anemİ · 2020-01-15 · anemi, tedavi altındaki demir eksikliği anemisi, folat eksikliği ve...
TRANSCRIPT
1
ANEMİ
Tanım ve sınıflandırma:
Dolaşım kanında alyuvar sayısının veya alyuvarlarda bulunan hemoglobin miktarının azalmasına ya
da her ikisinin birden normal değerlerin altına düşmesine ANEMİ denir.
Anemilerin sınıflandırılması birçok kritere göre yapılabilmektedir:
Anemiler;
Etiyolojik olarak: Hemorajik, paraziter, enfeksiyöz, toksik, beslenme kökenli vb,
Fizyopatolojik olarak: plastik, hipoplastik ve aplastik,
Morfolojik olarak: makrositer, normositer, mikrositer,
Biyokimyasal olarak: hiperkromik, normokromik, hipokromik şeklinde sınıflandırılabilir.
Daha geniş bir sınıflandırma ise;
I) Normokrom anemiler: Bu tip anemilerde MCV ve MCHC değerleri normaldir.
A) Plastik anemiler (rejeneratif): hemolitik olarak retikulositoz önemlidir. At dışındaki
hayvanlarda çok sayıda bazofil ya da polikromatofil eritroblastlar, “Howell Jolly cisimcikleri”
görülür.
1. Kanama sonrası oluşan anemiler: Akut olanlar büyük damarların yırtılması sonucu oluşurken,
kronik olanlar az miktarda, uzun süreli kanamalar sonucunda oluşur.
- Postoperatif veya travma sonrası durumlar
- Gastrointestinal lezyonlar (ülser, enteritis vb)
- Asıl hematüriler
- Parazit enfestasyonları (iç ve dış)
- Kanserojen kanamalar
- C vitamini yetersizliği
- Pıhtılaşma bozuklukları
- Dikumarol ve eğreltiotu zehirlenmeleri
- Yağı trikloretilen ile çıkarılmış soya fasülyesi küspeleri ile besleme
- K vitamini yetersizliği
- Protrombin yetersizliği (karaciğer yetersizliklerinde)
2. Hemolitik anemiler: Eritrositlerin hücre zarlarının zarar görerek parçalanması (hemoliz) ve yok
olması sonucunda ortaya çıkar. Diğer bir deyişle, eritrositlerin yıkım hızının artması ve ortalama
120 gün olan yaşam sürelerinin kısalması sonucunda oluşan anemilere hemolitik anemi
denmektedir. Hemolitik anemilerde retikülositoz vardır, yani kemik iliği aktiftir. Hemolitik
anemlilerde de MCV ve RDW yüksektir. Hemoliz bulgusu olarak; haptoglobulin azalmış, serbest
2
bilurubin artmış ve LDH yükselmiştir. Ayrıca idrarda hemoglobin ve hemosiderin pozitif olabilir.
a) Paraziter veya enfeksiyöz kökenli olanlar
- Piroplazmosis (sığır, koyun, köpeklerde)
- Babesioz, anaplazmoz ve theilerioz (sığırlarda)
- Hemobartonelloz (kedilerin enfeksiyöz anemisi)
- Koyun eritrozoonozu
- Leptospirozis
- Sığırların basiller hemoglobinürisi (Clostridium haemolyticum)
- Kuzuların enterotoksemisi (Welchii perfringens)
- Kangrenli meme yangısı (Micrococcus mastitis)
- Tek tırnaklıların enfeksiyöz anemisi
b) Toksik kökenli olanlar
- Bakır zehirlenmesi (koyun, domuz, danalarda)
- Kurşun tuzları ile zehirlenme
- Naftalin, benzol, fenol ile zehirlenmeler
- Fenotiazin ile zehirlenmeler (kuşlarda, atlarda, domuzlarda)
- Bitkisel zehirlenmeler (ricin, soğan, üzüm posası, lahana)
- Yılan ve akrep zehirleri
c) Değişik kökenli olanlar
- Domuz yavrularının ve tayların izoimmunizasyonu
- Katırların heteroimmunizasyonu
- Kan transfüzyonu şoku
- Kötü huylu tümörler ve lökosiz
B) Aplastik anemiler (nonrejeneratif):
1. Toksik kökenli olanlar
- İrradiasyon
- Eğreltiotu ile zehirlenme
- Yağı trikloretilen ile çıkarılmış soya fasülyesi küspeleri ile besleme
- Sulfonamitlere ve kloramfenikole duyarlılık
2. Metabolik, paraziter, enfeksiyöz kökenli olanlar
- Kronik hastalık anemisi
- Bazı parazit enfestasyonları (sığır ve koyunların trikostrongilosis’i)
- kanserler ve lökosizler
- Köpeklerde üremiye neden olöan nefritler
- Hipotiroidizm
3
II) Hiperkrom anemiler: bu tip anemilerde makrositoz ile birlikte anizositozis, trombositopeni,
lökopeni de görülür.
- Sığırların B12 vitamini veya kobalt yetersizliği
- Folik asit veya nikotinik asit yetersizliği
III) Hipokrom anemiler: bu tip anemilerde mikrositoz görülür.
