emeĞİn sanati e-dergİ 172. sayi

112
Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:9 Sayı:172 Ekim 2015

Upload: ali-ziya-camur

Post on 24-Jul-2016

257 views

Category:

Documents


10 download

DESCRIPTION

Ekim / 2015

TRANSCRIPT

Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Aylık Sosyalist Sanat E-Dergisi Yıl:9 Sayı:172 Ekim 2015

Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER

ÖN KAPAK1

PABLO NERUDA DİYORKİADNAN DURMAZ

GÖRSEL 2

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 171.

MERHABASUNU YAZISI

4BU SAYININ SAVSÖZü

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL5

Halk anaADNAN DURMAZ

ŞİİR6

TaşFEYYAZ KADRİ GÜL

ŞİİR8

kan revân dünyaTAN DOĞAN

ŞİİR9

Terk Ed(il)işMUHAMMET DEMİR

ÖYKÜ11

Savaş Kapitalizmin OyunuBÜLENT HANKARİKATÜR

15Her Yer Kan

ASIM GÖNENŞİİR

16Çağrılı GeldimALİ ŞENTÜRK

18Mavi İncir Kuşu

NEVİN KOÇOĞLUŞİİR

20Ekmek Arası Köfte

NECMETTİN YALÇINKAYA ÖYKÜ

21Yenemezsiniz

BÜLENT AYDINELŞİİR

23

Ankara’ya Sorun Ölümü!İRFAN SARİŞİİR24Hırsın ve Kinin ZaptındayızBEKİR KOÇAKŞİİR27Barış Nedir Kardeşim?ERCAN CENGİZŞİİR28Nesim AmcaGÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ29Dik Duralım OğulHAYDAR DOĞANŞİİR31Haykırışlarım-1HALİL MANAPŞİİR32SiperMELİH COŞKUNŞİİR33Cinayet GüzüJOSEF KILÇIKSIZŞİİR34Barış Çağrısı MERİÇ AYDINŞİİR35Balkonlara Asılmış BiberlerKAMURAN ESENÖYKÜ38Boransa EsenHASİBE AYTENŞİİR39Yas ÇiçekleriABDULLAH KARABAĞŞİİR40ÖfkeGÖKMEN SAMBURŞİİR41Fakir Baykurt, Anılar Ve Köy.....YAVUZ AKÖZELANI/ARAŞTIRMA

42Dönen Çarkın OyunlarıBEGÜMHAN VARLIK

KISA YAZI51

Düşlerin Ötesini SöyleBURCU TÜRKER

ŞİİR52

Ödlekliğe Devrimci Bir SeslenişALİ HALDUN HAKMAN

ŞİİR53

SiyahTEMEL KURT

ŞİİR54

Memlekette Son DurumSEMA LALE

ŞİİR55

Sanat Sokağın Sesi, Başkaldıran Çığlığıdır

TEMEL DEMİRER İNCELEME

56GecelemelerCEM EREN

ŞİİR66

Atıyorum Umutları HAMZA İNCE

ŞİİR67

an karaÖZER GENÇ

ŞİİR68

Hüzün, Acı, İsyan, Öfke, Sevgi, Özlem

ADNAN DURMAZDENEME

69Kaosun İçinde Savrulan Gerçekler

BEGÜMHAN VARLIKKISA YAZI

70Koyunlar Ya DaNECİP TIRPAN

ŞİİR71

Haklısın CheMUAMMER ERTURAN

ŞİİR72

Şafağı Kirletilmemiş Ufuktur ÖzlemALİ ZİYA ÇAMURDENEME73Yaşamak DirenmektirAHMET BAYGÜMÜŞŞİİR75Artık Hiçbir Ölüm Seni Bu Kadar AcıtamazOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR76Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ78Yaşam ve Sanatta Bir Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA79Ekim Ayında Önemli Günler86SOVYETLER BİRLİĞİ ŞİİRİ105Ekim 1917VALERİ BRİUSSOV ÇEVİRİ ŞİİR106SanatçıALEKSANDR BLOKÇEVİRİ ŞİİRBenim ŞiirimDEMYAN BEDNİÇEVİRİ ŞİİR108KonuşmaYEVGENİ YEVTUŞENKOÇEVİRİ ŞİİR109Dünya Şairleri(İspanya) Kısa BiyografisiKÜNYE110RİTSOS DİYORKİADNAN DURMAZGÖRSEL111Çocuklar İçin FaşizmERGİN GÜNÇEKONUK ŞİİR112

ABDULLAH KARABAĞADNAN DURMAZALİ HALDUN HAKMANALİ ŞENTÜRKAHMET BAYGÜMÜŞASIM GÖNENBEGÜMHAN VARLIK

BEKİR KOÇAKBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELBÜLENT HANCEM ERENERCAN CENGİZFEYYAZ KADRİ GÜL

GÖKMEN SAMBURGÜLEFER C. SAVRANHALİL MANAPHAMZA İNCEHASİBE AYTENHAYDAR DOĞANİRFAN SARİJOSEF KILÇIKSIZ

KAMURAN ESENMELİH COŞKUNMERİÇ AYDINMUAMMER ERTURANMUHAMMET DEMİRNECİP TIRPANNECMETTİN YALÇINKAYA NEVİN KOÇOĞLU

OĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇ SEMA LALETAN DOĞANTEMEL DEMİRER TEMEL KURTYAVUZ AKÖZELALİ ZİYA ÇAMUR

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 172. MERHABA

Merhaba,Biraz gecikmiş de olsak gene karşınızdayız. Geçen sayımızda Suruç katliamını kapağa çıkartmıştık,yine bir başka kanlı katliam, barış için yola çıkanları katletti...Yüz civarında dostumuz, yoldaşımız,kardeşimiz kanlı katiller tarafından katledildi. Yüzlercesi yaralandı. Tek dertleri amaçları, barış içinyürümekti...Yüksek sesle barışı dillendirmekti...

Bir kez daha kanadık, bir kez daha öldük.... Kimbilir faşizmi ortadan kaldırana kadar daha kaç kezöldürüleceğiz, katledileceğiz... Şimdiden görebildiğimiz tek şey, zulme, faşizme karşı mücadelebayrağını daha da yükselteceğiz, yükseltmemiz de gerekmektedir... Ama daha dikkatle, daha titiz,faşzimin saldırılarına karşı daha gereken tedbirleri alarak.....

Bütün bu koşullar içinde hâlâ edebiyatı çözmeyi gerektiren bir şifre olduğunu ileri sürenleri de şifreleriylebaşbaşa bırakarak, bizlerin bu faşizme karşı yükseltilecek mücadelenin içinde yer alması bir gereklilik,bir zorunluluktur. Bunun gerçekleşmesi için de, şairin, yazarın olayların önünde gitmesi yolun ilerisiniaydınlatması gerekmektedir.

Bu konuda önemli bir kılavuz, Friedrich Engels’tir: “Taraf tutucu edebiyata hiç de karşı değilim.Tragedyanın babası Aiskhylos da, komedinin babası Aristophanes de kuşkusuz taraf tutan şairlerdi;Dante ve Cervantes de öyle... Fakat şuna inanıyorum ki yazarın tarafgirliği açıkça ortaya konmamalı,yapıttaki durumdan ve eylemden çıkmalıdır.”

Bu açıdan, edebiyat; insanlığın özgürlük mücadelesinin önüde giden meşalesidir. İşte o zaman edebiyatbir “gölge oyunu” olmaktan çıkacaktır. Salt perdenin önünü değil, hayatı aydınlatacaktır. Bırakın onlar,yalnızlıkları arasında yolculuk etmeyi sürdürsünler, edebiyatı edebiyat yapan şey, insanî açısındanyazılmış olmasıdır. Nermi Uygur’un vurguladığı gibi: “Uyuttuğu için değil, tam tersine uyandırdığı içinmutluluk saçar edebiyat..”

Sözün özü, edebiyatçı, çağının tanığı değil, bilinci olmak zorunluluğundadır. Böyle bir edebiyat, bizi herzaman özgürlüğe yükselten basamaktır; baskı ile doğabilecek bir dehşetten , bir umutsuzluktan; birkinden, kurtarıcı bir güçtür. Nitelikli edebiyat böylece yenilgiyi üstlenmeyi de reddeder...

Yaşadığımız bu düzenin yarattığı sevgisizliğin, bencilliğin, acımasızlığın, hoşgörüsüzlüğün, bireyci açgözlülüğün ve birbirimize yabancılaşmanın karşısında durur edebiyatçı. Ama diliyle, biçemiyle, özüyle,işleviyle başarmak zorundadır bunu.. Bu açıdan edebiyat eseri, yaşama yönelik sorular sormalı, yenisorunlar üretmeli ve bunların çözümlerine farklı yaklaşımlar sunabilmelidir.

Nihat Behram’a hak vermemek mümkün mü? “Yaşadığın şeyin üstüne çıkmak için. Altında kalıpboğulmamak için. Ayakta durabilmek için. Yüreğimi haykırabilmek için. Düşmanıma karşı savaşabilmekiçin. Dostumun yanıbaşında olabilmek için. Acıma kuvvete dönüştürmek, sevgimi itiraf edebilmek için.Hayatta yaşama dair her şeyin acemisi gördüğüm kendimi biraz olsun ustalaştırabilmek için...Yazıyorum!Kısacası yazdığım şey benim için bir yaşama silâhı oluyor.”

EMEĞİN SANATI

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZÜDünyayı en iyi yaşayan, düşünebilmeyi, duyabilmeyi iş edinmiş, düşünmeye,duymaya, yaratmaya kendini koşullamış sanatçı takımı dünyayı yönetmeyekalkmayacak da, alırım beşe de satarım ona ya koşullanmış, bu yüzden dehastalanmış kafalar dünyayı yönetecek öyle mi? Bunu böyle düşünmek,böyle sanmak bir düşünce adamı için de, sanat adamı için de alçaklığın, ikiyüzlülüğün dikâlâsıdır. Onursuzluktur. Gelin görün ki bir kısım sanatçılar,söz sanatını bile, söz sanatı salt anlatımdır, diye onu özünden koparıpkişiliğinden alıp ölü hâle getirmek istiyorlar.

Söz sanatı, dünyayı dünya yapan bir sanattır. İnsanın kanında olduğundandolayı da en etkili sanattır. Bu sanatı bir ölüler yığınına indirgemek insanlığaen büyük hayınlıktır. Bu insan için döğüşen sanatı, tarih boyuncadöğüşmüş sanatıbir takım oyunlarla in sanlığın elinden almak, hem dealçalarak, sanatçı dünyaya, politikaya karışmaz, üstünde kalır diyerekelinden almak hayınlıktan da öte bir şeydir.

Sanat, başı belâya girmişm dünyamızda eşitlik ğiçin, barış için döğüşecek.Halkların arasında, onlarla birlikte, bütünüyle dünyaya karışarak, bukarışmaktan zenginleşerek, yeni biçimler yaratarak, yeni biçimler ancakyaşama katışarak yaratılabilir, gerisi fıkaralaşmak olur.

Sanatı, daha da çok söz sanatını özelliklerinden ayırarak düşünmek , oyunadüşmektir. Sanatçı çıkarcıların yanında olamaz. Çağımız böyle bir çağdeğildir artık. Sanatçı, bütünüyle yaratıcılığın, yaşamın, dünyamızınyaratıcıları olan emekçilerin yanındadır. Kıyıya, kendi sınırlarına, sınırı, saltbir sınır varsa, olduğunu hiç sanmıyorum, çekilemez. Sanat ancak heryönüyle, yaşama, dünyamıza karışarak, dünyamızın yaratıcıları emekçilerinyanında olarak işlevini yertine ancak getirebilir. Dünyayı kafaları yüzyıllardır alırım beşe de satarım onaya koşullanarak hastalanmışbezirgânların yönetimine vererek değil.

Politika içindesin, kaçmayacaksın. Ve politikaya gireceksin. Bu bir sanatçınınonur sorunudur da. Bu, insanlığın da onur sorunudur.

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİLMilitan Dergisi, Şubat, 1975

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

HALK ANA

sevincin uğur böceğiydingülüşün dolaşırdı sevginin yapraklarındacanım balam- petek balım-tomurcuğumdaha ere varıp gelin olmadansana patikler örmüştü anan

küçük kızım al boncuğumyuvaların esenliğisümüklü sevincim benimsen öyle büyüdün iştekeder dalının şenliği

delişmen sulara döndün bir zamanoralarda yaralıdır topraklarterli ay altında ışık büyüdünyıdızlar bulaşmıştır kalbinebin çiçeğin özsuyu terinde akarergendingiyindin bin yamalı bir hayatıilk gençliğin ayaz çalmış kepirin poyrazındaöksürüğe zatürreye kızamığa direndin

sarı gök altında bin renkli bulutkalbindir seninekinler içinde bir başaktın sençiçeklerin şahı aynında açarerken düşmüş sevda gözün yollaragah gurbette baban gâhi yavuklunömrün erken düştü el kapısınaoralarda sevdalar kilit altındaoralarda gönül yâre verilirvarsın gitsin nere gitse onunduristerse gurbetten dönmesin geriaht-ı peyman edip kavil kurulmuşölüm bile ayıramaz insanısarı başakların dengiince baharın ahengiböyle genç kız oldun işte aşka nişanlı

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ergen olamadan ere verdileral bir taflan kopuverdi dalındangenç kız olamadan gebe dedilerkimin ölüp kaldı dağlar ardındakara dağlar kar altına gark olmuşkimin dokuz tane bebe dedileryazgısı ananın aynıyla vakierini yitirdin at tepmesindenkimisi gurbette kalmış ölüsüyılan çiyan deliğine el soktunekmek atlı insan yaya dünyadauzak cephelerde kalmış kaç kuşakesamisi bilinmemiş nicoldu“kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda”

doğmadan büyümüş mılığı yıkıkfistanı yamalı düşleri sökükergen kız kocamış bükülmüş belideğmemiş yârine kınalı elimezar taşlarına benzer susuşuey ana sen kara başı kara yazgı yaftasıkara bağrına da kara taş basancellat düzenlerde doğuştan tutsaksatılır alınır karavaş mısınkutsal diye diye kurtlar elindeyalın ayakların pabuç bilmemiştabanların bin bir yarık içindecennet ki onların altında mıdırözgürlük boynuna dolanmış urganinsanlık dikenle basılmış yorganadalet kollarında zincir kesilmişoğul kopartmışlar memelerindenyüreğini pay etmiş de yemişlerkızlarını paralamış çakallaryine de analar kutsal demişlerbu mudur özgürlük böyle midir hak,yaşamadın işte bir günceğizcikey ana seney halk ormanıkalk direş bu zulum devranlarınadirgen parmaklarını çıkart sabırdaney halk anaayağa kalk

ADNAN DURMAZ

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

TAŞO taşı kuyuya attın atalıuyku kalmadı kimsede

Çiçeksiz bir bahçedearılar b.k böceğine dönüştü

Yeşil rengi yapraklarınkan rengi bir söylencede

Ay kuyuya düştü degözümüzün feri söndü sanmayın

Çocukların gözünden kaçmaz' kral çıplak ' derler yine

Kötü bir tohum iştekaygı üreten dişilikte

FEYYAZ KADRİ GÜL

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

tan doğan

kan revân dünya“bütün savaşları dövüşemeyecek kadar korkak olan bu yüzden de kendileri adına

dövüşmek içindünyanın gençlerini cepheye süren hırsızlar çıkarır” / emma goldman (1869-1940)

“tüm savaşlar iç savaştır çünkü tüm insanlar kardeştir” / françois fenélon (1651-1715)

“iyi bir savaş, kötü bir barış hiç olmamıştır” / benjamin franklin (1706-1790)

“savaşta verilen ilk kayıp gerçektir” / aeschylus (MÖ.525 - MÖ.456)

“savaş yüreklilik değil korkaklıktır” / edmund burke (1729-1797)

“savaşı zenginler çıkarır yoksullar ölür” / jean-paul sartre (1905-1980)

“barış sorunları çözmek ve uzlaşmak demektir” / edmund burke (1729- 1797)

“birisi barışı başlatmalı tıpkı savaşı başlattığı gibi” / stefan zweig (1881-1942)

kör kurşunaskerler siya(h)seten

kamuflajlı sabotaja gebebir çocuğu vuruyorlar oynarken:

“sobe”

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

kan revân parkçıkar peşinde erk

dönüyor çarkana-baba: evi terk

yer: şark-ı cenubî:

“ölüyorum asker abimelek mi olacağım dersin

oynamadan körebe…”

kör kurşunaskerler siya(h)seten

öldürürler-ölürlerdünya’nın her yerinde

“başkan sağ olsunparti sağ olsun

vatan sağ olsun”diye diye bile bile pisi pisine

kurşun: köroyun: terör

kârûn: başaktör

ırk dil din… dolar euro sterlin… petrol su toprak… çıkar çıkar çıkar… savaş çıkacak-çıktı:

neçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıdinneçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıdolarneçok

neçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıeuroneçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıtoprakneçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıpetrolneçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanaktıçıkarneçokkanaktıneçokkanaktıneçokkanakt

ısavaşneçokkanaktıneçokkanaktıerkneçokcanöldüöldürülüyor

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

TERK ED(İL)İŞMuhammet DEMİR

Evet, doğru söylüyorsun. Hepimiz bir yere aitiz. Bunu yıllar sonra anladım. Aşağıdaki öyküde bunu anlatıyor.

Annemin elleriyle yaptığı gecekondumuz yıllar boyunca annemin, babamın, benim ve ikikardeşimin en güzel anılarının geçtiği adeta bir mabet olmuştu. Yıllar içinde bu gecekonduda bizimle birlikte yaşlanmıştı. Hepimiz teker teker terk etmiştik oysa bu evi. Ama ben,eşim ve küçük kızım yılar sonra tekrar bu eve yerleşmiş ve bizim yerleşmemizle birliktegecekondumuzda içine düştüğü o terk edilmişlik duygusundan sıyrılmış, tekrar hayatabağlanmıştı. Çünkü bugün biliyorum ki gecekondumuzda bizimle birlikte yaşıyordu, bizimlebirlikte ve anılarımızda. Bugün işte yine terk ediliyordu. Terk ediyordum bu kez ve bu sonkezdi. Başka bir şehirde iş bulmamış olmasam ne diye terk edecektim ki kendisini. Bu herköşe bucağını bildiğim. Özenle koruduğum evimi, evimizi. Bu ev ve mahalleyi… Nihayetnakliye kamyonuna eşyalarımız yerleştirilmiş ve kamyon yola koyulmuştu. Son bir defadaha gecekondumuzla vedalaşmak için ardıma baktığımda benim gibi gecekondumuzuniçin için ağladığını hissettim. Oysa bu gecekondu da ve bu mahallede ne de çok şeyleryaşamıştım.

Hatırlıyorum da o haziran gününde gök gürlüyor bir yaz yağmuru için doğa hazırlanıyordu.Ben en sevdiğim arkadaşım ve kardeşimle birlikte bir kamyon kasasının altına sığınmıştık

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

yağmurdan kaçmak için. Yıldırımı duymuştuk ders kitaplarımızdan ve küçük bir çakım vardıbir seferinde anne annemleri ziyaretten anne annemin bana hediye ettiği kemik saplı birçakı. Çocukluk işte. Ya yıldırım düşerse diye çekine çekine pantolonumun cebine sokuparkadaşıma gösteriyordum. Çalı çırpı yontuyorduk ortanca kardeşimle. Çakıyı nöbetleşekullanıyorduk. Ortanca kardeşimi o kadar çok seviyordum ki. Annem yeni bir kardeş dahadünyaya getirecekmiş o gün bilmiyorduk tabiî ki. Küçük kardeşimiz işte o yaz yağmuruylabirlikte geldi.

Yağmurun ilk damlaları yere değdiğinde ortalığı mis gibi toprak kokusu sarardı, insanı delieden bir koku. Hala benim için o günkü bu toprak kokusu en güzel kokudur. Biz çocuklaryağmur sonrasını o kadar çok severdik ki. Hemen sokağa çıkar. Bir ağaç dalını ama en inceve sağlam olanını seçer. Yerdeki çamurdan bir topak yapar ve çubuğun ucuna takarak enuzağa fırlatmaya çalışırdık. En çok da ortanca kardeşim severdi. Bu masum oyun anındamahalleler arası bir çamur savaşlarına dönüşürdü. Duvarlar, camlar, kıyafetler benek benekçamura bulanırdı. Hâlbuki gecekondumuzun duvarını ve tüm gecekonduların duvarları dahayeni badana etmiş edilmiş olurdu. Annem kirecin beyaz rengini ve boncuk maviyi severdi.Kim bilir belki de nazar değmemesi için bize ve ailemize. Çamur savaşını her zamanyapmazdık. En sıklıkla pes dediğimiz bir oyun oynardık çamurla. İnşaat ustalarının tabiriyleyirmilik çivi bulurduk bir yerlerden. Bu bir tahtadan veya komşunun çitinden kesermarifetiyle söktüğümüz bir çivi olurdu. Bulabildiğimiz düz bir yerde eğri büğrü ve paslıçiviyi keserle yahut taşla düzeltirdik. Ve bu işlem bahçesinin çitinin tahtasından aşırdığımızçivi için komşu tarafından yakalanma ihtimalinin korkusu ve adrenaliyle bir çırpıdagerçekleşirdi. Pes dediğimiz oyun basitçe yağmur sonrası ıslanmış toprağın üzerine çiviyisaplamak ve diğer oyuncunun yolunu kesmek şeklinde ilerlerdi. Onun çizgisine saplamakveya onun alanına geçmekle de pes olunmuş olur ve yenilirdik. Ya da yenerdik. “Tıpkıhayat gibi…”

Bugün o günleri düşündüğümde yukarıdaki son cümle gibi her şey tıpkı hayat gibiydi. Yineyukarıda size cereyanlar kesildiğinde annemin bize masallar anlattığını söylemiştim. İşte oanlarda annemin mum ışığında kardeşlerimle birlikte bana anlattığı masallarda geçerdi“Kafdağı” bir de çocuklarla aramızda oynarken yani ebeyi seçerken – bugün için iğrençgelebilir ama- bir tuğla parçasının bir yanına tükürüp havaya attığımız taşın “Kaf mı?” yoksa“Tura mı?” sorusu ile karşımıza çıkardı. Sonraları o çocukluk evresinden çıkıp da sosyalhayatın gerçekleri ile yüz yüze geldiğimizde yani artık “uyu çocuğum uyu / yen gözündenuykuyu / masallarda kaldı artık yedi başlı ejderha” şarkısını kalabalıklarla birlikte söyleyipdinlerken kendimi bulmuş ve eyleme geçmiştim bile. Biz çocuklukta bilmeyerek hayatın Kafve Tura gibi iki yüzünün iki seçeneğinin olduğunu gördük. Başka tonlar yanıltıcıydı. Evet,indirgemeci olarak suçlanabilirim sen okuyucu tarafından ama böyle. Gerçek gerçekten deböyle. Yani evet aslında artık annemin masallarındaki o “Kafdağı” benim için unutulmuşdeğildi elbette. Ama ben bu sefer o “Kafdağı” nın ardındaki ülkenin veya her neyse,nereyse oranın fethine cüret etmeye yoldaşlarımla birlikte başlamıştım.

Kafdağı’nın ardında ne olduğunu kimse bilmiyordu. Sadece tahminlerde ve iyi niyetlerdebulunuyorduk. Hele bir oraya ulaşalım diyorduk. Oraya ulaşmak için her türlü yöntemi

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

denemiyorduk elbette. Mevcut toplum düzeninin belirlemiş olduğu çerçeveyi zorlamaya, bumevcut toplum düzenindeki olumlulukları almaya özen gösteriyor. İrrasyonel olan her türlüfikir ve uygulamaları ise hem reddediyor, hem de terk ediyorduk hızla. Hızla hemevrimleşiyor, hem de kendimizde devrimler gerçekleştiriyorduk. “Devrim” evet tılsımlıkelime buydu bizim için. Yani benim için öyleydi demek daha doğru olur. “Ne tanrı, nedevlet, ne okul, ne din, ne ordu, ne aile” diyorduk(m). Tüm otoritelere otoriter kurumlarakarşıydık(m). Benim baş tacı kitabım Marks ve Engels’in “Komünist Parti Manifestosu” ilebirlikte Althusser’in “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” olmuştu. Aile “Burjuva” birkurumdu. “Burjuva” ve hele hele “Küçük Burjuva” lafı bizim en önemli küfrümüz olmuştu.Oportünist ve Menşevik ile birlikte ve de Liberal ve Konformist ile birlikte elbette. Amadaha dün gibiydi çocukluğumuz ve çocukluğumuzdaki birbirimize ettiğimiz çocukçaküfürler. “Ana avrat” sövmeler. Ama ben çok nadir küfür etmişimdir. Kendimi aklamak içindemiyorum bu gerçekten de böyle. Ben beklide küfür öğrenme yaşımı çok raşitik birortamda yaşadığım, geçirdiğim için bu böyle. Hedefimiz o günlerde Ateş-İnsan olabilmekti.Şarkıdaki gibi “Ateşten bir damla gibi” dünyayı yeniden dökebilmekti.

Evet, Ateş-İnsan olabilmekti tek arzum. Çünkü içinde bulunduğumuz galaksinin tek yaşamkaynağı güneş. Dünyanın diğer gezegenler ile birlikte güneş etrafındaki konumu ve belli bireksen dâhilindeki dönüşü dünyadaki yaşamı dolayısıyla canlı ve cansız varlıklarla birlikteekosistemin mevcut dönüşümünü direkt olarak etkilemekte ve belirlemekte.

İnsanın arkitike (ve yıkıcı-yapıcı diyalektikle bakıldığında günümüzdeki modernitenin de)pagan kültürünün oluşturduğu insanın kendinden güçlü, keşfedilemez ve bilinemez doğayakarşı aczinin bir göstergesi olarak ortaya çıkan ve anakronik biçimde okunmak üzereilkel/modern insan için en güçlü tapınma nesnesi olacak olan güneşe “tanrı” sıfatınıyakıştırmasında da güneşin bu kendisinde içkin olan yaşama kaynağında aramak gerekiyor.

Güneşe ulaşmak deyim yerindeyse “güneş-insan” olmak tüm arkaik ve yansıması olarakgünümüz modern kültüründe var ola gelmişti. İnsanın en yükseğe doğru adım adımyaratmış olduğu günümüze kadar ayakta kalan eserleri bu “sonsuz” yaşam kaynağınadoğru idi. Ki bu sonsuz yaşam kaynağına insandan kat be kat yaklaşan uçan canlılar olarakkuşlara ve dağlara öykünme 1.si somut anlamda 2.si ise soyut anlamda olmak üzeredoğaya karşı ve aynı anlama gelmek üzere “güneş-tanrıya” karşı bir var oluşkavga/mücadelesi hiç de küçümsenmeyecek bir insan oluş tavrı ve davranışı olarak biranlamda genlerimize yer etmiş. Kuşlara özenen insan önceleri mitolojik olarak balmumukanatlarıyla Ikarus’u göklerde uçurmuş ve onda insanın sınırsız hırs ve ihtirasınınakşetmemiş mi? Ki, Hazerfen ile bu gerçekliğe dönüşmüş ama bir diğer “tanrı-padişah”tarafından kellesi uçurulmuş ama insanın zincirlerinden kurtulmaya adım attığı bir çağdakâh balon, kâh zeplin, kâh uçak, kâh roket ve nihayetinde uzayın derinliklerine SSCB veABD’nin uzay araçlarıyla ulaşılabilecek evrenin sınırlarına doğru yelken açmış. Deyimyerindeyse insanın insan olmanın bilincine erdiği çağlardan aktarıla gelen genlerindeki bugüneşe ulaşma, yaşam kaynağıyla bütünleşe bilme ve ona mesajını iletebilme beklide insanolmasının tek gayesinin var oluş bilgisi insanın tüm davranış ve ritüellerini ona doğru veonun için gerçekleştirmesine adanmıştır/adanmaktadır.

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Güneşin fethi diye adlandırabileceğimiz keşifler silsilesinin başlangıcı somutta ateşin icadıile soyutta ise insanın kendisiyle birlikte doğayı bilme ve dönüştürebilme serüveninekarşılık gelmekte değil mi? Ki bu iki antropolojik sıçramayla birliktedir ki, o bilinemezinkorku barikatları insan için yok olma alt edilebilme sürecine girilmiş. İnsanın ateşi yanigüneşin bir parçası olarak ateşi kontrolü altına almasıyla birlikte insanın doğa ve diğercanlılarla organik ilişkisi de adeta sona ermiş. Öyle ki insanın mitolojik dünyasında yarattığıIkarus’un balmumundan kanatları güneşin ışıklarıyla ergiyerek insanın “güneş-tanrı” katınayükselmesi engellenip yok edilemeyecek. Artık bizzat insan yok edici olacaktır. Çünkü insanateşi elde ederek ve onu istediği gibi kontrol edip kullanabilme yeteneğini geliştirerek“güneş-tanrıya” ihtiyacını da ortadan kaldırmış. “Ateş-insan” olarak “Tanrı’yı da kontrolüaltına alabilmiştir.

Dolayısıyla ateşin diyelim ki tesadüfen ya da akıl yürütmeler sonucu veya herhangi birbiçimde ama her şeye karşın elde edilmesi, daha doğrusu kontrol altına alınması,taşınabilmesi ile birliktedir ki, antikitenin doğaya bağlı, dolayısıyla ana enerji kaynağı olarakgüneşle bağının bir daha geri dönülemeyecek biçimde insanın doğaya hâkim olma/tahripetme tasarrufuna cüret etme hakkını vermiş.

O halde Ateş-insan olmaya biraz daha çok yaklaşmaya çalışmalıydım. Bugündenbakıldığında büyük harflerle İNSAN’ın modernleşmesiyle birlikte kendisini birey ve toplulukolarak ama önce birey olarak ifade etme yetilerini kazanmakta gecikmediğini görüyorum.Bu minvalde binlerce yıllık duvar resimlerinden günümüzün elektronik iletişime kadarbinlerce sözlü, yazılı, çizili, boyalı iletişim formu kullandığını görüyorum. Yani insan koşularıne olursa olsun kendisini ve topluluğunu ifade etmenin yolarını bulmakta yine büyükharflerle İNSAN olan tarafı ile karşıma çıkıyor. İnsanı insan olarak tanımlamanın en önemlibileşeni olarak bu dolaylı ve doğrudan iletişim formlarıyla doğada insan oluyor, insan olarakadlandırılıyor.

