(bulgar dili ve edebiyatı) anabi

230
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (BULGAR DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI “ YORDAN YOVKOV VE ÖYKÜLERİ DOKTORA TEZİ İ.Murat ÇAKMAKÇI TEZ DANIŞMANI : Doç. Dr. Ayşe PAMİR DIETRICH ANKARA - 2004

Upload: lamdat

Post on 09-Dec-2016

333 views

Category:

Documents


19 download

TRANSCRIPT

Page 1: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(BULGAR DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

“ YORDAN YOVKOV VE ÖYKÜLERİ ”

DOKTORA TEZİ

İ.Murat ÇAKMAKÇI

TEZ DANIŞMANI : Doç. Dr. Ayşe PAMİR DIETRICH

ANKARA - 2004

Page 2: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi
Page 3: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ...............................................................................................i

GİRİŞ .................................................................................................1

BÖLÜM 1

BULGAR EDEBİYATINDA KISA ÖYKÜ ................................8

1.1. UYANIŞ DÖNEMİ BULGAR EDEBİYATINDA KISA

ÖYKÜ TÜRÜ ....................................................................................11

1.1.1. Lyuben Karavelov ....................................................15

1.2. 19.YÜZYILIN DOKSANLI YILLARINDA KISA

ÖYKÜ………………………………………………………………19

1.3. 20.YÜZYILIN BAŞINDAN KIRKLI YILLARA KADAR KISA

ÖYKÜ ..............................................................................................47

BÖLÜM 2 .......................................................................................78

YORDAN YOVKOV

2.1. Yaşam Öyküsü ve Edebi Kişiliği .................................78

BÖLÜM 3 .....................................................................................93

SAVAŞ ÖYKÜLERİ

3.1.Yordan Yovkov ve Savaş ..................................................93

Page 4: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

3.2. Öykülerdeki Savaş .........................................................97

3.2.1. Zemlyatsi (Hemşehriler) .........................................98

3.2.2. Balkan (Balkan).........................................................101

3.3. Olay ya da Anekdot Olarak Savaş..................................104

3.3.1. Pesenta Na Solveyg (Solveyg’in Şarkısı) ................104

3.3.2. Prıstenıt (Yüzük)......................................................105

3.4. Muharebe ya da Macera Olarak Savaş .......................106

3.4.1. Ölüm Sessizliği Motifi .............................................107

3.4.1.1. Kaypa (Kaypa)..................................................107

3.4.2. Çarpışma Anı............................................................108

3.4.3. Çarpışma Sonrası ....................................................110

4.Savaş Öykülerinde Empresyonizm Unsuru .....................111

5.Yovkov’un Öykülerinde Sıklıkla Kullandığı Semboller .118

6.Savaşa Karşı Protesto .......................................................120

BÖLÜM 4 .................................................................................124

YENİDEN CANLANAN BİR GELENEK : “YİRMİLİ YILLARIN

ÖYKÜLERİ”

1. Meçtatel (Hayalperest) .............................................130

2. Jetvaryat (Orakçı) .....................................................132

3. Pesenta na Koleletata (Tekerleklerin Şarkısı) ........135

4. Sıd (Mahkeme) ..........................................................136

5. Staroplaninski Legendi (Kocabalkan Efsaneleri)...137

6. Şibil (Şibil)..................................................................139

Page 5: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

7. İnce (İnce) ...................................................................140

8. Bojura (Bojura)...........................................................141

9. Prez Çumavoto (Veba Günlerinde) ..........................142

10. Na İglikina Polyana (Çuha Çiçeği Tarlasında) ........142

11. Nay Vyarnata Straja (En Güvenilir Muhafızlar) ....143

12. Veçeri v Antimovskiya Han (Antimov Hanında

Akşamlar)…………………………………………….149

BÖLÜM 5 ...................................................................................153

SÜREKLİLİK VE DEĞİŞİM : “OTUZLU YILLARIN ÖYKÜLERİ”

1. Çiflikıt Kray Granitsata (Sınırdaki Çiftlik).............154

2. Jensko Sırtse ve Ako Mojeha da Govoryat (Bir Kadın Kalbi ve

Eğer Konuşabilselerdi)..............................................160

3. Serafim (Serafim) ......................................................160

4. Rodyu (Rodyu).............................................................161

5. Plateno (Ödenmiş)........................................................162

6. Vılkadin Govori s Bog (Vılkadin Tanrı ile

Konuşuyor)…………………………………………....163

7. Greşnitsa (Günahkar Kadın)......................................164

8. Skitnikıt (Gezgin).........................................................164

9. Borba do Smırt (Ölümüne Mücadele)........................168

10. Priklyuçeniya Na Gorolomov (Gorolomov’un

Maceraları)……………………………………………169

BÖLÜM 6 .....................................................................................176

YORDAN YOVKOV’UN TİYATRO ALANINDA YAPTIĞI

ÇALIŞMALAR

1. Albena (Albena) ...........................................................177

2. Boryana (Boryana).......................................................179

3. Milionerıt (Milyoner)...................................................183

4. Obiknoven Çovek (Sıradan Bir İnsan).......................186

Page 6: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

SONUÇ ..........................................................................................189

İNGİLİZCE ÖZET........................................................................193

NOTLAR .......................................................................................197

KAYNAKÇA …………………………………………………….215

Page 7: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

ÖNSÖZ

Tezimizde çağdaş Bulgar edebiyatının 30-40’lı yıllar dönemi olarak adlandırılan ve

Birinci Dünya savaşının sonundan İkinci Dünya Savaşına kadar süren yıllarda edebi

yaratıcılığını sürdüren Yordan Yovkov ve öykülerini incelemeye çalışacağız.Bulgar öykü

sanatının gelişmesi ve değişmesi konusunda çok önemli adımlar atan Yovkov’un öyküleri için

ünlü Bulgar edebiyat eleştirmeni Georgi Tsanev 1937 yılında yazdığı bir makalesinde şöyle

demektedir : “Bu tam anlamıyla özgün,biçim ve içerik açısından tamamen farklı bir

yaklaşımdır”1. Onun öykülerinde yaşanan tüm olay ve olgular figürün gözleri önünde

meydana gelir,böylece aracısız olarak okura aktarılır. Bu şekilde hem yazarın tarafsız duruşu

güçlendirilmekte,hem de okurun yaşanan olayların içinde figürle birlikte aynı olayları

yaşaması sağlanmaktadır.

Yovkov,yaşamın anlamının ölümü yenerek bulunabileceği düşüncesini taşımaktadır.

Ako mojeha sa govoryat (Eğer Konuşabilselerdi) adlı öyküsünde ölüm,yaşamın ayrılmaz bir

parçası olarak değerlendirilir.Ona göre ölüm,insan yaşamında var olan birçok sıradan olaydan

farklı değildir. Yovkov kendisini bir öykü yazarı olarak her zaman “görünen dünyanın

yaratıcısı olarak” tanımlamış ve tüm düşüncelerini de yumuşak bir biçimde yansıtmaya çaba

sarfetmiştir. Yovkov’un öykü sanatında ilginç ve bir o kadar da orijinal olan bir başka özellik

de,öykülerinde yer alan odak figürlerin dışındaki ikinci derece figürler ile bunların öykü

içinde üstlendikleri rollerdir. Bu figürler genelde pek bir şey yapmamakta,olaylara

karışmamakta,adeta seyirci olarak durmaktadırlar.Sanki öykü onlar olmaksızın da aynı şekilde

etkileyici olacaktır. Örneğin Asiye adlı öyküde böyle bir figür olan Lütfü,kuyunun yanı

başında durmakta ve yalnızca su çıkarmaktadır. Ancak,kuyunun çevresinde yaşanan tüm

olaylar Lütfü’nün gözlerinden okuyucuya aktarılmaktadır. Yovkov’un öykülerindeki

figürler,olayların içinde farklı roller ve özellikler üstlenirler,olaylar nasıl gelişirse gelişsin

kendilerini kesinlikle değiştirmezler,yalnızca kendileri ve düşünceleriyle baş başa

kaldıklarında kendilerini sorgularlar. Bu anlamda öykü içinde yaşanan olaylar öykü içinde

önemli bir merkez olmazlar,zira olayın yerini düşünsel derinlik ve boyut almıştır. Yovkov’un

öyküleri yaşamın bir parçasını ya da bir anı betimlemek üzere yazılmamış;tam tersine

insanlığın geçmişini,geleceğini,psikolojisini,düşüncesini,felsefesini,acısını,sevincini,kederini

kısacası insanı insan yapan duygular üzerine tıpkı bir film izler gibi okuyucuya sunmak üzere

kurgulanmıştır. Tezimiz altı bölümden oluşmaktadır. Bunların ilki olan “Bulgar Edebiyatında

Kısa Öykü” adlı bölümde,Bulgar edebiyatında öykü ve kısa öykü türlerinin oluşması ve

1 Tsanev,georgi,Ako mojeha da govoryat ,Uçilişten pregled,36,broy:3,1937,s.379.

Page 8: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

gelişiminden kısaca söz edecek ve modern anlamda öykü türünün Bulgar edebiyatında

oluşmasında en önemli rollerden birini üstlenen Uyanış Dönemi yazarlarından Lyuben

Karavelov ile onun öykü yaratıcılığından söz etmeye çalışacağız. Uyanış Dönemini oluşturan

“19.Yüzyılın Doksanlı Yılları” ve “ 20.Yüzyılın Başından Kırklı Yıllara Kadar Kısa Öykü”

alt başlıklarında ise sözü edilen dönemlerde Bulgar öykü sanatında yaşanan değişmeler ile

öykü sanatına önemli katkılarda bulunan yazarları-eserleri tanıtmaya çalışacağız.

İkinci bölümde Yordan Yovkov’un yaşamı,ailesi,edebi kişiliği,öykü

yaratıcılığı,seçtiği konular,öğretmenlik yaşamı vb. konular üzerinde durarak yazarı daha

ayrıntılı biçimde tanıtmaya çalışacağız.

Tezimizin üçüncü bölümünde Yovkov’un yazdığı savaş konulu öykülerden söz

edeceğiz. Bu anlamda savaş kavramının yazar için ne(ler) ifade ettiği üzerinde

duracak,kendisinin de asker-savaş muhabiri olarak katıldığı ve acımasız yüzünü,dehşetini

bizzat yaşadığı savaş olgusunu öykülerinde nasıl yansıttığını inceleyerek,Zemlyatsi

(Hemşehriler) ve Balkan adlı öykülerinde savaşın ne kadar dehşet verici olduğunu

örnekleriyle aktarmaya çalışacağız. Yovkov,savaş motifini bazen bir olayın ya da anekdotun

anlatımında da kullanmış,bazen de savaşı bir macera olarak öykülemiştir. Bu noktada Pesenta

na Solveyg (Solveyg’in Şarkısı), Prıstenıt (Yüzük), Kaypa adlı öyküleri inceleyerek yazarın

savaşa dair farklı bakış açılarını vurgulamaya çalışacağız.Yazar için önemli olan savaş öncesi

“ölüm sessizliği”, “çarpışma anı”, “çarpışma sonrası”, “savaş öykülerinde empresyonizm”

gibi belli başlı motifleri örnekler vererek ele alacağız. Bu bölümde ayrıca, yazarın savaş

öykülerinde ve farklı konularda yazılmış olan diğer öykülerinde sıklıkla kullandığı edebi

sembollerden söz edeceğiz.

Dört ve beşinci bölümlerde Yovkov’un “Yirmili” ve “Otuzlu” yıllarda yazdığı

öykülerinden seçtiğimiz yirmi iki öyküyü biçim ve içerik açısından ele alarak incelemeye

çalışacağız. Bunlar arasında Meçtatel (Hayalperest), Jetvaryat (Orakçı), Pesenta na koleletata

(Tekerleklerin Şarkısı), Staroplaninski legendi (Kocabalkan Efsaneleri), İnce,Şibil,Çiflikıt

kray granitsata (Sınırdaki Çiftlik), Serafim,Rodyu, Priklyuçeniya na gorolomov

(Gorolomov’un Maceraları) önemli öyküler olarak sayılabilir.

Altıncı bölüm “Yordan Yovkov’un Tiyatro Alanında Yaptığı Çalışmalar” adını

taşımaktadır. Yazarın Bulgar edebiyatındaki önemini ve özelliğini vurgulamak için öykü türü

dışında bir tür olan tiyatro türünde verdiği eserlerden de söz etmek gerekmektedir. Zira,önce

öykü olarak tasarladığı ve yazdığı eserlerini daha sonraki dönemlerde drama türünde eserler

haline getirmiş,bu şekilde farklı tiyatrolarda oynanan eserler Bulgar halkı tarafından büyük bir

beğeni ile izlenmiştir.

Page 9: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

Tezimizde bugüne kadar ülkemizde Türkçe’ye yalnızca Pesenta na koleletata

(Tekerleklerin Şarkısı) adıyla çevrilen öykü kitabı ile tanıdığımız Yordan Yovkov’u ve onun

insancıl sevgi ile birleşen eğitim,bilgi,kültür ve sanatın,bireyi her zaman ruhsal yetkinliğe

götüreceği konusundaki evrensel dünya görüşünü tanıtmayı amaçlıyoruz.

Tezimizin oluşum,gelişim ve sonuçlanma evrelerindeki büyük yardım ve

katkılarından dolayı sayın hocam Doç. Dr. Ayşe PAMİR DIETRICH’e,sayın hocam Prof. Dr.

Altan AYKUT’a, destekleri ve olumlu eleştirileriyle beni yönlendiren sayın Prof. Dr. Cengiz

ERTEM’e,sayın Prof. Dr. M.Faruk TOPRAK’a, sayın Prof. Dr. Tuna ERTEM’e, sayın Doç.

Dr.Neşe TALUY YÜCE’ye ve maddi-manevi desteklerinden dolayı aileme sonsuz

teşekkürlerimi sunarım.

İ.Murat ÇAKMAKÇI

Ankara-2004

Page 10: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

1

GİRİŞ

Ünlü Bulgar edebiyatçısı Julia Krısteva, edebi dilin,mitler ve efsanelerden

sözlü edebiyata,halk öykülerinden gerçekçi romana kadar birçok alanda kullanıldığını

ve tüm bu türlerinin de edebiyatın inceleme ve araştırma alanına girdiğini

belirtmektedir. Krısteva, biçembilimi çeşitli edebiyat metinlerinin farklı özelliklerini

inceleyip betimleyerek edebi türler kuramının oluşmasına katkıda bulunan bir alan

olarak nitelemektedir. Yine Krısteva’ya göre (şiir,roman,kısa öykü vb.) tüm edebi

metinlerde kullanılan dilin şiirsel işlevi vardır. Bu işlev ise ancak yazar ile okuyucu

arasında kurulan dilbilimsel iletişimle açıklanabilir.

Kısa öykü bir öykü türü olarak oldukça sanatsaldır;insanı ve toplumu öncelikli

konu olarak ele alır. Kısa öykünün dili,yapısı ve içeriği durumsal bağlamdan etkilenir.

Durumsal bağlamı ise toplumun yapısı ve toplumu oluşturan insanların düşünsel

yapıları,duygu dünyaları,ekonomik ve eğitim durumları etkiler. Yazar da aslında o (sözü

edilen) insanlardan biridir. Berna Moran,bir yazarın edebi metinleri oluşturması

konusunda şunları söylemektedir:

“Gerçi yazar yaşamı,insanları,onların tutkularını,özelliklerini anlatır,bu

anlatım gerçek yaşamı olduğu gibi anlatmak demek değildir. Yazar bir adamın

yaşamını günü gününe en küçük ayrıntısına kadar anlatsa,sanat yapmış olmaz...Yazar,

tek bir adamın yaşamını anlatmaya kalkışmaz,bir tek adamın yaşamında genellikle

yaşamı,insanoğlunun yaşamını;yani evrensel olan unsurları yansıtmaya çalışır.

Yazar,olanı değil;olabilir olanı aktarır. Bunu yapmak için de anlatmak istediğinin

özüne ait olmayan unsurları,ayrıntıları,rastlantısal olanları çıkartır,gerekli olanları

ayıklar,seçer ve bunların arasında bir bağ oluşturarak olaylar örgüsünü bir çizgi

üzerine oturtur. Seçme işlemi hem esere yapı bakımından bir birlik; hem de insan

dünyasıyla ilgili bir anlam sağlar. Seçme sonucu kişiliğin ne gibi olaylara yol

açtığı,durumların kişiliği nasıl etkilediğini,bir durumun nasıl gelişebileceğini

göstermektedir ki,yazar tek olanı kullanarak genel olanı açıklar.” 1

1 Moran Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,s.25-26,Cem Yayınevi,İstanbul,1991.

Page 11: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

2

Tarih dönemleri içinde kısa öykü türünün hak ettiği saygınlığı

kazanamamasının nedenlerinin başında, bu türün kendi içinde barındırdığı edebi

geleneği etken olmaktadır. Bu gelenek şöyle özetlenebilir :

• Kısa öykünün iç içe geçmiş kalıplardan oluşmuş olan yapısı.

• Kısa öyküdeki kişilerin yazar tarafından detaylı olarak geliştirilmemesi ve

derinliğine ele alınarak incelenmemesi.

• Kısa öykünün konu ve izlek olarak sınırlı bir tür olması.

Zaman zaman okuyucusunu eğlendiren,onu bilgilendiren,düşündüren ve bir

oturuşta okunup bitirilmek üzere yazılmış olan kısa öyküye kendine özgü ilk biçimini

veren eleştirmenlerin ve edebiyat öğrencilerinin üzerinde çalışmalarını kolaylaştırmak

için hemen hemen tüm yazarların da benimsediği kısa öykü betimlemesini ilk kez yapan

Washington Irving (1783-1859) ve Edgar Allan Poe (1809-1848) ya göre tür olarak

kısa öykünün çok karmaşık olmayan bir girişi vardır. Kahraman olarak seçilen kişiler

çoğunlukla kendileriyle ya da toplum ve diğer bireylerle çelişkiler yaşarlar. Kişilerin

karıştıkları olaylar gelinen noktada bir zirveye ulaşır ve kısa öykü okuyucunun hiç de

beklemediği bir biçimde olayların çözülmesiyle sonuçlanır. Kısa öykü yazarları

öykülerini kaleme alırlarken öyküdeki olayların geçtiği mekan,kişi,bakış

açısı,izlek,simge ve çelişki/yanılgı gibi kimi unsurları öyküyü daha da zenginleştirmek

için sıklıkla kullanırlar. Samuel Taylor Coleridge (1772-1834) kısa öykü yazarının,

okuyucusunun okuduğunun ne olduğunu anlaması ve onu olduğu gibi kabul etmesi için

inandırıcı olması gerektiğini söylemiştir. Ona göre bir edebi yapıt hem yazarı ve hem de

okuyucusu tarafından hem sıradan,hem hayal ürünü;hem de büyüleyici görüldüğü

zaman çok daha etkileyici olmaktadır. Okuyucunun,kurmacanın özünü anlayabilmesi

için kurmaca sanatının gerçeğin ve düşün bir tür karışımı olduğunu kabul etmesi

gerekir. Okuyucu,yapıtı okurken “edilgen” olarak değil de “etkin” olarak düş

kurmalıdır. Okuyucu,belki de öyküdeki kişilerin yaptıkları yanlış ve hatalı seçimlerden

dolayı bir tür endişeye kapılacaktır. Kurgusal sorunları sanki gerçekmiş gibi

yanıtlamaya çalışacak,düşünecek ve yargılayacaktır. Okuyucu,öykü kişilerinin başarı-

yenilgi eğilimlerinden ve inançlarından yaşamın kendisinden ders aldığı gibi ders

alacaktır. Gerçekten de temelde bakıldığında kurmaca metinler çelişkilidir.

Page 12: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

3

Çünkü,okuyucu okuduğu metindeki düşsel dünya içindeki veriler sayesinde öykü dışı

gerçek dünya hakkındaki yeni bilgileri edinir.

Dünü ve bugünü karşılaştırıldığında kısa öykünün,20.yüzyılda,özellikle de

ikinci yarısında,kimi değişikliklere uğradığı görülmektedir. Bu değişiklikler konusunda

Doç. Dr. Aysu Erden şunları söylemektedir:

“... 19.yüzyıla dek roman ve kısa öykünün sahip olduğu üç değerli öğenin -

gerçek,zaman ve karakter – varlığına günümüzde kuşkuyla bakılmaktadır. Bu nedenle

de günümüz kısa öykü ve romanı teknik açıdan düğüm (climax) noktasını amaçlayan

gelişmenin rahatlığından yoksundur. Buna karşılık yazar,her iki türde de her şeyin

yazılabileceği düşünü yaşamaktadır” 2

Edebiyat,edebiyat ürünleri ve türleri toplumsal olaylardan,toplumsal

gelişme ve değişmelerden büyük ölçüde etkilenirler. Kısa öykünün de 20.yüzyıldaki

siyasal,toplumsal,bilimsel,endüstriyel ve iletişimsel değişikliklerden etkilenmesi

kaçınılmaz olmuştur. Çünkü bu olay ve değişikliklerden hem yazarlar ve

okuyucuları,hem de yazarların,okuyucuların ve toplumların beklenti ve dünya görüşleri

kökten farklılaşmıştır. Bu konuda Prof. Özer şöyle demektedir :

“ 20.yüzyıldaki toplum,yazarın (ya da herhangi bir kahramanın)

denetleyebileceği,düzene sokabileceği bir olgu olmaktan çıkmıştır. Yazar okuyucuyla

aynı şaşkınlığı,gelecek korkusunu,en önemlisi de normlara ve akla aykırı düşen absürd

dünya görüşünü paylaşmaktadır. Buna koşut olarak da kısa öykü, 19.yüzyılda görülen

örneklere göre anlatım tekniğinde büyük bir değişim geçirmiştir. Modern anlamdaki

kısa öykünün belirli bir kurgusu yoktur,durağandır,parçalanmıştır,şekilsizdir,genellikle

yalnızca bir karakter taslağı,geçici bir tek anın anlatımı..Kısaca öykü anlatmaktan

başka herşeydir”.3

Kısa öykünün kesin tanımı en yalın biçimiyle belki şu şekilde yapılabilir :

“Kısa öykü,düz yazı biçiminde yazılmış kısa ve kurgusal bir anlatı biçimidir”. Bu anlatı

2 Erden,Aysu, Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri,s.22-23,Gündoğan Yayınları,Ankara,1998. 3 A.g.e.:s.23

Page 13: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

4

biçiminin anlaşılabilmesi ise onun içinde yer alan eylemin büyüklüğü ya da

küçüklüğü,ifade ediliş biçimi ve okuyucu üzerinde yaratması amaçlanan etkinin doğası

ile yakından ilişkilidir. Öykü anlatımı ile toplum arasında sıkı bir ilişki vardır. Kısa

öykü türünün en başarılı örnekleri,toplumlarda rahatsız edici çalkantıların oluştuğu

zamanlarda ve insanların dışlandığı yerlerde yazılmıştır. Bu anlamda bakıldığında kısa

öykü yalnızların ve çaresizlerin çığlığıdır. Kısa öykü,anlatı sanatının zirvesinde bulunan

sanatsal bir biçimdir.

19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başında öykü, Batı Avrupa, Rus ve

Amerikan edebiyatlarında olduğu gibi Bulgar edebiyatında da önemli bir nesir türü

olarak ortaya çıkmıştır. Ancak bu nesir türünü adlandıran birbirine yakın pek çok terim

vardır. Öykü ile ilgili terimler arasındaki anlam farkı genelde kısalık ve uzunluk özelliği

ölçüsünde değişkenlik gösterir.

Öykü ile ilgili olarak Amerikan ve İngiliz edebiyatlarında birbirine yakın olan

tale, story, short story terimleri kullanılmaktadır. 19.yüzyılda Batı Avrupa

edebiyatlarında öyküyle ilgili en çok kullanılan terim novella ya da novel dir. Örneğin

Almanya’da D. Hoffman ve Ludwig Tiek’in, Fransa’da P. Merimee, H. de Balzac ve

Th.Geautier’nin novelleri verilebilir. Fransa’da 19. yüzyılın sonuna doğru genelde G.de

Maupassant’ın eserleriyle ilgili novelle teriminin yanı sıra conte terimi de kullanılmaya

başlanmıştır. Batı Avrupa edebiyatlarında novella terimiyle, atası Boccacio sayılan

“Decameron” tarzı öyküler adlandırılmıştır. İtalyanca olan novella terimi veya bu

terimin çevrileri Boccacio’nun eserlerinin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla birlikte

kullanılmaya başlanmış olsa da terimin kuramsal açıklaması çok daha geç yapılmıştır.

Novelin kuramsal olarak ilk açıklaması Alman F. Schlegel’in 19. yüzyılın başlarında

yaptığı açıklama kabul edilmektedir. Schlegel’e göre novel “ilginç tarzda yazılmış kısa

yazı,bir tür fıkradır.”

Daha sonra novel konusunda Goethe, Paul Heyse, Edgar Alan Poe ve başka

edebiyatçı ve edebiyat bilimcileri kendi görüşlerini öne sürmüşlerdir. Novel teorisi,

türün çok yaygın olduğu 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında geliştirilmiştir.

Page 14: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

5

Rusya’da da novel ile ilgili teori, öykünün büyük gelişme gösterdiği bu döneme

rastlamaktadır. 1917 yılında yaşanan Rus “Ekim Devrimi” nden sonra eser veren

Formalistler bu konu üzerinde büyük bir ciddiyetle durmaktadırlar. Bu konuda Boris

Eichenbaum “O Henry ve Novel Teorisi”, Viktor Şklovski “Novelin Sırları”, A.

Reformatski “Novelistik Yapının İnceleme Denemesi” ve M. A. Petrovski “Novelin

Morfolojisi” adlı makaleleri yayımlamışlardır. Bulgaristan’da da çok ilgi gören bu Rus

bilim adamlarının çalışmaları, öykü türünün kuramsal incelemesi açısından çok büyük

önem taşımaktadırlar. Özellikle de Petrovski’nin çalışmaları hâlâ güncelliğini ve

değerini korumaktadır. Petrovski’ye göre novel ve kısa öykü arasında fark yoktur. Aynı

zamanda Rusya’da olduğu gibi, Bulgaristan’da da yoğun ilgi gören Timofeev ve

Sorokin’in edebiyat teorisiyle ilgili çalışmalarında novel ve kısa öykü terimlerinin eş

anlamlı oldukları belirtilmektedir. Bu nedenle Rus edebiyat bilimcileri sık sık aynı

eserleri hem kısa öykü (rasskaz), hem de novel (novela) olarak adlandırmaktadır. Rus

edebiyat biliminde öykü ile ilgili novela’nın (novel) yanısıra rasskaz (kısa öykü) ve

povest (uzun öykü) kuramları da kullanılmaktadır.

Öykü, Bulgaristan’da bir nesir türü olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bulgar

nesrinin yaratıcısı sayılan Lyuben Karavelov’un (1834-1879) Bulgar Edebiyatının

Uyanış Dönemi’nde (Vızrojdenska literatura-1870’li Yıllar Edebiyatı Dönemi) yazdığı

öyküler, Bulgar edebiyat tarihçileri tarafından uzunluk ve kısalıkları göz önünde

bulundurularak razkaz (kısa öykü) ve povest (uzun öykü) olarak ikiye ayrılsalar da

aralarında büyük bir fark yoktur. Bulgar edebiyat biliminde kullanılan razkaz (öykü,

kısa öykü) ve povest (uzun öykü) terimleri Bulgar edebiyatının “Uyanış Dönemi”nde

Rus edebiyat biliminden alınmıştır. Bu nedenle söz konusu terimler ve yüklendikleri

anlam her iki edebiyat biliminde de aynıdır.

Bulgaristan’da novel terimi, 19. yüzyılın sonuna doğru edebiyat bilimine

novela, noveletka olarak girmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar Bulgaristan’da genelde

razkaz, kısa öykü anlamında ve povest uzun öykü anlamında kullanılmıştır. Novel ise

Rus edebiyat biliminden farklı olarak kısa öykü ile aynı anlamı içermemektedir. Bulgar

Page 15: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

6

edebiyat biliminde novel terimi ender de olsa kullanıldığında daha çok povest (uzun

öykü) ile aynı anlamı taşımaktadır.

Çağdaş Bulgar edebiyat biliminde de razkaz (kısa öykü) teriminin novelin bir

çevirisi olduğu ancak aynı anlamı yüklenmediği kabul edilmektedir. Bu iki terimin

arasındaki farka dikkati çeken edebiyat bilimcileri daha çok uzunluk ve kısalık özelliği

üzerinde durmaktadırlar. Çağdaş Bulgar eleştirmenlerine göre povest (uzun öykü)

novelin kısa şekli yani Elin Pelin (1877-1949) ve Yordan Yovkov’un (1880-1937)

klasik öyküleridir, novel ise povest’tir (uzun öykü). Bu nedenle de ünlü Bulgar edebiyat

eleştirmeni İvan Popivanov “Tür ve Tür Özellikleri” adlı eserinde novel teriminin

kullanılmaması konusunda önerilerde bulunarak şöyle bir açıklama yapmaktadır:

“Bizde bir tür olarak novel terimi genelde psikolojik ve analitik incelemenin

yapıldığı eserler için kullanılır, özellikle de başka ülkelerden söz edildiğinde veya

modern yöntemler kullanıldığında... Herhalde yazarlar kısa ve uzun öykünün bilinen

şekillerinden farklı olan eserler için bu tür sınıflandırma yapılması gerektiğini

düşünüyorlar. Novel çok eski bir tür olmasına rağmen, novel terimi kullanıldığında yeni

bir şeyin varlığıyla da bağlanmaktadır....”4

Buraya kadar verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi Batı Avrupa, Amerika ve

Rusya’da olduğu gibi Bulgaristan’da da kısa öykü (razkaz), uzun öykü (povest) ve

novel (novela) terimleri ve bu terimlerle adlandırılan öykü türleri konusunda görüş

birliğine varılamamıştır. Tüm bilim dalları gibi edebiyat bilimi de sürekli gelişip

değiştiği için kullanılan terimler ve terimlerin yüklendiği anlamların da değişmesi çok

doğaldır. Bu anlam karmaşasını ortadan kaldırmak için Bulgaristan’da ilgili konularda

yayımlanan son ansiklopedik sözlüklere başvurmak yerinde olacaktır. 1980 yılında

Sofya’da yayımlanan “Edebiyat Terimleri Sözlüğü”nde kısa öykü (razkaz), uzun öykü

(povest) ve novel (novela) kuramları şöyle açıklanmaktadır:

Kısa Öykü (Razkaz): “Kısa öykü, uzunluk açısından küçük ve betimleme

açısından sınırlı bir nesir türüdür. Kısa öyküde edebi figürün yaşamından bir olay veya

Page 16: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

7

olayın bir bölümü açıklanmaktadır. Kısa öyküde anlatılan olay genelde kısa bir zaman

dilimi içinde gelişmektedir. (...) Kısa öyküde genelde sınırlı figürler yer alır, çünkü figür

açısından bu tür öykünün olanakları kısıtlıdır. Kısa öyküde genelde olayın ön tarihi ve

de sonucu uzun öykü ve romanda olduğu gibi verilmemektedir. Edebi figür çok ayrıntılı

olarak betimlenmemektedir. Olayın sınırlı zamanı, figürün yalnızca en önemli

özelliklerini açıklama olanağı vermekte; bu nedenle de figürün gelişim süreci ender

olarak öyküde yer almaktadır.”5

Uzun Öykü (Povest): “Uzun öykü, kısa öykü ve roman arasında yer alan temel

nesir türlerinden biridir. Kısa öyküye oranla uzun öykünün tematik gelişimi daha

karmaşık olup birkaç ana nokta üzerine kurulmuştur. Gelişimin temelinde bir olay veya

bir figür yer almakta ve yazarın dikkati bu olay veya figür üzerine yoğunlaşmaktadır.

Romandan farklı olarak uzun öykü yaşamı daha sınırlı bir biçimde betimler.”6

Novel (Novela): “Novel, orta uzunlukta bir nesir türüdür. Uzunluk ve

betimleme sınırları açısından uzun öyküye yakın bir öykü türüdür. Novelde yer alan

olaylar zaman açısından daha geniş kapsamlıdır, içinde yer alan olay çok ilginç ve

dikkat çekicidir; beklenmedik, ani bir sonu vardır (...)

“Farklı edebiyatlarda bu terimin anlamı aynı değildir. Rus edebiyatında novel

sık sık kısa öyküyle aynı anlamda kullanılır. Bulgar edebiyatında ve eski dönem

edebiyat eleştirisinde bu kuram çok nadir kullanılır. Son zamanlarda daha sık

rastlanmaktadır ve uzun öykü anlamına gelir; yani kısa ve uzun öykü arasında yer alan

geçişli, psikolojik içerikli bir öykü biçimidir.”7

Öykü türü ile ilgili kısa bir giriş yaptıktan sonra çalışmamızın konusunu

oluşturan Bulgar edebiyatında kısa öykü türü ile ilgili detaylara geçelim.

4 Popivanov, İ.: Janr i janrova spitsifika, Sofya, 1984, s. 204. 5 Reçnik na literaturnite termini, izd. Nauka i izkustvo, Sofya, 1980, s. 585-586. 6 A.g.e.: s. 533. 7 A.g.e.: s. 495.

Page 17: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

8

BÖLÜM 1.

BULGAR EDEBİYATINDA KISA ÖYKÜ

Kısa öykü, Bulgar edebiyatı nesir türünün temel ve en gelişmiş türüdür. 19.

yüzyılın ortasından sonra ortaya çıkan Bulgar kısa öyküsü bir süre sonra nesrin en

önemli türü haline gelmiştir. Yalnızca 19. yüzyılın 80’li ve 20. yüzyılın 50’li ve 80’li

yıllarında kısa öykü Bulgar nesrinde roman türünden sonra en önemli sırayı almaktadır.

Bulgar edebiyat geleneğinde kısa öykü, Bulgar edebiyatının en önemli

özelliklerini içermektedir. Bulgar yazarları becerilerini,yaratıcı özelliklerini en iyi

biçimde kısa öykü alanında göstermektedirler. Bilindiği gibi roman, 19. yüzyıl Avrupa

edebiyatlarının en önemli nesir türüdür. Ancak Bulgar edebiyatı gibi geç gelişen bir

edebiyat için aynı şeyin geçerli olması beklenemez. Batı ve Rus edebiyatından çok geç

gelişen yeni Bulgar edebiyatında görülen bu durum, varolan şartlara uygundur.Bu

dönemde Osmanlı İmparatorluğu bölgede hakimdir ve bu duruma paralel gelişmeler

görülmektedir. Bulgar öyküsünün gelişimine ait izler eski Bulgar edebiyatında olduğu

kadar halk edebiyatına ait masallarda da görülmektedir; Bulgaristan’da kısa öykü

ortaçağda belirmeye başlamıştır. O dönemde Bulgar yazarları, dini içerikli yaşam

öyküsü (jitiye) türü aracılığıyla hem insanların kahramanlıklarını dile getiriyor, hem de

dini konuları işliyordu. Elbette bu öyküler, şu andaki çağdaş kısa öykü modelinden çok

farklıdır. Buna rağmen eski Bulgar edebiyatına ait yaşam öykülerinde çağdaş öykülerin

ilk izlerini görmek olasıdır.

Uyanış Dönemi (1762-1878) edebiyatında, uzun öykü kısa öyküden daha

önemlidir. Ancak bu dönemden sonra kısa öykü yavaş yavaş uzun öykünün yerini

almaya başlar. Uzun öyküden farklı olarak kısa öykü, yaşamın her yönünü

betimleyebilmektedir. Yazarlar, kısa öykü aracılığıyla hem ulusal, hem de sosyal

olayları sıcağı sıcağına işlemektedirler. Buna rağmen geçmiş yaşantılar da kısa öykünün

konusu olabilir. Örneğin 1878-79 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi-Bulgaristan’ın

bağımsızlığını kazanması) ndan sonra yazılan Bulgar kısa öyküsünün konusu hem

geçmişte olan ulusal sorunları, hem de çağdaş sosyal sorunları kapsamaktadır.

Page 18: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

9

19. yüzyıl Bulgar edebiyatında da kısa öykünün önemi artmaktadır. Bu durum,

Batı ve Rus edebiyatlarında olduğundan daha belirgindir. Elbette bu gelişim, farklı

ülkelerde kendini farklı bir biçimde göstermiştir. Kısa öykü Bulgar edebiyatında uzun

öykünün yerini, Batı ülkeleri ve Rusya’da ise romanın yerini almıştır. Örneğin

Fransa’da Stendhal (1782-1842), H. Balzac (1799-1850), G. Flaubert (1821-1880) ve E.

Zola’dan (1940-1902) sonra G. De Maupassant (1850-1893); İngiltere’de Charles

Dickens (1812-1870), Cherlotte Bronte (1816-1855) ve W. M. Thackeray’den (1811-

1863) sonra E. M. Forster (1879-1970), R. Kipling (1865-1936) ve Oscar Wilde (1854-

1900); Rusya’da İ. S. Turgenev (1818-1883), F. M. Dostoevski (1821-1881) ve L. N.

Tolstoy’dan (1828-1910) sonra A. P. Çehov (1855-1913, İ. A. Bunin (1870-1853) ve M.

Gorki (1868-1936) önem kazanmışlardır.

19. yüzyılın başlarında bağımsız edebiyatını oluşturmaya çalışan Amerika’da

kısa öykü, Bulgar Uyanış Dönemi’nde uzun öykünün gösterdiği hızla gelişmektedir.

Hızla gelişen Amerikan kısa öyküsü, 19. yüzyılın 30’lu ve 40’lı yıllarından başlayarak

en hızlı gelişen nesir türü haline gelmiştir. Bulgar edebiyatında da benzer bir durum söz

konusudur; ancak Bulgaristan’da bu süreç biraz daha geç işlemiştir.

Bulgar edebiyatında kısa öykünün önem kazanması, yalnızca Bulgaristan’daki

koşullara değil Avrupa ve Amerika’daki edebi sürecin etkilerine de bağlıdır. Bulgar

edebiyat geleneğinde kısa öykü o kadar önemlidir ki, İvan Vazov’un (1850-1921)

yazdığı batılı anlamdaki ilk Bulgar romanından “Boyunduruk Altında” (Pod igoto,

1889) sonra bile, genç yazarlar arasında romana büyük bir ilgi gösterilmesine rağmen

90’lı yıllarda yazılan en önemli eserler yine kısa öykü alanındadır. Örnek olarak

Mihalaki Georgiev’in (1954-1916) “Tebeşir ve Kömürle” (“S tebeşir i vıglen”, 1895),

Aleko Konstantinov’un (1863-1897) “Bay Ganyu Balkanski” (1895), Anton

Straşimirov’un (1872-1937) “Gülmek ve Ağlamak” (“Smyah i sılzi”, 1897) ve daha

sonra yazılmış olan Petko Todorov (1879-1916), Elin Pelin (1977-1949) ve Georgi

Stamatov’un (1869-1942) kitapları gösterilebilir.

Page 19: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

10

Söz konusu olan bu genç yazarlar hem Bulgar kısa öykü geleneğini devam

ettirmekte, hem de bu geleneği zenginleştirmektedirler. Bulgaristan’ın bağımsızlığından

(1878) Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kısa öykü türünde eser vermeyen Bulgar

yazarı yok gibidir. Aynı zamanda iyi roman yazan yazarlar,iyi kısa öykü de

yazmaktadırlar.

19. yüzyılın 90’lı ve 20. yüzyılın 20’li, 30’lu ve 60’lı yılları, Bulgar

edebiyatındaki kısa öykünün altın çağı sayılmaktadır. Bulgar yazarları, kısa öykülerinde

halkın en önemli ve belirgin özelliklerini dile getirmektedirler. Lyuben Karavelov

(1834-1879), İvan Vazov (1850-1921), Todor Vlaykov (1865-1943), Aleko

Konstantinov (1863-1897), Mihalaki Georgiev (184-1916), Anton Straşimirov (1872-

1937), Georgi Kirkov (1867-1919), Petko Todorov (1879-1916), Georgi Stamatov

(1869-1942), Elin Pelin (1877-1949), Yordan Yovkov (1880-1937), Svetoslav Minkov

(1902-1966), Emiliyan Stanev (1907-1979), Georgi Rayçev (1882-1947), Konstantin

Konstantinov (1890-1970), Georgi Karaslavov (1904-1980), Orlin Vasilev (1904-1977),

Angel Karaliyçev (1902-1972), Yordan Radiçkov (1929), Nikolay Haytov (1919) gibi

Bulgar yazarları, kısa öykülerinde hem Bulgarlara, hem de tüm insanlığa ait ortak

özellikleri dile getirmiş, bölgesel ve ulusal olduğu kadar evrensel konuları da ele

almışlardır.

Biz de burada tezimizin konusunu oluşturan Yordan Yovkov’a ve öykülerinin

tanıtımına geçmeden önce, Bulgar edebiyatında ondan önceki dönemlerde Bulgar öykü

türünün gelişiminde önemli katkıları bulunan ve Yordan Yovkov’un edebi

yaratıcılığında kendisine öncülük eden bazı yazarları sizlere kısaca tanıtmak istiyoruz.

Page 20: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

11

1.1. UYANIŞ DÖNEMİ BULGAR EDEBİYATINDA KISA ÖYKÜ TÜRÜ

(1762-1878)

Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, hem Bulgar romanının, hem de Bulgar

kısa ve uzun öykü türünün başlangıcının Uyanış Dönemi’nde aranmaması

gerekmektedir. Nesrin bir türü sayılan öykünün ayak izleri, Eski Yunan ve Roma

edebiyatlarında vardır ve bu dönemden sonra gelişen her edebiyatta da farklı bir

biçimde görülmektedir. Bulgar edebiyat tarihçisi Yordan İvanov’a (1872-1947) göre

Bulgar öyküsünün başlangıcının eski Bulgar edebiyatında var olan kısa öykü Uyanış

Dönemi’nde farklı bir biçimde gelişmiştir. Dünya edebiyatının genel gelişimine paralel

olarak Bulgar edebiyatında yaşanan ilerleme ve gelişme, İvan Vazov, Aleko

Konstantinov, Elin Pelin ve Yordan Yovkov gibi yazarlar sayesinde yeni ve orijinal

özellikler bularak ivme kazanmıştır.

Bulgar Edebiyatının Uyanış Dönemi’nde ortaya çıkan çağdaş anlamda kısa

öykü, uzun öyküden sonra yaratılmıştır. Çoğu Bulgar edebiyat bilimcilerine göre,

Uyanış Dönemi Bulgar edebiyatı,Paisiy Hilendarski’nin (1722-1773) “Slav Bulgar

Tarihi”nden (“İstoriya na slavyanobolgarskaya”, 1762) bazı özellikler alarak

oluşmuştur. Uyanış Dönemi sırasında Bulgar uzun öyküsü, gelişmiş en iyi nesir türüdür.

Bu dönemin kısa ve uzun öyküsü arasındaki fark, daha çok uzunluk öğesinden ibarettir.

Bu nedenle yeni Bulgar edebiyatında kısa ve uzun öykü türünün yaratıcısı olan Lyuben

Karavelov’un kısa ve uzun öykülerini ayırmak çok zordur. Bunlar içerik ve biçim

açısından birbirine çok benzemektedir.

Lyuben Karavelov’un eserlerine geçmeden önce, Bulgar Uyanış Dönemi’nin

uzun ve kısa öykülerinin özellikleri üzerine durulması gerekmektedir. 19. yüzyılın

ortasında edebiyatın senkretik durumundan çıkan Bulgar kısa öyküsü senkretizmin 1

izlerini taşımaktadır. Bu izler yazar – figür – okuyucu üçlüsünde de görülmektedir.

Uyanış Dönemi’nde öykü sanatı, günümüzden çok farklıdır ve bu farklılık

1 Senkretizm – Halk edebiyatında birkaç sanat dalının birleşmesi; genelde şiir metni ve dans.

Page 21: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

12

Karavelov’dan 19. yüzyılın 90’lı yıllarına hatta 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar

sürmektedir. Yapı ve biçim açısından uzun öykü gibi kısa öykünün de ayrı parçalardan

oluştuğunun belirtilmesi gerekir. Bu parçalar arasındaki bağ, eserin başlangıcında

verilmiş olan fikirden sağlanmaktadır. Bu öykülerde yazarın rolü çok aktiftir. Yazar

okuyucuyla çok açık bir biçimde bağ kurmakta; genelde okuyucuyla konuşmaktadır.

Öykü kahramanı (odak figür/figür) bağımsız olmadığı gibi özgür de değildir, çünkü

figür yazarın düşüncesini göstermek ve kanıtlamak adına kullandığı bir araçtır. Yani bu

anlatım biçimine sübjektif anlatım adı verilebilir. Uzun öyküye ait olan bu tür özellikler,

uzun süre boyunca kısa öykü üzerinde de etkisini sürdürmüştür. Bu nedenle Lyuben

Karavelov gibi İvan Vazov’un da bazı kısa öyküleri uzun öyküden zor ayırt edilir.

Uyanış Dönemi’nin kısa öyküleri uzun öyküler gibi parçalardan oluşmakta, uzun bir

dönemi kapsamakta ve figürün bütün yaşamını içermektedir. Bu dönemin kısa

öykülerindeki olaylar, yazar tarafından daha önce belirlenen fikir doğrultusunda

yönetilmektedir. Öykülerde yaşam parçaları yerine figürün bütün yaşamı işlenmektedir.

Kısa öykülerin parçalanmış yapısı, yaşamın yansıtılma biçiminin sonucudur. Yani söz

konusu öykülerin özelliği biçimden değil yansıtma şeklinden kaynaklanmaktadır.

Bu öykü biçimi Uyanış Dönemi’ne aittir ve onun ruhunu, düşüncesini tam

anlamıyla göstermektedir. Bu ruh ve düşünce, sosyal olguyu değil ulusal olguyu, özel

olanı değil genel olanı tercih etmektedir. Her zaman olmasa da Uyanış Dönemi yazarları

“ben-anlatı”ya öncelik vermektedirler. Eski Bulgar ve Orta Çağ Bulgar edebiyatında

yazar gizli kalmaktadır. Bu dönemde eser veren çoğu yazar adlarını yazmaya bile gerek

duymamışlardır. Ancak Paisiy Hilenderski’den başlayarak, Uyanış Dönemi’ne kadar,

hatta daha sonra da yazar ön plandadır. 18. yüzyılın sonlarına doğru yazar anonim

pozisyonundan çıkarak, 19. yüzyılın sonuna doğru çok önemli bir rol üstlenmiştir. Bu

durum, birkaç ayrıcalık dışında Aleko Konstantinov’a kadar sürmektedir.

Uyanış Dönemi’nin kısa öykü geleneği anlatıcı – okuyucu biçimindedir. Öykü

yazan Bulgar yazarlar, çok seyrek olarak okuyucusunu unutmaktadırlar. Bu durum,

Uyanış Dönemi öykü geleneğinin Bulgar halk edebiyatına ne kadar yakın olduğunu

göstermektedir. Anlatıcı, okuyucusuna açıklama getirir, onunla sohbet eder, bir olayı

Page 22: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

13

anlattığında bir tiyatroda bulunuyormuşçasına izleyicilerin tepkilerini takip eder. Kısa

öyküde varolan bu durum Lyuben Karavelov’dan başlayarak İvan Vazov, Mihalaki

Georgiev, Todor Vlaykov, hatta Anton Straşimirov ve Petko Todorov’a kadar

sürmektedir. Yazar, hiçbir zaman gelişen olayların mantığına güvenmediği için mutlaka

kendi yorumunu açık bir biçimde dile getirmektedir. Yazar, kendisini eğlence sırasında

şarkı söyleyen bir halk ozanı gibi hissetmektedir. O, sanki okuyucuların arasındadır ve

onların tepkilerini takip etmek zorundadır. Yani yazar, kendi düşüncesini aşılamak için

her şeye hazırdır. Bu tür bir yazar taraf tutmaktan çekinmemekte, aksine buna bilinçli

olarak yönelmektedir. Bir tarafta yazar diğer tarafta okuyucu vardır ve bu nedenle

anlatılan olayların ne kadar gerçekçi olduğunu gösterme gereği duyulmaktadır. Sonuçta

bu tür anlatım, ayrıntılı ve mantıklı psikolojik kanıta ihtiyaç duymamaktadır. Eğer yazar

anlattığı olaylarla ilgili herhangi bir şüphe uyandıracağını hissederse, başka yöntemlere

başvurmaktadır. Genelde kendi yorumunu ortaya atmakta, ya da anlattığı olayı benzer

başka olaylarla karşılaştırmaktadır. Bazen de olayı kimden duyduğunu belirtebilmekte.

hatta bu olayın içinde kendisinin de olduğunu açıklayabilmektedir. Bu yöntemleri

kullanarak Uyanış Dönemi yazarları inandırıcı olmaya çalışmışlardır.

Yeni Bulgar edebiyatının başlangıcı sayılan Uyanış Dönemi, İtalya’daki

Rönesans Dönemi’nden çok daha geç ortaya çıkmıştır. Yeni Bulgar edebiyatında Batı

Avrupa ve Rus edebiyatlarıyla karşılaştırıldığında büyük bir gecikme olduğu

görülmektedir. Bulgar edebiyatında yaşanan hızlı süreç işte bu nedenle başlamaktadır.

Bu konuda Bulgar eleştirmeni Tonço Jeçev (1929) şunları söylemektedir:

“Bulgar nesrinin “fırtınası ve baskısı” Rus ve Avrupa romanının altın

döneminde,hatta bu romanın düşüşe doğru ilk adımlarını attığı dönemde başlamıştır.

Bu romanlar, Avrupa Rönesansından başlayarak kendi tarihlerinde büyük ve ünlü bir

sayfayı kapatmaktadırlar. Aynı zamanda Maupassant ve Çehov’la Batı Avrupa ve Rus

kısa öyküsü doruk noktalarına ulaşmaktadırlar. Yeni olan bir nesir sanatı için bütün

bunlar cazip, iyi birer örnek ve ölçü olmaktadır.” 2

2 Jeçev, T.: Problemi na memoarnata literatura, sp. Sıvremennik, kn. 3, 1972, s. 212.

Page 23: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

14

Yeni Bulgar edebiyatı çok geç oluşmaya başlamıştır. Fakat buna karşın Avrupa

edebiyatlarının ulaştığı noktaya gelmesi gerektiği için hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Bu

konuda Rus eleştirmeni Georgi Dimitriyeviç Gaçev şunları söylemiştir:

“19. Yüzyılın 30’lu yıllarında Bulgar edebiyatının en verimli edebi türü,

azizlerin yaşamını anlatan öykülerdi. 19. Yüzyılın sonuna doğru ise sosyalist şiir ve

modern akımlar vardı. Yani yarım yüzyıl içinde ülkenin manevi yaşamı, İngiltere veya

Fransa’da hemen hemen bin yılda kat edilen yolu kat etmiştir.”3

Bulgar edebiyatının Uyanış Dönemi’nde dikkati çeken çok önemli bir olgu

vardır. Daha önce de belirtildiği gibi,bu dönemlerde Bulgar edebiyatı senkretiktir.

Kapitalizmden önceki döneme ait bu edebiyat biçimi, yazılı her şeyi içine alıp ideolojik

amaçla kullanmaktadır. Ancak kısa bir süre için Bulgar edebiyatı hızlı bir gelişme

göstererek senkretizmden çıkmış, sanat olarak algılanan bir edebiyata dönüşmüştür. 19.

yüzyılın 40’lı, 50’li ve 60’lı yıllarında Bulgar aydın ve yazarları bile A. S. Puşkin’in,

M.Yu Lermontov’un ve N. V. Gogol’ün eserlerini anlamamaktadırlar. Onlar M. V.

Lomonosov (1711-1765), G. R. Derjavin (1743-1816) ve N. M. Karamzin (1766-1826)

hayranıdır. Yani 19. yüzyılın ortalarında yazılan Bulgar edebiyatı aynı dönemin Rus

edebiyatıyla değil 18. Yüzyılın ikinci yarısındaki Rus edebiyatıyla karşılaştırılabilir.

Söz konusu hızlı gelişme Bulgar edebiyatının aynasıdır ve Bulgar kısa

öyküsünü olumlu etkilediği gibi, olumsuz da etkilemiştir. Bir taraftan kısa bir süre

içinde yaşanan edebi gelişme büyük bir ilerleme kaydedince kısa öykü alanında da iyi

eserler yazılmaya başlanmıştır. Diğer taraftan ise, bu dönemdeki kısa öykü başka nesir

türlerine bağlı kalmıştır. Bulgar kısa öyküsünün yaratıcısı olan Lyuben Karavelov, uzun

öyküsünün etkisinde kalarak, çağdaş anlamda kısa öykü örnekleri verememiştir. Çünkü

Bulgar edebiyatında ona örnek olacak kısa öykü yoktur, aynı zamanda da edebiyat

konusunda olan anlayışı onun bu şekilde yazmasını sağlamıştır

3 Gaçev, G.D.: Uskorennoye razvitiye literaturıy, izd. Nauka, Moskva, 1964, s. 10.

Page 24: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

15

1.1.1. LYUBEN KARAVELOV (1834-1879), Kocabalkan dağlarının

eteklerinde bulunan Koprivştitsa kasabasında doğar. İlk ve orta okulu doğduğu

kasabada tamamlar. 1850 yılında Filibe’ye (Plovdiv) gidip Yunan Lisesi’nde

öğrenimine devam eder. Karavelov’un okul masrafları Panslavist (Slav sever)

çevrelerce karşılanır.

Rusya’da on yıl kalarak Rus ve Ukrayna edebiyatıyla tanışma fırsatı bulur.

Genç yazar, farklı Rus dergi ve gazetelerinde ilk yazılarını yayımlamaya başlar.

Karevelov, ilk kısa öyküsünü 1860 yılında “Ataman” adı altında yayımlar. Daha sonra

“Neda” (1865), “Yabancının Mezarında Göz Yaşı Dökmeden Ağlarlar” (“Na çujd grob

bez sılzi plaçat”, 1866) eserlerini ve 1868 yılında uzun ve kısa öykü içeren ilk kitabını

yayımlama olanağını bulur.

Yazar, 1867 yılında “Goloses” vb. Rus gazetelerinin muhabiri olarak Belgrad’a

gider. Burada hem yazdığı yazıları Rus gazetelerine gönderir, hem de Sırpça olarak

eserler yazmaya devam eder. Ancak Belgrad’ta Osmanlı Devleti’ne karşı silahlı direnişi

hazırlayan farklı gruplarda yer alması nedeniyle Sırp polisi tarafından sınır dışı edilir.

1868 yılının Şubat ayında yazar Novi Sad’a geçer. Burada hem makaleler, hem de uzun

ve kısa öyküler yazmaya devam eder. Sırpça çıkan kısa öyküleri “Soka” (1869) ve

“Tanrı Onu Cezalandırdı” (“Nakazal ya bog”, 1870) adlarını taşır.

1869 yılında Romanya’nın başkenti Bükreş’e geçen Karavelov gazeteciliğe

devam ederek kendi gazetesini çıkarmaya başlar “Özgürlük”(Svoboda-1869),

“Bağımsızlık”(Nezavisimost-1873). Yazar, Bükreş’te genelde uzun öyküler yazar ve

ayrıca Rusya’da çıkan çoğu eserini Bulgarca’ya ve Sırpça’ya çevirerek yayımlar.

Karavelov, Bulgaristan’ın bağımsızlığından (1878) sonra Tuna Nehri kıyısında bulunan

Rusçuk (Ruse) şehrine yerleşir, ancak hastalığı nedeniyle herhangi bir edebi çalışma

yapamaz.

Karavelov, kendisinden önceki Bulgar yazarlarına oranla geniş bir edebiyat

bilgisine sahiptir ve büyük bir başarıyla eserlerini üç ayrı dilde yazmıştır. Rus, Ukrayna

ve Sırp klasik eserlerini çok iyi bilen ve onlardan etkilenen bir kişi olarak yoğun

Page 25: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

16

çalışmalarıyla yeni Bulgar öyküsünün ve Bulgar gerçekliğinin temelini atmıştır.

Karavelov, Elin Pelin’in öykülerine kadar devam eden yeni Bulgar öyküsü geleneğinin

yaratıcısıdır. Yazarın öyküleri Bulgar nesrinin ilk büyük başarısı olarak

nitelendirilebilir. Kısa öyküleri uzun öykülerine oranla azdır, çünkü uzun öyküleri

aracılığıyla konuyu daha geniş bir biçimde işleyebildiğine inanmaktadır.

Yazar genelde yazdığı kısa öykünün ilk paragrafında hangi olay üzerinde

duracağını göstermektedir. Örneğin “Acı Kader” (“Gorçivata sıdba”, 1869) öyküsü

şöyle başlamaktadır:

“Ah Tahrım, Tanrım, dünyaya geleli çok yıllar oldu ama başımdan geçenleri

bir türlü anlatamıyorum. Çünkü yaşamımda sevinçli tek bir gün bile yaşamadım.”1

“Ben-anlatı” kullanmadığı durumlarda yazar okuyucuyu inandırmak için

başka yollara başvurmaktadır. Örneğin “Çilekeş” (“Mıçenik”, 1870) adlı öykü

Diyarbakır’ın doğa betimlemesiyle, “Boyko” (1866) adlı öykü Filibe Ovasının

betimlenmesiyle “Ataman” öyküsü ise Stoyan’ın çeteci grubuyla yaptığı konuşmayla

başlar. Karavelov’un giriş paragrafları ilk bakışta birbirinden farklı görünseler de

işlevleri aynıdır. Bu başlangıç biçimi gerçek anlatım için bir hazırlıktır ve okuyucunun

ilgisini çekmek amacıyla kullanılmaktadır. Yani bu başlangıca giriş adı verilebilir.

Girişte yazarın her şeyden haberdar olduğu ve hatta yazarın bakış açısı anlaşılır. Giriş

bölümü her zaman öykünün anafikrini içerir. Bu durum ‘ben-anlatı’da olduğu gibi ‘o-

anlatı’da da aynıdır. Karavelov’un bu bölümleri kahramanın o andaki zamanını

içermektedir. Girişten sonraki bölümlerde ise kahramanın geçmişi aktarılır.

Burada yalnızca Karavelov’un öyküleri için değil, Uyanış Dönemi öyküleri

için geçerli olan bir özelliğin mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uyanış Dönemi

öykülerindeki düşünce, konu ve olaylardan daha önemlidir. Uyanış Dönemi

öykülerindeki düşünce, konudan alınmaz, konu düşünceye uygun olarak düzenlenir.

Karavelov’un kısa öyküleri genelde bu modele uygundur. Ancak ayrıcalıklar da vardır.

1 Karavelov, L.: Sıbrani sıçineniya, tom 2, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1965, s. 135.

Page 26: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

17

Örneğin “Slava” (1875) adlı öykünün girişi ulusal, ahlâki veya sosyal nitelikli

propaganda sözleri değil somut bir olayın başlangıcını içermektedir:

“Bu olay yortudan hemen önce oldu. İlkbahar gelmişti, güneş daha neşeli

parlıyordu ve yeşil çimenlere, kırlangıçlara, leyleklere, kuzulara ve geri kalan her şeye

bakmak insana büyük bir zevk veriyordu.”2

Bu girişten sonra anlatılan olaylar, öykünün odak figürleri olan Slava ve

Dragan’ın kaderini açıklamaktadır. Böylece bütün öykü aracılığıyla, yazarın önceden

seçtiği düşünce savunulmaktadır. Ancak bu biçimde yazılan öyküler sayı açısından çok

azdır.

Karavelov’un kısa öykülerindeki anlatıcı, kendi düşüncelerini açıklamanın

gururunu yaşar ve bu nedenle öykünün ilk bölümünde böyle bir açıklama yapar. Bu

öykülerde işlenen olaylar gelişmeye değil, anlatıcının heyecanına dayanmaktadır.

Karavelov’un figürleri, temsil ettikleri sınıfın genel özelliklerini taşımaktadır. Örneğin

“Ataman” adlı öyküsünün odak figürü Stoyan, bütün çeteciler gibi cesur ve yiğit bir

kişidir. Okuyucu bu figürlere Karavelov’un gözleriyle bakmaktadır. Yazar

kahramanlarını seviyorsa olumlu, sevmiyorsa olumsuz olarak betimlemektedir.

Daha önce de belirtildiği gibi figürleri ya olumlu ya da olumsuzdur. Yazarın

kısa öykülerindeki üslûbu söylev niteliğindedir. Yani figürler yazara bağlıdır, kendi

bağımsızlıklarını kazanamamışlardır. Karavelov her zaman figürlerinin elinden tutup

her tarafa göstererek izleyicilere hem hareketlerini, hem de bu hareketlerinin anlamını

açıklar. Eğer bunu yazar yapmıyorsa, anlatıcı mutlaka yapar. “Slava” adlı öyküsünün

odak figürü Neda bu şekilde konuşur:

“İşte yaşam bu şekilde ışıksız, mantıksız ve bilinçsiz sürüp gidiyor; kaba,

anlaşılması zor ve cahil insanoğlu bu tür duyulmamış acılar, korkunç pislikler ve

hınçlarla kendini donatıyor.”3

2 Karavelov, L.: Sıbrani sıçineniya, tom 2, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1965, s. 343. 3 Karavelov, L.: Sıbrani sıçineniya, tom 2, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1965, s. 376.

Page 27: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

18

Karavelov, Bulgar yazarlar arasında dönemin edebi kahramanını arayan ilk

edebiyatçıdır. Yazar daha çok bu kahramanın ulusal özellikleri üzerinde durup yalnızca

ulusal sorunlarla bağlantılı ya da yakın olan dünya sorunlarıyla ilgilenmektedir. Onun

sosyal mesaj veren öykülerinde sosyal nitelikli öğeler vardır, ancak ona göre sosyal

sorunların kökenleri yine Bulgar halkının ulusal kaderinde aranmalıdır. Karavelov’un

öykülerindeki peyzaj coğrafidir ve gelişen olayların zemini olarak kullanılmaktadır.

Diyaloglar ise yazarın yorumunu kesinleştiren bir rol üstlenmektedir.

Karavelov buraya kadar sayılan özelliklerle kendi kısa öykü modelini

yaratmıştır. Yazar hem başka ülke edebiyatlarının deneyimini hem de ondan önceki

Bulgar edebiyat geleneğini kullanarak, Bulgar toplumunun ihtiyacını karşılayan bir

öykü modeli seçmiştir. Bu öykü modeli, parçalardan oluşan ve bütünlüğü yazarın

düşüncesiyle sağlanan bir nesir tarzıdır ve bu tarz Elin Pelin’e kadar sürmüştür. Yazarın

kısa öykü modeli, o dönemdeki Bulgaristan’ın şartlarına uygundur.

Page 28: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

19

1.2. 19. YÜZYILIN DOKSANLI YILLARINDA KISA ÖYKÜ

1890’lı yıllar, Bulgar kısa öyküsünün tarihi açısından çok önemlidir. Çünkü bu

dönemde İvan Vazov ve Aleko Konstantinov gibi Bulgar kısa öykü türünün güçlü

yazarları, bu alanda büyük adımlar atmaktadırlar. Önceleri şiir yazan ve 80’li yıllara

gelindiğinde ise Bulgar edebiyatının batılı anlamdaki ilk romanı “Boyunduruk

Altında”yı (“Pod igoto”) 1889 yılında yazan Vazov, 90’lı yıllarda öykü yazmaya başlar.

Aleko Konstantinov ise “Bay Ganyu” adlı yapıtıyla en önemli öykü kitabını kaleme

almıştır.

90’lı yıllardaki Bulgar kısa öyküsünden söz edilince genelde bu alanda büyük

adımlar atmış İvan Vazov ve Aleko Konstantinov’un eserleri örnek olarak

gösterilmektedir. Ancak bu dönemde kısa öykü yazan Todor Vlaykov, Mihalaki

Georgiyev, Anton Straşimirov, Georgi Kirkov ve Petko Todorov gibi başka Bulgar

yazarlar da vardır.

Bu dönemin yazarları 80’li yılların yazarlarından farklıdırlar, çünkü yalnızca

ulusal konular üzerinde durmamış daha farklı konuları da ele almışlardır. Uyanış

Dönemi’nde hâkim olan ve 90’lı yıllarda da güncelliğini koruyan Bulgaristan’ın

bağımsızlığıyla ilgili ana konu, yavaş yavaş edebiyat sahnesinden çekilmiştir. Yazarlar,

geçmişi bırakarak kendi dönemlerine göz atmaya çalışmış,aynı zamanda Bulgarların

geleceği konusunda düşünce üretmeye başlamışlardır. Bu dönemin Bulgar yazarlarına

göre, insanoğlu üzerine kötülük çökmüştür. Uyanış Dönemi’nden sonra başlayan

Bulgaristan’ın parlak geleceğiyle ilgili hayallerin trajik sonu gelmiştir. Her sanatçı

“nereye gidiyoruz?” sorusuyla karşılaşıp bu sorunun cevabını ne yazık ki bir türlü

bulamamıştır.

Bu yıllarda, Bulgaristan’da halkçılık ve sosyalizm gibi yeni düşünce akımları

ortaya çıkmaya başlar. Bu akımları benimseyen bazı yazarlar, çağdaşlarının yaşamıyla

ilgilenirler ve bu ilgi sonucunda da sosyal eleştiri içeren yapıtlar ağırlık kazanmaya

başlar. Bulgaristan’ın bağımsızlığı ile ilgili savaşının en büyük destekçilerinden biri

olan İvan Vazov, Uyanış Dönemi’nin büyük hayalleri ve kendi döneminin küçük

Page 29: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

20

çıkarları arasındaki farklılıkları gören ilk Bulgar yazarıdır. Yaşamın güncel sorunlarıyla

ilgilenerek kendisine ters düşen her şeyi eleştirmeye başlar. Bütün bunlardan alaycı bir

üslûpla söz eden Vazov, mizah içeren ilk Bulgar kısa öyküsünün de yaratıcısı olmuştur.

1890 yılında “Büyük İnsanları Besleyen Dönem” (“Epoha-kırmaçka na veliki hora”)

adlı sosyal eleştiri kitabını yayımlar. Yaşam dolu ve aynı zamanda hüzünlü Aleko

Konstantinov da Bulgaristan’daki gerçekleri çok iyi değerlendirip 1894 yılında feyleton*

türünde eserler yazmaya başlar, 1895 yılında ise “Bay Ganyu” adlı kısa öykü kitabını

yayımlar. Bu dönemde köy yaşamını betimleyen birkaç yazar daha vardır. Örneğin

Mihalaki Georgiyev 1891 yılında “Tebeşir ve Kömürle” (“S tebeşir i vıglen”), Todor

Vlaykov 1892 yılında “Irgat” (“Ratay”), Anton Straşimirov 1897 yılında “Gülmek ve

Ağlamak” (“Smyah i Sılzi”) kısa öykü kitaplarını yayımlarlar. Aynı zamanda Georgi

Kirkov ve Petko Todorov toplumun bazı olumsuz taraflarını eleştirerek feyleton ve

mizahi öykülerini okuyucuya sunarlar.

Bu dönem içinde kısa öykü yazan pek çok Bulgar yazarı, nesir türünün

gelişmesine yardımcı olurlar. İvan Vazov ve Aleko Konstantinov’un bu konuda büyük

ve önemli adımlar attıkları tüm Bulgar edebiyat bilimcileri tarafından kabul edilen bir

gerçektir. Ancak kısa öykü sanatı açısından önemli olan başka yazarların katkısı

bulunmaksızın her iki büyük öykü yazarının da başarılı olması olası değildir. Bu

yazarların eserleri çağdaş okuyucuya çok ilginç gelmese de Bulgar kısa öykü tarihi

açısından önemli yer tutarlar. Bu yazarlar arasında Todor Vlaykov, Mihalaki Georgiyev,

Anton Straşimirov, Georgi Kirkov ve Petko Todorov vardır. Bulgar öykü türünün

gelişiminin daha iyi anlaşılması açısından kısaca bu yazarlardan da söz etmek istiyoruz:

İlk olarak Bulgar halk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Todor

Vlaykov’dan (1865-1943) kısaca söz edelim.1880’li yıllarda öykü yazmaya başlayan

Vlaykov, 90’lı yıllarda verdiği eserlerinde Bulgar halkının yaşam tarzını

betimlemektedir. Yazar Bulgar köylüsünün aile yaşamını betimlerken bu yaşamı

idealize ederek verir. Halk edebiyatından da yararlanarak köylülerin yaşam biçimini

olduğundan daha iyi göstermeye çalışır.

* Toplumsal ve güncel konular içeren,gülmece-eleştiri değeri olan günlük,kısa yazı türü.

Page 30: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

21

Bulgar halk masallarına çok benzeyen öykülerinde anonim halk edebiyatının

dil özelliklerinden ve betimleme yöntemlerinden de yararlanmıştır. Vlaykov, bunu

yaparken halk edebiyatına o kadar bağlıdır ki, bazen kendisinden hiçbir şey

eklememiştir. Bu özellik aslında yazarın eserlerinin değerini ve orjinalliğini

azaltmaktadır. Karavelov’dan gelen geleneğe bağlı olarak daha çok uzun öykü yazan

Vlaykov, genelde Gleb Uspenski (1843-1902) ve V. G. Korolenko (1853-1921) gibi

Rus halk yazarlarından etkilenmiştir. Ancak bu Rus yazarlardan farklı olarak Vlaykov,

eserlerinde hiçbir zaman eleştiri yapmamış, yalnızca kötü yaşam koşulları altında

yaşayan köylü kadınlarına acımıştır.

Vlaykov’un birkaç kısa öyküsü de vardır. Bunlar arasında en iyileri “Tırpancı”

(“Kosaç”, 1890), “Stoyko Amca” (“Çiço Stoyko”, 1892) ve “Emireri” (“Vestovoy”,

1892) adlı öyküleridir. Yazar bu öykülerinde köylülerin yaşam biçimini kaleme

almaktadır. Sözü edilen bu öykülerde Vlaykov yeni şartların, aileye bağlılık, huzur ve

aile ilişkileri gibi bazı eski değerleri yok ettiğini göstermektedir. Bu yeni şartlar, öykü

figürlerinin yaşamlarını altüst eder. Kapitalizmin Bulgar köylerine girmeye

başlamasıyla insanların yaşamı zorlaşmıştır. Bu şartlar altında yaşayan Vlaykov’un

köylüleri, geçmişe yönelmek zorunda kalırlar ve kapitalizme doğru ilerleyen bir

Bulgaristan’da yaşamak yerine, eski dönemi yani Bulgar topraklarının Osmanlı Devleti

sınırları içinde olduğu dönemi tercih ettiklerini dile getirirler.

Vlaykov’un kısa öyküleri, biçim ve içerik açısından Bulgar edebiyatına yeni

bir şey kazandırmamakla birlikte köy yaşamını betimlemesi açısından Petko Todorov’a

örnek olmuştur. Yazarın yapıtları daha çok Bulgar edebiyat tarihçilerinin dikkatini

çekmekte ve inceleme konusu olmaktadır.

Vlaykov’un hemen ardından yine önemli bir öykü yazarı olan Mihalaki

Georgiev (1854-1916) gelmektedir.Georgiev, 90’lı yıllardaki birçok Bulgar yazarı gibi

sıradan insanların yaşamını betimlemektedir. En iyi kısa öykülerini 1890-1894 yılları

arasında yazan Georgiyev bunları kitap şeklinde yayımlamamıştır. İvan Vazov

tarafından 1890 yılında çıkarılan “Dennitsa” (Günlük) dergisinde ilk kısa öykülerini

Page 31: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

22

yayımlayan yazar, genelde 1885 yılında yapılan Sırp-Bulgar Savaşı’nı kaleme almıştır.

Örneğin “Dennitsa” nın 4.sayısında yayımlanan “Kanlı Anlaşma” (“Kırvavo primiriye”,

1890) ve “Savaştan Sonra” (“Sled voynata”, 1890) adlı kısa öykülerinde Georgiyev’in

doğup büyüdüğü yer olan Vidin’de yaşayan halkın savaş sırasında başından geçen

zorluklar anlatılır. Burada Georgiyev insanlara acı veren savaşa açıkça karşı çıkar. 1892

yılında yazdığı “Arkadaşım Penço Çatmakov” (“Moyat priyatel Penço Çatmakov”) adlı

kısa öyküde, köy ortamında yaşamak zorunda kalan bir aydının başından geçenleri

alaycı bir üslûpla kaleme alır. Batıda eğitim gören genç adam halkın, halk da onun

konuştuklarını anlayamamaktadır. Böylece yazar bu iki kesim arasındaki büyük

uçurumu gösterir ve eleştirir. Ancak Georgiyev’e göre yalnızca köye giden aydın kişiler

değil, kente giden köylüler de kendilerini bambaşka bir dünyadaymış gibi hissederler.

Bu motif “Renkli Dünya” (“Şaren svyat”, 1892) adlı öyküde de işlenmiştir. Böylelikle

Georgiyev köylüleri unutan Bulgar devletini sert bir biçimde eleştirmektedir. Ona göre

devlet, köy ve kent arasındaki farklılığı yok etmek için hiçbir şey yapmamaktadır.

Georgiyev bu eleştiri için mizahı yeterli bulmayıp bazen hicve de başvurmaktadır.

Todor Vlaykov gibi Georgiyev de 90’lı yılları Osmanlı Devleti dönemiyle

karşılaştırır ve bazı eserlerinde Osmanlı dönemindeki yaşama koşullarının daha iyi

olduğunu savunur. Bu görüşleri bazı Bulgar edebiyat bilimcilerini kızdırmıştır. Örneğin

eleştirmen G. Veselinov (1909) şunları yazmaktadır:

“Geçmişi idealize eden, geçmişi burjuva-kapitalist gerçekleriyle kıyaslamaya

çalışan Mihalaki Georgiyev bazen çok geriye yani Türk egemenliğinin kötü günlerine

dönüyor. Bu anlamda “Kolavkov Ağası Molla Mutiş Bey” öyküsü iyi bir örnektir.

Burada tarihî gerçekler göz önünde bulundurulmadan geçmişin ataerkil aile yaşamı

idealize edilmektedir. Başka eserlerinde Türk egemenliği sırasında yaşanan korkunç

olayları işleyen Mihalaki Georgiyev, burada yönetici Türk feodal sınıfına ait kusursuz

bir figür göstermiştir.” 1

1 Veselinov, G..: Mihalaki Georgiyev,İstoriya na bılgarskata literatura, tom3, izd.BAN,Sofya,1970, s.368.

Page 32: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

23

Georgiyev’in eserlerinde, Bulgar halk edebiyatından alınmış pekçok özellik de

dikkat çekmektedir. Bu özellikler, hem figürlerin davranışlarında, hem de

konuşmalarında görülmektedir. Yazar eserlerinde sıklıkla kullandığı ifade ve deyimleri

halk edebiyatından alarak hiç değiştirmeden eserlerinde kullanmıştır. Georgiyev Sırp

edebiyatından da çok etkilenmiştir. Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı tarafından Belgrad’a

gönderilen Georgiyev, Laza Lazareviç (1851-1890), Milovan Glişiç (1847-1908),

Yanko Veselinoviç (1862-1905) ve Yovan Yovanoviç Zmay (1833-1904) gibi Sırp

yazarlarının eserlerinden etkilenmiştir.

Anton Straşimirov (1872-1937) da dönemin önde gelen öykü yazarlarından

birisidir. Daha çok “Halay” ya da dilimize çevirildiği biçimiyle “Kanlı Horo” (“Horo”,

1926) adlı kısa romanıyla tanınmaktadır. Ancak bu eserini yazmadan önce kısa bir süre

öykü alanında da çalışmalar yapmıştır. 90’lı yıllarda nesir alanında kendini gösteren

yazar , bazı Bulgar eleştirmenlerin dikkatini çekmiştir. Dimitir Blagoyev (1856-1924)

ve Penço Slaveykov (1866-1912) gibi dönemin önemli eleştirmenleri, genç yazarı fark

edip ondan büyük bir hayranlıkla söz etmişlerdir.

Buraya kadar sözü edilen Bulgar yazarları gibi Straşimirov da nesir türünde

verdiği eserlerinde köy yaşamını betimlemektedir. Ancak onlardan farklı olarak köy

yaşamını idealize etmek yerine köy yaşamına giren zıtlıkları konu alır. Yazar 1897

yılında “Gülmek ve Ağlamak” (“Smyah i sılzi”) adlı öykü kitabını yayımlamıştır.