- Demir yetersizliği anemisi (üçüncü haftaya doğru domuz yavrularının anemisi ve kuzu anemisi)
- Bakır yetersizliği anemisi (4-7 haftalık domuz yavrularının anemisi, dana ve köpeklerin anemisi)
- Piridoksin veya B6 vitamini yetersizliği
- Protein yetersizliği (domuz yavrularında görülebilen anemi)
Veteriner hekim;
• Anemiye yol açan nedeni araştırmalıdır.
• Anemi nedenini aydınlatmadan körlemesine demir, folik asit ve B12 vitamini ya da kan
transfüzyonu uygulaması yanlıştır.
• Bu yola başvuran hekim bazen kısa bir süre için yüz güldürücü sonuçlar alabilse de, uzun
vadede başarısızlığa mahkûm olacaktır.
• Anemili bir hastada ayrıntılı anamnez alınmalıdır.
• Sonra yapılması gereken ilk iş otomatik kan sayımı sonuçlarını değerlendirme olmalıdır.
Anemilerde Laboratuar yaklaşımı:
Anemi düşünülen hastada ilk yapılması gereken test Hemogram'dır. Günümüzde, otomatik kan
sayımı cihazları Hemoglobin (HGB), Hematokrit (HTC), Eritrosit sayısı (RBC), Eritrosit indeksleri
(MCV, MCH, MCHC, RDW), Trombosit sayısı (PLT), Lökosit sayısı (WBC) ve Lökosit Formülü'nü çok
kısa sürede ve büyük bir doğrulukla ölçebilmektedir. Anemilerin değerlendirilmesinde eritrosit
indekslerinin izlenmesi önemlidir, anlamları aşağıdaki şekilde tanımlanabilir;
RBC (Eritrosit Sayımı): En az 10.000 eritrosit sayılarak manuel sayıma oranla daha güvenilir
sonuçlara ulaşılır. Sayımların yanı sıra verilen histogramlar da yararlı olabilir. Örneğin RBC normal
dağılımının sol tarafında görülen bir tepecik skizositlerin varlığına işaret olabilir. Tersine RBC
histogramının sağında kuyruk tarafında bir kümelenme soğuk aglütinine bağlı eritrosit
aglütinasyonunu düşündürür. RBC histogramının tümüyle sola kayması mikrositoza, sağa kayması
da makrositoza işarettir. Bimodal RBC histogramı farklı morfolojili 2 eritrosit popülasyonuna, kan
transfüzyonu sonrasına veya mikrositer ya da makrositer anemide tedaviye yanıtın başladığına bir
4
işaret olabilir.
Hb (Hemoglobin): Siyanmethemoglobin yöntemi ile fotometrik olarak okunur. Kanda Hb miktarı
çoğunlukla g/dl olarak verilir. Normal değerleri hayvan türleri için değişmekle birlikte, köpekler için
12-18 g/dl’dir.
HCT (Hematokrit): Kan sayımı cihazlarında hematokrit ölçülmemekte, MCV ve eritrosit sayımından
faydalanarak hesaplanmaktadır. Değerler % olarak verilir. Mikrohematokrit santrifüj yöntemi ile
ölçülen hematokrit, kan sayımı cihazıyla bulunanlardan biraz daha düşüktür. Çünkü, santrifüje
edilen eritrosit sütunu ne denli hızlı çevrilse de bir miktar plazma içermektedir. Buna rağmen
mikrohematokrit santrifüj yöntemi, manuel yöntemler içinde en güvenilir olanıdır. Normal
değerleri hayvan türleri için değişmekle birlikte, köpekler için % 37-55’dir.
MCV (Mean Corpuscular Volume: Ortalama Eritrosit Hacmi): Direk olarak empedans veya ışık
saçılması yöntemiyle ölçülmektedir. Eritrositlerin ortalama hacimleri femtolitre (fl) olarak
gösterilir. Anemilerin sınıflandırılmasında kullanılan çok önemli bir parametredir. Normal değerleri
hayvan türleri için değişmekle birlikte, köpekler için, MCV; <60 fl ise eritrosit morfolojisi için
mikrositoz, 60-72 fl arasında ise normositoz, >72 fl ise makrositoz söz konusudur.
MCHC (Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration); Eritrosit hemoglobin konsantrasyonunun
yüzde olarak ifadesidir. Bir eritrosit büyüklüğü ne olursa olsun, hemoglobin konsantrasyonu % 30-
36 arasındadır. MCHC bu özelliği nedeni ile kan sayımı cihazlarında bir kontrol parametresi olarak
da kullanılır. MCHC sadece sferositoz'da % 36'dan büyük olabilir.
RDW (Red Cell Distribution Width: Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım
Genişliği): Eritrosit histogramlarından elde edilen istatiksel bir değerdir. Eritrositlerin
büyüklüklerine göre dağılım genişliğini göstermektedir. Başka bir deyişle anizositozun objektif bir
göstergesidir. RDW, eritrositlerin büyüklüklerinin dağılımını gösteren bir indekstir. RDW,
“Anisositoz” konusunda bilgi vermekte ve periferik yaymanın mikroskobik incelemesi dahi
eritrositlerin anormal alt gruplarının saptanmasında RDW kadar bilgi verici olamamaktadır. Normal
değerleri hayvan türleri için değişmekle birlikte, köpekler için % 12-16’dır. Bu parametrenin
artışının, nütrisyonel eksikliklere bağlı gelişen anemilerde ve özellikle de demir eksikliği anemisinde
ilk bulgu olduğuna dair yayınlar vardır.
