kenan keskin metafizik mucizeleri yada yanilgilari
Post on 07-Apr-2016
331 Views
Preview:
DESCRIPTION
TRANSCRIPT
METAFİZİK
MUCİZELER YA DA
YANILGILAR
Kenan KESKİN
İçindekiler
Sunu
İlham ya da bilgi yollu olarak birimlerde oluşan yanılgılar
İblis kadar Allah’ı tanıyamamak!
İblis’in Velileri
Şeytan Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır!
İbadet’ten çok yüksek ilmin değerlendirilmesine
İnsanların çoğu şeriatta takıldı ?!
Nur bilinç boyutuna adım atabilenler
Birimin Cinini Müslüman etmesi
Ölmeden önce ölmek!
Normal ötesi fenomenler
Hristiyanların Cinn’i algıla(yama)ması
Mezarlık Fenomenleri ( Kanser tedavisi-Levitasyon(havada yükselme)-Bedene işkence-Ateşte
yaşam )
Bir medyum: Daniel Dungles Home
Levitasyon ( Havaya yükselme )
Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin fenomenleri
Zihin kontrolüyle yaşamını sonlandıran Dalaylama
Velilerin Azizler ile karıştırılması ( Keramet, Mucize ve İstidraç(sihir) )
Uçan Azize: Teresa
İki defa bedenlenen ve üçüncüsü beklenen Hintli Sai Baba
Canlanan Ceset
Tayyı Mekan ve Astral Seyahat
Hz.İsa (as)‘ya atfedilen tüm fenomenler tekrarlanıyor
Satya Sai Baba Üniversitesi
Tüm dinlerin birleştirilmesi ya da DECCAL
Ufolar, Uzaylılar ya da Cinn !?
Dip Notlar
Kaynaklar
Yayın Listemiz
Sunu_______________________
Değerli Okur,
“Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir boyut olarak var olması dolayısıyla,
bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden
en karmaşık ve zor olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden
olmaktaydı.”
Yukarıdaki sözlerin kaynağı Kenan KESKİN (Fizik Mühendisi) ayet ve hadisleri,günümüz
bilimi açısından değerlendirip, savlarını bu hadislerle destekleyerek, yukarıda sözünü ettiği
normal ötesi fenomenleri bilimsel süzgeçten geçirmiştir. Bunu gerçekleştirirken; hiçbir aşamada
manevi platformdan ayrı düşmemiş ve okuyacağınız değerli açıklamaları bize armağan etmiştir.
_______________________
Dileğimiz size yararlı olabilmek...
Evreni (algılayamadıklarımız dahil) yöneten ve farklı adlarla işaret edilen Yüce Gücün bu
arzumuzu yerine getirmemiz için, önümüzü açık etmesini diliyoruz;
“Eğer bu duanın gerçekleşmesi, bizler ve tüm yaşam adına en iyisi olacaksa...”
Metafizik Mucizeler ya da Yanılgılar
www.yorumsuz.netteyim.nettarafından derlenmiş ve size e-kitapçık olarak sunulmuştur. Mayıs-
2004
Bize kaynak olansufizmveinsan.com ’a teşekkür ederiz.
_______________________
Yorumsuz Bildiri
İnsanlığa gerçekleri anlattığına inandığımız
düşünürlerin, yazarların, aydınlanmışların ilimsel üretimlerini sizlerle paylaşmaktan başka bir
arzumuz yoktur.
Biz bir başka insanı değişim-dönüşüme uğratamayız.
Bizim yapabileceğimiz tek şey değişim-dönüşümün meydana gelebileceği, hoşgörü ve sevginin
girebileceği
bir alan, bir boşluk yaratmaktır.
_______________________
İlham ya da bilgi yollu olarak birimlerde oluşan yanılgılar
Bir boyut, bir alt boyutu kapsamasına karşın, her boyutun kuralı kendi içinde geçerlidir. Tıpkı bir
bedendeki moleküllerin, atomların, parçacıkların sahip olduğu yasaların birbirlerinden farklı
oluşları gibi. Yani, bedenin dünyası ayrı, atomların, fotonların dünyası ayrıdır. Ancak bu
farklılıklar, boyutların birbirlerinden bağımsız, kopuk olması anlamında değildir. Çünkü, bir
boyuttaki değişiklik aynı zamanda diğer alt boyutlara yansıyarak onları da etkiler. Buna karşın;
bir boyutun varlığı, diğer boyutların varlığını ortadan kaldırmaz. Fakat bunun tam tersi doğru
değildir. Benzer deyişle; her bir boyut üst boyut ya da boyutlar açısından bir hayal hükmünde
olsa da kendi boyutu içerisinde somut bir biçimde gerçektir. Bu nedenle, ölüm ötesi boyuttaki
mikrodalga bedenlerimizin, şu anki bakış açımıza göre latif olmasına karşın, o boyutun
algılanmasıyla birlikte ışınsal bedenler birbirlerini şeffaf değil, somut olarak algılayacaklardır.
Yani, o boyutlarda hiç kimse bir diğerinin bedenini latif, şeffaf bir beden olarak görmeyecektir.
Tıpkı rüyalarımızda gördüğümüz bedenlerin (nesnelerin) gerçekte somut bir yapıya sahip
olmamasına karşın, bizim bunun soyut olduğunu fark edemeyişimiz gibi.
Genelde bu konular hakkında sıkça sorulan bir soruda “madem her şey bir hayalden, imgeden
ibaret, o zaman neden kabir, cehennem boyutunda azap görelim ki?” ya da “tüm varlık ve insanın
özü Hak’tır; Hakk da zarar, ıstırap,...vb kavramlardan beri bir varlık olduğuna göre, bu insanlar
için de azap olunamayacağı anlamına gelir, o halde Cehennem diye bir ortamın varlığından söz
edilemez. Edilemeyeceği için de neden ve niye azap, acı ...vb şeyler söz konusu olsun ki?”
şeklindedir. Bu yüzden; yine bu düşünce sahiplerine göre, cehennem sadece avam insanlarını
korkutmak amacıyla ortaya konmuş bir sistem ve düzendir.
Oysa, hem yukarıda değindiğimiz hem de daha önceki yazılarımızda açıkladığımız üzere,
bulunduğumuz boyutun ışınsal bir boyut olmasına karşın, nasıl ki madde olarak algılayıp bu
boyut içerisinde var olan varlıklardan ve olaylardan etkilenerek belli azaplar duyuyorsak, o
boyutun da somut olarak algılanması ve kendine özgü sistemleri ve birtakım varlıkları olması
dolayısıyla, onlarla etkileşimlere girilmesi yanı sıra da sistemin işleyiş çarkları içerisinde bize
zarar verecek şeylere karşı alternatif oluşturamadığımız takdirde o ortamlarda da maddi ve
manevi azaplar söz konusu olacaktır. Tıpkı gördüğümüz kâbuslarda fiziksel bir etkiyle
karşılaşmamamıza ve oradaki her şeyin birer hayalden ibaret olmasına rağmen bizlerin bunu azap
olarak algılayışımız gibi. Oysa bedenimizin hiçbir yerine kimse bir etkide bulunmamaktadır.
Bununla birlikte; azabı doğuran sınırlı bilincimizin şartlanmaları dolayısıyla da bugün kendimizi
bir beden yığını olarak kabul edip Ruh boyutunu ancak iman yollu ya da yanılgılı algılama
dolayısıyla kabul veya bu tür şeylere inanmadığımız için tamamen reddederken, yarın o
boyutlarda hepimiz, kendimizi, Evrensel Bilinç yerine, Ruh boyutu ve ona dayalı tek bir
bilinçten, ki Evrensel Bilinci Mutlak anlamda değil, ruh boyutuna göre değerlendirerek, sadece
ondan ibaret olduğumuzuzannedeceğiz.Bu durum, dünyada yaşarken kendileriniruh
boyutundatanıyan birimler için de geçerlidir.
Bununla birlikte; her şeyin bir hayalden, imgeden ibaret olmasına karşın, örtülmüş bilincin aslı
olan boyutuna dönmesi için saflaşması, torna tesviye olması için geçeceği aşamalarda
(boyutlarda) arınma işleminin yine kendinde açığa çıkması ve bu durumunazap olarak
algılanması,bilincin holografik gerçekler şeklinde ortaya koyduğu diğer tüm şeyler gibi,
gerçektir, Hak’tır.
Çünkü evrende her şey, sırasıyla salt enerji-bilinç boyutundan, mikrodalga boyutuna iner, oradan
da parçacıklar, atom, molekül ve madde boyutunda açığa çıkar. Daha sonra da, bulunduğu
noktadan tekrar molekül, atom... mikrodalga boyutuna dönüşerek aslı olana rücu etmektedir.
Tıpkı Mevlana ‘nın “kaynağından kopan her şey, kaynağıyla birleşmeyi arzular” dediği
gibi.Madde boyutu içindeki geçişlerde, madenden nebata, nebattan da hayvana geçişler şeklinde
tekrar aynı safhaya yani mikrodalga boyutuna dönüşüm olurken, hayvandan bir sonraki aşama
olan insana geçenler ise, 120. günde oluşan mikrodalga yapılı bedenle birlikte aslı olan
boyutlarına geçiş yaparlar.(Bu birimlerden bir kısmının bilinç dönüşümü ise, çok daha yüksek
frekanslı olan Nur boyutuna doğru olmaktadır.) İnsanların içinde de en büyük açıyı ya da daireyi
çizen ise Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’dir.
Işınsal varlıklar da kendi bulundukları noktadan asılları olan boyutlara doğru yolculuğa
çıkarlar.(Bkz. Evrensel Sırlar / Dini Yanlış Algılamak -Ahmed Hulusi - Her şey Bir Plasebo mu?
II -http://sufizmveinsan.com /fizik) Daha geniş bir perspektiften sisteme bakarsak, evrenin
sonsuz boyutsallığındaki yaşamın, bir düzeyin diğer farklı düzeylere boyutsal dönüşümü şeklinde
sonsuza dek devam edegelen bir biçimde olduğunu fark ederiz. Tıpkı, ünlü kimyacı Lovaziyer’in
dediği gibi “yoktan hiçbir şey var olmaz, var olan şey de yok olmaz.”(I) Ancak, insan ve cinlerin
bu bilinç dönüşümleri sırasında azap görmeyecekleri fikri yanlıştır.Oysa, Mutlak Evrensel sistemi
anlatan dinsel verileri şartlanmalarımıza (ya da terkipsel imgelerimize) göre değerlendirip
mecazları hakikât sandığımız ve cehennem ile azap kavramlarını, her şeyin bir bütün halinde,
hayal ve imgeden ibaret boyutsal dönüşümler olduğu fikriyle bağdaştıramadığımız için, bu
kavramları reddetmekteyiz. Ya da bunun tam tersine, yine aynı nedenlerden ötürü, sistemin bu
şekildeki işleyiş mekanizmasını kabul etmeyerek sembollere takılıp kalmaktayız. Halbuki her iki
görüşün de doğru yönleri bulunmaktadır. Yani; hem varlık, bir imgenin başka bir imgeye
dönüşmesi sonucu oluşmakta, hem de yine bu imgelerin neden oldukları kabir, cehennem
boyutlarındaki azaplar, holografik esasa göre bizden açığa çıkmaktadır.Bu azap ve cehennemden
çıkışın tek yolu da tabanda, mevcudatın özü olan imgeler boyutunu varlığa göre algılamak değil,
salt imgeler boyutunda kendimizi tanımaktır ki, arada kıyasa gelmez fark vardır. Çünkü bu salt
boyutta varlık yok ki, ona göre bir imgeler boyutu olsun. Zaten bu farkın anlaşılamaması bu
yanılgıların temel sebebini doğurmaktadır.Dolayısıyla, yakılacak şeylerin insanlar ve
taşlar olduğu şeklinde sembolize edilen ve insanın maddi ve manevi (şuursal) azaplarına işaret
eden cehennem boyutundaki çukurların da, o konuyla ilgili azabın sona ermesiyle ateşinin
sönmesi ve bir başka çukura geçişi, yanışı ya da atılması da hep azabı doğuran şeye bağışıklık
kazanmak, yani o olaydan, o şeyden etkilenmemeyi sağlayan idrakin, o birimin Ruhunun
bilincinde açığa çıkmasıdır. Böylece, cehennem tabakaları denen şey de, idrak düzeyleri,
seviyeleridir. Bu, cennet boyutunda farklı isimlerle anlatılan cennetler için de geçerli olup Tek bir
boyutun farklı şuur seviyelerinin yaşam şekillerine verilen isimlerdir.
Eğer boyutsallığı anladıysak, öncelikle şunu fark ederiz ki, tüm varlığın çıkış noktası olan
boyutta her şeyin parçalanamaz bir Bütün, Tek olarak bir imgeden ibaret olması ayrı bir şey, bu
boyutun var gösterdiği boyutlarda kayıtlı yaşayıp, her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu bilmek,
düşünmek, var kabul edip hissetmek ya da yaşamak apayrı şeylerdir. Tıpkı O.B.E ve Ö.Y.D
durumlarındaki deneyimlerde sistemin çok küçük bir gerçeğinin algıda genelleştirilmesi sonucu
oluşan yanılgılar gibi.
Çünkü; bu her ne kadar düşüncede böyle olsa da, tam anlamıyla yaşantıya geçirilemediği için,
yine bilinç örtülü bir biçimde maddesel boyutun kurallarına bağlı olarak yaşamına devam eder.
Zaten, tüm azapların kökeninde de, bilincin Örtük Düzen boyutunda kendini tanıması yerine,
kendisini çokluk boyutunda kayıtlı, sınırlı olarak bulması yatmaktadır. Ayrıca önemli bir nokta
da, çokluk boyutunda, madde veya varlıkla kayıt altında olmayan her birimin, bu hallerine
bakarak bunların salt örtük düzen boyutunda kendilerini tanıdıkları, bildikleri anlamı
çıkarılmamalıdır. Yani,bazı birimlerin her şeyin bir hayalden ibaret olduğunu, bilincinin çeşitli
düzeylerinde algılayıp (ki beş duyu ya da beş duyu ötesindeki çeşitli algı seviyelerinde
olabilmektedir) bu hayaller üzerinde tasarrufta bulunmaları ya da bunlardan etkilenmemeleri,
ölüm ötesi boyutlarda azap görmeyecekleri anlamına gelmemelidir. Kaldı ki; tüm bu ve buna
benzer olağanüstü şeylere çok iyi vakıf olan ışınsal varlıklar bile, her şeye rağmen çeşitli azaplara
uğrayacak iken.
İlham ya da bilgiyollu olarak birimlerde oluşan yanılgıların başlıca temel sebeplerini şöyle ifade
edebiliriz: Tüm bilinç seviyelerinin toplu bir halde bulunması ve bu mertebeler arasındaki
farklılıklar dolayısıyla, (en) alt boyutta yaşanılmasına karşın, üst boyutun bilgilerinin, bulunduğu
boyutta yaşantıya sokulması yani, hem bu bilinç düzeylerinin hem de birimin kendisinin
sistemdeki yeri, boyutlar arası bağlantıları, ilişkileri tam olarak oturtulmadan, anlaşılmadan,
arınılmadan, birimin kendini gerçek boyutlarında tanıyamadan, bulunduğu boyutta bu bilgilerin
monte edilmesidir ki, bu da çok büyük yanlışlıkların doğmasına neden olmaktadır.
Böylece,Tekliği Mutlak anlamda değil, Mutlak boyutun bir izdüşümü, gölgesi konumunda
bulunan boyuttaki, varsayımına göre kabul ettiği, benliğine (ya da bilincine) dayalı olarak yaşar.
Bu, beş duyuda algıladığı bedeni de olabilir, beş duyu algı ötesindeki kabul ettiği, var saydığı
sınırsız bedeni de olabilir.
Yani; sistemde bir Tanrı’ya yer olmaması, sistemin bir bütün olarak imajdan, hayalden ibaret
olması dolayısıyla, kendi bilincinin bu evrensel bilinçten ikincil bir yapı şeklinde ayrı olmadığı
ve bu bütünsellik içinde tıpkı elektromanyetik dalgalarının erkeği ve dişisinin olmayıp çeşitli
frekanslardan müteşekkil tek bir yapıda bulunması gibi, tüm artı ve eksi kavramlarının geçersiz
olduğu, bu nedenle de azap, mutluluk ya da mutsuzluk...vb kavramların bir algı yanılgısından
veya hayalimizden kaynaklandığının bilinememesi ya da bu farkındalığın fark edilememesi
sonucu oluştuğunun düşünülmesidir. Ya da benzer ve paralel ifadelerle, belli bir idrak noktasına
gelen bu birimler şöyle düşünmektedirler: “ Evrende madde ve zihin gibi iki ayrı kavram yoktur.
Madde dediğimiz şey, şuurun bir görünümü olarak bir hayaldir. Yani; benim şuurumun
oluşturduğu bir serap. Ve insanlar hem bu dünyada hem de ölüm ötesinde hep bir hayalden bir
başka hayale geçer durur. Her şeyin bir imgeden meydana gelmesi dolayısıyla da beden (madde)
kavramına ait olan tabiat ve buna dayalı maddi zevklere, yani bedenin istek ve arzularına karşı
çıkma söz konusu olamaz. Eğer tabiatımla mücadeleye girersem (veya ibadet adı altındaki
çalışmaları yaparsam...vb) o zaman bu bedeni (maddeyi) kabul etmiş ve dilediğimi yapmama
sınır getirmiş olurum. Artı ve eksi kavramları olmadığına göre bu bedenimin tabii davranışları
da benim için asla önemli değil ve yaptıklarımla asla sorumlu, mesul değilim. Çünkü ben
Hakk’ım ve bundan dolayı o nasıl yaptıklarıyla kayıtlı değilse ben de kayıtlı olmadığım için
dilediğimi yaparım”Böylece, bedeninin tabii istek ve arzularına ait olan halleri, O olması
dolayısıyla kendi özellikleri olarak görme yanılgısına düşer. Oysa her boyutun kuralları farklı idi.
Ancak; bu tür algı ve hissedişlere sahip birimler, bu düşünceyle fiiller ortaya koymaya başladığı
zaman, eylem ve davranışlarının hep eksi yöne doğru kaydığı ve zamanla da bunun kaydı altına
girdiği, bu durumun kendileri tarafından da fark edilmediği görülecektir. Çünkü, düşünce ve
eylemler beyinde belli hücre grubunun çalışması sonucudur. Bu nedenle bu durumun devamına
olan ısrar da bu hücresel faaliyetin yönlendiği konu istikametinde gelişerek yayılım gösterecektir.
