atrİyal fİbrİlasyonun romatİzmal mİtral · pdf fileatrial fibrillation (af) is a long...
TRANSCRIPT
1
T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI KARTAL KOŞUYOLU
YÜKSEK İHTİSAS EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
KOŞUYOLU KALP DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ
ATRİYAL FİBRİLASYONUN
ROMATİZMAL MİTRAL KAPAK
HASTALIĞINDA RADYOFREKANS
ABLASYON KATETERİ
KULLANILARAK CERRAHİ
TEDAVİSİNİN ORTA DÖNEM
SONUÇLARI
DR. AHMET ÖZDEMİR UZMANLIK TEZİ
İSTANBUL / 2007
2
İÇİNDEKİLER
ÖZET 3
ABSTRACT 5
GİRİŞ 8
GENEL BİLGİLER 10
1. Tarihsel Gelişim 11
2. Atriyal fibrilasyon ve cerrahi tedavi yöntemleri 13
2.1. Atriyal fibrilasyonun tanım ve sınıflaması 13
2.2. Atriyal fibrilasyonun epidemiyolojisi ve nedenleri 14
2.3. Atriyal fibrilasyonun patofizyolojisi 15
2.4. Atriyal fibrilasyon mekanizmaları ve cerrahi teknik ile ilişkisi 17
2.5. Atriyal fibrilasyonun cerrahi dışı tedavisi 20
2.6. Cerrahi tedavi teknikleri ve değişik enerji kaynakları ile ablasyon 22
2.7. Radyofrekans ablasyon 28
MATERYAL VE METOD 32 1. Amaç 32
2. Hasta Seçimi ve Endikasyonlar 32
3. Unipolar ablasyon uygulaması 34
4. Bipolar ablasyon uygulaması 36
5. Postoperatif takip 38
6. İstatistiki Karşılaştırmalar 39
TARTIŞMA 42
SONUÇLAR 48
ŞEKİLLER 51
KAYNAKLAR 60
3
ÖZET
Atriyal fibrilasyon (AF) günümüzde en sık rastlanan uzun süreli bir aritmidir.
Atriyal fibrilasyon tüm nedenlere bağlı mortaliteyi ve kardiyovasküler hastalığa bağlı
mortalite ve morbiditeyi (ani ölüm, kalp yetmezliği, tromboembolik komplikasyonlar,
hastanede yatış süresinde uzama, tedavi maliyetinde artış, yaşam kalitesinde azalma)
önemli ölçüde arttırmaktadır. Diğer kardiyovasküler rahatsızlıklar giderildikten sonra
bile AF ölüm açısından önemli bir risk faktörüdür. Büyük bir kısmı organik kalp
hastalığıyla (koroner arter hastalığı, kalp kapak hastalığı, konjestif kalp yetmezliği ve
hipertansiyon) ilişkili iken yaklaşık % 31’inde altta yatan bir kalp hastalığı yoktur. Dr
Cox ve arkadaşları tarafından geliştirilen ve sol atriyal izolasyon prensibine dayanan
COX- MAZE III prosedürü altın standart olmuştur. Bu yöntemin yüksek başarısına
rağmen tecrübe gerektirmesi, invaziv olması, uzun sürmesi nedeniyle aynı prensiple
daha pratik yöntemler kullanılması amaçlanmış ve değişik enerji kaynakları kullanılarak
tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Bu amaçla kriyoablasyon, mikrodalga,
elektrokoterizasyon, ultrason, lazer ve radyofrekans ablasyon ile çalışmalar yapılmıştır.
Bu enerji kaynakları arasından en sık kullanılanlar uygulama kolaylığı ve geniş bilgi
birikimi nedeniyle kriyoablasyon ve radyofrekans ablasyondur.
Bu çalışmanın amacı kronik atriyal fibrilasyonu olan, açık kalp cerrahisine aday,
romatizmal mitral kapak hastalarında intraoperatif olarak radyofrekans ablasyon ile sinüs
ritmini tesis etmek ve böylece atriyal fibrilasyonun olası mortalite ve morbiditesini en
aza indirmek, hastaların yaşam kalitesini arttırmak ve tedavi maliyetini azaltmak,
kulandığımız radyofrekans ablasyon kateterlerinin etkinliğini ve güvenilirliğini
denetleyerek klinikte yaygın kullanımını sağlamaktır.
4
Çalışmamıza 10.2.2005 -12.12.2005 tqrihleri arasında romatizmal mitral kapak
hastalığı olan ve bu amaçla açık kalp ameliyatı uygulanacak atriyal fibrilasyon ritminde
olan 25 hasta dahil edildi. Ablasyon işlemi standart kardiyopulmoner bypass altında,
kros klemp sonrası primer cerrahi girişimden (rekonstriksiyon, replasman vs.) önce
cerrahi Maze prosedürü prensipleri esas alınarak uygulandı. Onbir hastaya bipolar, 14
hastaya monopolar ablasyon uygulandı. Kardiyopulmoner bypass (KPB) çıkışında 21
hasta normal sinüs ritmine dönmüşken, 2 hasta AF’de, 1 hasta atriyal fibroflatter
ritminde, 1 hasta nodal ritimde idi. Taburcu olurken 16 hasta (% 64) sinüs ritminde, 8
hasta (% 32) AF’de ve 1 hasta da (% 4) nodal ritimdeydi. Post operatif birinci yılda
yapılan kontrolde toplam 20 hasta (% 80) normal sinüs ritmine dönmüştü 4 hasta (% 16)
halen AF’de, 1 hasta da (% 4) kalıcı pacemaker ritminde idi. Erken dönemde mortalite
ve morbidite gözlenmedi. Bir hastaya postoperatif 8. ayda kalıcı pacemaker
implantasyonu uygulandı.Hastalar ortalama 16 ay takip edildi.
Postoperatif birinci yılda yapılan ekokardiyografik kontrollerde, ejeksiyon
fraksiyonu preoperatif döneme göre orta dönemde olumsuz yönde etkilenmediği tespit
edildi.Ancak,sol ventrikül diyastol sonu ve sistol sonu çapları, sol atriyum çapı ve
pulmoner arter basıncı değerlerinde, preoperatif döneme göre anlamlı (p<0,001) bir
azalma saptandı.
Sonuç olarak orta dönemde atriyal fibrilasyonun radyofrekans ablasyon
yöntemiyle tedavisinde elde edilen başarı yüzdesi tatmin edici düzeydeydi. Bu yöntem,
uygun hasta profili seçildiğinde ve titiz bir uygulamayla hastalar bir protokole göre takip
edildiğinde başarılı, güvenle uygulanabilen ve uzun dönemde hasta yaşam kalitesini
arttıran, tedavi maliyetini azaltan etkili ve kolay uygulanabilir bir prosedürdür.
5
ABSTRACT
Atrial fibrillation (AF) is a long lasting arryhthmia and is the most
frequently encountered arryhthmia nowadays. Atrial fibrillation significantly
increases both total mortality rates and mortality and morbidity related to
cardiovascular disease (sudden death, heart failure, thromboembolic
complications, prolonged duration of hospital stay, increased cost, decreased
quality of life). Even after all cardiovascular pathologies have been cured, AF still
remains as a significant risk factor of mortality. Although in most of patients AF
is related to an organic heart disease such as coronary artery disease, heart valve
disease, congestive heart failure and hypertension, in about 31% of cases no
underlying heart disease is present. COX- MAZE III procedure, created by Dr
Cox et al., is based on the principle of left atrial isolation and has become the gold
standart for surgical treatment of AF. Although this procedure has a high rate of
success, it is highly invasive, requires experience and duration of procedure is
quite long. For these reasons, new more practical procedures using the same
principle but different sources of energy have been developed. Studies including
cryoablation, microwave, electrocauterization, ultrasound, laser and
radiofrequency ablation have been performed. Among these energy sources,
radiofrequency ablation and cryoablation have been used most frequently due to
the ease of use and a broad spectrum of knowledge on these sources.
6
The chief aim of this study is to restore sinus rhythm by use of
radiofrequency ablation intraperatively in patients with rheumatic mitral valve
disease who undergo open heart surgery and has chronic atrial fibrillation. Also
we aimed to reduce the mortality and morbidity related to AF, to increase the
quality of life and to decrease cost of medical treatment by achievement of sinus
rhythm. We tried to achieve more common use of radiofrequency ablation
catheters by thorough testing of efficacy and safety of them.
Our study included 25 patients with rheumatic mitral valve disease who
underwent open heart surgery and had chronic atrial fibrillation. The ablation
procedure was performed with standart cardiopulmonary bypass after aortic cross
clamping and before the main surgical intervention (valve reconstruction or
replacement). The ablation procedure was based on the same principles as surgical
Maze procedure. Bipolar ablation was performed in 11 patients whereas
monopolar ablation was performed in 14. Upon cessation of cardiopulmonary
bypass normal sinus rhythm was restored in 21 patients whereas AF was
persisting in 2 patients. One patient had atrial fibroflutter and one had nodal
rhythm. On discharge, 16 patients (64 %) had sinus rhythm, 8 (32 %) had atrial
fibrillation and 1 (4 %) had nodal rhythm. In the first postoperative year 20
patients (80 %) were in normal sinus rhythm. Atrial fibrillation was present in 4
patients (16 %) and pace-maker rhythm was present in one patient (4%). We
didn’t observe any early morbidity and mortality. Permanent pacemaker
implantation was performed in one patient in the postoperative 8th month.
The echocardiographic controls performed in the first postoperative year,
there was no worsening in ejection fraction of the patients. Morover, measured
7
left ventricular end diastolic and end systolic diameters, sol atrial diameters and
mean pulmonary artery pressure values were found to be reduced significantly
(p<0,001).
We had satisfactory results with radiofrequency ablation for treatment of
atrial fibrillation in the mid-term follow-up. This procedure is a successful, safe,
easily performed and effective method which increases quality of life and reduces
cost of treatment. It is important to choose patients suitable for this treatment and
follow a standart protocol carefully.
8
GİRİŞ
Atriyal fibrilasyon (AF) toplumda sık rastlanan, uzun süreli bir ritim
bozukluğudur. İlk olarak 1909 yılında Lewis tarafından tanımlanmıştır (1). Genel
popülasyonda görülme sıklığı % 0.4 ila % 2 iken bu oran 60 yaş üstünde % 10’a
ulaşmaktadır. Mitral kapak için ameliyat edilecek hastalarda bu oran % 30 ila %
84 arasında, koroner kalp hastalığı nedeniyle opere edilecek olgularda ise % 5
olarak bildirilmiştir (2). Kalıcı AF görülen kişilerin büyük bir çoğunluğunda altta
yatan bir kardiyovasküler hastalık olmasına rağmen, yaklaşık % 31’inde bu durum
görülmemektedir (3). Kalıcı AF tüm nedenlere bağlı mortalitenin ve
kardiyovasküler hastalığa bağlı mortalitenin ikiye katlanması ile
ilişkilendirilmiştir (3). Diğer kardiyovasküler rahatsızlıklar giderildikten sonra
bile AF ölüm açısından önemli bir risk faktörü oluşturmaktadır (4). İnme riskini 5
ila 7 kat arttırmaktadır ve bütün inmelerin % 15’inden sorumlu tutulmaktadır.
Ayrıca sağlık harcamalarında önemli bir maliyet artışı getirmektedir (5). Atriyal
fibrilasyon bu derece yaygın olmasına rağmen uzun süre medikal tedavi
denenmiş fakat bunda istenen başarı düzeyine ulaşılamamıştır; bazı yayınlarda %
50 ila % 84 başarısızlık oranı bildirilmiştir (6). Birçok AF hastası sistemik emboli,
hemodinamik dengesizlik, çarpıntı ve baygınlık hissi gibi akut fiziksel
rahatsızlıkların yanı sıra antiaritmik ve antikoagülan tedaviye bağlı diğer birçok
yan etkiye maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle AF’yi düzeltmek için düşük riskli,
minimal düzeyde invaziv ve maliyeti düşük yöntemlerin geliştirilmesi büyük
önem taşımaktadır. Bu amaçla değişik cerrahi teknikler (sol atriyal izolasyon
prosedürü, His düğümünün kateter ablasyonu, koridor prosedürü, pulmoner
9
düğme izolasyonu, atriyal kompartman operasyonu vb.) geliştirilmiştir (7). Son
olarak James Cox ve arkadaşları (8) tarafından geliştirilen ve daha sonra iki kez
modifiye edilen ‘‘MAZE III Prosedürü’’ % 100’e yakın başarı oranı ile bu konuda
altın standart olmuştur. Atriyal fibrilasyonun tedavisinde amaç sadece ritmin
sinüse döndürülmesi değildir. Atriyo-ventriküler senkronizasyonun ve atriyal
transport fonksiyonunun yeniden sağlanması da en az onun kadar önemlidir.
MAZE III Prosedürü’nün bu konudaki başarısının yüksek olmasına rağmen her iki
atriyumda muhtelif kesiler yapılarak yeniden dikilmesi (cut and sew) prensibine
dayanan bu işlem çok zaman alması, komplikasyon riskinin yüksek olması, çok
deneyim gerektirmesi ve oldukça komplike bir girişim olması nedenleriyle
yaygın kullanım alanı bulamamıştır. Bu nedenle kesip dikme işlemi sonucu
oluşturulan lezyonların (skar) değişik enerji kaynakları kullanılarak
oluşturulmasına çalışılmıştır. Bu amaçla radyofrekans (RF), mikrodalga, lazer,
bipolar koter, kriyoablasyon vb. yöntemler denenmiştir. Günümüzde en yaygın
olarak radyofrekans ve kriyoablasyon kullanılmaktadır.
