baĞ doku hİstolojİsİ ders notlari -1ž-doku-hİstolojİsİ-ders...hücre farklılaşması sonucu...

20
BAĞ DOKU HİSTOLOJİSİ DERS NOTLARI -1 GİRİŞ Histoloji, genel anlamda, vücudumuzun mikroskopik yapı’sını inceleyen bir bilim dalıdır. İnsan vücudu ,en basitten bileşiğe doğru sırayla, hücre, doku, organ ve sistem’lerden oluşur . Hücre biyolojisi komitesinde; “organizmanın, özel yapı ve fonksiyona sahip olan, dış ortamdan aldığı maddeleri kendileştirebilen ve bölünüp çoğalabilen en küçük canlı birimiolarak tanımladığımız hücreyi inceledik. Değişik yönlerde farklılaşarak erişkin organizmayı oluşturan hücrelerin ömürleri, bunların oluşturduğu organizmanın ömrüne göre çok daha kısadır. Ayrıca her hücre türünün ömrü de bir diğerinkinden farklıdır. Örneğin; mide ve barsaklardaki epitel hücreleri 3-4 günlük, eozinofil ve bazofil granülositler 1-2 haftalık, eritrositler 3 aylık bir ömüre sahiptir. Olgunlaşmış sinir hücreleri (nöron’lar) ise varlıklarını ömür boyu sürdürmektedirler. Yukardaki açıklamadan anlaşılacağı gibi organizmayı oluşturan hücrelerin çoğu belirli bir süre yaşadıktan sonra yaşlanır ve ölürler. Bunların yerini yine aynı türde olan hücreler alır. Bu olaya rejenerasyon (regeneration) denir. Belli bir yönde farklılaşmış olan bir hücrenin bölünmesi ile meydana gelmiş olan bir genç hücreyi iki türlü bir gelecek bekler : 1. Bu genç hücre işlevlerini tamamlar, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybetmemiştir, tekrar bölünerek iki hücre olur ve siklusunu devam ettirir, örneğin fibroblast gibi. 2. Bu genç hücre kendisi için belirlenmiş olan işlevini tamamladıktan sonra, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybeder ve ölür.Örneğin eritrositler, epitel hücreleri gibi. Bunun yeri ise, bu türe ait farklılaşmamış hücrenin (stem cell) bölünmesi ile doldurulur. Organizmada iki türlü hücre ölümü söz konusudur: 1- Patolojik bir etken olmadan, hücrelerin programlı bir biçimde ve fizyolojik sınırlar içinde ölmeleri. Bu olaya apopitozis adı verilir (apoptosis: son baharda yaşlanan yaprakların yere düşmesi). Apoptozis embryonal gelişme sırasında da, hücre miktarının ayarlanması ve organların biçimlenmesinde önemli rol oynar. Bu olay kısaca, planlanmış hücre ölümü olarak adlandırılabilir. 2- Patolojik etkenlerle (mekanik yaralanmalar, fiziksel ve kimyasal etkenler, mikroplar vs) meydana gelen hücre ölümlerine ise nekrozis (necrosis) adı verilir. Fizyolojik olmayan bu tür

Upload: others

Post on 21-Feb-2020

35 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

BAĞ DOKU HİSTOLOJİSİ DERS NOTLARI -1

GİRİŞ

Histoloji, genel anlamda, vücudumuzun mikroskopik yapı’sını inceleyen bir bilim

dalıdır. İnsan vücudu ,en basitten bileşiğe doğru sırayla, hücre, doku, organ ve sistem’lerden

oluşur .

Hücre biyolojisi komitesinde; “organizmanın, özel yapı ve fonksiyona sahip olan,

dış ortamdan aldığı maddeleri kendileştirebilen ve bölünüp çoğalabilen en küçük canlı

birimi” olarak tanımladığımız hücreyi inceledik.

Değişik yönlerde farklılaşarak erişkin organizmayı oluşturan hücrelerin ömürleri,

bunların oluşturduğu organizmanın ömrüne göre çok daha kısadır. Ayrıca her hücre türünün

ömrü de bir diğerinkinden farklıdır. Örneğin; mide ve barsaklardaki epitel hücreleri 3-4

günlük, eozinofil ve bazofil granülositler 1-2 haftalık, eritrositler 3 aylık bir ömüre sahiptir.

Olgunlaşmış sinir hücreleri (nöron’lar) ise varlıklarını ömür boyu sürdürmektedirler.

Yukardaki açıklamadan anlaşılacağı gibi organizmayı oluşturan hücrelerin çoğu belirli

bir süre yaşadıktan sonra yaşlanır ve ölürler. Bunların yerini yine aynı türde olan hücreler alır.