Böylece, ortaya konan yanlışlık günden güne artarak bilincin örtülmesine neden olur ve İlahi bir
zorlama olmaksızın eski durumuna dönmesi de kolay kolay mümkün olmayacaktır. Böylece
Teklik bilincinden yavaş yavaş uzaklaşılır. Ya da; buna paralel bir bakış açısına göre, holografik
olarak ortaya konan gerçeklik, beynin faaliyetlerinden kaynaklandığından, beyin hangi şeyle
meşgul olursa,beynin bilincinde,o şekilde oluşacak ve o yönde gelişim gösterecektir. Oysa;
beynin bilincinin hiçbir şeyle kayıtlı olmaması ya da benzer ifadeyle beynin bilinci yerine öz
bilincin kabul ettiği beyin ve otomatikman meydana gelen bilinç açısındansistemi
değerlendirmek için, bu şuurun sahip olduğu boyutların ayrı ayrı hakkının verilmesi yani, tabanda
Nur Bilinç boyutunda kendini tanıması gerekmektedir. İşte hakikâti yakalamaya ramak kala bu
bilinç boyutundan düşmesinin önde gelen sebebi, yukarıda anlattığımız dualite, yani boyutsal
ikilem ve doğurduğu bu sonuçlardır.
Kendisine Tek’lik boyutundan ilham geldiğinde ise, birim, Dünyayı, Dünya değerlerini ve
bedenini sanki yokmuş gibi kendini (gene kendisi vardır ama) O olarak hissetmeye başlar ve
doğal olarak “Ben O’yum” der.Tıpkı, Amerikalı bir nörolog olan Dr. James Austin’in bir tren
istasyonunda Zen-Budizmi ile ilgili derin düşüncelere dalarken kendisinde oluşan algı
durumunun değişmesiyle“zaman yoktu, sonsuzluğu hissediyordum. Eskiden var olan arzularım,
nefretlerim, ölüm korkum dolaylı olarak benliğimden kaynaklanan belirtiler kaybolmuştu.
Maddenin esas doğasının ne olduğunu anlamak suretiyle yüceltildim”şeklinde hissedişlere
girmesi, ya da bir mistiğin “Bedenim ve uzuvlarımla olan bağlantım ortadan kalkmıştır artık.
Duyu organlarım devre dışıdır. Böylece maddesel biçimimi terk etmiş ve bilgime de elveda etmiş
olurum. Artık “büyük yayılıcı” haline dönüşürüm. Bu ise, bana göre, oturup her şeyi unutmak
anlamını taşımaktadır.” dediği gibi.
İblis kadar Allah’ı tanıyamamak!
Ancak, bu durumda olduğu gibi gelen ilhamların, hem mutlak anlamdaki bilince hem de bu
Mutlak bilincin maddeye dönük yansıması olan boyuttaki bilince dayalı olarak iki şekilde (ki
bunlarında ayrı ayrı çeşitli dereceleri bulunmaktadır) açığa çıkmaktadır. Mistik dille Melek’i ya
da Cin’ni.(2) Eğer, gelen ilham ikincisindeki gibiyse, bu birim(ler) Teklik algısını Mutlak Bilinç
yönüyle değil, birimsel bilincleriyle ya da çokluk boyutuna dönük olarak (her ne kadar bize göre
büyük mertebe olsa da) sahip olduğu bilinciyle, tüm var oluşu değerlendirerek, o Evrensel
Bilinçte yaşıyormuş sanısıyla, birimsel nefsine (benliğine) Tanrılık atfederler. Böylece bu
bilgiler, o kişinin bedeninin istek, arzu yani, tabiatı istikametinde açığa çıkarak birçok yanlış
yola, yöne sapma ve o an için elde ettiği güçlerle de çevrelerine hükmetmek suretiyle, onları da
saptırmaya neden olurlar. Ya da benzer deyişle“Ben O’yum” sözünü genel anlamda ne kadar
doğru söylese de, çokluk boyutunda var olan her şeyi kendi bilinci olarak görmek suretiyle, tüm
varlığın kendi özünden ibaret olduğunu zannederek bulunduğu boyutla kayıtlanır. Böylece;
Resullerin bildirdiği Mutlak Bilinç yönüyle değil (birinci anlattığım ilham bununla ilgilidir), bu
boyutun maddeye dönük yansıması olan, varsaydığı sonsuz bilinç (benlik) yönüyle, çokluk
boyutunda, dilediğini yapmaya, hayal olarak algıladığı madde üzerinde tasarruf etmeye
başlar.Mistik alanda bu nefs mertebesine “Mülhime” (3) denir. Yedi mertebeden üçüncü sırada
olandır ki, Teklik algısı bu bilinç düzeyde başlamaktadır. Birinci mertebe, insanların büyük
çoğunluğunun bulunduğu bilinç düzeyidir ki, buna da “Emmare” denir.(4) Cinler hem bir varlık
hem de bir boyut olarak bu mertebeye (bilinç düzeyine) kadar olan tüm birimlere oynadıkları
oyunların en büyüğünü bu bilince ( mülhime) sahip birimler üzerine oynarlar. Çünkü bu ışınsal
varlıklar da, o mertebede olup bu bilinç boyutunun bilgisiyle kendilerindeki ilim ve gücün
“evrensel bilinçten” ayrı birer yapısı olmadığının farkında olarak, en alt bilinç seviyesinde (nefs
düzeyinde) fiiller ortaya koydukları için, kendilerini birer Tanrı olarak görmekte, çeşitli suret ve
şekillerde irtibatta olduğu insanlara Tanrısal ruh, evrensel ruh, Tanrılar olduklarını hem algı,
düşünce fikir, hem de fiziksel temaslar şeklinde bildirmektedirler.
Evrendebir Tanrı’nın var olmadığını çok iyi bilen şeytaniyet vasıflı cinlerin kendilerindeki ilim
ve gücün Allah’a ait olduğunu bilmeleri, onların Allah’a sığınmaları şeklinde ifade edilmektedir.
Mistik alanda buyaşantı halinin ifadesi olarakbazı şeytanların “Euzu Besmele” çektikleri
bazılarınınsa “la havle vela kuvvete...” zikrini yaptıkları anlatılmaktadır.
Ancak iblis(ler)in bulundukları (ya da bu boyutta kendini tanıyan birimlerin)bilinç düzeylerinin
Tek’lik boyutu olmasına karşın, yine de mekânsal bir, öte, ötelik anlamı değil, boyutsal bir ikilem
söz konusudur.Ayette bu “ Benim yolumu şaşırtmana karşılık ben de onların yolları.....” şeklinde
ifade edilmektedir. Tüm bunları göz önüne aldığımızda bir gerçek karşımıza çıkmaktadır. O da,
insanların ekseriyetinin hakir, hor, kötü ve kolayca alt edilebilir olduğunu zannederek Tanrımızın
bizi bunlara karşı hep koruduğunu ve bize en ufak bir şey yapamadıklarını, bu nedenle de bize
uyguladıkları veya uygulayacakları etkileri çok hafife alarak göz ardı ettiğimiz bu varlıklar kadar
dahi Allah’ı tanıyamamış, bilememiş ve hatta O’na iman edememiş olmamızdır. Oysa bu ve ölüm
ötesi boyutlarda onlara karşı korunmanın da belli bir sistemi ve yolu vardır ki, bunun da en başta
geleni (imanın da gereği olan) onların ne olup ne olmadıklarını bilmek, tanımak ve idrak
etmektir. Yoksa yaptıklarımıza bakarak bin bir surette görünen bu varlıklara karşı öteden
biri(leri)nin bizleri koruduğunu düşünmemiz, ham hayalden başka bir şey değildir.
Bu Tanrısal ruhlar, uzaylı kisvesi adı altında da, temasta bulundukları insanlara, bu ilişkilerinin
devam etmeleri halinde “evrensel sırları” vermek bahanesiyle onlarıevrenin ve tanrısal bilgeliğin,
gücün saklı olduğu boyut olan Nirvana ya da Omega boyutuna ulaştırmak veyabenzer
deyişle;Tanrı ile birleşmelerini, bütünleşmelerini sağlayacaklarını (ki bunda da başarılı oldukları,
böyle birimlerin varlığından anlaşılmaktadır)ifade etmektedirler.Bazen de bunu fiziksel
temaslarla bildirmektedirler.
Bu ışınsal varlıklar; şamanizm ve diğer tüm benzerleri olan kabile dinlerine sahip olan rahiplere,
bilge ya da aralarından seçtikleri insanlara da fiziksel temasla, içlerine girmek (yani beyinlerini
etkilemek)le (5) onları direkt trans haline sokarak, güya Tanrıyla birleştirmekte ve onların birer
Tanrı olmalarını sağlamaktadırlar. Bu durumun devam etmesi halinde de, bu Tanrısal ruhların, bir
üstte anlattığım gibi, hayatın evrenin sırlarını onlara vereceğini de söylemektedirler. Bu
insanlardan bazıları da misyonerler tarafından Hıristiyanlaştırılmış ya da Müslüman olmuş
kimselerdir ki, o zaman da bu ruhlar onları, Kutsal Ruh’la, Hz. İsa’nın Ruhuyla ya da
Müslümanların Tanrısıyla birleştirmektedirler. Çünkü her ne kadar bunlar Hıristiyan ya da
Müslüman olmuş iseler de, kendi kabile dinlerini de buna ek olarak hem devam ettirmekte hem
de bu dinleri inançlarına göre harmanlayarak kabul etmektedirler. Tıpkı Türk Müslümanlığı,
Arap, Endonezya, Amerikan zenci Müslümanlığı... ve Tanrısı gibi.
İblis’in Velileri
Uzay ve zamana göre, zaman ve mekânın olmaması ya da bunun bir illüzyondan ibaret olması
ayrı bir şeydir, uzay-zamanın hiçbir zaman var olmadığını ve bu nedenle her şeyin bir hayal
olduğunu söylemek ayrı bir şeydir.Bu durum mistik alanda şöyle ifade edilmektedir:“Gerçekte
tüm olup bitenler; esma mertebesinde olup bitmektedir. Gerçekte efal boyutu yoktur; esma
mertebesinde yaşayana göre”(bkz. Mesajlar-Ahmed Hulusi).Benzer deyişle, her şey salt imgesel
boyutta başlayıp bitmektedir.
Bununla birlikte bu boyuta kadar olan ve ayrı ayrı görülen mertebeler, birimi bir üst bilinç
boyut(ların)a taşıyacak basamak olması için var iken, pratikte böyle olmamakta, bunun yerine
kişi bulunduğu mertebeyi en üst sanarak o boyutta bloke olmaktadır. Böylece, üst boyutun
bilgilerini kendi bulunduğu bilinç mertebesine göre değerlendirerek bu üst boyutları hakkıyla
idrak edememektedir. Bu yüzden, kendini madde kaydından kurtarmış bilinçler, Resul ya da
Nebilerin getirdiklerine iman etmemelerine karşın onları, kendileri gibi görmeleri ve o açıdan
değerlendirdikleri içinbu Evrensel Kimliğe sahip birimleri red de edememektedirler. Böylece
Evrensel Bilince ait bilgileri, kendi bulunduğu bilinç mertebesine göre değerlendirerek bu üst
boyutları Hakkıyla idrak edememektedirler. Hiyerarşinin her boyutta kendini göstermesi
dolayısıyla Evrensel Bilinç içinde de bir boyutun bir üst boyut ya da boyutlara göre bloke olma
(kayıtlanma) durumu her ne kadar söz konusu olsa da bu hal, bildiğimiz anlamda
anlaşılmamalıdır. Yani, üzerinde önemle durduğumuz boyutlardaki durumlar gibi
düşünmemeliyiz. Çünkü, bu birimlerde herhangi bir azab, sıkıntı...vb. haller kesinlikle söz
konusu değildir. Oysa buna karşın, evrensel bilince doğru özsel yolculuğa çıkmış birimler ise,
evrensel bilinci taban seviyesinde yakalayamadan (tabanına gelmeden) içine düştükleri yanılgılar
dolayısıyla bulundukları noktadan gerisin geriye en alt bilinç boyutuna düşmekte, sonucunda da
cehennem boyutundaki azabı tatmaktadırlar. Şimdi bu durum nasıl oluşmakta onu görmeye
çalışalım.
Çeşitli arınma çalışmalardan yeterince geçmemiş birimler belli bir süre sonrabilgi veya ilham
yolluolarak, şartlanmaları, değer yargıları ve duygularını attıklarında, her şeyin Hak olması gibi
bedenlerini ve sergilediği davranışlarını da Hak olarak görmeleri sebebiyle, bedene (maddeye)
dönük fiiller ortaya koymaya başlarlar. Etraflarına topladıkları insanlardan yararlanmaya
çalışarak helal ve haramı gözetmeksizin diledikleri biçimde yer, içer, sigara, alkol kullanıp kumar
oynar, kadınlara meylederek bunu zina yollu yapmaktan da kaçınmaz, kendi kafasına göre
nikahlar, boşar...vs. Dünya malına meylederek mal mülk edinmeye, rahatına düşkün olmaya
(dikkat çekecek şekilde) süslü, gösterişli şatafatlı giysiler kullanmaya, bedene dönük nam, şan,
şöhret...vb bedeni zevkler peşinde (tatmin olmaya) koşmaya ve tüm bunların sonucunda da
manevi tüm değerlere boş vermeye başlar.Kendilerini Mehdi, İsa, Allah’ın yeryüzündeki halifesi,
sureti olarak kabul ederek de Allah adına konuşur, Allah adına yargılar, menfaatine dönük yaptığı
eylemleri Allah için yapar, kendilerine karşı çıkanları da Allah’a karşı gelmekle, cehennemle
korkuturlar. Böylece Resulullah’ın getirdiklerine ters düşen eylemleri yine saptırdıkları Dinsel
kılıfları içerisinde gizlerler.Zaten, Cinni etkilerle hareket edenler de onlar gibi çok zeki
olmaktadırlar. Şefaat insanların değerlendirmesi ve gereğinin yapılması için onlara ulaştırılan
ilim iken, kendi yaptıklarını hokus-pokusla kapatacak, günahlarını affedip, cenneti hediye edecek
olan Mehdi, İsa, Evliya ile üç kuruşluk dünya menfaatlerine isteklerine karşı gelecek Deccal
beklentisiyle, hiç çekinmeden malını, karısını, kızını, çocuğunu, yakınlarını (gerçekte bu kişileri
ve dünya malını şuurunda kayıtlamaması gerekirken) her şekilde onlara (bu basit ve masumane
de olabilmekte) pazarlamakta, peşkeş çekmekten çekinmeden sunmaktadırlar. Cehaletlerinin
bedeli olarak Allah’a kavuşayım derken şeytanın kucağına düşmektedirler. Oysa; nasıl ki
Allah’ın velileri Nur Bilinç boyutuna ait özellikleri ortaya koyuyorsa,İblisin de velileriolup,
bunlar da ötedeki bir şeytanın değil kendilerinde (ve istisnasız her insanda) bir boyut olarak
mevcut olan şeytani vasıfları çeşitli boyutlarında ortaya koymaktadırlar. Benzeri olaylar, ülkemiz
dışındaki diğer tüm din ve felsefe ekollerinde de, tarikat adı altında görülmektedir ki, basında
bunların çok küçük bir kısmını duymakta ya da okumaktayız. Ancak, her ne kadar bunlar
birbirlerine tıpa tıp benzeseler de, bir farkla Tanrıları değişik olabilmektedir.
Şeytan Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır!
Hem ışınsal varlıkların hem de telkinde bulundukları aynı bilinç boyutunda yer alan insanların
sahip olduklarıTanrısal bilgi ya da gücün neden olduğu çok önemli bir yanılgı da, ölüm ötesi
boyuttaki kabir, cehennem...vb) azapların onları etkilemeyeceği algısıdır. Boyutsal olarak algı
durumundaki bu yanılgı, Kur’an’da “şeytan sizi Allah Rahim, Kerim’dir diyerek aldatır” şeklinde
ifade edilerek İblis’in insanı Allah nasılsa Gafurdur, Avuf’tur, beni affeder ya da “Allah nasıl
olsa Rahim’dir, merhamet eder” diyerek boş hayallere, umutlara düşürmek suretiyle kandırmakta
ve aldatmakta olduğu bildirilmiştir.Tıpkı bizlere de yaptığı gibi.
İbadet’ten çok yüksek ilmin değerlendirilmesine...
Böylece, bu birimler her şeyin Hak olması yani Teklik (Hakikât) bilgisinin kendilerinde
oluşturduğu sarhoşluk sonucu, ibadet adı altındaki çalışmaları terk ederler. Oysa, çokluk boyutu
ve içerdiği kurallar kendi boyutları içerisinde sonsuza dek devam eder. Bu nedenle;boyutsallık
kavramınıçok iyi bilen ve uygulayan (yaşayan) geçmiş (ve günümüz) mistikleri, bulundukları
yüksek bilinç seviyelerine rağmenibadet adı altındaki çalışmaları terk etmemiş, dolayısıylaölüm
ötesi boyutlarda da geçerli (gerekli) olan enerjiden mahrum kalmamışlardır. Çünkü,ibadet adı
altındaki çalışmalar, şuursal plandaki çalışmaları da güçlendirerekbeyin kapasitesini artırıpçok
yüksek ilmin değerlendirilmesini ve sonucu olarak da bu ilmin gereğinin yapılması için deRuh
enerjisinin, gücünün artmasını sağlar. Bu nedenledir ki bize asgari düzey olarak önerilen
çalışmaların çok çok üstünde bir performans sergilemişlerdir. Belli sistemle yapılan zikirler, oruç,
nafile (yararlı) namazlar ( gece, tesbih, ihlas, ...vb) ötedeki birini memnun etmek, onun gönlünü
hoş etmek değil (çünkü böyle bir varlık yok), Özsel Bilgi ve Gücü bilincimizde fark edilir hale
getirmek için gerekli ve bir o kadar da zorunlu çalışmalardır. Yoksa; “ benim kalbim temiz”
“Allah benim iyi bir insan olduğumu biliyor”...vb klişeleşmiş, ezberi bilgilerle, durumumuza
bakarak bizi ve davranışlarımızı değerlendiren, imtihan eden ve bunun sonucunda da havadan bir
şeyler veren bir Üstün Varlık söz konusu değildir. Fiilen yapmadığımız bir şeyin karşılığını hiç
kimse bize veremeyeceği gibi, böyle bir şeyin bizim için oluşması da mümkün değildir.