10
GENEL BİLGİLER
1. TARİHSEL GELİŞİM
1.1. Aritmilerin cerrahi tedavisi
Aritmilerin tedavisi için ablasyon tedavisi kavramı, mekanizması ne olursa
olsun tüm aritmilerin, kalp içinde başlaması ve yayılması için anatomik bir
substrata bağımlı olduğu hipotezine dayanır. Klasik örnek, Wolf-Parkinson-White
sendromudur. Bu aritmi mekanizmasının ilerleyen cerrahi tekniklerle birlikte
tanınması, 1968’de Sealy tarafından yapılan ilk cerrahi ablasyon prosedürünün
uygulanmasına yol açmıştır (9). 1982’de Scheinman ve arkadaşları (10) ve
Gallagher ve arkadaşları (11) transvenöz elektrod kateterlerinden geçen yüksek
enerjili direkt akım şoklarının, atriyal fibrilasyonu olan hastalarda, tam kalp bloku
ve iyi kontrol edilemeyen ventriküler yanıt hızları oluşturabileceğini
bildirmişlerdir. Son 20 yıl içinde kardiyak aritmilerin cerrahi tedavisinde önemli
gelişmeler kaydedilmiştir. 1980 yılından 1990’lı yılların ortalarına kadar cerrahi,
supraventriküler aritmilerin ve özellikle de WPW sendromunun tedavisinde ön
plana çıkmış, ancak daha sonra yerini perkütan tekniklere bırakmıştır. Aritmilerin
tedavisinde sadece farmakolojik ajanların yetersizliği, önemli yan etkilerinin
ortaya çıkması ve buna paralel olarak elektrofizyoloji alanındaki ilerlemeler bu
gelişmenin önemli nedenleri olarak kabul edilebilir. Elektrofizyoloji alanındaki
ilerlemeler sayesinde bir çok aritminin mekanizması daha iyi anlaşılmış, özellikle
operasyon sırasında kullanılan geliştirilmiş haritalama sistemleri cerrahi
sonuçların iyileştirilmesine önemli katkıda bulunmuştur. Bu bağlamda AF’nin
temel mekanizmasında yatan fokal tetikleme ve makro re-entery
11
mekanizmalarının ortaya çıkarılması ile AF’nin cerrahi tedavisinde yeni
yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Günümüzde genel kabul edilen görüş, bir aritminin
cerrahi tedavisi için 4 önemli endikasyon olduğu şeklindedir.
1. Aritminin medikal tedaviye yanıtsız olması
2. Aritminin hastanın yaşam kalitesini ciddi şekilde düşürmesi, hayati tehlike
oluşturması
3. Ek kardiyak cerrahi girişimle beraber, ( örn. mitral kapak veya koroner by-
pass operasyonu ) eş zamanlı olarak aritmiye müdahale edilmesi
4. Daha önce denenmiş olan perkütan tekniklerin başarısız olması.
1.2 Atriyal fibrilasyonun cerrahi tedavisi
İlk olarak 1980 yılında Cox ve arkadaşları ‘sol atriyal izolasyon prosedürü’
nü tarif etmişlerdir (12). Bu prosedürde AF sol atriyum içerisine hapsedilirken,
kalbin diğer bölümleri sinüs ritmini sürdürmektedirler (şekil 1). Bu prosedür ile
kalıcı pacemaker ihtiyacı olmadan düzenli bir ventriküler ritm sağlanmış, aynı
zamanda kardiyak hemodinaminin de düzeldiği gözlenmiştir. Sol atriyum izole
olmuştur ve sol ventrikül ile senkron çalışmamaktadır. Buna rağmen sol ventrikül
sağdan gelen düzenli kardiyak debiye hemen adapte olur ve akımı buna senkron
bir şekilde olur. Kalp ritminin daha düzenli olması ve hemodinamide iyileşme
sağlanmasına rağmen, sol atriyum halen fibrile olduğu için sistemik emboli riski
devam etmektedir. 1982 yılında Scheinman (10) ‘his düğümünün kateter ile
ablasyonu’ yöntemini başlattı. Bu yöntemde supraventriküler aritmi atriyumlara
hapsedilmekte, ventriküler ritim kalıcı pacemaker ile sağlanmaktadır (şekil 2).
Kalp hızı kontrol altına alındığı bu yöntemde atriyoventriküler senkronizasyon
kaybına bağlı hemodinamik bozukluk ve sistemik emboli riski devam etmektedir.
12
1985 yılında Guiraudon (13), AF cerrahi tedavisinde kalıcı pacemaker
gerektirmeyen ‘koridor prosedürü’nü geliştirmiştir. Bu prosedürde, atriyal septum
içerisinde sino-atriyal düğümü ve atriyo-ventriküler düğümü de bulunduran bir
bant, yani koridor oluşturularak sino-atriyal düğümün ventrikülleri uyarmasına
izin verilir (şekil 3). Bu prosedürde kalp kontrol altına alınsa da hemodinamik
düzelme sağlanmamakta ve sistemik emboli riski devam etmektedir. Yapılan tüm
bu çalışmalar AF’nin günümüz tedavi prosedürlerine ışık tutmuş ve gelişen
teknolojinin de yardımıyla cerrahi tedavide bir çok yeni yöntem geliştirilmiştir.
13
2. Atriyal fibrilasyon ve cerrahi tedavi yöntemleri
2.1. Atriyal fibrilasyon tanım ve sınıflaması
Atriyal fibrilasyon atriyumların normal sinüs ritminin kaybolmasına yol
açacak şekilde hızlı ve düzensiz aktivasyonudur. AF’de, atriyum duvarı kendi
içinde bölgesel değişimle birlikte ortalama 400-600 kez kasılır ve ventrikül hızı
atriyal aktiviteyle olan etkileşimiyle ve atriyoventriküler nodun filtre
fonksiyonuna göre 100 ila 160 atım/dakika arasında değişir. Elektrokardiyografik
olarak, değişik yükseklik ve morfolojide, küçük ve düzensiz ‘f’ dalgaları ve
düzensiz QRS kompleksiyle karakterizedir. Klinik görünümlerini sınıflamada;
akut, paroksismal, intermitan, kalıcı ve sürekli gibi sıfatlar kullanılmış fakat bu
tanımlamaların birbiriyle çelişen belirsiz ifadeler olması çalışmaların
karşılaştırılmasını ve tedavinin değerlendirilmesini zorlaştırmıştır. Bu yüzden
American College of Cardiology / American Heart Association ve European
Society of Cardiology’nin ortak girişimi AF sınıflandırması için açık kesin bir
terminoloji önermiştir (14). Sınıflama AF’nin ilk tespit atağı ile başlamaktadır.
Eğer bir hasta iki veya daha fazla atağa sahipse, AF rekürren (tekrarlayan) olarak
kabul edilmektedir. Rekürren AF; paroksismal, persistan (inatçı) ve permanent
(kalıcı) olarak tanımlanmaktadır. Paroksismal AF yedi gün veya daha kısa
sürmektedir ve kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Persistan AF kendiliğinden
ortadan kalkmamaktadır ve normal sinüs ritmini yeniden kazanabilmek için
elektrik veya farmakolojik kardiyoversiyon gerektirmektedir. Permanent AF ise,
kardiyoversiyondan sonra bile sinüs ritminin sağlanamadığı veya hastanın ve
doktorun sinüs ritmini geri kazanmak için daha fazla çaba göstermeye karar
aldıkları bir rahatsızlıktır.
14
2.2. Atriyal fibrilasyonun epidemiyolojisi ve nedenleri
Atriyal fibrilasyon, en sık görülen sürekli kardiyak ritim bozukluğudur ve yaşlı
nüfusun artması ile birlikte sıklığı artmaktadır, (4). Framingham çalışmasında, 22
yaşın üzerindeki kişilerde, AF insidansı %2 olarak saptanmıştır. Genel
popülasyonda görülme sıklığı %0.4 ila %2 iken bu oran 60 yaş üstünde %10’a
ulaşmaktadır. Atriyal fibrilasyon, hem kardiyak, hem de nonkardiyak hastalıkta
oluşabilir veya herhangi bir hastalık olmaksızın görülebilir. Gelişmiş ülkelerde,
hipertansif kalp hastalığı, AF’u olan hastalarda altta yatan en sık hastalıktır ( bazı
çalışmalarda, vakaların %50’sinden sorumludur) (18). Kapak hastalığı, atriyal
fibrilasyonun önemli bir nedenidir çünkü kronik AF’lu hastalarda bunun varlığı,
tromboemboli riskini önemli derecede arttırmaktadır. Mitral stenozu ve atriyal
fibrilasyonu olan hastaların %20 ‘sinde, embolik olaylar gelişir ve bunlar en sık
olarak ( %60-75) serebral dolaşımı etkiler. Mitral stenozu olan hastalar arasında,
inme ve tromboemboli riski, atriyal fibrilasyonlularda sinüs ritminde olanlara göre
3-7 kat fazladır. Atriyal fibrilasyon en sık romatizmal kalp hastalığı ile birliktedir.
Romatizmal kalp hastalığı olan 1100 hastada yapılan çalışmada en yüksek atriyal
fibrilasyon sıklığı (%70) mitral stenozu, mitral yetmezliği ve triküspit
yetmezliğinde görülmüş ve izole mitral stenozu olanların %29’unda, izole mitral
yetmezliği olanların %16’sında ve her ikisinin birlikte olduğu hastaların
%52’sinde tespit edilmiştir (19). Mitral kapak hastalığı ile kronik AF’un birlikte
olduğu durumlarda, sadece kapağa yönelik cerrahi girişim sonrası olguların
%80’inden fazlasında AF’un sebat ettiği görülmüştür (20). Melo tarafından
yapılan bir çalışmada ise ameliyat sonrası spontan sinüs ritmine dönüş %8 olarak
bildirilmiştir (21).
15
Koroner kalp hastalığı olanlarda, kalp yetmezliği veya hipertansiyon gibi eşlik
eden hastalık olmadığında, AF gelişme riski oldukça düşüktür. Akut miyokard
infarktüsü olan hastalarda AF genellikle ilk 24 saat içinde oluşur ve önceden AF
hikayesi yoksa kendi kendin düzelir. Geçici AF’nin nedenleri arasında; kalp
cerrahisi sonrası,KOAH,elektrolit inbalansı,hipertroidi,KMP,alkol,ailesel nedenler
sayılabilir. Bazen de AF için; EKG, fizik muayene, telekardiyografi ve
ekokardiyografide tespit edilen yapısal bir kalp hastalığı yoktur. Bu durumda AF,
‘lone’(yalnız) olarak adlandırılır. Lone AF görülme sıklığı yaklaşık %2 ile %31
arasındadır (22). Lone AF sebebinin atriyumlar içerisinde bulunan fibrotik alanlar,
kalbin otonomik sinirsel uyarılara aşırı duyarlılığı veya lokal atriyal miyokardit
olabileceği öne sürülmüştür (23). Atriyal fibrilasyon mortalite ve morbiditeyi
önemli oranda arttırmanın yanı sıra hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde
bozmakta ve sosyoekonomik olarak önemli bir yük getirmektedir. Dolaşım
sistemi ile ilgili hastaneye yatışların yaklaşık %10 aritmi nedeniyledir ve bunun
büyük kısmını AF ve atriyal flatter oluşturmaktadır (24). AHA verilerine göre
ABD’de yıllık ortalama 3.6 milyar dolar AF tedavisi için kullanılmaktadır (25).
2.3. Atriyal fibrilasyonun patofizyolojisi
Atriyal fibrilasyonun klinik belirtileri, atriyal sistolik fonksiyonun kaybına
ve düzensiz ventriküler yanıta bağlıdır. Atriyal sistolik fonksiyon kaybı, kalbin
hemodinamik fonksiyonunda bozukluğa yol açar ve normal kişilerde kalbin atım
hacminde %10 azalmaya neden olur (yüksek ventriküler hızlarda daha da fazla
azalır). Artan yaş ile sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonunda azalma
meydana geldiğinden atım hacmindeki azalma %30 veya daha fazladır. Bunun
yanı sıra düzensiz ventrikül hızları ventrikülün suboptimal şekilde dolmasına
16
neden olur ve kalp debisinin daha da azalmasına neden olur. İyi kontrol
edilemeyen ventrikül hızları ile birlikte olan AF’nin kardiyoversiyonu, genellikle
sol ventrikülün ejeksiyon fraksiyonunu ve egzersiz kapasitesini düzeltir fakat bu
düzelme prosedür sonrası yavaş yavaş olur. Atriyal sistolik fonksiyon kaybı, sol
atriyum içinde staza neden olur ve intra-atriyal trombüs oluşumuna ve bunun
neticesinde felç ve tromboemboli riskinde artışa neden olur. Sol atriyum içinde
staz oluşması, hiperkoagülasyon durumunu gösteren ve pıhtılaşma faktörleri ile
endotel ve trombosit fonksiyonunu içeren hemostatik bozukluklarla ilişkili
bulunmuştur(15) . Atriyal fibrilasyonu olan hastalarda, atriyal natriüretik peptit
düzeyleri de yüksektir ve bu durum, hemokonsantrasyon ve trombüs oluşumu
riskinde artışa katkıda bulunabilir(16) . Atriyal fibrilasyon, hastaların yaklaşık
%20-50’sinde kalp yetmezliği ile ilişkilidir. AF, atriyal transport kaybı yoluyla
kalp yetmezliğine yol açabilir. Sol ventrikül hipertrofisinde olduğu gibi, diyastolik
disfonksiyon varsa, atriyal ‘kick’ kaybı ile birlikte AF gelişmesi, kalp
yetmezliğine yol açabilir. Mitral stenozlu hastalarda AF, hem atriyal kontraksiyon
kaybı, hem de diyastolik dolma süresinde kısalma ile kalp yetmezliğine katkıda
bulunur. Kontrol edilemeyen yüksek kalp hızları da, uzun sürdüğünde,
miyokardiyumda, ilerleyici sol ventrikül dilatasyonuna ve sol ventrikül sistolik
fonksiyonunda azalmaya yol açabilen ultrastrüktürel ve mikroskopik değişiklikler
oluşturur; buna taşikardinin indüklediği kardiyomiyopati denir(17) . Kronik kalp
yetmezliği olan ve sinüs ritminde olan bir hastada, intrakardiyak basınçların
yükselmesi, atriyal gerilme ve dilatasyona yol açar, AF gelişmesine ve
tekrarlamasına zemin hazırlar.
17
2.4. Atriyal fibrilasyon mekanizmaları ve cerrahi teknik ile ilişkisi
Atriyal fibrilasyon patogenezi tam olarak anlaşılamamış bir aritmidir (26).