Oradan perspektifin ne mi dediniz. Açıklayayım. Perspektif benim için uzayda bilinçli olarakseçilen bir noktadan mevcut bir nesne, olay ve olguya bakmayı ve bu seçilen noktadangerek geçmişi gerekse geleceği anda görmeyi anlatıyor. Bu bilinçli seçimledir ki nesne bellibir anlam kazanıyor. Seçilen nokta sabit kaldığı sürece bakılan nesnenin yer ve şekildeğiştirmesi önemini yitirerek seçilen noktadan bakış ve anlamlandırma çabası içinzenginliğini ifade etmeli. Seçilen noktayı değiştirmek yeni ve başka özgün biçimlere tabioluyor. Sorulması gereken soru şu; Neden bakış açısı için bir nokta seçelim ki. Seçimnoktası olmadan hayat öylesine kaotik bir yapı sergilemeye başlar ki. Hedef saptamasıyapamayız. Ama diyeceksiniz ki bugün dünyada ne hedefi, neden bir hedef seçilmeli ki. Buitirazın haklı yanları olabilir ancak ne var ki insanı diğer canlılardan ve insan olarak içinidolduracağımız varlığı diğer insanlardan ve insan gruplarından ayıracak olan da budur. Yaniinsan olmaya adım atmanın da bir adıdır aslında perspektif anlayışım. Perspektifimi hep buince çizgide deyim yerindeyse bıçak sırtında kurdum ve odaklandırdım. Odaklamak dazorundaydım aslında.Eğer bir düşünce atlası hazırlayacak olsaydım perspektif için yukarıda yazılanlarıdiyebilirdim. Bir de şunun altını çizmem gerekiyor. Çünkü seçilen nokta yeterli kalmıyor.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Biliniyor ki “bir şey hem kendisidir hem de kendisinden başka bir şey.” Yani sorun dahadoğrusu sorunum gerçeğin arkasındaki sır perdesinin de arkasındaki ne. İşte bu oldukça zorbir uğraşı ama deyimde de denildiği gibi imkânsızı iste zoru elde etmek kolaydır. Öyle değilmi. Geçenlerde bir arkadaş perspektif yerine Panorama’yı tercih ettiğini söyledi. Ama benimdüşüncem perspektiften farklı olarak Panorama’nın bakılan bir noktadan kendi eksenimizetrafında gözlerimizin algılayabildiği noktalara kadar dönel hareketle bakışı anlatıyor. Bubakış tüm evreni bir film şeridi şeklinde adeta slâyt halinde ama algılamaya zorluyor. Bubiçimde okumayı tarif ediyor. Bu ise bize sadece anlık mesajlar verir. Ki bu yöntem bize anlıkmesajlar verse de anı sorgulamamızı ortadan kaldırmadığı için net bir mesajın akıldakalmasını engelliyor. Dolayısıyla bizim bakışımız perspektif yerine Panoramik bakmayameyletmemeli. Perspektifle birlikte Panorama’yla taçlandırılmalı. Özeti şu ki tek tek belli birperspektifte fotoğrafı çekilen ve anlamlandırılan fotoğraflardan oluşan bir kurgu iletaçlandırılan Panorama bize daha da anlamlı bir bakış açısı verecektir. Sanıldığı gibi başkasıdeğil.

***Yürümeye devam ettim. Yürüdükçe ufkumda yeni yeni pencereler, perspektifler vedüşünceler açılıyordu…

MUHAMMET DEMİR

KARİKATÜR:BÜLENT HAN

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

HER YER KAN

bu gece bu melankoli cinnetikapıyı yitik duyguların çaldığıçığlıklar kadar derindir iştezılgıtlar kadar asibu gece cellatların çağırdığıyakılmış bir kitabın külleri kadar suçludurve bir şiirin imgeleri kadar dolubir şairin sokak lambasına................... sönmüş bir ampul gibi asıldığı

kilitlenmiş kapıların kılıç salladığıay şavkımaz bu gece gün ağarmazoğlunun cesedine kapanmış bir anneningöğsünü sela sesleriyle yumrukladığıacıtma şimdi yaramı yıldızların uzaklığıyuvasız kuşları ayrılığınkuşsuz yuvalarıyakılmış kitapların külü anlatsın bu geceyiyaprakları anlatsın bahçelerin o yeşil karanlığı

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

kilitlenmiş kapıların yolları bağladığıbu gece lavlarına sürgünüm zılgıtlarınceylanların ürkekliğine sürgünümfırtınasına sürgünüm................... zincirinden boşanmış duygularınbu gece rüzgarın külleri savurduğuromalı bir isyandır yıldızların aradığıhangi dağın yarasıdır bu sessizlik şimdihangi nehrin yalnızlığısana ülkem dedikçe uzadı yollarkanadı gözleri yollara bakmanınşimdi mayınlanmış bir yürektir gecenin kapladığı

ölüme alışanların uykuya doymadığımezar taşları kadar sessiz işte sokakların kalabalığıbulanık havaları sevenlerin kin kustuğulağım çukuru kadar kirli.........................katliamları işaret edenlerin parmağısiz topluca susan afyonik ruhların ırmağı eyzina alemlerinde kuru ağaçlar gibi dikili duran..............................kefen bezlerinin uçkursuz ağalığıbundan böyle size rahat uyku yokyüreğinde büyük korkuların mezar kazıdığıbir suçun cezasıdır ruhunuzu kaplayan..................................... akan kanın ağırlığı

ASIM GÖNEN

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ÇAĞRILI GELDİMI

Sırtlayıp ışığın tozunu, çağrılı geldim yeryüzüneYağmur sularında büyüyen, çift başaklı buğdayım ben.Sevinci ekmeğe katan, gelip geçen, konup uçan göçebeyim...

Bir alabilsem yeryüzünün çapını göğsümeSulara çizilir anatomisi döktüğüm terin.

Çağrılı geldim yeryüzüne, sırtlayıp ışığın tozunu…

Gökyüzünü tüketmeden gece, iniyorum akşamın kıyısınaİnce türküler geliyor sazlıktan dokunaklıYırtıyor karanlığın zarını deltası barışçıl nehir

Sır küpü yapılar Saydamlığın iki dudağı,Dağıtıyor berrak sularını...

II

Yanlış toprağa tohumlanıp, kutsal mihraplarda yandımKaç kez kurudu belleğim,Kaç kez ölümlere dayandım…

Geride bıraktım da geldim orta yere parçalı dünüNe içerdeyim artık, ne dışarıdaElimde kaldı dilin kilidi…

Demir parmaklıklarda kaldı özümün iziÖzgürlük tozlarımPusulara döktüğüm ter…

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

III

Acılar emziren bir kesitti geçmişHüzünlü evlerin dar odalarında…

Serçe ürkekliğindeki utangaç üşümelerŞubat günlerini aratmazdı amaBen hep ağustosu giyinirdim üzerime

Bilenmiş o bilgenin şenlik ateşiyle yandımDumanlarım iksir tozuHangi sözcükle girsem sevişmenin koynunaDuygularım işgal altında...

IV

Sessiz bir yolcuyum kimselerin umursamadığıKendimden gelen, kendime giden…

Yaşamın bamteline mavili bir dokunuşBiliyorum yeniden gül açtırır kozasına ipeğin

Ah bir uzlaşabilsem kendimle Bir toplasam nar gibi ortasından ayrılmış yüreğimiÇizerim dağların görkemli sırrını

Eksik olmaz bir avuç tozu güneşin hiç yanımdanSerperim gözüne karanlığınArı sili gündüz doğar…

ALİ ŞENTÜRK

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

MAVİ İNCİR KUŞUMetin Eloğlu’na

‘Besmelesiz yaşadığım ağulu gök altındayaza hiç uğramadan, bu ikinci güz.’

Rüzgârın geceye savurduğu bu yalnızlık benimve yalnızlığın çinisindeki* o mavi şarap…

Benim, incir çekirdeği içindeki bu kayboluş pençeli yapraklar arasında saklanan hırçın kuşyosun yüzlü suyun aynasına sarkıttığım onca düş,benim…

Sizin başı göğe eren baharlarınız vardıbenim Puşkin’in fırtınasında donuşlarımDünyanın gömleğini erken sıyıran kardeşimve Güzin kere Güzin unutuşlarım…

Nedenini bilmem ama,tek seni unutmadım Duşyanka!

‘Ben kimim ki, şu toz kelebeğin uçuşunda ön lacivert’şiirinden aşk, tuvalinden bir çift güvercin uçuran Üsküdarlı…

Ve bu benim son kez ağlayışımgöğsümden açan çiçeklerin ötesindesığındığım kabuksuz yaralarımın gölgesindeson ağlayışım…

Gitmek dediğin hiçbir şey değil ki,bekle geliyorum Sohrab!

Ayakkabılarım nerede?*

* Sohrab Sepehri

NEVİN KOÇOĞLU

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EKMEK ARASI KÖFTENecmettin YALÇINKAYA

Cezaevlerindeki yemeğin nasılyapıldığını ve hangi lezzetle olabile-ceğini herkes bilmektedir. Yapılanyemekleri yeniden terbiye yapmak,neredeyse bir kural gibidir ve buradakiyaşam, ayrı bir gezegendeki yaşamgibidir.

Dışarıdan bir mektubun gelmesi, açıkya da kapalı ziyaretlerin olması,içerideki tıpkı bezelye taneleri gibibirbirine benzeyen günleri ayrıştırı-yordu ve ona bir anlam, renklilikkazandırıyordu.

Koğuşta bir hareketlilik ve tatlı bir telaşvardı. Nedeni açık görüşe çıkacakolmamızdı. Akşamdan yatak altınaütülü olsun diye bıraktığımız pantolon-larımızı sabah erkenden giymiş,sinekkaydı tıraşımızı olmuş, isimleri-mizin anons edilmesini bekliyorduk.Bursa E Tipi, yine olağanüstügünlerinden birini yaşayacaktı. İsim-lerimiz okununca, yaptığımız elişleriniyanımıza alarak kapı altına, oradan daaçık görüş yapılacak avluya çıktık. Bir

uğultu, bir sevinç dalgası sarmıştı her yanını avlunun.

Anamı gördüm. Yüzü gülüyordu, yeğenimin elinden tutmuştu. Yeğenim ağlıyordu amaelindeki ekmeği de bırakmıyordu. İkisine doğru koştum; sarıldık, öpüştük... Özlemlerimizle,sevinçlerimizle çöktük sıralara. Yeğenim anamdan kopup yanıma geldi, kucağıma oturdu.Elindeki ekmeği bana vererek:

"Amca bu senin." dedi.

Anlayamamıştım. "Sen yemelisin." dedim, "Büyümelisin."

"Amca ben her zaman yiyorum. Sen ye.”

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Ekmeği aldım... Ekmek mis gibi kokuyordu. Arasında köfte vardı ve köfte de mis gibi kokuyordu."Peki, sen neden ağlıyorsun?" diye sordum yeğenime.

Gözyaşlarını silerek güldü:

"Ağlamıyorum ki..."

"Peki, nedir bu gözyaşların?"

Gülümseyerek;

"Nedenini bana değil babaanneme sormalısın." dedi.

Nedenini anlıyordum şimdi. Anam, yeğenim ile işbirliği yaparak elindeki köfte ekmeği bana ulaştırmak için bir plan yapmışlar ve başarmışlardı da. İçeriye yiyecek sokmak yasaktı. Anam yeğenimin eline çeyrek ekmek köfteyi tutuşturup, "Bunu amcana yetiştirmeliyiz." demiş. "Gardiyan elinden almaya kalkarsa, kendini yerlere at, avazın çıktığı kadar bağır, susma ve en önemlisi elindeki köfteyi kaptırma!"

Başarmışlardı. Açık görüş bittikten sonra ziyaretçilerim gitti. Çeyrek ekmeği ve köfteleri aramızda paylaştık koğuş arkadaşlarımla. Köftesini koklayan, dalıp dalıp uzaklara bakan, köftesini kitap sayfaları arasında kurutmaya kalkanlar bile olmuştu!

Anamın ince zekâsına bir kez daha hayran kalmıştık.

NECMETTİN YALÇINKAYA

NOT: Öykü, yazarın, Ozan Yayıncılık tarafından yayınlanan “12Eylül'de de Çok güldük Netekim! “ adlı kitabından alınmıştır.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

YENEMEZSİNİZBir çocuk parkında kaydırağa koşan çocuğun minik ayakları meydan okur durdurmaya çalıştığınız zamana

Sizin zulmünüzün pamuk şeker kadar hükmü sığmaz o ana

Çoğalan gamzelere bombalarınızla dur diyemezsiniz

Bir bahar akşamı o küçük ellerini güneşe kaldırıp yalpalayarak koşmalarını engelleyemezsiniz

SizO çocukları yenemezsiniz

Yazlık sinemada bir film gösterilirAşklar karelerde müzik anı ritmindedirİnsanlar düşleri taşırken geceyeKine çamura bulanmış izlersinizDiz çöküp bir sevdaya sürükler arkadaş derkenSizYılmaz Güney'in gözlerini yenemezsiniz

Bir bahar dalı olurBir kardelende göz yaşıBir yunusun yanından geçtiği çakıl taşıYa da on yıldır görmediğin bir dostun karşılanışıMerhaba derken avuçlarındaki tere değemezsinizSizAşkları jelatinleyip satan dükkanlarınızlaO ellerin birbirini sıkmasını yenemezsiniz

Canım benimGözlerinde umudu tanımladığım sevgilimSeni şiirde buldum diyenimKavgaya gider gibi gelenimBoynuma sarılanımKol kola girenimBir alana girer gibi yüreğime girenimBana bir seni seviyorum derTitrersiniz

SizSeni seviyorumları yenemezsiniz

"Bedrettin'in düşündenNazım'ın gülüşündenÖzgürlük ateşindenSelam ile buyurduk” BÜLENT AYDINEL

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ANKARA’YA SORUN ÖLÜMÜ!İrfan SARİben dağların rüzgarını seviyorum

yalan yokkurşun gibi üşüyenadamlar anlayamaz bunu

kaç kez anlatmaya çalışsanız dagül dalına esimden anlayamazlar

sorsanekimdir der duvarda kaldıysa takvimonuncu gün sayfası paramparça çocuk isimleri dolu

ekim sadece bir ay adı değil amaekim ölüm kokandarmadağınbir dünya içinde kalmışoldukça eski bir düşmanlık hikayesi

sarsıntıbir bataklığın en çok içine çekilme meselesidirbubalçığa gömülüp boğulmaya yarar sadece

cenneti arayanlara ulaşınca gözlerini götürmemelerini söyleyinbu tarif daha çok yedinci yaşında ölmüş çocuklara baktıkları içindirgenç kadınların Pazar Pazarçuval dolusu köleliğe satıldığını gördüklerindendir

ölümü canlılar çalarhayata dair kabristandan bir mezarı kazarak çıkmışızhatırla

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

üstümüz başımız yakılmışbir köy evinde kimimizkimimiz bir asit kuyusundakimimiz kentlerin en mistik otel odasın dakimimiz bir dağ başındakimimiz ana kentlerin en aşina yerin dedevletin çalmış olduğu petrol ilesömürülmüş alın terimizemeğimizlekimimizlime lime edilmiş bombalarla

her karşılaşmada namlular barutşarapnelyaşamak bu kadar güzelken ve gençkenkısa çizgilerleuzun iniltiler duymak isteyen caniler gider ağrına insanın

bu denge değiltuzakyasak kanatlı ateş püsküren canavarların işi

geceleri bile uyandırıyor bu gürültübilir misincahil sulardan yaratılmış küçük insancıklar uyanmaz

ait olduğun düşkırılmış olurdevlet bültenleri kapalı devre oyunlar içerir

ama yaralı bir kuşun göğünü hep maviye boyadı kadınlardevrim matemler içinde de olsayani serçe kuşu yuvası olur memelerinin arasıkadınlarınçünkü onlar aşktan yaratılmıştaştan olanlara inat

uyanırdıbedenlerinden uzuvları kopmuş çocuklartanrı tek kelam edemezdiduası hazır olanlar saklandıan karave kan pususu kilit taşlarındaoluk oluk kırmızı

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

dindikindarın öfkesi

kara tahtaya fiziğikimyayımatematiğibilenler kalkar ve tebeşirle yazardıgülerdi aygüneş çekilirdi keyfinegökten yağan yıldızlar sarardı etrafını hayatınsorma ne seyranlar sererdi yerküreye toprak ana

tutmazdı yeminlerseven ellerin bir birini tuttuğu kadar

o sulh seven ellerpaslı zincirleri ölümüne koparırdıölümüneaçılan yaralardan durmadan akardı kan

amakorkardıkirli kokardı fabrika ayarı verilmiş düşman takımıtertemiz sabahların üstüne

ekimdiana kentin beton bloklarından topladılar sevdalılarıuzak kilometreli şehirlere doğruyumruk ellerdik duruşlarve sloganlara yazılmıştılartoprak açılıyorduekin ekilecekti yakın baharlara

yasak pankartların burcu terazi oldukaçak elektrikli şehirlerde deama kimse yalnız ölmüyorkimse yalnız kurşun yemiyorve yalnız parçalanmıyorburçlardan teraziaylardan ekimve biz çokuz

İRFAN SARİ

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

HIRSIN VE KİNİN ZAPTINDAYIZ

elinizden ne çekti sevincimizıstırabımız oldu ikindi gölgeleridönüp bakmadı bile güvercinleruzak çayırlarda küheylan kişnemeleritutunmak için hayatın kenarınabinlerce yıl ötelere gitti geldi

çok rüzgarla savrulduduymak istemediğimiz nakaratlargörmediğimiz dağ taşsizin sözlerinizle kavruldugeçmişin tadı bozuk inkarıbugün için de geçerliyüzünüzde kin çizgilerisonsuzluğun lezzeti saydudaklardaki tebessümleri

ebediyetin hıncı sizde gördüklerimizaynı safta olacaksak eğerunutun sevgiye tecavüzükaldırın bulutları göktentanık bellesin biziuygarlık yolunda verilen sözüarkadaş görüp yalnızlığımızakuşatmadan bizi kasırgasusmak ki ölüme ramakyaşamın umuda davetiırmaklar doğurup bir damla sudasahipsiz sanılan yeşiliçoğaltmak inadınainadına çoğaltmak

hırsın ve kinin zaptındayıztaşın secdesinde duadaikametimiz iki kaş arasında şimdikötürüm bir vaktinde kentinşakanız sizin olsunsarsın çağların uykusunumahrem zamanlarda azapher bedende yanığızkırılan zincirinde hayatınkurtuluşa uyanığız

BEKİR KOÇAK

Sayfa 27

Bekir Koçak’ın Anısına Saygılarımızla...

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

BARIŞ NEDİR KARDEŞİM?

barış nedir kardeşimtopraktırırzına geçilmemişırmaktırhenüz kirletilmemişfidandır kardeşim, fidanboynu vurulmamışgöz yaşıdır kardeşimannemin gülüşüne akan

HASTÎYE ÇİQA BIRAYE MI?

hastîye çiqa bıraye mıhardohona qêste ci ne gerdoçemohona ne qerde qilerinleya, biraye me,leyahoma wile ne de piroîstire çimî, biraye mewuyayîşedayîka mi de enevar

ERCAN CENGİZ

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

NESİM AMCAGülefer CAMBAZ SAVRAN

Çığlıkları tüm koridoru kapladı… Odasında iki erkek hasta bakıcı ve nöbetçi hemşire onuzapt etmeye çalışıyorlardı. Birazdan bir sakinleştirici verirler ve uyur nasılsa. Birkaç gecedirböyle ve her geçen gün sanrıları artıyor. Önce koridorda birini arar gibi telaşla dolanıyor.Önünden geçen hasta bakıcıya ya da diğer hastalara, "Zehra’yı gördünüz mü?" diyesoruyordu. “Hayır” cevabını alınca koridorlarda "Zehra, Zehra" diye bağırarak koşturuyor vedaha sonra odasına girerek kendini yatağa atıyor ve küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıraağlıyordu. Canı çok yanıyormuş gibi attığı çığlıklar koridorlarda yankılanıyordu.

Nesim Amca gecen yıl Kayseri' den getirildi merkezimize. Yaşı atmışı biraz geçmiş, eli yüzüoldukça düzgün bir polis emeklisi. Seksen döneminde Anadolu'nun birçok karakolundagörev yapmış ve görevini bir yaşam biçimi haline getirmiş bir adam. Sesinde her zaman biröfke var. Kısa cümleler kuran ve onları yüksek sesle söyleyen biri ayrıca. Görev yaptığı herbölgede namı hemen yayılmış. Bir şekilde karakola düşen gençlere akla gelmedikişkenceler ediyormuş. Ona göre hepsi birer vatan hainiymiş. Gençlerin ne yaşı ne decinsiyetleri umurunda değilmiş; hepsi zulmü çoktan hak etmişlerdi. Karakolun en alt katın-

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

da, o kalın duvarlı odalarda birçoğunun yaşı reşit bile olmamış çocukların bedenleriüzerinde hayatları boyunca taşıyacağı derin izler bırakmakla meşgulmüş…

Bazı geceler evine bile gitmiyor, karakolda kalıyormuş Sokak aralarında duvarlara yazıyazarken yakalanmış ya da bir yerde toplu bir gösteriden getirilmiş gençler önce onunhuzuruna çıkarılıyormuş. Hepsinin yüzüne kinle bakıyormuş. İçinde adı konulmamış biröfke ve nefret varmış. O buna “vatan sevgisi” diyormuş.

Geceleri Karakolda uyuduğu için karısı ve kızı Zehra’yı çok fazla görmüyordu. Karısı buduruma ne zaman şikâyet etse, o bunun bir vazife olduğunu söyleyip kadına bağırıyordu.Zavallı kadın biraz çaresizlikten biraz da öfkesinden korkuyor ve susuyordu. Ama yalnız sonzamanlarda kendisine dokunmasına pek fazla izin vermiyordu. Bu da kavgalarına yolaçıyordu.

Bir gün sabaha karşı döndüğünde evin boş olduğunu gördü. Karısı ona bir mektup bırakıpkızını yanına alarak evi terk etmişti. Kadın mektubunda karakollarda gençlere yaptığıişkenceleri bildiğini ve o elleri ile ne kendine ne de çocuğuna dokunmayı hak etmediğiniyazmıştı.

Birdenbire evi bomboş kalmıştı ama inadından karısını aramayacaktı. Madem onu bırakıpgitmişti, o zaman cezasını çekmeliydi. Aradan yıllar geçti, karısını ve kızını hiç aramadı.Yalnız arada bir kızını düşünüyordu. Rehabilite merkezine ilk geldiği günlerde banageçmişinden söz ederken kızını özlediğinden bahsetmişti. Geçen yıllar kalbini birazyumuşatmış ama öfkesinden pek bir şey götürmemişti.

Bir keresinde: "Eylem hemşire biliyor musun, kızıma çok benziyorsun” demişti bana, “o daşimdi senin yaşlarında. Seninkisi gibi siyah saçları ve kocaman yeşil gözleri vardı” Sonrasusmuştu.

İlk nöbetleri birkaç ay önce başladı. Günlük gazetelerden birini okuyordu. Birdenhiddetlendi ve gazete sayfalarını öfkeyle yırtar gibi karıştırmaya başladı. Bir haber onu çoköfkelendirmiş olmalıydı. Sesinde o güne kadar görülmemiş bir öfkeyle ağza alınmayacakküfürler ediyordu. İçeriden nöbetçi doktor ve güvenlikçi gelerek onu zor sakinleştirmişlerdi.

Gözlerim gazetedeki Zehra'nın yerlerde sürüklendiği ve bir polis tarafından tekmelendiğianki resmine takılmıştı. O günkü gazetede şöyle bir başlık vardı: "Gezi eylemlerindetutuklanarak polis otosuna konulan öğretmen Zehra Kahraman’dan bir daha haberalınamadı"

O günü uyuyarak geçirmiş ertesi gün uyandığında çok farklı biri olmuştu.

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

DİK DURALIM OĞULSonra ağlarız oğulŞimdi dik durma vaktiYumruğu daha çok sıkma vakti,Ağlamayı unuttum sanma oğulSevdamı kendi ellerimletoprağa atarkenBir yanımda senBir yanımda yarim var, oğul.Bakma şimdi karalar içinde olduğumaO güzel gündeBembeyaz gelinliğimleHalaya duracağızYarimle…

Dik duralım oğul,dimdikÖyle sıkı basalım ki toprağaYüreğe basılı sevda gibiDizginlediğin gözlerin gibi.

HAYDAR DOĞAN

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

HAYKIRIŞLARIM-1

ay ışıltılarıyla düşüyoryeryüzünün karanlık siluetineyaldızlı gecelereyanık türküler tutturarak

yanıyor bir çocuk sarı saçlarıylacehennem sıcağı bir gecedeküllerimi savurup dirilten ateşle

gökyüzü nehir nehir akıyoriçimdeki prangaları çürüterekgüne dönüyor çelik grisi zaman

beynimin kırılgan cevherindeansızınömrümün yarısı yitti

ahAyrı gezegenlerde tutunduğumAşkların hatırınadört nala koşuyorduşarap tadında sevişilen her an

yıldızlar gözetliyorduçarmıha gerilen ruhumun ince teliniboğulurken yeryüzünün susuz iklimindebakışan kara gözleriyle bir balık gibi

albeni geçir yüreğinin dehlizlerindenaçılayım sonsuz denizlere

Kahrolasıtel örgüler arkasındaki zincirlerçürütüyor bedenimi kan katliam

ve insan başlı cehennem zebanileribukelemun rengindenöldürecek beni

zaman kalmadıkoşkendini damıtinsanlığın ışıltılı coşkusunda

dövül deyaşamın çelik örsündebiçimlendevrimlerin değişen ikliminde

anıt gibi meydanlara dikilerekmilyonlara bölünüpbahar bahar serilerekkan renkli kıyımcıların kirli yüzünedilinden üreyen öfkeni fırlat

HALİL MANAP

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

SİPERSonuna kadar arkasındayım kurduğum cümlelerinSiper edip her bir kelimeyi kendimeSonsuza dek saklanmak için karanlık yüzlerinizden...

MELİH COŞKUN

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

CİNAYET GÜZÜ

sırtımızdaki hançer yarasındangecenin karası is döküyor sevdiğimbir cinayet güzü bueylül talanını bir türlü aşamamışve hiçbir şey gitmiyor gücümekaranlık tutan gecenin sarnıçları kadar...suyun en karanlık halindekar beyazı martı kanadıbir tutam bulut düştü saçlarımızave sözde nem serpti çöllerine doğu’nun...akrep yalnızlığıyla sokanbu şehirler yaramadı bize ve kan göllerine döküldübizimle akan taşkın nehirler...oysa ki ihtilâlin tam ortasındamaviydi gökyüzüve güçlü bir rüzgar sökmekteydimenzile bir türlü ulaşamayan katarların raylarınıdevrilirdi vagonları yüreğimin...yangınından külyasından ıssızlık devşirdiğimcenaze eviyurtsuz kalbime birazdan saldırır sensizlik...sensiz olmak zulümdursoğuk katı bir duvar gibi durur aramızda...bozkır yalnızlıkların yankısına gizlenmiş kurtturne kadar yüzülürsedaha derine batan ruhudurdenizin…

gözlerin dışında aslında gidecek yerim yok

benim kalbimin yarası gelincik tarlası şafağının sızısına doğrugittiğim yer hep aynı canımıniçisüte ezilmiş teninin meme arası vadilerine doğruyakın sokağın kuytusuna isyanın koynuna doğrudik yokuşlara sürüyor beni zaman…yine de umutsuz olma sevdiğimdalgaların en güzel yanı budursavururken meçhule giden gemileriköpüklerini bırakırlar maviye…yağmura duran buluta bak kıldan ince boynumuzu yalayıp geçen kılıç karşısında susup kaldıysakbelki ince bir kan yolu açacak diyeülkemin hüzün güllerineuzak türkülerine içimin…

JOSEF KILÇIKSIZ

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

BARIŞ ÇAĞRISI sizi, bizim barışımıza çağırıyoruz abilertüm insanlığın barışına yanigeç olmadan gelin barışalımbarış bizim geleceğimizdir abiler

bizim barışımız sevgi doludur abilerne uzun yollardan gelmiştir ah bir bilsenizbiraz da barışı arasanız diyorumdağlar, taşlar, denizler ve her yer barışla doluve göreceksinizand olsun göreceksiniz kibulduğunuz hiçbir hazineattığınız hiçbir kahkahayediğiniz hiçbir lokmabarış kadar tat vermeyecektirtek bayrak barıştır diye haykıralımen güzel barış bizim barışımızdır

o barış var ya o barışöldürdükçe biter sandığınız o barışişte o barıştır hiç bitmeyen yarışbarıştan yana değilseknedir bu bitmeyen aldanış

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

size anlamsız gelebilir belki amabarışı da bir ana doğurdu abileryani bütünüyle sancıdır barışve hayat her gün yeniden başlamaktır umutlaumut, insan umuttan korkar mı hiç?umut barış değil midir?umut barışın ta kendisidirbarış umutla yoğrulur abiler

barış hiç yenilmedi sizebarışı hiç yenemediniz abilerbarıştan umudunu kesenumuttan nasibini almamış demektirbarışı biz doğurduk diyorum abilerinsan kendi çocuğunu sevmez mi hiç?

"beyaz bir bayraktır yüreğimdalgalanır umutlaşimdi tam zamanıdır çıkarın yürekleriniziasın balkonlara…"barışça konuşupbarışça gülelimher yer barışla dolsun bizim barışımız yarınımızdır abilerumudun adı barış olsun

bu, bir barış çağrısıdır abilerçıkarın yürekleriniz diyorum çıkarınasın balkonlaradalgalansın bayrak bayrak...

MERİÇ AYDIN

10. 10. 2015

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

BALKONLARA ASILMIŞ BİBERLERKamuran ESEN

Yolunuz Mudurnu’ya düştüğünde ve ayaklarınız sizi kasabanın dar sokaklarınataşıdığında; sevimli, sıcak görünümlü, ahşap veya yarı ahşap evler takılır gözlerinize.Çatıları kiremitli, balkonları ahşap oymalarla, pencereleri örme perdelerle, kanaviçeişlemelerle süslenmiş evler. Bu evler, konukları karşılamaya hazır güler yüzlü, konuksever ev sahibi gibi gülümser size. Yaşayan tarih olan bu evler sizi yıllar öncesinegötürür.

Bu mekânlarda şimdiye kadar kimlerin yaşadığını; bu evlerin kim bilir hangi acılara,üzüntülere, sevinç ve mutluluklara tanıklık yaptığını düşündürür. “Ah! Dile gelselerde bir konuşsalar,” dedirtir.