Bu olaya rejenerasyon (regeneration) denir. Belli bir yönde farklılaşmış olan bir hücrenin

bölünmesi ile meydana gelmiş olan bir genç hücreyi iki türlü bir gelecek bekler : 1. Bu genç

hücre işlevlerini tamamlar, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybetmemiştir, tekrar bölünerek iki

hücre olur ve siklusunu devam ettirir, örneğin fibroblast gibi. 2. Bu genç hücre kendisi için

belirlenmiş olan işlevini tamamladıktan sonra, yaşlanır, bölünme yeteneğini kaybeder ve

ölür.Örneğin eritrositler, epitel hücreleri gibi. Bunun yeri ise, bu türe ait farklılaşmamış

hücrenin (stem cell) bölünmesi ile doldurulur.

Organizmada iki türlü hücre ölümü söz konusudur:

1- Patolojik bir etken olmadan, hücrelerin programlı bir biçimde ve fizyolojik sınırlar içinde

ölmeleri. Bu olaya apopitozis adı verilir (apoptosis: son baharda yaşlanan yaprakların yere

düşmesi). Apoptozis embryonal gelişme sırasında da, hücre miktarının ayarlanması ve

organların biçimlenmesinde önemli rol oynar. Bu olay kısaca, planlanmış hücre ölümü olarak

adlandırılabilir.

2- Patolojik etkenlerle (mekanik yaralanmalar, fiziksel ve kimyasal etkenler, mikroplar vs)

meydana gelen hücre ölümlerine ise nekrozis (necrosis) adı verilir. Fizyolojik olmayan bu tür

değişimlere dejenerasyon (degeneration) denir. Bu tür etkenler hücreyi yavaş bir tempoda

ölüme götürüyorsa olay nekrobiyoz (necrobiose), tempo hızlı ise nekroz (necrose) adını alır.

Hücrelerde dejenerasyona sebep olan etken ortadan kalktığında (eğer ileri derecede bir yıkım

olmamışsa) hücreler tekrar normal durumlarına dönebilirler.

Hücrenin yaşlanma ve hastalanma belirtileri hem sitoplazmada hem de nukleusta

izlenen bazı değişimlerden anlaşılabilir.

Sitoplazmada görülen iki önemli değişim , 1.Atrofi (atrophy), 2. Dejenerasyon

(degerenation) dur. Atrofi’de sitoplazmanın ve dolayısıyla da hücrenin hacmi azalmıştır,

nukleus/sitoplazma oranı nukleus lehine büyümüştür. Dejenerasyonda ise sitoplazmanın tümü

yağ, müküs, kolloid, pigment gibi maddelerle ileri derecede dolmuştur veya organellerden

birisinde bu değişimler gözlenebilir.

Nukleus’ta görülen değişimlerin başlıcaları ise ; 1.Piknoz (pycnosis), 2. Karyoreksis

(karyorhexis) ve 3. Karyoliz (karyolysis)’dir. Piknoz’da; çekirdek küçülür, çekirdek zarı

girintili çıkıntılı olur, kromatin maddesi yoğunlaşır ve bazofilleşir. Karyoreksis’de; kromatin

maddesi gruplar halinde toplanarak çekirdek zarına yapışır, çekirdek zarı parçalanır, kromatin

sitoplazma içine dağılır ve kaybolur. Karyoliz’de; kromatin maddesi yavaş yavaş erir, bunun

sonucu nukleusun bazofil boyanma özelliği kaybolur, çekirdek eriyip kaybolur.

DOKULAR

İnsan vücudunda yaklaşık 200 ayrı tip hücre bulunur. Bu hücreler çeşitli fonksiyonları

üstlenmek üzere kendi aralarında gruplaşırlar. Bir veya daha fazla fonksiyon gerçekleştirmek

üzere organize olmuş hücre gruplarını doku (tissue) diye tanımlıyoruz. Dokuyu meydana

getiren hücrelerin işbirliği ile o dokuya ait fonksiyon, bir organı oluşturan farklı dokuların

işbirliği ile organın fonksiyonu ve nihayet organlar arasındaki işbirliği ile de vücut

fonksiyonları gerçekleştirilir. Bilindiği gibi bu işbirliği; hücreler arasındaki çeşitli bağlantı

kompleksleri, yüzey reseptörleri, sinirsel innervasyonlar ve hormonal sitimülasyonlarla

düzenlenmektedir.

