deĞİŞen dÜnyanin yenİ yÜzÜ · 2020. 3. 16. · yeni medyanın yeni değerleri! john perry...

84

Upload: others

Post on 24-Jan-2021

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • Sanal bir iletişim ortamı olan sosyal medya, günümüzde bir iletişim mecrasından çok gündelik hayatın ta kendisi hâline geldi. Değer yargılarımızdan beğenilerimize; bilgi kaynaklarımızdan bakış açımıza birçok alanda ciddi manada farklılaşmalar oluşturdu. İnsanlar üzerinde kontrol mekanizmaları kurarak yeni kimlikler, yeni yaşam tarzları meydana getirdi. İnsan yaşamının hemen her alanına öylesine nüfuz etti ki insan hayatını şekillendirmede en etkili kurumlardan olan aile, okul, arkadaş çevresi dahi sosyal medyanın gölgesinde kaldı.

    Sosyal medya akımlarıyla temelden sarsılan kavramların başında mahremiyet geldi. Mark Zuckenberg’in ifadesiyle “İnsanlar sadece daha çok ve çeşitli bilgiyi paylaşmakla kalmadı, daha çok insanla ve daha açık şekilde paylaştılar ve bundan da hiçbir rahatsızlık duymadılar.” “Düşünüyorum, öyleyse varım.”, “Görülüyorum, öyleyse varım.”lara dönüştü.

    Bilgiye ulaşmak için belirli aşamalardan geçmiş olma koşulunu da ortadan kaldıran sosyal medya, bilgiyi ve bilginin kaynağını sıradanlaştırdı. Örneğin bir olaya ait görüntü, ses vb. bilgiler gerçekten saptırılıp milyonlarca kişiye sunuldu.

    Ülkemiz de sosyal medya kullanımında ilk sıralarda yer alıyor. Bu nedenle bizler de Diyanet Aile Dergisi olarak bu ay penceremizi sosyal medyaya açtık. Dr. Lamia Levent Abul “Sosyal Medya ve Değişen Değerler” yazısında ortaokul arkadaşlarımızı bulacağız gibi masum niyetlerle başlayan sosyal medya maceramızın, zamanla vaktimizin önemli bir kısmını geçirdiğimiz ve hayatımızın neredeyse her anını paylaştığımız bir alana dönüştüğünü ve eğer önümüzde duran tabloya daha soğukkanlı ve eleştirel bakabilirsek sosyal medyanın zannettiğimiz kadar masum olmadığını görebileceğimizi belirtti. “Sosyal medya bize nasıl imkânlar sunuyor ve buna karşılık hangi tehlikeleri barındırıyor konularında bir kılavuza ihtiyacımız olabilir. Zira bu dünya, doğru ile yanlışın, iyi ve kötünün, hakikat ile yalanın birbirine karıştığı flu bir dünya!” diyerek insanlık olarak sürüklendiğimiz sosyal medya girdabına karşı bizlere uyarılarda bulundu.

    Mustafa Mehmetoğlu, “Allah’ı Her Zaman Hatırda Tutmak” yazısında hakiki bir Müslüman’ın, yaşamında doğru sözlü olacağı, üslubuna ve ağzından çıkacak tüm sözlere dikkat edeceği gibi aynı hassasiyeti sosyal medyayı kullanırken de gözetmesi gerektiğinin altını çizdi.

    Sümeyra Çelik, “Bir Destandır Çanakkale” yazısında “Yedi düvele karşı topyekûn olmuş aziz bir milletin zaferi. Her şeyi başlatmayan ama çok şeyleri bitiren destan.” olan Çanakkale zaferini bambaşka bir pencereden işledi.

    Mart sayımızda da burada içeriğine değinemediğimiz, birbirinden kıymetli yazılarımızla dopdolu olan dergimizi, siz kıymetli okurlarımızın beğenisine sunuyor, bu vesileyle Miraç Kandili’nizi kutluyorum. Çanakkale’den Kurtuluş Savaşı’na, Afrin’den İdlib’e vatan savunmasında şehit olmuş mehmetçiğimize Allah’tan rahmet, İdlib’deki hain saldırıda evlatlarını kaybetmiş ailelere ve milletimize başsağlığı, gazilerimize de acil şifalar diliyorum.

    DEĞİŞEN DÜNYANIN YENİ YÜZÜ: SOSYAL MEDYA

    Dr. Elif Arslan

    TAKDİM

  • MART

    42

    4

    24

    Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

    Dr. Fatih KURT

    Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

    Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuAhmet BULUT

    Yayın KoordinatörleriSema BAYAR

    Esma TÜRKSEVENŞule İSKENDER

    Görsel KoordinatörAsuman AYDIN

    Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

    ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

    Grafik-TasarımKaizen Medya

    www.kaizenmedya.com.tr

    İletişimDini Yayınlar Genel Müdürlüğü

    Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara

    Tel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 92

    [email protected]

    4 SOSYAL MEDYA VE DEĞİŞEN DEĞERLER Dr. Lamia Levent Abul

    12 ALLAH’I HER ZAMAN HATIRDA TUTMAK Mustafa Mehmetoğlu

    14 RAHMET MÜJDESİ Dr. Fatma Akdokur

    16 KAHVE MOLASI Gülsüm Karapınar

    18 MİRAÇ GECESİ Sema Yiğit

    20 AİLEDE SORUMLULUK PAYLAŞIMI Nimet Keseli Ustabaşı

    22 SOSYAL MEDYA VE MAHREMİYET Ayşeli Polat

    24 ENGELSİZ İLETİŞİM Binay Bilge Annak

    28 AÇLIK Muhammet Çiçek

    32 ÇOCUKLARDA DİN VE AHLAK EĞİTİMİ Hürrem Irmak

    36 BİRKAÇ İYİ FİKİR Kevser Koçakoğlu

    38 CAVİT ETLEÇ İLE İYİLİK ÜZERİNE... Muhammet Kamil Yaykan

    42 VARLIĞIN AYNASINDA YOLCULUK Süreyya Meriç

    44 GÜN ÜZERİNDE BİR YOL Ümmügülsüm Lafcı

    46 SEYAHAT İYİ GELİR İNSANA Aynur Yürük

    dergi.diyanet.gov.tr dibailedergisi diyanetailedergisi

    SOSYAL MEDYAVE

    DEĞİŞEN DEĞERLER

  • 54

    38

    46

    50

    20

    48 YENİ BİR SAYFA AÇ Şerife Nihal Zeybek

    50 BİR DESTANDIR ÇANAKKALE Sümeyra Çelik

    52 BİR ÇAĞIN HİKÂYESİ: ŞULE YÜKSEL ŞENLER Demet Tezcan

    54 DOĞADAN GELEN ŞİFA: AFYON SANDIKLI KAPLICALARI Seher Meriç

    58 HATIRLAYABiLSEM… Kemal Yazıcı

    60 KİTAPLIK Zeynep Çelik

    62 SİZİ KİMİN TANIMLAMASINI İSTERSİNİZ Mehmet Kahraman

    64 HÜCRELERİMİZE NÜFUZ EDEN GRİP: İNFLUENZA Dr. Ayşe Sena Kebabcı

    66 FİNCANDAN TABLETE ÇİKOLATANIN TARİHÎ SERÜVENİ Esma Türkseven

    70 DOST MECLİSİNDE SÖYLEŞMEK Gülşen Ünüvar

    72 BİR PEYGAMBER SEVDALISI: SEVBÂN B. BÜCDÜD Dr. Öğretim Üyesi Yaşar Akaslan

    76 AKLİYAT Muhammed Kâmil Yaykan

    78 ÇENGEL BULMACA Ali Osmanoğlu

    80 KIRKAMBAR Hilal Koç Hancı

    Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün

    T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 0001

    0017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun

    fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya

    e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi

    Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

    Temsilcilikler;Yurt içi: İl Müftülükleri,

    İlçe Müftülükleri Yurt dışı: Din Hizmetleri

    Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

    Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aile Dergisi (Türkçe)

    Basım Tarihi: 03.03.2020Baskı

    Çağlayan A.Ş.Tel: 0232 274 22 15

    Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54

    e-mail: [email protected]

    online abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

    Abone ŞartlarıYurt içi yıllık: 72.00 ₺

    Yurt dışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları AB Ülkeleri: 30 Euro

    Avustralya: 50 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 250 Kron

    İsviçre: 45 Frank

    Yayımlanacak yazılarda düzeltme

    ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların

    bilimsel sorumluluğu yazarlarına

    aittir. Diyanet Aile Dergisi, Diyanet

    İşleri Başkanlığı yayın organıdır.

    Dergide yayımlanan yazı, konu,

    fotoğraf ve diğer görsellerin her

    hakkı saklıdır.

    İzinsiz, kaynak gösterilmeden her

    türlü ortamda alıntı yapılamaz.

    DOĞADAN GELEN ŞİFA:

    AFYON SANDIKLI KAPLICALARI

  • AİLE | Mart 20204

    PENCERE

  • AİLE | Mart 2020 5

    Dr. Lamia Levent AbulDiyanet İşleri Uzmanı

    rof. Dr. Nevzat Tarhan, “Sosyalliğin en büyük düşmanı sosyal medya” derken

    aslında yaşadığımız büyük çelişki-ye dikkat çekiyor. Sürekli iletişim hâlinde olduğu binlerce arkada-

    şı, grupları, yüzlerce “like” alan paylaşımları olan biri, oldukça

    hareketli bir sosyal hayatı olduğu yanılgısına kapılabilir. Çünkü bir

    telefonun küçücük ekranına tüm gün gömülerek sosyalleştiğini sanmak ol-

    dukça abes kaçıyor. Dışarıda akan hayattan ve yüz yüze iletişimin sıcak ve samimi havasından

    nasiplenmeden sosyalleşmek, her şeyiyle sanal olan medyanın bir yanılsaması mı diye düşünme-

    den edemiyor insan. Daha isminden başlayarak kafalarda çelişkiler oluşturan sosyal medya, tüm ağlarıyla hayatımızı çepeçevre kuşattı. Öyle hızlı,

    baş döndürücü bir gelişme ve yükselme trendi gösterdi ki tüm dünyada âdeta kasırga etkisi

    meydana getirdi. Ancak sosyal medyanın bu tozu dumana katan sersemletici etkisi geçmeye başla-

    dıkça nasıl bir mecrada at koşturduğumuzun da farkına varmaya başladık.

    SOSYAL MEDYAVE

    DEĞİŞEN DEĞERLER

    PENCERE

  • AİLE | Mart 20206

    Önce arkadaşlarımızı bulacağız gibi masum niyetlerle başla-yan sosyal medya maceramız, zamanla vaktimizin önemli bir kısmını geçirdiğimiz ve hayatı-mızın neredeyse her anını pay-laştığımız bir alana dönüştü. Sosyal medya bir taraftan bize imkânlar sunarken diğer yan-dan bizim paylaştığımız veri-lerle kendi varlığını sürdürüyor. Ya da en azından bizim ondan faydalandığımızdan daha faz-la onun bizim paylaştığımız verilerle kendisine büyük bir imparatorluk kurduğunu söyle-yebiliriz. Öyleyse sosyal medya bize nasıl imkânlar sunuyor ve buna karşılık hangi tehlikeleri barındırıyor konularında bir kı-lavuza ihtiyacımız olabilir. Zira bu dünya, doğru ile yanlışın, iyi ve kötünün birbirine karıştığı flu bir dünya!

    Pek çok açıdan hayatımızı ko-laylaştıran sosyal medya, ileti-

    şim alanında devrim niteliğinde gelişmeleri beraberinde getirdi. Geleneksel medya araçları tek taraflı işleyen bilgilendirme mekanizmasına sahiplerdi ve insanlar kendilerine sunulan haber ve bilgileri edilgen bir şekilde alıyorlardı. Bugün ise haber ve bilgilerin sosyal ağlar üzerinden üretilip yayıldığı yeni bir medya söz konusu. Gelenek-sel medyadan çok farklı bir anla-yışa dayanan yeni medyada ise karşılıklı etkileşimin olduğunu görüyoruz. Yani insanlar hem dolaşıma giren haberlere yo-rum ve eleştiri yaparak müdahil olabiliyor hem de haberi bizzat kendileri üretebiliyorlar. Dolayı-sıyla yeni medyanın anlayışında sıradan insanlar da ürettikleri veya elde ettikleri haber ve bil-gileri paylaşarak bir anlamda kendi müstakil medyalarına sa-hip olma imkânına kavuştular. Aslında sunduğu imkânlarıyla belli sınırlar dâhilinde kulla-

    nıldığında tüm dünyaya sesini duyurma ve kendini ifade etme açısından sosyal medyanın çok cazip olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle dünyanın neresinde olursa olsun insanların haber-leşmeleri ve anlık olarak birbir-lerini takip etmeleri açısından önemli bir imkân. Bu sayede küresel bir köye dönüşen dün-yada uzak ve yakın anlayışları-mız değişti, uzaklar yakın oldu. Dünyanın bir ucunda meydana gelen bir olaydan anında haber-dar olabiliyoruz. İstediğimiz po-litikacı, yazar, sanatçı, sporcu ve devlet adamıyla nerede olurlar-sa olsunlar iletişime geçebiliyor ve onlara sesimizi duyurabiliyo-ruz. Görüş ve önerilerimizi ile-tebiliyoruz. Kişilere ve olaylara tepkilerimizi ve eleştirilerimizi paylaşabildiğimiz gibi daha önce iki kapak arasında yazdı-ğımız düşünce ve fikirlerimizi dünyaya duyurabiliyoruz. Dün-yanın her tarafından insanlarla

    PENCERE

    Pek çok açıdan hayatımızı kolaylaştıran sosyal medya, iletişim alanında devrim niteliğinde gelişmeleri beraberinde getirdi. Geleneksel medya araçları tek taraflı işleyen bilgilendirme mekanizmasına sahiplerdi ve insanlar kendilerine sunulan haber ve bilgileri edilgen bir şekilde alıyorlardı. Bugün ise haber ve bilgilerin sosyal ağlar üzerinden üretilip yayıldığı yeni bir medya söz konusu.