Anemilerin ayırıcı tanısında ve sınıflandırılmasında MCV, MCHC ve RDW ölçümü büyük önem taşır.
Retikülosit Sayısı (RET); Retikülosit sayısı kemik iliğinin hemopoetik aktivitesi hakkında fikir verir.
Retikülosit yüzdesinden daha çok mutlak retikülosit sayısı önemlidir. Akut kanama, hemolitik
anemi, tedavi altındaki demir eksikliği anemisi, folat eksikliği ve pernisiyöz anemilerde yüksek
bulunabilir.
5
Periferik Kan Yayması;
Kan sayımı cihazları, eritrosit morfolojileri ve lökosit grupları ile ilgili bilgiler verse de, gerçek
değerlendirmenin mikroskobik inceleme ile yapılması gerekir. Mikroskobik inceleme sırasında,
eritrositlerin büyüklükleri (mikrositoz, makrositoz), çaplarındaki farklılıklar (anizositoz) ve
şekillerindeki farklılıklar (poikilositoz) değerlendirilir. Eritrosit morfolojilerindeki değişimler çeşitli
hastalıklarla ilgilidir ve tanı konulmasında yol gösterirler.
Anemi Ayırıcı Tanısı Açısından Eritrosit İndislerinin Yorumlanması
Her zaman olduğu gibi hastanın anemnezi ve kliniği kan sayım sonuçlarından daha kıymetlidir.
Hastanın anemi bulguları yoksa düşük hemoglobin, hematokrit ve diğer eritrosit paremetrelerinin
cihaz hatası veya başka bir hastaya ait olabileceğini muhakkak düşünmeliyiz. Bu durumun tam tersi
de olabilir. Anemisi ve kanaması olan bir hastada normal kan sayım sonuçları geldiğinde yine başka
bir hasta veya cihaz hatası olabileceğini aklımızdan çıkarmamamız gerekir.
Mukozalarında solgunluğu olan bir hastada sadece eritrosit ile ilgili paremetrelerde anormallik
varsa anemi sınıflamasında bize yol gösterici olan paremetre MCV’dir. MCV düşükse mikrositik,
normalse normositik, yüksekse makrositik anemileri düşünmeliyiz. Retikülosit sayısı normal olan
mikrositik anemilerde, demir eksikliği, kronik hastalık anemisi veya sideroblastik anemi
düşünülmelidir. Mikrositik anemi tanısında yararlanılan laboratuvar testleri; serum demiri, demir
bağlama kapasitesi, ferritin ve periferik kan yaymasıdır.
Hastanın MCV’si düşükse RDW’ye bakılması gerekir. Eğer RDW yüksekse demir eksikliği, RDW
normalse talasemi taşıyıcılığı olabilir. Kronik kan kaybına bağlı demir eksikliği anemisinde ılımlı
lökositoz ve trombositoz olabilir. Talasemi taşıyıcılığında hastanın RBC değeri daima yüksektir. Yine
MCV düşük, RDW normal ve MCHC artmış bir hastada herediter sferositoz olabilir. Anemisi ve MCV
yüksekliği olan bir hastada megaloblastik anemi olabilir. B12 ve folik asit eksikliğine bağlı
megaloblastik anemilerde lökopeni ve trombositopeni olabileceği hiç unutulmamalıdır. Genelikle
bu hastalar yanlışlıkla aplastik anemi, akut lösemi veya miyelodisplastik sendrom tanısı
alabilmektedirler.
6
Anemi tanı / ayırıcı tanılarında MCV ve RDW’nin beraber kullanılması:
MCV
RDW N.
MCV
RDW
MCV N.
RDW N.
MCV N.
RDW
MCV
RDW N.
MCV
RDW
Heterozigot
talasemi
Demir eksikliği
anemisi
Normal Bifenotipik anemi Aplastik
anemi
Folat eksikliği
Kronik
hastalık
S--talasemi Kronik hastalık Erken demir veya
folat eksikliği
anemisi
Prelösemik
durumlar
Vit B12
eksikliği
Hemoglobin H Kronik karaciğer
hastalığı
Anemik
hemoglobinopati
İmmun
hemoliz
Fragmentasyon Hemoglobinopati
taşıyıcılığı (S, C)
Miyelofibrozis,
Sideroblastik
anemi
Soğuk
agglutininler
Transfüzyon
Kemoterapi
Hemoraji
Herediter
siferositoz
7
Anemi tanıları için kullanılabilecek bir diyagram:
Anemi durumlarında başvurulan biyokimyasal parametreler:
Demir desteği ve depolarının incelenmesi:
Hemoglobin sentezi için geçerli demiri yansıtan laboratuar ölçümleri serum demiri, total demir
bağlama kapasitesi (TDBK) ve transferin satürasyon yüzdesidir. Transferrin satürasyon yüzdesi şu
formülden hesaplanır:
Transferrin satürasyon yüzdesi = Serum demiri/ TDBK x 100.