Hücre farklılaşması sonucu organizmada dört temel doku meydana gelir:

1. Epitel dokusu , 2. Destek dokular ( bağ doku, kıkırdak doku, kemik doku, kan doku ),

3. Kas dokusu , 4. Sinir dokusu.

Hücrelerin birlik (doku) oluşturmaları için bunları birarada tutan yapıştırıcı bir

maddeye veya maddeler grubuna ihtiyaç vardır. Bu yapıştırıcı madde yine hücreler tarafından

sentezlenir ve hücreler arası boşluğa verilir. Bu birleştirici maddenin miktarına göre iki tip

doku ayırt edilir: İntersellüler substans'lı dokular ( ara madde azdır) ve fundamental

substans'lı dokular ( ara madde hücrelere kıyasla boldur ). Bu kritere gore; epitel doku

2

intersellüler substanlı bir dokudur, destek dokuların hepside fundamental substanslıdır, kas

dokusu orta derecede ara maddeye (endomizyum) sahiptir, sinir doku da ise ; MSS de ara

madde bir yapıştırıcı medium tarafından değil, nöyrogliya dokusu adı verilen özel bir hücre

grubu tarafından oluşturulmuştur, PSS de ise orta derecede ara madde (endonöyrium) bulunur.

Organların genel görünümleri ve fonksiyonları birbirlerinden oldukca farklı

olmalarına karşın temelde bu dört dokunun karışımından meydana gelmişlerdir. Organına

göre, bu dokulardan birisi daha baskın olmak üzere genelde dört tip dokuyu da içerirler.

I. BAĞ ve DESTEK DOKULAR

AMAÇLAR :

-Bağ ve destek dokularının orijini,

-Bağ ve kemik dokusunun ana komponentleri, birincil karekteristikleri ve görevlerinin

öğrenilmesi,

-Bağ ve kemik dokusu hücrelerinin ve liflerinin öğrenilmesi,

-Kollagen sentezi ve kollagen yapımının tanımlanması, retikülin ve elastic liflerin

öğrenilmesi,

-Temel madde (ekstrasellüler matriks) ve doku sıvısının özellikleri,

-Bağ dokularının, kemik dokularının çeşitleri ve onların histolojik preparatlarda

tanınma kriterleri.

GENEL BİLGİLER :

Erken embriyolojik gelişme sırasında ektoderm ve endoderm birbirinden ayrılır, ikisi

arasında 3. germ yaprağı olan mezoderm oluşur. Bu mesoderm tabakasının hücrelerinden (ve

bazı yerlerde kısmen nöyroektoderm’in katkısı ile) mezenşim adı verilen embryonik bağ

dokusu meydana gelir (mesenchyme; meso: orta, ortasında, enchyme: birleşme, füzyon).

İşte vücudumuzdaki tüm bağ ve destek dokular mezenşim adı verilen bu dokudan

orijin alır.

Bağ ve destek dokular ( bağ dokusu, kıkırdak dokusu, kemik dokusu) organizmanın

derin kısımlarına yerleşerek onu dış ortamdan gelecek basınçlara karşı dirençli kılar. Damarlar

içinde devamlı sirküle olan kan’da; hücrelerarası maddesi sıvı olan bir destek dokusudur.

Bağ ve destek dokular iki önemli ortak özellik taşırlar:

1.Mezenşim kökenlidirler,

2. Hücrelerarası maddeleri boldur (fundamental substans, temel madde).

BAĞ DOKUSU

3

Vücudumuzda en çok bulunan dokulardandır. Mezodermden gelişen bağ dokusu

embryolojik gelişim süresince diğer iki germ yaprağı üzerine (içine) çoğalarak organların

şekillenmesini, onların stroma, kapsüla ve çevre örtülerinin oluşmasını sağlar.

Diğer dokuların aksine bol damar ve sinir içerir. Tüm damar ve sinirler bağ dokusu

içinde vücudumuza dağılırlar. Bağ dokusu hücreleri epitel dokusu hücreleri gibi sıkı bir birlik

oluşturmazlar, birbirleri arasında geniş mesafeler bulunur. Yani hücrelerarası maddesi boldur (

fundamental substans'lı doku ).

Bağ dokusunun ana fonksiyonları arasında şunlar sayılabilir:

-Diğer dokuları destekleme(stroma vasıtasıyla), paketleme (organ kapsülleri

vasıtasıyla), bağlama ( bazal membran vasıtasıyla). Kemiği kemiğe, kemiği kasa, kası kasa

bağlama ( ligament, tendo ve aponöyrozlar vasıtasıyla).

-Organizmadaki doku kayıplarını önlemek ( repairing ).

-Besleme: Doku sıvısı aracılığıyla hem kendi hücrelerini hem de

diğer dokuları besler.

-Vücut savunması: İçerdiği makrofajlar vasıtasıyla hücresel, plasma hücreleri

vasıtasıyla humoral olarak vücut savunmasına iştirak eder.

-Yedek enerji deposu olarak görevi vardır (yağ dokusu).

