açık kala-caktır.’ diye buyurdu, tabiî ki bu vazifeyi Efen-di Hazretleri’nden sonra siz devam ettirecek-siniz.’ dedim. Kemal Abi kulaklara küpe olacak çok önemli şu hatırlatmada bulunarak Hulûsi Efendi Hazretleri’nden sonra manevî irşad va-

zifesinin H. Hamideddin Efendi’de olduğunu, bu

manevî kapının onun vasıtasıyla açık tutulaca-

ğını ifade buyurdu: ‘Gardaş, bende öyle bir hâl

yoktur. O senin dediğin manevî vazife Dede’min

(H. Hamideddin Ateş Efendi’ye, Şeyh Hamid-i

Veli Hazretleri’nin ism-i şerifini taşıdığı için ‘De-

dem’ diye hitap ederdi) hakkı ve vazifesidir. Onun

için bende öyle bir hâl yok.” Sonrasında Kemal

Abi bizi Elbistan’a götürdü, orada Hulûsi Efendi

Hazretleri’ni ziyaret edip, sohbetine iştirak ettik.”

Dipnot

1. Es-Seyyid Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, (Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz), Nasihat Yayınları, Anka-ra, 2013, s. 187.

2. Ümran Ay, “Divan Şiirinde Güneşin Sevgili Tipine Yansıma-sı Hakkında Bir Değerlendirme”, Divan Edebiyatı Araştır-maları Dergisi 2, İstanbul 2009, 117-162, s. 136.

3. Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 170. 4. Ay, a.g.m, 137.5. Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 84.6. Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 195.7. Necdet Tosun, Şah-ı Nakşbend Hazretleri, Nasihat Yayın-

ları, Ank, 2013, s. 15-16.8. Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 303. 9. Ateş, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî, s. 230.10. İsmail Palakoğlu, Gönüller Sultanı, Somuncu Baba Araştır-

ma Kültür ve Merkezi Yayınları, Ankara, 1996, s. 303.11. Kadir Özköse, “Mevlânâ Düşüncesinde Firkat Ve Vuslat”,

Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Y. 6, S. 14, s. 235.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba36 37

Page 21: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Önceki Osmanlı padişahları gibi II. Se-

lim de tasavvufî atmosfere âşinâ, sûfî

şahsiyetlere yakın ve mânevî neşveyi

özel olarak tatmak isteyen bir padişah olmuş-

tur. Manisa Sancağı’ndaki valiliği döneminde, II.

Selim’in kendisinden istifade ettiği şeyhlerin ba-

şında Şemseddin Ahmed Efendi (ö.975/1567-

68) gelmekte idi.

Merkez Efendi’nin Tire’ye gönderdiği bir

halifesi olan Şemseddin Ahmed Efendi, halk

arasında “Uzun Şems” diye meşhur olmuştur.

Kendisi de Tireli olan Şemseddin Ahmed Efendi

tasavvuf yoluna girmeden önce memleketin-

deki âlimlerden ilm-i zâhir tahsil ettikten sonra

İstanbul’a giderek Sümbül Efendi’ye intisâb et-

miş, onun vefatından sonra ise sülûkunu Mer-

kez Efendi’nin yanında tamamlayıp hilâfetle

memleketine gönderilmiştir. Cezbesi gâlip bir

şeyh olduğu rivâyet edilen Şemseddin Ahmed

Efendi, memleketinde tekkesini kurup dervişle-

rin terbiyesi ile meşgûl olurken, va’z ve tezkîr

ile halkı da irşâd etmeye gayret göstermiştir; II.

Selim Manisa Sancağı‘nda vali iken şeyh adına

İzmir’de kurdurduğu zâviyeye giderek uzun bir

müddet orada kalmış, daha sonra tekrar Tire’ye

dönüp Molla Çelebi Zâviyesi’nde faaliyetini sür-

dürmüştür.

Tireli Bâlî Efendi

Bu dönemde II. Selim’in kendisinden istifa-

de ettiği Tireli bir başka şeyh Sarhoş Bâlî Efen-

di (ö.980/1572-73) idi. Rüya tabirinde mâhir

olduğu bildirilen Ramazan Efendi’den sonra

tarîkatın irşâd postuna halifesi Sarhoş Bâlî

Efendi geçmiştir. Tire’de dünyaya gelen Sar-

hoş Bâlî Efendi, tasavvuf yoluna girmeden önce

zâhirî ilimleri ikmâl ederek Kanûnî’nin hocası

Hayreddin Efendi’ye mülâzim (asistan) olmuş-

tur. Bu arada Kepenekçi Medresesi’nde de ders

vermiştir. Daha sonra tasavvuf yoluna girmiş,

şeyhinin arzusu üzerine tasavvufla tedrîsi birlik-

te yürütmüştür. Aynı zamanda şairliği de bulu-

nan Bâlî Efendi, şiirlerinde “Cevherî” mahlasını

kullanmıştır. İbnu’l-Arabî’nin Fusûs’una bir şerh

yazdığı bildirilen Bâlî Efendi’ye aşk ve tevhîd

şarabıyla mest olduğu için “Sarhoş” lakabı ve-

rilmiştir. Hiç evlenmeden bu dünyadan göçmüş,

şeyhi gibi rüya tabirinde meşhur olup “İkinci

Yûsuf” denilecek kadar mâhir konuma gelmiş-

tir. Erbâb-ı dünya ile beraber olmak istememiş,

yapılan davetleri hoş bir lisanla geri çevirmiş,

emir ve vezirlerden uzak durmuş, aslâ hediye

ve sadaka kabul etmemiştir. “Fenâ câmı ile Bâlî

Efendi mest idi, göçtü.” terkîbi ile vefatına tarih

düşürülmüştür.

Şeyh Ahmed Çelebi

Merkez Efendi’nin bir diğer halifesi olan Şeyh

Ahmed Efendi (ö.978/1570-71) de II. Selim

Dönemi’nde irşâd faaliyetleri ile dikkat çekip te-

sir halkası fark edilen şeyhlerdendi. Karamanlı

olan Ahmed Efendi, halk arasında “Ahmed Çe-

lebi” diye meşhur olmuştu. Memleketinden

İstanbul’a giderek burada devrin âlimlerinden

zâhirî ilimleri ikmâl etti. Şiirde de “Çelebi” mah-

lasını kullanıyordu. İlmî çalışmalarını sürdürür-

ken Merkez Efendi’ye intisâb edip onun yanında

sülûkunu tamamladı. Uzun müddet Tercüman

Yûnus Zâviyesi’nde (Dıraman Tekkesi) faaliyet

gösteren Ahmed Efendi, halka tefsir ve hadis-

ten nakillerle sohbetler ediyor, aynı zamanda

cehrî olarak nağmelerle tevhîd zikri yaptırı-

yordu. II. Selim Dönemi’nde hakkında ileri sü-

rülen bazı isnatlar sebebiyle şeyhliğine son ve-

rilerek, Nişancı Celâlzâde’nin Eyüp’te yaptırdığı

camiye vâiz olarak tayin edildi. Şeyh Ahmed

SÛFİ PERSPEKTİF Kadir ÖZKÖSE*

“Merkez Efendi’nin bir diğer halifesi olan Şeyh Ahmed Efendi de II. Selim Dönemi’nde irşâd faaliyetleri ile dikkat çekip tesir halkası fark edilen şeyhlerdendi.”

“II. Selim tasavvufî atmosfere âşinâ, sûfî şahsiyetlere yakın ve mânevî neşveyi özel olarak tatmak isteyen bir padişah

olmuştur.”

Tasavvuf Erbâbının KonumuII. Selim Döneminde

Osmanlı Sultanı

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba38 39

Page 22: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Efendi’den sonra adı geçen zâviyede irşâd pos-

tuna Gülşeniyye’den Sirozlu Şeyh Muhammed

İlhâmî (ö. 980/1572-73) oturdu. Şiirde “İlhâmî”

mahlasını kullandığı rivâyet edilen bu zat da

mezkûr tekkede tefsir ve hadis naklinin yanı

sıra, Mevlânâ’nn Mesnevî’si ve Şeyh İbrâhim

Gülşenî’nin Mânevî’sinden dersler vermek sure-

tiyle II. Selim Dönemi’nde tasavvuf kültürünün

yayılmasına yardımcı oldu.

Şemseddin Ahmed Efendi dervişleri-

ne raks ve devran yaptırdığı için, Tire Kadı-

sı Defterdarzâde Mehmed Çelebi, Birgi Ka-

dısı Nûrullah Efendi, kadılardan Bilâlzâde ve

Dârülkurrâ Şeyhi Mehmed Çelebi şeyhin bu

hareketlerine karşı çıkmakta ittifak etmişler-

di. Bir gün hep birlikte bir mecliste toplanarak

şeyh ile bu meseleyi tartıştılar. Onlar Ebüssuûd

Efendi’nin fetvâsını ileri sürerek, o şekilde zikir

yapmanın haram olduğunu iddiâ ediyorlardı.

Şeyh Efendi’nin ise, “Şeyhülislâmın fetvasıyla

yasaklanan hevâ-i nefs ile olan raksdır, bizim

yaptığımız ise aşk-ı ilâhîden kaynaklanmakta-

dır.” diyerek bu muhâlefeti savuşturmaya çalış-

tığı belirtilmektedir.

Şeyh Mahmud Efendi

II. Selim Dönemi’nde sarayda hekimbaşılık

vazifesini deruhte eden Kâdiriyye Şeyhi Mah-

mud Efendi (ö. 976/1568), âdetâ Kanûnî’nin

II. Selim’e bir emânetiydi. “Kaysûnîzâde” diye

de bilinen ve tıp ilminde mâhir olan Kâdiriyye

Tarîkatı şeyhlerinden Mısırlı Şeyh Mahmud

Efendi, Kanûnî’nin “nıkris hastalığı” sebebiy-

le çektiği sancılara devâ bulunca, Mehmed

Çelebi’den (ö.970/1562-63) sonra reîsü’l-

etıbbâ (Hekimbaşılık) makamına getirilmişti.

Padişah vefât ettiğinde yıkanıp kefenlenmesi

ve namazının kıldırılması da bu şeyh tarafından

yerine getirilmiştir.

Hasan Zarîfî Efendi

II. Selim Dönemi’nde iktidarın destek ve yar-

dımda bulunduğu sûfîlerin başında Gülşeniyye

pîri İbrahim Gülşenî’nin meşhur halifesi Hasan

Zarîfî Efendi (ö.977/1569-70) gelmektedir. Ha-

san Zarîfî Efendi için İstanbul’da iki adet tekke

tesis edilmiş ve “mîrî hazîne”den de kendisi-

ne maaş bağlanmıştır. Kumkapı’da kiliseden

bozma bir yerde bulunan mescid, devlet kese-

sinden bir vazife ile birlikte Şeyh Hasan Zarîfî

Efendi’ye tayin ve tahsis edilmiştir. Bir yeniçeri

de o mescidin mihrabı önündeki boş arsaya bir

zâviye yaptırmıştır. Zarîfî Efendi, orada irşâd

faaliyetlerinde bulunmaktayken, vukû bulan bir

deprem sebebi ile cami ve zâviye tamamen yı-

kılmış, daha sonra buraya Sadrazam İbrahim

Paşa’nın hanımı Muhsine Hatun, Zarîfî Efendi’ye

olan saygısı ve sevgisi sebebiyle yeniden bir

cami ve mihrâbı önündeki yere de bir zâviye

yaptırmıştır. Zamanla bu tekke “Muhsine Hatun

Tekkesi” olarak anılagelmiştir. Hatta bu yapının

mescid, tevhîdhâne ve şadırvan kısmı zamanı-

mıza kadar ulaşabilmiştir.

Nûreddinzâde Mustafa Muslihiddin Efendi

Kanûnî Sultan Süleyman ile yakın temas içe-

risinde bulunan Cemâliyye Şeyhi Nûreddinzâde

Mustafa Muslihiddin Efendi’nin (ö. 981/1574)

devlet erkânı ile olan yakın ilişkisi, Kânûnî’den

sonra oğlu II. Selim zamanında da devam et-

miştir. II. Selim Kıbrıs Seferi’ne çıkarken (1570),

Nûreddinzâde’ye mürâcaat ederek duâ etmesi-

ni istemiş, şeyh de duâ ettikten sonra, halifesi

Ahmed Şernûbî’yi Sultan’ın beraberinde sefe-

re göndermiştir. Sofyalı Bâlî Efendi’nin halîfesi

olan Nûreddinzâde, tekkesinde müritlerinin

terbiyesi ile meşgûl olurken, aynı zamanda va’z

ederek, tefsir ve hadis meclisleri oluşturuyor,

halkın her kesimini irşâda çalışıyordu. Hem hâl

ehli bir mürşid-i kâmil hem de zâhirî ilimlere

vâkıf âlim bir zât idi. Sohbetlerinin çok etkili

olması sebebiyle meclislerine devlet erkânının

yanı sıra ulemâ da devam ederdi. Kânûnî Sul-

tan Süleyman’ın gözdesi bir şeyhti. Kanûnî

kadar Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın da

Kanûnî Dönemi sonrasında Nûreddinzâde’ye

yardım ve desteğinin devam ettiği görülmek-

tedir. Nûreddinzâde, İstanbul’daki faaliyetini

Küçük Ayasofya Zâviyesi’nde sürdürmekteydi.

Sokullu Mehmed Paşa tarafından 1571 yılında

Mimar Sinan’a Kadırga’da inşâ ettirilen külliye-

de Nûreddinzâde adına bir de zâviye yaptırıl-

mıştır. Ancak zâviyenin inşası bitmeden Şeyh’in

Foto: Orhan D

inç

Foto: Orhan D

inç

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba40 41

Page 23: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

vefât ettiği kaydedilmektedir. Nûreddinzâde’nin

vefâtı üzerine burada, pîrdaşı olan Kurt Meh-

med Efendi (ö. 996/1588) postnişin olmuştur.

İbrahim Ümmî Sinan Efendi

Halvetiyye’nin Ahmediyye kolunun Sinaniyye

şubesinin kurucusu olan İbrahim Ümmî Sinan

Efendi (ö.976/1568) de II. Selim Dönemi’nin

dikkat çeken şeyhlerinden biridir. Kanûnî Sul-

tan Süleyman’ın, şeyhlere tekkeler kurmak

suretiyle daha rahat faaliyet göstermeleri için

imkânlar hazırladığı bilinen bir gerçektir. Bu

çerçevede, Topkapı civarında İbrahim Ümmî Si-

nan adına da bir tekke yaptırmıştır.

Ebüssuûd Efendi’nin devrâna karşı tavrı ol-

dukça sertti. Ancak İbn-i Kemâl gibi, onun ka-

naatinin de daha sonra değiştiği görülmektedir.

Bu değişimin meydana gelmesinde ise İbrâhim

Ümmî Sinan’ın etkili olduğu kaydedilmekte-

dir. Ebüssuûd Efendi bir gün Ümmî Sinan ile

bir araya gelerek devrân meselesini tartışma-

ya başlarlar. Tartışmanın sonunda sinirlenen

şeyhülislâm, “Ya Şeyh! Eğer bu devrândan vaz-

geçip müridlerini de bundan alıkoymazsan ve

ben de sen vefât ettiğinde hayatta olursam,

halkı cenâzeyi kılmaktan menederim.” der; bu-

nun üzerine Ümmî Sinan da “İnşallah benim

cenâzemi sen kıldıracaksın.” diye mukâbele

eder. Ümmî Sinan bir müddet sonra vefât et-

tiğinde, Ebüssuûd Efendi’nin bundan haberi ol-

maz. Şeyhin tabutu hazırlanıp namazı kılınmak

üzere Fâtih Camii’ne götürülür. Aynı zamanda

saraydan bir kız vefât etmiş ve onun cenâzesinin

de Fâtih Camii’nden kaldırılmasına karar veril-

miştir. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi, saraylı

kızın cenâze namazını kıldırmak üzere cemaa-

tin başına geçtiği sırada, kızın tabutunun yanı

başında bir de erkek tabutunun olduğunu görür

ve önce er kişinin namazını kıldırmak gerektiği

için, kim olduğunu bilmeden “Er kişi niyetine...”

deyip Ümmî Sinan’ın namazını kıldırır. Namaz-

dan sonra müridlerin hücumu ile eller üzerine

alınarak tabutun taşındığını gören Şeyhülislâm,

etrafındakilere mevtânın kim olduğunu sorun-

ca, Ümmî Sinan olduğunu öğrenir.

Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin bu

hâdiseden çok etkilendiği ve ondan sonra ken-

disine devrân meselesi sorulduğunda şu şekil-

de cevap verdiği rivâyet edilmektedir: “Allahu

Teâlâ’nın ilmi sonsuz bir deniz mesâbesindedir.

Meşâyih-i izâm ol denizin gavvâslarıdır. Biz ehl-i

sâhiliz. Bu hususta bizim onlarla bahsimiz yok-

tur.”

Devlet Desteğini Elde Eden Sûfîler

Kanûnî Sultan Süleyman tarafından

Anadolu’ya getirilip kendisine maaş bağlanan

Ebû Saîd b. Sun’ullah (ö. 980/1572), II. Selim

Dönemi’nde de devlet desteğini elde etmiş

sûfîlerdendir. Şeyh Ebû Saîd, 920/1514 tari-

hinde Tebriz’de dünyaya geldi. Babası Şeyh

Sun’ullah, Ubeydullâh-ı Ahrâr’ın (ö.895/1490)

halîfelerindendi. Molla Abdurrahman Câmî

ile birlikte, Ubeydullâh-ı Ahrâr’a mürid ol-

muş, hilâfet aldıktan sonra da, Horasan’dan

Azerbaycan’a gitmiş ve Tebriz’e yerleşerek

irşâd hizmetlerinde bulunmuştur. Ebû Saîd,

aynı zamanda Molla Ahmed Kazvînî’den de el

almıştı. Şeyh Ebû Saîd ve babası Şeyh Sun’ullah,

Tebriz ve civârında Safevîlerin baskı ve tehdi-

dine mâruz kaldı. Kanûnî Sultan Süleyman,

955/1548 senesinde II. İran Seferi’ne çıkıp

Tebriz’i fethedince, Şeyh Ebû Saîd Padişah’la

Anadolu’ya geldi. Anadolu’ya getirilen Şeyh Ebû

Saîd’e, Kanûnî aynı zamanda maaş da bağlat-

mıştı. Diyarbakır üzerinden Halep’e geçip oraya

yerleşen Şeyh Ebû Saîd, bir müddet Halep’te

kaldıktan sonra bazı rahatsızlıklar sebebiyle

Hindistan’a gitmek isteyince, İstanbul’a davet

edilmiş ve maaşı kademe kademe arttırılarak

günlük 100 dirheme kadar çıkarılmıştır.

Kuvvetine aldanırsın, Dünyayı bâki sanırsın, Ecel ile uslanırsın, Nefsim, isyân eyleme gel!

Beden çürük bilmez misin? Bâki kalır ölmez misin? Sonra saçın yolmaz mısın? Nefsim, isyân eyleme gel!