Ahşap oymaların süslediği bir balkonlara gider sonra gözleriniz. Rengârenk çiçeklerin, evsahibesinin ilgisinden ve sevgisinden adeta şımararak saksılarından taştığını; sağlıklı, diridallarının, ahşap oymaların boşluklarını kapattığını görürsünüz. Petunyalar, sardunyalar,ıtırlar kol kola girmiştir. Aynı saksıda kardeşçe paylaşmaktadırlar suyu ve toprağı. Vesonra bir kısmını çiçeklerin örttüğü ipe dizilmiş biberler balkonlardan gülümser size.Bazıları henüz yeşil, bazıları kırmızı. Anadolu’ nun hangi toprağında yetişmiş, hangi ellertarafından emek verilmiş olduğunu bilmediğiniz biberler. İpe dizilerek balkona asılmış veyazın sıcağıyla kızarmış bu sivri biberler, dolma biberleri ayrı bir güzellik verir evlere. Birgerdanlık gibi balkonları süsleyen kurumaya hazır veya kurumuş biberler; bir aileninzevkini, hatta umudunu ve acılarını fısıldar size.

Biberleri ipe dizen hamarat, özverili, bereketli bir kadın elidir. Anadolu’ ya ismini verenananın eli... Ve onun sevgi dolu yüreğini, nasıl sürmekte olduğunu bilmediğiniz yaşamını;

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

çok bilinmeyenli bir denklem gibi yazgısını aklınıza getirir. Kim bilir belki suya düşenumutları, belki gelecekten beklentisi, özlemleri, belki de uğradığı hayal kırıklıkları. İştebunların hepsi, balkonları süsleyen o biberlerde gizlidir.

Kimi el, tatlı bir hayale dalıp giderek, gülümseyerek dizmiştir o biberleri ipe. Kışın,kendisini ziyarete gelmesini beklediği gurbetteki çocukları için. Yıllardır birlikte aşmayaçalıştıkları hayatın zorluklarında, kendisine omuz veren Anadolu erkeği için. Çocuklarınınbabası ve yıllardır aynı yastığa baş koyduğu eşi için. Dudaklarında belki neşeli bir türkü,belki bir ağıt, belki bir uzun hava, belki bir bozlakla ipe dizilen biberler.

“ İki keklik bir kayada ötüyorÖtme de keklik, derdim bana yetiyor.”

Kısacası; Anadolu’ nun havasını, suyunu, güneşini özümsemiş ve hamarat bir kadın eliylebalkonlarda yerini almış kırmızı biberler, Mudurnu evlerinin güzelliğini tamamlar.

Yaz çoktan bitti. Önce sonbahar, sonra kış mevsimi aldı sırasını. Şimdi ise karlı, soğuk birkış günü. Kış, sever Mudurnu’yu; geldi mi, aylarca gitmek bilmez. Balkonları, pencerelerisüsleyen kuru biberler yok artık. Aylar önce indirildiler balkonlardan, yerlerine çoktankonuldular. Mudurnu gibi küçük kasabalarda, köylerde; o güzel, sevimli ahşap evlerinbalkonlarını süsleyen kuru biberler n’oldu dersiniz? Biberleri ipe dizip balkona asan o kadıneli, şimdi hangi uğraşlarda veya hangi yorgunluklarda? O eller, akan gözyaşlarını mısilmekte, yoksa ağlayan bir çocuğun başını mı okşamakta? Yüreği hangi yangınlarda veözlemlerde? Kim bilir!

Kurutulmuş biberlerin bir kısmı belki çoktan tüketildi veya tüketilmek üzere. Bazıları ise,bir evin çatı katından zemin katına uzanan ahşap merdivenin tırabzanında asılı duruyor.Şıkır şıkır kurumuş. Renkleri altın sarısı, bazısı ise bayrak kırmızısına kesmiş. Hüzünlesalınıyorlar merdiven boşluğunda.

Biberleri ipe dizen kadın, merdivenden her iniş çıkışında; biberlerde donduruyor bakışlarını.Kuru biberi çok seven ama şimdi hayatta olmayan eşine sunamayacağı bu biberlere hiçelini sürmüyor. Onlar, kurtlanıp ipten düşünceye kadar asılı kalacak orada. İşte o günekadar, merdiven boşluğunda hüzünle salınmaya devam edecekler.

Yaşamın aydınlık ve karanlık yüzü, Anadolu kadınının iç dünyası, yürek yangınları;balkonlara asılmış biberlerde yansımakta. Yüreklerin sessiz çığlığı da.

KAMURAN ESEN

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

BORANSA ESEN

Gün kışı esmeden cefalı ozanlarMaya çaldınız çıplağına dağlarınGelincik mevsimi diyorlarBaşağına acıların

Gün kışı esmeden gülyüzlü ozanlarİşe çağırıyor sözcükler sizi

Kardelense mevsimBoransa esenAğartalım geceleri

HASİBE AYTEN

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

YAS ÇİÇEKLERİ

Bu sahnenin kaldırımları mı ağıradımlarım mıYoksa bir yanılgısı mıydıOlaylara gebe avare bir aklınHer neyse alır yürütürler beniBir filmde harflenen kaldırımlarHarfler harfleri vururlar vahşiceHecelerim kaldırımların yas çiçeklerini

Adımlarım kaldırımlardaBen önümdeki kaldırımları adımlarımArkamdaki şehir adımlarımıKöprü başına harflerin yasına gidiyoruzÜçü ölmüş biri yaralı bir kiralığınaraba kazasından

Dedektif bir beydi kaldırım efendisiDekoratif bir harfti yardımcısıKan izlerini kokluyordu ezilenlerinZaten harflerin emek kavgasınıKoklamak için eğitilmişti bir köpek gibi

Ve gün batıyordu yaslıcaÜst geçitte bir muhabir öğrencitelâşlı aceleciDeklânşöre bastı yas çiçeklerine bakarkenVe gün kızarıyordu batarkenAdımladım kaldırımların alfabesiniHiçbir harf araştırmadı cinayetiUzaklaştım yoluma harflenenyas çiçekleriyle.

ABDULLAH KARABAĞ

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ÖFKE

Ben gözlerinden tutmuşum bir ömrü,Toprağın acısıyım ağaca hayat veren

Çocuğunu düşürmüş bir annenin rahmine sarılmış çığlığım

Alacakaranlıkta bir öfkenin ateşi

Gönül bahçemde aşk büyütenim…

Bilirim dağların isyanınıYıkıntılar arasında barut kokusunuVarsam da yokluğumu.

Ey zulüm saraylarının sahipleri Ey doymamış ego Ey kan içicilerEy soyları harami bezirgânlar

Ben hayatım Sudan topraktan veAteşten Bilenmiş kınsız hançerim Adresi belli taş Öfkeyim ben öfke Ölümlerden yeniden yeniden doğan…

GÖKMEN SAMBUR

RESİM: AVNİ MEMEDOĞLU

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

FAKİR BAYKURT, ANILAR VE KÖY EDEBİYATIYavuz AKÖZEL

Fakir Baykurt Anısına

Elimde bir dergi var. Berlin’de 1980sonrası yani 12 Eylül askeri darbesindensonra yayına girmiş. Dergi’nin adı“YABANEL”, sayı 10, Mart-Nisan 1982.Kimlerin yazdığına bakıyorum: FethiSavaşçı, Yavuz Aközel,Mahmut Makal,Yılmaz Güney, Vehbi Bardakçı, FakirBaykurt, Seyfili, Kemteri, Emekçi,Rençber, H.Özüpek, Adil Duran.

O sıralar Mahmut Makal Berlin’de, FakirBaykurt ise Duisburg / Homberg’de yaşı-yorlardı. Derginin sayfalarını çeviriyorum.Hemen daha ilk sayfada MahmutMakal’ın ‘Bir Ressam ‘ başlığını taşıyanve bizzat başından geçmiş savcılıktakisorgulamasına ilişkin güzel bir anı yazısıyer alıyor. Sayfaları çevirmeye devamediyorum. Hemen ardı sıra 3. sayfadaFakir Baykurt ile yapılan ilginç bir söyleşi‘Fakir Baykurt İle Bir Konuşma’ başlığıaltında yayınlanmış. Yine bu yazıyı daiçimden bir şeylerlerin aktığını duyumsa-yarak okudum.

Giriş bölümünü olduğu gibi aktarmakisiyorum:

<<Yabanel - Sizi tanımayan azdır. Genede kısaca özgeçmişinizi dinleyelim.

F.Baykurt - 1929 yılında Burdur ilinebağlı Akçaköy’de doğdum. Ayı günü belli

değil. Altı çocuklu bir çiftçi ailesinin çocuğuyum. Kardeşlerim içinde bir ben okuyabildim. Oda köy enstitüleri sayesinde. Uzun yıllar öğretmenlik, ilköğretim müfettişliği, sendikayöneticiliği yaptım. Mesleksel eylemlerim ve yazılarım yüzünden izlendim, bakanlıkbuyruğuna alındım, maaşım kesildi, cezalandırıldım. 12 mart döneminde tutuklandım, uzunboylu yargılandım, beraat ettim. Ama işsizliğim sürdü. 1979’da Almanya’ya geldim. Sanata

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

şiirle başladım, köy yaşamını dile getirenöyküler ve romanlar yazarak sürdürdüm.Sanat çalışmalarımı öğretmenliğimin yanı sıragerçekleştirdim. Zor oldu, ama sonuçtanmutluyum. Otuza yakın kitap çıkardım. Bunlarhalkımız tarafından okundu, sevildi. >>(Yabanel,sayı 10,s.3)

Köy romanı demiyelim de köy yazınının önemlikilometre taşlarından biridir Fakir Baykurt. Birbaşka örnek de öncelikle Mahmut Makal’dır.Her ikisinin de savaşımla yoğrulmuşyaşamlarının büyük bir bölümü sürgün,tutsaklık, gözetim altında tutulmak, bakanlıkemrine alınmak, işsiz bırakılmakla geçmiştir.“Tırpan” romanının 1978 baskısının önsözündeşöyle yazmaktadır:“Çileden uzak dönemiolmadı öğretmenliğimin. İlk fırsatta “YılanlarınÖcü” romanım ve Cumhuriyet gazetesindeçıkan yazılarım yüzünden ders verme yetkimelimden alındı. İşsizliğin ve parasızlığınanlatılmaz acılarını tattım böylece.”

Bu döneme ilişkin güzel bir öyküsü vardır : “Sürgündeki Öğretmen” ‘Sınırdaki Ölü’ adlı25 öyküden oluşan yapıtında yer alan bu öykü, aslın- da Fakir Baykurt’un o yıllarına ilişkingerçek bir panoramasıdır. Öyküden bir parça buraya aktarmakta yarar görüyorum:Sürgündeki öğretmen“..Anam, bir kâğıt, bir kalem veriyor elime : ‘Yaz o babana!’ diyor.“ Birem birem anlat kardeşlerini. ‘Pahalı olur diye fırından yemiyoruz, biraz buğday aldıkistasyondan’ diye yaz. ‘Ben değirmene götürüp öğütüyorum’ diye yaz. ‘Benim derslerimçok iyi’ diye yaz. ‘Sabahat ablam öğret men okulu sınavlarına girecek. Torpil bulamazsakkazanamam diye korkuyor. Ben de Harbokulu’na gireceğim, fakat sen işçi sınıfınaçalışıyorsun diye almayacaklarmış’ (...) diye yaz. Söylediklerimin hepsini yaz. ‘Fırsat bul dagel azıcık. Dilekçe vermedinse ver. Verdinse gene ver. Ne yap yap, kendini biraz yakınlaraaldır’ diye yaz” diyor.Yazıyorum. Anam okuma bilmiyor ama, kalemi alıyor elimden, dolu mektubun altına“ZEHRA” diye yazıyor tek tek.……………………….“Niçin ağlıyorsun ana?” Susuyor. Üsteliyorum, söylemiyor. Sonra ben de ağlıyorum. Benağlayınca, “Sus ağlama, sus, sus! Ne olursun sus !..” diye yalvarmağa başlıyor. “Suphi abingelmedi! Sabahat ablan dönmedi!Onlara ağlıyorum, başka bir şeye değil! Valla billa, gözüm kör olsun onlara ağlıyorum,başka bir şeye değil..” diyor, daha çok öpüyor, öpe öpe her yanlarımı ıslatıyor, yakıyor.

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

“Ağlama sus!” diyor.“ Yitersin deme bir daha bana!”“Demiyeceğim sus!” diyor.Kesiyorum ağlamayı. “Gideyim babamın yanına. İzin ver !... “ diyorum.“Para gelsin, yeni pabuç alalım, bir pantolon alalım, babanın yanına böyle gidilmez!”diyor.Para gelmiyor, gelince de çoğunu Suphi abimle Sabahat ablam kapıyorlar.“Fırından yersek yetmez, buğday alıp değirmene götürelim gene !” diyorum.“ Olur, alalım da götür.” diyor.Değirmene buğday götürüyorum gene.Rüstem Usta, “Geel bakalım öğretmen Hakkı’nin akıllı oğlu!” diyor, okşuyor.Bir kızak yaptım kendim. Kızağa yükleyip çekiyorum.. Çeke çeke götürüyorum,getiriyorum. Sıra bekliyorum bazen bütün gün. Bir çuval değil mi hemen üğünüyor sıramgelince.Sazaç çayırı’ndan geçerken jandarmalar kesiyor önümü.“Ne var içinde?” diyorlar“ Un...” diyorum“Ne unu ?...” diyorlar“ Buğday unu !...” diyorum.Çuvalı çözdürüp bakıyorlar, kasaturayı sokup karıştırıyorlar.“Öğretmen Hakkı’nın oğlu musun sen ?” diyorlar,“ Onun oğluyum” diyorum.Anama söylemiyorum jandarmalara “Öğretmen Hakkı’nın oğlu musun? >> diyesorduklarını, una kasatura soktuklarını. Her şeye ağlıyor yeşil yeşil, bir de buna ağlamasındiyorum. Kızağımı çekip getiriyorum. (Sınırdaki Ölü,Remzi Kitabevi, S. 165)

Yıldırmak için evini, okulunu kurşunlamaya kadar her yolu deneyen bir hükümet-devletkoalisyonu... Buna karşın hâlâ bildiğinden şaşmayan, haklının, ezilenin yanında sırayagiren bir idealist, demokrat! Yıldırmak için evini, okulunu kurşunlamaya kadar ileri götürenbir hükümet-işbirlikçi koalisyonu... Yine de yılmayan, yine de korkmayan ve yetiştirdiğiçocukların güzel bir Türkiye yaratacaklarından yüzde yüz emin olan engin bir yürek.Buengin yürek üzerinde binbir baskı olmasına karşın TÖS’ün yaratılmasında en ön sıradayerini alıyor ve TÖS’e başkan seçiliyor.

Fakir Baykurt, 1979’da Almanya’ya eğitim görevlisi olarak gidiyor. Almanya’ya gidişininasıl nedeni, yoksul Anadolu köylüsünün ‘gast arbeiter-misafir işçi-‘ olarak çalışmayagittiği öncelikle Almanya’daki durumunu yerinde gözlemlemek . Yoksul Anadoluköylüsünün Avrupa’daki sınıfsal dönüşümünü ve sorunlarını dile getirmek... Aslında FakirBaykurt, çok çok bir-iki yıl için gittiği Almanya’da Türkiyeye’de çekinceli olarak ilanedildiğinden 1994’de vatanından ayrılışından tam 15 yıl sonra dönebiliyor.) ÇünküAlmanya’ya gidişinden bir yıl sonra Türkiyede Genel Kurmay Başkanı faşist Kenan Evren’inbaşını çektiği 1980 faşist askeri darbesi oluyor ve tüm ilerici, demokrat, devrimci,komünist yurttaşlar sorgusuz-sualsiz hapishanelere dolduruluyor.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Suçlarının ne olduğunu dahi bilmeden yıllarca hapishanelerde yatıyorlar, işkencelerdengeçiriliyor, işkencelerde öldürülüyor, sakat bırakılıyorlar. Onlarca devrimci genç idamediliyor. Henüz 17 yaşında olan Erdal Eren darağacına gönderiliyor. Fakir BaykurtTürkiye’ye dönseydi o da tutuklanacaktı. Dolayısiyle Almanya’da kaldı ve bu kalış 20 yılsürdü. 1999’da Essen Üniversite Kliniğinde pankreas kanserinden öldükten sonraTürkiye’ye cenazesi götürüldü.

Sene 1982 sonu olsa gerek. Yılmaz Güney’in 1972 Orhan Kemal roman ödülünü almış“Boynu Bükük Öldüler”iniOkuyorum. Roman beni sardı. Köy romanı özelliklerini taşıyor..Benim ise köy romanıüzerine teorik bilgim fazla yok. Fakir Baykurt’un, Mahmut Makal’ın en belli başlı roman veöykülerini de okumuştum. “Yılanların öcü”, “Irazcanın Dirliği”, “Tırpan”, “Kaplumbağalar”,“Sınırdaki Ölü”, “Amerikan sargısı”, “Bizim Köy”, “Yer Altında bir Anadolu” ... vb. Köyromanı’na kafayı iyice taktım..Yaşar Kemal’in “İnce Memet”i de araya girince köy romanıüzerine bir şeyler yazayım istedim. Almanya’nın ücra bir köyündeyiz.. İn-cin top atıyor.İnternet falan yok. Kitap kısıtlı, İstediğim kitapları bizim devrimcilerin tertiplenengecelerde açtıkları kitap-dergi sergilerinde bulmak olanak dışı. Benim de Türkiye’yegirebilme olanağım yok! Oysa köy romanının tarihçesi bana gerekli, İşe Türkiye’deki köyromanının ilkinden başlamak, onlar üzerine bilgilenmek gerekiyor. Fakir Baykurt’u önemlebunun için aramak, onunla bu konularda sohbet etmek, bilgilenmek istedim.

Rahmetli Fethi Savaşçı(1930-1989) München’de yaşıyor, bir fabrikada işçi olarakçalışıyordu. Yani İşçi-yazar! (Öyküleri sanıyorum 20’ den fazla ve bir bölümü Yedi Tepeyayınevi tarafından yayınlanmıştı.) Sık mektuplaşıyoruz. Önemle o yıllarda öne çıkanpolitik, teorik sorunlarda tartışıyoruz. Uzun yazıyoruz.. Fethi Savaşçı’nın Fakir Baykurt ile dearkadaşlığı var. Telefon numarasını o bana vermişti.

-Alo diyorum. Alooo ! ( Aramızda tam 150 KM var. Aslında Almanya’da en fazla 1,5 saatlikbilemedin iki saatlik bir yol.)-Aloo diye kısık bir ses yanıt veriyor!-Kiminle görüşüyorum?-Siz kimi aramıştınız?-Fakir Baykurt ile görüşmek istiyorum da!-Benim, buyurun.-Adım Yavuz Aközel! Yabanel dergisinden. Telefonunuzu München’den Fethi Savaşçıdanaldım..-Buyurun !-Fakir abi, ben köy romanı üzerine bir yazı hazırlıyorum da..Sizin yardımınıza gereksinimimvar.-Nasıl Bir yardım ?-Söz gelimi Köy romanı’nın tarihçesi üzerine..

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

(Fakir Baykurt bu konularda gerçekten bilgili bir kişi..Benim elimde kağıt-kalem onunanlattıklarını not alıyorum..)

Bugün internetler artık her eve girmiş. O zamanlar varmıydı bilmiyorum da biz biraz ilkelkalmıştık sanırım. Yaşamımız ev ile fabrika arasında geçen yankısız bir savaşımdan öte birşey değildi. Hiçbir ses duymuyorduk, hiç bir ses de çıkartmıyorduk. Öyle sessiz ve öfkesiz.Ama acıklı ,dramatik!

-İlk köy romanı?-Evet.. . Adınız Yavuz’du değil mi?-Evet...-İlk köy romanı, Nabizade Nazım’ın 1890 yılında yazdığı ‘Karabibik’tir. Edebiyatımızda ilk köygerçeğini anlatır. Roman Kaş’ın Beylik köyünde geçer. Ama köy romanı değil de ilk Türkiyeromanını sorarsan Şemsettin Sami’nin 1872’de yayınladığı “Taaşuku Talat ve Fitnat” adlıyapıtıdır.

Fakir Baykurt’un aynı dergide yazılarımız yayınlanmış olmasına karşın benim yazılarımıokumadığı belli. Oysa ben birkaç makale türü yazımda ondan da örnek vermiş, yaşadığıbaskıları romanlarının önsözlerindeki alıntılarla gündeme taşımıştım. 3-4 dakikalık kısa birkonuşmaydı. Ama oldukca yararlı ve beni mutlu eden bir konuşma olmuştu..

Fakir Baykurt’la böyle bir muhabbetimiz oldu işte! Sonra birkaç kez yine köy romanıüzerine, Köy Enstitüleri üzerine, Mahmut Makal’ın 1950’de yayınlanan ‘Bizim Köy’denemesi üzerine konuştuk. Artık konuşmalarımız 3-4 dakika değil neredeyse 15-20dakika sürüyordu. Buraya kadar herşey çok güzeldi. .Fakir Baykurt gerçekten alçakgönüllü, saygılı, yardımı seven, BİLGE bir kişilik.

Elimde Nesin Vakfı’nın Edebiyat Yıllıkları vardı. 1976 yılına ait yıllıkta “Köy romanı, KöyEnstitüleri çıkışlı öğretmenlerin yazdıkları romanlar üzerine 1975 yılında gerçekleştirilmişilginç ve kapsamlı tartışmalar yer alıyordu. Bu tartışmaya Pakize Kutlu, Adalet Ağaoğlu,Talip Apaydın, Necati Cumali, Dursun Akçam , Selim İleri, Demirtaş Ceyhun ilk eldekatılanlardı. Daha sonra Attila İlhan, 22 eylül 1975’de Yeni Ortam Gazetesinde BırakınAllah Aşkına başlığını taşıyan Köy enstitüsü çıkışlı yazarları hedefin merkezine koyanbir yazı yazıyor. Yazıdan biraz alıntı verirsem aslında daha iyi olacak. Yazıyorum:

“Bırakın Allah Aşkına“...................

İki yanlış birleşti mi?Konuyu yeni girenler için ister misiniz önce sorunu bir özetliyeyim?Acaba şöyle mi toparlasam: Köy ve köylü edebiyatından hoşlanmıyorum diye bir şey yok.Deyim uygun düşerse “Bizim Köy” edebiyatından hoşlanmıyorum diyeyim. Hem zaten buhoşlanmamak da sayılmaz. Öylesi bir edebiyatı yanlış bulmak, toplumcu gözle eleştirmek!Aslı aranırsa “Köy enstitüsü” çıkışlı bazı yazarların yaydığı ve geliştirdiği bir edebiyat,

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

roman, hikâye ve şiir olarak belirli çevresinde dolaşır, temeli de köyü kalkındıracak adamınöğretmen, kalkındırma yönteminin de eğitim olduğudur. Bu birinci yanlış. İkincisi veönemlisi: Köy enstitüleri edebiyatı bizde, bu kuruluşların köylünün köyde kalması, şehrekayışının ‘proleterleşmesinin’ önlenmesi gibi bir amacı içerdiğinin gözden kaçmasına nedenolmuştur: Öyle ya , enstitülerde ilerici öğretmeni yetiştir, eğitimle donatılmış olarak salköye, bak nasıl hepsini çevresine alıp köyünü cennet edecek! Bu yüzden de, kimse“yabana” gitmeyecek. Sanki cahilliklerinden gidiyorlar, ekonomik ve yapısal nedenlendendeğil!

Bu iki yanlış birleşti mi, temeldeki büyük yanlışı veriyor: Köy enstitüleri de, oradan çıkanyazaların çoğu da, ülkenin ve köylünün kalkınmasını bir eğitim yani üst yapı sorunu diyealmaktadırlar, oysa altyapısal değişiklikler gerçekleştirilmedikçe, sırf eğitimle bir dönüşümbaşarmak olmayası bir şeydir.(Yeni Ortam, 22 eylül 1975)’Alıntı Nesin Vakfı 1976 EdebiyatYıllığı Sayfa 346-360 ‘dan verilmiştir.)

Bunun üzerine Fakir Baykurt da tartışmaya Attila İlhan’ın adını vermeden ama ‘BırakınAllah Aşkına’ya yanıt niteliğinde 1 Kasım 1975 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde aslındabiraz sitemli, biraz duygusal bir yazı yazıyor. Yazı’nın o duygusal ve sitemsi bölümlerindendeğil de asıl meselenin esasına giren bölümlerinden bir-kaç alıntı vermek sanıyorum yararlıolacak. Yazıyorum:

Bıkmışlar Köy Edebiyatından“…… Otuz yıldan bu yana düşünür gelirim. Köyde doğmuş, köyde okumuş, köyde çalışmış,bugün de bir ayağı köyde bir yazarım, davranışlarıma, konuşmalarıma, yazılarıma belli başlıetken olan temel izlenimler, romanlarımın, öykülerimin temel gereçleri köyden geliyor. Köyübildiğim kadar kenti, fabrikayı, ocağı bilmiyorum ,bilemiyorum. Bilmek istediğim zaman dayenilmez zorluklarla karşılaşıyorum. Kimse bir yazara, “Bildiğin konuları bırak, bilmesen deşu şu konuları yaz!” diyemez herhalde… Bunca yıllık yazarlığımızda biz kimseye, “Kentincan sıkıcı aylaklarını, onların küçük serüvenlerini yazmayı bırakın da, köye gelin, sömürüle,kemirile anası ağlayan köyü yazın !“ demedik.

İkincisi, benim kafamda, bugün yazmak düşünsel bir seçiş, bir yazarlık görevidir. Köylülerbugün toplumun en ağır üretim işlerini, en ağır hizmetlerini yüklenmiş bir kitledir. Köylüleren ezilen, en sömürülen yanımızdır. Köylüler sattıklarından kazıklanan, satın aldıklarındankazıklanan, ekonomik ve politik anlamda uyutulmuş, örgütlenmesi önlenmiş, kasıtlı olarakcahil bırakılmış, sağlığına boş verilmiş çocukluğumuzdur. Onun yaşamını, çilesini,bilinçaltını, üstünü, tepkilerini, özlemlerini yazarak aydınların, partilerin, üniversitelerin,yönetim katlarının dikkatlerini çekmek, okurların da ilgisini ve yardımını sağlamak toplumayararlı bir hizmettir. Köyü ekonomi politik açıdan fazla abartarak değerlendirmeninsakıncalarını biliyorum elbet. Ama tartışmacı arkadaşlarımız da, onun dünkü, bugünküvarlığını, varlığının önemli ağırlığını yok saymayı kesmeliler.

Haklı eleştiri şudur: Bütün bunları yazabilirsiniz. Ama bunları yazmak bir yazarı kurtarır mı?

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Yazdığımız romansa roman, öyküyse öykü olmalı. Ama bunu tartışmak başka, “Köyüyazmayın, köyden bıktık!” demek başka. “Bizim çoğu romancılarımız Zola çağındalar.Kötü Rus romanlarına öykünmeyi iş sananlar çok.” Demek başka. Kurnaz bir dikkatleroman adı da, romancı adı da yazmadıkları bu yazarlar, nerdeyse bilinçaltı kıskançlıklarınbir çeşit dışa vurumu oluyor.(Cumhuriyet, 1 kasım 1975)(Nesin Vakfı 1976 Edebiyat Yıllığı.S. 346-360)

Fakir Baykurt, eylem adamı. Salt masa başında oturup da, hayali romanlar, öyküler yazantipik kentsoylu yazar tiplerine hiç benzemiyor. Fakir Baykurt, hayal gücü ile gerçekliğiniyapıtlarına yansıtan, bunun için de yazdıklarının hem estetik hem de toplumsal pahabiçilmez değerleri olan bir kavga adamı. Onun estetik açıdan başarısının birincil gizi, ezileninsana verdiği değer ve bu insanı gerçekliğiyle yapıtlarının içerisine başarıyla sokabilmişolmasında yatıyor.

Onun Almanya’ya gidişinde de bu özelliği belirgin değil mi? O Almanya’ya para kazanıp dazengin olmaya gitmedi elbette. Köyünden kopmuş fakir köylüyü yerinde izlemek, onunköylü yaşamını, proleter yaşamını, ekonomik ve sosyal değişimlerini kendi kanında,canında duyabilmek için gitti. Alıntı yaptığımız yazısında da gerçi bu duruma Fakir Baykurt

Fakir Baykurt Duisburg kömür ocaklarındapaydos ettikten sonra işçi dostlarıyla sohbet: :

bizzat kendisi değiniyor, bu durumu açımlıyor.Fakir Baykurt Cumhuriyet Gazetesinde 1 kasım1975’de ..

“Bıkmışlar Köy Edebiyatından”ı yazdıktansonra Attila İlhan durur mu hiç? Hemen sıcağısıcağına 8 Kasım 1975’de Yeni Ortamgazetesindeki kendi sütunundan dalgayla karışıkyanıtını yapıştırıverir. Hani köylü’nün değil deproleterya’nın Marksist bakış açısıyla olguyabaktığından Fakir Baykurt’u mat etmek için eliniçabuk tutar. Marks’ın meşhur bir ayakkabıcıöyküsü vardır ya işte o öyküyü örnek göstereekçok bilimsel yazısına giriş yapar. Sonrası? İştesonrasının bir bölümünü de buraya aktarayım:

“İLAHİ FAKİR-i PÜR TAKSİR !….Yalnız, ondan önce yazarlar da, Fakir-i Pür- Taksir’in kendisi de suya tirit konuşuyorlar,bu da önceki saptamalarımızı doğruluyor. Neydi onlar, bu ekolün yazarları natüralizmyapar, kuramsal hazırlıkları yoktur, şematik bir iyi öğretmen – kötü imam (pek pek ağa)çelişkisini hemen hemen aynı tipler, aynı ilkel anlatımla yinelerler vs. değil mi, ehkendilerini savunurken söylediklerine baktınız mı, elhâk diyorsunuz, bunlar bu kadardır,ötesine de öldür Allah gidemezler.

Biz Neredeyiz Ağam NeredeBu kadar sözü, gerçekte üzerinde biraz durmuş olduğumuz Fakir Baykurt’un bir yazısına,

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

daha doğrusu oradaki bir itirafına yeniden dönebilmek için söyledim. Gereksindim deondan, bana öyle geldi ki o itiraf, bizim köy yazarı tipinin her biçimine uygulanabilecek, bir“ Koşullarının gerisinde kalmış olmak” itirafıdır. Fakat önce aynen aktarmak zorundayım,bakalım ne diyor Fakir-i-Pür-Taksir efendimiz :

“Otuz yıldan bu yana düşünür gelirim. Köyde okumuş, köyde çalışmış, bugün de bir ayağıköyde bir yazarım, davranışlarıma, konuşmalarıma, yazılarıma belli başlı etken olan temelizlenimler, romanlarımın, öykülerimin temel gereçleri köyden geliyor. Köyü bildiğim kadarkenti, fabrikayı, ocağı bilmiyorum, bilemiyorum. Bilmek istediğim zaman da yenilmezzorluklarla karşılaşıyorum.”