Bağ dokusu da, diğer dokular gibi, hücreler ve temel madde olmak üzere başlıca iki

ana unsurdan oluşur. Bu iki ana unsur ile bunların alt içerikleri aşağıda şematize edilmiştir

4

A. Bağ dokusu hücreleri:

((Epitel dokusu hücreleri ile bağ dokusu hücreleri arasındaki önemli farklar:

- Bağ dokusu hücreleri genellikle kutuplaşma göstermezler, yüzeylerinin her

tarafından aktiftirler,

- Bazal lamina üzerine oturmazlar,

- Birbirlerine temas etmezler ( yetişkinlerde!!),

- Sıkı bir birlik oluşturma, bir kitle oluşturma eğilimi göstermezler, birbirlerine karşı

mesafelidirler,

- Çoğu kez kendi salgıları içine gömülüdürler,

- Bağ doku ara maddesini ve ipliklerini sentezlerler ve bu işlevi devam ettirirler,

- Bağışıklık olaylarında rol oynarlar,

- Ölü veya işe yaramayan maddeleri uzaklaştırırlar,

- Uzun ömürlüdürler, sık mitoz göstermezler ( sık sık bölünmezler). ))

1. Mezenkim hücreleri:

Embryonal hayatta mezodermin farklılaşması ile ortaya çıkan ilk bağ doku

hücreleridir. Yıldız şekillidirler, sitoplazmalarındaki vimentin filamanları (10 nm çapında

arafilamanlardandır, 54 kDa ) bu şekillerini korumalarını sağlar. Çok sayıda sitoplazmik

uzantıları vardır. Çekirdekleri iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatiktir.

5

Bu hücreler ileri derecede bölünme ve farklılaşma yeteneğine sahiptirler. Fötal hayatta

bunların çoğalıp farklılaşmaları ile destek dokular ve kas dokusu meydana gelir.

Mezenkim hücrelerine olgun bağ dokularında da raslanır. Bilhassa gevşek bağ

dokusunda kan damarları etrafında bulunduklarından bunlara perivasküler hücre, adventisyal

hücre, perisit gibi adlar verilir( ayrıca bunlara; reserve hücre, multipotent hücre, pluripotent

hücre diyenlerde vardır). Rutin preparatlarda bunları mikroskopta seçmek zordur, duruma

göre düz kas hücresi veya endotel hücresi görünümündedir. İhtiyaç olduğunda endotel, düz

kas veya başka bir mezenkimal hücreye farklanabilir.

2. Retikulum hücreleri:

Şekil yönünden mezenkim hücrelerine çok benzerler. Onlar gibi yıldız şekillidir,

sitoplazmik uzantıları vardır. Uzantılarıyla birbirlerine tutunup hücresel bir ağ (retikulum)

oluştururlar. Çekirdekleri de iri, yuvarlak, merkezi konumlu ve ökromatikdir. Dıştan

retikulum iplikleri ile desteklenmişlerdir. Dalak, kemik iliği, lenf düğümleri, timus gibi kan

yapan organların çatısını oluştururlar.

6

Timus’daki reticulum hücreleri, diğer yerdekilerin aksine, yutak endoderminden köken

alır. Yani mezenşimal kökenli değildir ve bundan dolayı reticulum iplikleride sentezlemezler.

3. Fibroblastlar:

Bağ dokusunda en çok bulunan hücrelerdir. Işık mikroskobunda iğ biçimli oval

çekirdekli bir hücre olarak görünür.

7

(internet’ten alınmıştır)

8

Düzensiz şekillidir, küçük sitoplazmik uzantıları vardır. Fibroblastlar bağ doku ara

maddesini büyük oranda sentezleyen ve salgılayan hücrelerdir. Bağ dokudaki kollagen,elastik

ve retikülin lifleri ile amorf kısmının glikozaminoglikan ve glikoproteinlerini sentezlerler ve

salgılarlar. Erişkinlerin bağ dokularındaki fibroblastlar nadiren bölünürler. Mitozlar sadece

organizmanın yeni fibroblastlara ihtiyacı olduğu zaman (yaralanmalarda) gözlenir.

Fibroblastlar iridir. Uzun iğ şeklindedirler, ökromatik çekirdekleri vardır, nucleolus

belirgindir. Sitoplazmaları boldur. Protein salgılayan hücrelerin karekteristiği olan; iyi

gelişmiş granüllü ER, iyi gelişmiş Golgi kompleksine , bazofilik sitoplazmaya sahiptir.

Yaralanan bölgelerin iyileşmesi sırasında, o bölgedeki fibroblastlar düz kas tellerine

benzer özellikler kazandıklarından myofibroblast adını alırlar. Ayrıca düz kas hücrelerine

benzer özellikler de kazanırlar.Bunların düz kas hücreleri gibi derince çentiklenmiş

çekirdekleri vardır, sitoplazmalarında yoğun cisimcikler ve microfilament bantları bulunur.