Burada yer alan “Tarlada” (“Na nivata”), “Geniş Yolda” (“Na şirok pıt”), “Lânet”

(“Anatema”), “Danayil”, “Kosyu”, “Kraçolov Kavgası” (“Kraçolovskata kramola”) gibi

öykülerde Straşimirov, Bulgar köy yaşamının hemen hemen tüm özelliklerini

göstermeye çalışmıştır. Bulgar köy yaşantısıyla ilgili olan bu öykülerde, diğer yazarların

öykülerinden farklı olarak idealize edilmiş ataerkil yaşam biçimi yoktur.

Straşimirov’un öykü figürleri, yaşamlarını kadere bırakmamakta, kendi hakları için

savaşmaktan çekinmemektedir.

Yazarın “Baba ve Oğul” (“Başta i sın”), “Katil” (“Ubiyets”), “Çernü” adlı kısa

öykülerinde ise köy yaşamında sıkça karşımıza çıkan cinayet motifinin sosyal ve

Page 33: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

24

psikolojik nedenleri incelenmektedir. Straşimirov, eserlerinde psikolojik sorunları

işlemeye çalışan ilk Bulgar yazarlarındandır. Bu tür konuların işlendiği öykülerde yazar,

yaratıcılığın ana damarını bulmuştur. Straşimirov, her zaman insan yaşamında olan

dramatik olaylarla ilgilenmiştir. Aynı zamanda söz konusu öykülerde aydının

düşünceleri,toplumsal yaşamdaki işlevi ve istekleri, onlara karşı olan kötü güçlerle

engeller arasındaki temel anlaşmazlığı işlemektedir.

Straşimirov, öykü içinde yer alan olayların akışını mutlaka bozmaktadır.

Coşkulu bir yapıya sahip olan yazar, edebi kurulları bozmaktan çekinmemektedir.

Yazarın sesi bazen öfkeli ve açık bazen ise elejik ve sentimentaldir. Öykülerde anlatılan

olaylara karışmak Lyuben Karavelov, Todor Vlaykov ve Mihalaki Georgiyev için de

söz konusudur. Yani bu dönemin yazarları çok açık bir biçimde olayların gözlemcisi

olarak ortaya çıkıp okuyucuyla sohbet etmektedirler. Vazov da insan kaderiyle ilgili

kendi düşüncesini açıklamayı sevmektedir. Bulgar nesrinde olan bu geleneği devam

ettiren Straşimirov, öykü alanına yeni bir özellik de kazandırmayı başarmıştır.

Straşimirov’un anlatıcısı yalnızca olayları yorumlamakla kalmaz. Anlatıcı, gelenekte

olduğu gibi olayların gözlemcisi ve aynı zamanda yeni bir yöntem olarak olayın

gelişmesini sonuna kadar götüren kişidir. Bu anlatıcı, figürlerin yaşamlarına karışmakta,

onlara önerilerde bulunmakta, onları yönetip yönlendirmektedir. Straşimirov, figürlerin

elinden tutup istediği yere götürmektedir. Bu nedenle “Gülmek ve Ağlamak” adlı

kitabında yer alan öykülerinin çoğunda “ben-anlatı” yöntemi kullanılmıştır.

“Henüz kaygısız, gülümseyen, sakalsız ve uzun saçlı bir adamdım,

yükseklerden uçuyordum ve karmaşık arzularım vardı. Hayal ve planlar içindeyken

kendimi dar ancak ulusal büyüklüğü ile güzel, aynı zamanda ıstırap ve sevinç dolu bir

köşe olan Milenovo’da buldum. Kötü tesadüfe teşekkür ediyorum. Binlerce

teşekkürler!”2

Anton Straşimirov ile çağdaş olan Georgi Kirkov da(1867-1919), 19.yüzyılının

90’lı yıllarında kısa öykü yazan Bulgar yazarları arasında yer almaktadır.Aleko

2 Straşimirov, A.:Horo Razkazi Statii, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1985, s.147.

Page 34: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

25

Konstantinov’un öldürülmesinden sonra yani 1897 yılında yazmaya başlamıştır. Kirkov,

Aleko Konstantinov’dan etkilenerek onun gibi yazmaya çalışmışsa da öyküleri kendi

sosyalist görüşlerine bağlı kalmıştır. Eserlerinde gerçekler, olduğu gibi ve alaycı bir

anlatım üslubuyla betimlenmiştir.

Kirkov’un figürleri kötü huylu ve kabadırlar. Bu özeliklerini gizlemeye bile

gerek duymazlar. Çünkü onlar insana özgü bu özelliklerini normal kabul etmektedirler.

Aleko Konstantinov gibi Kirkov da hem feyleton hem de kısa mizahî öyküler yazmıştır.

Ancak bir mizahçı olarak Kirkov, Aleko Konstantinov kadar başarılı değildir. Yazar ne

feyleton alanında ne de kısa öykü alanında Konstantinov kadar başarılı adımlar

atamamıştır. Bu nedenle de Bulgaristan’da, bir yazardan çok sosyalist olarak yürüttüğü

siyasi savaşımı ile bilinmektedir.

Kirkov eserlerinde, nadiren Bulgar köylüsünün yaşam biçimine de yer

vermektedir. Yazarın köylü figürleri genelde toprağa bağlı, dar ufuklu insanlar olarak

betimlenmiştir. 1897-1900 yılları arasında öykülerini ve feyletonlarını yazan Kirkov,

daha çok tüccar sınıfının değişik sorunlarını ele almaktadır. Örneğin “Sınavda”

(“Nakonkursa”) adlı öyküde tüccarların dar ufkuları ve basit düşünce yapıları, “Esnaf

Vergisi” (“Esnefska taksa”) adlı öyküde yüksek vergi nedeniyle tüccarın ağırlaşan

yaşam koşulları, “Kurtuluş” (“Spaseniye”) adlı öyküde tüccarın iflâsı, “Ganço Gayleto”

da ise bir tüccarın bilinçli bir işçiye ve sosyaliste dönüşmesi anlatılmaktadır. “Kasap

Dükkânının Önünde” (“Pred kasapnitsata”) ve “Kurtlar ve Koyunlar” (“Vıltsi i ovtse”)

adlı eserlerinde ise milletvekillerini, bakanları ve devlet adamlarını eleştirmektedir.

Bulgar tüccar sınıfına ait insanların yaşamını betimleyen Kirkov, daha çok acı

olaylar üzerinde durmaya özen göstermiştir. Yazarın asıl amacı insanları kendine göre

en doğru ve adil olan sosyalist düşünceye yöneltmektedir. Kirkov her zaman okuyucuyu

kendi tarafına çekmek, sosyalizme kazandırmak ve onları sosyalizm uğruna yapılacak

olan savaşıma hazırlamak ister. Okuyucuların ilgisini çekmeye çalışan yazar, yeni biçim

ve içerik bulmak için çaba göstermektedir. Böylece hem Bulgar edebiyat geleneğinde

var olan gerçeği yansıtma yöntemine sadık kalmaya çalışır, hem de fantastik öğeler

Page 35: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

26

kullanmaktan çekinmez. Olayların ve figürlerin fantastik deformasyonu, Kirkov’u Rus

yazarı olan Saltikov Sçedrin’e (1826-1889) yakınlaştırmaktadır. Rus yazarı örnek alan

bir çok fantastik kısa öykü kaleme almıştır. Bunlar arasında “Rüyam” (“Moyat sın”),

“Öbür Dünyaya Yolculuk” (“Pituvane na onya svyat”), “Cennet Sağdıçı” (“Rayskata

kuma”) gibi eserler de yer almaktadır.

Rus yazarı Saltikov Şçedrin’in eserlerinden başka Bulgar halk edebiyatından

da yararlanan Kirkov, o zamana kadar Bulgar edebiyatında nesir alanında yazılmamış

bir tür olan “siyasi masallar”türünü de yaratmıştır. Halk masallarında olduğu gibi onun

eserlerinde de hayvan figürleri tıpkı insanlar gibi düşünür, konuşur ve insana özgü

davranışlarda bulunurlar. Kısa öykü ve feyletonlarında genellikle Bulgar halk

masallarında yer alan özellikler dikkati çeker. Ancak yazar hiçbir zaman figürlerin

psikolojik incelemesini yapamamıştır.

Aynı dönemin önde gelen yazarlarından biri de kuşkusuz Petko Todorov

(1879-1916) dur. En önemli eserlerini 20. yüzyılın başında yazmış olsa da ilk kısa

öykülerini 19. yüzyılının 90’lı yıllarında yayımlamaya başlamıştır. Bu nedenle o

dönemin kısa öykü sanatının gelişmesi açısından önem taşımaktadır. Yazar, sosyal

içerikli ilk öykülerini “Novo vreme” (Yeni Zaman)ve “Rabotniçeski vestnik” (İşçi

Gazetesi) gazetelerinde yayımlamaktadır. Yoksulların yaşam biçimi ve kötü kaderleri

genç yazarın ilgisini çekmektedir. Bu durum “Hamal ve Çingene Kadın” (“Hamalin i

tsiganka”), “Kadın Irgat” (“Rataykinya”), “Bizi Görmüyorlar mı?” (“Ne ni li vijdat?”)

gibi öykülerde çok açık bir biçimde betimlenmiştir. Bu dönemin şiir ve nesir eserlerinde

olduğu gibi Todorov’un öykülerinde yer alan figürler, kötü yaşam koşullarının

sorumlularını aramaktadır. Todorov, en çok dönemin sosyal ve toplumsal sorunlarını ele

almaya çalışmıştır.

Yazarlığının ikinci, yani klasik döneminde idiller yazan Todorov, ilk

öykülerinden itibaren figürlerin hareketlerini ve duygularını psikolojik açıdan ele

almaya başlamıştır. Ancak bu konuda bir başarı gösterememiştir. Todorov’un 90’lı

yıllara ait öyküleri, onun öncelikle sosyalist ideolojiden ve Rus eleştirel

Page 36: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

27

gerçekçiliğinden etkilendiğini kanıtlamaktadır. Bu nedenle bu dönemde yazdığı

öykülerin büyük bir bölümü (örneğin “Sınav”, “Sır”, “ Stoyko” vb.) sosyalizm yanlısı

dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır.

Todorov 1897 yılından 1899 yılına kadar bu özellikte öyküler yazmıştır. 1899

yılının sonbaharında yazdığı bazı eserleri ve konuşmaları yüzünden hükümet tarafından

mahkemeye verilir ve kurtuluşu Almanya’ya kaçmakta bulur. Almanya’da bireyci

yazarlardan etkilenir ve çok farklı öyküler yazmaya başlar.

İncelediğimiz yazar ve eserlerden de anlaşılmaktadır ki, Bulgar edebiyatında

kısa öykü türü çok önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bu yazarlar, dönemin kısa öykü

alanında eser vermiş olsalar da İvan Vazov ve Aleko Konstantinov gibi büyük adımlar

atmamışlardır. Buna rağmen sözü edilen yazarlar, Bulgar kısa öykü tarihi açısından

önemlidirler ve daha çok edebiyat tarihçileri tarafından incelenmektedirler. Yani kısa

öykünün tarihi gelişmesi incelenirken, bu “ikincil” yazarların eserlerinin de önem

taşıdığı gerçeğinin gözardı edilmemesi gerekir.

Bu dönemin en önemli ve dünyaca ünlü yazarıysa İvan Vazov (1850-1921)

dur.Kocabalkan dağının güney eteklerinde bulunan Sopot kasabasında doğar. Vazov

Sopot’un Türkçe adını, Bulgarca’ya “Byala Çerkva” (Akkilise) olarak çevirmiş ve en

önemli romanı olan “Boyunduruk Altında” (“Pod İgoto”, 1889) da kullanmıştır.

Böylece Vazov’un doğduğu kasaba Bulgar edebiyatına girmiştir. İlk ve ortaokulu

Akkilise’de tamamlayan Vazov, edebiyata büyük ilgi duyduğu için bazı Bulgar

yazarların eserlerini ve Fransızca’dan çevrilmiş kitapları büyük bir ilgiyle okumuştur.

Vazov en çok Vasil Drumev’in (1840-1901) “Mutsuz Aile” (“Neştastna familiya”,

1860), “Öğrenci ve Velinimetler” (“Uçenik i blagodeteli”, 1864), ve Eugene Sue’nün

(1804-1857) “Göçebe Musevi” (“Le Juif Emigrant”, 1844-1845) adlı eserlerinden

etkilenmiştir. Bulgar şairi P.R. Slaveykov’un (1827-1895) şiirlerini okuyup inceleyen

Vazov ilk defa 14 yaşındayken şiir yazmaya başlamıştır, ancak ilk şiirleri günümüze

ulaşmamıştır.

Page 37: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

28

14 yaşını doldurduktan sonra 1865 yılında babası tarafından Yunan Lisesi’nde

okumak üzere Kalofer kasabasına gönderilir. Burada başta Rusça ve Fransızca olmak

üzere pek çok kitabın bulunduğu zengin bir kütüphaneyle karşılaşır. Bilgiye susamış

olan genç yazar çok iyi Fransızca bilmediğinden önce Rus klasik eserlerini okur.

“Otoçestvenniye zapiski” dergisinin yayımladığı A. S. Puşkin, M. Yu. Lermontov, D.

V. Grigoroviç (1822-1899) ve İ.A. Gonçarov (1812-1891) gibi Rus yazarların eserlerin

ve büyük eleştirmen Belinski’nin (1811-1848) makalelerini büyük bir ilgiyle okur. 1868

yılına gelindiğinde Vazov, babasının sahip olduğu işletmenin işlerini takip etmek ve

ticaret yapmak için Filibe’ye çağrılmıştır. Ancak genç yazar bu tür işlerle ilgilenmediği

için şiir yazmaya devam etmiştir. 1870 yılında yine ticareti öğrenmesi için babası

tarafından Romanya’nın Oltenitsa kentine gönderilir. Burada çalışan amcasının yanında

ticareti öğreneceğini düşünen babası, bir kez de hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü

Vazov, Romence’yi öğrenir öğrenmez bu dilde yazılmış edebi eserleri okumaya çalışır

aynı zamanda yazmaya da devam eder.

Bulunduğu ortam yazarı sıkmaya başlayınca oradan kaçarak Braila’ya geçer.

Burada Romanya’da yaşayan bir çok Bulgarla tanışır. Bunların arasında büyük Bulgar

şairi Hristo Botev de (1847/47-1876) vardır. Vazov 1872-1873 öğretim yılında Mustafa

Paşa’da (Svilengrad) öğretmen olup bu mesleği dener. 1875’te Akkilise’ye dönen

Vazov 1876 yılında Osmanlı Devletine karşı yapılan “Nisan Ayaklanması”ndan sonra

Sopot Devrim Komitesi’nin üyesi olması nedeniyle yeniden Bükreş’e kaçar. Burada

aynı yıl içinde ilk kitabını “Bayrak ve Kemençe” (“Pryaporets i gusla”) adı altında ve

1877 yılında da ikinci şiir kitabı olan “Bulgaristan’ın Kederleri”ni (“Tıgite na

Bılgariya”) yayımlar.

1880 yılında Filibe’ye yerleşen Vazov, çok sayıda kitap yayımlar. Bunlar

arasında “Mayıs Demeti” (“Mayska kitka”, 1880), “Kemençe” (“Gusla”, 1881), “Küçük

Çocuklar İçin Şiirler” (“Stihotvoreniya za malki detsa, 1883), “Ovalar ve Ormanlar”

(Polya i gori”, 1884), “İtalya”, (1884) şiir kitapları, “Mihalaki Çorbacı”, (1882)

komedisi, “Ruska”, (1883) dramı, “Horgörülenler” (“Nemili-nedragi”, 1883) ve

“Amcalar” (“Çiçovtsi”, 1885) adlı uzun öyküleri vardır. Vazov, edebiyat üzerine

Page 38: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

29

yazdığı eleştirel makalelerini “Narodniy glas” (Halkın Sesi) gazetesi ve “Nauka”(Bilim)

ile “Zora”(Şafak) dergilerinde yayımlar.

Vazov Rusya’ya, Rus halkına ve Rus kültürüne hayran bir “Rusofil”dir. Bu

duygular onun bazı siyasi gerçekleri görmesini ve onları anlamasına engel olmuştur.

Osmanlı-Rus Savaşı’ndan (1877-1878) sonra Bulgar hükümetinde yer alan devlet

adamları, aydınlar ve yazarlar Rusya’nın hayranıdırlar. Ancak zamanla Rusya’nın

gerçek amacının, Bulgarları Osmanlı Devleti’nden kurtarmak değil de boğazlara inmek

olduğunu anlayan bazı Bulgarlar, Bulgaristan’ı Rusya’nın etkisinden kurtarmaya

çalışırken, bazıları ise buna karşı çıkmaktadırlar. Stefan Stanbolov’un (1854-1895)

başbakanlığı sırasında (1887-1894) hükümet Rus egemenliğinden kurtulmaya ve

Osmanlı Devletiyle ilişki kurmaya çalışır. Ancak Vazov gibi bazı aydınlar hükümetin

bu kararına karşı çıkınca Rusya taraftarları polis tarafından izlenirler ve kurtuluşu

Bulgaristan’dan kaçmakta bulurlar. 1886 yılında İstanbul’a, oradan da 1887 yılında

Rusya’nın Odesa kentine giden Vazov, burada batılı anlamdaki ilk Bulgar romanını

yazmıştır. Nostaljik duyguların etkisiyle yazılmış olan bu eser onun en iyi romanı olarak

kabul edilir. Eser 1969 yılına kadar kırkdört farklı dile çevrilerek yayımlanmıştır. Vazov

1889 yılında Bulgaristan’a döndüğünde “Boyunduruk Altında” (Pod igoto) adını taşıyan

romanını yayımlama olanağı bulur. Odesa’dan geri döndükten sonra yazar Sofya’ya

yerleşir ve yaşamının sonuna kadar başkentte yaşar.

1894 yılında başbakan Stefan Stanbolov istifasını verir ve 1895 yılında yapılan

suikast sonucu öldürülür. 1897 yılında Konstantin Stoilov başbakan olduktan sonra

Vazov’u hükümet içinde yer alması için davet eder. Böylece yazar Bulgaristan’ın Milli

Eğitim Bakanlığı görevini üstlenir. Önceki hükümeti eleştiren Vazov, daha iyi bir

siyaset yürüten çok farklı bir hükümetin temsilcisi değildir. Çünkü bu hükümet de

paraya büyük önem vererek hem değişik yollarla para sağlamaya çalışır, hem de siyasî

baskılar uygular. Vazov’un bakanlığı sırasında (yazar bu görevi 1 Ocak 1899 tarihine

kadar sürdürmüştür) büyük Bulgar yazarı Aleko Konstantinov aslında bir başkası için

düzenlenen suikastta öldürülür (1897).

Page 39: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

30

19. yüzyılın 90’lı yıllarında Vazov şiir, roman ve uzun öykü türlerinde

yazmaya devam eder. Bu dönemde, kısa öykü alanında da ilk adımlarını atarak büyük

ilerleme kaydetmiştir. Vazov 1891, 1892 ve 1893 yıllarında “Uzun ve Kısa Öykü”

(“Povesti i razkazi”) adı altında üç cilt öykü yayımlar. Daha sonra 1894 ve 1895

yıllarında “Taslaklar ve Renkler” (“Draski i şarki”) adlı iki ciltlik öykü kitabını çıkarır.

Çok sayıda eser yazan Vazov kısa öykü alanında da önemli adımlar atmıştır.

Ancak konu itibariyle yalnızca yazarın yayımladığı kısa öykü kitapları önem

taşımaktadır. Bu kitaplar arasında daha önce söz edilen 90’lı yılların öykü kitaplarının

yanı sıra 20. yüzyılın başlarında yayımladığı “Gördüklerim ve Duyduklarım” (“Vidyano

i çudo”, 1901), “Renkli Dünya” (“Pıstır svyat”, 1902) ve “Banki’de Bir Sabah” (Utro v

Banki”, 1905) gibi eserler de vardır.

Vazov, yazarlığı bir meslek, bir kader olarak kabul eden ve bunu Bulgar

toplumuna kabul ettiren bir yazardır. Bulgaristan’da yalnızca yazmakla uğraşan ve

başka bir iş yapmadan geçimini sağlayan ilk yazar olarak toplum tarafından saygı görür.

Yani profesyonel bir yazar olan Vazov sayesinde Bulgar halkı ilk defa yazarlığı bir

meslek olarak kabul edip saygıyla söz etmektedir. Aynı zamanda Vazov, tüm Bulgar

yazarları için bir örnek, kutsal bir sanatçıdır. Büyük Rus yazarı L. N. Tolstoy kadar ünlü

olmasa da Bulgaristan gibi küçük bir ülke için büyük bir dehadır. Büyük Bulgar

yazarının edebiyat çalışmaları elli yıldan fazla sürmüştür. Hatta 1920 yılında

yazarlığının 70. Yıldönümü ulusal bir bayram olarak Bulgaristan’da kutlanmıştır.

Çünkü, Bulgar edebiyatına büyük bir değer kazandıran ilk yazar Vazov’dur. Şiir, nesir

ve tiyatro alanında da değerli eserler veren yazar, 22 Eylül 1921 yılında kalp krizi

sonucunda Sofya’da yaşama veda etmiştir.

Bu güne kadar Vazov’un öykülerini inceleyen her Bulgar edebiyat bilimcisi,

öykülerin otobiyografik özelliğini belirtmiştir. Anlatılan veya yaşanan bir olay, eski bir

anı, eski bir arkadaşla görüşme, katılıdığı bir sohbet vb. Vazov’un yepyeni bir öykü

yazması için yeterlidir. Bu açıdan Vazov sevdiği ve etkilendiği Fransız yazar Victor

Hugo’ya (1802-1885) çok benzer. Hugo duvarlar üzerinde yazılmış tek bir sözcükten

Page 40: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

31

yola çıkarak Romantizmin en iyi romanlarından biri olan “Notre-Dame’ın Kamburu”nu

(“Notre-Dame de Paris”, 1831) yazmıştır. Vazov’un yaratıcılığında da buna benzer bir

yaklaşım söz konusudur. Ancak bu iki büyük yazar arasında önemli bir fark vardır.

Hugo’nun eserleri, geniş insancıl temel üzerine, Vazov’un eserleri ise Bulgar halkının

tarihi ve zamanın sosyal gerçeklikleri üzerine kurgulanmıştır.

Daha önce de belirtildiği gibi Vazov’un kısa öyküleri, diğer eserlerinin

otobiyografik çizgisinin dışına çıkmamıştır. Karavelov gibi Vazov da öykülerini birkaç

bölüme ayırmaktadır. Bölümler arasındaki bütünlük ise figürün düşünce ve

hareketleriyle sağlanmaktadır. Öykülerde yer alan olaylar, olayların geliştiği sırayla

verilmektedir. Vazov, bireyleri dönemin özelliklerini açıklayabilmek için bir araç olarak

kullanır. Öykülerini bölümlere ayırması da amaçlıdır. Bu bölümleme yalnızca anlatılan

konuyla ilgili değildir. Yani yalnızca içerik açısından bölünmemiş, biçim açısından da

metin parçalanmıştır. Başka bir deyişle bölümlemenin grafik bir tür özelliği vardır.

Öyküleri rakam ya da yıldız aracılığıyla parçalara ayrılmaktadır. Örneğin “Bir Bulgar

Kadını” (“Edna bılgarka”, 1899) adlı kısa öykü, yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci

bölümde İliytsa Nine İskır nehrini geçmek için acele etmektedir; ikinci bölümde yazar

İliytsa Nine’nin neden o kadar acele ettiğini açıklamak için ondan önce bir isyancıyla

olan görüşmeleri aktarır; üçüncü bölümde yaşlı kadın manastırdadır, dördüncü bölümde

İliytsa Nine tek başına kayıkla nehri geçmektedir; beşinci bölümde aynı gece yaşlı kadın

ikinci defa isyancıyla görüşür; altıncı bölümde sabaha karşı isyancının ölümü anlatılır;

yedinci bölümde ise yazar tarafından aktarılan konunun sonucu yer alır.

Vazov’un öykülerinde kendi görüşleri çok açık olarak yer almaktadır ve bu

özellik, öykülerinin Karevelov’un öykülerine ne kadar çok benzediğini göstermektedir.

Vazov’un öykülerinde hem yazarın varlığı hissedilir, hem de yazar rol üstlenmeye

devam eder. Yazarın olaylar ve kahramanlarla ilgili olan düşüncesi çok açık olarak

“Uzun ve Kısa Öyküler” adlı üç ciltlik öykü kitabında görülmektedir. Vazov, hem bir

figür olarak öyküde yer almakta, hem de Uyanış Dönemi’nden sonra devam eden ve

Bulgar öykü geleneğinde var olan uygulamanın dışına çıkmaksızın kendi varlığını

hissettirmekten de çekinmemektedir. Yazar “ben-anlatı”yı da kullanarak anlattığı

Page 41: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

32

olayların ne kadar gerçek olduğunu göstermeye çalışmaktadır; bunu yaparken de ya

kendi adına konuşur, ya bir figür olarak öyküde yer alır, ya da başkası tarafından

anlatılanlar üzerinde yorum yapar. Yazarın öykü metninin içinde bir yeri vardır. Bu, bir

veya birkaç cümleyle ve genelde öykünün son bölümünde gösterilmektedir. Örneğin

“Konuk Sevmeyen Köy” (“Negostolyubivo selo”, 1901) adlı öyküde Vazov, anlattığı

olayı bitirdikten sonra üç yıldız işareti kullanarak şu sözlerini eklemektedir:

“Aynı zamanda hâlâ güçlü olan bir hükümdar, “Kölnische Zeitung”

gazetesinin muhabirine şunları söylemekteydi:

- Ben Bulgaristan’ın üzerindeki Rus cazibesini 50 yıllık bir süre için hafiflettim.

Bu sözlerini söylerken Stanbolov eğer samimiyse, o zaman bu akıllı devlet

adamının kötü bir psikolog olduğu kesindir”.3

Vazov öykünün sonunda oldukça tarafsız sayılabilecek anlatımını bırakarak,

kendi görüşünü başbakan Stanbolov’un sözleriyle kanıtlamaktadır. Okuyucunun kendi

başına bu sonuca varacağına inanmadığı için ya da böyle bir fırsat vermek istemediği

için küçük bir ekleme yapmaktadır. Yazara göre, bu tür değerlendirmeler kendisine

aittir. Vazov kendi siyasi görüşlerini sergilemekten çekinmemektedir. Hatta bunun

gerekli olduğuna inandığı için, öyküleri hem döneminin siyasi özelliklerini hem de

kendisinin bu konudaki görüşünü içermektedir. Yazarın öyküdeki varlığı sadece

hissedilmez, sanki parmakla gösterilebilir biçimdedir. Çünkü olay örgüsü içinde yer

almaktadır. Öykü anlatıcısı olan yazar, hem olayların gözlemcisi hem de yorumcusudur.

Bulgar toplumunun bir temsilcisi olarak Vazov, aynı zamanda kendisini dönemin

yargıcı da sayar.

Bazen Vazov, gerçekçi olmak için öykü içinde öykü modelinden

yararlanmaktadır. Örnek olarak “Grond Meriç” (“Grond Maritsa”, 1896), “Traviyata”

(1895), “İvan Gırbata’nın Yanında” (“Pri İvana Gırbata”, 1900), “Cinayet” (“Ubiystvo”,

1900) adlı öyküleri verilebilir. Vazov ‘o-anlatı’yı kullandığında öykünün sonunda olayı

3 Vazov, İ.: Sıbrani sıçineniya, tom 8, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1976, s. 381.

Page 42: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

33

kimden duyduğunu açıklamak gereksinimini duymaktadır. Bu öykü modeli çok açık bir

biçimde “Bir Bulgar Kadını” (“Edna bılgarka”, 1899) adlı öyküde görülmektedir.

Karavelov gibi Vazov da her şeyi bilen ve gören bir pozisyonda olduğu için

figürlerini istediği gibi hareket ettirir, davranışlarını değerlendirir ve olayların kendi

görüş ve düşüncesi doğrultusunda gösterir. Yani Tanrısal (Auktorial) anlatımı seçer.

Vazov’un en iyi öyküleri arasında yer alan “Yotso Dede Bakıyor” (“Dyado Yotso

Gleda”, 1901) eseri bu duruma örnek olarak verilebilir. Bu öyküde yazarın varlığı,

olaylar içinde yer alarak öykünün dokuz bölümünden sekizinde “gizlenmiş” olduğu

söylenebilir. Ancak öykünün birinci bölümünde yazarın sözleri doğrudan yer

almaktadır:

“Yurdumuzun bağımsızlığından önce, yani özgürlüğün tatlı ışıkları

gözlerimizin önünde henüz parlamadan öbür dünyaya göç eden babalarımızı,

dedelerimizi ve akrabalarımızı hatırladığımızda, bir mucize sonsuz uykudan uyanacak

olurlarsa ne kadar çok şaşırıp sevinecekleri sık sık aklımızdan geçmektedir, (...)”4

Vazov, böyle bir giriş yaparak, Yotso Dede’nin Bulgaristan’ın ulusal

kurtuluşunu düşleyen bir kuşağın temsilcisi olduğunu göstermek istemektedir. Ona göre

bu tür bir genellemeyi okuyucu tek başına yapmaz, hatta bu tür genellemeler yalnızca

olayların en iyi yorumunu yapan yazara ait olmalıdır. Bu nedenle de öykünün başında

söz alarak okuyucunun dikkatini istediği yöne çekmekte ve yönlendirmektedir. Birinci

bölümden sonra Vazov, anlatılan olayların arkasına gizlenmek istemektedir. Böylece

yazarın varlığı dönemin okuyucusu tarafından fark edilmiş olur. Bu varlık yalnızca

dönemin edebiyat bilimcileri tarafından belirlenebilmektedir.

Vazov’un veya anlatıcının öykü içinde olduğunu söylerken de tam yerinin

belirtilmesi gerekir. Diyaloglar dışındaki metin, yazarın düşüncelerini, dilini, mantığını

ve yorumunu içermektedir. Yazar Bulgaristan’ın bağımsızlığından önce gözlerini

kaybeden Yotso Dede hakkında şunları yazmaktadır:

4 Vazov, İ.,: Sıbrani sıçineniya, tom 7, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1976, s. 335.

Page 43: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

34

“Gerçekten ölmedi ancak yaşam ve ışık için o artık bir ölüydü. Aynı zamanda

Bulgarlara ait olan şeyleri görme arzusu, sönmeyen bir ateş gibi içinde

yaşamaktaydı.”5

Yotso Dede’nin bu şekilde konuşması asla olası değildir, Yotso Dede’nin

çağdaşları da böyle konuşmuyordu. Bu satırlar Vazov’un konuşması ve düşüncesini

içermektedir. Eser, yazarın en iyi psikolojik öyküleri arasında yer almasına karşın Yotso

Dede’nin ruhsal durumu yazarın analiziyle ve konuşma tarzıyla aktarılmaktadır.

Daha önce de belirtildiği gibi Karavelov’un figürleri birer kukla gibidirler.

Yazar görüşlerini aktarmak için figürlerinin hareketlerini yarıda keserek, onların

sözlerini ve yüz ifadelerini açıklamaktadır. Vazov ise bu kadar sık araya girmez.

Görüşünü açıklamak için, öykü içinde kendine ait bölümler ayırır. Önce figürlerini

serbest bırakır ve daha sonra yeni bir bölümde veya birkaç cümle ile kendi yorumunu

yapar. Örneğin daha önce sözü edilen “Konuksever Olmayan Köy” adlı eseri bu şekilde

hazırlanmıştır. Önce Şopların yaşadığı köye gelen bir Rusun başından geçenler

anlatılmaktadır. Başlangıçta soğuk davranan köylüler, yabancının Alman değil de Rus

olduğunu anlayınca, onu meyhaneye davet ederler. Bu bölüme kadar Vazov olayların

arkasında gizlenmeye çalışmıştır. Sonra ortaya çıkarak başbakan Stanbolov’un

siyasetiyle ilgili kendi görüşünü açıklamaktadır. Aynı zamanda “Bir Bulgar Kadını” adlı

öyküde kendini gizlemeye çalışan yazar, öykünün son bölümünde tekrar sahneye

çıkarak İliytsa Nine ve hasta torunuyla ilgili bildiklerini şöyle ifade eder:

“İliystsa öleli çok oldu. Ancak ölümün eşiğinde olan çocuk iyileşti ve şu anda

binbaşı P. adını taşıyan sağlıklı bir adam.” 6

Karavelov ile karşılaştırıldığında Vazov’un amacının figürlere daha büyük

özgürlük vermek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu özgürlük hiçbir zaman bağımsızlığı

dönüşmemektedir. Çünkü Vazov, sahne arkasında gizlenmeye çalışsa da bunu tam

5 A.g.e.: s. 336. 6 Vazov, İ., Sıbrani sıçineniya, tom 9, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1976, s. 22.

Page 44: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

35

anlamıyla gerçekleştirememektedir. Burada figürlerin pozisyonunun, yazarın

pozisyonundan daha güçlü olduğu söylenebilir. Bunun yanı sıra yazar gibi okuyucu da

figürlerle ilgili her şeyi bilmektedir, çünkü yazar figürlerin bilmediği ayrıntıları

okuyucuya sunmaktadır. Örneğin “Geliyor mu?” (“İde li?”, 1886) adlı öykünün sonuna

doğru yazar, Kina ve Radulço’nun savaştaki ağabeyleri Stoyan’ın dönüşünü köyün

girişinde beklediklerini söyledikten sonra Stoyan’la ilgili bildiklerini okuyucuya

açıklamaktadır:

“Korkunç bir kar fırtınası vardı. Sanki çocuklara yanıt veriyordu. Fırtına

batıdan, savaş meydanından, yani Stoyan’ın Pirot bağlarındaki mezarının karla

örtüldüğü yerden geliyordu.” 7

Karavelov’dan farklı olarak Vazov, figürlerinin bütün özelliklerini açıklamaz,

yalnızca anlatılan olayla ilgili özellikleri göstermeyi tercih eder. Aynı zamanda

Vazov’un öykülerinde yalnızca siyah ve beyaz renklere yer verilmez. Yazar bazen bu

iki rengin nüanslarından da yararlanır, kendi öfkesini gizlemeye çalışır, hatta olayı daha

iyi bir biçimde açıklayabilmek için olumsuz figürlere yakın olmaya ve onları anlamaya

gayret eder. “Bir Bulgar Kadını” ve “Geliyor mu?” adlı eseri yazarın olayların arkasına

gizlenmiş olduğunu söylenebilir. Ancak yazar tam olarak gizlenmez; çünkü amacı

sahneden tamamen çekilmek değildir. Okuyucuya her zaman orada olduğunu

hissettirmek ister.

Yapı açısından bakıldığında Vazov’un öyküleri, birbirine yardım eden ancak

hiçbir zaman birleşmeyen iki çizgiden oluşmaktadır. Bu iki çizgi, olayların gelişmesi ve

yazarın yorumundan ibarettir. Ancak bu model yalnızca öykü için değil, figürler, doğa

betimlemeleri, ortamlar ve figürlerin hareketleri için de geçerlidir. Bir taraftan gerçek

olayların anlatıcı tarafından aktarılması, diğer tarafta da Vazov’un yorumları vardır.

Örneğin “Yotso Dede Bakıyor” adlı öykü Vazov’un yorumlarıyla başlar ve daha sonra

anlatıcı ortaya çıkıp Yotso Dede’yi tanıtmaya girişir. Yazar gerçekleri olduğu gibi, hiç

değiştirmeden aktarmayı sever ve öykünün bütününü veya herhangi bir bölümünü

7 Vazov, İ., Sıbrani sıçineniya, tom 7, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1976, s. 27.

Page 45: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

36

yazarken her şeyi görmüş bir kişi olduğunu unutmaz. Betimlediği figürlerin arkasında

bir prototipin varlığı her zaman hissedilmektedir. Çünkü yazar kendisini, tanık olmadığı

bir olayın tanığıymış gibi göstermeye çalışmaktadır. Vazov, Karavelov’dan farklı bir

yol aramaktadır çünkü zaman ve zevkler değişmiştir. Aynı zamanda Vazov, sanki yazar

ve okuyucu arasındaki uzaklığı azaltmaya çalışmaktadır. Yazar sık sık öğretici rolünden

vazgeçmeye çabalar. Bununla inandırıcı olmayı, okuyucunun ilgisini çekmeyi

istemektedir. Bu amaçla hareket etmiş olsa da tam anlamıyla başarılı değildir. Ancak

Vazov’dan sonra Aleko Konstantinov bu konuda daha başarılı olacaktır. Karavelov’un

öykülerindeki düşünce genelde yazar tarafından sunulmaktadır. Vazov ise hem kendi

düşüncesine, hem de figürün düşüncesine yer vermektedir. Yani yazar iki farklı

noktadan oluşan bir düğüm sunar ve bununla birlikte yalnızca odak figürüne değil; diğer

figürlerine de önem verir. Yazar için ikinci derecedeki figürler hem sunulan düşüncenin

destekleyicisidir; hem de kendi dünya görüşü olan ve farklı özelliklere sahip olan

kişilerdir. Böylece kısa öykü çerçevesini genişletmektedir. Bu yeni özellik sayesinde

Vazov, Karavelov’dan daha inandırıcı olmayı başarmıştır.

Yeni sosyal ve estetik kurallara uygun olarak Vazov yalnızca öykünün ana

fikrine değil, öykünün sanatsal değerlerine de önem vermektedir. Okuyucu için artık

yalnızca ahlâki ve siyasi düşünce değil sanatsal özellikler de önem taşımaktadır, yani

okuyucu öykünün nasıl yapıldığı sorunuyla da ilgilenmeye başlamıştır. Bulgar

edebiyatında ilk defa öykünün sanatsal değerinin önemini anlayan bir sanatçı olarak

Vazov olayları anlatırken okuyucuya estetik bir zevk de sunmaktadır. Bu konuda Bulgar

eleştirmeni İskra Panova şunları söylemektedir:

“Doğal kronolojisi, belirgin yapısı, yazarın açık görüşü, anlatımı akıcı gelişimi,

genel şeffaflığı ve doğallığı okuyucuda gelişen olayların olağan olduğu duygusu

bırakmaktadır.” 8

Karavelov’un yaratıcılığında başlayan eleştirel gerçeklik Vazov tarafından

geliştirilmiştir. Vazov’un bazı eserlerinde Uyanış Döneminin romantik ve sentimental

8 Panova, İ., “Vazov, Elin Pelin, Yovkov. Maystori na razkaza, izd. Narodna prosveta, Sofya, 1988, s. 47.

Page 46: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

37

özellikleri hâlâ vardır, ancak en iyi kısa öykülerinde eleştirel gerçeklik ağırlık

kazanmıştır. Aynı zamanda,artık okuyucuyla bütünleşme yollarını aramaktadır. Örneğin

Vazov kendi görüşlerini veya yorumlarını verirken “ben” değil “biz” biçimini tercih

etmektedir:

“Babalarımızı, dedelerimizi, akrabalarımızı hatırladığımızda (...)”9

Bu şekilde yazar herkes adına konuşmaktadır ve herkese seslenmektedir.

Vazov’un öykülerinde yer alan figürler yalnızca davranışlarıyla betimlenmemektedir.

Burada figürlerin kullandıkları dil de önem taşımaktadır. Karavelov’un bütün figürleri

aynı dili kullanırken Vazov’un bazı figürleri kullandıkları dil aracılığıyla da birbirinden

ayrılırlar. Yazar anlatım biçimi olarak iç monoloğa geniş yer vermektedir.

Karavelov’dan farklı olarak Vazov’un bazı öyküleri yalnızca bir olay üzerine

kurulmuştur. Buna örnek olarak “Peyzaj” (1893), “Pirin’e” (“V Pirin”, 1889), ve

“Traviyata” (1895) adlı öyküleri gösterebiliriz.

Vazov, Bulgar kısa öyküsüne yeni özellikler kazandırarak nesrin bu türünün

gelişmesini sağlamıştır. İlk olarak çizdiği figürlerin psikolojik yönlerini betimlerken

hem kendini olayların arkasına gizlemeye çalışır, hem de kullandığı dille figürlerini

karakterize etmeyi başarır. Böylece Bulgar kısa öyküsünün içerik ve biçim açısından

gelişmesine önemli katkısı olmuştur.

Aleko Konstantinov (1863-1897) ise farklı tarzı ve renkli üslubu ile dikkat

çeken bir yazardır. Tuna nehri kıyısında bulunan Sviştov kentinde doğmuştur. Zengin

bir tüccar ailesine mensup olan Aleko Konstantinov, ilk eğitimini evde, özel

öğretmenlerle görmüş, orta okulun son iki sınıfını ise kentin okulunda tamamlamıştır.

Lise öğrenimini yapmak için Gabrovo’ya giden Aleko Nisan Ayaklanması’ndan (1876)

sonra okul kapandığı için doğduğu kente dönmüştür. 1878 yılında Rusya’ya gitmiş ve

Nikolayev’deki Güney Slav Pansiyonu’nda lise öğrenimine devam etmiştir. Bu

pansiyonda Konstantinov’la birlikte Georgi Kirkov ve Georgi Stamatov da

okumuşlardır. 1881-1885 yılları arasında Odesa’daki Yeni Rus Üniversitesi’nde hukuk

Page 47: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

38

öğrenimi görmüştür. Üniversitede okuduğu yıllarda A.S. Puşkin, M. Yu. Lermontov, N.

A. Nekrasov (1821-1878), İ. S. Turgenev ve N. V. Gogol’ün (1809-1852) eserlerini

okumuştur. En çok Gogol’ün eserlerinden etkilenmiş ve ondan mizah sanatını

öğrenmiştir.

19. yüzyılın 80’li yıllarında Rusça ve Fransızca’dan edebiyat çevirileri yapan

Konstantinov, 90’lı yıllarda gezi notları, kısa öyküler ve siyasi feyletonlar yazmaya

başlar. 1894 yılında siyasete atılarak doğduğu Sviştov kentinden milletvekilliğine

adaylığını koymuştur. Ancak kazanamaz. Yazar, Bulgaristan’da gelişen siyasi ve sosyal

olayları kaleme alarak kendi eleştirel tutumunu ortaya koyar. Sonuçta görevden alınır,

takip edilir ve öldürmekle tehdit edilir. 11 Mayıs 1897 yılında arkadaşı Mihail Takev’le

birlikte Peştera’dan faytonla dönerken Takev için düzenlenen suikast sırasında

yanlışlıkla Aleko Konstantinov öldürülür.

Aleko Konstantinov’un yaşamında kötü olaylar birbirini izlemiştir. Verem

hastalığı, ardarda üç kızkardeşinin, annesinin ve babasının ölümüne sebep olmuştur.

Verem, ailenin en küçük kızının yaşamını aldıktan sonra Konstantinov’un babası bu

olayı unutmak ve unutturmak amacıyla Sofya’da bir ev satın alarak, Sviştov’dan taşınır.

Evin büyük salonu sık sık cenaze törenlerine sahne olmuştur. Yalnız ve parasız kalan

yazar evini kiraya vererek kendisi büyük evin arkasında bulunan küçük eve taşınır.

Bütün bu kötü olaylara rağmen yaşamaya devam eder, her zaman kendisinde gülme ve

güldürme gücü bulmuştur.

Bulgaristan’ın bağımsızlığından sonra ilk aydın sınıfın temsilcisi olan

Konstantinov,Uyanış Döenemi’nin hayalleriyle ve Bulgaristan’ın gerçek burjuva

şartlarının arasındaki çatışmayı yaşamaktadır. Artık bağımsız olan Bulgaristan’daki

gerçeklerden büyük hayal kırıklığına uğrayan yazar, yaşamının sonuna kadar güzelliğe

ve ahlâka inanan bir kişi olarak kalmıştır. Arkadaşları ona Ştaslivetsa, yani Mutlu Adam

demişlerdir. Konstantinov da kendisini mutlu bir insan olarak gördüğü için bazı

9 Vazov, İ.,: Sıbrani sıçineniya, tom 8, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1976, s. 335.

Page 48: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

39

eserlerini bu adla yayımlamıştır. Yazar, kendisinden çok nadir olarak söz etmiş olsa da

“İhtiras” (“Strast”, 1895) adlı feyletonunda şunları söylemektedir:

“Mutlu olduğumu bütün Bulgaristan biliyor; ama bugün tütün almak için kırk

beş stotinkam * bile olmadığı kimse tarafından bilinmiyor.”10

Aleko Konstantinov’un iş kariyeri hiçbir zaman iyi gitmemiştir, her zaman

para sıkıntısı çekmiştir, ancak ailede tek başına kalmasına rağmen kendisini mutlu bir

insan olarak görmüştür. Çünkü yazarın yaşamında iyi olaylar da vardır. İlk Bulgar

gezginlerindendir, hatta Amerika’ya gidebilen nadir ve şanslı bir Bulgar vatandaşıdır.

Yaşamındaki en önemli olay “Neşeli Bulgaristan” (“Vesela Bılgariya”) sanat çevresine

kabul edilmesiyle ilgilidir.

Bu grubun genç sanatçıları, aralarındaki bağlılık ve ironik yaklaşımlarıyla

Bulgaristan’da var olan gerçek yaşamın kötü tarafını aşabileceklerine inanmakta; bir tür

izole yaşam sürmektedirler. “Neşeli Bulgaristan” grubunun kültürel önemi oldukça

büyüktür. “Çünkü en önemli eseri olan “Bay Ganyu” (1884-1885) adlı kitabında yer

alan öyküler ile önce bu çevredeki arkadaşları arasında ilginç fıkralar olarak oluşmaya

başlamıştır. Yazarın katkılarını küçümsememekle birlikte bu kitabında yer alan odak

figür, “Bay Ganyu Balkanski” aslında Bulgar toplumunun bilincinde yerleşmiş olan bir

insan tipinin, bir grup tarafından şekillendirerek ortaya çıkartılmasından başka bir şey

değildir. Bay Ganyu figürü, Bulgar halk edebiyatında yer alan Hitir Petır’a (Kurnaz

Petır) benzemektedir. Aynı zamanda Bulgar fıkralarının baş kahramanı Hitır Petır

figürü, tıpkı Türk fıkralarında yer alan Nasrettin Hoca gibi bir kahramandır. Beş yüzyıla

yakın bir süre Türklerle beraber yaşayan Bulgar halkı, Nasrettin Hoca’nın adını Hitır

Petır adıyla değiştirerek, Türkler arasında anlatılan fıkraları olduğu gibi almıştır.

Böylece Hitır Petır her zaman akıllı çıkan ve her şeyi bilen Bulgar fıkralarının odak

figürü, Nasrettin Hoca ise aptal ve ikinci derece bir figür olarak betimlenmiştir. Kimi

zaman aynı fıkra içinde iki odak figürü de kullanan Bulgarlar Hitır Petır’ı her zaman

galip ilan etmişlerdir. Konstantinov’un Bay Ganyu adlı figürü, kısa bir zaman içinde o

* Stotinka: Bulgaristan’ın ulusal para birimi olan Leva’nın yüzde biri,kuruş.

Page 49: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

40

kadar büyük ün kazanmıştır ki, o güne kadar Bulgar halkı arasında Hitır Petır fıkraları

anlatılırken, kitap yayımlandıktan sonra yeni fıkraların odak figürü Bay Ganyu, Hitır

Petır’ın yerini almıştır. Bay Ganyu, günümüze kadar pek çok Bulgar fıkrasının odak

figürü olarak kullanılmıştır.

1895 yılında bir kitap halinde çıkan “Bay Ganyu” öykü kitabı, Aleko

Konstantinov’un en önemli ve aynı zamanda büyük tartışmalara yol açan eseridir. Kitap

ülkemizde de Türkçe’ye İsmail Bekir Ağlagül tarafından çevrilerek 1972 yılında

Milliyet Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Aleko Konstantinov’un ilk amacı,

birbirine bağlı öykülerden oluşan bir kitap yazmak değildir. Yazar ilk önce bazı kişilere

veya olaylara cevap vermek amacıyla gazetelerde feyleton türü yazılar yayımlamaya

başlamıştır. Zamanla bu yazıların edebi değeri olduğunu ve feyletonu aştığını anlayan

çevresi ve yazar bu öyküleri tek bir kitap halinde yayımlamaya karar vermişlerdir. Bu

nedenle yazarın bu kitabı, 90’lı yıllardan başlayarak bugüne kadar süren büyük

tartışmalara yol açmıştır. “Bay Ganyu” edebi değer taşıyan bir kitap mıdır? Öykülerin

odak figürü olan Bay Ganyu ulusal mı, bölgesel mi yoksa sosyal insan tipi midir? “Bay

Ganyu” eseri bir roman mı yoksa bir öykü kitabı mıdır? Bulgar edebiyat bilimcileri,

yazarın kitabıyla ilgili bu türdeki sorulara değişik yanıtlar vermektedirler. Bu eser

Bulgar edebiyat eleştirmenlerini oldukça zor durumda bırakmıştır. Çünkü Aleko

Konstantinov, öykü geleneğinde hiç bilinmeyen ve çok değişik bir yöntem seçmiştir.

Yazar öykü geleneğinden değil de Bulgar halk edebiyatında yer alan fıkralardan yola

çıkarak, Bulgar kısa öyküsüne yeni değerler kazandırmıştır. Bilindiği gibi İvan Vazov,

Konstantinov’dan önce yazmaya başlamış, ondan sonra da yazmaya devam etmiştir.

Ancak bazı edebi özellikler konusunda Aleko Konstantinov, Vazov’u geride bırakmayı

başarmıştır.

“Bay Ganyu”nun yayımlanması Bulgar edebiyat tarihi açısından çok önemli

bir olay olarak değerlendirilebilir. Bay Ganyu figürü eleştirmenlerin ilgisini çektiği için

yazarla ilgili yapılan hemen hemen her çalışmada Aleko Konstantinov’un Bulgar öykü

sanatına kazandırdığı özellikler irdelenmiştir. Birçok Bulgar eleştirmeni kitabın hangi

10 Konstantinov, A., Sıçineniya, tom 2, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1970, s. 81.

Page 50: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

41

nesir türüne ait olduğu konusu üzerinde durmaktadır. Eleştirmen Boyan Penev gibi bazı

Bulgar edebiyat bilimcilerine göre bu kitap, edebi değeri olmayan feyletonlardan

oluşmaktadır. Tonço Jeçev (1929) ve Svetlozar İgov (1945) ise “Bay Ganyu” eserinin

bir tür roman olduğunu savunmaktadırlar. Çoğu Bulgar eleştirmeni, eserin bir öykü

kitabı olduğunu düşünmektedir. Aslında Konstantinov’un eserinin Bulgar kısa nesir

geleneğine ait olduğu kesindir. Bu nedenle işlenen konu bakımından incelenmesi

gerekmektedir. Yazarın kendisinin de, eserini öykü kitabı olarak adlandırdığının da

unutulmaması gerekir. Çünkü “Bay Ganyu”nun alt başlığı “Çağdaş Bir Bulgarla İlgili

İnanılmaz Öyküler”dir (“Neveroyatni razkazi za edin sıvremenen bılgarin”),

“Bay Ganyu” öykü kitabı, içerik ve biçim açısından Bulgar kısa öykü

geleneğinde yeni bir aşama sayılmaktadır. Eseri, Bulgar nesir geleneğinden farklı

özellikler taşıyan bir kitap olarak değerlendirenler arasında önemli araştırmacılar Dr.

Krıstyu Krıstev (1866-1919), Penço Slaveykov (1866-1912), Prof. Mihail Arnaudov

(1878-1975), ve Prof. İvan Şişmanov (1862-1928) da vardır. Eserin gelenekten farklı

olduğunu savunan Prof. Arnaudov 1927 yılında şunları yazmaktadır:

“Genelde Aleko Konstantinov, çağdaş yazarların hiç birinde bulunmayan

şiirsel görüşünü farklı bir yol ve farklı bir program aracılığıyla savunmaktadır. Bu

özellikleriyle, her zaman ilerici gençlerin sempatisini kazanacaktır. Aynı yoğunlukta

olmamakla beraber yaratıcılığı yeni edebiyatımızın değişmez başarısı olacaktır. Onun

edebiyatımızdaki yeri iki yazar kuşağı arasındadır; Vazov, Botev ve Mihaylovski’den

oluşan eski kuşak ile Yavorov, K. Hristov, Elin Pelin, P. Y. Todorov’dan oluşan yeni

kuşak arasında.... Bu yazarlardan hiçbiri karakter, üslûp ve hayal gücü açısından

Konstantinov’a yakın olmadığı için, kendisi Bulgar sanat dünyasında en orijinal sanatçı

olmuştur.”11

Yazarın çağdaşları olan edebiyat eleştirmenleri, ilk kez onun kısa

öykülerindeki yeni biçimi fark edip yazılarında bu konuda açıklamalar yapmışlardır. Dr.

Krıstev, kendisinden önceki Bulgar öykü geleneğinden yola çıkarak, eserindeki

11 Arnaudov, M., Aleko Konstantinov, sp. Bılgarska misıl, kn. 5, Sofya, 1927, s. 321.

Page 51: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

42

olağanüstülüğün ve sıradışılığın varlığını belirtmiştir. Eleştirmen, bu değişikliği “özel

karakter” olarak adlandırılmıştır. Büyük şair Penço Slaveykov tarafından da fark edilen

bu değişiklik, edebi sürecin doğal bir öğesi olarak değerlendirilmemiş olsa da, Aleko

Konstantinov sayesinde Bulgar kısa öyküsü eski geleneğinden koparak yeni Bulgar kısa

öykü geleneğine doğru ağır ancak emin adımlar atmaya başlamıştır.

Öykülerde yer alan figürler ve düşünceler çok farklı ve alışılmışın dışında

olduğundan Bulgar edebiyat bilimcileri bu eserlere yeni bir nesir türü aramak zorunda

kalmışlardır. Dr. Krıstev, bu eserlerin yerinin kısa öykü ve feyleton arasında olduğunu

söyleyerek öykülere yeni bir isim vermekten kaçınmaktadır. Ancak Dr. Krıstev’in

vardığı en önemli sonuç, bu öyküleri Bulgar öykü geleneğinden farklı bir nesir türü

olarak değerlendirilmesiyle ilgilidir. Prof. Şişmanov ise eserin içerdiği yeni özellikleri

kabul edip yazarın eserlerini reddeden eleştirmenlere karşı çıkar:

“Söz, onun yapısından, üslûbundan, söz diziminden, kullandığı Rusça ve alt

üslûp düzeyindeki sözcüklerinden, inanılmaz olaylarından memnun değilsiniz; siz onun

yüksek bir kültüre sahip olduğunu reddediyor, yetersiz edebiyat eğitimi aldığını

düşünüyor, çevirilerinde yeterince estetik bir zevke sahip olmadığını söylüyorsunuz ve

böylece bir edebi eserin değerini oluşturan her şeyi eleştiriyorsunuz.”12

Yazarın kısa öyküleri, figür ve konu açısından birbirine bağlıdır ve bir

bütünlük oluşturmak açısından Bulgar edebiyatında ilk örnektir. Bu öyküler içerik

açısından olduğu gibi biçim açısından da gelenekten çok farklıdır. Eserlere yalnızca bir

göz gezdirildiği zaman da bu farklılık dikkat çekmektedir. Öyküleri ondan önceki öykü

geleneğinden olduğu için parçalara ayrılmamıştır. “Bay Ganyu Avrupa’dan Döndü” ve

“Bay Ganyu Rusya’da” adlı öyküler iki bölümden oluşturulmuş olsalar da bu öykülerin

her bir parçası kendi içinde bir bütün oluşturmamaktadırlar. Örneğin doğa betimlemesi

öykü parçasının yapısı içinde yer almadığı gibi öykü içinde de bir rol üstlenmemektedir.

Yazar, bu parçaları yalnızca konuya açıklık getirmek için veya iki öykü arasında

organik bir bağ oluşturmak için kullanılmaktadır. Anlatıcının açıklamaları bu öyküler

12 Şişmanov, İ.,Aleko Konstantinov ot edno novo gledişte, sp. Uçilişte pregled, kn. 8, Sofya, 1927 s. 1215.

Page 52: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

43

içinde geniş yer kaplasa da, gelişmeyi geciktirmemektedir. Bulgar kısa öykü

geleneğinden farklı olan bu açıklamalar, doğrudan anlatılan olaylarla bağlantılı olduğu

için öyküyü daha anlaşılır yapmaktadır. Örneğin “Bay Ganyu Prag Sergisinde” adlı

öyküde Aleko Konstantinov konuya şu şekilde açıklık getirmektedir:

“Bazılarının abarttığımı, Bay Ganyu’yu karikatürize etmek amacıyla

anlattıklarımı süslediğimi düşünmemesi için şunları söylemek zorundayım. Ben bazı

ayrıntılara dahi yer vermiyorum. Çünkü şimdi bile bu ayrıntıları hatırladığımda kalbim

sıkışıyor.”13

Bu alıntı Konstantinov’u Karavelov’a ve Vazov’a ne kadar yaklaştırırsa

yaklaştırsın, aslında yazar farklı bir biçimde öykü içinde yer almaktadır. Örnek olarak

verilen bu öyküde ise yazar yalnızca alıntılanan sözlerle önümüze çıkmaktadır.

Öykünün dört bölümünde yazar gizlidir. Öykülerde yalnızca yazar veya anlatıcı için

ayrılmış özel bölümler olmaması çok önemli bir özelliktir.

Bulgar kısa öykü geleneğinden farklı olan “Bay Ganyu”da, yazarın bakış açısı

da farklıdır. Konstantinov, figür hakkında bazı şeyleri bilmesine rağmen, bilgisi her şeyi

kapsamaz. Bunu da açık bir biçimde hissettirmektedir. Öykü kitabının yapısı nedeniyle,

böyle bir bakış açısı olasıdır. Çünkü “Bay Ganyu”da yer alan öykülerin çoğu farklı

kişiler tarafından anlatılmaktadır. Böylece her figür odak figürle ilgili yalnızca gördüğü

veya duyduğu olayı aktarır. Bulgar öykü geleneği ve yazarın öyküleri arasında başka bir

fark daha vardır. Bu farklılık yazarın figüre olan yaklaşımına bağlıdır. Daha önce de

söylediğimiz gibi Karavelov’un figürü tamamıyla yazara bağlıdır. Vazov’un figürleri ise

biraz daha özgürdür, ancak yine de büyük ölçüde yazara bağlı kalmaktadırlar. Vazov,

figürlerine davranışlarıyla kendilerine gösterme olanağı tanısa da her zaman kendi

yorumuna ihtiyaç duymaktadır. Oysa Konstantinov, figürlerine çok farklı yaklaşmakta,

odak figür yazarın kontrolünden kurtularak ona karşı çıkmaktadır. Bu durum Bulgar

edebiyatında ilk defa uygulanmaktadır. Yazarın yarattığı bir figür, yazara nasıl karşı

çıkmaktadır? Bay Ganyu, yazarın düşünmediği şekilde hareket ederek, kendi yolunu

Page 53: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

44

çizmeyi başarmıştır. Karavelov ve Vazov’un durağan figürleriyle karşılaştırıldığında,

Bay Ganyu sürekli gelişen bir figürdür. Onun figürü, yazarın istediği şekilde değil,

karakterine uygun biçimde davranmaktadır. Böylece de, Bulgar öykü geleneğine o

döneme kadar görülmemiş bir figür kazandırmıştır. Bay Ganyu figürü o kadar farklı ve

yazarın bile önceden kestiremediği özelliklerle karşımıza çıkmaktadır ki, yazar ondan

özür dileme ihtiyacını gizlememektedir:

“Senden de özür dilerim Bay Ganyu! Tanrı şahidimdir ki, yaşadığın olayları

yazarken hep iyi duygular içindeydim.Kalemim ne kin dolu bir eleştiri, ne nefret, ne de

düşüncesiz bir alay tarafından yönetiliyordu.”14

Bu alıntının önemi yalnızca öykünün genel yapısıyla ilgili değildir. Burada

kötüye doğru büyük bir hızla ilerleyen figür ve yazar arasındaki savaştan sonra figürün

zaferi çok açık bir biçimde ifade edilmektedir. Figür yavaş yavaş o kadar güçlenir ki

artık tam anlamıyla özgürlüğünü kazanıp yazarın kontrolü dışına çıkar. Karavelov’dan

başlayarak Konstantinov’a kadar süregelen Bulgar öykü geleneğinde yazar, figürünü

devamlı olarak devre dışı bırakarak olayları açıklamaktadır. Yani yazar sürekli olarak

figür ve okuyucu arasında yer alıp onları asla yalnız bırakmamakta, karşı karşıya

getirmemektedir. “Bay Ganyu”da ise yazar veya öykü içinde yer alan anlatıcı, öykünün

başında ya da öykünün sonunda kendini gösterir. Bu parçalar dışında, öykünün büyük

bölümünde figür ve okuyucu, yazardan bağımsız olarak karşılaşmaktadırlar. Öykü

kitabının macera dolu metni, okuyucunun dikkatini fazlasıyla çektiği için anlatıcı

tamamen unutulur. Yazar veya anlatıcı, öykünün sonunda kendini göstererek birkaç

sözle düşüncesini belirtmektedir:

(…)“Gruptan bir kişi:

“- Neden durdun be Vasil, devam et! dedi. – Ermolov’un olayını anlat...”

Vasil “Boş ver ya, tiksiniyorum” diye cevap verdi.”15

13 Konstantinov, A., Sıçineniya, tom 1, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1970, s. 32. 14 A.g.e. s. 132. 15 A.g.e.: s. 81.

Page 54: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

45

Bu tür değerlendirmeler bazen öykünün başka bir yerinde yer aldığı gibi bazen

de hiçbir değerlendirme yapılmamaktadır (“Bay Ganyu İreçek’in Evinde”, “Bay Ganyu

Sarayda”). Yazarın kısa öyküsü yorumsuz bir öykü modeline doğru ilerlemektedir. Elin

Pelin, bu modeli daha sonraları tamamen geliştirmeyi başaracaktır. Sonraki bölümlerde

ayrıntılı olarak incelenecek olan Elin Pelin’in öykülerinde herhangi bir yorum yoktur.

Yazar sanki öyküyü okunduktan sonra şaşkın, kızgın ve korkmuşçasına okuyucunun

karşısına çıkıp “bildiğim her şey budur, yaşam budur” sözlerini eklemektedir. Aleko

Konstantinov, Elin Pelin tarafından geliştirilen bu öykü geleneğine doğru ilerleyen ilk

Bulgar öykü yazarıdır. Bu öykü modelindeki okuyucu-yazar diyaloğu öykü içinde

yapılmamaktadır. Diyalog, öykü okunduktan sonra başlar ve yalnızca okuyucunun

soruları ve yazar yerine okuyucunun verebildiği bazı cevaplardan oluşur. Yazar ise

sessizliğini bozmadan okuyucuya tekrar metne döndürür, çünkü cevaplar yalnızca

oradadır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Aleko Konstantinov’un öykülerinde yazar,

okuyucu ve figür arasına açık bir biçimde girmemektedir. Yazarın yorumunu öyküde

bulamayan okuyucu figürlerle tartışmaya girerek, yine yazarın işlediği ana düşünceye

varmaktadır. Ancak artık okuyucu, yazar tarafından elinden tutulup düşünceye doğru

götürülmemektedir. Bu nedenle yazarın mizah sanatı eserlerinde çok önemli bir rol

üstlenmektedir. Yazarın mizahı, doğal, komik durumlardan ileri gelmektedir. Figür,

komik durumlarda kendi karakterini ve düşüncelerini açıklamaktadır. Figürün

karakteriyle ilgili meydana gelen değişiklikler yazarın yorumuyla değil, olay akışı

içinde kullanılan mizah veya hiciv aracılığıyla gösterilmektedir. Örneğin Bay

Ganyu’nun karakteri, Avrupa seyahati sırasında daha basit ve sevimli, Bulgaristan’a

döndüğünde ise çok daha karmaşık ve tehlikelidir. Bu değişiklik, olay akışı içinde belli

olmaktadır.

Figürün karakteri değişince, yazarın yaklaşımı ve anlatım tonu da

değişmektedir. Yani birinci bölümde kullandığı mizah dolu yaklaşım, ikinci bölümde

hicivsel yaklaşımla yer değişmektedir. Bu değişim de anlatıcının gözleri aracılığıyla

gösterilmez, okuyucu bu değişikliği tek başına fark eder. Konstantinov öykülerini

Page 55: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

46

yazmaya başladığında ironiden öteye gitmemektedir. Ancak figür, yazardan bağımsız

olarak kendi şartlarını ortaya koyar ve yazarın onayı olmadan kendi yoluna devam eder.

Bu yeni bakış açısı, yeni düşünce hatta öyküleri birleştiren yeni yapı Aleko

Konstantinov’a kadar Bulgar edebiyatında görülmemiştir. Çağdaşlarının sorunlarına ve

sanat anlayışına yakın olan yazarın, yalnızca gelenekle yetinmesi olası değildir. Bu

anlayış doğrultusunda, Bulgar öykü geleneğine bağlı olan Todor Vlaykov, Mihalaki

Georgiyev ve İvan Vazov gibi yazarlara oranla Konstantinov büyük bir ilerleme

kaydetmiştir.

Bulgar kısa öyküsünün biçimsel gelişimi açısından, 90’lı yılların en önemli

öykü yazarı Aleko Konstantinov’dur. Vazov, 20. yüzyılın başlarında da çok iyi kısa

öyküler yazmaya devam etmiştir. Ancak konu ve geleneğin devamı açısından çok

önemli olsalar da Konstantinov’un kısa öykü biçimi açısından getirdiği yenilikler

olmasaydı yüzyılın başlarında Vazov’un yazdığı kısa öyküler bu kadar farklı

olamazlardı. Vazov gibi ünlü bir yazarın Aleko Konstantinov’un eserlerinden

etkilenmesi, bu yazarın sanatının önemini kanıtlamaktadır.

Page 56: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

47

1.3. 20.YÜZYILIN BAŞINDAN KIRKLI YILLARA KADAR KISA

ÖYKÜ

19. yüzyılın 90’lı yıllarında nesir türleri arasında çok önemli bir yer alan,

yaşamın ailevi ve sosyal özelliklerini genelde gerçekçi biçimde yansıtan ve karmaşık iç

değişikliklere uğrayan Bulgar kısa öyküsünün, 20. Yüzyılın ilk yıllarında ve özellikle de

savaşlardan sonra yeni düşünce, konu ve içeriğe ihtiyacı vardır. Birinci ve İkinci Balkan

Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında öykünün çekirdeğini oluşturan ahlâki

merkez bu dönemde artık yok olmuştur. Savaşlar arasında öykünün odak figürü olan

Bulgar köylüsü o kadar değişmiştir ki, savaşlardan sonra öykü yazan yalnızca yeni

yazarlar değil 90’lı yıllarda başlayan Anton Starşimirov, Elin Pelin ve Todor Vlaykov

gibi yazarlar bile eski köylü kahramanlarından vazgeçmektedirler.

20. yüzyılın başından 40’lı yıllara kadar süren dönem içinde kısa öykü alanında

değerli eserler veren beş grup yazar vardır. Birinci gruba yeni yüzyılın ilk yıllarında ün

kazanan Elin Pelin ve Georgi Stomatov gibi yazarlar dahildir. İkinci grupta yer alan

yazarlar, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’ndan önce eser veren, ancak

savaşlardan sonra eserleriyle ün kazanan Yordan Yovkov, Georgi Rayçev ve Nikolay

Raynov’dur (1889-1954). Eylül Ayaklanması’ndan hemen sonra edebiyata giren

Svetoslav Minkov, Angel Karaliyçev ve Lyudmil Stoyanov gibi yazarlar üçüncü gruba

aittir. Dördüncü grupta yer alan yazarlar arasında Georgi Karaslavov, İliya Volen

(1905-?), Orlin Vasilev ve Emiliyan Stanev vardır. Beşinci gruptaki yazarlar, Yordan

Yovkov’un ölümünden (1937) sonra ilk öykü kitaplarını yayımlayan ve 40’lı yıllardan

sonra da öykü yazmaya devam eden Pavel Vejinov (1914-1983), Stoyan Daskalov

(1909-1985), Kamen Kalçev (1914- ) , Çudomir (1890-1967) gibi yazarlardır.

Daha önce belirtildiği gibi, Karavelov’un öykülerinin temelini ulusal düşünce

oluşturur. Bu yazardan sonra Bulgar kısa öykü geleneği, Bulgarların ulusal karakterini

ve psikolojik yapısını incelemeyi amaçlamaktadır. Bulgar öykü geleneğini devam

ettiren bütün yazarlar aile konusuna geniş yer vermektedirler. Ailenin günlük

yaşantısının öykü geleneğinin ana konusu olması, olayın geliştiği yeri ve figürün

karakterini de belirlemektedir.

Page 57: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

48

19. yüzyılın 90’lı yılları ve 20. yüzyılın ilk yıllarında A. Konstantinov ve Elin

Pelin, kısa öykünün ana fikrinde önemli bir değişiklik gerçekleştirmektedirler. Bu iki

yazar, kahramanlarını sosyal açıdan inceleyerek sosyal konuyu öykülerinin ana konusu

yapmaktadırlar. Ancak L. Karavelov ve İ. Vazov’da olduğu gibi A. Konstantinov ve

Elin Pelin’de de ortak bir özellik söz konusudur. Her dört yazar da ataerkil ahlâka ve

maneviyata önem vermektedirler. Kısa öykü alanında 90’lı yıllardan başlayarak Elin

Pelin’in kısa öykülerine kadar devam eden ve ulusal-sosyal’den sosyal-ulusal niteliğe

doğru giden bir süreç yaşanmaktadır. Elin Pelin’in öykülerinin çoğunda bu süreç

görülmektedir. Yani eski ahlâk hâlâ vardır ve yazarlar genelde bu ahlâkı savunmak için

ortaya çıkan kötü şartları eleştirerek betimlemektedirler. Birinci Dünya Savaşı’ndan

sonra da Bulgar yazarları, ataerkil geleneğin normlarına bağlı kalmışlardır. Bu nedenle

öykülerde hem geçmiş, hem de yazarların yaşadıkları dönem vardır. Bu model, Yordan

Yovkov’un öykülerinde olduğu gibi Georgi Stamatov, Georgi Rayçev, Angel

Karaliyçev, Nikola Raynov’un öykülerinde de görünmektedir. Olaylar öykünün

yazıldığı dönemde gelişmiş olsalar da öykünün figürü/figürleri, iki ahlâki plan içinde

verilmiştir. İyilik kategorisi her zaman geçmişle, kötülük ise genelde yazarın yaşadığı

dönemle ilgilidir.

Kısa öykülerde işlenen dram, genelde kaybolan ahlâki düzen ve yeni ortaya

çıkan ahlâksızlık arasındaki çatışmadan kaynaklanmaktadır. Çatışma, figürün

vicdanında yansıtılmaktadır. G. Stamatov genelde figürünün dramdan sonraki

durumunu inceler. G. Rayçev ise bu drama ve onun trajik sonuna yer verir. A.

Karaliyçev’in öykülerinde yer alan figürler dünyanın değişmesinden acı duyarlar. Figür,

geçmişin değerleriyle yaşar, oysa çağdaş dünya çok farklı ve kötüdür. Bu dünyanın

geçmişi şu andaki durumuyla savaşmaktadır. İki zaman dilimi arasındaki farklılık ve

savaş en iyi bir biçimde Y. Yovkov’un öykülerinde yer almaktadır. Yovkov’un figürü,

geçmişi ile bugünü arasında kalmış bir kişidir. Yazarın figürü kendisiyle değil daha çok

ikili dünyayla savaşım içindedir. Geçmiş dünya, figürün anılarında, şimdiki dünya ise

gözlerinin önündedir.

Bu arada Bulgar kısa öyküsünün yapısı, yazarın pozisyonu ve düşüncesi de

değişmektedir. Birden fazla konu ve motif içeren kısa öyküler, ilk bakışta bazı

geleneksel öyküler gibi parçalara ayrılmış görünmektedir. Bu öykülerde bütünlük

Page 58: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

49

oluşturan parçalar dikkat çekmektedir. Ancak onlarda, parçalara ayrılmış ve Vazov

tarafından en yüksek düzeye ulaştırılmış öykülerde görülmeyen yeni bir özellik vardır.

Bu dönemde yazılan kısa öykülerde, yazarın olaylara karıştığı bölümler yok gibidir.

Stamatov ve Rayçev gibi Yovkov da ilk iki kitabından sonra yazdığı öykü kitaplarında

figürlerinin arkasına gizlenmektedir. Elin Pelin ise “ben-anlatı”yi kullansa bile, bu

dönemin öykü geleneğine sadık kalarak figüre ve okuyucuya karşı mesafelidir. Bu

dönemde “ben-anlatı” çok yaygın olmasa da, Y. Yovkov’un “Antimov’un Hanında

Geceler” (Veçeri v Antimovskiya han”, 1928) ve Elin Pelin’in “Manastır Asmasının

Altında” (“Pod manastirskata loza”, 1936) adlı öykü kitaplarının yapısını oluştururken

kullanılmaktadır.

Bu dönemde öykü yazan Bulgar yazarları, anlattıkları şeylerin inandırıcı olup

olmadığı konusuyla çok fazla ilgilenmemektedirler. Onlar, okuyucuyu inandırmak için

açık bir biçimde öykü içinde yer alarak, olayın kaynağını veya kendi görüşlerini

göstermezler. Bunu sağlamak için Yovkov’un kitabında tamamlayıcı bir figür, Elin

Pelin’in eserlerinde dairesel anlatım, Rayçev’in öykülerinde ise motive edilmiş

duygular ve hareketler kullanılmaktadır. Öykü yazan Bulgar yazarları artık yalnızca

önemli olana değil ayrıntılara da önem verip yaşamın karmaşıklığını göstermek

amacındadırlar. Yaşam tarzı çok nadir olarak öykünün konusunu oluşturur ve yalnızca

olayla bağlantılı olarak gösterilir. 20. yüzyılın başından 40’lı yıllarına kadar uzanan

dönemde, Bulgar kısa öykü geleneğine A. Konstantinov tarafından kazandırılan,

birbirine bağlı öykülerden oluşan öykü dizisi kitabı modeli ve öykü yapısı

geliştirilmektedir.

Söz konusu öykü dizisi kitapları, birbirine bağlı öykülerden oluşup romana da

benzemektedir. Burada önemli olan özellik, dönemin yazarlarının kendi içinde

bütünlüğe sahip tek öyküler değil, birbirine bağlı öykülerden oluşan kitaplar

yazmalarıdır. Böylece yalnızca öykünün yapısından değil öykü dizisi kitabının

yapısından da söz edilmeye başlanmıştır. Yovkov bu yazma yöntemini “Koca Balkan

Efsaneleri”nden (“Staroplaninski legendi”, 1927) sonra yazdığı bütün kitaplarında, Elin

Pelin “Manastır Asmasının Altında”, Dobri Nemirov (1882-1945) ise “Ben Küçük Bir

Çocukken”de (“Kogato byah malık”, 1934) kullanmışlardır. Öyküler, eğer bir kitap

içinde odaklaştırılmamışsa, o zaman G. Rayçev ve S. Minkov gibi yazarların

Page 59: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

50

eserlerinde konu aracılığıyla odaklaştırılmıştır. Rayçev’in eserlerinde bu odaklaşma

aşkın ve cinsiyetin gerçekleriyle, Minkov’un eserlerinde ise yaşam biçimi, karakterlerin

gerçek üstü yapı bozukluğuyla sağlanmıştır. Her Bulgar yazarı âdeta kendine özgü bir

dünya yaratmaya çalışmıştır. Özel ve orijinal bir konu aramak, başka yazarların yalnızca

Yovkov’a benzemek isteğinden kaynaklanmamaktadır. Söz konusu yenilik, kısa öykü

türünde bir gereklilik gibi değerlendirilmektedir. Bu gereklilik, insanın iç dünyasına ve

insan ilişkilerine olan ilgiden ileri gelmektedir. 20’li ve 30’lu yıllarda en büyük öykü

yazarları olan Yovkov, Elin Pelin, Karaliyçev ve Stamatov konularını bireyle dünya

arasındaki çatışmada aramaktadırlar. Sorun, figürünü içinde bulunsa da (genelde

Yovkov’da böyledir) başlangıç dış dünyada, yani figürün başka insanlarla olan

ilişkisindedir. Rayçev gibi başka yazarlar ise sorunu insanın içinde aramaktadırlar.