Açıkça görünmüyor mu durum ? Bir kere benim, “Bunlar doğru dürüst köyü de değil,kendi çocukluklarının köyünü anlatıyorlar” yolundaki saptayışımı satır satırına doğruluyorya; daha da öteye gidip, aşağı yukarı yirmi beş otuz yıldır kent gerçeğine yerleşmişoldukları halde bireysel üst yapılarını alt yapılarına uyduramadıklarını da, bu yüzden geridekaldıklarını da gösteriyor. Onun içindir ki zaten, bunların toplumsal devrimci davranışıişçilerin davranışına uymaz da, daha çok, “Köy Enstitülerinin yeniden açılmasınısağlayacak” tepeden aşağı bir hükümet darbesi devrimciliğine uyar. İnönüAtatürkçülüğüne yani ! Oysa çağdaş koşulların köyden şehre göçmüş orada işçileşmiş(işçileşmek entellektüel düzeyde olabilir) köylülerden beklediği, bir ayak önce işçileşmebilincine kavuşmak, bunun sosyalizm aşamasına ulaşmak, siyasal ya da entellektüeleyleminde bunun sentezini yapmaktır.Yoksa acıttı mı ? (Yeni Ortam, 9 kasım 1975) (NesinVakfı 1976 Edebiyat Yıllığı,S. 346-360)

O yazılarda kendini kaf dağında gören Attila İlhan, Fakir Baykurt’la adeta dalgageçercesine, eleştiri yazılarına Fakir Baykurt’u hedef alan tuhaf başlıklar atıyor. Aklı sıraolguları Marksist bakış açısıyla değerlendiriyor. Attila İlhan’ın ‘köy romanı’ bağlamındahedef aldığı Fakir Baykurt üzerine kaleme aldığı yazıları yeniden özetliyelim:

Biraz da Roman Yazalım (Milliyet Sanat 11 temmuz 1975)Bırakın Allah Aşkına (Yeni ortam, 22 eylül 1975)İlahi Fakir-İ Pür-Taksir (Yeni Ortam, 8 kasım 1975)Fakir-i Pür Taksir’in Açık İtirafı (Yeni Ortam, 9 kasım 1975)

Fakir Baykurt, bu yazılara karşılık aydınlatıcı iki yazı kaleme alıyor: İlki Kasım 1975’te diğeriise Şubat 1976’da:Bıkmışlar Köy Edebiyatından( (Cumhuriyet, 1 kasım 1975)Ne çıktı Köy Romanı Tartışmasından (Yeni Toplum, Şubat 1976)

Evet, telefonda Attila İlhan konusu açılmadan her şey yolunda gitmişti. Ama benim haklıolarak Edebiyat yıllıklarına kadar yansımış bir tartışma üzerine de telefonda konuşmak, fikiralışverişinde bulunmak istiyordum. Çünkü kafamda çözüm bekleyen bazı çıkmazlar vardı.Fakir Baykurt, Attila İlhan adını duyunca lafı hiç gevelemeden kısa kesti ve telefonukapattı. Tabii yanlış anlaşılmıştım. Moralim bir anda sıfıra inmişti. Günlerce uyuyamadım.

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Emeğin Sanatı Dergisi’nin 2013 haziran-temmuz sayısında (sayı: 143-144): Köy enstitüleri,köy romanı, Attila İlhan, Bizim köy’cüler kapsamlı bir şekilde ele alınıyor.http://emeginsanati.blogspot.com.tr/2013/06/yavuz-akozel-can-yucele-dogru-uzun-ince.htmlhttp://emeginsanati.blogspot.com.tr/2013/07/yavuz-akozel-can-yucele-dogru-uzun-ince.html

Bu yazı yine Emeğin Sanatı E Yayınlarında “Köy enstitüsü Tartışmaları ve Can yüceleyolculuk “ başlığı ile E kitap olarak yayınlandı.http://issuu.com/emeginsanati/docs/k__y_enst__t__s___tarti__malari_ve_/1

1982’den 2013’e gelindiğinde FAKİR BAYKURT’A ANLATMAK İSTEYİP DEANLATAMADIĞIM, BELKİDE YANLIŞ ANLAŞILDIĞIM İŞTE O ŞEYLERİN BİR BÖLÜMÜ BU E-KİTAPTA AÇIMLANDI. Keşke Fakir Baykurt ölmeseydi de yeniden telefon açsaydım, hattayanına gitseydim...

Yanına gittim!Tabelanın üzerinde Fakir Baykurt Platz yazıyordu. Tabelaya elimi dokundurdum, tabelayıokşadım. Hafif bir rüzgâr ağaçlarda tek tük kalmış sarı yaprakları yere döküyor,savuruyordu. O derin sessizlikte onun telefon görüşmelerimizdeki sevecen, bilge sesikulaklarıma hüzünlü ama umut dolu şeyler fısıldıyordu. Neydi bu hüzünler? Neydi bu umutdolu fısıltılar? Yepyeni bir dünya, özlemin, gurbetin, acının, sömürünün, çaresizliğin sonaerdiği bir dünya! Kadınlarımızın, çocuklarımızın çaresizlik içerisinde ağlamadığı,kahrolmadığı kocalarını, babalarını mahpus damlarına, sürgünlere, ölümlere, işkenceleregöndermediği pırıl pırıl bir dünya.

Evet, tam bir yıl sonra Almanya’da onun yaşadığı semtin 4 km. yakınında Pizza veinternasyonel mutfak üzerine çalışan ev ve iş yerlerine de arabalarla servis yapan, Bismarkcaddesinde, adı ‘Piknik’ olan bir restaurant açtım. Onun gittiği, dolaştığı yerlerde dolaştım,oturduğu yerde oturup Rhein nehrini, nehirden süzülüp giden yük gemilerini, yolcugemilerini gözledim. Restaurant’ım Moers’ün Meerbeck semtindeydi. Yani Duisburg’a bağlıHomberg ile sınırdı. Fakir Baykurt işte bu Homberg’de yaşıyordu. Türkiye’de

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

sürüm sürüm süründürülen bu değerli adam 20 yıl yaşadığı Homberg’in bir sokağınadeğil bir meydanına adını vermişti: Fakir Baykurt Platz! Benim dükkandan Moers caddesinitakip ederek doğru gel Homberg’e, Schiller caddesinin başladığı yer Fakir Baykurt Platz!artık adet edinmiştim. Ne zaman içimi gurbetin yüklediği bir hüzün ve özlem basar hemenarabaya atlar oraya giderdim.Son söz’ü henüz söylemiyorum. Ama Fakir Baykurt üzerine yapılmış tek yanlı yargılarüzerine gitmek istiyorum. Evet köy romanı denildiğinde (Fakir Baykurt köy romanıdeyimini kabul etmiyor) öncelikle Fakir Baykurt akla gelir. Ama o sadece köy romanlarıyazan bir yazar değildir ki! Yaşamının belirli bölümlerini bakanlık emrine alınma, sürgün ,açığa alınma, mahpus damlarında en önemlisi de son 20 yılını Almanya’da işçi sınıfınınarasında geçirmiş bir yazarın köy romanından başka söylediği şeyler de olmuştur. Hem degüçlü şeyler. Araştıran kişi bunları bulmak da hiç de zorluk çekmez.

YAVUZ AKÖZEL17.10.2015

DÖNEN ÇARKIN OYUNLARI

Savaşın etrafında dönen çarkın insanları, geçmişin gününü yaşamakistiyor. Ele geçirilmiş hırsların içinde, intikamın son kadehi sunuluyor.Sisli pencerelerin ardında oluşan sanatın gözyaşları, uçurumunkenarında bulunan dalgaların arasına karışıyor. Çıkarılan her şiddetlifırtınada, sanatın kaleleri birer birer yıkılıyor. Barışın insanları biryandan haykırırken, fark edilmeyi bekleyen tutsaklık alevleniyor.Alevlerin içinde kavrulan intikam, son sunuş şeklini belirliyor. Herbelirlenen kadehte, arzulanan istekler savaşın gölgesinde saklanıyor.Sonlanamayan aşklar, olmayan barışın üstünde asılıyor. İçimizde varolan seslerin düşmanları artarken, arkanda duran geçmiş bize sorusunuyöneltiyor. Savaş eğer barışı katlediyorsa, sanatı yaratan duyguları kimtoprağın altına gömüyor?

BEGÜMHAN VARLIK

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

DÜŞLERİN ÖTESİNİ SÖYLESakındığım zamanlardan uyanırkenBaşucumda alev aldımÇok susadım nefes verYarına dururken yüreğimAteş güzel yanıyorSeverken

Öğrenmek istemiyorum özlemiZor sorudur çünküSaçlarım uzun amaYeterli değilVeKuytunda avuçlarına damlamak

Mademki,Balıklar denizle sevişirBulutlar deniz feneriyleÖzgürce titrerken ellerHangi sözler hasretSöyle

Sonsuza kadarGeçmez senden yüreğimDüşlerin öteleriBizleri bekleyecek

Duyar mısınÖzlemi öğrenmek istemiyorum

Çağlıyor aşkŞehir türkü türküRenkliVeAydınlıkDüşlerin ötesinde

BURCU TÜRKER

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ÖDLEKLİĞE DEVRİMCİ BİR SESLENİŞ

Uzun ağaçlar vardı tırmanacağımızDoğaldı devrimci çocuklar bir zamanŞimdilerde bazılarından yavşaklık akıyorTarih bilincinin yerine koydukları şeyİdeolojik rant...Ödlek ödlek takılıyorlar.

Bilmiyorlar bir çiçeği öpmek için bileBütün hayatından vazgeçececek denliYüreği bütün çocuklar hâlâ var kere varAma dertleri zorları kendi arızalı halleriyleÇocuklara kendileriyle efelenmek...

Uzun ağaçlar hâlâ var tırmanacağımızYine de doğal kalmış hâllerimizle varızYüreksizliğine kılıf arıyan her kim iseOnlara göstereceğimiz yüreğimiz kalmadıYalnızca çocuklarımıza...yalnızca çocuklarımıza...

Sonsuzca ve bir kere daha gösterecek yüreğimiz var...!

ALİ HALDUN HAKMAN

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

SİYAH

Korkularımızın eşelediği bir mirastır tüm yaşadıklarımızküfre bulanmış bir edeple geçilir çokça bu dünyadankimsenin bölüşemediği o kutsal ekmek içinherkesten gizlenirkendinden ötesi…

Gel uzan benimle bu taş döşeğe, tut korkumun ellerini!

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

MEMLEKETTE SON DURUM

İstanbul olanca sessizBeyazıtta bozuk para düşse yereEminönünden duyulacakBence sorun değil amaEnflasyon ne olacak

BeyazaŞakağa düşme yasağı koydumSaçlar aklaşmayacak

Hadi gülleri kopardıkBülbülü susturduk var sayalımMecnunun ahı kimde kalacak

Gene de bunlarla üzmeyin kendiniziYarın hava güzel olacak

SEMA LALE

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

SANAT SOKAĞIN SESİ, BAŞKALDIRAN ÇIĞLIĞIDIR[1]Temel DEMİRER

“bir kez geçer, bir insan bir karşı’ya,ondan sonra artık her şey karşı’dır.”[2]

Sürdürülemez kapitalist vahşetin üretimi ve üreteni değersizleştirdiği hiçleş(tiril)mekesitinden geçiyoruz.İnsan(lık) için birçok şey kapkara geleceksizlikte ifadesini bulurken; insan(lık)ıinsanlaştıran/ yapan değerler aşınıyor.Kapitalizmin koşullandırdığı çıkara temelli ilişkiler, insan(lık)ın içini boşaltırken; devasa biryabancılaşma/ yozlaşmayla yüz yüzeyiz.TDK sözlüğünde “yoz” kelimesinin karşılık olarak dört anlam çıkar karşımıza: i) “Olduğu gibikalarak işlenmemiş olan”; ii) “kaba, adi, bayağı”; iii) “soysuz, yozlaşmış, dejenere”; iv)“kısır”… Bu özellikleriyle “yoz” boyun eğer, sorgulamaz, sürüleştirir.Olumsuz değişim anlamında başkalaşım olarak da kullanılan yabancılaşma/ yozlaşmatehlikeli şeydir. Bir şeyin gerçek özelliklerinden uzaklaştırılması veya uzaklaşmasıdır.Yabancılaşma/ yozlaşma ile varolan değerler yitirilirken; etik olandan uzaklaşma, aslınıyitirme, amacından sapma, erdemlerini kaybetme durumu devreye girer...Yozlaşma ya da dejenerasyon, kültürel birikimin ve değer yargılarının en büyük katilidir.Toplumları çözülmeye iten labirenttir.Emperyal politikalarla bağıntılı olan “Kabalaşma/ Odunlaşma” alt başlığında da irdelenmesimümkün olan (80’lerden 90’lara bütün çarpıcılığıyla yaşanan) kültür yozlaşmasıyla şiddetinyaygınlaşması, artık sıradan bir olay sayılır olması; insan ilişkilerinde saygı ve sevginin

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ender görülen bir olguya indirgenmesi; bencilliğin ve çıkarcılığın onaylanan bir davranışbiçimini alması; insanların medya aracılığıyla tanıdıkları başka dünyaların insanlarınaöykünmesi vb’leriyle belirginleşen yozlaşma, kötüye gidişin, bilimsellikten uzaklaşmanın,dogmatizme yol almak yanında dürüstlük, fedakârlık gibi insanî özelliklerin gerileyişininzeminidir.

* * * * *Tıpkı bugünlerde yaşa(tıl)dığımız gibi…Yazar Alain de Botton’un, “Türkiye’de bir baskı ortamı var, büyük bir mücadele yaşanıyor,”notunu düştüğü bugünler!Celal Üster’in, “Erdoğan’ın bale sanatına ‘belden aşağı’ dediği günlerden bu yana 20 yılgeçti. 12 yıldır ‘inşa edilmekte’ olan ‘Yeni Türkiye’nin geldiği yer: ‘Tango, ayakta zina’!”diye tarif ettiği bugünlerde iktidarın borazanı Ömer Lekesiz, “Sanatı salt seküler/materyalist bir ezber içinden değil, kendi hakikâti (istidat - hayal - gerçeklik üçlüsü)içinden sahih şekliyle yeniden doğru okuyabilelim”; Sabancı Holding Yönetim KuruluBaşkanı Güler Sabancı da, “Sanatın önemli özelliği yaşamımızı zenginleştirmesi,” zırvasınıdillendirirken; yani kimileri sanatı kutsala, kimileri ise piyasaya irca etmeye çalışırken,hızla sıralayalım:i) TRT’de yayınlanan ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisinde oynayan Hamit Demir, Berkin Elvan içinhazırlanan videoda yer aldığı gerekçesiyle işine son verildi![3]ii) “Kültür Bakanlığı Gezi eylemlerine destek veren tiyatrolara yine ceza kesti”![4]iii) Devlet Tiyatroları’nın 2014’ün Kasım ayındaki oyun planından - Shakespeare’in, iktidarhırsıyla suç işleyerek yükselen ‘Macbeth’in paranoyaklaşarak aklını yitirmesi ve trajiksonunu anlatan- ‘Macbeth’ oyunu çıkarıldı![5]iv) Fazıl Say’ın eserleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın programındançıkartıldı![6]v) İhraç istemiyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yüksek Disiplin Kurulu’na sevk edilen vehakkında soruşturma açılan oyuncu Levent Üzümcü, Şehir Tiyatroları çalışanlarının GeziDirenişi’ndeki tavırları beğenilmediği için toplam 550 çalışanın iki buçuk yıldır teşvikikramiyelerinin, maaşlarının ödenmediğini söyledi![7]vi) Kültür ve Turizm Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkan Vekili İsmail Demirel 9 Aralık2014’de tüm personeli toplantı salonuna çağırarak, “personele ahlâk tehdidinde bulundu”.Demirel’in personele, “Herkes kadın - erkek ilişkilerine dikkat etsin. Ahlâksızlık yaparsanız,kafanızı koparırım, sizi sürerim. Kadınla erkeği bir arada görmeyeceğim” dediğibelirtildi![8]vii) Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, Devlet Tiyatroları ile özel tiyatrolardaki “sansür”girişimleri hakkında “Necip Fazıl oynansın demek baskı mı” derken, “oyunlarda cinselşiddete asla izin vermeyeceğini” belirtti![9]viii) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, Antalya DOB Müdürü Ayan’ın “geçmişte arkadaşlarıylabirlikte plajda çektirdiği fotoğraflar ve bu fotoğrafları kişisel Facebook hesabındayayımladığı” gerekçesiyle DOB Genel Müdür Vekili Ada’ya “Aslı Ayan’ı görevden alın”baskısı yaptığı belirtilirken, görevden alınan Mersin DOB Müdürü Şanal da geçen sezon“sanat kurumlarını yok etmeyi amaçlayan Türkiye Sanat Kurulu (TÜSAK) Yasa TasarısıTaslağı’na hayır” bildirisine imza atan isimler arasındaydı![10]ix) Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı nedeniyle gerçekleştirilen ve bütçesini Gençlik ve Spor

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Bakanlığı’nın karşıladığı belirtilen ‘1915 Bir Hilal Uğruna’ adlı etkinlik için Kültür ve TurizmBakanlığı’ndan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü ile Devlet Opera ve Balesi GenelMüdürlüğü’ne “etkinliğe katılın” talimatı geldiği öğrenildi. Kurumların, “ Gerekirse temsilleriptal edilsin, ancak bu etkinliğe katılınsın” denilerek katılımın zorunlu tutulduğu etkinliğe,DOB’dan baletlerle birlikte Modern Dans Topluluğu’ndan yaklaşık 9 sanatçı katılırken;Devlet Halk Dansları Topluluğu ile Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğrencilerininde yer aldığı ekipte, sanatçılar temsili bir hoca eşliğinde sahnede “namaz kıldı”![11]Böylesine bir tabloda; baskı, zulüm ve yozlaşmanın dört bir yanı kuşattığı bir coğrafyada veyerkürede, sanat bir direnme biçimi değil de ne olabilir ki?* * * * *Hayatımda hiç şüphe duymadığımı gerçeklerden birisi, sanatın sokağın sesi, başkaldırançığlığı olduğudur.Sanat sokak(lar)ın haşarı, ele avuca sığmaz çocuğudur. Çocuğun, çocuksu düşlerin tekyardımcısı sokaktır.Kim ne derse desin sokağı “sokak” yapan unsurların başında; Edith Piaf’ın, “Ben sokaktangeliyorum. Bunu herkes biliyor. Ne olmuş yani? Benden hoşlanmıyorlarsa ilgilenmesinler.Öyle yapacaklar zaten. Halktan gelmek utanç verici değil; pislik içinde, cehalet içindekalmayı istemek utanç vericidir,”[12] sözleriyle betimlenen çocuksu isyankâr cüret gelir.Çünkü ötesinde berisinde çocuksu isyankâr cüret varsa anlamlıdır sokak...Yaramazlığı, kavga, küfrü, ısrarı, koşmayı, düşmeyi vd’lerini öğrendiğimiz mekândır.Hayatı öğrenme kılavuzudur sokak. İnatçı bir damarı vardır sokağın; yakıcı bir damar,gerçek bir damar. Çünkü herkesin içinden geçtiği hayatın avlusudur.Hayattır, hayatın kendisidir. Sert, zorlu ve tehlikeli olduğu söylenir hep; doğrudur.Ne verirseniz onu alırsısınız sokaktan, hayal kırıklığına uğratmaz sizi…Sokağın ne kadar içindeyseniz o kadar içindesinizdir hayatın…Yolu karanlığa düşenlerin ya da sıkıcı hayatların durağanlığında kavrulanların, dört duvarbinalarda ekmek parası diye eriyen hayatlarını ızdırap dolu bakışlarla seyreyleyenlerinkurtarıcısıdır sokak.Derin bir nefestir bünyelere. Her şeydir ve hiçbir şeydir görmesini bilene.Arapça “suk-ak”tan yani “dar geçit”ten gelen sokağın ayrı ayrı bir rengi ve sesi vardır.Her sokağın bir melodisi vardır. Bir ismi vardır, her sokağın. Biz insanlar gibi.Nabız ile tansiyonun en iyi yansımasıdır. Direniş mekânıdır; hayatın kalbidir.Ya da Cemal Süreya’ya, “hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka/ keşke yalnız bununiçin sevseydim seni,” dedirtendir…Birleştiren, insanları aynı hizaya çeken o müthiş gücüyle iktidarın korku kaynağı “sokak”deyip geçmeyin; orası evsizlerin evi; yurtsuzların yurdu olabilen biricik mekânıdır.Kolay mı? Hayatın tüm karmaşasıyla var olduğu yerdir sokak.İş bu nedenle Albert Camus’nün, “Sokaklardan başka yerde bilinç yoktur, çünkü tarihsokaklardadır,” saptaması sanat için de geçerlidir.Ancak ne yazıktır ki sokak bugün, artık içinde yaşanan değil, hayali kurulan bir mekânadönüş(türül)müştür. Post-modern zamanlarda sokakta artık hayat yok, birtakım hayaller ve-genellikle de- hayal kırıklıkları vardır.Kabul etmek zorundayız: Post-modern zamanlarda sokak uzun zamandır, üstüne üstünegelen bir kalabalık, tehditkâr bir tekinsizlik, sürekli bir savunma hâli, süregen bir polis

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

gözetimi… Sokak uzun zamandır başkalarının, egemenlerin işgali altındadır…Ancak herkesin önünde olan ve fakat herkesin arkasında saydığı bir gerçek olarak sokakhâlâ sokaktır ve müthiş bir imkân olarak ezilenlerin, sanatının ve başkaldırın münbitzeminidir.

* * * * *Yeri geldi altını defalarca çizerek ifade edeyim: Ezilenlerin sanatının ve başkaldırılarınınsokaksız sesi çıkmaz, var olmaz…Nâzım Hikmet Ran’ın “çeneni avuçlarının içine alıp,/ duvara dalıp,/ kalma!çeneni avuçlarının içine alma!/ kalk!/ pencereye gel!//gel!/ dinle havaları:/ havalar seslerin yoludur,/ havalar seslerle doludur:/ toprağın, suyun,yıldızların/ ve bizim seslerimizle...pencereye gel!/ havaları dinle bir:/ sesimiz yanındadır,/ sesimiz seninledir,” dizelerindekises hızı saniyede 340 metre olan varlığın habercisidir veya bir nefes ya da nefesin adandığıbir ömürdür...Kelimelerden bağımsız iletişim aracı olarak “Ses insanın kimliğidir,” diyenler haksız değildir;ciğerlerden gelen havanın ses yolundaki titreşim ve evrenin ortak dilidir o…A. Beliy’in, “Çığlığın şiddeti anlamın üstündedir,” notunu düştüğü ses yaşadığınız acıları,sevinçleri, ağlamalarınızı misal, gülüşlerinizi, düğümlenmiş boğazınızı, anılarınızı hep kaydageçirir...Kolay mı? Edip Cansever’in, ‘Tragedyalar’ın da işaret ettiği üzere, “İçimizdesakladıklarımızın birazı sesimiz”.Ses var oluş hâlimize mündemiçtir… Bu yanıyla da bir duruştur…

* * * * *Sokağın sesi ve ezilenlerin arz-ı hâli ve duruşu olarak sanatın bir kültürel aidiyeti vardır,olacaktır da.Karl Marx’ın, “Doğa dışında insanın ortaya koyduğu her şey kültürdür”; Terry Eagleton’ında, “Doğa kültür üretir, kültür de doğayı değiştirir,”[13] notunu düştükleri kültür,insan(lık)ın doğa karşısında hayatta kalabilmesini ve çevreye uyumunu sağlarken, sınıfsalaçıdan bir gruplandırma çeperidir.Kelime anlamı yetiştirmek, üretmektir. Bir gelenek çok uzun süre uygulama alanı bulur,alışkanlık hâline gelir, nesilden nesile aktarılır. Başkaları tarafından da kabul edilirse;zamanın derinliği içinde kültür olur.Ne sadece bilgi, ne de ezberlenip tekrar edilmiş tecrübe formülleridir kültür. O, bireyinzamanda ve mekânda insanlık için elde ettiği bilgi ve duygudaki derinlik ve genişliğindegörülür. Yani bütün bilgilerin ve tecrübelerin insan ruhunda ve zekâsında hazmedilmiş,benimsenmiş, öz varlığa sinmiş hâlidir.Kültür, bir topluma önceki kuşaklardan geliştirilerek aktarılan; toplumun üyelerininçoğunluğunca değerli bulunan eylem ve değerleri kapsarken; dil, din, soy, gelenek,görenek, sanat vb’i anlayışın bir araya geldiği bütünüdür; dil, iletişimi oluşturur. İletişim dekültürü.İnsan(lık)ın ortak birikimini temsil eden; bizi çevreleyen dil(ler), inanç(lar), değer(ler),anlam(lar) vd.’den oluşan mirastır. Beğeni ve eleştirme yeteneklerinin, öğrenim ileyaşantılar yoluyla geliştirilen biçimidir.Kültür, kuşaklar boyunca toplumun edindiği yaşam bilgisinin birikmesiyle ortaya çıkan ve

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

aynı zamanda yaşamın süregitmesine yardımcı olan üründür. Çeşitli normların, kurumlarınve bireysel davranış biçimlerinin bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. İnsanın çevresiyleuyum kurabilmesi için gerekli uyum öncesi koşulları oluşturmaktadır. Söz konusu normlar,kurumlar ve bireysel davranış biçimleri, aynı zamanda, insanın çevresiyle kurduğu uyumunortaya çıkardığı ürünlerdir.Kültür dinamiktir. Tıpkı toplumsal değişme gibi, kültür de değişmektedir. Toplumsaldeğişime bağlı olarak değişmektedir. Toplumun yapısal özellikleri ise, varolan ekonomikyapıca belirlenir. Ekonomik ilişkiler, üretim ilişkileri toplumun yapısını belirlerken, kültürüoluşturan normları, kurumları ve bireysel davranış biçimlerini de belirlemektedir. Gerçekbelirleyici ekonomi, ekonomik düzen, bu düzenin öngördüğü ya da zorunlu kıldığı üretimilişkileri olmalıdır.Özetle dil, değerler, inançlar, davranışlar, normlar hatta ifadeler kültür öğelerini oluşturur.Kültür, bizi saran insanlardan öğrendiğimiz toplumsal bir mirastır. İçinde bulunduğumuzkültür o toplumdaki insanlar gibi düşünmemize, davranmamıza neden olması yanında;tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün değerler ile bunları yaratmada,sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğininölçüsünü gösteren araçların bütünüdür.Kültür, doğanın yarattıklarına karşılık, insan(lık)ın yarattığı her şeyken; değişik anlamlardakullanılır.Mesela tarihsel gelişme sürecinde yaratılan bütün maddesel ve tinsel değerlerle, bunlarıyaratmak ve sonraki kuşaklara aktarmada kullanılan araçların tümü gibi...Raymond Williams’a göre, kültür sözcüğünün 164 farklı tanımı varken; İngiliz dilindeki enkarmaşık kelimelerden birisidir. XVIII. yüzyıla kadar toprağı işlemek, ıslah etmek ve tarımyapmakla ilgili olan kültür kavramı aydınlanma düşüncesiyle birlikte toplumsal değer vedavranış biçimlerini ifade etmek için kullanılır olmuştur.Özetle kültür bulanık bir kavramken; herkesi tatmin edecek şekilde yapılmış bir kültürtanımı bulmak zordur. Bununla beraber şimdiye kadar ortaya atılan bütün tanımlar gözdengeçirildiğinde hemen hepsinde ortak olan yönleri ve kültürden neyin anlaşılması gerektiğinigörmek mümkündür.Kültür kavramı insanlığın var oluşundan beri vardır. Sosyal bir varlık olan insan topluluklaroluşturması ve bu topluluklarda yaşaması için belli bir yaşam tarzı benimsemek durumundakalmıştır. Bu benimseme öğrenilen ve kazanılan bir dizi davranış göstermesini gereklikılmıştır. Topluluğu bir arada tutan bu kavramlar kültürün özelliklerinden bir kaçıdır.Kültür kavramı, insan ve çevresi ile ilgili her şeyi kapsamına alır. İnsanların tüm yaratıcıetkinlikleri ve bu etkinlikler sırasında ortaya çıkan değer yargıları kültürün birer parçasıdır.Kültür, insan topluluklarının tarihsel geçmişi, gelişme özellikleri, üretim biçimleri vetoplumsal ilişkileri ile ilgilidir.C. Wissler’in, “Bir halkın yaşama tarzıdır,” notunu düştüğü kültür: Öğrenilir, aktarılır,süreklidir, tarihidir, toplumsaldır, işlevseldir, değişkendir, evrenseldir, yani kültürsüz toplumyoktur.Doğanın oluşturduğu tüm nesnelerin dışında kalan ve insan tarafından meydana getirilenher şeydir Kültür; yani tarihin akışı içinde toplum tarafından yaratılan bütün değerler ileonların yaratılması, kullanılması ve aktarılmasına ilişkin araçları kapsar; toplumun yaşambiçimidir.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Geniş ve sınırları belirlenemeyen bir kavram olması nedeni ile kültürün çok değişikifadelerle yapılan tanımlarım görmekteyiz. E. B. Taylor’a göre, “Kültür toplumun bir üyesiolarak insanlığın edindiği bilgi, sanat, ahlâk, gelenek ve benzeri alışkanlıkları kapsayankarmaşık bir bütündür.”Bunların da ötesinde birçok anlamı var elbette. Edinilen bilgilerin toplamı olduğunudüşünürsek, en kaba tabirle; kültürün birçok şeyin toplamı olduğunu unutmamalıyız.Evet kültürün ne olduğuna, neyin kültür ürünü sayılabileceğine karar vermek çok güç. Amaher şeyi bir kültür öğesi olarak görmek de oldukça tehlikelidir.Kaldı ki Peter Burke’ye göre, “Kültür tarihi kavramı eskiden yüksek kültür anlamına geldiğihâlde, zamanla aşağıya doğru yayılmış ve ‘aşağı’ yani halkı kapsamaya çalışmış; yakındönemde ise yanlamasına genişleyerek güzel sanatları ve bilimleri içine almıştır. Bugün artıkiletişim kuramı, sanat kuramları, film çalışmaları ve kuramları, kültür antropolojisi, müze vearkeoloji çalışmaları bir toplumda kültür hayatının ve hâliyle kültür tarihinin konu alanıiçindedir. Ayrıca, ideoloji, ulus, ırk, toplumsal sınıf, etnik köken gibi konuların da kültürtarihi içinde yer aldığı rahatça tahmin edilebilir.”Toparlarsak Walter Benjamin’in, “Kültür alanında hiçbir nesne yoktur ki kökeninde barbarlıkolmasın,” biçiminde tanımladığı olgunun küreselleşme ile birlikte dünyanın herhangi birbölgesinde saf olarak bulunması olanaksızlaşan; ortak bir tarihin paylaşılması sonucuüretilmiş değerler bütünüdür.Artık yeni dönemde kültür yerel ve küresel arasında bir formda bulunmaktadır. Kültürlerküresel değerlerin bombardımanı altında ezilirken; bir yandan da tarihsel birikim ve aidiyetkorunmaya çalışılmaktadır. Hatta bu etki-tepki döngüsü daha önce kültürlerinin farkınavarmamış kişilerde kültürel aidiyet duygusunu ortaya çıkarabilmektedir.Bunlara ek olarak sürdürülemez kapitalizmin bugününde kültür, her şeye benzerlikbulaştırırken ve Theodor W. Adorno, “müşterilerin kasten ve tepeden birleştirilmesi” olaraktanımladığı “kültür endüstrisi”nin altını çizerken; popüler kültür, burjuva topluma hâkimolan gelip geçici, içi doldurulmamış, genellikle medya organları ve popüler yazarlarcapompalanan söylencedir.Ve yukarıda işaret ettiğim üzere kültür de, sınıfsal farklılıklardan ari değildir. Yani toplumuntüm için “tek ve ortak bir kültür” yoktur; olamaz da…Evet Eduard Steuermann’ın, “Kültür için ne kadar çok şey yapılırsa, onun için o kadar kötü,”notunu düştüğü tabloda Theodor W. Adorno da ekler: “Kültür, planlanıp yönetildiğindezarar görür; ama kendi hâline bırakıldığında, kültürel olan ne varsa yalnızca etkisini değilvarlığını da yitirmeye yüz tutar. Ne çoktandır kompartımanlaşma fikriyle yerleştirilmiş, naifkültür kavramını eleştirmeden kabul etmeli ne de bütünleşik örgütlenme çağında kültürünbaşına gelenler karşısında muhafazakârca kafa sallamaya devam etmeli.”“İyi de Türk(iye) toplumunda muteber olan nedir” mi?Hiçleştiren “Popüler Kültür(süzlük)”dür!