Diştan bazal membran bulunmamasıyla düz kas tellerinden ayrılır. Genellikle izole hücreler

olarak bilinmelerine karşın diğer myofibroblastlarla sitoplazmik uzantıları aracılığıyla kontakt

kurabilirler. Bu temas yerleri GAP junktion yapısındadır. Myofibroblast' lar bol ara madde ve

iplik ön maddesi sentezleyip salgılayarak yara bölgenin kapanmasını sağlarlar ( granülasyon

dokusu oluşumu; başlıca miyofibroblastlar ve bunların arasına filizlenmiş bol kapillar

damarlar içerir).

9

Fibroblast hücrenin aktif halini tanımlar. Aynı hücre işlevini bitirince inaktifleşir

fibrosit'e dönüşür. Fibrosit az sitoplazmalıdır, organelce fakirdir, küçük yassı-oval

heterokromatik çekirdeği vardır. İhtiyaç durumunda aktifleşip tekrar fibroblast'a dönüşebilir.

Fibroblast’ların silüeti (sınırları) H&E boyamalarında pek iyi seçilemez. Demirli

hematoksilen tespitleri daha iyi boya almalarını, dolayısıyla mikroskopta daha iyi

seçilebilmelerini sağlayabilir.

4. Makrofaj' lar:

(internet’ten alınmıştır)

Kemik iliğinde meydana gelen monositler dolaşıma geçip üç gün kadar damarlarda

sirküle olduktan sonra kapillar damarlar yoluyla bağ dokuya geçerek (diyapedez )

makrofajlara dönüşürler. Kandan bağ dokuya yeni geçen monositlere histiyosit adı verilir.

Bunlar inaktif olarak yaşamlarına bağ doku içinde devam ederler, vücuda yabancı maddelerle

karşılaşınca aktifleşir makrofajlara dönüşür ve vücut savunmasında görev alırlar. Kuvvetli

fagositoz güçleri vardır. Makrofajlar; bir bölgedeki yabancı maddeleri yok etmekte yetersiz

kalırlarsa birbirleriyle birleşip çok çekirdekli dev hücreler oluştururlar ( yabancı cisim dev

hücresi: multinuclear giant cells). Ayrıca antijenlere karşı antikor yapımı için plasma

hücrelerini uyarırlar.

Monositler bölünmedikleri halde bunların farklılaşması ile oluşan makrofajlar mitozla

bölünüp sayılarını artırabilirler. Ancak yinede fazla ihtiyaç duyulduğunda kandan gelen

monositlerle takviye edilirler.

10

Mononukleer fagositik sistemin üyesi olup ve hepside monosit kökenli olan

vücudun farklı bölgelerine dağılmış bulunan fagositoz yoluyla vücut savunmasına katılan bu

hücreler bulundukları yere göre farklı şekiller gösterebilirler ve gerekli ve enerjilerini çok

farklı yollarla sağlayabilirler. Bunlar bulundukları yerlere bağlı olarak şu isimlerle

adlandırılırlar:

Bağ dokusunda: Makrofaj

Karaciğer'de : Kupfer'in yıldız hücresi

Akciğer'de : Alveoler makrofaj

Dalak'ta : Sabit ya da serbest makrofaj

Kemik iliği'nde: Makrofaj

Kemik dokuda: Osteoklast

Kıkırdak dokuda: Kondroklast

Pleura'da: Pleural makrofaj

Periton'da: Peritoneal makrofaj

Sinir sistemi'nde: Mikrogliya

Deride: Langerhans hücreleri

Bağ doku makrofajları’nın yapısal özellikleri; çekirdekleri iri ve çentiklidir, hafifce

eksentrik konumludur. Çekirdek zarı tırtıllıdır. Sitoplazma fagositik maddelerin yıkımı için

gerekli organel olan lizozomlar’dan oldukca zengindir. Lizozomlarındaki değişik türdeki

hidrolitik enzimler yaşlı hücre, organel, toz gibi çeşitli maddeleri eritebilirse de bunların

11

mikrop öldürücü etkileri yoktur. Makrofajlarda bu işi açığa çıkardıkları hidrojen peroksit

yapar. Hücre tarafından açığa çıkarılan hidrojen peroksit mikropları içermekte olan heterofajik

vakuollere geçer ve burada bulunan mikropları parçalayıp öldürür. Aktif makrofajlar

sindirilmiş materyalin geçici olarak depolandığı çok sayıda fagositik vezikül ( veya fagozom)

da içerir. Bağ dokusu makrofajları fagositoz işlevinin yanısıra; (1)yaşlanan bağ doku liflerinin

ve ekstrasellüler matriksin uzaklaştırılması ve yenilenmesi (turnover), (2) immunolojik

yanıtlar için vücuda giren antijenlerin B lenfositlere sunulması ve (3) T lenfositler için çeşitli

sitokinlerin üretilmesi (örneğin;yardımcı T lenfositleri aktivasyon için interlökin 1, tumor

nekroz factor-∂) gibi üç önemli görev daha yapar.