Gözün görmez, elin tutmaz, Ömür böyle devam etmez, Azrail seni unutmaz, Nefsim, isyân eyleme gel!

Toprak altı dolu canla, Hem yılanla, hem çıyanla, Hakk Rasûl’ün sözün dinle, Nefsim, isyân eyleme gel.

Gidenleri görmez misin? Şu toprağa girmez misin? Defterini dürmez misin? Nefsim, isyân eyleme gel.

Bazen âsi, bazen muti, Bazen bülbül, bazen tuti, Senden şikâyetim kati, Nefsim, isyân eyleme gel

İbrahim SAĞIR

Nefsim

* Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba42 43

Page 24: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Bahsi geçen şeyhlerin yanında Şeyh Şâban

Efendi (ö. 1002/1593), Kastamonulu Muharrem

Efendi (ö. 983/1575), Nakşbendiyye şeyhlerin-

den Şeyh Mahmud Efendi (ö.987/1579), Ferhat

Paşa’nın adına zâviye yaptırdığı Şeyh Mehmed

Efendi (ö.975/1567-68), ilk defa görevinden

el çektirilip azledilen Mevleviyye Şeyhi Ferruh

Çelebi (ö.999/1591), II. Selim Dönemi’nin diğer

önemli şeyhlerinden bazılarıdır. Tasavvufî ha-

yatın her alanda etkisini hissettirdiği II. Selim

Dönemi’nde tasavvuf erbâbı devlet desteğini

yanında hissetmiş, gerek padişahın gerekse

devlet erkânının pek çok sîmâsı tekke şeyhleri-

nin faaliyetlerini rahatlıkla sürdürmesine imkân

hazırladığı görülmektedir.

Yaşadığımız şu dönemde hepimizin hayatı

her zaman bir koşuşturma içindedir. Mut-

laka yapılması gereken işler, başarılması

gereken sorumluluklar vardır. Kafamızın içi ise

bedenimizden daha fazla meşguldür. Çünkü

hayat eski dönemlerdeki gibi değil. Bu sebeple

de her birimiz her gün bir şeyler yapma peşin-

deyiz. Bu koşturmaca içine girmeye mecburuz.

Zira ekmeğimizi helâlinden temin etmek, evi-

mizde ocağımızın tütmesi için çabalamak ve bu

uğurda kendimizi yormak dışında bir yol yoktur.

Hele de hayatın ve geçimin oldukça zorlaştığı

şu dönemde ekmeğin peşinden koşmak daha

da önem kazanmış ve zorlaşmıştır. Hatta tek

kişinin evi geçindirebilmesi neredeyse imkânsız

hale gelmiştir.

Problemler Karşısında İnsanın Dayanma Gücü

Bütün bu hengâme ve çabalama içinde her

şey her zaman istediğimiz gibi aslâ gitmez. Kişi,

bazen işiyle, bazen kendisiyle, bazen evladıyla,

bazen akrabasıyla ve bazen de ülkesiyle ilgili sı-

kıntılarla karşı karşıya kalabilir. Yüzleşilen sorun

kimi vakit önemsenmeyecek kadar küçük olabi-

lirken, bazen de insanın belini bükecek kadar

ağır olabilir. İşyerinde işlerin kötü gitmesi, mah-

sulden beklenen rekoltenin alınamaması, işten

çıkarılma, çocuklardan birinin başına üzücü bir

şey gelmesi veya ülkenin büyük bir sorunla kar-

şı karşıya kalması gibi. Bahsettiğim bu sorun-

ların en azından bir kısmı hepimizin hayatında

önümüze çıkmıştır, çıkmaya devam etmektedir.

Bütün bu problemler karşısında insanın dayan-

ma gücü ne kadarsa ayakta kalması da o kadar

uzun ve sağlam olur. Nitekim metânetsiz insan-

ların karşılaşmış oldukları sorunlar karşısında

dayanıksız olmaları sebebiyle kendilerini harap

ettiklerini çok görürüz. Hatta yakınları hastane-

ye düşen bazı insanların neredeyse hasta kadar

perişan olduğuna şahit oluruz. Çeşitli sorunlar

sebebiyle bunalıma girenlerin sayısı hiç de az

değildir. Depresyona yönelik rahatsızlıklar se-

bebiyle ilaç kullanımının artması bunun bir gös-

tergesidir.

Bir düşünecek olsak, etrafımızda hayatı sü-

rekli neşe içinde geçen, hiçbir sorunu olma-

yan, devamlı başarıdan başarıya, mutluluktan

mutluluğa koşan tek bir kişi göremeyiz. Hatta

maddî bolluk içinde yüzdüklerini düşündüğü-

müz insanların bile, karşılaştıkları sorunlar

sebebiyle zaman zaman neşelerinin kaçtığını,

fakirlere göre bambaşka problemlerle karşı-

laştıklarını ve gecelerini uykusuz geçirdiklerini

görürüz veya duyarız. Dolayısıyla herhangi bir

sorunla karşılaşmadan, bütün bir haftayı keyifle

bitiren insan sayısı gerçekten azdır. Bu sebep-

ledir ki, ticaretle meşgul olan ve devamlı stres

içinde yaşayan nice zengin işadamından, devlet

memurlarının sade ve düzenli, “ne olduran ne

de öldüren” hayatına gıpta ettiklerini çok din-

lemişizdir.

İmkânlar Bazen Felâket Olabilir

Bu yalın gerçeğe rağmen yeryüzündeki her-

kesin sınavının eşit düzeyde olduğunu söylemek

imkânsızdır. Çünkü her türlü imkâna sahip olan

bir zenginin çocuğu olarak dünyaya gelmek ile

fakir bir insanın evladı olarak doğmak arasında

çok büyük fark vardır. Birincisi imkânlar açısın-

dan her şeyi elde edebilirken, aklına geleni ya-

pabilirken diğeri ise oldukça yorulmak ve elde

ettiğiyle yetinebilmek zorundadır. Lakin dünya-

nın geçiciliği ve herkesin yaşadığı hayatın hesa-

bını Allah katında vereceği göz önünde bulun-

“Esasında umudu yitirmek, yeis ve ümitsizlik mü’minin Allah’tan kopuşunun bir habercisidir. Allahu Teâlâ’nın her şeyden haberdar olduğunu ve her bir

şeyin onun kudretiyle olup bittiğini, Allah’ın ona gerek bu dünyada ve gerekse âhirette daha iyi imkânlar ve nimetler sunabileceğini unutmak demektir.”

KÜLTÜR Enbiya YILDIRIM*

“Bir mü’mine düşen sorumluluk, karşılaşmış olduğu problemler sebebiyle tevekkül anlayışını kaybetmemesi, ümitsizlik içinde bedenini perişan etmemesidir.”

Ümidini Kaybetmiş Gönüle

Ümit Aşısı

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba44 45

Page 25: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

yapacak bir şey kalmadığını düşünür ve haya-

tına son verir. Çünkü sığınacak bir yeri, ümit

besleyeceği bir dayanağı yoktur. Onu bu hale

düşüren çevresinin elbette büyük sorumluluğu

vardır. Ancak acı olan şudur ki, toplumumuz son

hızla yalnızlaşmaktadır. İnsanların dertleşebile-

cekleri, dayanabilecekleri gerçek dostları kal-

mamıştır.

Her şeye rağmen Rabb’imiz, her ne olursa

olsun ümidimizi kaybetmememizi ve bir sonraki

zaman diliminin daha iyi olmasını ümit etmemi-

zi emretmektedir.

“De ki: ‘(Allah şöyle buyuruyor): ‘Ey kendilerine

karşı haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden

umudunuzu kesmeyin: Allah bütün günahları ba-

ğışlar; çünkü yalnız o, çok bağışlayıcıdır, rahmet

kaynağıdır!”’1

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin;

doğrusu kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden

ümidini kesmez.”2

“Elbette her güçlükle birlikte bir kolaylık vardır.

Evet, her güçlükle beraber bir kolaylık vardır.”3

Kul Rabb’ine Sığınır

Bizlere düşen sorumluluk, yapabildiğimiz

kadarını yapmaktır; gücümüzü aşan durumlar-

da sızlanmamızın ve hayata küsmemizin hiçbir

şeyi değiştirmeyeceğini bilmemizdir. Ayrıca

unutmamak gerekir ki, insan ne kadar tedbir

alırsa alsın, hiç beklemediği bir anda kendisini

çok üzecek bir olayla karşılaşabilir. Bu zorluk

bazen kendi şahsına bazen de çok sevdiği in-

sanlara gelebilir. Bunun yanında sorunu insan-

lardan kaynaklı olabileceği gibi ilâhî bir âfet de

olabilir. Nitekim bütün tedbirlere rağmen bazı

ürünlerden hiç mahsul alınamadığı zamanlar

olmaktadır. Tam yaz geldi derken birden don

vurması sebebiyle ürünler yerlere serilebilmek-

tedir. Veya aşırı sıcaklar sebebiyle mahsul çok

verimsiz olabilmektedir. Böylesi durumlarda

insanın şikâyetçi olacağı bir kişi yoktur. Tabiat

olayları çerçevesinde Allah’ın takdir ettiği bir

musibet çiftçiyi bulmuş demektir. Bunun an-

lamı ise zor geçecek bir yılın onu beklediğidir.

Böylesi bir durumda insan isyan edecek olsa

hayatında değişecek bir şey olmayacaktır; işleri

düzelmeyecektir. Bilakis kendisi için takdir edi-

lene başkaldırdığı için âhiretini bile kaybetme

tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Ona düşen

hayatındaki bütün işler için gerekli çalışmayı

yapmak, tedbirleri hazırlamak ondan sonrasını

Allah’a havâle etmektir. Çünkü insan ne kadar

gayret ederse etsin, ne kadar tedbir alırsa alsın,

bir şekilde dertler kendisini bulacaktır. Böyle bir

dertle karşılaştığında ise çevresine ve devlete

büyük sorumluluklar düşmektedir. Onunla da-

yanışma gösterilmeli ki yıkılıp gitmesin.

Biz âciz kulların hayatın bütün sorunları kar-

şısında en güzel ve en sağlam sığınağı şefkat

ve kudret sahibi Allahu Teâlâ’dır. Kul Rabb’ine

ibadete durduğunda, huşûyla boyun eğdiğinde,

rükû ve secdesiyle namazını edâ ettiğinde, na-

maz sonrasında da ellerini açıp içini döktüğün-

de büyük bir rahatlama hisseder. İbadetin ver-

diği bu rahatlamayı hiçbir şey sağlayamaz. Bu

yüzden gün içerisinde tesbîhât ile Allah’ı anmak

da çok önemlidir. Ne mutlu Allah’tan uzaklaş-

mayanlara!

durulacak olursa, ilâhî adalet açısından bir hak-

sızlık söz konusu değildir. Çünkü imkânsızlıklar

sebebiyle sabırlı bir hayat geçiren, şükreden,

kanaati kuşanan, tamahkâr olmayan bir mü’min

cennette çok büyük ikramlara mazhar olacaktır.

Eline geçen nimetlerin şükrünü edâ etmeden

nefsinin peşine takılarak haramlar içinde yüzen

de bunun vebâlini çekecektir.

Bir mü’mine düşen sorumluluk, karşılaşmış

olduğu problemler sebebiyle tevekkül anlayı-

şını kaybetmemesi, ümitsizlik içinde bedenini

perişan etmemesi, kendisini yıpratmamasıdır.

Çünkü çıkmaz bir sokağa girmiş hissi insanın

yıkılmasına sebep olabilir. Bu ise şeytanın ve

nefsimizin istediği bir durumdur. Çünkü her iki-

si de her türlü olumsuzluğu bizleri ayartmak ve

Allah’tan uzaklaştırmak için bir gerekçe olarak

kullanırlar. Bu durum aynı zamanda pek çok

hastalığa yakalanmamızın da sebebidir. Zira

karşılaştıkları sorunları büyütenler, çeşitli has-

talıklara daha hızlı yakalanmaktadırlar. Böyle-

ce insan karşılaştığı sorun yanına bir sorun da

kendisi eklemiş olmaktadır. Çağımızdaki hasta-

lıkların çoğunun dertlenmeden, yeisten, kafa-

yı problemlere gömmekten, yaşama sevincini

kaybetmekten kaynaklı olduğunu hepimiz bil-

mekteyiz.

Hz. Peygamber (s.a.v.) de Pek Çok Maddî ve Mânevî Zorlukla Karşılaşmıştır

Yüce yaratıcımız Hz. Allah, Kur’an’da bizlere

geçmiş peygamberlerin yaşadıklarıyla ilgili bil-

giler sunar. Bu âyetleri okuduğumuzda hayret

ederiz. Çünkü bizzat Rabb’imiz görevlendirmiş

olmasına rağmen nice peygamber pek çok

maddî ve mânevî zorlukla karşılaşmıştır. Adeta

hayatlarının büyük kısmı sıkıntılarla geçmiştir.

Ancak bütün sorunlara rağmen dâvâlarında yıl-

mamışlar ve Allah yolunda tevhide davet etme-

yi sürdürmüşlerdir. Hatta bazıları tek bir insan

bile onlara iman etmemesine rağmen azimle

çalışmaya devam etmişlerdir. Karşılaştıkları

sorunlar onları bezdirmemiş, ye’se düşüp yıl-

dırmamıştır. Esasında bu konuda bizim için en

güzel örnek Hz. Peygamber (s.a.v.)’dir. Babası-

nı doğmadan, annesini küçük yaşta kaybetmiş,

altı çocuğunu toprağa vermiş ve İslâm’ı tebliğ

etmek için her türlü maddî-mânevî sıkıntıların

altına girmiştir. Ancak bütün bu sorunlar onu

çökertmemiştir. Onun çilekeş hayatı hepimiz

için örnektir.

Esasında umudu yitirmek, yeis ve ümitsizlik

mü’minin Allah’tan kopuşunun bir habercisidir.

Allahu Teâlâ’nın her şeyden haberdar olduğu-

nu ve her bir şeyin onun kudretiyle olup bitti-

ğini, Allah’ın ona gerek bu dünyada ve gerekse

âhirette daha iyi imkânlar ve nimetler sunabile-

ceğini unutmak demektir. İntihar olayı tam an-

lamıyla bunun vahim sonucudur. Bunalımdaki

kişi, inancının zayıf olması veya hiç olmaması

sebebiyle çıkmaz bir sokağa girdiğini ve artık

Dipnot

* Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

1. 39/Zümer, 53.2. 12/Yûsuf, 87.3. 94/İnşirâh, 5-6.

“Bizlere düşen sorumluluk, yapabildiğimiz kadarını yapmaktır; gücümüzü aşan durumlarda sızlanmamızın ve hayata küsmemizin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilmemizdir.”

“Çağımızdaki hastalıkların çoğunun dertlenmeden,

yeisten, kafayı problemlere gömmekten, yaşama

sevincini kaybetmekten kaynaklı olduğunu hepimiz

bilmekteyiz.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba46 47

Page 26: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Kanûnî’nin küçük oğlu Selim, 28 Mayıs 1524’te İstanbul’da dünyaya geldi. An-nesi Hürrem Sultan, saray içinde sözü

geçen, etkili bir kadındı. Saray kadınlarına ve hizmetkârlara, Şehzade Selim’in terbiyesi ve bakımıyla meşgul olmaları için talimatlar veri-yordu. Saraydaki herkes ona, sarı benizli olma-sından dolayı “Sarı Selim” diyordu. Ona takılan bu lakap, padişahlığı boyunca da devam etti.

Dünya Padişahlığına Hazırlık

Hürrem Sultan, başşehir İstanbul’un tüm imkânlarından faydalanarak Şehzade Selim’in iyi bir eğitim almasını sağladı. Babası Kanûnî, bütün şehzadeler gibi Selim’in tahsil ve terbiye-siyle yakından ilgilendi. Zamanın ünlü, alanında otorite hocalarından özel dersler aldırdı. Cafer Efendi, Halimî Efendi, Ataullah Efendi gibi bilgin ve din adamlarından temel din ve fen ilimlerini öğrendi. Özellikle annesi, aldığı dersleri takip ediyor, devamlı hocalarıyla görüşüyor, hiçbir eksiğinin kalmamasını tembihliyordu. İlerde pa-dişah olabilmesi için şehzadenin kendini yetiş-tirmesi ve tahsilini tamamlaması lazımdı.

Eğitimini tamamladıktan sonra sıra yönetim ve askerlik yetenek ve tecrübesini artırması için sancağa çıkmaya gelmişti. Sırasıyla Konya, Kütahya ve Manisa Sancağı’nın yolunu tuttu. Buralarda uzun süre valilik görevinde bulundu. Babasının vefat edeceği 1566’ya kadar lalaları Mustafa Paşa ve Hüseyin Paşa’nın rehberliğin-de yönetim ve askerlikte kendisini geliştirmeye çalıştı.

Muhteşem Süleyman’a Son Vazife

Babası Kanûnî’nin, Zigetvar’da hayata veda ettiği haberi kendisine ulaştığında Manisa’da bulunuyordu. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, babasının vasiyeti gereği Şehzade Selim’i gizlice tahta çağırdı. Kanûnî’nin öldüğünü 48 gün bo-yunca ordudan ve devlet adamlarından sakla-mıştı. Bir karışıklık çıkmadan hemen İstanbul’a gelip padişahlığını ilan etmesini, ardından da Zigetvar’a gelmesini istedi. Mektup eline geçti-

ğinde Şehzade Selim çok üzüldü; Allah’ın tak-

dirine boyun eğdi. 19 Eylül’de Manisa’dan yola

çıktı. Hiç durmadan gece gündüz at sürdü; yol-

culuk boyunca birçok at değiştirdi. 11 gün sonra

İstanbul’a ulaştı. Topkapı Sarayı’na geldi ve 11.

padişah olarak 42 yaşında tahta çıktı. İçi çok bu-

ruktu, padişah olduğuna sevinemedi bile. Eyüp

Sultan Hazretlerinin kabrini ziyaret etti. Dua

edip, gözyaşı döktü.

Ertesi gün tekrar yola koyuldu. Belgrad’a

geldiğinde Sokullu Mehmed Paşa’ya haber uçu-

ruldu. Tekbirler arasında Tuna Nehri’nden geçi-

rilen cihan padişahı Kanûnî’nin tabutu Belgrad’a

getirildi. Yer, gök, ovalar, dağlar ve ırmaklar

Muhteşem Kanûnî’nin ölümüne ağlıyordu. Sul-

tan Selim tabutun üzerine kapandı ve sessiz-

ce gözyaşı döktü. Bir ara bayılacak gibi oldu.

Sokullu Mehmed Paşa hemen kolundan tuttu.

Daha sonra ellerini kaldırdı ve Allah’a şöyle ya-

kardı: “Allah’ım! Hayatını, Senin yoluna adayan

babamı cennetine kabul eyle. Senin ismini ve

dinini yaymak, bütün insanlara İslâm adaletini

ulaştırmak için çalışan babamın nurlu yolundan

yürümeyi, bana da nasip et!” Daha sonra cenaze

namazına geçildi. Bütün ova askerlerle doluydu.