* * * * *O hâlde; bunların “böyle” olduğu sürdürülemez kapitalizmin yerküresinde ve coğrafyamızdaheşeyin hiçleştirilerek “Popüler Kültür(süzlük)”ün dişlileri arasında öğütüldüğükoordinatlarda sanatın sokağın sesi, başkaldıran çığlığı olmasından doğal ve kaçınılmaz neolabilir ki?Hayaller kurmak, hayaller kurulmasını sağlayan “Sanatın, ifade edemeyeceği hiçbir şey

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

yoktur,”[14] Çünkü algının, duygunun, başkaldırının aklı fikri ve yüreğidir sanat.Kolay mı?Tom Robbins’in, “Sanatın amacı, hayatın vermediğini vermektir.” “Hayatın tekinsiz evindegıcırdamayan tek basamak sanattır.” “Sanat, insanın galip geleceği tek yerdir.”Andre Gide’in, “Sanat daima baskının sonucudur. Onu, ne kadar serbestse o kadaryukarılara yükselir sanmak, uçurtmayı havalanmaktan alıkoyan şeyin ip olduğunusanmaktır.”Muriel Barbery’in, “Sanat yaşamdır; ama bir başka ritimde.”Günter Grass’ın, “Sanat bir suçlamadır. Bir dışavurum, bir tutkudur. Sanat ak kâğıtlarüzerinde dağılıp dökülen kara kalemdir.”Connie Palmen’in, “İyi bir sanat yapıtı, gerçeğe temas eden bir sanat yapıtıdır ve gerçek,bir kişiye atfedilemez; üzerinde isim etiketi yoktur.”Jean-Paul Sartre’ın, “Sanatsal yaratışın belli başlı dürtülerinden biri, hiç kuşkusuz dünyayaoranla daha önemli olduğumuzu duyma gereksinimidir.”Fernando Pessoa’nın, “Sanat, var olmak denen iğrenç şeyden kurtulmamızı sağlayan biryanılsamadır.”Elfriede Jelinek’in, “Çoğunluğun gözünde sanatın başlıca çekiciliği, bildiklerine inandıkları birşeyi yeniden fark etmektir.”Jean Baudrillard’ın, “Çağdaş sanatın bütün riyakarlığı da burada: hükümsüzlüğe,anlamsızlığa, saçmalığa talip olmak, zaten hükümsüzken saçma olmak için çırpınmak.Yüzeysel terimlerle yüzeysellik iddiasında olmak. Ama hükümsüzlük herkesin harcı olmayanesrarlı bir vasıftır.”Alain de Botton’un, “En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin doğrudanbize seslenen yapıtlardır.”Elias Canetti’nin, “Gerçek sanat, sevmenin beraberinde getireceği nefreti biriktirmeksizinsevebilmek olurdu.”Kostas Mourselas’ın, “Sanat sadece bir zevk değildir. Sana bütün kapalı kapıları açan biranahtardır.”Miguel de Unamuno’nun, “… ‘Sanatın en iyi kurtarıcılığı, insana var olduğunuunutturmasıdır, ’ derler. Hayır, sanatın en iyi kurtarıcılığı, bir insanın var olduğundankuşkulanmasını sağlamasıdır.”Iris Murdoch’un, “Bütün sanatlar uyumsuzlukları ele alır ve sadeliği amaçlar. Sanatın iyisigerçeği anlatır, daha doğrusu gerçeğin ta kendisidir, belki de tek gerçektir.”“Sanat, yalnızca öncelikle değil, mutlak olarak gerçekle ilgilenir. Sanat gerçeğin bir başkaadıdır. Sanatçı, gerçeği yansıtabileceği özel bir dili öğrenen kişidir.”“İnsanlığın anlamakta zorluk çektiği şeyleri sanat, bir anda öğretiverir. Alıştığı dünyanın birsantimetre ötesinde tümüyle yabancı başka bir dünyanın içinde kendini buluverir insan.Doğa, bir durumdan öteki duruma ite kaka atlattırılıveren insanlara unutkanlık bağışlayarakiyileştirir.”“Sanat sevimli değildir, taklit de edilemez. Sanat yalnızca doğruyu söyler, mutlak önemliolan doğruları. İnsana ait şeylerin onarılmasına yarayan ışıktır sanat. Sanatın ötesindebaşka hiçbir şey yoktur.”Herbert Marcuse’ün, “Sanat ve devrim, dünyayı değiştirmede -özgürleştirmede- birleşirler.Ancak sanat kendi pratiğinde kendine ait gereklilikleri bırakmaz, kendi boyutunu terk

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

etmez: işlemsel olmayan olarak kalır. Sanatta politik hedef sadece estetik biçimde ortayaçıkar. Hatta sanatçı kendini adamış bir devrimci olsa bile devrim pekâlâ yapıtın içindeolmayabilir,” notunu düştükleri sanat, nihayetine bir dildir, bir ses, bir çığlıktır!Kelimeler yetmez bazen bizlere kendimizi anlatmak, ifade etmek için! Sanat işte buradabaşlar.İdeolojilerin estetize edilmiş hâli olarak sanat, yapılmış olana, “olağan” denilene müdahaleetmektir.Aristoteles’in, “bir taklit (mimesis)” olduğunu söylediği sanat, “olağan” denilen sınıflı-sömürücü hayatın giydirdiklerini soyun(dur)mak içindir. En önemlisi de var olmanın enestetik/ etik hâlidir başkaldıran sanat. Başkasının göremediğini, görüp, göstermek vehayatla kendini bütünleştirip, özümsemektir onu…En kaba anlamıyla, yaratıcılığın ve/ veya hayalgücünün ifadesi olan estetik bütünüdür.Ayrıca sosyal çöküşün acısının en açık ve en iyi ifade edildiği yer sanattır Ernst Fischer’inişaret ettiği üzere:“Alınyazısı dünyayı değiştirmek olan bir sınıf için sanatın görevinin büyülemek yerineaydınlatmak, eyleme itmek olması ne denli doğruysa sanatta büyünün payının bütünü ilebir yana bırakılamayacağı o denli doğrudur. Çünkü özündeki büyüden yoksun oldu mu,sanat sanat olmaktan çıkar.Gelişiminin bütün dönemlerinde ağırbaşlıyken de, inandırırken de, abartırken de,anlamlıyken de, anlamsızken de, düşleri işlerken de büyünün her zaman bir payı olmuştursanatta.Sanat insanın dünyayı tanıyıp değiştirebilmesi için gereklidir. ama salt özünde taşıdığı büyüyüzünden gereklidir sanat.”[15]İnsan(lık) hayatında çok önemli yeri olan sanat her yerdedir; önemli olansa sadece onualgılayabilmek, yorumlayabilmek ve anlayabilmektir. Çünkü sanat insanın duygu vedüşüncülerini özgürce ifade edebildiği şeydir.S. Freud için “Uyanık rüya görme hâli”dir.İçinde geleceği barındıran bir silahtır; bütün güzel şeylerin bütünüdür; yaşadığınıhissetmek, hissettirmektir; hasılı ifadeler tümüdür.Bu özellikleriyle muhalefet, itiraz aracıdır.Evet Fisun Yalçınkaya’nın, “Sanat bir meydan savaşı” olarak tarif ettiği sanat hep enöndedir, cesurdur, risk alır. Kolay mı? “Muhayyilenin, cazibenin, estetiğin ve ahenginolmadığı yerde sanat yoktur,” der W. Goethe…Özetle, “Sanat belki insanları topyekûn değiştiremez. Dünyayı da değiştiremez belki. Amadaha iyisini yapar. Tutar bir insanın dünyasını değiştirir. İşte dünyayı yalnızca ve yalnızca,dünyası değişen insanların birlikteliği değiştirebilir, ” der Cansu Fırıncı birçok şeyiaçımlayarak.Sanat, sözün bittiği yerde başlar. Çünkü o insanın özgürlüğe kanat çırpışıdır; kendisiylesorunu olanlara bile onları yetenekleri doğrultusunda özgürleştirerek hizmet etmektedir;temel amacı öğretmek, eğitmek, eleştirmek veya değiştirmek değildir. Ancak sanatınolduğu yerde bütün bunlar kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.Öğrenmek istemeyen, eğitilmeye yanaşmayan, eleştiriye gelemeyen, değişikliktenkorkanlar için sanat her zaman bir tehdit ve tehlike olarak algılanmıştır. Bunun dışa vurumuya aşağılayıcı bir küçümseme veya alaycı bir kayıtsızlık veyahut yasaklama, kısıtlama, tahrip

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

etme, taciz etme şekline dönüşen bir güç gösterisidir.Gerçekliğin değiştirilebileceğini, denetlenebileceğini ve bir oyuna dönüştürülebileceğinigösterendir. Yani hayatı tekdüzelikten kurtaran sanat, ancak köprü yapılarak geçilecek biryerde uçmayı hayal etmektir; “olağan” denilen yabancılaşma/ yozlaşmanın linç girişiminekarşı göğüs germedir. Çünkü Susan Sontag’ın, “Gerçek sanat rahatsız etme yeteneği taşır,”notunu düştüğü sanat gerçektir; onu başkaldırısıdır.‘Ses Sese Karşı’ başlıklı kitabında Aldous Huxley’in Philip Quarles karakterine şöylebetimletir onu: “Sanat gereğinden fazla gerçektir.”[16]Özetin özeti: “Bir işi güzel bir biçimde yapmak” anlamında kullanılan, Arapça kökenli “Sun”sözcüğünden türemiş olan sanat, ‘Materyalist Felsefe Sözlüğü’nde, “Sosyal bilincin ve insanfaaliyetinin, realiteyi artistik imajlar hâlinde yansıtan ve dünyayı estetiksel tarzda kavramave temsil etmenin en önemli araçlarından biri,” biçiminde tanımlanır.Sanatta “gerçekçilik”, bir akım olarak, idealist felsefenin etkisinin büyük oranda aşıldığı,tarihsel ve toplumsal gelişmelerin doğaüstü güçlerle değil, nesnel gerçeklerle açıklanmayabaşlandığı dönemde gündeme geldi. Ki, bu dönem, feodalizmin etkisinin giderek kırıldığı,burjuvazinin hayatın her alanında, ideolojik kültürel hâkimiyetinin geliştiği, kapitalizmingiderek belirleyici hâle geldiği dönemdir. Bu etki, sanata da “gerçekçilik” akımı olarakyansımıştır.Sanatı “ticari meta” dönüştüren biçimler karşısında, sanatçılar, kapitalist toplumun,burjuvazinin iktidarının eleştirisini daha yoğun biçimde yapmaya başladı. Bu dönemdegelişen bu sanat da, “eleştirel gerçekçilik” ismini aldı.“Eleştirel gerçekçilik” akımı, kapitalist toplumdaki olumsuzlukları, çok sert biçimdeeleştirmesine karşın, yine de burjuva bir içerik taşıyordu. Eleştirel gerçekçilik akımınıntemel eksiği ve yanılgısı, toplumsal gelişimi, tarihselliği içinde, olguların birbirleriyle tarihselbağlarını yerli yerine oturtarak ele almamasıydı. Onun yarım bıraktığını, hayatıyorumlamakla kalmayıp, değiştirmeyi düşleyen “Sokağın Sanatı” devralacaktır.Çünkü sokağın sesi, başkaldıran çığlığı olarak “Sanat, tıpkı dünya gibi... başına buyruktur,”der Heinrich Heine…Ve “Sanat direnmektir,” der Gilles Deleuze…Sonra da ekler Vladimir Mayakovski, “Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değildir, dünyayıbiçimlendireceğiniz bir çekiçtir,” diye…Bu hâliyle de sanat, toplumsal bellekte bir mücadele gücü yaratıp, direnişinin sözcüsüolurken; yaşanılan çağa tanıklığın estetik yansımasıdır.Sanat en genel anlamda hayatta var olmuş, var olan ve var olabilecek her şeyin tanığı vebu tanıklığın estetik yansımasıdır. Sanat tarihinin insanlık tarihiyle birlikte yazılması da bunedenledir. Dünyayı değiştirmek ve tarihe tanıklık etmek amacıyla yola çıkıldığında sanathiç bir zaman tarafsız değildir. Sanatçı çağına tanıklık ederken, özgürlüğünü ve etkinliğinikontrol altına almaya çalışan sisteme, kendisine ve topluma dayatılan yaptırımlara karşımuhalif bir tavır sergilemek zorundadır. Siyasi yaklaşımlar ve neo-liberalizmin toplumsalbaskısı, sınırlamaya çalışsa da, özündeki direnişten doğan sanat toplumsal gerçekliklebütünleşerek var olmaktadır.Bunun için sanat direnişe, direniş sanata muhtaçken; sanat eylemsel ve işgalcidir. Zamanıve mekânı kendi özgürlük sınırlarıyla işgal eder. Bu yönüyle de direnişle iç içedir; direncinen estetik enstrümanıdır. Direniş sanatı, yalnızca eserler değil, eserlerin direnişi doğuracağı

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

mekânlar da üretebilmektedir.İş bu nedenle de Joseph Conrad, “İster bir karakter yaratsın, ister yeni bir yöntemkeşfetsin, ister karmaşık bir durumun özünü yakalasın, sanatçı bir eylem insanıdır,” derken;“Sanatçının dünyayı değiştirmek için sözcüklerden, renklerden, notalardan başka bir gücüyoktur,” diye ekler Jean-Luis Joubert de…[17]

•* * * *Gündüz Vassaf’ın, “Demokratik ülkeyiz diyen herkes yalan söylüyor,” saptamasının altınıözenle çizerek diyeceklerimi noktalarsam: Sanatçılar coğrafyamızdaki gibi alanlarınınsınırlarını korkuyla çiziyorlarsa, o ülkede sanat yoktur. Çünkü baskı karşısında sessiz kalansanat bir süre sonra egemenin sesi/ soluğu hâline gelir.Bunun için Hamlet’in, “Olmak ya da olmamak” saptamasındaki asıl mesele “korkmak ya dakorkmamak”tan geçerken; sanat kendini var etmek için tekrar sokaklara çıkmalıdır.Çünkü “Her dönemde ve her koşulda sanatçı muhaliftir... Sanatçı sözünü sakınmadansöylemeli, sözünün de arkasında durabilmelidir.”[18]Bu olmazsa olmazken; Konrad Wolf’un şu çarpıcı sözünü asla unutmayın: “Sanatsilahtır!”[19]Soru(n), bu silahı sokaklarda veya Serdar Ortaç’ın, Demet Akalın’ın, düğün orkestralarınınsanat/ ve sanatçı sayıldığı Türk(iye) toplumundaki kapitalist kokuşmuşluğa karşı kullanıpkullanmamak meselesidir.Sürdürülemez kapitalizmin sanat ürünlerini tüketim maddesine dönüştürdüğü tabloda“sanat” kelimesinin zıttı kapitalizmdir!Jean Baudrillard’ın ‘Sanat Komplosu’ başlıklı kitabı, sanatın günümüz kapitalizminindünyasında nasıl “piç edildiği”ni, herşeyin “sanat”a döndürülerek sanatın nasıl içininboşaltıldığını anlatırken;[20] sanat ile kapitalizmin birlikte anılması mümkün değildir.

TEMEL DEMİRER26 Temmuz 2015 11:22:50, Çeşme Köyü.

N O T L A R[1] 30 Temmuz 2015 tarihinde Karaburun-Mordoğan Sokakta Tiyatro Festivali’nde yapılan konuşma… Arasöz Sanat ve Politika Dergisi, 3 Eylül 2015.[2] Özdemir Asaf.[3] “Berkin Elvan Videosunda Oynadı, Kovuldu”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2015, s.11.[4] Selda Güneysu, “Gezi Alerjisine Devam”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.19.[5] Ahmet Cemal, “Macbeth’ten Korkmayın!”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2014, s.15.[6] Özgür Mumcu, “Macbeth Oynanmasın”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2014, s.7.[7] Ceren Çıplak, “Şehir Tiyatroları’nda ‘Gezi’ye Destek Verenlere Maaş Kıyımı”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2015, s.21.[8] Selda Güneysu, “Bakanlıktan ‘Ahlâksız’ Tehdit: Kadın - Erkeği Birarada Görmeyeyim”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2014, s.13.[9] Selda Güneysu, “Sansürü Savundu, Say’ı Suçladı”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2014, s.15.[10] Selda Güneysu, “… ‘Plaj Fotoğrafı’ İşinden Etti”, Cumhuriyet, 11 Aralık 2014, s.16.

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

[11] Selda Güneysu, “Operadan Namaza”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.11.[12] Simone Berteaut, Kaldırım Serçesi Edith Piaf, Çev: Aydın Emeç, Agora Yay., 2010.[13] Terry Eagleton, Kültür Yorumları, Çev. Özge Çelik, Ayrıntı Yay. 2005, s.11.[14] Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi, çev: Nihal Yeğinobalı, Can Yay., 17. baskı, 2014., s.21.[15] Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, Çev: Cevat Çapan, Payel Yay. , 11 baskı, 2010.[16] Aldous Huxley, Ses Sese Karşı, Çev: Mîna Urgan, İletişim Yay., 7. baskı, 2015.[17] Başak Şahindoğan, “Otoriteye Karşı Sanat”, Evrensel Pazar, 22 Mart 2015, s.16-17.[18] Demet Yalçın, “Gülay Afşar: Sanatçı Lafını Sakınmadan Söylemeli”, Cumhuriyet, 2 Aralık 2014, s.12.[19] Sarah Quigley, Orkestra Şefi (Leningrad Senfonisi), Çev: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yay., 2015.[20] Jean Baudrillard, Sanat Komplosu, Çev: Elçin Gen-Işık Ergüden, İletişim Yay., 5. baskı, 2014.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ATIYORUM UMUTLARI

Kaçan uykularımla sabah olmayan ömrümdeGözlerim gökyüzü boşluğuna asılıDelirtircesine halden anlamayan yaşamGözükmez penceremde beklemedeki aydınlık

Bir uğultudur bitmeyen gece kulaklarımdaTabakam tütünüm ve unutulmaz hayalimEsir alır yatağımı birde ağlayan çaresizlikGiden gençliğim kırılmışlığın peşi sıra

Güzelliğin sesini bir kere duymak içinDayalı kulaklarım evin taş duvarınaAyaklarım altında gıcırdayan ahşap tabureAnlatır geceye her şeyin boş olduğunu

İğrençleşir evren ve insan şair dünyamdaYıllarımın seyrinde kamburlaşan bedenimUzun bakışlarda çözdü insan oğlu insanıYapay dostluğun yalanın mimarı olduğunu

Tad kırıldı dudaklarımda güzelliğin erişmezliğiAk sakalımda bekleyen sınırlı zaman dilimindeGeçmiş uzanır acı gerçeklerde sıra sıra bitkinAnlaşılır acılarda yanlızlığımın sesi sebebi

Atıyorum umutları beklemeyi hayalimdeBeynimi yoran boş hayatı gördü gözlerimKirli bir fanila gibi atılmaya yaklaşan ömrümDost toprağı haberdar eder son isteğim

HAMZA İNCE

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

an kara

bak şu anda tam şuradagözlerine mim koyarkenkara ölüm geçti üstümüzdenbir kez daha

esip duruyor eskiden berikatliam karayeli bu topraklardayakışı sarmalıyor bedenimiziacısı hep bize

anlar bazen yüzyıllara bedeldirunutursam aktarmazsam şerefsizimacınıbizi öldürenlerikan teninden fışkırdığındabenliğime mıhlanankara gözlerini

geçmişten geleceğe sürüp giden kavgadaölüm ancak bir kez kazanabiliryaşamaksa sonsuz umutları emzirir

ben sen bizher şeyizkatiller anlasa da anlamasa da

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Hüzün, Acı, İsyan, Öfke, Sevgi, ÖzlemAdnan DURMAZ

Hüzün, acı, isyan, öfke, sevgi, özlem, insanın yaşam atmosferinde yağmur, bulut, rüzgâr,şimşek, kasırga, yıldırım gibi dolaşıp devinir… Bunların önceden tespit edilebilir bir biçimiyoktur. Ancak nedenleri vardır.

Konu aşksa, yeryüzünün yüreği yağmursuz, rüzgârsız, bulutsuz, kasırgasız kaldığı an aşkınöldüğü andır. Aşkın dünyanın kalbinde var oluş ve üretim serüvenidir bunlar. Değilse neçiçekler açar ne bahar ne kuş sesleri olurdu. İnsan yüreğinin atmosferinde devinenduygular bazan yumuşacık bir meltem bazan şiddetli bir sağanak, gök gürültüsü vefırtınalarla anlatılabilir.

Yurdu yürektir bunların elbet, orada olgu haline gelirler ve onları oluşturan nedenler vardır,önceden biçimlendirilemezler. Akılla başlayan iç devinimleri, öfkeler, hırslar, mutsuzluklar,kavgalar kişisel benliğin aç gözlerini doyurmaya çalışırlar ki, servet, kariyer, ün, kişiselrefah, bedensel haz gibi tutkuların tutsağı kılarlar aklı ve yüreği, giderek güdüleşir, kişiyiinsanlıktan çıkartırlar kendi bencilliklerinde.

Aşkın öznesinden kaynaklanan yürek iklimleri ise isyanı ve sevinci, hüznü ve tutkusuylaaslında aşkın halleridir. Aşkın halleri, tüm duygulardan geçer tıpkı gökyüzünde değişeniklimler gibi. Bulutun da anası sudur yağmurun da, pınardan akan da aynı şey ki heptoprağına döner evrensel bir döngü içinde. Var oluşu yaşam ve ölüm diye sınırladılar. Oysavar oluş süreklidir, ölüm yaşamın devamıdır ve tümü birden yaşamdır. Sınırlanması ya dabölümlere ayrılması gerekirse var olmak tümden aşktır… Aşksa dünyayı ve insanlığıkucaklamayan, evrenin ahengini bozan sistemlerde zulme başkaldırmayan bir yürektebencil bir, bir insana sahip olma tutkusundan başka bir şey değildir. Ezilenlerin safında

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

başkaldırmayan, yüreğin aşka uygun olmayan, satın alınabilir bedeli olan aklın hükmündebir organ olması kaçınılmaz.

İnsanlığa adanmış bir şeyleri olmayanın ve bunu yaşama geçirmeyenin kişisel aşkı aşkdeğildir. Ne kadar denese de, farkında bile olmadan düştüğü bataklık bencilliğidir. Ayrılıklarve kavuşmalar, kuruyan yapraktaki su, buluttu bir zamanlar ve toprağın sinesine yağıpağacın damarlarını dolaştı. Her şey yurduna döner. Yaşadığın aşksa baktığın her yüzdegözbebeğinde saklanan imge devinir. Tuttuğun her elde aradığın yüreğinin aradığıdır. Veyarasına döner gönül, yürek kendi ıssızına. Bir an bile bir an sonra yaşamın başka bir kapısıolan ölüme yürüyeceğinin bilinciyle ışır yüreği. Bu nedenle aklın emrine uymayı denese de,başaramaz, kendi evin gibidir kendi ıssızın, yalnızlığın bazan.

ADNAN DURMAZ

BEGÜMHAN VARLIK

KAOSUN İÇİNDE SAVRULAN GERÇEKLER

Eski bayramların tadını, kaos düşüncelerin içinde yok olançevremden alamıyorum. Kararmış bir samimiyet içerisinde, insanlığınyok oluş dramına tanık oluyorum. Topluma yapılan haksız tepkilerinaltında yatan, içsel sorunların karşısında duruyorum. Doğadahissetmeye çalıştığım “insan” kavramı olarak adlandırılan niteliğin,kendimize karşı kurduğumuz koyu renkli kırmızı bir savaşın dibindekaybolduğunu görüyorum. Savaşın, başladığı ve sürdürüldüğü biryerde, olmayan bir barışın savunulacak tarafını keşfedemiyorum.Bunun sonucunda tekrardan kaos düşüncelere savrulduğumuzzaman, “neden kendimizi sorgulamıyoruz?” diye içsel tepkimi ortayakoyuyorum. Eğer ortada tek bir gerçeği yaratacaksanız, nedengüneşin içinde değil de fırtınalı bir yağmurun altında insan olmanıngerçeğini destekliyoruz?

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

KOYUNLAR YA DA

Kararsız sökerken şafakkorlar soğur avuçlarımda.Töze töz vurur,töz toz olur,aç bir yağmuru beklerken sabah.Perdeler çekilir, açılır pencerelerkonmak için dala,kuşlar gösteridedir.Lüverine avcının,yılan süzülür pusuda,tanıksınız değil mi,kansız kesen bıçağa…

NECİP TIRPAN

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

HAKLISIN CHEBu denli iğrenç olmazdıolamazdı dünyaCHE yaşıyor olsa...Laf işteCHE ölmüş de sanki...

O denli yaşamakta ki hemo denli içindeki yaşamıno denli içimizdeki,nerde bir zulümbir sömürübir yobaz sultası varsa karşısında O,

nerde ezilen isyanbir yürüyüş varsa ileriyanındaO...

Bu denli iğrenç olmazdıolamazdı dünyaCHE yaşıyor olsa...Laf işteCHE ölmüş de sanki...

O denli dipdiri ki hemo denli güçlü ki,o denli gür ki sesiher anher yere ulaşmaktave işte kulağımdave beynimdeve yüreğimdeyankılanmakta şu an:

Hadi ordan çocuk!Hadi ordan...İğrenç olan emperyalizmve uşakları...Sömürüyü ve savaşıortadan kaldırbak ne hâl alır dünya!..

Haklısın CHE!.. Haklısın gene...Hele ki yaşatmamak senikimin haddine...

MUAMMER ERTURAN

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ŞAFAĞI KİRLETİLMEMİŞ UFUKTUR ÖZLEMAli Ziya ÇAMUR

Gecikmiş gülüşler var göz bebeklerinde insanların. Kırılmış kapılara kilit vurma hevesi,avuçlara gizlenen özlemleri acının örsünde tava getirmeye çalışıyor. Şafağı kirletilmemişufukların sabahına serpilecek bir ışıkta gözler.

Öfkeyi sevince taşırıyor yaralı günler. Saatleri zorlayan zaman, çılgınca bir nehirdir, akarşah damarımızdan. Yakamızdan düşmez olmuştur sıkıntılar. Köşe başlarında yakın takiplerinkeskin gölgeleri sesi boğuyor. Kuşku rengindedir karanlık.

Gülüşlerimize sinen taze ekmeğin kokusu terkediyor yüzlerimizi. Ekmeğin ve suyunsabrında değer üretenlerin sesi, değirmenin çarkına çarpan akıntıda boğuluyor.

Sevgiler artık aşılmaz dağların yücesine savrulan yellerde gizleniyor. Çağlayan sulardansıçrayan damlada can bulan özlemlerimiz, ancak türkülerde kanatlanıyor. Seherlerinçiylerinde can bulan arzularımız, kirletilmiş bir gökyüzü ve yeryüzü arasına sıkıştırılarakağulanıyor.

Uçurumun kıyısından yıldız sayılmaz, yaralı yüreklerden sevda sağılmaz. Payımıza düşen:umut tohumlarını yıldızlamak! Sevinç yüzlü bir çocuk güzelliğinde, taştan taşa sekerekellerimizde onarmalıyız umudu. Nergis tenli bir gelin sevecenliğinde yellere akıtmalıyızsevgileri.

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Bir sabah, penceremizi açmalıyız doğanın sonsuzluğuna. Bir öksüz çocuk gibikucaklamalıyız hayatı. İnadına doğan güneşe çıplak gözle bakmalı, çıplak elle dokunmalı.Yüreğimize sardığımız direnç, tohumu olmalı mutluluğun.

Yaşam kokan her pırıltısında, gözlerimiz, kimsesiz ırmakları taşırmalı. Yanıtı bilinmeyensoruları, önce sormalıyız kendimize. Kendi yanıtımızı kendi başımıza bulmaya çalışarak….Mutsuzluğun kurağında sevgi yağmurları düşmeli tohumlarımıza.

Günün beklenmedik yerinde zorlanan kapılarımıza yüreğimizin güzünden esen rüzgârıdestek vurmalıyız. Karanlığın çamuruna bulanan cevherimizi silmeliyiz dorukların şavkında.Günün hoyratlığına karşı gecenin duldasında akan bir nehir gibi çağlayanlara saklamalıyızgürleyen sesimizi.

Ağır uğraşların yorgunluğu yaka paça çekmemeli kâbusların zorbalığına. Yıpranmışdizlerimizin taşıdığı bedenimiz, görkemli coşkuların suyunda yunmalı, yıkanmalı. Yaşama,bir solukluk ıslık gibi değil, dinmeyen bir horon türküsü gibi katılmalıyız.

Bazen bir mektubun selâm kısmında bir dostun kokusunu; bazen bir kavganın en ateşlianında bir karanfil sıcaklığını; bazen yitirilmiş adreslerin uzağında söğüde çarpan bir suşırıltısını duymalıyız.