Hayalimizde kurduğumuz sistemle, evrensel sistemin kuralları tamamen farklı olduğu için bize
evrensel sistem ve kuralları Resul ve Nebilerce bildirilmiştir (Mantığımıza ters gelse de). Aksi
taktirde, hayalimizin bir ürünü olan Tanrı ve ona dayalı olarak kurduğumuz sistemin,bilincin bir
başka holografik gerçekliği olan ölüm ötesi boyutungerçekleriyle bütünleşmediğini o boyutta fark
ettiğimiz zaman, en büyük şoku ve azabı yaşamış olacağız. Bu nedenle, hem bu dünyada hem de
ölüm ötesi boyutlarda insanın tek kurtuluşu ve saadeti, görünenden yola çıkarak salt akıl gücüyle
suretlere bağlı olarak madde ötesine ait gerçekleri ortaya koyanFelsefe ekollerineuymakla değil,
Mutlak Öze dönük olarak sistemi anlatan Resul ve Nebilere önce iman, sonra da Aklı, bu imana
dayalı gerçeklere göre kullanarakgörünmeyeni görür hale gelmek suretiyleHakikâte ermekle
mümkündür (ki bu yaşantının adına da Sufizmde iman değil, ikan hali denmektedir.)
Ayrıca, her boyut kendi kuralları içerisinde geçerli olup biri diğerini etkilememektedir (Ancak
boyutsal bağlılık dolayısıyla da bir boyutu diğer bir boyuttan çekip alamayız).Bu nedenle;
vücudumuz aynı anda aslı olan foton, parçacık, atom ...boyutlarında, düzeylerine göre Teklik
boyutlarında yer almasına ve yaşanmasına karşılık, hücresel boyut itibariyle, moleküler
dönüşümlerin geçerli olduğu maddesel boyutun kurallarına tabidir. Dolayısıyla, bilinç açısından,
her şey her ne kadar hayal hükmünde olmuş olsa da beden boyutu itibariyle insanın yemeden
içmeden ...vb gerekli önlemleri almaksızın hayatiyetine devam etmesi mümkün değildir.
Böylece; şuur, foton, parçacık, atom, beden boyutlarının bir Bütün olarak toplu halde mevcut
olması dolayısıyla Hakikât bilgisini şuur boyutunda akılda tutup (koruyup) beden boyutunda da;
hem bu bilgilerin bilinç boyutunda tamamen oturması (hazmedilmesi) hem de, beynin
oluşturduğu ruh bedenin ölüm ötesi boyutlardaki bağlı bulunacağı kurallar gereği azap
duymaması için bedensel olarak yapılması gereken ibadet adı altındaki çalışmaların da hakkının
verilmesi gerekmektedir. Böylece bunlar meleke haline gelsin ve girdapların varlığı dolayısıyla
bilincin örtülmesine neden olmasın.Makrokozmosta nasıl ki kaosa yer yoksa, onun bir minyatürü
(yansıması) olan Mikrokozmos insan boyutlarında da, kaosa yer yoktur ve olmamalıdır.Çünkü,
her boyut kendi kuralları içerisinde Hak ve gerçek olduğu gibi, birimin bilincinde açığa çıkan bu
boyutlardaki şeyler de benzer şekilde Hak ve gerçektir. Bu yüzden, Öz boyutların hakkını
vermemekle, alt boyutlarda kısıtlanmak her ne kadar yanlışsa, üst boyut bilgileri algılayıp alt
boyutun kurallarına uymamak da bir o kadar yanlıştır.
İnsanların çoğu şeriatta takıldı?!
Genelde yanlış anlaşılan bir konu da; mistik alanda boyutsal anlamda ifade edilen Şeriat, Tarikat,
Marifet ve Hakikât kavramlarıdır. Burada genelde anlaşılan, şeriat ve Hakikât, iki ayrı şey değil,
biri diğerinin alt boyuttaki görünümünden ibarettir. Yani, şeriat denilen şey, Hakikâtin
bulunduğumuz boyuttaki aldığı isimdir. Dolayısıyla, birini inkâr etmek, aynı zamanda diğerinin
reddi anlamına gelmektedir. Böylece Hakikâti reddedip, şeriatı kabul etmek, bir Tanrı ve onun
postacısı...vb kavramını meydana getirirken, Hakikâti kabul edip, şeriattan uzaklaşmak ise, tam
olarak bilincine oturtamadığı Hakikâtten uzaklaşmasına ve sonucunda da küfre gitmesine yol
açmaktadır. Sufizmde bu, şöyle ifade edilmektedir: “Çokluğu inkâr Hakk’ı inkar, Tekliği inkar da
aynı şekilde yine Hakk’ı inkâr etmek demektir”. İnsanların çoğunluğu şeriatta kaldığı için,
Hakikâte ait bilgileri ve o boyutla ilgili söylenmiş sözleri, bilgileri,boyutsallık kavramıve
konunun bütünü göz önüne alınmadığından dolayı, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Mevlana,
Şeyhi Nakşibendi, M. Arabi...vb erenleri sapıklıkla suçlayıp, küfre düşmüş olarak lanse etmekte
ve bunu da Tanrıları ve çıkarları adınaher yerde açıkça dile getirmektedirler.
Bunlardan anlamış görünenler de;Hakikâti kendi anlayışlarınca düşündükleri şeriata göre
değerlendirmeleri sonucu, yanlış ve genelde de eksik tanımlamalarla konuya yaklaşmaları
yüzünden Hakikât bilgilerini gereğince anlayamamaktadırlar.
Kimileri de,İslam düşüncesiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan ve kendi hayallerince bilhassa
Panteizm ve Ateizm düşüncesinin Hakikât bilgisi olduğu yanılgısıyla ve sonucunda da sırra
erenleri bu gözle değerlendirip (kimi de kendi ideolojisine taban aramak için) onların da kendileri
gibi olduklarını düşünmek suretiyle en büyük yanılgıya düşmektedirler.
Nur bilinç boyutuna adım atabilenler
Bunların dışında; belli bir tabiat mücadelesinden geçmiş, şartlanmalarından kurtulmuş ancak bu
çalışmaları bırakmamış birimlerde ise, yukarıda belirttiğimiz haller görülmese de onlarda da bu
hallerin boyutsal karşılığı olan maddeye, çokluk boyutuna dönük bir biçimde algılama,
sonucunda da şova, kendini ispata dönük birtakım olağanüstü hallerin ortaya çıktığı
görülmektedir. Bu da keramet değil istidraçtır. Bunlar da, Resul ve Nebilerin tabanda anlattıkları
Nur Bilinç boyutuna ait bilgilere kulak vermedikleri ya da anlatılan sözleri kendi açılarından
değerlendirip, kendi Öz boyutlarına ait Bilinç boyutunun özellikleri olduğunu fark
edememelerinden dolayı, Bilinçleri, Nar boyutundan Nur boyutuna dönüşememektedir. Oysa,
insanlar tarafından Veli, Aziz gibi görülen, nitelendirilen kişilerin binde dokuz yüz doksan
dokuzu bu düzeyde ya da bu düzeyin bir altında tarikat çalışmaları safhasındaki taklidi iman
düzeyindedirler (ki Hakikâte ait bilgi ve hissedişler bunlarda henüz yeterince açığa çıkmamıştır.)
Oysa velayetin tabanı “mülhime” olarak isimlendirilen bilincinbir üst şuur
boyutundanbaşlamaktadır. Dolayısıyla, Nar boyutunda girdaplara saplanarak alt boyutlara düşme
söz konusu iken,Nur bilinç boyutuna adım atmış ve bu boyutun derinliklerindeki bakış açısıyla
varlığı değerlendiren şuurlarda kesinlikle düşme olmamaktadır.Bununla birlikte de;Nur bilinç
boyutuna tabanda adım atmış birimler, Nar boyutunda yaratılmış ışınsal varlıkları kapsamaları
dolayısıyla onların etkilerine de tamamen karşı koyabilmektedirler. Yani, etkilenmezler. Bununla
birlikte; Nur bilinç boyutunda olunmamasına karşın bu varlıklara karşı korunmanın bir diğer yolu
da bir birimin çok güçlü bir imana sahip olmasıdır.(6)
Birimin Cinini Müslüman etmesi
Boyutsal anlamda, bir birimin bilincinin Nur boyutuna dönüşmesinin mistik alanda bir başka
ifade şekli, “birimin Cinini Müslüman etmesi” şeklindedir. Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v)’in
“hiçbiriniz istisna değildir ki, ona dünyada bir cin ile melek verilmemiş olsun. Cin onu sufliyete,
madde dünyasına çekerken, melek de ulviyete (mutlak anlamda Özüne) çeker” sözüne karşılık,
kendisine sorulan “senin de var mı Ya Rasulullah?” sorusuna “evet benim de var, ama benimki
Müslüman oldu. Bu yüzden bana vesvese yerine, doğru ve iyi yönde şeyler ilka eder” diyerek
ontolojik varlığı yanında boyutsal olarak da var olan bu boyutun, birimin bilincinin Nar
boyutundan Nur boyutuna dönüşümünü açıklamaktadır. Ayrıca (Nar ve Nur boyutu arasındaki )
bu sınır “Lanetim üzerinedir. Din Gününe kadar” (38-78), “...Dedi ki; hiç olmazsa Ba’s Gününe
kadar bana mühlet ver” ifadesindeki din Günü, Baas Günü(7) de yine boyutsal olaraktabanda bu
sınıraişaret etmektedir.
Buna karşın “ Mülhime” bilinç düzeyine gelmiş birimlere ise, ışınsal varlıklar, o birimleri birer
Veli, Aziz, Seçilmiş özel insan, Mehdi, Mesih, kurtarıcı olduklarına inandırıp çeşitli akıl
oyunlarıyla girdaplara girmelerine neden olarak bulunduğu mertebeden en aşağıya doğru
bilinçlerinin örtülmesine neden olurlar. Böylece, o kişilerden, yaşarken bu durumun farkında
olmadan ölüm ötesine geçenler olduğu gibi, sonunda işin farkına varsalar da gururlarından bunu
kabullenmeyip, çevrelerine topladıkları insanlara küçük düşme korkusundan bu durumlarını fark
ettirmeyenler de bulunmaktadır.Böylece; Cinler, insanların özündeki Allah’ı keşfetmelerini
engelleyerek onların birer maddesel yapılı hayvan türü bir varlık ya da Çokluk, maddi suretler
boyutuna dönük, dolayısıyla parça-bütün ilişkisine dayalı Tek bir bilinç ve benlik olduklarını
düşünmelerini sağlayarak Özsel bilgilere ait gerçeklerden perdelerler.Bunun sonucu olarak ışınsal
varlıklar bu birimleri, bulundukları mertebenin üst ya da üstlerine çıkmalarını engelleyerek ya bu
düzeyin aşağısına düşürmek ya da en kötü haliyle o boyutta bloke etmek için çeşitli algı, vizyon
ve buna bağlı güç desteğiyle etkilemektedirler. Mistik alanda,İnsan olmanın (ki bunun
dışındakiler insansıdırlar), Rüştün ispatının, “Erkek”lik kavramının, Gerçek özgürlüğün ve
Hürriyetin Nur Bilinç boyutunun taban seviyesinden itibaren başladığını söylemektedir. Bu
Bilinç seviyesinde kendini tanımayıp zan ettiği benliğiyle yaşayan birimler ise, Günahkâr olarak
nitelendirilirler.
Yine boyutsallık kavramını göz önüne alırsak, zahirde Hz. Muhammed (s.a.v)’ in Mekke’ den
Medine’ye olan Hicreti ve Mekke’yi Fethetmesini de her ne kadar mekânsal olarak gelişmiş
olayların birer ifadeleri olsalar da gerçekte (evrensel) boyutsal anlamda kendi Hakikâti olan Öz
boyutları arası olan Hicreti ile Fethetmesidir. Çünkü; dinsel anlatımlardaki mekânsal yerler
(şehirler, kasabalar) ve oradaki nesneler, yapılar ve özellikleri tıpkı kavimler, ırklar...vb. de
olduğu gibi, birimin bilincindeki, Evrensel boyutundaki özelliklere karşılık gelen ifadelerdir.
Aynı şekilde; vatan, cihat, şehitlik kavramları da mutlak olarak Boyutsal anlamlıdır. Yani,
bilincin gerçek vatanı olan Evrensel Bilince (Ahiret Boyutuna) doğru Cihada çıkarak (yönelerek)
şehit (şahit, sisteme ve Hakikâti olan Allah’a ait olan özelliklere şahit) olma (o boyutlarını
algılama...)dır. Yoksa, ölüm ötesi boyutlara göre 8,6 sn. sürecek bir boyutta üç kuruşluk toprak
parçası için ölen insanlar hakkında söylenmiş bir söz değildir.(8) Bu konuda Hz. Muhammed
(s.a.v) her şeyin tamamlandığını, bittiğini zanneden sahabiye“artık küçük cihattan büyük cihada
dönüyoruz” dediği ve en büyük cihadın da nefs mücadelesi olduğunu dile getirmiştir.
Ölmeden önce ölmek!
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, boyutların kendi aralarında, mistik anlatımla İlmel Yakin,
Aynel Yakin, Hakkel Yakin ismiyle anlatılan hissedişler, yaşantılar olduğu gibi, tek bir boyut
içinde de bu üç bakış açısı bulunmaktadır. Yani bir boyutun bakış açısı, önce ilim yollu sonra
hissedilir şekilde, daha sonra da bunların yaşanılır hale gelmesiyle birlikte bilinçte açığa çıkar.
Dolayısıyla “Mülhime” denilen Teklik boyutunun (idrakinin, şuurunun) da bir taban seviyesi ile
bir tavan düzeyi bulunmaktadır ki, gerçekte “Nirvana” olarak isimlendirilen bu boyut, bu
mertebenin tavanıdır. Ancak tavanı olmasına karşın, bu düzeyde kendini tanıyan bilinç Nar
boyutundan Nur boyutuna dönüşmemiştir. Zen Budizminde ifade edilen“Ölmeden önce ölürsen,
ölünce ölmezsin”sözünün emaresi her ne kadar bu Nar boyutunda görünse de, gerçek ve Mutlak
anlamda bu sözün yaşantısı, Nur bilinç boyutunda olmaktadır ki, bu konuyu Hz Muhammed
(s.a.v) Efendimiz“ölmeden önce ölünüz” “insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar”sözleriyle ifade
etmiştir.Ayrıca bu sınır, kıldan ince kılıçtan keskin olan sırat köprüsüdür ki, bu anlatım da diğer
sembolik ifadelerde olduğu gibiBoyutsaldır. Bu bilinç düzeyinde, sistemin özüne dönük olarak
Nur boyutuna geçecek olanlarla (gerçekte Nar boyutu, Nur boyutuna bir basamak olması için
mevcuttur) şaki yani, cehennem boyutundan kurtulup, kaçıp cennete girilmesi, gidilmesini yani,
bilincin boyutsal dönüşümünü sağlayan anti-çekim dalgalarının beyinleri tarafından anne
karnındaki 120. günde üretilmemesi sonucu çeşitli tabiat mücadelesi ile şartlanmalarını kaldırmış
(atmış), ancak Mutlak Benliğine ait Bilinç Örtülerini kaldıramadığı için bu boyutun bir üst
boyut(ları)na geçemeyen birimlerde, bu bilinç seviyesinde oturmuş olarak bulunmaktadırlar. Yani
ilk söylediğim birim(ler) sonunda Nar boyutundan Nur boyutuna geçerken, ikinci ifade ettiğim
birimler alt boyutlara dönmeksizin Nar boyutunda bulunurlar. Ancak bunlar da oldukça çok çok
az sayıdadır.
Tüm bunların yanında bir de, (hatta bir ara moda olan) hipilerin ya da o karakterdeki insanların
gitarlarla şarkı söyleyerek, uyuşturucu, alkol ve sigara kullanıp seks
partileriyleNirvana’yaulaştıklarını zannetmeleri gibi, elinden içkisini ya da purosunu
düşürmeyipMistik eserleriokuyarak varlığın Tekliği hakkında sohbetler yapanentellektüeller de
bulunmaktadır ki, bunların yorumunu da size bırakıyorum...
Buraya kadar, değindiğimiz ve değineceğimiz konuların herhangi bir yanlış anlaşılmaya
sebebiyet vermemesi için, bu kavramların ya da fenomenlerin genel olarak hangi boyuttan
kaynaklandığını ve bu boyutlar arası ilişkiler ile yine sınırlı anlayışımız dolayısıyla bir türlü
evrensellik açısından şuurumuza oturtamadığımız, cevaplayamadığımız ya da hiç
düşünmediğimiz konulara açıklık getirmeye çalıştık ki, bundan sonraki yazılarımızda da buna
devam edeceğiz. Şimdi yayın akışımıza tekrar geri dönersek...
Normal ötesi fenomenler
Işınsal varlıkların istinasız her birimin örtük düzeninde bir boyut olarak var olması dolayısıyla,
bu Nar boyutun çeşitli düzeylerinde yapılan bir programlama, görünen dünyamızda en basitinden
en karmaşık ve zor olana doğru, her türlü normal üstü fenomenlerin açığa çıkmasına neden
olmaktaydı.
İşte bu olaylardan biride; 18. yy Avrupa’sında en çok konuşulan ve Azizlik mertebesine ulaşmış
bir Jansenist (9) diyokozu François de Paris’in 1 mayıs 1727 yılında ölümün ardından,
cenazesinin Paris’teki Saint-Medard mezarlığına gömülmesiyle meydana gelen olağanüstü
fenomenlerdir.
Bu mucizevi olaylar, Azizin ölümünü takip eden yıllar boyunca bile devam etmiş ve mezarlık
her gün kalabalıklar tarafından 24 saat ziyaret edilmiştir. Hatta bu durum, daha sonraları
festivallere, uluslararası kutlamalara, şölenlere de dönüşmüştür.
Ancak bu fenomenlere bire bir tanıklık etmelerine karşın, Roma Katolik kilisesi, Fransız sarayı
ve yandaşları, bu olayları ve kendilerinin atadıkları araştırmacıların raporlarını örtbas etmeye
çalışmış ve birçoğunun da hapse gitmelerini sağlamışlardır.
Fakat daha sonra kilise,tanıkların çokluğu ve olayların gerçekliğinin meydana getirdiği baskılar
nedeniylebu mucizevi fenomenleri kabul etmek zorunda kalmıştır.
Ancak bu sefer de, bu tür şeylerin mucize değil, kendi düşünce sistemlerine karşı gelen
Jansenistlerin, şeytanlarla yapmış oldukları antlaşmalarının sonucu olarak oluştuğunu kabul
(itiraf) etmiş ve bu yönde de fetvalarvermişlerdir.
Zaten kilise mensupları tarihin her döneminde inançları ve çıkarları dışında hareket eden tüm
insanları, yapıları, vasıfları ve özellikleri hakkında en ufak bir bilgileri ol(a)madığı halde, kendi
tahayyüllerine, hayallerine, zanlarına göre düşündükleri şeytanlarla iş birliği yapmakla
suçlamışlardır.