Herkesin gözünde yaş, kalbinde keder vardı. Bü-

yük bir huzur ve teslimiyet içerisinde namaz kı-

lındı. Sonra koca hünkârın tabutu arabaya bin-

dirildi. Orduyla beraber İstanbul’a getirildi. Pa-

yitaht, ölüm haberini günler öncesinden almıştı.

Büyük hükümdarın cenazesini tekrar gözyaşıyla

yıkadılar ve ebedi istirahatgâhı Süleymaniye’ye

gömdüler. (26 Ekim 1566)

TARİH İsmail ÇOLAK

“Hürrem Sultan, başşehir İstanbul’un tüm imkânlarından faydalanarak Şehzade Selim’in iyi bir eğitim almasını sağladı. Babası Kanûnî, bütün

şehzadeler gibi Selim’in tahsil ve terbiyesiyle yakından ilgilendi.”

“Babası Kanûnî’nin, Zigetvar’da hayata veda ettiği haberi kendisine ulaştığında Manisa’da bulunuyordu. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, babasının vasiyeti gereği Şehzade Selim’i gizlice tahta çağırdı.”

Muhteşem Süleyman’ın Vârisi

Sultan II. Selim

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba48 49

Page 27: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Açe’ye Yardımı Sürdürdü

Portekiz, 16. Yüzyılın ilk yarısında Sumat-ra İslâm Devletlerinden Açe’yi hedef almıştı. 1511’de Ali Mughayat Şah’ın kurduğu Açe Da-russelam Sultanlığı’nı işgal etmek için saldırıya geçmişti. Açe, 1540’ta istilaya uğrayınca Sul-tan Alaaddin Riayet Şah, Kanûnî’nin yardımına başvurmuştu. Bunun üzerine Kanûnî, 1554’te Seydi Ali Reis’i Hindistan’a; 1564’te Lütfi Bey’i 19 gemi, 12 top döküm ustası, gemi yapımcıla-rı, askerler ve doktorlardan oluşan 300 uzma-nı Açe’ye yollamıştı. 1566’da Sultan Alaaddin, tekrar yardım istemişti. Ancak Kanûnî, Ziget-var seferindeydi ve üstelik vefat etmişti. Ala-addin Şah, Osmanlı’nın yeni padişahı Sultan II. Selim’e, “Açe’nin bir Osmanlı köyü olduğunu” vurgulayan bir mektup yazdı ve talebini tekrar-ladı: “Yardım etmezseniz mahvoluruz. Hacıların yolu Portekizliler tarafından kesilmiş olduğu için Müslümanlar büyük zarar görüyor. Lütfen kale dövecek toplar gönderiniz. Açe, sizin köy-lerinizden biridir ve ben de hizmetkârlarınızdan biriyim. Eğitim görmüş birkaç at, hisar ve kadır-ga yapıcıları gönderilmesini rica ederiz.”

II. Selim, 20 Eylül 1567’de, Kurdoğlu Hızır Hayreddin Reis kaptanlığındaki 36 kalyonluk bir filoyu Endonezya’ya gönderdi. Açe Sultanı’na bir de mektup yazdı: “Mektubunuz, sultanların

sığınağı olan yüce makamımıza ulaşmıştır. Mek-tubunuzda, gece gündüz o taraflardaki inançsız-lara karşı savaştığınızı, düşmanlara karşı yalnız kaldığınızı ve her taraftan saldırıya uğradığınızı belirterek savaşmak için malzeme ve tecrübeli asker istemektesiniz. Ülkeniz yakınlarında bulu-nan Seylan ve Kalküta Hâkimlerinin daima sizin-le savaşmakta olduklarını, Osmanlı Donanması gelecek olursa Allah’ın yardımıyla düşmanların hezimete uğratılarak adaların tekrar ele geçiri-leceğini belirtmişsiniz. Mektubunuz makamımı-za arz edildiğinde bizim gibi yüce bir padişahın şanına yakışan hareket sizin isteklerinizi kabul etmektir. Ayrıca, Müslümanları ve İslâm kanun-larını korumak en önemli görevlerdendir. Her durumda kardeşliğin ve yardımseverliğin ge-rekleri yerine getirilecektir.” Osmanlı’nın Açe’ye desteği, Portekizlilerin hücumunu bertaraf etti. Bu sayede Açe, Sultan İskender Muta zamanın-da altın çağını yaşadı.1569’da Aden geri alındı.

Kıbrıs’ta Ezan Sesleri

1538’deki Preveze Zaferi’nden sonra Akde-niz bir İslâm gölü haline gelmişti. Ama bunu göl-geleyen bir engel vardı: Kıbrıs... Venediklilerin elindeki bu korsan yatağının alınması artık farz-dı. Padişah olur olmaz II. Selim’in ilk işi, Kıbrıs’a sefer düzenlemek oldu. Zaten Kanûnî’ye sözü vardı. Ancak Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, sefere karşıydı. Bunu acele buluyor ve Haçlıları kızdırıp, Osmanlı’ya karşı büyük bir Haçlı sefe-rine sebep olacağını düşünüyordu. Fakat Sultan Selim kararlıydı. Tahta çıkışını muhteşem bir zaferle kutlamak ve babasının başarılarını sür-dürmek istiyordu.

Kıbrıs’ın kuşatılması için Vezir Lala Mustafa Paşa ile Piyale Paşa’yı görevlendirdi. Osmanlı Donanması, 15 Mayıs 1570’te İstanbul’dan du-alar, tekbirler, fetih sureleri ve mehter marşları ile uğurlandı. Venedikliler büyük bir korku ve pa-nik içinde ne yapacaklarını bilemediler. Hemen Papa’ya sığındılar, yardım göndermesini istedi-ler. Kalabalık bir Haçlı Donanması, Venediklile-rin imdadına koştu. Osmanlı Donanması, zafer kazanmadan ve Kıbrıs’ı bir İslâm adası yapma-

Kaynakça

Solakzâde, Solakzâde Tarihi, c.2, Ankara, 1989; Hammer, Os-manlı Tarihi, c.2, İstanbul, 1997; İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.3, k.1-2, Ankara, 1988; Seydî Ali Reis, Mir’at-ül Mema-lik, Hazırlayan: Necdet Akyıldız, İstanbul (tarihsiz); Razaulhak Şah, “Açe Sultanı Sultan Alaeddin’in Kanûnî Sultan Süleyman’a Mektubu”, A.Ü.Dil Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları dergisi, Sayı: 8-9/1967.

dan dönmeyeceğine yemin etmişti. Haçlı Do-nanması şiddetli Osmanlı taarruzu karşısında fazla dayanamadı ve çözüldü. Magosa Kalesi’ne İslâm sancağı dikildi, ezan sesleri Kıbrıs sema-larına doldu. Haçlı Donanması ağır bir bozgu-na uğradı. Kıbrıs valisi bile ölüler arasındaydı. Akdeniz’in en büyük adası Osmanlı toprağı oldu.

İnebahtı Talihsizliği

Osmanlı’nın, Haçlıların Akdeniz’deki son kalesi Kıbrıs’ı fethetmesi, beklendiği üzere Haçlı Âlemini ayağa kaldırdı. Papalık, İspan-ya ve Venedik’in başını çektiği kutsal bir birlik oluşturuldu. Bu birliğe birçok küçük devlet de katıldı. Kısa zamanda 300 gemiden oluşan güç-lü bir donanma meydana getirildi. 180 gemi-nin yer aldığı Osmanlı Donanması ise İnebahtı Körfezi’ndeki yerini almış, Haçlı Donanması’nı bekliyordu. Donanmanın başında eski yeniçe-ri ağası Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa vardı. Müezzinzade cesur bir paşaydı ve kara savaşlarında büyük zaferler kazanmıştı. Haçlı Donanması’na da aynı şeyi yapmak istiyordu. Hâlbuki donanma buna hazır değildi. Her ge-mide önemli ölçüde personel açığı vardı. Fa-kat Müezzinzâde, Barbaroszâde Hasan Paşa ile Uluç (Kılıç) Ali Paşa’nın aleyhte görüşlerine al-dırış etmiyor, “Ben padişah donanmasına kaçtı dedirtmem!” diyordu.

Nihayet taarruz emrini vermekte gecikmedi ve düşman donanmasına cepheden hücum etti. Bunu gören Haçlılar, donanma komutanının ge-misini sardılar. Birkaç saatlik şiddetli çatışma-dan sonra ne yazık ki Müezzinzâde Ali Paşa şe-hit düştü. Beklenmedik bu durum, donanmanın moralini bozdu. 60 kadar gemi Haçlıların eline geçti, bir kısmı da yakıldı. Maalesef birkaç saat içinde Osmanlı Donanması ağır şekilde yenildi. Sadece sağ kanattaki Uluç Ali Paşa düşmanı yendi ve gemilerini kurtardı. Hatta 6 Haçlı ge-misiyle İstanbul’a dönmeyi başardı. Sonuçta İnebahtı ile Osmanlı, denizlerde ilk kez yenilgiye maruz kaldı. Akdeniz’deki varlığı, güç ve itibarı biraz sarsıldı. Akdeniz’in Müslüman gölü olduğu gerçeği gölgelendi. Yenilgi, Avrupa’da bayram

havasında karşılandı. Haçlıların Osmanlı’yı ye-nebilecekleri ve Akdeniz’den atabilecekleri yö-nündeki azim ve inançları güçlendi.

Fakat kaptan-ı deryalığa getirilen Kılıç Ali Paşa, İnebahtı’nın üzerinden henüz bir yıl geç-meden, Haliç Tersanesi’nde 250 parçalık eski-sinden daha muhteşem bir donanma inşa et-tirmişti. 13 Haziran 1572’de, yeni donanmayla Akdeniz’e açıldığında, bütün Hıristiyanlık âlemi hayret ve dehşet içinde kaldı. Osmanlı’nın kar-şısına çıkmaya cesaret edemediler. Böylece Os-manlı, İnebahtı felaketinin yaralarını biraz olsun giderdi. Kendine güveni ve cesareti tazelendi. Akdeniz’in bir Müslüman gölü olduğu hakikati, Avrupalılara bir defa daha kabul ettirildi. Öyle ki Fransız yazar Voltaire: “Bir bilmeyen, İnebahtı Savaşı’nı Türklerin kazandığını sanır!” demek-ten kendini alamadı.

Eserleri ve Selimiye Camii

Mimar Sinan’a ustalık eseri olan Edirne Selimi-ye Camii’ni inşa ettirdi ve 1574’te ibadete açtır-dı. Selimiye Camii birçok manevî özelliğe sahipti. Tek bir kubbesinin oluşu Allah’ın birliğini, pence-relerinin beş kademeli oluşu İslâm’ın beş şartını, bütün pencerelerinin 99 tane oluşu Allah’ın 99 is-mini simgeliyordu. Vaaz kürsülerinin 4 tane oluşu 4 hak mezhebi, bütün külliyede 32 kapının oluşu İslam’ın 32 farzını, arka minarelerde 6 yolun ol-ması imanın 6 şartını sembolize ediyordu.

Bunun dışında Mekke’nin su yollarını tamir et-tirdi. Kâbe’yi mermer kubbelerle donattı. 1573’te Ayasofya Camii’ni destek duvarlarıyla sağlamlaş-tırarak tamir ettirdi, iki de minare ekletti. Aynı yıl Ayasofya’nın yanına iki medrese yaptırdı. Yanı sıra Lefkoşe Selimiye Camii, Aziz Efendi Tekkesi, Nava-rin Limanı’ndaki kule gibi irili ufaklı birçok eserin vücuda getirilmesine vesile oldu.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba50 51

Page 28: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

On üçüncü Osmanlı Şeyhülislâmı

olan büyük âlimin ismi Ahmed bin

Muhammed’dir. Ebussuûd el İmadî is-

miyle de meşhûr olup, Hoca Çelebi adıyla da

tanınmıştır.

1491 senesinde İskilip’te doğdu. 1574’te

İstanbul’da vefat etti. Kabri Eyüp Camii karşı-

sındadır.

Dedesi Ali Kuşçu’nun kardeşi Mustafa

İmadî’dir. Semerkand’dan Anadolu’ya gelip yer-

leşmiştir. Babası, evliyanın meşhurlarından İb-

rahim Tennurî’nin sohbetinde yetişmiş âlim ve

kemale ermiş bir zat idi. İkinci Bâyezîd onu çok

sever, sohbetinde bulunurdu. Bu sebeple kendi-

sine Hünkâr Şeyhi denmiştir.

Ebussuûd Efendi, önce babasından, ba-

basından sonra Müeyyedzâde Abdurrahman

Efendi’den kayın babası Mevlâna Seyyid-i

Kahraman’dan ve İbn-i Kemâl Paşa’dan ilim öğ-

rendi. Tahsilini tamamladıktan sonra, yirmi altı

yaşında müderris oldu. 1532’de Bursa kadılığı-

na, bir sene sonra da İstanbul kadılığına tayin

edildi. Üç sene İstanbul kadılığı yaptı. 1537’de

Rumeli Kadıaskerliği’ne tayin edildi.

Ebussuûd Efendi, Kadıasker tayin edilme-

den önce, gördüğü bir rüyayı şöyle anlatmıştır:

“Kadıasker olmadan bir hafta önce Fatih Sultan

Mehmet Camii’nin mihrabında benim için bir

seccade serilmiş olduğunu gördüm. Halka imam

oldum ve sekiz rekât namaz kıldım. Bu rüyadan

sonra Kadıasker (Kazasker) oldum. Meğer bu

rüya Kadıaskerlikte sekiz sene kalacağıma işa-

retmiş. Keşke kıldığım o sekiz rekâtlık ikindi ye-

rine yatsı namazı kılmış olsaydım.”

Cihan Sultanı Kanûnî, kıymetini ve ilimdeki

üstünlüğünü anladığı ve takdir ettiği Ebussuûd

Efendi’yi çok sever ve değer verirdi. Onu bü-

tün seferlerinde yanında bulundururdu. 1541

yılında Budin’in fethinde, şükran alameti ola-

rak şehrin en büyük kilisesini camiye çevirten

Kanûnî burada ilk Cuma namazını Ebussuûd

Efendi’ye kıldırttı. Bunun yanında Budin’in ve

Orta Macaristan’ın tapu ve tahrir (yazım) işle-

rini yaptı. 1545 yılında Fenarizâde Muhyiddin

Efendi’nin ihtiyarlığı ve rahatsızlığı sebebiyle

Şeyhülislâmlıktan ayrılması üzerine bu göreve

getirildi.

Ebussuûd Efendi, Kanunî ve oğlu İkin-

ci Selim’in saltanatları zamanında 30 sene

Şeyhülislâmlık yaptı. Osmanlı Şeyhülislâmları

KÜLTÜR Muammer YILMAZ

“Ebussuûd Efendi, dinine bağlı, haramlardan ve şüpheli şeylerden sakınan, Allah korkusu çok olan bir âlimdi.”

“Cihan Sultanı Kanûnî, kıymetini ve ilimdeki üstünlüğünü anladığı ve takdir ettiği Ebussuûd Efendi’yi çok sever ve değer verirdi. Onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu. 1541 yılında Budin’in fethinde, şükran alameti olarak

şehrin en büyük kilisesini camiye çevirten Kanûnî burada ilk Cuma namazını Ebussuûd Efendi’ye kıldırttı.”

Ebussuûd Efendi

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba52 53

Page 29: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

ça ve Farsça şiirleri vardır. Sorulan bazı suallere

şiirle cevap verdiği de olurdu. Şiirlerinde daha

ziyade fikir hâkim olup, âlimâne ve hakimâne

yazardı. Cihan Padişahı Kanûnî’nin ölümüne duy-

duğu büyük üzüntü ve acıyı da hakimâne (hikmet

sahibi) bir şekilde ifade ediyordu:

Yıldırım gürültüsü mü, yoksa İsrâfil sur’u mu?

Ki böyle doldu kıyamet sayhalarıyla yeryüzü

Bundan her tarafa büyük korku isabet etti

Bundan bütün insanlar Tur’daki helâk hadise-

sini tattı

Kanunî 1566 yılında Zigetvar’da vefat edin-

ce, cenaze namazını Ebussuûd Efendi kıldırdı.

Kılınan cenaze namazından sonra Kanûnî’nin

yaptırdığı Süleymaniye Camii bahçesindeki tür-

besine gelindi. Cenaze kabre konuldu. Bu sırada

bir çekmece getirilip kabre konulmak istendi.

Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi müdahale etti.

Çekmecenin niçin konulduğunu, dinimizde kıy-

metli bir şeyin cenazeyle gömülmesinin müm-

kün olmadığını söyledi.

Kanûnî’nin, vefatından bir gün önce vasiyet

edip bu çekmecenin kendisi ile gömülmesini

istediğini bildirdiler. Ebussuûd Efendi, mutlaka

içindekilerin görülmesi gerektiğini, kıymetli bir

şey varsa gömülemeyeceğini söyledi. Çekmece

Ebussuûd Efendi’ye verilirken, elden kayıp düş-

tü ve içindekiler döküldü. Kâğıtların her birinde

bir fetva ve altında Şeyhülislâm’ın imzası vardı.

Ebussuûd Efendi, yazıların altında kendi im-

zasını görünce; “Ey Süleyman sen kendini kur-

tardın ama biz ne yapacağız?” diyerek ağlamaya

başladı. Kanûnî, yapacağı her işi Şeyhülislâm’a

sormuş ve aldığı fetvaya göre hareket etmişti.

Delil olarak da, aldığı fetvaların yanında gömül-

mesini vasiyet etmişti.

Ebussuûd Efendi, sekiz sene de İkinci Selim

zamanında Şeyhülislâmlık yaptı. Padişah ken-

disine çok hürmet eder, kendisini incitecek ha-

reketlerden sakınırdı. Bu dönemde en mühim

hizmetlerinden birisi de, Kıbrıs’ın fethi için fetva

vermesi ve Kıbrıs’ın fethini sağlamasıdır.

Ebussuûd Efendi İbn-i Kemâl Paşa’dan sonra

“Muallim-i Sani” (Fârâbî) lakabıyla tanınmıştı.

Bütün ilimlerde mahir olup bilhassa tefsir, fıkıh

ve Arabî ilimlerde mütehassıs idi. Bu sahada

pek çok eser yazmıştır. 25 Ağustos 1574 tari-

hinde 84 yaşında iken vefat etti.

arasında en çok makamda kalması ile de bir

rekorunda sahibi oldu. Ebussuûd Efendi’yi çok

seven Koca Hünkâr Kanûnî her önemli işinde

ona danışır ve fetvasına müracaat ederdi. Sü-

leymaniye Camii’nin temel atma merasiminde,

mihrabın temel taşını Ebussuûd Efendi’ye koy-

durtmuştur.

Ebussuûd Efendi, dinine bağlı, haramlardan

ve şüpheli şeylerden sakınan, Allah korkusu çok

olan bir âlimdi. Güler ve nurani yüzlü, tatlı dil-

li, aksakallı, vakur, gösterişten uzak bir şekilde

giyinirdi. Etrafında bulunanlara yumuşaklıkla

muamele ederdi.