Bağ doku makrofajları inaktif formda iken az cok fibroblastlara benzer.

Aktive edilmiş makrofajlar; interlökin-1, interlökin-6, interferon, eritropoietin,

fibroblast gelişme faktörü(FGF), makrofaj koloni sitimulan factor(M-CSF), elastaz,

kollagenaz, lizozim, prostaglandin, hidrojen peroksit gibi maddeler sentezler ve salgılarlar.

5. Plasma hücreleri (plazmasit, immunosit):

(internet’ten

alınmıştır)

12

Plasma hücreleri B Lenfositlerin farklılaşması ile meydana gelirler. Antijenlere karşı

bağışıklık maddeleri ( antikor) üretirler. Antikorlar (immunoglobunler) glikoprotein yapıdadır.

Bu yüzden plasma hücreleri protein salgılayan hücrelere özgü organellerden zengindir.

Sitoplazmaları boldur, iyi gelişmiş granüllü ER, yaygın bir Golgi kompleksine sahiptirler.

Granüllü ER’le ilşkili birçok ribozom ve polizomlardan dolayı sitoplazma bazofiliktir.

Çekirdeğe yakın açık renkli bir alan hafifce asidofiliktir ve Golgi aygıtını simgeler.

Çekirdekleri yuvarlak şekilli ve eksentirik konumludur, çekirdekcik belirgindir. Kromatin

maddesi çekirdek iç zarına aralıklarla yerleşmiş, ona bir araba tekerleği (veya saat kadranı)

görünümü vermiştir.

(internet’ten

alınmıştır)

13

Her plasma hücresi sadece bir tür antijene cevap verir. Bu nedenle her antijen türü için ayrı

özellikte bir plasma hücresi farklılaşır. Vücuda giren yabanci mikroorganizmalar plasma

hücreleri tarafından üretilip salgılanan kendilerine özel olan antikorlarla sarılarak

kuşatılırlar, böylece makrofajlar tarafından fagosite edilmeye hazır hale getirilirler.Bu olaya

opsonizasyon adı verilir.

( Not: Makrofajlar ve plasma hücreleri hakkında 2. komitede dolaşım sisteminde ve ayrıca

"vücud savunması ve immünite" başlığı altında daha ayrıntılı bilgi bulabilirsiniz).

6. Mastosit:

Yağ hücrelerinden sonra bağ dokudaki en iri hücrelerdir (20-30 mikron). İsimlerinide

bu özelliklerinden alırlar (mastosit = semiz, şişman hücre). Mast hücreleri kemik iliğindeki

granül içermeyen öncü hücrelerden köken alır, gelişmesini ve olgunlaşmasını bağ dokusunda

tamamlar. Kan damarlarına yakın olarak bulunurlar. İri, yuvarlak veya ovalimsi şekilli

hücrelerdir. Çekirdekleri küçük, açık renkli ve merkezi konumludur. Sitoplazmalarında

mitokondriyum, bağımsız ribozomlar ve ER azdır. Golgi kompleksi oldukca iyi gelişmiştir.

Sitoplazmada bol granül vardır. Granüllerin içeriği suda kolayca eridiğinden , mastosit

demonstrasyonu yapılacak preparatları su içermeyen tespit solusyonlarında (örneğin; alkolde)

tespit etmek gerekir.

14

(internet’ten

alınmıştır)

Mast hücresi granülleri heparin, histamine, eozinofilik kemotaktik factor (ECF-A )ve

diğer vazoaktif mediyatörlerin kaynağıdır. Bu maddeler salgılandığında kandaki monosit,

nötrofil ve eozinofiller mast hücresi aktivasyon bölgesine (olay yerine) doğru yönlenirler.

Sülfatlı proteoglikanlardan olan heparin proteinlerin pıhtılaşmasını önler. Böylece bağ

doku temel maddesinin koyulaşmadan, sol halinde kalmasını sağlar. Bu durum madde ve sıvı

transportu için zorunludur. Ayrıca hareketli hücrelerin bir yerden bir yere gidebilmeleri için de

15

önemlidir. Vücut boşlukları ve eklem boşluklarının ıslak ve kaygan kalabilmeleri de bu

boşlukları çevreleyen seröz zarlarda ve eklem kapsüllerinde bulunan mastositler tarafından

salgılanan heparin'in bu boşluklarda bulunan proteinlerin koagüle olmalarını önlemeleriyle

olur.