Çünkü; boyutsal bir kavram olmasını bir kenara bıraksak dahi, (ruhlara inanmalarına karşın)
Hıristiyanlıkta Cin konusunun olmaması nedeniyle Batı dünyası onlar hakkında en ufak bir
bilgiye sahip değildir.
Hristiyanların Cinn’i algıla(yama)ması
Dolayısıyla,bu varlıkların çeşitli suretlerde gerçekleştirdiği fenomenlere, etkilere vakıf
olamadıkları için de birçok şeyi ayırt edememekte ve onların (mezhep, tarikat, cemaat,
kuruluş...vb. kuruluş adı altında gerçekleştirdikleri) birçok varyasyonlarını Meleki etkiler, Ulvi
nitelikli değerler olarak algılamaktadırlar.(Hıristiyanlığın ya da Yahudiliğin şeytani bir din
olduğu anlamında değil)
Kaldı ki; onların yapıları, tüm özellikleri ve insanlarla olan etkileşimleri hakkında birçok bilgi
verilmesine karşın, etiketi, vasfı ne olursa olsun Müslüman inanalar dahi, çeşitli sebeplerden
ötürü onlarla ilgili bilgi sahibi olamamakta, bildiğini zannedenler de, eldeki bu
verileriboyutsalanlamlarda değerlendirmedikleri için batı dünyasından pek aşağı
kalmamaktadırlar.
Bu durum; Ruh hakkında kendisine gelerek soru soran Yahudilere “Sana soruyorlar, Ruh
nedir?..De ki (o Yahudilere) Ruh Rabb’imin Emrindedir!.. Ve bunun ilminden size Kalil bir ölçü
verilmiştir.” şeklinde ayetle cevap veren Hz.Muhammed (sav) Efendimizin, Yahudilere bu
konuda az bir bilgi, Müslümanlara ise tam bilgi verildiğini belirtmesine karşın, bizim Ruh
hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmayışımıza benzemektedir.
Yani; ister bilgi boyutunda isterse de bilincin boyutsal katmanlarında Ruha ait ilim ve gücün
algılanıp kullanabilme yeteneklerinin yeterli olmadığını, bu yüzden de bilinenlerin ve ortaya
konan güçlerin yanıltıcı olarak Mutlak Benlik yönüyle değil, var saydıkları benliğe ait olduğunu
(ki mistik alanda, Yahudilik ve Hıristiyanlığın Mutlak Benlik açısından Boyutsal olarak ele
alındığında bile, bu Bilinç düzeyine sahip birimlerin Evrensel Sistemi algılamadaki
Kemalatlarının (kapasitelerinin) tam olamadığı şeklinde ifade edilmektedir.
Buna karşın, (aynı zamanda bir boyut olan)Muhammedi Boyutasahip olanlarca ise, bunun en
kapsamlı biçimde bilinebileceğini belirtilmektedir.
Böylece; bu verileri evrensel içerikli Boyutsal anlamlar açısından değerlendiremediğimiz için,
her ne kadar kendimizi Müslüman olarak görmüş olsak da, aslındadiğer birçok ( ki Allah,
Peygamber, kitap, kader, ölüm, berzah, cennet, cehennem,...vb) konularında olduğu gibi Yahudi
ve Hıristiyan anlayışından pek bir farkımız olamamaktadır.
Bu nedenle; bu kavramlara veya bu ve benzeri diğer fenomenlere baktığımızda önemli olan bu
Keramettir, bu da İstidraçtır ya da bu olay Cinnidir, bu da Melekidir... demek değil, bu adlarla
ifade edilmek istenilen şeyin, bu hallerin, görünen fenomenlerinne olduklarını, hangi boyuttan
kaynaklandıklarını ve boyutlar arası ilişkileri ile ortaya çıkış sistemlerini (dolayısıyla günümüz
bilimiyle ifade edilişlerini), bunların Cinni ya da Meleki kavramlarla, boyutlarla olan bağlantıları
ve yine tüm bunların hem bu dünyada hem de ölüm ötesi açısından ne anlama geldiğini, bizlere
neler kazandırıp neler kaybettirdiklerini bilmemiz, algılamamız gerekmektedir.
Oysa biz, tüm bu isimlerle işaret edilen kavramları somut bir obje olarak öteye atmakta ve
bunların nelere, hangi gerçeklere işaret ettiklerini, neler olduklarını, ne anlama geldiklerini
algılamaksızın, sadece isimlerini, hayalimizde oluşan şekillerini kabullenmekte, dolayısıyla da
anladığımızı zannetmekteyiz.
Böylece, keramet ve istidraçları da ya (inanca sahip olunmasına rağmen) başta reddetmekte, ya
ayırt etmeksizin kabullenmekte ya da Mevlana, Arabi...gibi Evliya’nın bu konudaki (bilhassa
keramet hakkındaki) belli başlı sözlerine dayanarak,bu iki kavramı küçümsemekte, hafife
almaktayız.
Halbuki; bu sözler,belli bir Bilinç düzeyinin, Evrensel gerçeklerin algılanışı sonucu ortaya
konmuş ifadelerdir. Bu yüzden,Sonsuz Duyulara sahip birimlerinsadece sözlerine bakarak beş
duyumuza göre bunlar hakkında bilgi, fikir sahibi olup değerlendirmede bulunmak kesinlikle
doğru değildir.(Aslında bu durum, şu aralar popüler olan Kur’an’ın şifresi, ebced hesabı... başta
olmak üzere dinsel anlamdaki her konu için de geçerlidir.)
Yoksa,aynı kaynaktan gelmesine karşın ayrı ayrı düzeylerden açığa çıkan bu
kavramlarıbirbirinden ayırt edemeyerek, her ikisini karıştırmak suretiyle çeşitli yanılgılara
düşeriz, sonucunda da bu konulara bakış açımız, anlayışımız gerçekte hiçbir anlam taşımayan,
ezberci düşüncelerden, ifadelerden bir adım dahi öteye gidemez.
Mezarlık Fenomenleri(Kanser tedavisi-Levitasyon(havada yükselme)-Bedene işkence-Ateşte
yaşam )
Fazla dağıtmadan konumuza dönersek; mezarlık ve çevresinde oluşan olayların tanıkları o kadar
çoktu ki, bunlar arasında ünlü matematikçi Pascal’ ın yeğeni başta olmak üzere (ki gözündeki
ciddi bir yaradan Jansenist mucizesiyle iki saat içinde tamamen kurtulmuştu) parlamento üyeleri
yanı sıra da filozoflar, bilim adamları, her eğitim seviyesinden ve dinden bürokratlar, din
adamları, eğitmenler, hükümet kuruluşlarında çalışan saygın üst düzey yetkililer ile saygınlıkları
tartışılmayan binlerce insan bulunmaktaydı.
Hatta, hazırlanan sayısız özel ve resmi tutanaklardan biri olan 1733 tarihli belgelere göre, üç bin
civarındaki gönüllünün sadece trans halindeki kadınların yanında bulunmak suretiyle bunların
farkında olmaksızın sergiledikleri davranışları sonucu çıplak ya da uygunsuz hallerini o anda
müdahaleyle önlemek için onlara eşlik ettiğini yazmaktaydı.
Hatta ünlü filozof Voltaire de bu Hıristiyan ekolünün ortaya koyduğu mucizeleri bir ara
durdurmak için Kral 15. Louis’ in mezarlığı kapatmasına karşılık“Tanrı’nın burada mucize
göstermesi Kralın emri ile yasaklanmıştır”şeklinde görüşlerini ifade etmiştir. Ancak Kral bu
hareketinde başarısız olmuş, daha sonra baskılar karşısında tekrar mezarlığı açmak zorunda
kalmıştı.
İskoçlu bir filozof olanDavid Hume de düşüncelerini,Felsefe Makalelerinde“....Bu mucizelerden
çoğu, bu bilim çağında ve artık sahnesi dünya olan en önemli tiyatroda, yargılarının saygınlığı su
götürmeyecek kişilerin tanıklığı önünde, hemen bulundukları yerde kanıtlanmıştır.” sözleriyle
dile getirir.
15. Louis de bir taraftan, Monarşi ve Kiliseye açık cephe alması ve halk tarafından da çok
sevilmesi dolayısıyla taraftar toplayan bu tarikatı tamamen ortadan kaldırmak için birtakım
çalışmalar yaparken bir taraftan da bu mucize olaylarını incelemek için araştırmacılar
görevlendiriyordu ki, bunlardan biri de Louis Basile Carre de Montgeron’dur.
Montgeron bire bir tanık olduğu bu mucizeleri önce rapor haline getirmiş sonra da 1737 yılında
dört ciltlik kalın kitap olarak “La Varite des Miracles” ismiyle yayımlamıştır.
Mezar ve civarında gerçekleşen bu olağanüstü fenomenleri ise, iki kategoride inceleyebiliriz.
Bunlardan birinci grupta olanlar, çeşitli hastalıklara karşı şifa olayları yani,iyileşmesi imkânsız ya
da zor ve o günlerde çaresi olmayan hastalıkların mucizevi iyileşmeleriile orada bulunan birçok
insanda meydana gelen çeşitli medyumik yeteneklerdir.
İkinci gruptakiler de, çeşitli acılara, ıstıraplara bazı nesnelerle uygulanan darbelere ve ateşe karşı
bağışıklık...vb hallerdir.
Şimdi bunları biraz daha açalım. Birinci gruptakilerin başında şifalar gelmekteydi ki,aslında her
bir Jensanist (rahibi) önderi, şifa verme başta olmak üzere birçok istidraça sahip çok yetenekli
özel kişiliğe sahiptiler. Bu yolla iyileştirilen hastalıklar kabaca,kanserli tümörler, felçler, sağırlık,
körlük,artritler, romatizmalar,ülserler,damar çatlamasından kaynaklanan bol kanamalı bir hastalık
olan Hemoroloji, sürekli ateşli hastalıklar...vb.
Trans halindeki bu insanların bazıları da, durugörü yeteneklerinin ortaya çıkmasıyla, bilinmeyen,
gizli kalmış, saklanmış nesneleri ve birtakım olayları görebilmekte, ölü ya da diri kişiler arasında
telepati kurarak onlar hakkında bilgi verebilmekte, kiminin de başları, gözleri tamamen sıkıca
örtülü, kapalı olmasına karşın, bu durumdan etkilenmeksizin net olarak görebilmekteydiler. Kimi
de, levitörlerden (ki bunun anlamı hiçbir fiziksel alet ve insandan yardım almaksızın havaya
yükselen kişi demektir) biri olan Colin Evens, Hintli yogi Subbayah Pullavar, 16.yy’dan Rahibe
Azize Teresa, 17.yy’dan Rahip Aziz Joseph, Medyum D.D.Home...vb’nin gerçekleştirdiklerine
benzer bir güçte havalanabilmekte vebelli bir süre öylece kalabilmekteydiler.Bunlardan bir
Jansenist Rahibi de olan Montpellier li Bescherand kendinden geçmiş vaziyette iken havaya
doğru öyle güçlü yükseliyordu ki, onu tutmaya çalışanlar bile bu durumu engelliyemiyorlardı.
İkinci grupta ise; bazı insanlar tıpkı Cinni etkilere maruz kalmış kişilerde olduğu gibi iç ve dış
organlarında istem dışı bükülmeler,kasılmalar, titremeler, sarsılmalar, kendilerini sağa sola atarak
çırpınmalar görülmekteydi.
Çırpınanlar olarak adlandırılan bu insanlarınkolları bacakları alışılmışın dışında eğilmekte,
bükülmekteve bu da yetmiyormuş gibi topaç gibi dönüyorlardı.
Trans halinde kendinden geçmiş bu insanlar, buna neden olan şeylerin oluşturduğu dayanılmaz
acıları hafifletmek, azaltmak amacıyla kendilerine sert, keskin, sivri, ağır ve kalın nesnelerle
(metallerle) vurulmasını çeşitli işkenceler yapılmasını istiyorlardı. Montgeron böyle bir
durumdaki Jeanne Maulet adlı bir kadını incelemiş ve bu kişinin gönüllüler arasından çok güçlü
bir erkeği seçerek 13,5 kg.’lık bir çekiçle, duvara dayalı bir vaziyetteki vücuduna durmaksızın
vurmasını istiyordu. Adam kadının midesine bütün gücüyle yüz kez vurmasına karşın trans
halinde çırpınan kadında en ufak bir şey meydana gelmemişti. Montgeron daha sonra kadının
sırtını dayadığı duvara direkt vurmak suretiyle bu gücü ölçmek istediğinde 21. vuruşta, taş duvar
otuz metre genişliğinde bir delik bırakarak yıkılır.
Bir kemer üzerinde sırt üstü yatarak çırpınan bir kız da, vücudunun yan kısmına sivri bir kazık
batar bir vaziyette iken halata bağlanmış 22,5 kg.’ lık bir taşın çok yüksek bir mesafeden
midesinin üzerine bırakılmasına ve bu işlemin birçok defa peş peşe tekrarlanmasına karşın, kız bu
işlemin durmasını istememiş ve “ daha da hızlı vurun, daha da...” diye bağırarak yapılan şeye
devam edilmesini söylemişti. Fakat işin ilginç yanı, bu olay sırasında kadında en ufak bir acı,
ıstırap çektiğine dair bir belirti olmaması ayrıca, olay bittiğinde kadının hiçbir şey yokmuş gibi
davranması, sırtında ya da vücudunun herhangi bir yerinde hiçbir yara izi, leke, çizgi dahi
bulunmaması idi.
Montgeron’un incelediği bir başka olayda da; çırpınma nöbeti sırasındaki bir kişi vecd duygusu
içinde taş, beton, ...vb çok sert nesneleri kırmakta kullanılan sivri uçlu delgi kalemini midesine
dayamak suretiyle büyük bir çekiçle güçlü bir insan tarafından karnına vurulmasını istemişti. Bu
işlem sırasında tanıklar normalde adamın karnının ve vücudunun delinerek organlarının
parçalanacağını ve bel kemiğinin dağılacağını beklerlerken diğer benzerlerinde olduğu üzere bu
güçlü darbeler o kişide en ufak bir çürük izi dahi meydana getirmemişti. Üstelik, adam her
darbede bir sonrakinin daha güçlü olması için bağırarak ona vuran kişiye cesaret vermeye
çalışıyordu.
Büyülenmiş bu insanların, hiç etkilenmedikleri bir şey de ateş idi. Ve alevler, kızgın nesneler
hiçbir şekilde onlara tesir edemiyordu. İki rahibe ile sarayda çalışan sekiz kişi, Montgeron’a,
böyle bir özelliğe sahip olan iki kişiden bahsederek bunların Marie Sonet ve Gabriella Moler
olduklarını söylemişlerdi. Marie Sonet, birçok tanığın ve Montgeron’un gözleri önünde trans
haline girerek kaskatı kesilen bedeniyle yanmış vaziyetteki bir ateşin üzerine tutturulmuş iki
sandalyeye uzanarak tam otuz beş dakika kalmıştı. Alevlerin her yanını sarıp içinde kalmasına
karşın, ne kendisine ne de üzerindeki incecik elbisesine en ufak bir şey olmuştu. Bir başka
seansta da, yine aynı şartlarda, fakat bu kez ayakları yanar korların üzerinde olacak şekilde
sandalyeye oturmuştu. Belli bir süre böyle bekledikten sonra bir öncekinin aksine, ayakkabıları
ve çorapları büyük oranda yanmasına karşın ayak derisinde en ufak bir yara olmadığı
görülmüştür.
Moler’in sergilediği fenomen ise, Sonet’in ortaya koyduklarından çok daha dikkat çekiciydi.
Çünkü Moler’de araştırmacı Montgeron ve tanıklar huzurunda tamamen alev almış ocağın içine
sadece başını sokmakla kalmamış, belli bir süre de böylece bekletmiştir. Bilinen klasik yasalarca
başının yüzde yüz olasılıkla tamamen yanması gerekirken, başını ocaktan çıkardığında elbisesine
aşırı ısınmasından dolayı kimse el süremezken direkt alevlerin içinde kalan Moler’in derisinde
hiçbir iz olmadığı gibi, kirpik, kaş ve saçlarında da en ufak bir yanık izi bile bulunamamıştır.
Moler’in gösterisi bunlarla sınırlı da değildi. Üzerine fiziksel temas eder vaziyette kılıçlarla
saldırmalarına ve aynı zamanda bir kürekle şiddetle vurulmasına, dövülmesine rağmen, üzerinde
en küçük bir incinme belirtisi dahi oluşturulamamıştı.
Ancak, Montgeron’un akıl almaz bu vakaları ayrıntılarıyla inceleyerek rapor haline getirmesi,
hem sarayı hem de kilise yetkilileri tarafından rahatsızlıkla karşılanınca onu hemen Bastille
hapishanesine kapatırlar.
Elbette fenomenler bu olay ve kişilerce sınırlı olmayıp yüzlerce, binlerce örnek bulunmaktadır.
Eğer genel olarak bu vakaları ele alırsak, bu olayların daha önceki yazılarımızda değindiğimiz
festivallerdeki fenomenlerden çok daha da büyük olduğunu görürüz.Çünkü, isteri nöbeti geçiren
bu insanlar bedenlerini her duruma karşın açık bırakmış yani; herhangi bir fiziksel işkence (ağır
darbeler, büyük dayaklar) karşısında engel çıkartmayarak, gizlenmeyerek, saklanmayarak ve bu
vaziyetteyken de seçtikleri güçlü kuvvetli gönüllüler yardımıyla şiş, kılıç, balta, bıçak...vb başta
olmak üzere kalın kütük, kalas, demir (metal) zincir ve sopalarla, büyük balyozlarla kendilerine
saldırtarak tüm alışılmış bilimsel yasalara meydan okumuşlardır. Tüm bunları izleyen ve
inceleyen kişiler ise, maruz kaldıkları şiddetli etkiler nedeniyle bu insanların, parça-parça, delik
deşik olmaları, kesilip biçilmeleri, yanıp kül olmaları, kemiklerinin kırılmaları, boğazlarına
saldırmaları yüzünden boğulmaları, çarmıha gerildikleri için ölmeleri gerekirken bunların hiçbiri
olmamış, ayrıca en ufak bir çürük, yara...vb izine belirtisine dahi rastlayamamışlardır.