Ebussuûd Efendi, Yavuz Sultan Selim ile oğlu

Kanûnî Sultan Süleyman’ın fevkalade sevgi ve

iltifatını kazandı, Cihan Sultanı Kanûnî’nin ken-

disine gönderdiği şu mektubu, onu nasıl sevip,

sayıp, takdir ettiğini göstermesi bakımından ne

kadar güzeldir:

“Halde haldaşım, sinde sindaşım (yaşta yaş-

daşım) ahiret karındaşım. Molla Ebussuûd Efen-

di Hazretleri’ne, sonsuz dualarımı bildirdikten

sonra hâl ve hatırını sual ederim. Yüce Yaradan

gizli hazinelerden tam bir kuvvet ve daimi sela-

met müyesser eylesin.

Allahu Teâlâ’nın bağışlaması ve lütfuyla yar-

dım ve insan severliğinizden istenir ki mübarek

zamanlarda gönülden olan sevginizi şerefli kal-

binizden çıkarmayınız. Bizim için dua buyurunuz

ki yere batasıca kâfirler hezimete uğrayıp bü-

tün İslâm orduları Allah’ın yardımı ile muzaffer

olup, Yüce Yaradan’ın rızasına kavuşalar. Dua-

larımızı, yine dualarınızı bekleyen Hak Teâlâ’nın

kulu bî-riya (riyasız) özü sözü bir olan Süleyman

(Kanûnî).”

Kanûnî devri her bakımdan Osmanlı

Devleti’nin en parlak dönemidir. İlimde, sanatta,

denizcilikte en meşhur kimseler bu devirde bir

araya gelmiştir. Osmanlı Devleti, o devirde dün-

yanın yarısına hükmeden muazzam bir devlet idi.

Devletin bu hale gelmesinde bu muazzam kadro

içindeki Ebussuûd’un da büyük emeği geçti.

Ömrü boyunca Osmanlı Devleti’nde adaletin

yerleşmesinde ve yaygınlaşmasında her türlü

çalışmayı yapmış ve pek üstün gayretler gös-

termiştir.

Ebussuûd Efendi, bütün bu meziyet ve üstün-

lükleri yanında, edebiyat ve şiir sahasında da ka-

lıcı eserler bırakmıştır. Kendisinin Türkçe, Arap-

“Ebussuûd Efendi, sekiz sene İkinci Selim zamanında Şeyhülislâmlık yaptı. Padişah kendisine çok hürmet eder, kendisini incitecek hareketlerden sakınırdı.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba54 55

Page 30: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Ferîdüddîn Attâr, Horasan’ın en önem-li dört şehrinden biri olan Nişabur’da 1120’de doğmuş 1229’da Moğollar ta-

rafından şehid edilmiş şair ve mutasavvıftır. Aktarlık mesleği ile meşgul olup aynı zamanda hekim ve eczacı olmasından dolayı “Attar” ola-rak anılmaktadır. Küçüklüğünde Şadbah kasaba-sında bir yandan babasının yanında attârlık mes-leğini öğreniyor, bir yandan da medrese eğitimi görüyordu. Babasının vefâtı üzerine onun yerine geçip, attârlık mesleğini uzun bir süre devâm et-tirdi. Attârlıkla uğraşırken, bir taraftan da ilim ile meşgul oluyordu. Atarlık mesleğine olan ilgisin-den ve duyduğu saygıdan dolayı da eserlerinde “Attar” mahlasını kullanmıştır. Rivayet edilir ki, bir gün bir derviş, dükkânının önünden geçer-ken içeri bakıp bir “Ah!” çekti. Ferîdüddîn-i Attâr ona, neden baktığını ve niçin ah çektiğini sordu. Derviş: “Benim yüküm hafif. Dünyada hırkamdan başka bir şeyim yok. Bu dünya pazarından kolay-ca geçerim. Fakat sen bu kadar ağır yükle kendi başının çaresine nasıl bakarsın?” dedi. Attar ona, “Bu dünyadan nasıl geçip gidersin?” diye sordu. Derviş de: “Hırkayı sırtımdan çıkarır, başıma yas-tık yaparım, canımı Hakk’a teslim ederim.” de-mesiyle birlikte hırkasını çıkardı ve başının altı-na koydu, orada canını teslim etti. Ferîdüddîn-i Attâr bu olaydan çok etkilendi. Bu durum karşı-sında Allah’a olan bağlılığı, dinini öğrenme istek ve arzusu dayanılmaz hâle gelince, attârlığı terk etti. O günden sonra varını yoğunu Allah yolunda sadaka olarak dağıttı ve kendini tamamen İslâmî ilimlere adayarak ömrünün geri kalanını ilim, ir-fan ve ibadetle geçirdi.

1187’de Tuyûrnâme (Mantıku’t-tayr) adlı 4931 beyitten oluşan eseri kaleme aldı. Attar, Kuşdili veya Kuşlar Meclisi olarak da bilinen bu mesnevî tarzı eserinde, tasavvufun Vahdet-i Vücûd anlayışını anlatır. Eserde çok zengin bir sembolik dil kullanılmış ve hakikâti arayanlar, yani hakikât yolunun yolcuları kuşlarla simge-lenmiştir. Hüdhüd adlı kuş onların önderleri, kılavuzları, yani mürşitleridir. Aradıkları Simurg adlı efsanevî kuş, Allah’ın zuhûr ve taayyünüdür. Kuşdili özetlenmeye çalışılmıştır.

Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasın-da hüdhüd, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır. Amaçları, padi-şahsız hiçbir ülke olmadığı düşüncesiyle, ken-dilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir. Hüdhüd söze başlar ve Hazreti Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama, hiçbir kuşun haberlerinin olmadığını, her-kesin padişahının daima Simurg olduğunu be-lirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini anlatır. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kıla-vuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüdhüdün peşine takılıp onu aramak için yolla-ra düşerler. Kuşların hepsi de Simurg’un sözü üzerine yola revan olurlar. Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hasta-lanırlar. Hepsi de, Simurg’u görmek istemeleri-ne rağmen, hüdhüdün yanına varınca “kendile-rince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye” baş-larlar. Çünkü, kuşların gönüllerinde yatan asıl

TARİH Resul KESENCELİ

“Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir

araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüdhüd,

kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve

diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiçbir ülke

olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere

bir padişah seçmektir.”

Hakikât Yolunun Yolcuları

Mantıku’t-Tayr: Kuşlar Meclisi

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba56 57

Page 31: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

hedefleri çok daha basit ve dünyevî’dir(!) Örnek olarak, bülbülün isteği gül; dudu kuşunun arzu-ladığı ab-ı hayat; tavuskuşunun amacı cennet; kazın mazereti su; kekliğin aradığı mücevher; hümânın nefsi kibir ve gurur; doğanın sevdası mevki ve iktidar; üveykin ihtirası deniz; puhu kuşunun aradığı viranelerdeki define; kuyruksa-lanın mazereti zaafiyeti dolayısıyla aradığı ku-yudaki Yûsuf; bütün diğerlerinin de başka başka özür ve bahanelerdir. Bu mazeretleri dinleyen hüdhüd, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır. Ama, yol, yine uzun ve zahmetli ve uzaktır…

Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler. Bun-ların arasında, nefsanî arzular, servet istekle-ri, ayrıldığı köşkünü özlemesi, geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak, ölüm kor-kusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi, himmet, vefa, küskünlük, kibir, ferahlık arzusu, kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi husus-larla; kuşların sorduğu ne kadar yol gidileceği sorusu vardır. Hüdhüd hepsine, bıkıp usanma-dan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerin-de aşmaları gereken “yedi vadi” bulunduğunu söyler. Ancak, bu “yedi vadi”yi aştıktan sonra Simurg’a ulaşabileceklerdir. Hüdhüdün söyledi-ği, “yedi vadi” şunlardır: Vadi-i istek, vadi-i aşk, vadi-i marifet, vadi-i istiğna, vadi-i vahdet, vadi-i hayret, vadi-i fena… Kuşlar gayrete gelip tekrar yollara düşerler… Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğu-

lur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya gü-

neşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur,

ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir

eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır. Bu sayılan

engellerin hepsi de hakikât yolundaki zulmet ve

nur hicaplarıdır. Bu hicaplardan sadece otuz kuş

geçer. Bütün vadileri aşarak menzil-i maksudla-

rına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar,

rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak

için aradıkları Simurg’u sorarlar. Simurg tara-

fından bir görevli gelir… Görevli, otuz kuşun ayrı

ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister.

Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer

birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazı-

lıdır. Bu sırada, Simurg tecelli eder… Fakat, otuz

kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu;

yani, Simurg’un mânâ bakımından otuz kuştan

ibaret olduklarını görüp şaşırırlar. (Farsçada Si-

murg “otuz kuş” anlamına gelir.) Çünkü, kendile-

rini Simurg olarak görmüşlerdir. Kuşlar Simurg,

Simurg da kuşlardır. Bu sırada Simurg’dan ses

gelir: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş

göründünüz. Daha fazla veya daha az gelsey-

diniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir

aynadır!” Hasılı, otuz kuş, Simurg’un kendileri

olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu ka-

lır, ne yol, ne de kılavuz... Çünkü, hepsi Bir’dir.

Aynı, aşıkla, maşukun aşkta; habible, mahbu-

bun muhabbette; sacidle, mescudun secdede;

bir olması gibi... Aradan zaman geçer, “fenâda

kaybolan kuşlar yeniden bekâya dönüp”, yokluk-

tan varlığa ererler…” Kuşlar, “Hakikât Yolunun

Yolcuları”, Simurg “Hakikât” olarak tanımlanır.

Feridüddin Attar’ın Mantık-üt Tayr Eserindeki Duası

“Ey Rabb’im, beni yaratanım! Dünyaya gel-dim geleli senin sofrandan, senin ekmeğinden yiyip duruyorum... Bir kimse, birinin ekmeğin-den yedi mi, ona hakkı geçer; ekmek sahibi de onun hakkına riayet eder. Ben, cömertlik denizi-nin sahibi olan senin ekmeğini çok yedim, hak-kımı gözet. Ey Âlemlerin Rabbi! Acizim kanlara boğuldum, karada gemi yüzdürdüm. Feryadımı duy elimden tut… Daha ne kadar sinikler gibi el-lerimi başıma götürüp bekleyeyim? Bilemedim, yanıldım, sen bağışla. Şu kan ağlayan yüreğime bak, bütün bu musibetlerden sen kurtar beni.

Ey derdime derman olan Allah’ım! Kâfire küfür gerek, dindara din. Attar’ın gönlüne ise derdinden bir zerre. Şu kulağı halkalı kuluna bir zerre dert ver. Eğer senin derdin olmazsa canım ölür gider. Varlıktan bir sermayem yok, gölge içinde kaybolmuş bir zerreyim. Karanlık-lar içinde kayboldum, bir nur yolla, kimsem yok benim, yardımcım sen ol.”

Hüdhüd

Hikâyede hüdhüd başında hakikat tacı taşıyan bir kuş olarak gösterilmiştir. Kuşların yolculuğu ise ruhun Allah’ı arayışının mistik seferini sem-bolize eder. Sühreverdî el-Maktûl’e göre hüdhüd derunî ilhamın sembolüdür. Tasavvufî mânası dışında hüdhüd, İran edebiyatında daha çok sev-giliden haber getiren bir kuş olarak yer almıştır.

İslâmî Literatürde Hüdhüd; Hazreti Süleyman

Beytü’l-makdis’in yapımını tamamladıktan son-

ra insan, cin, şeytan, kuş ve vahşi hayvanlardan

bir ordu toplayarak önce Mescid-i Harâm’a,

oradan da Yemen’e gitmek üzere yola çıkar.

Sana’ya vardığında bir yerde konaklar. Bu arada

su sıkıntısı baş gösterir. Toprağın altındaki suyu

görebilme gücüne sahip olan, bu sebeple de

Hazreti Süleyman’a su bulmada rehberlik eden

hüdhüd aranır, fakat bulunamaz. Daha sonra

olaylar Kur’an’da belirtildiği şekilde gelişir. Baş-

ka bir rivayete göre, Hz. Süleyman ve ordusu

konakladığında Ya‘fûr adını taşıyan hüdhüd Hz.

Süleyman’ın konaklama işiyle meşgul olmasın-

dan faydalanarak dolaşmaya çıkar. Etrafı göz-

den geçirirken Sebe ülkesinin melikesi Belkıs’ın

bahçesini görür ve bu yeşilliğe konar. Orada

Ufayr adlı Yemen hüdhüdü ile karşılaşır. Ufayr

kendisine Belkıs’ın saltanatı hakkında bilgi verir.

Hüdhüd, namaz vakti gelip de suya ihtiyaç du-

yan Hazreti Süleyman’ın kendisini bulamama-

sından endişe ederse de Ufayr ile Belkıs’ın mül-

künü dolaşır. Ancak geri döndüğünde ikindi vak-

ti olmuştur. Diğer bir rivayette, Hz. Süleyman’ın

susuz bir alanda konakladığında önce insanlar,

cinler ve şeytanlardan su bulmalarını istediği,

daha sonra hüdhüdü arattığı, fakat onun bulu-

namadığı anlatılır.

Bir başka rivayete göre de Hazreti Süleyman,

bir sefer esnasında bütün maiyetiyle birlikte

rüzgâr tarafından uçurulan bir halı üzerinde yol

almakta ve kuşlar tarafından güneşten korun-

makta iken bir noktadan başına güneş ışıkları ge-

lince oraya bakar ve hüdhüdün yerinde olmadığını

farkeder. Yapılan soruşturmada kuşların yönetici-

si olan akbaba onu bir yere göndermediğini söyle-

yince Hazreti Süleyman öfkelenir, hüdhüdü mutla-

ka cezalandıracağını veya öldüreceğini bildirir ve

kuşların efendisi kartala hüdhüdü bulmasını em-

reder. Kartal havada Yemen’den dönen hüdhüdle

karşılaşır; beraberce Hazreti Süleyman’ın huzuru-

na gelirler. Hz. Süleyman hüdhüdün Belkıs’a dair

anlattıklarını dinledikten sonra bir mektup vere-

rek onu Sebeliler’e gönderir…

“İslâmî Literatürde Hüdhüd ; Hazreti Süleyman Beytü’l-makdis’in yapımını tamamladıktan sonra insan, cin, şeytan, kuş ve vahşi hayvanlardan bir ordu toplayarak önce Mescid-i Harâm’a, oradan da Yemen’e gitmek üzere yola çıkar.”

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba58 59

Page 32: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

KÜLTÜR Cemil GÜLSEREN

Caminin elli metrekarelik bir salonu kitap-

lık olarak tanzim edilmiştir. 1980 yılında

cevizden yapılmış dolaplar on yıl önce-

den toplanan kitaplarla doldurulmuş. Beldedeki

öğretmenlerinin verdiği kitaplarla başlanan bu

çalışma vasiyet yoluyla bağışlanan bilhassa el

yazması Osmanlıca kitaplarla çoğaltılmış. Yö-

remizde yakın zamana kadar büyüklerimiz ca-

milere halı ve eski kitaplarını bağışlamaktaydı.

Şimdi bağışlanacak ne halı var ne de kitap. Ne

oldu derseniz, hepsi makine halısı oldu. Kitaplar

derseniz gani lakin okuyucu azaldı. Daha sonra

kurumsal yayınların da getirilmesiyle hem tür

hem sayıca zenginleştirilmiştir. Güncel yayın-

lar, edebî türler, dinî seriler, Kur’an ve tefsirler,

hadis külliyatları, siyer-i nebiler ve bilumum

tarihî kitaplar okuyucularını beklemektedir. Bu

kütüphaneyi tanıtan bir yazı yazmak niyetiyle

1995 yılında kitapları yakından inceleme fırsatı

bulmuştum. Maalesef başı ve sonu hayli eksik

ortasından sadece on altı sayfa kalmış bir yaz-

maya rastladım. Bu çalışmayı Somuncu Baba

Dergisinin 5. sayısında tanıtmıştım. Burada

da bir nebze dile getireceğim bir kaç konu ve

birkaç örnek beyit aktarmak istiyorum. Evvela

bu yazmanın dil özelliklerinden ve söz varlığın-

dan anladığımız kadarıyla eser nerede ise Şeyh

Abdurraman Erzincanî Hazretleri’nin çağına

tekabül ediyor. 15-16. yüzyıl dil özelliği taşıdı-

ğına kanaat getirdiğim bu eser bir ‘nasihatna-

me’. Eskilerin pend-name de dedikleri tasavvuf

çevrelerinde ‘Âdab’ tarzı bir eser: Memleketin

büyükleri sohbete ve nasihate çok yatkın insan-

lardı. Âşık Kirazî söylemiş. Görelim ne söylemiş:

Mülayim esnafı hoştur pazarı

Erzincanî, Medişeyh yapmış nazarı

Çoktur paşası, ozanı, yazarı

Darende’nin sohbetleri hoş olur.

Söz söylenir, yerde kalmazdı. Sözü dinleyen

de tutardı. Tek tesellimiz şu atasözüdür: “Göl

dibinden su eksik olmaz.” Beldemiz büyükleri

hatırlayacaktır. 1980’li yıllara kadar eski yazılı

kitaptan okuma geleneği, ilahî yazma ve okuma

geleneği hâlâ yaşıyordu. Bu yöre bütün çevre

köylerce şöyle bilinir: Okumuşu çok, namaz kıl-

maya ve kıldırmaya meyyal insanlardır. Seyyar

satıcılığın yani çerçiciliğin bir kolu da yine seyyar

kitap satmak değil mi? Bunun da temsilcileri bu

civarın insanlarıdır. Ulupınar, Yenice, Karaoğuz

köylerinden çıkıp da büyük şehirlerimizde kitap-

çılıkta zirve yapan hemşerilerimizi herkes bilir.

Bu memleketin insanı kitabı okur, kitabı satar,

kitabı yayınlar, kitaplığı kurar ve korur. Bu kita-

ba yakınlık ve yatkınlık bizim insanımızın dünya

görüşünün, hayat tarzının bir gereği ve dahi ge-

leneğidir. Osmanlı döneminden beri kış gecele-

ri okunan cenkler, mesneviler, gazavatnameler

bugünlerin habercisi olmuştur. Abdurrahman

Erzincanî Hazretleri’nin kendi eserleri, evladı-

nın eserleri dışında bu bağlamda Darendeli mü-

elliflerden Hayret Mehmet Efendi’yi, Süleyman

Penahî’yi, Bakaî’yi anmadan geçemeyeceğim.

Elimizdeki yazma toplam 230 beyittir. Şimdi

adı geçen eserden bazı konu başlıkları içerisin-

den seçme beyitler aldık:

Davetle İlgili

Kiçi kardaşı kıgırıp ulusın komayalarDahi oglın davet idüp atasın komayalar

Evde konuk varken hiç kimse döğmeyelerKakıyup hiç kimseye yüzin gözin eğmeyeler

İlla şol fısk u fücur olan yire varmayalarHem bahıl olan kişinin yimegin yimeyeler

Ger bahılın yimegin yirse kişi renc olurDahı cömerd yimegin yiyen şifalar bula dir

“Elimizdeki yazma toplam 230 beyittir. Şimdi adı geçen eserden bazı konu başlıkları içerisinden seçme beyitler aldık.”