8
Total demir depolarının değerlendirilmesinde serum ferritini kullanılır. Ferritin aynı zamanda bir
akut faz reaktanıdır ve akut veya kronik inflamasyon varlığında temel düzeylerin defalarca üstüne
çıkar. Kural olarak serum ferritininin > 200 µg/L oluşu en azından doku depolarında bir miktar
demir varlığını gösterir. Depo demiri ferritin veya hemosiderin formundadır.
- Serum demir düzeyi: Serum demir düzeyi diurnal varyasyon gösterir ve en yüksek
düzeylerine sabah ulaşır. Serum demiri kolorimetrik veya RIA ile sabah açlık kanında
ölçülür. Multivitamin preparatları 24 saat içinde serum demirini yalancı olarak yükseltir.
Serum demiri, transfüzyon ile de yükseldiğinden multitransfüze hastalarda serum demiri
düzeyi yanıltıcı olabilir. Serum hemolizli olmamalıdır ve kan silikonize ya da propilen tüplere
alınmalıdır.
- Total demir bağlama kapasitesi: TDBK, demir eksikliği anemisi için en çok spesifik olandır
(%100), fakat sensitivitesi düşüktür (%30).
- Transferrin: Demir eksikliğinde transferrin artar, demir yüklenmesinde azalır. Ayrıca
transferrin negatif akut faz reaktanı olup inflamasyon, infeksiyon, malignansi, kronik
karaciğer hastalığı ve nefrotik sendromda düzeyi azalır. Gebelik ve oral kontraseptif
kullanımında ise transferrin düzeyi yalancı olarak artar. Steroid alanlarda ise yalancı olarak
düzeyi düşer.
- Ferritin: Demirin depo formunun solubl şeklidir, depo demiri ile serum ferritini arasında
lineer korelasyon vardır. Normal koşullar altında depo demirini yansıtmaktadır. Serum
ferritini RIA, EIA yöntemleri ile güvenilir olarak ölçülür ve serum ferritin düzeyinin 12
ng/ml'den düşük olması demir depolarının boş olduğunu gösterir. Ferritin'in demir
eksikliğinde düzeyi azalır, kronik hastalık anemisinde ise artar. 1 ng/ml ferritin, 8 ng depo
demirine eş değerdir. Serum ferritin düzeyi iki haftadan fazla demir tedavisi alınca ya da
kan transfüzyonu sonrası bakılırsa yalancı olarak normal ya da yüksek çıkabilir. Serum
ferritin düzeyine demir tedavisine başlamadan ya da demir tedavisi kesildikten en az bir
hafta sonra bakılmalıdır. Ferritin bir akut faz reaktanıdır ve inflamasyon, infeksiyon, uzun
süreli açlık, KBY, hematolojik malignansi varlığında düzeyi artar ve mevcut olan demir
eksikliğini maskeler. Bu tip durumlarda serum ferritin <100 ng/ml olsa dahi demir
eksikliğini gösterebilmektedir.
- Vitamin B12: B12 Vitamini anemi hastalığını önlemek için gereklidir, alyuvar üretiminde folik
asitin düzenlenmesine yardım eder ve demir kullanımına yardımcı olur. Doğru sindirim,
besinlerin alınması, protein sentezi, karbonhidrat ve yağ metabolizması için gereklidir. B12
vitamini, bir hidrojen alıcısı olarak koenzim görevi yapar ve çeşitli metabolizma faaliyetleri
9
yürütür. En önemli işlevi belki de gen kopyalanmasında koenzim olarak fonksiyon
göstermesidir. Bu sayede B12 vitaminin iki önemli görevi olduğu söylenebilir: büyümeyi ve
eritrositlerin oluşumunu hızlandırma. Bu vitaminin eksikliğinde yürüme bozukluğu, kronik
yorgunluk, depresyon, sindirim bozuklukları, baş dönmesi, uyku hali, karaciğer büyümesi,
göz bozuklukları, halüsinasyonlar, baş ağrıları, dil enfeksiyonu, huzursuzluk, zor nefes alma,
hafıza kaybı, sinirsel bozulmalar, kalp çarpıntısı, kansızlık, kulaklarda çınlama, omurilik
yıpranması gibi rahatsızlıklar görülebilir. Vitamin B12 eksikliği çoğu kez kalın sinir liflerinin
miyelin kaybıdır. Bunun bir sonucu olarak birçok insanda dış duyu kaybı fazladır ve şiddetli
vakalarda felç olması bile olasıdır. Tek midelilere sadece bitkisel rasyonlar verildiğinde,
gevişenlerin ise rasyonlarında kobalt bulunmadığında, hayvanlar bu vitamini
sentezleyemezler, bu durumda hayvanlmarda alimenter yetmezlik ortaya çıkar. Bunun
sonucunda alyuvar tablosunda değişme (hipoplastik, normositer, normokromik anemi,
anizositozis, poikilositozis) görülür. Bu vitaminin bağırsaklardan emilebilmesi için mideden
salınan “İntrinsik faktör”e ihtiyaç vardır.