  • tanışma, konuşma ve fikir alış-verişinde bulunma açısından sosyal medya faydalı bir zemin sunuyor kullanıcılarına.

    Yeni Medyanın Yeni Değerleri!

    John Perry Barlow, “Siber Uzayın Bağımsızlık Bildirgesi”ni 1996 yılında yayınlayarak bir anlam-da internetle birlikte dünya-mızda nelerin değişeceğinin de ipuçlarını veriyordu. Barlow, in-ternetin özgürlük üzerine inşa edildiğini ve bu alanda hiçbir sınır ve sansürün söz konusu olmayacağı gibi merkezi de bu-lunmayan bir teknoloji oldu-ğunu ilan ediyordu. Sınırların, kuralların olmadığı bir alanda değerlerden de söz edemeyiz. Bunun bir anlamı da sınırsız özgürlük vadeden bu mecrala-rın kendi anlayışlarına uygun yeni değerleri insanlara empoze edeceğiydi. (Bbkz. M. Dağıtmaç- Ş. Ekmen, Dijital Psikolojik Devrim, Motto yay., İstanbul, 2019)

    Sınırlar ve ölçüler belirsizleş-tiğinde kimse özgür olmuyor-du aksine özgürlük adı altında hakların, özgürlüklerin biteviye çiğnendiği bir dünya ile karşı karşıyaydık. Bir merkezinin ol-maması da karşımızda muha-tap alacağımız bir yönetim ve kurumun olmaması demekti. Ayrıca sanal mecraları denetle-yecek bir mekanizma da yoktu ve her türlü ahlaki ölçü ve değer kolayca tüketilip harcanabili-yordu. Nitekim şimdiye kadar geçen süreçte sosyal medyanın başta güvenlik ve denetim ol-mak üzere pek çok açığı tartışıl-dı ve hala cevap bulunamayan

    sorun ve sorularla karşı karşıya-yız.

    Sosyal medyanın yeni değerleri ile ilgili en açıklayıcı bilgiyi bu ağların ilkinin kurucusu olan Mark Zuckerberg veriyordu. Ona göre mahremiyet artık bir norm değildi ve “İnsanlar sa-dece çok ve çeşitli bilgiyi pay-laşmakla kalmıyor, daha çok insanla ve daha açık bir şekilde paylaşıyorlar ve bundan mem-nunlar.” derken mahremiyet gibi bir değerin de tükenişini haber veriyordu. Nitekim sosyal med-ya mecralarında en çok mah-remiyet tüketildi. Önce iletişim kurma, resim, fotoğraf, video ve birtakım bilgilerin paylaşımı olarak başlayan süreç sonrasın-da insanların kendileriyle ilgili mahrem bilgileri paylaşmasıyla devam etti. Öyle ki insanlar en mahrem alanlar olarak kabul

    edilen özel hayatlarını ve evle-rini hiç tanımadıkları insanlara açmaktan imtina etmez bir hâle geldiler.

    Sosyal medyanın insanların mahremiyet algılarını değiştir-mesindeki en büyük etkenin, insanların beğenisine sunulan paylaşımlarla görünür olma, beğenilme, takdir edilme, onay-lanma ihtiyaçlarını gidermesini sağlamak olduğunu söyleyebi-liriz. Ayrıca paylaşımların altına yazılan yorumlar ve beğeni bu-tonuna tıklanma sayısı insan-larda geçici bir tatmin duygusu oluşturuyor. Giderek daha fazla paylaşım yapan insanlar, yaşa-dıkları hazzı devam ettiriyor ve bu döngü böylece sürüp gidiyor.

    İnsanlar kendileri ile ilgili pay-laşımda bulunurken pek çok sosyal medya uygulamasının paylaşılan verileri topladığını dikkate almak gerekiyor. Hem sosyal medyada hem de dijital alanda yapılan her paylaşım ve arama, kayıt altına alınıyor. Daha sonra toplanan veriler analiz edilerek sosyal medya kullanıcılarının profilleri oluş-turuluyor. Bizi en çok tanıyan kişiden bile daha isabetli bir profil oluşturulduğu ifade edili-yor. Sosyal medya mecraları, bu profile uygun arkadaş seçenek-lerinden tutun da siyasi, sosyal ve ekonomik konularda yönlen-dirmeye imkân tanıyan reklam ve bilgilendirmelerle insanları manipüle edebiliyor.

    Sosyal medya kullanıcılarının profillerinin kullanıldığı alan-lardan biri de reklam. Beğeni-

    7AİLE | Mart 2020 7

    PENCERE

    Yeni medyanın yozlaştırdığı ahlak anlayışının sonucu olan kötü huylardan kurtulmanın yolu ise bu mecraları beğeni toplamak için değil, kendisine ve başkalarına faydalı olmak için kullanmaktır.

  • 8

    PENCERE

    AİLE | Mart 2020

    lerimize, ihtiyaçlarımıza ve ilgi alanlarımıza yönelik seçilen rek-lamlara internette gezinirken rastlamamız bir tesadüf değil. Son zamanlarda bu mecraların ortam dinlemesi de yaptıkları ve konuşulan konuların anahtar kelimelerini seçerek ona uygun reklamları servis ettikleri dile getirilen bir başka husus (https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/or-tam-dinlemesine-kapali-mikrofon-on-lemi/1389099). Bunun anlamı ise sadece çevrimiçi iken kullanıcı-ları takip etmiyorlar; kişiler, tele-fonlarının yanlarında olduğu her an gözetim altındalar!

    İnsanların Değil Cenab-ı Hakk’ın Rızasını Kazanmak

    Sosyal medyada var olmanın ve kıymet görmenin ölçüsü daha çok görünür olmak ve bunun için de sürekli paylaşımda bu-lunmaktır. Sosyal medyada nasıl biri olduğundan ziyade nasıl gö-ründüğün önemli olduğundan insanlar beğeni kazanmak için olduklarından farklı gösterecek paylaşımlarda bulunabiliyor. İn-sanların ilgi ve beğenisini kazan-mak için hep daha ilginç ve özel şeyler paylaşıma açılıyor. Beğeni ve alkış sayısı arttıkça narsizme giden yolun taşları da bu övgü ve alkışlarla örülmeye başlanıyor. Bol keseden dağıtılan övgüler insanın kendisini dev aynasında görmesiyle sonuçlanır. Ve niha-yetinde sosyal medya kullanıcı-larına yeni değerlerini bırakıyor; kendini beğenmişlik ve kibir! Ni-tekim yapılan araştırmalar da bu sonucu ortaya koyuyor (Bkz. Vehbi Bayhan, Gençlik, Sosyal Medya ve İnter-net Bağımlılığı, Siyaset ve Kültür Dergisi, S. 23, ss. 61-80).

    İslam’ın ahlak anlayışında ena-niyet ve kibir yerilmiş, mütevazı ve alçakgönüllü olmak tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendi-miz (s.a.s.), “Mütevazı olun, öyle mütevazı olun ki biriniz diğeri-ne karşı övünmede bile bulun-masın.” (İbn Mâce, Zühd, 16) buyu-ruyor. Hz. Peygamber tevazuu öğütlerken övünmekten ve kişiyi yüzüne karşı övmekten de men etmiştir bizleri (İbn Mâce, Edeb, 36). Yeni medyanın yozlaştırdığı ah-lak anlayışının sonucu olan kötü huylardan kurtulmanın yolu ise bu mecraları beğeni toplamak için değil, kendisine ve başkala-rına faydalı olmak için kullan-maktır. Sosyal medyanın kişiyi

    kör ve sağır bir şekilde kendine müptela eden etkisine kapıl-mamak için de ona dikkatli yaklaşmak gerekiyor. Dinimizin inanç ve değerleri bu konuda da davranışlarımıza yön vermeli. Zira yüce dinimiz, hayatımızın her alanında olduğu gibi sosyal medyada da esas almamız ge-reken ölçüyü koyuyor önümüze: Her söz ve tavrımızda insanların değil Cenab-ı Hakk’ın rıza ve hoşnutluğunu kazanmak olma-lı gayemiz.

    Başkası Olma Kendin Ol

    Değerlerimizi erozyona uğratan sosyal medyanın bir diğer zararı ise insanlar arasında gösteriş ve tüketim yarışını körüklemesi-dir. İnsanlar bir taraftan kendi hayatlarını gözetime açarken diğer taraftan başkalarının ha-yatlarını gözetleyerek âdeta birbirleriyle yarışa girmekteler. Esasında burada söz konu olan gerçek kişiliklerin değil imajla-rın yarışıdır. Çünkü paylaşılan hâller kişilerin sahip olmak is-tedikleri imajların bir ifadesidir. Sosyal medyada kendisi olmak zordur. Sanal dünya, insanı ol-duğundan farklı davranma ko-nusunda âdeta teşvik etmekte-dir. Diğerlerinden farklı olmak ve hep daha güzel, hep daha mutlu, hep daha başarılı olmak âdeta kutsanır bu mecralarda. Bu uğurda değerler esner, ölçü-ler aşılır.

    İmajların gösteriş uğruna yarış-tırıldığı bu tablo en çok kişiye zarar verir. Çünkü olduğu kişi değil olmak istediği ya da in-sanların kendisinden olmasını

    Sosyal medya mecralarında en çok mahremiyet tüketildi. Önce iletişim kurma, resim, fotoğraf, video ve birtakım bilgilerin paylaşımı olarak başlayan süreç sonrasında insanların kendileriyle ilgili mahrem bilgileri paylaşmasıyla devam etti. Öyle ki insanlar özel hayatlarını ve evlerini hiç tanımadıkları insanlara açmaktan imtina etmez bir hâle geldiler.

  • AİLE | Mart 2020 9

    PENCERE

    beklediği kişidir. Kendi gerçek kimliğinden ve benliğinden ko-pan kişi sanal kimliğiyle aslında çok yalnız ve mutsuzdur.

    Toplumsal açıdan baktığımızda ise aynı imkânlara sahip olma-yan kişilere nispet yapar gibi hayatını gözler önüne sermek gösterişten başka bir şey değil-dir. Bizim kültürümüzde sahip olduklarıyla övünmek ve bun-larla gösteriş yapmak hoş kar-şılanmadığı gibi hem göz hem de kul hakkı kapsamında de-ğerlendirilmiştir. Yemek ve gez-me keyfi adı altında paylaşım yaparken dikkatli davranmak gerekir. Bunları alma ve yapma imkânı olmayan kimselerin du-rumu hatırlanmalıdır. Üzerinde

    göz hakkı olan bir keyfin gerçek anlamda bir keyif olup olama-yacağı düşünülmelidir.

    Sosyal Medya Uğruna Heba Edilenler

    Annesini, babasını, dost ve akra-balarını aramaktan, görüşmek-ten imtina eden insanlar sosyal medyada binlerce arkadaşa sahip olmakla övünebiliyorlar. İnsan şunu düşünmeden ede-miyor; zor duruma düştüğünde acaba buradaki arkadaşların-dan kaçı imdadına koşacak! Aile ve yakınlarını ihmal etme pa-hasına hiç tanımadığı insanları takip etmek için saatler ayırmak ne kadar akıl kârı? Öncelikle za-man gibi değerli bir nimeti boş ve faydasız şekilde heba etmek

    Sevgili Peygamberimizin ifade ettiği üzere bir aldanıştır (Buhârî, Rikak, 1). Diğer taraftan ailenin ihmal edilmesi, anne baba, eş ve çocuklara vakit ayırmamak da bir vebaldir. Çünkü onların da bizim üzerimizde hakları vardır (Buhârî, Savm, 51). Sılayırahimi terk etmek ise Allah’ın rahmet bağ-larıyla bağladığı bağları kopar-maktır (Tirmizî, Birr, 16). Arkadaş-lar, dostlar ve komşularla sosyal ilişkilerin devamı, toplumsal birliktelik açısından elzem-dir. Dinimiz tüm bu ilişkilerin sürdürülmesini ısrarla tavsiye ederken sosyal medyanın sanal ve sahte dünyasında kaybolup gitmekle aldanışa düştüğümü-zü fark etmeliyiz.