Dönemin öyküsündeki insan, bütün ayrıntılarıyla ve iç dünyasının bütün yönleriyle

işlenmektedir. Bu eğilim Birinci Balkan Savaşı’ndan önce, yani Elin Pelin’in ve

Stamatov’un eserlerinde görünse de tam anlamıyla Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra

yoğunlaşır.

Kendi konusunu arayan bazı yazarlar, öyküleri birbirlerine bağlı öykü dizisi

kitabı modelinden olağanüstü bir şekilde yararlanabilmişlerdir. 20. yüzyılın başından

40’lı yıllara kadar süren dönem içinde kullanılan söz konusu öykü kitabı yapısı bu

yıllarda doruk noktasına ulaşabilmiştir. Kısa öykü türü ile Bulgar yazarları arasındaki

gelenek ve yeni öğeler öylesine kaynaşmıştır ki, o zamana kadar görülmemiş, farklı

edebi sonuçlar kaydedilmiştir.

Georgi Stamatov(1869-1942) dönemin ilk yazarıdır. 19. yüzyılın 90’lı

yıllarında yazarlığa başlayarak yaşamının sonuna kadar kısa öykü yazmıştır. Yaklaşık

elli yıl boyunca Bulgarların yaşamını inceleyen Stamatov, zamanla eleştirilerini

çoğaltmıştır. Her zaman öykü yazan sanatçı, subay ve askerlerin, memur ve aydınların,

tüccar ve sahtekârların, iflâs etmiş esnafların, köylülerin ve öğretmenlerin sorunlarıyla

ilgilenmiştir. Yazar, Bulgar öyküsü alanında oluşan değişikliklere çağdaş olarak kendisi

de bazı özellikler kazandırmayı başarmıştır.

Stamatov, her zaman görüşlerini belirten, açık bir biçimde eleştirel yaklaşımını

ortaya koyan bir yazardır. İlk kısa öykülerinden başlayarak, yazdığı son öykülerine

kadar yaşadığı dönemin sorunlarını inceleyerek sürekli Bulgaristan’ın geleceğinden

Page 60: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

51

büyük bir endişeyle söz etmektedir. Yazarın kullandığı leitmotifler onun

vatanseverliğiyle ilgilidir; ona göre ahlâksız yaşam biçimi, vatana ihanet kadar kötüdür

ve her ikisinin de Bulgaristan’a karşı işlenmiş suçlar olarak değerlendirilmesi gerekir.

Stamatov’un ilk öyküleri Bulgar edebiyat bilimcilerinin dikkatini çekmiştir. Onlar,

yazarın orjinal üslûbunu hemen fark etmiş, daha sonra bu üslûba “telegrafik” üslup

adını vermiş ve bu özelliğin yazarın son öykülerinde de var olduğunu belirtmişlerdir.

Stamatov, 1905 yılında “Seçilmiş Belgesel Yazılar ve Öyküler. Cilt I.” (İzbrani

oçertsi i razkazi. Tom I.”), 1915 “Çizgiler. Öyküler.” (“Skitsi. Razkazi.”), 192-1930

yılları arasında “Öyküler. Cilt I-II.” (“Razkazi. T. I-II”), 1934’te “Toz Taneleri.

Öyküler.” (“Praşinki. Razkazi.”) adlı öykü kitaplarını yayımlamıştır. İlk ökülerini

yayımlar yayımlamaz eleştirmenlerin dikkatini çeken Stamatov, L. Karavelov ve İ.

Vazov’dan beri süregelen Bulgar öykü geleneğini sürdürmektedir. Bu iki yazarın

öykülerindeki gibi Stamatov’un öyküleri de öğretici (didaktik) bir anlam taşımaktadır.

Ancak Aleko Konstantinov’un ve Elin Pelin’in öykülerinin yazar için iyi birer örnek

oldukları da unutulmamalıdır. Daha zengin bir öykü geleneğinden yola çıkan Stamatov,

kısa öykünün bütünlüğü açısından ilerleme göstermektedir. Daha önce de belirtildiği

gibi Vazov’un öyküsü birkaç parçadan oluşmakta ve her parçanın ayrı bir merkezi ve

ayrı bir peyzajı bulunmaktadır. Stamatov’un kısa öykülerindeki parçalar, konu

bakımından birbirine bağlı olup ayrı konu merkezi ve peyzaj içermemektedir. Vazov’un

figürlerinden farklı olan bu yazarın figürleri, öykünün her bölümünde yer almayabilir,

çünkü Stamatov öykülerinde figürlerin bütün yaşamına değil, bazı önemli ayrıntılara yer

vermektedir.

Stamatov, kendisinden önce öykü yazan Bulgar yazarlarına göre daha az olay

akışına karışır, ancak kendi görüşünü gizlemez. Onun öykülerinde yer alan figür ve

düşünce arasındaki uzaklık gittikçe azalarak, düşünce figürün özelliklerini belirlemeye

başlar. Yazarın birçok öyküsünde (genelde 1919-1920 yıllarından sonraki öykülerde)

yer alan figürler gerçek dramlar yaşamaktadır. Stamatov’un figürü, durağan

pozisyonunu bırakarak gelişen karakter olarak kendini göstermektedir. Buna rağmen

figürün düşüncesi yazarın düşüncesidir, aynı zamanda figür, yazarın kontrolünden

kurtulamamaktadır. Yine de Stamatov’un figürlerinin, Karavelov ve Vazov’un

figürlerinden biraz daha özgür oldukları söylenebilir. Yazar, insanın özelliklerini olaylar

Page 61: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

52

aracılığıyla betimlemektedir. Bu nedenle insan karakteri olaylardan daha büyük önem

taşıdığı için, yazar yalnızca olayları betimleyerek düşüncenin aşılamayacağını

düşünmektedir. İnsan karakterine büyük önem veren Stamatov’un çoğu öykülerinin

başlığı odak figürün adıdır. Örneğin “Larinov”, “Venski”, “Lida Druganova”,

“Narzanovi”, “Paladini”, “Kasinovi”, “Lalka ve Lili” gibi. Stamatov’un öyküsü aslında

figürünün canlı portresidir ve bu portrenin altında yazarın ve figürün düşüncelerini

içeren bir yazı yer almaktadır.

Figürlerin betimlenmesi açısından yazarın kullandığı diyalogun rolü çok

ilginçtir. Elin Pelin’in figürleri, öyküde yer alan olayın gelişmesi sırasında ve peyzajın

içinde kendi karakterini gösterirken, Stamatov’un figürleri diyalog aracılığıyla kendi

özelliklerini kanıtlamaktadır. Bu öykülerde yer alan diyalog, figürlerin mantığını ve

ruhsal durumlarını göstermektedir. Diyalog aracılığıyla Stamatov’un figürleri

prensiplerini ve ahlâki değerlerini sergilemektedir. Örneğin “Küçük Sodom” (“Malkiyat

Sodom”, 1920) adlı öyküde yer alan Sovçev figürü şu şekilde konuşmaktadır:

“İnsanlar yalnızca para ve ekmek için mi yaşar? Manevi yaşam ve manevi

eylemler de gerek. Hâlâ enerji doluyuz.” 1

Bunun yanı sıra Stamatov’un diyaloğu, olayların gelişmesini de sağlamaktadır.

Ondan önce eser veren Bulgar öykü yazarlarının diyalogları, figürün fiziksel ve

düşünsel özelliklerini içeren parçalardan oluşmaktadır. Stamatov’un diyaloğu ise

olayların gelişme yolunu da belirlemektedir. Diyaloglarda söylenenler hem figürün

düşüncelerini açıklar, hem de sonraki davranışları konusunda tahminlerde bulunmamızı

sağlar. Bu nedenle de Stamatov’un öykülerinde diyalog geniş ölçüde yer almaktadır.

Öykülerinin ana malzemesinin diyalog olduğu söylenebilir. Sık sık anlatıcı tarafından

aktarılan bölümler, yalnızca anlatımı süslemek için kullanılmıştır. Bu yöntem daha

sonra Yordan Yovkov tarafından “Koca Balkan Efsaneleri” (“Staroplaninski legendi”,

1927) adlı kısa öykü kitabında uygulanmıştır.

Daha önce belirtildiği gibi, Stamatov’un figürü yazarın düşüncesini

taşımaktadır. Ancak bu figür, düşüncesini ileri sürmemektedir. Stamatov’un figürü de

Aleko Konstantinov’un figürü olan Bay Ganyu gibi benimsediği düşünceyi olaylar

Page 62: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

53

içinde sergiler ve karakter özelliklerinden dolayı dram yaşamaktadır. Dramlar aynı

zamanda onların karakterini değiştirmektedir. Dinamik olan bu figürler, zamanla

uğradıkları değişimden dolayı dram yaşamaktadır. Örneğin bayan Narzanova

(“Narzanova”, 1921) özgür ve ahlâka önem veren bir kişiliktir. Paladini (“Paladini”,

1920) ise sanata o kadar büyük önem verir ki sanki yaşamamaktadır. Sonrasında ise,

yaşamın eğlenceli taraflarını yeniden keşfedince, becerisini kaybedip müzikten

uzaklaşmak zorunda kalır. Figürün geçmişi ve bugünü, eski ve yeni şeyleri arasında çok

ender olarak uyum vardır. Eğer uyum söz konusu ise dram, kötü yaşamla yürütülen

savaşımdan kaynaklanmaktadır (“Küçük Sodom”). Bu savaşım sırasında her zaman

yeni koşullar zafer kazanmaktadır. Yordan Yovkov ve Georgi Rayçev’in figürleri de bu

çatışma ve zıtlık yüzünden acı duymaktadır. Yovkov’un geçmişi her zaman figürün

yaşadığı dönemi suçlamaktadır. Yovkov’un figürleri yaşadıkları döneme ait değillerdir,

daha çok geçmişe bağlıdırlar. Stamatov’un figürleri, değiştiklerinde de yaşadıkları

dönem içinde kalırlar. Onlar geçmişe ihanet ettikleri için dram yaşamaktadırlar. Bu

yorum Bulgar kısa öykü geleneği için bir yenilik sayılmaktadır.

Elin Pelin ve olgunluk dönemindeki Yordan Yovkov gibi Stamatov da

“Paladini” ve “Küçük Sodom” adlı öykülerinde yer alan olayları yalnızca izlemektedir.

Yazar öykülerin son bölümlerinde kendini figürlerin karakteri arkasına gizlemeye çalışır

ve bu bölümlerde de hemen hemen varlığı hissedilmez. Geleneksel kısa öyküden farklı

olarak o, öykünün son bölümünde değerlendirme yapmaktan kaçınmaktadır. Örneğin

“Küçük Sodom” adlı öykünün sonundaki ölüm sahnesi Stamatov’un yorumuyla

desteklenmiştir:

“Gözleri önünde olan bir şey ışık gibi parladı, sonra dönerek söndü... Piyano

sesini kesti.” 2

Bulgar kısa öykü geleneğinde, buna benzer yorumsuz sonlar, Stamatov’dan

önce yalnızca Elin Pelin’in öykülerinde görülmektedir.

Stamatov, insanları suçlamayı, olayları değerlendirmeyi sever, ancak

Karavelov veya Vazov gibi okuyucunun desteğini hiçbir zaman aramaz. Bazen yazarın

1 Antologiya na bılgarskiya razkaz, tom 1, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1984, s. 207. 2 A.g.e. s. 212.

Page 63: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

54

yaklaşımı figürün yaklaşımıyla aynıdır, ancak yazar figürün düşüncesini kabul etse de

gereken uzaklığı korumayı başarmıştır. Stamatov, yazarın bakış açısı konusunda

genelde kısa öykü geleneğine sadık kalmaktadır, onun bakış açısı içtendir. O, yalnızca

yaptığı değerlendirmeleri daha tarafsız sunmayı başarmak konusunda gelenekten biraz

ileriye gitmektedir. Kısa öykülerinde anlatıcıya ayrılan bölümler orjinal denecek kadar

farklı özellikler taşımaktadır. Bu nedenle tüm Bulgar edebiyat bilimcileri, yazarın

Bulgar öykü geleneğine önemli yeni özellikler kazandırdığı konusunda görüş birliğine

varmışlardır. Stamatov aynı zamanda yazar-figür arasında olan ilişki konusunda da

önemli adımlar atmıştır.

Stamatov’un hemen ardından gelen Georgi Rayçev (1882-1947) ise, 1918

yılında yayımlanan ve “Ovadaki Aşk” (“Lyubov v poleto”) adını taşıyan ilk kitabıyla

hiçbir ilgi uyandırmamıştır. Onbir öykü içeren bu kitap, yazarın gerçek potansiyelini

göstermediği gibi, bundan sonra sürekli işleyeceği konuları da içermemektedir. Rayçev,

bundan sonra yayımlayacağı bütün kitaplarında farklı bir yazar olarak kendini

göstermektedir. Bu kitaplarında yazar, dikkatini yaşadığı döneme çevirip güncel

konuları ele almaktadır. Birinci kitabında var olan mizahın yerini acı dolu bir hümanizm

almaktadır. Bunun yanı sıra “Ovadaki Aşk” kitabının öyküleri oldukça kısadır, daha

sonra yazdığı öyküler ise daha uzundur.

Rayçev, ilk öykü kitabını Bulgar öykü geleneğine uygun bir biçimde

yaratmıştır. Ama herhangi bir başarı kaydetmedikten sonra, hep bu öykü geleneği dışına

çıkmak istemiştir. Örneğin Bulgar öykü geleneğinde genelde köylü tipler betimlenirken,

köyde doğup büyüyen Rayçev, hep kent, kasaba ve burada yaşayan insanları kaleme

almıştır. Çağdaşları olan Elin Pelin ve Yordan Yorkov genelde insanın yaşadığı dış

dünyayı da betimlerken, Rayçev yalnızca insanın iç dünyasıyla ilgilenerek psikoanalitik

bir yaklaşım benimsemektedir. Bulgar öykü geleneğinde insan hep doğayla iç içe olarak

betimlenirken, yazar en iyi öykülerinde yalnızca figürlerin iç dünyasının üzerinde

durmaktadır. Çoğu Bulgar yazarını ilgilendiren ulusal konular, varoluş sorunu, Rayçev

tarafından farklı bir biçimde ele alınır. Yazar için önemli olan bu sorun değil, onların

insan ruhunda bıraktığı izlerdir. Bu yorumuyla Rayçev, orijinal bir yazar olarak haklı

bir ün kazanmıştır.

Page 64: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

55

Daha önce de belirtildiği gibi birinci öykü kitabından sonra daha uzun öykü

yazmaya başlayan Rayçev, 1923 yılında “Öyküler. I. Kitap” (“Razkazi. Kniga I.”), 1931

yılında da “Paralarla İlgili Efsane” (“Legenda za parite”) adlı kısa öykü kitaplarını

yayımlar. Bunun dışında çocuklar için çok sayıda öykü ve masal yazar. Kısa öyküleri,

sayı bakımından çok fazla olmasa da Bulgar nesir türünün gelişmesi açısından önemli

sayılmaktadır. Daha önce de belirtildiği gibi Rayçev’in figürü kasaba veya kentte yaşar.

Bulgar öykü geleneğinde yaygın olan köylü insan tipini reddeden yazar, geleneksel

öykü yapısından kurtulma yollarını da aramıştır. Rayçev’in aradığı daha karmaşık öykü

yapısının, figürlerin karmaşık iç dünyasına daha uygun olduğu kesindir. Yazar, yeni bir

öykü yapısını ararken, Elin Pelin’den sonra fazla kullanılmayan “ben-anlatı”ya

dönmüştür. Bu yazma biçimini yeğleyen Rayçev, okuyucuyla doğrudan iletişim

aramakta, onunla samimi olmaya çabalamaktadır. Örneğin “Bilinmeyen Adam”

(“Neznayniyat”) adlı öyküde yazar okuyucuya böyle hitap etmektedir:

“Bu adam kimdi? Ne benim ne de arkadaşlarımın böyle bir isimden haberimiz

vardı. Adres formunda çok az ve önemsiz bilgiler vardı: Küçük bir taşra kasabasında

doğmuştu, kırkiki yaşındaydı, teknik eğitim almıştı. Yaptığı işle ilgili bölümde“

çalışmıyor” sözcüğü vardı; şimdiye kadar kentte yaşamıştı, adını duymadığımız yabancı

bir sokaktan buraya taşınıyordu. Gördüğünüz gibi bunlar, sokakta rastladığımız her

adama ait olabilirdi.” 3

Yazarın ele aldığı ilginç olaylar oldukça çabuk gelişerek, okuyucunun ilgisini

çekmektedir. Rayçev, seçtiği olayların örgüsünü öylesine oluşturmuştur ki, hem olaylar

arasındaki mantık bağını korur, hem de en ilginç noktaları ön plana çıkarır. İnsanların

yaşadığı iç dramı yeni bir biçimde işlemeye çalışan yazar, Bulgar nesir türünde fazla

kullanılmayan bir anlatım şekli olan “iç monoloğu” geliştirebilmiştir. Örneğin sözü

edilen “Bilinmeyen Adam” adlı öykü bir iç monologla başlamaktadır:

“Belli bir zaman önce eski arkadaşım olan lise öğretmeni X’in yanında

oturmaktaydım. Bu evde dört kişi yaşıyorduk. Arkadaşım, karısı, arkadaşımın çatı

katındaki küçük bir odada oturan erkek kardeşi ve ben. Ancak kısa bir süre sonra erkek

3 Rayçev, G.: İzbrani tvorbi, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1982, s. 80.

Page 65: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

56

kardeşi taşraya gittiği için arkadaşım gazetelere bir ilan verdi: “Yaşlı, sakin bir bay

için mobilyalı oda kiralıktır.”4

20. yüzyılın 20’li yıllarında yazdığı ve 1923 yılında yayımladığı öykülerin

konusu, hep kentte yaşayan insanlarla ilgilidir. Karmaşık iç dünyalarıyla ilgi çeken,

kentlerde yaşayan yazarın aydın çağdaşları “Bilinmeyen Adam” (“Neznayniyat”),

“Delilik” (“Bezumiye”), “Günah” (“Gryah) ve “Lina” gibi öykülerin figürleridir.

Rayçev söz konusu eserlerinde figürlerin hırslarını ve duygularını

incelemektedir. Köyden kente gelen ve kent yaşamına bir türlü uyum sağlayamayan

insanlar, ardarda suç işleyecek kadar değişirler. “Bilinmeyen Adam”, “Lina”, “Rüyalar”

(“Sınovideniya”), “Korku” (“Strah”) adlı öykülerde anlatılan suçlar, önceden düşünülüp

planlanmamış, sinirli bir anda işlenmiştir. Rayçev’e göre bu tür suç işleyen insan asla

suçlu değildir. Yazarın kahramanları, suç işlemeden önce olduğu gibi, suç işledikten

sonra da ahlâki değerlere sahiptirler. İnsanlar, suçları istedikleri ve zevk duydukları için

değil, yapmak zorunda oldukları için işlemektedirler. Rayçev, öykülerinde suçun sosyal

nedenini incelemez. Kendisi için önemli olan bu suça doğru itilen figürün yaşadıklarıdır

ve onları incelemeyi tercih eder. Rayçev, suçu ve suç işleyen insanı ayrıntılı bir biçimde

kaleme almayı amaçlamaz, çünkü yazar için önemli olan insanı suça götüren yoldur.

Onun bütün figürleri suç işledikten hemen sonra pişmanlık duymaya başlarlar.

Rayçev, işlenen suçu gösterebilmek için hem suçun işlendiği anı, hem de

figürü o ana götüren yolu anlatır. Böylece Vazov ve Karavelov’un eserlerinde olduğu

gibi Rayçev de geriye dönerek olayları uzun uzun açıklamak ihtiyacını duyar.

Öykülerinde yer alan olaylar, sık sık zaman açısından geriye dönük bir anlatımla

işlenmektedir. Figür, genelde olayları anımsayarak okuyucuyu o kritik ana doğru

götürür. Rayçev’in kullandığı yeni yöntemler sayesinde duygusal gerginlik artmaktadır.

Bu yöntemler ilk bakışta önemli olmayan ve sık sık tekrarlanan ayrıntılar olarak

görünebilir. Örneğin bu ayrıntılar “Delilik” adlı eserde astsubayın sıtma nöbetleri,

“Korku”da ise herkesin dikkatini çeken bayan Vetka’nın gür saçlarıdır. Rayçev’in

öykülerinde rastlantının yeri çoğu zaman önemli bir role sahiptir. Rayçev için doğanın

herhangi bir önemi yoktur. Figürlerinin görüşlerine göre doğa, onların acılarını ve

4 A.g.e.: s. 80.

Page 66: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

57

duygularını paylaşmayan, her zaman var olan bir olgudur. “Günah” ve “Ölüm”

öykülerindeki olaylar köyde gelişir, ancak anlatımda doğa hemen hemen hiç

hissedilmemektedir. Figürlerin yorgun psikolojisi doğaya sığınmaz ve ondan güç almaz.

Hayvanlarla ilgili öykülerinde ise doğanın rolü farklıdır. “Kara Çakal”, “Küçük Kurt”

(“Vılçeto”, 1937), “İnsan ve Tilki” (“Çovekıt i lisitsata”, 1942) adlı öykülerde yazarın

en iyi doğa betimlemeleri yer almaktadır. Burada anlatıcı gizlenmiştir ve ön planda

doğa ve doğa yasalarına uygun olarak yaşayan hayvanlar vardır.

Öyküleri için Bulgar edebiyatında örnek bulamayan Rayçev, Belçikalı,

Norveçli, Polonyalı ve Rus yazarlardan esinlenmiştir. Bunlar arasında J. Rodenbach

(1855-1898), Knut Hamsun (1859-1952), Pşibişevski (1868-1927) ve Dostoyevski gibi

yazarlar vardır. Rayçev hem öykülerinin kompozisyonuyla, hem de psikoanalitik

yaklaşımıyla Bulgar öykü geleneğine yeni özellikler kazandıran orjinal bir yazardır.

Onun öyküleri sosyal bir zemin üzerinde insan psikolojisini inceleme çabasının bir

devamı olarak değerlendirilebilir.5

Bu dönemin en önemli öykü yazarlarından biri de Angel Karaliyçev(1902-

1972) dir. Karaliyçev, henüz ilk öykü kitabı olan “Çavdar” ile (“Rıj”, 1925) bir yazar

olarak en önemli özelliklerini göstermiştir. Bu ilk öykü kitabı, yazara Bulgar

edebiyatında Yovkov gibi büyük bir yazarla karşılaştırılacak kadar ün kazandırmıştır.

İlk olarak şiir yazmaya başlayan Karaliyçev, 1923 yılında Bulgaristan’da yaşanan

“Eylül Ayaklanması”ndan etkilenerek bu şiirsel ve hüzünlü öykülerini yaratmıştır.

Doğal ve şiirsel bir üslûp kullanarak sıradan insanları öykü kahramanı yapan yazar, ilk

bakışta üslûbunun ve konularının basit olduğu izlenimini bırakmaktadır. Ancak öyküleri

ayrıntılı bir biçimde incelendiğinde gerçekte basit ve geleneksel olmadıkları anlaşılır.

Karaliyçev, Bulgar öykü sanatında yapı ve figür açısından o kadar büyük değişiklikler

yapmıştır ki bunlar Svetoslav Minkov’un figür ve konu açısından yaptığı değişikliklerle

karşılaştırılabilir. Karaliyçev’in yapıtları arasında “Çavdar” adlı öykü kitabı büyük ilgi

toplamıştır ve çeşitli yorumlara neden olmuştur. Eser, yapı ve şiirsellik açısından o

dönemin Bulgar nesriyle uyumlu değildir. “Çavdar” ne Yovkov’un realist hümanizmini,

ne Rayçev’in psikoanalitik yaklaşımını ne de Svetoslav Minkov’un diabolistik (şeytani)

yönünü izlemektedir.

5 Bkz. Reçnik na bılgarskata literatura, tom 3, izd.. BAN, Sofya, 1982, s. 186.

Page 67: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

58

Nesir alanında deneyimi olmayan; ancak kusursuz betimleme yeteneğine sahip

bir yazar tarafından kaleme alınmış “Çavdar” başlıklı öykü kitabı, çağdaş yazarların

oluşturduğu dönemin öykü geleneğinin dışına çıkmaktadır. Karaliyçev’in, daha çok iç

monolog şeklinde yazılan öyküleri, şiirsel oldukları için okuyucu üzerinde büyük bir

etki yaratmaktadır. Yazarın çoğu öyküsü şiir ve düz yazı, masal ve öykü sanatlarının

orjinal bir karışımı sayılmaktadır. Bu nedenle de eserlerinde yer alan bir türün nerede

başladığı ve nerede bittiğini belirlemek oldukça zordur.

Yirmiiki yaşında olan genç bir yazar tarafından yazılmış olmalarına rağmen

“Çavdar’da yer alan öykülerin yapısı geleneksel değildir. Bu farklılık ilk bakışta bile

görülmektedir. Öykü figürü, öykünün başında ortaya çıkıp kendinden söz etmeye başlar.

‘Ben-anlatı’yla yazılan öyküler, yazarın önsözünü içermemektedir. Figür, anlatıcı

tarafından anlatıldığı durumlarda da herhangi bir açıklama yapılmadan

betimlenmektedir. Öykülerde yer alan isim, yer ve olaylar okuyucu tarafından

biliniyormuş gibi anlatılmaktadır. Vazov, Elin Pelin ve Yovkov’un eserlerinde yer alan

tanıtım bölümü, Karaliyçev’in öykülerinde yoktur. Herhangi bir açıklama yapılmadan

doğrudan başlayan bu öyküler, bir olayın, bir konuşmanın veya bir anın parçasıymış

gibi algılanır. Aynı zamanda öyküler bir bütünün parçasıymış gibi hissedilir.

Karaliyçev’in en iyi öyküleri, doruk noktasına ulaşan bir heyecan veya bir coşkuyla

başlar. Yazar genelde bu heyecanın ve coşkunun başlangıç nedenini vermez. Geleneksel

Bulgar öyküsünde yer alan olay, öykünün ana fikrini göstermek için kullanılan en

önemli unsurdur. Karaliyçev’in öykülerinde yaşanan coşku, geleneksel Bulgar öykü

sanatındaki olayın yerini almaktadır. Yani burada coşku merkezi olaydan daha

önemlidir. Bu nedenle bir süre sonra okuyucu ne bir olay, ne de olay zincirini

hatırlayabilir. O, yalnızca olaylardan fışkıran heyecanın ve coşkunun etkisi altında

kalmaktadır. Yazarın öykülerinde yer alan girişler, öyküyü bir bütün olarak oluşturacak

şiirselliğin en önemli motifini belirlemektedir. Örneğin “Rosen’in Taş Köprüsü

(“Rosenskiyat kamenen most”) adlı öykü bu şekilde başlamaktadır:

“- Günahkâr olup olmadığımı bilmiyorum ki, anneciğim!

- Anlat oğlum...

- Ne anlatayım?

Page 68: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

59

- Üç yıldan beri yatakta yatıyorsun. Uzun bir kervan gibi üç yaz

geçip gitti. Bu üç yaz pencerenin ardında geçti. Pencereden içeri baktı. Vişne

ağacı üzerindeki karatavuk kuşunun yavruları öttü. Vişne ağacı da üç defa

meyvesini verdi. Elini uzatıp da meyve koparmadın.”6

“Çavdar’dan sonra yazılan “Varlık” (“İmane”, 1927) ve “Yalan Dünya”

(“Lıjoven svyat”, 1932) adını taşıyan kitaplarındaki öykülerde de genellikle coşkunun

yeri, olayın yerinden daha önemlidir. Tarihi olaylar içeren coşku, önemli bir rol

üstlenmektedir (örneğin “Georgi Kratovçeto” ve “Tatar Han” öyküleri). Sözü edilen bu

iki öykü kitabında yer alan öykülerin yapısı, ilk kitabının öykü yapısından daha

karmaşıktır. Daha önce de belirtildiği gibi “Varlık” ve “Yalan Dünya” öykülerinde,

olaylar daha geniş yer almaktadır. Ancak şiirsellik ve coşku “Çavdar”da olduğu gibi

önemlidir. Karaliyçev, olayların doruk noktasına ulaştığı durumlarda işlemektedir.

Yazar için önemli olan, olayın çözülmesinden biraz önceki durumdur ve onun üzerinde

durulmaktadır. Örneğin “Yalan Dünya”nın odak figürü Momçil, Edirne’ye doğru

giderken karısı tarafından aldatılacağı düşüncesi içini kemirmektedir. Geri dönen

Momçil düşündüğü şeyin doğru olduğunu görür. “Varlık” öyküsünün odak figürü

Nenko, gurbete gitmeye hazırlanırken, annesi onu Odaite köyüne gitmemesi için uyarır.

Annesini dinlemeyen Nenko o köye gidip orada bir kızla evlenir. Ancak evlendiği kız

onun kızkardeşidir. Eğer şiirsellik, öykü içinde yer almasaydı konular çok yapay ve aşırı

duygusal görünürdü. Figürün duygularının olay üzerinde o kadar büyük etkisi vardır ki,

öykülerde yer alan fantastik konular bile inandırıcı bir hale gelmektedir. “Vırbitsa’lı

Gruyço Dede” (“Dyado Gruyço ot Vırbitsa”), “Sakat Lazar” (“Lazar Kriviya”) gibi

öykülerinde, olayın merkezi coşku merkezinden daha ağır bastığı için, sanatsal açıdan

bu öyküler pek çok özelliklerini kaybetmişlerdir.

Karaliyçev’in öykülerinde yer alan mecaz ve romantik öğeler, sanatsallığın

sürekli özellikleri sayılmaktadır. Yazarın gerçek amacı, okur üzerinde merhamet ve

bağışlama duyguları uyandırmaktır. Uyum ve adalete inanan Karaliyçev’in hayal

dünyasındaki iyilik ve bağışlama, kaba kuvveti yok edebilir. Hıristiyanlık ise sonsuz

olan ve hiç zedelenmeyen bir hüküm olarak kabul edilir. Yazarın yaklaşımı

Hıristiyanlık anlayışıyla bağlantılıdır. Bu nedenle Karaliyçev’in protestosu, sessiz ve acı

Page 69: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

60

dolu bir yalvarıştan ibarettir. Yazarın figürleri, sık sık olası olmayan işleri yapmaktadır.

Örneğin “Tel” (“Struna”) adlı öyküde figürler perilerle görüşür ve evlenirler. Halk

edebiyatından alınmış bu özelliklere rağmen yazar, figürlerin gerçek olduklarını

inandırmayı başarır. Yovkov’dan farklı olan Karaliyçev, figürlerinin ahlâk kurallarına

karşı çıkmalarına izin vermemektedir. Bu nedenle onlar birer kahraman değildir.

Figürleri, sıradan olanı, herkes tarafından kabul edileni benimsemiş ve yerleşik kuralları

aşmış insanlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Onlar, ahlak kurallarını çiğnemeden aşk

ve namus haklarını korumaktadır. Sonuç olarak bu figürler kahramanlık gösteren değil

büyük acı çeken kişilerdir.

Karaliyçev’in “figür – yazar – okuyucu” üçlüsü arasında kurduğu ilişki, Bulgar

öykü geleneğinde var olan ilişkiden çok farklıdır. Yazar ve figür, sürekli okuyucuya

yakın olmaya çalışırlar. Acıma duygusu aracılığıyla, yazarın figürle, yazar ve figürün

ise okuyucuyla olan yakınlaşması hiçbir zaman aşırı duygusal boyutta değildir.

Karaliyçev, figürlerin sınırlı dünyasını ve küçük sorunlarını betimlerken ne kadar

duygusal olursa olsun, ataerkil normlar dışına çıkmamaktadır. Böylece yazarın yaşama

olan genel yaklaşımı romantik olsa bile ayrıntının gerçekliği tamamen korunmaktadır.

Bu ayrıntılar, öykünün gerçekçi olduğu izlenimini bırakır. Karaliyçev, okuyucuyla olan

uzaklığı azaltmaya çalışarak 20. Yüzyılın 20’li yıllarında Bulgar öykü geleneğine yeni

bir özellik kazandırır; yazar ve figür tarafından düşüncenin götürüldüğü şiirsel bir öykü

modeli (“razkaz-impresiya”) yaratır. Bu öykü modelinde yer alan yazar, ne figürlerin

arkasına gizlenir, ne de figürün yerine olayları sunar. Bunlarda yazar ve figür, sürekli

bir bütün olarak düşüncelerini göstermeye çalışırlar. Onlar, yalnızca insanın

çocukluğunda var olan dünyayla ilgili görüşlerini okuyucuya kabul ettirmeye

çalışmaktadırlar.

Karaliyçev’in kitaplarında anlatılan dünya öylesine kurulmuştur ki, suçlu olan

herkes mutlaka cezasını çekmektedir. Bu öykülerde trajedi, suçsuz insanların acı

çekmesinden kaynaklanır. Acı çekmek, bu insanların kaderidir ve onları avutmak için

yazar hiçbir şey söylemez ya da yapmaz. Karaliyçev’in öyküleri Bulgar halk

edebiyatından etkilenmiştir. Bu öyküler masal ve efsane arasında yer alır, düz yazıda

yazılmış şiirlere benzer ve şiirler gibi konularıyla değil duygularıyla dikkat

6 Antologiya na bılgarskiya razkaz, tom 1, izd. Bılgarski pısatel, Sofiya, 1984, s. 451.

Page 70: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

61

çekmektedirler. Bulgar halk edebiyatı, bu öykülerin yapısını ve özellikle de figürün

öyküye girme şeklini belirlemiştir. Masallarda kullanılan “Bir varmış bir yokmuş”

(“İmalo edno vreme...”) formülü, Karaliyçev’in öykülerinde figürün öykünün başında

doğrudan sahneye çıkması şeklinde uygulanmıştır. Ancak tüm benzerlik bununla

bitmektedir. Bundan sonra masal ve öyküler arasındaki farklılık kendini gösterir. Bulgar

halk masallarında olaylar önemli bir yer alırken, yazarın eserlerinde duygu ve coşku

konudan daha önemlidir. Böylece bu öyküler, bir taraftan masala benzerken, diğer

taraftan figürlerin doğal duygularını içermek açısından masaldan farklıdır.

Dönemin hiç kuşkusuz en orijinal yazarı Svetoslav Konstantin Minkov(1902-

1966) dur, Kendisinden önce yaşayan tüm Bulgar yazarlarından oldukça farklı bir

yazardır. Çağdaş Bulgar eleştirmeni ve akademisyen Prof. Dr. Svetlozar İgov bu konuda

şunları yazmaktadır:

“Mistisizme ilgi duyan eski tarz zevk, Svetoslav Minkov’da beklenmedik bir

şekilde modern bir biçim almakta. İlk önce Alman ekspresyonizminin ve Bulgarca

çevirilerini yaptığı Gustav Meyrink’in etkisinde kalan Minkov, daha sonra başka

yazarları taklit etmekten vazgeçer. Böylece Bulgar nesrine çok orjinal bir anlatım

biçimi sunar.”7

Minkov’un ilk kitabı olan “Mavi Krizantem. Öyküler” (“Sinyata hrizantema.

Razkazi”, 1922) de Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra moda olan diabolizmin

izleri görülmektedir. Yazar, 1920’li yılların sonlarına doğru konularını ve yazma şeklini

öylesine değiştirir ki, eleştirmenler etkilenmiş olabileceği bir Bulgar yazarından söz

edemezler. Minkov, 1944 (sosyalist rejimin Bulgaristan’da yönetime geldiği yıl)

yılından sonra yayımladığı gezi notlarındaki üslûp ve yazma yöntemleriyle yine

eleştirmenleri şaşırtmıştır. Bu farklılıklara karşın yazarın öykülerinde geleneksel

özellikler de yer almaktadır.

Birinci öykü kitabını yazarken başka yazarlardan etkilenen Minkov, diabolistik

nitelikli öyküleri tercih etmektedir. Bu öykülerde ana konular ölüm ve dehşettir. İlk

öykülerini bu şekilde yazan genç yazar olağanüstü olgulara büyük ilgi duyar ve

olağanüstü olguların etkisini özellikle arar. “Mavi Krizantem” adlı öyküde yer alan

Page 71: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

62

kumarbazlardan biri, kendisine hatıra kalan değerli eşyasını kaybedince ölür, diğeri

aklını kaybeder, üçüncü kumarbaz ise büyük bir korku yaşar. Bu tür öykülerde yer alan

insan, çabuk kırılan, kötü şartlara karşı savaşamayan, hatta savaşmak istemeyen zayıf

bir kişilik olarak betimlenmiştir. Minkov’un birinci kitabındaki öykülerin çoğu “ben-

anlatı”yla yazılmıştır. Öykülerin giriş, gelişme ve sonuç bölümleri gerçekçi görünse de,

temelinde olağanüstü bir olay yatmaktadır. Böylece kötülüğün yok edilmediği

düşüncesi ön plana çıkar. Gerçeklikle karışan fantastik olgular her şeyi etkisi altına alır.

Minkov’un bir yazar olarak en önemli özelliği büyük,orjinal ve sınırsız bir düş

gücüne sahip olmasıdır. Bu güç, ilk önce diabolist teorilerine bağlı kalsa da zamanla

özgün ve orjinal bir şekilde kendini göstermiştir. Yazarın bu orjinal düş gücü, bazen

halk inanışlarına başvursa da, genelde yaşadığı dönemden beslenmektedir. Minkov,

1922 yılında yayımladığı ilk kitabından sonra 1928’de “Gölgelerin Oyunu” (“İgra na

senkite”), 1931’de “Son Fenerin Yanındaki Ev” (“Kıştata pri posledniya fener”),

1932’de “Robotlar. Olağanüstü Öyküler” (“Avtomati. Neveroyatni razkazi.”), 1934’te

“Röntgen Gözlü Kadın. Öyküler” (“Damata s rentgenovite oçi. Razkazi”), 1936’da

“Kirpi Derili Öyküler” (“Razkazi v taralejova koja”), 1942’de “Maymun Gençliği.

Öyküler.” (“Maymunska mladost. Razkazi”), 1950’de “Amerika’dan Gelen Paket.

Öyküler ve Feyletonlar” (“Kolet ot Amerika. Razkazi i feyletoni”) vb. öykü kitaplarını

yayımlamıştır. Minkov, “Gölgelerin Oyunu” adlı kitabında yer alan öykülerde daha çok

çağdaş konuları işleyerek, yavaş yavaş fantastik yaratıkları ele almaktan vazgeçer ve

hiciv türünde eserler vermeye başlar. Bu geçiş, en iyi biçimde “Son Fenerin Yanındaki

Ev”. “Robotlar”, “Röntgen Gözlü Kadın” ve “Kirpi Derili Öyküler” adlı eserlerde

görülür.

Minkov öykü dışında gezi notları ve feyleton türünde eserler de yazmıştır;

ancak yetenek ve becerisini genelde kısa öykü alanında gösterir. Yazar, Bulgaristan’da

ve başka ülkelerde (örneğin Amerika) var olan gerçeklerle ilgilenerek Aleko

Konstantinov’un yazınsal savaşını sürdürmektedir. İşlediği konular bakımından Bulgar

öykü geleneğinin dışına çıkarak daha çok makineleşme ve otomatikleşme sırasında

ortaya çıkan insanların bazı sorunları üzerinde durmaktadır. Minkov, ünlü Çek yazarı

Karel Çapek’ten (1890-1938) etkilenerek “robot” konusunu Bulgar edebiyatında ilk

7 İgov, Sv.: İstoriya na bılgarskata literatura 1878-1944, izd. “Prof. Marin Drinov”, Sofya, 1995, s. 372.

Page 72: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

63

defa ele alan yazardır.8 Yazarın figürlerinin geçmişi olmadığı için öykülerde geçmiş ve

yaşanan an ile ilgili birsorun yaşanmaz. Onun figürleri hiçbir acı duymadan

geçmişlerini unutup kendilerini iş yaşamına vermektedirler. Yazarın eserlerinde

Stamatov, Yovkov ve Rayçev’in öykülerinde olduğu gibi yaşam ve ölüm konuları

işlenmektedir. Minkov’un figürleri daha çok birer tüketici olarak yaşamın

güzelliklerinden ve ona sunduklarından nasıl daha iyi yararlanacakları sorunuyla

karşılaşmaktadırlar. Böylece sözü edilen yazarlardan farklı olarak çağdaşlarının

yaşadığı dönemi geçmiş aracılığıyla eleştirmeyen Minkov, insanın elde ettiği şeyleri ve

hayalleriyle dönemini eleştirir.

Yazar yavaş yavaş ilk öykülerinde üstlendiği pozisyonu değiştirerek, yani

figürlerin arkasına gizlenmekten vazgeçerek, Bulgar öykü geleneğinde varolan bir

yönteme başvurur. “Gölgelerin Oyunu” ve “Son Fenerin Yanındaki Ev” adlı

öykülerinde yazar-okuyucu uzaklığını azaltmaya başlar, “Röntgen Gözlü Kadın”,

“Robotlar”, ve “Kirpi Derili Öyküler” adlı kitaplarında bu uzaklık tamamen yok olur,

okuyucu da diyalogda ve olaylarda yer alan bir kişiye dönüşür. İlk Bulgar öykü

yazarlarının yaptığı gibi Minkov da olaylara doğrudan karışmaya başlar. Daha sonra

“Made in U.S.A.” adı altında yayımlanan “Amerikalı Yumurta” adlı öyküsü profesörün

çalışma odasının betimlenmesiyle başlamasına karşın birdenbire bu betimleme yazarın

sesiyle kesilmektedir:

“Aslında modern bir öykü, bay profesörü sporcu değil de dahi bir bilim adamı

olarak tanıtacak bir olaydan oluşuyor, o zaman bütün bu ayrıntılar tamamen gereksiz.

İşte böyle,o halde şimdi dinleyin!” 9

Birkaç cümleyle profesörün özelliklerini anlattıktan sonra yazar “İşte böyle, o

halde şimdi dinleyin!”10 sözlerini ekleyerek öykünün başladığını haber vermektedir.

Yazarın varlığını göstermek için örnek verilen bu bölüm, aslında üslubun önemli bir

özelliğidir. Her şeyi bilen ve gören yazarın rolünü üstelenen anlatıcı, okuyucuyla sohbet

etmeyi istemektedir. Bu anlatıcı, figürün her hareketinden sonra kendini gösterir ve

herşeyi okuyucuyla paylaşır.

8 Bkz. A.g.e.: s. 373. 9 Minkov, Sv.: İzbrani proizvedeniya, tom 1, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1962, s. 29. 10 A.g.e.: s. 29.

Page 73: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

64

Daha önce belirtildiği gibi bu yöntem, Bulgar kısa öyküsünün kurucu olan

Lyuben Karavelov’un öykülerinde de vardır. Ancak Minkov, öykü geleneğinde olduğu

gibi değil, farklı bir şekilde bu yöntemi kullanarak kısa öyküye yeni özellikler

kazandırmayı başarmıştır. Bu öykülerde, Karavelov’un didaktik önerilerinin yerini,

ironi alır. Minkov’un amacı, düşüncelerini okuyucuya aktarmak değil ortaya koymaktır.

Düşünceler, sürekli olarak okuyucuyu uyaran bir anlatıcı tarafından gösterilmektedir.

Minkov okoyucuyu elinden tutarak kurnazca bir yüz ifadesiyle onu kendisinin yarattığı

hayal dünyasına götürmektedir. Bu dünyada gerçek ve gerçek dışı şeyler vardır. Ancak

önemli olan gerçek olup olmadıkları değil, yazarın güldürme sanatıdır. Minkov,

okuyucuyu yalnızca gösterilmeye ihtiyaç duyan sessiz bir figür değil, olaylarda ve

yazarın sohbetlerinde yer alan aktif bir figür haline getirmektedir:

“Postacı, birkaç gün önce bana Amerika’dan gelen bir mektup getirdi. (...)

Şaşkınlığımı düşünebiliyor musunuz? Amerika’dan gelen bir mektup! (...) Bu mektubun

kimden olduğunu tahmin edebilir misiniz? Size niye soruyorum ki? Sanki siz

Amerika’da, kaderin tuhaf bir cilvesi sonucunda, uzun yıllardan sonra bana haber

gönderen bir halam olduğunu nerden bileceksiniz ki ?”11

Karavelov ve Vazov’un gazete diliyle yazılmış açıklayıcı bölümleri yerine,

Minkov’un öykülerinde yazar ve okuyucu arasında geçen karşılıklı konuşmalar vardır.

Bu önemli özellik yazarın 30’lu yıllarda yazdığı “Amerikan Yumurtası”, “Aşkın

Simyası” (“Alhimiya na lyubovta”) gibi en iyi öykülerinde yer almaktadır. Bu durum,

yazarın amaçlı olarak çağdışı olan yazarlardan uzaklaşmaya ve Elin Pelin’den önceki

kısa öykü geleneğine yakınlaşmaya çalıştığını göstermektedir.

Minkov, anlatılan olayın inandırıcı olup olmadığı konusuyla ilgilenmez. Çünkü

yazarın figürü, karakterini bu olay içinde göstermektedir ve zaten önemli olan da budur.

Aynı zamanda yazar, olayın gelişme süreci içinde kendini gösteren bilimsel düşüncenin

tutarsızlığını kanıtlamak amacındadır. Bu amaçla Minkov hicvin sunduğu olanaklardan

yararlanmaktadır. Söz konusu özellik, yalnızca Amerikan yaşamıyla ilgili öykülerde

değil, geleneksel konular işleyen öykülerde de görülmektedir. Yazar 30’lu yıllarda

yazdığı eseriyle, geleneksel Bulgar kısa öyküsünde yer alan anlatım biçiminin önemini

azaltmaktadır. Öykülerinin yapısı, figürleri, konuları, yıllarca kullanılan yazma şekliyle

11 A.g.e.: s. 73-74.

Page 74: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

65

alay etmektedir. Alaycı bir yaklaşım içinde olan Minkov, eski özellikleri sıra dışı

bırakarak süper modern konu ve düşünceler sunmaktadır. Böylece ulusal öykü

geleneğinden tamamen koptuğu konusunda yanlış bir izlenim bırakmaktadır.

Yazar, alay ve güldürme sanatıyla, eski öykü modelinin uygulamasına karşı

çıkmaktadır. Yeni yapı ve içerik öneren Minkov, Bulgar kısa öykü geleneğinden gelen

bütün özellikleri yok etmemiştir. Karavelov tarafından ortaya çıkarılan ve Vazov’da en

yüksek düzeye ulaşan parçalanmış öykü modeli Minkov tarafından “Son Fenerin

Yanındaki Ev”, “Robotlar”, “Röntgen Gözlü Kadın” ve “Kirpi Derili Öyküler” adlı

yapıtlarıyla yok edilmiştir. Minkov Bulgar yazarların arasında son olarak geleneğin bu

öykü modelinden bazı özellikler almış ve ilk olarak geçmişe başvurmadan çağdaş

yaşamı göstererek dönemini betimlemeyi başarmıştı

Bulgar edebiyatı dışında da tanınan ve özellikle öykü türünde verdiği eserlerle

ünlenmiş en önemli Bulgar yazarlarından biri de hiç kuşkusuz Elin Pelin (1877-1949)

dir. Elin Pelin adı,Sofya’ya bağlı Baylovo köyünde doğan Dimitır İvanov Stoyanov’un

takma adıdır. İlk ve orta öğrenimini Baylovo’da tamamlayan Elin Pelin, lise öğrenimine

Zlatitsa, Panagürişte ve Sofya’da birkaç farklı lisede devam eder. Dersleri iyi olmadığı

ve yaramaz bir öğrenci olduğu için 1895 yılında okulunu terk edip köyünde öğretmenlik

yapmaya başlar. 1896 yılında yeni açılan ressamlık okulunun sınavına girer, ancak

kazanamaz. 1896/1897 öğretim yılında daha önceden okuduğu ve Sofya’da bulunan

Birinci Erkek Lisesi’ne dönse de sınıfta kalır. 1897-1898 öğretim yılında Sliven

(İslimiye) şehrinde, lise öğrenimini tamamlayama çalışır ancak bu başarısızlıktan sonra

köyüne döner.

Okulda başarısız olan Elin Pelin çok fazla kitap okur ve 1899 yılında kesin

olarak edebiyatla uğraşmaya karar verir. Yazarın ilk eseri, 1895 yılında yayımladığı

“Sevgili Vatan” (“Milo e oteçestvoto”) adı kısa öyküdür. Elin Pelin 1897 yılında

yayımladığı “Sessiz Kederler” (“Tihi tıgi”) adlı şiirini, ilk defa Elin Pelin takma adıyla

imzalar. Bu takma adıyla kısa bir süre için ün kazanan sanatçı, Çer-Çemer(Kapkara)

Gorka, gorçitsa vb. takma adları da kullanmıştır. Kullandığı takma adlar konusunda

1922 yılında bir sohbet esnasında Elin Pelin şunları söylemektedir:

Page 75: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

66

“Gençliğimde ressam olmayı düşlediğim için yazdığım şiir ve öykülere hiçbir

önem vermiyor, onları her türlü takma isimle imzalıyordum veya hiç

imzalamıyordum.”12

1898-1899 yıllarında doğduğu köyde yaşayan Elin Pelin, yazarlığının olgunluk

dönemini oluşturan kısa öykülerinin ilk örneklerini yaratmaktadır. Bu kısa öyküler “Yel

Değirmeni” (“Vetrenata Melnitsa”), “Allah’ın Belası” (“Napast Bojiya”), “Misafir”

(“Gost”), “Baştan Çıkarma” (“İzkuşeniye”) ve “İlkbahar İhaneti” (“Proletna izmama”)

adlı eserleridir. Elin Pelin bu öykülerini yazarken, o dönemdeki seçenekler arasında

yaygın olan halkçı ve sosyalist düşünceleri paylaşmaktadır. 1899 yılının sonbaharında

Sofya’ya yerleşen yazar, artık yalnızca edebiyatla uğraşmaktadır. Aynı zamanda para

kazanmak için “Tırgovski vestnik” (“Tırgova Gazetesi”) gazetesinde çalışır,aynı

zamanda “Dnevnik” (Günlük) gazetesinin muhabirliğini de yapmaktadır. Bulgaristan’ın

Milli Eğitim Bakanı olan ünlü edebiyat eleştirmeni ve akademisyen Prof. İvan

Şişmanov (1862-1928), edebi çalışmaları için gereken zamanı sağlamak amacıyla 1903

yılında Elin Pelin’e Sofya Üniversitesi’nin kütüphanesinde kadro verir ve Eylül 1906 -

Mayıs 1907 tarihleri arasında Fransa’ya görevli olarak gönderir. 1908 yılında

Sofya’daki Halk Kütüphanesi’nde çalışan yazar, Birinci Dünya Savaşı sırasında

“Voenni İzevstiya” (Savaş Haberleri) gazetesi ve “Oteçestvo” (Vatan) dergisinde yazar

olarak görevlendirilir. 1926-1944 yılları arasında İvan Vazov Müzesinde çalışan yazar

“Bılgaran”, “Razvigor”, “Veseluşka”, “Svetulka”, “Slınçogled”, “Pıteda” vb. gazete ve

dergilerde çalışır. 1940 yılından sonra Bulgar Bilimler Akademisi’nin üyesi,yine aynı

yıl Bulgar Yazarlar Birliği’nin başkanı seçilir. 1949 yılında 75. Yıldönümü ülke çapında

kutlanır. Aynı yıl Sofya’da vefat eder.

Elin Pelin, kısa öykülerinin en önemli bölümünü Balkan Savaşları ve Birinci

Dünya Savaşı’ndan önce yazmıştır. Daha sonra yazdığı en değerli öykü kitabı “Manastır

Asmasının Altında”dır. (1936). Çocuklar için yazdığı öykü ve masalları,

otobiyografileri ve feyletonları, uzun öyküleri göz önünde bulundurulmazsa, yazdığı

kısa öykülerinin sayısı o kadar fazla değildir. Elin Pelin en iyi kısa öykülerini 1938

yılında “Yaz Günü” (“Leten den”) ve “Leylek Yuvası” (“Ştırkelovo gnezdo”) adlı iki

kitap halinde toplayıp yayımlamıştır. Yazar, 3 Mayıs 1949 tarihinde genç yazarlar için

12 Georgi, Ts.: Elin Pelin, İstoriya na bılgarskata literatura, tom 3, izd.BAN, Sofya, 1970, s. 774.

Page 76: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

67

verdiği “Nasıl Yazıyorum” adlı konferansı sırasında “Hiçbir zaman yazar unvanı için

kendimi hazır hissetmemişimdir”13 şeklinde kendisinden söz etse de, özellikle kısa

öyküleri sayesinde Bulgar düzyazısının en iyi klasiklerinden biri olmuştur.

Elin Pelin’in ilk ve olgunluk dönemi öyküleri arasında, büyük fark vardır.

Yazar büyük bir adım atarak, ilk öykülerine yeni ruh, yeni konu ve yeni kahramanlar

vererek tam anlamıyla farklı eserler yaratmayı başarır. Yazarın Balkan Savaşları’na

kadar yayımlanan öyküleri, genelde ‘ben-anlatı’yla yazılmıştır. Bu öyküler Bulgar öykü

geleneğinde olduğu gibi bütünlük oluşturan birkaç parçadan oluşur ve birkaç olayı

kapsar. Peyzaj, yalnızca gelişen olayların konusunu oluşturur, diyalog ise figürlerin iç

dramını açıklayan bölümler haline gelmemiştir. Elin Pelin, ilk öykülerinde İ. Vazov’a

ve T. Vlaykov’a o kadar çok benzemektedir ki, onlardan yalnızca deneyimsizliği

açısından ayırt edilebilir. Yani “Kito”, “Todor ve Rada” (“Todor i Rada”) gibi ilk

öyküleri Elin Pelin’in ne kadar iyi bir yazar olacağını göstermemektedir. Elin Pelin,

Karavelov, Vazov, Çehov, Gorki ve Maupassant gibi yazarlardan14 etkilenmiş olsa da

en çok Bulgar halk edebiyatının etkisinde kaldığı bir gerçektir. 19. yüzyılın 80’li yılları

genç yazar için en önemli konu kaynağıdır. Bu nedenle öykülerinde, hiçbir zaman

memur veya aydın bir kişi tasvir edilmemektedir. Yazar, Bulgar halk edebiyatından

yararlanırken en çok fıkra ve masallara başvurmaktadır.

Lyuben Karavelov, İvan Vazov ve Todor Vlaykov’la karşılaştırılacak olursa

Elin Pelin, okura sunmak istediği düşüncelerine en uygun konuyu seçmektedir. Yazarın

bazı öykülerinde önemli parçalar öylesine ustaca seçilmiştir ki, bunlara benzer örnekler

ne ondan önceki, ne de sonraki Bulgar öykü geleneğinde vardır. Öykü yapısında yer

alan bütün parçaların bu yapı içinde önemli rolleri vardır. Elin Pelin’in öykülerindeki

parçalar, ister peyzaj, ister monolog, ister diyalog olsun, hiçbir zaman yalnızca konuya

hizmet etmemektedir. İlk bakışta öykülerin geleneksel parçalardan oluştuğu görülse de,

aslında Elin Pelin bunu aşmaya ve öykülerine başka bir yapı bulmaya çalışmaktadır.

Böylece yazar Karavelov, Vazov ve Vlaykov’un devam ettirdiği gelenekten dışarı

çıkarak yeni ve çok farklı bir şey ortaya koymaktadır. Elin Pelin’in öykü parçalarının

yapısı açık olup öykülerin gelişmesi devamlı ve amaçlıdır. Öykülerin bu açık yapısı, en

verimli dönemi sayılan 1903-1912 yıllarıyla bağlantılıdır. Bu açıdan en mükemmel

13 İgov, Sv.: İstoriya na bılgarskata literatura 1878-1944, izd. “Prof. Marin Drinov”, Sofya, 1995 s. 198. 14 Bkz. a.g.e.: s. 194.

Page 77: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

68

örnekler “Diğer Dünya’da” (“Na onya svyat”, 1902) “Yaz Günü” (“Leten den”, 1903)

“Andreşko” (1903) vb.gibi öykülerdir. Yazarın öykülerinde yer alan konunun, devamlı

bir gelişme içinde gösterilmesi bu şekilde sağlanmıştır. Elin Pelin olayın yalnızca

önemli olan parçalarını seçer, peyzajına gelenekten farklı bir fonksiyon verir, öykülerini

destansı değil şiirsel, öykü parçalarını da genel değil somut yapar.

Daha önce de belirtildiği gibi, İvan Vazov’un öykülerinin oluşturduğu

parçaların da kendi konu odağı vardır. Vazov’dan farklı olarak, Elin Pelin’in öykü

parçaları, kendine ait konu odağı ve kendine ait ortama sahip değildir. Elin Pelin bu

nedenle öykü geleneğinden farklı olarak öykülerini bir odak noktası etrafında

kurmaktadır. Böylece yazar, kısa öykü yapısını birleştirmektedir. Gelenekten gelen ve

tek başına bir bütünlük oluşturan parçanın yok olması, yani öykü parçalarının birbiriyle

birleşmesi, öykü yapısının elemanlarının üstlendiği amaçları da değiştirmektedir. Elin

Pelin, öykünün konusunu, peyzajını, diyaloğunu değiştirdiği gibi, “yazar–figür“

ilişkisini de değiştirmektedir.

Elin Pelin için anlatılan olay, yani işlenen konu öykünün doruk noktasıdır.

Geleneksel Bulgar öyküsünde konu, sık sık birbirinden bağımsız birkaç motiften oluşan

bir ana konu olarak işlenmektedir. Örneğin Karavelov, “Neda”, “Soka”, “Hacı Niço”

öykülerinde işlediği ana fikri birkaç olaydan çıkarır ve bu olaylar arasında yalnız bir

tanesi, figürlerin kaderi için çok büyük önem taşır. Vazov ise “Yotso Dede Bakıyor”,

“Geliyor mu?” adlı öykülerindeki fikrini bir dizi olay “Peyzaj” ve “Vasititsa” da ise

yalnızca bir olay aracılığıyla açıklamaktadır. Elin Pelin’in öykülerinde genelde bir konu

yer alır. Elin Pelin’in, konuyu öykünün odağı haline getirmesinin, figürlerin tasviriyle

de ilgisi vardır. Anlatılan olay genelde öykü içinde gelişmektedir. Eğer olay ondan önce

olmuşsa, o zaman yazar figürün dış veya iç tasvirini daha yavaş ve daha çok sözcüklerle

yapmaktadır. Elin Pelin figürünü olayın gelişmesi sırasında tasvir etmeyi sevmektedir.

“Andreşko”, “Kurnaz Adam” (“Hitrets”, 1904), “İlkbahar İhaneti” (“Proletna izmama”,

1904) adlı öykülerde olduğu gibi figürlerin karakter tasviri olayın gelişmesi içinde

gösterildiğinde, öyküler okuyucunun gözleri önünde olan bu sahneler ve çizilen

tablolara dönüşmektedir. Sözü edilen öykülerin figürleri geçmişlerini anımsamazlar,

yazar da geçmişinden söz etmez, buna rağmen bu küçük öykülerde bile figürlerin

karakterleri çok iyi bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Page 78: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

69

Belirtildiği gibi Elin Pelin’in öykülerinde, öyküye konu edilen olayın önemi

çok büyüktür. “Andreşko”, “İglika” (1906), “Kurnaz Adam”, “Suç” (“Prestıpleniye”,

1904), “İlkbahar İhaneti”, “Nane Stoiçko’nun Söğüt Ağacı” (“Nane Stoiçkovata vırba”,

1912), “Mutsuzluk” (“Neştatsiye”, 1905), “Baştan Çıkarma” (“İzkuşeniye”, 1902)

“Öğretmenin Ruhu” (“Duşata na uçitelya”, 1915), “Saban Çizisinde” (“Nabrazdata”,

1904), “Dul Adam” (“Vidovets”, 1904), “Lepo” (1905), “Totka” (1935), “Avukat”

(Advokat”, 1904), “Oğul” (“Sin”, 1922), “Değirmenin Yakınında” (“Kray vodenitsata”,

1903), “Yel Değirmeni” (“Vetrenata melnitsa”, 1902) vb.Yani Elin Pelin’in bütün

klasik öyküleri, hatta kaynağı bir efsaneye dayanan “Manastır Asması Altında” ve

“Ben, Sen, O” (“Az, ti, toy”, 1933-1935) adlı kitaplarındaki öyküleri bile olay odaklı

öykülerdir. “Yaz Günü”, “Çamur” (“Kal”, 1903), “Hayalperesetler” (“Meçtateli”, 1910)

gibi öyküler biraz farklı kurulmuş olsalar da yine Elin Pelin’in bu modelinin

versiyonları sayılmaktadır. Ancak bu belirtildiği zaman bir şey unutulmaması gerekir.

Öykünün odağı olay olsa da; olay, portreleri, karakterleri, peyzajları, diyaloglara

birleştiren bir öğe olsa da, öykü sadece olayları kapsamaz. Çünkü böyle bir şey olsaydı,

anlatılan olaylar fıkra dışına çıkmamış olacaktır. Yani yazarın öykülerinde fikirler de

vardır, insanların iç dünyaları çok iyi bir biçimde olaylar içinde açıklanmaktadır. Elin

Pelin, olaydan etkilenerek yazmaya başlamaktadır. Yani konuya büyük önem vererek

onu öykünün odak noktası yapmaktadır. Yazar, çağdaşı olan Yordan Yovkov’u

eleştirirken, bu konudaki görüşlerini şöyle açıklamaktadır:

“… Yovkov’un başka bir eksiği daha vardır. Öykülerinde çoğu zaman merkez

yoktur. (...) Örnek olarak “Beyaz Güller” öyküsünü alın. Burada kahraman kimdir?

Gönüllü asker mi? Öykünün merkezi nerede? Belli oluyor ki, akşamdan kalmış,

dökülmüş güllerin süpürülmemiş olması bu merkezdir, bundan yazar etkilenmiş

olmalıdır, ancak süpürülmemiş güllerle ilgili an, anlatımın devamlı çıkışlar ve dönüşler

yaptığı merkeze dönüştürülmemiştir.”15

Karavelov ve Vazov’un öykülerinde yer alan konular arasındaki bağ, ortak

düşünceden kaynaklanmaktadır. Yazar “Ataman” adlı öyküde, Stoyan tarafından

anlatılan olayın yanı sıra ayrıntılı bir biçimde Batı Bulgar dağlarını da tasvir etmektedir.

Karevelov’un sık sık yaptığı yorumlarla konu bölünür, buna rağmen düşüncesi parçaları

15 Kazanciyev, Sp. Sreşti i razgovori s Yordan Yovkov, izd.Bılgarski pisatel, Sofya, 1980 s.33.

Page 79: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

70

birleştirir. Bu öykü modeli Vazov, Vlaykov ve Georgiev tarafından bir ölçüde

uygulanmaktadır. Örneğin “Yotso Dede Bakıyor” adlı öyküde yer alan Vazov’un figürü

Yotso Dede, yazarın şiirsel girişinden sonra ortaya çıkabilir. Ana konuya geçmeden

önce bu yazarlar, figürün öyküye girişini hazırlamaktadırlar. Elin Pelin, bu tür girişleri

tamamen bırakır, doğrudan olarak konuya girer, figürün hemen ortaya çıkıp harekete

geçmesine izin verir. Yazar ilk bir veya iki cümlede zamanı, yeri, figürü veya figürleri,

figürlerin hareketlerinin amaçlarını vermektedir. Örneğin “Dul Adam” öyküsü şu

şekilde başlamaktadır.

“Kutsal Pazar gününde sabahın erken saatinde yabancı bir köylü, orman

içindeki Brestak köyünün kilise sokağından geçti, sopanın yardımıyla küçük su yolunu

atladı ve şaşkın bir ifadeyle köyün merkezinde bulunan geniş meydanda durdu.”16

Öykünün başladığı bu tek cümle, zaman, yer, kahraman ve olayın başlangıcını

içermektedir. Buradan figürün bir şey aradığını ve aradığı o bir şeyin sayesinde

entrikanın başladığını görmekteyiz :

“İşte, üç yıl yabancı toprakları dolaştıktan sonra Lipo,köyüne döndü.

Yalınayak, baldırlarının kalın olmasından dolayı yırtılmış dar polis pantolonu içinde,

gömlek giymiş (...) Lipo İskır ırmağının kıyısında yürüyor ve çıplak ayaklarını güneşten

kızmış yolun üzerindeki un gibi yumuşak ve kalın toz tabakasına ağır ağır vuruyor, toz

duman kaldırıyordu.”17

Burada figür, figürün köye dönüşü yani entrikanın başlangıcı sayılan dönüş,

yer ve coşkulu ortam ortaya çıkmaktadır. Yazarın öykülerinde yer alan figür her zaman

konuya bağlıdır. “Suç” adlı öykünün odak figürü Lipo, kendi kaderini belirlemeye

çalışsa da aslında son söz konuya verilmiştir, çünkü Elin Pelin değiştirmek için değil,

onları inandırıcı kılmak için kullanmaktadır. Böylece gerçek yaşam, öykünün sonunu

şekillendirir ve gösterir, figür ise yalnızca önceden belirlenmiş rolünü üstlenir. Bu

konuda yazar şunları söylemektedir:

16 Pelin Elin., Sıbrani sıçineniyaa, tom 2, izd. Bılgarski pisatel, Sofya, 1958, s.65. 17 A.g.e.s.123.

Page 80: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

71

“İnsanın, kahramanlarını konuya uygunlaştırması gerekir. Kahramanlar,

konuyu inandırıcı yapmak için gereklidir.”18

Büyük Bulgar yazarı Elin Pelin, Aleko Kostantinov’un konu ve yapı açısından

geliştirdiği sanat prensiplerini devam ettirerek genişletmektedir. Konstantinov gibi Elin

Pelin de kısa şekilleri tercih ederek yazarın yorumları yerine gerçek yaşamı sunmayı

tercih etmektedir. Konstantinov, farklı anlatıcılar kullansa da Bay Ganyu ile ilgili

olarak kendi yorumlarına yer verirken, Elin Pelin geleneksel-didaktik ve gazeteci

üslûbundan tam anlamıyla kurtulmaktadır. Artık Elin Pelin’in öykülerinde betimlenen

olayların gelişmesi tam anlamıyla objektiftir. Geleneksel olan “başlangıç – doruk

noktası – sonuç” öykü şeması yazar tarafından sık sık ihlâl edilir. Bazen olayın

başlangıcı öykü dışında olur, ancak bundan öykü yapısı zarar görmez. Örneğin

“Andreşko” adlı öyküdeki olayın gelişmesi arabacının icra hakimiyle görüşmesinden

sonra başlar; oysa bu görüşme sırasında Andreşko icra hâkimiyle onu köye kadar

götürmesi konusunda anlaşmaktadır. Elin Pelin Aleko Konstantinov’dan, yazarın

pozisyonunu; yani bakış açısını da almıştır. Elin Pelin’in anlatıcısı, her şeyi bilen bir

anlatıcı değildir. Bu anlatıcı figürlerle ilgili her şeyi bilmez. Yazarın posizyonu yazar-

okuyucu ilişkisini de değiştirir. Burada yazar yalnızca olayları olduğu gibi kaydeder,

okuyucuya yorum yapmaz, ona tasviyelerde bulunmaz. Okuyucu öyküyü okuduktan

sonra yazara sorularla başvursa da, yazar susar ve bu suskunluktan çıkarılan tek anlam

“yaşam budur” sözcüklerinden ibarettir. Yazar, Yovkov gibi tam anlamıyla yok olmasa

bile varlığı okuyucu tarafından hissedilmez.

Elin Pelin, Aleko Konstantinov’un yapı modelini uyguladıktan ve

genişlettikten sonra şöyle bir öykü yapısı ortaya çıkarmaktadır. Yazarın konuları çok

kısadır, olayların gelişimi genelde ileriye dönüktür. Elin Pelin’in figürleri konuya

bağlıdır ve yazar hiçbir zaman olaylara karışmamaktadır. Yazar, önemli olan olayı

tercih edip, onu öyküsünün odağı yapmaktadır. Aynı zamanda yazar, bazen klasik öykü

modelini kullanmaz, bu nedenle öyküyü doruk noktasıyla başlatabilmektedir. Onun

konuları açık, ciddi ve kısadır.

18 Panova, İ., Vazov, Elin Pelin, Yovkov, Maystori na razkaza, izd.Naradna prosveta, Sofya, 1988, s.18.

Page 81: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

72

Elin Pelin, Bulgar öykü geleneğinde ilk defa peyzajın öyküdeki fonksiyonunu

değiştirmektedir. Yazarın peyzajında yer adı verilmemektedir, bu yer sadece hissedilir.

Vazov’un doğa tasvirlerinde ise her zaman yer isimleri verilir. Elin Pelin, doğayı tasvir

ederken çok serbest bir yaklaşım sergilemektedir. Onun peyzajlarında gerçek ortamdan

çok az şeyler vardır. Yazar peyzajlarını yalnızca olayın geliştiği yeri ve ortamı

göstermek için değil, daha çok olayın ruhunu göstermek ve olayın coşkulu yansımasını

vermek için peyzaja başvurmaktadır. Elin Pelin’in öykülerinde peyzajı inceleyen ünlü

Bulgar edebiyat eleştirmeni İskra Panova’ya göre, yazarın peyzajı “olayın ruhu” dur.19

Ona göre Elin Pelin’in peyzajları yazarın okuyucu inandırmak için konuşmalarından

(bunu Elin Pelin çok nadir olarak yapmaktadır) daha büyük bir edebi değere sahiptir.

İskra Panova şöyle demektedir:

“Bu nedenle öykünün yapısı içinde Elin Pelin’in peyzajı Vazov’da olduğu gibi

olayların geliştiği yer değişmelerini takip etmekten çok, duygunun ve yaşanan şeylerin

değişmelerinden sonra yer almaktadır. Peyzaj, “içsel olan şeyin” bulunduğu yerdir ve

yazarın konuşması gerektiği zamanda kendini gösterir.”20

Elin Pelin’in öykülerinde peyzejlar öykünün başında daha geniş yer almış ve

şiirsel bir giriş sağlamak amaçlanmıştır. Ancak çoğu öykülerde bu peyzaj öykü boyunca

devam eder ve Vazov’un kullandığı yorumların rolünü üstlenir. Daha önce de

söylendiği gibi Vazov, insanları, olayları ve başka şeyleri yorumlar, bu rolü başka hiç

kimseye ve hiçbir şeye bırakmaz. Elin Pelin ise bu yorumu kendisi yapmadığı için, bu

görevi peyzaja verir ve bu nedenle peyzajlar o kadar derin anlamlar içermektedir. Bu

durumda okuyucu, susan bir yazar ve konuşan peyzajlarla karşılaşır. Böylece Elin

Pelin’in peyzajı, geleneksel doğa tasviri durumundan çıkarak, öykünün şiirselliğini

üstlenen, psikolojik analizin yerini alan, sıradan figürleri estetik düzeye yükselten bir

duruma gelmektedir. “Nadasa Bırakılmış Tarla” (“Zakısnyalata niva”, 1904) adlı

öykünün sonunda yer alan peyzajda manzaradan hiçbir şey kalmamıştır. Bu peyzajdan,

yalnızca duygu , insan ruhunu etkileyen büyük bir acı, insanı öldüren bir çıkmazlık

hissedilir:

19 A.g.e.:s.55. 20 A.g.e.:s.60.

Page 82: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

73

“Güneş dik bir şekilde öğle vakti durmuştu. Issız tarla üzerinde üç kat daha

ıssız olan gökyüzü, bulutsuz ve uçsuz bucaksız uzanıyordu. Yabancı yolcular yoldan

geçip yalnız kalmış, buğdayı biçilmemiş, adeta mezarlık içinden gelircesine tarladan

gelen kadın sesine doğru şaşkın gözlerini diktiler ve sonra uzaklaşıp gittiler...” 21

Karavelov’un ve Vazov’un öykülerinde yer alan diyalogların çoğu Elin

Pelin’in diyaloglarının fonksiyonunu üstlenmemektedir. Örneğin Karavelov ve

Vazov’un diyaloğu, öykü yapısında yer alan diğer elemanlarla aynı derecede önem

taşımaktadır. Bu tür diyaloglar, tıpkı peyzajı olduğu gibi yapı açısından yazarın öyküyü

birleştiren metnine bağlıdırlar. Karavelov ve Vazov’un diyalogları, tamamlayıcı ve

genişletici bir rol üstlenir. Elin Pelin’in diyalogları ise olayın gelişmesini sağlamaktadır.

Yani yazarın öykülerinde yer alan diyalogun da bir fonksiyonu vardır ve rolü

tamamlayıcı değil yapıcıdır. Bu nedenle diyalog, yazarın öykülerinde çok geniş yer

almaktadır. Örnek olarak “Andreşko”, “Diğer Dünyada”, “Yel Değirmeni” gibi öyküler

gösterilebilir.

Yazarın öykülerinde, mizahın ve şiirselliğin rolü büyüktür. Elin Pelin’in

şiirselliği hem diyalogda, hem monologda, hem de anlatıcının bölümlerinde yer

almaktadır. Bulgar kısa öyküsündeki geleneksel mizah, sık sık yazar tarafından özel

olarak hazırlanmış komik durumdan ibarettir. Hiçbir yerde uydurulmuş mizaha

rastlanmaz, her şey gerçek yaşamdan alınmış gibi doğal görünür. Bu mizah daha çok

figürlerin ilişkilerinden kaynaklanır, oysa Bulgar öykü geleneğindeki mizah yazar ve

figür arasındaki ilişkiden kaynaklanır.

Elin Pelin’in mizahı, amaçlı olarak aranmış değildir ve doğal olarak ortaya

çıkar. Bu mizah,öykünün şiirselliği içinde yer almaktadır. Figürün hareketleri veya

sözleri okuyucu için komik olabilir, ancak öyküde yer alan kişiler için komik

görünmemektedir. Elin Pelin’in öykülerinde aldatan ve aldatılan iki figür arasındaki

ilişki ve sohbetlerden ortaya çıkan geleneksel mizah yoktur. “Anma Töreni”

(“Zaduşnitsa”, 1903) adlı öykünün kahramanları Stanço ve Stoilka ciddi biçimde sohbet

ederler, ancak buna rağmen komik görünmektedirler. Bu durum neye bağlıdır, komik

olan şey nereden kaynaklanmaktadır? Eğer mizah Karavelov’da olduğu gibi Elin

21 A.g.e.: s.60.

Page 83: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

74

Pelin’in figürlere olan yaklaşımından kaynaklansaydı, iki yazar arasında fark olmazdı.

Söz konusu öyküde ise mizah, figürlerden kaynaklanır ve anlatıcı kendiliğinden hiçbir

şey eklemez. Daha önce de söylendiği gibi Elin Pelin komik durumlar yaratmayı

amaçlamamaktadır. “Andreşko” ve “Öteki Dünyada” öykülerinde olduğu gibi

“Tırpancılar” (“Kosaçi”, 1903) adlı öyküde de komik durumlar, bir ifade ya da şiirsel

anlatım içinde yer alan bir peyzajdan kaynaklanmaktadır.

Elin Pelin’in öykülerinde “yazar-figür” arasındaki ilişki, Bulgar öykü

geleneğinden çok farklıdır. Karavelov ve Vazov, genelde figürlerini belli bir durum

içinde bırakmakta, aynı zamanda her iki yazar önceden figürünün ahlâkî ve ulusal

düşüncesini belirlemektedir. Örneğin Karavelov’un “Ataman” öyküsünün figürü, halk

direnişinin sanatsal bir göstergesidir. Vazov’un figürü Yotso Dede (“Yotso Dede

Bakıyor”) ise yazarın 1878 yılından sonra Bulgaristan’da meydana gelen yeni ve güzel

şeylerden duyduğu hayranlığının aktarıcısı rolündedir. Yani Karavelov ve Vazov’un

figürleri, yazarın düşüncelerini taşımaktadır ve bunlar arasında büyük bir fark yoktur.