- Folik asit: Eksikliği sonucu megaloblastik kansızlık meydana getirir. Bu eksikliğin başlıca
sebebi protein-kalori eksikliğine dayanmaktadır. Bazı antibiyotikler (mesela Trimetoprim +
Sulfamid kombinonyonları) bu vitamini yok edebilmektedir. Bu vitamin, ince barsak
epitelinde bulunan bir karbonksipeptidaz enziminin yardımıyla, besinlerde bulunan
poliglutamil şeklindeki folatlar parçalanarak serbest folat şeklinde ince barsakların üst
kısımlarından emilir. Bu arada bazı değişikliğe uğrayarak kanda metil tetrahidrofolat
şeklinde bulunur. Karaciğerde de bu şekilde depo edilir. Bazı amino asitlerden aldığı
köklerin pürin ve pirimidin sentezinde kullanılır. DNA'nın sentezinde vazife alır. Bu vazifeyi
yapabilmesi için bu vitaminin 5,10- metiltetrahidrofolat halinde olması gerekir. Bu geçiş ise
B12 yokluğunda mümkün olmaz. Buna göre megaloblastik kansızlığa, B12'nin, dolaylı olarak
tesiri vardır.
Anemi durumlarında başvurulan diğer ileri tetkikler:
- Kemik İliği Muayenesi: Kemik iliği aspirat ve yayması veya iğne biyopsisi kemik iliği
bozukluklarında örneğin miyelofibrozis, ertrosit olgunlaşma defekti, veya infiltratif
hastalıkların tanısında faydalıdır. Bir hücre serisinin (miyeloide karşı eritroid) azalması veya
çoğalması, diğeriyle karşılaştırılması, kemik iliği yaymasında çekirdekli hücrelerin
ayırdettirici sayımı (eritroid/granülositik [E/G] oranı) ile yapılır. Hipoproliferatif anemili bir
10
hastada retikülosit yapım indeksinin <2 oluşu E/G oranının 1:2 veya 1:3 olduğunu gösterir.
Tersine bir hastada hemolitik hastalık ve yapım indeksi >3 ise E/G oranı en az 1:1 olacaktır.
Matürasyon bozuklukları, yüksek E/G oranı ve düşük retikülosit yapım indeksi arasındaki
farklılıklardan tanımlanır. Demir depolarının varlığı veya gelişmekte olan eritrositlerde
demirin gösterilmesi için ya ilik yayması veya biyopsisi boyanabilir. Depo demiri ferritin
veya hemosiderin formundadır. Dikkatle hazırlanmış kemik iliği yaymalarında küçük ferritin
granülleri gelişmekte olan eritroblastların % 10 - % 20’sinde görülebilir. Bu hücrelere
sideroblast adı verilir.
- Transferrin Reseptörü (sTfR); Fonksiyonel demir eksikliği tanısında kullanılan yeni bir
laboratuvar testidir. Akut veya kronik inflamasyonu olan hastalarda, akut faz
reaksiyonlarından etkilenmediği için, demir eksikliğinin ayırıcı tanısında kullanılır. Serum
sTfR düzeyi, demir eksikliğinde yükseldiği halde kronik hastalıklarda genellikle etkilenmez.
Duyarlılık ve özgünlüğü artırmak için sTfR ölçümü, ferritin, total demir bağlama kapasitesi
(TDBK) ve serum demiri gibi diğer parametreler ile birlikte değerlendirilmelidir.
Serbest, bağlı ve total bilirubin hakkında bilgi:
- Bilirubin oluşması ve atılması:
Bilirubin, hemoglobinin retiküloendoteliyal sistemde yıkılımı sonucu oluşan bir üründür.
Eritrositlerin her gün retiküloendoteliyal sistemde (RES) parçalanmasıyla yaklaşık 6.5-7 gram kadar
hemoglobin ortaya çıkar. Eritrositlerin parçalanmasıyla ortaya çıkan hemoglobin RES’ de yani
başlıca karaciğer, dalak ve kemik iliğinde yıkılır ve hem kısmından bilirubin oluşur: Böbrek, akciğer
ve bağırsak da hemoglobin yıkılımında az çok rol oynar. Hemoglobinin retiküloendoteliyal sistemde
yıkılması sırasında meydana gelen biyokimyasal olayların başlangıç dönemi hakkında klasik teori ve
Lamberg teorisi olmak üzere iki teori ileri sürülmüştür. Hemoglobinin yıkılımı hakkındaki klasik
teoriye göre önce hemoglobinden globin ayrılır ve “hem” serbestleşir. Sonra hem’den Fe2+
ayrılarak protoporfirin meydana gelir. Protoporfirinin porfin halkasının açılmasıyla yeşil renkli
biliverdin oluşur. Biliverdinin indirgenmesi sonucunda sarı veya turuncu renkli bilirubin oluşur:
Hemoglobinin yıkılımı hakkındaki Lamberg teorisine göre, hemoglobinden globin ayrılmadan önce
hem kısmının porfin halkasındaki metenil köprüsü, moleküler oksijen (O2), sitokrom p-450,
flavoproteinler ve NADPH gerektiren mikrozomal hemoksijenaz sistemi tarafından parçalanır;
biliverdin oluşur. Biliverdinin metenil köprüsünün NADPH gerektiren biliverdin redüktaz tarafından
indirgenmesiyle ise bilirubin oluşur:
11
Hemoglobinin hem kısmının bilirubine dönüşümü yaklaşık 2-3 saatte gerçekleşir. Hemoglobinin
yıkılmasıyla serbestleşen Fe2+ ya retiküloendoteliyal sistemde depo edilir veya tekrar hemoglobin
sentezine katılmak üzere transferrinle kemik iliğine iletilir. Demir, Fe3+ şeklinde depolanmakta veya
taşınmaktadır. Hemoglobinin yıkılmasıyla serbestleşen globin, protein depolarına katılır.