Şeyh Abdurrahman ErzincanîCamii Kütüphanesi’ndeki

Bir Eserin Hatırlattıkları

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba60 61

Page 33: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Davete varan evinde yidügi gibi yiyeOl hıyânet dürdimiş ya az ya çok yiye

Otuz Dokuzuncu Bab: Konşuluk Hakkında Beyan İder

Kişiye konşı gerek evvel dahi ev almadınGitmeye yolcı hem dahi yoldaş bulmadın

Bir cemaatda eger bir salih ve mümin olaYa müsafir gideriken yolı ugrayup gele

Ol azizin hürmetine hak taala gör niderOl cemaat üzerinden yüz belâyı def’ ider.

Sünnet oldur konşıya ikram izzet idelerKır eve varınca konşı hakkını gözedeler

Konşı oldur konşıincindügiyire varmayaDahi konşının itin dahi tavarınurmaya

Bir kişi nâ-hakkyire ger konşısınıincidürŞöyle bil kim ol kişi hak hazretini incidür

Konşıya tanışmayınca konşı evin satmayaHem ev üstine havale eyleyüp ev yapmaya

Konşıya bir nesne hacet olsa ödünç virelerKonşı evden gitse evin gözedeler göreler

Su gibi tuz gibi hacet olanı men’ itmeyeKonşıgeldügingöricekkapuyı berkitmeye

20. Yüzyılın Büyük Mutasavvıfı Osman Hulûsi Efendi de Buyuruyor ki:

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin komşu hakları ve komşulara karşı nasıl davranmamız gerektiği hususunda bir hutbesinde şöyle buyu-ruyor: -Yukarıdaki ‘komşuluk’ bahsi ile karşılaş-tırmanız açısından aynen aktarıyorum-

“…Aziz mü’minler! Allah ve Rasûl’ünün kom-şuluk haklarıyla ilgili emir ve tavsiyelerini sun-maya çalıştım. Eğer komşularınıza karşı kötü hareketlerde bulunmuş iseniz, hemen onlarla helâlleşiniz. Elinizle, dilinizle komşularınızı ra-hatsız etmeyiniz. Şahsî menfaatleriniz için kom-şuluk haklarını çiğnemeyiniz. Onların namus ve şerefini kendi namus ve şerefiniz gibi mukaddes tanıyınız. Onları, kendinizden zulüm ve şer gel-meyeceğine inandırınız. Aynı mahallede, hatta apartmanda oturduğu halde komşusunu tanı-mamak Müslümana yakışmaz. Bunun için şun-lara dikkat et: Komşun fukara ise elinden geldi-ği kadar ona yardım et. Hasta olursa ziyaretine git, kederlendiğinde onu teselli et. Ölürse cena-zesinde bulun. Eğer bunları yaparsanız, Allah ve Rasûlü’nün himayesine mazhar olursunuz. On-ları memnun et ki, Allah da senden râzı olsun.” (Hutbeler, s. 91)

Kırk İkinci Bab: Oğul Üzerinde Ananın ve Atanın Hakkunı Beyan İder

Ata ana hakkı oğul üzerinde çokdururLakin atalarda analar hakkı artukdurur

Ata ana üzerinde katı söz söylemeyeHatırına tokunup gönlün melül eylemeye

Hem oğul atasını anasını terk itmeyeOnları koyup dahi hacca gazaya gitmeye

Ka’beye varmak sevabı andan evveli olmayaAta ana hizmetinden dahi a’lâ olmaya

Hem atasını agırlaya önünce gitmeyeDahi ta’zim ide önünde imamet itmeye

Bugün kaynağı, Kur’an ve Sünnet olan Müs-lümanlığa ne kadar çok ihtiyacımız var oysa. Her sözün ve davranışın Kur’an’a ve Sünne-te bağlı olması halinde farklı farklı sapık, batıl gruplar etkili olamayacaktır. Aksi halde yaşadı-ğımız kötü örneklere hep rastlayacağız. Hulûsi Efendi bunları ‘Yol Kesiciler’ olarak vasıflandır-makta ve şöyle demektedir:

Nice kutta-i tarik mürşitlik eyler iddiaMüddeiler çoğalıp hep resm ü âdetler gelir

Hükm-i Kur’ana uyup sünnete kılmaz ittibaKendi butlanından uydurma dalâletler gelir.

Nasıl edeb, nasıl ahlak? Elbette Kur’an ahla-kı, Kur’an terbiyesi. Öncelenen makam, mansıb, koltuk ve benlik, bencillik ötelenmedikçe ah-lakla, edeble bezenmiş olamayız. Hulûsi Efendi Hazretleri’nin beklentisi de bu yönde:

Doğruluk kârın olsun, vefâ şiârın olsun Sadakatte vefâda örnek insan ol örnek.

Evet, Hulûsi Efendi Hazretleri kendi memle-ketine hizmet etmesini hemşehrilerine, dostla-rına hep öğütlemiştir. En iyi örnek de kendisi ol-muştur. Memleketin imarına destek için, eğitim için, okullar için bizzat öncülük etmiş. En önde yer almıştır. Balaban’daki cami ve müştemila-tının yapılması için Zonguldak’ta yaşayan Ba-labanlı Davut Ömer, Hamza Seher ve Araboğlu Hasan Efendilere yazdığı manzum mektuptan birkaç beyti aktaralım:

…Nice erbab-ı kerem sa’y ü beliğ Ederek kadrini kıldı terfi’…Ne güzel her yanı tamir oldu Benzeyip cennete tenvir oldu.Zayi olmaz ebedi hizmet olur Bâis-i devlet olur rahmet olur.Sizden akdem gider olur rahmet Ne saadet ü ne devlet elbetBâkî hürmetle muhabbetle selam Eylerik çokça dua hatm-i kelâm.

Zaman zaman mektuplarında ufak sitemler de etmiştir. Ufak tefek sıkıntılara katlanmak ge-rekirken, diyar-ı gurbete gidenlere şöyle sitem-de de bulunmuştur:

Mihnetlere etmedin tahammül Gurbetlere eyledin tenezzül.

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Müte-velli Heyeti Başkanı Sayın Hamid Hamideddin Ateş Efendi’nin bu programın ruhuna uygun ifa-deleriyle sözlerimi tamamlamak istiyorum:

“…Büyükleri anmanın, hatırlamanın, hatıra-larını yad etmenin kendi hayatımız ve toplum hayatı için ne denli önemli, elzem olduğunu belirtmek isterim. Bu bakımdan büyüklerimizin yolundan yürüyüp, onların yaşama biçimlerini, düşünce ve felsefelerini kendimize ana düstur edinerek Allah’ın ve Rasûlü’nün yolunda yürü-yen bahtiyarlardan olalım. Allah için insanlığa hizmet etmek; onlara faydalı olmak, büyüklerin izinden, yolundan gitmek, öğütlerine kulak ver-mek ve onları örnek almak, kültürümüzü, gele-nek ve göreneklerimizi güzel bir biçimde işle-mek ve yeni nesillere aktarabilmektir.”

Ne denir bu güzel dilek ve düşüncelere? An-cak, eyvallah.

Ardında güzel bir ad bırakıp gidenlere ne mut-lu. Hayırlı eserleri ihya edenlere ne mutlu. Bu şirin Balaban’ı şenlendirenlere, buraya hizmet edenle-re, mâmur kılanlara ve yaşatanlara ne mutlu.

Kaynakça

*Dr. Cemil GÜLSEREN

Cengiz,M.Ali, Fermanlı Kent Balaban, 2004, Malatya.

Gülseren, Mehmet vd., Malatyalı Gönül Sultanları, 1991, An-kara.

Kesenceli, Resul, Veliler ve Hükümdarlar, Nasihat Yayınları, 2013, Ankara.

Kültür Armağanı, II. Darende Somuncu Baba ve Hulûsi Efen-di Kültür etkinlikleri, Somuncu Baba Araştırma ve Kültür Merkezi yayınları, 2002, Ankara.

Hulûsi Efendi Güldestesi, III. Darende Somuncu baba ve Hulûsi Efendi Kültür Etkinlikleri, -21 Haziran 2003-2003, Ankara.

Hulûsi Efendi Kültür Armağanı, 4. Darende Somuncu baba ve Hulûsi Efendi Kültür Etkinlikleri, 2004, Ankara.

Oymak, İskender, Malatya ve Çevresinde Ziyaret ve Ziyaret Yerleri, Kubbealtı Yayıncılık, 2002, Malatya.

Öztürk, İsmail, Darende Tarihi, 1962, Düzce.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba62 63

Page 34: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

EDEBİYAT Bilal KEMİKLİ*

“Yûnus’un üzerinde durduğu temel konulardan biri gönüldür. Nedir gönül?

Gönül, candır. Gönül, kalptir. Gönül, aşk kitabının yazıldığı mahaldir.”

Yûnus kaos ortamında yere düşen ve pa-ram parça, tuz buz olan gönül aynasını, düştüğü o yerden alarak yukarıya, asıl

olması gereken yere getirmeye çalıştı. Onun Dîvânı baştan sona, bu yüce gâyenin destânıdır. O, Haçlı bağnazlığı ve Moğol barbarlığına karşı, metafizik kaygıları dirilterek mukâvemet edile-ceğini biliyordu. Çünkü bağnazlığın da barbarlı-ğın da tek amacı vardır; hedef aldığı topluluğun değerlerini ve güvenini yok etmek. Metafizik mukâvemet, değerleri canlı tutmayı, insanın kendisini gerçekleştirmesini, varlığı ve âlemi daha sağlıklı anlamayı ve dolayısıyla güveni tak-viye eder. Bu bakımdan Yûnus, muhâtaplarına kendi kendilerini tanımalarını önerdi. İnsanın kendisinin farkına varması, içinde yaşadığımız çağın da temel sorunlarından biridir. Şairimiz, içinde yaşadığı dönemden ilham alarak onlara seslense de, aslında hepimize sesleniyor; “Bir yüreğiniz var, ona sahip olun!”

Evet, Yûnus’un üzerinde durduğu temel ko-nulardan biri gönüldür. Nedir gönül? Gönül, candır. Gönül, kalptir. Gönül, aşk kitabının yazıl-dığı mahaldir. Gönül, aşka dair bütün tecellîlerin ve ilhamların yazıldığı büyük bir kitaptır. Gö-nül, yegâne sığınaktır. En önemlisi, Hakk’ın nazargâhıdır; Kâbe’dir, gönül…

Gönlün pek çok tanımı, pek çok açılımı var. Yûnus bu kelimeyi öylesine geniş anlamlarda kullanıyor ki, sadece bu kelimeden yola çıkarak onun düşünce iklimini tasvir etmek mümkündür. Şu kadarını söyleyelim; öncelikle, insanın kendi farkına varması, kendini tanıması, kendini tasfi-ye etmesi, kendini arındırması, kendine hoş bir nazarla bakması gerekiyor. Zira “Kendini bilen, Rabb’ini bilir!” işte bütün bu bilme faaliyetleri, Yûnus’a göre, gönülde tecellî ediyor. Onun, “Bir ben vardır bende benden içeri” dediği de bu.

Yûnus’un üzerinde durduğu konu, gönlün arındırılması, saflaştırılması, otantik mâhiyetine ulaştırılmasıdır. “Hak sarayı olan” gönlü, Hakk’a yakışır bir düzen içerisinde, tertemiz ve derli toplu bir hale getirmek gerek. İnsanın kendisiy-le barışıdır bu... İnsanın kendini kabulü.

Sadece kendi gönlünün farkına varması, kendisiyle barışması ve kendisini kabûlü de yetmiyor. Peki, ne yapmak lazım? Gönül sahibi insanlara hürmet etmek, onlara saygılı olmak, onların hak ve hukûkunu gözetmek, onlarla ba-rışık olmak gerek. Darb-ı mesel haline gelmiş olan şu beyti hepimiz hatırlarız:

Bir kez gönül yıkdın ise bu kıldığın namaz değilYetmiş iki millet dahı elin yüzün yumaz değil

İşte Yûnus’un hümanizması da burada başlı-yor. Kendine saygı, insana saygı, doğaya saygı... Bu bir süreçtir; yaratılanı Yaratan’dan ötürü hoş görme süreci.

Gönül farkındalığı, bir gönüle girmekle kaza-nılır. Çünkü süreç, tek başına tamamlanan bir hâdise değil, birlikte değişip dönüşmek, birlikte bu içinde yaşanılan kaosu kosmosa tebdîl et-mek gerek. Hanı eskiler derler ya, “Evvel refîk sümme’t-tarîk/Önce yol arkadaşı, sonra yol...” Tek başına yol olmuyor. Tek başına bir medeni-yet inşâ ve ihyâ edilmiyor. Bu sebepten diyor ki: Bir gönüle gir. Bir gönülü ziyaret et. Bir gönülle dost ol.

Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin haccaHepisinden eyice bir gönüle girmekdir...Düriş kazan ye yedir bir gönül ele getirYüz Ka’beden yigrekdir bir gönül ziyâreti

İşte Yûnus’un düşünce dünyasının temeli bu; dost olmak, dost kalmak, dost kazanmak... Onun mefkûresi, bu dostluk halkasını genişlete-rek temelde insanın saâdetini esas alan bir me-deniyete yeniden hayat vermektir. Sizler, onun aziz hâtırası önünde bir araya gelerek, bu yüce ülküye katılmış, dost olmayı, dostça kalmayı esas almış oluyorsunuz. Sizler Yûnus’un dostla-rı... Sizleri saygı ve hürmetle selamlıyorum. Hoş kalın, hoşça kalın.

Kaynakça

* Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ

Bu metin, Gönen Kaymakamlığı’nın 26.06.2004 tarihinde dü-zenlediği XIII. Yûnus Emre ve Aşure Şenlikleri dolayısıyla konferans olarak sunulmuştur.

Yûnus veGönül

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba64 65

Page 35: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

“Sarı Selim” diye de bilinen II. Selim, Kanûnî

Sultan Süleyman’ın oğludur. Annesi ise Hürrem

Sultan’dır. Babasının vefatından sonra 1566’da

11. Osmanlı padişahı olarak tahta çıkmış ve ve-

fatına kadar sekiz yıl sultanlık yapmıştır.

II. Selim de her Osmanlı şehzadesi gibi iyi bir

eğitim gördü. Daha sonra Konya Sancakbey-

liği’ne tayin edildi. Manisa ve Kütahya’da san-

cakbeyliği yaptı. Babası Kanûnî Sultan Süley-

man’ın ölüm haberi üzerine İstanbul’a gelerek,

30 Eylül 1566 günü 42 yaşında iken tahta geçti.

Kanûnî gibi bir cihan padişahından sonra

geldiği için onun devrinde aynı yükselme se-

viyesi devam etti. Fakat bu başarıda Sokullu

Mehmed Paşa gibi devrin büyük devlet adam-

larının, Ebussuud Efendi gibi âlimlerin, Yahya

Efendi gibi irfan büyüklerinin, Mimar Sinan gibi

usta sanatkârların paylarının büyük olduğu da

burada söylenmelidir. İşte böylesi bir dönem-

de Avusturya ile Edirne Anlaşması imzalandı.

İran ile münasebetler iyi bir şekilde devam etti.

Yemen’de sükûnet sağlandı. Açe Sultanlığı’na

yardım için bir donanma gönderildi ve burada-

ki tehdit sona erdirildi. Kırım Hanı’na yardım

ederek Rus yayılmacılığını frenledi. Tunus fet-

hedildi. Kıbrıs Osmanlı topraklarına katıldı. Bü-

tün bunlar, II. Selim’in başarı hanesine yazılacak

siyasî ve askerî başarılar olarak tarihe geçti.

Onun bu başarı hikâyesine Mekke-i

Mükerreme’nin su yollarını tamir ettirme,

Mescid-i Haram’ın mermer kubbelerini tezyin

ettirmesi ve son olarak da Edirne’de Selimiye

Camii inşa ettirmesini de eklemek gerekir.

Şairliği

II. Selim de pek çok Osmanlı sultanı gibi şair

sultanlar geleneğinin bir halkası oldu. Kaynak-

lar, onun Kütahya’da şehzade vali iken çevresine

yirmi civarında sanat ve bilim adamını toplayıp

onlarla ilim ve sanat sohbetleri yaptığını yazar-

lar. Dolaysıyla o da böyle bir atmosfer içerisin-

de şiirler yazmaya başladı. Şiirlerinde “Selim”,

“Selimî” veya “Talibî” mahlaslarını kullandı.

II. Selim’in bizzat tertip ettiği bir divan veya

divançesi yoktur. Ancak onun şiirleri, bilinme-

yen biri tarafından Millet Kütüphanesi’nde yer

alan bir mecmua içinde bir araya getirilerek bir

tür “divançe” oluşturulmuştur. Bu divançe içeri-

sinde ona ait gazeller, musammatlar, murabba-

lar, kıt’alar yer almaktadır.

Bu şiirlerin her biri edebî açıdan birer kıymet

ifade etmekle birlikte II. Selim denildiğinde akla

hemen gelen şu beytidir:

Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız

Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

“Biz ayrılığın gül bahçesinde yakıcı demler

çeken bülbülüz; sabah rüzgârı gül bahçemiz-

den geçse ateş kesilir.” anlamındaki bu beyit,

onun şiirdeki ustalığını göstermek için yeterli

görülmüştür. Bu yüzden bazı yorumcular, baş-

ka hiçbir şey söylemese bile bu beytin onun bir

Divan şairi olarak anılmasına yetip artacağını

söylemişlerdir. Yahya Kemal de bu beyti tazmîn

etmiş ‘Selîm-i Sânî’ye Gazel Sene: 982=1574)

isimli bir gazel yazarak övmüş ve bu beyti Seli-

miye Camii ile eş tutmuştur.

Bir Na’tı

II. Selim’in üzerinde durulacak pek çok şiiri

olmasına rağmen biz bu yazıda onun bir na’tına

dikkat çekmek istiyoruz. Zira onun da diğer Os-

EDEBİYAT Mustafa ÖZÇELİK

“II. Selim’in bizzat tertip ettiği bir divan veya divançesi yoktur. Ancak onun şiirleri, bilinmeyen biri tarafından Millet Kütüphanesi’nde yer alan bir mecmua içinde bir araya getirilerek bir tür ‘divançe’ oluşturulmuştur.”

Zarif Bir Şair Sultan

II. Selim

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba66 67

Page 36: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

manlı sultanları gibi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e

büyük bir muhabbetle bağlı olduğu bilinmekte-

dir. Evliya Çelebi’ye göre rüyasında Peygamber

Efendimiz’i görmüş ve onun müjdesi üzerine

Sokullu Mehmet Paşa’yı Kıbrıs’ın fethi ile görev-

lendirmiş ve fetih gerçekleştikten sonra da bu

fethin anısına Mimar Sinan’a Edirne`deki muh-

teşem Selimiye Camii’ni yaptırmıştır. Dolayısıy-

la na’tı bu anlamda önemlidir.