Oysa Elin Pelin’in figürleri daha bağımsızdır ve yazarın düşüncesini taşımazlar. Bulgar

öykü geleneğinde yazarın fikri, figürün fikridir. “Ataman”ın odak figürü olan Stoyan,

Osmanlı egemenliğine karşı, savaşın gerekliliğini aşılamak için kullanılır. Karavelov,

Osmanlı Devleti’nin kanunlarının ülke içinde bile çok geçerli olmadıklarını göstermek

için Hasan’a şunları söyletmektedir.

“Tanzimat! Ya sen gâvur, Tanzimat’ın ne olduğunu sen biliyor musun? Sizi

hiçbir şey Tanzimat kadar kötü yapmayacaktır.”22

Vazov, “Bir Bulgar Kadını” adlı öyküde, ulusal duygunun cahil bir Bulgar

kadınını bile etkileyerek, torununu bile unutturabileceğini göstermek ister. Böylece

isyancının kaderinden endişe duyan yaşlı kadın, ona yardım etmeye çalışırken bir süre

için hasta torununu unutabilmektedir. Aleko Konstantinov, “Bay Ganyu” adlı öykü

kitabında ilk defa bu geleneksel kuralı reddederek, yazarların düşüncesini taşıyan bir

gelişme çizgisini benimseyen figür yerine, Bulgar eleştirmeni Georgi Bakalov’un

(1837-1939) sözleriyle “gelişme gösteren figürü” sunmaktadır. Daha önce de

söylediğimiz gibi Bay Ganyu, Konstantinov’un kontrolünden çıkıp kendi yoluna devam

22 Karavelov, L.: Sıbrani sıçineniya, tom 1, izd.Bılgarski pisatel, Sofya, 1965, s.322.

Page 84: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

75

eden farklı bir karaktere sahiptir. Elin Pelin’in figürü ise daha farklıdır. Onun figürü

öykü içinde büyük değişikli göstermemektedir. Bilindiği gibi yazarın öykülerinde konu

figürden daha önemlidir. Elin Pelin’in düşüncesi, figürün içinde, figürün kaderinin

ayrılmaz bir parçasıdır.

Yazarın figürü köylüdür ancak o, köylüyü o zamana kadar hiç kimsenin

göstermediği özellikleriyle betimlemiştir. Elin Pelin, köylüyü zengin ruh dünyasına

sahip bir insan olarak işlemektedir. Bulgar eleştirmenler, genelde Elin Pelin’i Bulgar

köylüsünün yaşam tarzını tasvir eden bir yazar olarak değerlendirdikleri için Elin Pelin

sert bir şekilde buna karşı çıkmıştır:

“Yaşayış tarzını tasvir eden bir yazar olduğum konusundaki genel görüşe

karşılık, böyle olmadığını söyleyeceğim. Köy yaşamıyla ilgili öykü yazmış olmam,

köylünün yaşam tarzını tasvir eden bir yazar olduğum anlamına gelmez. Bütün

çalışmalarımda en çok insan unsuruyla ilgilenmişimdir.”23

Elin Pelin’in figürü, olağanüstü coşkulu durumlarda değil sıradan durumlarda

betimlenmiştir. Pelin’e kadar Bulgar öykü geleneği, sıradan, her gün tekrarlanan

durumlarda bu kadar gerçekçi bir biçimde betimlenen başka figürler olmamıştır. Kısa

öykü yazan yazarlar, figürlerin psikolojik durumunu tasvir etmekte çok zorlanırlar.

Çünkü bir romancı, figürün psikolojisini açıklamak için sayfalar ayırabilir. Örneğin

Dostoyevski, figürlerin psikolojik durumlarını açıklamak için, hem özel parçalar

kullanır; hem de bunu konunun gelişmesinde yapar. Figürlerin psikolojisinin en derin ve

en karanlık noktasına ulaşma çabası, geçen yüzyılın sonunda ve yüzyılımızın başında

yaşayan en büyük Rus, Fransız ve İngiliz yazarlar için de söz konusudur. Ancak aynı

dönemin kısa öykü geleneğinin (Çehov, Gorki, Mauppassant) amacı, insanın psikolojik

labirentine girmek amacını taşımamaktadır.Rus eleştirmen A.P.Çudakov’a 24 göre

Çehov, öykülerinde ve diğer eserlerinde hiçbir zaman gerçeğin sınırları ötesinde

bulunan psikolojik sorunları işlememektedir. Elin Pelin’in yaklaşımı da Çehov’un

yaklaşımına yakındır. Yazar, figürlerini ayrıntılı bir biçimde yorumlamaktadır. “Suç”

adlı öykünün kahramanı Lipo, babasını dinledikten sonra ona köye dönmesini söyler:

23 Georgiev, K. Edin ças pri Elin Pelin, Literaturen glas,vestnik, br.324, Sofya, 17.2.1937, s.5. 24 Çudakov, A.P. Poetika Çehova, izd.Nauka, Moskova 1971.

Page 85: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

76

“-Söylediklerimi dinle baba. Bu iş için ben kendimi feda edeceğim. Köye

dön, iki gün sonra yine burada görüşürüz.”25

Okuyucu, Lipo’nun ne yapacağı konusunda karar verdiğini anlar, yani bir

misilleme hazırladığını bilmektedir. Elin Pelin, figürün ruhsal dramı üzerinde durmaz.

Yazar, yalnızca Lipo’nun babasını köye gönderdikten sonra yere düşüp ağladığını

söyleyerek figürün iç dünyasını yorumlamak için peyzaja başvurmaktadır:

“Kalktığında güneş yükselmiş, fazlasıyla parlıyordu. Hatta ormandaki kuşlar

susmuştu. Ağaçların yapraklarından bir tanesi bile kımıldamıyordu. Yalnızca İskır

ırmağı, aşağıda aynı sesleri çıkartarak akıyordu.”26

Yazar, Lipo’nun işlediği cinayetten önce yalnızca bu şekilde okuyucuyu

hazırlamaktadır. Ondan sonra gelen cinayet ve figürün ruh halinin analiziyle değil

hareketleriyle tasvir edilmiştir. Buradan görüldüğü gibi, Elin Pelin peyzaja yüklediği

birkaç fonksiyonunun yanında, figürün psikolojik durumunu açıklama fonksiyonunu da

yüklemektedir. Bunu da psikolojik inceleme ve figürlerin iç acılarını incelemeden

kusursuz bir şekilde başarmaktadır. Elin Pelin, figürlerin iç dramlarını, psikanaliz

aracılığıyla değil, olayların sonuçları aracılığıyla da göstermektedir. Bu da yazarın öykü

sanatının en önemli özelliklerinden bir tanesidir.

Elin Pelin’in kısa öyküsü, yalnızca yapı ve konu açısından değil, aynı zamanda

figürün ve yazarın öyküde aldıkları yer açısından da geleneksel Bulgar öyküsüyle

farklılık göstermektedir. Yazarın tavsiyelerinden ve engelleyici karışmalarından

kurtulan figürler, bağımsız davranışları ve özellikle de yeni karakter özellikleriyle

dikkat çekmektedirler. Birbirinden ayrılmış olan iyilik ve kötülük, figürler için olduğu

kadar yazar için de insanların sosyal durumuyla ilgilidir. Elin Pelin’den önce olduğu

gibi, ondan sonra da Bulgar öykü geleneğinde öylesine doğal ve canlı, somut ve

gerçekçi tipler yaratılmamıştır.

25 Pelin Elin, Sıbrani sıçineniya, tom 2, izd.Bılgarski pisatel, Sofya, 1958, s.129. 26 A.g.e.s.130. 26 A.g.e.s.130.

Page 86: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

77

Şimdi tezimize konu olan 20.yüzyılın en önemli Bulgar öykü yazarlarından

Yordan Yovkov’un yaşam öyküsü,edebi kişiliği ve öykülerinin tanıtımına geçelim.

Page 87: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

78

BÖLÜM 2

YORDAN YOVKOV

2.1. YAŞAM ÖYKÜSÜ VE EDEBİ KİŞİLİĞİ

Çeşitli edebiyat antolojilerinde ve biyografilerde Yordan Yovkov'un doğum tarihi

olarak beş farklı tarihe rastlamak olasıdır : 8 Kasım 1884 (1920'ler ve 1930'larda ortak

kabul görmüştü); 8 Kasım 1881; 8 Kasım 1880; 9 Kasım 1880 ve 9 Aralık 1880. Bu

karışıklığın nereden kaynaklandığı ise belirlenememiştir 1. Fakat bu karışıklıktan

Yovkov'un sorumlu olduğu kanısı oldukça yaygındır. Kendisi için çok önemli

olmamakla birlikte bu durum bir dereceye kadar yazarın yaşamını da yansıtmaktadır;

yani kendi düşler dünyasına çekilmiş, özel yaşamını büyük bir dikkatle herkesten

sakınan ve düşüncelerini başkalarına ifade etmekten çekinen bir bireydir Yovkov. Bu

konu açıklığa kavuşturulmak istendiğinde ise 2, Yovkov konunun olduğu şekilde

bırakılmasında ısrar etmiştir. Ortada bir hata olduğunu kabul etmiş; fakat ölene kadar bu

hatayı düzeltmek için hiçbir şey yapılmamasını istemiştir 3. Eğer anısı ve edebi eserleri

yaşarsa,kendisi ile ilgili bu “tarihi gerçeğin” de ortaya çıkacağını söylemiştir.

Gerçekten de Yovkov haklı çıkmıştır. Ölümünden 4 yıl sonra yani 1941 yılında

ünlü eleştirmen Georgi Konstantinov, yazarın gerçek doğum tarihini yayınlamıştır 4.

Konstantinov'un bulguları, hala Yovkov hakkında bulunabilecek en iyi kaynak olan

Dimo Minev'in benzersiz belge koleksiyonuyla, yani 1947'de yayınlanan Yordan

Yovkov : Dokumenti i svidetelstva za jivota i tvorçestovo mu 5 (Yordan Yovkov. Yaşamı

ve Eserleri Üzerine Belgeler ve İfadeler) doğrulanmıştır. Minev, Yovkov'un erkek

kardeşi olan Kosta Yovkov tarafından saklanan doğum belgesini gün ışığına çıkaran ilk

araştırmacı olmuştur.

Bu belgeye göre, Yordan Yovkov 9 Kasım 1880 tarihinde Stefan ve Pena

Yovkov'un çocukları olarak doğmuştur. Yosif, Nikolay, Suba, Boyço, Yordan ve Kosta

adındaki altı çocuktan ikincisidir.

Page 88: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

79

Yovkov'un doğum yeri olan Jeravna , Doğu Balkan sıradağlarının eteklerinde

bulunan orta büyüklükte bir köydür. Ünlü Bulgar eleştirmeni Danail Konstantinov'a

göre 6, Jeravna ismi Yunanca’dan gelmektedir;kelimenin kökü “Solak” anlamına gelen

“Zerbon” kelimesidir. 11-12. yüzyıllar boyunca süren Bizans egemenliği sırasında bu

ad, yerleşim bölgesinin ortasından geçen bir derenin adıdır 7. Bu bölgede birçok nehir,

kaynak, dere ve çay bulunmaktadır ve Jeravna'nın adını bunlardan birinden alması

şaşırtıcı değildir. Jeravna bölgesindeki birçok topografik isim ilerki yıllarda Yovkov'un

en güzel öykü seçkisi olan Staroplaninski legendi (Kocabalkan Efsaneleri) adlı eserinde

yer almıştır 8. Bu bölge, başlangıçta sahip olduğu düzeni, cazibeyi ve mükemmelliği

bugün bile halen korumaktadır. Bölgenin romantik ve maceralarla dolu geçmişi yazara

her zaman ilham vermiş ve Bulgar edebiyatının tema zenginliğine büyük katkıda

bulunmuştur.

Geleneksel olarak, Jeravna halkı kendilerini doğaya yaklaştıran mesleklerde

çalışırlar. Çiftçilik, sığır yetiştirme ve çobancılık en yaygın mesleklerdir. Yovkov'un

babası Stefan Yovkov, gençken yün dokumayı öğrenmeye gönderilmiş, fakat o çoban

olmayı tercih etmiştir. Oğlu Kosta'nın söylediğine göre 9, örflere karşı gelerek potur 10

ve saltamarka 11 denen geleneksel “Türk” tarzı kıyafetleri bir kenara bırakarak modern

“Fransız” (o zamanlar Bulgaristan'da böyle adlandırılıyorlardı) tarzı pantolon, ceket,

gömlek ve kravat kullanmaya başlamıştı. Jeravna çevresinde enerjik ve sabırlı bir adam

olarak tanınırdı. Bunun bir sonucu olarak, Stefan Yovkov'un işleri de oldukça yolunda

gidecekti. 1870'li yılların sonlarında, çiftçilik ve sığır yetiştirme için en uygun koşullara

sahip olan, Kuzey Dobruca'nın Romanya'ya ait bölgesine gitti. 1880'de, bölünmüş

Dobruca'nın Bulgar tarafında, sınırın hemen güneyinde bulunan Çifutköy köyüne

yerleşti 12. Buradan toprak satın aldı ve öldüğü yıl olan 1904'e kadar çobanlığa devam

etti. Fakat uzun bir süre boyunca biri Jeravna'da (burada ayrıca eski bir hana da sahipti)

ve diğeri Çifutköy'de olmak üzere iki ev birden idare etti. Çifutköy'den Jeravna'ya yün

getiriyor ve karısı Pena da bu yünleri hem evde hem de ticari amaçlarla kullanmak

üzere dokuyordu. Ailenin geri kalan kısmı da ancak 1897 yılında Çifutköy'e göçtü.

Tüm bu süre boyunca Pena Yovkova kocasına ve ailesine sürekli destek oldu.

Jeravna'da çocuklarla kalırken ailenin temel direği olmuş ve aile bağlarının kopmasına

Page 89: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

80

asla izin vermemişti. Okuma yazma bilmemesine rağmen, kültür ve gelenek

konularında geniş bilgiye sahip hareketli ve akıllı bir kadındı. Yüzlerce halk şarkısını

ezberden bilir ve “sedenki” denilen sosyal aktivitelerde bu şarkıları söylerdi. Yovkov'un

iç disiplinini, çekingenliğini ve düzen düşkünlüğünü babasından aldığı söylenir. Fakat

yazarın annesiyle ilişkilerinin daha sıkı olduğu ve kişiliğinin şekillenmesinde annesinin

etkisinin daha fazla olduğu bilinmektedir. Örneğin annesi sayesinde eserlerinde büyük

payı olan folklor,halk şarkıları,efsanelere duyduğu sevgi gelişmiştir.

Yovkov'un kardeşleriyle ilişkileri hakkında fazla bilgi yoktur, fakat eldeki tüm

veriler aralarındaki ilişkinin zayıf olduğunu göstermektedir. Kardeşlerinden bazıları

oldukça genç yaşlarda ölmüştür. Tek kız kardeşi olan Suba, otuzlu yaşlarında ve erkek

kardeşi Nikolay ise 39 yaşında ölmüştür. Yovkov’un Nikolay'la ilişkisi diğerlerine

oranla daha sıkıdır. İki kez birlikte yaşamışlardır : Romanya sınırında, Tuna nehrinin

kıyısında bir şehir olan Ruse (Rusçuk-Yovkov burada 1893-94 yılları arasında

ilköğretim (progimnaziya) eğitimine devam etmiştir) ve ikinci kez 1900’de liseden

mezun olduğu Sofya'da. Yovkov ortaokulun son iki sınıfını başkentte okumuş ve

böylece kendisinden dokuz yaş büyük ağabeyine yaşamı boyunca çok güçlü manevi

bağlarla bağlanmıştır. Nikolay, Yovkov'un kardeşleri arasında en eğitimli olanıydı.

Mesleği katiplik (Ruse'de gümrük görevlisi ve Sofya'da da banka katibi olarak

çalışmıştı) olmasına rağmen, sosyal alanlara, sanat ve edebiyata düşkündü. Ayrıca

ileride Bulgar Komünist Partisinin temellerini atan “dar sosyalistlerin” sol kanat sosyal

demokratik hareketleriyle de yakından bağlantılıydı. Hareketin kurucularından ve

liderlerinden olan Dimitir Blagoev ve Georgi Kirkov'un da yakın arkadaşlarındandı.

Yovkov ağabeyinin siyasi düşüncelerinden hiç etkilenmedi ve sosyal-siyasi

çalışmalarından uzak durmayı tercih etti. Okul arkadaşları, dostları ve ailesi onu

eğlenceli fakat aynı zamanda dalgın bir kişi olarak nitelerdi. Edebiyata olan ortak

ilgileri yüzünden olacak, iki kardeş arasında genel bir entellektüel çekim oluşmuştu. Bu

bağlamda, yorumları farklı olsa bile ortak ilgiler buldukları şüphesizdir. Dolayısıyla,

Nikolay kardeşinin sanatsal ve edebi ihtiraslarını anlamakla kalmamış, eğitimi boyunca

da ona yardımcı olmuştur.

Page 90: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

81

Yazarın en yakın akrabalarıyla ilişkileri hakkında ne denirse densin, ortada kesin

bir şey vardır: Ailesiyle Bulgaristan'ın iki farklı bölgesinde yaşamış olması edebi hayal

gücü üzerinde silinmez izler bırakmış ve sanatsal gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir.

Jeravna'nın eski romantizmi,efsaneleri ve Dobruca köylülerinin sağduyusu Yovkov'a

ilham veren tükenmez iki kaynak olmuştur. Bulgaristan’ın iki ücra bölgesindeki

halkların değersiz gibi görünen yaşamları, yazarın kaleminden çıkan sözlerle anlam

kazanmıştır

Yovkov 1890 ve 1893 yılları arasında ilkokulu ve ortaokulun ilk iki sınıfını

tamamlayarak 1896'da Jeravna'dan ayrılır. Jeravna'da ortaokulun üçüncü sınıfını

(öğrenimin yedinci yılı) okumak mümkün olmadığı için 13, Rusçuğa gider. Yeni bir

ortama alışmak ve daha yüksek skolastik standartlar onun için oldukça zor olacaktır.

Yovkov'un dersleri felaket olmasa da kötüdür, sınavlardan zorlukla geçer. Bu başarısız

deneyimin hayal kırıklığına uğrattığı Yovkov az kalsın okuldan atılacaktır. Bir sonraki

öğrenim yılını (1894-1895) Yovkov ailesiyle Çifutköy'de geçirir. Bu arada Jeravna'da

üçüncü yıl eğitim uygulanmaya başlamıştır ve Yovkov'un ailesi gimnazyum’daki

eğitimine devam etmek istiyorsa da, üçüncü sınıfı orada tekrar etmesi gerektiğine karar

verir. Yovkov Jeravna'ya döner ve 1895-96 öğrenim yılını doğduğu köyde geçirir 14.

Yovkov 1896 yılında Kotel kasabasında lise eğitimine başlar ve daha sonra öğreniminin

son üç yılını başkentte tamamlamak üzere Sofya'ya geri gelir.

Yovkov'un hayatını yazan kişiler, onun yüksek öğreniminin son dört yılında

edebiyata merak saldığını söylemektedirler. Ivan Vazov, Hristo Botev ve Aleko

Konstantinov gibi Bulgar yazarlar dışında Victor Hugo, İvan Turgenyev, Lev Tolstoy

ve Nikolay Gogol gibi yazarları da yakından takip etmektedir. Sofya’dayken edebiyatın

o zamanki gelişimiyle yakından ilgilenmiş ve Modernist akımın hem Rusya'da hem de

Bulgaristan'da yaklaşan zaferinin şahitlerinden biri olmuştur.

Tüm bunlara rağmen, edebiyat Yovkov'un dikkatini bir çalışma konusu olarak

çekmemiştir. Sofya'dan mezun olduktan kısa bir süre sonra, Yovkov, yedek subay

olmak üzere başkent yakınlarındaki Knyajevo'da bulunan askeri okula girdi, çünkü

seçilmeyi beklemektense kendi isteğiyle orduya hizmet etmeyi tercih ediyordu. Hangi

Page 91: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

82

mesleği seçmek istediğini bilmediği için geleceği hakkında karar vermeden önce biraz

zaman kazanmak isteyişi de bu kararında bir rol oynamış olabilir. Kısa bir süre, ciddi

olarak Sofya'daki güzel sanatlar okulunun resim bölümünde 15 okumayı düşünür, fakat

bu düşünceden hemen vazgeçerek daha pratik bir meslek olan hukukta karar kılar. 1904

yılının başlarında Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesine girer. Fakat hukuk alanındaki

çalışmaları da çok kısa sürer. Yovkov derslere sadece bir dönem devam eder ve

sınavlara bile girmez. 1904 yazında Dobruca'da öğretmenlik yapmak üzere Sofya'dan

ayrılır. Bunu yapmasının birkaç nedeni vardır. Babası Stefan Yovkov 1904 yılında

öldükten sonra Yovkov annesine daha yakın olması gerektiğini düşünmeye başlamıştır.

Fakat Dobruca'ya gitmesinin çok daha önemli bir başka nedeni vardır: Uğraşması

gereken şeyin aslında edebiyat olduğu yönündeki giderek artan inancı. Hukuk onu

yazmaktan alıkoyabilirdi, çünkü hem ders çalışmak hem de davalara katılmak çok

zamanını alacaktı. Ayrıca, öğretmenlik yapmak onu insanlara daha fazla

yaklaştırabilirdi, böylece kırsal geleneklerini ve ataerkil manevi değerlerini hiç

kaybetmedikleri için hayranlık duyduğu köylülerin günlük yaşamlarını gözlemleyebilir

ve hatta onların arasına katılabilirdi. Gerçekten de köylüler arasında yaşamak

Yovkov'un onların alışkanlıklarını, psikolojilerini, sevinç ve üzüntülerini daha yakından

tanımasını sağladı; hayat felsefeleriyle tanıştı ve onlar arasında kendi hayat felsefesini

oluşturdu. Daha sonra öykülerinde önemli bir yer tutacak olan iyi ve kötü gibi evrensel

değerlere yaklaşımlarını benimsedi.

Yovkov 1900 yılında okulu bitirir bitirmez ilkokul öğretmeni olarak atanınca,

elinde herhangi bir pedagoji sertifikası olmamasına rağmen mesleğe adım atmış oldu.

Ailesinin yaşadığı köye yakın bir köy olan Çiftlik Musubey'de (bugünkü adıyla Dolen

Izvor) bir sene öğretmenlik yaptı. Fakat Knyajevo'daki askeri akademiye katılmak

istediği için 1901-1903 yılları arasında öğretmenliğe bir süre ara verdi. 1904 yılında

Dobruca'ya geri dönerek Çiftlik Musubey'de öğretmenlik yapmaya devam etti ve 1906

yılına kadar burada kaldı. 1906 güzünde Yovkov Saruca'da (bugünkü adıyla Rositsa)

çalışmaya başladı, bir yıl sonra Karaali'ye (bugünkü adıyla Krasen) taşındı ve 1912

güzünde orduya katılana kadar burada kaldı. Karaali'de ilk olarak öğretmenlik yaptı

fakat 1909'da okul lise haline getirildi ve Yovkov'da okulun ilk müdürü oldu.

Page 92: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

83

Dimo Minev'in belgesel niteliğindeki kitabı sayesinde, Yovkov'un kişiliği ve

Dobruca'daki hayatı hakkında birçok şey öğrenmek mümkündür. Minev'in yazarın

akrabalarından, arkadaşlarından, iş arkadaşlarından ve öğrencilerinden aldığı belgeler,

arşiv kayıtları ve dinlediği hatıraları titizlikle bir araya getirerek hazırladığı

koleksiyondan ilginç fakat bir o kadar da zıtlıklarla dolu bir insanın karakteri ortaya

çıkmaktadır: Bir taraftan dalgın fakat neşeli, diğer taraftan eğlenceye düşkün; dostlarına

ve iş arkadaşlarına karşı açık ve dürüst ama kendi etrafında bir gizem halkası yaratacak

kadar da sır dolu; bayan öğretmenlere kur yapan ama reddedilmeyi kabul edemeyen ve

diğer erkekleri neredeyse ölesiye kıskanan bir adam. Bu birbirine zıt özelliklere daha

birçoğunu eklemek mümkündür. Fakat daha da önemlisi, Yovkov'un sert ama adil ve

bilgili bir insan bunun yanında da iyi bir öğretmen olarak saygı görmesidir.

Minev'in görüştüğü birçok insana göre, Yovkov Dobruca'da öğretmenken

oldukça sıradan bir hayat sürmüştür. Bütün yaptığı, öğretmenlerin toplantılarına ve

derneklerinde gerçekleştirdikleri faaliyetlere katılmaktır, bunları yaparken de mesleğine

ve mesleğin getirdiklerine karşı içinde en ufak bir şevk yoktur. Hatta Yovkov'un

Dobruca'da çalışırken samimi olduğu öğretmenlerden biri genç yazarın mesleğini hiç

sevmediğini ve iş arkadaşlarına karşı alaycı bir tutum sergilediğini söylemiştir.

Yovkov'un Dobruca'yı terketmemesinin iki sebebi olduğu düşünülmektedir. Birincisi,

orada yaşamayı ilginç bulmakta ve köylülerin basit yaşam biçimlerinden keyif

almaktadır. Ayrıca 1912 yılında patlak veren Birinci Balkan Savaşı Yovkov'u o ana

kadar yaşadığı hayatı değiştirmek zorunda bırakana kadar, başka bir yere taşınması için

ortada bir neden yoktur 16.

Yovkov'un öğretmenler derneğine katılması tamamen rastlantısal olmuştur, fakat

yine de zaman zaman iş arkadaşlarıyla anlaşmazlıklara düşmektedir. Yovkov Radikal

Partinin 17 üyesidir ve siyasi görüşleri, mesleki ve dernekle ilgili konulardaki tutumunu

şekillendiren önemli faktörlerdendir. Sofya'da çalışan bir diğer öğretmen ve Sosyal

Demokratik Parti “geniş sosyalistler” üyesi Y. Belçev, Dobriç'de gerçekleşen

öğretmenler kongresinde Yovkov'la düştüğü anlaşmazlığın nedeninin tamamen siyasi

olduğunu söylemektedir.17

Page 93: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

84

Yovkov'un sosyal konulara ilgisi, Dobruca köylerinde yaşarken bile yaşamında

önemli bir yer tutmaz. Onun seçtiği yol, yaratıcı bir yazar olarak kişiliğinin oluşmasında

daha önemli bir rol oynayacaktır: Uyruklarına (o sıralarda Dobruca'da Bulgarlar,

Türkler, Romanyalılar ve Çingeneler bir arada yaşıyordu) bakılmaksızın insanlar

hakkında birşeyler öğrenme tutkusu hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Çiftçilere

ilgili makamlara resmi mektuplar yazmalarında yardım eder; yaşlı insanlara kitap okur

ve anlattıkları öyküleri dinler; eski hanlarda saatlerce oturur ve köylülerin davranışlarını

gözlemler, ara sıra da kutlamalara katılır. Kitaplara aşırı bir ilgisi vardır ve birçok edebi

yayın ve dergiye abonedir. O bölgedeki kütüphanelerde bulduğu ve arkadaşlarından

aldığı herşeyi okur: Heinrik İbsen, Gerhardt Hauptmann, Maksim Gorki, Stanislaw

Przybyszewski, Lev Tolstoy, İvan Turgenyev, Fedor Dostoevski, Nikolay Gogol,

Mihail Lermontov, Nikolay Nekrasov ve Bulgar yazarlardan Elin Pelin, Penço

Slaveykov ve Ivan Vazov vb.

Bir birey olarak Yovkov'un bazı ilginç alışkanlıkları vardır. Islah olmaz bir

sigara tiryakisidir ve kapalı bir yerde sigara içerek ve kitap okuyarak saatler geçirir.

Avlanmayı sever, fakat prensip gereği gerçek hedefini görmeden çok önce havaya ateş

ederek, şarjörünü sonuna kadar kullanırdı; bunun vahşi hayvanları öldürmekten çok

daha rahatlatıcı olduğunu düşünürdü ve eve genelde şarjörü boşalmış halde dönerdi.

Garip bir alışkanlığı daha olduğu bilinird. Yapılacak çok az şey olan Dobruca'nın küçük

köylerinde, tek başına uzun saatler geçirdikten sonra Yovkov yatağına uzanır ve tavana

ateş ederdi. 1960’larda, eskiden öğretmenken kaldığı bazı odalarda hala bu garip

alışkanlığın izlerini görmek mümkündür.

Minev'in görüştüğü herkes Yovkov'un düzgün giyinmeyi ve modayı takip

etmeyi sevdiğini söylemiştir. Kıyafete para harcamaktan kaçınmaz, bir kadının ilgisini

çekmeyi severdi. Genel olarak ince bir estetik anlayışı olduğu söylenebilirdi. Yovkov

birçok kadınla ilgilendi, ama hiçbiri evlilikle sonuçlanmadı. Bunun sebeplerinden biri

çok sahiplenici bir insan olması olabilir, bu özelliği genelde kadınları ondan

uzaklaştırırdı. Arkadaşlarından biri olan Yordanka Simeonova yazara aşık olmasına

rağmen onunla evlenemedi, çünkü Yordanka'nın babası Yovkov'un fakir olduğunu

düşünüyordu 18.

Page 94: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

85

Yovkov'un özel yaşamı hakkında ne söylense de, ortada kesin olan tek bir şey

vardır: Edebiyata tutku derecesinde bağlı olması. Yovkov'un ilk edebi denemesi,

okuyuculara liseden mezun olmasından kısa bir süre sonra ulaşır, ilk şiiri Bir Çocuğun

Haçı Altında 1902 Ekim ayında Sıznanie (Bilinç) dergisinde yayınlanmıştır. İş

arkadaşları onun edebiyata olan ilgisinden haberdardılar ve Hudojnik (Sanatçı),

Prosveta (Eğitim), Selska probuda (Kırsal Uyanış), Novo obştestvo (Yeni Toplum), Naş

jivot (Hayatımız) ve Nablyudatel (Gözlemci) gibi dergilerde 19 yayınlanan şiir ve kısa

öykülerini fırsat buldukça okurlar. Yovkov, edebiyat saplantısı hakkında açık açık

konuşmaktan çekinmezdi. Arkadaşlarından biri aralarında geçen bir konuşmada

Yovkov'un şöyle söylediğini hatırlar :

“Böyle kalacağımı zannetmeyin. Ben çok ünlü olacağım, çünkü içimdeki gücü

hissediyorum” 20.

20.yüzyılın başlarında Yovkov'un entellektüel gelişimi hakkında çok fazla şey

bilinmemektedir. Yovkov'un yaşamını ele alan araştırmacılar, doğrudan yazarın 1920'li

ve 1930'lu yıllarda gösterdiği başarıları ve savaş öykülerini analiz etmek amacıyla

Yovkov'un hayatının bu dönemini atlamışlardır. Gerçekten, Yovkov da bizzat bu dönem

içindeki yaratıcı faaliyetlerinden bahsetmek konusunda isteksizdir, bunu yapmakta da

bir noktaya kadar haklıdır; zira bu dönemde yazdığı şiirleri ve öyküleri fazla ilgi

görmemiştir. İleride tanınmış bir yazar olduğunda Yovkov, o dönemde yazdıği şiir ve

öykülerin, 1920'lerde ve 1930'larda yayınlanan toplama eserlerden çıkarılmasını

istemiştir. Bu durumun bir tek istisnası vardır: Ovçarova jalba (Çobanın Üzüntüsü-

1910) adlı öyküsünün tarzında önemli değişiklikler yaptıktan sonra Staroplaninski

legendi (Kocabalkan Efsaneleri-1927) adlı eserine dahil etmiştir. Yovkov'un itirazlarına

rağmen, edebi kariyerinin ilk dönemleri de ele alınmaya ve incelenmeye değerdir;

çünkü bu dönemler Yovkov'un o zamanın edebi yaklaşımlarıyla olan bağlantısını ve

bakış açısını ortaya koyar. Bu yıllar boyunca Yovkov'un, edebiyat tarihinde

Modernizm olarak tanımlanan oluşumun etkisini yansıtan bireyci bir gerçeklik algısı

geliştirdiği ortadadır 21. Bulgaristan'da Realizmi sanatla buluşturan Elin Pelin gibi

birçok yazar o dönemlerde kendilerini Modernizmin egemenliği altında bulmuşlardı.

Yovkov'un 1902 ve 1910 tarihleri arasında yayınladığı yirmi iki şiirde şairin tavrı,

Page 95: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

86

yaşadığı dünyayı endişeli bir şekilde gözlemleyen, hayal kırıklığına uğramış bir

entellektüelin tavrıdır. Yovkov'un şiirlerinde orijinallik pırıltıları görülmez, Bulgar

Sembolist şair Peyo Yavorov'dan bir çok motif ödünç almıştır 22. Yovkov'un üslubu

retorik ögelere dayalı ve abartılıdır. “Prolet” (İlkbahar) adlı şiirde, başlığın gizemli ve

gözalıcı bir güzelliğe işaret ettiği ileri sürülür; "adam" çaresizce mutluluğun kapılarını

çalan Sisyphius'a benzetilir; "Sonbahar" da içinde keder ve pişmanlıkları barındırır. Bu

sembollerin sıradanlığı şair kişinin özgün şairlik deneyimine sahip olmamasından ileri

gelir. Yavarov için iyi ve kötünün, mutluluk ve üzüntünün birbiriyle mücadelesi

şiirlerinin özünü oluşturur; çünkü bunlar onun kişisel düşlerini ifade eder, fakat

Yovkov'un şiirlerinde bu kavramlar yapay ve özgünlükten uzaktır. Bu şiirlerdeki

neredeyse programlanmış kötümserlik, Nikolay Liliev veya Teodor Trayanov ve elbette

ki Peyo Yavorov gibi daha yetenekli Sembolistlerin kötü bir kopyası gibi görünen bir

yapmacıklıktan ibarettir.

Neyse ki 1910 yılında Yovkov şiir yazmanın onun mesleği olmadığını farketmiş

ve bu sayede kötü bir şairi kaybeden Bulgar edebiyatı büyük bir öykü yazarı

kazanmıştır. Fakat Yovkov'un şiirlerinde gözlenen endişeli ve karamsar dünya

görüşünün, öykülerine de aktarıldığı kesinlikle unutulmamalıdır. 1910 ve 1913 yılları

arasında (yani Yovkov'un ilk öykü denemesinden ilk savaş öykülerinin basıldığı tarihe

kadar) yayınlanan on üç kısa öyküden sadece ikisi diğerlerine oranla daha iyimser bir

üslupta yazılmıştır. Bu öykülerin hemen hepsinde Yovkov, derinlemesine psikolojik

karakter analizine olan eğilimini sergiler. Kural olarak, öykülerindeki karakterler

patolojik özelliklere sahiptirler ve davranışları genel anlamda normal kabul edilen

davranışlardan sapmalar gösterir. Sinite minzuhari (Mavi Çiğdemler) adlı öyküde

yazar, sağır ve dilsiz bir kişinin Rusana adında bir kıza duyduğu aşkı betimler. Şayet bu

seçim sıradışı ise, öyküde yaratılan koşullar çok daha da sıradışıdır, bu koşullar sağır ve

dilsiz bir kişinin psikolojik portresini betimlemek için tasarlanmışlardır. Yazarın kendi

hayatı hakkında bazı detayları içeren Tıga (Acı) adlı kısa öykü, Yovkov'un

kötümserliğinin ve psikolojik karakter analizine olan eğiliminin ilk örneklerinden

biridir. Yalnız bir öğretmen olan Andrey, yaşadığı köyden şehre göç eder. Yeni

ortamına alışamayan Andrey,kısa bir süre sonra kendisini yabancılaşmış ve kaybolmuş

hissetmeye başlar. Kız kardeşinin ani ölümü yalnızlık duygusunu daha da arttırır (bu

Page 96: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

87

olayların her ikisi de Yovkov'un başına gelmiştir: Köyden kente göçmüş ve kız kardeşi

Suba ölmüştür). Sembolist yaklaşımın tüm tipik ögeleri bu öyküde yer alır:

Huzursuzluk, yabancılık, sembollerin alegorik (kinayeli) anlamları. Yaklaşmakta olan

bir felaketin kasvetli atmosferi sarmıştır her yanı; kargalar ve siyah bulutlar kötü

kaderin habercileridir. Yazar,kahramanının bilinçaltının derinliklerine inmek ve

ruhundaki keşmekeşi gün yüzüne çıkarmak için iç monologlardan yararlanır.

Bu öykülerin kahramanı genelde hayal kırıklığına uğramış bir öğretmen veya

aşırı bireyciliğin bir savunucusu olarak dünyayla mücadele eden bir entellektüeldir. Bu

tür karakterlere Edin esenen den (Bir Sonbahar Günü), Bez myasto (Yersiz), Sled prolet

(İlkbahardan Sonra) adlı öykülerde rastlıyoruz. Kahraman tamamen kendi iç dünyasına

gömülü kalmış, mutsuz ve sosyal çevreden izole olmuş veya dışlanmıştır. Genellemek

gerekirse, karamsar durumlar yaratmak, Yovkov'un ilk öykülerinin temel

özelliklerinden biridir. Psikolojik zihin yapısı ve doğal fenomenler arasında bir bağıntı

olduğunu ileri süren ortamlar yaratır. Dış dünya,gece, fırtına, bulutlarla dolu gökyüzü,

kargalar vb. yakın zamanda neler olacağını haber veren ipuçlarıdır. Sembolistler bu

sanatsal aracı Romantizmden miras almışlardır ve Yovkov da ilk eserlerinde bu araçtan

geniş ölçüde yararlanmıştır. İleride bu aracın büyük ölçüde değiştirilmiş ve

sınırlandırılmış bir halde olmakla birlikte Yovkov'un savaş öykülerindeki anlatım

üslubunu şekillendirdiğini görüyoruz.

Yovkov'un ilk yazıları, sanatsal başarılarının önemli bir parçası olması dışında

biyografik açıdan da ilgi çekicidir, bu yüzden kendisi bu yazıların onunla ilgili

olduğundan toplama eserlere dahil edilmesini istememiştir. Yaratıcı yazarlığa hazırlık

niteliğindeki bu denemeden sonra edebiyat alanındaki gerçek “çıraklık dönemi” 1913

yılında ilk savaş piyeslerinin yayınlanmasıyla başlamıştır.

1912 Sonbaharında 1.Balkan Savaşı patlak verince, Yovkov hemen orduya

katıldı. İlk olarak 41.piyade alayında komutan yaveri olarak görev yaptı, fakat kısa bir

süre sonra, kendi isteğiyle aynı alayın 5.bölüğünde komuta subayının takımına transfer

edildi. Bunu Yovkov kendisi istemiştir. Yaver olmak onun için savaşa katılmamak

demekti, o da bu düşünceden hoşlanmamıştı. Aynı alayda görev yapan erkek kardeşi

Page 97: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

88

Kosta Yovkov’a 23 göre, Yovkov savaşla ilk kez 9 Ekim 1912 tarihinde Edirne

yakınlarındaki Kaypa köyünde tanıştı. Elinde kılıcıyla üç yüz kişiye önderlik ederek

Türk mevzilerine karşı başarılı bir saldırı gerçekleştirdiler. Yazarın savaş maceraları

İkinci Balkan Savaşında da devam etti, bu savaşta bacaklarından yaralandı ve erken

terhis edildi. Fakat Yovkov çok sevdiği Dobruca'ya dönemezdi; savaş sonrasında

annesinin (Pena Yovkova, Romen işgalinin başladığı gün olan 13 Temmuz 1913'te

öldü) yaşadığı Çifutköy'ü de içeren güney Dobruca ve asker olmadan önce öğretmenlik

yaptığı diğer köyler Romanya'ya katılmıştı. Yovkov artık "kendi ülkesinde bir

sürgündü". Sofya'ya gitti ve burada Dobruca'dan birçok hemşehrisiyle karşılaştı; fakat

bir yazar olarak kariyerine en çok katkıda bulunan olay, Nikolay Liliev, Dimitir

Podvırzaçov, Georgi Rayçev ve Konstantin Konstantinov gibi modern Bulgar

edebiyatının genç ve yükselen yazarlarıyla tanışmak olacaktı. Yovkov bu yazarlardan

bazılarıyla ve özellikle Liliev ve Podvırzaçov ile yakın ve hayatının sonuna kadar

sürecek arkadaşlıklar kurdu. 1914'te Bulgar Sembolizminin en önemli almanaklarından

birini, “Zveno”yu (Takım) yayımladılar. Aynı yıl Yovkov savaşı konu alan ilk önemli

kısa öykülerini yayımladı.

Balkan Savaşları (Temmuz 1913) sona erdikten kısa bir süre sonra I. Dünya

Savaşı başladı. 1915 yılında Bulgaristan Merkezi Güçler'e katıldı ve Sırbistan ve

Yunanistan'a karşı savaş ilan etti. Yovkov, Balkan savaşları sırasında teğmen rütbesine

ulaşmış ve “Cesaret Nişanına” layık görülmüştü ve şimdi bir kez daha yedek subay

olarak orduya seçiliyordu. Altı ay Yunan-Bulgar sınırında kaldı, fakat bu kez

çarpışmalara katılmadı. 1915'te çeşitli dergi ve gazeteler 24 için savaş muhabiri olarak

çalışmak üzere Sofya'ya geri çağırıldı ve savaş bitene kadar orada kaldı.

Yovkov normal bir Bulgar vatandaşı olarak Balkan Savaşını hevesle karşılasa

da, Birinci Dünya Savaşı’na karşı tutumu daha olumsuzdu. Bu savaşın ülkeyi başka ve

daha kötü bir felakete sürükleyeceğinden korkuyordu. Savaşın sonucu da onun bu

şüphelerini doğrulamıştı. Bulgaristan'ın 1915-1918 yılları arasındaki askeri

operasyonlarla ele geçirdiği topraklar bir kez daha elden çıkmıştı ve ülke yabancı

işgaline boyun eğmek ve yüksek miktarda savaş tazminatı ödemek zorunda kalmıştı.

Page 98: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

89

Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Güney Dobruca'nın da kaybedilmesi yazar

için tam bir kişisel trajediydi. Yovkov bu olaydan sonra ilerideki yazılarını da

etkileyecek derin bir ruhsal bunalıma girdi. Kendisini savaş öncesinden tanıyanlar ve

1918-1919 yıllarında tanışanlar iki farklı insandan söz etmektedirler. Değişim o kadar

gözle görülür bir haldedir ki, eleştirmen Simeon Sultanov 25 “iki farklı Yovkov'u” konu

alan bir yazı yazar : “Genç” Yovkov ve “Büyümüş” Yovkov. Doğası gereği Yovkov

içine kapanık bir insandı, ama onu Dobruca'dan tanıyanlar açıklığı, espri anlayışı ve

insanlarla iletişim ve dostluk kurma, hem sevincini hem de hoşnutsuzluğunu belli etme

yeteneğinden çok etkilenirlerdi. Ne yazık ki bu özelliklerinin hepsi savaştan sonra

kayboldu. Yovkov savaştan sonra kendi hayal ve düşünce dünyasına daldı,karamsar ve

yeni insanlarla tanışmaktan çekinir hale geldi. 1918 yılında yaşanan bozgun yazarı,

insanlara güvenmez hale getirecek kadar üzmüş ve hayal kırıklığına uğratmıştı.

Yovkov'la 1918-1919 yıllarında tanışan eski Tolbuhin belediye başkanı şöyle yazmıştır

:

“Ülkenin yaşadığı felaket onu mahvetmişti. Cephede çarpışan ve yöneticilerin

ihtiyatsızlığını ve diplomatların acizliğini yakından gören bir asker kadar sarsılmıştı.

Ruhsal bunalımdaydı ve derin bir karamsarlık içindeydi. İçine kapanmıştı, sokağa çok

az çıkıyordu, sadece arada bir yakın arkadaşlarıyla buluşup olaylar hakkında yorum

yapardı... Bu dönem, onun yaşamının gidişatını belirleyen dönem oldu. Tamamen kendi

içine kapandığı bu dönemde en güzel eserlerini yazdı”.26

Yovkov Sofya'ya döner dönmez bir başka komplekse kapıldı, bu kompleks hayat

boyu peşini bırakmayacaktı ,ama özellikle savaştan sonraki ilk yılda çok acı çekecekti.

Bu psikoloji, bir şehre yeni gelen bir kişinin yaşadığı kompleksti. Yovkov o günlerdeki

halini şöyle anlatır :

“Herkes beni suskun, az konuşan bir insan zannediyordu. Halbuki bu doğru

değildi. Ben sadece kendisine tamamen yabancı bir ortama girmiş bir insan

görüntüsündeydim. Büyük şehirden gelmiştim ve kendimi misafir gibi hissediyordum,

bir gün geldiğim yere geri dönecektim”.27

Page 99: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

90

Bir yandan kendisini ait olduğu yerden ayrılmış gibi hissediyordu, diğer yandan

da yaratıcılığının gelişmesi için şehrin kültürel atmosferine ihtiyacı vardı. Şehir

insanları arasında kendini huzursuz hissediyordu ve duygularının karmaşıklığı da

psikolojik dengesini bozuyordu.

Fakat en kötü deneyimini ordudan ayrıldığı gün yaşadı : İşsizdi, kendisini

istenmeyen ve reddedilmiş biri gibi hissediyordu, toplum üzerinde bir yüktü, tıpkı

aşağılanmış birçok isimsiz kahraman gibi. Onun durumu daha kötüydü; çünkü hiçbir

zaman bir mesleği olmamıştı ve kendi kendine öğretmen olmuş birinin, sınırlı sayıda iş

imkanı olan ve yeni kurallara göre öğretmen olmak için pedagojik sertifika sahibi

olunması gereken (Yovkov'un pedagojik sertifikası yoktu) bu savaş sonrası dönemde bir

iş bulması hiç de kolay değildi. Yine de arkadaşları Varna şehrinin iyi okullarından

birinde ona iş bulmayı başardılar. Bu kolay bir işti ve iyi de maaş alıyordu, ama Yovkov

kısa süre sonra öğretmenlik mesleğini hiç sevmediğini fark etti ve işten ayrıldı.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi Yovkov daha yeni evliydi. Sofya'da tanıştığı ve

kendisinden 15 yaş küçük Despina Koleva'yla 1918 sonbaharında Dobriç'de (bu onun

Dobruca'ya son ziyareti oldu) evlenmişti. 1919'da ilk ve tek çocukları olan kızları Elka

doğdu ve Yovkov ailesini geçindirebilmek için sabit bir gelire ihtiyaç duymaya başladı.

Sofya'da sayısız işe başvurdu fakat başarılı olamadı, ta ki yine arkadaşları sayesinde

kendisine dış işlerinde önemsiz bir basın görevlisi pozisyonu teklif edilene kadar.

Yovkov bu işi hemen kabul etti; çünkü maddi durumunu düzeltmek için başka şansı

yoktu. Dışişleri Bakanlığı ona üç diplomatik görevden birini seçmesini teklif etti:

İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri ve Romanya. Yovkov da memleketine en yakın

olan ülkeyi,Romanya'yı seçti.

Bu kadar tatsızlıktan sonra yazarın en sonunda huzura kavuştuğu ve mali

sıkıntılardan kurtulduğu düşünülebilir. Fakat durum hiç de öyle değildi: 30 Eylül

1921'de yaşanan hükümet değişikliğinden sonra Yovkov partizan siyaset ve entrikaların

kurbanı olarak işini kaybetti. Şans eseri bu karar geri çekildi ve Yovkov Bükreş'teki

Bulgar elçiliğinde 1927'ye kadar çalışmaya devam etti. Yine de bu günler yazarın en

mutlu günleri değildi. Yoğun idari görevler arasında adeta boğuluyordu. Kimse ona

Page 100: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

91

yaratıcı yazarlığını kullanmak için zaman bırakmayı düşünmüyordu ve maaşı o kadar

düşüktü ki ailesini zor geçindiriyordu. Bu durum eşi Despina Yovkova'nın Bükreş'teki

Bulgar çocuklarının devam ettiği bir okula öğretmen olmasıyla biraz düzelir gibi oldu,

ama yaşadıkları hayat koşulları hala çok kötüydü. İçinde bulunduğu mali durum

Yovkov'un arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerin ana konusuydu. Hatta arkadaşlarından

birine “korkunç koşullar altında yaşadığını” söylemişti.28 Amirlerine yazdığı resmi

mektuplarda da bunu ima eden cümleler vardı.29 Entrika ve tatsızlıklar, Yovkov'u

Bükreş'te diplomatik olarak çalıştığı süre boyunca yalnız bırakmadı. 1922'de “Bükreş

elçiliğindeki görevleri devam etmekle birlikte” Odesa'daki Bulgar Konsolosluğu’nda

sekreterlik görevine getirildi. Fakat 1925'de Yovkov, işine bağlı bir görevlinin başına

gelebilecek en kötü tecrübelerden birini yaşadı : Daha düşük bir maaşla sıradan bir

elçilik çevirmeni (dragoman) görevine getirilmişti. Bunun üzerine Yovkov ileride

ölümcül bir hastalık haline gelecek, anlaşılmaz bir mide hastalığı geçirdi ki, bu kadar

kötü olaydan sonra bu hiç de şaşırtıcı değildi. Yazar, eskiden de mide ağrılarından

şikayet ederdi, şimdi bu ağrılar kronik hale gelmişti. Yaşadıkları onu o kadar yıpratmıştı

ki, kendisini Bükreş'i terk edip Bulgaristan'a dönmek zorunda hissediyordu. 21 Ekim

1927 tarihinde istifa dilekçesini Bulgar dış işlerine verdi.

Yaratıcılığının gelişmesi açısından “Romanya Dönemi” nin Yovkov'un

yaşamının en verimli çağlarından biri olduğu unutulmamalıdır. Gerçekten de Yovkov

bu dönemde dikkate değer bir sabır göstermiştir. Yaşadığı tüm maddi zorluklara

rağmen, en güzel kısa öykülerinden bazılarını Bükreş'te yazmıştır: Staroplaninski

legendi (Kocabalkan Efsaneleri), Posledna radost (Son Mutluluk), Veçeri v

antimovskiya han (Antimov Hanında Akşamlar).

Sofya'daki son on yılı (1927-1937) Yovkov'un belki de en mutlu yıllarıydı.

Yazarlık yaparak kendini mali açıdan güvenceye almış ve çevresinde tanınan bir insan

olmuştu. Bükreş'teki görevinden istifa etmesi onun için bir anlamda transfer edilmek

demekti. Çünkü hayatının sonuna kadar Dışişleri Bakanlığı basın departmanındaki

görevine devam etti. Bulgaristan'ın kültür alanındaki atılımlarını hem yurtiçinde hem de

yurtdışında tanıtmayı amaçlayan ve hükümet tarafından çıkarılan La Bulgarie ve Novi

dni'de (Yeni Gün) editörlük yaptı. Yovkov'un hayatının son dönemi edebi açıdan da en

Page 101: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

92

verimli dönemdir. Bu dönem içerisinde dört tiyatro oyunu, iki roman, kısa öykülerden

oluşan iki kitap yazdı ve Jetvaryat (Orakçı) adlı kısa romanını yeniden yazdı .

Tüm bunlar Yovkov'un ani ve zamansız ölümünü daha da trajik hale getirmiştir.

Doktorlar yazarın kronik mide rahatsızlığının ne olduğunu bir türlü anlayamamışlardı

ve 1937'de hastalık birdenbire kötüye gitmeye başladı. Ekim ayında Yovkov, Hisarya

kasabasına gitmeye karar verdi, buradaki mineral sular kötüye giden hastalığını belki

iyileştirebilirdi. Fakat tam tersi oldu, durumu daha da kötüleşti ve Yovkov 15 Ekim

1937'de öldü. Öldüğü sırada başucunda karısı, yazar ve eleştirmen Viço İvanov ve o

zamanlar edebiyat eleştirmenliği yapan ve günümüzde de tanınmış bir edebiyat tarihçisi

olan Petır Dinekov 30 bulunuyordu. Plovdiv (Filibe) Katolik Hastanesi’nde yapılan

otopsi sonucunda Yovkov'da bir kanser tümörüne rastlandı. Görünüşe göre kanserden

ölmüştü. Sofya'da toprağa verildiği gün ulusal yas ilan edildi.

Page 102: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

93

BÖLÜM 3

SAVAŞ ÖYKÜLERİ

3.1. Yordan Yovkov ve Savaş

Yordan Yovkov'un 1904'ten Birinci Balkan Savaşının patlak verdiği 1912 yılına

kadar Dobruca'da oturduğu dönem, yazılarının gelişimini önemli ölçüde etkilemişti. Bu

dönem boyunca Yovkov, köy hayatının derinlik ve zenginliğinin, edebi ilham

kaynaklarından biri olabileceğini fark etmişti. Bu dönem sonunda yazar, daha sonraları

kendiliğinden edebi kurguya dönüşecek ve Dobruca köylüleri hakkındaki bilgi ve

deneyimini yansıtacak malzemeler aramaya başladı. Daha realist bir üslup

benimsemeye başladı, bu tarzın ilk meyvesi şairliğe olan ilgisinin sona erdiğini

gösteren, Ovçarova jalba (Çobanın Üzüntüsü) adlı öyküsüydü. Bir önceki bölümde

sözünü ettiğimiz gibi, Yovkov'un ilk öyküleri Sembolist edebi akımdan oldukça

etkilenmişti. Fakat, Yovkov'un düzyazıyı şiire tercih etmesi, başlı başına önem taşıyan

bir konudur. Edebi bir hareket olarak Sembolizm, şiiri düz yazıya tercih ederdi; fakat

Yovkov modern şiirin, temelde gerçekçi deneyim ve gözlemlerini yansıtmak için uygun

bir araç olmadığını düşünüyordu. Sembolist edebi şiir sanatının isteklerine uymak veya

bu akımdan saparak kendi ifade şeklini bulmak arasında kalan Yovkov ikinci seçenekte

karar kıldı. Artık ihtiyaç duyduğu tek şey, Sembolist hayallerini tuzla buz edecek,

Sembolizmin verdiği uyuşukluktan kurtaracak ve yeteneğinin tüm görkemiyle

parlamasını sağlayacak bir ilham kaynağıydı. Savaş ona istediği herşeyi verdi. Hatta

bazı eleştirmenler Yovkov'u yazar yapan şeyin savaş olduğunu söylerler.

1912 yılında üç Balkan ülkesi (Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan)

yarımadanın büyük bir kısmını hala elinde tutmakta olan Türkiye'ye karşı ittifak

kurdular. Bu hareketin resmi sloganı, Avrupa topraklarının son bölümünü "Türk

egemenliğinden" kurtarmak düşüncesiydi. Kutsal ittifaktaki tüm ülkeler toprak

kazanmayı bekliyordu, bu yüzden savaş fikri popülarite kazanmaya başlamıştı.

Bulgaristan, Bulgarların kendi vatanlarının bir parçası kabul ettiği Makedonya'da

yaşayan kardeşlerine özgürlük haklarının verilmesini istiyordu. Bu amaç, Bulgarların

yurtseverlik duygularını 1 benzersiz bir boyutta harekete geçirmişti ve Yovkov da birçok

Page 103: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

94

arkadaşı gibi orduya katıldı. O sıralar Yovkov, savaşın kısa aralıklar dışında neredeyse

altı yıl süreceğini tahmin etmemişti ve tarihe geçecek bir mücadele olacağını düşündüğü

bir olaya iştirak etmekten mutluydu. Tüm savaş boyunca Yovkov'u en çok etkileyen

şey; birçoğu basit Bulgar köylüleri olan askerlerin cesaretiydi. Bu cesaretin altında

Yovkov'un Dobruca'da yaşarken büyük saygıyla karşıladığı ahlaki değerler sistemi

yatıyordu.

Birinci Balkan Savaşı uzun sürmedi. İttifak güçlerinden gelen kesintisiz baskı

altında bunalan Türk ordusu ağır bir yenilgiye uğradı ve 17 Mayıs 1913 yılında

Londra'da bir barış antlaşması imzalandı. Anlaşmanın en karlı tarafı Bulgaristan'dı.

Makedonya'nın büyük bir kısmını ele geçirmiş ve tüm Makedonya'yı ülkenin geri kalan

kısmıyla birleştirme amacına biraz daha yaklaşmıştı.

Fakat barış uzun sürmedi. Londra Antlaşmasını imzalayan ülkelerden hiçbiri

sonuçtan tatmin olmamıştı. Yunanistan ve Sırbistan, Bulgaristan'a çok fazla toprak

verildiğini düşünüyordu, ama Bulgaristan Makedonya'nın tümünü kontrolü altına

alamadığı için memnun değildi. Bulgaristan Çarı I. Ferdinand, İstanbul'u fethetmeyi ve

yeni bir Bulgar İmparatorluğunun başına geçmeyi hayal ediyordu. Genel olarak o

zamanın Bulgar diplomasisi de oldukça beceriksiz ve öngörüsüzdü, eski müttefikleriyle

karşı karşıya gelme fırsatını önceden göremiyordu. Gerçekten de hem Yunanistan hem

de Sırbistan, işgal edilen bölgelerin halklarına Bulgaristan'la bağları yüzünden eziyet

ederek tahrik edici şekilde davranmıştı. Bu durumda Bulgaristan'ın tepkisi daha ılımlı

olmalıydı, ama Bulgaristan bunun yerine saldırgan bir tutum takınarak askeri

operasyonlar başlattı. 16 Haziran 1913 tarihinde, yani Londra Anlaşmasından yaklaşık

bir ay sonra,Çar I. Ferdinand birliklerine Yunan ve Sırp güçlerinin mevzilerine saldırı

emri verdi ve İkinci Balkan Savaşı olarak bilinen tarihi trajedi başladı. Yunanistan,

Sırbistan ve Karadağ, Türkiye ve Romanya'yla birleştiler; Türkiye en azından kaybettiği

toprakların bir kısmını geri almak istiyordu ve Romanya'nın da Güney Dobruca'da gözü

vardı. Savaş sonunda Bulgaristan sadece Birinci Balkan savaşında ele geçirdiği

toprakları değil, kuzeydeki topraklarının da bir kısmını, yani Yovkov'un memleketi olan

Güney Dobruca'yı kaybetti.

Page 104: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

95

Savaş başlı başına dramatik bir olaydı ve sanatsal açıdan ele alınması

gerekiyordu. Dolayısıyla, Yovkov'un savaşı nasıl gördüğünü ve nasıl tanımladığını

sormak çok da mantıksız olmayacaktır. Tüm eleştiriler, Yovkov'un savaş sahnelerini

çok güzel resmettiği ve çok az sanatçının savaşın canlılığını onun kadar güzel tasvir

edebileceği yönündedir. Fakat görüş birliği bu noktada sona ermektedir. Savaş

tasvirlerini yazdığı öykülerde başarıyla yapan Yovkov, “savaş öyküleri” denilen türe

büyük katkılarda bulunmuştur. Günümüzde, geçmişi ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy'a

kadar uzanmasına rağmen, “savaş öyküleri” terimi aslında yeni bir kullanımdır. Bu

yüzyılda yaşanan iki kanlı dünya savaşı,terimin edebi bir öykü türü olarak kullanımını

artırmıştır. Savaş konulu yazılar yazan bir yazar olarak Yordan Yovkov; Erich Maria

Remarque, Vsevolod Garşin ve Henri Barbusse gibi yazarlarla karşılaştırılmaktadır.

Yovkov ise (şahsen kendi sözüdür) ünlü Rus yazarı Lev Tolstoy'a 2 benzetilmekten

hoşlanmaktadır. Yovkov, yukarıda adı geçen yazarların her biriyle karşılaştırıldığında

farklı sonuçlar ortaya çıkar ve bu durum bir paradoks olarak görünmekle beraber,

yaşamsal bir soruyu cevapsız bırakır : “Yovkov savaş taraftarı mıdır, yoksa savaşa karşı

bir yazar mıdır ?”.

Bulgar eleştirmenler ve özellikle çağdaş Marksist eleştirmenler, bu soruya kesin

bir cevap verememektedir. Yazarın açıkça savaştan yana olduğunu söylemek korkunç

bir şey olurdu, çünkü o zaman yazılarının hepsi olmasa bile en azından savaşa ithaf

edilen kısmını milli edebiyatın ana kaynakları dışında bırakmak gerekebilirdi. Şüphesiz

bu da onarılamaz bir kültürel kayıp anlamına gelecekti. Fakat diğer yandan 1945 sonrası

Marksist Bulgar edebiyat eleştirmenler, Yovkov'u kesin bir şekilde "gerici" bir yazar

olmakla suçlamışlardır.3 Aynı derecede aşırı ve kabul edilemez bir görüş de, Yovkov'un

savaşa açık bir biçimde karşı olduğunu vurgulayan Simeon Sultanov'un yakın zamanlı

görüşüdür.4 Yazarın savaşa karşı tavrından emin olmak için yapılması gereken, yazarın

bu tür bir iddiayı destekleyecek kısa öykülerini bulmaktır: Fakat gerçek, Jetvaryat

(Orakçı) adlı öykünün, yazarının savaşı ilk çıktığı anda kabullendiği ve hatta bazı

durumlarda da savaş yüzünden halktan özür dilediğidir. Bu şekilde davranmasının

birkaç nedeni vardır ve hiçbiri onun büyük bir yazar olduğu gerçeğini asla değiştiremez.

Bunlardan ilki, Yovkov'un tüm Bulgarların 1912'deki duygularını paylaşıyor olmasıdır,

o da herkes gibi Makedonya'nın Türk egemenliğinden çıkmasını istemektedir. İkincisi,

Page 105: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

96

şüphesiz o da savaşın dinamizmi ve canlı karakterinden etkilenmiştir, savaşa bir sanatçı

gözüyle bakmaktadır. Büyük bir yazar olduğu için, objektif olarak bakıldığında kötü

olarak kabul edilebilecek bir olaydan temalar ve motifler çıkarabileceğinin tamamen

farkındadır.

Edebiyatta bir güzellik yaratmak, ille de kişinin kendisini ahlaki açıdan kabul

edilebilir insani davranışlarla sınırlaması anlamına gelmez. Ahlaki değerlere çok önem

veren Yovkov, hayatın içindeki iyi ve kötü gibi kavramlarla sanatsal güzellik fikrini

birbirinden ayırt etme yeteneğine sahiptir. İlk iki kavramın ahlak kapsamında olduğunu

ve güzellik fikrinin (ideasının) de estetik alanına ait olduğunu algılayabilmiştir. Bu

tutumunu ileri bir tarihte yazdığı ve en ilginç öykülerinden biri olan Albena

desteklemektedir.

Fakat Yovkov'un savaştan yana olduğunu düşündüren başka nedenlerden de söz

edilebilir. İkinci Balkan Savaşı’nın Bulgaristan için bir felaket olduğu herkesçe

bilinmektedir. Toprakları azalmış ve 1912'de kazandıklarını kaybetmiş olan Bulgaristan,

İkinci Balkan Savaşı’ndan siyasi açıdan küçük düşürülmüş bir halde çıkmış ve intikam

peşinde koşmaya başlamıştır. Fakat Bulgar halkını, hem ahlaki hem de siyasi açıdan

ikinci bir savaşa hazırlamak gerekimektedir. Bu amaçla, Bulgar basınında halk arasında

kahramanlık ve içine şovenist duygular katılmış, askere yakışır özveri kültünü yaymak

üzere bir kampanya başlatılır. O zamana kadar kazanılmış zaferler abartılıyor ve

yenilginin nedenleri bulunmaya çalışılır. Örselenmiş ulusal gurur, çıkışı aşırı

milliyetçilikte bulmuştur. Ivan Vazov ve Kiril Hristov gibi büyük yazarlar bile

kendilerini bu havaya kaptırmışlardır. 1914 yılında gazeteci ve yazar Grigor Vasilev,

halkın vatanseverlik duygularını kabartmak ve demoralize olmuş Bulgar kamuoyunu

harekete geçirmek için Narod i armiya (Ulus ve Ordu) gazetesini kurar. Gazetenin

programı, ilk sayısındaki başmakalede belirtildiği gibi, oldukça saldırgandır. Gerçekten

de gazete açıkça savaş çığırtkanlığı yapmaktadır :

“İlk önce Türkiye'ye ve daha sonra Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ’a karşı

açılacak olan savaş, en büyük ulusal kahramanlık olarak uzun süre yaşayacaktır.

Savaşın tarihi özü, büyük Fransız Devrimine benzetilebilir. Balkan Savaşlarının sonucu

Page 106: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

97

barış anlaşmaları imzalanarak unutturulamaz. Balkan Yarımadasının geleceği büyük

ölçüde savaşın sonucuna bağlı olacaktır. Barış yeniden hüküm sürmeye başladı, fakat

Balkan uluslarının mücadelesi devam etmektedir.

Şu anda Makedonya'da giderek kötüleşen bir şekilde devam eden köleliğin yerini

insan hakları ve ulusal haklar almadıkça da devam edecektir. Bu şartlar altında, Bulgar

halkı eğer tarihe karışmak istemiyorsa, savaşa hazır olmalıdır. Avrupa karşısında,

Balkanlardaki aydınlatıcı misyonunu güçlü bir şekilde yerine getirmelidir”.5

Bu arada Grigor Vasilev, Yovkov'la yakınlaşarak ondan gazeteye katkıda

bulunmasını istemişti. Yazar, Bulgar askerlerinin kahramanlığını ve olağanüstü görev

anlayışlarını tasvir ederek vatandaşlarını teselli etme fırsatını kaçırmak istemedi. Utro

na pametniya den (Unutulmaz Bir Günün Sabahı), Otvıd (Diğer Tarafta), Pırvata

pobeda (İlk Zafer), Kaypa, Noştite pred Odrin (Edirne Önünde Geceler), daha sonra adı

sadece Pred odrin (Edirne Önünde) olarak değiştirildi)da dahil ilk öykülerinin hepsi

Narod i armiya gazetesinin sayfalarında yayımlandı. Daha sonra Yovkov'un yazdığı

savaş öyküleri, Voenni izvestiya (Ordudan Haberler), Oteçestvo (Memleket),

Sıvremenna misıl (Çağdaş Düşünce) ve Demokratiçeski pregled (Demokratik Bakış)

gibi dergilerde yayımlandı.

3.2. Öykülerdeki Savaş

Yovkov'un milliyetçi ülkülere gözle görülür bağlılığı yazılarında da yer

almaktadır. 1914 ve 1918 yılları arasında barış fikrini destekleyen veya savaşı protesto

eden bir öyküsüne rastlamak mümkün değildir. Savaşı eleştiren birkaç öyküsü Posledna

radost (Son Mutluluk), Belite rozi (Beyaz Güller) ve Hermina (Hermina) savaştan

sonra, tamamen yeni bir ortamda yazılmıştır ve sayı olarak Yovkov'un savaş

öykülerinin çok az bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu öykülere dayanarak, Simeon

Sultanov'un söylediği gibi, Yovkov'un tek yaptığının savaşı eleştirmek olduğunu

söylemek doğru olmayacaktır, zira Yovkov'un savaşı savunur tarzda yazdığı iki cilt

dolusu öykü bulunmaktadır. Bunun sonucunda, Marksist eleştirmenler yeni bir yaklaşım

benimsemiştir. Efrem Karanfilov, Yovkov'un savaş kahramanlarından 6 söz ederken,

edebi analizinde, bir yazarın dünyaya bakışı ile yaratıcılık yöntemi arasında bir çelişki

Page 107: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

98

olabileceğini savunan Marksist savı (Engels'in formüle ettiği) kullanır. Engels, örneğin

Balzac'ın kralcı eğilimleri ve ilkel rejimi tercih etmesine rağmen, yeni burjuvazinin

sosyal yapısının yükselişini ve feodal sistemin çöküşünü gerçekçi biçimde tasvir ettiği

görüşündedir.7 Lenin bu tezi Lev Tolstoy'a kadar genişleterek, Tolstoy'un gerici dinsel

dünya görüşü ile Rus toplumunu ilerici ve gerçekçi bir biçimde resmetmesi arasındaki

açık çelişkiden söz etmektedir. Efrem Karanfilov da, Yovkov'un “savaşı ve askerleri

idealize ederek düşmana kaba sözlerle saldırırken”, aynı zamanda davranışları

burjuvazinin “kibirli ve açgözlü bir şekilde zengin olma ve kazançlı işler bulma isteği”

ile açıkça zıt olan ve çoğu köylü olan Bulgar askerlerini gerçekçi bir şekilde tasvir

ettiğini iddia ederken de aynı yöntemi kullanmaktadır. Ne yazık ki, Karanfilov bu

iddiasını herhangi bir örnekle destekleyemediği gibi, Yovkov'un Bulgar askerlerini

tasvir ederken ve gerçekliğin diğer bileşenlerini ortaya koyarken ideolojik veya ahlaki

çifte standartlar uyguladığı iddiasında da güvenilir değildir. Peki askerlerin ve

Yovkov'un çok sadık bir dostu olan “öykü anlatıcısı” nın savaşı algılama şekilleri

arasında gerçekten bir çelişki var mıdır ? Bu soruyu cevaplamak için Yovkov'un en

güzel savaş öykülerinden biri olan Zemlyatsi (Hemşehriler)i inceleyelim.

3.2.1. ZEMLYATSİ (Hemşehriler)

Bu eser,İkinci Balkan Savaş sırasında Türkler’e karşı savaşmak üzere orduya

çağrılan dört Dobrucalı köylünün hikayesidir. Öykü fazla hareketli değildir, çünkü

yazar genelde kişilerin karakterlerini ve savaşın gerçekleştiği koşulları tasvir etmeye

yoğunlaşmıştır. Dört karakter de oldukça kendine özgü kişiliklerdir. Köylü Stoil

toprağa ve kırsal yaşam biçimine yürekten bağlıdır; genel olarak hayata karşı tavrı ciddi

ve neredeyse felsefidir. Herşeyi anlık yaşayan, enerji dolu, esprili ve dünyaperest

(dünyaya bağlı) bir kişilik olan Nikola ise onun tam tersi bir yaradılışa sahiptir.

Nikola'nın esprilerinin en büyük hedefi olan Dimitir, kıymet bilmez arkadaşına

inanılmaz bir hoşgörü gösterir ve hiç şikayet etmeden onun yaptıklarına ayak

uydurmaya çalışır. Alçakgönüllü Dimitir sadece tüm askerler için iyi bir dost değildir,

aynı samanda cesaretiyle de dikkatleri üzerine çeker. En tehlikeli operasyonlarda

gönüllü olmaktan asla çekinmez, ölmüş düşman askerlerinin üstündeki eşyaları ve

özellikle de tütünü almak için gece dışarı çıkacak kadar gözükara olduğu söylenir. Bu

Page 108: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

99

dört asker arasında en "silik" olanı İliya, aynı zamanda en gençleridir. Eski bir bölük

trampetçisi olan İliya, çarpışmalardan birinde trampetini kaybetmiştir ve artık sıradan

bir askerdir. Dimitir ve Stoil arasındaki ilişki gibi, Iliya da Nikola'nın karakterini

tamamlar. Nikola'nın yaratıcı ruhuna sahip olmamakla beraber, o da neşelidir ve şaka

yapmayı sever, ayrıca nazik bir dinleyicidir.

Stoil, Nikola, Dimitir ve İliya bir arada Bulgar askerlerinin en değerli

özelliklerini sergilerler: Cesaret, dürüstlük, arkadaşlık ve dayanıklılık. Bölükleri mevzi

savaşı verdiği için aynı siperde yaşarlar. Yovkov, bu öyküde sözü geçen dört askerin

günlük işlerini, aralarındaki konuşmalarını ve üzüntülerini adım adım tasvir eder.

Günlük işleri arasında diğer askerleri ziyaret etmek ve bunlarla küçük tartışmalara

girmek vardır, ara sıra da düşmanla birbirlerine ateş ederler. Haftada bir gün, Pazarları,

bir araya gelerek ilahiler söyler ve üstü kapalı olarak (askeri sansür yüzünden) savaşın

vahşeti hakkında konuşmalar yapan Ortodoks rahibin vaazlarını dinlerler. Kampta hayat

kasvetlidir. Kışın kar mevzinin üstünü örter ve herşey çok daha gri ve kasvetli görünür.

Bahar gelince askerlerin içindeki gerçek duygu ve hayaller uyanır. Bu durumu en

etkileyici ve dokunaklı şekilde ifade eden Stoil'dir. Bir gece yerinden kalkar, siperin

dışına çıkar,harika ve serinletici bir kokuyla sersemler, bu “sıcak ve nemli dünyanın”

kokusudur. Yaklaşan baharın habercisi olan bu koku, Stoil'in davranışlarının birdenbire

değişmesine neden olur: Stoil huzursuz bir insan haline gelir, ailesine daha fazla mektup

yazmakta, çiftliğini nasıl işletmeleri gerektiği hakkında talimatlar yağdırmaktadır ve

çiftliğini daha sık düşünmeye başlamıştır. Fakat en çok düşündüğü şey, onun gibi

sağlıklı bir adamın toprağı işleyememesinin, en doğru zamanda toprağa ihtiyacı olan

şeyi verememesinin bir günah olduğudur. Stoil bir gün bölük komutanı Yüzbaşı

Varenov'la karşılaşır, Yüzbaşı ona savaş bitene kadar “beklemeleri ve biraz daha acı

çekmeleri gerektiğini” söyler. Stoil'in cevabı son derece felsefi ve düşündürücüdür :

“Doğru, biz acı çekebiliriz, ama toprak Yüzbaşım, toprak beklemez.

Bakın,nasıl konuşuyor”.

Page 109: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

100

Bu konuşma, Yovkov'un öykülerinde doğanın kişileştirilmesinin ilk ve en güzel

örneklerinden biri olmasının yanısıra, başka bir nedenden dolayı da önemlidir. Efrem

Karanfilov'un da ifade ettiği gibi, bizi, Yovkov'un savaş öykülerinin genel anlamı ile

askerleri tasvir ediş şekli arasında bir ikilik yansıtıp yansıtmadığını araştırmaya

yöneltmektedir. Birincisi, Yüzbaşı Varenov'un Stoil'in şikayetine cevabı ne olmuştur ?

Varenov Stoil'i “felsefi” yansıtmaları yüzünden azarlamamaktadır; tam tersine

kendisine anlayış ve sempatiyle yaklaşmaktadır. Varenov'un davranışlarından Stoil'in

üzüntülerini paylaştığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Stoil ve arkadaşları, neden

savaşmak zorunda olduklarını asla sorgulamamaktadır. Varenov'un tavsiye ettiği

şekilde, içinde bulundukları durumu metanetle kabullenmektedirler. Varenov ve

askerleri, tüm zorluklar ve özverilere rağmen savaşa karşı bir bütün olmuş

durumdadırlar. Stoil ve arkadaşları ayine katıldıklarında, Tanrı'yla barıştıklarına dair

derin bir dini inanca kapılır ve “büyük ve kutsal bir şey” için ölmekten korkmazlar.

Bu öykü, askerlerin diğer bir dikkate değer, belki de en önemli özelliklerinden

birini ortaya çıkarmaktadır: Sarsılmaz güven anlayışları. Savaşa katılmak onlar için

yeteneklerini sonuna kadar kullanarak yerine getirmeleri gereken bir zorunluluktur. Bu

noktada yine Varenov'la bir bütün halindedirler. Kaderlerine karşı en ufak bir isyan söz

konusu değildir. Yovkov, subay ile sıradan asker arasındaki birlikteliği doğrulamak

istercesine, öyküyü dramatik bir sonla bitirir. Askeri birlik cepheye gönderilir ve

Varenov ilk çarpışmada yaralanır. Stoil onu savaş alanından sipere kadar kollarında

taşır ama o da vurulmuştur ve her ikisi birlikte, kucak kucağa ölürler.

Yovkov'un askerlerinde görülen görev anlayışı, arkadaşlık ve kahramanlık,

yazarın savaş öykülerini Tolstoy'un Sivastopol Öyküleri (Kırım Öyküleri) ile

bağdaştırır. Bu eserde, Rus askerleri benzer özellikler sergilerler :

“Soğukkanlılık, cömertlik, dayanıklılık ve görev anlayışı. Onları harekete geçiren

şey “vatanlarına duydukları aynı utangaç ama dipten gelen kutsal bağlılıktır”.8

Ayrıca ölüm karşısında korkusuzdurlar. Vsevolod Garşin'in kahramanlarının

tersine, Yovkov'un askerleri asla “neden başkalarını öldüreyim ?” sorusunu sormazlar.

Page 110: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

101

Öldürmek askerin temel görevidir, bu yüzden görevleri ve bilinçleri arasında bir çelişki

yaşamazlar.