Ektopik fokusun tekli dolaşım yeniden girişi ‘reentry’ ve çoklu dolaşım yeniden
girişi rahatsızlığın başlamasında ve devam etmesinde rol oynamaktadır (27). Son
zamanlarda karşı çıkılsa da çoklu dolaşım yeniden girişi 50 yıl boyunca AF’nin
dominant kavramsal modeli olmuştur. Bilgisayar simulasyonu kullanarak Moe ve
ark (28) AF sırasında çoklu gezinen dalgaların (multiple wandering wavelets)
bulunduğunu ortaya koyan bir model geliştirdiler. Atriyal fibrilasyon, “elektriksel
remodeling” ismi verilen bir süreç yoluyla kendi kendisini sürdürür. Hayvan
modellerinde ve klinik deneylerde gösterilmiş olduğu gibi, atriyal fibrilasyon,
‘atriyal fibrilasyonun atriyal fibrilasyonu doğurduğu’ bir dizi elektrofizyolojik
değişikliklere neden olur. Atriyal fibrilasyon periyotlarına yanıt olarak, atriyal
refrakter süre kısalır (daha uzun sikluslarda orantılı olarak daha fazla etki görülür).
Tek ekstra uyarı ile atriyal fibrilasyonun yeniden başlatılması kolaylaşır.
Tekrarlayan ataklar, aritmi kalıcı olana kadar her atağın daha uzun sürmesi ile
sonuçlanır. Sinüs düğümü fonksiyonu da baskılanır. Bütün bu değişiklikler, sinüs
ritminin yerine konmasından sonra zaman içinde geri dönüşür. Cox Maze
prosedürü, bu dalgaları içeren reentrant ‘yeniden girişli’ dolaşımları kesmek üzere
tasarlanmıştır. Allessie (29), AF’nin atriyumda aritminin ‘ehlilleştirilmesi’ ile
sonuçlanan bir elektrofizyolojik ve yapısal değişiklik döngüsü başlattığını
gözlemleyerek AF’nin anlaşılmasını bir sonraki aşamaya taşımıştır. Yani AF,
AF’nin devam ettirilmesini sağlayan elektriksel bir yeniden modellemeye neden
olmaktadır (29). Bu nedenle, AF’un süresinin tedavinin seçimini ve başarısını
etkilemesi muhtemeldir.
18
AF’un bir substrat ve tetikleyici gerektirdiği yönünde genel bir uzlaşma
vardır (30). Substrat atriyal bir anomalidir (genellikle inflamasyon veya fibrozis)
ve AF’nin gelişimini destekleyen atriyal elektriksel fonksiyon bozukluğuna yol
açar (27). Tetikleyiciler arasında atriyal ektopik fokus, atriyum duvar
tansiyonunda değişiklikler ve otonom tonusda değişiklikler bulunmaktadır.
Substratın ve tetikleyicinin değişiklik göstermesine rağmen, deneysel ve klinik
kanıtlar pulmoner venlerin ve sol atriyumun AF’yi başlatmadaki ve devam
ettirmedeki önemini işaret etmektedir (31-32).
Haissaguerre (33) paroksismal AF’nin vakaların %94’ünde pulmoner
venlerdeki ektopik atımlardan kaynaklandığını ortaya koymuştur.Pulmoner ven
endotelyumundan sol atriyum endokardına doğru anatomik geçişle ilişkili olabilir.
Bu noktada farklı elektrik (iyonik farklılıklar) özelliklerine sahip iki doku
kesişmektedir ve bu da AF’nin gelişimine katkıda bulunabilir(33-34). Bu gözlem
paroksismal AF görülen hastalarda, pulmoner venlerin önemini gözler önüne
sermesine rağmen, yine de aynı gözlem kalıcı ve sürekli AF’a uygulanamaz.
Kalıcı ve sürekli AF’a gelince, doğrudan kanıtlar bulunmamaktadır ancak klinik
tecrübeler patogenezlerinde ve devam etmelerinde posterior sol atriyumun ve
muhtemelen de pulmoner venlerin rol oynadığını göstermektedir. Harada (35)
kalıcı AF görülen 10 hastada intraoperatif atriyal aktivasyonu mapping
(haritalama) ile gösterdi ve çoğu hastada sol atriyumun elektriksel olarak aktivatör
bir rol oynadığını gösterdi. Bununla birlikte, bu hastalar ayrıca patolojik sağ
atriyuma sahip olma eğiliminde idiler (36). Sürekli AF ve mitral kapak hastalığı
görülen hastaları tedavi eden Sueda (37-38); AF’u yaklaşık olarak %78 oranında
düzelten yeni bir sol atriyal prosedür geliştirdiler. Bu prosedür, dört pulmoner ven
19
ağzını çevrelemeyi (izole etmeyi), sol atriyum apendiksini kesmeyi ve oluşturulan
lezyonu mitral kapak anulusuna doğru ilerletmeyi içermektedir (Şekil 4).
20
2.5. Atriyal Fibrilasyonun Cerrahi Dışı Tedavisi
2.5.1 Farmakolojik Tedavi
Atriyal fibrilasyonun farmakolojik tedavisinde üç ana hedef belirlenmiştir.
İlk amaç normal sinüs ritminin tesisi (kardiyoversiyon) ve bunun sürdürülmesidir.
Bu amaçla birçok famakolojik ajan (sınıf Ia ve sınıf Ic antiaritmik ilaçlar, digitalis,
verapamil, diltiazem, beta-bloker, sotalol, amiodaron) kullanılmış fakat pek azı
etkili bulunmuştur. Sınıf Ia antiaritmik ilaçlar (kinidin, disopiramid, prokainamid)
akut atriyal fibrilasyonun kardiyoversiyonunda etkili bulunmuştur. Sınıf Ic
antiaritmik ilaçlar (flekainid, propafenon) paroksismal ve yeni başlangıçlı atriyal
fibrilasyonda etkilidir, kronik atriyal fibrilasyonda ise yapısal kalp hastalığı
olmayan hastalarda kardiyoversiyon amacıyla tercih edilebilir. Digoksin, beta-
bloker ve kalsiyum kanal blokerleri ise kalp hızının kontrolü amacıyla tercih edilir.
Amiodaron ve sotalol ise son zamanlarda özellikle postoperatif atriyal
fibrilasyonun tedavisinde tercih edilmektedir. Farmakolojik kardiyoversiyonun
başarısını etkileyen faktörler; altta yatan etyolojinin düzeltilmesi ve atriyal
fibrilasyonun süresidir. Atriyal fibrilasyon süresi kısa olan hastalarda (3 aydan
kısa), kardiyoversiyondan sonra sinüs ritminde kalma olasılığı, 12 aydan daha
uzun süreli AF’na göre iki kat daha fazladır (39). İki yıldan daha uzun süreli kalıcı
AF’nun çok azı sinüs ritmine döner. Genellikle paroksismal AF’de ve yeni
başlangıçlı AF’de etkilidir. İkinci amaç ise ventrikül hızının kontrolüdür.
Ventrikül yanıtını düzenleyerek hemodinamik düzelme sağlamak ve taşikardinin
indüklediği kardiyomiyopatiyi önlemektir. Bu amaçda çoğu kez başarı elde edilir
fakat atriyumlar halen fibrilasyondadır ve ventrikül doluşuna ve kardiyak debiye
katkısı yoktur ayrıca tromboemboli riski devam etmektedir. Son olarak
21
tromboembolinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Bu amaçla antikoagülan tedavi
ömür boyu kullanılmalıdır.
Farmakolojik tedavideki düşük başarı düzeyi, tedavinin uzun sürmesi,
kullanılan ilaçların yan etkileri, hasta uyumsuzluğu ve artan tedavi maliyeti
nedeniyle yeni tedavi stratejilerinin geliştirilmesi bir ihtiyaç olmuştur.
2.5.2. Elektriksel Kardiyoversiyon
Elektriksel kardiyoversiyon, atriyal fibrilasyonu olan hastalarda, atriyal
miyokardiyumu repolarize ederek ve böylece organize iletiyi yerine koyarak sinüs
ritmini geri getirir. Başlangıçta asistolik bir periyottan sonra, sinoatriyal düğüm,
kardiyak bir pace-maker olarak rolünü devam ettirir. Eksternal elektriksel
kardiyoversiyon, sinüs ritmini tesis etmek açısından etkilidir, ama etkinliği %20-
90 arasında değişir (başarı oranı altta yatan etyolojiye göre). İnternal
kardiyoversiyon hem farmakolojik hem de eksternal kardiyoversiyonun başarısız
olduğu hastalarda denebilir. İnternal kardiyoversiyonun düşük ve yüksek enerjili
iki formu vardır. Yüksek enerjili kardiyoversiyonda, sağ atriyal kavite içine
yerleştirilen kateter elektrod ile sırtta bulunan dağıtıcı elektrod arasına 200-
300J’lük bir şok verilir (40). Düşük enerjili kardiyoversiyonda ise, sağ atriyum
veya koroner sinüse ve pulmoner artere yerleştirilen kateter elektrodlar ile
uygulanır (41). Bu iki yaklaşım, özellikle obez hastalarda, akciğer hastalığı
olanlarda ve standart transtorasik yaklaşımın başarısız olduğu hastalarda yararlıdır.
22
2.5.3. Pacemaker Tedavisi ve Kateter Ablasyonu
Atriyal fibrilasyonu olan hastalarda, pacemaker tedavisinin geleneksel
endikasyonları, bradikardi-taşikardi sendromu ile birlikte sinüs düğümü
disfonksiyonu ve AV tam bloktur. AV iletinin kalıcı bir pacemaker yoluyla
kateter ablasyonu, AF’li hastalarda, ventriküler hız kontrolünü sağlamak için etkili
ve yüksek düzeyde güvenilir bir yöntemdir. Fakat antikoagülan tedavi gereksinimi
devam etmektedir ve hemodinamik düzelmeye katkısı yoktur (42). Kateter
ablasyonu kullarak AF’nin ortadan kaldırılması zor bir stratejidir ve oldukça
deneyim gerektirmektedir.
2.6. Cerrahi Tedavi Teknikleri ve Değişik Enerji Kaynakları ile Ablasyon
2.6.1. COX MAZE III Prosedürü ve Modifikasyonları
Cox maze III ameliyatı AF’nin tedavisinde altın standarttır. Cox ve ark.(43
44) AF’nin patofizyolojisi ile ilgili deneysel ve klinik kanıtlara dayanan bir
prosedür tasarlamışlardır. Temel prensip fibrositlerin elektrik akımını
iletmediğidir. Sonuçları geliştirmek ve ameliyatı basitleştirmek üzere prosedürü
iki kez modifiye etmişlerdir ve ortaya Cox Maze III yöntemi çıkmıştır (45). Cox
Maze III ameliyatında, insizyonlar ve kriyolezyonlar, AF’nin çoklu reentrant
dolaşımlarını kesmek üzere stratejik şekilde gerçekleştirilir (Şekil 5 A, B).
Standart kardiyopulmoner bypass başladıktan sonra çalışan kalpte ilk olarak sağ
insizyonlar yapılır. Önce sağ atriyal apendiks ampüte edilir. Sağ atriyotomi,
apendiks anterior yüzünden inferior vena kavaya doğru atriyum ortasına dek,
posterior yüzünde ise triküspit kapağa dek ilerletilir. Diğer taraftan, yine sağ
atriyumda süperior vena kava ile inferior vena kava arasında krista terminalisin
23
arkasından giden, düz ikinci bir insizyon yapılır. Bu insizyonun tam ortasından
başlayan ilave bir insizyon triküspit kapak anülüsüne doğru yönlendirilir ve
anülüse kadar olan mesafe kriyoablasyon ile tamamlanır. Kardiyopleji ile
kardiyak arrest sağlandıktan sonra mitral kapak ameliyatlarında olduğu gibi sağ
pulmoner venlerin hemen önünden (Waterson Oluğu) sol atriyotomi yapılır. Sol
atriyotomi alt ve üst pulmoner venlere uzatıldıktan sonra venlerin sol tarafı da
kriyoablasyon yapılarak dört pulmoner venin birlikte etrafında dairesel ileti bloğu
oluşturulmuş olur. Buradan bu çember kriyoablasyon ile mitral kapak anülüsüne
birleştirilir. Ardından sol atriyum apendiksi ampüte edilir ve apendiks ile dairesel
atriyotomi arasındaki atriyum dokusuna kriyoablasyon uygulanır. Daha sonra
süperior ile inferior vena kava arasının tam ortasından, atriyal septumda, fossa
ovalise kadar bir insizyon yapılır. Buradan da triküspit kapak anülüsüne kadar
kriyoablasyon uygulanır. Tüm sol atriyal insizyonlar içeriden tek kat devamlı
dikiş ile kapatılır. Sol tarafın havası tahliye edildikten sonra aort klempi kaldırılır
ve kalp reperfüze olurken sağ atriyotomi kapatılır. Kalp ritmi geri döndükten
sonra kardiyopulmoner bypassa son verilir. Sağ ve sol insizyonlar en yaygın
reentrant dolaşımları keser ve sinüs uyarısını sinoatriyal noddan atriyoventriküler
noda belirli bir yol boyunca yönlendirir. Bu ana geçiş yolunun dışındaki “çoklu
çıkmaz sokaklar” tüm atriyal miyokardiyumunun elektriksel aktivasyonuna izin
verir. Cox Maze III, pulmoner damarları çevrelemeyi ve izole etmeyi ve sol
atriyal apendiksi kesmeyi içermektedir. Bu özellikler, AF’yi düzeltmek için diğer
araştırmacılar tarafından tasarlanan çoğu ameliyatta kullanılmaktadır. Bir çok
merkezde (37,38,46,47), Cox Maze III ameliyatındaki insizyonların ve
kriyolezyonların bazılarını içeren prosedürler uygulanmış ve rapor edilmiştir.
24
Bunlar parsiyel Maze prosedürleri olarak sınıflandırılır. Bu prosedürler, pulmoner
venlerin izolasyonu veya sol atriyal apendiksin eksizyonu da dahil olmak üzere
sol atriyum üzerine yoğunlaşmıştır (Şekil 6). Genellikle koroner sinüs, atrial
flutter riskini arttırmasına rağmen göz ardı edilmiştir (48). Kress ve ark. (49)
AF’nin intraoperatif ablasyonu için bir sol atriyal izolasyon paterni ortaya
koymuşlardır. Bu lezyon paterni sol ve sağ pulmoner venleri çiftler halinde izole
etmeyi, izole edilen bu bölümler arasında bağlantı oluşturmayı ve buradan da sol
atriyal apendikse doğru lezyon oluşturmayı içermektedir. Bu prosedür hem
endokardiyal hem de epikardiyal olarak uygulanabilir.Genellikle bu
basitleştirilmiş lezyonların oluşturulması için alternatif enerji kaynakları kullanılır.
Bu nedenle parsiyel Maze prosedürleri daha az zaman almaktadır (46, 50).