Yâ Rasûl-ı müctebâ eyle şefaatle rehâ

Abd-i âciz bir günehkâram gönülde yok sivâ

Eylemiş Allah bu tahtı nasîb ümmetine

Ben günehkâra değil lâyık bu ihsân u atâ

Âcizem pür-asem ü zenb ü pür-ma asidir kulun

Merhamet kılmazsan ey şâh-ı rusûl hâlim fenâ

Lutf ü ihsânından ümmîd kesmezem kim şefkatün

Bu Selimî elbet eyler mevsûl-ı râh-ı Hudâ

Bu naatta, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bağlılık

ve muhabbet anlamında gayet samimi ifade-

ler yer almaktadır. “Ya Rasûlallah, bana şefa-

at eyle. Âciz ve günahkâr bir kulum. Gönlümde

başka şeylerin muhabbeti yoktur. Cenab-ı Hak

hiç layık olmadığım halde saltanatı bu günahkâr

kuluna ihsan eyledi. Oysa ben hatalı, kusurlu

baştanbaşa asi günahkâr bir kulum. Ey Rasûller

şahı, sen merhamet kılmazsan halim fenadır.

Senin lütf u ihsanından hiçbir zaman ümidimi

kesmem. Selimî’yi Huda’nın yoluna kavuştura-

cak olan senin şefaatin olacaktır.”

Diğer Şiirlerinden Örnekler

Bütün Divan şairleri gibi o da şiirlerinde aşk

temasına çok özel bir önem vermiştir. Mesela;

Leylî zülfün sihr-i gamzen akl u cânum aldılar

Eyleyüp mecnûn beni sahrâ-yı aşka saldılar

beyityle başlayan gazeli buna bir örnektir.

Şair, semboller, kullanılan edebî sanatlar ve

anlam dünyası açısından hayli başarılı olan bu

gazelinde “zülüf”, “gamze”, “mecnun” gibi Divan

şiirinde sıkça kullanılan mazmunlardan yararla-

narak aşk anlayışını dile getirmiştir.

Gazelin dışında musammatlar da yazan II.

Selim, bunlardan birinin son bölümünde de aynı

temayı şöyle dile getirir:

Hâlümi bilmez benüm pes n’eylesün ana habîb

Bilmeyince hastenün derdin ilac itmez tabib

Yoġ-ımış dermân ezelden derd imiş ana nasib

Nice arz idem ana hâlüm Selîmî ben garib

Söylemek kasd itdügümce yāre derd-i hasretüm

Ağlamak tutar beni güftâra kalmaz kudretüm

“Ben ki Allah’ın gölgesi; şüphesiz onun tak-

diriyle padişah oldum. Ey Selimî! Mademki taç

ve taht sana kolaylıkla nasip oldu, onun tarihi-

ni ‘zıll-ı ilâheş/Allah’ının gölgesi’ dedim.” anla-

mındaki şukıt’ası ise yeryüzünde bir sultan/kul

olarak kendisini nasıl bir misyonda gördüğünü

ifade eder:

Men ki bûdem sâye-i Perverdigâr

Pâdişâh-ı dâd-ı Hakbî-iştibâh

Çün müyesser şod Selîmî tâc u taht

Kerdeem târîheş ez-zıll-ı İlâh

Sonuç olarak, II. Selim de Sultan Süleyman

Han gibi şair bir babanın oğlu olarak şehza-

delik döneminde etrafına topladığı âlim ve

sanatkârlar çevresinde sürekli şiirle iç içe ol-

muş, bu durum onun da şiirler söylemesini sağ-

lamış ve adı şair sultanlar arasında yer almış-

tır. Onun bir sultan olarak gösterdiği askerî ve

siyasî başarılarının yanında bu yönüyle de ele

alınması gerekmektedir.

Kaynakça

Beyhan Kesik, Selimî (II. Selîm) Divançesi, Ankara, 2012

Halûk İpekten, Divan Edebiyatında Edebî Muhitler, İstanbul, 1996

Mustafa İsen - A. Fuat Bilkan, Sultan Şairler. Ankara, 1997

Turnalar göç eder bizim illerde,Şimdi bağ bozumu zamanı dağlar.Bir garip şairim gurbet ellerde,Gitmiyor başımın dumanı dağlar.

Gözümün yaşları Ergene Suyu,Yaralı yüreğim Edremit Koyu,Şahidim yıldızlar bir ömür boyu,Dinmiyor gönlümün amanı dağlar.

İçli bir nağmeyim sazın telinde,Yanık bir türküyüm sıla yolunda,Bülbüller öterken gülün dalında,Rüzgârlar ruhumun kemanı dağlar.

Yıllardır derdimi dökmüşüm sana,Armağan bıraktın hasreti bana,Ne varsa çektirdi çileden yana,Kalmamış o yârin imanı dağlar.

Nedim’i, bu hale efkâr düşürdü,Aşkın ateşine saldı pişirdi,Bir çift selam ile dağdan aşırdı,Bitmiyor yolların gümanı dağlar.

Dr. Nedim UÇAR

Bağ Bozumu

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba68 69

Page 37: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

EDEBİYAT Vedat Ali TOK

“Berceste” dilimize Farsçadan geçmiş bir

kelimedir. Sağlam ve latif, seçme, seçilmiş,

zahmetsizce hatıra geliveren, fakat yüksek bir

mana taşıyan mısra şeklinde tanımlanır sözlük-

lerde.

Edebiyatta ise bir şiirin içinde çok dikkat çe-

ken, hafızalarda çabuk yer eden, çabuk ezber-

lenen, deyimler ve atasözleri gibi dilden dile

dolaşır nitelikteki mısralara “mısra-ı berceste”,

bu özellikleri taşıyan beyitlere “beyt-i berces-

te” denmiştir. Klasik edebiyatımızda “berceste”

sözü ile güzellerin tavsifinin yapıldığı da olmuş-

tur:

Tanzîr olunsa matla’-ı garrâ-yı ebruvân

Müjgânı saff-ı mısra’-ı berceste gösterür

Esrar Dede

Yukarıdaki beyitte sevgilinin kaşları güzel bir

matla’a (gazel, kaside gibi şiirlerin ilk beyti), kir-

pikleri ise berceste mısraya benzetilmiş.

Dîvân edebiyatında güzel ve eşsiz bir kasîde,

gazel ya da başka şiirler için de “şiir-i berces-

te” terimi kullanılmıştır. Güzel ve eşsiz fikirlere

“fikr-i berceste” denmiştir. Şairler berceste sö-

zünü daha çok “seçilmiş, sıçramış, benzerlerin-

den ve emsallerinden ayrılmış” anlamlarını dü-

şünüp bercestenin peşine düşmüşlerdir. Böyle-

ce yüzlerce şair yapıyla, hacimle öğünmektense

tek bir şiir, bir beyit, hatta tek bir mısraa sözün

kuvvet ve ahengini verip hafızalarda, gönüller-

de taht kurmayı hedeflemişler. Koca Ragıp Paşa

ne güzel söylemiş: “Eğer maksûd eserse mısra-ı

berceste kâfidir./Eğer maksat eser vermek,

eser bırakmak ise mısra-ı berceste yeterlidir.”

Zaten edebiyat tarihimize baktığımızda nice

şairin sadece yaşadığı dönemde duyulduğu-

nu zaman içinde kaybolup gittiğini görüyoruz.

Ciltlerce mısralar yazan nice müteşairin bir tek

mısraını gönül gülistanımıza alamıyorsak bu,

onların şiir vadisinde boş, hoyrat ve şaşkın bir

şekilde dolaştıklarını gösterir.

Şiirin az sözle çok ve güzel anlamlar ifade

etme sanatı olduğunu bilen şairler bu gayretle

yazdıkları eserlerle başarıya ulaşabilmişlerdir.

Bir kısım şairler, şiirlerinin çokluğu ile övü-

nürler. Hâlbuki “çokluk” şiirin tabiatına aykırıdır.

Meşhur şairimiz Ziya Paşa, Divan şairi Sabrî’den

şöyle bahseder:

Eş’ârı latîflîk azdı

Bir berceste kasîde yazdı

(Şiirleri çok latif fakat azdı. Berceste bir ka-

side yazdı.)

“Şiir için elbette sadece bilgi ve kültür yetmez. Duygu ve hayal zenginliği, yeni buluşlar, yeni söyleyişler, kelimelere

şairane anlamlar yükleyebilme gibi sayılamayacak daha nice hüner ve kabiliyeti olmalı şairin…”

“Dîvân edebiyatında güzel ve eşsiz bir kasîde, gazel ya da başka şiirler için de ‘şiir-i berceste’

terimi kullanılmıştır.”

“Berceste”Üzerine

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba70 71

Page 38: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Günümüz insanı “Bahâyî” ismini belki hiç bil-

mez, onun yüzlerce beytini ama birine kızdığı

zaman onun: “Dahleden dinimize bari Müselman

olsa.” mısra-ı bercestesini ezbere söyler. Koca

Ragıp Paşa’yı tanımasa da “Şecaat arz ederken

merd-i kıbtî sirkatin söyler.” mısraını bir atasözü

gibi nesilden nesile ulaştırır.

Dikkat edilirse yukarıdaki iki mısrada da bir

söyleyiş rahatlığının yanı sıra, estetik bir kaide

üzerine oturtulmuş sağlam bir yapı vardır.

Peki, nedir bercesteye ulaşmanın sırrı? Bu

soruya kesin bir cevap vermek imkânsızdır. Bu-

nun zorluğunu bilen Necatî:

Herbir kişinün murâdı üzre

Her beytde bir zarâfet itmek

Âsân değül a benüm efendim

Dünyâyı bütün ziyâfet itmek

(Herkesin beğeneceği nitelikte bir şiir yaz-

mak kolay değil, dünyadaki bütün insanlara zi-

yafet çekmenini kolay olmadığı gibi.) diyor.

Bâkî ise şiiri, sözü cevhere benzeterek bu

cevherin kıymetini de ancak bilgili insanların

bileceğine işaret ediyor: “Söz güherdür ne bilür

kadrini nâdân güherin.”

Şiirde sözün, sözde mana ve estetiğin güzel

olmasına dikkat çeken usta şairler, bu konuyla

ilgili olarak epeyce fikir serd etmişlerdir. Mesela

Fuzulî:

Eylesen tûtîyeta’lîm-i edâ-yı kelimât

Sözü insan olur ammâ özü insan olmaz

derken aslında, şairin, geniş anlamda insanın

bir sözü söylerken manasını, maksadını göz ardı

etmemesini istiyor. Yoksa bunun, papağanın ko-

nuşmasından farklı olmayacağını söylüyor.

Kimi şairler, şiirin güzelini anlaşılır olmasına

bağlamışlar. Nâbî:

Ey şi’r meyânında satan lafz-ı garîbi

Dîvân-ı gazel nüsha-i kâmûs değildür

beyitiyle şiir dilinin sade, anlaşılır, tekellüfsüz

olması gerektiğini savunuyor.

Her şair bir iddia ve ideal ile çıkar yola fakat

onun hakkında en iyi kararı “zaman” denen mü-

nekkit verir. Her sanatkâr bilir ki zamana mu-

kavemet ettiği müddetçe yaşar. O halde bütün

zamanlarda insanlığın değer verdiği ölçüler iyi

tanınmalıdır.

Buna (ve bana) göre şiirde hikmet olmalı,

mana olmalı, estetik olmalı, his olmalı, musıkî

olmalı… Şair kelimeleri seçerken herkesin an-

ladığı fakat şiire, kulağa hoş gelenini tercih

etmeli. Kelimelere yeni anlamlar yüklemesini

bilmeli. Aceleci olmamalı. Şiiri bekletmeli, şiirin

olgunlaşmasını beklemeli. Gerçek şair taklitçi-

likten ve başkalarının şiirini çalmaktan uzaktır.

Kendinden önce söyleneni tekrar eden taklit-

çilikten ileri gidemez. Hiç kimse de aslı bırakıp

taklidin peşine gitmez. Söz az ve ağır söylenme-

li Nedim’in dediği gibi:

Sözü az söyle ağır söyle Nedîmâ ki sühân

Zer gibi sayılı gevher gibi sencîde gerek

Çünkü söz altın gibi değerli, cevher gibi ölçü-

lü, tartılı olmalıdır.

Şeyh Galip:

Olur ne mısra-ı bercestelerde sekte bedîd

O dem ki nabz-ı sühân dest-i intihâba gelür

(Sözün nabzı seçme eline gelince ne güzel

berceste mısralarda, ne sekteler meydana ge-

lir.) derken belki de iyi bir münekkidin şaire ve

şiire güzel bir yol göstereceğine ve berceste

mısraların da ancak bu yolla çıkabileceğine işa-

ret ediyor.

Berceste bir mısraı yakalamak zordur. Sâkıb

mahlaslı şair mısra-ı bercesteyi bir ava benze-

terek onu güçlü bir hayal oku ile yakaladığını

söylüyor.

Tîr-i hayâli kavs-sıfat der-ber eyledük

Sâkıb şikâr-ı mısra-ı berceste eyledük

Şiirin ve şairin dili farklıdır. Bu hususta Yeni-

şehirli Avnî’nin şu beyti dikkate değer:

Söz yok Güher-i elsine-i âleme ammâ

Ey hâce lisân-ı şuarâ başka lisandır

(Ey efendi, dünya dillerinin cevherine söz yok

ama şairlerin dili başka dildir.)

Dikkat edilirse şimdiye kadar şiir adına güzel

olan örnekleri hep Divan şairlerinden verdim.

Şair Eşref diyor ki:

Eski eş’ârda dürbîn ile ma’nâ ile görülür

Yeni eş’ârda ma’nâ gibi külfet yokdur

Yani eski şiirde bir anlam inceliği vardır. Sı-

radan bir okuma ile bu anlam inceliğini keşfe-

demezsiniz. Yeni şiirde ise mana aramak gibi

bir külfet(!) yoktur. Yeni şiirde anlatılmak iste-

nen şeyi hiç düşünmeden, kafa yormadan da bir

okuyuşta anlarsınız.

Bunu örnek verirken yeni şiirler anlamsız-

dır, demek istemiyorum. Ancak şiirin nesirden

ayrılan bir yönünün olduğunu, sıradan sözlerin

şiirin içinde yer alamayacağını, kullanılan bir

kelimenin diğer kelime, kelime gurupları, de-

yimlerle mutlaka bir anlam ilgisi içinde olması

gerektiğini söylüyorum. Görünen anlamın dışın-

da, bir derinlik kazandırılması gerekir kelimele-

re. Bu da kolay iş değil tabii. Aslında şiir yazmak

kolay değildir. Belirli bir kültür birikimine, şiir

bilgisine, edebiyat ilmine vâkıf olmayanın yazdı-

ğı şeyler ne kadar şiir olabilir ki? Eski şairleri bu

yüzden örnek gösteriyorum çünkü hemen hepsi

bu ilimleri tahsil edip sonra yazmışlardır. Dünya

çapında bir şair olan Fuzûlî boşuna: “İlimsiz şiir,

esası yok duvar gibi olur ve esassız duvar gâyet

de bî-itibâr olur.” dememiştir.

Şiir için elbette sadece bilgi ve kültür yet-

mez. Duygu ve hayal zenginliği, yeni buluşlar,

yeni söyleyişler, kelimelere şairane anlamlar

yükleyebilme gibi sayılamayacak daha nice hü-

ner ve kabiliyeti olmalı şairin…

Cümlelerin mısra mısra, alt alta yazılmasıyla

da olmaz şiir. Anlamın hiçe sayılıp sadece ölçü

ve kafiyeye önem vermekle de şiir yazılamaz.

Şaheser nitelikli eserler bol bol okunup incelen-

meli. Bu, taklit için değil bilgi için olmalı. Sonra

onlardan farklı ve daha güzelini yazmanın yolla-

rı aranmalı. Bilgisine güvenilen insanların eleş-

tirilerine başvurulmalı. Ve şiir, gönül potasında

yoğrulup öyle sunulmalı okura vesselam.

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba72 73

Page 39: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Ulusal yayınlardan olan Akşam Gazetesi’nin 19 Haziran 1974 tarihli nüshasındaki Seyhun Güleç’in kaleme aldığı yazısı, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’nin kütüphanesi ve kitaplara olan sevgisiyle ilgili olarak 3 Kasım 1972 tari-hinde yine ulusal neşriyat mecralarından Hür-riyet Gazetesi’nde çıkan haber ve fotoğrafta Hazret “20. Asrın Filozofu” olarak takdim edi-len haber, 11 Mart 1986 tarihinde Hulûsi Efendi (k.s.)’nin Hızır Acil Servis Ambulansı’nın alımı için Sağlık Bakanı Mehmet Aydın’a takdim ettiği çekle ilgili Milliyet Gazetesi’nin haberi…

22 Temmuz 1963 tarihli Gayret Gazetesi’nde Dr. Ziya Oykut’un kaleme aldığı “Yeşili Getiren Kişi” başlıklı yazısından bir bölümü sizlerle paylaşalım:

“Yıkık minareler arasından geçen yol, yem-yeşil Ziyaret Semti, Somuncu Baba’nın makamı-nı yalayıp gelen Tohma, sanki secdede gibidir. Sultan Orhan Çağı’nın Bursa’sından, yeşili hey-besine doldurup getirmiştir Somuncu Baba... Benzerlik oradan gelir. Darende’de Bursa ye-şili böylece göverir... Amma Zaviye semtinde Darende’nin bugün hâlâ yaşamaktadır, bir baş-ka Somuncu Baba... Gönlü yeşil eri, yaratıcı, be-zeyici inancı ile Hulûsi Efendi… İleri Hoca... Za-viye Mahallesi, Somuncu Baba’nın yattığı yer... Yaşadığı yerse, türlü görünüşlü cümle yeşiller. Doğa ile insanın anlaştığı huzur köşesi, insan-lardan ürkmeyen balıklar; Somuncu Baba’nın tükenmez lokmasının bereketi... Hacı Bayram çağı ahileri gözümde şekillenir. Sivaslı Karınca-lar, yoksul halkımla insanca ve kardeşçe imece-leşir. Ortak çaba ile bir veren ekin, bin verebi-lir... Hacı Bayram günlerinden arta kalmış son Ahi’dir… Zaviye semtinde Hulûsi Hoca... Sivaslı Karıncalara, Yazma Divanı’ndan şiir ve hikmet şöleni verir etekleri yalayıp geçen Tohma suyu kenarında... Yol boyu yanıp gelen Karıncam, se-rinlenir... Ve hoş güçlenir. Sonra Yeşili Getiren Kişi’nin huzurunda başını koyup Toprak Ana’ya, yaşantının sevinciyle kişileşir... Ne var insandan ileri... Yeşili Getiren Kişi’ye, yeşili sürdürüp götü-renlere Sivaslı Karıncaların yemyeşil ve taptaze yüreğinden selam ve saygıların en kardeşçesi.”