İlginç olan bir yön de; bırakılan ağır nesnelerin, bu kişilerin bedenlerini yerden belli bir
yüksekliğe sıçratması ya da ağır nesnelerle şiddetlice vurulmasının o kişilerin ayaklarını yerden
kesmesi gerekirken, bu olaylarda böyle bir şeyin gerçekleşmemesidir. Bu da klasik fizik
yasalarına aykırı bir durumdur. Çünkü, bir cisim diğer bir cisme çarptığı taktirde enerjisinin bir
kısmını ya da tamamını aktararak (o nesnenin yapısına ve çarpışma durumuna göre) nesnenin
titremesine, eğilip bükülmesine, hareket etmesine... neden olur.Oysa bu olayda aktarılan enerji,
vücuda hiç değmemecesine bir yöne doğru aktarılmış durumdadır ki, bu ateşin yakmaması hali
için de geçerlidir.
Kilise öğretisine ters düşen Jansenist Rahibin mezarlığında meydana gelen bu olağanüstü
fenomenler, aslında dünyanın çeşitli yerlerinde,malum nedenlerden ötürü,hembelli süreler içinde
geçici olarak böyle yeteneklere sahip insanlar hem de farkında olarak Budist rahipleri, Hint
fakirleri, Yahudi ve Hıristiyan Azizleri ve Medyumlar tarafından istenilen her tür yer, zaman ve
şartlarda ortaya konmuştur ve de konmaktadır.
Bununla birlikte;bilincin saflaşmasıyerine, kendilerini kanıtlama, bedene, maddeye hakim olma
gösterileri ve “show”lar, Müslüman din mensuplarınca da kişisel ya da cemaat, tarikat adı altında
da sergilenmektedir ki, bunlar, mistisizmdeki gerçek Tarikat kavramı, sistemiyle ismen (şeklen)
aynı olarak görünse de gerçekte hiçbir alakası, ilişkisi yoktur.
İster Azizler isterse de medyum olarak adlandırılan insanlar olsun, olağanüstü fenomenlerden
sadece birine sahip değillerdir. Belki öncelikle bir tanesi ile başlayabilirler, ama bu zamanla
artarak çoğalmaktadır. Bunlardan bir kısmı da, birçok fenomen sergileyebilme yeteneğine sahip
olmalarına karşın, aralarından birkaçı ağırlıklı olmak üzere bu güçlerini ortaya koymaktadırlar.
Bu yeteneklerinin açığa çıkması veya fark edilir hale gelmesi ise, genelde çocukluk ve ergenlik
dönemlerinde daha sık görülmekle birlikte, hayatın her döneminde, başlarına gelen üzücü ve şok
edici bir olay sonrasında oluşmaktadır. Mesela, sevilen bir kişinin kaybı, geçirilen ya da tanık
olunan bir kaza...vs. Kimilerinde de, potansiyel olarak var olan bu İstidraç yeteneği, Hüddam
ilmine (cinlerle direkt iletişim kurarak onların irtibatlarına) dayalı çeşitli şekillerdeki çalışmalar (
ki büyük çoğunluğu bunun farkında değillerdir) ya da çeşitli zikir, oruç, riyazat, inziva, derin
tefekkür...vb ibadet adı altındaki çalışmalar sonucunda açığa çıkmaktadır.
Bir medyum: Daniel Dungles Home
Bu tür insanlardan biri de, İskoçyalı medyum Daniel Dungles Home’ dur. D.D. Home, on üç
yaşında iken çok sevdiği arkadaşını rüyasında ölmüş olarak görür. Bundan çok etkilendiği için,
annesi halasına bir mektup yazarak, yaz tatilinde Home’un onu ziyareti sırasında tanıştığı
arkadaşının durumunu sorar. Cevap ilginçtir. Çünkü Home, rüyasında gördüğü gün, arkadaşı
ölmüştür. Daha sonra Home, ruh çağırma seanslarına katılmak başta olmak üzere, bu tür konulara
eğildikçe yeteneklerinin zamanla yavaş yavaş artmakta olduğunu fark etmeye başlar. Her gittiği
yerde, olağanüstü olaylar meydana gelmeye başlar. Örneğin, herhangi bir evde bulunurken, bir
anda çeşitli sesler duyulmakta,(kapalı bulunan) kapılar, pencereler açılıp kapanmakta, eşyalar
hareket etmekte, bir kısmı olduğu yerde kırılmakta ya da yere düşmekte,aniden havada çeşitli
nesneler materyalize olarak oraya buraya savrulmakta,ki bunların içinde çiçekler de belirmekte
olup insanların kucaklarına düşmekte,anlatılamayacak derecede güzel kokular duyulmakta, evin
içinde birden bire ateş topları ortaya çıkıp etrafta dolaşmakta...vb idi.
Bir defasında da; Home, 1868 yılında savaş muhabiri ve aynı zamanda da bir subay olan Lord
Adare ile avukat H.D. Jencke’nin gözleri önünde, ocakta yanmakta olan ateşi iyice karıştırarak
kafasını bu kömürlerin içine sokar ve yüzünü iyice bastırıp kafasını korların içine gömdükten
sonra, sıcaklığı 600-700 santigratın üzerinde olan bu közleri avuçlayarak orada bulunan
insanların bunlara dokunmasını ister.Bu ateşe dokunan insanlar ise, tıpkı ateş üzerinde yürüyen
Hint fakirlerinin elinden tuttuğu bir şüpheciye ateşe karşı bağışıklığı aktarması gibi, Home’ un
aktardığı bu özellik sayesinde ateşten hiç etkilenmezler(bkz. Metafiziksel Yanılgılar 19). Kendisi
gibi çeşitli medyumik yeteneklere sahip olan arkadaşı S.C.Hall ile yaptığı bir gösterisinde de
Home, iyice alevlenmiş ve iki eliyle ancak kaldırabileceği büyüklükteki bir közü ateşten alarak
Hall’ın başının üstüne koyar. Belli bir süre böylece kalan Hall’ın tek hissettiği şey çok sıcak olan
bu nesnenin, kendisi tarafından ılık olarak algılanması idi.
Levitasyon(Havaya yükselme )
Home, Colin Evens, Hintli Yogi Subbayah Pullavar gibi levitasyon gücüne de sahipti. Colin
Evens, birçok yerdeki halka açık gösterilerinde 3-5 metre yükselebildiği gibi (ki bu da
araştırmacılar tarafından incelenerek fotoğraflanmıştır) Pullavar da yine yerden 2-3 metre havada,
ancak yere paralel, yatay vaziyette (yatar pozisyonda) dakikalarca kalabiliyordu. Bu esnada,
sadece havada dengesini sağlayabilmesi için, kolunu gererek uzandığı bir sopaya dokunuyordu
ki, bundan güç alması da fiziko-matematik kurallarınca imkânsızdı. Pullavar’ın inişi bile beş
dakikada, yavaş yavaş olmaktaydı. İngiliz araştırmacı P.Y. Plunket ve arkadaşı, Pullavar’ın bu
inanılmaz gösterilerini, ayrıntılarıyla inceleyerek tüm açılardan çektikleri fotoğraflarla birlikte
araştırma sonuçlarını 6 haziran 1936 yılında (İllustrated London News-resimli Londra Haberleri)
dergisinde yayımlarlar. ( Elbette Plunket’in dışında, farklı zamanlarda bu Hintli yogiyi seyreden
inceleyenler arasında Bilim adamları, muhabirler,... da bulunmaktaydı.)
Yetenekleri, zamanının önde gelen bilim adamlarınca da incelenen ve yaptıkları onaylanan D.D.
Home da, çeşitli cisimleri havaya kaldırabildiği ve hareket ettirebildiği gibi, kendini de havaya
yükseltebiliyordu. Örnek teşkil etmesi açısından bir keresinde Home, Ağustos 1852 yılında
Connecticut’ta bulunan Ward Cheney adındaki bir ipek fabrikatörünün evinde ruh çağırma seansı
başta olmak üzere, diğer olağanüstü fenomenlerini sergilemek için onun yanına gider. Buradaki
saygın ve seçkin konuklar arasında bu tür fenomenleri bir tür hilekârlık olduğunu düşünen ve
yazılarında da sık sık bu duruma işaret etmesinden dolayı herkes tarafından inatçı bir şüpheci
olarak tanınan Hartfort Times’ın yazı işleri müdürü F.L.Burr da bulunmaktaydı. Ancak Burr,
Home’un gösterileri karşısında şok geçirir ve levitasyon ile ilgili görüşlerini de gazetesinde şöyle
dile getirir:“Home’ un aniden yükselişini ben de yaşadım...O sırada Home’ un tam yanındaydım.
Önce ayakları yerden otuz cm. yükseldi. Baştan aşağı sapır sapır titriyordu. Birkaç kere ayakları
yerden kesildi. Son yükselişinde odanın tavanına kadar çıktı. Yere indiğinde hepimiz
donakalmıştık. Uzun zaman hiçbir şey konuşmadık.”
Home ise,levitasyonolayının nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatır:“Havaya her yükseldiğimde
görünmeyen bir kuvvet tarafından yukarıya çekiliyormuşum gibi bir his yaşarım. Bu kuvvet,
ruhlardan geliyor. Ben bu kuvvetin varlığına daima inandım ve ona güvendim. Bu yüzden ne
kadar yükseğe çıkartılırsam çıkartılayım hiçbir zaman korkmam...”
Home’un ilginç gösterilerinden biri de; 1868 yılının 16 Aralığında, Londra’daki Adare Kontunun
malikanesinde, kontun kuzeni kaptan Wynne ve Lindsay Lordu ile birlikte iken gerçekleşti.
Bahçeye bakan yüksek tavanlı odada dört kişi bir arada sohbet ederken,Home birden kendinden
geçerek titremeye başlar. Titremesiyle birlikte de yavaş yavaş havaya doğru yükselir. Tavana
değdiğinde, cama yönelerek pencereyi açıp dışarı çıkar. Bu mesafe, yerden yaklaşık 24 metre idi.
Daha sonra Home aralarındaki mesafe 2,5 metre olan diğer pencereye uçarak hiçbir çıkıntısı ve
tutunacağı herhangi bir şeyin olmadığı bu ortamda bir süre havada kaldıktan sonra, ayakları
önden girecek şekilde bu pencereden girip tekrar yere doğru yavaş yavaş iner.
(Not: Levitasyon olaylarının gerçekleştiği ortamlar daha önceden bilinmeyen yerlerde
gerçekleştirilebildiği gibi, bir ağacın, direğin...vs dahi bulunmayan boş, geniş, kapalı olmayan
açık arazilerde de isteğe bağlı olarak her zaman oluşturulabilmiştir. Hipnoz ihtimali, şüphesi ise,
havaya yükselme fenomenlerinin çekilen film ve fotoğraflarda da aynen görünmesi nedeniyle,
ortadan kalkmaktadır.)
Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin fenomenleri
Aslında tarih, birçok yazar, gazeteci, bilim adamı...vb. saygın kişilerin, kulaktan dolma bilgilerle
bu tür şeyleri ilkin önyargılı bir biçimde reddetmelerine karşın, uzak doğuya yaptıkları seyahatler
sonucunda Budist rahiplerin ya da Hint, Müslüman fakirlerin gerçekleştirdikleri bu ve benzeri
fenomenlere bire bir tanık olup, bunları çeşitli düzeylerde gözlemleyip inceledikten sonra da
bunlara inanır hale gelmelerinin örnekleriyle doludur.
Burada ön plana çıkan bir özellik de; hem nesnelere, ateşe karşı hem de levitasyon fenomeninde,
vücudun gerginleşerek çok katı bir hal almasıdır. Buna karşın kişi kendini hafif hissetmektedir.
Bazı fenomenlerde ise, katılaşma yerine şeffaflaşma görülmektedir. Örneğin, Levitör Pulluvar’ın
transtan çıkıp gergin halden normal durumuna dönmesi, kendine gelmesi için beş dakika boyunca
vücudu soğuk su ile ovalanıp yıkanmaktaydı. Öyle ki; Pulluvar’ın elleriyle kollarını güçlü
kuvvetli beş kişi bile bükemiyordu.Gerçi normale dönmek için bu şart değil fakat, fenomenlerin
sergilenme durumunun kişilere göre de farklılıklar arz etmekte olduğunu göstermesi açısından
değinmekte yarar var.
Kimi fenomenlerde de, bazı Hint fakirleri, ellerindeki bir kavalı (ya da nefesli bir çalgıyı) çalar
çalmaz önlerinde bulunan hasır sepetin içinde bulunan bir ip (halat), kavalın ritmiylehiçbir
fiziksel etki altında kalmaksızın kendiliğindenyılan gibi kıvrıla kıvrıla yukarı doğru çıkar.
Yaklaşık 4-5 m. uzunluğunda olan ip, yükseldiği son noktada sanki görünmez bir kancaya sımsıkı
bağlanmışçasına havada öylece durur. Daha sonra fakir, bu ipe tırmanmaya ve ipin sonuna
geldiğinde de yavaş yavaş kaybolmaya, görünmez olmaya başlar. Bununla da kalmaz, ipi de
yukarı (kendine) doğru çekerek iple beraber tamamen yok olur. Belli bir süre geçtikten sonra da
ip tekrar sarkıtılarak yavaş yavaş havada belirmeye başlar. Havada dümdüz gergin duran ip
yardımıyla aşağıya inmeye çalışan fakir de, önce ayaklarından başlamak üzere görünerek aşağıya
doğru inmeye koyulur. İner inmez de tekrar kavalını çıkartıp çalmasıyla sanki görünmez bir yere
bağlıymış gibi görünen ip, bir anda oradan ayrılarak yine kavalın ritmi ile ağır ağır sepetin içine
girer ve gösteri tamamlanır.
Fenomenler sadece bunlarla sınırlı değildir.Zihin güçlerine göre İstidraç yeteneklerini sergileyen
(ne isimle anılırsa anılsın) birimler, kan akışı gibi vücudun tüm istem dışı faaliyetlerini kontrol
altına alarak,ateş üstünde yürümekle kalmaz, belli bir sürede mesela, sıcaklığı sekiz yüz santigrad
derecenin üstündeki o korların içinde hareketsiz kalabilir, kimi Hint fakirlerinin yaptığı gibi bir
halatla bağlı olan ayaklarından asılı bir vaziyette ateş içinde dakikalarca öylece yanmadan
durabilir, hiçbir zarar görmeksizin çivili tahtalar ya da kırık cam parçaları üzerine yatarak bir de
tek bir kişinin taşıyamayacağı taşları üzerine koydurup çekiçlerle kırdırtabilir,cam, jilet...vb
kesici aletleri kıtır kıtır yiyip kezzap gibi çok asitli içeceklerle kor halindeki eriyik maddeleri
çiğneyip yutabilir, su üstünde yürüyebilirler. Kimileri de, geçmişe ait olaylar ve kişilerin tüm
mazisi hakkında bilgi sahibi olabilir, gelecek hakkında da belli şeyleri bilerek kehanetlerde
bulunabilir, duvarlardan ve her türlü engellerden geçebildikleri gibi, aynı anda birkaç yerde
bulunabilir, telepati ve uzaktaki kişi ve olayları yanı başında seyredip seslerini duyarak onlar
hakkında haber sahibi olabilir, hayvanlarla konuşabilir (yani onları
algılayabilirler)...vb...vb...(ayrıca bkz. Metafiziksel Yanılgılar/8 -
http://sufizmveinsan.com/fizik)
Zihin kontrolüyle yaşamını sonlandıran Dalaylama
Kimi Kutsal kişilikli insanlar da,herhangi bir nesne, ilaç, zehir ya da bir başkası tarafından değil,
tamamen kendi isteği doğrultusunda zihin kontrolüyle yaşamlarını sonlandırarak, daha hayatta
iken hakkında birçok haber verdiği Enkarnesi ile tekrar dünyaya gelebilmektedirler.(Bu
fenomenlerin açıklamasına daha sonra değineceğiz)
Örneğin; bir önceki Dalaylama da kehanet gereği Tibet'in işgal edileceği ve zarar göreceği
zaman, genç yaşta halkının başında olup onlara karşı gelebilmek, gereken mücadeleyi
yapabilmek için kendi isteğiyle hayatına son vermek suretiyle (ki intihar şeklinde değil) ölür.
Ancak, kısa bir süre sonra (aslında tek bir ruhun çeşitli birçok enkarnesi olan ) son Dalaylama
olarak Tenzin Gyatso isim ve suretiyle tekrar dünyaya geri döner. Keşişler, ruhani ve dünyevi
liderlerini bulmak amacıyla yola çıkıp kasaba kasaba aramaya başladıklarında onu bir dağ
köyünde bulurlar. Dalaylama 4-5 yaşlarında olmasına karşın keşişleri isimleriyle çağırdığı gibi,
kendisine uzatılan hem yaşayan hem de ölmüş rahiplerin eşyalarının tek tek isimleriyle kime ait
olduğunu bilir. Keşişler, kırkıncı Dalaylama’yı bulmalarının sevinciyle onu Tibet’e götürürler.
Çin işgalinin halen devam etmesi dolayısıyla 1959’ dan beri Hindistan’da sürgünde bulunan
Dalaylama, şiddete dayanmayan sessiz direnişi nedeniyle 1989’ da Nobel barış ödülüne layık
görülür.
Bununla birlikte; keşişler de kiliseye bağlılıklarını göstermek için Budist, Hint ve Müslüman
fakirleri gibi çeşitli türden (levitasyon, materyalizasyon, şifa, astral seyahat, tayyı mekan, telepati,
duru görü...vb) maddeye hakim olma gösterileri sergilemekteydiler ki, bunların arasında ateşe
karşı bağışıklıkları da olanlar da bulunmaktadır. Zaten bir insanın Azizlik mertebesine
ulaşabilmesi için insan toplulukları ya da güvenilir kişiler önünde en az birkaç istidraç göstermesi
gerekmektedir. Zaten,Azizlik; kilise tarafından dini görevlerini yerine getiren, nefsini terbiye edip
dinsel yaşamda her türlü fedakarlığı yapan ve katlanan ve çeşitli olağan üstü yeteneklere sahip
olarak bu halleri sergileyen, gösteren kişilere verilen unvandır.Önceleri bir kişinin Azizliği,
mahalle kiliseleri tarafından belirlenirken, 1234’ ten itibaren bu hak, sadece Papalara tanınmış,
verilme şekilleri ve kuralları da 1588’ de Papa V. Sixte, 1634’ te Papa VIII. Urban tarafından
konmuş 17.yy sonlarına doğru da Papa XIV. Benoit tarafından bunlara yeni hükümler
getirilmiştir.Kısaca Azizlik unvanı bir kişiye kolay kolay verilmemektedir.