  • AİLE | Mart 202010

    Her haber ve bilgi doğru olmayabilir: Sosyal medyada her gün binlerce haber ve bilgi ile karşılaşıyoruz. İnsanlar genellikle bu bilgilerin doğru olduğunu varsayarak inanmaya eğilimlidir. Ancak bu konuda dikkatli olmak, sosyal medyada karşılaştığımız bilginin kaynağını kontrol etmek ve doğru kaynaklardan gelip gelmediğini araştırmak gerekir.

    Paylaşımda bulunurken dikkatli olmak: Doğruluğundan emin olmadığımız zan, şüphe ve tahmine dayalı bilgi ve haberleri paylaşmaktan imtina etmek gerekir. Yapılan bir araştırmaya göre twiterde paylaşılan her üç haberden ikisi yalan haber iken yalan haberler doğrulara göre altı kat daha hızlı yayılmaktadır. (https://www.ntv.com.tr/teknoloji/sosyal-medyada-yalan-haber-daha-cok-tutuluyor,zkZwbFK3FE69_rcycAjdEg erişim tarihi 22.09.2018.)

    Alay ve hakaret içeren üsluptan sakınmak: İnsanlar sosyal medyayı birbirlerine laf yetiştirme, alay ve hakaret etme yeri olarak kullanabilmektedirler. Özellikle trol tabir edilen kişiler bu mecralarda kendileri gibi düşünmeyen kimselere yönelik hakaret, alay ve kişileri rencide eden bir dil kullanabilmekteler. İnsanları ayrıştıran ve kutuplara ayıran bu üslup ve yaklaşım maalesef oldukça yaygın. Başka insanları rencide edecek, alay ve hakaret içeren üslup gerçek hayatta olduğu gibi sanal ortamlarda da doğru değildir. Bu tür tartışmalardan kaçınmak en doğrusudur.

    İletişimde sınırlara dikkat etmek: İletişimde gerçek hayatta geçerli olan sınır ve ölçüler sosyal medyada kurulan iletişim için de geçerlidir. Karşı cinsle iletişimde de buna dikkat edilmesi gerekir. Ortamın sanal olması dinimizin bu konuda ortaya koyduğu ölçüleri geçersiz kılmaz.

    Çocukların fotoğraflarını paylaşmak: Esasında insanların kendi fotoğraflarını paylaşmaları da hem

    PENCERE

    Lokman ArslanDijital Yayınlar Daire Başkanı

    Uzmanına Sorduk

  • AİLE | Mart 2020 11

    mahremiyet hem de güvenlik açısından uygun değildir. Ancak özellikle çocukların fotoğraflarını onlardan izinsiz paylaşmak da bir hak ihlalidir. Diğer taraftan bu fotoğrafların kötü niyetli kişilerin eline geçmesi hâlinde istismar edilmesi söz konusu olabilir.

    Arkadaş seçimine dikkat etmek: Sosyal medyada arkadaş seçimine, gerçek hayatta olduğu gibi dikkat etmek gerekir. Takip edeceğimiz kişileri seçerken bize katkısı olacak hesapları takibe almak faydamıza olacaktır.

    Sahte profil kullanmamak: Sosyal medyada gerçek kimliğini saklayarak kendini olduğundan farklı özelliklerle tanıtmak da iki yüzlülük olarak değerlendirilebilir. İnsanlar sahte hesapların arkasına saklanarak pek çok olumsuz paylaşımda bulunabildiği gibi sahte bir kimlikle kendini olduğundan çok farklı bir şekilde tanıtabilmektedir. İki kişilik arasında oluşan derin uçurum psikolojik sorunlara sebep olabilir.

    Gözü ve dili haramdan korumak: Sosyal medyada gayri İslami ve gayriahlaki olan paylaşımlardan gözümüzü, kalbimizi ve dilimizi korumaya çalışmak bu mecraları doğru kullanmanın bir diğer ölçüsüdür. Yüce Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Müslüman kadın ve erkeklerin gözlerini harama bakmaktan sakındırmalarını emretmektedir.

    En büyük takipçimiz: En büyük takipçimizin Cenab-ı Allah olduğunun şuuru içinde takipçi sayımızı artırmaya çalışmak yerine Rabbimizin rızası ve hoşnutluğunu kazanmak doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. (Bkz. Ekmel Geçer, Medya ve İletişim Psikolojisi, DİB yay., Ankara, 2020)

    PENCERE

  • AİLE | Mart 202012

    BİR AYET BİR YORUM

    Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ’nın azametini ve kudretini anlatan pek çok ayet bulunmakla birlikte Allah’ın bazı sıfatlarına ve evren-deki mutlak egemenliğine dikkat çekerek başlayan surelerden biri-si de Hadîd suresi’dir. Bu surenin ilk ayetleri, hem Allah’ın kâinata olan mutlak egemenliğini ve sı-nırsız bilgisini aktarmakta hem de insanoğlunun hiçbir şekilde yüce Yaradan’dan uzak kalama-yacağına vurgu yapmaktadır. İn-sanoğlunun hiçbir amelinin gizli kalmayacağı ve Allah’ın daima kullarına yakın olduğu hakikati “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah da-marından daha yakınız. Üstelik biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek

    de (onun yaptıklarını) alıp kay-detmektedir.” (Kâf, 50/16-17) ayetin-de bildirildiği gibi Hadîd suresi 4. ayetteki “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıkla-rınızı görmektedir.” ifadesinde de hatırlatılmıştır.

    Bu ayeti kerime aynı zamanda Al-lah’ın ilminin sınırsız olduğunu ve her daim Allah’ın bizimle beraber olduğunu zihnimizden çıkarma-mamız gerektiğini vurgulaması açısından da son derece kıymet-lidir. Bu konuda Efendimiz (s.a.s.) de “Nerede olursan ol, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol! Kötülüğün peşinden iyi bir şey yap ki onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâka uygun biçimde dav-ran!” (Tirmizî, Birr, 55) buyurmuştur. Söz konusu ayet ve hadis birlikte düşünüldüğünde şu esaslar orta-ya çıkmaktadır:

    1. Allah’ın her şeye gücü yettiği, 2. Her zaman bizlerle birlikte

    olduğu, 3. Her yaptığımızdan haberdar

    olduğu, 4. Bilgisi dışında hiçbir şeyin

    vuku bulmadığı, 5. Her an sorumluluk bilincini

    taşıyarak ve yaptıklarımızın hesabını vereceğimizin şuu-runda olarak hareket etme-miz gerektiği,

    6. İyiliklerle hayatımıza devam etmemizin önemi,

    7. İnsanlara muamelemizde güzel ahlakı esas almamız gerektiği.

    Aslında ayetlerde vurgulanan temel husus murakabedir. Müs-lüman bir şahsiyet, hayatının her anında murakabe altında oldu-ğunu bilir.

    ALLAH’I HER ZAMAN HATIRDA TUTMAKMustafa Mehmetoğlu

    Din İşleri Yüksek Kurulu Uzman Yardımcısı

    “Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istivâ eden O’dur. Toprağa giren ve ondan çıkan, gökten inen ve ona yükselen her şeyi bilir. Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.”

    (Hadîd, 57/4)

  • AİLE | Mart 2020 13

    BİR AYET BİR YORUM

    Allah’ın (c.c.) her şeyi işiten “es-Semî‘”, her şeyi gören “el-Basîr”, her şeyi bilen “el-Alîm”, her şeyden haberdar “el-Habîr” isimlerinin yanı sıra her şeyi murakabe eden, gözetleyip kontrol eden “er-Rakîb” olduğu Kur’an-ı Kerim’de bizlere haber verilmektedir (Mâide, 5/117). “Kulun, sürekli biçimde Allah Teâlâ’nın gözetimi altında bulun-duğunun şuur ve idrakinde ol-ması” anlamına gelen murakabe; kulun, Allah’ı görüyormuşçasına hareket etmesine vesile olacaktır. (Buhârî, Îmân, 37) Bu şekilde has-sasiyet gösteren kul bilecektir ki kendisi Allah’ı göremiyorsa da Allah onu her an görmektedir. İşte bu bilinç ve hassasiyet ile hareket eden kul, ahiretine günbegün ha-zırlanmış olacak ve kulluğunun her türlü gerekliliklerini yerine getirecektir.

    İnsan, Allah’a karşı itikadi, ameli ve ahlaki noktada bilinçli, kasıtlı ve kendi istitâati ile yaptığı her şeyden sorumludur. Murakabe altında olduğunun bilincinde ol-duğundan amellerini buna göre şekillendirecektir. Bilindiği üze-re mükellef olarak insan, fiilleri yapma ya da fiillerden kaçınma açısından sorumludur. Ana hat-larıyla kendisinin emrolunduğu, iyi, güzel ve temiz işleri yapmak; nehyedildiği, çirkin, kötü ve kirli işlerden de kaçınmak durumun-dadır. Aksi hâlde iyiler, salihler ve muttakiler zümresine dâhil ola-mayacaktır. Kitap ve sünnetteki vaatlere değil vaîd ve tehditlere muhatap olacaktır.

    Müslüman bir kimse, hadisi şerif-te bildirildiği gibi dilinden ve elin-den insanların zarar görmediği kimsedir (Buhârî, Îmân, 3). Aynı za-manda Müslüman bir kimse, ön-celikle Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ör-

    nek almalı ve bir sonraki adımda da ondan aldığı örnekliği çevresi-ne sunmalıdır. Hz. Peygamber’in (s.a.s) hiçbir zaman söven, kötü sözler söyleyen ve lânet eden biri olmadığını bilmekteyiz (Buhârî, Edeb, 38). Bütün bunlar düşünül-düğünde Müslüman’ın hedefine ulaşmak için dikenli bir yolda dikenlere basmadan yürümeye çalışan ve çok dikkatli olması ge-reken kimse olduğu anlaşılmak-tadır.

    Ayeti hakkıyla hayatına tatbik eden kimse, her zaman Allah’ın kendisini gördüğünü ve girdiği her ortamda amellerine dikkat etmesi gerektiğini bilecektir. Bü-tün bu saydığımız amelleri ve davranışları hayatının her alanın-da uygulamaya geçirmesi gerek-tiği bilincinde olacaktır. Evde, işte, okulda, çarşıda, pazarda, vakit geçirdiği her yerde ve günümüz-de önemli bir mecra hâline gelen sosyal medya kullanımında dahi Allah’ın bizleri gördüğünü unut-madan tasarrufta bulunacaktır.

    Günlük yaşantısında dikkat ettiği hususlara, kaçındığı ve sakındığı haram ve mekruh işlere sosyal medyada da aynı özeni göstere-rek murakabe bilinciyle hareket edecektir. Biz nerede olursak ola-lım bilelim ki “Allah bizimle bera-berdir.”

    Hakiki bir Müslüman, yaşamın-da doğru sözlü olacağı, yalan konuşmayacağı ve yalana pirim vermeyeceği gibi aynı hassasiye-ti sosyal medyayı kullanırken de gözetmelidir. Aynı şekilde adaletli ve hakkaniyetli olmalı, kimseye haksızlık etmemelidir. Gıybet, dedikodu, iftira, laf taşıyıcılık ve ara bozuculuk gibi başka insanla-rın hayatını olumsuz etkileyecek günahlardan sosyal medya da dâhil her nerede olursa olsun sa-kınmalıdır. Üslubuna ve ağzından çıkacak tüm sözlere dikkat edece-ği gibi parmaklarıyla yazdıklarına da dikkat etmelidir. İnsanlarda bir hata, kusur ve yanlış görse bunu ifşa etmeyi değil örtmeyi ve gider-meyi amaçlamalı, mahremiyete dikkat edip harama bakmaktan sakınmalıdır. Başkaları için kö-tülük murat etmemeli, bilakis kendisi için ne istiyorsa kardeşle-ri için de onu temenni etmelidir. Bencillik ve nefsani duygularını ön plana çıkarmamalı, iyilik ve güzellikler peşinde koşup kalıcı eserler bırakmalıdır. Başkalarıyla alay etmemeli, insanları hafife almamalı ve onur kırmamalıdır. Büyüklerine karşı saygı ve ihti-ram, küçüklerine karşı ise sevgi ve merhamet göstermelidir. Haram-lardan ve harama götüren yollar-dan uzak durmalıdır. Hakiki bir mümin olmanın yolu da bütün bunları sosyal medya da dâhil ol-mak üzere hayatının her alanına hâkim kılmasından geçmektedir.

    Hakiki bir Müslüman, üslubuna ve ağzından çıkacak tüm sözlere dikkat edeceği gibi parmaklarıyla yazdıklarına da dikkat etmelidir. İnsanlarda bir hata, kusur ve yanlış görse bunu ifşa etmeyi değil örtmeyi ve gidermeyi amaçlamalı, mahremiyete dikkat edip harama bakmaktan sakınmalıdır.