Hemoglobinin yıkılmasıyla serbestleşen bilirubin ise safra ile atılır.
- Plazmadaki serbest hemoglobinin akıbeti:
Plazmada normalde %2-5 mg kadar bulunan serbest hemoglobin, karaciğerde sentez edilmiş olan
ve glikoprotein yapısındaki haptoglobin ile kompleks oluşturur. Hemoglobin-haptoglobin
kompleksi, karaciğer parankim hücreleri tarafından hızla tutularak dolaşımdan ayrılır. Aşırı
hemolize bağlı olarak haptoglobinin hemoglobin bağlama kapasitesi aşıldığında bir miktar serbest
hemoglobin karaciğer tarafından doğrudan alınabilir; fakat çoğu iki yol izler:
1) Serbest hemoglobin, iki dimerine ayrılarak böbreklerden atılır veya bu dimerler haptoglobine
bağlanır.
2) Serbest hemoglobin, methemoglobine okside olarak ferrihem ve globine ayrılır. Ferrihem,
hemopeksin ile bağlanarak hemopeksin-ferrihem kompleksi oluşturur ve bu şekilde karaciğer
parankim hücrelerine iletilerek karaciğerde yıkılır. Ferrihemin bir kısmı, albümine bağlanarak
methemalbümin oluşturur; daha sonra methemalbümindeki hem molekülü hemopeksine aktarılır.
Plazmadaki serbest hemoglobin için böbrek eşik değeri %70 mg’dır. Plazmadaki serbest
hemoglobin düzeyi %70 mg’dan yüksek olursa hemoglobin, oksihemoglobin veya methemoglobin
şeklinde, albümine veya globuline bağlı olarak idrarla atılır. İdrarda hemoglobin bulunması
hemoglobinüri olarak tanımlanır. Hemolitik anemilerde ve kongenital ahaptoglobinemide
hemoglobinüri görülebilir.
- Bilirubinin taşınması ve atılması:
Bilirubin, hemoglobinin yıkılımı ile oluşan turuncu renkli safra pigmentidir: Kanda, parçalanan
eritrositlerden başka bilirubin kaynakları vardır. Kemik iliğinde gerçekleşen abortif hemoglobin
sentezi ile oluşan hemoglobin, hemoglobin olmayan hemler, karaciğerde yıkılan myoglobin,
katalaz, peroksidaz, sitokrom b5 ve sitokrom p-450 de bilirubin kaynaklarıdırlar.
- İndirekt bilirubin (ankonjuge bilirubin):
Bilirubin, hemoglobinin hem kısmının yıkılmasıyla oluşmaktadır. İlk oluşan bilirubin, indirekt
bilirubin (ankonjuge bilirubin) olarak bilinir. İndirekt bilirubin Van den Bergh reaksiyonunda diazo
12
reaktifi ile direkt reaksiyon vermez; ancak %50 etanol, kafein veya üre ile işlemden sonra reaksiyon
verir. İndirekt bilirubin suda çözünmez, idrara geçmez ve safra ile atılmaz. İndirekt bilirubin
liposolubldur, membranlardan kolaylıkla geçerek dokulara diffüze olabilir. Karaciğer dışı
retiküloendoteliyal sistem hücrelerinde meydana gelen indirekt bilirubin, genellikle albümine ve
daha az olarak α1 veya α2-globuline bağlanarak dolaşım yoluyla karaciğere taşınır. Asidoz, anoksi,
serbest yağ asitleri yüksekliğinde indirekt bilirubinin albümine bağlanması azalır. Kan dolaşımı
yoluyla albümine bağlı olarak karaciğer dışı retiküloendoteliyal sistem hücrelerinden karaciğere
gelen indirekt bilirubin, karaciğerde sinüzoidal plazmada albüminden ayrılır ve hepatositlerin
sitoplazmasına geçer. İndirekt bilirubin, hepatositlerin sitoplazması içinde Y ve Z adı verilen iki
sitoplazma proteinine bağlanır. Y ve Z proteinleri, indirekt bilirubini düz endoplazmik retikulum
mikrozomlarına taşırlar. İndirekt bilirubin, hepatositlerin düz endoplazmik retikulum
mikrozomlarında mikrozomal bir enzim olan UDP-glukuronil transferaz enziminin katalizlediği bir
reaksiyonda, glukozun glukuronik asit üzerinden yıkılımı yolunda oluşan UDP-glukuronik asitle
tepkimeye girer. UDP serbestleşirken bilirubinin iki propiyonil takısından birinin glukuronik asidin
yarı asetal hidroksili ile birleşmesiyle bilirubin monoglukuronid oluşur: İkinci bir glukuronik asit,
bilirubinin diğer propiyonil takısı ile esterleşirse bilirubin diglukuronid meydana gelir: Bilirubinin
glukuronik asit ile esterleşip bilirubin monoglukuronid veya bilirubin diglukuronid oluşturması
bilirubinin glukuronik asitle konjugasyonu olarak adlandırılır. Bilirubinin glukuronik asitle
konjugasyonu sırasında çoğunlukla oluşan bilirubin diglukuroniddir. Ancak karaciğer yetmezliğinde
çoğunlukla bilirubin monoglukuronid oluşur.İndirekt bilirubinin az bir kısmı, I ve II halkalarındaki
hidroksil gruplarında sülfatla esterleşerek bilirubin sülfat oluşturur.