Velilerin Azizler ile karıştırılması(Keramet, Mucize ve İstidraç(sihir) )
Hep yanlış algılanan bir nokta da; Hıristiyanlıktaki Azizlerin, Yahudilikteki (ğadoşların), Hindu,
Budist...vs uzak doğu dinlerindeki fakirlerin, kutsal insanların, İslamiyet’teki “Allah dostu”,
“Velisi Allah olan kişiler” yani Velilerle (çoğulu Evliyadır) karıştırılmasıdır.Yani bu
kelimelerle işaret edilen mertebeler, “Veli” adı ile işaret edilmek istenen Boyutların
karşılığı değillerdir.Ayrıca Azizlik (ki aynı zamanda tüm dinlerdeki kutsal kişilere verilen ortak
isimdir) unvanı, dışta görünen birtakım hallere bakılarak ve hatta o özelliklere bile hiç sahip
olmayan Papalar tarafından verilirken, İslamiyet’ teki Velilik unvanını zahiren verecek bir
kurum, kuruluş yoktur. Çünkü Azizler gibi onların dışarıda kendilerini gösterecekleri bir
işaretleri, izleri yoktur. Fakat buBatınen, Batıni anlamda yoktur anlamında değillerdir.Bu konuda
bir Kudsi Hadis“Onlar benim örtümün altındadır. Hiç kimse onları tanı(ya)maz”diyerek kısaca
olayı bize özetlemektedir. Yani,Veli ismiyle işaret edilen İnsan, sonsuz ve sınırsız Nur Bilinç
boyutunu kapasitelerince (hiyerarşik bir şekilde) yansıtan ve varlığı da bulundukları boyut
açısından algılayan, değerlendiren ve varlıkta çeşitli oluşumlar meydana getiren birimlerdir. Bu
yüzden bir Azizi, bir Budist Rahibi, bir Medyumu... herkes tanımasına karşın, bir Veli’yi ancak
bir Veli tanır. Böylece, İnsanların imanlarını artırmak ve Öz Bilince ait birtakım nitelik ve
niceliklere işaret etmek amacıyla tamamen gayri ihtiyari, kendi istek ve arzuları dışında, Mutlak
Benlik noktasından kaynaklanan fenomenlere “Mucize”, aynı şeyler Evliya’dan meydana
geliyorsa “keramet” adı verilmektedir. Eğer bu olağanüstü fenomenler, çokluk boyutuna göre
varsaydıkları benlik açısından meydana getiriliyorsa, o zamanda buna istidraç denmektedir.
Özetlersek;Velayet, birtakım normal üstü yeteneklere sahip olmalarından ötürü bu birimlere üst
bilinç(ler) tarafından verilen bir unvan, nişan, isim değil, Nur yapılı bilinçlerin, direkt bu
birimlerin bilincinde açığa çıkması suretiyle bu insanların, Hakikâtleri olan Salt Bilinç boyutunda
kendilerini tanımaları ile oluşan yaşantının adıdır.(I0)Dolayısıyla bir Veli keramet sergileyecek
diye bir kural da yoktur. Kaldı ki, bu tür Kudret tezahürleri Mistik alanda hoş
karşılanmamakta ve önemli olanın ilmi keramet olduğu, bu tür halleri ortaya koyan
birimlerce dahi dile getirilmektedir.
Resul ve Nebiler, bu görevi almadan önce Velayetleriyle yaşarlar. Yani, zahirde Nübüvet
kemalatı ile yaşarlarken, Batınlarında da velayet kemalatıyla yaşarlar. Nübüvet Kemalatı ölüm ile
son bulurken, Velayet yönleri sonsuza dek devam eder. Bu yüzden,Ahir zamanda Astral (Işınsal)
bedenini biyolojik bedene dönüştürerek İmamı Mehdi’nin yanında Muhammedi boyutu ortaya
koyacak olan olan Hz. İsa (as)’nın, bu Boyutsal inişi de Nübüvet değil, Velayeti yönüyle
olacaktır.Çünkü; Nübüvet, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizle son bulmuştur.
Bununla birlikte; Resul ve Nebiler varlığını (aslında tüm varlık) ilk var olmuş Boyut olan
Muhammedi Boyuttan alırken Veliler de,bir madeni paranın yazı-turası gibi, aynı şeyin diğer bir
yüzü olan İmamı Mehdiden alırlar.(II) (Bu yüzleri de mekânsal anlamda değil, yine boyutsal
olarak düşünmek gerekir). Bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.)“Haberiniz olsun ki Allah ilk halk
ettiğinde, Kalemi halk etti; de ona; ‘yaz’ dedi. ‘Ya Rabb ne yazayım? diye sordu... ‘kaderi yaz’
dedi... “ işte o saatte kalem, olmuş ve ebeden olacak her şeyi yazdı...”der. Mistik alanda; Evrende
var olmuş ve olacak her şeyi oluşturanKalem’e İnsanı Kâmil, (Hakikâti Muhammedi) denir. Bu
İnsanı Kâmil’in Aklına Aklı Evvel, Ruhuna da Ruhu Azam (Ruhu Muhammedi)denmektedir.
(Not:Hadiste bildirilen “Nur, Akıl, Kalem” ifadeleri, aslında aynı Tek şeyin farklı boyutlarda
aldığı isimlerdir)
Günümüz bilimince ise;Kalem’e, İlim Sıfatının Mazharı olan Kozmik Bilinç, Salt Şuur ya da
Salt Nuradı verilmektedir. Yine bu konuda Hz. Muhammed (s.a.v.)“Ya Cabir, Allah önce Aklımı
yarattı”, “ Ya Cabir Allah önce Benim Nurumu yarattı ve bütün mahlukatın nurunu da Benim
Nurumdan halk etti”diyerek her birimin Özünde holografik olarak mevcut olduğunu ifade
etmektedir. Aynı şekilde;“Tüm Âlemlerin onun yüzü suyu hürmetine, O’nun için yaratılması ya
da Âlemlere Rahmet olarak gelmesi ...”denilen halde, yine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin
bizim kendi algılarımıza göre kabul ettiğimiz yönüyle değil, pik noktada sahip olduğu
Evrenselliğin yani Sonsuz Sınırsız Bilinci ve Kudreti yönüyledir.(Bkz.Sistemin Seslenişi I / Hz.
Muhammed Neyi Oku du / Kendini Tanı –Ahmed Hulusi )
Dolayısıyla, bu Nurdan yaratılan tüm varlık ve insan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bu
anlamda,Boyutsal olarakne kadar yaklaşırsa o oranda hem kendi Hakikâtini hem de Evrensel
sistemin işleyiş prensiplerini algılar. Bu yüzden, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i gerçek anlamda
değerlendirmek için, bu Bilinç noktası açısından bakabilmek gerekir ki, o zaman da O’nu
değerlendiren acaba kim olur.?
Uçan Azize: Teresa
Tekrar konumuza dönersek; böyle yeteneklere sahip olup da isteği dışında bu tür fenomenlerin
açığa çıkması Aziz ve Azizelerde görülmektedir, diyebilriz. Bunlardan 16. yy.da yaşamış Avilalı
Azize Teresa, kendi isteği dışında havalanmasıyla ünlüydü. Öyle ki levitasyon hissi kendisine
geldiğinde, diğer rahibelerden kendisini tutmaları için yardım istemekteydi. Bu durumu Azize
şöyle ifade etmektedir:“Havaya yükselme hissi geldiğinde ne yapacağımı şaşırıyorum. Karşı
koymaya çalıştığımda, ayaklarımın altından gelen büyük bir güçle havaya itiliyorum ya da
kaldırılıyorum”
Olağanüstü yetenekleriyle ünlü bir başka Aziz, Paulalı St. Francis de nar gibi olmuş korları
rahatlıkla eline alıp tutabilmekte, buna karşın hiçbir zarar görmemekteydi. Hatta 1519 yılında
güvenilir sekiz tanığın gözleri önünde, yanmakta olan fırının içine girmiş ve fırının kırılmış
duvarlarını tamir etmiştir. Alev alev yanan fırının tam içine girip uzun bir süre kalmasına rağmen,
vücudunun ve elbiselerinin üzerinde en ufak bir yanma izi görülmemiştir.
Bu hayatın zevk ve eğlence dünyası olmadığını, bu yüzden de insanın aslına ve dolayısıyla
cennete ulaşması için çile çekmesi gerektiğine inanan ve bu yolda yaşam sürdüren bir başka
kutsal insan da 17.yy. da yaşamış olan Aziz Joseph’tir. Çocuk denecek yaşta kendini dine
adayarak bazen günlerce yemeden içmeden duran, soğuk günlerde ince elbiselerle dışarıda
saatlerce, günlerce dolaşan, az uyuyarak daima derin bir tefekkür ve ibadet halinde olan ve hatta
kendini kırbaçlamaktan dahi çekinmeyen bu kişide de birtakım olağanüstü hallerin yanında
levitasyon fenomeni de gözlemlenmiştir. Azizi saran vecd halinin getirdiği duygusallık ve
heyecan onun bir anda havaya yükselmesine neden olmaktaydı. Hatta bir keresinde halkın
topluca bulunduğu pazar ayini sırasında bu olay cereyan edince, insanlar tarafından tepki
çekmeye başlar ve bu durumdan yavaş yavaş rahatsız olan kilise yetkilileri de onu insanlardan
uzaklaştırarak bir manastıra kapatırlar (orada da havalanma olayları hız kesmeksizin aynen
devam eder). Ancak papa VIII. Urban, onu ziyaret edip kendisi de bu olaylara tanık olunca bu
işin Tanrı’ nın bir mucizesi olarak düşünülmesi gerektiğini söyleyip onun bir Aziz olduğunu dile
getirir(ilan eder).
Kutsal kitaplarda da, ateşe atılan insanların inançları sayesinde hiçbir zarar görmeksizin
kurtuldukları yazılıdır. Örneğin, Tevrat’ta Kral Nabukednazar’ın Kudus’ü işgâl ettikten sonra
halka kendi heykeline tapınması için baskı yaptığı belirtilir. Ancak Shadrack (Şadrak), Meshach
(Meşak) ve Abednego inançları uğruna bunları reddeder ve kralın emrine karşı gelirler. Buna
karşın, kral da bu üç kişiyi, her zaman hiç sönmeksizin yanan fırının içine atar. Fırın o kadar
sıcaktır ki, alevler, onları ateşe atan cellatları bile yakarak öldürmüştür. Fakat bu üç kişi,
imanlarının kendilerine verdiği güç sayesinde kurtulurlar. Öyle ki, saçları, kirpikleri ve
elbiselerinde en ufak bir yara, iz olmadığı gibi, üzerlerinde duman kokusu bile yoktur. Bu olay
şöyle anlatılır:“Prensler, valiler, denizciler ve kralın danışmanları toplandılar. Bu adamların
gövdelerini, ateşin etkilemediğini gördüler. Ne saçlarının tek bir teli alazlandı ne giysilerine bir
şey oldu, ne de yanık kokusu çıktı”.
İlkçağ tarihçilerin kayıtlarında, felsefecilerin, yazarların eserlerinde ya da takip eden tarihlerde,
hükümet ve Kiliseye ait çeşitli resmi raporlarda, inançlarından ötürü (ya farklı dinlere mensup ya
da mezhep kavgaları yüzünden) yakalanarak ateşe atılan medyumların, benzeri fiziksel etkilerle
veya ateşe atılarak yakılmak istendiği ancak ateşin içinde kalmalarına karşın hiçbir zarar
görmeksizin kurtuldukları da belirtilmektedir.Birden fazla fenomeni içinde barındırması
bakımından ilginç bir örnek de;17. yy sonlarında Kral 14. Lous’in Protestan bir hareket olan
Huguenotları işkence ve katliam da dahil olmak üzere Fransa’dan temizlemeye çalıştığı sırada,
Cevennes Vadisi’nde yaşayan Camisardlar olarak adlandırılan tarikat üyelerinde görülen benzeri
olaylardır. Fransız birliğinin başı olan Albay Jean Cavalier, giriştiği bu eylemin başarısızlığından
dolayı İngiltere’ye sürülmüş ve orada buna neden olan olağanüstü olayları 1707 yılında “çölde bir
çığlık” adlı kitabında yazmıştır. Öyle ki, bu gruba ne uygulanırsa uygulansın, bir türlü zarar
verilemiyordu. Kurşuna dizilmelerine karşın, saçmalar elbiselerini delmiş, fakat bedenlerinde en
ufak bir iz dahi oluşturamamış ve saçmalar, yassılaşmış bir şekilde, yerlerde ya da elbise ile
vücut aralarında bulunmuştur. Bu duruma sinirlenen işkenceciler, bu insanların ellerini kızgın
kömürler üzerine bastırmalarından da bir sonuç alamayınca bu sefer gaza bulanmış pamuklara
sarıp ateşe verirler. Ancak yine başarılı olamazlar. Üstüne üstlük, dini hareketin lideri Claris de,
kendi isteği ile bir odun yığını yaptırtıp bunun üzerinde vecd içinde bir konuşma yapar ve bu
durumda iken odunun ateşe verilmesini ister. Ateşin içinde kalmasına ve alevlerin her yerini
sarmasına rağmen, altı yüz kişinin gözleri önünde konuşmasına aynen devam eder. Odunlar yanıp
tükendiğinde ise, Claris’in elbiselerinde, saçlarında,kirpiklerinde en küçük bir yanma belirtisinin
olmadığı görülür. Bu olayların ayrıntılı bir dokümanı, resmi bir rapor halinde Roma’ ya
gönderilir.
İki defa bedenlenen ve üçüncüsü beklenen Hintli Sai Baba
İstidraç yeteneklerini çok geniş bir alanda rahatlıkla (zorlanmaksızın) ortaya koyanbaşka bir
kutsal insan daHintli Satya Sai Baba’dır. İllüzyonist ve bilim adamlarınca da incelenip
araştırılarak, hile olasılığının dahi düşünülemeyeceği bir biçimde sergilediği olağan üstü
yetenekleri onaylanan Sai Baba, şifa vererek her tür ölümcül hastalıkları iyileştirdiği gibi, isteğe
bağlı olarak çeşitli nesneler, altın mücevherler ve her tür yiyecekler materyalize edebilmekte yanı
sırada nesneleri farklı maddelere dönüştürebilmekte ve hatta ölüleri dahi diriltebilmekteydi...
Yaklaşık beş bin yıl önce, Hint kutsal metinlerinde yazılmış olan bir kehanete göre, makine
çağının dünya ve insanlara felaketler getireceği bir dönemde ilahi bir gücün belirtisi olarak “üçlü
doğumun” yeryüzüne geleceği vetüm Dinleri Birleştirerek Altın çağı kuracağıbildirilmektedir.
Bunlardan ilki,Müslüman-Hint sentezini insanlığa bildirmek içingelmiş ve Müslüman bir ermiş
olarak kabul edilen (görülen) Shirdi Sai Babadır. Bu kişi, ömrü boyunca Shirdi’de bir camide
devamlı yanmakta olan ateşin külleriyle insanlara şifa dağıtmış ve birçok imkânsız hastalığı
tamamen iyileştirmiştir. Buna benzer birçok olağanüstü fenomeni sergiledikten sonra da 15 Ekim
1918’de tekrar döneceğini bildirerek ilk bedenini terk eder. İkinci gelişi ise 23 Kasım 1926
yılında yine Hindistan’da olur. Shirdili Sai Baba’nın enkarnesi olan Satya Sai Baba da, 2022
yılında 96 yaşında iken öleceğini ve son kez 2023 yılında Prema Sai Baba adıyla tekrar
bedenlenerek geleceğini söylemektedir. Hatta geleceği yerin Bangalore de Malu adındaki bir yer
olacağını bildirmenin yanı sıra geleceği zamanki anne ve babası hakkında tüm bilgileri de
vermiştir. En ilginci de o dönemde sahip olacağı yüzün nasıl olacağını, bu portreyi üzerinde
bulunduğu bir yüzüğü materyalize ederek göstermiş ve bunu da Dr. John Hislop’a hediye
etmiştir.
Satya’ nın, Shirdili Sai Baba olduğunu bilişi de ilginçtir. Henüz 13 yaşında yolda yürürkensağ
ayağındaki parmaklarının birini ısıran akrebin neden olduğu travma sonucu, geçmiş hayatını
hatırlamaya başlar. Sadece hatırladığı bilgiler değildir, o kişinin sahip olduğu tüm yeteneklere de
kavuşmuştur.Artık Satya çok değişmiştir. Sanki o çocuk gitmiş, yerine, olgun ve her şeyi bilen
bilge bir insan gelmiştir. Hiç bilmediği, Sanskritçe şarkıları söylüyor, şiirler okuyor, bilge
insanlar gibi insanlığın gelişmesi, olgunlaşması ve insanların özlerini bulmaları yolunda etrafını
bilgilendiriyordur. Hatta Shirdi’ye yaptığı bir gezide Shirdili Sai Baba’nın arkadaşlarını,
müritlerini hemen tanıyarak onları tek tek isimleri ile çağırmakla kalmayıp hem onların hem de
onların akrabaları, yakınları hakkında detaylı bilgiler sunmuştur. Gerçi Sai Baba, kendisini
ziyarete gelen herkesin yalnız ve yalnız kendilerinin bilebileceği birçok özelliği, yaşadıkları
olayları hakkında bilgiler veriyor ve onların zihinlerinden geçen düşünceleri çok rahatlıkla
okuyabiliyordur. Bu yeteneğini, o kişilerin tanıdıklarını, akrabalarını, arkadaşlarını,...vs. sanki
yanı başındaymışçasına görerek onların durumları hakkında da her tür bilgiyi vererek
kullanabilmekteydi.
Hindistan’ın Andra Pradeş eyaletinin bir köşesinde yaşayan Sai Baba, daha 14 yaşında bir
çocukken eline aldığı boş bir torbaya elini daldırarak, içinden şekerler, çeşitli yiyecekler ve
çocukların önceden kaybetmiş oldukları eşyaları çıkartıp onlara geri vermesi dolayısıyla
arkadaşları tarafından da çok sevilirdi.
Materyalize ( yoktan nesneler üretme) konusunda hiçbir sınırı olmayan Sai Baba, boş olan
avuçlarının birini aşağı tutar vaziyette, bileğinden 360 derece çevirdiğinde avucunda
madalyonlar, pahalı altın bilezikler, yüzükler, küpeler, değerli mücevherler ve yine altından
yapılmış çeşitli nesneler belirmekte, bunları da oradaki insanlara hediye etmektedir.
Materyalize ettiği nesnelerden biri de kutsal bir kül olan Vibuti’ dir. Avuç içlerinden,
parmaklarından maddeleşerek dökülen bu külleri kendisine gelen ziyaretçilerin arasına girerek
onların başları üzerine, avuçlarına, uzatılan kaplara ve etrafındaki boş alanlara, yerlere saçmakta,
boşaltmaktadır. Öyle ki;dinlenmeksizin ve ara vermeksizin fıçılar dolusu bu külleri dağıtırken de,
ne bir kimseden yardım almakta ne de oradaki insanların göremeyeceği bir yerlere
gitmektedir.Bitmek tükenmek bilmeyen bu küller, aynı zamanda birer şifa kaynağı olması
dolayısıyla, oradaki insanlar tarafından yenilmektedir.