  • AİLE | Mart 202014

    RAHMET MÜJDESİDr. Fatma Akdokur

    Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

    İnsanın yeryüzü yolculuğu bir acizlik ile başlar; el verilmeye, gözetilmeye muhtaçlık aynı zamanda kendisinin el verme-yi ve gözetmeyi öğrenme süreciy-le de iç içedir. Anlamsızlık yoktur; zayıftır, güçsüzdür ama en büyük sevgi ve merhametin kucağına emanettir. Sevmeyi, şefkati, ver-meyi ve gözetmeyi bütün bunlara muhtaçken öğrenir.

    Gençlik bir bahar letafetiyle sarar ruhunu; yaprağa duran fidanlar gibi başı hep yukarıda ve gözler ötelerdedir. Mağrurdur; güç ye-tirmekte, kendine yetmekte ama yapıp etmek istedikleriyle yetin-memektedir. Güneşe doğru yönü-nü çevirip hem onun şuasından hem de ısısından daha bir fazla yararlanmak isteyen bitkiler gibi hep ileri, hep daha uzağa, öteye kurguludur hevesleri.

    Yalnızca hevesleri değil, tercih-leri de umuda dairdir gençlerin. Onun içindir ki gençlerin savaşta dahi olsa öldürülmelerine gönlü razı olmaz rahmet Peygamberi-nin. Etrafındakilerin önemli bir

    kısmının gençlerden oluşması, yaratılışın sorgusu ve anlam ara-yışında gençliğin elverişliliğinin göstergesidir. Bu elverişliliktir za-ten Peygamber’in (s.a.s.) Rahman ve Rahim olana çağrısının, en çok da gençlerden karşılık bulmasını sağlayan.

    Gençlik, bütün naifliği ile birlikte “gelecek” demektir. Hem gelece-ği öngörmek beklenir onlardan hem de iyilik inşasında öncüler olmaları. Bu sebeple bütün diğer insanlar yanında gençler daha bir dikkatindedir Peygamber’in (s.a.s). O, “Rabbinin yoluna hik-metle ve güzel öğütle davet et…” (Nahl, 16/125) tavsiyesine uygun olarak sevgi ve şefkat, rahmet ve merhamet merkezli olarak yü-rütür örnekliğini ve davetini. Yeri gelir terkisinde taşır onları Usâ-me’de olduğu gibi; yeri gelir “Sen bendensin, ben de senden.” di-yerek övgülerle yüreklendirir Hz. Ali’de olduğu gibi ve yine yeri gelir yüreklendirir bir vazife tevdi etti-ğinde: “Allah’ım, bunun kalbine hidayet, diline sebat ver!” (İbn Mâce, Ahkâm, 1)

    Sevgili Peygamberimizin (s.a.s) gençleri şöyle müjdelediği rivayet ediliyor: “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından dolayı hürmet ederse Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.”

    (Tirmizî, Birr ve Sıla, 75)

    HADİSLERLE AİLE

  • 15AİLE | Mart 2020 15

    Peygamber’in (s.a.s.) tavsiye-lerinde merhamet duygusunu geliştirici öğütler önemli yer tu-tar. Kendisine çok gençken iman edenlerden biri olan Abdullah b. Amr’ın, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) nispet ederek naklettiği hadis ri-vayetinde uyarı ve müjde iç içedir: “Merhametliler (var ya!)... Rah-mân, işte onlara merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki gökyüzündeki(ler) de size merhamet etsin.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 58)

    “Yeryüzündekilere merhamet etmek” kuşkusuz bütün bir var-lık âlemini içkin bir hâldir. İman ediş, insanın kendisine dair bir merhameti, sevgiyi gösterir bir kuşanmışlıktır. Hemen yanı ba-şında bulunan başta anne ve ba-bası olmak üzere büyüklerine ve küçüklerine, komşularına, dost ve arkadaşlarına, bitki ve hayvanlara ve dolayısıyla bütün bir varlık âle-mine sevgi ve merhamet nazarıy-la bakabilmek, onlarla ilişkilerini salih kılmak inananların anlam dünyasını bereketlendirir. Bu hâl üzere oluş, onların hayat yolcu-luklarında karşılaşacakları her türlü güçlükte Rahman’ın sevgi ve rahmetini celbeder. Sebeplere tevessül, arzulanan gayeye ulaş-mayı kolaylaştırır: “…Siz yeryüzün-dekilere merhamet edin ki gök-yüzündeki(ler) de size merhamet etsin.”

    Yine genç bir sahabi olan Enes b. Mâlik’in naklettiği üzere Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) “Bir genç, ihtiyar bir kimseye yaşından do-layı hürmet ederse, Allah da ona yaşlılığında kendisine hürmet edecek birisini hazırlar.” müjde-siyle bu defa gençleri muştular. Bu muştu aynı zamanda bir uyarı-dır çünkü gençler için her şey yeni,

    taze ve canlıdır. Etraflarında olup bitene yeterince ilgi ve alâka gös-termelerine mâni olucu çok şeyle kuşatılmışlardır. Kendilerine ye-terlik duygusuyla hep öyle genç ve canlı kalacakları sanısındadır-lar. Oysa bahar nasıl gelip geçiyor ise gençlik de gelir ve geçer. Etrafı-na dikkat ve rikkat ile bakan genç, gençliğini geride bırakmış, saçları ağarmış, beli bükülmüş ihtiyar-larda geleceğini görmelidir. Her şey yerli yerince ve belli bir ölçü ile seyretmektedir. İnsan yalnız-ca küçük küçük dokunuşlarla bu oluşta bir rol üstlenmekte, bu rol onun geleceğini de inşa etmek-tedir: “Merhamet et ki merhamet edilesin; hürmet et ki hürmet edi-lesin…”

    Yüce Allah, “…Allah’ın rahmeti gü-zel davrananlara (Muhsinlere, her ne yapıyorsa güzel yapan insanla-ra) yakındır” (A‘râf, 7/56) demektedir. Rahmet, Rahman’ın varlık âle-mine yakınlığının tezahürüdür. O rahmet sayesindedir ki, ekilen tohum yeşerir; meradan dönen anne koyunlar yavruları bulur. O rahmet sayesindedir ki, zayıfı, âci-

    zi, yaşlıyı ve hastayı görür gözetir insan. Nasıl ki annelerin namazda dahi evlatları için yürekleri titri-yorsa, gençlerin de kendi yanla-rında yaşlılığa erişen anne baba ya da büyükleri için aynı hassasiyetle davranmaları beklenir. “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanı-zı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel söz-ler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” (İsrâ, 17/23-24) Rahmetle büyütülmek büyük bir lütuf; Rabbin rahmetine aracı olmak, çok daha büyük bir lütuf. İşte bu lütuftur evlatları anne-ba-balarına, gençleri etraflarında bulunan tanıdık tanımadık bü-tün yaşlılara şefkat ve rahmetle davranıp hürmet gösterebilmeye yönelten.

    İnanan insanın şahsiyeti böyle uyarı, öğüt ve müjdelerle biçim-lenir. Bütün bu öğüt ve müjde-lerden ders alıp her an Allah’ın huzurunda oluşun ulaştıracağı olgunluk, mümini,daima zarafet ve nezaket sahibi diğer bir deyiş-le rikkat ehli kılar. Rikkat, sevgi ve şefkat, rahmet ve merhametle yoğrulu bir kalbin tezahürüdür. Böyle güzel vasıflarla donanmış şahsiyetlerden oluşan toplumlar-da sadece güçlüler değil zayıflar, bir şekilde zayıflığa maruz kalmış hastalar, yaşlılar, ilgi ve alâkaya muhtaçlar da hiçbir zaman yal-nızlığa terk edilmez. Zaten ko-runup gözetilenlerin hürmetine değil midir, rahmete nail olmak (Tirmizî, Cihâd, 24)

    Başta anne ve babası olmak üzere büyüklerine ve küçüklerine, komşularına, dost ve arkadaşlarına, bitki ve hayvanlara ve dolayısıyla bütün bir varlık âlemine sevgi ve merhamet nazarıyla bakabilmek, onlarla ilişkilerini salih kılmak inananların anlam dünyasını bereketlendirir.

    HADİSLERLE AİLE

  • AİLE | Mart 202016

    İslam âleminde ulemaya ve talebeye açık ilk kütüphanenin Muâviye b. Ebû Süfyân

    döneminde (661-680) Beytü’l-Hikme’de kurulduğu kabul edilmektedir. Abbasî-ler döneminde papirüs yanında kâğıdın yazı malzemesi olarak kullanılmaya başlamasının ve Harun Reşit tarafın-dan 794’te Bağdat’ta bir kâğıt fabrikası kurdurulmasının telif faaliyetlerine, kitap ticaretine ve kütüphanelerin zen-

    ginleşmesine müspet tesirleri olmuştur. Kaynaklarda Harun Reşit’in kitap temini

    için özellikle Bizans’a karşı düzenlettiği seferlerden bahsedilir. Kurtuba’da Endü-

    lüs Emevîlerinin kurduğu 400 bin cilt kitap-lık kütüphane dünyaca meşhurdu. Selçuk-

    lular zamanında sadece Diyarbekr Ulu Câmi kütüphanesinde bir milyon kırk bin kitap vardı. Osmanlılar, ilk kütüphaneyi İznik’te kurdu. Os-manlı kütüphaneleri saray, cami veya medrese-ye bağlıydı. Müstakil binası olan ilk kütüphane, Sadrazam Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa’nın Cağa-loğlu’nda yaptırdığı kütüphanedir ve hâlâ ayak-tadır.

    MER

    AK E

    DİY

    ORUM

    Hayvanlar Çok Soğuk Koşullarda Nasıl Hayatta Kalabiliyor?

    Hayvanların bulundukları iklim koşullarına uyum sağlaya-bilmelerinin nedeni, vücut sıcaklıklarını düzenleyebilme-leridir. Sıcakkanlı canlılar için besin ihtiyacı hayati öneme sahiptir. Çünkü yedikleri besinlerin küçük bir kısmı vücut kütlesine dönüştürülürken, gerisi sabit bir vücut sıcaklığı oluşturmak için kullanılır. Balina, penguen gibi canlıların derilerinin altındaki yağ tabakası, ısıyı yavaş ilettiğinden vü-cut sıcaklıklarını sabit kalır. Karada yaşayan canlıların tüyle-ri, soğuktan etkilenmelerini engeller.

    Soğukkanlı canlıların vücut ısıları, ortam soğukken düşük, ortam sıcakken yüksektir. Ayrıca bu canlılarda doğal bir don-ma önleyici mekanizma vardır. Donma noktasının altındaki sıcaklıklarda hücre dışındaki su donmaya başlar. Bu durum-da sıvı hâldeki su, hücre dışına taşınırken hücre içindeki bazı maddeler donma sıcaklığını düşürerek hücre içindeki suyun donmasını önler. Hücre dışındaki antifriz proteinler ise buz kristallerine bağlanarak onların daha büyük kristaller oluş-turmalarını ve hücrelere zarar vermelerini engeller.

    İslam’daKitap Sevgisi ve İlk

    Kütüphaneler

    TAVAN ARASI

    Gülsüm Karapına

    r

  • AİLE | Mart 2020 17

    TAKVİM YAPRAĞIDiyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. (3 Mart 1924)

    İstiklal Marşı “Millî Marş” olarak kabul edildi. (12 Mart 1921)Türkiye Diyanet Vakfı kuruldu. (13 Mart 1975)

    Çanakkale zaferi kazanıldı. (18 Mart 1915)Samiha Ayverdi vefat etti. (22 Mart 1993)

    Çikolata Nasıl Eritilir?

    Çikolatayı benmari usulü eritmeniz gerekir. Direkt ateşte eritirseniz çikolatada yanma dediğimiz olay meydana gelir.

    Yani kıvamı balçık gibi olur.

    Kaftan Giydirme

    Osmanlılarda tek minareli camilerde minareler, külahından küpüne kadar kandillerle donatılır, buna

    “kaftan giydirme” denilirdi. Bazen İstanbul’daki selatin camilerinin minareleri de bu şekilde süslenirdi. Şehrin Bulgarlar’dan geri alındığı

    günlerde Selimiye Camii’nin dört minaresine de kaftan giydirilmişti.

    KISA KISA

    NELER OLUYOR HAYATTA?

    Aynı kişiye karşı hem sevgi hem nef-ret duyduğunuz oldu mu? Ya da bir olay karşısında hem gülüp hem ağla-dınız mı? Evet, diyorsanız ambivalans yaşıyor olabilirsiniz. İlk kez Dr. Eugen Bleuler tarafından ortaya konulan; günümüzde, bipolar bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk gibi hastalıkların belirtileri arasında yer alan ambiva-lans, son zamanlarda ayrı bir duygu durum bozukluğu olarak kabul edili-yor. Ambivalansta, bir kişi, nesne veya durumla ilgili zıt duygular, fikirler ve istekler aynı anda oluşabiliyor. Her ne kadar psikotik ve duygu durum bozuk-luklarının belirtileri arasında yer alsa da belirtiler tanı için tek başına yeterli değil. Bu açıdan “Bazen böyle hissedi-yorum, acaba bende psikolojik/psiki-yatrik bir sorun mu var?” endişesine kapılmayın fakat ambivalansı sık sık yaşadığınızı düşünüyorsanız mutlaka bir uzman desteği almanızda fayda var.