- Direkt bilirubin (konjuge bilirubin)
İndirekt bilirubinin karaciğerde glukuronik asitle konjugasyonu veya çok az oranda sülfatlanmasıyla
direkt bilirubin (konjuge bilirubin) oluşur. Direkt bilirubin Van den Bergh reaksiyonunda diazo
reaktifi ile direkt reaksiyon verir. Direkt bilirubin suda çözünür ve safra ile atılır. Direkt bilirubin
liposolubl olmadığından lipid membranlardan geçemez ve kern-ikterus oluşmasında etkili olmaz.
Direkt bilirubin normalde kanda bulunmaz veya çok az bulunur. Ancak safra ile atılımının
engellendiği durumlarda kanda artabilir ki kandaki düzeyi %1,5 mg’ı aştığında idrarda saptanır.
Hepatositlerde oluşan konjuge bilirubin (direkt bilirubin), hücrelerden safra kanaliküllerine ve safra
kanaliküllerinden safra içinde bağırsağa atılır. Konjuge bilirubinin safraya atılması, geniş bir
konsantrasyon gradientine karşı olur; bir aktif transport mekanizması tarafından yürütülür. Bu aktif
transport, olasılıkla karaciğerin bilirubin metabolizmasının tümü için hız sınırlayıcıdır. Safra ile
13
bağırsağa günde 300 mg kadar atılan bilirubinin %85’i glukuronidlenmiştir, %10 kadarı
sülfatlanmıştır, bir miktarı serbesttir, çok az miktarı şeker alkolleri ve asidik disakkaritlere
bağlanmıştır. Bağırsaktaki konjuge bilirubinler, terminal ileumda ve çoğunlukla kalın bağırsakta bir
glukuronidaz etkisiyle glukuronattan ayrılırlar. Glukuronattan ayrılan bilirubinin bir kısmı,
bağırsaktan emilerek tekrar karaciğere gelir. Bağırsaktan emilerek karaciğere gelen bilirubinin bir
kısmı safra ile tekrar bağırsağa atılır, bir kısmı ise karaciğerde doymamış yağ asitleri peroksitlerinin
oluşumunu önleyici yani antioksidan olarak görev yaptıktan sonra bilinmeyen bir yoldan yıkılır.
Bağırsakta glukuronattan ayrılan bilirubinin bir kısmının emilerek karaciğere gelmesi ve
karaciğerden safra ile tekrar bağırsağa atılmasına bilirubinin enterohepatik dolanımı denir.
Bağırsakta glukuronattan ayrılan bilirubinin büyük çoğunluğu sekumda ve özellikle sağ kolonda
bulunan anaerobik bakterilerin enzimleriyle indirgenir ve bilinojenler veya ürobilinojenler denilen
bir grup renksiz bilirubin ürünleri oluşur: Ürobilinojenler, bilirubinin indirgenmesiyle oluşmuş,
renksiz bilirubin ürünleridirler. Ürobilinojenler, bağırsaktan emilerek portal dolaşım yoluyla
karaciğere gelirler. Karaciğere gelen ürobilinojenlerin büyük kısmı molekülünde bazı değişiklikler
yapıldıktan sonra tekrar safra yoluyla bağırsağa atılırlar, çok az bir kısmı ise büyük dolaşıma
geçerek idrarla dışarı atılır. Normal koşullarda özellikle aşırı miktarda bilirubin oluştuğunda idrarda
ürobilinojen artar. Ürobilinojenler, kolonda okside olarak bilinler veya ürobilinler denilen renkli
bilirubin ürünlerini oluştururlar: Ürobilinler, bilirubinin bağırsakta indirgenmesiyle oluşan
ürobilinojenlerin okside olmasıyla oluşan, renkli bilirubin ürünleridirler. Ürobilin ilk defa idrardan,
sterkobilin ise ilk defa dışkıdan izole edildiklerinden bu isimleri almışlardır.