Zemherinin en koyusuna, yolları kıvrım kıvrım bir baharı çiçek çiçek işlemeliyiz. Gurbettensılaya düşen damlada “doğmak”, “sevmek” ve “ölmek” nakışlı kilimi boyamalıyız yaşamınbin bir rengine.

Gül açımını beklemek başka kurakta; dönenceleri dönüştürmenin sevinci başka! Özleminkarşı yakasına geçebilmek için coşkun akan bir ırmağın donmasını beklemek başka; acılarınnöbetini bitirip hazların köprüsünü kurmak başka!…

Yaşam dediğimiz, yeşile düşen bir damlada sunulmuş bir sofradır. Sevdikçe pınar olur,düşündükçe ırmaklaşır, inandıkça nehir olur. Akar özlemlerin denizine.

Kısacası şafağı kirletilmemiş bir ufuk olan özlemlerimize kavuşmak için; yüreğimizyaşamla, gözlerimiz sevgiyle, ellerimiz coşkuyla, beynimiz umutla dolmalı.

ALİ ZİYA ÇAMUR

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

YAŞAMAK DİRENMEKTİR

Yer MezopotamyaZaman ikibini onbeş geçeNinova saraylarında soylu insanın soluğuYeni güne gebedir genç bedenlerdeSonbahar mevsimine taşındı kawalarOrtadoğunun orta yerindeTaşır sıcaklığını dağlara

Başı kesilmemiş gövdelerin içindeKorkunun çığlıkları kendi boğumunda yaşardızaman yürüyüşünde yarınları

umutlarımıza saklardıkYargısız infazın son duruşmasındayızBir iyi niyetin saflığındaDehaqlı saltanatlardırKemirir insana ait ne varsaÖnce yürekten beyine uzanan yolları kaplarGerisini başsız bedene bırakır

Suskun bir tarihin güncesidir yazgımızÇirkin çizimler nakşedilirGözler kör!Kulaklar sağır!Olsa da insanlığın ...Umudun bu son duruşmasındaTanrılardan Kürd e kalan tek mirasDirenmek !"Yaşamak Direnmektir"

AHMET BAYGÜMÜŞ

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ARTIK HİÇBİR ÖLÜM SENİ BU KADAR ACITAMAZ

ey perde perde çöken alacakaranlık!öyle bir şafak vakti bahşeyle kine zulmü ne zulmeti artık hatırlatmasın...

Umut’a...

ölü doğan güvercindir postalların rahminde bozbulanık düşlerinaşiret ağıtların taşlığına akar küfrün zekerinden zehirlerinsürgünlüğün süngüleri mühürlenir soykütüğüne orda..öfken ki:mağmasında şizofrenik sanrıların kaynaştığı uğultulu uçurumSen: putperestin uğultulu uçurumunda kanatlanan vahşi kuş!Kanatların yankısı karabasan kılıçlar gibi göğüskafesinde ulurKancık ihtilallerden devşirilmiş karanfil cesetleri bıçaklarla vurulurElektrik yılanlarının ideolojik işkenceler üflediği sanrıdır buBuz saçaklarından ölügüvercinler damlar militan sanrılaraİşkencenin katranlı namı mühürlenir uğultu korkunçluğunaşerli ütopyayla damgalanıp intiharın esvabını giyersinbağrındaki demirzırhı yaftalarken engizisyon hükümlerelektrik yılanların panzehirsiz zehrini zemheriye zerkedersinkırlangıç kanatları şizofrenik sürgünlüğüne gerilirken isyanlabarudi infilağın yankısıyla mühürlen mahpus taşlıklarında

çarpılırsın işkencenin dehlizinde demirzırhla paramparça;salgısını akıtır zehirli yılanların panzehiri yoktur bu sevdadamezbahalar uğuldar omurilik hücresinde kangren damarlarlaÇünkü engizisyon tahakkümü giyotinbıçakları nuzlettirir isyanaBir yanın devrim tragedyası; bir yanın kontrgerilla pusatıdır seninCehennem çukurları zerkolur maphusluk hücresinin namınamilitarist senfonin bestelediği kadavra ağıtları duyulur mezarlıktasürüngen kasırgasının burgacıyla infaz mangalarında savrulursun!..Kancık ihtilallerin kırbaçladığı prangalı azaplardasın destur!Zulanda anarşist şairlerin zemheride tomurcuklu küfürleri;Mataranda siyanürle arseniği çarpıştıran şeddelenen zehirlerin varsabıkanda Şeddeli tarikatların şerli saltanatları kanatlarını açarkundaklanmış pazunda devrimci yangınların külhani alevidir aşkdestur! Sürgünlüğüne yazgılı yırtıcı kuşların çarmıh çivisidir azap

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

zulmün gergefinde kadavra şeytanları gerilirse militarist ızdıraphüznün rahlesinde kıyamet ayetleri zikredilse şakakların inşirah;ama orakçekiç gürültüsü demirin şakaklarında zonklarbarikatında iblis salyaları komando intiharlara dikenler akıtırkontrgerilla cehenneminde salyasıyla dikenlenir şeytanhaymatlos cesetlerle tımarhane gergefine gerilir isyansecdesiz ve pusatsız girdaplara çekilir mayınlarla intikamahraz cinayetler besteler senfonik puhularla istihbaratörgütlenir şanın tecritlerde infilağa düğümlenir kalırsınkalırsın haymatlos raconlarla proletarya çığlığıyla pusatsız..

Kancık krallıklarda banknot saltanatı iğrenç tahtlarını kuşanırharitapaftalarında bürokratik tasallut diktatör salyasıyla kalırdikenlitel istihsali çürümüş işgaller barikatlarını sarsardamarında patlar kangren saltanatlar omurilik hücrelerin işgal;leviathan boynuzları zulmetin gergefine işler ölü çocuk çığlıklarıfabrikada radyoaktif atık böğürür mutasyonlu ejderha atmığındaçelik gökdelenler zırhlanır komprador metropol mazgallarındazehirligaz girdabında isyankarlık barikatındasın ahraz!çekilir zemherinin emzirdiği zehirzıkkım şiirler şaki darağaçlarınasarsılırsın militarist bataklığında trajik yazgılarla kılıçsız..mekansızlık yazgısıdır örgütlenmiş barbarların metropol dölyatağındaistihbarat zindanları zehirli çığlıkları akıtır işkence mazgalınakuduz sürüngenler sarp kayalıklarda uçurum çiçekleri akıtınca gırtlağınadeli çocuk! secdesiz misyonların hatrına kahpe nişangahlarda durma!

ölü doğan güvercindir postalların rahminde bozbulanık düşlerinaşiret taşlıkların ağıtlarına akar küfrün zekerinden zehirlerinartık paslı bukağılar parçalayıp şakırtılı zırhlarını kuşanmanın vaktidir;vaktidir cephanelik cephelerde patlayıp sırtlan pençelerini intikamla biçmenin!ey militan barbarlık! Ey gamlı mekansızlık! ey secdesiz bin çığlık!

Ah nasıl da bir yangın olmanın kendisisin…

OĞUZ ATEŞOĞLU

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ŞİİR-ŞAİRPOETİKA

her günaynı gün olmasın diyekimlik kendini yinelemesin diyeaklın elektrik akımışiir yazmak

F.KADRİ GÜL

geceyle gündüze denkkarşıtlığındabütünü tümleyen.

SABAHATTİN KUDRET AKSAL

şiir neye yarar, dil küfümü almayacaksagökyüzümü yırtmayacaksa martı neden havalansın

BARIŞ ERDOĞAN

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızanyorgunluk ve acının dinlendiği umutsırtlardaki kırbaç gibi duyulan

ÖZDEMİR İNCE

Şiir ölümün gölgesidir,yaşamanın örtüsü.

ÜLKÜ TAMER

Kutup yıldızı gibiGideceğimiz yönü gösterir şiirNereye akar geceleriBir şarkı gibi nehir

İSMAİL UYAROĞLU

ve sevsinler diye insanlar birbirleriniyitsin saltanatı paranın diyesavaşır durur şiir

İSMAİL GENÇTÜRK

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızan**yorgunluk ve acının dinlendiği umutsırtlardaki kırbaç gibi duyulan

ÖZDEMİR İNCE

Kutup yıldızı gibiGideceğimiz yönü gösterir şiirNereye akar geceleriBir şarkı gibi nehir

İSMAİL UYAROĞLU

Biz Buz Çağı’nın üstünde oturmuşyazıyoruzZenci bir kalemleAfrika’dan sıcak,Eriyor buzŞairlerin tuhaf damgası budur.”

CAN YÜCELŞiir dil işidir. Dilde yangınlar yaratmak sanatı.

CEMAL SÜREYA

İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız.

SHELLEY

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜ10 EKİM ANKARA BARIŞ MİTİNGİ KATLİAMINA KARŞI

YAZAR VE YAYINCI ÖRGÜTLERİNDEN TEPKİLER YÜKSELMEYE DEVAM EDİYOR!

PEN Türkiye Merkezi, Yönetim Kurulu bir basınaçıklaması ile, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’dayapılan saldırıyı kınadığını açıkladı. Yapılanaçıklamada, “Ankara’daki Barış Mitingine alçakça veiğrenç saldırı nice canımızın ölümüne ve yaralıya yolaçtı.” denildi ve devam edildi. “Bu insanlık dışısaldırıyı kuvvetle kınıyor, sorumluların yargılanmasınıtalep ediyoruz. Kanı kan değil, adalet, hak,demokrasi temizler. Barış ortamı yaratmak, baştahükümet olmak üzere, her yurttaş ve kurumunsorumluluk alanındadır.”

Türkiye Yayıncılar Birliği (TYB) de yaptığı basınaçıklamasıyla Ankara saldırısını kınadı ve asıl faillereilişkin çeşitli görüşler öne sürdü.

“Ankara’da yapılan Barış mitingi iki bombalı saldırı ilekana bulandı. Yüze yakın kişi hayatını kaybetti, 160kişi yaralandı. Türkiye tarihinin en büyük ve kanlıkatliamı gerçekleştirildi. Bu saldırının sorumluları,bombaları patlatanlar kadar, halkı kutuplaştıran,yurttaşları birbirine düşman eden, nefret söylemleriylehedef gösterenlerdir. Bu saldırının sorumlularıDiyarbakır’da, Suruç’ta ve daha nice yerdegerçekleştirilen terör saldırılarının failleriniyakalamayanlardır. Bu saldırının sorumluları,olaylardan ders çıkartmayan, gerekli güvenlikönlemlerini almayanlardır.

Basına, halkın haberleşme özgürlüğüne yasak geti-

rerek, sosyal medyayı engelleyerek, insanların acısını paylaşmak, katliamı protesto etmekiçin biraraya gelmesini, yürümesini güç kullanıp önleyerek yapılmak istenen bu katliamı

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

unutturmak, azmettiricilerinin, faaillerinin yakalanması talebinin dile getirilmesini önlemektir.Bu tür yasaklar halkın gerçekleri öğrenmesini engelleyebilir ama suçluların, suça gözyumanların, suçu teşvik edenlerin unutulmasını sağlamaz.Hükümeti ve tüm siyasi partileribarış ortamını sağlamak için göreve çağırıyoruz.

Hükümeti öncelikle bu katliamın faillerini, azmettiricilerini, teşvik edenleri yakalamaya vehalkın haber alma hakkını engelleyen uygulamalardan derhal vazgeçmeye davet ediyoruz.Siyasi partilerimizi bu katliamların soruşturulmasını, faillerinin ortaya çıkarılmasını, basınınhaber verme ve halkın haber alma haklarını sağlayacak düzenlemeleri yapmak üzereTürkiye Büyük MilletMeclisi’ni toplamaya çağırıyoruz.

Bu hain saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı, yaralananlara acil şifalar,tüm Türkiye’ye sabır diliyoruz.”

Türkiye Yazarlar Sendikasının da konuyla ilgili açıklama metni aşağıdadır““KatillerAramızda!

Ne için gitmişlerdi? Barış için...Ne için gitmişlerdi? Özgürlük için...Ne için gitmişlerdi? Emek için...Ne istiyorlardı? Balçığa batağa dönmüş bir ülkeyi gülistana çevirmek...Ne istiyorlardı? Bir bozkır sabahında gökyüzüne kansız bakmak...Ne istiyorlardı? Bir ışıklı bulvarda kuşlarla, bulutlarla halaya durmak...Bırakmadılar.Ülkede nicedir kanlı bir hızar gibi işleyen savaş dili, önce kirli gazete sayfalarını, televizyonekranlarını zehirledi, sonra katillerin ruhlarını...Katiller aramızda.“Dil, düşüncenin evidir.” diyordu Heidegger.Ne diyordu İçişleri Bakanı?“Mitingle ilgili bir güvenlik zafiyeti olduğunu düşünmüyorum. Patlama, miting alanı dışındaolmuştur.”Ne diyordu Cumhurbaşkanı?“Her olayda istifa mekanizmasını çalıştırmak doğru değil.”Ne diyordu Başbakan?“Elimizde canlı bombacıların listesi var ama eylem yapmadan onları tutuklayamıyoruz.”Dile gelen bu düşünce, katliamdan sonra alınan “gizlilik kararı” değil, iktidarın “katliamıgizleme” çabasından başka ne olabilir ki?Barış isteyen halk için işleyen “makul şüphe”, nedense katiller için işlemiyor.Suruç bombacısında olduğu gibi, Başbakan’ın tuhaf açıklamasıyla, “canlı bomba öldüktensonra adalete teslim ediliyor.”MİT, otuz canlı bombayı adlarıyla, adresleriyle belirlemişken nedense biri bile bulunup “diri”olarak ele geçirilemiyor.Cinayet, güpegündüz bir bozkır sabahında işlendi.Cinayeti herkes gördü, cinayeti kimse görmedi.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Suruç’u, Diyarbakır’ı, Cizre’yi, Roboski’yi, Reyhanlı’yı kimse görmedi.Ama katiller aramızda.Onlar “görmedik, duymadık, bilmiyoruz” diyorlar, diyecekler.Biz yazarlarsa“gördük, duyduk, biliyoruz” diyeceğiz.”Suriye’ye erzak götürüp yaralı cihatçı getiren ambulansları...Suriye’ye silah götürüp cihatçı besleyen tırları...Suriye’ye kentlerden savaşçı gönderen cihatçı askerlik şubelerini...Kırlarda, meydanlarda yapılan cihata çağrı ayinlerini...DoktorMoro’nun canavarı gibi büyütülüp beslenen yoksul canavarları...Bu canavarlara verilen “örtülü-açık izinler”i...Gördük, görüyoruz, göreceğiz.Sevgili, yaralı, hüzünlü ülkemiz; yeryüzünü ve gökyüzünü kana boğan bu insanlıkdüşmanlarından elbet kurtulacak.Ankara’nın ortasında patlayan bu bombalar, kalemlerimizden ve gökyüzüne kansızbakmayı özleyen, bunun için “barış halayı”na duran, özgürlük türküleri söyleyenkardeşlerimizin düşlerinden güçlü değildir çünkü.Cinayeti gördük.UNUTMAYACAĞIZ”

EDEBİYATHABER.NET

MERSİN SANATÇILAR PLATFORMU’NDA SANATÇILARA ÇAĞRI:SUSARAK SUÇ ORTAĞI OLMAYIN! BARIŞ İÇİN "SES" ÇIKARIN!

100'e yakın sanatçı, şairve yazarın katkı sunduğubasın açıklamasına birgün önce kaybettiğimizŞair Sennur Sezer’i ana-rak başlandı. "MersinSanatçılar Platformu, sa-vaşa amasız hayır dedik-lerini belirterek, sanatçı-lara "Susmayın. Sust-ukça suç ortağı olu-yorsunuz. Üzerinize kansıçrıyor hem de çocu-kların kanı" diye seslen-di. (...) "Sanatçılar barışases veriyor" pankartı ası-

lan toplantıda, "Sanatçılar barış istiyor" sloganı attı. Toplantıda açıklamayı yapan şair,yazar Adil Okay, “Bundan 5 yıl önce de sanatçıların barış için bir araya geldiğinihatırlatarak, "Ne yazık ki tarih acı bir tekerrürden ibaret hale gelmiş durumda" dedi.

Ana akım medyanın militarist diline dikkat çeken Okay, bu dilin savaşın hiçbir dönemindedeğişmediğini belirterek, "Biz sanatçılar için yaşamını yitiren her bir insanımız aynıdır.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Çünkü biz her bir ölümde insanlığın bir parçasının koptuğunu düşünüyoruz. İşte bu günyaşananlar kanlı tarihin tekrarıdır" diye belirtti."

Açıklama metninin bütünü:“Önce bir hatırlatma ile başlayalım: 30 Haziran 2010’da Mersin’de yaşayan bir grupsanatçı bir araya gelerek, akan kanın durması için çağrı yapmıştık. Aradan 5 yıl geçti.Savaş yeniden başladı. Unutanlara anımsatalım 30 yıldır süren bu savaş içlerindesivillerin- çocukların da olduğu 58 bin insanımızın ölümüne yol açtı. Çatışma ortamıtarım ve hayvancılığı bitirdi ve milyonlarca insanı göçe zorladı. Binlerce insanzindana tıkıldı. Yandaş medyada, bu kanlı savaş hakkında bildik, duygusuz ifadelerlehaber vermeye devam ediyor, basında hâlâ “10 asker öldü, 10 terörist etkisiz halegetirildi” denilmektedir. Bizim için bu 20 insandır. Yirmi geçtir ya da çocuktur. Veonlar çoktan çözülmesi gereken bir kavgada hayatını kaybetmiştir. İşte bu günyaşananlar, tarihin çirkin- trajik – kanlı bir tekrarıdır.Biz tarih sayfalarındaki savaş değil barış anlarının uzaması – çoğalması için sesçıkarıyoruz.

SAVAŞA“AMA”SIZ HAYIR DİYELİM

“askere aldı beni frankoacımasız bir er yaptıkaçmadımçünkü korktumkurşuna dizer diyekorktumo yüzden savaştımhak ve özgürlüğe karşı…” Atilla Jozef

Sanat bir insan edimidir. İnsana güzellikler sunar. Savaş ise insanın imhasınıamaçlar. Sanatçı savaşa karşı çıkışını yüksek sesle söylemelidir. Bu önce insan,sonra da sanatçı olmanın koşullarından biridir.

Kamuoyunun bildiği gibi, Kürt sorununda beklenen çözüm silah sesleriyle bölündü.Ülke yeniden kan gölüne dönüştü.Daha fazla insanın ölmemesi ve onurlu bir barışınönünün açılması için üzerimize düşeni yapmayı insani sorumluluk sayıyoruz. BizMersin’de yaşayan sanatçılar, savaş yanlısı “tavırsızlar” olarak anılmak ve yıllarcaalınlarımızda bu lekeyle dolaşmak istemiyoruz; işte bu nedenle “ama”sız savaşahayır diyoruz.

Kimi politikacının savaşın kapısında, “kaç insan öldürür, kaç oy alırız” hesaplarıyaptığı bu günlerde, sanatçıların- aydınların sessiz kalması açıklanamaz.Zira biz şair John Donne’nin söylediği gibi:“Bir insanın ölümüyle eksiliriz biz, çünkü bir parçasıyız insanlığın.İşte bu yüzden hiç sormayın “Çanlar kimin için çalıyor?” diye.Sizin için çalıyor."Savaşın tırmandığı ve çocuklara kıyılmaya başlandığı son iki ayda ses çıkarmaktan

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

sesimiz kısıldı. Ama Barış için konuşmaya, yazmaya, çizmeye, bestelemeye,oynamaya,yürümeye devam ediyoruz. Edeceğiz.

Kamuoyuna sesleniyoruz: Barış için ses çıkarın. Susmayın. Sustukça suç ortağıoluyorsunuz. Üzerinize kan sıçrıyor. Hem de çocukların kanı.”

SENNUR SEZER’İ YILDIZLARA UĞURLADIK!

Emeğin ve emekçilerin şairi Sennur Sezer’i 7Ekim’de sonsuzluğa uğurladık.Sennur Sezer, Türkiye 'de gelmiş geçmiş enönemli kadın şairlerden biri olarak gösteriliyordu.Şairliğinin yanı sıra edebiyat ve edebiyat tarihialanında da eserler veren; gerçek ve müstearisimle özellikle Yeşilçam'a çok sayıda senaryoyazan; çeşitli ansiklopedi ve antolojilerinoluşturulmasında payı bulunan Sennur Sezer,Türkiye sosyalist hareketinin ve işçi sınıfımücadelesinin bir parçası olmaktan da hiç geridurmadı. Gençliğinde Taşkızak Tersanesi'ndeçalışırken başladığı politik mücadelesini ömrününson gününe kadar sürdürdü.

12 Haziran 1943'te Eskişehir'de doğan SennurSezer, 1959’da İstanbul Kız Lisesi’nin ikincisınıfından ayrıldıktan sonra Taşkızak Tersanesin-

de çalışmaya başladı. 1965 yılında Varlık Yayınları düzelticiliğine geçti. 1967 yılında AdnanÖzyalçıner ile evlendi. 1982 yılına kadar çeşitli yayınevlerinde ve ansiklopedilerdedüzelticilik, metin yazarlığı yaptı.

Ali Ziya Çamur, Emeğin Sanatı E-Dergisinin 29. Sayısında yazdığı “Şiirimizde Kadın Sesi”yazısında şu sözlerle anlatıyordu:Sennur Sezeri:“Sennur Sezer, şiirimize vardiyalardan kopup gelen bir uzun soluktur. Emeğin ılık ve alınteri gibi ıslak nefesini şiirlerine üfürdü. Karanlığın içinde kendini yenmenin ve yenilemeninşiiriydi yazdıkları bir bakıma. “Doğuran Bir Kadına Direnç” şiirinde olduğu gibi: “Yorulurgövdene inen sancılar / Acılar bıkar / Beklemeyi bil / Başkaldırır gövden başkaldırır /Susar…/ Kim duyar sesini haykırsan / Gücünü tüketme / Dayan bir sınav bu / Gülümse”

Bir ses aradı hep yeni bir şiire başlamak için. Acılarla nasırlaşan, şişen yüreklere karşı birçocuğun ilk çığlığını sunarcasına yazdı şiirlerini. Bir ses aradı hep yeni şiirlerinin içindenfırlayarak umutsuzluğu yasaklayan, çocukların ilk sözcüğü gibi umutla, sevinçle duyulacakbir ses… Ve kadın olmanın imgeleminde yarattığı duyarlığı insancıllıkla bütünleştirrerek

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

verdi şiirlerinde: “Elim ateşten korkmuyor,/Ülkemin bütün kadınları gibi tırnaklarım[CENSORED] / Ateşten sıcak bir tencereyi yanmadan alabilirim / Köz basarım yüreğime. /Yüreğim nasırlarıyla umudu koruyor, / Bir küçük ışıltıyla baharı bekleyen / Çekirdek ateştenkorkmuyor.”

Bir sevda şairidir de diyebiliriz Sennur Sezer için. Ama onun yüreğinde milyonların ortaksevdası yatar. İnsanlığın ortak sevdasıdır onun sevdası, evcil sevdaların şairi değildir. Bunedenle olsa gerek, baş eğip kadere küseni sevmez. Sevgiye güç yetirebilmeli insan. Veyüreğini yararcasına çarptırırken sevda, ağır yük olsa da umutlu olmanın gereğini savunur.Kısacası: “biz sevdayı madenlerden tanırız/ sevda ile dağları delen de bizden”

Çoklarının paraya taptığı, para karşılığı şiir döktürdüğü günümüzde O, dimdik onurluemekçi duruşuyla, yalpalamadan bilinen sesini, bilinen gürlüğüyle yükseltmeye devamediyor.”

Sennur Sezer, şiir anlayışını şöyle ortaya koyuyor:“Her şiir yaşama biçiminin yansıtıcısıdır. Doğduğu coğrafyadan ve şair ömürlerinden dizelertaşır. Yinede yaşamın bütününü yansıtan, çağları ve mekânları aşanı azdır. Önemli olanşairin has şiiri amaçlaması, okurunu yanına alıp bir Ferhat uğraşısına, bir Keremyolculuğuna soynunmasıdır. Mehmet Hameş’in şiirleriyle çıkacağınız yolculuk sizi yepyeniama yadırgamayacağınız bir dünyayla tanıştıracak. Bu yeni dünya kitabın adıyla başlıyor:Yaşlı Kelebek.

Yalnızca baharı tanıyan ömrü uçmaktan ibaret bir canlı nasıl yaşlanır? Yoksa uçamayacağıgelecekten duyduğu acıyı tanımlamak için mi seçmiş bu adı? Her şiirde bu soruyu sorunkendinize.”

ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR VE SANAT DERGİSİNİN 17. SAYISI YAYINLANDI

Tekirdağ Cezaevinde Hasan Şahingöz ve diğer devrimcitutsaklar tarafından 3 ayda bir yayınlanan, elle hazırlanıpmektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür Sanat DergisininEkim-Kasım-Aralık 5. sayısı yayınlandı.

Ümüş Eylül Kültür Sanat Dergisi; “Ölüm Orucu Direnişi”neÜmraniye Cezaevi'nde 1. ekiple başlayan, 19 Aralıkkatliamından sonra direnişini Kartal Özel Tip Cezaevi'ndesürdüren, daha sonra Kartal Devlet Hastanesi'nekaldırılan, direnişine hastanede de devam eden,durumunun ağırlaşması üzerine tahliye edilen, tahliyeedildikten sonra direnişini Küçük Armutlu'daki direnişevinde sürdürürken 14 Eylül 2001’de orucun 330.gününde sonsuzluğa göçen Ümüş Şahingöz’ün anısınıyaşatmak amacıyla yayınlanmaktadır.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Hasan Şahingöz’ün hazırladığı derginin girişinde Şair-Yazar Adil Okay’ın “Suruçta KatliamVar!” yazısının ardından Hasan Şahingöz’ün politik değerlendirmesi, ter alıyor. Ayrıcaçoğuların çizdiği desen ve karikatürler, şiir ve yazılar yer almaktadır.

Dergiyi PDF olarak okumak isteyenler için adres:https://drive.google.com/file/d/0B0Oa5QdookmlbURCdWVyRzJPS0U/viewİssu.com adresi:http://issuu.com/gorulmuturamacozulmemitir/docs/say___17____m_____eyl__l_

Önceki sayılar için de şu bağlantıyı ziyaret edebilirsiniz: https://drive.google.com/folderview?id=0B0Oa5QdookmlN3hxTW1iMk5hUTg(Ayrıca alternatif bağlantı)

Hazırlayan: Hasan Şahingöz, İletişim Adresi: 1 Nolu F Tipi Hapishane C tek 55 TEKİRDAĞ

I. DAĞLARCA ŞİİR ÖDÜLÜ İKİ ŞAİR ARASINDA PAYLAŞTIRILDI...

Beşiktaş Belediye Başkanlığı tarafından, PEN YazarlarDerneği, Türkiye Yazarlar Sendikası’nın desteği veTekin Yayınevi organizatörlüğünde gerçekleştirilen 1.Dağlarca Şiir Ödülü, Şükrü Erbaş ile Ömer Erdemarasında paylaştırılmasına karar verildi. Şükrü Erbaş“Pervane” adlı kitabıyla, Ömer Erdem de “Pas” adlıkitabıyla ödüle değer görüldüler.

Ataol Behramoğlu, Doğan Hızlan, Enver Ercan, ErtanMısırlı, Haydar Ergülen, Sennur Sezer ve TarıkGünersel’den oluşan Seçici Kurul, 1. Dağlarca ŞiirÖdülü’nün Şükrü Erbaş ile Ömer Erdem arasındapaylaştırılmasına karar verdi.

Seçici Kurul'un Ödül Gerekçesi:“Şükrü Erbaş ve Ömer Erdem’in farklı şiir dünyaları olsa da, onları insana ve hayata [Habergörseli] bakışlarındaki evrensel algı birleştiriyor.Onların şiirlerinde “gaz lambasıyla duvarlara dünyaları çizen çocuklar” da var, “kelebeğiincitmeden geçip giden bulutlar” da.Şiirler boyunca zalimin, mazlumun, acının ve kederin ve zulmün… insanın izini sürüyorlarvicdanın sesiyle. Tıpkı Dağlarca gibi.”

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EKİM AYINDA ÖNEMLİ GÜNLERATTİLÂ İLHAN, ŞİİRLERİYLE

ARAMIZDA DURUYOR DİMDİK...

10 Ekim 2005’de yitirdiğimiz Attila İlhan, 15Haziran 1925 tarihinde Menemen (İzmir)' dedoğdu. İzmir'de Karşıyaka Cumhuriyetİlkokulu' ve Karşıyaka Ortaokulu'nu bitirdi.İzmir Atatürk Lisesi'nde öğrenci iken, TürkCeza Kanunu'nun 141. maddesine aykırıdavranma savıyla tutuklandı, okulundanuzaklaştırıldı. Danıştay kararı ile yenidenöğrenim hakkı kazanarak İstanbul IşıkLisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi HukukFakültesi'nde başladığı yüksek öğreniminiyarıda bırakarak 1949-1965 arasında aralıklıolarak altı yıl Paris'te yaşamını sürdürdü.Dönüşünde gazetecilik, yayın yönetmenliği,yayın danışmanlığı, yazarlıkla yaşamınıkazandı.

Yeni Edebiyat, Yücel, Genç Nesil, Fikirler,Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler,Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost,Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayıdergilerinde şiirleri yayınlandı. Garip ve İkinciYeni şiirine karşıydı. Mavi dergisinde Maviciler diye bilinen toplumsal gerçekçilik akımınınsözcüsü oldu. Şiiri başlangıçta Nâzım Hikmet ve halk şiirinin biçimsel özelliklerinden etkilertaşıyordu. Ömer Faruk Toprak'tan da oldukça etkilenir, taşradan mektuplaşırlar, ondan şiirleilgili pek çok şey öğrendi

Zamanla taşkın, çarpıcı, belleklerde kolay yer eden imgelerle örülü, toplumsallaşmış bireyitemel alan, kimi zaman öykülemeye dayalı, divan şiiri olanaklarından da yararlanmayıbilen, duyarlılığı yüksek bir nitelik kazandı.