Materyalize ettiği bir başka şey de birçok çeşitteki yiyeceklerdir. Yoktan maddeleşen çeşitli
tatlılar, şuruplar, kokulu yağlar, avuçlarının arasından, parmaklarından, ayaklarından akmasına,
dökülmesinekarşın,bunların belirmesinden sonra ne ellerinde ne de ayaklarında en ufak bir
yapışkanlık, yapışıklık dahi oluşmamaktadır.Yoktan meydana gelen bu yiyeceklerinkimi el
tutulamayacak kadar sıcakken, kimi de buz gibi soğuktur. Üretilen yiyeceklerin en ilginci de
elektrik ve buzdolabı bulunmayan bu bölgede saklanılması dahi mümkün olmayan mevsimsiz
meyveler, sebzelerdir. Bunun yanında, üzerine kusursuzca çizilmiş krişna resimli pirinç
tanelerinden yapılmış yiyecekler ile dünyanın hiçbir yerinde yetişmeyen ve bulunmayan garip
meyvelerdir. Mesela bu meyvelerden bir tanesinin bir tarafını elma iken diğer kısmı şeftali,
portakal mandalina...vb olabilmekte ya da bir meyve beş on ayrı meyveden oluşabilmektedir.
Üstelik bu yiyecekler o anda yenilmekte, bir kısmı da sonra yenmek üzere saklanmaktadır.
Ayrıca Sai Baba kendisini ziyaret eden kişilerin dinleri doğrultusunda o inançları sembolize eden
nesneler, ikonlar...vb da üretebilmektedir. Örneğin; Hıristiyan ziyaretçilerine çarmıha gerilmiş
vaziyetteki İsa şekilleri materyalize ederek onlaraHz. İsa (as)’nın barış yoluyla tüm insanları
birleştirmek, bütünleştirmek için gelen bir önder olduğunu ve ona saygı duyduğunu
söylemektedir.
Sai Baba bir gün, kendisinin birçok mucizesine hem tanık olan hem de biyografisini, düşünce
dünyasını ve göstermiş olduğu İlahi olağanüstü fenomenlerini “Mucizeler Adamı Sai Baba” adlı
kitabında kaleme alan, yazar Howard Murphet’ a, doğum tarihini sorarak ona,doğum tarihinin
yazılı olduğu ve bulundukları yıla ait bir on dolar materyalize ederek verir.
Sai Baba’yıinceleyenve onun hakkındakiaraştırmalarını“Çağdaş Mucizeler: Satya Sai Baba ile
ilişkili Fiziksel Fenomenler Hakkında Bir Rapor” adlı kitabında değinenİzlanda Üniversitesi’
nden Psikolog Erlender Haraltsson da onun birçok olağan üstü fenomenine şahit
olmuştu.Bunların birinde Sai Baba avuçlarının arasından ikiz portakal gibi, bir arada büyümüş bir
çift meşe palamutuna benzer bir nesne materyalize ederek (ki bunun ismine Rudrakşa
demekteydi) Haroltsson’a verir.Psikolog Dr. da hatıra olarak saklayacağını söyleyince, Sai Baba
bunu tekrar avuçlarının arasına alarak avuçlarının üzerinden içine doğru üfler. Ellerini açtığında,
görünen nesneyi Haroltsson şöyle anlatmakta: “Palamutların üst ve alt kısımlarında, kısa altın bir
zincirle onları bir arada tutan iki altın siperlik bulunmaktaydı. Tepesinde ise, üzerinde bir yakut
gömülmüş olan altın bir haç ve haçın üzerinde bir zincirle geçirilip boyuna asılabilmesi için ufak
bir delik vardı”. Haroltsson fikir sahibi olmak için bu cismi botanikçilere gösterdiğinde,onlar
böyle bir şeyle daha önce hiç karşılaşmadıklarını söylerler. Ayrıca bir kuyumcu da bu
Rudrakşaların üzerindeki metal zincirinin en az 22 ayar saf altın olduğunu belirtir.
Sai Baba materyalizasyon yanında, bir nesneyi bir başka nesne ya da nesnelere de
çevirebilmekteydi ki, bu şekilde kayaları, taşları şekerlere; çiçekleri, değerli maddelere,
mücevherlere dönüştürmektedir.
Şifa verme yeteneğiyle de, birçok ölümcül, çaresi olmayan hastalıklar da dahil olmak
üzere,dokunarak ya da dokunmadan veya görmeksizin, uzaktan tamamen iyileştirebilmektedir.
Canlanan Ceset
1953 yılında ilerlemiş mide ülserine şifa bulmak amacıyla kendisini ziyaret eden altmış
yaşındaki Radhakrişna isimli bir fabrika sahibi ile hiç görüşmez, ancak kendi merkezlerinin
birindeki bir odada onu tutarak ilgileneceğini söyler ve adamı ailesiyle birlikte misafir eder.
Hastanın durumu, ölümüne kadar geçirdiği tüm safhalar, Sai Baba’ya haber verildiğinde ise, Sai
Baba her seferinde sadece gülümseyerek her şeyin iyi olacağını söyler ve hiçbir müdahalede
bulunmaz. Adam iyice fenalaşarak ölür ve cesedi soğuyarak kurumuş vaziyette, kaskatı kesilir,
üstelik kokmaya başlar. Artık Sai Baba’dan ümidini kesen aile, ölmüş olan adamı mezarlığa
götürmek üzere harekete geçince, birden Sai Baba görünür ve odaya girerek herkesi dışarı
çıkartır. Birkaç dakika cesetle içeride kalan Sai Baba, adamın ailesini içeri çağırır. Ailesi odaya
girdiğinde hepsi şok geçirir. Çünkü adam dirilmiş (canlanmış) ve gülümsüyordur. Bir gün sonra
adam tamamen yürüyecek duruma gelmiştir ve bir daha oluşmayacak şekilde mide ülserinden de
kurtulur.
Tayyı Mekan ve Astral Seyahat
Hintli bir Aziz olarak kabul edilen Sai Baba,diğer Azizler gibi, mistik alanda Tayyı Mekan
olarak adlandırılan, aynı anda bir yerden başka bir yere gitme, birkaç yerde bulunabilme ve
Astral seyahat yapabilme (ki bu şekilde de birden fazla görünebilme oluşturulabilmektedir)
yeteneğine de sahiptir.Sayısız bir çok kişi, Sai Babanın parmaklarını bir şıklatma ya da ellerini
bir şaklatmayla birkaç yüz metre ötede ya da aynı anda birden fazla yerde göründüğüne şahit
olmuşlardır.
Sai Baba’nın sahip olduğu bir diğer özellik de bedenini çevreleyen enerji alanının yani, aurasının
orada bulunanlarca hissedilir derecede güçlü olduğunun duyumsanmasıdır.
Kozmik İnsan (misafir) olarak da isimlendirilen Satya Sai Baba’nın on dört yaşından beri
göstermiş olduğu (ki halen devam etmektedir) olağanüstü olaylara, dünyanın birçok yerinden
saygın, güvenilir insanlar, bilim adamları, siyasetçiler din ve hükümet adamları, bürokratlar başta
olmak üzere, on milyonlarca insan şahit olmuş ve halen de olmaktadır.Onu inceleyen
araştırmacılar, bilim adamları ve illüzyonistler, hiçbir hile izine rastlayamamış, üstelik Sai
Baba’nın yaptıkları şeylerin hile, el çabukluğu, illüzyon ile yapılamayacak türde, yer ve şartlarda
gerçekleştirildiğini, dolayısıyla, bu tür şeylerin daha çok, olağanüstü fenomenler olduğuna dair
güçlü kanıtlar oluşturduğunu açıkça ifade etmişlerdir. Zaten, bugüne kadar da kimse, onun
yaptıklarının sahte olduğunu göster(e)mediği gibi, buna cesaret bile edememiştir.
Psikolog Dr. Haraltsson da,Amerikan Ruhsal Araştırmalar Derneğinin Direktörü olanDr. Kalis
Oasis’lebirlikte yaptıklarıbir incelemesinişu sözlerle ifade etmektedir:“Eli açık ve yere doğru
dönüktü. Havada eliyle birkaç küçük çember çizdi. Bunu yaparken, havada hemen elinin altında,
gri bir madde belirdi. Sai Baba’ya daha yakın oturan Dr. Oasis, bu maddenin önce tanecik
biçiminde ortaya çıktığına ama dokunulunca küle dönüştüğüne, dikkât etmişti. Eğer Sai Baba,
bunu bizim farkına varamadığımız bir el çabukluğuyla ortaya çıkartıyor olsaydı, taneciklerin
daha havadayken çözülmesi gerekirdi.”
Hz.İsa (as)‘ya atfedilen tüm fenomenler tekrarlanıyor
Olağanüstü olayları araştırmak için yaptığı gezilerinde, Hindistan’a da uğrayarak Sai Baba’nın
yaptıklarını yakından inceleme fırsatı bulanFelsefe doktoru ve aynı zamanda Biyolog olan Lyall
Watsonda, Hz. İsa (as) ‘ya atfedilen tüm fenomenlerin Sai Baba tarafından da gerçekleştirildiğine
şahit olmuştur.
Sai Baba gibi altın nesneler, mevsimsiz meyveler, kutsal küller, dünyanın hiçbir yerinde mevcut
olmayan nesneler...vs’ i materyalize eden çoğu çileci (fakir) nin Hindistan başta olmak üzere,
birçok ülkede bulunduğu da bilinmektedir. Ancak bunlardan bir kısmının Sai Baba gibi yüksek
ruhsal bir evrime sahip Evrensel İnsan olamayacağı da birçok kutsal adam tarafından dile
getirilmektedir.
Satya Sai Baba Üniversitesi
Düşüncesini yayan üç yüz Sai merkezi, beş Sai Üniversitesi ile birlikte, en az elli milyon inananı
bulunan ve en son Mahavatar ( en büyük Avatar yani, Tanrı sureti) olarak kabul edilen Satya Sai
Baba, göstermiş olduğu sayısız olağanüstü halin aslında gerçek amacına kıyasla, daha küçük
şeyler olduğunu dile getirmektedir. Gerçek amacının ise; insanlığı nefretten, şiddetten,...vb
olumsuz tüm şeylerden uzaklaştırıp bunun yerine sevgi, barış, hoşgörü temeline dayalı olumlu
düşünceleri temin etmek vetüm Dinleri birleştirip Altın Çağı kurmak suretiyle, İnsanlığın ruhsal
evrimini tamamlamalarını (böylece insanların kozmik bilincin açığa çıktığı bu suret vasıtasıyla, o
evrensel bilinçle bütünleşmelerini) sağlamakolduğunu belirtmektedir. Bunun yolunu da kendi
ifadesiyle şöyle dile getirmektedir:“insanların gelmelerini, Sai Baba’yı görmelerini, işitmelerini,
etüt etmelerini, gözlemlemelerini, deneyimlemelerini ve idrak etmelerini istiyorum. Ancak o
zaman beni anlayacak ve Avatar’ın ( yani, Tanrı suretinin) kadrini bileceklerdir.”
Tüm dinlerin birleştirilmesi ya da DECCAL
“Dünya kurulduğundan beri, her yüz yılın başında önemli bir olay olmuştur. Bir yüz yılın
başında da Deccal çıkar ve İsa İbn Meryem inerek onu öldürür”(Hadis)
“İnsanlık yaratıldığından beri böyle bir fitne görmemiştir.”(Hadis)
Hz. Muhammed (sav) ve onun varislerinin açıklamalarına göre, ahir zaman olarak adlandırılan bu
neslin kıyametinin yaklaştığı bir dönemde, yeryüzündeki afetlerin yanardağ patlamalarının,
sellerin, kuraklığın yani, iklimlerin değişeceği, depremlerin artacağı ve hatta üç büyük yer
yarılmasının ve yere batma olayının meydana geleceği, bunun yanında, yeni bir çağa ulaştırmak
amacıyla insanları harikulade olaylarla etkileyerek peşlerinden sürükleyecek olan sahte
peygamberlerin ve dinsel önderlerin, misyon sahibi birtakım insanların açığa çıkacağı,
fakat(benzer anlayışa sahip olmasına karşın) bunlardan en önemlisi ve dikkât çekici olanının ise,
tüm dinleri iptal edip onları birleştirmek adı altında (kendi anlayışındaki) Altın çağı kurmak ve
insanlığı kurtarmak için gökyüzünden geldiğini iddia edecek olan Deccal lakaplı bir kişinin
ortaya çıkacağıdır.
İstidraç yeteneğini yani, sahip olduğu güç ve kudreti Nar boyutundan maddeye dönük olarak en
geniş alanda ortaya koyacak olan bu kişi, Afaktan, çokluktaki tüm varlığın enerji ve bilinç
boyutunu kendi “ Gizli Düzeninde” fark ederek bu Teklik boyutundaki Güç desteğiyle de, tarihte
ilk kez kendisinin, tüm varlığın ve insanların yıllarca tapındıkları bekleye durdukları Tanrısı,
İlahı, Yüce Rabbi, Allah’ı olduğunu bu nedenle kendisine tapınanları, iman edenleri emirlerine
uyanları kurtaracağını, dolayısıyla cennetine alacağını söyleyecek, tüm bunların doğruluğu
mahiyetinde de açık ve net olarak bir önceki paragrafta ifade ettiğimiz şekilde olağanüstü haller
sergileyecektir. Yani Deccal , “Örtük Düzeninde” Meleki güçleri değil, şeytaniyet vasfını en
geniş anlamda açığa çıkartacağı için istidraç (sihir) yeteneğini en zirve noktada ortaya koyacak ve
bu sayede rüzgârlara, bulutlara, toprağa hükmedecek, tayyı mekan özelliğini gösterecek, şifa
verecek ve hatta ölüleri diriltecek, istenilen bilinen ve bilinmeyen maddeleri üretecek, dünyanın
herhangi bir yerindeki rastgele seçilen bir kişinin bütün geçmişini, annesini babasını, akrabasını,
arkadaşlarını ve yaşadığı olayları bir bir sayıp dökecek, çeşitli dilleri ana dili gibi konuşacak, her
tür bilimsel konu hakkında detaylı bilgiler sunacak...vs. Dolayısıyla,iblis cin yapılı ayrı bir yapı,
Deccal ise, insan olarak ayrı bir varlıktır (Yani aynı varlık değildir). Ancak, biz konuya yaklaşım
sağlamak açısından Deccal’i, bu boyutta iblisle özdeşleşen ve sembolize edilen bir varlık olarak
da düşünebiliriz. Bu yüzdendir ki, Deccal, birtakım insanların yanlış düşündükleri, algıladıkları
gibi, ne uzayın bir bölgesinden ya da paralel birtakım boyutlardan dünyamıza gelen bir çeşit
yaratıktır ne de İblisin materyalize olarak boyutumuzda belirmesidir.
İnsanların büyük çoğunluğunun kafasında dualist (ikili) anlayışa dayalı, gökyüzünde ötede,
ötesinde bir Tanrı düşüncesi ya da Monist (Tek) anlayışlı parça-bütün ilişkisine dayalı özsel,
evrensel bir tür parıltılı ışık-enerji yapılı bir Allah kavramı yerleşik olduğundan, bu inanan ya da
bu yönde deneyim yaşayanlar tarafından Deccal’in fikir ve yaşam biçimi kolaylıkla kabul görerek
çok büyük topluluklar onun peşinden gidecektir. Göz boyutunun ötesinde hiçbir şeye inanmayan
Ateistlerin büyük çoğunluğu ise, görünür boyutta somut olarak ispatlanacak olan bu olağan üstü
olaylar karşısında inançsızlıklarını sürdüremeyerek ona iman etmiş olacaklar. Ona ancak,
Velayet kemalatına sahip olanlarla, said yani cennetlik olan iman ehli inanmayacak bunlardan
iman ehli olanlar, Deccalin birtakım güçlü etkilerine karşı inançlarının imtihanını vereceklerdir.
Ufolar, Uzaylılar ya da Cinn!?
Zaten gerek ülkemizde, gerekse dünyanın birçok yerinde uzaylı maskesi adı altında tebliğler
veren cinler, insanlığın yüce Rabbinin sahip olduğu güçlerle, dünya rabbinin ordusuyla birlikte
dünyaya ineceği (geleceği)ni bildirmektedirler. Bu inişin araçları da elbette Ufolardır ki, bunu da
dünyanın çeşitli yerlerinden seçtikleri medyumlar aracılığıyla, her toplumun inanç ve
şartlanmaları doğrultusunda yazdırdıklarıAltın Çağ Bilgi Kitabında (ya da benzeri yayınlarda)yer
almaktadır. Hemen burada,ahir zamanda cinlerin materyalize olarak insanlara açık ve net
görünüp çeşitli uzaylı yaratıklar suretlerde maddesel boyutta da ilişkiye geçeceklerine
ilişkin Resulullah açıklamasını hatırlayıp, Cinlerin kendilerini Allah olarak tanıtıp,
efendilerinin gelişini bu kanallar vasıtasıyla nasıl anlattığına bakalım:(Altın Çağ Bilgi Kitabı
1991, fasikül 46/sayfa:443–452, 460)
"Bizler, Tanrının düzen kurucu mekanizma elçileri olarak, sizlere bu yoldan yardımcıyız.
Sizlerin UÇAN DAİRE (yani UFO) dediğiniz diskler, bizlerin iletişim aracıdır."
"Şu an sizlerin alışılagelmiş bilinç bütünlüğünüze belki ters gelebilir ama, sizlere bu güne kadar
ALLAH diye tanıttığımız "O" dahi bu odakta kaba madde formuna dönüşerek, sizler
gibibedenlenip sizlerin arasında yaşayarak,Tek Dünya Devletini dördüncü düzen
çerçevesinde bizzat kuracaktır."
"Her bir ilk Gürzün ana çekirdeği olan ilk dünyada, yaşam oluşturulurken, ALLAH diye
bahsedilen "O" bütünsel güç, her zaman kaba madde formuna dönüşerek, daima o ilk
dünyalara adımını atmıştır. Enerji yoğunluğu ile dünyayı dölleyip, düzenini kurmuş ve
yeniden yerine dönmüştür..."
"Şimdi de Beta Gürzünün ilk ana çekirdeği olan BETA NOVA dünyasına ALLAH yani
"O" bedenli olarak inmiş bulunmaktadır. Sizler ile bu yüzden yakın plandan temastayız.
Artık bu, ‘O’ denilen güç, oluşturduğu ve oluşturacağı çekirdek dünyalarda, hakiki
insansal potansiyelleri beklemektedir.