- Serum bilirubin düzeyi ve fizyopatolojik değişimi:
o Hiperbilirubinemi:
Klinikte belirgin ikter (sarılık) ile tanınır. Sarılık (ikter), bilirubinin dokularda ve vücut sıvılarında
toplanıp deri ve mukozaların sarı renkte görülmesi durumudur. Sarılığın belirgin olma ve renk
şiddeti ile hiperbilirubinemi arasında sabit bir ilişki yoktur. Hiperbilirubinemi ve sarılık oluşumu,
bilirubin metabolizmasının belli aşamalarındaki bozukluklarla ilgilidir. Bilirubin metabolizmasındaki
bozukluğun yerine göre kanda indirekt bilirubin veya direkt bilirubin artar.
o Hiperbilirubinemilerin sınıflandırılması
Hiperbilirubinemiler, kanda artan bilirubin tipinin indirekt bilirubin veya direkt bilirubinin oluşuna
göre ankonjuge hiperbilirubinemiler ve konjuge hiperbilirubinemiler olmak üzere iki sınıfa
ayrılırlar.
o Ankonjuge hiperbilirubinemiler:
14
Ankonjuge hiperbilirubinemiler, aşırı bilirubin yapılımına bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler,
hepatik uptake bozukluğuna bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler ve bilirubinin konjugasyonunda
bozukluğa bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler olmak üzere üç alt sınıfa ayrılırlar. Aşırı bilirubin
yapılımına bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler, hemolitik ikter ve nonhemolitik ikter tablolarında
görülür.
o Hemolitik ikterler:
Kongenital sferositik ve nonsferositik anemiler, orak hücre anemisi, pernisiyöz anemi,
favizm anemisi, talasemi gibi intrakorpüsküler nedenlere bağlı olarak veya enfeksiyon, fiziksel ve
kimyasal etkenler, bitki ve hayvan zehirleri, yanlış kan transfüzyonları, eritroblastozis fetalis, yapay
kalp kapakçığı bulunması gibi ekstrakorpüsküler nedenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar. Hemolitik
ikterlerde serum total bilirubin düzeyi %5 mg’dan düşüktür. Nonhemolitik ikterler: Pernisiyöz
anemi, talasemi, kurşun zehirlemesi, eritropoetik porfiriya gibi durumlarda ortaya çıkan şant
hiperbilirubinemesi ile ilgilidirler.
o Hepatik bozukluğa bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler:
Gilbert sarılığında görülür. Gilbert sarılığı: Genellikle %6 mg’ı geçmeyen ancak nadiren %12
mg’a kadar çıkan değişken, kronik hiperbilirubinemi durumudur. Bilirubinin konjugasyonunda
bozukluğa bağlı ankonjuge hiperbilirubinemiler, UDP- glukuronil transferaz eksikliğine bağlı olarak
ortaya çıkarlar.
- KONJUGE HİPERBİLİRUBİNEMİLER:
o Hepatit sarılığı:
Hastalığın başlangıcında indirekt bilirubinin ve safra kanaliküllerinin tıkanmasıyla direkt
bilirubinin artmasıyla karakterizedir. Total bilirubinin % 65’ini direkt bilirubin ve %35’ini indirekt
bilirubin oluşturur.
o Kolestatik sarılık:
Safra kanaliküllerinden ve safra kanallarından atılım bozukluğuna bağlı olarak ortaya çıkar.
Sık olarak hiperbilirubinemi ile birlikte hiperlipemi de vardır.
o Ekstrahepatik kolestaza bağlı konjuge hiperbilirubinemiler:
Ekstrahepatik kolestaza bağlı konjuge hiperbilirubinemiler, safra taşlarına bağlı tıkanma
sarılığında ve tümöre bağlı sarılıkta görülür. Safra taşlarına bağlı tıkanma sarılığı: Artıp azalan
hiperbilirubinemi ile karakterizedir. %10 mg’a kadar yükselen hiperbilirubinemi olabilir.
o Tümöre bağlı sarılık:
15
Sürekli artan hiperbilirubinemi ile karakterizedir. Genellikle %20 mg’dan yüksek
hiperbilirubinemi saptanır.
İdrarda bilirubin ve bilirubin ürünleri:
Kanda direkt bilirubin düzeyi böbrek eşiği olan %1.5 mg’ı geçince idrarda bilirubin saptanır
ve bu durum bilirubinüri olarak tanımlanır. Bilirubinüri, intrahepatik ve ekstrahepatik kolestaza
bağlı sarılıklarda saptanır. Viral hepatitin erken safhasında kanda çok az total veya direkt bilirubin
artışına rağmen bilirubinin albumine affinitesini azaltan safra asidlerinin artışına bağlı olarak
bilirubinüri saptanabilir. Bilirubinüri, epidemik hepatitin tanısı ve iyileşip iyileşmediğini kontrol için
araştırılır. Bilirubinüride idrarın çay renginde olması karakteristiktir. İdrarda ürobilinojen,
bilirubinin sekumda ve özellikle sağ kolonda bulunan anaerobik bakterilerin enzimleriyle
indirgenme ürünüdür. Ürobilinojen sağlıklı canlıların idrarında da saptanır. Bağırsağa fazla
bilirubinin geldiği bazı patolojik durumlarda idrarda ürobilinojen artar. Aşırı hemoliz,
hepatosellüler sarılık, kabızlık, safra yolları ve bağırsak enfeksiyonu durumlarında idrarda
ürobilinojenin arttığı saptanır. Bağırsağa bilirubinin gelemediği veya bağırsağa gelen bilirubinin
indirgenemediği bazı patolojik durumlarda idrarda ürobilinojen azalır. Tıkanma sarılıkları, yeni
doğanda flora yetersizlikleri, diyare, ağır anemi, glomerüler filtrasyonun azaldığı durumlarda
idrarda ürobilinojenin azaldığı saptanır.