Attila İlhan'ın, salt şair yönünü değil; romancı ve düşün adamı, senaryo yazarı olarak daiyi tanımak gerekir. "Aynanın İçindekiler" serisinde, "Zenciler Birbirine Benzemez","Dersaadette Sabah Ezanları", "Bıçağın Ucu", "O Karanlıkta Biz", "Sokaktaki Adam","Allahın Süngüleri", "Fena Halde Leman", "Haco Hanım Vay" gibi önemli romanlara imzaatmıştır. Romanlarında inanılmaz bir sinema tekniği kullanır, okunmuyor da izleniyor gibidir.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Gerçek şair ve yazarların, dikenlerle dolu bir bahçede işlerinin zor olsa da, ancakAnadolu'da yetişebileceğini dile getirir:"Post/modernizm, Asya ve Avrupa'nın zengin edebiyat sanat geleneğine karşı, cahilve biçare kalan abd'nin uydurduğu, bir cahil ve aciz hareketidir ki şimdiden gülünçolmuş, ona uyan yazarları ve şairleri de gülünç etmiş, okunamaz hale getirmiştir. haunutmayalım, bir de tabii, Orhan Pamuk gibi bir yeni yetmeye, ülkesine ve halkınaalenen ve resmen sövmek imkanı sağlıyor; yurt dışında sürgünde bulunan NazımHikmet'in uğradığı onca belaya karşı, memleketi aleyhine ne bir tek söz söylediği, nede aleyhine bir şiir yazdığı düşünülürse, bu delikanlının handiyse el üstü gül üstüdolaştığı edebiyat ortamında, 'sahici' Türk şair ve yazarlarının epeyce zorluklakarşılaşacağı anlaşılır.«

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

İNCE DUYARLIKLARIN AÇIK SÖZLÜ ŞAİRİ: METİN ELOĞLU...

Kendine özgü şiirleri, ironiyi öneçıkaran şiir tarzıyla kendince birgerçeklik analayışı kuran Şair, ressamMetin Eloğlu’nu, 58 yaşında 11 Ekim1985’te yitirdik.

Metin Eloğlu, ortaokuldan mezunolduktan sonra, 1943’te GüzelSanatlar Akademisi Resim Bölümü'negirdi. 1946’da siyasi nedenlerdendolayı iki ay tutuklu kaldı. Olay üzerineAkademi’deki kaydı silindi. 1947’debaşladığı askerlik hizmetini,disiplinsizlik nedeniyle aldığı uzatmacezaları nedeniyle ancak 5 yılda tamamlayabildi.

Edebiyata öyküyle adım attı. 1942’de Servetifünun-Uyanış dergisinde ilk öyküsüyayınlandı. 1943’te İzmir’de basılan Kovan dergisinde de Mehmet Metin imzasını taşıyan"Sabah Şarkısı” şiirine yer verildi. Ressam olarak birçok çalışma ve sergiye imza attı.1967’de düzenlenen 1. DYO Sergisi ile ve 1976’da yapılan Yarımca Sanat Şenliği’ndebirincilik ödüllerine layık görüldü. Eserlerinde adının dışında Mehmet Metin, Mehmet Emin,Ali Haziranlı, Etem Olgunil ve Nil Meteoğlu imzalarını kullandı. Ayrıca birçok eleştiri yazısıkaleme aldı. 111 ekim 1985'te İstanbul'da sonsuzluğa göçtü

Eloğlu'nun ilk kitabı, Orhan Veli'nin 'Şoförün Karısı', 'Dedikodu' (bkz. Garip) ve 'Tahattur','Altın Dişlim', v.b. (bkz. Yenisi) gibi, lümpen ortatabakanın dilini ve duyarlılığını yansıtanşiirlerinden esinlenmiş bir şairin ürünlerini içeriyor. Fakat yine bu kitabında Nazım Hikmet'in'İnsan Manzaraları'nı bilen bir şair de seziliyor. Eloğlu ilk kitabıyla, lumpen çevrelerin, kenarmahalle insanının dilini, sözcüklerini, duyarlılığını, çok başarılı bir konuşma dili, edası veözgün bir ironiyle yansıtmayı başarıyor. Orhan Veli'de dilsel alanda kalan bir tutumu genişbir alana çıkararak şiirimize yeni bir ufuk kazandırıyor.

"Sultan Palamut"ta konuşma dilinin engin tatlarını, edalarını, tonlamalarını çok başarıylakullanan bir şair kimliğiyle şiirini geliştiriyor. Şiire ustalıkla özümsetilmiş bir argo, humor veironi'yle, yeni şiirimize getirdiği olanakların alanını daha da genişletiyor.

"Horozdan Korkan Oğlan"da gittikçe artacak olan dil soyutlamacılığının, kurmaca bir dilyaratma eğiliminin ilk belirtileri var. Yine de bu kitabına bir denge ve sentezin ürünüdiyebiliriz. "Türkiye'nin Adresi"nde İkinci Yeni'ye (Ece Ayhan vb.) yakın bir dil deneyciliğininürünleri yer alıyor. "Yumuşak G"de, Behçet Necatigil'in son şiirlerini andıran bir dilci tutumbu. Denebilir ki bir kavramı irdeliyor, sözcük birimlerine indirgiyor, sonra en güç anlaşılır

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

biçimde olabildiğince uzak çağrışımlarla geri kuruyor, bu tutumuyla “Türkiye'nin Adresi”ndeolduğu gibi, yine Ece Ayhan'a yaklaşıyor.

Metin Eloğlu, İkinci Yeni'nin resme ve görselliğe en açık şairidir. İlk kitaplarıyla, kendidönemini ve kendinden sonraki kuşakları büyük ölçüde etkilemiş bir şair. Metin eloğlu,Garip'le gelen çarpıcı, şaşalatacı şiire bambaşka bir hava vermeyi başardı. Kentin alttabaka yaşamına bir orta tabaka aydını olarak bakmıyor, başkalarının dilini kullanıyordu...Metin Eloğlu, 1960 sonrasında ikinci yeni sarsıntısı atlatılmak üzereyken, şiirinideğiştirmek, yenilemek gereğini duydu. sözcük seçimine büyük özen göstererek yaşamdankitaplara doğru kaydı. yeni bir şiir dili kurma yolunda aşırı deneylere girişti. kapalılığa,soyuta çok yaklaştı. bu deneyleri aştıktan sonra da, başlangıçtaki, yoksulluğa kafatutarcasına yaşama sevinci dolu, olaylara bağlı şiirine dönmedi."

Humor, ironi ve toplumsal eleştiriciliğiyle Can Yücel, Cemal Süreya v.b. şairleri, lumpençevrelerin, orta tabakanın dilini şiirleştirmesiyle dolaysız konuşma tonu ve yine ironi vetoplumsal eleştiricilik özelliğiyle Ataol Behramoğlu'nu etkilemiş olduğu söylenebilir.

Eserleri: Düdüklü Tencere (Yeditepe, 1951), Sultan Palamut (Seçilmiş Hikâyeler, 1957),Odun (Alpaslan Mtb., 1959), Horozdan Korkan Oğlan (Dost, 1961), Türkiye’nin Adresi(Yeditepe, 1965), Ayşemayşe (Yay, 1968), Dizin (Güney, 1971 TDK Şiir Ödülü), YumuşakG (Baha Mtb.,1975), "Rüzgâr Ekmek" (Ada,1978), Hep (Adam, 1982), Yine (ilk altıkitabının birlikte basımı, Adam, 1982), Şiirce, (son üç kitabının birlikte basımı, Adam,1982), Ay Parçası (Yazko, 1983), Önce Kadınlar (Adam, 1984), Bektaşi dedikleri, (O.Tansel ile; şiirleştirilmiş Bektaşi fıkraları, Türkiye İş Bankası, 1970), Derleme: Garip ŞiirlerAntolojisi, (Ü. Y. Oğuzcan ile, Yay, 1957)

Hadi uyanGün ışığı çilemeye başladı başucundaDenizler bir mavilik edindi gündenSeher yeline uyup kuşlar tüneğine uçtuBu türküyü dinlemeyecek misin

Hadi uyanAydınlığa çık da çil gözlerin ışısınİlkyazlar sıcağı biriksin yüreğineYoksul olsan da uyanGarip olsan da uyanMadem ki güzelsin, güzeli yaşatmak içinMadem ki iyisin, iyiliği yaşatmak içinMadem ki umutlusun, umudu yaşatmak içinHadi uyan

Denizi dinle yaşamak desinToprağı dinle barışmak desinGöğü dinle sevişmek desinBir plak konmuş gramofonaİşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücüUyan diyor, uyansana

Hadi uyanSevdiğim uyanN'olur uyan

UYAN

METİN ELOĞLU

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

DİKENLİ YOLU AÇAN ADAM,MEHMED UZUN, ANADİLİNDE YAŞAMAYA DEVAM EDİYOR…

Yaşamı sürgünlerde geçen, Kürt yazarı, romancıMehmet Uzun’u 11 Ekim 2007 tarihinde yitirmiştik.Ana dili Kürtçe’siyle yazdığı romanları halkınınarasında yankılanmaya devam ediyor.

Mehmet Uzun, Kurmanci, Türkçe ve İsveççeyazdığı kitapları yirmiye yakın dilde yayınlandı.Uzun hakkında, Türkiye'de çok sayıda dava açıldı.1981'de Türk vatandaşlığından atıldı ve 1992 yılınakadar Türkiye'ye gelemedi.

Kürt edebiyatı ve kültür yaşamında yeridoldurulamayacak olan Mehmet Uzun, çağdaş Kürtedebiyatının kurucusu ve öncüsüydü. Kürt halkınınyaşadığı sosyal ve politik dramın canlı bir tanığı vebu tanıklığı evrensel dile aktaran büyük birsanatçıydı.

Yasaklar, yokluklar, cehalet ve acılar içinde yaşamaya mahkum edilmiş bir halkın içindençıkan Mehmet Uzun kendi çabalarıyla kendisini var eden bir değerdi. Tarih onu yalnızKürtlerin, yalnız Türklerin değil tüm dünyanın en büyük yazarı, kültür adamı, barış veözgürlük savaşçısı olarak anacaktır.

HAYATI DEĞİŞTİRME AMACINA YÖNELMİŞ BİR SANAT İNSANI: FAKİR BAYKURT…

Fakir Baykurt, Akçaköy’de başlayıp Köy Enstitüleriyle onlarcakitaba uzanan zorlu bir Anadolu türküsüdür. Köy Enstitüsündebaşlayan sınıfsal uyanış, -sınıf bilincine tam olarak ulaşamasada- onun yolunu ve bakışını içinden geldiği topraklaradöndürdü. Tanık olduğu, yaşadığı insanları anlattı yapıtlarında.Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS’ün kuruluşuna emek verdi.Başkanlığa seçildi. Yolu sürgünlere, cezaevlerine uğrasa dahalk için halkı yazdı.

Köyler boşalıp Almanya’ya göç etmeye başlayınca, o da kalktıgitti Almanya’ya. Bu sefer göçmen işçileri yazdı. RomanlarındaTürkiye'deki köylü yaşamını halkçı ve devrimci bir bakışaçısıyla ele aldı. Köylünün bilinci ve bilinçaltındaki istekleri,tepkileri, çelişkileri yansıttı. 1950–1970 döneminde etkili olan"köy edebi yatı hareketi"nin önde gelen temsilcisi oldu.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Aziz Nesin, 1989 Nesin Yıllığında onun için şu tespiti yapıyordu: “On yıldan beri,Almanya’da yaşayan Fakir Baykurt’un yeni yapıtlarını okuyamamış olmam eksikliğimdir. Buyüzden yazınımızda hangi düzeye vardığını, kendini yenileyip yenilemediğini bilemiyorum.Fakir Baykurt’un yazın yaşamını incelerken, onun çağının salt tanığı olmakla kalmayıp,tanık olduklarına yorum getirdiğini, böylece okurlarını bir toplumsal değişime özendirmeçabası güttüğü görülecektir. Bu çabalarını salt yazar olarak değil, toplumun durumundankendini sorumlu duyumsayan bir aydın olarak da toplumsal etkinliklerle sürdürmüştür.”

Yaşamının her anında, “Sanatta devrimci tavır, hayatı değiştirme tavrıdır” diyenBaykurt’u, 11 Ekim 1999’da günü sonsuzluğa uğurlamıştık.

Fakir Baykurt, kıvrak dili, güçlü gözlemlerini kendi bakışıyla buluşturan güçlü anlatımıylaedebiyatımızın önemli roman ve öykücüleri arasında yer aldı. Sanat anlayışını belirten şusözleri, onun sanatsal ve toplumsal bilincini en iyi biçimde yansıtmaktadır: “Kitaplarımızbize ün sağlamak ya da kalıcı olmaktan önce toplumu devrim yönünde etkilemelidir.Hayatı değiştirme amacına yönelmiş bir sanat insanın bilinçlenmesine vebirleşmesine yardım eder…”

Bir yazısında da romanla ilgili düşüncelerini şöyler açıklıyordu:«Akan ve akmakta olan yaşamı, bilinçaltından ve bilinçten geçirip dışa vurma işidirroman. Hem bireysel, hem toplumsal boyutları olan bir yazı türü. Bir imbikleme... Biryaşamın romana benzemesi başka. Roman olabilmesi için yazılması gerek; birromancının bilinçaltından, bilincinden geçerek gerekli estetik biçime ve biçemeererek yazılması.” FAKİR BAYKURT

NAİL V. YAPITLARINDA VE YAPILARINDA UMUT SAÇMAYA DEVAM EDİYOR!

Sosyalistlerin Nail V. olarak bildiği, AğahanMimarlık ödülünü almasından sonra herkesintanıdığı Nail Vahdet Çakırhan, Attila İlhan’ındeyimiyle Fedailer Mangasının ilk erlerindendi.Mustafa Suphi ve 14 yoldaşından sonraTürkiye’nin 2.kuşak komünistlerindendi.

Konya’da lise öğrenimini sürdürürken “Kervan”adlı dergi çıkarır. “Halka Doğru” dergisindeyayınlanan “Alev Yağmuru” şiiri nedeniyle ilkkez polisle tanışır. Daha sonra Çakırhan,felsefe eğitimi için İstanbul'a gelince -gıyabenşiirlerine hayran olduğu Nâzım Hikmet ile

tanıştı. Ona son şiirlerini gösterdi. Nâzım Hikmet, bu genç öğrencinin şiirlerini beğendi.1+1=1 adını verdikleri mini kitapta son şiirlerini yayımladılar. Ne var ki bu kitap toplattırıldı.

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Ve şairleri hakkında takibata geçildi. Şairler, cezaevinden çıktıklarında buluştular,dostluklarını devam ettirdiler.

Çakırhan, uğruna işkence gördüğü, hapislerde yattığı sosyalizmin ne olduğunu tam olarakbilmiyordu. Öğrenebilmek amacıyla 1934'te kimseye haber vermeden ortadan kaybolur.İstanbul'dan Hopa'ya, oradan da bir arkadaşının yardımıyla Sovyetler Birliği'ne gider.Komintern'le ilişki kurar ve Moskova'da Puşkin Meydanı'na yakın bir yurtta üç ay Rusçaöğrenir. Ardindan Moskova Doğu Halkları Üniversitesi'ne (KUTV) girer. Orada iki buçuk yılsosyalizm ve ekonomi görür. Stalin, Tito, Hoşimin, Kruşçev, Dimitrov gibi önemlisiyasetçilerin bazılarını görür. Bazılarıyla tanışma fırsatı bulur. Öğrenimi sürerken biryandan da uygulamaları yakından görmek ister ve kendi isteği üzerine Moskovayakınlarında bir tekstil fabrikasına gönderilir.

Dönüşünde gazetecilik yapmaya başladı. Tan ve Resimli Ay’da 2. Dünya Savaşıyla ilgilietkili ve yerinde yorumlar yapar. Arkeolog Halet Çambel’le evlendi. Onun kazılarında ilkmimari denemelerini gerçekleştirdi. 1970 yılında, doktor tavsiyesine uyarak eşiyle birlikteAkyaka’ya yerleşen Çakırhan, burada iki ustanın yardımıyla projesini kendi çizdiği evleryapar. Yaptığı evler beldede yaşayan insanların ve turistlerin ilgisini çeker. Ardından çoksayıda insan, “Nail Çakırhan Mimarisi” adı verilen bu evlerden yaptırmaya başlar.Geleneksel mimariyi korumak için yoğun çaba harcayan ve insanlara örnek olanÇakırhan’a 1983’te, dünyanın en saygın mimarlık ödüllerinden “Ağa Han UluslararasıMimarlık ödülü” verildi.

Hapishane yıllarında eşi Halet Çambel’e gönderdiği mektuplar, “Üç HapishanedenMektuplar” adıyla yayınlandı. 2. Dünya savaşının eşiğinde gazetelerde yazdığı yazıları“Harbin eşiğindeki Türkiye “ adıyla yayımlandı. Şiirleri de “Daha Çok OnlarYaşamalıydı”adıyla yayınladı. 98 yıllık yaşamının her anını ülkesi ve inancı için dolu doluyaşayan bu güzel insanı saygıyla selamlıyoruz.

DİYORLAR Kİ"Diyorlar kiYerler yavrum başınıGenç yaşınıkurşuna dizerler yavrumVaz geçŞairsen eğerYaz geçDiyorlar kiParaya tapmalıymışımOlup bilmem hangi baltaya sapyağlı ballı bir kapkapmalıymışımDünyalığımı yapmalıymışım." NAİL VAHDET ÇAKIRHAN

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

İNSANÎ EDEBİYATIN ÖNCÜLERİNDENHALİKARNAS BALIKÇISI YAPITLARIYLA YAŞIYOR!

Halikarnas Balıkçısı ya da gerçek adıyla Cevat ŞakirKabaağaçlı, Oxfort Üniversitesi “Yeni Çağlar Tarihi”bölümünde tamamladıktan sonra(1908) Resimli Ay,Resimli Hafta, Diken, İnci gibi dergilerde yazılırı,çevirileri ve karikatürleri yayımlandı. 1925’te ResimliHafta da Hüseyin Kenan imzasıyla çıkan“Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile BileAsılmaya Nasıl Gider?” yazısından dolayı İstiklalMahkemesi tarafından yargılanır. Bu öyküde balıkçıKurtuluş Savaşı yıllarının hamasî havasının tersineİstiklal Mahkemeleri tarafından doğru düzgün yargıortamı kurulmadan idam cezasına çarptırılanlarınasılmaya gidiş dramlarını gerçekçi bir dille yansıtır.Ama bu öykü zamanın yönetimi tarafından MustafaKemal Hükümetine ve Cumhuriyete hakaret kabulederek o çağın henüz bilinmeyen, yolu izi olmayanuzak bir yurt köşesi Bodrum’da 3 yıl Kalebentliğesürgüne gönderilir.

Halikarnas Balıkçısı tüm acıları ve yalnızlıklarını adeta bir tragedya kahramanı direnişiylebin bir olanağa ve üretkenliğe dönüştürecektir bu sürgünde. 1920’lerde magazin öyküleriyazan Halikarnas Balıkçısı, yazar ve düşünce adamı olarak asıl kimliğini Bodrumdakisürgün yıllarında buldu. Mitolojisi, tarihi, doğasıyla Ege’yi; süngercisi, balıkçısı gemicisiylehayatlarını denizden kazanan insanların mücadelesini konu alan Ege Kıyılarında denizemekçilerini anlatan romanlar yazdı. Yazılarını coşkulu, içten, kimi kez savruk, şiirsel birüslup ile yazdı. Halikarnas Balıkçısı Anadolu efsaneleriyle mitolojisini inceleyen kitaplar dayazdı.

1947'de İzmir'e yerleşen Kabaağaçlı, 13 Ekim 1973'te bu kentte ölür çok sevdiği Bodrum'agömülür. Nâzım’ın «En büyük şairimiz…» dediği Balıkçı’nın sanat anlayışı şu sözlerindegizlidir:

“Halktan, temelden, topraktan ve doğanın derinliklerinden gelmeyen, onlardanetkilenmeyen bir edebiyat geçicidir, ölümcüldür.”

Motor adayı kıyılarken adanın ağzı kalabalık mağaraları köpür köpür köpürerek kocadağın suratına deniz tükürdü. Kayalar diş göstererek hırlıyorlardı. Kunduralarınıntabanlarıyla, şap şap diye tapu senedi damgalarcasına adım atan eksper, adanın artıkadam akıllı damarına basmıştı. Kaya sırtını silkince koca dağ düştü. Patavatsız taşlarkuş tüyü kesileceklerine kaskatı dondular. Bazı kayaların tepesi attı. Her deliktenhavaya sular fışkırdı. Kocadağ sırıl sıklam oldu. Sudan kaçınayım derken çalılara

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

daldı. Adanın tüyleri diken diken oldu. Santal çalıları Kocadağ’a çelme taktı.Kocadağ durmamacasına sırtüstü, yüzüstü geliyordu. Adanın bağrı hava dolu birgayda kesilmişti. Her deliği dağı dağa kavuşturan, diş kamaştırıcı bir cayırtıkoparıyordu. Adanın siniri tutmuştu. Ada yapayalın sertliği ile, sipsivri sokuculuğuile kapkanca tırmalayıcılığı ile Kocadağ’ı kaktı, tekmeledi, tokatladı ve daladı.»(‘Gülen Ada’ öyküsünden) HALİKARNAS BALIKÇISI

EMEĞİN RESSAMI AVNİ MEMEDOĞLU'NUUNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ!..

1924 yılında Erzurum'un Aşkale ilçesinin Taşağılköyünde, yoksulluklar içerisinde dünyaya geldi.Kendisinin deyişliyle çevreyi ve dünyayı, sırtındayırtık ve yamalı bir entari, yalınayak ve başı kabak,köyün tozlu yollarında, insan ve hayvan pisliklerinin,kül ve çöp birikintilerinin oluşturduğu çöplüklerde,tezek kalaklarının arasında, köy koşullarının zoruylaçocuk yaşta peşine koşturulduğu kuzu ve danalarınçobanlığında, Temmuz ve Ağustos aylarınınamansız sıcağı altında bir iki urup buğday karşılığı,onun bunun tozlu harmanlarında döven sürmedetanıdı.

Çok küçük yaşlarda, köyünde, yumurta üzerineçizdiği portrelerle, sanata olan ilgisini ve yeteneğiniaçığa vurmuş oldu. Orta öğreniminden sonra,

1944'te İDGSA Resim Bölümüne girdi. Galeri bölümünde Seyfi Toray'ın, atölyede CemalTollu'nun öğrencisi oldu. 1950'de resimleri nedeniyle tutuklandı ve salıverildi. 1953'teİzmir'e yerleşti. Bir yıl sonra, burada ilk sergisini açtı. 1957'de geldiği İstanbul'da, bir sürereklamcılık ve tabelacılık yaptı. İl İmar Müdürlüğünde çalıştı. 1959'da arkadaşları Marta veNejat Tözge, İhsan ve Vahi İncesu, Hikmet Aksüt ile Yeni Dal Sanat Grubunu oluşturdu.Grubun sanat bildirgesini kaleme aldı. 1961'de bu grubun ikinci sergisi nedeniyle, ötekiarkadaşlarıyla birlikte tutuklandı. 1962'de TİP'in ilk üyeleri arasında yer aldı. Dersimli olanressam, "Öztürk" olan soyadını "Memedoğlu" olarak değiştirdi.

Avni Memedoğlu'na göre; "Sanat sosyal bir olaydır''. O nedenle de sosyal bir amacabağlıdır. Bu amaç, sanatçıyı, içinde yaşamakta olduğu topluma ve çevresine karşı sorumlututar. Resimlerinde, bu amacına uygun tema ve üslup karakteri ağır basar. Sosyal-eleştirelbir tutumla, topluma ayna tutar. Resimlerine yansıyan konular, çevresinde tanık olduğu vebizzat gözlemlediği yaşam sahneleridir. Resim sanatımızda Ruhi Arel, Turgut Zaim gibisanatçılarla başlayıp Neşet Günal, Balaban, İrfan Ertel, Mümtaz Yener ve Nuri İyem gibisanatçılarla süren toplumsal-gerçekçi sanat anlayışının, orta kuşak temsilcileri arasında yeralır. Sosyalist ve insancıl bir sanat anlayışını benimsedi.

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Kendisi gibi düşünen sosyalist ressamlarla birlikte Yenidal grubunu kurdu. YenidalGrubunun kısa öyküsünü ressamın kendisinden dinleyelim. "Fantastik Burjuva Sanatınakarşı tepki olarak kurulmuş Sosyalist Realist bir gruptur. Tanzimat döneminden bu yanakökü dışarda, öykünmeci sanat anlayışından son derece rahatsız olan biz yedi kurucuarkadaş -Ressam Avni Memedoğlu, Seramist Nejat Tözge, Ressam Marta Tözge, RessamKemal İncesu, Ressam İhsan İncesu, Ressam Hikmet Aksüt ve Yontucu Vahi İncesu-birlikte Yenidal Grubu'nu kurduk. İlk sergimizi Nisan 1959'da Beyoğlu Şehir Galerisi'ndeaçtık. Bu birlikteliğin oluşmasında Polonyalı meslektaşımız Marta ve eşi Nejat Tözge'lerinüstün gayret, teşvik ve moral destekleri unutulmaz. Ayrıca sergilerimizin giderlerini,çağrılarımızın basım, dağıtım ve posta giderleri konularında bize desteklerini esirgemeyeno dönem Basın İşçileri Sendikası yöneticileri İbrahim Güzelce ve Salih Özkarabay'ınanısını yüreğimin en derin köşesinde ömrüm boyunca saklayacağım."

Sergileri hep polisin takibinde olan Yenidalcılar, "Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflarüzerinde tahakkümünü tesis etmek, veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak içinpropaganda yapmak 2- Halkı askerlik hizmetinden soğutmak yolunda telkinde bulunmak."suçlamasıyla yargılandılar.

Savunmasına Memedoğlu, özetle şunları dile getirmişti:

"Picasso, H. Matisse gibi Fransız Komünist Partisine üye olup tabloları milyonlarca frangasatılan ressamlar, partilerine büyük para yardımları yaparlar. Sayın bilirkişiler buressamların resimlerini havi kitap, baskı ve reprodüksiyonlarının Türkiye'ye sokulmasına,onbinlerce satılmasına ve hattâ hocası bulundukları akademinin kütüphanesine bizzatkendileri tarafından satın aldırılmasına ne buyururlar? Akademi atelyelerinde buressamların tarzında çalışma tavsiye edilip, resimlerinin incelenmesi, talebeye öğütlenmezmi? Bu ve bunlar gibi ressamların resimleri sosyal realist tarzda mıdır? Sayın Bay ZekiFaik ihtilâlci ressam Dölakruva'yı kopye ve adapte etti diye kendisini ihtilâlci ve komünistolarak mı suçlamamız gerekir?

Biz bu memleketin çocukları olarak, bu memleketin gerçekleri üzerine eğiliyor ve bu yurdunsevinçlerini, dertlerini sanatkârane bir şekilde paylaşıyor ve bunu esas ittihaz ediyoruz.Sayın Cevat Dereli ve Zeki Faik İzer'in sanat hayatları boyunca birer Türk ressamı olaraktarihî, millî tablolarının sayısı tek elin parmaklarının sayısını geçer mi?... Sayınhocalarımızın da, boş durmadıklarına yine çiçek, manzara, çıplak kadın ve anlamsız resimyapmakta devam ettiklerine, mezkû (söz konusu) sergimizden evvel mensup gruplarla aynıgaleride açmış oldukları sergide bir defa daha şahit olduk. Onlar sanki Türkiye'de değil, KafDağı'nda Peri Padişahının sarayında yaşıyorlar."

Ahmet Köksal, "Onun resimleriyle ilgili şu saptamalarda bulunuyor: Memedoğlu'nunresimleri Akademik, etüdlere dayanan sağlam bir form anlayışıyla Mısır Sanatı'nıörnekseyen yalın ve oylumcu bir tutum vurguluyor. Çalışan insanlarımızın yaşamınıyansıtmaya öncelik veren bir Figür Anlatımcılığı resimlerinde ağırlığını duyuruyor. Kenarçizgilerini yitirmiyor. Kenar çizgilerini yitirmeyen ölçülü bir deformasyon, yer yer nakışsı bir

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

usluplama, simgeci ögeler, renkçi bir tutumla Latin Amerika ustalarını anımsatmaktan gerikalmıyor." (15 Ekim 1985, Milliyet Sanat). Kemal Bilbaşar da şöyle anlatıyorMemedoğlu'nu: "Avni Memedoğlu'nun sanat anlayışı Akademi tahsili ile bir Alafrangalıkhastalığına tutulmamış olup, Avni Memedoğlu olarak kalmış. Kilim, heybe, motiflerindenhalkı aramak ihtiyacını duymuyor, bizzat kendisi bir halk çocuğu olarak fırçasını kullanıyor."(13 Şubat 1956 Demokrat İzmir)Avni Memedoğlu ile ilgili ayrıntılı bilgiye ve resimlerine şu linkten erişebilirsiniz:http://www.avnimemedoglu.com/

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

1940’LARDAFAŞİZME KARŞI ŞİİRLEBARİKATLAR KURAN ŞAİR: ARİF DAMAR

20 Ekim 2010 günü sonsuzluğauğurladığımız 1940 kuşağınınözgün ve şiirini geliştirme imkânıbulabilen şairi Arif Damar, 1951yılında bir şiiri nedeniyle gizli örgütüyesi olma suçundan tutuklandı. İkiyıl hapis yattı. Arif Damar’ın şiiri,sanat anlayışındaki değişime bağlıolarak iki döneme ayrılır. İlkdönemini 1940-1956 yıllarıarasında “Arif Barikat” adıylasosyalist gerçekçi çizgide yazdığışiirler; ikinci dönemini ise, 1956’dangünümüze sanat kaygısını dahaöne alarak yazdığı şiirler oluşturur.Kavgacı ama barışçıl ve insancıl

yanı ağır basan, dil öğelerini ve biçim kaygısını elden bırakmayan bir şiir kurmaya yöneldi.

Sonraları İkinci Yeni şairlerinin yanında, imgeye ağırlık veren, biçim ve dil araştırmalarınagirmiş bir şair olarak göründü. Bu yönüyle 1940 kuşağından ayrıldı. 1956 sonrası şiirlerindegeçirdiği iki dönemin özelliklerine dikkat çeker. Behçet Necatigil'in saptamasıyla “Toplumsaliçeriği yoğun; dilde, biçimde yoğun, titiz” şiirleriyle tanındı.

Arif Damar’ın dünya görüşü ya da şiirinin içeriği değişmemiş; ancak, sanatı algılayışbiçiminde büyük değişiklik olmuştur. Sanatçı, şiirinin içeriği kadar biçimine, üslûbuna veimgeye de ağırlık vermeye başladı. Bu tutumuyla, yalnız duyguların değil, her türlüdüşüncenin de şiire konu olabildiği Tanzimat sonrası şiirimizde, düşüncelerin sanatınişlevine ve ruhuna uygun olarak estetik sınırlar içinde nasıl ele alınması gerektiğinin engüzel örneklerinden birini verdi.

Devrimci mücadelenin yükseldiği, işçi sınıfının eylemleriyle düzeni sarstığı 70’li yıllarda“Ölüm Yok ki” kitabında topladığı şiirleriyle devrimci şiirin en güzel örneklerini verdi. Geniş,zengin, evrensel bir şiirle akrabalık kurdu; bu kalabalık içinde her durumda yalınlığıyla,dupduru diliyle ve “ölüm yok ki!” diyen hayat yanlısı kararlılığıyla tanındı. Şükran Kurdakul,O’nun şiirde ulaştığı aşamayı şu sözlerle saptıyordu: "Yüksek sesle okunacak coşkunsöyleyişler yerine öz yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlılıklara açılan temiz,etkili, kendine özgü buluşlara ve imge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.''