    BİR

    ACAY

    İP K

    ELİM

    E Ambivalans

    Cep Boyun HastalığıŞehir yaşamında gün içerisinde en sık tanık olunan görüntü,

    toplu taşıma araçlarında, evde, iş yerinde ya da yolda yürürken bile başını eğerek cep telefonuna bakan insanlar. Oysaki baş ve

    boyun bölgesini normalin dışında sürekli aynı pozisyonda tutmak, çeşitli rahatsızlıklara neden olabiliyor. Normal pozisyonu ileriye

    doğru bakmak olan boyun; telefon, bilgisayar, tablet gibi araçları kullanırken uzun süreliğine olağan konumundan ileriye gidiyor. Baş

    düz tutulduğunda yer çekimi boyna kuvvet uyguluyor ve boyun ile düşey düzlem arasındaki açı arttıkça uygulanan kuvvet miktarı da

    artıyor. Bu pozisyonda geçen her saniye, kişinin, yabancı literatürde “text neck syndrome/cep boyun sendromu” olarak geçen hastalığa

    bir adım daha yaklaşması anlamına geliyor. Bu rahatsızlık, boyunda ve üst sırtta şiddetli ağrı, kollarda karıncalanma ve uyuşma,

    kamburluk, kronik baş ağrısı, boyun omuru disk hasarları gibi sağlık sorunlarına, önlem alınmazsa boyun fıtığına neden olabiliyor.

    KAHVE MOLASI

  • AİLE | Mart 202018

    Varlığın, zamanın ve mekânın kutsallığı bir-birine dokunarak akar hayat serüveninde… Bazen mekân değer katar ağır-ladıklarına, bazen de bizatihi insan anlamlandırır mekânı ve zamanı… O değerli zamanların bize taşıdığı hatıralarla şenlenir hayatımız… Böyledir mübarek üç aylar ve içimizi aydınlatan

    nurlu kandiller… Recep ayının ilk günü, biz gündelik telaşlarımız içinde koşuştururken sessizce gelir; gözlerimizi, kulaklarımızı ve kalplerimizi döndürür Allah Resulü’nün (s.a.s.) örnek haya-tına…

    Hem Kur’an’ın hem de bütün sahih hadis ve tarih kaynak-larının haber verdikleri; Pey-gamberimizin (s.a.s.) en büyük

    mucizelerinden birisidir isra ve miraç... Gece yürüyüşüdür isra; doğrusaldır, istikamettir… Miraç ise varılan noktadan yükselmek, yükseğe çıkmaktır maksuda doğru… İsra yürüyüşü Efendi-miz’in (s.a.s.) peygamberliğinin on ikinci yılında, Mekke’de vuku bulur. Recep ayının 27. gecesi Cebrail’in (a.s.) rehberliğinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.)

    Sema YiğitYurtdışı Sosyal ve Kültürel İçerikli Din Hizmetleri Daire Başkanı

    MİRAÇ GECESİ

    BİZ BİZE

  • 19

    Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya, oradan semaya, ilahi huzura yükselir. “Bir gece, kendi-sine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya gö-türen o zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O’dur.” (İsrâ, 17/1)

    AİLE | Mart 2020 19

    BİZ BİZE

    Peygamberimiz (s.a.s.), o gece hiçbir kimsenin erişememiş ol-duğu yakınlık makamına, ilahi kabule, ilahi ikram ve ihsana nail olur. Yalanlayan yalancı-ların, kınayan kınayıcıların ve hakikati örten inkârcıların ara-sından çekip çıkarılmak teselli olur kutlu Nebi’ye… Bu, aynı za-manda “sırat-ı müstakim” üzere olmanın da bir teyididir ve im-tihandır geride kalanlara… Mi-raç, karanlık ile nuru ayıran bir gecedir…

    Hamdetme makamında olanın dilinden dökülen ol cümledir ki yoldur biz kullara; “Bütün tahiyyeler, bütün mübarek şey-ler, bütün salavat ve dualar ve bütün kelimat-ı tayyibe Allah’a mahsustur.” (Buhârî, Ezân: 148, 150) Hamde layık olanın selamına karşılıktır bu dua: “Bize ve Al-lah’ın salih kullarına selâm ol-sun.”

    Varlığın şehadetidir kelime-i şe-hadet… Dizlerinin üstüne getirir insanı ve her namaza yakışır bu tahiyyat…

    Allah Resulü (s.a.s.) bu eşsiz yol-culuktan ümmetine hediyelerle döner. Beş vakit namaz, bu üm-metten Allah’a şirk koşmadan ölen kimsenin günahlarının ba-ğışlanacağı müjdesi ve Bakara suresinin son iki ayeti, miraç ge-cesinde Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ve onun ümmetine verilen üç hediye (Müslim, Îman, 279). Onun sünnetidir yoldan gelenin hedi-ye getirmesi yolunu bekleyenle-re… Sen hediyene ulaştın mı mi-raçtan gelen… Maksuda erilmez namaz burağına binmeden…

    Sabah olunca Allah Resulü (s.a.s.) Kâbe’nin yanında bulu-nan Mekkelilere gece yaptığı

    yolculuğundan bahseder. Pey-gamberimizden (s.a.s.) delil is-terler Mekkeliler, sanki görünce inanacakmışçasına… Peygam-berimiz (s.a.s.) de onlara yolda gördüğü kafilelerden haber verir. Kureyşliler kafileleri karşı-lamak için Mekke dışına çıkınca kafileyi Peygamberimizin (a.s.) haber verdiği gibi görürler, ama iman etmezler. Peygamberimiz, Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya uğra-dığını anlatınca Kureyşliler, “Bir ayda gidilebilen bir yere sen na-sıl bir gecede gidip gelebildin? O zaman bize Mescid-i Aksa’yı anlat.” derler. Ya mekân yer de-ğiştirir ya da zaman; geçmiş an olur ya da durur zaman; Beytü’l makdis gelir gözlerinin önüne Allah Resulü’nün; sayar tek tek kapıları ve anlatır. “Vallahi dos-doğru tarif ettin.” derler, ama iman etmezler (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 309).

    Sadık dost Hz. Ebu Bekir (r.a.) çı-kagelir ve tasdik eder Nebi’yi,“O söylüyorsa doğrudur.” diyerek… Şimdi ve her zaman sana dü-şen tasdiktir Nebi’nin dilinden döküleni… Ve tekrar etmektir ikram içinde ikram edileni;

    “Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz! Bizden önceki (ümmet)lere yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yük-leme! Ey Rabbimiz! Takat geti-remeyeceğimizi, bize yükleme! Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla! Bizi affet! Bize rahme-tinle muamele buyur! Sen bi-zim Mevlamızsın! Artık, kâfirler güruhuna karşı da, bize yardım et!” (Bakara, 2/285-286) duasını virt et diline…

    Miraca ulaşmışsan dile ol gece miraca ulaşmayı…

    Ebru

    : Mer

    al D

    ayıo

    ğlug

    il

  • AİLE | Mart 202020

    BİZ BİZE

    İnsan öncelikle kendini iyi bilmeli, sınırlarının farkında olarak yaşamalıdır. Kendini bilmek, sınırlarını yani had-dini bilmeyi de ifade eder. Ne-lere yetkin olduğunu, zaaflarını ve geliştirilebilir yanlarını bilip tanıyan mümin insan, kurduğu aile hayatında da önce eşini son-ra çocuklarını tanıyabilecektir.

    Rabbimiz, hem şükretmemiz hem de birbirimizi tanıyıp kay-naşmamız için bizi, bize benze-yen ama bambaşka mizaçlarda olan insanlarla bir arada yaşat-maktadır. Annemiz, babamız, kardeşimiz, eşimiz ve evlatları-mız… Her biri, eşsiz varlıklardır.

    Birlikte yaşama kurallarının ba-şında sevgi, saygı, sabır, iletişim, empati, anlayış, fedakârlık gibi hususlar gelmektedir. Özelde evlilik hayatımızda ise bazı ana hatlar söz konusudur. Temel hususlara ilaveten teşekkür et-meyi, özür dilemeyi bilmek ve uygulamak önemlidir. Zira Al-lah (c.c.) ile kul arasındaki şükür ve tövbe münasebeti ne kadar

    önemli ise, insan ilişkilerinin teşekkür ve özür dengesi de o kadar önemlidir. Peygamberi-miz (s.a.s.) “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez” (Tirmizî, Birr, 35) buyurmak-tadır. Hayırlı insan, kendisine bahşedilen nimetlere şükür, bil-hassa eşinin ve aile fertlerinin yaptıkları küçük büyük iyiliklere teşekkür edebilendir.

    Ailede temel vazife, görev, so-rumluluk paylaşımı; değişebi-len ve değişmeyen noktalarda ayrılmakla birlikte Peygamber Efendimiz’in birçok hususta so-rumluluk aldığını, eşlerine ve çocuklarına karşı sevgi dolu bir baba, anlayışlı ve aynı zamanda ev işi yapan bir eş olduğunu gö-rüyoruz.

    Tarih boyunca toplumumuzda hak ve sorumluluk konusuna bakıldığında, görevin her daim kutsal olduğu, sorumluluk sa-hibi kimselerin övüldüğü, sevil-diği görülmektedir. Vazife her zaman ilk sıradadır. Aynı durum ailedeki görev paylaşımında da

    böyledir. Paylaşılan sorumlu-luklar yerine getirilmediğinde haksızlık meydana gelir, kaos çı-kar ve bu huzursuzluk ortamın-dan bütün bireyler etkilenir. La-yığı ile yerine getirilen görevler ise diğer kimseler için de örnek teşkil ederek halka halka yayılan bir iyiliğe dönüşür.

    Eşlerin birbirlerini ve vazifeleri-ni hiçe sayarak hak ihlal etikleri noktada evlilik hayatı hukukun alanına girmeye başlar. Haksız-lığın olduğu yerde hak arayışı başlar. Hak, adaletin; vazife ise ahlakın konusudur. Ailede ahlak eğitimi, ahlak bilinci gelişmişse eşler, kendi vazifelerini yerine getirir ve birbirlerinin hakkını da bu şekilde korumuş olurlar.

    Devir değişmektedir. Artık vazi-fe temelli değil hak temelli evli-liklerin çoğunlukta olduğu top-lumumuzda, kendini bilmeden eşini tenkit edenler, vazifesini yapıp yapmadığına bakmaksı-zın hak arayışına giren bireyler stres altında güvensiz bir aile hayatına mahkûm olmaktadır-

    Nimet Keseli UstabaşıÇanakkale İl Müftü Yardımcısı

    AİLEDESORUMLULUK PAYLAŞIMI

    İslam için kadın da erkek de eşdeğer ve birbirlerine Allah’ın emanetleridir. Çocuklar emanettir, eşler emanettir. Emanet ise bize ait olmayan fakat korunup kollanması gerekli olandır. İslam’ın aile hayatına dair en önemli ilkesi, işte bu emanet ilkesidir.

  • AİLE | Mart 2020 21

    BİZ BİZE

    lar. Bazen bir teşekkürün bazen de samimi bir özrün çözebile-ceği sorunlar, bencillik ve kibir nedeniyle çözümsüz hâle gele-bilmektedir.

    İslam, aile hayatında kadına ve erkeğe, hem birbirlerine hem ai-lelerine yönelik vazifeler yükler. Modern dünya ise aile hayatını birtakım başlıklara hapsederek sevgi muhabbet, fedakârlık gibi hususların altını oymuş, birbiri-ne karşı para ve mal hesabı ya-pan, soğuk ve tedirgin ilişkilerin nedeni olmuştur. Hâlbuki İslam için kadın da erkek de eşdeğer ve birbirlerine Allah’ın emanet-leridir. Çocuklar emanettir, eşler

    emanettir. Emanet ise bize ait olmayan fakat korunup kollan-ması gerekli olandır. İslam’ın aile hayatına dair en önemli ilkesi, işte bu emanet ilkesidir. Peygamber Efendimiz, “Bak-makla yükümlü olduğu kimse-leri ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45) buyurmuştur.

    Çocukların çağa göre yetişti-rilmesi bir sorumluluktur. Bu-nunla birlikte değişen devir, birtakım sorunları da berabe-rinde getirmiştir. Farklı evlilik modelleri, normalleşen ahlak-sızlıklar, hayatımızı her yönüyle kıskacına almış teknoloji, inter-

    net ve özellikle akıllı telefonlar, alınması gereken tedbirleri de zorunlu kılmaktadır. Tüketim toplumu, dünya ile imtihanı zorlaştırmakta, ahlaki sorumlu-luklarımızı artırmaktadır. Hem bireyi hem aileyi acımasızca tehdit eden bu faktörlere karşı aile bireylerine düşen ise her zaman Peygamber’in (s.a.s.) izi-ni takip etmek, çağın avantajla-rından zehirlenmeden istifade edebilmektir. Modern dünyanın silkelediği mümin fertler, ayağı-nı Kur’an ve sünnet noktasında sabitleyerek aile sorunlarına çö-züm bulmakla sorumludur.