Cox ve ark. (44) , her türden Cox-Maze prosedürünü içeren en büyük hasta
serisini rapor etmiştir. Toplam 346 hastada operatif mortalite %2 idi. AF
hastaların %99’unda tedavi edilmiştir ve hastaların sadece %2’si uzun vadeli post-
operatif antiaritmik ilaç tedavisine ihtiyaç duymuştur. AF’nin başarılı bir şekilde
düzeltilmesini mitral kapak hastalığının varlığı, sol atriyal büyüklük ve AF türü
(paroksismal / persistan) etkilememiştir. Geçici postoperatif AF yaygındı ve
hastaların %38’inde görüldü. Bu sorun, peroperatif dönemdeki kısa atriyal
refrakter döneme atfedildi ve uzun vadeli sonuçları ortadan kaldırmadı (56).
Hastaların %15’inde cerrahi operasyon sonrası pacemaker ihtiyacı duyuldu. Sağ
atriyal transport fonksiyonu hastaların %98’inde görüldü ve sol atriyal transport
fonksiyonunun görülme oranı da %93’tü (44). İnme yaygın değildi (57,58).
Diğer merkezler de Cox Maze III prosedürü ile ilgili sonuçlar yayınlamıştır
(59, 60). Genel olarak, etkinlikleri Cox Maze ve ark. tarafından rapor edilenlerden
25
daha düşük olmuştur. Cleveland Kliniği’nde ve Mayo Klinik’te AF’yi iyileştirme
oranı %90 civarında rapor edilmiştir (59,61). Ek organik kalp hastalığının varlığı
Cox ve arkadaşlarının çalışmalarında Cox Maze III prosedürünün etkinliğini
ortadan kaldırmamasına rağmen, diğer araştırmacılar düşük oranda başarı rapor
etmişlerdir. Çoğu seride, mitral kapak cerrahisinin Cox Maze III ile kombine
edilmesi hastaların % 75- 82’sinde AF’yi tedavi etmiştir (62,63,64,65). Kamata ve
arkadaşları (64,66) atriyal fibrilasyon dalgasındaki oynama genişliğinin (amplitüd)
ve sol atriyum çapının bu hastalarda yürütülen Cox Maze prosedüründen sonraki
sinüs ritmi tesisinin bağımsız prediktörleri olduğunu bulmuşlardır. Neden diğer
araştırmacıların sonuçlarının Cox ‘un sonuçlarından düşük olduğu belirsizdir.
Çeşitli gruplar parsiyel Maze prosedürlerinin sonuçlarını yayınlamışlardır
(36,37,46,47). Bu araştırmacılar hastaların %80’inde sinüs ritmini tesis etmişlerdir
(46,50). İnsizyon ve kriyolezyon paternindeki küçük varyasyonlar sonucu
etkilememiştir. Parsiyel maze prosedürleri sol atriyum kaynaklı AF’yi ortadan
kaldırabilmesine rağmen, sağ atriyum kaynaklı atriyal flatter riski halen devam
etmektedir (67,68,69). Bu prosedürlerden sonra atriyal flatterin ortaya çıkma
olasılığı %5-10’dur ve bunun kateter ile ablasyonu kolaydır.
2.6.2. Mikrodalga ablasyon
Termal zarar ve sonrasındaki skar formasyonu yolu ile iletim bloklarından
oluşan hatlar yaratmak için mikrodalga enerjisinden yararlanılmaktadır. Yüksek
frekanslı elektromanyetik (mikrodalga) enerji dokudaki su moleküllerinin
osilasyonuna neden olur ve elekromanyetik enerji kinetik enerjiye (ısı) dönüştürür.
Dokuda hasar oluşturma mekanizması radyofrekansta olduğu gibi ısı temellidir
26
(51). Mikrodalga ısıtma radyofrekansla ısıtmaya göre daha avantajlıdır çünkü
ısıtılan dokunun derinliği ve hacmi çok daha fazladır ve bu da transmural
lezyonlar için daha yüksek oluşum ihtimali anlamına gelir. Mikrodalga ısıtma
endokardiyal yüzeylerde yanıklar oluşturmaz ve bu da tromboembolizm riskini
azaltabilir (52). Mikrodalga sondalar koruyuculudur ve bu özellik epikardiyal
ablasyon sırasında önem arz etmektedir. Günümüzde mikrodalga tabanlı AF
ablasyonu için 2-, 4-, ve 10 cm’lik sondalar bulunmaktadır (53). Mikrodalga
enerjisi ile yaratılan lezyon tipleri radyofrekans ile yaratılanlar ile benzerdir ve
genellikle pulmoner damar izolasyonunu içerir. Mikrodalga ablasyonu yapılan
hastaların %80’inde sinüs ritmi tesis edilmiştir (53). Dünya çapında, bu türden
500’den fazla prosedür gerçekleştirilmiştir ve bunların yaklaşık %30‘u “off
pump”dır. Mikrodalga kateterin AF’nin intraoperatif tedavisinde ancak son
zamanlarda kullanılmaya başlaması nedeniyle, uzun vadeli sonuçlar
bulunmamaktadır.
2.6.3. Kriyoablasyon
Kriyoablasyon, aritmi cerrahisinde yerleşik yöntemlerden birisidir ve Cox
Maze III prosedürünün önemli bileşenlerinden birisini oluşturur (43, 45). Diazot
monoksit tabanlı bir kriyosondanın atrial dokuya -60 derece 2 dakika süreyle
uygulanması transmural lezyon üretir ve bu da görsel olarak teyit edilebilir. Doku
bütünlüğü korunur ve böylece geride düz endokardiyal bir yüzey bırakır.
Uyguladıkları parsiyel Maze prosedüründe Sueda ve ark. (37, 38) lezyon
setini tamamlamak için kriyo-lezyonlar kullanmışlardır ve % 78 oranında başarı
bildirmişlerdir. Diğer araştırmacılar AF’yi tedavi etmek üzere pulmoner ven
27
izolasyonundan oluşan sınırlı sol atriyal kriyoablasyon uygulamışlardır ve %70
başarı elde etmişlerdir (70). Cox ve ark. (34,45) son zamanlarda yayınladıkları bir
raporda, Cox Maze III standart lezyon setinin kriyoproblar kullanılarak yeniden
üretildiği minimal invaziv bir yönteme yer vermişlerdir. Bu prosedür zorlayıcı ve
teknik açıdan zordur. En belirgin dezavantajları çok büyük donanım
gerektirmeleri, epikardiyal yüzeylere uygulanmasının zor olması ve uygulama
süresinin çok uzun olmasıdır. Bu probların zorluklarından birisi de sertliğidir;
bunula birlikte, gelecekte geliştirilecek esnek problar ve farklı şekillerdeki problar
bu sınırlamayı ortadan kaldıracaktır.
2.6.4. Lazer ablasyon
Lazer enerjisi yüksek enerjili optik dalgalardan oluşur. Dokular üzerindeki
etkisi direkt ısınma ile şok dalgalarının sebep olduğu hızlı hücresel patlamaların
oluşturduğu mekanik hasarın bir bileşimidir. Lazer tekniği ile keskin ve dar
ablasyon hatları oluşturulabilmektedir. Çünkü lazer ışınları dokuya direkt olarak
penetre olur ve ışının sınırları dahilindeki dokuyu ısıtırken lezyon minimal lateral
yayılım gösterir (54). Bu enerji kaynağının çok kuvvetli olması nedeniyle klinik
olarak çok yaygın kullanılmamaktadır.
2.6.5. Ultrason ablasyon
Titreşimsel bir enerji türüdür. Hücre zarlarını parçalar, fiziksel özelliklerini
değiştirir veya termal ısınmaya neden olur. Kardiyak jeneratörlerde, kullanılan
frekans aralığında oluşturduğu doku hasarı termal ısınma sonucudur. Oluşan
lezyonların sınırları belirli ve teorik olarak radyofrekans ile oluşanlardan daha
28
geniştir. Transdüserin kırılgan olması ve 100 dereceyi aşan sıcaklıklarda zarar
görebilmesi bir dezavantajıdır. Nekrotik doku varlığında ultrason emilim katsayısı
değişeceğinden lezyonun genişlik ve derinliği değişecektir (55).
2.7. RADYOFREKANS ABLASYON
Radyofrekans, frekansı radyo bandında yer alan ve alterne eden elektrik
akımıdır. Radyofrekans yönteminde radyo bandında yer alan; 350kHz’den 1
MHz’e kadar alterne edilen ve dokuda ısı artışı meydana getiren radyofrekans
enerjisi kullanılır. Elektrik akımı kateter ucundaki verici kutup ile hastanın sırtına
yerleştirilmiş veya bipolar sistemde yine kateter üzerinde yer alan diğer alıcı
kutup arasında hareket eder. Geçen enerjinin büyük bölümü kateter ile
miyokardiyal dokunun temasta bulunduğu yüzeye iletildiğinden vücudun diğer
bölümleri etkilenmez. Bu etkileşim sonucu dokularda titreşim ısı enerjisine
dönüşür ve koagulasyon nekrozu oluşur (72). Yapılan çalışmalarda dokuyu 70 ila
80 derecede yaklaşık 1 dakika ısıtmanın 3 ila 6 mm derinlikte lezyon oluşturduğu
gözlenmiştir ki bu da bir transmural geçiş bloğu hattı oluşturmak için yeterlidir
(71). Radyofrekans ablasyon uygulaması için bir enerji jeneratörü ve probu olan
çeşitli sistemler geliştirilmiştir. Radyofrekans ablasyon 1980’lerin ortalarından bu
yana perkütan kateter aracılığıyla özellikle supraventriküler taşikardilerin
tedavisinde kullanılmaktadır. Ucu serum irrigasyonlu radyofrekans ablasyonu ilk
olarak 1988 yılında Wittkampf ve arkadaşları (73) tarafından kullanılmıştır. Bu
kateterin kronik AF’de intraoperatif olarak kullanımı ilk olarak 1995 yılında Sie
ve arkadaşları (74), daha sonra ise Melo ve arkadaşları (75) tarafından
gerçekleştirilmiştir. Monopolar sistemlerde, hasta deriye yerleştirilen (genellikle
29
sırt bölgesine) elektrik yüksüz bir elektrod ile topraklanır ve akım radyofrekanslı
kateterin ucundan akar ve dokuya temas noktasında ısıtır. Lokal olarak 100
derecenin üzerinde sıcaklıklar ortaya çıkarabilir ve bu da doku buharlaşmasına ve
yüzeyel yanmalara neden olabilir. Dokunun diğer kısımları temas bölgesi
ısındıktan sonra ısının diğer bölgelere aktarılmasıyla ısınır. Bu mekanizma lezyon
derinliğini sınırlayabilir, transmural lezyon oluşturmak için aşırı enerji
uygulamasına gerek duyulabilir. Serum soğutmalı sistemler ise yüzeyel
yanmaların etkisini azaltırken lezyon derinliğini arttırabilir. Değişik ablasyon
kateterlerinin etkinliğini araştıran Nagakawa ve arkadaşları (80), kuru ve serum
irrigasyonlu kateterleri karşılaştırdılar ve sonuç olarak kuru sistemde istenen
lezyon derinliğine ulaşmak için verilen enerji düzeyinde dokuda karbonizasyon
oluştuğunu, karbonize yüzeyin ısıyı diğer katmanlara iletmede dirençli olduğunu
ve bunun neticesinde tam kat lezyon oluşturmanın güç olduğunu ayrıca bu
karbonize yüzeyin tromboemboli için odak oluşturduğunu ve en geniş ve en derin
lezyonların serum irrigasyonlu kateter ile gerçekleştiğini gözlemlediler. Son
zamanlarda geliştirilen bipolar sistemde kontrollü ve kesin transmural lezyon
oluşturularak bu dezavantaj ortadan kaldırılır.
Cerrahi uygulamalar için çeşitli kateter tipleri geliştirilmiştir. Bunlar
arasında, esnek problar, rijit problar, kalem benzeri problar (serum ilaveli) ve
bipolar klemp gibi problardır. Problar endokardiyal veya epikardiyal uygulanabilir.
Her iki teknik de sürekli ve transmural lezyon oluşturabilir (71, 76). Epikardiyal
uygulama çalışan kalpte de yapılabilmektedir (77).
Radyofrekans ablasyon amacıyla çeşitli lezyon tipleri oluşturulmuştur (62,
71, 78). Bu lezyon tiplerinin tamamı pulmoner venlerin tamamen veya tama yakın
30
izolasyonunu, sol atriyum apendiksinin eksizyonunu veya dışlanmasını içerir.
Ayrıca sol pulmoner venler ile sol atriyum apendiksi arasında ve yine sol
pulmoner venler ile mitral kapak anulusu arasında lezyon oluşturarak iletinin
engellenmesini içerir. Sağ atriyal uygulamalar ise Cox Maze III prosedürüne
benzer şekilde yapılır (78,79) (Şekil 7). Sol atriyal uygulama ortalama 10-20
dakika sürmektedir. Bu süre Cox Maze III prosedürünü gerçekleştirmek için
gerekli 1 saatlik süreden oldukça kısadır (62, 71, 77, 81, 85). Bu lezyon tiplerinin
çeşitli olmasına rağmen AF’nin tedavi oranı %70 ila %80 arasında bildirilmiştir
(71,78, 81, 82, 83, 84). Tedavi edilen hastaların çoğu organik kalp hastalığına
sahipti ve ek olarak mitral kapak ameliyatı geçirmişlerdir. Bu hastalarda elde
edilen başarı hemen hemen Cox Maze prosedürüne yakındır ve sağ atriyumun
prosedüre dahil edilip edilmemesinden bağımsızdır (44, 59, 60). Peroperatif AF
yaygındır ve vakaların yaklaşık üçte ikisinde görülür (71, 84, 85). Hastaların
%30-40’nın AF ile hastaneden ayrılmasına rağmen, bir çoğu takip eden 3 ay
içinde sinüs ritmine dönmektedir. Bu nedenle AF ile taburcu, prosedürdeki
başarısızlığın endikasyonu değildir. Bazı araştırmacılar atriyal büyüklüğün
başarıyı etkilediğini bildirmelerine rağmen, bu bulgu diğer araştırmacılar
tarafından teyit edilmemiştir (62, 78). Atriyal transport fonksiyonu, sinüs ritmine
dönen hastaların %80-100’ünde görülmektedir (86, 87). Elde edilen bu başarı
radyofrekans ablasyona olan ilgiyi arttırmaktadır ancak oluşturulan lezyon tipi ve
prosedürün sadece sol atriyumu içermesi konusunda halen tartışmalar devam
etmektedir. Uygulamalar arttıkça ve bu konuda yeni veriler yayınlandıkça
prosedür daha yaygın hale gelecektir.