KİTAPLIK

HünkarımYazar: Bahadır YenişehirlioğluTimaş YayınlarıTel: 0 212 511 24 24

Ağustos Melâli Toplu ŞiirlerYazar: Hüsrev HatemiDergah YayınlarıTel: 0 212 518 95 78

Tasavvuf NotlarıYazar: Annemarie SchimmelSufi Kitap Yayınları Tel: 0212 511 24 24

Selahaddin-Şark’ın KartalıYazar: Ali Emre Ketebe YayınlarıTel: 0 212 467 36 00

Haz ve Hız Çağında Genç OlmakYazar: Ayşegül Akakuş AkgünNesil Yayınları Tel: 0 212 551 32 25

Nasihat Yayınları’ndan yepyeni bir eser… Es-

Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri hakkın-

da 1960 yılından itibaren basın mecrasında yer

alan haberler ve yazılar, H. Hulûsi Ateş Şeyhza-

deoğlu Özel Kitaplığı Arşivi ile Es-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi Vakfı Arşivi’nde yapılan araştır-

malar “Basında Es-Seyyid

Osman Hulûsi Efendi (k.s.)”

kitap başlığıyla okuyucularıy-

la buluştu.

Yerel ve ulusal çapta ya-

yın yapan gazetelerde, dergi-

lerde ve kitaplarda çıkan Es-

Seyyid Osman Hulûsi Efendi

Hazretleri ile ilgili haber, yazı

ve belgeleri bir kitapta topla-

mak suretiyle o dönemdeki

etkisi açısından tarihe önemli

bir kayıt düşülmüştür. Eserde

ayrıca ilgili haber metinleri-

ne yorumlar yapılarak meselinin daha etraflıca

anlaşılması sağlanmıştır. Böylece Osman Hulûsi

Efendi (k.s.) ile ilgili söz konusu yazılara, konuya

ilgi duyan okur ve araştırmacıların bir bütün ha-

linde ulaşabilmeleri sağlanmıştır.

Araştırmacı-Yazar Musa Tektaş’ın gayretleri

neticesinde ortaya çıkan bu eser, Darende de-

yince ilk akla gelen Somuncu Baba ve Es-Seyyid

Osman Hulûsi Efendi (k.s.)’ye dair araştırma ya-

pacaklar için kaynaklık edebilecek nitelikte bir

çalışmadır. Çünkü ortaya koyulan eser gelecek

nesillerin de faydalanabileceği bir hüviyettedir.

Eserin önsözünde yazar şu ifadelere yer verilmiş: “Bu eseri oluşturan yazılarda, Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri hakkın-da 1960’lı yıllardan itibaren 1990 yılına kadar neşredilen mahallî ve ulusal yayınlarda yer alan haber ve yazılar incelenmiştir. Her konu müsta-

kil bir başlık altında ele alın-mıştır.

Öncelikle tarihî öneme haiz bu basın belgelerindeki metinler okuyucuyla payla-şılmış, konuyu ilgilendiren hatıralar da eklenmek sure-tiyle döneme daha geniş bir zaviyeden bakılmaya çalışıl-mıştır. Basından belgeler sa-dece burada yer alan nüsha-lardan ve vesikalardan ibaret değildir. Yüzlerce basın bel-gesinden seçilen örnekler

burada sunulmuştur.”

Geniş bir araştırma ve güzel bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkan eserde bulunan bazı konular şunlardır: 1963 yılında Malatya’da Dr. Ziya Oykut imzasıyla neşredilen Darende’nin maddeten ve manen ihyasının Hulûsi Efen-di (k.s.)’nin gayretleriyle olduğunu belirten bir köşe yazısı, Darendeli Şair Şükrü Erdoğan Ulu’nun 1950 yılında yayınlamış olduğu ve Hulûsi Efendi (ks.)’ye geniş bir yer verdiği “Da-rende Şairleri Antolojisi” kitabı, 1963 yılında Darende’de mahallî olarak neşredilen Zengibar Gazetesi’nde yer alan “Hac Hatıraları” yazısı,

KİTAP Yusuf HALICI

BasındaEs-Seyyid Osman

Hulûsi Efendi (k.s.)

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba74 75

Page 40: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Küçük âlem içinde büyük âlem olan ve mü-kemmel yaratılan insan başıboş bırakıl-mamış ve bırakılamazdı da. “İnsan kendi-

sinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?”1 Çünkü kâinat düzen içinde kendisine verilen süreyi ta-mamlarken bu yüce insanın bazı sorumluluklar taşıması gerekir. Gerçek sorumluluğu da âhiret inancı olanlar taşıyabilir.

Âhiretin varlığını ispat eden birçok aklî ve naklî delil olmasına rağmen yine de inkâr edenler ola-gelmiştir. Fakat inkârcıların hiçbirinin tatmin edi-ci delilleri olmadığını bu konudaki iddialarının bir kuruntudan ibaret olduğunu şu âyet ortaya koy-maktadır: “Oysa onların (âhirete inanmayanların) bu konuda bir bildikleri yok; sadece zanna uyuyor-lar. Zan ise asla gerçek bilginin yerini tutamaz. İşte bildikleri bu kadardır. Şüphesiz kendi yolundan sa-panı en iyi bilen rabbindir, doğru yolu bulanı da en iyi bilen O’dur.”2

İnsanlığın varlığıyla ortaya çıkan inanç sistem-leri yine onunla da var olagelmiştir. Bu inanç sis-temleri, hak olsun batıl olsun inanılması gereken prensipleri mutlaka içermiştir. Âhiret inancı da bilhassa ilâhî dinlerde önemli bir yer tutmaktadır. İlâhî dinlerden olan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta âhiret inancı olmasına rağmen, İslâm’daki kadar açık ve net değildir. İslâm’da ise âhiret inancı ina-nılması gereken üç asıldan (ulûhiyet, nübüvvet ve âhiret) birisidir. Âhiret inancının kişiye sağladığı faydalardan birkaçı üzerinde duralım:

Âhiret İnancının Faydaları

Birinci olarak, âhiret inancı kötülükleri önleyen biricik âmildir. Âhirete inanan kişi her an Allah’ın kendisini gözetlediğini O’ndan hiçbir şeyin gizli kalamayacağını bilir ve bu inancı onun kötülük yapmasına mani olur: “Nerede olursanız olun O si-zinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”3, “Biz ona şah damarından daha yakınız.”4 Her yap-tığı fiilin kontrol edildiğini bilen insan nasıl olur da kötülük yapabilir? İnanan insan yaptığı zerre kadar iyilik ve kötülüğün karşılığını bulacağını bi-lir: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılı-ğını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu

(karşılığını) görür.”5 Bu inanca sahip Müslümana

zabıta, polis vb. gerek yoktur. Onun polisi sağında

ve solundadır: “Sizi gözetleyen muhafızlar, değerli

yazıcılar var. Onlar yaptığınız her şeyi biliyorlar.”6

Âhirete inanmayan veya öldükten sonra yap-

tıklarının hesabını vereceğini düşünmeyen kişinin

bu dünyada yapamayacağı kötülük yoktur. Böyle-

leri kanunun olduğu yerde kuzu, olmadığı yerde

aslan kesilirler. Nitekim birçok Avrupa devletinde

mesela geceleyin elektrikler kesildiğinde her ta-

rafın yağmalandığını bilmekteyiz.

İnanan bilmektedir ki, kabre konulduğu zaman

veya ölümden sonraki hayatında kendisine fayda-

sı dokunacak yalnızca amelidir. Malı ve ailesi kab-

ri başından döneceğine göre dünyada öncelikle

mal ve mülkünü değil, kendisini ebedî mutluluğa

götürecek amelini düşünecektir: “Cenazeyi üç şey

takip eder. Bunlardan ikisi geri döner birisi kalır.

Onu ailesi, malı ve ameli takip eder. Ailesi ile malı

geri döner, ameli kalır.”7

İkinci olarak, âhiret inancı kişiye hayatı boyun-

ca karşılaştığı elem ve musibetlere katlanma di-

renci verir. Fani olan bu dünya sevinç ve üzüntü-

lerle doludur. Hiç beklenilmeyen bir anda değerli

bir varlığımızı kaybedebiliriz. İnanan kişi de şunu

bilir ki, veren de alan da O’dur. Onun ilmi dışında

bir yaprak dahi kımıldamaz: “O karada ve denizde

ne varsa bilir; O’nun bilgisi dışında bir yaprak bile

düşmez. O, yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi

bile bilir.”8 Olayların Allah’ın gözetiminde olması

bize bir direnç verdiği gibi sabretmemiz netice-

sinde de büyük sevaplara kavuşuruz: “Mü’minin

başına gelen hiçbir şey hatta ayağına batan diken

yoktur ki, Allah onun sebebiyle kendisine bir sevap

yazmasın. Yahut onun sebebiyle kendisinden bir

günah düşülmesin.”9

Âhiret inancına sahip mü’min âhiret nimet-

lerini kazanmak için gerektiğinde en sevdikleri-

ni Allah yolunda harcamaktan kaçınmaz: “Allah

mü’minlerin canlarını ve mallarını cennet karşılı-

ğında satın almıştır. Yaptığınız bu hayırlı ve kârlı

alışverişten dolayı sevinin, bu büyük bir saadettir.”10

DİN VE TOPLUM Mustafa KARABACAK*

“İnanan bilmektedir ki, kabre konulduğu zaman veya ölümden sonraki hayatında kendisine faydası dokunacak yalnızca amelidir.”

Kaçınılmaz Sonuç

Âhiret

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba76 77

Page 41: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Üçüncü olarak, âhirete imanı olan için ölüm korkusu da yoktur. Ölüm doğan her canlı için ka-çınılmaz bir sonuçtur. Nasıl doğarken bize sorul-madığı gibi öleceğimiz zaman da bize sorulma-yacak ve kaçınılmaz sonuca katlanmak zorunda kalacağız. Şüphesiz ölüm istenilmeyen bir durum aynı zamanda da akıldan çıkarılmaması isten-mektedir. Allah Rasûlü “Ağızların tadını kaçıran ölümü çokça hatırlayın”11 buyurmuştur. Hadiste belirtilen ağızın tadını kaçması geride kalanlar içindir. Mü’min için ölüm anında sıkıntı yoktur hatta bir an evvel Rabbi’ne kavuşmak ister: Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her kim Allah’a kavuşmayı dilerse, Allah (da) ona kavuşmayı di-ler ve her kim Allah’a kavuşmayı hoş görmezse, Allah (da) ona kavuşmayı hoş görmez.” Ben “Ya Rasûlallah! Ölümden hoşlanmadığı için mi? O halde hepimiz ölümden hoşlanmıyoruz!” dedim.

Bunun üzerine, “Öyle değil! Lakin mü’mine

Allah’ın rahmeti, rıdvanı ve cenneti müjdelendiği

vakit, Allah’a kavuşmayı diler. Allah (da) ona kavuş-

mayı diler. Kâfir ise Allah’ın azabı ve hışmı ile müj-

delendiği vakit, Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz.

Allah (da) ona kavuşmaktan hoşlanmaz.” buyur-

du.12

İnsan ölümlü dünyaya ebedî saadeti kazan-

mak için gelmiştir; yoksa bu dünyanın geçici

zevklerine dalıp ebedî mutluluğunu unutmak için

değil: “Âhiret senin için dünya hayatından daha ha-

yırlıdır.”13

Dünyayı âhiretin bir tarlası olarak gören bir

Müslüman için ölüm korkusu yoktur. Mü’min bil-

mektedir ki, ölüm yokluk değil; bir daha ölmemek

şartıyla yeniden diriliştir. Âhireti yeni bir hayatın

başlangıcı olarak görmeyen kişinin kendisini ölü-

me yaklaştıran her günü, her saati, her saniyesi

onun için bir ızdıraba dönüşür. Çünkü o bilmekte-

dir ki dünyadaki sınırlı ömrü bir gün bitecek hem

de yokluğa doğru. Böyleleri için dünyada mutlu

olduğu sadece nefsinin isteklerini yerine getirdiği

andır. Bu sebeple o hiçbir zaman ölümü hatırla-

mak istemeyecektir. Ama nafile ki bundan kurtu-

luş yoktur.

Âhirete inancı içselleştirenle bunu gerçekleş-

tiremeyenler arasındaki bu farkların işaretlerini

birçok Mü’minde görememekteyiz. Âhiret duygu-

sunu tam manasıyla içselleştiremeyenler acaba

inanmasalardı hangi durumda olurlardı?

1. 75/Kıyâme, 36.2. 53/Necm, 28,30.3. 57/Hadîd, 4.4. 50/Kâf, 16.5. 99/Zilzâl, 7,8.6. 82/İnfitâr, 10-12.7. Buhârî, Rikâk, 42.8. 6/En’âm, 59.9. Buhârî, Merdâ, 2.10. 9/Tevbe, 111.11. Tirmizî, Zühd, 4.12. Müslim, Zikr ve Dua, 14-16.13. 93/Duhâ, 4.

Dipnot*Dr. Mustafa KARABACAK

İnsana yaraşır denk muamele,Ok atana çiçek atılmaz gardaş.Dinamit koyanlar kutsal temele,Alkış yağmuruna tutulmaz gardaş.

Binme kalleş süvarinin atına,Çıkarsa da seni arşın katına.Tükür madrabazın pis suratına,Yaldızlı yalanlar yutulmaz gardaş.

Bizimdir şu peşkeş çekilen haklar,Bizimdir meyveler, yeşil yapraklar.Ceddimizin kan döktüğü topraklar,Kirkor’a, Simon’a satılmaz gardaş.

Mazlumlar daima göz yaşı döken,Garipler her zaman çile, yük çeken.Ölürsek memleket bu halde iken,O mezarda rahat yatılmaz gardaş.

Sosyal yaralarım kanar derinde,Kavuşacak elbet günün birinde! .Alarm esnasında, nöbet yerinde,Tehlikede tüfek çatılmaz gardaş!

Ahmet Süreyya DURNA

Görev Bilinci

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba78 79

Page 42: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Eğitimi, insanda istenilen davranış değişik-liğini sağlama süreci olarak düşünürsek eğitimde karşılıklı iletişim ve etkileşimin

önemi ortaya çıkmaktadır. Bugün uygulanan eğitim anlayışında büyükler, küçükleri; öğret-menler, öğrencileri etkilemeye, onları değiştir-meye çalışmaktadır. Kendileri ise onlardan etki-lenmeyi ve onlar tarafından değiştirilmeyi pek düşünmemektedir. Bunun sonucu olarak eğitim, etkileşim olmaktan daha çok etkilemeye dönü-şüp öğretmeye, ezberletmeye yöneltilmiştir. Bundan dolayı da öğrencilerimizde yetenekler geliştirilememektedir. Dayatma ile karşılaşan öğrenci okuldan, eğitimden ve öğretmenlerin-den soğuyup ilgisiz kalmaktadır.

Öğretmen arkadaşlar, alanları ile ilgili ya-yınları okumalı, güncel gelişmeleri takip etme-li, hızla ilerleyen teknolojiden yararlanmasını bilmelidir. Öğretmen, eğitim, iletişim, başarı, insan ilişkileri ve psikoloji ile ilgili kitaplardan mutlaka yararlanmalıdır.

Bir öğretmen düşünün, öğrencilerini tanı-mıyor, adını, meraklarını, yeteneklerini, kişi-sel özelliklerini, huy ve karakterlerini, gelişim özelliklerini, aile yapısını, ekonomik ve kültürel durumunu yeterince bilmiyorsa; Bu öğretme-nimiz; öğrencilerin derslere ilgisini nasıl artıra-cak? Onları derse nasıl katacak? Dersi, bilgiyi, çalışmayı, öğrenmeyi nasıl sevdirecek? Okuma aşkını nasıl sağlayacak? Nasıl öğretecek, nasıl eğitecektir?

Öğretmen, eğitimden, okuldan, öğrenciden ne beklediğini düşünmüyorsa, onları yetiştire-yim derken yok ediyorsa, öğrencisini tanıma-dan, onu nasıl yetiştireceğini bilmeden eğitme-ye çalışan bir öğretmenin yetiştirdiği öğrenciler, bilgisiz bir bahçıvanın yetiştirdiği cılız, solgun, renksiz ve kokusuz çiçeklere benzemez mi? O zaman da yazık bize, vah bize, eyvah bize!

“Bahçemizde özel bakım isteyen çiçeklerin varlığından habersiz olan biz öğretmenler, na-sıl ki onları ilgisizlikten soldurup yok ediyorsak, özel durumlarını bilmediğimiz, sorunlarından habersiz olduğumuz nice Ahmet, Mehmetleri,

Ayşe ve Fatmaları yok edip öldürüyoruz. Onları tanımıyor, bilmiyor, anlamıyoruz. Hatta dinle-miyoruz bile. İşin kolayına kaçıp suçluyor, bağı-rıp çağırıyor, sadece emirler vererek onlardan başarı bekliyoruz.”

Bunun sonucu olarak da sevgisiz ve ilgisiz eğitimimiz hüsranla sonuçlanıyor. Topluma kar-şı saygısız, sevgisiz ve insanlığa zararlı insanlar yetiştiriyoruz. Bütün bunların sorumlusu kimdir acaba? Öğretmenler mi? Anne-babalar mı? Çevre mi? Hepimiz suçluyuz. Toplum olarak he-pimiz üzerimize düşen görevlerimizi yapmadık. Ondan dolayı suçluyuz.”

Öğretmen başarıyı yakalamak istiyorsa; ha-yali çözümler dayatmak yerine, öğrencilerin çö-zülmesini istediği sorunlara yöneldiği takdirde başarıyı yakalamış oluyor. Cıvıl cıvıl ruhumuzu okşayan sesleriyle öğrencilerle beraber olmak, onlarla iyi ve güzel şeyleri paylaşmak ne güzel. Harika bir duyguyu paylaşmak isteyenler öğ-rencilerine değer versin. Onları dinlesin ve an-lamaya çalışsın.

Çocuklara sevginizi içten gelerek verirseniz ve çocuk bunu hissederse birçoğunun adeta size yalvaran gözlerle baktığını, bizi al aydınlık yarınlara götür dediğini hissedersiniz. Ellerini korkusuzca size uzatarak elimizden tutarak bize umut ışığı ol dediklerini görürsünüz.

EĞİTİM Ali ÖZKANLI

“Öğretmen başarıyı yakalamak istiyorsa; hayali çözümler dayatmak yerine, öğrencilerin çözülmesini istediği sorunlara

yöneldiği takdirde başarıyı yakalamış oluyor.”

ÖğretmenlikSevgi İşidir

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba80 81

Page 43: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Öğretmen, öğrencilerine güzel duygular su-narak, onların kalplerine seslenip, ruh dünya-larında gizli kalmış güzellikleri ortaya çıkaran gönül fatihleri olabilmek için ne gerekiyorsa, kendisini onları yapmak zorunda hissetmelidir. Öğrencimizle sağlıklı bir iletişim kurmak istiyor-sak sorunlarına samimiyetle yaklaşalım. Sorun-ları aşmanın en kolay ve pratik yolu iyi bir diya-log, birbirini anlamaya açık güzel bir iletişimden geçmektedir. Öğrencisine iyi, güzel ve yararlıyı vermek isteyen öğretmenin kendisi model ol-malıdır. Okuma zevki aşılamak isteyen öğret-menin öncelikle kendisinin okumayı sevmesi gerekmektedir. Okumayan insan, okuma zevkini bilebilir ve o zevki başkalarına aşılayabilir mi?