Mastositlerde bulunan histamin'ler ise yerine göre damar genişletici (vazodilatatör) ya

da daraltıcı (vazokonstruktör) ve kapillarlarda geçirgenliği artırıcı etkiler yapar.

Mastositler kan hücrelerinden olan ve aynı maddeleri taşıyan bazofil granülositlerle (bunlar

daha küçüktürler) karıştırılmamalıdır. Mastositlerin ve bazofillerin granülleri metakromazi

gösterir. Bazofil granülositler kemik iliği kökenlidirler, kemik iliğinde gelişme ve

olgunlaşmalarını tamamladıktan sonra dolaşıma geçerler. Mast hücrelerini oluşturacak

hücreler de kemik iliği kökenlidirler ancak buradan kan yoluyla bağ dokulara geçerek gelişme

ve farklılaşmalarını bağ dokusu içinde tamamlarlar. Mastositler gerektiğinde mitozla

çoğalabilirler. Bazen bağ dokusundaki mezenkim hücreleri hatta fibroblastlar mastosit

yönünde farklılaşabilirler.

Mastositlerin stoplazmik granülleri toluidin mavisi, metilen mavisi, tiyonin gibi bazik

boyalarla boyandıklarında; bu boyaların renginden (mavi) farklı olarak mor-kırmızı renkte

boyanırlar. Bu olgu metakromazi adını alır.

Bazı araştırmacılar tarafından mast hücreleri; mukozal mast hücreleri (sindirim ve

solunum sistemi mukozasında bulunanlar) ve bağ doku mast hücreleri olarak iki grup halinde

tanımlanmaktadır. Aslında her iki yer de bağ dokusuna dahildir, ancak embriyolojik orijinleri

aynı olmasına karşın granüllerin büyüklüğü ve sıklığı yönünden az çok farklılıklara sahip

oldukları bildirilmektedir.

Mastosit / Plazma hücresi / akut allerji / anafilaksi ilişkisi:

Mastositlerin hücre membranlarında plasma hücreleri tarafından salgılanan

immunoglobulinler( İgE) için özel reseptörler vardır. Antijen ilk kez vücuda girdiğinde plazma

hücreleri o antijene özgü IgE (antikor) üretir → bu IgE’ler mastositlerin yüzey reseptörlerine

bağlanırlar.

- Aynı antijen vücuda tekrar girdiğinde (aylar,yıllar sonra) doğrudan mastosit

yüzeyindeki bu IgE’lere bağlanırlar ve antijen-antikor reaksiyonu sonunda aşırı duyarlılık

(allerji) veya daha şiddetli olan anafilaksi semptomları meydana çıkabilir. Bu olay kısaca

şöyle olur:

- Bu reaksiyonun gerçekleşmesi 1-2 dakika sürer ; antijen-antikora bağlanınca

mastosit membranının geçirgenliği değişir → hücre içi depo bölgelerinden Calsiyum iyonları

salgılanır → mastosit granüllerini saran membran hücre membranı ile birleşir ve içerikleri

16

hücre dışına boşaltılır (degranülasyon) → başta histamin olmak üzere hücre dışına

salgılanan çeşitli vasoaktif mediyatörler → kapillarların genişlemesine → endotel

geçirgenliğinin artmasına → buna bağlı olarak kan plazmasının damar dışına çıkmasına,

doku sıvısı artışına neden olur → ödem şekillenir , kan basıncı düşer → böylece aşırı

duyarlılık (allerjik reaksiyon) şekillenmiş olur .Farkına varılmazsa ölümle sonuçlanan

durumlar ortaya çıkabilir. Örnek: 1.Astım (asthma) anında histamin salınımına bağlı olarak

bronşial bezler ve goblet hücrelerinin aşırı salgı yapması ve bronş düz kaslarının kasılması

sonucu solunum güçlüğü ortaya çıkar, 2. Derinin dermisindeki mastositlerin salgıladığı

lökotrienlere bağlı olarak damar geçirgenliğinin artışı sonucu geçici ürtiker şekillenmesi.

Yine mastositler tarafından salgılanan anafilaksinin eozinofil kemotaktik factorü

(ECF-A) eozinofil granülositleri uyararak bu bölgelere göç etmelerini sağlar. Eozinofil

granülositler histamine ve diğer vazoaktif maddeleri ortadan kaldırarak olayın şiddetini

azaltmaya çalışırlar.

7. Liposit (adiposit):

(internet’ten

alınmıştır)

Lipositler (adipositler, adeps: L.,yağ) bağ dokusundaki en iri hücrelerdir ( 50-150

mikron). Duruma göre mezenkim hücrelerinden, retikulum hücrelerinden ya da

fibroblastlardan meydana gelebilirler. Yuvarlak şekillidirler, çekirdekleri yassılmış ve bir

kenara itilmiştir. Golgi ve ER'dan fakir, buna karşın mitokondriyonlardan yana zengindirler.