    İletişim bir sorumluluktur.Dışarının olumsuzluğunu eve taşımamak bir sorumluluktur. Ailede istişare etmek bir sorumluluktur.Birbirinin yaşam alanına saygılı olmak sorumluluktur.Güler yüzlü, nazik, güven verici ve doğru sözlü olmak sorumluluktur.Olumlu düşünmek, güzel görmek, zorlaştırmayıp kolaylaştırmak so-rumluluktur.

  • AİLE | Mart 202022

    BİZ BİZE

    Geçenlerde aile büro-suna gelen genç çift, niçin anlaşamadıkla-rını anlatırken sosyal medyada birbirleri için paylaş-tıkları can acıtan fotoğraf ve yazıları gösterdiler. Evde tek ke-lime konuşamadıklarından, bü-tün iletişimlerini sosyal medya aracılığıyla gerçekleştirdiklerin-den dert yanıp mutsuz oldukla-rını belirttiler. Bu konuda nasıl yardımcı olabileceğimi sorup

    boşanmaya giden yolların her geçen gün kısaldığından dem vurdular.

    Ne kadar farkındayız bilmiyo-rum ama sosyal paylaşım ağları hayatımıza gireli evliliklerimiz-de mahremiyet algısı değişti. Evli çiftler sürekli göz önünde... Sevgilerini de nefretlerini de başkalarının gözü önünde ya-şıyorlar. Kadın, can acıtıcı cüm-lelerle eşinin vefasızlığını anla-tan bir yazı paylaşırken erkek,

    kadının serzenişlerini yine bir fotoğraf üzerinden gözler önü-ne seriyor. Sosyal medya, âdeta çiftler için dövüş sanatlarının sergilendiği bir arenaya dönüş-müş durumda. Evli çiftler her gün, eşine nasıl laf yetiştireceği-ni düşünerek gözünü açıyor. Ka-dın, ortasından sıktığı diş ma-cununun fotoğrafını paylaşarak eşinden ne çektiğini anlatmak için çırpınırken erkek, karısının toplamadığı sofranın fotoğra-

    Ayşeli PolatIsparta İl Vaizi

    SOSYAL MEDYA VE

    MAHREMİYET

  • AİLE | Mart 2020 23

    BİZ BİZE

    fını paylaşarak rövanşını alıyor. Tartışmalar dört duvardan ta-şalı hayli zaman oldu farkında değiliz.

    Eşiyle içtiği bir fincan kahveyi bile sosyal medyaya koyup “Ba-kın, ben de sizin kadar mutlu-yum!” mesajı vermeye çalışan-lar olduğu gibi sadece fotoğraf paylaşmak için sofra süsleyenler bile var. Sosyal medyada mutlu-luğunu paylaşan arkadaşlarının evliliği ile kendi evliliğini kıyas-layanlar, evde huzursuzluk çı-kartabiliyor. Her gün âdeta adım adım takip ettiği arkadaşının; ailesiyle gezip tozduğu yerleri, giydiği giysileri, yediği yiyecek-leri temcit pilavı gibi gündeme getirmesi; bireyi bütün bu şey-leri kendi ailesinde göremediği için mutsuz ediyor.

    Son yıllarda evliliklerin zarar görmesinin en büyük sebeple-rinden biri zannımca evlilikte mahremiyet ilkesinin ihmale uğramasıdır. Oysa evlilik, mah-remiyet ilkesi üzerine bina edi-lirse yürür. Mahrem kelimesi, “başkalarına söylenmeyen, giz-li” anlamına geldiği gibi “sırdaş” anlamı da taşır. İki kişi arasın-da olan her şey ikiliye aittir ve mahremdir. Mesela iki kişinin muhabbeti, özlemi, hasreti, se-vinci, mutluluğu, özel olarak paylaştıkları anlar, geleceğe dair kurdukları hayaller, öfkeleri, ya-şadıkları sıkıntılar, gerginlikler, kırgınlıklar vb. pek çok konu ev-lilik ilişkisinin mahremini temsil eder. Evlilikte mahremiyet ihlal edilir de her şey göz önünde ya-şanırsa bu, zamanla beraberin-de çeşitli sorunlar getirir.

    Evlilik, “eş olmak” ve “biz olmak”

    demektir. Hayat yolculuğunda aynı yönde ve aynı ritimde adım atmak demektir. Mahremiyetin dört duvar arasında korunması demektir. Aksi hâlde evler, de-mirden, çimentodan müteşekkil yapılar olarak kalır da bir türlü yuva olamaz. Eşler, en emniyet-li olmaları gereken yerde ken-dilerini güvende hissedemez. Endişe ve şüphelerin ablukaya aldığı ilişkilerde, eşler kendini savunmak adına saldırgan dav-ranışlar sergileyebilir. Saldırıya uğrayan eş, kendini savunmak için karşı atak geliştirir. Sonuç olarak toplumda dillendirilen “şiddetli geçimsizlik” sebebiyle evlilikler bitebilir.

    Eşler, gün geliyor yaşadıklarını da anlattıklarını da unutuyor. Kötü bir günün sonunda yaşa-dığı küçük bir mutlulukla bütün haletiruhiyesi değişen eş, kötü günü değil yaşadığı mutluluğu hatırlar. Kişi sıkıntılarını unutur fakat anlattığı kişiler unutmaz. Her yeni sıkıntıda, olumsuz tec-rübeler aktarılır... Derken, aslın-da çok basit şekilde çözülebile-cek bir sorun, geçmişten gelen sıkıntılarla birleştiği için çığa dönüşür ve bir türlü çözülemez. Sorunlar büyüdükçe evliliğin yükü taşınamaz hâle gelir. Yük, taşınmaz hâle gelince de bıra-kılır.

    Bütün bu sıkıntıları yaşamamak için evlilikte mahremiyete dik-kat edilmesi önemlidir. Bırakın, yaşadıklarınız iyisiyle kötüsüyle sizde kalsın. Kimseyi mutlu ol-duğunuza inandırmak zorunda değilsiniz. Mutluluğunuzu gös-termek için uğraşmayın, mutlu olmaya bakın!

    Evlilik, “eş olmak” ve “biz olmak” demektir. Hayat yolculuğunda aynı yönde ve aynı ritimde adım atmak demektir.

  • AİLE | Mart 202024

    Binay Bilge Annak Uzman Psikolog

    ENGELSİZ İLETİŞİM

    AİLE-CE

    İletişim; ne söylendiği, nasıl söylendiği, niçin söylendiği, ne zaman söylendiği hatta ne söylenmediğidir.

  • AİLE | Mart 2020 25

    AİLE-CE

    Sitenize yeni taşınan görme en-gelli bir komşunuzla nasıl tanı-şırsınız?

    İşitme engelli bir müşteriye sat-tığınız ürünü nasıl tanıtırsınız?

    Yardıma ihtiyacı olduğunu dü-şündüğünüz bedensel engelli bir bireye nasıl yardım teklif edersiniz?

    İnsanlarla sağlıklı ve güvenli ile-tişimi nasıl kurarsınız?

    Bu soruların hepsinin yanıtı aynı; iletişim engelleri yaşama-dan, açık, net ve saygı içeren bir diyalog kurmak.

    Her an deneyimlediğimiz ileti-şim engelleri, karşıdaki kişiyle kurulan iletişimi keser, tahrip eder ya da tamamen bozar.

    Bu engellerin neler olduğunu öğrenip bunlardan kaçınmak, kişinin fikirlerini, duygularını çevresindekilere net ve tam ola-rak aktarmasına imkân sağlar.

    İletişim Engelleri

    • Emir vermek, yönlendir-mek, uyarmak, yargılamak, eleştirmek.

    • Muhatabımızın yerine karar vermek, ona karşı ahkâm kesmek.

    • Öğretmek, nutuk çekmek, kendimizce mantıklı dü-şünceler önermek.

    • Ad takmak, alay etmek, anlatılanı ve yaşanılanı kü-çümsemek.

    • Soru sormak, sorgulamak, yorumlamak ve analiz et-mek.

    • Oyalamak, konuyu saptır-mak.

    İletişim engelleri, özellikle en-gelli bireylerle olan iletişimi-mizde daha da su yüzüne çık-maktadır. Bir gün görme engelli bir arkadaşıma refakatçi olarak hastaneye gittim. Doktor, arka-daşım sanki orada yokmuş gibi tahlil sonuçlarına ve tedavinin sonraki süreçlerine ilişkin bana bilgi vermeye başladı. Arkada-şım “Sağlık durumuma ilişkin bana bilgi verirseniz sevinirim.” diyerek doktoru nazikçe uyar-mak zorunda kaldı. Bu olay, özellikle engellilerle iletişim ko-nusunda oldukça fazla iletişim engeli sergilediğimizin basit bir örneğidir.

    Boğaziçi Üniversitesi Görme Engelliler Teknoloji Merkezi Di-rektörü Dr. Engin Yılmaz, “Gör-me ve işitme engellilik sarışın, esmer olmak gibi bir farklılık. Engelli kişi, bunu farklılık olarak kabullenmeli.” demektedir.

    Dr. Yılmaz’ın “Engellilerle Yaşa-mak” dersi kapsamında öğren-cileriyle birlikte gerçekleştirdiği bir sosyal deneyde, engellilerin neredeyse her gün karşılaştıkla-rı davranışlar size yapılsa neler olabileceği anlatılmaya çalışıl-mıştır.

    İlk çalışmada, merdivenlerden inen ve herhangi bir engel du-rumu olmayan bir gençle onun koluna sarılan başka bir genç arasında söyle bir diyalog ger-çekleşir.

    - Durun ben inmenize yardım edeyim.

    - Niye?

    - Kendiniz inemezsiniz, ben yar-dım edeyim. Gel gel yol bu taraf-ta, diyerek genci sürükleyerek merdivenden aşağıya indirir.

    İkinci çalışmada, yemekhanede kıvırcık saçlı iki gencin yanına bir başka genç yaklaşır, onlarla konuşmaya başlar ve yanıt bile beklemeden sorularını ve dü-şüncelerini paylaşır.

    - Sizi uzaktan gördüm, kıvırcık saçlısınız. Bir iki soru sorayım dedim. Kıvırcıklarınız doğuştan mı, sonradan mı? Dışardan in-sanların tepkisi farklı oluyor mu “Aaaaa sen kıvırcıksın! Bizden farklısın.” tarzında.

    - Okulda kıvırcık olmanızla ilgili herhangi bir ayrımla karşılaş-madınız değil mi? Sizi dışladılar mı?

    - Genelde kıvırcık saçlılarla arka-daşlık etmeyi mi seviyorsunuz?

    - Hayatınızda zorluk yaşatıyor mu kıvırcık saçlı olmak? Düz saçlı olmayı mı tercih ederdiniz? Yoksa kıvırcık saçlı olmak iyi, ben böyle de yaşarım mı diyor-sunuz?

    Ben çok memnun oldum sizinle tanıştığıma. İnşallah hayatınıza çok normal devam edebilirsiniz.

    Bu sahnelerde de dikkat çekildi-ği gibi, engelli kişiye ihtiyaç duy-sun ya da duymasın zorla yar-dım etmeye çalışıyor ya da tek başına bazı eylemleri gerçekleş-tiremeyeceğine ilişkin yanlış bir inanca sahip olabiliyoruz. Veya kişiyi, engeli nedeniyle sorguya çekiyor, bu farklılıkla nasıl yaşa-dığına ilişkin imalarda ve yersiz yorumlarda bulunuyor, ona acı-dığımızı ifade ediyoruz.

    Engelli birey, yalnızca özel du-rumlarından dolayı farklı ihti-yaçları olan insandır ve iletişim sırasında sadece bu ihtiyaçlar doğrultusunda dikkat edilme-si gereken bazı hususlar vardır.

  • 26

    Öncelikli olarak kişiye engeli nedeniyle aşırı ilgi göstermeyin ya da onu görmezden gelmeyin. Kişiyi engeli doğrultusunda de-ğil kişiliği ve biricikliği üzerinden değerlendirin.

    Konuşurken engel türü ne olursa olsun engelli bireye yönelerek ve bakarak konuşun. İletişim esna-sında el, kol, jest ve mimikleri-nizi kullanın. Bazı engelli birey-lerin söylediklerini anlamanız zaman alabilir. Kendilerini ifade etmeleri için bekleyin. Söyledik-lerini anlamadığınızda anlamış gibi davranmayın, tekrar etme-sini isteyin. İletişim kurarken ses tonunuzu ve konuşma hızını, muhatabınıza göre ayarlayın ve kelimeleri özenle seçin.