31
MATERYAL ve METOD
1. Amaç
Bu çalışmamızda amacımız; kronik atriyal fibrilasyonu olan ve açık kalp
ameliyatına alınan hastalarda, intraoperatif olarak radyofrekans ablasyon
uygulanan hastaların orta dönem takip sonuçlarını ve radyofrekans enerjisinin
etkinliğini ve güvenilirliğini incelemektir.
2. Hasta Seçimi ve Endikasyonlar
Hasta seçim kriterleri; kalıcı atriyal fibrilasyonu olması (en az 6 aydır AF
mevcudiyeti) ve romatizmal mitral kapak hastalığı nedeniyle ameliyat
endikasyonu bulunması idi. Bunun yanısıra endokarditi olan, öncesinde bilinen
hasta sinüs sendromuna sahip, sol atriyum duvarında kalsifikasyon olan, kardiyak
fonksiyonları uygun olmayan (EF <%25), bipolar uygulama için engel
oluşturabilecek reoperasyon ve ileri adhezyon olan hastalar çalışma dışında
bırakıldı. Atriyum çaplarının ileri derecede büyümesi ( sol atriyum > 7.2 cm); hem
atriyum duvarının ince olması hem de sinüs ritmine dönme olasılığının az olması
nedeniyle diğer bir kısıtlayıcı faktördü.
32
Tablo-1. Hastaların preoperatif demografik ve ekokardiyografik verileri.
Preoperatif değişken
Erkek : Kadın 7:18 (% 28 / % 72)
Ortalama yaş (yıl) 46.2 ± 10.6 (20-67)
Ortalama fonksiyonel kapasite (NYHA Sınıfı) 3.4 ± 0.64 (2-4)
Ortalama AF süresi (yıl) 3.7 ± 2.01 (1-8)
Hipertansiyon 6 (% 24)
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı 4 (% 16)
Geçirilmiş mitral rekonstrüksiyon operasyonu 3 (% 12)
Situs İnversus Totalis 1 (% 4)
Şikayeti
Çarpıntı 14 ( %56)
Nefes darlığı 11 (% 44)
Ejeksiyon Fraksiyonu (%) 59.3 ± 8.4 (30-70)
Mitral kapak lezyonu
Mitral darlığı 13 (% 52)
Mitral yetmezliği 1 (% 4)
Miks hastalık 11 (%44)
Sol ventrikül diyastol sonu çapı (cm) 5.3 ± 0.7 (4.2-6.7)
Sol ventrikül sistol sonu çapı (cm) 3.5 ± 0.7 (2.3-5)
Mitral kapak alanı (cm2) 1.1 ± 0.1 (0.7-1.5)
Sol atriyum çapı (cm) 5.7 ± 0.9 (4.1-7.2)
Pulmoner arter basıncı (mmHg) 54.5 ± 12.2 (30-80)
33
Çalışmamızda 18 bayan ve 7’si erkek, toplam 25 hastaya radyofrekans ablasyon
yapıldı. Olguların tamamı kardiyoloji ve kalp-damar cerrahisi ortak konseyi kararına
göre operasyonuna karar verilmiş hastalardı. Çalışmaya alınan hastaların preoperatif
demografik verileri Tablo 1’de özetlenmiştir.
Hastaların tamamında romatizmal mitral kapak hastalığı mevcuttu. Üç hastaya
daha önce açık mitral komussürotomi ameliyatı uygulanmıştı. Operasyonlarda 19
hastaya mital kapak replasmanı, 6 hastaya mitral kapak rekonstrüksiyon teknikleri
uygulandı. Ek prosedür olarak 10 hastaya triküspit kapak rekonstriksiyon teknikleri
uygulanırken bir hastaya aort kapak replasmanı, bir hastaya aortik rekonstriksiyon
yapıldı. Dört hastada sol atriyal trombüs mevcuttu. Hastaların tamamında kalıcı atriyal
fibrilasyon mevcuttu. Onbir hastaya bipolar, 14 hastaya ise unipolar radyofrekans
ablasyon yapıldı. Hastaların 20 tanesine sadece sol atriyal ablasyon uygulanırken 5
hastaya hem sol hem de sağ atriyal prosedür uygulandı.
3. Unipolar ablasyon uygulaması
Median sternotomiyi takiben, standart kardiyopulmoner bypass tesis edildi. Kross
klemp sonrası sol atriyotomi yapıldı. Endokardiyal ablasyon uygulamak için serum
irrigasyonlu Cardioblate ® Surgical Ablation Pen (Medtronic model 60813) kullanıldı.
Ortalama 10-15 saniye süreyle 25-30 Watt radyofrekans enerjisi kullanıldı (Şekil 8). Sol
atriyumda trombüs bulunan vakalarda trombektomi yapıldı. İlk önce sağ pulmoner
venler yarımay şeklinde lezyon oluşturarak her iki uçtan sol atriyotomi insizyonuyla
birleşecek şekilde izole edildi. (Şekil 9). Daha sonra sol pulmoner venler elips şeklinde
lezyon oluşturarak izole edildi. İzole edilen bu iki adacık düz bir hat ile birleştirildi
(Şekil 9). Daha sonra sol atriyum apendiksine ve mitral kapak posterior anulusuna sol
ven pulmoner adacığından düz bir hatla lezyon oluşturularak prosedür tamamlandı (Şekil
9). Daha sonra sol atriyal apendiksine internal ligasyon yapıldı. Ablasyon işleminden
34
önce dikiş materyali termal hasar görebileceği için işlem tamamlandıktan sonra mitral
kapakla ilgili prosedüre geçildi. Ablasyon öncesi çevre dokuların termal hasara
uğramaması için sol atriyum arka duvarı ile posterior perikard arasına kuru gazlı bez
kondu. Kaşektik hastalar ve sol atriyum duvarı ileri derecede ince olan hastalara
prosedür uygulanmadı.
Sağ atriyal uygulamada ise (Şekil 10 A) sağ atriyotomiyi takiben insizyonun her iki
ucundan vena kava inferior ve vena kava superiora doğru lezyon oluşturuldu. Daha sonra
sağ atriyum apendiksinden septal liflete doğru lezyon oluşturuldu. Posterior lifletten sağ
atriyum tavanına insizyonla birleşecek şekilde lezyon oluşturuldu (Şekil 10 B). Sağ
atriyotomi alt ucundan, fossa ovalisden geçecek şekilde koroner sinüs ostiumuna doğru
lezyon oluşturuldu, buradan da posterior liflete ve vena cava inferiora birer lezyon
oluşturularak ablasyon işlemi tamamlandı (Şekil 10 C). Apendiks ligatüre edildi ve
triküspid kapakla ilgili cerrahi prosedüre geçildi.
Kros klemp sonrası her hastaya 600-800mg/gün yükleme dozunda amiodaron
infüzyonu başlandı. Her hastaya geçici epikardiyal pacemaker teli yerleştirildi.
Dekanülasyonu takiben AF’ye giren hastalara internal elektromekanik kardiyoversiyon
uygulandı.
35
4. Bipolar ablasyon uygulaması
Bipolar uygulama için serum irrigasyonlu Cardioblate® BP2 Surgical Ablation
Device (medtronic model 60831) kullanıldı. Median sternotomiyi takiben standart
kardiyopulmoner bypass tesis edildi yapıldı, sol atriyum değerlendi. Trombüs bulunan
vakalarda önce trombektomi yapıldı. Sol pulmoner venler eksplore edildi ve
serbestleştirildi, epikardiyal olarak bipolar ablasyon uygulanarak her iki pulmoner ven
ada şeklinde izole edildi (Şekil 11 A). Daha sonra sol atriyum apendiksine epikardiyal
ablasyon uygulanarak lezyon oluşturuldu. Bipolar kateterin bir ayağı epikardiyal
yüzeyde diğeri sol atriyum endokardiyal yüzünde olacak şekilde her iki sağ pulmoner
venlerin etrafında lezyon oluşturarak sol atriyotomi insizyonuyla birleştirildi (Şekil 11
B). Ablasyon işlemi tamamlandıktan sonra sol atriyal internal ligasyon yapıldı. Daha
sonra mitral kapakla ilgili prosedür tamamlandı. Kros klemp sonrası her hastaya 600-
800mg/gün yükleme dozunda amiodaron infüzyonu başlandı. Her hastaya geçici
epikardiyal pacemaker teli yerleştirildi. Dekanülasyonu takiben AF’ye giren hastalara
internal elektromekanik kardiyoversiyon uygulandı.
36
Tablo 2. Operatif veriler
Uygulanan Prosedür
Mitral kapak replasmanı 19 (% 76)
Mitral rekonstrüksiyon 6 (% 24)
Ek Prosedür
Aort kapak replasmanı 1 (% 4)
Aort kapak rekonstrüksiyon 1 (% 4)
Trikuspid kapak rekonstrüksiyonu 10 (% 40)
Sol atriyum trombektomi 4 (% 16)
Ablasyon
Bipolar (yalnız sol atriyal prosedür) 11 (% 44)
Unipolar 14 (% 56)
Yalnız sol atriyum 9 (% 64.2)
Sol/ Sağ atriyum 5 (% 35.8)
. ____________
AKK (dak) 75.2 ± 20.1 (38-110)
TPZ (dak) 101 ± 24.8 (62-150)
Hipotermi (C°) 29.6 ± 1.2 (27-32)
KPB çıkışı ritm
Sinüs 21 ( % 84)
AF 2 (% 8 )
Nodal 1 (% 4)
Fibroflutter 1 (% 4)
KPB çıkışı inotrop 5 (% 20)
37
5. Postoperatif takip
Hasta yoğun bakım ünitesinde tam monitorize olarak izlendi. Ritim takibi 12
derivasyonlu elektrokardiyografi ile yapıldı. Her hastaya postoperatif amiodaron
infüzyonu başlandı ve yoğun bakım ünitesinde hastalar ritim açısından tekrar
değerlendirildi. Bradikardi gelişen iki hastada amiodaron infüzyonu sonlandırıldı ve
geçici pacemaker desteği sağlandı. Elektrokardiyografide PR mesafesi uzayan hastalarda
amiodaron infüzyon dozu azaltıldı ve daha sık takip yapıldı. Postoperatif sinüs ritminde
olan ve yoğun bakımda AF ritmine dönen hastalara sedatize edilerek elektromekanik
kardiyoversiyon uygulandı. Hemodinamik problemi olmayan hastalar servis izlemine
alındı. Hastalar antikogulan ve antiaritmik tedavisi planlanarak taburcu edildi.
Antiaritmik olarak amiodaron tedavisinin en az üç ay süreyle kullanlması önerildi.
Taburcu sonrası ilk hafta ve ilk ay elektrokardiyografi ile takip edildi. Post operatif 1.
yılda ekokardiyografi ve elektrokardiyografi takipleri yapıldı.
Tablo 3. Postoperatif veriler
Yoğun bakımda kalma süresi (gün) 3.2 ±1.4 (1-7)
Hastanede kalma süresi (gün) 7.3±2.6 (4-15)
Drenaj miktarı (ml) 584±259
POSTOPERATİF 1. YIL EKOKARDİYOGRAFİ KONTROLÜ
Ejeksiyon Fraksiyonu (%) 58.1±6.2 (40-65)
Sol ventrikül diyastol sonu çapı (cm) 4.88± 0.5 (4-6)
Sol ventrikül sistol sonu çapı (cm) 3.35 ±0.5 (2.3-4.4)
Sol atriyum çapı (cm) 4.87 ±0.7 (3.8-7.0)
Pulmoner arter basıncı (mmHg) 39.3 ±8.7 (30-55)
38
6. İstatistik Karşılaştırmalar
İstatistik analizler SPSS “13.0 for Windows®” programı (SPSS Inc., Chicago, III)
kullanılarak gerçekleştirildi. Devamlı değişkenler için ortalama ± standart sapma,
kategorik değişkenler için yüzdesel rakamlar verildi. Kategorik değişkenler arasındaki
farklar χ2 ve Fisher Exact testi ile; devamlı değişkenler arasındaki testler one-way
Anova testi ile değerlendirildi. Paired t test, sol atriyum çaplarındaki pre- ve postoperatif
değişiklikler için kullanıldı. P değeri < 0.05 ise anlamlı kabul edildi.
Tablo 4. Mitral kapak hastalığı ile postoperatif 1. yılda ritmin karşılaştırılması
1. yıl sonunda ritim TOPLAM
NSR AFR Pace İmpl. MİTRAL
md 10 2 1 13(%52)
KAPAK my 1 0 0 1(%4)
PATOLOJİSİ miks 9 2 0 11(%44)
TOPLAM 20(%80) 4(%16) 1(%4) 25
P=0.88
39
Tablo 5. Unipolar ve bipolar uygulama ile postoperatif 1. yılda ritmin
karşılaştırılması
1. yıl sonunda ritim NSR AFR Pace İmpl. TOPLAM
unipolar 12 2 0 14(%56)
UNİPOLAR-BİPOLAR
bipolar 8 2 1 11(%44)
TOPLAM 20(%80) 4(%16) 1(%4) 25
P=0.482
Tablo 6. Sağ atriyal uygulama ile postoperatif 1. yıldaki ritmin karşılaştırılması
1. yıl sonunda ritim TOPLAM
NSR AFR Pace İmpl. SAĞ ATRİYAL
YAPILMADI 15 4 1 20(%80)
ABLASYON YAPILDI 5 0 0 5(%20)
TOPLAM 20(%80) 4(%16) 1(%4) 25
P=0.458
40
Tablo7. Sol atriyum çapı ile postoperatif 1. yıldaki ritmin karşılaştırılması
P=0.375
Tablo8. Preoperatif ve Postoperatif Ekokardiyografik verilerin karşılaştırılması
Ekokardiyografik Ölçüm Preoperatif Postoperatif 1. yıl p değeri
EF 59.3 ± 8.4 (30-70) 58.1±6.2 (40-65) 0,174
LVDSÇ 5.3 ± 0.7 (4.2-6.7) 4.88± 0.5 (4-6) <0,001
LVSSÇ 3.5 ± 0.7 (2.3-5) 3.35 ±0.5 (2.3-4.4) <0,001
LA çapı 5.7 ± 0.9 (4.1-7.2) 4.87 ±0.7 (3.8-7.0) <0,001
PAB 54.5 ± 12.2 (30-80) 39.3 ±8.7 (30-55) <0,001
1. yıl sonunda ritim TOPLAM
NSR AFR Pace İmpl SOL ATRİYUM
>5cm 10 3 0 13(%52)
ÇAPI <5cm 10 1 1 12(%48)
TOPLAM 20(%80) 4(%16) 1(%4) 25
41
TARTIŞMA
Atriyal fibrilasyon mortalite ve morbiditeyi önemli oranda arttırmanın yanı sıra
hastaların yaşam kalitesini önemli ölçüde bozmakta ve sosyoekonomik olarak önemli bir
yük getirmektedir. Dolaşım sistemi ile ilgili hastaneye yatışların yaklaşık %10 aritmi
nedeniyledir ve bunun büyük kısmını AF ve atriyal flatter oluşturmaktadır (24).