17

Mezenkim hücrelerinin yağ hücrelerine dönüşmesi durumunda; çoğalan mezenkim

hücreleri uzantılarını kaybederek yuvarlaklaşır lipoblast’lara dönüşürler. Lipoblast’larda

çoğalarak ya univakuoler yağ hücresine ya da multivakuoler yağ hücresine dönüşürler.

Univakuoler yağ hücreleri iridirler, sitoplazmada tek bir yağ damlası vardır, çekirdek

yassılmış ve bir kenara sıkışmıştır, beyaz yağ dokusunu yaparlar.

Multivakuoler yağ hücreleri ise küçüktürler , çekirdek merkezi konumludur etrafında

bir çok yağ damlacığı bulunur, esmer yağ dokusunu oluştururlar. Multivakuoler lipositler,

bunlara esmer rengi kazandıran, sitokrom oksidaz emziminden zengindir.

Liposit'ler yağ sentezlemezler. Barsaklardan lenf yoluyla alınan yağ asitlerini ,

karaciğerde sentezlenen yağlı maddeleri nötür yağlar diye bilinen gliserin esterlerine

dönüştürerek depo ederler. Organizmada yağa gereksinim olduğunda sitoplazmasında bulunan

enzimler (lipazlar) bu nötür yağları yağ asitlerine parçalar, yağ asitleride genellikle albumin

grubu proteinlere bağlanarak (lipoprotein ) hücreden ayrılır, dolaşıma geçer.

8. Melanosit'ler:

Nöyroektoderm’den gelişen krista nöyralis orijinli olan bu hücreler her çeşit bağ

dokusunda bulunmazlar. Derinin dermis katında ve epidermisin stratum bazale tabakası

içinde, gözün orta tabakasında, merkezi sinir sistemi zarlarından piyamater’de bulunurlar.

Bunlar hipofiz orta lobu (pars intermedia) tarafından salgılanan intermedin (melanosit

sitimülan hormone=MSH) hormonu kontrolu altında melanin adı verilen bir pigment yaparlar.

18

Melanositler, fibroblastlar gibi, hatta onlarınkinden daha kalın ve uzun sitoplazmik

uzantılara sahiptirler. Sitoplazmaları boyanmadan da gözlenebilen melanin granülleri ile

doludur. Bu pigment bulundukları yerlerdeki doku ve organları ultraviyole ışınlarının zararlı

etkilerine karşı korur. Melanositlerde üretilen melanin pigmenti diğer hücreler tarafından

alınıp (bilhasa epidermis hücreleri) depo edilebilir. Yaşlanan melanositleri fagosite eden

makrofajlar da melanosit görünümü kazanırlar, bu tür makrofajlara melanofor adı verilir.

Bağ doku melanositleri gelişmekte olan epidermis hücreleri içine invaze olurlar ve

onlar arasında yaşamlarını sürdürürler. Ürettikleri melanin pigmenti epidermis hücreleri

tarafından emilir. Melanositlerin yaşam süreleri epidermis hücrelerininkinden oldukca

uzundur.

Melanin ön maddesi tirozinaz enzimi etkisiyle tirozinin ve DOPA (3,4-

dihidroksifenilalanin) oksidasyonu sonucunda üretilip, Golgi’den ayrılan membranlarla

çevrilir, buna premelanozom adı verilir. Bunlar olgunlaştıktan sonra melanositin sitoplazmik

uzantıları içindeki olgun melanin granülleri olan melanozomlar içinde birikir. Buradan

ortama salınan ve çözünmeyen melanin granülleri keratinositler tarafından alınır. Albinizm

melanositlerin melanin pigmenti üretememesinden kaynaklanır.

9. Bağ dokusunda bulunan kan hücreleri:

Kan hücreleri bağ dokusuna belirli amaçlar için geçerler, her zaman bulunmazlar.

Bunların ayrıntılı yapısal ve fonksiyonel özellikleri kan doku'da ( dolaşım komitesinde)

işlenecektir.

19

- Lenfositler; en çok sindirim , solunum yolları, meme bağ dokusu içinde raslanırlar. B

ve T olmak üzere iki tipi vardır, yangısal olaylarda ve vücut savunmasında görev alırlar.

-Monosit'ler; yangısal olaylarda çok raslanır, makrofajlara dönüşerek yabancı ajanlarla

savaşır.

-Nötrofil granülosit'ler; Bakteriyel enfeksiyonlarda yangılı bölgelere göçerek

savaşırlar.

-Eozinofil granülosit'ler; Allerjiye yol açan bazı paraziter hastalıklarda bağdokuya

geçerler. Antikor-antijen komplekslerini fagosite ettikleri sanılmaktadır.

20