Savaş söz konusu olduğu sürece, yazar, anlatıcı ve ister subay ister er olsun

kahramanlar arasında gözle görülür bir birliktelik vardır : Hepsi vatanseverlik

duygusuyla yanıp tutuşmaktadır. Edna bılgarka (Bir Bulgar Kadını) adlı öyküsünde

Yovkov, fiilen çarpışmaya girmeyen kadınların bile savaş zamanında faydalı

olabileceğini hatta kahraman gibi davranabildiklerini göstermektedir. Düşman küçük bir

kasabaya saldırdığında, “gençler, yaşlılar, kadın ve çocuklar askerlerin yardımına

koşarak ellerinden ne gelirse yaparlar”. Fakat en büyük yardım Şina'dan gelir. Şina ara

vermeden kullanıldığında makineli tüfeklerin aşırı ısınabileceğini bilmektedir.

Yorulmak bilmeden tüm öğleden sonrayı tüfekleri soğutmak için cepheye su taşıyarak

geçirir ve herkese örnek olur. Düşman kasabadan çekildiğinde de bu davranışı

karşısında ödüllendirilir.

3.2.2. BALKAN (Balkan)

Bir başka öykü olan Balkan, koruduğu yere eşi görülmemiş bir şekilde bağlı bir

köpeğin öyküsünü konu alır. Bulgaristan'ın önde gelen yazarlarından biri 9 ve

Demokratiçeski pregled (Demokratik Bakış)ın editörü olan Elin Pelin (1877-1949),

“Balkan” adlı köpeğin öyküdeki rolünü anlamadığı gerekçesiyle öyküyü yayımlamayı

reddetmiştir. Köpek, Bulgaristan-Romanya sınırında askeri bir mevzide durmaktadır.

Bulgar askerlerine sınır kaçakçılarını yakalamalarında yardımcı olmak için sürekli etrafı

“kolaçan etmektedir”. Savaş çıktığında Bulgar askerleri geri çekilmek zorunda kalırlar.

Başlangıçta “Balkan” da askerlerle birlikte bulunduğu yeri terkeder, fakat birkaç gün

sonra sınır karakoluna geri döner ve eski sınırı koruma görevine “kaldığı yerden devam

eder”.

Bu öykü iki açıdan ele alınabilir: Realist ve sembolik açılardan. Hangisi seçilirse

seçilsin, öykünün iki anlamı vardır. “Balkan”ın sınır karakoluna geri dönüşü

hayvanların belli bir süre yaşadıkları yerlere gösterdiği basit bağlılığın edebi bir ifadesi

olarak yorumlanabilir. Fakat bu durum, içinde başka bir sembolik anlamı daha

Page 111: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

102

barındırmaktadır : Köpeğin eski sınır karakoluna geri dönmesi “Bulgar askerlerinin de”

döneceği anlamına gelmektedir. Siviller için “Balkan” bir umut ışığıdır, öyküden

çıkarılan anlam hayvanların bile haksızlığa karşı savaşmaktan vazgeçmedikleridir.

“Balkan”ın yeni bir özelliği ortaya çıkarması bu yorumu destekler: “Romen askerlerinin

bu duruma oldukça içerlemesi”.

Yovkov'un öykülerinde, düşmana yılmadan karşı koyulur. Savaşa katılanlar

savaşın meşruluğu konusunda en ufak bir şüphe duymazlar. Fakat Yovkov'un ilk

öykülerinde görülen savaşı kabullenme durumunun sadece vatansever duygularla

açıklanamayacağı da unutulmamalıdır. Unutulmaz Gün adlı öyküde, savaşın ilanı

askerler tarafından yüksek sesle ve hep bir ağızdan yükselen “hurra” çığlıklarıyla

karşılandığında, bu şevkin nedeni sadece vatanseverlik duyguları değil; aynı zamanda

savaşın esrarengiz bilinmezliğidir. Bu durum, özellikle henüz düşmanla ve savaşın

korkunçluğuyla karşılaşmamış olan genç askerler için söz konusudur.

Savaşın askerleri çeken bir başka yönü daha vardır : Askerler savaşı kendilerini

günlük sıkıcı hayattan uzaklaştıracak ve yeni arkadaşlar edinecekleri bir macera olarak

görürler. Yovkov'un çağdaşı olan bir başka Güney Slav yazarı, tamamen aynı motife

değinmiş fakat bunu farklı ideolojik ve sanatsal bir perspektiften sunmuştur. Hırvatski

bog Mars (Hırvat Tanrı Mars) adlı eserde Miroslav Krleza savaşın başında Hırvat

köylülerin orduya alınmaktan ve köylerini terk etmekten mutlu olduklarını gösterir. Bu

insanlar, hiçbir şeyin ağır koşullarda çalışan bir köylü olmaktan daha kötü

olamayacağına safça inanmakta ve günlük yaşamlarından kurtulduklarına memnun

olmaktadırlar. Fakat kısa sürede ölümcül sonuçlar doğuran bu hatalarını anlarlar : Savaş

bir anda kabusa dönüşür ve kahramanlar acınacak savaş kurbanları haline dönüşürler.

Bu tür bir yorumu Yovkov'un en azından 1913-1918 yılları arasında yazdığı

öyküler için yapmak mümkün değildir. Yovkov'un askerleri macera ruhunu hiç

kaybetmezler; onlar ölümle yüz yüze gelmek zorundadır, bu da onları savaş hakkında

derin düşüncelere yöneltir; zorluklarla karşılaşır ama hiçbir zaman karamsarlığa

kapılmazlar; kısaca savaşın her türlü dehşetini vakarla karşılarlar. Yovkov'un askerleri

yenilseler bile kahramandırlar. Jetvaryat (Orakçı) nın yazarı acı çekmeyi resimlese de,

Page 112: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

103

temelde “acı çekme felsefesinin mistik bir şekilde idealize edilmesine karşıdır” 10 ve

kariyeri boyunca da karşı olmuştur. Hırvat yazar Miroslav Krleza'nın köylülerinin

davranışı, sosyal ve siyasi dürtülerle (savaş adaletsiz bir olgudur; çünkü sapkın sosyal

şartlardan doğar ve siyasi radikalizme yol açar vb.) açıklanacaksa, Yovkov'un

kahramanlarının da ahlaki ve romantik bir idealizm içinde bulundukları söylenebilir.

İçinde bulundukları ahlaki ikilemin bir tarafında işlenmesi gereken toprağa duydukları

bağlılık ve diğer tarafında da asker oldukları ve bu topraklar için savaşmak zorunda

oldukları gerçeği durur. Fakat bu çelişkiyle başa çıkma konusunda oldukça başarılıdırlar

: Varılan son noktada vatan sevgisi kişisel duygularına her zaman ağır basar.

Savaşın “epik bir nedenden doğan şiirsellik” olarak tanımlanmasında, basit ve

aynı zamanda neredeyse estetik bir deneyim olarak romantik bir biçimde idealize

edilmesi göze çarpmaktadır. Yovkov öykülerinde karakterlerin psikolojik analizini

yapmaktan kaçınır. Ölüm hakkında yazıyorsa, bu analizi ancak kişinin ölümü anında

yapar. Bu yaklaşımı onu Lev Tolstoy ve Vsevolod Garşin'den ayırmaktadır. Ölüm

düşüncesi şüphesiz olarak her dakika askerlerin aklındadır, fakat yalnızca bir anlık

endişe ve bir anda belirip bir anda kaybolan basit bir düşünce olarak durmaktadır.

Pırvata pobeda (İlk Zafer) adlı öyküde, düşmanla ilk kez karşılaşmadan önce duyulan

heyecan ve sevinçle birlikte, gizlice yaklaşan ölüm düşüncesi de vardır :

“İnsan ruhunun derinliklerinde, gizli kalmış bir yaranın keskin acısının

hissedildiği, ölüm meleğinin geç kalmış bir seyyahın inadıyla kapıyı çaldığı ve “Beni

unutma. Ben buradayım” diye fısıldadığı bir köşe vardı”.11

Fakat bu tür fragmanlara sık rastlanmamaktadır. Yovkov'un yaratıcılık gücü, ilk

olarak savaş içindeki farklı olayları ve ikincisi de bizzat savaş mozaiğini eşi görülmemiş

bir şekilde tasvir etme yeteneğinden kaynaklanır. İlk kategori kapsamında öyküler,

savaşın, kişilerin ve özellikle sivillerin özel hayatı ve davranışları üzerindeki etkisini;

savaşa katılmalarını veya savaşı yaşamalarını; askerlerin bir grup halinde hareket

etmediği veya büyük askeri birliklerin söz konusu olmadığı mevzi savaşının

sürprizlerini ele alan öyküler olarak sınıflandırılabilir. İkinci kategoride ise, öykü,

alışılmadık bir sonu olan bir anekdota benzer. Treta smyana (Üçüncü Vardiya) veya

Page 113: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

104

Sreştu Nova Godina (Yılbaşı Gecesinde) öyküleri bu türün tipik örnekleridir. Her iki

öyküde de konu ya bir sınır köyünde ya da askerlerin siperde olduğu hareketsiz bir

cephede geçer.

3.3. Olay ya da Anekdot Olarak “Savaş”

Savaşın gidişinden dolayı ortaya çıkan kişisel tartışmalar,romantik bir dille

anlatılır. Genelde, bu türdeki öykülerde konu, genç subayla genç kız arasında aşktır.

Şimdi örnek öyküleri inceleyelim :

3.3.1. PESENTA na SOLVEYG (Solveyg’in Şarkısı)

Pesenta na Solveyg (Solveyg'in Şarkısı) adlı öyküde, yetenekli bir kemancı olan

Anya, subay olan eski bir sınıf arkadaşına aşık olur. Vereceği bir konser öncesi

odasında hazırlanırken pencereden dışarı bakan Anya,sokakta yürüyen üç kişinin

karanlıklar içindeki silüetlerini görür : Yaşlı bir kadın, yaşlı bir adam ve genç bir subay.

Kısa bir süre sonra bu subayın eski bir sınıf arkadaşı ve aynı zamanda komşusu

olduğunu farkeder. Arkadaşı Anya ne zaman pratik yapsa aynı parçaları kemanla

çalarak katılmış, bu yüzden “violine secondo” (ikinci keman) adını almıştır. Aradan

yıllar geçer, Anya kariyerine yurtdışında devam etmiştir; subay da olgunlaşmış,

yüzündeki yara izi (gözle görülür bir savaş yarası) ona gerçek bir kahraman görüntüsü

vermiştir. Bu, Anya'nın hayal gücünü harekete geçirir. Birkaç saat içinde, sahneye

çıkmasına çok az bir süre kala inanılmaz bir duygusal metamorfoza uğrar. Keman

dışında hiçbir konuda yeteneği olmayan fakat kemanla harikalar yaratan Anya, tam bir

sanatçıya, duygu ve aşkla çalan bir insana dönüşür. Anya'nın kariyerini yakından takip

eden bir müzik eleştirmeni şoke olmuştur : Bu değişimin nedeni dinleyiciler için bir sır

olarak kalmıştır. Konserin sonlarında Anya, aşkın ve sadakatın sembolü olan Solveyg'in 12 şarkısını çalar.

Page 114: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

105

3.3.2. PRISTENIT (Yüzük)

Benzer bir anlatım ve konu Prıstenıt (Yüzük) adlı öyküde de görülür. Genç bir

subay olan Arso Lambrev, nişanlısını ziyaret etmek için bir süreliğine seyahate

çıkacaktır. Ona bir yüzük armağan etmek istemektedir. Kuyumcu dükkanındayken,

dükkan sahibi Arso'ya, üzerinde tıpkı “kalpten gelen bir gözyaşına” benzer, saf ve

parlak bir elmas bulunan altın bir yüzük hediye etmesini önerir. Aniden Lambrev bu

metaforu, savaş mahkumuyken tanıştığı ve kendisine hapiste kaldığı süre boyunca

yardım eden Mariya adında genç bir kadının döktüğü gerçek bir gözyaşıyla

özdeşleştirir. Cezaevinin bulunduğu kasaba fazla uzak olmadığı için, Lambrev,

Mariya'yı ziyaret etmeye karar verir. Nihayet Mariya'yı bulur ve hediyeyi ona verir.

Nişanlısına da eli boş gider.

Bu öykülerin konuları asla dramatik değildir, genelde basittir ve bazen

duygusallık sınırındadır. Fakat Yovkov, insani duyguların en ince nüanslarını, detaylı

“psikolojik analizlere” başvurmadan, yani “insan ruhu” ve deneyimlerini karmaşık ve

uzun bir şekilde tasvir etmeden yakalamayı başarmaktadır. Duyguların aniden

değişmesi bir dizi dış olayla bağıntılıdır. Yazar,kahramanları hakkında her şeyi bilen bir

psikolog gibi davranmamaktadır; kendisini yüzeyde gördükleriyle sınırlayarak,

kahramanların düşüncelerinin içyüzüne pek temas etmez. Bu tür bir “davranışsalcılık”,

Yovkov'un ilk öykülerinden ayrılıp 1920'lerin yoğun, ekonomik ve basit öykülere bir

adım daha yakınlaştığının bir göstergesidir.

Örneğin Vodaçkata (Rehber Kadın), Sedemte (Yedi), V stroya (Atlı Düzende) ve

Edna Bılgarka (Bulgar Kadın) adlı diğer öykülerde, savaş, normal şartlar altında gizli

kalacak karakter özelliklerinin açığa çıkmasına yardımcı olur. Utangaç ve sıradan bir

öğretmen olan Vangeli, bir dağı geçmeye çalışırken askerlere yardımcı olacak kadar

gözükara bir kadın olduğunu gösterir. “Atlı Düzende” askeri görevinden

uzaklaştırılmaya alışamayan bir atı konu alır; at askeri bir tören sırasında bir marş

çalındığını duyduğunda, en yakın kolda, kumanda subayının atının hemen yanında

sıraya girmektedir.

Page 115: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

106

Tüm bu öykülerde Yovkov, tek boyutlu, kahramanlık gösteren ve kendini daha

kutsal bir yurtsever amaca adamış bir olay kahramanı (insan ya da hayvan) yaratır.

Son olarak, Treta smyana (Üçüncü Vardiya) ve Sreşti nova godina (Yılbaşı

Gecesi) adlı öyküler, savaşı beklenmedik bir sonu olan ve olayların komik bir şekilde

geliştiği bir anekdot olarak resmeden öykülerdir diyebiliriz. İlk öykü olan “Üçüncü

Vardiya”nın başlangıcı, askerler ve onlara nöbetteyken uyanık kalma idealini aşılamaya

çalışan subayları Tsolov arasındaki konuşmaları içerir. Tsolov'un açıklamalarının basit

mantığı ve dinleyicilerinin ciddiyeti arasındaki çatışma, komik sonuçlara yol açar.Er

Petranov nöbete başladığında (üçüncü vardiya, ya da herşeyin olabileceği zaman dilimi)

Tsolov'un açıklamalarını ve özellikle “hareket eden dağ” hakkındaki sözlerini hatırlar :

Tsolov onları nöbet tutan bir askerin “hareket eden dağı” bile izlemesi gerektiği

konusunda uyarmıştır. Fakat Petranov, düşman sipere yaklaştığında alarm vermeyi hep

unutmaktadır çünkü düşman askerlerinin beyaz üniformalarını sis zannetmektedir. Yine

de öykü mutlu sonla biter ve askerler olayı iyi bir şaka (anekdot)olarak hatırlarlar.

Bu öykülerin bir özelliği, savaşın her günkü atmosferini özünü değiştirmeden

vermeleridir. İnsanların karşılaştığı değişiklik ve sürprizlere rağmen, insanlar sıradan

hayatlarına devam ederler, bu da sakin ve nesnelleştirilmiş (genelde üçüncü bir kişi

olarak) anlatımda yansıtılmaktadır.

3.4. Muharebe ya da Macera Olarak “Savaş”

Yovkov bir savaşı tasvir etmeye kalktığında durum tamamen değişmektedir.

Yovkov, savaşları tasvir etmekteki ustalığı ile tanınır, gerçekten de öyledir. Bu tarzda

yazdığı tüm öykülerinde Unutulmaz Gün, Edirne’den Önce, İlk Zafer, Kaypa, Diğer

Tarafta alışılmadık bir durumun değişen detayları yüzünden anlatım daha canlıdır ve

daha özneldir (kural gereği anlatım birinci kişinin ağzından “ben anlatı” olarak

gerçekleşir). Bu öykülerde savaşın maceralı doğası ön plana çıkar. Kişi olağan

ortamından sıyrılıp yeni ve bilmediği bir dünyanın tehlikeleriyle karşı karşıya kalır. Bu

dünya kolektiflik ilkesi üzerine kurulmuştur ve kitle hareketleri en tipik özelliğidir.

Fakat Yovkov'un kendini karşılıklı ateş, saldırı ve karşı saldırı, öldürme ve çarpışmanın

Page 116: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

107

diğer dehşetli anlarıyla sınırladığını söylemek, durumu basitleştirmek olacaktır. Bir

çarpışmanın üç aşaması vardır : Çarpışmadan önceki ölüm sessizliği, genelde öykünün

en canlı kısmı olan çarpışma anı ve çarpışma sonrası. Bu üç yapısal bileşen mutlaka her

öyküde bulunmaz. Örneğin Pred Odrin (Edirne’den Önce) öyküsü, neredeyse tamamen

bir çarpışma sonrasını konu alır.

3.4.1. Ölüm Sessizliği

Çarpışmanın en önemli bileşenlerinden biri olarak sessizliğin en etkileyici

görüntüleri Kaypa “Kaypa” adlı öyküde karşımıza çıkar.

3.4.1.1. KAYPA (Kaypa)

Çarpışmanın zirveye ulaştığı bu öyküde, Yovkov umut ve karamsarlık, ufak bir

rahatlama ve tekrar canlanan huzursuzluk, boyun eğme ve kızgınlık arasında gidip gelen

gerilim ve duygularla dolu ani bir sessizliğin zıtlığını vurgular:

“Herkes susmuştu, kimse konuşmuyordu çünkü herkesin kafasında tek bir

düşünce, herkesin içinde tek bir duygu vardı: beklenti. Çünkü herkes ölüme mahkum bir

kurbanın son dakikalarını yaşıyordu. Son saati tek başlarına bekliyorlardı. El

bombaları ve mermiler altındaki bu sessiz bekleyişin içerisinde taze etlerine kanca

takılmasını kabullenmiş bir boğanın hareketsiz vahşetine benzer bir şeyler vardı”.13

Fakat aynı zamanda savaş içindeki bu kısa aralıklar askerleri birbirine daha fazla

yaklaştırmakta ve dostluklarını güçlendirmektedir. Her asker bir diğerine dokunmak

istemektedir,çünkü bu onlarda güven içinde olduğu ilüzyonunu (sanrısını)

yaratmaktadır.

Bu sessizlik elbette ki kısa sürecektir; herkes yaklaşmakta olan çarpışmanın

şiddetle farkındadır. Aslında bu savaşın belki de en acılı kısmıdır; belirsizliğin yarattığı

gerilim en üst noktaya vardığında, “askerlerin kalp atışları” rahatlıkla duyulmaktadır.

Page 117: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

108

Doğa bazen, örneğin “Kaypa”da olduğu gibi, sessizliğin uğursuz karakterini sergileyen

bir ortam yaratır:

“Sisler altındaki alanı ve sınırları ancak yaklaşınca görülebilen boş ve

terkedilmiş köyü derin bir sessizlik kaplamıştı. Herşey endişe içinde birşeyler olmasını

bekliyormuş gibi nefesini tutmuştu. Sadece yağmurun yere düşerken çıkardığı monoton

ve uyku getiren ses duyuluyordu”.14

3.4.2. Çarpışma Anı

Sessizlik genel olarak Yovkov'un kahramanlarına, savaşın doğası üzerinde

düşündükleri ve savaşa sanki insan hayatında normal bir olaymış gibi yaklaştıkları bir

ortam sağlamasına rağmen, çarpışma anı hem insanın hem de savaşın istisnai

özelliklerini ortaya çıkarır. Yovkov'un en çok ilgisini çeken nokta insanların cesaretidir.

“Kaypa”nın anlatıcısı saldırı sırasında askerleri izlerken şu yorumu yapar:

"Evet, kazanacaklar, ne kadar özgeci, ne kadar korkusuzca ve ne kadar

gururlu bir ölüme meydan okumadır bu !".15

Bu duygu, Pırvata pobeda (İlk Zafer) adlı öyküde Teğmen Randev, askerlerini

saldırı için cesaretlendiğinde daha güçlü bir şekilde gözler önüne serilir :

"Ölüme sakin ve korkusuzca giden insanlarda ne ihtişamlı bir güzellik, ne

yüce bir asalet vardır!".16

Ölümü küçük görmek, olağanüstü bir insanın ilk özelliği ise, özveri de bir diğer

özelliğidir. Yovkov'un öykülerinde anlatılan çarpışmalarda, tereddüte ve namertliğe yer

yoktur. Durumlar biteviye değişir; çarpışmanın gidişatı gürültü, haykırışlar, patlayan

mermiler ve her şeyden önce ölümden kaçmaya çalışan sivil ya da askerlerin gruplar

halinde hareketleriyle özdeşleşir. Yovkov bir çarpışmayı tasvir ederken, dikkatini

bireyler olarak karakterlere yoğunlaştırmak yerine, belli bir durumda bir insanın anlık

bakışını yakalamayı tercih eder ve aynı kişiye ilkinden tamamen zıt başka bir durumda

Page 118: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

109

atıfta bulunur. “İlk Zafer” adlı öyküde bu duruma bir örnek olarak, anlatıcının

Burgaz'da bir tren istasyonunda ailesi ve birkaç genç kız tarafından uğurlanan genç bir

askerle karşılaşması gösterilebilir, anlatıcı daha sonra aynı askerin sert bir çarpışma

sonrası cesedini görür. Bu zıtlıklarla dolu sunum, Yovkov'un kısaltılmış ve veciz

anlatım tarzının tipik bir örneğidir. Ayrıca daha da dramatiktir. Okuyucuyu doğrudan

etkisi altına alır ve savaşın trajik doğasını sanki o anı yaşıyormuş gibi anlamasına

yardımcı olur.

Yovkov'un Türk sınırındaki çarpışmaları konu alan tüm öykülerinde “Unutulmaz

Gün”, “Edirne’den Önce”, “İlk Zafer”, “Kaypa” ve “Diğer Tarafta”, sadece iki

“karakter” düzenli olarak karşımıza çıkar: Anlatıcı kişi ve Teğmen Randev. Bu durum

bize bu iki subay arasındaki yakın arkadaşlık hakkında ipuçları verir ve aynı zamanda

bu öyküler arasında belli bir bütünlük ve süreklilik olmasını sağlar. Bu noktada Yovkov

ilk defa belli bir tema üzerinde ve bir döngü halinde birbirini takip eden öyküler yazma

eğilimini sergiler. Resmi tuvale koymadan önce tablonun tamamını ve son halini

oluşturacak farklı fragmanların taslaklarını çizen büyük bir ressam gibi hareket eder.

Yovkov'un öykülerinde bu tür bir eserin ana kahramanı bizzat savaşın kendisidir,

çarpışma ise onun en temel bileşenidir.

Yovkov bir çarpışmayı tasvir ederken “Omiros” tarzında benzetmeler kullanır.

Bu durum ona cehennemi hatırlatır. Çarpışmayı gök gürültülü bir sağanağa ya da dolu

fırtınasına veya her ikisine birden benzetir. Çarpışma tüm şiddetiyle devam ederken,

anlatıcı bunu sadece insan doğasına değil aynı zamanda genel anlamda doğaya aykırı

bir olay olarak algılar. Çarpışmanın yarattığı endişe hayvanlara ve kuşlara da sıçrar.

Cephane taşıyan atlar cepheye ne zaman yaklaşsa ürperirler. Bir noktada anlatıcı savaş

alanına yaklaşan kuşların nasıl uçtuklarını gözlemler. Kuşlar savaş alanına

yaklaştıklarında gürültüden korkar, biraz yükselir ve geri dönerek geldikleri yöne doğru

uçmaya başlarlar. Fakat aynı zamanda savaş alanının görünüşü de çok güzeldir; insanın

asaletini gerçek anlamda sınadığı için okuyanda hayranlık duygusu uyandırır.

Page 119: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

110

3.4.3. Çarpışma Sonrası

Kural gereği çarpışma sonrasında, rahatlama, riskli bir tehlikeyi atlatmış olmanın

sevinci ve yine gelecek hakkında belirsizlik hüküm sürer. Geçici bir ateşkesin ayrılmaz

niteliklerini oluşturan ayrıntılar ortaya çıkar : Ortalığa saçılmış cesetler; cenazeler;

kazılan siperler; düşman devriyeleriyle karşılaşma; mahkumların götürülmesi vs.

Gerilimi rahatlatmanın yanısıra, “Edirne’den Önce”adlı öyküde tasvir edilen çarpışma

sonrası ortam, acı çekme ve merhamet atmosferinin bir örneğidir. Öykünün oldukça

dokunaklı bir sahnesinde anlatıcı ölü askerlerden söz eder. Etrafa saçılmış eşyalarına -

sırt çantası, çoraplar, kupalar, gömlekler- bakar ve bu eşyaların, çabucak geri

dönecekleri umudunu taşıyan bir annenin, eşin yada kız kardeşin sevgi dolu elleri

tarafından hazırlandığını düşünür . En sonunda şu yorumu yapar:

“...Bu ölü insanları gerçekten de düşman olarak görmek mümkün müydü?

Gerçekten orada kine ve intikama yer var mıydı? " 17

Genel olarak Yovkov'un düşmana karşı tutumu oldukça naziktir, fakat bu aynı

zamanda düşmanın milliyetine (uyruğuna) göre değişir. Yeterince tuhaf olmakla

birlikte, Yovkov önce Bulgarlara yüzyıllar boyunca hükmeden Türklere karşı daha

naziktir, sonra Romenler ve Sırplar gelir. Bazen Romenlere karşı özellikle önyargılı

olduğu görülür, onları alçak, aşağılık, intikam peşinde, kötü niyetli ve yüreksiz insanlar

olarak lanse eder. Bu tutumun nedeni, Romanya'nın İkinci Balkan Savaşı sırasında

güney komşusuna yaptığı saldırının, Bulgarların hayallerini ve beklentilerini temelden

sarsan, beklenmedik ve kalleşçe bir darbe olması olabilir. Ayrıca uzun yıllar boyunca

yaşadığı Dobruca bölgesinin daha sonra Romanya tarafından işgal edilmesi de önemli

bir faktördür.

Çarpışma sonrası ortam, psikolojik gerilimin bir çıkış noktasıdır. Anlatıcı bu

durumu, askerlerin birbirlerine "kin ve husumet dolu bakışlar" fırlattığı, "sessiz ve

rahatsız eden bir fasıla" olarak tanımlar. Dökülen kanın dehşetinden henüz

Page 120: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

111

sıyrılamamışlardır ve çevrelerindeki herşey onlarda şüphe uyandırır, herşey esrarengiz

ve düşmancadır.

4. Savaş Öykülerinde Empresyonizm

Şimdiye kadar ele alınan öyküler, hem içerik hem biçim bakımından Yovkov'un

geri kalan savaş öykülerinden oldukça farklıdır. Bu noktaya kadar, bu öykülerin

içeriğinin bazı önemli noktalarını analiz ettik. Şimdi bu öykülerin nasıl

yapılandırıldığına yakından bakalım.

Bu öykülerin formal (yapısal) özelliklerini anlayabilmek için unutulmaması

gereken nokta,Yovkov'un anlatıcısının, bir entellektüelin, özellikle gerçeğin artistik

açıdan değerinin anlaşılması kaygısını taşıyan, toplumun eğitimli kısmını temsil eden

bir kişinin tüm özelliklerini taşıyor olmasıdır. Muhakkak ki, yazarın bu estetik ifadeleri

hala Modernizmden izler taşımaktadır, olgunlaşmamış öykülerinde olduğu gibi. Fakat

ilk şiirlerinin tipik bir özelliği olan Sembolist tarzdan daha canlı ve renkli Empresyonist

bir tarza gözle görülür bir kayma söz konusudur.

Yovkov'un Empresyonist öyküleri hiçbir zaman derinlemesine

incelenmemiştir.18 Edebiyatta Empresyonizmin kesin bir teorik tanımının olmaması,

böyle bir çalışmayı daha da zorlaştırmaktadır. Örneğin M.E. Kronegger,

Empresyonizm’den edebi bir akım olarak bahsetmenin zor olduğunu, bunun yerine bazı

yazarların eserlerinde birey Empresyonist yazarları veya Empresyonizmin bazı

elementlerini ele almaları gerektiğini ileri sürmektedir.19 Empresyonist sanatçılardan

bahsederken M.E. Kronegger :

“Her Empresyonist sanatçının anahtarının farklı olduğunu” söyler ve "Monet'in

katedralleriyle Cezanne'in sakin hayatları arasında hiçbir ortak nokta yoktur”. 20

Bu ifade edebiyata uyarlandığında daha fazla anlam kazanmaktadır, zira yazarlar

Empresyonist ilkeleri edebiyata uyarlarken birbirlerinden oldukça farklılaşırlar. Fakat

tüm bu farklılıklara rağmen, Empresyonizme özgü yaklaşımları farketmek zor değildir.

Page 121: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

112

Tüm Empresyonistlerin ortak bir özelliği dile karşı hassasiyetleridir, bu durum kendini,

anlatımın görsel ve duyumsal yönlerinin vurgulanmasıyla gösterir. Gerçeklik zihinsel

analizle değil, sadece doğrudan ve spontan (doğal) gözlemle yakalanabilir. Sonuç

olarak, dil bir düşünce veya konsept olarak anlaşılmaz, dil, duyum yaratmak ve kişide

derin görüntüler veya renkli efektler çağrıştırmak için bir araçtır. Bir gerçeklik izlenimi

yaratmak için dış etkenler ve konu birleşmelidir. Bu sayede Empresyonist estetiğin

yaşamsal noktasına ulaşırız : İster ressam ister yazar olsun, bir Empresyonist sanatçı

için hareket noktası gerçeğin kendisidir, bu gerçek oldukça öznel, kişisel deneyimler

süzgecinden geçmiş olsa bile. Bu ilke Empresyonizmi Sembolizmden ayırır,

Sembolizm, sıradan ve duyumsal deneyimlerin çok ötesindeki dünyayı ele alır.

Sembolist dikkatini mutlak olana yoğunlaştırırken, Empresyonist gerçeğe bağlıdır.

Yovkov'u bu açıdan inceleyecek olursak, savaş öykülerindeki Empresyonizm

gözler önüne serilecektir ve bu durum, 1920'lerde ulaştığı ve 1930'larda kesintisiz

sürdürdüğü Realist tarza doğru bir adım olarak kabul edilmelidir. Yovkov'un savaş

öykülerinin, önceki eserlerinde görülen soyut ve neredeyse cansız Sembolizmden çok

uzak olduğuna şüphe yoktur. Şayet bu geçişi Empresyonizm olarak adlandıracaksak,

Yovkov'un Empresyonist tarzını olayların renkli ve canlı bir şekilde resmedilmesi

sayesinde eserlerin istisnai bir cazibe kazanmasına indirgeyerek, fazla basitleştirmeden

kaçınmamız gerekir.Bu tür bir yorum çok cazip gelecektir ve gerçekten de yapılmıştır,21

fakat bu yorumla yazarın Empresyonist tarzının ancak bir yönünü anlayabiliriz.

Başlangıç noktası şimdiye kadar hep gözden kaçırılmış, ama bizce Yovkov'un

anlatım stilinin en ilginç özelliklerinden biri olan, savaş öykülerinden bazılarında

kullandığı “hareketli kamera” tekniğidir. Yovkov hem soyut hem de somut gerçekliğin

farklı yönlerine yoğunlaşır, anlatıcının gözlem açısını sürekli değiştirir. Gerçekten de

rolü, herhangi bir durumda sürekli değişmekte olan olayları ve farklı nesneleri

yakalamaya çalışan bir kameramanın rolünden farksızdır. Dolayısıyla, anlatım hızı

maksimuma ulaşır ve kişiye anlatıcının gözlem alanına mümkün olduğu kadar çok detay

sokmaya çalıştığı izlenimini verir. Fakat kamera objektifi sürekli bir nesneden diğerine,

bir olaydan bir başka olaya, bir hareketten bir diğerine ve bir yansımadan bir diğer

yansımaya kaydıkça, ortaya çıkan gerçeklik, parçalanmış ve sonuçlanmamış gibi

Page 122: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

113

görünür. Örneğin "Kaypa", “Unutulmaz Gün”, “İlk Zafer” veya svyatata noşt

(Paskalya) öykülerinde olduğu gibi, bir durum veya gizli bir ruh haliyle bütünleştirilir.

Bazı edebiyat bilimcilere göre, yukarıda ele alınan özellikler, edebiyatta

Empresyonizmin en önemli işaretleridir. 22 Yovkov'un öyküleri söz konusu olduğunda,

bu özellikleri tek bir cümle içinde bulmak bile mümkündür. “Kaypa” adlı öyküde şu

cümle yer alır :

“Evet kazanacaklar - Ne kadar kişilikli, ne kadar korkusuzca ve ne kadar

gururlu bir ölüme meydan okuma bu!” 23

Bu cümlenin ilk kısmında, Bulgarların kazanacağına dair gösterişsiz bir

değerlendirme bulunur. Eliptik ikinci bölümde ise (daha önce gerçekleşen olaylarla

herhangi bir mantıklı, neden-sonuç ilişkisi olmaksızın) askerlerin erkekçe davranışlarına

bir hayranlık ifade edilir. Aslında burada söz konusu olan, Anton Pavloviç Çehov'un,

ilintisiz monologlarda birbiriyle konuşan insanlar arasındaki bağdaşmayan diyaloglar

şeklindeki yöntemidir. Yovkov'da bu yöntem biraz değişmiştir, onun öykülerinde tek bir

cümle içinde görülür. Bu tür aşırı örneklere fazla rastlanmaz ama bu örnek, Yovkov'un

Empresyonist öykülerinin tipik bir özelliği olan bir sanatsal ilkeye ışık tutar. Yazarın

dikkati sürekli kaymaktadır, anlatıma mümkün olduğu kadar çok detay ve olay katmaya

çalışırken, aynı zamanda da fazla bilimsel doğa tasvirlerinden de kaçınmaya özen

gösterir.

Bu anlatım tekniğinin en açık uygulandığı eser “Kaypa” adlı öyküdür.

Öykü,savaş hakkında genel düşüncelerle başlar, olay yerleri bilinmeyen ve küçük

köylerdir; çünkü bu köyler önemli çarpışmaların geçtiği yerlerdir. Bu girişin ardından,

çarpışmanın kendisi iki aşama halinde tasvir edilir. Ilk aşamada, cephede savaşan ve

yedekte bekleyen askerlerin kahramanlığından söz edilir. Yovkov'un deyimiyle, bazıları

“sahnede”, bazıları da “sahne arkasındadır”. Yovkov ayrıca hava ve saha şartlarından da

bahseder. Şiddetli yağmur ve çamur, askerleri baskı altına almakta ve savaşın dehşetiyle

başa çıkmalarını zorlaştırmaktadır. Öykünün tümü ufak ve görünüşte önemsiz detaylarla

doludur : Bulgar askerlerinin cesetleri, kaos ve düzensizlik içinde geri çekilen Türkler,

Page 123: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

114

subaylarla karşılaşmalar, vs. bu detaylar tamamlayıcı niteliktedir ve hep birlikte

çarpışmanın eksiksiz bir resmini meydana getirirler. Nesneleri ve olayları kendine özgü

bir yöntemle izleyen anlatıcının öznel izlenimleri tüm anlatımı etkiler.

Yovkov'un kendine özgü bir savaş tasvir etme yöntemi geliştirdiği ortadadır.

Önemli çarpışma sahnelerini Vasiliy Vereşhagin veya İlya Repin gibi Rus ressamların

anıtsal resimlerini hatırlatan bir tarzda resmeder. Yovkov'un bu iki sanatçıya "Odrin'den

Önce" adlı öyküde atıfta bulunması ve onların savaş resimlerini, anlatıcının savaş

sırasında bir asker olarak gördükleriyle karşılaştırması tesadüf değildir. Huzursuzluk,

kolay etkilenme, sağlam ve dinamik hareketler Yovkov'un savaş öykülerinin temel

özellikleridir. Zvezdna veçer (Yıldızlı Bir Gece), Elka, Sıd (Mahkeme) gibi ilk

öykülerinin tipik bir özelliği olan korkutucu gizem modu, Sluçayni gosti (Beklenmedik

Misafirler), Kray mesta (Mesta Yakınlarında), Paskalya ve Pred odrin (Edirne'den

Önce) gibi savaş öykülerinde oldukça kontrol altına alınmış bir biçimde karşımıza çıkar.

Savaş öyküleri, korkutuculuk ve gizem hallerinin baskın olduğu ilk öykülerle mukayese

edilirken eklenmesi gereken nokta, savaş öykülerinde ağırbaşlılık, ciddilik ve sukunet

gibi ruh hallerinin de bulunduğudur.

“Paskalya” adlı öyküde, Paskalya yortusundan kısa bir süre önce mehtaplı bir

gecede, öykünün odak figürü olan Kuzev, çocukluk yıllarına geri döner.

“Hemşehriler”adlı öyküde, askerler ve subaylar ayin sırasında Peder Vurban'ın vaazını

dinlerken ortamda vakar havası hakimdir. Stoil topraktan bahsederken, azametli ve

dokunaklı kelimeler kullanır. Benzer bir ruh haline "Paskalya"da da rastlanır, bu öyküde

cephenin her iki tarafında Yunan ve Bulgar askerlerin söylediği ilahiler duyulmaktadır.

Bu ortamı tasvir ederken Yovkov, penie (şarkı söylemek) kelimesini kullanır. Bu

leksikal arkaizmi kullanma fikri oldukça uygundur, çünkü bu kullanım, her zaman dini

ayinin resmiliğiyle özdeştirilir ve bu sayede okuyucu söylenen müzik türünü hemen

farkeder. Dilbilimsel araçların gereksiz tasvirlere yer vermeden dikkatlice kullanılması

yoluyla, yazar görüntüyü esnek hale getirir ve okuyucuda istediği ruh halini çağrıştırır.

Kasvetli ortamlar yaratma eğilimi, karmaşık bir biçimde renklere ve özellikle de

siyaha neredeyse saplantı derecesinde bir hassasiyetle ilintilidir. Savaş öykülerinde

Page 124: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

115

olayların veya dış doğal fenomenlerin renk imgeleri açısından tasvir edildiği pasajlar

bulabiliriz. Askeri birliklerin hareketleri, çarpışmalar, mevziler ve yollar,renkli topaklar,

çizgiler olarak algılanır. Bu tür bir reaksiyonun yazarın psikolojik eğilimlerinin

mi;yoksa bazı kesin edebi geleneklerin bir sonucu mu olduğunu açık olarak belirlemek

zor bir iştir. Bildiğimiz gibi, Yovkov bir süre resim üzerine çalışmak için güzel sanatlar

okuluna gitmeyi düşünmüş fakat hukuk okumaya karar vermişti. Yovkov'un

müsveddelerinde (yazı taslaklarında) plastik sanatların “Hemşehriler” in yazarına

yabancı olmadığını doğrulayan bazı çizimler ve karalamalar bulmak olasıdır. Fakat

zihinleri bulandıran nokta, renk kullanımına olan bu güçlü eğilimin Yovkov'un

yazılarında 1920'den sonra tamamen kaybolmasıdır. Sonuç olarak, Yovkov'un savaş

öykülerinin bu özelliğini sürdüren şeyin psikolojik bir faktörden çok edebi bir gelenek

olduğuna inanmak çok da yanlış olmayacaktır. Bulgaristan'daki Sembolist şairler

arasında eserlerinde bazen renk imgelerini temel ifade aracı olarak kullanan şairler de

mevcuttur. Bunlardan biri Hristo Yasenov'dur 24; ilk şiirlerindeki renk efektleri, akla

hemen Yovkov'un “Hemşehriler" ve Sreşti Nova Godina (Yılbaşı Gecesi) gibi

öykülerini getirmektedir.

Yovkov üç renk üzerinde yoğunlaşır: Siyah, beyaz ve kırmızı. Ara gölgeler ve

yarı tonlar kullanmaz. Fakat Yovkov'un savaş öykülerindeki anlatım akışını renk

seçiminin sıklığına göre bir resim tuvaline dökecek olursak, siyahın hem kırmızıya hem

de beyaza üstün geldiğini görürüz. Bunların ardından, mavi, yeşil ve diğerleri gelir. Ilk

iki renk (siyah ve kırmızı) savaşın dehşetini sembolize eder, beyaz ise nötrdür

(tarafsızdır). Birçok durumda, bazı nesneler ve fenomenler aynı rengi taşırlar : Yol

beyazdır; insan yığınları siyahtır; mevziler ve ağaçlar yeşil ve bazen de sarıdır; savaş

harabeleri ve ateşler kırmızıdır; ve hayvanlar da beyazdır. Buna ek olarak, Yovkov

kontrastları çok sık kullanır, beyaz-siyah ve kırmızı-siyah gibi (son eşleşmeyi daha sık

kullanır). Renklerin kontrast halinde kombinasyonu, çelişki sanatına örnek oluşturur :

“Kırmızı kar”. Renklerin karşılıklı etkileşimi büyülü, muhteşem teknik görüntüler

yaratır;örneğin :

“Yıldızların bu sihirli oyunu, dingin ve gizemli bir çağıltıya dönüşüyordu” 25

veya

Page 125: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

116

“Kaleden doğrultulan projektörler, gözlerimizin önünde garip ve masalımsı bir

manzara oluşturuyordu”. 26

Yovkov'un kullandığı renkler bazen tuhaf bir mozaik oluşturur veya okura

doğanın işlediği eşsiz bir nakışı hatırlatır:

“Kampın arkasındaki vadi her zamanki gibi çok güzeldi, büyük, parlak çiçek

öbeklerini görmek mümkündü. Sanki açık yeşil ipek bir kumaş gibiydiler. Binlerce

renkle fantastik bir şekilde dokunmuş bir kumaş”.27

Yovkov'un eserlerinde göze çarpan bir başka özellik, renk tonlarının ve ara

tonların zenginliğini tek bir renge, gri ve koyuya, indirgemesidir. Bu genelde

alacakaranlıkta gerçekleşir. Akşam karanlığı ve gece sadece renkleri bir araya

getirmekle kalmaz, ayrıca nesnelerin ayrıntılarının birbirine girmesine yol açar.

Yovkov'un savaş öykülerinde kaos siyahın ve siyahlığın eş anlamlısıdır; şayet yazarın

yanlış kullandığı bir kelime varsa o da “kaos”tur. Geceleyin veya alacakaranlıkta

gerçekleşen herşey bir kaosa dönüşür.

Bu özellik üzerine daha fazla örnek vermeye gerek yoktur, fakat Yovkov'un

savaş nesirlerine has bazı araçları belirtmekte fayda vardır. Yazar siyahın güzelliğini

ortaya koymak için, nesneleri, insan silüetlerini ve hayvanları parlak bir ufuk veya

yanan köylerden oluşan bir fon önüne yerleştirerek, onları uzak bir perspektiften

gösterir. Uzaktan bakıldığında, nesneler şekillerini kaybederler. Sadece bulanık ana

hatlar veya belli belirsiz karanlık noktalar görürüz. Yovkov sık sık ufuk çizgisinde

hareket eden “siyah silüetlerden” bahseder :

“Güneş battıktan sonra, kızıllaşmış gökyüzüne karşı, siyah ve görülmemiş

biçimde büyük bir köpek silüetini görebilirdiniz”. 28

Yazar bazen daha önce siyah renkte tasvir edilmiş birşey hakkında bir sıfat

ekleyerek veya eş anlamlı bir kelime kullanarak siyahın yoğunluğunu arttırır.

Dolayısıyla öykülerde sık sık “siyah karanlık”, “siyah kargalar”, “siyah bulutlar” gibi

Page 126: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

117

ifadelere rastlarız. “İlk Zafer” isimli öyküde Yovkov bu ifadeyi “zifiri karanlık”

deyişiyle kuvvetlendirir.

Savaş öykülerinin ilginç kısımlarından biri, Yovkov'un çevresindeki gerçekliği

(insanlar, doğa fenomenleri, nesneler) renkleri ayrıştırarak tasvir etmesidir. Bu tasvirin

içeriğinde gerçekliğin her bileşeni farklı bir renkle “işaretlenir”. Dolayısıyla, metnin

görünürde kısa bir bölümünde renklerin tümü bir renk senfonisine benzer bir formda

sunulmuş olur. Bu durum özellikle “Unutulmaz Gün”, “Diğer Tarafta”, “Yedi”,

“Mustafa Açi” ve “İlk Zafer” adlı öykülerde gözümüze çarpar. Aşağıdaki örnek sanırız

daha açıklayıcı olacaktır :

“Ateşin parlaklığı bu tuhaf sahneye düşmüştü. Atların ve insanların bir tarafı

aydınlanmış ve diğer tarafları siyah gölgeler içine batmıştı. Mahkumların parlak mavi

elbiseleri daha da güçlü bir şekilde parlıyordu. 29

Birbirini takip eden bu üç cümle içinde dört görsel renk efekti mevcuttur :

Parlaklık, aydınlık, siyahlık ve parlak mavi. Ayrıca, bu alıntıdan önceki tüm pasaj, farklı

renklerle doludur. “Yılbaşı Gecesinde” adlı öyküde, bir subayın botları bir an sarı ve bir

diğerinde kırmızı görünür. Yovkov metinlerini yayınlanmadan önce dikkatle incelediği

için, bu farklılığı gözden kaçırması mümkün değildir. Bu örnek Yovkov'un renkler

konusundaki hassasiyetine güzel bir örnektir.

Şimdiye kadar Yovkov'un öykülerini, onu savaş hakkında yazan diğer

yazarlarından ayıran özelliklerini ele aldık. Ne Mihail Kremen'in 30 zayıf anlatımı ne de

Vladimir Musakov'un 31 psikolojik realizmi, Yovkov'un öykülerindeki göz alıcı

çarpışma sahneleriyle karşılaştırılamaz. Gerçekten de, çağrışımlar yaptıran modları ve

renkleri yoğun biçimde kullanması, savaşlarda katılımcı ve gözlemci olarak topladığı

izlenimlerin derinliğini yansıtmak için kullandığı tarza ilişkin araçların gücünü

azaltmaz. Şimdi kısa bir süre için Yovkov'un savaş öykülerinde kullandığı en favori

aracı üzerinde duralım : Kontrastlar (zıtlıklar). Konu, yani savaş, kontrast kullanımı için

son derece uygun motiftir. Daha önce sözünü ettiğimiz siyah-beyaz kontrastının

yanısıra, Yovkov fırtına ve sakinlik, hareket ve dinginlik, savaşın dehşeti ve doğanın

Page 127: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

118

güzelliği gibi kontrastları kullanmaktan da zevk alır. Tüm öyküler bu zıtlık ilkesi

üzerine kurulmuştur. “Beklenmedik Misafirler” adlı öykünün ilk bölümünde tehlike

ögeleri sırayla yer alır : Okur ilk önce denizin çalkantılı olduğunu öğrenir; denizin

“kükremesi”, “boranın küplere binmesi” ve “dalgaların hırlaması” tehlikenin en üst

sınırıdır. Gökyüzü açılınca ve deniz de tehlikeli olmaktan çıkınca huzur sağlanır. En

sonunda şu cümleyi okuruz :

“Denizin yüzeyi cam gibi sakin ve düzdü;güneş ışığında parıldıyordu”.32

Asıl olayın (kalacak yer arayan genç bir çiftin bir askeri birliğe ulaşması) ana

hatlarını oluşturan kontrastlar, bazı karakterlerin kontrast halinde sunulmasıyla

tamamlanır. Genç kız kadınlığın, güzellik ve iyiliğin bir simgesi iken, askerlerin

kabalığı ise gücü ve iktidarı temsil eder.

“Beklenmedik Misafirler” adlı öyküde olduğu gibi, fırtınanın ardından hava

açar, “Mustafa Açi” de birliklerin hareketsizliği aniden dinamik bir harekata dönüşür.

“Aniden” (öyküde izvednıj sözcüğü ile ifade edilmiştir) saldırı emri bekleyen süvari

alayı, düşmanı imha etme görevini üstlenir ve başarıyla yerine getirir. “Mustafa Açi”

öyküsündeki süvarilerin görevi ile Beliyat eskadron (Beyaz Süvari Birliği) adlı

öyküdeki süvari birliğinin hızı arasında açıkça bir analoji (benzeşim) vardır. İkinci

öyküde statik (durağan) bir durumdan dinamik (hareketli) bir duruma geçiş, “Mustafa

Açi” daki kadar anidir, tek bir farkla : Süvarilerde renk efektleri vardır, dörtnala giden

atlar hareket eden beyaz bir duvar izlenimi yaratırlar.

5. Yovkov’un Öykülerinde Sıklıkla Kullandığı Semboller

Edebi bir araç olarak semboller, Yovkov'un savaş öykülerinde önemli bir rol

oynar ve takip eden kısa öykülerde de önemlerini korurlar; dolayısıyla, öyküler “hayali

realizm” denilen şeye bir ölçüde de katkıda bulunur. Fakat savaş metinlerindeki

sembollerin yazarın ilk öykülerinde kullandığı sembollerden oldukça farklı olduğu

unutulmamalıdır. Yazarın ilk öyküleri daha soyut, daha belirsiz ve değişken iken, savaş

Page 128: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

119

metinlerinin en belirgin özelliği somut olmalarıdır. Kesin fikir ve imgelemler ifade

ederler ve alegoriye yakındırlar.

Aslında, Pesenta na Solveig (Solveig'in Şarkısı) ve Edna bılgarka (Bulgar

Kadın) gibi öykülerde bile sembolik bir anlam bulmak mümkündür. İlk öyküde, genç

bir kemancı olan Anya'nın çaldığı bir şarkı genç bir subaya duyduğu gizli aşkı ve

ailesine duyduğu merhameti ifade eder. Bu sembol aynı zamanda Anya'nın sanatsal

metamorfozunu da açıklar. Ikinci öykü ise, Türk egemenliğine karşı mücadele veren

askerlere yardım eden bir kadını konu alan Edna bılgarka (Bulgar Kadın) adlı kısa

romanda (öykü olarak kabul edilebilir) başlayan Vazov geleneğinin bir devamı

sayılabilir. Yovkov'un Şina’sı Bulgar kadınının en iyi (olumlu) özelliklerine sahiptir.

Yazar Kray Mesta (Mesta Yakınlarında) adlı öyküdeki lirik imgelerle oldukça

şiirsel bir sembol yaratmıştır. Anlatıcı, zengin bir çiftçi olan Hacı İbrahim'in sahibi

olduğu eski bir evin tavanarasında bir sürü öteberi bulur, bunlar arasında geçmişte

koyunları süslemek ve yerlerini bulmak için kullanılan koyun zilleri bulunmaktadır.

Hacı İbrahim zillere dokunduğunda hepsinin farklı bir ton verdiğini görür. Anlatıcı

bunu “geçmişin en empatik dili” olarak adlandırır ve sonunda şöyle yazar :

“...Ve bu dingin sesler içinde, yılların tozu altında, eski güzel günlerin çekici

şiirselliği sonsuza kadar saklı kalacaktı”.33

Diğer bir deyişle, “dingin sesler” geçip gitmiş olan günleri sembolize eder. Bu

öykü aynı zamanda Yovkov'un geçmişe ve ataerkil geleneğe bağlılığının da ilk

örneklerinden biridir diyebiliriz. Daha sonraki öykülerinde bu özellik daha güçlü bir

şekilde karşımıza çıkacaktır.

Prıstenıt (Yüzük) adlı öyküde, Teğmen Lambrev'in satın aldığı yüzük (genelde

nişan veya evliliğin sembolüdür) zor günlerde kendine yardım etmiş olan bir kız için

minnet ve dostluğun bir işareti haline gelir.

Benzer şekilde, Beliyat eskadroni (Beyaz Süvari Birliği) adlı öyküde de

sembolik bir yan anlam söz konusudur. Beyaz atlar üzerindeki süvari birliğinin saldırısı

Page 129: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

120

Bulgarların gerekçesinin haklılığını sembolize eder. Romenlere karşı gerçekleştirilen

başarılı karşı saldırı, komşularının kalleş saldırısı sırasında Bulgarların yaşadığı acıların

intikamıdır.

Yovkov, savaş öykülerinde sembollerin rolünü azaltmıştır. Fakat diğer sanatsal

ifade yöntemleriyle (renk ve kontrastların yoğun biçimde kullanımı, anlatımın

bölünmesi ve metaforlarla doldurulması) birlikte semboller, savaş öykülerinden

birçoğunun lirik, empresyonist karakterine katkıda bulunur.

6. “Savaş”a Karşı Protesto

Kronolojik ve sanatsal açıdan Posledna radost (Son Mutluluk), Hermina

(Hermina) ve Belite rozi (Beyaz Güller) gibi öyküler, Yovkov'un sanatsal gelişiminin

ikinci dönemine aittir, “Son Mutluluk” 1925'te ve diğer ikisi de 1930 yılında

yayınlanmıştır. Fakat tema açısından bu öyküler özel bir biçimde ilk dönemle

bağlantılıdır. Yovkov bu öyküleri yazmadan önce, savaşa karşı tutumunu etraflıca

gözden geçirmiş ve sanatsal yeteneğini kullanarak acımasızca yargılamaya başlamıştır.

Artık savaş insanların mutluluğa kavuşmasını engelleyen, insanlar arasında güzel olan

ne varsa hepsini yok eden, yıkıcı bir güç olarak tasvir edilmeye başlamıştır. Şimdi bu

öykülerde ve özellikle Posledna radost “Son Mutluluk”ta bir trajedi havası

sezilmektedir.

Bu öykü, küçük bir kasabadaki tek çiçek satıcısı olan Lyutskan'ın hayatını ve

ölümünü konu alır. Yazar odak figürü okuyucuya şöyle tanıtır :

“Genç-yaşlı herkesin tanıdığı Lyutskan'ın şeklinde ve karakterinde çok özgün,

yarı komik ve yarı ciddi bir şey vardı. Bu yumuşak ve kırılgan adam tek bir ruh haline

sahipti: Bir çeşit aşırı hayalperestlik, nedeni olmayan bir çeşit durgun ve halinden

memnun bir mutluluk hali”. 34

Lyutskan aslında neşeli ve iyi kalpli bir insandır. Küçük ve uzak bir kasabada

yaşar, çiçek satarak insanları mutlu eder: Gerçekte çok da cömert bir satıcıdır, özellikle

Page 130: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

121

de genç kızlara verdikleri paranın karşılığında alabileceklerinden daha fazla çiçek verir.

Bu yüzden maddi açıdan zarar görmektedir, fakat başkalarını mutlu edebildiği sürece o

buna hiç aldırmaz. Uzun süre çiçeklerin ne anlama geldiğini araştırmıştır ve her çiçeğin

farklı bir şeyin sembolü olduğunu söyler. Örneğin sümbül kalbin derinliklerinden gelen

neşe demektir; kır papatyaları candan samimiyeti sembolize eder (papatya satarken

Lyutskan her zaman “benim sevgim saftır”) der ; menekşe gizli aşk demektir; karanfil

saflık ve nergizler de duyguların dinginliğini temsil eder.

Lyutskan çiçeklerle neşe dağıtır. Kendisinin bir şair ve hassas bir aşık olduğunu

düşünür. Fakat yaşadığı çevrede herkes ona ironik bir saygıyla muamele eder, insanlar

onu acınmayı hak eden, ilginç ve komik biri olarak görür. Aynı zamanda insanlar ona

büyük bir dostluk gösterirler, çünkü o kasabanın, idilik atmosferinin tadını çıkaran ve

bu atmosfer tarafından korunan romantik hayalci Lyutskan olmadan aynı olmayacağını

bilirler. Fakat savaş patlak verdiğinde bu atmosfer de yok olur. Modern bir Don Kişot

ve “eski güzel günlerin bir temsilcisi” olan Lyutskan orduya seçilir ve aniden hayatın en

acı gerçekleriyle yüzyüze gelir. Lyutskan heveslidir ve üniforma giydiği için

gururludur. Çünkü bu, onun kendisini önemli hissetmesini sağlamaktadır. Kendisini bir

tür modern şövalye gibi görmektedir. Bu saflıkla, hayatındaki değişikliğin ne gibi trajik

sonuçlara yol açabileceğini bilmemektedir.

Asker olsa da Lyutskan çiçeklere olan sevgisini kaybetmez, fakat bu sevgi

savaşın barbarlığıyla dokunaklı bir zıtlık içindedir. Yovkov'un ilk savaş öykülerindeki

hareket kapsamını “Son Mutluluk” öyküsündeki durumla karşılaştırmak ilginç olacaktır.

Ilk öykülerde savaş, güzel bir hava, güneş ışığı, mavi gökyüzü vs eşliğinde tasvir edilir,

fakat "Son Mutluluk"ta durum böyle değildir. Lyutskan'ın birliği sürekli yağmur, soğuk,

kolera ve çamurla karşı karşıyadır. Bu bakımdan, “Son Mutluluk” en çok

“Hemşehriler”e benzetilebilir, çünkü her iki öyküde de askerlerin uzun bir süre devam

eden kolektif hayat tarzlarını konu alan sahneler vardır. Yine, “Hemşehriler” adlı

öyküde neredeyse pastoral bir harmoni hüküm sürüyorsa, “Son Mutluluk” ta

Lyutskan'ın birliği de, iç karışıklıklar ve yiyecek olmamasının yarattığı kontrol edilemez

öfkeden dolayı yıpranmaktadır. İlk defa Yovkov açlıktan ve askerler üzerindeki

etkisinden söz eder : Açlık kine yol açmaktadır. Savaş makinesinin çarkları Lyutskan'ı

Page 131: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

122

kaçınımaz bir şekilde içine çekmektedir ve bu vahşetin karşısında Lyutskan çaresizdir.

Çiçeklere olan sevgisi şiddet ya da kahkahalara yol açmaktadır ve her ikisi de onu

mahvetmektedir. Bir keresinde askerlerden biri elindeki krizantemi alır, yere atar ve

“acımasızca botlarıyla ezmeye başlar”. Lyutskan buna sadece gözyaşlarıyla karşılık

verebilir.

Öykünün sonunda kahraman yaralanır, ölene kadar epey acı çeker. Onun ıstırabı

Yovkov'un öykülerindeki en dokunaklı sahnelerden biridir. Hikayenin sonu Lyutskan'ın

trajedisinin iki kat daha büyük olduğunu gösterir gibidir . Ölürken de yaşarken olduğu

gibi yanlış anlaşılmıştır. Albaylardan biri Lyutskan'ın cesedine bakarken, şu yorumu

yapar:

“Şu yüze bak, şu uzanan kollara bak. Ayağa kalkabilseydi, eminim yine

askerlere saldırmak için koşmaya başlardı”.35

Fakat okur, Lyutskan'ın "uzanan kollarının" bu anlama gelmediğini bilmektedir.

Ölmeden önce Lyutskan, kendisi için yaşamın anlamı olan çiçeklere sarılmaya

çalışmıştır, yattığı toprakta büyüyen çiçeklere. O aslında bir kahraman değil, bir savaş

kurbanıdır. Bu anlamda ölmeden önce savaş karşısında isyanını dile getirmiş ve son bir

çabayla yaşama tutunmaya çalışmıştır .

Benzer şekilde, Hermina adlı öyküdeki anlatıcının gördüğü gömülmemiş asker

cesetleri ve insan iskeletleri, bize; köyleri ve kasabaları yerle bir eden savaşın vahşetini

hatırlatmaktadır. Deliye dönmüş bir şekilde ortalıkta dönüp duran köpekler ve gökte

uçan kartallar tek canlı yaratıklardır; fakat bunlar da insan etiyle beslenmektedir.

Belite rozi (Beyaz Güller) adlı öyküde Yovkov, savaşa daha kuvvetli bir şekilde

karşı çıkmaya başlar. Aşık olduğu genç bir subayın ölümü Angelina'yı derin kederlere

boğmuştur. Angelina'nın trajedisinin gerçek boyutlarını bilen bir asker olan Spas şu

soruyu sorar :

Page 132: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

123

“Neden böyle kötü bir kader bu iyi yürekli kızın alnına yazıldı? Neden, neden

?”.

Yovkov'un kahramanlarından hiçbiri daha önce bu soruyu sormamıştır. "Spas'ın

ruhunda bir yara vardır" : Savaşın yarattığı hayal kırıklığı ve neden olduğu acı onu

yatağa düşürecek kadar büyümüştür.

Yovkov, ne savaşın "vatana olan borcun ödenmesi" olduğu yönündeki eski

yanılgısından; ne de savaşa olan estetik yaklaşımından kendisini kurtaramamıştır.

Yovkov'un savaş öyküleri, anlatım tekniğinin ikili doğasının ilk ve en açık

göstergelerinden biri olarak kalacaktır: Savaşı basit bir iş veya şerefle yerine getirilmesi

gereken bir görev olarak gören "resmi" anlatıcı, 1920'den sonra kaybolur.

Yovkov'un sanatsal gelişiminin dürüstlüğü, bir yazar olarak büyüklüğünün de bir

ölçüsüdür. Önceki düşüncelerinin yanlışlığını farkedince tereddütsüz bunlardan

uzaklaşmıştır. Fakat daha sonra yazdığı savaş öyküleri yalnızca kendisiyle girdiği bir tür

polemik olarak görülmemelidir. Bu öyküleri yazarken, halkın başına bela getirecek

kadar gerçeklikten uzak hale gelen resmi düşünce ve yanılgıları da zorlamıştır. Yovkov,

savaş temasını ulusal mitler zemininde yorumlayan bir yazar pozisyonunu, savaşın

evrensel motifleriyle ilgilenen bir sanatçı pozisyonuyla değiştirmiştir. İnsanlar her

zaman ve her yerde, Lyutskan'ın trajedisi ve Angelina'nın acılarını, ne kadar canlı olursa

olsun, savaş tasvirlerinden daha iyi anlayacaktır. Bu yüzden, Yovkov savaşın karmaşık

doğasını ve çok boyutlu yönlerini göstermekte başarılı olmuştur diyebiliriz. Ne

Yovkov'dan önce, ne de ondan sonra hiçbir Bulgar yazar bu seviyeye yükselememiştir.

Page 133: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

124

BÖLÜM 4

YENİDEN CANLANAN BİR GELENEK : “YİRMİLİ YILLARIN” ÖYKÜLERİ

Bulgar edebiyat eleştirmenleri ve edebiyat tarihçileri, Yovkov'un öykülerini

sanatsal açıdan homojen bir varlık olarak kabul ederler. Sonuç olarak, birçok durumda,

yazarın edebi mirasına oldukça durağan bir yaklaşım benimserler. Bu tür bir analiz

şüphesiz meşrulaştırılabilir. Yovkov'un eserlerinin tümünde, hem ilk eserlerinde hem de

daha ileri tarihte yazdığı eserlerde ilk bakışta görülebilen bir çeşit bütünlüğe yol açan

gizli bir özellik vardır. Bu özellik, Profesör Dr. Charles A. Moser tarafından zekice bir

şekilde "hayali realizm" 1 olarak tanımlanmıştır; yani Yovkov'un aslında gerçekçi edebi

üslubuna nüfuz eden bir tür romantik özellik.2 Bu terim, Alman edebi eleştirilerinde

"romantik realizm" 3 olarak bilinen ve Dostoyevski gibi basit sınıflandırmalardan

kaçınan büyük yazarlar söz konusu olduğunda kullanılan terime yakındır.

Bu değerlendirmeyi temelde doğru olarak kabul etmemize rağmen, hafifçe

değiştirmek istiyoruz. Yovkov'un edebiyata çok olgun ve çok başarılı, edebi gücün

sırlarını kısa bir sürede yakalamış bir yazar olarak girdiği doğrudur. Fakat bu durum,

yazarın eserlerinin yaratıcılık evriminden geçmediği anlamına gelmez. Bir başka şekilde

ifade etmek gerekirse, Yovkov'un ilk eserlerindeki “hayali realizmi”, 1920'lerde ve

1930'larda yazdığı daha olgun eserlerdekinden farklıdır. Yovkov'un yazılarına daha

dinamik bir yaklaşım geliştiren bir kişi, bunu bir süreç veya daha kesin olarak, sürekli

bir mükemmellik arayışı olarak görmek zorunda kalır. Yazarın eserlerini yakından

tanıyanlar, onun eserlerinde bu görüşü destekleyecek noktalar bulacaklardır.

Yovkov'un öykülerde kullandığı ilk yaratıcı yöntem, “Bulgar Bireyciliği” ve

“Sembolizm” inden (Neo-Romantizm) güçlü bir biçimde etkilenmiştir. Yazarın 1910-

1913 yılları arasındaki psikolojik öyküler yazma eğilimi ve savaş öykülerinin (1914-

1920) empresyonist, metaforik tarzı bu durumun bir göstergesidir. Bu iki dönemin ortak

özelliği, kendini, sosyal, ulusal ve insani problemleri toplumun diğer tabakalarından

daha sofistike bir şekilde algılayan ve entelijensiya 4 olarak adlandırılan toplumun

eğitimli tabakası arasında hüküm süren, o zamanın bazı estetik, siyasi ve etik fikirleri ile

Page 134: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

125

tanımlayan bir entellektüelin görüş açısıdır. Yovkov'un dünya görüşünü, ilk eserlerinde

sunduğu biçimde kısaca Bölüm 1'de ve Bölüm 2'de ele almıştık. Şimdi geçiş yıllarını ve

Yovkov'un ilk dönemden farklı değerler benimsediği ikinci yaratıcılık dönemini ele

alacağız.

1920'li yıllarda, Yovkov'un dünya görüşü, naroden (Halkçı) bir gözlemcinin

bilgeliği olarak adlandırılabilecek bir düzeye gelmeye başladı. Bulgarca bir sözcük olan

naroden in iki anlamı vardır: İlk anlamı "ulusal"dır; fakat aynı zamanda, bir sosyal sınıf

kavramı olarak da tanımlanabilir, çünkü "saf" veya "köylü gibi" olma özelliğine de

atıfta bulunur ve popüler ataerkil gelenek ve folklorun köylü kültüne dayalı bir dünya

görüşünü kastediyor olabilir. Yovkov ikinci anlamı kabul ediyor gibi görünmektedir. Bu

tutumun ilk göstergesi, 1914 ve 1917 yılları arasında çeşitli dergilerde yayımlanan

Letopis 1912-1918 (Günlük Gazete Yazıları 1912-1918) isimli bir dizi tefrikalardır.

Kronikler savaş öykülerine ilginç bir ektir ve Yovkov'un köylülerin hayat felsefesine ve

ataerkil geçmişlerine giderek artan ilgisine tanıklık eder. Yazar kendi savaş öyküleriyle

bir çeşit polemiğe girmekte ve o zamanın acımasız gerçeklerinden kaçmaktadır. Daha

sonra, ölümünden kısa bir süre önce, yazar bu günlük gazeteler için farklı bir başlık

seçmiştir : Bunlar 1914 tarihli bir tefrikadan ödünç alınan Te pobediha (Başardılar)

adıyla yeniden basılmışlardır. Bu eserin ilham kaynağı, Yovkov'un 1913'te Sofya'daki

bir sergide gördüğü, genç (ve daha sonra ünlenen) bir Bulgar heykeltraş olan İvan

Lazarov'un bir heykelidir. Heykel, elinde tüfekle bir öküzün yanında yürüyen bir

köylüyü resmetmektedir. Bu figürün basitliği oldukça çarpıcıdır. Bu iki varlığın ulusun

refahı için önemini yansıtarak, Bulgar ulusal mitolojisinin özünü ve ruhunu dışa

vurmaktadır. Bulgar popüler kültüründe, öküz ailenin bir üyesi, köylülerin sıkıntısıyla

özdeşleşen bir "hayat arkadaşı" kabul edilir. Öküz ve köylü bir arada gıda üretir ve halkı

beslerler. Bu yüzden ulusun başlıca dayanaklarıdır. Savaş ayrıca köylünün bir başka

özelliğini de ortaya çıkarmıştır : Korkusuz vatanseverliği ve toprağa bağlılığı. Bu

erdemler, Yovkov'un aziz tuttuğu ve Te pobediha (Başardılar) adlı tefrikada okurların

dikkatine sunduğu özelliklerdir. Fakat tek örnek bu değildir: Posledni rimlyani (Son

Romalılar) ve Dobruca nyakogo (Geçmişte Dobruca) gibi diğer eserlerde, geçmişi

idealize ederek insan ve doğa arasındaki bütünlüğü över, o zaman “insanların dünyayı

şimdi olduğundan daha güçlü, daha içten ve daha derinden sevdiğini” söyler.

Page 135: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

126

Yovkov'un dünyayı yaratıcı algılama şeklindeki gerçekçiliği, öykülerinde

sırasıyla ilk dönemde ve 1920'ler ve 1930'larda iki farklı türde anlatıcı tipinin

doğmasına yol açmıştır. Bunu göstermenin bir yolu, ilk öykülerinde işlediği köylü

temasını daha sonraki dönemlerde yazdıklarının temalarıyla yan yana koymaktır.

Yovkov'un ilk öykülerindeki kahramanların çoğu köylü olmasına rağmen, o bunlara

naroden bir anlatıcı gözüyle yaklaşmaz. Ovçarova jalba (Çobanın Üzüntüsü) 5 adlı

öykü dışında, anlatıcı kırsal yaşama sofistike bir entellektüelin, bir psikolog ya da bir

filozofun gözüyle bakar. Entelektüel anlatıcıdan naroden anlatıcıya doğru kayış,

insanların köylü bilgeliğinin bakış açısından resmedilmesini de beraberinde getirir.

Benzer bir kayma savaş öykülerinde de söz konusudur: İlk öykülerdeki “resmi” anlatıcı,

savaşa ilişkin olayları şerefle yerine getirilmesi gereken işler gibi görür. Daha sonraki

dönemde yazılan öykülerde bu tutum değişmiştir; anlatıcı artık savaşı

onaylamamaktadır : Savaşın dehşetinin farkına varmış, askerler ve onların akrabaları ya

da arkadaşları gibi sıradan insanların acı çekmesini protesto eder hale gelmiştir.

Yovkov'un öykü konularının geçirdiği evrim, Bireycilik ve Sembolist şiirlerin

(genel konuşmak gerekirse Neo-Romantizm) etkisinden giderek kurtulma ve bu özgün

artistik imgelemi araması ile karakterize edilir. Yeni formlar ve içerikler arayışı, bazı

farklı edebi gelenekler olmadan sona ermeyecektir. Yovkov bir seçim yapmıştır :

Sadece sanatsal ifade araçlarını değil aynı zamanda gerçeklik imgelemini de ödünç

alarak, edebiyattaki doğal folkloristik ve popüler gelenek uğruna Neo-Romantik

akımdan vazgeçmiştir. Neo-Romantik ve folkloristik geleneklerin ortak bir özelliği

vardır : Gerçekliği idealize etme eğilimindedirler. Muhakkak bu idealizasyon her

gelenekte farklı bir anlama gelir. İlki, etrafımızdaki dünyayı bireyci, genelde pesimist

(karamsar) ve hatta çökmüş hayallerin prizmasından algılama eğilimindedir; ikincisi,

folklor mitolojisi ve geçmiş kültüne dayanır. Bu farklılıklara rağmen, her iki gelenekte

de Yovkov "hayalci bir gerçekçidir".

Yovkov'un kullandığı edebi yöntemin temel özelliği Profesör Dr. Charles A.

Moser tarafından şöyle açıklanmıştır :

Page 136: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

127

“Bu yüzden Yovkov, kişisel yanılsamaları pahasına, çağdaş yaşamın

gerçekliğini sade bir şekilde görmeyi dileyen "gerçekçilerden" değildir. Son noktada,

kullandığı edebi yöntem, yakın olmayan bir gerçeklik imgeleminin tasvirine, göreceli

olarak uzak olan bir geçmişte yaşanmış olaylara dayanan bir hafıza veya hayal gücüyle

meydana gelmiş bir imgelemini tasvirine dayanır. Şayet mevcut gerçekliğin onun

hayalci gerçekliğiyle çatışma ihtimali varsa, Yovkov, buna erkli olduğu sürece, bilerek

ve isteyerek mevcut gerçekliği reddeder. Yovkov son derece idealist bir realisttir”. 6

Fakat, 1920'den sonra bu “idealist üslup” Yovkov'un Bulgar köylülerinin ataerkil

ve popüler geleneğini kabul etmesiyle açıkça ortaya çıktığının unutulmaması gerekir.

Yovkov, çelişkilere ve bunların çözümüne, ahlaka, hayırseverlik ve kine, suç ve cezaya,

aslında popüler bir anlatıcının gözünden bakmıştır.

Yovkov, arkadaşı ve konuşmayı sevdiği bir insan olan Spiridon Kazanciev'le bir

sohbeti sırasında, bir yazarın gerçekliğe karşı tutumundaki dünya görüşü sorusuna

karşılık olarak teorik bilgi konusunda şaşırtıcı bir olgunluk sergilemişti (halbuki Gyorgy

Lukacs'ın aynı konudaki düşüncelerini yirmi yıldan fazla bir süredir bekliyordu).

Sohbette ayrıca tema olarak köylüleri kullanan bir başka yazar Konstantin Petkanov'un

da sözü geçmiştir. Yovkov'un Petkanov hakkında söyledikleri onun sanatsal

inançlarının bir göstergesidir:

“Galiba ben bu yazarı çok iyi anladım çünkü kırsal hayatın sınırları içinde

hareket ediyor. Onda sağlam bir şeyler var. Köyden geldiği, insanları ve yaşamlarını

gözlediği ve onları sevdiği anlaşılıyor; köylülerle saf bir ilişkisi var ve ayrıca yeteneksiz

de değil. Ama bütün bunlara rağmen, köy hayatını anlatırken hala entelijensiyanın bir

üyesi, bir edebiyat adamı ve bir yazar gibi davranıyor. "İçeriden dışarıya" değil; tam

tersine "dışarıdan içeriye" ilerliyor; sadece "dışarıdan" da diyebilirim. Bu yüzden,

yazdıkları yüzeyde, sadece görsel bir anlatım gibi kalıyor, insanların derinliklerine

temas etmiyor. Bu yüzden yeterince dürüst değil; insanlar köyü,entelijensiyanın bir

üyesinin hayal ettiği gibi algılıyorlar ve (Petkanov) bunu, bir entelijensiya üyesinin

dışarıda bırakıldığı bir dünya olarak düşünmüyor. Dolayısıyla, oran da eksik:

yani, köylü ve köy hakkında bir şey söylemek veya söylememek de mümkün değil. Çünkü

Page 137: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

128

köyü "içeriden" resmetmiyor. Oran olmadığı için gerçek şiirsellik ve gerçek sanatsal

dil de eksik kalıyor”. 7

Yukarıdaki alıntı bizi Yovkov'un estetik anlayışının söz konusu olduğu noktaya

götürmektedir. Yovkov, ciddi anlamda bir yazar olmayı düşünmeye başladığı andan

itibaren, konuyu "içeriden" resmeden popüler bir anlatıcı olmaya çalışmıştır. Yovkov'un

hayat öyküsü açısından bu durum, oldukça doğal bir gelişme sayılabilir.

Spiridon Kazanciev'le yaptıkları bir başka konuşmada da, Yovkov şunları

söylemiştir :

“Gerçek deneyimlere dayanmayan tek bir eserim yok. İyi bir hafızam var,

herşeyi hatırlarım. Neredeyse her motifi tanıdığım, içinde yaşadığım ve bildiğim

ortamlarla ilişkilendiririm”.8

Bir başka ortamda da bu açıklamayı daha güçlü bir açıklamayla tamamlamıştır:

“Otuz yıl boyunca kentlerde yaşadım. Karakterim bu dönemde şekillendi; Tüm

çalışmalarım ve gözlemlerim, içinde yaşadığım dünyanın tamamı, bu dönemden

kalmadır. Edebi eserlerim söz konusu olduğunda da bu dünyayla temas halindeyim ve

sanırım bütün bunlarda da haklıyım”.9

Diğer bir deyişle, Yovkov, dünya görüşünü biçimlendiren şey hakkında şüpheye

yer bırakmayacak kadar açıktır. Fakat aynı zamanda, “gerçek” dünyanın “kurguladığı”

dünya ile aynı olamayacağını da belirtmektedir. Dahası, bir sanatçının başarılı bir eser

çıkarmak için “gerçek” dünyaya ihtiyacı yoktur. Belki bir ressamın mümkün olduğu

kadar çok izlenim toplaması gerekir ama ona göre :

“Bir yazar için bu ille de gerekli değildir. Yazarın örneğin bir kahvehanede

otururken ne yaptığını bilmesi gerekir ,ruhu meşgul mü, yoksa kendisi uyuşuk mu ?