Mitral kapak hastalığı nedeniyle ameliyat olan hastaların büyük kısmı atriyal
fibrilasyon ritmindedir. İntermitan veya bir yıldan kısa süreli AF’u hastalarda mitral
kapak ameliyatı sonrası ritim genellikle sinüse dönmektedir fakat kronik atriyal
fibrilasyonda bu oran oldukça düşüktür (19, 20). Mitral kapak hastalığı ile kronik AF’nin
birlikte olduğu durumlarda, sadece kapağa yönelik cerrahi girişim sonrası, olguların
%80’inden fazlasında AF’nin sebat ettiği görülmüştür (20). Melo tarafından yapılan bir
çalışmada ise ameliyat sonrası spontan sinüs ritmine dönüş %8 olarak bildirilmiştir (21).
Cox Maze Prosedürü yapısal kalp hastalığı ve atriyal fibrilasyonu olan hastalarda
sinüs ritminin tesisinde oldukça efektif ve yaygın kabul görmüş bir yöntemdir (8).
Toplam 346 hastayı içeren ve tüm olguları kapsayan Cox (44) tarafından yayınlanan en
büyük seride operatif mortalite %2 idi. AF hastaların %99’unda tedavi edilmiştir ve
hastaların sadece %2’si uzun vadeli post-operatif antiaritmik ilaç tedavisine ihtiyaç
duymuştur. Geçici postoperatif AF hastaların %38’inde görüldü. Bu sorun, peroperatif
dönemdeki kısa atriyal refrakter döneme atfedildi ve uzun vadeli sonuçları etkilemedi
(56). Hastaların %15’inde operasyon sonrası kalıcı pacemaker ihtiyacı duyuldu. Sağ
atriyal transport fonksiyonu hastaların %98’inde görüldü ve sol atriyal transport
fonksiyonunun görülme oranı da %93’tü (44).
42
Diğer merkezlerin Cox Maze III prosedürü ile ilgili sonuçları (59, 60) Cox Maze
ve ark. tarafından rapor edilenlerden daha düşük olmuştur. Cleveland Kliniği’nde ve
Mayo Klinik’te AF’yi iyileştirme oranı %90 civarında rapor edilmiştir (59,61). Ek
organik kalp hastalığının varlığı Cox ve arkadaşlarının çalışmalarında Cox Maze III
prosedürünün etkinliğini ortadan kaldırmamasına rağmen, diğer araştırmacılar düşük
oranda başarı rapor etmişlerdir. Çoğu seride, mitral kapak cerrahisinin Cox Maze III ile
kombine edilmesi hastaların % 75- 82’sinde AF’yi tedavi etmiştir (62,63,64,65). Kamata
ve arkadaşları (64,66) atriyal fibrilasyon dalgasındaki oynama genişliğinin (amplitüd)
ve sol atriyum çapının bu hastalarda yürütülen Cox Maze prosedüründen sonraki sinüs
ritmi tesisinin bağımsız prediktörleri olduğunu bulmuşlardır. Neden diğer
araştırmacıların sonuçlarının Cox ve arkadaşlarınınkinden düşük olduğu belirsizdir.
Cox ve arkadaşları maze prosedürünü çoğunlukla lone AF’de uygulamışlardır,
fakat diğer araştırmacılar maze prosedürünü ilaç tedavisine dirençli ve açık kalp
cerrahisi gerektiren ek kardiyak patolojisi olan hastalarda tercih etmektedirler. Bununla
birlikte bu yöntemin oldukça komplike olması, uygulamanın uzun sürmesi, uygulamanın
tecrübe gerektirmesi bu konuda calışan araştırmacıları daha basit ve minimal invaziv
yöntemler konusunda arayışa itmiştir. Parsiyel maze prosedürleri olarak adlandırılan bu
yöntemlerde birçok lezyon setleri oluşturulmuştur (36,37,46,47). Çeşitli gruplar parsiyel
Maze prosedürlerinin sonuçlarını yayınlamışlardır (36,37,46,47). Bu araştırmacılar
hastaların %80’inde sinüs ritmini tesis etmişlerdir (46,50). İnsizyon ve kriyolezyon
paternindeki küçük varyasyonlar sonucu etkilememiştir. Parsiyel maze prosedürleri sol
atriyum kaynaklı AF’yi ortadan kaldırabilmesine rağmen, sağ atriyum kaynaklı atriyal
flatter riski halen devam etmektedir (67,68,69). Bu prosedürlerden sonra atriyal flatterin
ortaya çıkma olasılığı %5-10’dur ve bunun kateter ile ablasyonu kolaydır. Bu yöntemler
Cox maze prosedürüne göre daha az invazivdir.
43
Haissaguerre ve ark.(33) paroksismal AF’nin vakaların %94’ünde pulmoner
venlerdeki ektopik atımlardan kaynaklandığını ortaya koyduğu çalışma ve sol atriyuma
yönelik bu işlemlerin başarılı olması aynı lezyon setlerinin farklı enerji kaynakları
kullanılarak elde edilebileceği fikrini doğurmuştur. Radyofrekans ablasyon 1980’lerin
ortalarından bu yana perkütan kateter aracılığıyla özellikle supraventriküler
taşikardilerin tedavisinde kullanılmaktadır. Ucu serum irrigasyonlu radyofrekans
ablasyonu ilk olarak 1988 yılında Wittkampf ve arkadaşları (73) tarafından kullanılmıştır.
Bu kateterin kronik AF’de intraoperatif olarak kullanımı ilk olarak 1995 yılında Sie ve
arkadaşları (74), daha sonra ise Melo ve arkadaşları (75) tarafından gerçekleştirilmiştir.
Radyofrekans ablasyon amacıyla çeşitli lezyon tipleri oluşturulmuştur (62, 71, 78). Bu
lezyon tiplerinin tamamı pulmoner venlerin tamamen veya tama yakın izolasyonunu, sol
atriyum apendiksinin eksizyonunu veya dışlanmasını içerir. Ayrıca sol pulmoner venler
ile sol atriyum apendiksi arasında ve yine sol pulmoner venler ile mitral kapak anulusu
arasında lezyon oluşturarak iletinin engellenmesini içerir. Sağ atriyal uygulamalar ise
Cox Maze III prosedürüne benzer şekilde yapılır (78,79) (Şekil 7). Sol atriyal uygulama
ortalama 10-20 dakika sürmektedir. Bu süre Cox Maze III prosedürünü gerçekleştirmek
için gerekli 1 saatlik süreden oldukça kısadır (62, 71, 77, 81, 85). Bu lezyon tiplerinin
çeşitli olmasına rağmen AF’nin tedavi oranı %70 ile %80 arasında bildirilmiştir (71,78,
81, 82, 83, 84)Bizim elde ettiğimiz sonuçlar diğer çalışamalarda elde edilen sonuçlarla
örtüşmektedir. Bu yeni teknikler AF’yi efektif bir şekilde tedavi etmenin yanı sıra.
kardiyopulmoner bypass süresi kısalttığından ve komplikasyon görülme sıklığı
azalttığından oldukça düşük morbidite ve mortaliteye sahiptir. Bu prosedürlerin en
önemli başarısı Cox maze prosedüründeki gibi tam lezyon seti oluşturmadan, kısmi
lezyon oluşturularak AF’nin başarılı bir şekilde tedavi edilebileceğini göstermeleridir.
Tedavi edilen hastaların çoğu organik kalp hastalığına sahipti ve ek olarak mitral kapak
44
ameliyatı geçirmişlerdir. Bu hastalarda elde edilen başarı hemen hemen Cox Maze
prosedürüne yakındır ve sağ atriyumun prosedüre dahil edilip edilmemesinden
bağımsızdır (44, 59, 60). Peroperatif AF yaygındır ve vakaların yaklaşık üçte ikisinde
görülür (71, 84, 85). Hastaların %30-40’nın AF ile hastaneden ayrılmasına rağmen, bir
çoğu takip eden 3 ay içinde sinüs ritmine dönmektedir. Bu nedenle AF ile taburcu,
prosedürdeki başarısızlığın göstergesi değildir. Ablasyon sonrası elektromekanik veya
farmakolojik kardiyoversiyon önem taşımaktadır, sinüs ritmi tesis edildikten sonra
farmakolojik olarak desteklenmeli ve hastanın sinüs ritminde kalması sağlanmalıdır.
Amiodaron ve sotalol tedavisi postoperatif artiyal fibrilasyonun profilaksisinde tercih
edilmektedir. Mitral kapak replasmanı gereken hastalarda maze prosedürünün
uygulanması halen tartışmalı bir konudur çünkü mekanik kapak replasmanı yapılan
hastalarda sinüs ritmi tesis edilse dahi antikoagülan tedavi ihtiyacı ömür boyu devam
etmektedir. Fakat mitral rekonstrüksiyon yapılan hastalarda sinüs ritminin tesisi
antikoagülan tedavi gereksinimini ortadan kaldıracağından maze prosedürünün bu hasta
gurubuna uygulanması önerilmektedir. Bununla birlikte AF’nin antikoagülan tedaviye
rağmen tromboemboli riskini arttırdığını düşünen cerrahlar ise maze prosedürünün rutin
uygulanmasını savunmaktadırlar. Bu konuda daha fazla randomize çalışmaya ihtiyaç
duyulmaktadır.
Epikardiyal ve bipolar ablasyon prosedürü endokardiyal yaklaşıma göre daha yeni
bir uygulamadır ve literatürde şu ana kadar bildirilen komplikasyonlar endokardiyal
uygulamalardan oluşmuştur. Kullanılan prob ne olursa olsun, özellikle sol atriyal
ablasyon esnasında; özofagus, sirkumfleks koroner arter ve sol ana bronş yaralanmaları
veya sol atriyum perforasyonuna bağlı kanamalar gelişebilir. Endokardiyal uygulamada
karşılaşılan en fatal komplikasyon özofagus yaralanmasıdır (88). Sağ ve sol pulmoner
ven ağızlarının iki ayrı ada halinde çevrelenmesi ve bu ikisinin birleştirilmesi esnasında
45
sol atriyum arka duvarına yakın komşuluğundan dolayı özofagus hasar görebilir. Sol
atriyum ile özofagus arasında bazen hiç bağ dokusu bulunmayabilir (özellikle kaşektik
hastalarda). Bu yüzden, işlem esnasında eğer varsa TEE probu ve nazogastrik sonda
çıkarılmalıdır. Oblik sinüse gazlı bez yerleştirilmesi de hasar oluşma olasılığını en aza
indirecektir. Ayrıca sol atriyal dairelerin kesişmemesine özen gösterilmelidir çünki aynı
dokuya ikinci kez enerji uygulamak perforasyon riskini arttırmaktadır (89). Doll ve
Mohr (88 ), 387 hastaya radyofrekans ablasyon uygulamışlar ve dört hastada ( %1 )
özofagus perforasyonu geliştiğini bildirmişlerdir.
Sol atriyal endokardiyal uygulamada pulmoner adacıklar mitral kapak anulusu ile
birleştirilirken, anatomik varyasyona göre, termal hasara maruz kalabilir. Bu etkiyi en
aza indirmek için işlem esnasında retrograd soğuk kardiyopleji verilmesi önerilmektedir
(90). Sirkumfleks arter yaralanmasına kriyoablasyon ile kombine Maze operasyonu
sırasında da rastlanılmıştır (91).
Endokardiyal radyofrekans uygulamada karşılaşılan diğer komplikasyon ise, sol
atriyum arka duvarına yakın komşuluğundan dolayı sol ana bronş yaralanmasıdır. Bu
yüzen ablasyon işlemine başlamadan önce elle palpasyon yapılmalı ve sol ana bronşa ait
çıkıntı hissedilerek ablasyon buna göre şekillenmelidir (92). Ablasyon işlemi sol atriyum
apendiksinin internal ligasyonundan sonra yapıldığında, dikiş materyeli hasar görebilir
ve buna bağlı kanama görülebilir (93). Bu yüzden ablasyon işlemi her zaman diğer tüm
cerrahi işlemlerden (kapak replasmanı, rekonstrüksiyon..) önce yapılmalıdır. Atriyum
çapları ileri genişlemiş ve duvar yapısı ince olan hastalarda ablasyon süresi kısa
tutulmalı ve uygulanan enerji miktarı az olmalıdır. Pulmoner ven stenozuna perkütan
uygulamalarda rastlanmakla birlikte, pulmoner ostiumlara en az 3-4 mm uzaklıkta
yapılacak uygulamanın güvenli olacağı bildirilmiştir (94). Bizim yaptığımız çalışmada
uygulamaya ait komplikasyona rastlanmamıştır.
46
Diğer bir komplikasyon ise kalıcı pacemaker gereksinimi duyulan ritim ( nodal ritim, a-v
tam blok..) bozukluğudur. Mohr ve arkadaşlarının (90) 243 hastada yaptıkları
uygulamada 23 (%9.8) hastaya pacemaker takılmıştır. Maze III prosedürü uygulanan
hastalarda ise bu oran %2-24 olarak bildirilmiştir (8, 94). Öncesinde hasta sinüs
sendromu olduğu bilinen hastalara bu prosedür uygulanmamalıdır.Bizim çalışmamızda 1
hastaya (%4)kalıcı pace imlantasyonu yapılmıştır.