Öğretmenlik sadece sınıfta olmamalıdır. Sınıfın dışında koridorda, bahçede, dışarıda bulunduğu her yerde öğretmenliğini göstermelidir. Samimi yaklaşım, birazcık sevginin ve saygının karşılığını büyük bir saygı olarak göreceklerdir. Öğretmen, öğrencinin seviyesine inip birlikte çalıştığında öğ-rencisinin hemen kendi seviyesine çıktığını göre-cek ve istekli bir şekilde çalışmak isteyecektir. Öğ-retmen öncelikle kendisini sevmeli ve saymalıdır ki öğrencisi de kendisini sevip saysın. Öğretmen öğrencisini seven, ona değer veren, onu dinleyen ve anlayan biri olur, ona elini uzatarak onun ba-şına şefkatle dokunduğunda aralarında oluşan birçok engelin ortadan kalktığını ve aralarındaki sorunların çözüldüğünü görecektir.

Öğrencilerimizin ruh dünyalarına girmeden, onların hobi ve fobilerini bilmeden, onları yete-ri kadar anlayabilmemiz mümkün olmayacaktır. Öğrencilerimizin kişiliklerini incitmeden, yara-lamadan, okuldan, kendimizden, derslerden so-ğutmadan, sevgiyle yaklaşarak öğrettiğimizde geleceğe umutla bakan gençlerin yetiştiğini gö-receğiz. Bu da bizi çok memnun edecektir. Eğer bunları yapmaz sevgi yerine korku, güler yüz yerine asık surat, ödül yerine ceza uygulayacak olursak, bedenlerini doyurduğumuz kadar ruh-larını doyurmayıp aç bırakırsak, bu öğrencileri-mizin ileride karşımıza birer katil, ayyaş, hırsız olarak çıktığında hiç şaşırmayalım. Bunları kendi ellerimizle yetiştirdiğimizi de hiç unutmayalım.

Öğretmen öğrenci ilişkilerinde korkuya da-

yalı değil, sevgiye dayalı güzel bir disiplin an-

layışıyla ortaya çıkacak problemler kolayca

çözülecektir. Öğretmen, öğrencisinin görüş ve

düşüncelerine değer vererek onları dinliyor,

onlara güzel bir şekilde dudaklarından dökülen

sıcacık ifadelerle evladım, yavrularım, çiçekle-

rim, canım, gençler, arkadaşlar vb. şekilde hitap

edebiliyor, onların duygularını paylaşabiliyorsa

ne mutlu böyle öğretmenlere! Böyle öğretmen-

lerin binlerce kez ellerinden öpüyorum.

Öğretmen, sınıfında demokratik bir hava

oluşturuyor, herkese söz hakkı tanıyor, onların

rahatça fikirlerini söylemesine izin veriyorsa,

konuşmaları için onları teşvik ediyor, konuş-

malarındaki hataları yüzlerine vurmuyor, başka

sorularla onları kırmadan yanlışlarını anlamaya

çalışıyorsa, onlara şefkatle bakıp güven veriyor-

sa, onların yalnız olmadıklarını hissettiriyorsa

hiç şüphesiz bu öğretmen öğrencinin gözünde

çok büyüyecektir.

Sevgili meslektaşlarım, gönül bahçemizin

eşsiz güllerini, tomurcuk çiçeklerini kırarak in-

citmeyelim. Onları soldurmayalım. Eğitimi okul,

veli ve öğretmen üçgeninde görelim. Başarıya da

buradan gidileceğini aklımızdan çıkarmayalım.

Yurdun dört bir yanı çiçek bahçesi Hiç solmasın diye korur öğretmen Dostluk ve barıştır onun goncası Ata’nın izinde yürür öğretmen...

Dosdoğru davranır başı hep diktir Kin tutmaz kimseye, hasedi yoktur Kanaat sahibi, gözleri toktur Daim hakikati arar öğretmen…

Azimle çalışır dur durak bilmez Öncüdür her zaman geride kalmaz Engelleri aşar güçlükten yılmaz Üstün hedeflere varır öğretmen…

Hep sevgi hâkimdir coşkun gönlünde Kışlar bahar olur olgun gönlünde Herkese yer vardır engin gönlünde Barışı yürekte görür öğretmen...

Hızır İrfan ÖNDER

Öğretmen

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba82 83

Page 44: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Başarı; kişi ya da kuruluşların, planladığı

hedefe ulaşması, maddî-manevî duru-

munu ve sosyal statüsünü geliştirmesi

şeklinde tanımlanabilir. Hiçbir başarı tesadüfen

kazanılmamıştır. Her başarı; ince ve keskin bir

zekânın, güçlü bir iradenin ve yoğun bir çabanın

meyvesi ise eğer, insanlığın ortak mirası olan

bilgi ve tecrübe, söz konusu başarının kök ve

gövdesini teşkil eder. Bir planı hayata geçirmek

isteyen müteşebbis, bilgi ve tecrübeleri özgün

tasarımlarıyla sentezleyerek zekice icraya baş-

lar. Sonuç istenen gibiyse bu bir başarıdır.

Başarı, yolunda giden işlerin sürekliliği ve

gelişimidir. Buna göre bireyler, başarı sürecine

sağladıkları katkı ve üstlendikleri etkin rol nis-

petinde başarılı olurlar. Her birey ya da kurum,

sürece bir yerden katılır, ömrü ve imkânları nis-

petinde katkı sağlar. Bir kişinin bir alanda kay-

dettiği başarı, ipi kopmuş bir uçurtma gibidir. Bu

sebeple başarının, ilgili alan ve konularla takviye

edilmesi, zemin ve çevresinin de başarıya para-

lel bir gelişme içinde olması gerekir. Bu durum-

da başarı sinerjik bir güce kavuşur. Sinerjik güç,

birbiri ile ilgili güçlerin birleşimi ile ortaya çıkan

bileşke güçtür. Sosyal alanda gerçekleştirilen da-

yanışma ve başarılarda hep bu güç etkisini gös-

terir. Bir (1) rakamının, alt alta değil de yan yana

yazılarak okunması halinde ortaya çıkan değer,

sinerjik gücü ifade eder. Yani dört tane biri alt

alta yazarak topladığınızda dört (4) değerini elde

ettiğiniz halde yan yana yazarak okuduğunuzda

bin yüz on bir (1111) değerini elde ediyorsunuz.

Normal zekâ seviyesinde olan herkes, önem-

li başarıların potansiyelini üzerinde taşır. Bunu

pratiğe dökmek ve geliştirmek, birtakım, bilgi,

tecrübe, prensip ve metodun, arzu, bilgi, bilinç

ve çaba ile uygulanmasıyla mümkün olmakta-

dır. Her şey önce güçlü ve samimi bir istekle

başlar. Bu arada kişinin neyi istediğini bilmesi

ve bilgilenmesi gerekecektir. İsteğini elde etme

gücünü kendinde görüyorsa ve şartlar da müsa-

itse yapılacak tek iş faaliyete geçmektir. Fakat

faaliyete geçmeden önce, işin önceliğine, öne-

mine ve boyutuna göre kısa, orta ve uzun vadeli

planlar yapmak gerekir. Mesela, bir öğrenci için

sınıfı geçmek kısa vadeli, okulu bitirmek orta

vadeli bir hedeftir. İş hayatına atılmak, paralı ve

saygın bir iş yapmak ise uzun vadeli hedef kap-

samına girer. Başarı ile gerçekleştirilen bir işte

şu yedi safha yer alır: İstek, teori, tasarı, plan,

teşebbüs, süreç, sonuç.

Her bireyin ve kurumun misyonuna, mevcut

durumuna ve hedeflediği gayeye göre kaydede-

ceği başarı farklılık arz eder. Bir işin nasıl yapıla-

cağını bilmek uzmanın başarısıdır. Başkalarına

yapacaklarını göstermek öğretmenin başarısı-

dır. Başkalarını daha iyi çalıştırmak için esinlen-

dirmek liderin başarısıdır. Başkaları tarafından

yapılan işleri denetlemek ve işin tamamlandı-

ğından emin olmak ise yöneticinin başarısıdır.

EĞİTİM Mukadder Arif YÜKSEL

“Başarı, yolunda giden işlerin sürekliliği ve gelişimidir. Buna göre bireyler, başarı sürecine sağladıkları katkı ve

üstlendikleri etkin rol nispetinde başarılı olurlar.”

“Her bireyin ve kurumun misyonuna, mevcut durumuna ve hedeflediği gayeye göre kaydedeceği başarı

farklılık arz eder.”

BaşarınınPrensipleri

(20 Kural)

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba84 85

Page 45: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Foto: Ayhan İŞCEN

Bir işi başaranlar da başaramayanlar da so-

nuçtan bir ders çıkarmalıdır. Çıkarılacak isabetli

dersler, yeni başarıların kapılarını aralayacaktır.

Aklını kullananlar için başarısızlık, bir sonraki

başarı öncesi son uyarı olabilir. Başkalarının bü-

yük zararlarla elde ettikleri tecrübeleri yeniden

yaşamak, zaman ve insan gücü israfından başka

bir şey değildir. Normal bir insan her şeyi yaşa-

yarak tecrübe eder. Zeki insan ise başkalarının

tecrübesi üzerine kendi başarılarını bina eder.

Bu sebeple hayatın her alanında başarılı olabil-

mek için, büyük çabalar sonucunda oluşan ba-

şarı felsefesini ve bu felsefenin ortaya koyduğu

kuralları iyi bilmek gerekir:

1. Öncelikle güçlü bir irade ile bir şeye talip ol-

mak gerekir.

2. İsteğinde bilinçli olmalıdır. Neyi, niçin istedi-

ğini bilmelidir.

3. Mevlâna, teşebbüs öncesi iyi düşünmeyi ve

tecrübeli kimselerle istişare etmeyi tavsiye

eder. “Soran dağları aşmış, sormayan düz yol-

da şaşmış.” derler. İstişare ile konu üzerindeki

tereddütler ve belirsizlikler bertaraf edilir.

4. İnsanın özgüveni tam olmalı, kendi kapasite-

sini iyi bilmeli, kapasitesine uygun hedeflerin

peşinde koşmalıdır. Hedef de teşebbüs edi-

len işe uygun olmalıdır.

5. Dünya nimet-külfet dengesi üzerine kurul-

muştur. Hedefin büyüklüğü kadar emek ve

zahmete gereksinim olacağından ona göre

bir külfet baştan göze alınmalıdır. Moliere,

“Zorluklar, başarının değerini artıran süsler-

dir.” der.

6. Ümitsizlik ve yılgınlık davayı baştan kaybetti-

rir. “Sabreden derviş, muradına ermiş.” ata-

sözünü sık sık hatırlamak gerekir.

7. Kararlı olmak hedefi yıldırır. Korku ise korku-

tulana güç verir. W. Ellery Channing, “Karar-

sızlık ve gecikme başarısızlığın anahtarıdır.”

der. Her engel, bizim hazırsızlığımızın ve ka-

rarsızlığımızın bir parçasıdır.

8. Deha yoktur, sistematik çalışma vardır. Baş-

ka bir tespite göre dehanın onda dokuzu ça-

lışmadır. İşin gerçekleşmesi için gerekli olan

performans ortaya konulmalıdır.

9. Bazı fırsatlar insanın önüne hayatta bir kez

çıkar. Başka bir deyişle fırsatlar hazır bulu-

nanlar içindir. Ya da hazır bulunanlar, olayla-

rı birer fırsat haline getirirler.

10. Başarıda zamanlamanın belirleyici bir rolü

vardır. Zamanında yapılmayan iş yapılma-

mış iştir.

11. Bütün bütün elde edilemeyen parça parça

terk edilmez. Bütünüyle istemeyenler, bü-

tünüyle sahip olamazlar.

12. Başarısızlık, büyük başarıların öğretme-

nidir. Küçük ikazların büyük değeri vardır.

Edison, ampulü bulmak için 999 deney yap-

mış ve bu sırada laboratuvarı da yanmıştır.

Kendisine, “Anlaşılan bu iş olmayacak, bırak

artık, kendini boşa yorma.” denildiğinde,

“999 kez olmadığını öğrendik ama daha

binlerce ihtimal var. Ayrıca Tanrı, yeni bir

laboratuvarda çalışma imkânı verdi.” demiş

ve yeni kurduğu laboratuvarda ilk deneme-

de ampulü parlatmıştır.

13. Başarının kendine sağlayacağı yarardan

çok, toplumuna ve inancına sağlayacağı ya-

rarı hesap etmelidir. Yetenekli kimseler ve

bilgeler, kamunun ortak değeridir. Kamu-

nun kendisinden yararlanacağı kimseler,

kendi rahatlarını ileri sürerek kamuyu ken-

dilerinden yararlanma hakkından mahrum

bırakamazlar.

16- Yeterlilik duygusu başarının ömrünü tüke-

tir. Daima daha fazlasını ve iyisini istemek

gerekir. Para nasıl parayı çekerse, başarı

da başarıyı çeker. “Başarılarını gizlemek,

en büyük başarıdır.” der La Rochefoucauld.

Başarılarla övünmek ise başarıyı kötüye

kullanmaktır.

17- Hayatta şans ve tesadüflere yer yoktur.

Şans sanılan şey, farkında olmadan hak edi-

len bir kısmettir. Tesadüf sanılan gelişme-

ler ise bizim zeminini hazırladığımız şartla-

rın uygun düşmesi ve birbirini tamamlama-

sıdır. Bu sebeple şans ve tesadüflerden asla

medet ummamak gerekir.

18. Beden ve ruh sağlığını bozacak ve işin ya-

rım kalmasına yol açacak dış etkenlerden

uzak durmak gerekir. Beden sağlığı için ge-

rekli olan beslenme, barınma, giyinme, ruh

sağlığı için gerekli olan istirahat, huzur ve

sessizlik ortamında kalmaya özen gösteril-

melidir.

19. İnançlı bir kimse, başarı için gereken gay-

reti gösterdikten sonra takdiri Allah’tan

bekler. Allah’ın koyduğu tabii yasaya göre

de; “İnsan için yalnızca çalıştığı kadarı vardır

ve çalıştığının karşılığını mutlaka görecektir.”

(52/Necm, 39-40)

20. Her birey kendi işinde başarılı olduğunda,

birbirini tamamlayan başarılardan toplu-

mun başarısı dolayısı ile huzur ve refahı

gerçekleşecektir. Bu sebeple herkes kendi

görevini en iyi şekilde yapmak durumunda-

dır. Görevini yapmayanların yeri yapacak

olanlarla değiştirilmelidir. Zira bir yerdeki

boşluk ve aksama tüm sistemi bozabilir.

Kuralları daha da çoğaltmak mümkündür.

Bu tür kurallar, akıllı kimselere zaman, maliyet

ve emek tasarrufu sağlar. Sadece kuralları oku-

makla başarılı olunamayacağı doğrudur fakat

hesap edilemeyen bir ayrıntı sebebiyle işi yarım

bırakan birisi keşke ben bunun daha önce duy-

saydım da diyebilir. İş bilenin, kılıç kuşananın,

yarınlar ise hep ileriye bakanındır

kasım

/201

8

somuncubaba somuncubaba86 87

Page 46: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

Derginizin, elinize sağlıklı bir şekilde ulaşabilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir şekilde doldurunuz.

Visan İktisadi İşletmesiZâviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad.

No: 71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00

Gsm: (546) 544 60 44 Faks: (422) 615 28 79

[email protected] www.somuncubaba.net

2018 yılında aboneliğinizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.

Onların da abone olmasını sağlayın.

Aile ve ÇocukEkiyle Birlikte

Yıllık Abone Bedeli

140

2018 Yılı

Posta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068Ziraat Bankası TR 56 0001 0003 2026 7984 8050 01

Vakıf Bank TR 04 0001 5001 5800 7299 7740 58Halkbank TR 49 0001 2001 4740 0010 1000 23

Gönderilerin abone adına yatırılmasından sonra lütfen arayınız.

Adı / Soyadı:

Kurum Adı:

Ünvan:

Dergi Teslim Adresi:

Posta Kodu: Şehir

Telefon:

Faks:

E-posta:

Vergi Dairesi: Vergi No:

Abone Başlangıç Tarihi: İmza:

Faturayı adıma kesiniz

Faturayı şirket adına kesiniz

Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont İlişiktedir.

Türkiye : 140

(0422) 615 15 54444 36 61

ABONE İLETİŞİM HATTI

(0546) 544 60 44

kasım

/201

8

somuncubaba 89

Tasavvuf ve MenakıpMehmet Bahâeddin EfendiMüellif: Mehmet Bahâeddin Efendi (Tokatlı Mustafa Hâki Efendi (k.s.)’nin oğlu)

Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

Karton Kapaklı, 16x24cm, 304 sayfa ISBN: 78-9944-774-45-1

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Örnekliğinde Güzel Ahlâk

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Karton Kapaklı, 14x21cm, 331 sayfa

Güncel Dinî Konular veFıkhî Hükümler

Prof. Dr. Abdullah KAHRAMAN

Karton Kapaklı, 14x21cm, 414 sayfa

Gönül Dostlarının Dilinden Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s) ve Hamid Hamideddin Ateş Efendi

Musa TEKTAŞ

Karton Kapaklı, 14x21cm, 368 sayfa ISBN: 978-9944-774-44-1

ISBN: 978-9944-774-43-7

ISBN: 978-9944-774-46-8

Peygamber Ahlâkı:Sabırlı Olma Değeri

Ayşegül KÖSTE

Âtike binti Halid (r. anhâ)

N. Nida DURAN

Sabır Acıdır AmaMeyvesi Tatlıdır

Sümeyye Büşra YILDIZ

İhmalkârAnne Babalar

M. Emin KARABACAK

Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı - VİSAN İktisadi İşletmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No: 71 (44700) Darende / MALATYATel: (422) 615 15 00 - Faks: (422) 615 28 79

www.somuncubaba.net

Aile Eki

ÇIKTI

444 36 61(0422) 615 15 54(0546) 544 60 44

Page 47: Ali AKPINAR - Somuncu Baba Dergisi · 2018. 11. 22. · Basım Tarihi: 01 Kasım 2018 ... Ayasofya’da II. Selim Türbesi Zarif Bir Şair Sultan II. ... Sonra olur olmaz şeylerden

somuncubaba90

www.somuncubaba.net

AYLIK

İLİM K

ÜLTÜ

R V

E EDEB

İYAT DER

GİSİ

AYLIK İLİM KÜLTÜR VE EDEBİYAT DERGİSİ YIL: 25 • SAYI: 217 • KASIM 2018 • Fiyatı: 12 TL

217

0 0 2 1 7

MûcizelerleGelen Dersler

Ali AKPINAR

Dostun Kapısında Ümitle Beklemek

Musa TEKTAŞ

Osmanlı SultanıII. Selim Döneminde Tasavvuf Erbâbının Konumu

Kadir ÖZKÖSE

Zarif Bir ŞairSultan II. Selim

Mustafa ÖZÇELİK

Ayasofya’daII. Selim Türbesi

Mustafa BAŞ