Hayatla sürekli bir "temas", hayatın eserlerine "yansıması" vs.. Bunlar bence insanların

düşündüğü kadar gerekli değil”. 10

Page 138: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

129

Bu noktada, Yovkov'un eserlerindeki anlatıcının tamamen yazarın kendisiyle

özdeşleştirilemeyeceğini belirtmek gerekir. Zira yazar ve anlatıcı arasında bir mesafe

vardır. Postolovi vodenitsi (Postol'un Değirmenleri) veya Albena gibi öykülerde

görülen "günahkar aşk" veya "günahkar güzellik" motifini, aşk ilişkisinin ataerkil

normlarıyla uyuşmayan bu kavramı incelediğimizde bu mesafe ortaya çıkmaktadır. Bu

motif iki amaca hizmet etmektedir : Birincisi, yazarın eserinin tümünde karşımıza çıkan,

güzelliğe olan hayranlığını yansıtır ve ikincisi, ataerkil dünya içindeki mevcudiyeti bu

iki öyküyü ve diğer öyküleri "duygusal" pastoraller olmaktan kurtarır. Anlatıcının

güvenilirliğini arttırır. Yazar ve anlatıcı arasında her zaman açıkça olmasa da farkedilen

bir gerilim vardır ve bu özellik, anlatıcının neden naif, kaba bir gözlemci yerine iyi ve

kötüyü birbirinden açıkça ayırabilen, yakınındaki bir kişinin sevgisini ataerkil gelenek

içinde destekleyen birisi olduğunu açıklamaktadır, bu durum da Yovkov'un ahlaki

değerleriyle,gerçeklik hakkındaki idealist ve hayalci görüşüyle büyük ölçüde

örtüşmektedir.

Yovkov'un sanat ve gerçeklik arasındaki ilişki üzerine düşünceleri gelişip

derinleştikçe, açıklamaları da şu yönde oluşmaktadır:

“Sanat başka birşeydir, onun kendi araçları ve kendi amaçları vardır; ne

resmederse etsin,özel bir keyif vermelidir. Bu keyif, temasının doğası veya konu

edilebilirliğinden veya değil, edebi bir sanat eseri sorunundan ileri gelmez. Bence bu

keyif, ister geçmişle ister gelecekle ilgilensin, sanatçının karakterine, zevklerine vs.

bağlıdır”.11

Yovkov'un "sanat keyif vermelidir" cümlesi, Sembolist pesimist yaklaşımdan

sıyrılarak dünyaya umutlu bir biçimde bakan naroden bir anlatıcı haline geldiği

yaratıcılık evriminin ölçülerini de tanımlamaktadır.

Yovkov'un sanat alanında yeni bir pozisyon aldığı iki edebi metinde açıkça

görülmektedir: 1920 yılında yayınlanan Meçtatel (Hayalperest) ve Jetvaryat

(Orakçı)adlı eserleri. İlk eser Neo-Sembolist estetiğin belirlediği eski dünya görüşünü

Page 139: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

130

yansıtırken, ikincisi yazarın, ataerkil geçmişin kabul edildiği yeni bir anlatım

yaklaşımına doğru ilerlediğinin göstergesidir. Şimdi bu dönemde yazılan bazı öykülere

bir göz atalım.

4.1. MEÇTATEL (Hayalperest)

“Hayalperest” adlı öykünün odak figürü Boyanov, Dobruca'nın küçük bir sınır

kasabasında posta istasyon memuru olarak çalışmaktadır. Dünyadan oldukça izole

olduğu uzak bir sınır bölgesinde yaşadığı için, hayatını bir eş ve bir aileyle yakaladığı

mutluluğun hayalleriyle doldurur. Yurtdışında farklı bölgelere gitmek üzere istasyondan

geçen yolcuları gördükçe bu duygu daha da güçlenmektedir.12

“Hayalperest” Bulgar eleştirmenlerin ve edebiyat tarihçilerin gözle görülür

biçimde tek taraflı yorumlarına maruz kalmıştır. Eleştiriler, genelde hikayenin

derinliklerine fazla inmemekte ve öyküyü şehirlerdeki can sıkıcı hayatın basit bir

yansıması veya en iyi ihtimalle, Boyanov'un istasyondan geçen genç bir yolcu olan

Vyara Lozeva'ya olan patolojik aşkının bir ifadesi olarak ele alır. Yovkov üzerine

çalışmalar yapan kişiler arasından sadece Profesör Charles A.Moser, Yovkov'un hayalci

gerçekçiliği ve öykülerinde gündüz düşlerinin (day dream) önemi hakkında yazdığı

makalede bu öykünün önemini eksiksiz bir şekilde tanımlamıştır.

Fakat bu öyküyle bağlantılı bazı noktaları açığa kavuşturmak için birkaç

açıklama daha gereklidir. Yovkov'un yaratıcılık evrimi açısından analiz edildiğinde,

"Hayalperest" kişilik kazanmaktadır. Öyküyü gerçeklik ve edebiyat arasındaki ilişkinin

basit bir göstergesine indirmek mümkün değildir; yani,öykü gerçek ve maddi hayatın

"yansıması" olarak yorumlanamaz. Öykünün birden fazla düzeyde okunması gerekir.

Eğer öykü basitse, Boyanov'un gündüz düşleri kritik bir önem kazanır. Çünkü

Yovkov'un diğer öykülerindeki düşlerin tersine, Boyanov'un düşlerinin kendine odaklı

ve kendi kendine zarar verici nitelikte olduğunu görürüz. Muhakkak ki bu düşleri

gerçek koşullar yaratmaktadır; fakat düşler bir başladı mı, kendi kendini sürekli devam

ettirmekte ve güçlendirmekte; adeta bir çığ gibi büyümektedirler. Boyanov'un düşleri,

Page 140: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

131

hem bir teselli hem de işkencedir. Kişiliğine hiçbir olumlu etkisi yoktur; hatta son

analizde, yok olmasına yol açmaktadırlar. Meçtatel (Hayalperest), Yovkov'un eserleri

arasında özgün bir örnektir. 1920'den sonra yazdığı öykülerde Yovkov'un

kahramanlarından hiçbiri, kendini tatmin etmek için bir hayaletin peşinden gitmez.

Boyanov kendi iç dünyası, kendi mutsuzluğuyla meşguldür, bu yüzden

Yovkov'un sadece belli bir tip hayalperesti, boş bir Neo-Romantik gücün motive ettiği

bir hayalperesti gözden düşürmek istediğini varsaymak çok cazip hale gelmektedir.

Örneğin hayal kurmak, sadece Sembolist şiirlerin bir özelliği değildir, ayrıca Sembolist

şairler arasında da oldukça modadır. Bu özellik, bazı şairleri ölüme sürüklemiştir,

örneğin Ivan Boyaciev ve daha sonra Peyo K.Yavorov. Yovkov'un bu bireyselci, bencil

tutum hakkındaki çekinceleri, anlatıcının kahramanla arasına açıkça koyduğu ironik

mesafede ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak, Yovkov'un yaratıcılık evriminin

parametreleri içinde analiz edildiğinde, bu öykü par excellence (fevkalade) bir edebi

eserdir. Modernist estetik ve edebiyat stereotipleriyle (benzer tip) bir çeşit polemik ve

yazarın kendi sanat geçmişine bir veda olarak kabul edilebilir. "Hayalperest", bireyselci,

izole bir hayalperesti, düşlerini diğerlerinin yararına şekillendiren ve başkalarını mutlu

etmek isteyen birinin öyküsüdür. Bu özellik, Posledna radost (Son Mutluluk) öyküsü de

dahil, Yovkov'un 1920'den sonra yarattığı tüm hayalperestlerin kalıcı bir özelliğidir.

Lyutskan, Boyanov'la 13 karşılaştırılsa bile bu karşılaştırma geçerli değildir. Lyutskan'ın

en büyük mutluluğu çiçek satmak ve çiçeklerin büyülü havasını solumaktır, kendi

duygularına saplanıp kalmamıştır. Lyutskan bitmek bilmez hayaller altında

ezilmemiştir, onu ezen savaşın acımasız gerçekleri olmuştur. Anlatıcı da zaten onunla

aynı taraftadır.

Son edebi analizde, Yovkov'un "hayalperesti" mutsuz olduğunu düşünür, çünkü

şehirde yaşamanın ayrıcalıklı olduğunu kabul etmemektedir. O, telgraf müdürü olmak

ve genç ve çekici bir kadınla evlenmek istemektedir. Kısaca, ona tek acı veren şey

kendini beğenmişliğidir. Dolayısıyla, anlatıcı onun içinde bulunduğu konumu, şehirdeki

basit hayatın değerlerini reddeden ve bunun kaçınılmaz sonuçlarına katlanmak zorunda

kalan olumsuz bir tür kahramanı resmederek dolaylı yoldan tanımlar. Artık Yovkov,

doğrudan anlatıcıyla aynı değerleri paylaşan yeni bir karakter yaratmak zorundadır.

Page 141: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

132

4.2. JETVARYAT (Orakçı)

Bu yeni kahraman da Jetvaryat (Orakçı) adlı öykünün odak figürü olan

Grozdan'dan başkası değildir.

“Orakçı”,Yovkov'un gerçekliğe yeni bir sanatsal yaklaşım geliştirdiğini

doğrulayan ilk eserdir. Savaştan önce yazılan birkaç kısa öykü dışında, bu eserin konusu

tamamen köyde geçmektedir. Fakat bu öyküde anlatıcı ve öykü arasında herhangi bir

mesafe ya da açıklık yoktur. Hatta anlatıcı, köylülerin dünya görüşlerinin bazı temel

bileşenlerini açıkça göstermekte, özellikle de çalışkanlık ve dini inancın altını

çizmektedir.

Öykünün konusu, zengin bir toprak sahibi olan Vılçan ile fakir bir köylü olan

Grozdan arasındaki çekişme etrafında gelişir. İkisi arasındaki düşmanlık uzun süreden

beri devam etmektedir. Vılçan köylüler arasında işbirliğini ve tarımsal makinelerin

kullanımını geliştirmek için bir çeşit köy derneği kurmaya çalışmaktadır. Köylüleri

olayın geçtiği yer olan Lyulyakovo'da ortaklaşa kullanılmak üzere bir biçerdöver

almaya ikna etmeyi başarmıştır. Bence Yovkov'un makinenin Lyulyakovo'ya varışını

tasviri, modern teknolojinin Bulgar köyüne girişini yansıtan ilk edebi pasajlardan

biridir.

Fakat radikal görüşlere sahip genç bir öğretmen olan Radulov'dan etkilenen

Grozdan, Vılçan'ın çabalarının samimiyetine inanmamaktadır, zengin bir adam olan

Vılçan'ın liderliğinde böyle bir derneğin fakirlerin yararına çalışamayacağını

düşünmektedir. Bazı köylülerle Vılçan arasında köyün hanında gerçekleşen tartışma

sırasında, Vılçan çiftlik çalışanlarını sömürmekle suçlanır. İki can düşmanı karşı karşıya

geldiğinde ise tartışma iyice alevlenir: Vılçan, Grozdan'a ayyaş der ve Grozdan da

Vılçan'ın yüzüne bir yumruk atar.

Bu noktadan itibaren öykünün gidişatı tamamen değişir. Vılçan olayı

mahkemeye götürür, Grozdan'ı saldırıdan değil, geçmişte ailesine ait olduğunu ileri

sürdüğü toprakları haksız yere elinde bulundurduğu gerekçesiyle suçlar. Aslında toprak

Page 142: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

133

her zaman Grozdan'ın babası Dobri'ye ait olmuştur, fakat yanlışlıkla Vılçan'ın adına

tescil edilmiştir. Bu iki adam yakın arkadaş oldukları için, Vılçan belgeye hiç dikkat

etmemiş, hatta yok etmek bile istemiştir. Ama o ve Grozdan (Dobri çoktan ölmüştür)

arasındaki düşmanlık canlandığı için, Vılçan toprağın mülkiyetini ele geçirmek için

belgeden yararlanmaya karar verir. Plan çok iyi yapılmıştır: Bu malı kaybetmek

Grozdan için tamamen fakirlik ve ekonomik felaket demektir. Grozdan ise tehlikenin

farkındadır; asla işlemediği bir suç yüzünden açılan davada Vılçan'ın hainlik peşinde

olduğunu farkeder ve bu onun moralini daha da bozar. Grozdan içkiye alışır, hırsızlık

yapmaya başlar ve Vılçan'ın çiftliğini kundakladığı iddia edilir. Grozdan kendi çiftliğini

bile umursamamaktadır, çünkü o kadar kinle doludur ki bütün dikkatini davaya

vermiştir. Bu ruhsal krizden çıkmanın bir yolu var mıdır?

Bu soruyu yanıtlamak için, kavganın temel gelişimine paralel, ikinci bir konuyu

kısaca ele almamız gerekir. Lyulyakovo'ya aniden Nedko adında yaşlı bir adam

çıkagelir. Nedko, geçmişte komşu köylerin kiliseleri için birçok ikon çizmiş olan, kendi

kendini yetiştirmiş bir sanatçıdır. Fakat, o da artık moral çöküntü içindedir. Rahatsızdır,

çok nadir ayık kalmaktadır ve çalışma şevkini kaybetmiştir. Lyulyakovo'nun yaşlı

papazı Stefan, Nedko'ya yardım ederek onu tekrar ikon çizmeye teşvik eder. Stefan,

Nedko'ya bir ikon almak ve bunu kiliseye vermek isteyen birisi olduğunu söyler; bu kişi

dindarlığını herkese göstermek isteyen Vılçan'dır. Nedko yeniden çizim yapmayı dener

ve daha önce yaptıklarından tamamen farklı, güzel bir ikon yaratır. Bu ikonda

olgunlaşmış ekin tarlaları arasında dolaşan ve insanların emeklerinin meyvelerini

kutsayan İsa'yı resmetmiştir. İkon kiliseye yerleştirilir ve Vılçan da buna altın bir taç

ekler.

Bu noktada Grozdan ve Vılçan'ın yolları tekrar kesişir. Grozdan daha çok suça

batar. İkonun üzerinde altın bir taç olduğunu öğrenince arkadaşı Taçkata ile birlikte tacı

çalmaya karar verir. Fakat tacı çaldıktan sonra kaldıramayacağı bir vicdan azabı

çekmeye başlar; dini şeylere saygısızlık etmenin vicdani yükü, Grozdan'ın tahammül

edebileceğinden çok daha ağırdır. O dakikadan itibaren, Grozdan ruhen yeniden doğma

ve düşmanlarıyla uzlaşma yollarını aramaya başlar. Fırsat kısa bir süre içinde ayağına

gelir; bir gün tarlalar arasında dolaşırken koşu atlarının çektiği, hızla giden bir at arabası

görür. Atlar durmazsa sürücünün öleceği açıktır. Grozdan yardım etmekten hiç

Page 143: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

134

çekinmez. Kendi hayatını tehlikeye atarak arabayı durdurmayı başarır. Derken,

kurtardığı kişinin can düşmanı Vılçan olduğu ortaya çıkar. Bu olaydan sonra, Grozdan

ve Vılçan aralarındaki düşmanlığı geçmişe gömerler. Vılçan hastalanır; ölüm döşeğinde

Grozdan'dan aldığı toprağın ona ait olmadığını itiraf eder. Oğullarından toprağı gerçek

sahibine iade etmelerini ister. Diğer taraftan Grozdan da yanlış yaptığını anlamıştır.

Kinin kendisine ve ailesine felaket getirecek, yıkıcı bir güç olduğunu farkeden Grozdan,

hıristiyanların “komşunu sev” ilkesini izlemeye başlar. Tekrar çiftçilik yapmaya

başlayarak günlük hayatına devam eder ve tekrar huzura kavuşur.

Jetvaryat (Orakçı) adlı öykü, sıradan bir sınıf çatışması örneğiyle başlar; fakat

Hıristiyanlığın öğütlediği uzlaşma havasında sona erer. Eleştiriler, Yovkov'un bu

öyküde Lev Tolstoy'un tarzına bağlı kaldığı yönündedir.14 Gerçekten de, Diriliş'in

yazarı olan Tolstoy’un Bulgaristan'da hem sosyal hem de kültürel alanda birçok

takipçisi vardır. Fakat Yovkov'un en çok ilgilendiği nokta, Tolstoy'un düşüncesinin bu

yönü değildir.15 Bulgar yazar, özellikle Tolstoy'un edebi tekniğinden, insana olan içe

dönük ilgisinden etkilenmiştir. “Orakçı”da da Rus edebiyat ustasının geliştirdiği

Ortodoks olmayan Hıristiyanların ahlaki davranışlarını gerçeğe yansıtmaya çalışmıştır.

“Orakçı”daki temel ikilem, Tolstoy'un “kötüye güçle direnmemek” ilkesine göre

çözülmüştür.16

Dini ögeler öykü boyunca vurgulanmıştır. İkonu çizmeden önce, Nedko'nun

aklında tarlalarda yürüyen bir İsa figürü vardır ve Peder Stefan'a günah çıkartırken,

bunu tuvale dökmeye karar verir. "Tacı" çalmasının ardından Grozdan, ikondaki İsa

görüntüsünün etkisinden kurtulamaz. Gerçekte, tuvalde resmedildiği gibi, tarlaların

arasında yürüyen Kurtarıcı'yı (İsa mesih) gördüğünü zannetmektedir. Bu görüntü,

oğlunu "büyük bir günah" işlediği için azarlayan Grozdan'ın babasının görüntüsüyle

birbirine geçer. Hatta, Grozdan'ın ruhsal canlanışı ve Tanrı hakkındaki yakın

düşünceleri, kişiliği üzerinde iyileştirici bir etkisi olan, hayalkırıklığı ve korkularına yol

veren ve baştan çıkarıldığını farketmesini sağlayan bir rüyayla başlamıştır. O andan

itibaren,Grozdan ruhsal iyileşme yolundadır.17

Page 144: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

135

Fakat Grozdan'ın dertlerinin sebebi sadece dini inançlarının zayıflaması değildir.

Ayrıca, toprağı işleme görevini de yerine getirememiştir. Bu durum Grozdan'ın giderek

düşüşünün gerçek kaynağıdır. Vılçan'la mahkemeye düştüğünde çalışma hevesini

kaybetmiş ve işlerini ihmal etmiştir. Bu durum, onun kişiliğini yıkıma uğratmıştır.

Çalışma motifi eserin hem ilk bölümünde; hem de Grozdan'ın çalışmanın yararlarını

farkettiği son bölümlerde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Yovkov, insan mutluluğu

ve yaşamda armoni için iki temel ögenin önemine dikkat çekmektedir : “Dini inanç” ve

“Çalışmak”.

4.3. PESENTA na KOLELETATA (Tekerleklerin Şarkısı)

“Çalışma motifi” ilk olarak 1925 yılında yayımlanan ve bir yıl sonra Posledna

radost (Son Mutluluk) (bu eserin ikinci baskısı Tekerleklerin Şarkısı adını taşımaktadır)

adlı toplu eserde yeniden yayımlanan Pesenta na koleletata (Tekerleklerin Şarkısı) adlı

öyküde baskın bir tema haline gelir. "Tekerleklerin Şarkısı" ürettiği iki tekerlekli

arabaların aksları üzerine, hareket ettiğinde keyifli, müzikal bir ses çıkaracak şekilde

metal parçaları dizen usta bir araba yapımcısı olan Salih Yaşar’ı (Türk asıllı) konu

alır.18 Bu arabaların her biri farklı bir ses, farklı bir ezgi çıkarmaktadır. Araba yapımcısı

Salih Yaşar, yalnızca basit bir zanaatkar değildir, aynı zamanda gerçek bir sanatçıdır.

Fakat,hala daha değerli, insanlara arabalardan daha fazla yarar sağlayacak bir şey

yaratmayı düşlemektedir. Susamış insanlara su verecek bir kuyu, bir köprü veya

yolcuların dinlenebileceği bir han inşa etmek istemektedir. Kısacası, Salih Yaşar'ı

motive eden şey, insanlar için iyi bir şeyler yapmak,daha fazla sayıda insanın

yararlanabileceği eserler yaratmak gibi soylu bir dürtüdür. Başkalarından daha çok

parası vardır ve bunu herkesin iyiliği için harcamak istemektedir.

Bir gün Salih Yaşar yaklaşmakta olan bir arabanın sesini duyar, bu arabanın

kendisini ziyarete gelen kızı Şakire'ye ait olduğunu farkeder. Bir başka ortamda köy

muhtarı Capar, Salih Yaşar'a farklı insanların arabalarını nasıl ayırt ettiğini anlatır.

Bütün bu olanlardan sonra yaşlı araba ustası, insanlara en iyi şekilde yardım etme

yolunun araba yapmak olduğunu görür.

Page 145: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

136

“Allahım” diye fısıldadı ve alnına vurdu : “Ben ne kadar körmüşüm, ne kadar

aptalmışım. Ne kuyusu, ne köprüsü kurmak istiyorum ben? Hayırlı işmiş! Benim

yaptığımdan daha iyi bir iş var mı? Arabalar, arabalar, benim yapmam gereken bu!”19

Salih Yaşar'ın yapmakta olduğu arabalar ve onların tekerletlerinden çıkan

melodiler insanlara mutluluk vermektedir, Tanrının ondan yapmasını istediği şey budur.

Salih Yaşar, Capar'a para teklif etmekte ve çiftçiliğe başlamak için toprak alması

gerektiğini söylemektedir. Fakat artık hayatının en önemli amacı hayırseverlik değildir.

Önemli olan araba yapmaktır, elinden bu gelmektedir ve arabalar insanlara verebileceği

en değerli hediyelerdir. Ayrıca ona tatmin ve huzur da vermektedir.

Fakat öykünün ele alınmaya değer bir başka yönü daha vardır. Salih Yaşar'ın

kızı Şakire, Yovkov'un edebi gelişiminin ikinci döneminde yarattığı bir grup kadın

arasında yer alır. 20 Şakire'nin ayırt edici özelliği güzelliğidir; bu da hayatın kabalığını

ve kaba çizgilerini yumuşatmaktadır. Salih Yaşar'ı gençleştiren ve onu asil davranışlara

iten, alışılmadık bir cazibesi vardır. “Hayır” diye düşünmektedir Salih Yaşar :

“ Tanrı insana birçok şey bahşedebilir, fakat en değerli hediyesi güzelliktir ”.21

Aynı zamanda Şakire kimsenin kontrolü altında değildir, kendi kaderini kendisi

yönlendirir ve erkekler üzerinde gözle görülmez bir gücü vardır. Capar, ikisi de gençken

onunla evlenmek istemiştir, fakat Şakire bu teklifi reddetmiştir. Çünkü bu onun

planlarına uygun değildir. Öykünün sonunda, Şakire'nin kocasının öldüğünü ve Capar'ın

teklifini kabul ettiğini görürüz. Üstünlüğü ve hatta bir dereceye kadar kurnaz kişiliği

yine öne çıkmıştır.

4.4. SID (Mahkeme)

Yovkov “kadının erkek üzerindeki gücü”ne ilk defa Sıd (Mahkeme,1921, Son

Mutluluk adlı kitapta da yer almıştır) adlı öyküde yer vermiştir. Bu tip kadınları

karakterize etmek için kullandığı kelimeler "güzel", "zorlayıcı" ve "güçlü"dür. Öykünün

temel karakteri olan Tokmakçiyata (Tokmakçı Mustafe Eşref) adında bir Türk, Topal

Page 146: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

137

Atanasi ve Andreya adındaki iki köylünün tarlalarını bölen ve ayrıca iki köy arasındaki

sınırı çizen sürülmemiş bir tarla parçası hakkında mahkemede ifade vermek zorundadır.

Tokmakçı bu konuda gerçeği bilen birkaç kişiden biridir ve bu gerçek Andreya'nın

aleyhinedir. Fakat öyle olsa bile, Tokmakçı'nın Andreya lehinde ifade verme ihtimali

pek yoktur. Geçmişte Andreya'nın Tokmakçı'nın oğlu Rüstem'i öldürdüğü yolunda

söylentiler vardır. Fakat olayların beklenmedik şekilde gelişmesi, davanın muhtemel

sonucunu da değiştirir. Tokmakçı, gençliğinde artık çoktan ölmüş olan Mariya adında

bir kadına aşıktır. Fakat Tokmakçı, dava konusu tarla parçasının gerçek sınırını

göstermek için dava yerine geldiğinde, sadece güzel olmayıp aynı zamanda Mariya'ya

inanılmaz derecede benzeyen genç bir kadın görür. Bu kadının eski aşkının kızı

olduğunu ve Andreya'nın da karısı olduğunu öğrenir. Eski anılar ve tutkular yeniden

canlanır ve mantık sınırlarının ötesine geçerler. Tokmakçı'dan gerçek sınırı göstermesi

istendiğinde yanlış ifade verir ve Andreya’nın lehine konuşur. Ayrıca eski ve ölmekte

olan eski arkadaşı Safvet Molla da aynısını yapar. İkisi de Mariya'nın kızında yeniden

canlanan güzelliğinin etkisinden kurtulamamıştır. Kadın güzelliği, akıl dışı tepkiler

vermelerine neden olur ve her iki adam da ahlaki davranış kurallarının dışına çıkar.

Yovkov kariyeri boyunca kadın güzelliğini vurgulamıştır. Bazen bu güzellik

yıkıcı olur bazen de yapıcı bir yönde soylu davranışlara yol açar. Fakat hiçbir durumda,

yazar güzelliğe duyulan tutkuyu yargılamaz. Yokvov'a göre, hatalı davranışları ve hatta

suçu meşru kılan tek şey “güzelliktir”.

4.5. STAROPLANİNSKİ LEGENDİ (Kocabalkan Efsaneleri)

1927'de yayınlanan bir öykü kitabı olan Staroplaninski legendi (Kocabalkan

Efsaneleri), Yovkov'un "hayalci gerçekçiliğinin" en tipik göstergelerinden biridir ve

aynı zamanda edebiyat kariyerinin en önemli başarılarından birini oluşturur.

Dobruca'dan motifler içeren diğer eserlerinin tersine, “Kocabalkan Efsaneleri”,

Yovkov'un memleketi olan Jeravna'nın dağlık bölgelerine duyduğu sevgiden doğar. Bu

öyküleri yazmak, Yovkov'un yıllarını almıştır. İlk efsane Ovçarova jalba (Çobanın

Üzüntüsü), 1910 yılında yazılmıştır; geri kalan dokuz öykü 1922 ve 1927 yılları

arasında yani Yovkov'un Bükreş'te oturduğu yıllarda yazılmıştır.22 Bu cilt üzerinde

Page 147: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

138

çalışırken Yovkov, halk şarkıları ve Jeravna'nın geçmişi üzerine bazı görüşleri titizlikle

toplamış ve öyküleri yazarken bunlardan yararlanmıştır. Jeravna'da bir öğretmen olan

Danail Konstantinov'a yazdığı bir mektupta Yovkov şunları söylemektedir:

“Kocabalkan Efsaneleri’ni tamamlamak için Jeravna'dan bazı materyallere

ihtiyacım var (halk şarkıları, popüler inançlar, tarihi olaylar, efsaneler vs.)Jeravna'yı

ziyaret etmeyi ve ihtiyacım olan şeyi bizzat aramayı çok istiyordum. Fakat bunu

yapamayacağımı görüyorum ve bu yüzden size başvurmak zorundayım. Umarım

bana bu iyiliği yapma nezaketini gösterirsiniz. Geçmişe ait tüm öyküler -ister mit ister

bir kaza veya önemli bir olay olsun- benim için son derece kıymetli olacaktır”.23

Yovkov'un edebi yaratıcılık için popüler mitleri kullanmaktan sözettiği gözden

kaçmamaktadır. Büyük ihtimalle bunun farkında olmamakla birlikte, yaratıcı ilhamın

"ilkel" kaynaklarının modern sanat için önemini keşfeden, o yüzyılın en büyük

sanatçılarıyla aynı yolu izlemiştir. Kendi gerici veya Nietzsche'ci dünya görüşünü ifade

etmek için folkloristik semboller "kullanan" Bulgar yazarı Petko Todorov'un tersine,

Yovkov okura, popüler mit ve efsanelerdeki dünya görüşünün canlılığını, doğallığını ve

insancıllığını vermeye ve bunu çağdaş kültürle birleştirmeye çalışmıştır. Diğer bir

deyişle, modern görüşleri Efsaneler'in dünya görüşüne empoze etmeye

çalışmamakta,fakat bunların içindeki değerleri ortaya çıkarmak istemektedir: Naroden

anlatıcı olarak adlandırdığımız kavramın perspektifini "içeriden" göstermeye çalışmak.

Bu durum, Yovkov'un orijinalliğinin ve Bulgar edebiyatına katkılarının bir

göstergesidir.

Tema açısından “Kocabalkan Efsaneleri”nin, aşkı öven uzun bir şarkı olduğu

söylenebilir : Hem kötü ve yıkıcı aşk hem de iyi ve herşeyi mümkün kılan aşkı öven bir

şarkı. Koşuta (Dişi Geyik ) dışındaki tüm "efsaneler" ortak bir paydaya sahiptir : Hepsi

trajik bir sonla biten aşk öyküleridir. Tür açısından “Kocabalkan Efsaneleri”

"öykülerden oluşan baladlar" 24 olarak tanımlanır; bu kavram, öykülerin sözlü folklor ve

romantik geleneğe güçlü bağlarının altını çizmektedir.

Page 148: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

139

Bu öykülerde geçen olaylar, Bulgaristan bağımsızlığına kavuşmadan yani

1878'den önce yaşanmıştır. Tarihsel açıdan Kırcalılar ve Haydutlar 25 adında iki silahlı

direnişle karşılaşan Osmanlı yönetimi altındaki yaşamı gözler önüne sererler. Bu

bakımdan, Balkan Efsaneleri, Yovkov'un kronolojik olarak aşağı yukarı 1.Dünya

Savaşı'ndan önceki on yılı kapsayan diğer eserlerinden oldukça farklıdır. Balkan

Efsaneleri ayrıca Bulgaristan halkının etnik farklılığını da yansıtır. Kahramanlar halkın

her kesimini temsil eder : Zengin ve fakir köylüler, çobanlar, keşişler, rahipler,

zanaatkarlar, Türk subaylar, hırsızlar, özgürlük savaşçıları, erkekler ve kadınlar; hepsi

de aşka tutkundur.26

4.6. ŞİBİL (Şibil)

Bu tutkunun en çarpıcı örneklerinden biri, birinci cildin ilk öyküsü olan ve

kahramanıyla aynı adı yaşayan Şibil adlı öyküde görülür. Şibil geçmişte soygun ve

cinayet gibi bazı suçlar işlemiştir. O ve adamları ıstırap içinde yaşamaktadırlar. Türk

subaylar onu yakalayıp cezalandırmak istemektedir, fakat Şibil'in renkli hayatına son

noktayı koyacak olan, bu subayların zekası olmayacaktır. Bir gün Şibil'in hırsız çetesi

dağda bir grup kadınla karşılaşır. Adamlar kadınların kolay av olacağını düşünmektedir;

ya da ganimetlerini arttıracak kolay bir fırsat yakaladıklarını. Fakat umutlarını boşa

çıkaran bizzat kendi liderleri olur. Şibil köyün kekhaya sı (kahya) Veliko'nın kızı

Rada'ya kapılır. Şibil kızın sadece güzelliğinden değil, cesaretinden de etkilenmiştir.

Sadece Rada onunla yüzleşmekten korkmamaktadır. Şibil, tüm kadınların serbest

bırakılmasını emreder. Rada'yla karşılaşması Şibil'in hayatında ve öyküde bir dönüm

noktasıdır. Şibil onu unutamamaktadır ve hayati bir karar vermesi gerektiğini farkeder.

Rada'ya aşık olduğu için çeteden ayrılmaya karar verir. Okur, onun affedilmeyi bekleyip

beklemediğini şüphesiz bilmemektedir, fakat Rada'ya kavuşup belki de onunla evlenme

konusundaki kararlılığı, ölüm korkusundan daha güçlüdür. Ayrıca babası Rada'yı,

Şibil'e köye geri döndüğünde hiçbir şey olmayacağına inandırmıştır. Kahya Veliko, son

dakikada doğruyu söyler; Şibil'e köyün girişinde pusu kurulmuştur. Şibil'i uyarmak için

artık çok geçtir. Öykünün en dramatik kısmı, Şibil'in sokakta görüldüğü anda Rada'nın

umutsuz bir koruma çabası içinde ona koştuğu sahnedir. Her ikisi de vurularak ölür.

Page 149: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

140

“Şibil” in daha derinlerdeki anlamı üzerine yorum yapmak için, kahramanın

geçirdiği daha karmaşık bir evrimin anlatıldığı İnce gibi bir başka öykü daha ele

alınmalıdır.

4.7. İNCE (İnce)

Öyküye baktığımızda, İnce'nin köyleri acımasızca yağmaladığı ve insanları

öldürdüğü için herkesin yüreğine korku salan büyük bir çetenin (Kırcalılar çetesi) lideri

olduğunu öğreniyoruz. İnce Jeravna kasabasını yakarken ve yağmalarken, Pauna adında

güzel bir kızla tanışır, daha sonra bu kızla evlenir ve bir oğulları olur. Fakat göçmen bir

hayatın zorlukları şefkat veya dengeli bir hayata izin vermemektedir. Bir gün İnce o

kadar öfkelenir ki, çocuğu Pauna'nın kucağından alır, bir yatağanla (ucu keskin kısa

kılıç,kama) başına vurur, yere atar ve orada bırakır. Bu olaydan kısa bir süre sonra

Pauna, İnce'nin kampından kaçar ; çünkü artık onunla yaşamaya tahammül

edememektedir. Pauna'nın ortadan kayboluşu İnce'yi deliye çevirir. Öfkesi sınır

tanımamaktadır, karşısına çıkan herşeyi yerle bir eder.

Bir gün Pauna'nın akrabalarından biri olan,aynı zamanda da bir Kırcalı olan

Siyaro Barutçiyata (Barutçu Siyaro) , İnce'yi yaralar. İnce iyileştikçe, bu iyileşme

hayatına da yansır ve tekrar çetenin başına geçtiğinde bambaşka bir insan olmuştur, o

artık bir çete reisi değil, fakiri savunan popüler bir kahramandır. Nereye gitse, mutlu

insanlarla, çiçeklerle ve şarkılarla karşılanmaktadır. Fakat, tüm "efsanevi" kahramanlar

gibi, İnce'nin hayatı da bir trajediyle son bulur. Urum-Yeniköy’e ( burası uzun zaman

önce çocuğunu terk ettiği köydür) bir ziyareti sırasında yine çok sıcak bir selamlamayla

karşılanır. Mutludur, onu karşılayan insanlara son derece dostane ve içten

davranmaktadır. Köylüler arasında sakat, kambur,çirkin ve elinde tüfek olan bir genç

görür. İnce, gencin gözlerinden çok etkilenmiştir, bu gözler ona çok tanıdık

gelmektedir. Fakat İnce’nin o anda istediği tek şey, silahı gencin elinden almaktır. İnce

böyle sıcak bir topluluk içinde silah görmek istememektedir. Genç adamdan tüfeğini

bırakmasını ister ama o bunu reddeder. İnce nezaketle ısrar ettiğinde, genç adam ateş

eder ve İnce’yi ağır yaralar. İnce, kendisini vuran kişinin, ailesi tarafından köyden uzak

Page 150: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

141

olmayan bir alana terk edildiği için ölümden kurtulan kendi oğlu olduğunu fark etmeden

ölür.

Şibil ve İnce'nin ruhsal gelişimleri,psikolojik yapıları birbirinden farklıdır :

Şibil'in gelişimi daha basit ve kısa, İnce'nin ki ise daha uzun ve karmaşıktır. Fakat her

ikisi de kötü insanken yavaş yavaş iyi birer insana dönüşmüşlerdir. Fakat bu,

kişiliklerinin yalnızca bir yönüdür. Her ikisi de kadın güzelliğinin gücü karşısında

acizdir ve bu her iki durumda da ahlaki bütünlükle kesişir. Şibil, Rada'nın güzelliğinden

o kadar etkilenmiştir ki, tek düşüncesi, hayatta veya ölümde onunla birleşmektir. Pauna

İnce'yi terk ettiğinde, İnce her zamankinden daha da vahşileşir;fakat daha sonra

Pauna'yla yaşadıkları ve onu tekrar bulma isteği, onu ruhen yeniden canlanma yoluna

sokar.

4.8. BOJURA (Bojura)

Özellikle Bojura (özel bir isim) ve Prez çumavoto (Veba Günlerinde) adlı

öykülerde de görülebileceği gibi, kadınlar da aşka eşit derecede tutkundur. İlk öyküde,

Yovkov'un daha önce yazdığı öykülerde görülen "günahkar aşk" motifini konu alır.

"Şakayık" anlamına gelen ve öykünün odak figürü olan Bojura, ahlaki açıdan şüpheli ve

kötü bir üne sahip olan Vasilço'ya aşık olan bir çingene kızıdır. Irksal ve sosyal şartlar

(Bojura bir çingenedir ve fakirdir; Vasilço ise Bulgar’dır ve zengin bir çorbacı ailesinin

üyesidir) ikisi arasında bir ilişki olmasına izin vermeyecek gibi görünmektedir. Fakat

aralarındaki fiziksel çekim, mantığın önüne geçmektedir; telkin yoluyla bu duyguları

frenlemek mümkün değildir. Vasilço ve Bojura, göl kenarında karşılaştıkları bir gün,

duygularına yenik düşer ve birlikte olurlar . Bojura'nın bu ilişkiden bir çocuğu olur;

fakat o, bu durumdan hiç utanmamaktadır. "Günahını" (oğlunu) gururla yanında

taşımaktadır. Yovkov'un kahramanları genelde tipik bir Shakespeare'ci özellik

sergilerler, bir ilişkiye girdiklerinde veya bir entrikaya bulaştıklarında, sonuçlarını

düşünmeden sonuna kadar giderler. Bu öyküde de sadece Vasilço yaşadığı sürece

Bojura'nın hayatta bir amacı olacaktır. Ancak onun öldüğünü duyunca karamsarlığa

kapılır ve kendini suya atıp boğularak hayatına son verir.

Page 151: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

142

4.9. PREZ ÇUMAVOTO (Veba Günlerinde)

Prez çumavoto (Veba Günlerinde) adlı öykünün odak figürü olan Tiha, yörenin

en zengin ve korkulan kişisi olan Hacı Dragan'ın kızıdır. Yapı olarak kararlı bir

kadındır; duygularına sahip çıkar, fakat onun kararlılığı Bojura'nınkinden daha

güçlüdür. Çünkü içinde bulundukları durumlar(ortamlar) farklıdır. Öykü dramatik bir

ortamda geçer: Tiha'nın yaşadığı köyün etrafındaki köylerde veba vardır ve onun köyü,

hastalığın (vebanın) uğramadığı tek yerdir. Köy halkı kaçınılmaz durumla karşı

karşıyadır; ortada bir hüzün havası vardır ve felaket, köyün üzerinde asılı durmaktadır.

İnsanlar dış dünyayla temas ederlerse vebanın onlara da bulaşacağından çok

korkmaktadırlar. Fakat açlıktan ölme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmışlardır. Onlara

yardım edebilecek tek kişi Tiha'nın babası, varlıklı ve güçlü toprak ağası Hacı

Dragan'dır. Fakat o, durumdan etkilenmiş gibi görünmemektedir. Aslında o kızı Tiha'yı

hiç sevmediği biriyle evlendirmeyi planlamaktadır. Tiha'nın gerçek aşkı olan Veliçko

köyden ayrılmıştır ve Tikha onun geri dönmeyeceğini düşünmektedir. Bir süre sonra

tam Tiha'nın nikahı kıyılacakken, Veliçko kiliseye gelir. Vebaya yakalanmıştır ve

sunağın önünde yere yıkılır. İnsanlar panik içinde kiliseyi terk ederler; hastalık köye

girmiştir artık. Veliçko'nun annesi bile ona yaklaşmak istemez ve dehşet içinde kaçar.

Onu,bu kötü durumda bırakmayan tek kişi Tiha'dır. Veliçko'nun üzerine eğilir ve onun

başını kendi dizlerine koyar. Mutlu sonla bitmesi beklenen öykü bir trajediyle sona erer.

4.10. NA İGLİKİNA POLYANA (Çuha Çiçeği Tarlasında)

Yovkov'un dünyasında aşk, zamanın yok edemeyeceği, ömür boyu süren bir

duygudur. Na iglikina polyana (Çuha Çiçeği Tarlasında) adlı öykünün

kahramanlarından Kraynaliya, artık çok yaşlı ve evli bir adam olmasına rağmen, ilk

aşkını unutamamaktadır. Evinde kalan bir haydut olan kuzeni Stoyan'ı evden

uzaklaştırır. Stoyan, amcasının çok yaşlı olduğunu ve artık ihtiyacı olmadığını

düşünerek, ondan silahını ve tüfeğini ödünç vermesini rica eder. Fakat Kraynaliya

haydut yaşamının eski kuralını izler : “Karını, atını veya tüfeğini ödünç verme”. Bunun

yerine, en iyi haydut kıyafetlerini giyer ve kuzeniyle gider. Herkes Kraynaliya'nın

Page 152: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

143

direniş hareketine tekrar katılmasını beklemektedir. Fakat o, Stoyan'a Kurta'ya duyduğu

büyük aşkı anlatır; Kurta'nın Kraynaliya uğruna reddettiği bir başka haydut tarafından

öldürüldüğü çuha çiçeği tarlasının yolunu gösterir. Kurta, onun hayattaki en değerli

hatırasıdır. Öykünün sonunda çember tamamlanır : Uzun yolculuğun tükettiği

Kraynaliya, Kurta'nın öldürüldüğü tarlada son nefesini verir. Artık silah ve tüfek

Stoyan'ındır.

4.11. NAY - VYARNATA STRAJA (En Güvenilir Muhafızlar)

Yovkov'un kahramanları aşk uğruna hile yapmaktan, güç kullanmaktan hatta

dini şeylere saygısızlık etmekten çekinmezler. Nay-vyarnata straja (En Güvenilir

Muhafızlar) adlı öykünün odak figürü olan Dragota, keşiş olur; fakat bunun nedeni dine

bağlılığı değil, aşkı Ranka'yı kazanmak için başka umudu olmamasıdır. Bu yüzden,

eline geçen ilk fırsatta, cüppesinin ona getirdiği yetkiyi avantaja çevirmeye çalışır. Bir

müslümanın karısı olamayacağı gerekçesiyle Ranka'yı, Türk sultanın (Hacı Emin)

elinden almanın yollarını aramaya başlar. Ranka için mücadele eden üç erkek vardır;

bunlardan her biri farklı bir yol izlemektedir. Kosan açıkça başkaldırıyı tercih eder ve

dağa çıkarak korkunç bir haydut olur. Türk sultanı olan Hacı Emin güç kullanır ve

Dragota hileye başvurur. Yovkov bu son taktiği tasvip etmediğini açıkça belli eder.

Sultan Hacı Emin bile daha avantajlı bir konumdadır, çünkü onun yaptıkları apaçık

ortadadır.

Kocabalkan Efsaneleri’nin diğer öykülerinde olduğu gibi, "En Güvenilir

Muhafızlar" adlı öyküde de aşk trajediyle sonuçlanır : Haydut olan Kosan ve keşiş

Dragota, Ranka için savaşırlarken birbirlerine sarılmış bir şekilde yanarak ölürler ve

Ranka Sultan'la evlenmek üzere onun sarayına hapsedilir. Yıllar sonra köyünü ziyaret

etmesine izin verildiğinde (annesi vefat etmiştir) kendisine "en güvenilir muhafızlar

"eşlik etmektedir; yani Ranka'nın iki yiğit oğlu.

Bir insan farklı ilişkilere girebilir ve farklı duygu ve tutkular yaşayabilir : Aile

sevgisi, dini inanç, nefret, hastalığın getirdiği acılar, yaşlı olmanın çaresizliği, vb. Fakat

hiçbir şey bir başka insana duyulan aşktan daha güçlü veya herşeye hazır olamaz. “Veba

Günlerinde” adlı öyküdeki Doçka, yani Veliçko'nun annesi, hastalığa yakalandığını

Page 153: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

144

gördüğü anda oğlunu terk eder ama Tiha onunla kalır. “Çobanın Üzüntüsü”nde Stefan,

annesinin yalvarmalarına rağmen, Elena'yla evlenmesini engelleyenlere yardım ettiği

için onu affetmez. Köyüne hiç geri dönmez ve bilinmeyen bir mezara gömülür. Böylece

en doğal, kutsal hakkı olan birini sevmek ve mutluluğu yakalamak hakkını elinden

aldığı için annesini cezalandırmış olur. Benzer şekilde, yaşlı Kraynaliya mezarın

başında durur fakat Kurta'yı unutamaz.

Yovkov'un Kocabalkan Efsaneleri’nde yaşanan aşk, suçu bile haklı çıkarabilir;

çünkü suç, aşk ilişkisinin ayrılmaz bir parçası olabilir. Jenda “Postolovların Değirmeni”

adlı öyküde, hem kocasına hem de aşığı Marin'e sadık değildir ve yaptıklarının

sonuçlarına katlanmak zorundadır: Marin hem Jenda'yı hem de bir çingene arabasında

kılavuz olan yeni aşığını öldürür. Söz konusu aşk, “günahkar aşk ve “asilleştiren aşk”

olabilir ama anlatıcı bu ikisi arasında ahlaki bir ayırım yapmaz. İster sevelim ister

sevmeyelim “hayatın böyle bir şey olduğunu” anlatır bizlere.

Fakat Efsaneler'in tüm kahramanları kendilerine sadıktır. Bir amacın peşinden

yola çıktıkları zaman, asla dönmezler. Belki de bu yüzden, çağdaş Bulgar eleştirmenleri

Kocabalkan Efsanelerini “insan ruhunun güzelliği üzerine on ilahi” olarak adlandırır.27

Ayrıca, bu ruhsal güzellik, genelde fiziksel güzellikle de ifade edilir. Yovkov,

karakterlerinin fiziksel çekiciliğine büyük önem vermektedir. Onun dünyasında,

düşmanlar bile rakiplerine hayrandır. Türk Efendi, Şibil'i kendisine doğru yaklaşırken

gördüğünde “Ne kadar yakışıklı bir adam” demekten kendini alamamıştır. Veliçko ateş

etmeye devam ettiğinde, silahını kapar ve “Böyle bir adam ölmemeli” der. “İnce” adlı

öykünün odak figürü olan çetebaşı İnce’de gösterişli ve yakışıklı bir karakterdir, tıpkı

Kosan, Bojura, Jenda ve hatta yaşlı Kraynaliya gibi. Yovkov, dünyayı estetik güzellik

kültünün prizmasından resmeder, bu özellik onun eserlerinin hemen hemen tümünde

görülür.

Kocabalkan Efsaneleri’nin türü de ilgi çekicidir. Yovkov bu cildi hazırlarken

çok çaba harcamıştır ve bu çaba sadece halk şarkıları ve ihtiyacı olan diğer materyalleri

toplamakla sınırlı değildir. Yovkov, bu öykülerin son şeklini alması konusunda oldukça

endişelidir. Kendisi Bükreş'te bulunduğu sırada, Sofya'daki en iyi arkadaşları olan ünlü

şair Nikolay Liliev ve eleştirmen Vladimir Vasilev'den kitap basılmadan önce

Page 154: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

145

müsveddeleri son kez gözden geçirmelerini istemiştir.28 Kocabalkan Efsaneleri onun

eserleri arasında diğer eserlerinden farklı bir yer tutar. Peki Efsaneler'in eşsiz kalitesini

nasıl tanımlamalıyız acaba ?

Yukarıda, Yovkov'un Kocabalkan Efsanelerini yazarken Bulgar halk kültürünün

zenginliğinden yararlandığını belirtmiştik. Daha kapsamlı bir tarihi ve estetik ortamda

incelendiğinde, Kocabalkan Efsaneleri, 1920'lerin Rodno izkustvo (Ulusal Sanat)

hareketinin edebi bir manifestosu olarak da görülebilir. 1. Dünya Savaşı'nın getirdiği

siyasi felaket ve kozmopolit Sembolizm'in giderek çökmesinin ardından, Bulgar

entelijensiyası ve özellikle de sanatçılar, aynı zamanda köylülerin hayatı ve popüler

kültürüyle özdeşleşen "ulusal ruhun" derinliklerinde ilham aramaya başladılar.29 Bu

hareket, şehirlere özgü değildi ve dar kafalı bir izolasyon peşinde de değildi. Tam

tersine, "köylü ruhunu" özgün ulusal özelliklerin ve evrensel değerlerin bir bileşimi

olarak,ulusal öz ve bunun önüne geçmekle suçlanan dış etkiler arasındaki yapay

engelleri yerle bir edecek bir kavram olarak öne çıkarmaya çalışıyordu. "Ulusal Sanat"

programı, en gözle görülür ve ilginç ifade yolunu görsel sanatlar (Ivan Milev'in

resimleri) ve müzikte (Lyubomir Pipkov, Petko Staynov ve Penço Vladigerov gibi

bestecilerin eserleri) buldu; fakat edebiyat henüz hazır değildi. Yovkov'un Kocabalkan

Efsaneleri, belki de bu akıma edebiyat alanından en önemli katkı olmuştur. Bu iddiayı

ispat etmek için, Yovkov'un bu öykülerde halk kültürünü nasıl kullandığına yakından

bakmak gerekir.

Yovkov, Efsaneleri, temelde iki farklı biçimde yazmıştır. İlkinde,aynı halk

şarkısının (iki farklı şarkı kullandığı çok seyrektir) bir ya da iki farklı noktasını,

geleneksel-popüler bir hikaye veya tarihin kaydettiği önemsiz bir olayla birleştirir.

Ikincisinde ise, sadece halk şarkılarını bir araya getirir. Her "efsanenin" nasıl

oluşturulduğuna bakılmaksızın, Yovkov'un kendini motiflerin basit tekrarıyla veya

bunları bir öykü içinde mekanik bir biçimde bir araya getirmekle sınırlamadığı

belirtilmelidir. Bunun yerine Yovkov, halk motiflerini yaratıcı bir biçimde folklordan

ödünç alır; yani bu motifleri kendi sanatsal çalışmalarının gerekliliklerine uygun bir

şekilde öykülerine adapte eder. Örneğin "Şibil", 19. yüzyılın ikinci yarısında haydutluk

yaptığı bilinen bir Çingene olan “Şibil Mustafa” nın yaşamındaki olaylara ve Jenda

Page 155: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

146

adında bir Bulgar kadına olan aşkına ithaf edilen ve kökleri gerçeğe dayanan popüler bir

şarkıdan doğmuştur. Fakat Yovkov, tüm bu tarihsel verileri öykülerinde "şiirsel bir

dille" kullanır : Sıradan bir haydut, soylu bir simaya dönüşür ve aslında kocasını ve dört

çocuğunu terkeden bir kadın, Rada adında romantik bir genç kadın olarak karşımıza

çıkar.

Benzer bir şekilde, "Bojura" öyküsü de üç farklı kaynağa dayanır : Bu

kaynaklardan biri, Yovkov'un, yerel bir gölette boğulan bir kadın hakkında çocukken

duyduğu bir öyküdür. Diğer kaynaklar ise iki halk şarkılarıdır : “Vasilço sedi na

kyoşka” (Vasilço köşkte oturuyor) ve "Nikolço duma maytsi si..” (Nikolço annesine

dedi ki..). Öykünün çekirdeğini oluşturan iki şarkı, Vasilço'nun hizmetçi Yanka'ya

yaptığı kuru anlatır. Onları ayıran sosyal statülerinin birbirinden çok farklı olmasıdır.

Yovkov'un öyküsünde birbirini seven iki insanın kavuşmasındaki engeller, hem sosyal;

hem de etniktir : Bojura fakir ve çingenedir. Şarkıda Vasilço, Yanka'ya karşı olan

niyetinde ciddidir; fakat "Bojura"adlı öyküde Vasilço, Bojura ile flört etmektedir ve bu

durum, Bojura'nın durumunun ne kadar trajik olduğunu gösterir. Konu açısından, ikinci

şarkı yardımcı rolündedir, sadece bazı detaylar vermektedir.

Yovkov'un öyküleri arasında halk kültürünü en ilginç biçimde kullandığı öykü

"İnce"dir. Önceki öykülerin aksine, "İnce" adlı öykü tamamen sözlü şiirlere dayanır.

Yukarıda gördüğümüz gibi, "İnce" öykünün kahramanının bir hırsızdan, fakirlerin

savunucusu bir halk kahramanına dönüşmesini yansıtır. Halk bilimcilerin kaydettiği

hiçbir şarkı İnce'yi bu şekilde tanıtmamaktadır. Fakat "İnce" isimli şarkının iki

versiyonu mevcuttur : Bunlardan biri, “İnce” yi acımasız bir katil olarak resmederken,

ikincisi onun asil ve vatansever özelliklerini öne çıkarır. Yovkov'un öyküsü de bu iki

şarkıyı birleştirmektedir. Öykünün konusunu yaralı “İnce” hakkında bir şarkının iki kısa

versiyonu tamamlar. Son olarak, şarkının “İnce”nin küçük bir çocuk tarafından

öldürüldüğünü anlatan bir başka versiyonu daha vardır. İçine bir aşk öyküsü katarak

olayı canlandırmak isteyen Yovkov, “İnce” hakkındaki şarkının bu versiyonlarını,

Pauna gibi Kırcalılar tarafından hapsedilen Kalina hakkında yazılan bir şarkıyla

birleştirir. Tüm bunlar biraraya geldiğinde, sadece Yovkov'un en büyük sanatsal

Page 156: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

147

başarılarından biri olmakla kalmayıp, Bulgar öykülerinin en değerlileri arasına giren,

sanatsal açıdan tutarlı bir eser doğar.

Edebiyat eleştirmenleri ne zaman Balkan Efsaneleri hakkında yazsalar, bu

öykülerin "azametli" ve "yüceltilmiş" tonundan bahsederler. Bu ton, yüksek derecede

"şiirsellikle" yoğrulmuştur. Bu "şiirsellik" sözlü şiirlerden ödünç alınan stilistik

yöntemlerin geniş ölçüde uygulanması sayesinde elde edilir ve şüphesiz Efsanelerin

balad tarzı karakterine katkıda bulunur. Bu balad tarzı karakteri kuvvetlendiren bir

başka önemli özellik de, doğaüstü güçlerin günlük hayatta sürekli var olmalarıdır.

Yovkov'un öykülerinde gerçek olaylar arasında doğaüstü olaylar da yer alır ve

insanların yaptıklarına müdahale eder. Bu unsurun Balkan Efsaneleri’ne dahil edilmesi,

öykülerin sanatsal karakterinden çok, anlatım perspektifini etkiler. Bu perspektif,

öykülere kesin bir felsefi dünya görüşü katar, buna göre, doğaüstü olaylar, hayatın bir

parçasıdır. Anlatıcı ve kahramanlar arasında mesafe yoktur, çünkü anlatıcı onların batıl

inançlarını ve dini inançlarını tüm ciddiyetiyle kabul eder. Kitaptaki en pastoral hikaye

olan Koşuta (Dişi Geyik) da Stefan bir maral (dişi geyik) avlamaya çalışmaktadır.

Hayvanda özel birşey olduğu söylenmektedir, gözleri bir insanın gözlerine

benzemektedir. Stefan'a geyiği öldürmemesi söylenir, fakat o ısrar eder. En sonunda

geyiği pusuya düşürdüğü ve "tüfeğini kalbine doğrulttuğu anda", geyiğin yanında

aniden ona süt veren bir kadın belirir. Avcı tüfeği her doğrulttuğunda, aynı şey

olmaktadır. "Postolovların Değirmenleri" adlı öykü, siyah bir tekenin Vırban'ın

değirmenine gelişinin tasviriyle başlar. Popüler inanca göre, keçiler şeytani yaratıklardır

ve siyah bir tekenin kötü şansın habercisi olduğuna inanılır. "İnce"de, yaşlı bir rahip

İnce'yi yaralanmadan kısa bir süre önce lanetler. Doğaüstü güçlerin gözle görülmez

gücünü gösteren başka örnekler de mevcuttur.

Şüphesiz, Kocabalkan Efsaneler'inin bu özellikleri, tek başına balad tarzı

doğasını tanımlamaya yetmez; sadece diğer sanatsal niteliklerle birlikte buna katkıda

bulunur. Bir edebiyat türü olarak bir baladda üç yapısal unsur bulunur : Epik, lirik ve

drama.30 Bunların üçü de Balkan Efsaneleri'nde mevcuttur. En güçlü bileşen kuşkusuz

epiktir. Diğer iki bileşende olduğu gibi, bu yapıların önemi öyküden öyküye değişir.

Yovkov, lirikliği doğanın rolünü vurgulayarak veya devrik cümleleri sık kullanarak

Page 157: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

148

verir, yani normatif ve genel kabul görmüş Bulgar cümle dizisinden (sentaks) ayrılır.

Diğer taraftan, kahramanını, sıradan insanların hayatı ve kelimenin ahlaki değil

toplumsal anlamıyla "dışarıdan bakan" biri olarak kendi hayatı içinde bir huzursuzluğun

vücuda geldiği bir insan olarak sunarak, öyküye dramatik bir etki katar. Davranışları ile,

Şibil, Kraynaliya, İnce, Bojura ve Jenda kendi ahlaki değerlerini onaylamadıklarını

ifade ederler, o zamana kadar oluşturulmuş hayat tarzlarına karşı çıkarlar. Dolayısıyla,

bu öykülerin dramatik özelliğinin, karakterlerin psikolojik eğilimlerinde yattığı

söylenebilir.

Herhangi büyük bir yazar gibi, Yovkov da insan duygularının ve tutkularının

derinliklerine iner. Bunu uzun psikolojik analizlerle yapmaz, fakat davranışlarını ve

diğer insanlara tepkilerini dikkatli ve idareli bir biçimde tasvir ederek yapar. Bu modern

yapıcı yaklaşım, Yovkov'u yüzyılın en ilginç yazarları arasına sokar. Görünüşte tarihi

öyküler yazan Yovkov, insan varlığının bitmez problemlerini inceler. Fakat Balkan

Efsaneleri'nin tarihsel çerçevesi, yalnızca "dekorasyon" olarak dışlanmamalıdır. Bu

eser, bize ayrıca neredeyse 500 yıl boyunca Türk egemenliği altında kalan ve kimliğini

korumayı başaran bir ülkenin ulusal kaderi hakkında da birçok şey söyler. "İnce"

kahramanının kişisel trajedisini anlatan bir öykü değildir; ayrıca Türklere karşı bilinçli

bir direniş hareketi olan Haydut hareketinin artan gücü ve olgunluğunu da resmeder.

Yunashki glavi (Kahramanların Başları) 1876 Nisan ayında Türklere karşı

gerçekleştirilen bir isyanın trajik öyküsüdür; "En Sadık Muhafızlar" sadece Kosan ve

Ranka'nın mutsuz sonla biten aşkının değil, aynı zamanda Türk egemenliğinin de bir

göstergesidir. Hacı Emin, Ranka'yı alıkoymak ve karısı olmaya zorlamak için, Türk ve

hükümdar olmasının getirdiği yetkiyi kullanır. Yüzyıllar boyunca binlerce Bulgar kadın,

Türk subayların karısı veya metresi olarak, Ranka'nın kaderini paylaşmıştır.

Yovkov, yeteneğini başarılı bir şekilde kullanarak, tarihi atmosferi evrensel

motiflerle bezemiş ve Balkan Efsaneleri'ni uluslararası nitelikte ulusal bir epik haline

getirmiştir.

Page 158: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

149

4.12. VEÇERİ V ANTİMOVSKİYA HAN (Antimov Hanında Akşamlar)

Yovkov, Efsaneler'le neredeyse aynı zamanda, Kocabalkan Efsaneleri’nden bir yıl

sonra, yani 1928'de Veçeri v Antimovskiya han (Antimov Hanında Akşamlar) adlı öykü

kitabını yazmıştır 31. Bu ciltte, Antimovo'daki hanın etrafında dönen yedi öykü ve en

önemlileri Po jitsata (Teller Boyunca) ve Albena (Albena) olan, farklı konularda dokuz

öykü daha bulunur. Antimovo Hanında Akşamlar aslında Dobruca'yı öven bir ilahi,

Yovkov'un öğretmenliğe başladığı yıl olan 1900 ile Birinci Dünya Savaşı'ın patlak

verdiği 1914 yılı arasında, Yovkov'un bildiği kadarıyla Dobruca'daki hayatın idealize

edilmesidir. Aslında,Antimovo adında gerçek bir köy olmadığı gibi o isimde bir han da

yoktur. Han, yazarın hayal gücünde yaratılan kurgusal ve sembolik bir olay yeri, "eski

güzel zamanların" atmosferini yeniden canlandıran bir ortamdır. Dimo Minev,

“Antimovo Hanı”nın yerini sorduğunda, Dobruca'dan bir öğretmen şu cevabı vermiştir:

“Dobruca'nın her yerinde”. Kitabın ilk öyküsü olan “Dryamkata na Kalmuka

(Kalmuk'un Uyuklaması)”, açılış cümlesinde anlatıcı, “Antimovo Hanı”nın sadece bir

ara yolda değil, bir çok yolun kesiştiği bir yerde olduğunu söyler. Simeon Sultanov'a

göre 32, bu cümle tüm öykünün temel konusunu dile getirir, konu hayatın akışıdır, bir

yanda sürekli değişim ve bir yanda aynılık. İnsanlar, ziyaret için farklı yönlerden gelir

ve yine farklı yönlerden giderler. Bunlardan bazıları hanın rahat ve kuytu atmosferinde

dinlenmek için gelir, bazıları da han sahibi Sarandovitsa'nın cazibesinden ve kızı genç

Sarandovitsa'nın güzelliğinden etkilendikleri için orada kalırlar.

Dahası, sonsuza dek akan "hayat nehri" kendini, sadece ziyaretçilerin sürekli

gidip gelişiyle değil, Antimovo hanının içinde ve etrafında gerçekleşen olaylarda da

gösterir. "Kalmuk'un Uyuklaması" adlı öyküde, kıskançlığın harekete geçirdiği bir

öğretmen, genç Sarandovitsa'nın hayatına kasteder : Onun genç ve yakışıklı Zaharço ile

evlenmesini kabul edememektedir. Eşi görülmemiş bir macera olan Çastmiyat uçitel

(Mürebbiye) adlı öyküde, Palazov, bir sirk göstericisi olan Bayan Schmidt'e aşıktır ve

Antimovo'yu birlikte terk ederler. Vragove (Düşmanlar) adlı öyküde ise, Hristo

Meseçkata, Sırneno ve Bistra adındaki iki köy arasındaki sürekli bir düşmanlığı kendi

lehine kullanır. Bistra'dan bazı köylüler hana geldiğinde, Meseçkata onları

düşmanlarının aptallıkları hakkında şakalar yaparak eğlendirmektedir. Fakat onlar gidip

Page 159: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

150

de diğer köyden bir grup ziyaretçi geldiğinde, aynı yorumları Bistra'nın sakinleri

hakkında yapmaktadır. Her durumda, Meseçkata içki ve iyi yiyecekle

ödüllendirilmektedir.

Han her gün insanların trajedilerine ve mutluluğuna, gülüşlerine,kahkahalarına

ve gözyaşlarına, hile ve dürüstlüğe tanıklık etmektedir. Sıradanlığın cümbüşü, handaki

havaya sinmiştir, tıpkı hayatta olduğu gibi. Hayatın bu canlı ve rengarenk akışı, annesi

öldükten sonra hanın sahibi olan genç Sarandovitsa'nın hayatında da hüküm

sürmektedir. Müşterilerle kurnazca ve hatta ustaca ilgilenme şekli, bazen cömertliği

bazen de sıcaklığıyla dengelenir. İşini yaparken gözle görülür bir ölçülülük sergiler ve

bu özellik, fiziksel çekiciliğiyle birleştiğinde, müşteriler hana gelmeye can atar.

İşte hayat böyle devam eder. Antimovo Hanı müşterilerini ağırlar, Sarandovitsa

kasanın arkasında durur, gelen misafirlerini karşılar ve koruyucusu olan Kalmuk, yemek

odasının bir köşesinde durup, hır çıkarma ihtimali olan kişileri izler. Dışarıda gelişen

olayların değişkenliğine rağmen, hanı üç nesil (büyükanne, anne ve kız) boyunca

ellerinde tutan Sarandovitsa'lar ve Kalmuk orada olduğu sürece handa hep bir istikrar

hakimdir. Yovkov'un kurulu düzene hayran olduğu, gelenekler ve geçmiş zamanın

insanlarını sevdiği ortadadır.

Antimovo Hanında Akşamlar, günlük hayatı tasvir etmesine rağmen, bazı

zayıflıklarla birlikte basitlikleri, samimiyetleri ve gerçek ilişkilere hazır olmaları ile

diğerlerinden ayrılan alışılmadık karakterler sergiler. Yovkov'un insan doğasının bu

yönlerine karşı tutumu, kitaptaki son iki öyküde daha baskın bir şekilde göze çarpar :

Sreşta (Karşılaşma) ve Şepa pepel (Avuç Dolusu Kül). İlk öyküde, emekli bir polis

memuru olan Vitan Çavuş, yirmi yıldan sonra ilk defa hanı ziyaret eder. Artık yaşlı bir

adamdır ve bir gözünü Solakoğlu Recep adında bir haydudun izini sürerken

kaybetmiştir. Vitan Çavuş’un hana geri dönüşü, geçmişin hatıralarını yeniden

canlandırmıştır ve Çavuş, gözünü nasıl kaybettiğini anlatır. Sonuç olarak,

yaptıklarından pişman değildir ve onu bu hale getiren Recep’in annesine hiç kızgın

değildir. Onu kızdıran şey, gençliğin güzel zamanlarının sonsuza kadar gitmiş olduğu

Page 160: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

151

gerçeğidir. Öykünün bir noktasında Çavuş, bir müzisyene doğru döner ve şunları söyler

:

“Bizim için birşeyler çal. Fakat yeni şarkılardan istemiyorum. Eski, melankolik,

kahramanca bir şarkı çal”.33

Ve bu isteğini öykünün sonunda da tekrarlar.

Kitabın son öyküsü "Avuç Dolusu Kül" ana temasını birden fazla şekilde

vurgular. Yovkov'un ataerkil topluma duyduğu sempati, topluma bağlılığı ve form ve

geleneksel değerleri koruma isteğiyle birlikte, bu öykünün ana teması geçiş ve hayatın

gelgitleridir. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Bu kuralın istisnası yoktur ve Antimovo

Hanı "eski güzel zamanların" bir sembolü olarak bu kurala tabidir. İstilacılar gelir ve

herşeyi yokederler : Han ateşler içinde kalır, Sarandovitsa ve Kalmuk öldürülür. Geriye

kalan tek şey bir avuç dolusu kül ve hatıralardır. Bu notla birlikte Yovkov döngüyü

tamamlar. Bu yok oluş noktasının ilerisine gitmez, çünkü daha sonra olan hiçbirşey

onun hayal gücünü harekete geçirmez. Antimovo Hanında Akşamlar'ın bitişi,

Yovkov'un tüm eserleri için sembolik bir anlam taşımaktadır.

Bu ciltteki diğer öyküler ve özellikle Po jitsata (Teller Boyunca) ve Albena

(Albena), hakkında söylenmesi gereken birkaç şey vardır. Birçok öyküde olduğu gibi,

"Teller Boyunca" adlı öyküde, insanlara şans getiren ve onları iyileştiren bir "beyaz

kırlangıç" hakkındaki batıl inanıştan bahsedilir.34 Öykünün kahramanı, bu beyaz

kırlangıcı arayan yaşlı bir köylüdür. Üç çocuğu bilinmeyen bir hastalıktan ölmüştür ve

son kızının hastalığı da doğa üstü güçlerle açıklanabilmektedir.35 Baba kızını bir

arabaya koyar ve telefon tellerini takip eden yollar boyunca gitmeye başlar. Umudu

kızının telde oturan bir kırlangıcın bakışını yakalaması ve ölümden kurtulmasıdır. Bu

lirik anlatımın en dokunaklı tarafı, köylünün bu iyileşme formülüne yürekten inanması

ve ailesini vuran kötü kaderi anlatışındaki basitliktir. Ayrıca, yazar bu öyküde, sanatın

insanların üzüntülerini, acılarını ve trajedisini tasvir etmek zorunda olmakla birlikte,

umut ve teselli mesajı verme yükümlülüğü taşımadığı şeklindeki kişisel görüşünü de

ifade etmektedir.

Page 161: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

152

Diğer öykülerde, örneğin İmane (Para) ve Senebirskite bratya (Senebir'li

Kardeşler) adlı öykülerde, Yovkov'un paranın kişiyi insanlıktan çıkarabileceğini ve

açgözlülüğün yıkıcı etkisini resmetmektedir. Drugoselets (Bir Başka Köyün Köylüsü)

adlı öyküde, bir köylünün sahip olabileceği en sadık yardımcısını, atını kaybeden

alçakgönüllü bir adamın çektiği acılar karşısında duyduğu derin merhameti ifade eder.

Ahlaki sorunlar Yovkov'un her zaman ilgi sınırları dahilindedir, fakat bu

sorunların hepsi ataerkil ahlak kurallarına göre çözülmez. Bu cildin en unutulmaz

öykülerinden biri "Albena"dır. Kocasını öldürmekle suçlanan güzel bir kadın olan

Albena, iki polis tarafından hapishaneye götürülmektedir. Aşığının ona cinayeti

işlemesinde yardımcı olduğu yolunda kanıtlar mevcuttur, fakat kimse onun kim

olduğunu bilmemekte ve Albena da adını vermeyi reddetmektedir. Köylüler büyük bir

öfke içindedirler. Fakat Albena yanında iki polis memuruyla birlikte sokakta

görüldüğünde, herkes onun güzelliği karşısında donakalır. Aniden köylülerden biri,

köyün onsuz yapamayacağını düşünerek şöyle bağırır:

“Arkadaşlar, onu burda tutalım, gitmesine izin vermeyelim. Köyümüz

Albena'sız ne yapacak!”.

Eğer diğer öykülerdeki “günahkar güzellik” veya “günahkar aşk” motifi temasal

bir sapma ise, “Albena”da bu motifler, gelişimini tamamlamış haldedir, çünkü

Yovkov'un güzellik kültü zirvesine ulaşmıştır. Antimovo Hanında Akşamlar'ın

yayınlanmasından iki yıl sonra, Yovkov, "Albena"yı bir oyun olarak yeniden yazmaya

karar verir.

1920'lerde yayınlanan üç öykü kitabı, önde gelen Bulgar yazarlarından biri

olarak Yovkov'un yerini sağlamlaştırmıştır. 1929 yılında Bulgar Bilimler Akademisi’nin

önerisi üzerine Yovkov'a “Kiril ve Metodiy Edebiyat Ödülü” verilir. Yovkov, farklı bir

edebiyat türünde eserler verme zamanının geldiğine karar verir. Seçtiği dal, “drama”dır.

Page 162: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

153

BÖLÜM 5

SÜREKLİLİK ve DEĞİŞİM : “OTUZLU YILLARIN” ÖYKÜLERİ

Yovkov, ilk tiyatro oyunlarındaki başarısızlığına rağmen, 1930'lara büyük bir

özgüven ve yoğun bir yaratıcılık dürtüsüyle girdi. Artık ünlüydü, tanınmış ve kendini

kanıtlamış bir yazardı. Mali durumu da iyi görünüyordu : Sofya şehir parkının yanında

bakımlı bir apartman dairesi satın almıştı ve karısıyla kızının maddi durumu da artık

güvence altındaydı. Genelde diğer yazarlar ya da insanlarla kolay ilişki kuramasa da,

Sofya'nın değişik kafelerinde düzenli olarak buluştuğu birkaç arkadaşı vardı. En çok

görüştüğü insanlardan biri, Sofya Üniversitesi'nde psikoloji profesörü ve Yordan

Yovkov'la Buluşmalar ve Sohbetler adlı kitabın yazarı Spiridon Kazanciev’di.

Kazanciev, bu kitap için topladığı materyallerin çoğunu, yazarla kafelerde karşılaştığı

zamanlarda elde etmişti. Yovkov ona, kafelere gitmekten ne kadar keyif aldığını

söylemiş, hatta bunlardan birini "ikinci evi" olarak adlandırmıştı.1 Öykülerinden çoğunu

aslında kafe masalarının üzerinde "yazdığını" ve daha sonra yayınlamadan önce evde

“tekrar yazdığını” söylemişti. Yovkov'un kafelerde "çalışma" alışkanlığını bazı

arkadaşları çok iyi bilirlerdi: Kazanciev, Yovkov'la akşamüstü saat beş ile yedi arası

kafelerde karşılaşmaktan kaçındığını, çünkü yazarın "iş başında" olduğunu ve onu

rahatsız etmek istemediğini belirtmişti.

Gerçekten de Yovkov'un işine konsantre olma yeteneği takdire değerdi. Ünlü

edebiyat tarihçisi Simeon Sultanov'un da belirttiği gibi, Yovkov tatil nedir bilmezdi,

sadece haftanın günlerini bilirdi. Hayatının son iki yılında iki roman, iki öykü kitabı ve

üç tiyatro oyunu yazdı, bu eserler edebiyat kariyeri boyunca yazdığı eserlerin yarısından

fazlaydı.

Fakat endişelenmek için bazı nedenler de söz konusuydu. Eleştirmenler ve

yazarın arkadaşları, öykülerinde sürekli bir monotonluk olduğundan, yaşanan zamanı

(Şimdiki zaman) göz ardı ederek sürekli geçmişe baktığından vb. konulardan şikayet

etmekteydiler. Büyük olasılıkla Yovkov da bu eleştirilerin bazılarının doğru olduğunu

düşünüyordu. 1930'ların başında dramaya geri dönüşü, bu çekincelere verdiği bir tepki

Page 163: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

154

ve tek taraflı olmaktan dolayı duyduğu korkunun bir sonucu olarak karşımıza

çıkmaktadır. Sonuç olarak, Yovkov, hem içerik hem de biçim açısından edebiyat

alanındaki deneyimlerini arttırmaya çalışmıştır. Tüm hayatı boyunca, tiyatro alanına

girmenin yanısıra, bir de roman yazmayı düşlemişti. Belki de bu, tek motifli ya da

temalı kısa öyküleri değil de, kapsamlı, epik anlatım döngülerini tercih etmesini

açıklayabilir. Elbette bu tercihin ilk örneklerinden biri, ortak karakterleri ve bir romanı

hatırlatan yapısıyla Antimovo Hanında Akşamlar adlı öykü kitabıdır. Fakat Kocabalkan

Efsaneleri bile tek bir bölgede geçtiği ve tek bir temayı, aşkı ele aldığı için bir döngü

sayılabilir. Kısa öykülerindeki diğer bazı özellikler, roman türünü hatırlatmaktadır :

Örneğin, farklı eserlerde aynı zaman ve mekanın söz konusu olması, Serafim de Filip'in

Hanı, Sınırdaki Çiftlik ve Nespoluka (Kötü Şans) gibi. Dava, Antimovo Hanında

Akşamlar, Orakçı ve Sınırdaki Çiftlik'te toprak üzerine çekişmeler konu alınır.

"Evet" der Sultanov, "Maalesef sonu yazılmamış bir kitaptan bölümler

okuyormuş gibi hissediyoruz kendimizi".2

Yovkov'un roman yazma deneyimi yoktur. Öykü türündeki ilk uzun eseri olan

Orakçı'yı (1920) kısa bir roman olarak da adlandırmaktadır. Bu dönem, tiyatro

oyunlarıyla (Milyoner, Boryana) aynı zamana rastlar ve aynı zamanda ikinci bir eser

daha yazmaktadır: Gorolomov'un Maceraları. Sınırdaki Çiftlik, ilk olarak 1933-34

yıllarında Zora (Tan Vakti) adlı derginin sayfalarında ve daha sonra 1934 yılında ayrı

bir kitap olarak yayınlandı.