Bazı araştırmacılar atriyal büyüklüğün başarıyı etkilediğini bildirmelerine rağmen,
bu bulgu diğer araştırmacılar tarafından teyit edilmemiştir (62, 78). Sol atriyum
çaplarının ileri derecede büyümesi, atriyum duvarının incelmesi, fibrozis ve
kalsifikasyon rüptür riski nedeniyle tercih edilmemektedir. Atriyal transport fonksiyonu,
sinüs ritmine dönen hastaların %80-100’ünde görülmektedir (86, 87). Elde edilen bu
başarı radyofrekans ablasyona olan ilgiyi arttırmaktadır ancak oluşturulan lezyon tipi ve
prosedürün sadece sol atriyumu içermesi konusunda halen tartışmalar devam etmektedir.
Yakın gelecekte AF için cerrahi uygulamanın yaygın şekilde kullanımını ve enerji
kaynaklarında, lezyon setlerinde ve cerrahi yöntemlerde iyileşmeyi göreceğiz.
Radyofrekans ve mikrodalga enerjilerinin uygulanması için basit ve daha hızlı teknikler
halen gelişim halindedir. Lazer ve ultrason da lezyon yaratmak için alternatif enerji
kaynakları olabilir. AF’nin minimal invaziv, off-pump ablasyonu ufukta görünmektedir.
Cox sağ torakotomi yoluyla bir kriyo-maze prosedürünün gerçekleşebileceğini
göstermiştir (87). Sol atriyum apendiksi stapler kullanılarak eksize ve eksklude edilebilir
(95). Yakın gelecekte, AF’nin torakoskopik stapler ve geliştirilecek kateterler ile off-
pump epikardiyal ablasyonu mümkün olacaktır.
47
SONUÇLAR
Onbir hastaya bipolar, 14 hastaya monopolar ablasyon uygulandı.
Kardiyopulmoner bypass (KPB) çıkışında 21 hasta normal sinüs ritmine dönmüşken, 2
hasta AF’de, 1 hasta atriyal fibroflatter ritminde, 1 hasta nodal ritimde idi. Yoğun bakım
izleminde hastalar tam monitorize edildi ve ritm takibi 12 derivasyonlu
elektrokardiyografi (EKG) ile yapıldı. Postoperatif yoğun bakım takibinde KPB çıkışı
sinüs ritminde olan 21 hastadan 9 hasta AF’ye girdi. Bu hastalardan 5’ine
elektromekanik kardiyoversiyon uygulandı ve 4 hasta tekrar sinüs ritmine dönerken 1
hastada başarılı olunamadı. Dört hastaya farmakolojik kardiyoversiyon denendi fakat
başarılı olunamadı. Taburcu olurken 16 hasta (% 64) sinüs ritminde, 8 hasta (% 32)
AF’de ve 1 hasta da (% 4) nodal ritimdeydi. Kardiyoversiyon denenen ve başarılı
olunamayan hastanın postoperatif 3. aydaki kontrolünde normal sinüs ritmine döndüğü
gözlendi. Farmakolojik kardiyoversiyon denenen dört hastadan üçü postoperatif 1.
yıldaki kontrolde normal sinüs ritminde idi. Sonuç olarak elektromekanik
kardiyoversiyon uygulanan beş hastanın tamamı, farmakolojik kardiyoversiyon denenen
4 hastanın 3’ü postoperatif 1. yılda sinüs ritminde idi. Postoperatif 1. yılda EKG ve
ekokardiyografi takibi yapıldı. Birinci yılda yapılan kontrolde toplam 20 hasta (% 80)
normal sinüs ritmine dönmüştü. 4 hasta (% 16) halen AF’de, 1 hasta da (% 4) kalıcı pace
maker ritminde idi. Yapılan istatiski değerlendirmede postoperatif 1. yıldaki ritim ile sol
atriyum çapı, mitral kapak patolojisi, unipolar ve bipolar uygulama, sağ atriyal uygulama
48
ve ekokardiyografik veriler karşılaştırıldı (Tablo 4 - 8). Sonuçlar arasındaki farklar
istatistiki olarak anlamlı değildi. Sol atriyum çapı 5 cm’nin altında olan hastalarda sinüs
ritmine dönüş 5 cm’nin üzerinde olanlara göre daha fazla idi, fakat toplam hasta
sayısının yetersizliği nedeniyle sonuç istatistiki olarak anlamlı bulunmadı. Hem sağ hem
de sol atriyal uygulama yapılan hastalarda yalnızca sol atriyal uygulama yapılanlara göre
daha fazla sinüs ritmi elde edildi fakat hasta sayısı yetersiz olduğu için istatistiki olarak
anlamlı sonuç elde edilemedi. Preoperatif ve postoperatif diğer verilerle yapılan
değerlendirmede sinüs ritmine dönme oranına etkili faktör bulunamadı. Erken dönemde
bipolar ve monopolar uygulamaya bağlı komplikasyon görülmedi. Mortalite ve
morbidite izlenmedi. Kalıcı pacemaker ihtiyacı toplam bir hastada görüldü (%4). Bir
hastada postoperatif atrial fibroflatter gelişti (%4). Bu hastaya sadece sol atriyal prosedür
uygulanmıştı. AF ritminde taburcu edilen bu hasta postoperatif 8. ayda presenkopa yol
açan ve multiple pause atakları olan yavaş geçişli fibroflatter ritminde başvurdu ve
Holter tetkiki sonucunda kalıcı pacemaker implantasyonu uygulandı. Geç dönemde
meydana gelen bu komplikasyon bu prosedürün uygulandığı diğer kliniklerde görülen
kalıcı pacemaker gereksinim oranına yakındı. Atriyal fibrilasyonla taburcu edilen bir
hastada post operatif 2. ayda serebrovasküler olay gelişti ve bu hasta sağ hemiparezi ile
takip edilmektedir. Sosyokültürel düzeyi düşük olan bu hastada serebrovasküler olayın
muhtemel nedeni antikoagülan kullanımındaki düzensizlikti.
Postoperatif birinci yılda yapılan ekokardiyografik kontrollerde, ejeksiyon
fraksiyonunda preoperatif döneme göre anlamlı bir fark saptanmadı. Dolayısıyla
uygulanan yöntem hastaların ejeksiyon fraksiyonunu orta dönemde olumsuz yönde
etkilememiştir. Ancak, sol ventrikül diyastol sonu ve sistol sonu çapları, sol atriyum çapı
ve pulmoner arter basıncı değerlerinde, preoperatif döneme göre anlamlı (p<0,001) bir
azalma saptandı. Bu durum, normal mitral kapak fonksiyonunun sağlanması ile birlikte
49
büyük oranda normal sinus ritmine dönüşümün sol ventrikül fonksiyonları üzerine
olumlu etkilerini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Romatizmal mitral kapak hastalığı olan hastalarda mitral kapak cerrahisi ile
eşzamanlı yapılan radyofrekans ablasyon yöntemi ile elde edilen kardiyoversiyon oranı
postoperatif orta dönemde tatmin edici düzeyde bulundu. Bu yöntem, uygun hasta profili
seçildiğinde ve titiz bir uygulamayla hastalar bir protokole göre takip edildiğinde
özellikle mitral kapak tamir operasyonları ile birlikte uygulandığında başarılı, Cox Maze
III prosedürüne göre komplikasyon oranı düşük, tedavi maliyetini azaltan, etkili ve kolay
uygulanabilir bir yöntemdir.
50
ŞEKİLLER
ŞEKİL 1: SOL ATRİYAL İZOLASYON PROSEDÜRÜ
51
ŞEKİL 2: HİS DÜĞÜMÜ ABLASYON
ŞEKİL 3 : KORİDOR PROSEDÜRÜ
52
ŞEKİL 4: Sueda prosedüründeki sol atriyal insizyon paterni. Pulmoner venlere
dairesel bir şekilde insizyon yapılır ve sol atriyum apendiksine ve mitral
anulusuna doğru birleştirici insizyon yapılır.
53
ŞEKİL 5: COX MAZE III PROSEDÜRÜ
A)
B)
54
ŞEKİL 6: MİNİ-MAZE PROSEDÜRÜ
ŞEKİL 7: RADYOFREKANS ABLASYONDA LEZYON SETLERİ
55
ŞEKİL 8: ORTALAMA LEZYON DERİNLİĞİ VE ABLASYON ZAMANI
0
1
2
3
4
5
6
7
8
0 5 1 0 1 5 2 0 2 5 3 0 3 5 4 0
Ortalama lezyon derinliği ve ablasyon zamanı
--- 30 watts 5cc/dak
--- 25 watts 5cc/dak
--- 20watts 5cc/dak
Ort
alam
ade
rinl
ik(m
m)
(zaman (sn/1cm²)
*95%güvenilirlik
ŞEKİL 9: UNİPOLAR ABLASYON SOL ATRİYAL UYGULAMA
mitral kapak ve anulus
kırmızı: cerrahi insizyon hattı mavi: radyofrekans ablasyon hattı
56
ŞEKİL 10 : UNİPOLAR RF SAĞ ATRİYAL UYGULAMA ŞEMASI
kırmızı: cerrahi insizyon hattı mavi: radyofrekans ablasyon hattı
A)
vcs vcı
B)
triküspid kapak
57
C)
koroner sinüs
ŞEKİL 11. BİPOLAR RF ABLASYON UYGULAMA ŞEMASI
A)
58
B)
59
KAYNAKLAR
1. Silverman ME. From rebellious palpitations to the discovery of auricular
fibrillation: contributions of Mackenzie, Lewis and Eindhoven. Am J
Cardiol 1994;73:384-9.
2. Martin A, Schwartz MJ, Kronmal RA, Kosinski AS. Prevalence and
significance of atrial fibrillation in coronary artery disease (CASS
Registry) . Am J Cardiol 1988;61:7147-71.
3. Kannel WB, Abbott RD, Savage DD, McNamara PM. Epidemiologic
features of chronic atrial fibrillation: the Framingham study. N Engl J Med
1982; 306:1018-22
4. Benjamin EJ, Wolf PA, D’Agostino RB, Silbershatz H, Kannel WB, Lewy
D . Impact of atrial fibrillation on the risk of death: the Framingham Heart
Study. Final results. Circulation 1991;84:527-39.
5. . Ezekowitz M.D and Netrebko P.I. Anticoagulation in management of
atrial fbrillation. Current Opinion in Cardiology 2003;18:26-31
6. Lundstrom T. and Ryden L. Chronic atrial fibrillation. Long-term results of
direct current conversion. Acta Medica Scandinavica 1988;223:53-9.
7. Graffigna A, Pagani F, Minzioni G , Salerno J, Vigano M. Left atrial
isolation associated with mitral valve operations. Ann Thorac Surg.
1992;54:1093-1097; discussion 1098.
8. Cox JL , Schuessler RB, Lappas DG, Boieneau JP. An 8 ½ -year clinical
experience with surgery for atrial fibrillation . Ann Surg. 1996; 224:267-
273;discussion 273-275.
60
9. Sealy WC, Hattler BG jr, Blumenshein SD, Cobb FR. Surgical treatment of
Wolf-Parkinson-White syndrome. Ann Thorac Surg 1969;81-11.
10. Scheinman MM, Morady F, Hess DS, Gonzales R. Catheter-induced
ablation of the atrioventricular junction to control refractory
supraventricular arrhythmias. JAMA 1982;248:851-5.
11. Gallagher JJ, Svenson RH, Kasell JH, et al. Catheter technique for closed-
chest ablation of the atrioventricular conduction system. N engl J Med
1982;306:194-200.
12. Williams JM, Ungerleider RM, Lofland GK, Cox JL. Left atrial isolation:
new technique for the treatment of supraventricular arrhythmias. J Thorac
Cardiovasc Surg. 1980;80:373-380.
13. Guiraudon GM, Campell CS, Jones DL, et al. Combined sino-atrial node
atrio-ventricular node isolation: A surgical alternative to His Bundle
ablation in patients with atrial fibrillation. (Abs.) Circulation 1985;72:III-
220.
14. Fuster V, Ryden LE, Asinger RW, et al. ACC/AHA/ESC guidelines for the
management of the patients with atrial fibrillation. Eur Heart J
2001;22:1985-923.
15. Lip GYH. Does atrial fibrillation confer a hypercoagulable state? Lancet
1995;346:1313-4.
16. Peterson P, Kastrup J, Wilhelmsen R, Schutten HJ. Atrial natriuretic peptide
in atrial fibrillation before and after electrical cardioversion therapy. Eur
Heart J 1988;9:639-41.
61
17. Shinbane JS, Wood MA, Jensen DN, Ellenbogen KA, Sheinman MM,
Tachycardia-induced cardiomyopathy: a rewiev of animal models and
clinical studies. J Am Coll Cardiol 1997;29:709-15.
18. Pasty BM, Manolio TA, Kuller LH, et al. Incidence of the risk factors for
the atrial fibrillation in older adults. Circulation 1997;96:2555-61.
19. Diker E, Aydogdu S, Ozdemir M, et al. Prevalence and predictors of the
atrial fibrillation in rheumatic heart disease. Am J Cardiol 1996;77:96-8.
20. Handa N, Schaff HV, Morris JJ, Anderson BJ, et al. Outcome of mitral
valve repair and the Cox Maze procedure for mitral regurgitation and
associated atrial fibrillation. J Thorac Cardiovasc Surg 1999;118;628-635.
21. Melo J, Adrago P, Neves J, et al. Surgery for atrial fibrillation using
radiofrequency catheter ablation: assessment of results at one year. Eur J
Cardio-thorac Surg 1999;155:851-855.
22. Brand FN, Abbott RD, Kannel WB, Wolf PA. Characteristics and prognosis
of lone atrial fibrillation: 30-year follow-upin the Framingham study. J Am
Med Assoc. 1985;254:3449-53.
23. Frustaci A, Chimenti C, Belloci F, Morgante E, Russo MA, Maseri A.
Histological substrate of atrial biopsies in patients with lone atrial
fibrillation. Circulation 1997;96:1180-1184.
24. Bialy D, Lehmann MH, Schumacher DN, Steinman RT, Meissner MD.
Hospitalization for arrhythmias in the United States: Importance of Atrial
Fibrillation. JACC 1992;19:716-724.
25. American Heart Association policy document on the atial fibrillation.1988.
http:www.americanheart.org/arrhythmia/patient/about-atria.html.
62
26. Chen PS, Athill CA, Wu TJ, Ikeda T, Ong JJ, Karagueuzian HS.
Mechanisms of atrial fibrillation and flutter and implication for management.
Am J Cardiol 1999;84:125R-30R.