    Bir insanın engelli olması, mut-laka yardıma ihtiyacı olduğu anlamına gelmez. Erişilebilir ve uygun ortamlar sunulduğun-da engelli bireyler kendi işleri-ni kendileri yaparlar. Yardıma ihtiyacı olduğunu düşünüyor-sanız “Yardımcı olmamı ister

    misiniz?”, “Sizin için yapabilece-ğim bir şey var mı?” diye sorun. Yardım esnasında sizi yönlen-dirmesini isteyin. Herhangi bir faaliyete katılıp katılamayacak-ları konusunda onlar adına karar vermeyin. Onların sınırlarını siz belirlemeyin.

    İletişimde dikkat edilmesi gere-ken bir başka husus, kişisel alana saygı gösterilmesidir. Vücudu bir cam küre gibi sarmaladığı varsa-yılan alana “kişisel alan” adı ve-rilmektedir. Kişisel alan; kişiye, statüye ve kültüre göre farklılık gösterebilir. Kişisel alan; mah-rem alan, kişisel alan, sosyal alan ve kamusal alan olarak dört düzeyde değerlendirilmektedir.

    Mahrem Alan: Ten teması içe-ren ve bedenimizden en fazla 45 cm uzaklığa kadar olan bu alana ebeveyn, eş, çocuk gibi yakın ilişki içerisinde bulunulan kişilerin girmesine izin verilir. İnsanlar, bu alanda, seçmediği veya izin vermediği kişiler ile uzun süre birlikte olduklarında

    rahatsız olur hatta öfkelenirler. Kişisel Alan: Dostların, arkadaş-ların, yakın bağlantıda olunan kişilerin kullandığı, samimiyeti ve yakınlığı ifade eden alandır. Yaklaşık olarak 45 cm’den 120 cm’ye kadar olan bir alanı kapsa-maktadır.

    Sosyal Alan: Bu alan, yeni ta-nışılan ya da az tanınan kişiler ile iletişimde bulunulan sosyal aktivitelerde, resmî işlerin yü-rütüldüğü iş görüşmelerinde, alışverişte vb. durumlarda kulla-nılır. Yaklaşık olarak 120 cm’den 2 m’ye kadar olan mesafeyi içerir.

    Kamusal Alan: Tanınmayan kişi-leri içeren alandır. 2 m’den daha uzak bir alanı ifade etmektedir.

    Evet, kişilerarası ilişkilerde alan çok mühim. Amacınız engellile-re yardım etmek olsa bile özel-likle mahrem ve kişisel alanını ihlal etmemeye, izin almadan bedenine, tekerlekli sandalyesi-ne ve koltuk değneğine dokun-mamaya özen gösterin.

    AİLE | Mart 2020

    AİLE-CE

  • 27

    AİLE-CE

    AİLE | Mart 2020

    Zihinsel Engellilerle İletişim• Aracı kullanmadan

    doğrudan kişiyle iletişim kurun.

    • Sözel mesajlarınızın anlaşılabilmesi için basit, özel, dikkatle seçilmiş kelimeler kullanın.

    • Karışık dili, mecazları, dolaylı anlatımları kolaylıkla anlayamayabilirler. Bu nedenle iletişimde açık bir dil kullanın.

    • İçten davranın ve empati kurun.

    • Ses tonunuzu ve konuşma hızınızı kişiye göre ayarlayın.

    Görme Engellilerle İletişim• Görme engelli birisiyle tanıştığınızda, daima kendinizi ve yanınızdakileri tanıştırın.• Başka birisinin aracılığı olmadan doğrudan kendisiyle konuşun.• Normal tonda ve sesle konuşun.• Çevrede olanları ve nesneleri iletişime destek olması için betimleyin. • Görme engelli birine yardım etmeden önce mutlaka “Sizin için yapabileceğim bir

    şey var mı?” diye sorun.• Ne yapacağınızı tam olarak bilmiyorsanız, sizi yönlendirmesini isteyin.

    İşitme Engellilerle İletişim• Başka bir aracı yerine

    doğrudan kendisi ile konuşun.

    • Normal tonda ve ritimde konuşun. Eğer tekrar ederek konuşuyorsanız biraz yavaş konuşun.

    • Kişinin nasıl iletişim kurmayı (işaret dili, jest, yazılı veya sözlü) tercih ettiğini anlamaya çalışın.

    • Ağız hareketlerinizi abartmadan belirgin bir şekilde konuşun.

    • İmkânlar doğrultusunda arka plandaki gürültüyü aza indirin.

    Konuşma Engellilerle İletişim • Basit cümleler ve kalıplar içinde konuşun.

    • Birey konuşurken onun dudak hareketlerine değil gözlerinin içine bakın.

    • Sakin bir konuşma ve dinleme ortamı sağlamaya çalışın.

    • Söylenenleri anlamadığınız zaman bunu ifade edin. Konuşmacı sizin anlamadığınızın farkında ve haberdardır.

    • Söylenenden anladığınızı tekrar edin ve bunun doğruluğunun onaylanmasını bekleyin.

    • Kişinin cümlesini asla onun yerine bitirmeyin ve kelimeleri tahmin ederek cümleyi tamamlamayın.

    Bedensel Engellilerle İletişim • Tekerlekli sandalye kullanan birey ile konuşurken

    sandalyenizi onunkiyle aynı seviyeye getirin. Eğer bu mümkün değilse biraz mesafe bırakarak göz kontağı kurulabilecek bir noktaya gelin.

    • Tekerlekli sandalye, engelli bireyin kendine ait özel alanı, koltuk değneği de özel eşyası olduğundan kişiden izinsiz onlara dokunmayın.

    • Nasıl yardım edeceğinizi bilmiyorsanız kendisine sorun.

  • AİLE | Mart 202028

    Kalabalık bir ailesi vardı. Kardeşleri, kuzenleri onlarca yeğeni ve her biriyle kurmuş olduğu derin ilişkileri ile hayallerini süsleyen bir hayat yaşıyordu. Bir evim olsun başka bir şey is-temem diyordu, kendine ait bir sığınak ve demir atacağı bir li-man. Evi de olmuştu. Şehrin en güzel noktasında saray yavrusu bir evdi. Manzarası, konumu ve komşuları ile narin, şirin, han gibi odaları olan bir evdi. Küçük dünyasında kurguladığı hayal-lerine birer birer kavuşuyordu, her yeni günle birlikte istekle-rine adım adım yaklaştığı za-

    manlardı. Sırtını koltuğa yasla-yıp yaşadığı onca yorgunluğun, çileli geçen ömrünün ardından rahata kavuştuğunu düşünüyor, huzuru ve saadeti bulduğu bu çok kıymetli zamanları keyifle yaşamak istiyordu. Yıllarca ai-lesi için çalışıp didinmiş, nice sıkıntıya, yokluğa, yoksunluğa göğüs germişti. Şimdi yeni bir hikâye yazma zamanıydı.Haya-li, geçmişi unutmak değil ama geçmişten dersler çıkararak önüne bakmak ve ahir ömrünü bir dinginlik içinde yaşayıp ar-dından hoş sedalar bırakarak bu dünyadan göçüp gitmekti.

    16 Mart 2012 günü bir vesileyle doktora gitmek zorunda kalmış-tı. Ailece görüştükleri doktor, birkaç ciddi tahlil yapmayı teklif etmişti. Nereden çıkmıştı bu. Kendini iyi hissediyordu oysa. Biraz yaşlılık, biraz yorgunluktu onu solgun ve hâlsiz gösteren. Başka bir şeyi yoktu ona göre. Yapılan bütün gözlem ve tetkik-lerden sonra hiç beklenmeyen bir sonuçla karşı karşıya kalın-mıştı. Evet, sonuç kanserdi.

    Canevinden vurulmuştu. Yüzü sapsarı kesildi ve oracığa yığıl-dı. Bu hüzün ve acı verici haber, hiç beklemediği bir anda ortaya

    AÇLIKMuhammet Çiçek

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE | Mart 2020 29

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

    çıkmış, bütün yaşama sevincini kaybetmesine sebep olmuştu. Artık hiçbir şey eskisi gibi olma-yacaktı, hayat bundan sonrası için daha güzel görünmüyordu. Bir ümit var mı dedikleri günler başlamıştı. Hayaller, hikâyeler, umutlar, beklentiler her bir şey yeni baştan başlayacak, yeni bir sayfa açılacaktı. Artık düne dair konuşulacak çok bir şey kalmı-yordu, gündem hastalık ve teda-vi üzerineydi, zamanla yarışıyor-du.

    Tetkikler, tahliller, filmler, ilaçlar, iğneler, ameliyatlar… Uzun ve meşakkatli, sonu bilinmeyen bir

    mecraya doğru yol alıyordu. Tam altı yüz yirmi beş gün süren has-talık ve hastane sürecinde, yüz-lerce iğne, morfin, ilaç, serum ve diğerleri. Vücudunda müdahale edilmeyen nokta kalmamış gi-biydi. Hiç bir şey fayda vermiyor aksine gittikçe içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu.

    Hastane koridorlarında bitmek bilmeyen, sonu gelmez uzun gün ve geceler yaşanıyor, yeni adres olarak da hastaneyi kul-lanmak zorunda kalıyorlardı. Bir tek evim olsun başka bir şey iste-mem dediği günleri anımsıyor, şimdi o sıcacık evi uzaklarda kal-

    mışken ona yurt olan hastaneye içli içli nazar ediyordu. Akşamla-rı insanın içini ürperten loş kori-dorlar, karanlıkta kasvet yükle-nen bahçe, gündüzleri insanın düşlerini perdeleyen beyaz du-varlar. Artık evi, hayatı, hayalleri, hikâyeleri hastane olmuştu. O ev de odalar da onun için tabuttan farksızdı.

    Dostları, arkadaşları, kardeşleri ve tüm sevenleri, sanki ev gör-mesine gelir gibi hastaneye ge-liyordu. İnsanı soluksuz bırakan koridorlarda, gün ışığının altın-da dahi insanın içine ferahlık vermekten yoksun bahçelerde

  • AİLE | Mart 202030

    misafirler karşılanıyor, ağırlanıp uğurlanıyordu.

    Günler acı ve ıstırap içinde ge-çip gidiyor, hüzün dolu zaman-lar yaşıyordu. Midesi alınmış, yemekten içmekten kesilmiş, hayata tutunmaya çalışıyordu. Kemikleri sayılabilecek kadar zayıflamış, hastalıkla beraber hızlıca eriyip tükenmişti. Düne kadar her şeyin rahat ve anlam-lı olarak çoğaldığı ve yükseldiği süreçten şimdi gerisin geri dön-müştü. Her şey birer birer elden çıkıyordu. Hastalık gittikçe ar-tıyor ve içinden çıkılmaz hâle geliyordu. Rahat da kalmamıştı huzur da. Her şeyin tadı tuzu değişmişti. Yaşanan her günle beraber artan tek şey hüzün ve gamdı. Zamanını daha çok yata-ğında uzanarak, hareketsizliği seçerek geçiriyordu. Çok karan-lık ve kapalı bir hüzün dünyası-na kendisini hapsetmişti.

    Artık tedavinin bir başka safha-sına geçilmiş kemoterapi alma-ya da başlamıştı. Kemoterapi, ağır bir tedavi şekliydi; iştahtan kesilmiş, yemek yemesi artık eziyet olur hâle gelmişti. Gerek-tiği kadar beslenememe, meta-bolizmanın bozulmasına ve vü-cudunun direncinin kırılmasına sebep oluyordu. Takatten düşü-yor ve ıstırabı gitgide derinleşi-yordu.

    İlerleyen günlerde işin rengi değişti. Tedavinin hastanede yapılan kısmı tamamlanmıştı. Evine dönecek, istirahate de-vam edecekti. Arada sırada yine hastanenin yolu tutulacaktı el-bet ama kutular dolusu ilaçla

    da olsa taburcu ediliyordu işte. Hastaneden taburcu edilip evi-ne döndüğünde ona şifa ola-cak bir tat bir koku aradı. Fakat mutfakta pişen her yemek, bir eziyete dönüşüyordu. Çünkü ke-moterapi ilacının etkisi öyle bir rahatsız ediyordu ki her türlü yi-yecekten tat ve koku olarak tik-siniyor, yemek kokusunu aldığı zaman artık o yemekten asla ağzına vuramıyordu.

    Yeni bir sürece evirilmişti hayat; yemekler dışarıdan, eş, dost, ak-rabalar tarafından yapılıyordu. Hastalıkla beraber yaşanan bu süreç, onun psikolojisini iyice bozmuştu.

    Acı duymuyordu. Açlığı acısını uyuşturmuş, bağrını kemiriyor, sarsıyor, ince ince saplanışlar-la yüreğini dağlıyordu. Ağlıyor, feryadı figanları, yaşlı çığlıkla-rına engel olamıyor, duyanların bağrına saplanıyordu.