5.1. ÇİFLİKIT KRAY GRANİTSATA (Sınırdaki Çiftlik)

Sınırdaki Çiftlik'te önemli bir yenilik söz konusudur: Yovkov, ilk defa olarak

düzyazı türünde yazdığı bir eserinde 3, konuyu oluşturan olayı savaş sonrası döneme,

yani 1918 sonrasına tarihlendirmiştir. Bu sayede, ataerkil geçmiş ve çağdaşlık

çabalarına olan ilgisinin sınırları dışına çıkmıştır. Zamandaki bu kaymanın öykünün

doğası üzerinde doğrudan bir etkisi vardır : Eski, geleneksel düzenin bir kalıntısı olan,

büyük bir kırsal yerleşim yerinin (çiftlik) giderek etkisini kaybetmesini tasvir eder.

Çiftlik, geçmişte şaibeli işler çevirerek büyük toprak parçaları aldığı söylenen

Page 164: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

155

Manolaki'ye aittir. Fakat hile yaptığı ortaya çıkmış ve hükümet, köylülere dağıtmak

üzere elindeki toprağın büyük bir parçasını almıştır. Daha sonra gerçekleşen tarım

reformunun bir sonucu olarak, Manolaki daha fazla toprak kaybeder. Fakat köylüler

hala tatmin olmamıştır ve Manolaki'nin evine yakın bir yerde bulunan bir başka tarlaya

daha sahip olmak istemektedirler, böylece Manolaki'nin "bölgesi" küçülecektir, ayrıca

at ve koyun beslediği alanlar da. Artık Manolaki'nin borçlarını ödemek için elinde

bulunan çiftlik hayvanlarını satması gerekmektedir.

Manolaki, çiftliğinde oğlu Toşo (ilk evliliğinden) ve ikinci karısı Antitsa'dan

olan kızı Nona'yla yaşayan, yaşlı ve hasta dul bir erkektir. Köylülerle arasındaki giderek

büyüyen anlaşmazlık konusunda yapabileceği fazla birşey yoktur. Aslında, onun yok

olmasına neden olan olaylar üzerinde hiçbir kontrolü yoktur : Kendisi acı çeken ve ne

yapacağını şaşırmış basit bir toprak sahibidir. Bu kasvetli senaryoya iki önemli olay

eklenir: Nona ve Teğmen Galçev'le yaşadığı aşk ilişkisi; toplumsal kargaşa ve bunun

olası çözümü. Tüm bu olaylar, öykü boyunca birbirine paralel olarak gelişir ve sonunda

kesişirler. İki çocuktan biri, Toşo renksiz ve önemsiz bir karakter olarak kalırken, Nona

romanın kadın kahramanı olarak öne çıkar. Nona, öykünün kendi kaderini kendi başına

çizmeye çalışan tek figürüdür.

Manolaki'nin kızı genç ve çekicidir. Gizli, gizemli ve neredeyse gözle görülmez

bağlarla hem geçmişe hem de şimdiki zamana bağlıdır. Annesi Antitsa öleli çok

olmuştur fakat hatırası yaşamaktadır. Fakir bir köylü kızı olan Antitsa'nın Manolaki'nin

ırgatlarından biri olan Gurdyu'yla evlenmesi beklenmektedir, fakat Manolaki onu

gördüğünde güzelliği karşısında çarpılır ve onu evinin kadını yapar. Manolaki'nin karısı

olsa bile, Antitsa nereden geldiğini asla unutmaz. Fakirlere yardım eder, herkese kibar

ve cömert davranır. Antitsa artık bir efsanedir, fakat karanlık noktaları olan bir efsane.

Dedikodulara göre, Manolaki'yle evlendikten sonra da Gurdyu'yla ilişkisini

sürdürmüştür ve hayatında iki erkek daha vardır. Nona annesinin hayatıyla ilgili

bilmeceleri çözmeye çalışmaktadır ve sonunda Antitsa ve Gurdyu arasındaki ilişkiye

dair söylentilerin asılsız olmadığını öğrenir. Manolaki ve Gurdyu arasında hala devam

eden kin, Nona'nın duyduklarını doğrular gibidir, fakat o annesinin bir günahkar

olduğunu kabul etmemektedir. İnsanlar arasında Antitsa'nın adı iyilikle eş anlamlıdır ve

Page 165: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

156

o ne yaptıysa insanların mutluluğu için yapmıştır. "Anneciğim" diye fısıldamaktadır

Nona annesine, "sen bir günahkar değilsin, sen bir azizsin".4

Nona ayrıca, çiftlikte geçirdiği her an annesi gibi davranmaya çalıştığını

farkeder. Bilinçli yada bilinçsiz, tıpkı bir ikizi olacak kadar Antitsa'yı taklit etmektedir.

Fizik olarak da annesine benzemektedir; yardımsever olmaya çalışmaktadır ve

hayatında üç erkek vardır: Yan, Galçev ve Yosif. Eser boyunca, Nona'nın annesiyle

kurduğu gizemli bağlar, gerçek dünyayla olan bağlarının yerine geçer.

Eserin başında, Nona çiftliğe ziyarete gelir. Manolaki onu liseden mezun

olduktan sonra, eğitimini tamamlaması için İsviçre'ye göndermiştir. Nona

İsviçre'deyken Yan'a aşık olmuş ve nişanlanmıştır. Çiftliğe geri döndüğünde iki erkekle

aynı anda ilişkiye girer : Eskiden beri tanıdığı, öğretmen ve komünizm sempatizanı

Yosif ve komşu sınır karakolundan Teğmen Galçev. Yosif'le ilişkisi daha yüzeyseldir;

onun dikkatini çekecek ilk kız olabileceğini kanıtlamak istemektedir. Fakat Galçev'le

tanışıklığı ilerler ve derin bir bağlılık ve aşka dönüşür. Eserin sonlarına yaklaştıkça,

Nona'nın Yan'la olan nişanını bozmak zorunda kalacağı apaçık ortaya çıkar. Fakat

gelişen olaylar, garip bir mantık çerçevesi içinde gelişir. Manolaki'nin ekonomik

durumu kötüleşince, babası ve üvey kardeşi Toşo, onun, zengin ve kendilerini iflastan

kurtarabilecek güce sahip olan Yan'la evlenmesini isterler.

Aile içindeki gerilimin üzerine bir de 1923 yılında çıkan “Eylül İsyanı” eklenir.

İsyanı gerçekleştiren, savaş sonrası dönemin siyasi zorluklarından ve ekonomik

krizlerinden faydalanmak isteyen Bulgar Komünist Partisi'dir. Parti hem köylerde hem

de kentlerde kendine sınırlı destek bulmuştur fakat bu isyanı ulusal bir devrime

dönüştürmekte başarılı olamaz. Sonuç olarak, Eylül isyanı, kanla bastırılır, sorumsuz

partizanlığın bir örneği ve Bulgar siyasi yaşamının en trajik olaylarından biri olarak

tarihe geçer.

Eserdeki olay, 1923 yazından sonbaharına kadar geçen kısa ancak gerçekte

yaşanan bir süreyi kapsar. Çiftliğin yıkılması ve çiftlik sakinlerinin yaşadığı trajedinin

Eylül İsyanıyla aynı zamana gelmesi tesadüf değildir. Yovkov eserlerinde ilk defa

Page 166: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

157

insanların kaderini sosyal ve siyasi olaylarla bağlar. Şüphesiz ki bu bağ belli belirsizdir :

Eserin en önemli karakterlerinden biri olan Teğmen Galçev, söz konusu bağı oluşturan

kişidir. Galçev'in kişisel özellikleri, sadece Nona'ya olan aşkının resmedilmesi ile

değil;aynı zamanda günlüğünden parçalar ve işine olan genel tutumundan örneklerle

ortaya çıkar. Asker olduğu için, siyasetten uzak durmaktadır,fakat toplumsal

sorumluluklar konusunda oldukça duyarlıdır. Bir keresinde, kime ait olduğu belli

olmayan bir tarlayı sürmeye başlayan Manolaki'nin işçileri ile Senovo'dan bir grup

köylü arasındaki tartışmayı engellemiştir. Bu olay, Galçev'in tarafsızlığını koruma ve

anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözme yeteneğinin bir örneğidir. Benzer bir durum,

isyan sırasında yaşanır, Senovo köylüleri silahlı bir ekip kurmuşlardır. Yönetimi ellerine

geçirmeye ve güç kullanarak toprağa sahip olmaya kararlıdırlar. Galçev yine şiddeti

engellemeye çalışır. Köylülerin Manolaki'nin çiftliğine doğru yürüyüşlerini durdurmayı

başarır,fakat köylülerle pazarlık etmeye kalktığında, içlerinden biri ona ateş eder ve

Galçev orada ölür.

Bu atış aynı zamanda Nona'yı da öldürmüştür. Girdiği bunalımdan çıkamaz,

Manolaki ve Toşo'nun, Yan'la evlenmesi yolundaki baskılarına teslim olmamaya karar

verir ve nişanlısının İsviçre'den gelmesine birkaç saat kala intihar eder. Kısa bir süre

sonra Manolaki de felç geçirerek hayatını kaybeder ve çiftlik satılır.

Asi köylüler Galçev'i öldürerek, onların davalarına sempati duyan ve toprağa

olan açlıklarını anlayan bir insanı öldürmüşlerdir.(ironik bir olaydır) Gerçekten de,

Galçev, Bulgar köylerindeki sınıf ayrımlarını ortadan kaldıracak ya da en azından

hafifletecek bir tarım reformunun ana hatlarını çizmiştir. Ölümünden kısa bir süre önce

tutmaya başladığı günlüğünde, köylülerin üç gruba ayrılabileceğini yazmıştır :

“Fakirler, orta ölçekli çiftlik sahipleri ve zenginler”. Son iki katmanın yardıma ihtiyacı

yoktur, fakat fakirlerin büyük kooperatif çiftlikleri veya zadrugi’leri, yani aile bağlarına

dayanan kırsal komünler kurmalarına izin verilmelidir. Bu çiftlikler, okullar, kilise ve

devlete ait olan topraklar dışında kurulmalıdır. Bu çiftliklere ortak olan her köylü, kendi

topraklarından bir bölümünü de bu çiftliğe eklemelidir. Bürokrasiyi engellemek için,

kooperatifler, kendi kendini yönetmeli ve sadece kendi üyelerine karşı sorumlu

olmalıdır. Üyelerden birine miras kaldığı taktirde, o üye, herhangi bir engelle

Page 167: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

158

karşılaşmadan çiftlikten ayrılma hakkına sahip olacaktır. Diğer taraftan, zengin veya

orta ölçekli bir çiftlik sahibi herhangi bir zorlukla karşılaşırsa, onun da kooperatife

katılma şansı olacaktır. Galçev, planının detaylarını tamamlama şansı bulamamıştır.

Genel hatlarıyla program, Bulgar popülistlerin üzerinde çalıştığı kırsal yaşam

formlarının ilkelerini takip etmektedir. Fakat popülist tarımsal kavramlarla

karşılaştırıldığında, Galçev'in planında, planı daha da iyi bir hale getirebilecek bazı

temel ayarlamalar söz konusudur. Popülistler, obştina’yı (demokratik “oto” yönetime

dayalı kırsal bir komün) tarımsal mülkiyetin tek şekli olarak savunarak, programlarının

evrensel tabanda uygulanmasını isterken, Galçev, kendi hazırladığı programda özel

mülkiyete de yer vermiştir.

Her durumda, Galçev kaynakların eşitsiz dağılımının getireceği tehlikeleri

önceden görmüş ve bunları ortadan kaldırmak için teorik bir çalışma gerçekleştirmiştir.

Diğer bir deyişle, sosyal reform başlatarak, toplumsal gerilimi barışçıl yollarla

gidermeye çalışmıştır.

Sınırdaki Çiftlik adlı eser,bu soruna iki çözüm sunar : Birinci çözüm, eserin

konusunda gizlidir ve birbirine zıt toplumsal güçlerin karşı karşıya gelmesine işaret

eder. Bu hareketin başında Yosif vardır, Yosif kin doludur ve eski düzenin yıkılması

gerektiği üzerine konuşmalar yapmaktadır. Fakat konu aynı zamanda, bu çözümün

topluma zarar vereceğine de işaret etmektedir Çünkü bu çözüm, barışçıl yollarla

toplumun gelişmesine katkıda bulunan Galçev gibi akıllı ve dürüst insanların

öldürülmesine izin vermekte; hatta teşvik etmektedir. Şiddet kullanarak devrim yapmak

kabul edilemez, en azından Galçev için; ancak tam bu noktada biz de Galçev'in bu

konudaki düşüncelerinin Yovkov'un kişisel düşünceleriyle çok benzer olduğu

kanısındayız.

Son yirmi yıl içerisinde, Bulgar edebiyat eleştirmenleri, Yovkov'un evrensel

insani değerlerin yazarı 6, insanların vicdanını harekete geçirmeyi ve başka insanların

acıları karşısında tepkisiz kalmamalarını isteyen bir ahlakçı olarak önemini

vurgulamaya başlamışlardır. Aynı zamanda Bulgar eleştirmenler, Yovkov'un pozitif

sosyal kavramlarını analiz etmekten de kaçınmışlardır. Çünkü bunlar, Marksist

Page 168: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

159

ideolojinin tarihi ve toplumsal çelişkisinin, sınıflararası çatışmanın bir süreci olarak

yorumlamasına açıkça karşıdırlar. İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra, İvan

Meşekov, Yovkov'u, gerici sosyal kölelik fikrinin savunucusu olmakla suçlamıştır.7

Yovkov'u kınamak, Bulgar edebiyatını büyük bir yazardan yoksun bırakmak anlamına

gelecektir, bu yüzden bu eleştirmenler, Yovkov'un eserlerinin rahatsız edici yönlerini

görmezden gelmeyi tercih etmişlerdir.

Aslında, bu konular, Yovkov'un eserleri üzerine herhangi bir tartışmanın

kapsamı dışında bırakılamaz ve bırakılmamalıdır, çünkü bunlar, eserleri zenginleştiren

öğelerdir. Yovkov, ciddi bir yazar olarak toplum önüne çıktığı andan itibaren, toplumsal

sorunlarla ilgili endişelerini zaman zaman su yüzüne çıkarmıştır. Onun önerdiği

çözümler kabul edilmeyebilir, fakat toplumsal çelişkileri derinlemesine analiz ettiğini

kimse inkar edemez. Bu çelişkiler onu üzmektedir ve her zaman bunlara karşı çözümler

sunmuştur. Orakçı adlı eserinde, hem yeni bir teknolojinin köye girişini (köye

biçerdöver alınması) hem de artan toplumsal gerilimleri resmetmiştir. Yovkov teknik

gelişmeleri kabullenmiş gibi görünür (en azından karşı çıkmamaktadır) fakat sınıf

ayrımlarından rahatsız olduğu ortadadır. Orakçı adlı öyküde bu çelişkileri, hristiyanlığın

"komşunu sev" ilkesi ve Tolstoy’cu, “kötülüğe, güç kullanarak karşı çıkmama inancı”

doğrultusunda konuşarak gidermeye çalışmıştır. Sınırdaki Çiftlik öyküsünde, görünürde

bir üyesi olduğu Radikal Parti'nin siyasi programına benzer bir çözüm sunmuştur ve

Sıradan Bir İnsan'da da, kent toplumundaki sınıf çatışmalarını ütopyacı sosyalizm

ruhuyla çözmüştür. Yovkov'un önerdiği tüm çözümler, değiştirilmelerine ve modern

sosyal teorilerin ihtiyaçlarına göre uyarlanmalarına rağmen, geleneksel, ataerkil

ilişkileri model almaktadır. Söz konusu üç çözüm de, kan dökülmesini ve insanların

gereksiz yere acı çekmesini önleme isteğinin göstergeleridir. Herhangi bir yazar bu

yüzden kınanabilir mi? Aslında adı geçen bu üç öykü, Yovkov'un sadece insani

ideallere bağlılığını değil, aynı zamanda hayalci bir gerçekçi olarak estetik inançlarını

da yansıtır. Yovkov, umutlar ve hayaller olmadan yaşayamamıştır ve bu yüzden

eserlerine bunları da dahil etmiştir.

Page 169: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

160

5.2. JENSKO SIRTSE (Bir Kadın Kalbi) ve AKO MOJEHA DA GOVORYAT

(Eğer Konuşabilselerdi)

Profesör Charles A. Moser'in da belirttiği gibi, Yovkov, 1930'larda "uzun öykü

ve drama türündeki türündeki çalışmalarına rağmen kısa öykülerden vazgeçemedi".8

Hayatının son yedi yılı boyunca sürekli kısa öyküler yazar ve bunların çoğunu Radikal

Partinin resmi günlük gazetesi Zora'da yayımlar. Daha sonra bunları birbirini takip eden

iki ciltte topladı: Bir Kadın Kalbi (1935) ve Konuşabilselerdi (1936).

Yovkov’in ilk başlık olan Bir Kadın Kalbi eserinden hoşnut olmadığı her

halinden bellidir; çünkü o dönemde "kalp" sözcüğünü kitabının başlığında kullanan iki

ya da üç Bulgar yazarı daha vardır. Bunlardan biri, şiirlerinin üçüncü cildini Çoveşko

Sırtse (Erkek Kalbi) başlığı altında yayınlayan büyük şair Elisaveta Bagryana'dır.

Yovkov, Spiridon Kazanciev'le yaptığı sohbetlerden birinde, "kalp" sözcüğünün "bir

zamanlar yanlış kullanılan" 9 "ruh" sözcüğü kadar sıradan olduğunu söylemiştir

(Yovkov, muhtemelen Sembolist dönemi kastediyordu, o zamanlar "ruh" sözcüğü çok

popülerdi). Başlık ayrıca yanıltıcı olabilirdi, çünkü cildin genel olarak kadınlara

adandığını akla getiriyordu, halbuki sadece birkaç öykünün kahramanı kadındı. Fakat,

Yovkov'un kadınları fiziksel güzelliğin canlı örneği veya daha ziyade, olumlu manevi

değerlerin gerçek sahipleri olarak gördüğü düşünüldüğünde, bu başlık da anlam

kazanacaktır. Bu ciltteki öykülerin konuları arasında merhamet, acı, kıskançlık,

yardımseverlik, anlayış, intikam ve bağışlama vardır. Tüm bu duygular, basit manevi

iyiliğin prizmasından gözlenmektedir, yani kelimenin en iyi anlamıyla törelcilik.

Dahası, Yovkov'un hayatı dramatik, fakat trajik olmayan bir fenomen olarak

algıladığını en iyi şekilde gösteren eser Bir Kadın Kalbi'dir. Bu kitaptaki 19 öyküden

sadece ikisinin gerçekten trajik bir konusu vardır: Vılkadin govori s Boga (Vılkadin

Tanrı'yla Konuşuyor) ve Greşnitsa (Günahkar Kadın).

5.3. SERAFİM (Serafim)

Kitaptaki en güçlü öykü Serafim’dir. Öykünün odak figürü olan Serafim, farklı

işverenlerin emri altında basit işler yaparak hayatını kazanan fakir bir avaredir. Uzun

süre ortalarda görünmedikten sonra Enyu'nun kahvehanesinde görülür. Sıcak bir yaz

Page 170: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

161

günü, kahvehanenin sahibi, kirli ve yıpranmış bir palto içinde yaklaşmakta olan bir

yabancı görür. Gelenin Serafim olduğunu anlar ve eski tanışıklığın verdiği duygularla

onu selamlar. Serafim ona gezintilerini ve köyden ayrıldıktan sonra yaptığı işleri anlatır.

Serafim ayrıca Enyu'ya yeni bir palto alacak kadar para biriktirebildiğini de söyler,

çünkü eski palto kendisinin de dediği gibi "ancak bir müzenin işine yarayabilir".

Sohbetleri, kahvehaneye giren ve herşeyin pahalı olduğundan yakınan bir kadın

yüzünden yarıda kalır. Kadının kocası hastadır ve Enyu ona nasıl olduğunu sorar.

Kadın, kocasının iyi olmadığını ve hastanede bir doktor tarafından muayene edilmesi

gerektiğini söyler. Bir süre sonra, Paulina (kadın) sesini Serafim'in onu duyamayacağı

kadar alçaltır,fakat Enyu'nun verdiği cevaplar, kadının ondan kocasını hastaneye

götürmek için para istediğini göstermektedir. Enyu ona yardım etmeyi reddeder ve

Paulina gözyaşları içerisinde kahvehaneyi terkeder.

Okur, ertesi gün Enyu ile Serafim arasında geçen bir konuşmadan, Serafim'in

Paulina'ya yeni bir palto almak için biriktirdiği tüm parayı verdiğini anlar. Enyu bu

düşünceyi anlaşılmaz ve saçma bulmaktadır; Serafim'in yeni tanıdığı bir kadına nasıl

para verdiğini anlayamamaktadır ve ona parayı hiçbir zaman geri alamayacağını söyler.

Peki Serafim'in çok ihtiyacı olan yeni palto ne olacaktır? Serafim'in cevabı kısa ve

kesindir: "Tanrı ona para verirse, o da bana verir". Ayrıca eski paltoyu bir süre daha

kullanacağını da ekler.

Böylece, Paulina'nın hayatına, tam da ihtiyaç duyduğu bir anda, adının da

çağrıştırdığı gibi, bir "melek" girmiştir.

5.4. RODYU (Rodyu)

"Rodyu" adlı öyküde odak figür, insanların paralarını veya mallarını kurnazca

çalan bir kişiliktir. Fakat Rodyu'nun davranışları da tutarsızdır. İnsanlar onun yumuşak

başlı olmasını bekliyorsa öyle olur, kötü olmasını bekliyorlarsa kötü olur.

Rodyu pirinç su kapları satan bir işportacının parasını çalmakla suçlanmaktadır

fakat o masum olduğunu iddia etmektedir. Polisin yaptığı araştırmada, inkar

Page 171: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

162

edemeyeceği bir kanıt bulunur : Bir kuluçka tavuğunun altına saklanmış para. Rodyu

olayı kabullenmiştir ve bu onun hayatında bir dönüm noktası olur. Hastalanır ve

depresyona girer, artık uyuyamamaktadır. Ayrıca sık sık yengesini ve kuzenlerini

sormaktadır. Rodyu'nun, büyük ağabeyinin ölümünden sonra, birlikte aldıkları toprağı

eşit olarak ödedikleri gerçeğini sakladığı ortaya çıkar. Rodyu kendisini toprağın tek

sahibi ve yengesini de borçlu olarak göstermiştir. İşportacıyı soyduktan sonra girdiği

ruh haliyle suçunu itiraf eder. Yaptığı hileleri telafi etmeye ve vicdanını rahatlatmaya

karar verir. Bunu yapar yapmaz da, uzun ve sağlıklı bir uykuya dalar. Rodyu kötü

yoldan ayrılmakla kalmamış, fakir bir dula da yardım etmiştir. Her insanın içinde

yaşattığı “iyilik” bir kez daha ortaya çıkmış ve galip gelmiştir.

5.5. PLATENO (ÖDENMİŞ)

“Plateno” adlı öykü de sözü edilen gruba dahildir. Bu öyküde; Todor Oprev

adındaki cimri bir adam, komşularını bir “kilise faresi” kadar fakir olduğuna ikna

etmeye çalışmaktadır. Geçmişte bir defasında, Peno adında bir köylüden yüksek

miktarda borç almıştır, Peno bu borçtan kimseye bahsetmeden ölür. Todor da Peno'nın

karısı para için ona geldiğinde para vermeyi reddeder. Daha sonra bir akşam, Todor

evinde hapisten kaçmış bir suçlunun saldırısına uğrar, hırsız ya parasını ya da canını

istemektedir. Todor, bu saldırıdan tam vaktinde yetişen iki polis memuru sayesinde

kurtulur. Sarsılmış olan Todor, polisleri evine gönderen kişinin Peno'nun dul karısı

olduğunu öğrenir, kadın kocasını rüyasında görmüştür, halbuki rüyanın Todor'un

düştüğü durumla hiç ilgisi yoktur. Saldırıdan ucuz kurtulan Todor, Peno'nun dul

karısına borç aldığı parayı geri verir.10

Plateno adlı öyküde işlenen bu konu, Jensko sırtse'nin her sayfasında ve

özellikle Stari hora (Yaşlı İnsanlar) ve Vılkıt (Kurt) adlı öykülerde önemli bir motif

olarak karşımıza çıkan, doğaüstü güçlerin insan ilişkilerine müdahale etmesi motifiyle

içiçedir.

Page 172: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

163

5.6. VILKADİN GOVORİ S BOG (Vılkadin Tanrı ile Konuşuyor)

Bu kitaptaki farklı bir öykü olarak değerlendirilebilecek öykülerden biridir. Hem

kişisel kötü şansın hem de ulusal trajedinin kesişerek, Vılkadin adındaki yaşlı köylünün

trajedisini oluşturduğu tipik,acıklı bir öykü olan "Vılkadin Tanrı'yla Konuşuyor"dur.

Vılkadin'in üç oğlu da savaştan sağ salim geri dönmüştür; fakat karakterleri

tanınmayacak kadar değişmiştir. Eskiden itaatkar ve sevgi dolu olan bu üç çocuk, kötü

karakterli, kavgacı ve saldırgan insanlara dönüşmüşlerdir. Ailedeki gerilimi azaltmaya

çalışan Vılkadin, daha önce söz verdiği gibi, çiftliğini çocukları arasında eşit olarak

paylaştırır. Fakat şimdi çok daha üzücü bir paylaşım yapmaları gerekmektedir; bu da

savaşın tek olumsuz sonucudur. Romenler, Vılkadin'in elindeki (Dobruca bölgesindeki)

toprağın bir bölümünü ele geçirmek için geri dönmüşlerdir. Yeni sınır, söz konusu

toprağı Bulgar bölgesi ve Romen bölgesi olarak ikiye bölmektedir. En küçük oğul

Milen, toprağın Romen bölgesindeki parçasını alır ve hem ülkesine,hem de ailesine

"yabancı" olur. Fakat, Vılkadin'in kötü kaderi bu kadarla kalmayacaktır. Diğer iki

oğlundan büyük olanı Atanas, bilinmeyen bir hastalıktan ölür ve ortanca oğul Nikola ise

bir saldırgan tarafından öldürülür. Daha sonra Milen, Romenler tarafından yakalanır,

feci şekilde dövülür ve serbest bırakılır ama yaraları iyileşmez ve o da ölür. Vılkadin

tüm insani duygularını yitirmiştir. Kimseyle konuşmamaktadır, kendi içine dönmüş ve

kimseyi umursamaz hale gelmiştir. Fakat sürekli Tanrıya sorular sormaktadır. Dünyayı

kim yönetmektedir ? Diğerlerini yönetme gücünü onlara kim verir? Onların da Tanrısı

var mıdır ? Fakat sorduğu en acıklı soru, bir sınırın, ataların mezarlarını, yaşayan

torunlardan ayıracak şekilde nasıl çizilebileceğidir?. Neden kardeşinizi ya da oğlunuzu

ziyaret etmek istediğinizde, elinizde size doğrultulmuş bir tüfekle, yabancı bir asker sizi

karşılar? Vılkadin bu sorulara cevap bulamamaktadır. En küçük oğlunun karısı onu

ziyarete gelip, tekrar evlendiği için özür dilediğinde, onunla konuşmak istemez. Kızın

evliliğine karşı değildir ama Tanrıdan başka kimseyle konuşmayacaktır. Yabancılığı,

onu delirmenin sınırına getirmiştir. Vılkadin'in hayatı, savaş, ölüm ve yabancı işgali ile

doludur ve 1912-1918 yılları arasındaki savaşların vahşetini yaşayan tüm Bulgarların

trajedisini yansıtmaktadır.

Page 173: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

164

5.7. GREŞNİTSA (Günahkâr Kadın)

"Günahkar Kadın" adlı öyküdeki Slavenka'nın öyküsü de aynı ölçüde trajiktir.

Genç kadın ve kocası, geleneksel ataerkil düzene göre yaşamaktadırlar, yani kadın

kocasının ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Evin sert ve eğlenceden uzak atmosferi altında

ezilmektedir, kayınvalidesi Ivanitsa, Slavenka'yı sürekli takip etmekte ve kocası Burni

de dövmektedir; çünkü Burni, karısının bir başka adamla ilişkisi olduğundan

şüphelenmektedir. Gerçekten de Slavenka, yakışıklı bir çingeneyi sevmek "günahını"

işlemektedir. Duygularını kontrol edemez ve onunla kaçmaya karar verir. Fakat

"kanun", ister "resmi" olsun, ister “gelenekler” olsun, Slavenka'dan yana değildir.

Slavenka jandarmalar tarafından yakalanır ve eve geri getirilir, evde onu nefret ve

kocasının ateşli intikamı beklemektedir. Aşkının emrettikleri ile bunları

gerçekleştirmesine engel olan katı kurallar arasında sıkışıp kalmıştır. Yovkov, ne zaman

kadınsı duygular söz konusu olsa, ataerkil ahlaki katılıktan ayrılıp, kadınların haklarını

yüceltir. Bu tür durumlarda, bağnaz namus kültünü, gerçek insani duygulara zarar

veren, ruhsuz bir dizi kural olarak resmeder. Bu kuralları savunanlar, olumsuz

insanlardır, bu kurallara karşı çıkanlar ise güzel ve cömerttir.

5.8. SKİTNİKIT (Gezgin)

Son olarak, insanların mutsuzluklarına ruhsal gel-gitler yoluyla bir çözüm

önermesi bakımından oldukça Yovkov'cu olarak adlandırılabilecek bir öyküyü kısaca

ele alabiliriz. Skitnikıt (Gezgin) adlı öykünün odak figürlerinden Dafin, cinayet

suçundan on üç yıl hapis yatmıştır. Cinayeti işlemesinin sebebi nefrettir. Şimdi hapisten

çıkmıştır ve intikam peşindedir. Irgat olarak Yorgake'nin yanında çalıştığı köye geri

dönmeye karar verir. Yorgake, Dafin'i cinayete (öldürdüğü adam köyün muhtarı ve

onun da düşmanıdır) azmettirmekle kalmamış, aynı zamanda çalıştığı son senenin

ücretini de vermemiştir. Dafin köye doğru giderken, kendini tesadüfen aile reisinin

öldüğü ve karısını dört çocukla birlikte yalnız bıraktığı bir evde bulur. Dafin onlara

yardım etmeyi teklif eder. Yavaş yavaş yeni işine alışmaya başlar ve evin reisi haline

Page 174: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

165

gelir. Dul kadın ona minnettardır ve onlarla kalmasını ister. Bir kez daha Yovkov'un

öykülerinde yardımseverlik ve bağışlayıcılık, intikam ve zalimliği yenmiştir.

Yovkov'un yayınladığı son nesirlerin, bir kısa öyküler kitabı değil, bir roman

olduğu öne sürülmektedir. Şair Atanas Dalçev, bir keresinde, Yovkov'u bir öykü yazarı

olarak değerlendirerek, Yovkov'un roman yazma istediğine dair gözlemlerini

destekleyen bir açıklamada bulunmuştur :

“Yordan Yovkov, sadece bir öykü yazarı olarak tanınmak istemiyordu, hayatı

boyunca amacı roman yazmaktı; fakat buna yönelik tüm çabaları başarısız oldu. Birkaç

etkileyici sayfaya rağmen, Sınırdaki Çiftlik, başarısız bir duygusal romandır.

Kahramanı yapay ve konusu da ilginç değildir. Gorolomov’un Maceraları daha da

başarısızdır. Fakat, Yovkov ölümünden kısa bir süre önce Konuşabilselerdi’yi yayımladı

ve bence kısa öykülerden oluşan bu kitap gerçek anlamda bir romandır, daha önce

umutsuzca yaratmaya çalıştığı çiftliği konu alan bir roman”.11

Ako mojeha da govoryat (Konuşabilselerdi) nin bir roman olup olmadığı o kadar

da önemli değildir. Önemli olan, (ki bu durum Bulgar edebiyat eleştirmenlerinin gözden

kaçırdığı bir noktadır) bu eserde Yovkov'un genel kavramlarla açıklanması kolay

olmayan bir şaheser yaratmış olmasıdır. Yovkov'un uzun zamandan beri süregelen,

oluşturulması yüzyıllar almış ve iyi tanımlanmış edebiyat türlerine karşı çıkma eğilimini

yansıtır. Hronika (Kronikler) tefrika, taslak veya (en azından bazıları) kısa öyküler

midir ? Savaş öyküleri sadece yetenekli bir gazete muhabirinin edebi izlenimlerinden mi

oluşur, yoksa bunlar yaratıcı bir yazarın iyi yapılandırılmış kısa öyküleri midir?

Yovkov, bu soruları fazla önemsememektedir. Sezgisel veya refleks olarak, 20.yüzyıl

edebiyatının türler arasında ayırım yapmama eğilimini izlemiştir. Yovkov'un öyküleri,

bir taraftan büyük epik bütünler yaratma çabasının bir sonucudur, diğer taraftan da bu

çalışmalar, fragmantasyona doğru gitmektedir. Bu eğilim, Konuşabilselerdi adlı eserde

zirveye ulaşır. Bu kısa öyküler, güçlü bir ortam birliği, zaman sürekliliği ve

karakterlerin sürekli karşımıza çıkmaları ile bir romanı anımsatmaktadır. Aynı zamanda,

eserdeki döngü, kısa öykü türünün vazgeçilmez özelliklerini sergileyen daha kısa

yapısal birimlere bölünmüştür.

Page 175: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

166

Bu kitabın içeriği hakkında da aşağı yukarı aynı şeyler söylenebilir. Başlıktaki

özne hayvanlardır ve bu durum,Yovkov'un öykülerinde kullandığı yeni bir tema

değildir. Yovkov'un, Lazarov'un “Başardılar” adını taşıyan, Bulgar köylüsü ve en yakın

yardımcısı olan öküzü arasındaki bütünlüğü simgeleyen heykeline hayran kaldığını daha

önce söylemiştik. Antimovo Hanında Akşamlar adlı eserde yer alan, Grehıt na İvan

Belin (İvan Belin'in Günahı) adlı öyküde, yazar, dişi bir kurdu “gözlerinde kelimelerden

yoksun bir bakışa sahip ” 12, düşünen bir yaratık olarak tasvir etmiş ve

"Konuşabilselerdi" motifini ilk defa kullanmıştır. Kurt, İvan Belin'in (çobandır)

sürüsünden bir koyun çalmaya çalışır ve kurdun yaptıkları, yazara, çocuklarına yiyecek

bulamayan ve acı çeken bir anneyi hatırlatmaktadır. Tıpkı insanlarda olduğu gibi

hayvanlarda da aynı eğilim söz konusudur. Kendisi yerine önce çocuklarının karnını

doyurmak ve önce onları düşünmek. Yani annelik içgüdüsü. Aynı motif, Kocabalkan

Efsaneleri'nde yer alan Koşuta (Dişi Geyik) adlı öyküde de karşımıza çıkar; geyiği

yakından görenler, "gözlerinin tıpkı insan gözlerine benzediğini" söylemektedirler.

Konuşabilselerdi'de Yovkov, yukarıda sözünü ettiğimiz iki motife odaklanır:

a) İnsan ve hayvanların iç içe geçmiş kaderi

b) Bu durumun doğal bir sonucu olarak hayvanların kişiselleştirilmesi ve insana özgü

nitelikler kazanması.

Yovkov'un bu yirmi üç kısa öyküde yarattığı dünya, Zahari'nin çiftliğinde

yaşayan insanlar ve hayvanlardan oluşur. Çiftlikte Mituş, Ago ve Marin adındaki üç

ırgat, Petır ve Davidko adında iki çoban, kahya Vasil, karısı Galinka ve kız kardeşi

Vasilena yaşamaktadır. Çiftlikteki yaşam sıradandır : Irgatlar arasındaki küçük

anlaşmazlıklar, Galinka'nın günlük kaygıları, Vasilena'nın evlenip boşanması ve kısa

süren Zahari'nin karısı olma umudu. Kısacası insanlar arasında dostluk olduğu kadar

düşmanlık da vardır. Fakat çiftlikte genelde dinginlik hakimdir. Ancak, insanların

yarattığı dünya, öykünün konusu, yani hayvanların dünyası için sadece bir fon

oluşturabilir .

Page 176: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

167

Yovkov, sıklıkla öküzleri ve atları tasvir eder, bu iki hayvanı insana en yakın

olan,en yararlı hayvanlar olarak görür; daha sonra köpekler ve vahşi hayvanlar

(öncelikle kurtlar) ve tavuklar, ördekler ve kazlar gibi kümes hayvanları gelir. Yovkov,

hem hayvanların kendi aralarındaki ilişkilerin, hem de onları insanlara bağlayan

bağların derinliklerine iner. Birçok durumda, okurdan, hayvanların davranışlarından

düşüncelerini tahmin etmeleri istenir. Hayvanların "düşüncelerini" ve "duygularını"

doğrudan ifade etmek için kullanılan aracı, en yaşlı ırgat olan Mituş'tur. Mituş, yazarın

bir tür ikinci kişiliğidir (alter ego). Vseki s imeto si (Herkes Kendi Adıyla) adlı öyküde,

Mituş, öküzleri insanlarla karşılaştırır.

“Sana doğruyu söylemem gerekirse, bence sığırlar insanlardan daha saygıdeğer

varlıklar. Öküzden daha iyi bir yaratık var mı, Allah aşkına söyle? Yanyana yürürsünüz,

seni ısırmaz,vurmaz bile. Boynuzlarıyla vurur diyorlar... hayır vurmaz! Sığırı istediğiniz

kadar sürebilirsiniz, dayanır, "of" demez, "yapamayacağım" demez. Belki yere düşer

ama yine de dayanır”.13

Biraz sonra şöyle devam eder :

“Ne düşünüyorsun? Hatta, öküzler senden, benden daha akıllılar. Bak,

koşumlarını takıyorsun; sen deh! der demez boyunlarını boyunduruğa kendileri

sokuyorlar”.14

Pri svoite si adlı öyküde, Mituş, Ago'yu bir öküzü dövdüğü için azarlar. Öküz

çocuk gibidir, neyin doğru olduğunu bilemez, birinin ona öğretmesi gerekir :

“Neden dövüyorsun? Onun da bir ruhu var. Sığırlar konuşabilselerdi onlar da

bizim gibi olurlardı. Hatta belki bizden daha bile iyi olurlardı. Onlar hakkında ne

biliyorsun? Onlar her şeyi anlarlar, sadece dilleri yoktur”15

Mituş'un doğduğu köyde öküzlere "melek" denmektedir. Mituş "onlar erkek

kardeşlerimiz gibidir" der, "bizim gibi çalışırlar ve bizim gibi ölürler"16. Mituş

hastalanıp ölümü yaklaştığında, ahıra gidip "kardeşleri" öküzlere veda etmek ister.

Page 177: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

168

Hayvanlar kendilerine has özelliklere sahiptir, bu özelliklerin bazıları oldukça

ilginçtir. Skitnikıt (Gezgin) adlı öyküdeki köpek Jıltırko, açık bir "bencillik" sergiler,

sadece kendine dikkat eder, kendi istediği gibi davranır ve "seyahat etmeyi" sever; uzun

yada kısa bir süre ortalıktan kaybolur, daha sonra geri döner, herşey kaldığı yerden

devam eder. Öykünün son bölümünde, Jıltırko uzun süre ortalarda görünmedikten sonra

yaralanmış bir halde geri döner ve Mituş'a "acı çeken bir insanın gözleriyle" bakar.

5.9. BORBA DO SMIRT (Ölümüne Mücadele)

Geri kalan öykülerin bazılarında, Yovkov'un anlatıcısı, kendisini gözlemcilikle

sınırlayarak hiç yorum yapmaz. Borba do smırt (Ölümüne Mücadele) adlı öyküde, eşi

görülmemiş büyüklükte bir kurt, koyunları öldürerek ve atlara saldırarak çiftliğe zarar

vermektedir. Çoban Petır'ın tek umudu, köpeği Anadolets'dir ve köpek gerçekten ne

yapması gerektiğini anlamıştır. Her iki hayvan da büyük ve heybetlidir,karşı karşıya

geldiklerinde, uzlaşmaları mümkün değildir. Bir keresinde Petır kurdun korkup

kaçacağından veya Anadolets'in onu öldüreceğinden emin olamaz ve tuzak kurmaya

karar verir. Bir gece iki hayvan boğuşurken, Anadolets tuzağa yakalanır. Fakat kendisi

ölmeden önce, kurdu da yaralar ve kurt da ölür.

İki hayvan arasındaki gerilim atmosferini hissettirebilmek ve doğrudan yorum ya

da açıklama yapmadan kavgalarının gidişini yansıtmak için, yazarın çok yetenekli

olması gerekir. Gerçekten de, Realist söylemin vazgeçilmez bir şartı olan gözlem

yeteneği, bu ciltteki her öyküde gözle görülür biçimde mevcuttur. Özellikle köy

hayatının cazibesini bilenler için bu yetenek, tarif edilemez estetik tatlar verir. Bu

noktada birkaç örnek vermek yerinde olacaktır :

Divaçka (Vahşi) adlı öyküde erkek kazın tasvir edilme şekli, Yovkov'un bu evcil

hayvanın tipik hareketlerini ve mimiklerini ustaca yakalama yeteneğini ortaya

koymaktadır. "Kaz, leyleği gördüğünde, bir gözü yukarıda, merakla onu gözler; daha

sonra tek ayağı üzerinde dikilir ve uyuklamaya başlar". Öykünün odak figürü olan

Galinka, tavuklara yem verirken, tüm kuşlar bir araya toplanır. Bazen, bir başkası

Page 178: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

169

tarafından "gagalanan bir tavuk, zıplayıp yaygara koparır". Aya adında bir kısrak, uzun

bir lohusalık döneminden sonra ahırın dışına çıkar ve "kuyruğu havadayken gerilir ve

hiç zorluk çekmeden taş duvarın üzerinden atlar". Yovkov öküzlerin görünüşü,

mimikleri veya hareketlerini tasvir edecekse, gözlemleri daha etkili ve daha keskindir.

Daha fazla örnek toplamaya gerek yoktur, tüm bu sahneler, çiftlikteki pastoral hayatın

renkli bir biçimde resmedilmesini sağlar.

Fakat önü alınamayan modern,toplumsal gelişmeler, bu huzurlu, ataerkil

mutluluk tablosunun da sonunu getirir. Kitabın son öyküsü olan Posledna sreşta (Son

Buluşma) Yovkov için sembolik bir anlam taşımaktadır; çünkü bu onun, okurlarıyla

"son buluşmasıdır". Öykü 28 Haziran 1936'da yayınlanır ve bu tarihten sonra da öykü

yayınlanmaz.

5.10. PRİKLYUÇENİYATA na GOROLOMOV (Gorolomov’un Maceraları)

Yovkov, son eseri olan bu çalışmasını tamamlayamamıştır. Ilk dört bölüm 1931'de

ve takip eden altı bölüm 1937'de, büyük bir eleştirmen, tarihçi ve edebiyat teorisyeni

olan Mihail Arnavudov'un editörlüğünü yaptığı Bılgarska misıl (Bulgar Düşüncesi) adlı

dergide yayınlanır. Eserin ondört bölümden oluşması planlanmıştır ve Yovkov'un

ölümünden sonra yayınlanan müsveddelerinde, iki bölüm daha bulunmaktadır. Bayan

Despina Yovkova'nın titiz çalışmaları sayesinde, bu bölümler yeniden bir araya

getirilmiş ve Izkustva i kritika (Sanat ve Eleştiri)'de on birinci bölüm olarak

yayınlanmıştır.17 Bu bölümler ayrıca, eserin 1938 yılında kitap olarak yayınlanan son

baskısında da ek olarak sunulmuştur. Gorolomov'un Maceraları, yayınlandıktan sonra,

Petır Dinekov, Georgi Tsanev ve Arnaudov gibi eleştirmenlerden olumlu tepkiler

almıştır.18 Fakat kitap fazla ilgi görmemiştir. Hatta yıllar geçtikçe, kitaba yöneltilen

eleştiriler de olumsuz bir hal almıştır. Dalçev'in bu konudaki açıklamalarına daha önce

yer vermiştik. Ayrıca ünlü Bulgar edebiyat eleştirmeni Simeon Sultanov da, sözünü bile

etmediği Gorolomov’un Maceraları yerine, Yovkov'un yazılmamış, sadece planladığı

eserleri hakkında fikir belirtmeyi tercih etmiştir. Peki bu, romanın sanatsal bir

başarısızlık olduğu anlamına mı gelmektedir ?

Page 179: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

170

Yukarıda belirtilen eleştirmenlerden en çok Mihail Arnaudov ve Petır Dinekov,

bu soruya cevap verebilir. Arnaudov, eserin edebi oluşumunu inceleyen ve özgün

türünü tanımlayan ilk kişi olmuştur.19 Diğer taraftan, Dinekov, Gorolomov'un

Maceraları'nın aşırı basitleştirilmiş bir şekilde yorumlanmaması gerektiği konusunda da

uyarılarda bulunmuştur. Arnaudov'un katkıları, Yovkov'un Cervantes'e bağlılığına işaret

etmekten ve Yovkov'un eseri üzerine ileride yapılacak resmi çalışmalara doğru yolu

göstermekten ibarettir. Gerçekten de Don Kişot ile Gorolomov'un Maceraları arasında

vurucu benzerlikler vardır. Bu benzerliklerin hepsini burada sıralamak mümkün

olmayacağı için, birkaç tipik örnek vermekle yetineceğiz. Gorolomov'un Maceraları'nı

kısaca özetlemek okura uygun perspektifi sağlayacaktır.

Tıpkı büyük İspanyol ataları gibi Gorolomov da, yaşanan sosyopolitik koşullara

karşı çıkmakta ve bunları kendi naif, ütopik fikirlerine uygun biçimde değiştirmek

istemektedir. Bu genel benzerlik, Bulgar kahraman ve İspanyol benzeri arasındaki

bağlılığın en temel noktası ve ayrıca ikisi arasında yapılacak karşılaştırmalar için de bir

başlangıç noktasıdır. Gorolomov, harekete geçmeye karar verdiğinde hayatı da bir

maceralar dizisi halini alır. Gittiği her yerde farklı insanlarla tanışır ve onlara kendi

düşüncelerini kabul ettirmeye çalışır. Daha sonra tüm roman boyunca bazı eklerin,

dışsal özelliklerin veya oldukça şekilsel benzerliklerin meydana geldiğini görürüz.

Gorolomov yola çıkmadan önce, tıpkı Don Kişot gibi, Stanço olan ismini

Stanislav olarak değiştirir; bir Bulgar atasözünün de dediği gibi, "Ne Stanço ne de

Ivanço, insanı büyük bir insan yapmaz". Gorolomov, daha etkileyici bir adı olsun

istemektedir. Yovkov'un kahramanı da Don Kişot gibi edebiyata oldukça meraklıdır.

Sadece kitap okumakla kalmaz. Far (Fener Kulesi) dergisinde makaleler yazarak

edebiyata katkıda bulunur. Hanların da bu romanda önemli bir rolü vardır. Cervantes'in

eserinde, hanlar, biraz farklı bir yapısal işleve sahiptir: Don Kişot, maceraları boyunca

aynı hana gelip, aynı handan yola çıkar. Yovkov'un romanında birden fazla han vardır

ve bunlardan her biri, Gorolomov'un maceralarının başladığını veya bittiğini gösterir.

Her iki romanda da hanlar, sadece ateşli tartışmaların geçtiği bir yer değil, aynı

zamanda kahramanların ciddi biçimde dayak yediği kavgaların arenası olarak

Page 180: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

171

resmedilir. Buna ek olarak, Gorolomov, iki atın çektiği bir arabada seyahat eder ve

arabanın rolü, Don Kişot'un atı Rosinante ile aynıdır20, yani tüm olay ve maceraları

tutarlı bir anlatım bütünü haline getirir. Ayrıca, Stanço Gorolomov'un tıpkı Don

Kişot'un Sanço Panço'su gibi bir yol arkadaşı vardır. Bir köylü olan Ivan Vılçev, idealist

ustasına eşlik eder ve ara sıra onu, fantazisinin onu mağlup etmesine izin vermesi

konusunda uyarır. O da Sanço Panço kadar kurnazdır ve Gorolomov'la seyahat etme

nedeni, Don Kişot'un yardımcısınınki gibi maddi çıkarlarıdır. Sanço Panço, sadık

hizmeti karşılığında ödül olarak bir ada almayı beklerken, Ivan Vılçev de

Gorolomov'dan yüksek miktarda para almayı ummaktadır.

Gorolomov'un Maceraları'nın edebi temelleri, Yovkov'un öyküsünü satirik -

komik bir epik nesir gibi görmemize neden olur.21 Cervantes, ilk olarak, temel

birleştirici rolün, bir kahramanın başıboşluğu ve konudan ayrılmalar tarafından

oynandığı bir satirik nesir yaratmıştır. Birçok yazar, bu tekniği geliştirirken onu takip

etmiştir. Laurence Sterne'nin Tristram Shandy'nin Hayatı ve Düşünceleri adlı eserinin

gözle görülür kaotik yapısı arkasında, konudan uzaklaşmalar yatmaktadır. Nikolay

Gogol, Ölü Canlar adlı ünlü eserinde (1842), Çiçikov'u oradan oraya dolaştırarak ona

"ölü ruhlarla" ilgili absürd işler yaptırmakta,ölü insanları yaşıyormuş gibi göstermek

için cahil köylülere para teklif eden kurnaz bir tüccar yaratmaktadır Charles Dickens,

Posthumous Papers of Pickwick Club (Pickwick Kulübü Üyelerinin Ölümden Sonraki

Makaleleri) adlı eserinde (1837) Bay Pickwick'i İngiltere'nin farklı kısımlarına

göndermekte ve romanı, birbirine zayıf bağlarla bağlanmış nesir parçalarına

bölmektedir. Bu anlamda bakıldığında nesir parçaları ayrı birer kısa öykü özelliği de

göstermektedirler.

Yovkov'un muhtemelen Tristram Shandy dışında, dünya edebiyatının bu

şaheserlerini oldukça yakından tanıdığını düşünebiliriz. Yovkov, Gogol'un büyük bir

hayranıydı ve Cervantes'le ilgili olarak da, en yakın arkadaşı şair Dimitır Podvırzaçov,

Don Kişot'u Bulgarcaya çeviren ilk Bulgar edebiyatçısıydı. Yovkov'un ayrıca

Podvırzaçov ile öykü ve çeviri üzerine defalarca konuştuğunu biliyoruz. Yovkov,

seyahat ve konudan ayrılma tekniklerini kullanmıştır Çünkü bu sayede kahramanını

farklı durumlara sokabilir, kahramanı da birçok olaya katılabilir ve birçok insan

Page 181: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

172

tanıyabilir. Bu sayede yazar, sonuna kadar yararlandığı komik olaylar yaratma fırsatı

yakalar. Olayların komikliği, karakterin komikliğine bağlıdır; parodinin yanında

grotesk, ironinin yanında taklit durur. Gorolomov'un maceralarının başından sonuna

kadar devam eden stilistik egemenliği, komik bir deformasyon halinde kalır.

Bu deformasyonun en sık kullanılan formlarından biri grotesktir. Eserin üçüncü

bölümünde, Gorolomov, köylülerin toprak üzerine bir anlaşmazlığı (bu, Yovkov'un

öykülerinde de sık kullandığı bir motiftir) çözmek üzere hakimin gelmesini bekledikleri

bir köye gelir ve köylüler Gorolomov'u bekledikleri hakim sanırlar. Gorolomov,

hakimleri ve avukatları açgözlülükle suçladığı görkemli ve süslü bir konuşma yapar ve

köylüleri kendi problemlerini çözemedikleri için azarlar. Gorolomov'un bu hareketi

şaşkınlık yaratır; kimse onun neden orada olduğunu bilmemektedir. Gorolomov,

insanları gördüğünde, hatiplik yeteneğini kullanmak ve siyasi konuşmalar yapma

tutkusunu tatmin etmek için bir fırsat yakaladığını düşünmüştür. Diğer taraftan, köylüler

adalet bulmak için bir araya gelmiştir. Ortaya grotesk bir durum çıkar, çünkü tarafların

amaçları farklıdır. Köylüler, Gorolomov'un onları kandırdığını anladığında, onu dövmek

isterler ve Gorolomov canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalır. Ayrıca,

Gorolomov'un yaptığı karışık ve demagojik konuşmada, parodi elementleri de saklıdır.

Gorolomov konuşmayı bitirdiğinde, köylülerden biri ona hangi partiye bağlı olduğunu

sorar.

Eser ayrıca içinde sayısız ironi örneği de bulundurur. Bunlardan biri, yazarın ilk

sayfada, karakterlerden birini "zararsız sosyalist" olarak tasvir etmesidir. Birçok

örnekte, ironi, Gorolomov'a yöneliktir, özellikle de kendini reformcu olarak lanse

etmeye çalıştığı durumlarda.

Şimdiye kadar tezimizde, Yovkov'un nesir türünde verdiği eserlerin edebi ve

sanatsal yönlerini ele aldık. Şimdi sormamız gereken soru, Gorolomov'un

Maceraları'nın, Don Kişot'un bilinçli ya da bilinçsiz bir taklidi olup olmadığıdır.

Gorolomov, Yovkov'un bir başka yazarın eserine kölece bağlılığının bir kanıtı mıdır?

Kesinlikle değildir. Yovkov, soylu niyetleri, insanların kayıtsızlığının ördüğü duvara

çarpan, modern bir Don Kişot yaratmakla bu büyük İspanyol yazarını bilinçli olarak

Page 182: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

173

taklit etmiştir. Diğer bir deyişle, burada sözünü ettiğimiz, kelimenin tam anlamıyla basit

bir etkilenme örneği değil, bilerek kullanılmış bir edebi anıştırma aracıdır. Yovkov,

çağdaş dünyayı nasıl algıladığını ve kendi eserinin temel fikirlerini vurgulamak için,

Cervantes'in romanına bilerek atıfta bulunmuştur. Okurun, romanın felsefi veya sosyal

etkilerini anlamak istediğinde başvurması gereken bölümler ve durumlar yaratmıştır.

İlk bölümün başlığı neredeyse semboliktir: Kım selo (Köye Doğru). Bu bölüm,

okura kitabı tanıtmakta ve içeriği hakkında ipuçları vermektedir: Şehirdeki hayatından

memnun olmayan ve şartları düzeltmek için can atan Gorolomov, mesajını köylülere

yaymaya ve ülke çapına taşımaya karar verir. Bu amaçla, Rila sigorta şirketinin teklif

ettiği gezici sigorta satıcılığı işini kabul eder ve yola çıkar. Gorolomov, köylülüğün

"iyiliğine" inanmaktadır ve konuşmalarının köylüleri ikna edici bir güce sahip olduğuna

kendisi de ikna olmuştur. Peki Stanço-Stanislav Gorolomov'un düşünceleri nelerdir?

Göçmen-şövalyelik geleneğini yeniden canlandırmak isteyen Don Kişot gibi

Gorolomov da, köylüleri eğitmek konusunda sabit bir fikre sahiptir. Fakat aynı zamanda

bu görev için yeterince hazırlıklı değildir çünkü kendisi de "yarı eğitimli" bir adamdır

ve bilgisi üstünkörü olmaktan ileriye gitmemektedir. Bazı kişiler, Yovkov'un toplumda

lidermiş gibi davranan; fakat entellektüel açıdan bunu yapabilecek kapasiteye sahip

olmayan entellektüelleri (toplumdaki yaygın söylem biçimiyle “entelleri”) hicvetmek

istediğini öne sürer. Dolayısıyla, Ivan Meşekov, Yovkov'un romanının, uygarlığın bir

başka eleştirisi olduğunu söyleyerek son noktayı koymuştur.22 Fakat Petır Dinekov,

Gorolomov'un Maceraları’nın bu kadar basit yorumlanmaması gerektiği konusunda

uyarıda bulunmuş ve Yovkov'un, Spiridon Kazanciev'e yaptığı açıklamayı hatırlatmıştır

:

"...Aslında, benim Gorolomov'um zavallı bir insan; insanlar ve hayat onu hep

yanlış anlıyor".23

Peki onu yanlış anlayanlar kimlerdir? Gorolomov'un maceraları kırsal alanlarda,

köylerde gerçekleşir yani karşılaştığı insanlar hep köylülerdir. Gorolomov onların "iyi"

ve "kirletilmemiş" olduklarını varsayar, çünkü medeniyetin yıkıcı etkilerinden

korunmuşlardır. Fakat öyle olmadıkları ortaya çıkar. Gorolomov'un naif yaklaşımı

doğru değildir. Roman, köylülerin zalimliği ve cehaletinin birçok örneğiyle doludur.

Page 183: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

174

Gerçekten de, Gorolomov'un fikirlerinin birçoğu, köylülere karşı cömert ve onlar için

faydalıdır; fakat onlar bu fikirleri anlamamakta, dolayısıyla, onun trajedisini de

yadsımaktadırlar.

Gorolomov'un Maceraları’nda, Yovkov ilk defa Bulgar köy hayatına eleştirel

bir bakış getirmiştir. O sadece Gorolomov'u eleştirmez; köylülere, devlete ve moralini

bozan kurumlarına ve siyasi partilerin bozulmasına da sert eleştiriler getirir. İşin gerçeği

Yovkov, Gorolomov'un yöntemlerinin fazla dürüst olduğunu göstermeye çalışmaktadır.

Aday olarak parlamento seçimlerine katılır ama kaybeder çünkü rakibi Muglov,

seçmenlere maddi yardımda bulunma sözü vererek, onların oylarını "satın almıştır".

Romanın,Gorolomov için en acımasız olan kısmı, son bölümüdür. Gorolomov, köyün

yakınlarında yapay bir gölet oluşturulmasını önerir; böylelikle köyler kuraklıkla başa

çıkabilecektir. Fakat Gorolomov, köylülerin karşısına bu teklifle çıktığında, onu

neredeyse ölümüne taşlarlar. Kısacası eser, Yovkov'un Spiridon Kazanciev'le yaptığı

sohbetlerde dile getirdiği korkularını kanıtlar niteliktedir :

“Millet kendini yeni bir atılım için güçlü hissetmediği sürece, hepsi yok olup

gidecektir”.24

Peki bu durum, Yovkov'un gerçekliği algılama şeklini değiştirdiği anlamına mı

gelmektedir ? Değiştirdiğine şüphe yok gibidir. Fakat bu, Yovkov'un kısa öykülerinde

tasvir ettiğinden farklı bir gerçekliktir. Gorolomov'un Maceraları'nda Yovkov,

neredeyse tamamen karşı olduğu yeni ve modern bir gerçeklik sunar. Işte bu yüzden

hiciv kullanır. Hiciv, yenilginin acısını hisseden bir insanın protestosunu ifade eder.

Yovkov, çağdaşlıkla mücadeleyi kaybetmiştir: Önceki eserlerinde övgüyle sözettiği

ataerkil güzellik dünyası sonsuza dek kaybolmuştur. Gorolomov'un Maceraları'nda

hiçbir program, hiçbir fikir ortaya konmaz, sadece protesto vardır. Ayrıca bu eserde,

birey ve toplum arasındaki bitmez çatışmanın yankılarını da bulmak mümkündür.

Gorolomov, herşeyin ötesinde bir hayalcidir ; (şüphesiz komik bir hayalcidir) çünkü o

"iyidir" ve onunla aynı çağda yaşayan insanlar onu hiç anlayamayacaktır. Basitçe

söylemek gerekirse, o yaşadığı döneme ve topluma oldukça “yabancıdır”.

Page 184: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

175

O zaman Gorolomov'un Maceraları'nı fazla ilgiyi haketmeyen, başarısız bir eser

olarak kabul edebilir miyiz? Bu sorunun yanıtı yukarıda yer almaktadır.Mihail

Arnaudov'un dediği gibi, Yovkov, Bulgar edebiyatına yeni bir edebi kahraman

sokmakla kalmamış, ayrıca bu romanda ülkesi ve hatta tüm insanlık için önemli sorular

yöneltmiştir. Gorolomov'un Maceraları, Yovkov'un hayatının son zamanlarında bile

yeni sanatsal çözümler ve hayata farklı yaklaşımlar aradığının bir kanıtıdır. Böyle bir

yazar da, okuyucunun hayranlığını haketmiş demektir.

Page 185: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

176

BÖLÜM 6

YORDAN YOVKOV’UN “TİYATRO” ALANINDA YAPTIĞI ÇALIŞMALAR

Ünlü Bulgar edebiyatı tarihçisi Simeon Sultanov'un Yovkov üzerine yazdığı

kitabında, dramayla ilgili bölümü "nahoşluk" olarak nitelendirmesi oldukça ilginç bir

yaklaşımdır.1 Gerçekten de, eleştirmenler, Yovkov'un 1929 baharında sahneye konan ilk

draması Albena'ya olumsuz tepki gösterirler, daha sonra yazdığı üç oyun da Milionerıt

(Milyoner, 1930), Boryana (1932) ve Obiknoven çovek (Sıradan Bir İnsan, 1936) aynı

kaderi paylaşır. İşin gerçeği, son oyun tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır

Yovkov, dramaya çok erken merak salmıştır. I.Sofya Gimnazyum'unda (yüksek

okul) öğrenciyken, arkadaşlarının sahneye koyduğu oyunlara katılır. Daha sonra,

Dobruca'da amatör bir tiyatro kurar ve yönetmen, sahne tasarımcısı ve oyuncu olarak

çalışır. Drama onun "ikinci aşk"dır. Şairlikteki başarısızlığı ve öyküleriyle ününü

arttırmasının ardından, şansını dram türünde denemeye karar verir.

Şüphesiz Yovkov, bu yeni maceranın getireceği tehlikelerden haberdardır. İlk

zamanlarda, ulusal tiyatro geleneği adına çok az şey vardır. Vasil Drumev'in (1841-

1901) yazdığı duygusal drama Ivanko (İvanko-1872), Ivan Vazov'un birkaç tarihi

oyunu, Petko Todorov ve Peyo Yavorov'un modernist ve sembolist oyunları, Yovkov'un

örnek alabileceği birkaç oyundur. Fakat bunların hiçbiri güvenilir değildir. Çünkü

Bulgar tiyatrosu hala emekleme safhasındadır ve oyunculuk kalitesi oldukça düşüktür.

1917 devriminden sonra Bulgaristan'a yerleşen Rus göçmenler arasında, Moskova Sanat

Tiyatrosu’nun eski bir üyesi ve Konstantin Stanislavski'nin öğrencilerinden biri olan

Nikolay Osipoviç Masalitinov (1880-1961) vardır. Masalitinov, 1915 yılında Sofya'ya

gelir ve Bulgar Ulusal Tiyatrosu’nun idari müdürü olur. Fakat o, gerçekçi tiyatro

akımına bağlıdır ve diğer tiyatral tekniklerle ilgili girişimleri engellemektedir. Daha

sonraları, Spiridon Kazanciev'le yaptığı tartışmalarda Yovkov, Masalitinov'u eleştirerek,

"çok gerçekçi" yönteminin "şiirsel atmosferi" yıprattığını söyleyecektir.2 Yovkov,

oyunlarının başarısızlığından dolayı da onu sorumlu tutmaktadır.

Page 186: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

177

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Yovkov, oyun yazarı olmanın ve kendini daha

geniş bir kitle huzuruna çıkarmanın getireceği tüm riskleri göze almaya karar verir. Bu

yüzden, drama türüne dönerken, aynı zamanda farklı bir konuya dönmesi de doğaldır;

yani insan kaderinde güzelliğin rolü veya daha açık bir şekilde kadın güzelliğinin rolü.

Yovkov'un dört oyunundan ikisi kadınlar üzerinedir: Albena ve Boryana. Şimdiye kadar

Bulgar eleştirmenleri bu iki oyunu ayrı ayrı ele aldılar, fakat bize göre bu iki oyun, bir

sorunun iki yönü veya iki kutbu olarak birlikte ele alınmalıdır. Bu yüzden Boryana'yı

Milyoner'den önce analiz edebilmek için zaman sıralamasını göz önüne almayacağız.

6.1. ALBENA (Albena)

Albena, aynı adı taşıyan kısa öyküden bir uyarlamadır. Fakat Yovkov, öyküyü

dramaya çevirirken, karakterlerde ve içerikte bire bir önemli değişiklikler yapmıştır.

Konu temelde aynı kalmakla birlikte -güzel ve evli bir kadın olan Albena, evli bir adam

olan Nagul'a aşıktır; Albena'nın kocası Kutsar öldürülür ve herkes cinayeti aşıkların

işlediğinden şüphelenir- olayların gerçekleşmesiyle ilgili detaylar farklıdır. Drama'da

Albena sık sık değirmende çalışan Nagul'u ziyarete gitmektedir. Güzelliği, mısır

öğütmek için köye gelen birçok ziyaretçinin ilgisini çekmektedir. Bunların arasında

genç, varlıklı ve yakışıklı bir adam olan Ivan Senebirski vardır ve sürekli Albena'ya

yaklaşarak kendi çiftliğinde çalışması için ısrar etmektedir. Öyküde Senebirski'nin,

Albena hakkında sorular soran "yakışıklı ve güzel saçlı bir adam" olarak sözü

geçmektedir; oyunda ise rolü oldukça genişletilmiştir. Albena ve Nagul arasındaki

ilişkinin gerçek boyutunu fark eden tek kişi odur. Albena'dan yüz bulamayınca Kutsar'a,

karısının Nagul'un metresi olduğunu söyler ve trajik bir sona,yani cinayete kadar

gidecek olan olaylar zincirini başlatır. Nagul'un rolü de dramada oldukça

genişletilmiştir. Kısa öyküde, sadece suçunu itiraf etmek için öykünün sonunda ortaya

çıkar. Oyunda ise oldukça önemli bir rol üstlenir, suçun arkasındaki itici güç ve tek

faildir.

Peki Albena'nın rolü nedir? Hem öyküdeki hem de oyundaki ortak özelliği, sahip

olduğu eşsiz güzelliktir. Cazibesine karşı direnmek mümkün değildir. Hem yaşlılar hem

Page 187: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

178

de gençler onun güzelliğinin büyüsüne kapılmakta ve kadınlar da onu kıskanmaktadır.

Fakay öyküde Albena suç ortağı iken (Nagul'a kocasını öldürmesinde yardım eder)

oyunda değildir. Öyküde sakin, tarafsız, ve neredeyse acımasızdır; suçu soğukkanlılıkla

işlemiştir. "Bu kadın günahkardı" der anlatıcı, "ama güzeldi". Güzelliğinin "günahkar"

doğasının altını çizmek isteyen Yovkov, sorgulanmak üzere köy idarecisinin ofisine

götürülmeden önce, Albena'ya en güzel giysilerini giydirmiştir. Bu bölüm dramadan

çıkarılmıştır, fakat Albena'nın, bu kıyafetleri, kişiliğinin kendisini enkaza çeviren

yönünü vurgulamak için giydiğini itiraf ettiği3 bölüm de bu bölümdür. Sonuç olarak,

tiyatro oyunundaki Albena daha mütevazi, yaptıklarından pişman ve suçu işlemediği

halde daha vicdanlıdır. Işin gerçeği, Nagul'u, Kutsar'ı öldürmekten vazgeçirmeye

çalışmaktadır. Dram sona erdiğinde, insanlar Albena'nın günahını bağışlamaya

hazırdırlar oysa öyküde değildirler.

Simeon Sultanov'a göre : “Bu dönüşüm, Yovkov'un Albena'yı, moral bozucu bir

etken olarak suçlanmaktan "kurtarma" ve güzelliği, ahlaksızlığı arttıran bir etken olarak

yargılanmaktan "kurtarma" isteğinden ileri gelmektedir”.4 Sultanov'un kitabı, bu güne

kadar Yovkov hakkında yazılmış olan en iyi kitaptır; fakat okur, Yovkov'un "güzelliğin

yükselen gücü" olarak adlandırdığı şeyi korumak istediğini düşünebilir. Güzelliğin bu

"yükselen gücü" olayları ne yönde etkileyebilir? Elbette daha iyiye doğru. Şimdi, eğer

Yovkov'un niyeti buysa, bunu gerçekleştiremediği ortadadır, isteyerek yada

istemeyerek. Albena hem kendisinin hem de Nagul'un evliliğini mahvetmiştir,

dolayısıyla şeytanın avukatı gibi hareket etmiştir. Albena'nın niyeti iyi olabilir, fakat

oyun boyunca gerçekleşenler hiç de öyle değildir.

Bir tiyatro oyunu olarak Albena, dramatik odaktan yoksundur. Yazar, okura

birçok şey göstermek istemektedir. Metin ilk okunduğunda, tipik bir "aşk üçgenini"

tasvir ettiği izlenimini bırakabilir. Aslında, oyun aynı zamanda” bir kadının kendi

kaderini kontrol etme hakkına sahip olup olmadığı” sorunsalını da ele almaktadır.

Albena özgür bırakılmıştır, çünkü evli bir adamı sevmeye cesaret eder ve kendi

dürtülerini takip eder. Buna ek olarak, metinde sosyal dram unsurları da mevcuttur.

Yovkov oyuna yeni bir kişi sokar, bu kişi, Albena'nın davranışlarını onaylamayan ve

daha geleneksel ahlaki değerlerin sözcülüğünü yapan Andrey'dir. Albena'yı açık bir

Page 188: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

179

şekilde suçlar ve "günahkar" aşkından dolayı linçle cezalandırılmasını ister. Sonuç

olarak, yukarıda belirtildiği gibi, güzelliğin insanların yaşamındaki rolü sorunu söz

konusudur. Yovkov, muhtemelen oyunun bu yönünü vurgulamak istemiştir ama

Sultanov'un ileri sürdüğü anlamda değil. Yovkov, Albena'nın dramadaki rolünü bilerek

kapalı bırakmıştır ve Masalitinov'un oyunlarını sahneye koyarken aşırı gerçekçi

davranmasından şikayet etmesinin sebebi belki de budur.

Yovkov, Albena'nın oyundaki imajını, kısa öyküde olduğundan farklı bir "etik

zeminde" 5 oluşturduğunu itiraf eder. Öyküde Albena tek yönlüdür: Kutsar'ı

öldürmekten pişmanlık duymaz. Ikinci Albena ise daha karmaşık daha derin ve çok

yönlüdür, kaderini belirleyen etken "günahkar" güzelliğinin laneti olsa bile. Sonuç

olarak, Albena'nın durumu ayrıca bir çeşit kişisel dram olarak da yorumlanabilir, çünkü

kişisel niyetleri, olayların nesnel gidişatı ile bağdaşmaz ve Albena en sonunda

insanların içindeki şeytanı salıverir. Albena'nın, Yovkov'un bu trajik çelişkinin farkında

olan ilk karakteri olduğunu bile söyleyebiliriz. Yovkov'un görüşüne göre, güzellik ve

özellikle kadın güzelliği, her zaman ahlaki bütünlükle bağlantılı değildir; Yovkov bu

bağıntıyı tercih etse de, bu durum her zaman asil davranışlara yol açmaz. Albena,

güzelliğin yıkıcı yönünü temsil eder. Bu açıdan, Yovkov'un kadınlar hakkında ikinci

oyununun kahramanı “Boryana” ile zıttır. Albena, güzelliğin ve aşkın olumsuz tarafını

yansıtırken, “Boryana” olumlu yanını oluşturur; çünkü onun güzelliği, iyiliği de yanına

çekmektedir. Bu ortamda, her iki oyun da daha anlaşılır hale gelecektir. İnanıyoruz ki

Yovkov, bu karakterleri yaratırken, güzellik ve erkekler üzerindeki etkisi hakkındaki

gerçeğin iki sembolik kutbunu sunmak istemiştir.

6.2. BORYANA (Boryana)

Boryana, bir babadan (Zlatil), üç oğuldan (Rali, Andrey, Pavli) ve iki gelinden

(Rali'nin karısı Vida ve Andrey'in karısı Elitsa) oluşan bir köylü ailesinin dramatize

edilmiş öyküsü olarak kabul edilebilir. Aile ilişkilerini yöneten ataerkil geleneğe göre,

hepsi aynı evin içinde yaşamaktadır. Fakat, ilk olay, herşeyin yolunda gitmediğini

gösterir: Aile bir taraftan kardeşler arasındaki düşmanlık yüzünden ve diğer taraftan

çocuklar ve babası arasındaki düşmanlık yüzünden bölünmüştür. Kardeşler birbirlerini,

Page 189: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

180

ailenin refahını korumak için yeterince çalışmadıkları gerekçesiyle suçlarken, babanın

uzun süre önce babasından çaldığı (ki bu yüzden bir ölçüde ölümüne sebep olduğu

söylenir) yüksek miktarda bir parayı sakladığından şüphelenilmektedir. Oyundaki en

acımasız ve kötü niyetli karakter, ailenin kötü adamı, en büyük oğul Rali'dir. O ve

karısı Vida evin ve bahçenin her köşesini arayarak ve babasının gizli hazinesini

bulmaya çalışırlar. Rali, Andrey'i ayyaş ve berduş olmakla suçlamaktadır; ayrıca

Pavli'nin de evlenmesini engellemeye çalışır, çünkü Pavli evlenirse Zlatil'in parasını

paylaşacak kişi sayısı artacaktır. Rali'nin aklındaki çözüm, bu iki kardeşten kurtulmak

ve parayı bularak kendine saklamaktır. Açgözlülüğü onu tehlikeli bir insan ve tüm aile

bağları için bir tehdit haline getirmektedir. Zlatil'de parasına saplantı halinde bağlıdır ve

gizlediği yeri sürekli değiştirerek, oğullarının (özellikle Rali'nin) gözlerinden uzak

tutmaya çalışır.

Bu şüphe ve kin dolu,zehirli ortama, Pavli'nin nişanlısı Boryana girer, Boryana

evini terk etmiştir; çünkü babası onun Pavli'yle evlenmesine izin vermemektedir.

Boryana zengin bir aileden gelmektedir ve Pavli ona uygun değildir. Bu durum, Rali'ye,

Boryana'nın evdeki varlığına karşı çıkması ve Alfatavi adındaki köyüne geri

gönderilmesini istemesi için bir fırsat vermektedir. Fakat herkes Rali gibi

düşünmemektedir. Evlenmeden önce Pavli'nin evine yerleşerek ataerkil düzenin

kurallarına karşı geldiği doğrudur: Aşkını özgürce yaşamaktadır ve bu bağlamda Albena

da dahil, Yovkov'un kahramanlarından bazılarını hatırlatmaktadır. Fakat Boryana'nın en

önemli özelliği bu değildir. Onun güzelliği, iyilikle birleşmiştir: Andrey'in de onun

hakkında dediği gibi, "O paradan, hazineden daha değerli". Andrey, Boryana ile iyi

anlaşabileceğini düşünmektedir. O ve karısının, Rali ile araları açıktır, fakat aile içinde

fazla sözü geçmemektedir, çünkü sadece ikinci oğuldur. Kavgalardan, kinden ve

babasının cimriliğinden bıkmıştır; yani evde kalmaktan memnun değildir ve diğer

insanlara yardım ederek, fakirleri koruyarak huzur aramaktadır, tıpkı Jetvaryat (Orakçı)

adlı öyküdeki Grozdan’da gibi. Boryana'nın varlığının ailenin refahı için ne kadar

önemli olduğunu bilen tek kişidir. Boryana'nın şarkı söylediğinde bir "kırlangıca"

benzediğini düşünmektedir. Boryana evdeki herkese sevgiyle yaklaşmaktadır, hatta

kendisine iyi davranmayanlara bile . Boryana, Zlatil'in evine girdiği andan itibaren,

oyun, karakterlerin dramasından ahlaki değerlerin, fikirlerin dramasına dönüşür. Para

Page 190: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

181

(aileyi bölen şeytani güç) ve şarkı söyleyen kuş motifi, Boryana'nın vücuda getirdiği

iyilik sembolü arasındaki çekişme gittikçe kızışmaktadır.