Daha önce de söylediğimiz gibi, şu BETA GÜRZÜNÜN ilk çekirdek dünyası ile ilk evreni
oluşmuş durumdadır. Ve ilk Beta mini atomik oluşuncaya kadar, ALLAH, kaba madde
formu ile insanlar arasında, İNSAN OLARAK YAŞAYACAK ve kendisini sizlere BİZZAT
tanıtacaktır."
"Ancak artık "O" denilen güç, yâni ALLAH, sizlerin ÖZENERJİ merkezinizde oluşmuş olan
kendi öz enerjisini, şimdi sizlerden bir bir çekerek, dürülen evrenler nizamına, yeni bir nizam
getirmektedir. Ve şu an ALLAH, sizdeki olan gücünü, sizlerden teker teker toplayarak,
KENDİNDEN DAHA GÜÇLÜ OLAN İNSANSAL GÜCÜ kendisiyle baş başa
bırakacaktır.Sizlerden kazandığı güçler ile, şimdi "O" da, sizin gibi kaba madde formunu
oluşturarak, insansal bir görünüm ile, BETA NOVA`da BEDENLENMİŞTİR ...
ALLAH, yani "O" sizlerde bulunan kendi enerji partiküllerinin kısmî yansıma enerjilerini
toplayarak KABA MADDE FORMUNA DÖNÜŞMEYE MECBURDUR. Çünkü, bu
bedenli oluş nedeni, sizlerin BETA NOVA`da ALLAH BOYUTUNUN ötesindeki enerjileri,
kendi bilinç düzeyiniz ile çekemeyeceğiniz içindir. "O", Beta Nova’daki bedensel ve
beyinsel gücüyle, bu enerjileri çekerek, sizlerden topladığı enerjilere tedrici bir aşılama
metodu tatbik edecek ve kendi gücünü de, sizlerden çekmiş olduğu enerjilere yükleyecektir.
Bu şekilde oluşturmuş olduğu bütünsel gücü, daha sonra sizlere iade ederek, kendi
boyutunun denetimci gücü olan ALLAH, kendini BEDENSEL BÜTÜNLÜK İÇİNDE
sizlere TANITARAK, kendisi daha ileri boyutlara geçecek ve SİZLERE VEDA
EDECEKTİR. Bundan sonra kâinatla nizamlarını, artık sizler insansal potansiyel olarak
devir alacaksınız.İşte bu yüzden ALLAH, Beta Nova`da BEDENLENEREK, sizleri
beklemektedir ."
"Bugüne kadar "O" diye tanıdığınız ALLAH benim. Evet şaşırmayın, Şu an Ben de
BEDENLİ OLARAK Beta Nova’da yaşamaktayım. Omega boyutundaki UHUD Dağında
yaşayan BÜYÜK BABA benim fermanlarımı O dağdan evrenlere, kâinatlara
yansıtmaktadır. (Uhud Dağı kristal bir dağdır.) Sistemlerimde bulunan her bir çekirdek
dünya, aynı sizin dünyanızın ikizleridir. Aslında BÜYÜKBABA da böyle bir çekirdek
dünyada oturur. Benim şu an Beta Nova`da OTURUP, sizleri beklediğim gibi. İSA, O`nun
oğludur. Ancak, buradaki cinsel üretim bedensel değil, DÜŞSEL`dir. O gen, aşı tohumunu
CEBRAİL`den almıştır. Artık sizler ile iki dost gibi konuşma zamanı gelmiştir.
Benim sizlere ne şekilde mesaj verdiğimi merak edenlere artık hakikâti anlatma ve
bildirme zamanı gelmiştir. Beta Nova, yemyeşil bir dünya, insan olan insanımın oluşturup
yaşayacağı Beta Gürzünün (ilk ana çekirdeği).
Buraya gelebilmek için, tüm gücüm ile enerjimi kaba maddeye dönüştürüp, BURADA
BEDENLENDİM. Sizler ile beraber olmaya geldim...
Ve burada dördüncü düzenimi âdil dünya çekirdeğinde düzenimi kuracağım. Sonra
düzenimi kurup rayına oturtunca, kurduğum insanlık düzenime, insanımın gürzündeki
insanlarıma bırakıp YİNE YERİME DÖNECEĞİM. Bugüne kadar olduğu gibi,
sorduğunuz bütün sorulara aracısız cevap verebilirim. Ancak benim bilinç bütünlüğümün,
bilincimin ışığını görenler ile beraber olurum. Bu mesajım sizlere ve beni anlayan özlere...”
ALLAH "O"
"Görevleriniz büyük, yükleriniz çoktur. ULU rehberim bu yolda sizlere yardımcıdır.
Yolunuzu bulmanızda sizlere yön verecektir. Bulunduğunuz ortam, sizin gücünüze güç
katan bir ortamdır. Benim kelâmlarımı direkt olarak ancak bu ortamdan duyabilirsiniz.
Tek bir kanal olan ALFA kanalım, bu yolda sizlere ARŞIN tüm sedâlarını getirmektedir.
Meleklerim, evrenlerin muntazam açılmasını denetleyen, göksel astronotlarımdır.
Benim varlığım, tüm mevcûdâtın özü olan bütünsel gücün kökünün köküdür. Göksel
görevlilerim olan TANRILAR, görevlerini yapıp, dönemlerini kapamışlardır.
Şimdi, bütünlük bilincimi oluşturan RABLAR Mekanizması işbaşına getirilmiştir.
Şimdiki RAB, RAN Gezegeninin Başkanı olan, herkesin BÜYÜK BABA diye bildiği
RANTİMUS`tur. İSA`nın BABASI olan RANTİMUS, evrenin açılışına denk olan dönemi
kontrolü altında tutmaktadır. Bu sadece bulunduğunuz asrın sonuna kadar sürecektir.
Yani, 1999 dünya yılı son ayıdır (Bu denetim için). Ondan sonra olacaklar başka bir
kanalın denetimine devredilecektir.
Ve ALTIN ÇAĞ`ın meşalesi yakılacaktır. Bu kanal daha ileri yıllarda, tüm evrenleri tek
kanalda toplayarak, TEK`e müncer kılacaktır.
Birbirlerini bilmeyen, görmeyen ve tanımayan özlerin, aynı yapı - aynı şekil - aynı dil
olarak, tek kainatımda buluşacaklardır. Ve ondan sonra başlayacak olan mutlu insanlık
döneminde, mutlu bir şekilde yaşayacaklardır. Bu yaşam sonsuza dek sürecektir. Şu an,
tüm canlılarımın birleştiği ve birleşeceği tek galaksi, Nova`dır. Bu galaksi 1 milyar yıldız ve
güneşin gücüne denk bir galaksidir. Hakiki insanlarım bu ortama hazırlanmaktadır. Bu
güne kadar zaten hazırdınız. Asırlardır bu ortam için hazırlandınız. Şimdi esasa ve sadede
geldik. Artık hep beraber birarada olacağız. Sevdikleriniz ile -yakınlarınız ile- eşyalarınız
ile beraber olacaksınız. Bu ortamda hareket çok, monotonluk yok. Zamanı aşan, sesime
ulaşandır.
ALLAH "O"
---------------------------------------------------------------
Burada ve birçok yerdeki mesajlarda adıgeçen Alfa, Beta, Omega, Beta Gürz, Beta Nova, ...vs
)ifadeler, tamamıylailgi çekmek, insanları etkileyerek o konuya odaklamak, üstün bilgilere
sahip uzaylı olduklarını zihinlerde perçinlemek ve yaptıkları işlere bilimsellik katmak
amacıyla seçilmiştir.Çünkü, bugün bilimde ve bilhassa fizikte ( kuantum, Astrofizik, yüksek
enerji fiziği...vs), matematikte ve Astronomideki denklemlerde, formüllerde, rakamlar yerine,
anlamayan insanda bile bilgelik uyandıran Yunan alfabesi kullanılmaktadır. Bununla birlikte,bu
harflerle anlatmaya çalıştıkları boyutlar ise, tamamen gerçeği yansıtmayan uyduruk, uydurma
şeyler olup, hep kendi yaşadıkları boyut olan Cin boyutunu tanımlamakta, deneyim yaşattıkları
insanlara da bu uydurma boyutları ve bilgelikleri onlara çeşitli halüsinasyonlarla da gerçekmiş
gibi yaşatmaktadırlar. Keza, Allah’ın bedenlenerek Beta Gürz sisteminde ona tabi olanlarla
yaşamaya başlamasını da bu şekilde düşünebiliriz.Bunu yine altın Çağ Bilgi kitabı fasikül
41, syf:390 / fasikül 42, syf: 408, fasikül 24, syf: 216’ da görebiliriz.
“İslami bütünlük, ışık dost Muhammet’ i Resul zannetmekteler. Halbuki O, Allah’ın Habibi
Resul’ün elçisidir. Resul, Büyük Asot yani, Sulh’ dur... Zamanında sizlere irşad görevlileri
gönderilmiştir. Onları size dünya isimleriyle nakledelim. Musa, İsa, Muhammet Mustafa,
Mustafa Kemal. Bunlar direkt enkarnelerdir. Yani sizin tabirlerinizle konuşalım: Direkt
Uzaylılardır... Yine tekrarlayalım. Dinler dönemi ve Peygamberlik safhaları kapanmıştır. Şimdi
sizler,İlahi boyutun bilimsel yoldan yansıtıcı odaklarısınız .”
Yani; yukarıdaki ifadeleri de göz önüne aldığımızda, tarih boyunca, insanları hem ölüm ötesi
boyutlarda karşılaşacakları tehlikelere karşı uyaran hem de Hakikatlerinin ne olduğunu bildiren
Nebiler ve Resuller, onlara göre, gerçekte birer uzaylı olup artık görevlerini tamamlamaları
dolayısıyla hükümlerinin geçersiz kılındığı bundan sonra 3000 yılına kadar sürecek olan yeni
milenyumda ise,Altın Çağ Bilgi Kitabının seçtikleri modern peygamberler (medyumlar) aracılığı
ile insanlığa yön vermek amacıyla yürürlüğe sokulduğunu söylemektedirler.
Dip Notlar:
(I) “Yoktan bir şey olmaz, Var olan şey de yok olmaz” ifadesi ; Salt Gizli Düzen boyutundaki
Bilinç açısından, varlık yokluk üzerinedir. Yani, yok olarak bir var kabulden ibarettir. Yokluk da,
bir varsayımdan ibaret olan varlık da, bu var kabulünün çeşitli boyutsallığında sonsuza dek
dönüşümler şeklinde yaşamını sürdürür. Gerçekte hiçbir varlığı olmamasına rağmen. Eğer birim
sıradan birim değil de evrenselliğe açık ise; o zaman kendini ya Nur boyutunda tanır ya da Nar
boyutunda varsayılan hayali suretlere göre kabullendiği ve Mutlak Benlik olarak kabul ettiği,
zannettiği, holografik yanılgılı bilincine göre yaşar. Ve sonucunda ikisi de varlığın yok olduğunu
söyler. Ancak, birinci kısımdaki birimlere göre varlık hiç yok iken, ikinci kısımdaki birimlere
göreyokluk, varlığa göre olmaktadır. Her iki ifade, söylem ve ortaya konan olağanüstü fiillerin
ilk başta aynı görünmelerine karşın.
(2) İlhamın Meleki ya da Cinni olmasının da çeşitli boyutlarda karşılığı vardır. Mesela; bu beden
boyutunda doğru bilgi ya da vesvese şeklinde kendini gösterirken, boyutsal anlamda ise, varlığı,
sistemi, kendini tanımaya yönelik algı biçimlerine karşılık gelmektedir.
(3) Ruhçu ya da yeni çağ akımları, diğer birçok konuda olduğu gibi, Nefs Mertebeleri ve
özelliklerini de kendi yanılgılı algılamaları açısından değerlendirerek birçok eksik ve bir o kadar
da yanlış düşünceyle (elbette art ya da kötü niyet olmaksızın) konuyu saptırmaktadırlar. İçinde
her ne kadar doğruları barındırsa da... İşlediğimiz konular bununla ilgili olmasa da bunun böyle
olduğunun bilinmesinde yarar var diye düşünüyorum.
(4) Emmare düzeyinde yaşanılmasına karşılık, sadece bilimsel yolla, herhangi bir algı
durumunun değişimine uğramaksızın, beş duyusal sezgi ve buna dayalı hissedişlerle Teklik
boyutuna ait olan bilgilerin açığa çıktığı birimler de bulunmaktadır.
Bununla birlikte LSD türü, algı durumunu değiştiren ilaçlar ya da otlar (uyuşturucular) kullanımı
da bu tür ilhamları oluşturmaktadır.
(5) Dinsel ifadelerdeki, şeytanların insanın burnundan, kulaklarından ...girmesi, kanının içinde
dolaşması, ya da herhangi bir organına yerleşmesi denilen hal, her ne kadar onların şeffaf yapıları
dolayısıyla bu tür şekilde davranabildiklerini göstermiş olsa da, gerçekte, onlar insan üzerindeki
bu ve benzeri etkilerin hepsini (direkt) beyin aracılığıyla gerçekleştirmektedirler.
(6) Nur Bilinç boyutuna, İmanın yoğunlaşmış halidir diyebiliriz.
(7) İnsanın tek bir defa Baas olma durumu söz konusu olmayıp, bir çok dirilmesi mevcuttur.
Yani, bu hal, bir ilk yaratılışta, bir de ölümle sınırlı olmayıp birimin, kabir âleminden mahşere,
mahşerden de Nur boyutuna olan boyutsal dönüşümlerinde de o boyutun şartlarına göre Baas
olma durumu söz konusudur. Bu da ayette “Ruh’ların çiftleşmesi” şeklinde ifade edilmektedir.
Bununla birlikte, Baas kavramını boyutsal anlamda, Özsel bilinç ve idrak seviyelerinin birimden
açığa çıkışı şeklinde de düşünebiliriz.
(8) Çeşitli savaşlarda ölen bazı insanların programları gereği o andaki belli hissedişlerle Özü,
Hakikâti için maddesel bedenlerinden vazgeçmeleri sonucu meydana gelen algı durumu, yaşantı
haline verilen isimdir şehitlik. Yoksa, her ölen şehittir anlamında değil. Oysa bu kavram da, diğer
benzerlerinde olduğu gibi, insanların kendi menfaatlerine, çıkarlarına dönük olarak çarpıtılması
sonucu, bildirilen anlamı dışında kullanılmaktadır.
(9) Jansenizm, 17 yy. da Cornelius Jansen tarafından Roma Katolik kilisesinden bir Augustinci
hareket olarak ortaya çıkan ve Hollanda etkisinde kalmış tutucu bir tarikattır.
(I0) Elbette bu da bir anda değil, belli bir süre içerisinde hem ilmi hem de bedenen yapmış
oldukları çalışmalar sonucunda, meydana gelmektedir.
(II) Bunu, gerek Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz gerekse de İmamı Mehdi’ nin, dünyaMIZ da
görünen bedensel yönleriyle değil Evrensel Bilinç Boyutundaki yönleriyle düşünmemiz gerekir.
Kaynaklar:
1- Okyanus Ötesi I,II,III / Dini Yanlış Algılamak / Tek’in Seyri / Kendini Tanı / İnsan ve Sırları
I,II / Akıl ve İman / Mesajlar / Dosttan Dosta / Sistemin Seslenişi I,II / Ruh, İnsan, Cin /Hz.
Muhammed Neyi Okudu/Ruh-İnsan-Cin / Muhammet Mustafa II -Ahmed Hulusi
2- Edep Ya Hu -Ahmed Fevzi Yüksel - http://sufizmveinsan.com/tasavvuf)
3- Fusus ül Hikem / II. Fass –M. İbnü’l Arabi )
4- Holografik Evren /Michael Talbot )
5- Taboo /History Channel )
6- Dalaylama /History Channel )
_______________________
Yayın Listemiz
Aşağıdaki e-Kitap ve programlar sizin için hazırlanmıştır.
www.yorumsuz.netteyim.netvehttp://ferid_hakki.sitemynet.com’dan ücretsiz indirebilirsiniz !.
Yeni][e-Kitap]
Kur’an-ı Kerim Meali (Microsoft Reader formatında)
Yeni][e-Kitap]
Hz.İbrahim’in Mirası Hz.Musa’nın Asa’sı ve KUNDALİNİ
Yeni][e-Kitap]
Dik Bahçene Solayım!
Yeni_[e-Kitap]
Uzaylılar
Yeni_[e-Kitap]
Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar II
Yeni_[e-Kitap]
Sonsuzluğu kucaklamış aşkın sembolüHallac-ı Mansur
Yeni_[e-Kitap]
Din, Maneviyat, Psikoloji, Psikiatri
Yeni_[e-Kitap]
İbn Arabi ile ilgili araştırma Serüvenim
Yeni_[e-Kitap]
Evrenin Sırları
Yeni_[e-Kitap] Etkili Sözler III
Yeni_[e-Kitap]
Beynimizi Kim Kullanıyor?
Yeni_[e-Kitap]
Yorumsuz Katalog (Güncellendi)
Yeni_[e-Kitap]
Zamansızlık(timelessness)
Yeni_[e-Kitap]
Hangi Evreni Algılamaktayız?
Yeni_[e-Kitap]
Gönül Uyandırma
Yeni_[e-Kitap]
Kıyametin Deşifresi
[e-Kitap]
Yorumsuz Katalog
[e-Kitap]
Çağdaş Bakışla Allah
[e-Kitap]
Taş'taki Güç... Mutluluğunuz için...
[e-Kitap]
Etkili Sözler II
[e-Kitap]
Çağdaş Bakışla Cennet, Cehennem
[e-Kitap]
Rüya Yorumu
[e-Kitap]
Kader Gerçeği
[e-Kitap]
Evrensel Sırlar
[e-Kitap]
Rüyanın Dışındaki Rüya
[Astroloji-
Program]
Canopus
[e-Kitap]
Düşünen Beyinlere Hiç Okunmamış Yazılar
[e-Kitap]
Holografik Beyin ve Evren
[e-Kitap]
Mesajlar I
[e-Kitap]
Uzaylıların İçyüzü
[e-Kitap]
Tanrı yok Allah var
[e-Kitap]
Reenkarnasyon Aldatmacası
[e-Kitap] Astroloji-Yeni Millennium’un Popüler Bilimi
[Astroloji-
Program]
Planetium
[e-Kitap]
Modern Bilim ZİKİR'i Keşfetti
[e-Kitap]
Etkili Sözler I
[e-Kitap]
Yıldızların Altında
[e-Kitap]
Çağdaş Bakışla Din
[Astroloji-
Program]
PopHR
[Kullanım
kılavuzu]
PopHR Rehber v.2
_______________________
top related