    Her gün daha da zorlanıyordu, kilo kaybı hat safhaya varmıştı. Zayıflıktan kemikleri sayılacak duruma gelmişti. Bir deri bir kemik kalmış hâliyle gören in-sanların yüreklerini dağlıyor, gönüllerini yakıyordu. İki bük-lüm zavallı bedeni artık ayakta duramaz hâldeydi. Neredeyse bir çocuk kilosuna kadar düş-müş, tedaviye cevap veremez duruma gelmişti. Yemeğe has-ret kalmıştı. Hararetle yemek istiyordu. Açlığı hastalığına ağır basmış, ağır bir külçe gibi üzerine çökmüştü. Dizlerinin bağı çözülmüş, dayanacak gücü kalmamıştı. Bitkin ve oldukça düşkündü. Önüne gelen hiçbir

    şeyi yiyemiyor, kokusu ve tadı acı geliyor, içini bulandırıyordu. Aç yatıyor, güne aç başlıyor, öğ-leni aç geçiyor, aç acına akşamı ediyordu. Gıdaya hasret kalan bedeni, dayanılmaz bir hâl al-mıştı, güçsüzdü ve kıvranıp du-ruyordu. Gözlerindeki düşkün ve mahzun ifade günden güne derinleşiyordu.

    Bütün bu kötüye gidiş ve olum-suzluğa rağmen sevdiklerine bunu hissettirmemeye ve güçlü görünmeye çalışıyordu. Hasta-lığın sebep olduğu yemekten yoksunluk ve açlık belini bük-müştü. Ayakta kalmakta zorlan-maya başlamış ve neticesinde yatağa mahkûm olmuştu.

    Gözleri ne kadar yorgun olduğu-nu gösteriyordu, yatağına yatıp bakışlarını uzak bir noktaya di-kerek “Beyefendi,” dedi, “gel he-lalleşelim, anladım ki benim bu dünyadaki rızkım kesildi.”

    Yüreklere işleyen sözler sarf ediyordu. Canı acıyor, sızlıyor, kendini savunmasız hissediyor ve olanca varlığıyla o anda ıstı-rabın son demlerini yaşıyordu.

    Yüzünde acı dolu bir ifadeyle etrafına baktı, gözlerini uzak bir noktaya dikip sabitledi. Sanki bakışları; duvarları, kapıları, his-seden kalpleri, delip geçiyordu. “Bu dünyadan gidiyorum.” dedi ve gözyaşlarını göstermemek için yumdu gözlerini, dişleri-ni sıktı ve acı bir hatıra olacak, unutulamayacak ve hafızalar-dan silinemeyecek o söz, gözle-rinden yaşlar süzülürken son bir çabayla dökülüverdi ağzından: “Açım beyefendi, açım…”

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE | Mart 2020 31

    KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

  • AİLE-CE

    AİLE | Mart 202032

    Hürrem IrmakPsikolojik Danışman

    ÇOCUKLARDA DİN VE AHLAK EĞİTİMİ

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

  • Bir birey olarak kabul edilen, saygı ve değer gören; affetmek, özür dilemek, yardım etmek, dürüst, adil ve merhametli olmak gibi en temel insani değerleri anne

    ve babasının erdemli davranışlarını gözlemleyerek özümseyen çocuk, inanç gelişimi için sağlam bir zemin

    oluşturur.

    AİLE-CE

    AİLE | Mart 2020 33

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

    İnsan için sağlıklı bir beden ne kadar ihtiyaçsa sağlıklı bir ruh da o kadar ihtiyaç-tır. Yeme, içme ile bedenini besleyen insan inançları ile de ruhunu besler. Nurettin Topçu, Türkiye’nin Maarif Davası ese-rinde inançların kaynağı olan dini “Din, bütün duygularımızla hareketlerimize ve bütün var-lığımıza sindirilmesi gereken bir kültürdür, bir aşıdır, damar-larımızda dolaşan ve insanlarla temasımızda kendini gösteren bir cevherdir.” sözleriyle tanım-lamıştır.

    Çevresi tarafından hiçbir şekil-de yönlendirilmeyen bir çocuk dahi yeterli zihinsel olgunluğa eriştiğinde evrenin yaratılışı-nı, varoluşun sebebini merak edip içsel sorgulamalara baş-lar. Bu gerçekten yola çıkan din psikolojisi, inancın içgüdüsel bir gereksinim olduğu sonucu-na varmıştır. Hz. Muhammed (s.a.s.) ise “Her doğan fıtrat üze-re doğar. Sonra anne babası onu Yahudi yahut Hristiyan veya Mecusi yapar…” (Müslim, Kader, 22) sözleriyle insanların dinî inanca elverişli olarak dünyaya geldiği-ni işaret eder.

    Din Eğitiminde Karşılaşılan Hatalar

    Ailelerin çocuklarını da sahip ol-dukları inançlar doğrultusunda yetiştirebilme istekleri, özellikle korku ile eğitimin yaygın olduğu toplumlarda baskı ve zorlamaya dönüşüp kalıcı hasarlara sebep olabiliyor. Bu şekilde verilen din eğitimleri, bırakın fayda sağla-mayı ruh dünyasına zarar verip çocuğu dinden soğutabiliyor. Bu kalp soğukluğunun neticeleri ise ateizm ve deizme kadar va-rabiliyor.

  • AİLE | Mart 202034

    Karşılaşılan bir diğer hata ise anne babanın, temel inanç eği-timini verme sorumluluğunu üzerlerinden atıp üçüncü şa-hıslara yüklemeye çalışması. Yapılan araştırmalar, çocuğun dinî tutum ve inanç sisteminin gelişmesinde en etkili kurumu aile olarak gösteriyor.

    Bir diğer hata da din eğitimini ahlaki değerlerin üzerine te-mellendirmeyip ezbere ve şekil kalıplarına indirgemek. Kimi ebeveynler bu hataya düşüp ya-lan söylememek, yardımsever olmak, cömert olmak gibi temel insani değerleri öteleyip çocu-ğunu ezbere indirgenmiş bir din eğitimine tabi tutabiliyor. Ezbere indirgenmiş din bilgileri özümsenmiyor, hâliyle de haya-ta aktarılamıyor. Nurettin Topçu da bu durumu, “Dinî tatbikata ait kaidelerin öğretilmesi, çocu-ğa dinî ruh ve hürmet aşılaya-maz.” sözüyle özetliyor.

    Bir Hayat Şekli Olarak Din Eği-timi

    Din eğitimi, çocuğun hayatında belli bir dönem verilen, saatle-re bölünmüş, müfredata indir-genmiş bir eğitim değildir. Din eğitimi temelinde ailede kazan-dırılan, evin doğal atmosferi ile hayatın her aşamasına yerleş-miş olan bir kalp eğitimidir.

    Bir birey olarak kabul edilen, saygı ve değer gören; affetmek, özür dilemek, yardım etmek, dürüst, adil ve merhametli ol-mak gibi en temel insani değer-leri anne ve babasının erdemli davranışlarını gözlemleyerek özümseyen çocuk, inanç gelişi-mi için sağlam bir zemin oluş-turur. Ebeveyn olarak çocuğa rol model olabilmek her konuda ol-

    duğu gibi din eğitiminde ailenin birincil görevidir.

    Anne babaların kendi hayat-larına yerleştiremedikleri bir şeyi çocuklarından beklemeleri afaki bir istektir. Çocuk, kula-ğıyla değil gözüyle öğrenen bir

    varlıktır. Anne babalar çocukla-rında görmek istedikleri davra-nışları kendi hayatlarına yerleş-tirmeli, kal dilindense hâl dilini tercih etmelidirler. Tüm bunlara dikkat edildiğinde çocuk yaş ve zihinsel gelişimine göre çevre-sinden edindiği dinî bilgiler ile kendi inanç gelişimini gerçek-leştirir.

    Yaşa Göre Muamele

    Doğru din eğitimi için dikkat edilmesi gereken en önemli

    nokta, çocuğa yaşına uygun ola-rak davranabilmektir. Nasıl ki bir çiçek çok sulandığında ölür-se çocuklara da yaşlarına uygun olan bilgiden fazlası verilmeye çalışıldığında netice alınamaz.

    Çocuğa din ve ahlak eğitimi ver-mek için en uygun dönem, çocu-ğun kişiliğinin oluştuğu 0-6 yaş ve öğrendiği bilgileri içselleş-tirmeye başladığı 6-11 yaş ara-lığıdır. Bu yaş aralığında ekilen tohumlar zamanı geldiğinde kendiliğinden yeşerecektir.

    Bebeklik Evresi (0-2 Yaş): Be-beklik evresinde kazanılması gereken en temel gelişim özelli-ği anne ile güvenli bağ kurulma-sıdır. Bu evredeki çocuğa oku-nan ninnilerde dinî ögelerden yararlanmak, birer ikişer keli-melik dinî kavramları öğretmek faydalı olur.

    İlk Çocukluk Evresi (2-6 Yaş): İlk çocukluk evresi, din eğitimi için en kritik zamandır. Bu evredeki çocuklar anneye bağımlı olmak-tan kurtulurlar. Bu bağımsızlık hissiyle beraber çocuk kendi-sini her şeyin merkezinde san-dığı egosantrik davranışlarıyla ön plana çıkar. Ön ergenliğe de benzetilen bu dönemde çocuk her istediği hemen olsun ister.

    Bu evrede dikkat çeken başka özellikse taklitçiliktir. Çocuk âdeta bir fotoğraf makinası gibi çevresindeki her şeyi kaydedip etrafındaki kişileri taklit eder. Bu sebeple ebeveynler din ve ahlak eğitimi vermek istedikleri çocuklarını kendi ahlak gelişim-leri için bir tekâmül vesilesi ola-rak görüp çocuklarına doğru şe-kilde rol model olabilmelidirler.

    Bu yaş döneminde “Bu ne, bu kim, niçin, neden, nerede?” gibi

    Çocuğa din ve ahlak eğitimi vermek için en uygun dönem, çocuğun kişiliğinin oluştuğu 0-6 yaş ve öğrendiği bilgileri içselleştirmeye başladığı 6-11 yaş aralığıdır. Bu yaş aralığında ekilen tohumlar zamanı geldiğinde kendiliğinden yeşerecektir.

    ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

  • çocuğun zihinsel gelişimini güç-lendiren soruların ardı arkası gelmez. Verilen cevaplara ise itiraz etmeden inanır. Bu nokta-da çocuğun sorularını sabırlı bir şekilde cevaplamak, cevaplarda ise açık ve anlaşılır bir dil kullan-mak önemlidir.

    Bu yaş grubundaki çocuklar he-nüz soyut konuları algılayamaz. Soyut düşünme yetisi gelişme-diği için Allah’ı antropomorfik yani insani özelliklerle hayal eder. Ona göre Allah büyük, güçlü, devasa bir varlıktır. Çocu-ğun bu söylemlerinden, tasvir-lerinden rahatsız olan ebeveyn onu azarlayabilir. Fakat yanlış bildiği konularda azarlanan ço-cuk, dinî konulara olan ilgisini yitirebilir. Bu noktada çocuğun bilişsel gelişiminin soyut ko-nuları idrak etmede yetersiz kalacağı gerçeğini göz önünde bulundurarak çocuğa anlayışla yaklaşmak gerekir. Bu dönemde çocukların dikkat çeken diğer

    bir özelliği ise akıl ve mantık-tan ziyade duygularıyla hareket etmeleridir. Dolayısıyla çocu-ğun duygu dünyasına girmeye çalışmak, ona dinî kavramları öğretmekten ziyade sevdirmek asıl gaye olmalıdır. Bu sevgiyi oluşturmanın en pratik yolu ise oyundur.

    Oyunlarla beraber hikâyelerle temel ahlaki değerlerin içsel-leştirilmesini sağlamak gerekir. Din büyükleri ve örnek şahsiyet-lerin hayatlarının çocuğa hitap edecek şekilde verilmesi hâlin-de çocuk bu kişilerle daha kolay özdeşim kurar.

    Son Çocukluk Evresi (6-12 Yaş): Bu evre, çocuğun bilişsel ve sos-yal anlamda yetişkinliğe geçi-şinin zeminini oluşturur. Zihin kapasitesi yavaş yavaş gelişen çocuk, evrenin sonuna doğru soyut konuları anlamlandırma-ya başlar. Öğrendiği dinî bilgile-ri sorgular, anlamlı bir hâle ge-tirip içselleştirir. Bu açıdan son

    çocukluk evresi taklidî imandan tahkikî imana geçişin ilk basa-mağı kabul edilebilir.

    “Çocuğun sosyokültürel doğu-mu” olarak da adlandırılan bu dönemde cemaatle gerçekleşti-rilen ibadetler ayrıca önem arz eder. Cuma namazları, bayram namazları gibi ibadetlerle cemi-yet duygusu güçlenir.

    Çocuk, evrenin başında otori-te olarak aileyi kabul ederken dönemin sonlarına doğru ise öğretmenlerini, arkadaşları-nı otorite kabul etmeye başlar. İçinde bulunduğu sosyal çevre de ahlak gelişimi için en temel yönlendirici etkene dönüşür. Bu sebeple çocuğun arkadaş çevresi tanınmalı, nezih sosyal çevrelere dâhil olması için çocuk yönlendirilmelidir.

    Bu evrede dinî ve ahlaki değer-ler edebiyat ve tarih vasıtasıyla da aktarılabilir. Çünkü �