İnsan ilişkilerinde yıkıcı bir güç olarak para, daha önce Elin Pelin tarafından

başarılı kısa romanı (büyük öykü) Geratsite'de (Gerak Ailesi) ele alınmıştır. Bu iki eser,

konu açısından benzerlikler taşırlar. Gerak ailesi de üç oğuldan ve cimri, parasını

saklayan ve çocuklarının arkasından entrikalar çevireceğinden korkan bir babadan

oluşmaktadır. Aile, düşmanlık yüzünden dağılmıştır. Bu benzerlik yüzünden, bir

edebiyat gazetesi olan Literaturen glas (Edebiyatın Sesi), Yovkov'u neredeyse

hırsızlıkla suçlama noktasına gelmiştir.6 Yovkov bu iddiaya Zora 7 (Tan Vakti) adlı

gazetede açıklama yaparak karşılık vermiştir. Bu açıklamada, Boryana adlı öyküsünü

Antimovo Hanındaki Akşamlar adlı kitapta yer alan İmane (Para, 1927) adlı öyküsünden

esinlenerek yazdığını söyler. Fakat Boryana’yı “Para”nın bir uyarlaması olarak kabul

etmek kolay değildir. Öykü, parasını iki kızından ve damatlarından saklayan, ölmek

üzere olan yaşlı bir kadını konu almaktadır. Bu para yıllar boyunca, çocukların ve

ebeveynlerin birbirleriyle yakın ve sevgi dolu ilişkiler kurmalarına izin vermeyen bir

lanet gibi ailenin üzerinde asılı kalmıştır. Yaşlı kadın paranın gizli olduğu yeri

söylememe kararına varır ve sırrıyla birlikte ölür. Yovkov'a göre, Boryana'nın bir başka

kaynağı daha vardır, o da bizzat gerçekliktir. Aynı açıklamada, Harmanlı’da

(Bulgaristan’ın Türkiye sınırına yakın bir kasabası)öğretmen olan arkadaşı Petko

Tişelov'un kendisine, parasını oğullarından saklayan yaşlı bir köylüden bahsettiğini

söyler. Çocuklardan biri parayı bulmuş ve çalmış ve adam da kederinden ölmüştür.

Yovkov, bu öykü üzerine şu yorumu yapmaktadır :

“Bu olay, işlenmemiş haliyle bile oyunumda bulunabilecek tüm verileri

içeriyor” 8.

Daha sonra Tişelov, Yovkov'la yaptığı tartışmalarda Yovkov'un "cimrilik", "saklı

para", "zenginlik" ve "aile içi tartışmalar" gibi konulara özel bir ilgi gösterdiğini

onaylamıştır. 9 Tişelov, haklı olarak, aynı tip yaratıcı kaynakların Plautus, Molière ve

Nikolay Gogol gibi yazarlar tarafından dünya edebiyatına sokulduğunu belirtmiştir.

Page 191: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

182

Fakat Yovkov'un açıklaması olmadan da onun oyunu ve Geratsite “Gerak

Ailesi” arasındaki farkı sezmek mümkündür. Elin Pelin, paranın yıkıcı gücünü

gösterirken oldukça tutarlı davranmış ve öyküyü acı bir sonla bitirmiştir, Gerak'lar

ailece yıkılmış ve ataerkil yaşam biçimleri tamamıyla parçalanmıştır. Ahlak kurallarının

savunucusu Yovkov ise, eski düzeni mümkün olduğu kadar muhafaza etmeye

çalışmıştır. Bu da, Boryana'nın rolünü belirlemektedir. Boryana, Zlatil'in evine güven,

aşk ve ihtiyacı olan neşeyi getirmiştir. Onun iyiliği bulaşıcıdır ve yavaş yavaş evdeki

herkesin kalbini kazanır. Zlatil'le parası hakkında açık açık konuşmaktan kaçınır ve

paranın saklı olduğu yeri tesadüfen bulduğunda ona söyler. Bu sayede Zlatil'in güvenini

kazanır ve Zlatil'in dönüşümü başlar. Boryana'nın niyetinin ona zarar vermek değil, onu

korumak olduğunu anlar. Oyunun sonunda Zlatil, şu itirafta bulunur:

“Bu para! Otuz yıl boyunca sakladım.. Şeytana uydum. Şeytana hizmet ettim.

Boryana'nın gelmesi iyi oldu... Sanki onu Tanrı göndermiş gibi. Bitti. Kendimi azad

edilmiş gibi hissediyorum”.10

Parayı oğulları arasında eşit olarak dağıtmaya karar verir. "Şarkı söyleyen kuş",

tüm aileye barış ve uyum getirme amacını gerçekleştirmiştir. Yovkov, kuş motifini daha

önce Po jitsata “Teller Boyunca” adlı öyküde, umut habercisi olarak kullanmıştır. Şimdi

bu motifin işlevini yeni bir yönde geliştirmektedir: Ahlaki açıdan iyiliğin mehteri olarak

hareket etmek. Diğer bir deyişle, Yovkov, ahlakı estetik kategorisine yükseltir,

eleştirmenlerden biri bunu "iyiliğin estetikleştirilmesi" olarak adlandırmıştır.11

Fakat bir drama yazarı olarak Yovkov, törelcilik (ataerkil) eğilimlerinin bedelini

ağır ödemiştir. Dramatik eser tipinin kurallarına karşı çıkan Boryana adlı öykü, mutlu

bir sonla biter, bizce bu mutlu son, eserin temelindeki çelişkinin başlangıçtaki

keskinliğini köreltmektedir. Boryana, ayrıca babasıyla kendisi arasındaki anlaşmazlığı

da çözmeyi başararak, Pavli'yle evlenme izni alır. Sonuç olarak, sadece Zlatil'in

ailesinin kurtarıcısı olmakla kalmaz, ataerkil düzenin savunucusu ve aynı zamanda

bağımsız ve özgür bir kadın olarak da karşımıza çıkar. Boryana'da Yovkov, Albena'ya

bir alternatif yaratmayı başarmış olabilir; fakat bir darama yazarı olarak hala başarılı

sayılamaz. Boryana bize bir dramadan çok pastoral bir öyküyü hatırlatmaktadır.

Page 192: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

183

6.3. MİLİONERIT (Milyoner)

Para konusu, Yovkov'un tek komedi eseri olan Milyoner'de tekrar karşımıza

çıkar ve bu oyun, sürpriz bir biçimde, Yovkov'un komedi türünün sırlarını oldukça iyi

bir şekilde anladığını gösterir. "Sürpriz bir biçimde" diyoruz, çünkü Yovkov'un

öyküleri, komediden çok dramatik unsurlar içerdiği için, komedi türünde daha çok

sıkıntı çekmesi beklenebilir. Aslında Yovkov hiç bir zaman "kuru" bir nesir yazarı

olmamıştır; fakat espri yapmak da onun güçlü olduğu noktalardan biri değildir.

Milyoner'in halk tarafından kabul görmesinin, Yovkov’un Priklyuçeniya na Gorolomov

(Gorolomov'un Maceraları) adlı eseri yazarak satirik (eleştirel,hiciv) öykü türünü

deneme kararıyla ilgisi olup olmadığı hakkında spekülasyonlarda bulunmak

mümkündür.

Milyoner'in konusu, tipik bir komedi özelliği taşır: Çok zengin olduğuna

inanılan bir karakterin yoksul olduğu ortaya çıkar. Dobruca'da küçük bir kasabanın

saygıdeğer bir vatandaşı olan Bay Maslarski, kasabanın sakinlerine müziği sevdirmek

için yeni bir müzik topluluğu kurmaya kalkınca, işler karışır. Topluluğun kurucu

üyelerine göre, müzik sadece insanları asilleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda onları

birbirine yaklaştırmaktadır. Bir toplantıda, halktan bazı saygın kişiler, topluluğun üyesi

olmak üzere aday gösterilirler. Fakat veteriner Hristo Kondov'un adı söylendiğinde, Bay

Maslarski ve birkaç kişi itiraz eder. Onu sevmemektedirler; çünkü Kondov, gevşek,

acayip ve ataerkil düzenin kurallarına uymayan biridir. Hatta Bay Maslarski, Kondov'un

ahlaksız davranışlarının,onun kızını kasaba dışına göndermesine neden olduğunu bile

söyler. Fakat topluluk içinden biri, Kondov'un milyoner olduğunu söyleyince, durum

tamamen değişir. Haber bir büyü etkisi yapmıştır. Şimdi herkes Kondov'un üye olması

gerektiğini düşünmektedir. Ancak, Bay Maslarski Kondov'un topluluğa üye olarak

kabul edilmesini teklif etmekle kalmaz, onursal başkanlığa da onu aday gösterir. Ayrıca

kızının, neden kasaba dışındaki aile evinde yaşamayı seçtiğine dair öyküyü de değiştirir.

Kızı taze şehir havası almak istediği için kasabadan ayrılmıştır.

Page 193: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

184

Kondov'un varsayılan zenginliği üzerine haberler yayıldıkça, özellikle de

kadınların hedefi haline gelmeye başlar. Fakat Kondov, tanıdığı kişilere bankadaki

paranın kendisine değil, onunla aynı adı taşıyan bir başka kişiye ait olduğunu söylemez.

En, sonunda, onun hayranlardan biri olan Kristina, onunla sahte bir nişan yapmaya

bile kalkar; Kondov meyhanede uyuyakalmıştır, Kristina Kondov'un yüzüğünü

parmağından çıkarır ve yerine kendi yüzüğünü takar. Ertesi sabah Kondov nişanlı

olduğunu öğrenir ve şaşırır. Fakat Kondov'u "keşfetme" girişimlerinin en büyüğü Bayan

Maslarski'den gelir. Kondov'un çalışması için rahat ve huzurlu bir yere ihtiyacı olduğu

gerekçesiyle (aslında aklında kızı vardır) doktora, evinde bir oda kiralamayı teklif eder.

Daha sonra neredeyse zor kullanarak Kondov'u evine alır ve kocasıyla birlikte eve

kilitler. Kızı Evgeniya'yı geri getirmek için evden ayrıldığında, Bay Maslarski de

Kondov'u kağıt oynayarak eğlendirmeye çalışacaktır. Kondov sıkılıp gitmek

istediğinde, kapının kilitli olduğunu ve Maslarski'lerin evinde hapsedildiğini anlar.

Bu arada, Bayan Maslarski Evgeniya ve Kondov'un gerçekten birbirlerine aşık

olduğunu ve aslında onları evlendirmenin hiç de zor olmadığını farketmemiştir.

Evgeniya kasabaya geri döner dönmez, Bayan Maslarski onu Kondov'la evde yalnız

bırakır ve kısa bir süre sonra geri geldiğinde, çifti öpüşürken bulur. "Kızgınlığını" ifade

ettikten sonra, ailesinin ününü kirlettiği için Kondov'un Evgeniya ile evlenmekten başka

şansı olmadığını söyler. Ikisi de bu isteği sevinçle kabul ederler; fakat Kondov'un başına

gelenler hakkındaki gerçeği gizlemeye karar verirler. Şimdiye kadar onlar oyunun

"kurbanı" olmuştur, ama şimdi sıra onlardadır. Hemen evlenirler ve balayına giderler.

Oyunun sonunda Kondov'dan, onun milyoner olmadığını ve gerçek mali durumunu

neden gizlediğini anlatan bir mektup gelir. Bayan Maslarski yıkılır ve bu evliliği

bozacağına yemin eder.

Milyoner dört bölümden oluşur. Ilk bölümde, Maslarski'nin müzik topluluğu

kurmayı istediğini ve Kondov'un muhtemelen bir milyoner olduğunu öğreniriz. Ikinci

bölümde, Kondov hakkındaki haberlerin yerli halk ve özellikle de kadınlar üzerindeki

etkisi sergilenir. Üçüncü bölüm, Bayan Maslarski'nin kızı ve Kondov'u evlendirme

çabalarını konu alır ve dördüncü bölümde de, Kondov'un gerçek mali durumu

hakkındaki gerçekler ortaya çıkar.

Page 194: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

185

Senaryosundan kaynaklanan bazı zayıf yanlarına rağmen (örneğin yardımcı

karakterler belli belirsiz kalmaktadır), Milyoner, eğlendirici bir "yanlışlıklar

komedisidir"dir ve günümüze gelinceye değin halk arasında popülerliğini korumuştur.

Fakat eleştiriler başka yöndedir. Örneğin Simeon Sultanov, Yovkov'un oyunların ele

alırken, Milyoner'den hiç söz etmez. Diğer eleştirmenler de Yovkov'u, Gogol'un

Revizor (Müfettiş) 12 adlı eserine aşırı bağlı kalmakla suçlar; son sahne, bu suçlar için

zemin hazırlamaktadır. Bu sahne, Müfettiş adlı oyunda, postacının "müfettişin müfettiş

olmadığını" gösteren mektubu getirdiği son sahneyi hatırlatmaktadır. Milyoner'in final

sahnesinde, Maslarski, Kondov'un gönderdiği "milyonerin aslında milyoner olmadığını"

yazan mektubu okur. Fakat bu suçlamaların, oyunun resmi boyutlarıyla ve içeriğiyle

hiçbir ilgisi yoktur. Diğer taraftan, Marksist eleştirmenlerin oyunun toplumu eleştiren

unsurlarının altını çizmemeleri şaşırtıcıdır.13 Halbuki bu unsurlar hem konuda, hem de

karakterlerin sunuluş biçiminde mevcuttur. Milyoner'in hareketliliğinin arkasındaki itici

güç paradır ve Yovkov, paranın yıkıcı gücünü göstermektedir. Para açgözlülüğe yol

açar, riyakarlığı arttırır ve sonuç olarak insan ilişkilerini mahveder. Aslında, Evgeniya

hariç hiç kimse para çılgınlığı hastalığına karşı bağışık değildir. Kondov'un milyoner

olmadığını bildiği halde onunla evlenmek istemektedir ve bu davranışıyla takdiri hak

etmektedir. Kondov'un parası olmadığını duyan herkes bundan olumsuz etkilenir.

Gerçekten de, Yovkov'un oyunu, parasal değerler üzerine kurulmuş bir topluluğun ağır

bir şekilde suçlandığı bir oyundur, fakat oyunun bu yönü hiç öne çıkmamıştır.

Yovkov'un oyunları, genelde artan bir eleştiri bombardımanına maruz kalmıştır.

Albena bazı çekincelerle beraber, ilginç bir oyun olarak övülürken, daha sonra bazı

sanat eleştirmenleri Boryana'nın "drama"14 olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını

sorgulamaya başlamıştır. Milyoner'i de önemsiz bir komedi olarak kabul etmişlerdir.

Fakat en ağır darbe Obiknoven çovek (Sıradan Bir İnsan)la gelir; Masalitinov, oyunun

"silik"15 olduğu yorumunu yapar. Simeon Sultanov'un da dediği gibi, oyun, Yovkov'un

oyun yazarı olarak çabalarının "üzücü bir epilogudur".

Page 195: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

186

6.4. OBİKNOVEN ÇOVEK (Sıradan Bir İnsan)

Sıradan Bir İnsan adlı oyunda, Yovkov, toplumsal bir drama yaratmaya

çalışmıştır. Aynı zamanda bu oyun, yazarın şehir temasını ele aldığı tek oyun ve Prof.

Dr. Charles A.Moser'in doğru biçimde gözlemlediği gibi, "Yovkov'un romanlarından ve

kısa öykülerinden gözle görülür biçimde uzak" bir oyundur. Yovkov, eleştirmenlerin,

kırsal, ataerkil yaşamları tasvir etmeyi bırakıp, modern şehrin gerçeğini tasvir etmesi

isteğine karşılık vermeye çalışmıştır. Ayrıca bu oyun, açık bir teze sahiptir; hayatın

içindeki iyi ve kötü problemine cevap bulmaya çalışır.

Soylu düşlere sahip ve hayata iyimser bakan genç bir kız olan Aniçka,

kendisiyle aynı dünya görüşünü paylaşacak gibi görünen ve onun kadar deneyimsiz olan

Aleksandır Strumski'yle tanışır ve hayatını onunla paylaşmaya karar verir. Fakat çok

kısa bir süre sonra, yanıldığını anlar: Strumski bir suçlu ve düzenbazdır. Yakalanır ve

bir hastanede ölür. Aniçka, Strumski'yle yaşadığı mutsuz ilişkisinin meyvesi olan

çocuğuyla yalnız kalır. Derin bir karamsarlık içindedir ve intihar etmeyi düşünmektedir,

ama çocuk içindeki umut kıvılcımlarını hala canlı tutmaktadır. Bu sırada, eskiden

tanıdığı Boris Brankov'la karşılaşır : Genç bir kızken tanışmışlar ve Aniçka onun aşkını

reddetmiştir; çünkü Brankov bir borsa spekülatörüdür ve kendisine koca olamayacak

kadar “sıkıcı” ve “sıradan” bir insandır. Şimdi ise Aniçka yoksulluk içindedir ve ona

yardım eli uzatan tek kişi Brankov'dur.

Diğer insanlar, örneğin Raşko ve karısı Stamenka da Aniçka'ya sempati

duymaktadırlar ama ona yardım etmeyi isteyen ve yardım edebilecek tek kişi

Brankov'dur. Brankov tutarlı bir adamdır, Aniçka'ya olan aşkı bitmemiştir, tek değişen

sosyal statüsüdür. Yurtdışında senelerce kaldıktan sonra mali konularda deneyim

kazanmış ve başarılı bir iş adamı olmuştur. Fakir ve işsiz insanlar için iş alanları

yaratmak üzere bir fabrika kurmaya karar verir. Oyunun sonunda, Yovkov, pastoral bir

mutluluk tablosu resmetmeye çalışır. Fabrikanın kurulduğu yer olan Sokolovets,

işçilerin rahat dairelerde yaşadığı, güzel parklarda dolaştığı ve eğlenceli faaliyetlerin

tadını çıkardığı, dünya üzerinde bir cennet haline gelmiştir. İşçiler, Brankov'u, "sıradan

Page 196: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

187

bir insan" iken bir kahraman haline gelen o kişiyi onurlandırırlar : O sadece Aniçka'nın

manevi kurtarıcısı değil, aynı zamanda sosyal bir reformcudur.

Bunun gibi bir öykünün gerçekçi mi yoksa tamamen hayali mi olduğunu sormak

gereksizdir. Şüphesiz bu tür olaylara gerçek hayatta da rastlanmaktadır. Sorulması daha

uygun olan bir soru, bu tür bir konunun drama türü için uygun bir malzeme olup

olmayacağıdır. Cevap, Yovkov'un hayat görüşüyle yakından bağlantılıdır. Şüphesiz,

Sıradan Bir İnsan'ın yazarı, izleyenleri, Strumski tipinde, yıkıcı olarak gördüğü

insanların "güçlü", "ilginç", "ilham verici" ve "isyankar" kişilere karşı uyarmak

istemiştir. Fakat Brankov'u odak figür olarak sunarak, öncü bir drama aracı olarak

çelişki kaynağını ortadan kaldırmıştır. Yovkov, Brankov'u başarıya ulaştırmıştır, çünkü

toplum onun başarılı olmasını istemektedir : Her iki taraf da bunu kabul etmektedir.

Bunun yanısıra, Yovkov, ataerkil, idealist çözümlerini geleneksel, kırsal toplumdan

çıkarır ve idealist, ataerkil fikirler ve modern şehir hayatının acımasız gerçekleri

arasındaki gözle görülür farklılığı görmezden gelerek, bunları farklı bir sosyal alana

yönlendirir. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse ; Yovkov, kendisini sosyal

çelişkilerin yıkıcı olduğunu reddeden sosyal bir barış şairi olarak takdim eder. Bu fikir

ilk olarak, Orakçı adlı kısa romanda ortaya çıkmış ve Çiflikıt kray granitsata (Sınırdaki

Çiftlik) adlı eserde tekrarlanmıştır. Daha önceki romanlarda sınırları çizilen konu,

Sıradan Bir İnsan'da neredeyse bir sembol haline gelmiştir.

Kısaca, Sıradan Bir İnsan'ın dramatik konusundaki ahlaki fikir, bazı değerlere

sahip ve yazarın soylu niyetleriyle bezeli olsa da, drama türünde bir oyun için konu

olmaya uygun değildir. Sonuç olarak, Sıradan Bir İnsan, başından itibaren başarısızlığa

mahkumdur. Bulgar Ulusal Tiyatrosu’nda sadece bir sezon (1935-1936) sahnelendikten

sonra kaldırılmış ve bir daha hiçbir Bulgar tiyatrosunda sahnelenmemiştir. 1944'ten

sonra ülkede kurulan siyasi rejimin oyunun uygun bulunmadığı da şüphe götürmez bir

gerçektir.

Kamuoyunda başarılı bulunmamasına rağmen, Yovkov'un dramaları, önemsiz

oldukları gerekçesiyle bir kenara atılmamalıdır. Teknik açıdan eksik olmakla birlikte,

bazı olasılıkları içermektedirler ve Bulgar ulusal tiyatrosunun tarihinde önemli bir

Page 197: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

188

bölüm oluştururlar. Yovkov, Bulgar tiyatrosuna şiddetle ihtiyaç duyduğu ahlaki boyutu

getirmiştir, çünkü tiyatroda uzun süre sadece tarihi, ulusal ve sosyal konuları ele alan

oyunlar sergilenmiştir. Yovkov, tiyatronun gidişatını değiştirmekte başarısız olsa bile,

doğru yolu göstermiştir ve yeni sanatsal ve temasal yollar arama çabası saygıyı

haketmektedir. Yovkov'un tiyatrodaki başarısızlığının temel nedenlerinden biri, özgün

bir tür olarak dramayı yanlış anlamış olmasıdır. Dramanın da "epik" olduğunda ısrar

etmiş ve bu yanlış yargı, yazdığı tüm oyunları etkilemiştir, çünkü bu oyunlardaki epik

öğeler, dramatik öğelerin önüne geçmektedir. Fakat Yovkov, yönetmenleri, onun

oyunlarını yanlış biçimde sahneye koydukları gerekçesiyle suçlamakta haklıdır. Albena

ve Boryana, günlük hayatın gerçekçi dramaları - bitovi drami olarak oynanmış ve

bildiğimiz kadarıyla hala da oynanmaktadırlar. Bu tür bir yorum, oyunları derinlikten

yoksun bırakmaktadır. Bu oyunlar, realist detayları veya karakterizasyonu değil,

fikirlerin önemini vurgulayan, metaforik bir tiyatro tipi için daha uygundurlar. Hem

Albena, hem de Boryana, hiperbollerdir veya ahlaki düşüncelerin sembolleridir ve o

şekilde sahneye konmaları gerekir. Eğer gelecekte bu dramalar, hayal gücüne sahip

yönetmenler tarafından sahneye konursa, şimdiye kadar olduklarından çok daha önemli

eserler olarak ortaya çıkabilirler.

Page 198: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

189

SONUÇ

Yordan Yovkov'un Bulgar edebiyatındaki yeri, birçok açıdan ayrıcalıklıdır. Onun

eserleri sayesinde, genel anlamda Bulgar edebiyatı ve özellikle Bulgar öyküleri,

uluslararası boyutta başarıya ulaşmıştır. Ünlü Alman düşünürü ve yazarı Thomas

Mann, Yovkov'un “İvan Belin'in Günahı” adlı öyküsünü, Dünyanın En Güzel Öyküleri

(1956) adlı öykü antolojisine dahil etmiştir. Bu onura layık görülen tek Bulgar eseri de

bu öyküdür. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi İvo Andriç (1963), Yovkov'a duyduğu

minnettarlığı her fırsatta ifade eder, ona göre Yovkov, yöresel değerleri evrensel düzeye

çıkarma konusunda eşi görülmemiş bir yeteneğe sahiptir.

Birçok ülkeden bilim adamları, Yordan Yovkov'un öykülerini farklı yönlerden

ele alarak incelemişlerdir. Yovkov'un Bulgar edebiyat tarihindeki yeri, Amerikalı

eleştirmenlerin giderek daha çok ilgisini çekmektedir.1 Bunların arasında önemli bir

yere sahip olan Profesör Charles A. Moser, Yovkov'un Bulgar edebiyatındaki yerini

Pesimizm/Optimizm, Nasyonalizm/Enternasyonalizm gibi "entellektüel ve edebi

koordinatlar" kullanarak tanımlamıştır. Yovkov'un edebiyata olan katkısını, onun bu

sorulara karşı tutumunu diğer Bulgar yazarların tutumlarıyla somut bir şekilde yanyana

koyarak değerlendirir. Analiz, Yovkov'un bu temaları yenilikçi bir şekilde ele aldığını,

gelecek, ülkenin kaderi ve insan ilişkileri hakkındaki mevcut fikirlere karşı çıktığını

göstermektedir. Yovkov, düşünceli optimizmin tarafını tutarak pesimizmi reddetmiştir.

Fakat optimizm, Yovkov'un felsefesinde her zaman, insanlara zor anlarda problemlerin

üstesinden gelmek için ihtiyaç duydukları gücü veren ulusal kültürel bir geleneği

kabullenme ve hatta güçlendirme ile bağlantılıdır. Yovkov, ulusal değerlere saygı

göstermeden yaşanmayacağını ileri sürer. Bir ülke halkı, ulusal bir gurur anlayışı

geliştirmek için çabalamalıdır aksi taktirde olumlu hiçbirşey elde edemez. Bazı

durumlarda "Avrupalılaşma" olarak adlandırılan, diğer Avrupa ülkelerini düşüncesizce

taklit etme eğilimi reddedilmeli ve temellerin dayandırılacağı pozitif unsurlar

keşfedilmelidir. Bu pozitif değerlerin arayışı, Bulgar ruhunun epey derinliklerine inmeyi

gerektirir. Yazar, edebi çalışmalarını bu ilkeye dayandırmıştır, Bulgar edebiyatındaki

ulusal, sosyal ve kültürel nihilizme doğru güçlü bir eğilimin onu bu kadar kızdırmasının

sebebi de budur. Bay Ganyu (1895) adlı romanında, Bulgarları negatif bir imajla tasvir

Page 199: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

190

eden Bulgar nesir yazarı Aleko Konstantinov'u eğitilmemiş ve uygar olmayan bir kişilik

olarak resmetmiş ve ona karşı sert bir saldırıda bulunmuştur. Yovkov bir defasında Bay

Ganyu adlı eser hakkında şunları söylemiştir:

“Bu eser, ulusumuzun geçirdiği evrimde kirli bir role sahip. Bulgarlar yemek

yerken Avrupalılar gibi davranmıyorlar. O da Avrupalılar gibi yıkanmıyor. Ne önemi

var? Bir milletin temeli bu mudur ? Bulgarların bilincinde kendileri hakkında

bırakmak istediği imaj bu mudur ? Bu, onları felç eder. Bulgarlar, Avrupalıları taklit

etmeleri, Avrupalı olmaları gerektiğini düşünmeye ve kendi hayat tarzlarından

utanmaya, hatta kendilerine gülmeye başlamışlardır. Sonuç olarak, ulusal, geleneksel

olan her şeyle olan bağları kopmuştur ve Bulgar ruhunda üzülmemiz ve düzeltmeye

çalışmamız gereken bir erozyon meydana gelmiştir”.2

Yaratıcı bir yazar olarak Yordan Yovkov, tüm hayatını kendi ulusunun ruhunun

özgünlüğünü aramakla geçirmiştir. Böylece, ilgisini Bulgar toplumunun en derin ve en

otantik katmanına, yani folklorik, ataerkil gelenekleri ve kültürüyle köylülere

yöneltmiştir. Fakat, Yovkov’cu gelenek kültünün, onun yaratıcı çalışmalarının tematik

veya şekilsel düzeylerinde sanatsal gelenekselciliğe dönüştürülmediğini vurgulamak

gerekir. Paradoksal olarak, çok sevdiği ülkesinin özgün özelliklerini tanımlama

isteğinde, Yovkov ayrıca, Bulgarları insanlığın geri kalanıyla bir arada tutan insani ve

evrensel boyutları da tanımlamıştır. Aşk ve iyilik, acı ve mutluluk, hayal ve gerçeklik

Yovkov'un tüm nesirlerinde iç içe geçmiştir. Pojitsata (Teller Boyunca)adlı öykünün

odak figürü olan köylü, her zaman insanların mutluluğu yakalama umutlarını sembolize

edecek ve Yovkov da her zaman umudun yazarı olacaktır. Yovkov'un Bulgar

edebiyatına en büyük katkısı, bir yazar olarak tartışılmaz kuvveti, bazı ahlaki ve felsefi

değerlere sahip yeni bir karakter yaratmasıdır. Daha önce hiçbir Bulgar yazar, o günün

sosyal, vatanseverlik ya da siyasi konularıyla ilgilenmeyen bir kahraman yaratmamıştır.

Yovkov'un kahramanları evrensel insanlık sorunlarıyla meşguldür. Acı çekerler, aşk için

ölmeye hazırdırlar ; başkaları için özveride bulunmaya, yardım etmeye hazırlıklıdırlar;

güzelliği ve güzel olanı ararlar. Yovkov'un karakterlerinin bir çoğu, karar vermeden

önce, kendi iç dünyalarında çetin mücadeleler verirler; fakat kural olarak verdikleri her

karar onları biraz daha geliştirir. Bulgar edebiyatında kahramanların yenilikçi bir

Page 200: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

191

şekilde ele alınması, Yovkov'un dünya edebiyatının evrensel değerleriyle bağlantısının

en açık göstergesidir. Yovkov, uzak Dobruca'dan "küçük" karakterler yaratarak, Bulgar

edebiyatına, büyük dünya edebiyatları ailesine katılma yolunu açmıştır.

Yovkov'un bir yazar olarak önemi günümüzde giderek artmaktadır. Zaman ve

gelişen gerçeklik, onun şiirsel vizyonunun bilgeliğini doğrulamıştır. Yovkov, eserlerini

geçmiş kültüne dayandırsa da, aynı zamanda birçok açıdan modern bir yazardır. Kadın

ve erkek arasındaki ilişkileri ele alış şekli, çağdaş toplumun karşılaştığı değişiklikleri

anladığını ve neye sempati duyduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yovkov'un dünya

görüşünde, kadın erkeğe eşittir, kendi mutluluğunun peşinden koşma, aşkı arama, hayat

arkadaşını özgürce seçme hakkına sahip, bağımsız bir varlıktır. Fakat Yovkov, insan

ilişkilerinin cinsel yönünü görmezlikten gelmiştir. Fiziksel çekicilik, onun güzellik

anlayışında önemli bir rol oynamasına rağmen, kadın-erkek ilişkileri, idealist temellere

dayanmaktadır. Yovkov, bu anlamda, çağdaş kadın-erkek eşitliği ilkesinin öncülerinden

biri sayılabilir.

Son olarak bir soruya daha yanıt aramamız gerekmektedir: “Yordan Yovkov'un

Bulgar edebiyatının gelişimine etkisi ne olmuştur?” Bulgaristan'da yaşanan ve onun

onaylamadığı siyasi ve toplumsal gelişmelere rağmen, Yovkov'un öyküleri, kendisinden

sonra gelen birçok yazarın hayal gücüne etki etmiştir. Savaş öncesi nesilden olmasına

rağmen Angel Karaliçev, karakterleri doğayla içiçe resmetme ve karakter olarak basit ve

fakir insanları tercih etme eğilimiyle bize Yovkov'u hatırlatmaktadır. İkinci Dünya

Savaşı'ndan sonra tanınan veya edebi kariyerleri savaştan sonra başlayan İvaylo Petrov,

İliya Volen ve Yordan Radiçkov gibi diğer yazarlar, Yovkov'un felsefi ve estetik

inançlarından bazılarını geliştirmeye çalışmıştır. İvaylo Petrov ve İliya Volen, Bulgar

köylülerinin esrarengiz bilgeliğini Yovkov’cu bir tarzda tasvir ederler, Yordan

Radiçkov ise onların doğuştan gelen optimizmini ve edebi yaratıcılık yeteneklerini

sergiler. Bu yazarların hepsi, Yovkov'un öykülerinin dil ve üslup zenginliğinden

yararlanmış ve folklora yakın bağlantısını takdir etmişlerdir. Bugün Bulgar edebiyatının

en önemli yazarları arasında bulunan bu kişiler, Yovkov'un sanat deneyiminin en temel

yönüne tutunmuşlardır: Bulgar folkloruna dayanan kökleri dolayısıyla Yovkov, Bulgar

Page 201: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

192

edebiyatında gerçek bir atılım yapmıştır, diğer yazarlara ellerindeki ulusal kültürel

hazineyi kullanmayı öğretmiştir; yani köylülerin içsel, doğal yaratıcı özellikleri.

Yovkov'un felsefi ve ahlaki düşüncelerinin hepsinin dönemin baskısına

dayanabildiğini söyleyemeyiz. Bu, söz konusu düşüncelerin zamanla etkilerini ve

anlamlarını tamamen yitirdikleri anlamına da gelmez. Yovkov'un insanın asaletine ve

iyiliğine olan inancı, kişinin kendini ruhen geliştirebileceğine olan güveni, onun ahlaki

bütünlüğünün bir anıtı olarak sonsuza dek yaşayacaktır.

Page 202: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

193

ABSTRACT

Yovkov’s place in the history of Bulgarian literature is in many ways

exceptional.Through his work Bulgarian literature in general and Bulgarian prose in

particular,have attained international standarts of achievement. The great German writer

Thomas Mann included Yovkov’s story “The Sin of Ivan Belin” in his anthology Die

Schönsten Erzählungen der Welt (The Most Beautiful Stories of the World,1956), the

only story in Balkan literature so honored. Ivo Andrić,the Yugoslav Nobel prize winner

for literature (1963), has acknowledged his indebtedness to Yovkov,who,he believes

possesses an unusual ability to raise regional values to the level of universal

significance.

Scholars from many countries have studied various aspects of Yovkov’s prose.

There exist in American criticism a penetrating evaluation of Yovkov’s place in the

history of Bulgarian literature. Charles Moser has defined Yovkov’s location in

Bulgarian literature using certain “intellectual and literary coordinates”, such as

Pessimism / Optimism or Nationalism / Internationalism. He assesses Yovkov’s

contribution to literature through a concrete juxtaposition of his attitude to this question

with that of other Bulgarian writers. The analysis clearly shows Yovkov’s innovative

treatment of this themes,his opposition to prevailing views on the future, on the

historical destiny of his country,on human relationships. Yovkov definitely rejected

pessimism in favour of thoughtful optimism. However, the latter is always linked in

Yovkov’s philosophy with the acceptance and even cultivation of a national cultural

tradition which gives individuals the strenght to surmount problems in difficult

historical times. Without respect for one’s own national values,Yovkov argued, there

can be nu question of survivial. A people should strive to develop a sense of national

pride,without which a nation can achieve nothing positive. Discovering positive

elements to build on should be accompanied by a rejection of thoughtless imimtation of

other European nations, of the process which has been smetimes defined as

“Europeanization”. The search for positive values requires penetrating to the very depth

of the Bulgarian soul. The writer adhered to this principle in his own literary endeavors

and this is why he was upset by a strong tendency toward national,social and cultural

nihilism in Bulgarian letters. Yovkov mounted a bitter attack against Aleko

Page 203: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

194

Konstantinov (1863-1897) ,a Bulgarian prose writer who created a negative image of

the Bulgarian in his novel Bay Ganyo (1895) , by depicting him as an uneducated and

totally uncivilized boor. Yovkov once said of Bay Ganyo:

It played a dirty role in the evaluation of our nation. The Bulgarian doesn’t

possess European manners in eating. He doesn’t wash himself as a European does.

What of it ? Is this the heart of a nation ? And should the Bulgarian have such an image

of himself in his own consciousness ? This paralyzes him. The Bulgarian began to think

that he should imitate Europeans, to become European; and he began to be ashamed of

his own way of life,to kaugh at it. Consequently, he severd his ties with everything

national., with the traditional, and there occured a shift in Bulgarian’s soul which we

regret and seek to correct.

As a creative writer Yovkov devoted his whole life to the search for the unique

specificity of his nation’s spirit. In so doing he turned to the deepest and most authentic

layers of Bulgarian society, that is, to the peasantry, with its folkloristic, patriarchal

tradition and culture. However, it should be stressed that the “Yovkovian” cult of

tradition wasn’t translated into artistic traditionalism on either the thematic or formal

levels of his creative effort. Paradoxically,in his desire to define the spesific

characteristics of the nation he loved so much,Yovkov also defined the human and

universal dimension which link Bulgarian with the rest of mankind. Love and goodness,

sorrow and joy, dream and reality are closely interwoven in the whole of Yovkov’s

prose. The peasant from “Along the wire” will forever symbolize man’s hope of

happiness and Yovkov will always be the writer of hope. Yovkov’s greatest

contribution to Bulgarian literature, his indisputable strenght as a writer,lies in his

creation of a new character as bearer of certain moral and philosopical values. Never

before had a Bulgarian writer created a protagonist who was unconcerned with

social,patriotic or political issues of the day. His localized heroes are preoccupied with

universal human problems. They suffer and they are ready to die for love ; they are

prepared to sacrifice for others ,to evince charity they long for beauty. Many of

Yovkov’s characters experience exhausting internal struggles before reaching decisions

but as a rule their decisions lead to their personal improvement. This innovative

treatment of characters within the frame-work of Bulgarian literature constitutes

Yovkov’s most obvious link with universal values of world literature. In creating his

Page 204: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

195

“small” characters from remote Dobrudzha,Yovkov opened the door for Bulgarian

literature to join the great family of world literature.

Yovkov’s significance as awriter continues to grow. Time and evolving reality

have continually confirmed the wisdom of his potential vision. Although he based his

writing on a cult of the past ,Yovkov at the same time was in many respects very

modern. His treatment of relationships between men and women leaves no doubt that he

perceived the changes facing contemporary society and also leaves no doubt where his

sympathies lay. In Yovkov’s perception of the world,women is equal to man ,an

independent being with the right to pursue her own happines,to search for love,to

choose freely her partner in life. However,Yovkov ignored the sexual aspects of human

relationships. Although physical attractiveness plays an important role in his concept of

beauty ,man-woman relationships are based on idealistic foundations. Yovkov may be

considered a forruner of the contemporary process of emancipation for women.

Finally ,what impact did Yovkov have on the later development of Bulgarian

literature? Despite political and social developments in Bulgaria unfavorable to

him,Yovkov’s prose caught the imagination of many writers who came after him. Angel

Karaliychev- though a member of the prewar generation- remind us of Yovkov with

wity his tendency to depict characters in their close association with nature and with his

obvious preference for simple and poor people. Others – such as Ivaylo Petrov , Iliya

Volen, and Yordan Radichkov- who became known or started their literary careers after

World War II, tried to develop some of Yovkov’s philosopical and esthetic beliefs.

Petrov and Volen often describe the uncanny wisdom of Bulgarian peasant in a

Yovkovian manner, while Radichkov presents their innate optimism and genuine

inventiveness. All these writers have benefited from the linguistic and stylistic richness

of Yovkov’s prose and have recognized its close connection with folklore. These writers

– who are today among the most significant authors in Bulgarian literature – have

grasped the most essential aspect of Yovkov’s artistic experience; its roots in Bulgarian

folklore. Thus Yovkov effected a true artistic upheaval in Bulgarian literature – he

taught others to use the national cultural treasure that is the inborn, spontaneous creative

achievment of the pesantry.

As for Yovkov’s philosopical and ethical ideas, noy all of them have withstood

the pressure of time. This doesn’t necessarily mean that they have become entirely

Page 205: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

196

obsolete. Yovkov’s belief in human nobility and goodness, his faith in man’s capacity

for spiritual self-improvement, will remain an everlasting monument to his moral

entegrity.

Page 206: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

197

NOTLAR

Bölüm 2

1. Yovkov'un doğum tarihi ile ilgili bu yanlış bilgi, ilk olarak 1919'da Jitva (Ekin) adlı

edebiyat antolojisinde yer almıştır, bu antolojide Yovkov'un doğum tarihi 8 Kasım

1884 olarak belirtilmiştir (s. 38).

2. Daha 1932 yılında, Yovkov'un doğduğu köy olan Jeravna'da bir öğretmen olan Vasil

Todorov, "Istinata okolo datata na rajdaneto na naşiya pisatel Yordan Yovkov

(Yazarımız Yordan Yovkov'un Doğum Tarihi Hakkındaki Gerçek)" adında bir

makale yazmış ve tanınmış edebiyatçı Mihail Arnaudov'a göndermiştir. Fakat

Yovkov buna itiraz etmiş ve makale hiçbir zaman yayınlanmamıştır. Bu konuda daha

fazla bilgi için bakınız Spiridon Kazanciev, Sreşti i razgovori s Yordan Yovkov

(Yordan Yovkov'la Buluşmalar ve Sohbetler) (Sofya, 1960), s.69.

3. Yovkov, Todorov'un makale yazdığını duyar duymaz ondan bu fikirden

vazgeçmesini isteyen bir mektup yazdı. Todorov'un yazdığı herşey doğru olmasına

rağmen, Todorov kabul etti. Yovkov'un Todorov'a yazdığı mektup, Dimo Minev'in

Yordan Yovkov. Spomeni i dokumenti (Yordan Yovkov, Hatıralar ve Belgeler) (Varna,

1969) adlı belge koleksiyonunda yeniden yer aldı, s. 21-22.

4 Georgi Konstantinov, Tvortsi na Bılgarskata literatura (Bulgar Edebiyatı Yazarları)

(Sofya, 1941), s. 200.

5. Bu başlık, 1947 yılında Varna'da yayınlanan ilk baskının başlığıdır. İkinci,

genişletilmiş baskı, üçüncü dipnotta verilen başlık altında yayımlandı.

6. Danail Konstantinov, Jeravna v minaloto i do dneşno vreme (Geçmişte ve Şimdi

Jeravna) (Jeravna, 1948), s. 511. Bu ismin etimolojisine sayfa 60-61'de atıfta

bulunulmuştur.

Page 207: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

198

7. Jeravna'nın geçmişi, Trakya zamanlarına kadar uzanır. Daha sonra Romen

hakimiyetine girmiştir. Bugünkü Bulgaristan bölgesi Slavlar, Tatarlar ve Gotlar

tarafından işgal edildi. Gotlar bölgeyi terketti ve Slavlar Bulgarlarla birlikte ilk Bulgar

İmparatorluğunu kurdu. Bu imparatorluk, yaklaşık 10.yüzyıla kadar yaşadı, bu tarihte

Yunanlılar İmparatorluğu ele geçirdi ve Jeravna Bizans veya Bulgarların deyişiyle

Yunan işgali altına girdi.

8. İngilizce başlıklar Profesör Charles A. Moser'in History of Bulgarian Literature

(Bulgar Edebiyatı Tarihi) (The Hague and Paris, 1972) adlı kitabı ve "Yordan

Yovkov'un Hayali Realizmi" adlı, The Slavic and East European Journal'da yayınlanan

makalesinden alınmıştır, XI (1967), no.1.

9. Bakınız, Minev. D., s.26.

10. Poturi, kalın yünden yapılmış, düğmeli, geniş dar paçalı pantolon.

11. Saltamarka, bir çeşit kolsuz ceket, doublet.

12. Dobruca, aşağı Tuna nehri ovasında tarihi ve coğrafi bir bölgedir. Doğusunda

Karadeniz'le sınır komşusudur, Batova Nehri bölgenin kuzey ve kuzeybatı sınırını

oluşturur. Batova nehri vadisi de bölgeyi güneyden çevreler. Güneybatı sınırı belli

değildir. Romanya ve Bulgaristan 19. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanır kazanmaz,

Dobruca bu iki ülkeyi bağlayan bölge haline geldi. Romanya ve Bulgaristan

hükümetlerinin 1940'ta yaptığı anlaşmaya göre, Dobruca, Romanya'da kalan Kuzey

Dobruca ve Bulgaristan'a verilen Güney Dobruca olarak ikiye bölündü, fakat

Dobruca'nın tümü 1919-1940 yılları arasında Romanya'ya aitti.

13. O zamanlar uygulanan Bulgar eğitim sistemi üç aşamadan oluşuyordu: Dört yıllık

ilkokul, üç yıllık ortaokul veya gymnasium. Diğer bir deyişle, öğrenciler ortaokul

sertifikası için sınava 11. sınıfta giriyorlardı.

Page 208: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

199

14. Danail Konstantinov'a göre, Yovkov, Jeravna'yı terkettikten sonra, köyü iki defa

ziyaret etti, 1898 ve 1900 yılları arasında yaz tatillerini burada geçirdi. Bakınız

Minev.D., s. 48.

15. Yordan Yovkov'un karısı Bayan Despina Yovkova'nın verdiği bilgi.

16. Bakınız, 1908 yılında Yordan Yovkov'la tanışan Georgi Vılçev ve Frosa Ivanova'nın

hatıraları, Minev.D., sırasıyla sayfa 113 ve 120.

17. Radikal Demokratik Parti, Demokratik Parti'den ayrılan bir grup tarafından 1905'de

kuruldu. Haziran 1918 ve Ağustos 1919 tarihleri arasında koalisyon hükümetinde yer

aldı. 1922'de adı Radikal Parti olarak değişti ve 1949 yılında kapatıldı.

18. Bakınız, Kalina Ivanova-Momova, Dimo Minev, alıntı.

19. Bir süre Sıdba (Kader,1905) adlı şiirin Yovkov'un ilk yayımladığı eser olduğu

düşünüldü. Yakın zamanlarda, D.K. Boşnakov, 14 Kasım 1980 tarihli Narodna

Kultura'da (Ulusal Kültür) yayınlanan bir esere daha erken bir tarihle yer verdi.

20. Bakınız, Minev.D., s. 130.

21. Modernizm hakkında ayrıntılı bir tartışma için bakınız Moser Charles A. History of

Bulgarian Literature, Bölüm IV "Modernizm ve Bireyselcilik Çağı (1896-1917)", s.

91-149.

22. Bulgar edebiyatında Sembolizm (bazen Neo-Romantizm olarak anılmaktadır)

Modernizmin gelişmesinde ikinci aşamaydı. İlk eserler bu yüzyılın başında

görülmüştür. Peyo Yavorov (1877-1914) Bulgar Sembolizminin en büyük

temsilcilerinden biri sayılır.

23. Minev.D., s. 138-140.

Page 209: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

200

24. Bölüm 3'de sıralanmıştır.

25. Simeon Sultanov, Yovkov i negoviyat svyat (Yovkov ve Dünyası) (Sofya, Bılgarski

pisatel), 1968, s. 184-193.

26. Minev.D., s. 159.

27. Edebiyat eleştirmeni Nikola Atanasov'un günlüğünden (8 Mayıs 1932), Minev.D. ,

s. 227.

28. Bakınız Minev.D., s. 190.

29. 9 Ekim 1921 tarihli bir mektupta, Yovkov şunları yazmıştır: "Elçilikten 3 km uzakta

bir delikte (dıpka) yaşadım", Minev.D., s.181.

30. Petır Dinekov, Poslednite dni na Yordan Yovkov (Yordan Yovkov'un Son Günleri),

Plamık (Alev), No.11, 1980, s. 67-76. Ayrıca bakınız V. Ivanov, Smırtta na Yordan

Yovkov (Yordan Yovkov'un Ölümü), Minev.D. , s. 244-246.

Page 210: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

201

Bölüm 3

1. Bulgar tarihçileri Dimitır Kosev, Hristo Hristov ve Dimitır Angelov , Kratka istoriya

na Bılgariya (Bulgaristan'ın Kısa Tarihi) adlı eserlerinde şöyle yazmışlardır:

"Savaşın ilanı Bulgar kitleler tarafından sevinçle karşılandı" (Sofya, 1962), s. 216.

2. E.Mozejko, Sztuka pisarska Jordana Jowkowa (Yordan Yovkov'un Edebiyat Sanatı)

(Wroclaw-Warsaw-Cracow, 1964), s. 31-32.

3. Bu olay, 1945 yılında Bulgaristan'da komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden

hemen sonra meydana geldi. Yovkov sadece ataerkil ve geleneksel düşünceler kültü

yüzünden değil, ayrıca savaş öykülerinde resmi politikayı "gerici" biçimde

savunmakla da suçlandı. Bu eleştirel değerlendirme, 1950'lerin sonunda doğrulandı

ve sonunda reddedildi.

4. Simeon Sultanov, s. 33.

5. Grigor Vasilev, Yordan Yovkov: Spomeni i pisma (Yordan Yovkov : Hatıralar ve

Mektuplar) (Sofya, 1940), s. 64.

6. Efrem Karanfilov, Geroite vıv voennite razkazi na Yordan Yovkov (Yordan

Yovkov'un Savaş Öykülerindeki Kahramanlar), Poeziya v prozata (Nesirlerde

Şiirsellik) adlı kitap, (Sofya, 1957), s. 64-65.

7. Margaret Harkness'e Nisan 1888 tarihinde yazdığı mektupta Engels, Balzac hakkında

şu açıklamayı yapmaktadır: "Tamam, Balzac siyasi açıdan bir Yasacıdır (Legitimist-

yani feodal aristokrasinin çıkarlarını temsil eden ve 1792 yılında Fransa'da düşürülen

Bourbon'ların bir yandaşı); onun büyük eseri, iyi toplumun telafi edilemez çöküşüne

bitmez bir ağıttır, savunduğu herşey yokolmuştur. Fakat onun hicivleri hiçbir zaman

daha keskin, ironisi hiçbir zaman daha acı olmamıştır, onun en heyecanlı olduğu an,

ençok sempati duyduğu insanları, asilleri harekete geçirdiği andır." Bkz. Edebiyat ve

Sanatta Marx ve Engels (Moskova, Progress Publishers, 1976), s. 91-92.

Page 211: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

202

8. Lev Tolstoy, Bulgar Edebiyatını ve Bulgar toplumunun düşüncelerini büyük ölçüde

etkilemiştir.

9. En büyük Bulgar realistlerinden biri olan Elin Pelin (1877-1949), geleneksel

ataerkil düzenin çöküşünü ve açgözlülüğün insan ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkisini

Geratsite (Gerak Ailesi,1911) ve Zemya (Toprak,1922) gibi kısa öykülerinde tasvir

etmiştir. Bkz. Petır Pondev, Tvorçestvoto na Yovkov (Yovkov'un Eserleri),

Yovkov'un Sıbrani sıçineniya (Toplu Eserleri), cilt:7,I, s:17.

10. Yovkov.Y., cilt:1,s: 428.

11. Pesenta na Solveig adlı eser. Solveig, ünlü yazar Henrik İbsen'in Peer Gynt adlı

eserinin odak figürüdür. Peer Gynt yıllar sonra doğduğu köye, genç bir erkekken

sevdiği Solveig'in yanında ölmek için döner. Tüm bu yıllar boyunca ona sadık

kalmıştır.

12. Yovkov.Y.,cilt I, s.455.

13. İbid.,cilt I,s. 454.

14. İbid.,cilt I,s. 459.

15. İbid.,cilt I,s. 440.

16. İbid.,cilt I,s. 497.

17. Bu soruyla ilgili bazı açıklamalar Sztuka pisorska Jordana Jowkowa (Yordan

Yovkov'un Edebi Sanatı) adlı eserde bulunabilir, s. 30-40.

18. M.E. Kronegger, Edebiyatta Empresyonizm (New Haven, tarihsiz), s. 154.

19. İbid., s.37.

Page 212: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

203

20. Vladimir Vasilev, Marşıt na pobedata i na smırtta (Zafer ve Ölümün Geçit

Töreni)", Zlatorog (Altın Boynuz),cilt I, (1920), s. 46-61; ve B.Y. (muhtemelen

Boris Yotsov) , Zlatorog'da yayınlanan kısa not, Iv, No.1 (1925), s. 54.

21. M.E. Kronegger, alıntı, s. 38-40.

22. Yovkov.Y.,cilt I,s. 459.

23. Hristo Yasenov (1889-1925), Kariyerine Sembolist bir yazar olarak başlayan ve Rus

devrimini savunan bir devrimci olarak son veren Bulgar şair.

24. Yovkov.Y.,cilt I,s. 396.

25.İbid.,cilt I, s. 489.

26 İbid.,cilt I, s.128.

27.İbid.,cilt I, s.189.

28.İbid., cilt I, s.529.

29. Mihail Kremen (1884-1964), Bulgar nesir ve anı yazarı, en önemli eseri Balkan

Savaşları boyunca yaşadıklarını anlatan Bregalnitsa’ dır (1920).

30. Vladimir Musakov (1877-1916). Kırvavi petna (Kan Lekeleri) adlı öyküsünde savaş

deneyimlerini yazan Bulgar yazar ve gazeteci.

31. Yovkov, I, 359.

32. İbid., I, 340.

33. Yovkov, II, 190-91.

Page 213: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

204

34. İbid., I, 259.

Page 214: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

205

Bölüm 4

1. Charles A. Moser, Yordan Yovkov’un Hayalci Realizmi, The Slavic and East

European Journal, XI, No.1 (1967), 44-58.

2. Ayrıca bkz, Simeon Sultanov, Yovkov i negoviyat svyat (Yovkov ve Dünyası)

(Sofya, 1968), s. 286. 41.sayfada yazar şunları söylemektedir: "Aslında, herhangi

büyük bir sanatçı gibi o da hem Realist hem Romantiktir. Kendini lanse etmeye

gelince, kusursuz bir Realisttir, fakat iç kavramları sorgulandığında Romantiktir".

3. Donald Fanger, Dostoyevski ve Romantik Realizm: Balzac, Dickens ve Gogol'la

Bağlantılı Olarak Dostoyevski Üzerine Bir Çalışma (Cambridge, Harward University

Press, 1965), 3. 307. Özellikle bkz Bölüm 1, “Realizm,Saf ve Romantik”.

4. Intelijensiya fenomeni Slavlardan kaynaklanmaktadır, Alman kültüründe de yeri

vardır. Terim, toplumun eğitimli kısmını temsil eder ve hayatını entellektüel

mesleklerden kazanan kişileri de (avukatlar, doktorlar,

öğretmenler,akademisyenler,yazarlar,şairler vb.) içerir.

5. Öykünün ilk versiyonu "anlatım zamanı" denilen -miş-li geçmiş zaman

(imperfectum) ve -di-li geçmiş zamanda (perfectum) yazılmıştır. Yaşlı bir köylü olan

Vılo, öyküyü okura anlatır gibi oradan geçmekte olan bir öğretmene anlatır. Yaşlı

köylünün folklorik bakış açısı öğretmen aracılığıyla bastırılır. Yovkov, bunu

öykünün 1927 yılında basılan ikinci versiyonunda değiştirmiştir. Yaşlı köylünün

rolünü anlatmış ve ayrıca öyküyü "doğrudan" geçmiş zamanda yazmıştır. İlk

versiyonda anlatıcı öğretmendir fakat ikinci versiyonda olayları köylünün bakış

açısından sunan folklorik bir anlatıcı sözkonusudur.

6. Charles A.Moser, "Hayalci Realizm", s. 49.

7. Spiridon Kazanciev, Sreşti i razgovori s Yordan Yovkov (Yordan Yovkov'la

Buluşmalar ve Sohbetler) (Sofya, 1960), s. 34 (giriş 18 Eylül 1930).

Page 215: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

206

8. İbid., s. 12 (giriş 21 Nisan 1929)

9. İbid., I, 38 (giriş 1 Ekim 1930),Charles A. Moser tarafından "Hayalci Realizm"de

çevrildiği biçimiyle, s. 47.

10. Ibid., s. 37-38 Charles A.Moser'in çevirdiği şekliyle, s. 47.

11. Ibid., I, 38

12. Bu öykünün ayrıntılı bir özeti Charles A. Moser’ın, "Hayalci Realizm"adlı

kitabında bulunabilir, s. 56-57 Ayrıca Bulgar Edebiyatı Tarihi adlı eseri (The

Hauge: Mouton, 1972), s. 199.

13. Stefan Vasilev, Estetiçeski problemi v tvorçestvoto na Yordan Yovkov (Yordan

Yovkov'un Eserlerinde Estetik Problemi,Sofya Izdatelstvo na Bılgarska Akademiya

na Naukite (Bulgar Bilimler Akademisi), 1961), s. 163.

14. Bkz. Pantaley Zarev, "Yordan Yovkov", İstoriya na bılgarskata literatura (Bulgar

Edebiyatı Tarihi,Sofya, 1976), cilt IV, s.264.

15. Tolstoy'un sosyal teorilerinden bazıları Yovkov'da yankı bulmuş olsa da, bu konuda

daha kapsamlı bir inceleme yapılması gerekmektedir. Aynı durum Tolstoy'un genel

anlamda Yovkov üzerindeki etkisi için de geçerlidir.

16. Simeon Hacıkösev, Pavle Fertigut i Serafim ("Pavle Fertigut" ve "Serafim"),

Plamık (Alev), XXIV, No.11(1980), s.151.

17. İlk baskıda (1920) bu hayal, Bölüm 14'te, ikinci baskıda (1930) ise Bölüm 17'de

tasvir edilmektedir. Roman özeti yapılırken birinci baskıyı kullandık (1920). İkinci

baskıda dört ek bölüm daha bulunmaktadır, fakat temel fikir (leit motif)

değişmemiştir.

Page 216: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

207

18. Charles A.Moser, Bulgar Edebiyatı Tarihi, s. 198.

19. Yovkov.Y., cilt II, s.179.

20. Bu tür bir kadın prototipi ilk kez "Tanrı Misafirleri" adlı kısa öyküde görülür;

"gelin" figürü, askeri birliğe nezaket ve iyilik ruhunu getirmiştir.

21. Yovkov.Y., cilt II, s.273.

22. Minev.D., s. 272-273.

23. Danail Konstantinov'a yazılan bir mektuptan, Dimo Minev, s. 276. YordanYovkov

KocaBalkan Efsaneleri öykü kitabıyla ilgili olarak da birçok kişiye mektup

yazmıştır.

24. Bkz. Sztuka pisarska Jordana Jowkowa adlı eser, s. 54-62.

25.Kırcaaliystvo (Kırcalılar) eziyet gören Türk nüfusunun başlattığı bir harekettir, fakat

daha sonra içine yabancı unsurlar da girmiştir. Kırcaalii (Kırcalılar), yönetsel düzeni

ellerine geçiren soygunculardı: Bulgar ya da Türk olmalarına bakmaksızın

zenginlere, kiliselere,köylere saldırırlardı. Bu hareket Osmanlı İmparatorluğu’na

yönelik ilk ve en önemli çete hareketlerinden biriydi. Hayduti (Eşkıya) faaliyetleri

genelde ulusal bilinçle belirlenirdi. Bunlar, Bulgar çıkarlarının savunması için

Türklere yönelik yapılan hareketlerdi. Fakat Hayduti içinde suç unsurları olmadığını

düşünmek büyük bir hata olacaktır. Bunlardan bazıları huzur içinde yaşayan insanları

yağmalayarak geçiniyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar ulusal canlanma

hareketi (Bulgar Rönesansı) içinde daha organize bir güç haline geldiler. Hatta

Bulgar kültüründe Haydushki pesni (Haydut şarkıları) adında bir alt tür

bulunmaktadır

26. Bu noktada bir istisna mevcuttur : Yunaşki glavi (Kahramanların Başları) bir aşk

öyküsü değil, bir barış savaşçısının dramıdır; bir baba, oğlunun kafasını bir kazığa

Page 217: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

208

geçirilmiş olarak görür.

27. Yordanka. Holeviç, Na kolene pred naroda (Halkın Önünde Dizüstü Çökün),

Septemvri (Eylül). No.11 (1980), s. 41.

28. Vladimir Vasilev, Yovkovite trevogi okolo Staroplaninski legendi (Yovkov'un

Balkan Efsaneleri İle İlgili Endişeleri), Zlatorog (Altın Boynuz), No.9 (1937), s. 343-

351.

29. Elka Konstantinova, Otnovo v sveta na Yovkov (Yeniden Yovkov'un Dünyası’nda),

Plamık (Alev), No.11 (1980), s. 174.

30. Czeslaw Zgorzelski, Über die Strukturtendenzen der Ballade (Balladın Yapısal

Tandansları Üzerine), Zagadnienia rodzajow literackich (Edebi Türlerin

Problemleri), II, No.4. s. 105-135.

31. Yordan Yovkov bu koleksiyonu 1922 yılında yazmaya başladı ve 1928'de bitirdi.

1927-28 yılları arasındaki birkaç ay içinde on öykü yazmıştı; oysaki Simeon

Sultanov bu süreci Bu "hızlı" doğum uzun bir "hamilelik" sonunda gerçekleşti

şeklinde tanımlamaktadır (s. 96).

32. Simeon Sultanov, s. 101.

33. Yovkov.Y., III, 286.

34. Bkz. Spiridon Kazanciev, s. 11-12.

35. Bkz. Charles A. Moser, "Hayalci Realizm", s. 55.

Page 218: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

209

Bölüm 5

1. Spiridon Kazanciev, s. 68 (girişi 6 Şubat 1932).

2. Simeon Sultanov, s. 227.

3. Boryana adlı eserinin tarihiyle ilgili belirsizlikler söz konusudur. Eleştirmenler

oyundaki olayların hem savaş öncesi hem de savaş sonrası Bulgar köylerinde

geçtiğini söylemektedir.

4. Yordan Yovkov, cilt.V, s.232.

5. Hristo Maksimov, Nikifor Popfilipov ve Todor Vlaykov gibi Bulgar narodnitsi'ler

(milliyetçiler) Rus popülistlerin büyük etkisi altındaydı. Bulgar köylerine obştina

(komün)ler yoluya bir çeşit demokratik, kollektif kendi kendini yönetim sistemi

gelmesini, tarımda makineleşmeyi ve köylülerin eğitilmesini istiyorlardı. Bu

fikirlerden bazıları daha sonra Yovkov'un üyesi olduğu Radikal Parti'nin yenilenmiş

programında yer aldı. Birkaç öncü Bulgar yazarı da örneğin Anton Straşimirov ve

Todor Vlaykoy, bu partiye üyeydiler. Vlaykoy 1897 yılında, ana kahramanı olan bir

öğretmenin obştina fikrini savunduğu bir roman yazdı. Vlaykoy yıllarca Radikal

Parti'nin edebi, kültürel ve siyasi yayın organı olan Demokratiçeski pregled

(Demokratik Bakış)’ ın editörlüğünü yaptı. Parti ayrıca "eğitimcilerin partisi" olarak

da adlandırılıyordu. Galçev'in ideolojik tutumu, Güney Slavlar arasında yaygın olan

kır yaşamının geleneksel, ataerkil formunun, popülistlerin ve Radikal Parti'nin

programıyla birleşmiş haliydi.

6. Stefan Vasilev, Estetiçeski problemi v tvorçestvoto na Yordan Yovkov (Yordan

Yovkov'un Eserlerinde Estetik Problemi) Sofya, Bılgarska Akademiya na naukite,

1961), s. 275.

7. İvan Meşekov, Yordan Yovkov romantik-realist (Yordan Yovkov, Romantik ve

Realist) Sofya, Golovanov, 1947, s. 276.

Page 219: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

210

8. Charles A. Moser, Bulgar Edebiyatı Tarihi, s. 195.

9. Spiridon Kazanciev, s. 83 (girişi 13 Nisan 1936).

10. Charles A. Moser, "Yordan Yovkov'un Hayalci Realizmi"nde öyküyü tekrar

anlatmıştır, The Slavic and East European Journal, XI, No.1 (Bahar 1967), s. 54.

11. Atanas Dalçev, Fragmenti (Fragmanlar) Sofya, Bılgarski pisatel, 1967), s. 7.

12. Yordan Yovkov, cilt III,s. 341.

13. Ibid., cilt IV, s.230.

14. Ibid.

15. Ibid., cilt IV, s.367.

16. Ibid., cilt IV, s.368.

17. İzkustvo i kritika (Sanat ve Eleştiri), No. 3 (1938), s. 239-246.

18. Bkz. Sztuka pisarska Jordana Jowkowa, s. 92-93.

19. Mihail Arnaudov, Gorolomov. Edin originalen tip u Yovkov (Gorolomov.

Yovkov'da Orijinal Bir Tip), Y.Yovkov 1814-1937 (Sofya, 1937), s. 25-29; ikinci

makale, Gorolomov. Edin komiçen roman ot Y.Yovkov (Gorolomov.Y.Yovkov'dan

Komik Bir Roman), Yovkov 1884-1937. Literaturen sbornik (Y.Yovkov 1884-1937.

Edebi Koleksiyon). Yovkov'un doğum tarihi her iki koleksiyonda da yanlış

verilmiştir.

20. Knud Togeby, La Composition du roman "Don Quichotte (Don Kişot Romanının

Oluşumu) Kopenhag, 1957, s. 63.

Page 220: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

211

21. Edward Mozejko, Priklyuçeniyata na Gorolomov kato satiriçen roman (Satirik bir

Roman Olarak Gorolomov'un Maceraları), Literaturna misıl (Edebi Düşünce), Cilt

V, No. 4 (Eylül 1961), s. 43-60.

22. İvan Meşekov, alıntı, s. 156.

23. Spiridon Kazanciev, s. 96 (girişi 25 Haziran 1937).

24. Ibid., s. 49 (girişi 16 Ocak 1931).

Page 221: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

212

Bölüm 6

1. Simeon Sultanov, s. 109-147: Nepriyatnotsi (Can Sıkıntısı)

2. Kazanciev, s. 86 (girişi 1 Kasım 1936); ayrıca bakınız s. 71 (girişi 26 Eylül 1932).

3. Bakınız Yordan Yovkov, cilt.VII; s. 133-34.

4. Simeon Sultanov, s. 114-119.

5. Bakınız Yovkov'un Bılgarska reç (Bulgar Dili) eserinde yayınlanan notu,cilt. V,

No.2 (Kasım 1930), s. 39. Albena kocasının öldürülmesiyle ilgisi yoktur ve olaya

dahil edilmek de istememektedir. Yovkov ayrıca bu motifi gerçek hayattan aldığını

da söyler. Musubey'de öğretmen olarak çalışırken Yovkov, kocasını öldürmekle

suçlanan bir kadının yakalanmasına şahit olmuştu. Suçlanmasına rağmen kadının

köylülerin sempatisini kaybetmediğini görmek onu çok etkilemişti. Ayrıca

Yovkov'un ifadesiyle "değişik olayların gerçekleştiği" bir değirmen vardı.

6. Literaturen glas (Edebiyatın Sesi), No. 161 (24 Eylül 1932).

7. Zora (Tan), sayı.XIV. No. 3971 (30 Eylül 1932).

8. Ibid.

9. Dimo Minev, s. 333.

10.Yordan Yovkov, cilt.VII, s.291.

11. Bkz. K. Bliznakova, "Nravstvenite alternativi v piesite na Yovkov (Yovkov'un

Oyunlarına Etik Alternatifler)", Septemvri (Eylül), No.11 (1980), s. 57.

12.Spiridon Kazandzhiev, s. 36 (giriş 20 Eylül 1930).

Page 222: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

213

13. Örneğin Pantaley Zarev, Istoriya na bılgasrkata literatura (Bulgar Edebiyatının

Tarihi)'nde Yovkov'un eserlerinden bahsederken Milionerıt (Milyoner)’in sadece

başlığını anar.

14. Örneğin, Albena'nın bir drama olup olmadığı merak edilmektedir. Eleştirmen ve

Zlatorog'un editörü Vladimir Vasilev, bu oyunu bir drama olarak adlandırmayı

reddetmiştir. Bu da Yovkov'la ilişkilerinde bir gerginliğe yol açmıştır. Bkz. Georgi

Konstantinov, Anton Straşimirov, Elin Pelin, Yordan Yovkov - v spomenite na

sıvremennitsite si (Çağdaşlarının Anılarında Anton Straşirimov, Elin Pelin, Yordan

Yovkov) (Sofya, 1962), s. 459.

15. Sto godini bılgarski teatır (Bulgar Tiyatrosunun Yüz Yılı) (Sofya, 1956), s. 221.

16. Charles A.Moser, A History of Bulgarian Literature (Bulgar Edebiyatı Tarihi), s.

197.

17. Spiridon Kazanciev, s. 32 (girişi 12 Eylül 1930).

Page 223: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

214

Sonuç

1. Charles A. Moser, "Yovkov'un Modern Bulgar Edebiyatındaki Yeri", Bulgaria Past

and Present. Studies in History, Literature, Economics, Music, Sociology, Folklore

and Linguistics (Columbus, Ohio: American Association for the Advancement of

Slavic Studies, 1976), s. 267-272.

2. Spiridon Kazanciev, s. 94 (girişi 20 Mayıs 1937).

Page 224: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

215

KAYNAKÇA

Antologiya na Bılgarskiya Razkaz,Tom:1,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1984.

Arnaudov Mihail,Razkazite na Yordan Yovkov,Spisanie Bılgarski Misıl,Kniga:5 ,

Sofya,1927.

Bliznakova K. Nravstvenite Alternativi v Piesite na Yovkov,Spisanie Septemvri,No:11,

Sofya,1980.

Çudakov A.P. Poetika Çehova, İzdatelstvo Nauka,Moskva,1971.

Dalçev Atanas,Fragmenti İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1967.

Dinekov Petır,Poslednite Dni na Yordan Yovkov,Spisanie Plamık,No:11,Sofya,1980.

Dinekov Petır,Kult Kım Krasotata u Yovkov,Spisanie Zlatorog, Tom:18 ,

No:9,Sofya,1937.

Erden Aysu,Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri,Gündoğan Yayınları,Ankara,1998.

Fanger D. Dostoevski i Romantiçeski Realizm, K.A.P.Moskva,1965.

Gaçev G.D.Uskorennoye Razvitiye Literaturıy ,İzdatelstvo Moskva,Moskva,1964.

Georgi Ts. İstoriya na Bılgarskata Literatura,Tom:3,İzdatelstvo B.A.N.,Sofya,1970.

Georgiev K.Edin Ças pri Elin Pelin,Vestnik Literaturen Glas,No:324,Sofya,1937.

Hacıkösev S. Pavle Fertigut i Serafim,Spisanie Plamık,No:11,Tom:24,Sofya,1980.

Holeviç Yordanka,Na Kolene Pred Naroda,Spisanie Septemvri,No:11,Sofya,1980.

İgov Svetlozar,İstoriya na Bılgarskata Literatura (1878-1944),İzdatelstvo Prof.Marin

Drinov, Sofya,1995.

Jeçev Tonço,Problemi na Memoarnata Literatura,Spisanie Sıvremennik,Kniga 3,

Sofya,1972.

Karanfilov Efrem,Geroite vıv Voennite Razkazi na Yordan Yovkov,Poeziya v Prozata,

Sofya,1957.

Page 225: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

216

Karavelov L,Sıbrani Sıçineniya,Tom : 1, İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1965.

Karavelov L,Sıbrani Sıçineniya,Tom : 2, İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1965.

Kazanciev Spridon,Sreşti i Razgovori s Yordan Yovkov,İzdatelstvo Bılgarski

Pisatel,Sofya, 1980.

Konstantinov Aleko,Sıçineniya,Tom:1,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1970.

Konstantinov Aleko,Sıçineniya,Tom:2,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1970.

Konstantinov Aleko,”Bay Ganyu”,çev:İ.Bekir Ağlagül,Milliyet Yayınları,İstanbul,1972.

Konstantinov G. Tvortsi na Bılgarskata Literatura,İzdatelsvo Bılgarski Pisatel, Sofya,

1941.

Konstantinov D. Jeravna v Minaloto i Dneşno Vreme,Jeravna,1948.

Konstantinova Elka,Otnovo v Sveta na Yovkov,Spisanie Plamık,No:11,Sofya,1980.

Kronegger M.E. Empressionism in Literature, Ohio State University Review,Vol.4 ,

1982,Colombus,Ohio.

Meşekov İvan, Yordan Yovkov: Romantik Realist,Golovanov,Sofya,1947.

Moran Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri,Cem Yayınevi,İstanbul,1991.

Minkov Svetoslav,İzbrani Proizvedeniya,Tom:1,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel, Sofya,

1962.

Minkov Tzvetan,Yordan Yovkov: Tvorçestvoto i Jivot,İzdatelstvo Bılgarski

Pisatel,Sofya, 1939.

Minev Dimo,Yordan Yovkov : Spomeni i Dokumenti,Varna,1969.

Moser Charles,History of Bulgarian Literature,The Hague and Paris,Slavica Publishers,

1972.

Mozejko Edward,Sztuka Pisarka Jordana Jowkowa,Wroclaw,Warsaw,Cracow,1964.

Page 226: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

217

Mozejko Edward,Priklyuçeniyata na Gorolomov,Kato Satiriçen Roman,Spisanie

Literaturen Misıl,Tom:5,No:4,Sofya,1961.

Nikolov Malço,Tvorçeskiyat Jivot na Yordan Yovkov,Sofya,1938.

Panova İskra,Vazov,Pelin,Yovkov:Maystori na Razkaza,İzdatelstvo Narodna Prosveta,

Sofya,1988.

Pelin Elin,Sıbrani Sıçineniya,Tom:1,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1958.

Pelin Elin,Sıbrani Sıçineniya,Tom:2,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1958.

Pelin Elin,Sıbrani Sıçineniya,Tom:3,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1958.

Pelin Elin,Sıbrani Sıçineniya,Tom:4,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1958.

Pondev Petır,Maystori na Razkaza,Elin Pelin i Yordan Yovkov,Sofya,1962.

Popivanov İ,Janr i Janrova Spitsifika,Sofya,1984.

Rayçev Georgi,İzbrani Tvorbi,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1982.

Reçnik na Bılgarskata Literatura,Tom:3,İzdatelstvo B.A.N.,Sofya,1982.

Reçnik na Literaturni Termini,İzdatelstvo NAuka i İzkustvo,,Sofya,1980.

Sarandev İvan, V Sveta na Staroplaninski Legendi,Nauka i İzkustvo,Sofya,1980.

Short Stories by Yordan Yovkov,Translated by Marco Mincoff,Foreign Language

Pres,Sofya,1965.

Spisanie İzkustvo i Kritika,No:3 Sofya,1938.

Spisanie Literaturen Glas,No:161,Sofya,1932.

Sto Godini na Bılgarski Teatır,Sofya,1956.

Straşimirov A. Horo,Razkazi,Statii,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1985.

Sultanov Simeon,Yovkov i Negoviyat Svyat,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1968.

Şişmanov İvan,Spisanie Uçilişte Pregled,Kniga:8,Sofya,1927.

The Slavic and East European Journal,No:1,cilt: 11,Colombus,Ohio,1967.

Page 227: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

218

The Inn at Antimovo and Legends of Stara Planina,Translated by John

Burnip,B.A.N.,Sofya,1990.

Togeby K. La Composition du Roman Don Quichotte,Kopenhag,1957.

Vasilev Grigor, Yordan Yovkov: Spomeni i Pisma,Sofya,1940.

Vasiliev Stefan, Estetiçeski Problemi v Tvorçestvoto na Yordan Yovkov,İzdatelstvoto

B.A.N. ,Sofya,1961.

Vasiliev Vladimir, Yovkovite Trevogi Okolo Staroplaninski Legendi,Spisanie Zlatorog,

No:9 ,Sofya,1937.

Vasiliev Vladimir,Marşıt na Pobedata i na Smırtta,Spisanie Zlatorog,Tom:1,Sofya,1920.

Vazov İ, Sıbrani Sıçineniya,Tom:7,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1976.

Vazov İ, Sıbrani Sıçineniya,Tom:8,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1976.

Vazov İ, Sıbrani Sıçineniya,Tom:9,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1976.

Veselinov G,İstoriya na Bılgarskata Literatura,Tom:3,İzdatelstvo B.A.N.Sofya,1970.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:1,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:2,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:3,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:4,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:5,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:6,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Sıbrani Sıçineniya,Tom:7,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1956.

Yovkov Yordan,Razkazi,İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1962.

Yovkov,Yordan,Razkazi v Dva Toma, İzdatelstvo Bılgarski Pisatel,Sofya,1968.

Yovkov Yordan,Tekerleklerin Şarkısı,Öyküler,Kaknüs Yayınları,İstanbul,1999.

Yovkov Yordan,Tekerleklerin Şarkısı,Varlık Yayınları,İstanbul,1967.

Page 228: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

219

Zarev Panteley, İstoriya na Bılgarskata Literatura,Tom:4,Sofya,1976.

Zgorzelski Czeslaw,Über Die Strukturtendenzen der Ballade,Wroclaw,Warszawa,

Krakow,Biblioteka Narodowa,Seria I,Nr.177,1962.

Page 229: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

220

Page 230: (bulgar dili ve edebiyatı) anabi

221