27. Nattel S. New ideas about atrial fibrillation 50 years on. Nature
2002;415:219-26.
28. Moe GK. On the multiple wavelet hypothesis of atrial fibrillation. Arch Int
Pharmacodyn 1962;140:183-8.
29. Allessie MA. Atrial electrophysiologic remodeling: another vicious circle? J
Cardiovasc Electrophysiol 1998;9:1378-93.
30. Falk RH. Atrial fibrillation. N Engl J Med 2001;344:1067-78.
31. Epstein AE, Kay GN. Finding our way through the maze. J Cardiovasc
Electrophysiol 1999;10:1575-7.
32. Roithinger FX, Steiner PR, Goseki Y, Sparks PB, Lesh MD.
Electrophysiologic effects of selective right versus left atrial linear lesions in
a canine model of chronic atrial fibrillation. Cardiovasc Electrophysiol
1999;10:1564-74.
33. Haissaguerre M, Jais P, Shah DC, et al. Spontaneous initiation of atrial
fibrillation by ectopic beats originating in the pulmonary veins. N Engl J
Med 1998;339:659-66.
34. Nathan H, Eliakim M. The junction between the left atrium and the
pulmonary veins. An anatomic study of human hearts. Circulation
1966;34:412-22.
63
35. Harada A, Sasaki K, Fukushima T, et al. Atrial activation during chronic
atrial fibrillation in patients with isolated mitral valve disease. Ann Thorac
Surg 1996;61:104-12.
36. Nitta T, Imura H, Bessho R, Hosaka H, Yamauchi S, Tanaka S. Wavelength
and conduction inhomogeneity in each atrium in patients with isolated
mitral valve disease and atrial fibrillation. J Cardiovasc Electrophysiol
1999;10:521-8.
37. Sueda T, Nagata H, Orihashi K, et al. Efficacy of a simple left atrial
procedure for chronic atrial fibrillation in mitral valve operations. Ann
Thorac Surg 1997;63:1070-5.
38. Sueda T, Nagata H, Shikata H, et al. Simple left atrial procedure for chronic
atrial fibrillation associated with mitral valve disease. Ann Thorac Surg
1996;62:1796-800.
39. Dittrich HC, Erickson JS, Schneiderman T, Blacky AR, Savides T, Nicod
PH. Echocardiographic and clinical predictors for outcome of elective
cardioversion of atrial fibrillation. Am J Cardiol 1989;63:193-7.
40. Levy S, Lauribe P, Dolla E, et al. A randomized comparison of external and
internal cardioversion of chronic atrial fibrillation. Circulation
1992;86:1415-20.
41. Lau CP, Log NS. A comparison of transvenous atrial defibrillation of acute
and chronic atrial fibrillation and the effect of intravenous sotalol on human
atrial defibrillation threshold. PACE 1997;20:2442-52.
42. Brignole M, Menozzi C, Gianfrancho L, et al. Assessment of
atrioventricular junction ablation and VVIR pacemaker versus
64
pharmacological treatment in patients with heart failure and chronic atrial
fibrillation. Circulation 1998;98:953-60.
43. Cox JL, Schuessler RB, D’Agostino HJ Jr, et al. The surgical treatment of
atrial fibrillation. III. Development of a definitive surgical procedure. J
Thorac Cardiovasc Surg 1991;101:569-83.
44. Cox JL, Ad N, Palazzo T, et al. Currrent status of the Maze procedure for
the treatment of atrial fibrillation. Semin Thorac Cardiovasc Surg
2000;12:15-9.
45. Cox JL, Schuessler RB, Boineau JP. The development of the Maze
procedure for treatment of atrial fibrillation. Semin Thorac Cardiovasc Surg
2000;12:2-14.
46. Takami Y, Yasuura K, Takagi Y, at al. Partial maze procedure is effective
treatment for chronic atrial fibrillation associated with valve disease. J Card
Surg 1999;14.103-8.
47. Bauer EP, Szalay ZA, Brandt RR, at al. Predictors for atrial transport
function after Mini-Maze operation. Ann Thorac Surg 2001;72:1251-5.
48. Cox JL,Ad N.The importance of cryoablation of the coronary sinus during
the Maze procedure.Semin Thorac Cardiovasc Surg 2000;12:20-4.
49. Kress DC, Krum D, Chekanov V, at al. Validation of a left atrial lesion
pattern for intraoperative ablation of atrial fibrillation. Ann Thorac Surg
2002;73:1160-8.
50. Szalay ZA, Skwara W, Pitschner HF, Faude I, Klovekorn WP, Bauer EP.
Midterm results after the Mini-Maze procedure. Eur J Cardiothorac Surg
1999;16:306-11.
65
51. Wonnell TL, Stauffer PR, Langberg JJ.Evaluation of microwave and radio
frequency catheter ablation in a myocardium-equivalent phantom
model.IEEE Trans Biomed Eng 1992;39:1086-95.
52. Spitzer SG, Richter P, Knaut M, Schuler S. Treatment of atrial fibrillation in
open heart surgery-the potential role of microwave energy. Thorac
Cardiovasc Surg 1999;47(Suppl 3):374-8.
53. Knaut M, Spitzer SG, Karolyi L, at al. Intraoperative microwave ablation
for curative treatment of atrial fibrillation in open heart surgery-the MICRO-
STAF and MICRO-PASS pilot trial. MICROwave Application in Surgical
treatment Atrial Fibrillation in Bypass-Surgery. Thorac Cardiovasc Surg
1999;47(Suppl 3):379-84.
54. Dorschler K, Muller G. The role of laser in cardiac surgery. Thorac
Cardiovasc Surg.1999;47:385-387.
55. Viola N, Williams MR, Oz MC, Ad N. The technology in use for the
surgical ablation of atrial fibrillation. Semin Thorac Cardiovasc Surg.
2002;14:198-205.
56. Cox JL, Schuessler RB, Boineau JP. The development of the Maze
procedure for atrial flutter and atrial fibrillation. Adv Card Surg 1995;6:1-67.
57. Cox JL, Ad N, Palazzo T. Impact of the maze procedure on the stroke rate in
patients with atrial fibrillation. J Thorac Cardiovasc Surg 1999;118:833-40.
58. Ad N, Cox JL. Stroke prevention as an indication for the Maze procedure in
the treatment of atrial fibrillation. Semin Thorac Cardiovasc Surg
2000;12:56-62.
66
59. McCarthy PM, Gillinov AM, Castle L, Chung M, Cosgrove D 3rd. The
Cox-Maze procedure: the Cleveland Clinic experience. Semin Thorac
Cardiovasc Surg 2000;12:25-9.
60. Arcidi JM Jr, Doty DB, Millar RC.The Maze procedure:the LDS Hospital
experience. Semin Thorac Cardiovasc Surg 2000;12:38-43.
61. McCarthy PM, Castle LW, Maloney JD, et al.Initial experience with the
maze procedure for atrial fibrillation. J Thorac Cardiovasc Surg 1993;1077-
87.
62. Chen MC, Chang JP, Guo GB, Chang HW. Atrial size reduction as a
predictor of the success of radiofrequency maze procedure for chronic atrial
fibrillation in patients undergoing concomitant valvular surgery. J
Cardiovasc Electrophysiol 2001;12:867-74.
63. Raanani E, Albage A, David TE, Yau TM, Armstrong S. The efficacy of the
Cox/maze procedure combined with mitral valve surgery: a matched control
study. Eur J Cardiothorac Surg 2001;19:438-42.
64. Kamata J, Kawazoe K, Izumoto H, et al. Predictors of sinus rhythm
restoration after Cox maze procedure concomitant with other cardiac
operations. Ann Thorac Surg 1997;64:394-8.
65. Izumoto H, Kawazoe K, Kitahara H, Kamata J. Operative results after the
Cox/maze procedure combined with a mitral valve operation. Ann Thorac
Surg 1998;66:800-4.
66. Ueshima K, Hashimoto K, Chiba M, et al. What are the predictors of
restoration of sinus rhythm after combined treatment with surgical repair for
67
organic heart disease and the Maze procedure for atrial fibrillation? J
Cardiovasc Surg (Torino) 1999;40:793-6.
67. Mohr FW, Fabricus AM, Falk V, et al. Curative treatment of atrial
fibrillation with intraoperative radiofrequency ablation: short-term and
midterm results. J Thorac Cardiovasc Surg 2002;123:919-27.
68. Usui A, Inden Y, Mizutani S, Takagi Y, Akita T, Ueda Y. Repetetive atrial
flutter as a complication of the left-sided simple maze procedure. Ann
Thorac Surg 2002;73:1457-9.
69. Deneke T, Khargi K, Grewe PH, et al. Left atrial versus bi-atrial Maze
operation using intraoperatively cooled-tip radiofrequency ablation in
patients undergoing open-heart surgery: safety and efficacy. J Am Coll
Cardiol 2002;39:1644-50.
70. Gaita F, Gallotti R, Calo L, et al. Limited posterior left atrial cryoablation in
patients with chronic atrial fibrillation undergoing valvular heart surgery. J
Am Coll Cardiol 2000;36:159-66.
71. Williams MR, Stewart JR, Bolling SF, et al. Surgical treatment of atrial
fibrillation using radiofrequency energy. Ann Thorac Surg 2001;71:1939-44.
72. Haissaguerre M, Jais P, Shah DC, et al. Right and left atrial radiofrequency
catheter therapy of paroxysmal atrial fibrillation. J Cardiovasc
Electrophysiol. 1996;7:1132-1144.
73. Wittkampf FH, Hauer RN, Robles de Medina EO. Radiofrequency ablation
with a coolet porous electrode catheter. J Am Coll Cardiol 1988;11:17.
68
74. Sie HT, Ramdal Misier R, Beukema WP. Radiofrequency ablation of atrial
fibrillation in patients undergoing mitral valve surgery: first experience.
Circulation 1996;94:1-675.
75. Melo J, Adragao P, Neves J, et al. Surgery for atrial fibrillation using
radiofrequency catheter ablation: assessment of results at one year. Eur J
Cardio-thorac Surg 1999;155:851-855.
76. Shimoike E, Kaji Y, Ueda N, Maruyama T, Kanaya S, Niho Y. In vivo and
in vitro study of radiofrequency application with a new long linear probe:
implication for the maze operation. J Thorac Cardiovasc Surg
2000;120:164-72.
77. Gaita F, Riccardi R, Calo L, et al. Atrial mapping and radiofrequency
catheter ablation in patients with idiopathic atrial fibrillation.
Electrophysiological findings and ablation results. Circulation
1998;97:2136-45.
78. Sie HT, Beukema WP, Misier AR, et al. Radiofrequency modified maze in
patients with atrial fibrillation undergoing concomitant cardiac surgery. J
Thorac Cardiovasc Surg 2001;122:249-56.
79. Chen MC, Guo GB, Chang JP, Yeh KH, Fu M. Radiofrequency and
cryablation of atrial fibrillation in patients undergoing valvular operations.
Ann Thorac Surg 1998;65:1666-72.
80. Nakagawa H, Yamanashi WS, Pitha JV, et al. Comparasion of in vivo tissue
temperature profile and lesion geometry for radiofrequency ablation with a
saline-irrigated electrode versus temperature control in a canine thigh
muscle preparation. Circulation. 1995;91:2264-2273.
69
81. Hindricks G, Mhor FW, Autschbach R, Kottkamp H. Antiarrhythmic
surgery for treatment of atrial fibrillation-new concepts. Thorac Cardiovasc
Surg 1999;47(Suppl 3):365-9.
82. Sie HT, Beukema WP, Ramdat Misier AR, Elvan A, Ennema JJ, Wellens
HJ. The radiofrequency modified maze procedure. A less invasive surgical
approach to atrial fibrillation during open-heart surgery. Eur Cardiothorac
Surg 2001;19:443-7.
83. Nitta T, Lee R, Schuessler RB, Boineau JP, Cox JL. Radial approach: a new
consept in surgical treatment for atrial fibrillation I. Consept, anatomic and
physiologic basis and development of a procedure. Ann Thorac Surg
1999;67:27-35
84. Pasic M, Bergs P, Muller P, et al. İntraoperative radiofrequency maze
ablation for atrial fibrillation: the Berlin modification. Ann Thorac Surg
2001;72:1484-91.
85. Benussi S, Pappone C, Nascimbebe S, et al. A simple way to treat chronic
atrial fibrillation during mitral valve surgery: the epicardial radiofrequency
approac. Eur J Cardiothorac Surg 2000;17:524-9.
86. Gillinov AM, Petterson G, Rice TW. Esophageal injury during
radiofrequency ablation for atrial fibrillation. J Thorac Cardiovasc Surg
2001;122:1239-40.
87. Cox JL. The minimally invasive Maze-III procedure. Oper Tech Thorac
Cardiovasc Surg 2000;5:79-92.
70
88. Doll N, Borger MA, Fabricus A, et al. Esophageal perforation during left
atrial radiofrequency ablation: Is the risk too high? J Thorac Cardiovasc
Surg. 2003;125:836-842.
89. Patwardhan AM. Esophageal injury during radiofrequency ablation for atrial
fibrillation: Inherent safety of radiofrequency bipolar coagulation. J Thorac
Cardiovasc Surg.2001;122:1241-1242.
90. Mohr FW, Fabricus AM, Falk V, et al. Curative treatmaent of atrial
fibrillation with intraoperative radiofrequency ablation: short-term and
midterm results. J Thorac Cardiovasc Surg. 2002;123:919-927.
91. Sueda T, Shikata H, Mitsui N, Nagata H, Matsuura Y. Myocardial infarction
after a maze procedure for idiopathic atrial fibrillation. J Thorac Cardiovasc
Surg.1996;112:549-550.
92. Benussi S, Nascimbene S, Calvi S, Alfieri O. A tailored anatomical
approach to prevent complications during left atrial ablation. Ann Thorac
Surg. 2003;75:1979-1981.
93. Guden M, Akpınar B, Sanisoglu I, Sagbas E, Bayindir O. Intraoperative
saline-irrigated radiofrequency modified maze procedure for atrial
fibrillation. Ann Thorac Surg. 2002;74:1301-1306.
94. Arcidi JM, Millar RC. Evolution of the Maze III procedure: are
modifications necessary? Thorac Cardiovasc Surg.1999;47:362-364.
95. Landymore R, Kinley CE. Staple closure of left atrial appendage. Can J
Surg 1984;27:144-5.
71