Arif Damar, yaşamı boyunca sosyalist duruşundan taviz vermedi. 1990’larda kimi tatlı suşair ve yazarları “Kürt” sözcüğünün olduğu yerden kaçarken, O, Kürt basınında, Gündem

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

gazetelerinde yazmaktan çekinmedi. TAYAD’ın etkinliğinde tecride karşı, ölüm orucueylemcisi Sevgi Erdoğan için yazdığı şiiriyle desteğini sundu. Bu devrimci tavrını şusözlerle ortaya koymuştu: "Gerçek şair, kendisine dayatılan değerleri içine sindiremez,tüm baskılara başkaldırır. Çünkü şiir bir başkaldırı, bir ayaklanma, çağdaş aklın veilkelerin savunulmasıdır.“

“Karşı koymazsak eğertehlikededir günlük ekmeğimizbacamızın tütmesi tehlikededirevimiz, aşkımız, çocuğumuzpencerede saksıkitap sevgisi, insan sevgisitehlikededir.

Gözlerini ölüm bürüdü onlarınuyumak, uyanmak tehlikededir,tehlikededir çiçek koklamakbardakta su, ateşte yemekbahçede güneş tehlikededir.

Tehlikededir gözbebeklerimizAdana'nın pamuğunu yabancılar işliyordokuma tezgahları tehlikededir.İzmir'in üzümü, fındığı Giresun'unSamsun'un tütünü tehlikededir.Kapanıyor fabrikalar birer birervarımız yoğumuz tehlikededir.”

“Dayanılmaz” şiirinden…

40 KUŞAĞINDAN, ÇOKSESLİ TOPLUMCU ŞİİRİN ÖZGÜN ŞAİRİ: SABRİ ALTINEL

19 Ekim 1985’te İstanbul’da yaşamını yitiren SabriAltınel, edebiyat öğretmenliği yaparken çeşitli dergilerdeşiirler yayınlamaya başladı. Derin bir kültürün veduyarlığın ürünü yapıtlarını onurlu bir geride duruşlahiçbir çevrenin rüzgârına açmamış, yalnızca şiiringücüne yaslanarak yükselmiş gözlerden uzak bir şairolarak önce çıktı. İlk şiirlerde yalnızlık ve yabancılaşmagibi temaları ele aldı. 1940 kuşağının etkisiyle Garipakımına, ve romantik şiir geleneğine karşı çıkarak barış,özgürlük, yaşama sevinci gibi duyguları dile getirenşiirler yazmaya başladı. 1958'den sonra şiirinideğiştirerek yeni bir anlatıma yöneldiği görüldü.

1959'da yayımladığı Kıraçlar adlı kitabında yalnızlığı,içine kapanık bir halkın çağlar boyu sürüp gidenacısını, doğa öğelerinin simge olarak kullanıldığıhüzünlü bir dille seslendirdi. 1967'de 'Soyut' dergisindeyayımlamaya başladığı 'Yaban Yazıları' adlı şiir dizisinde

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

neredeyse insancıllaştırılmış bir doğal çevreyle bütünleşmiş köy yaşamının süregelenyalnızlığını, destanlarda, ağıtlarda görülen bir dille aktardı. Sabri Altınel, Türk şiirinin çeşitliakımlarından hiçbiriyle çakışmayan, ama toplumcu bir yönelişin ürünü olan şiirleriyle,özellikle kırsal yöre halkının dramını özgün bir şiir diliyle işledi… Onu, “sessiz sosyalistgerçekçi şair” olarak tanımlayanlar da oldu.

Lorca çevirileri ile ün kazandı. Doğan Hızlan'a göre, Lorca'dan yaptığı çevirileredebiyatımızda yapılmış en iyi çevirilerdir.

Cemal Süreya, onu şu sözlerle tanımlıyor: “Türkçenin tadını çıkaran bir şair. Düşünceninşairi. Çoksesli bir toplumcu şiir için kusursuz bir yapı hazırladı….. Kendi yatağındasessizce aka aka getiridiği alüvyonlar işte orada duruyor.” Adnan Benk ise, “Umuduyeryüzüne indirirken, insanoğlunun bütün bırakılmışlığını da içten duymuş olmalı ki, acı,keder, hüzün, şiirlerindeki bütün dizelerin kaçınılmaz bir yoldaşı, bir yananlamı gibi sürüpgidiyor. Bu yoldaş, bu yananlam işte biziz, biz, bir insan açısı, gerçeklerden bir gerçek” diyeyorumluyor onun şiirini.

Asım Bezirci, onu, şu sözlerle anlatıyor: "... anlatımı etkili bir havayla donatır. Belki butaşkın bir duyarlık değildir, ama derindir. Alttan alta kanayan bir yaraya benzer: Ağrısı gitgide içine oturur insanın. Buna iyice arınmış esnek bir dil, sesleri ustaca değerlendiren birorkestra tekniği ve ağıtlara özgü o iç sızlatıcı ezgi de katılınca şiirler alımlı bir evreneçekiverir bizi. (...) Bu eşsiz hikâyeyle (Kıraçlar) Altınel, şiirimizde bağımsız bir ada gibidurur. Altınel'in dumadan arayan, kendini tazeleyen ve geliştiren cins bir sanatçı olduğunugösteren şiirlerdir..." Şükran Kurdakul ise şiirimizdeki yerini şöyle saptıyor: "Yalnızlığı, içinekapanan bir halkın çağlar boyu sürüp giden acısını işlerken bireysel ve toplumsal tepkileriözümlemede güç rastlanır bir düzeye ulaştı."

Sabri Altınel ise şiire bakışını şu sözlerle anlatıyor: “Şiir bir hayat deneyidir, bir yaşamaanlayışıdır. Şair, doğru gönlünce, doğru kafasınca yaşamasının şeklini anlatır,deneyinianlatır."

Afrika'da, Asya'da, Amerika'daÖlü yüzleri sokaklardaYıkılmış duvarlar, atılmış yollarSoğumuş beden sonsuza kadar susmuş ağızKiminle konuşacağım kiminleKan sızıyor toprağa.Yanık gövdeler kül yığını evlerKimsenin çıkmadığı kırık merdivenler evlerdeKimsenin açmadığı kapılarGözyaşsız gözler karanlıkta, sessiz gölgelerSuyunu içmek için öldürdüler seniEkmeğini yemek için.Anaların yasları kapıları çalıyordu

Çığlıklar geçiyordu sokakları baştan başaÇekilmiş yürekleri içinden örtülmüş düşüncelerinGözsüz umutların toprağa düşen yıldızlarınSoğuk taşların içinden.

Özgürlük için savaştınız, yurtlarınız içinEsinlendi yaşamYiğitçe ve hazin ölümünüzdenOnurlandırdınız çağınızı

“Uzun Yol Ölüleri”nden

Sayfa 99

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

KÜRT HALKININ VE KIR EMEKÇİLERİNİNDEVRİMCİ ŞAİRİ: CİGERXUN

22 Ekim 1984’te sonsuzluğa uğurlanandevrimci Kürt şairi Cigerxun’ saygıyla anıyoruz.

Cigerxun(1903-1984) Mardin'in Gercüşİlçesinin (şu anda Batman'a bağlı) Hesarköyünde doğdu. Asıl adı Şeyhmus Hasan'dır.Yoksul bir ailenin çocuğu olan Cigerxun küçükyaşta anasız babasız kalır ve yoksul ablasınınyanında yaşamaya başlar. Ancakçocukluğunda, varsıl ağaların yanındaçobanlık, ırgatlık yapmak zorundadır. 1. DünyaSavaşı şartlarında Suriye'deki Kamışlıyakınındaki Amud köyüne gider. YaşamMardin'den farksızdır. Okuma tutkusu onuoralarda dinsel eğitim veren medreselereyönlendirir. Ve zor şartlarda cami imamıbelgesi alır. Cigerxun köy köy dolaşabilecek,köylülerin yaşamını daha çok tadabilecektir.

Cigerxun'un çocukluk yaşından beri sınıf çelişkilerini yaşayarak büyümesi, onu 1924'deyazmaya başladığı şiir'de ezilenlerin safına kor. Onun kullandığı rumuz bundan böyle"Cigerxun (ciğerikanlı)"dır. Tüm yazdıkları, genelde dünya yoksulları özelde tarımemekçilerinin çektikleridir: "Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmadı iş// Kızıl buğdayın orakmevsimi/ Homurdanıyor biçerdöğerler/ Irgatlar sarmış çevresini/ Mal sahibinin kördürgözleri// Hey ırgat ırgat ırgat/ Orağa kalmamış iş (...)«

Cigerxun, dünya görüşü ve imgelerini tüm dünya yoksulları için seçer. Son amacısömürünün olmadığı bir dünya yaratmaktır. Tüm ezilenler ezenlere karşı birleşmelidir, bubirleşme ağa, bey, molla, şeyhlere başkaldırı için olmalıdır: "Kardeşlik buysa, istemiyoruzböyle kardeşliği/ Eşek semerine bağlı kaldıkça yularımız/ Onlar ağa, bey; bizler zayıf, köle,/Onlar düşmanın, biz de onların rençperleri oldukça.../ Hey işçiler, köylüler, ne zamandır,kalkın yeter// Ne güne dek ağa ve beylerin işçileri olacağız/ Ne güne dek köpeklerinayakları arasında kemik?(...)"

Savaşa karşı, barış yanlısıdır Cigerxun. Çünkü o biliyor ki, tüm savaşların asıl galibivarsıllardır ve yine o biliyor ki, tüm savaşların kaybedeni yoksullardır. "Yiğit arkadaşlar,güzelim gençler barış ister/ Gül, çiçek, gülnaz ve nesrin barış ister(...)Sevenler, Şirin'le Zinbarış ister(...)Düğün-halay mı; yoksa savaş mı istersiniz?/ Bahçe, bostan, bağ mı; yoksasavaş mı istersiniz?(...)"

Sosyalist gerçekçi Kürt şairi Cigerxun, tüm ezilenlerin kurtuluşunu istemekle evrenselleşen

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 101: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

bir edebiyatçıdır: "Doğu cennet bağının gülüyüm/ Güneşim, ışıdım karanlığında gecenin/Fışkırmışım çağın sinesinden/ Fırat'ım, geniş tarihlerden geldim/ Hayat doluyum, güzelyaşamak isterim/ Bin dokuzyüzlerde yeşeren bir ekinim/ Yıldırımım, çok kıvılcımlı, bulutlagökgürültüsü/ Görkemli bir sesle geliyorum vatanın göğünden/ Selim ben, dalgalarlaçağlarım/ Yenilemek isterim toplumumu(...)"

Şiirlerinde "Kimim Ben?" diyerek silinmek istenen Kürt kimliğini haykıran Cigerxun, aynızamanda yazdıklarıyla evrensel bir ozandır.(Kaynak: www.cafrande.org)

KİN EM ?

Türkçe çevirisi ile beraber...

KÎNE EM? — KİMİZ BİZ?

Cotkar û karker — Çiftçi ve işçi,Gendî û rêncber — Köylü ve emekçi,Hemû proleter —Tümden proleterdirGelê kurdistan — Kürdistan Halkı.

........

Şoreş û volqan —Devrim ve volkan,Tev dînamêt in — Tümü dinamittir.Agir û pêt in — Ateş ve alevdir.Sor in wek etûn, — Benzersiz kızıllıktır.Agir giha qepsûn — Alev kapsüle ulaştı.Gava biteqin — Patladığı andaDinya dihejî — Dünya sarsılıyor.Ev pêt û agir — Bu alev ve ateş

Dijmin dikujî — Düşmanı öldürüyor.Kîne em? — Kimiz biz?Hey hey hey hey kîne em? — Hey Hey Hey Hey Kimiz Biz?

BEHİCE BORAN SOSYALİZM UMUDUMUZAIŞIK TUTUYOR HÂLÂ

Türkiye Sosyalist hareketinin en önemli ve en yürekliadlarından biridir Behice Boran… Hiç kuşku yok ki,insanlar öldükten sonra kötü anılmazlar. Ölüm gibiduygusallık yaratan bir durumdan sonra bir çoklarıbelki de hak etmedikleri övgülerle anılmışlardır. Ancakkimileri için övgü bile yetersizdir. İşçi sınıfımızın yiğitevladı Behice BORAN’da bunlardan biridir. ÇünküBehice BORAN tartışmasız çevresini aydınlatan, inatve kararlı kişiliği ile övgüyle anılmanın çok ötesindeşeyleri hak etmiştir.

Onun hem bir bilim insanı hem bilimsel sosyalizmisavunan bir önder olması nedeniyle gönlümüzde ayrıbir yeri vardır. Savunduğu düşünceler ve eylemli kişiliğiyüzünden fırtınalı bir yaşamı olmuştur. Ancak, bütünzorluklara karşın inandıkları uğruna verdiği savaşım-

Sayfa 101

Page 102: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

dan milim bile geri adım atmamış ve ağır bedeller ödemekten çekinmemiştir.

BORAN’nın bu konuda söyledikleri bir çoklarının böyle yaşamayı göze bile alamadığı amaBehice BORAN’ın göze alarak yaşamının son anına kadar sürdürdüğü bir gerçekliktir. O,bu nedenle; “Sosyalist doğulmaz, sosyalist yaşanır!” diyordu

Kimler yükselen değerlere teslim olup kendileri için acıklı bir yaşamı içselleştirmedi. Kocakoca profesörler, bilim adamları, politikacılar sermayeden esen rüzgarlarla “değişendeğerler” tanımı yapıp eşiği aşarak kendisini sermayeye pazarlamadı mı? İşte BehiceBORAN gibi işçi sınıfının yüce davası sosyalizm için savaşanlar bu yüzdendir kiölümsüzdürler. Sonsuza kadar anılmayı da bu yüzden hak etmişlerdir.

BAŞ EĞMEZ DEVRİM SAVAŞÇISI HİKMET KIVILCIMLIÖĞRETMEYE DEVAM EDİYOR…

Türkiye DevrimTarihi'nin önemlikişiliklerinden biriolan Dr. HikmetKıvılcımlı'yı, ölümü-nün 43. yılındasaygıyla selamlıyorve anıyoruz.

Dr. HikmetKıvılcımlı, 1902yılında Priştine'dedoğdu. Ailesi,Balkan Savaşı'n-dan sonra Anadol-u'ya göç etti veKuşadası'na yerleş-tiler. Lise öğrenimisürecinde İstanbul‘a gelen HikmetKıvılcımlı, buradaVefa Lisesi'ndeokudu. Kıvılcımlı,İstanbul Tıp Fakül-

tesi‘ndeki öğrenim yıllarında sosyalist mücadeleye katıldı.

1925 yılında gerçekleştirilen TKP 2. Kongresi'ne delege olarak katıldı. Aynı yıl, Şeyh Saitİsyanı nedeniyle çıkarılan "Takrir'i Sükun Y asası", ülke çapında bir terör ve baskıdalgasının yükselmesine sebep oldu. Bu arada Hikmet Kıvılcımlı da tutuklandı ve 10 yıl

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 103: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

kürek cezasına çarptırıldı. Fakat bir yıl sonra ilan edilen bir aftan yararlanarak, tahliye oldu.1929 yılında tekrar tutuklandı, bu kez 4,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu süreninbitmesine çok az kala, yine bir aftan yararlanarak özgürlüğüne kavuştu. Kendisi bu süreçte,Türkiye Komünist Partisi MK üyesidir. 1938'de, Donanma Davası'ndan tekrar tutuklandı ve15 yıla mahkum edildi. Bu kez, 12 yıl yattı. 12 Mart 1971 Açık Faşizmi Dönemi'nde arandığıiçin yurtdışına çıktı ve çok kısa bir süre sonra, 11 Ekim 1971'de, Belgrad'da öldü.

Hikmet Kıvılcımlı, yaşamının her anını devrimci disiplininden ödün vermeden yaşamış;ölümüne değin okuma, araştırma, öğrenme ve öğretme eyleminden vazgeçmemiştir. 36.ölüm yıldönümünde, Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı, onurlu yaşamını ve mücadelesini saygıylaanıyoruz.Türkiye sosyalist hareketinin en özgün ve üretken isimlerinden biri olan Dr. HikmetKıvılcımlı örgütlü mücadele kararlılığı ile bugün de sosyalizm mücadelesine ışık tutmayadevam ediyor.

Onun kararlı ve yiğit devrimci yönünü en iyi şu sözleri yansıtıyor:“Görev başında ömür merdiveninin son basamaklarına geldik. Kimsenin kara yahutmavi yahut yeşil, elâ gözü için yaşamadık. Kimseden proletarya doğruluğu veyoldaşlığı dışında hiçbir şey beklemedik. Kimsenin de bizden başka şey istemesinegöz yummadık. Görev yapıyorduk, muhallebi değil... Görev yapmada çok iyibiliyoruz; vurmak ta vardır, vurulmakta. Hepsi vız gelir ve de gelmelidir.”

CHE GUEVERA, KAVGAMIZA, BİLİNCİN VE DİRENCİN GÜCÜNÜ KATMAYA DEVAM EDİYOR…

Arjantin'de doğan devrimci Ernesto CheGuevara 20'nci yüzyılı etkileyen en önemliadların başıda gelir. Buenos Aires'te tıpokuduğu sıralarda Latin Amerika'nın pek çokbölgesini dolaşan Che, bu coğrafyanın enbelirgin iki özelliğine yoksulluğa ve baskıcırejimlere tanıklık etti. Marksist görüşleriylebirleşen isyankar ruhunun gösterdiği yön, silahlıdevrim hareketiydi. 1954'te Meksika'da FidelCastro ile tanıştı, Castro'nun liderliğini yaptığı26 Temmuz hareketine katıldı.

Bu hareket Kübalı diktatör Fulgencio Batistarejimini alaşağı etti, Castro artık sosyalistKüba'nın devrimci lideriydi. Che, 1959-1961yılları arasında Küba Ulusal Bankası'nınbaşkanlığını yaptı, daha sonra da SanayiBakanı oldu. 1965'te devrimin kızıl rengini diğercoğrafyalara yaymak için Küba'yı terk etti.

Sayfa 103

Page 104: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Afrika'da isyancı güçlere gerilla eğitimi verdi ancak çabaları sonuçsuz kalınca 1966'dayeniden Küba'ya döndü. Aynı yıl Bolivya'da Ortunyo yönetimine karşı mücadele başlattı.Bu mücadele onun son devrim macerasıydı. Che Guevara, 41 yıl önce bir çatışmadaBolivya'nın La Higuera köyünde katledildi.

Ama düşünceleri ve devrimci tavrı dünyanın her yanında, her dağda yankı buldu.Bulmaya da devam ediyor. Dünyanın kudret sahipleri akıllarından çıkartmasalar iyi olur:Che Guevara'nın sabırsız gözleri onu içine tıkmaya çabaladıkları tişörtün bağrından alevalev bakmaya devam ediyor. Ve o zalimlere haykırmaya devam ediyor:“ Bir çiçeğiezebilirsiniz, baharı asla!”

Sanadır, kuşatılmış arkadaşım,ak dağların berrak sularına,batık gemi düşünün seni bağladığı yeregider ayrılık şarkım.

Uyandım bugünyelkenlerimde kanatlanma arzusuyla,haberleşme mumları tutuyorumduygusuz pusulanın gösterdiğizaman limanına giderken gemi.

Dilimi rüzgara veriyorumsözcüklerini gergin gergin tutmak,taze acılarından bir şeyler alıp götürmek içinyaşamakta olduğun şaşkınlıkları paylaşmaya.

Yastığını yeşertenbahar da yitti gitti.Ayrılışımı kastetmiyorum,artık yol almayan gemin için diyorum.

Anlıyorum seni kırık kanatlı kırlangıç,isterdim Kastilya çeşmesine götürmek,başa çıkabileceğin güçle donatmak.

Olaylara eğilmiş bir doktor olsam bileonları değitiremiyor, ancak anlayabiliyorum.Bununla birlikte sihirli bir çözümüm var,Bolivya'da bir madende,belki de Şili'de, Peru veya Meksika'daya da yıkılmış Sonora İmpataratorluğunda,Afrika Brezilya'sının siyahi bir limanında ya da

belki de her noktada bir kelimeöğrendiğimi sanıyorum.

Bu çözüm çok basit,etrafıyla ilgilenme, saldır tepeye.Birleştir genç ellerini yaşlı kayayla,günden güne ufak dalgalar halindekıpırdayan kırmızı mercanlara nabzını daya.

Günün birinde, hatıram ufuğun ötesindebir yelkenli olsam bileve senin hatıran belleğimde demirleyenbir gemi olsa bile

geleceğe doğru neşeyle yürüyenufuktaki kızıl yoldaşları gördüğümdeşaşkınlıkla haykırmaya başlayacak kuşluk vakti.O korkunç ve beyaz soğukkanlı kötülerşaşkınlığa uğramış gece gibi gerisin geri dönecekler.

İşte o zaman, dört duvar arasındasolgun şair,evrenin şarkıcısı olacaksınve sen bahtı kara, ince ruhlu, hasta şairhalkın güçlü şairi olacaksın.

TOMAS'LA VEDALAŞMA

CHE GUEVARA

Emeğin Sanatı 172. Sayı

Page 105: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

SOVYET ŞAİRLERİ

VALERİ BRİUSSOV

ALEKSANDR BLOK

DEMYAN BEDNİ

YEVGENİ YEVTUŞENKO

Page 106: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EKİM 1917

Karanlık sağır bir çağ içinde akıp gitti gençliğimCümle alemin miskince yan gelip yattığı bir çağVe taşınması imkansız bir yüktü yaşamakİlgisizlik içinde dinlenirdi şiirler.

Gene de duyardım toprağın diplerindenUzak bir gök gürültüsünün bulanık sesi gibiMahmuzlanan atların acı kişnemesi gibiÇözülüp eridiğini bin yıllık buzulların.

Acaba görür müyüm? derdim kendi kendimeBu gök mavisi rengin ufukta yükseldiğiniVe bu nisan borasının sağır uğultusunuÇekinmeden ciğerlerime doldurabilir miyim?

Geçti günler yıllar geçti on yıllarGördüm devrilişini bir bir zincirlerinSonra da üstümüze karanlık çöker gibiÇöküşünü Çu-Şima ve Mukden felaketlerinin.

Derin bir uğultuyla geçti 1905 yılıEn aydın işareti ilerdeki günlerinSonra savaş kin geldi bir kıyım geldi kanlıVe Şubat sonra Ekim ihtilali ardından.

İşin sonucunu görmeyeceğim herhaldeYeni doğan bir yıldız gibi uzakta pırıl pırılParıldayan sonucu ama gene de mutluyumÇünkü tarihin yazdığı en büyük günü gördüm.

VALERİ BRİUSSOV Çeviri: Attilâ Tokatlı

Page 107: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

SANATÇIYaz sıcakları da geçer kış fırtınaları daGeçer şenlikleriniz matemleriniz geçerVe ben bastırmak için yüreğimdeki özlemiBilinmedik bir türkünün doğmasını beklerim.

Geçer şenlikleriniz matemleriniz geçerKapmak ve dondurmak ve belirlemek için.Umudumun katına ucu ucuna seçilenİnce bir iplik gibi uzanıyor şimdi.

Deniz mi uğulduyor? Dallarda şarkı söyleyenBir su perisi mi var yoksa zaman mı durdu birden?Ya mayıstır aylardan, ve elma ağaçlarının çiçeğiniÖrten kar dökülüyor? Ya da gizlice bir melek geçti?

Sabırlı akışında saat ebediyeti taşır şimdi.Durmadan genişler aydınlık, sesler ve hareketler.Coşkuyla dolu geçmiş, geleceği seyreder…Şimdiki zaman ve tüm acımsayışlar çoktan uçup gitti.

Ve, yeni ruhla bilinmedik güçlerinKendi kendilerini yarattığı son uçtaMelûn bir gökgürültüsüdür kaplar tüm varlığımı:Yaratıcı düşünceyi zorlayıp devirmekteyim.

Soğuk bir kafese kapatır bu doğan küçük kuşuÇeker giderim işte, bu kuş hürriyet kuşu,Ölümü bizden uzaklaştırmak isteyen ve sadeceRuhu kurtarmak özlemiyle durmadan uçan kuş bu.

Ve işte kafes: Tunçtan, ağır mı ağır;Altın kafes duygusunu uyandırır akşam güneşinde.Ve benim güzel kuşum keyfi geldiğinde,Bir oraya bir buraya, türkü tutturur.

Kuşumun kanadı kesik, türküleri nakarat…Ama pencerenin altında kalakalırsınız işte böyle.Sevdiniz değil mi türkülerini? Bense yorgun bitik,Yeni bir kuş bekliyorum… yeni bir sıkıntının içinde.

ALEKSANDR BLOKÇeviri: Attila TOKATLI

Page 108: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

"türkü çağırıyorum işte sahici türküye benziyor mu bilmem.savaşların fırtınasında katılaştı sesimya şiirim...pırıltısız... alabildiğine

basit benim şiirim.sahnede değilim.heyecandan dili tutulmuş gösterişli hanımlar

ve beyler yok karşımdahep ağlayan mızmız bir keman değilim.yorgun, boğuk, öfkeli benim sesim.lanetli bir mirası taşıyorum sırtımdauşaklığı sevmem.yaptığım mücadelenin sesidir şiirim.durmadan çalışmanın yorgunluğu yaşıyor halkımdaancak onun hükmü geçerlidir hakkımdaen doğrusu, en içteni yargıçlarınonun hayayllerini yaşatıyorum sesimdehalkımın koynunda; nöbetteyim!"

DEMYAN BEDNİÇeviri: Erdoğan Tokatlı

BENİM ŞİİRİM

Page 109: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

Cesur bir adamsın diyorlar bana.Değilim.

Cesaret nedir bilmedim şimdiye kadar.Yakışıksız olacağını düşündüm yalnızkendimi başkaları gibi alçaltmanın.Hangi kurum yerinden oynadı, hani?Şişirilmiş palavralara nasıl gülünür,öyle gülüp geçtiler sözlerime.Yalnız yazdım, kimseyi suçlamadan,aklıma gelen ne varsa sıraladım,övdüm övülmesi gerekenleri bir yandan,bir yandan karaladım yeteneksiz yazarları(nasıl olsa yapılacaktı bunlar bir gün).Şimdi cesurum dememi istiyorlar.Sonunda öcünü alırken bu kötülüklerinhatırlayıp utanacak çocuklarımız bir zamanlarcesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin.

KONUŞMA

YEVGENİ YEVTUŞENKOÇEVİRİ: ÜLKÜ TAMER

Page 110: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.10.2015 Yıl: 9 Sayı: 172

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi:http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:VALERİ BRİUSSOV (1873-1924):Edebiyat öğrenimi görür. Önce sembolist şiirleriyle tanınır. Bu çabalarıylaRus modernist şiirinin de temsilcisi sayılır. Dev rim öncesi bağımlı edebiyat anlayışına karşı yazılaryazarken, Ekim Devrimi yıllarında olumlu bir tavırla devrim iktidarıyla akti f işbirliğine girer. 1920’deKomünist Partisine üye olur. Sovyet devletinin kültür kurumlarının örgütlendirilmesinde önemli bir roloynamıştır. Briussov’un edebiyatın eşitli konularıyla ilgili eleştiri kuramsal yazıları bulunmaktadır. Aşırısoyutçulukla suçlanmış olsa da, Briussov, üstün bir mısra işçisi ve büyük bir kültür sahibi şair olarakkendisinden sonraki şairler kuşağını da etkilemiştir.ALEKSANDR BLOK(1880-1921): Edebiyat öğrenimi gördü. Genç yaşta şiir yazmaya başladı. Sembolizmden etkilendi. 1905 devrimini izleyen yıllarda toplumsaş ve ulusal kaygılara kapılan Blok’un ünü daha daartmıştır. 1914’te tüm Rusya’yı saran şovenizm dalgasından kendisini kurtarabilen Blok, 1917 ihtilaliniolumlu karşılamış ve bolşevik iktidarı destekleyen aydınlar safında yer almıştır.DEMYAN BEDNİ(1883-1945):Yoksul bir köylü çocuğudur. Önce köy okulunda daha sonra hastabakıcılıköğrenimi gören, 1912 yılından itibaren Bolşevik Partisi olan Demyan Bedni, 17 yaşında şiir yazmayabaşlar. Şiirlerinin çoğu, 1917’den önce partinin resmi yayın organlarında yayınlanmıştır. EkimDevriminden sonra şiirini tamamiyle parti faaliyetinin ve sosyal mücadelenin hizmetine veren DemyanBedni, “proletarya şairi”nin timsali hâline gelmiştir. Halk dilinin hikmet dolu sert deyişlerini şiirlerindeçağdaş temalar içinde yansıtabilmiştir Bedni.YEVGENİ YEVTUŞENKO (1933-...)Jeolog anne ve babanın çocuğu olarak Sibirya’da doğdu. Moskova’dabaşladığı çalkantılı bir yüksek öğrenim dönemi sırasında şiirler yazmaya başladı. İyi bir futbolcu olaraköne çıksa da edebiyatı futbola tercih ederek günlük gazetelerde günlük olayları işleyen şiirler yazdı.1952’de ilk şiir kitabının yayınlanmasıyla birlikte Edebiyat Enstitüsüne girecek, Sovyet Yazarlar Birliğinekabul edilecektir. Stalin’in ölümünden sonra Yevtuşenko’nun gittikçe artan bir sevgi çemberiyle gençliğingerçek liderlerinden biri hâline geldiğini görüyoruz. Şiirlerinde, döneminin Sovyet gençliğinin özlemlerinicesur bir eda ile ve ustaca dile getiren şair, uzun soluklu ve çarpıcı şiirleriyle dünyaca ün kazanmıştır.Kaynak:Sovyet Şairleri Antolojisi, Attila TOKATLI, Öncü Kitabevi, 1968

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A.Z.ÇAMURÖn Kapak İ. Cem Doğru, Düzenleme: A.Z.Çamur, Öniç Kapak, Arka İç Kapak:ADNAN DURMAZ Arka Kapak: Fotoğraf makinesini silah sanıp

ellerini havaya kaldıran Suriyeli küçük Hudea (Basın)

Page 111: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI
Page 112: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 172. SAYI

ÇOCUKLAR İÇİN FAŞİZM

Faşizmi çocuklar da anlayabilirDayak yemektir serseri bir babadanKaranlık odaya kapatılmaktırHakkını istemekte direttiğin zaman

Üvey ana yarın güleç öksüzeSabunlu eliyle tokadı yapıştırırHenüz yaslıdır çocuk, henüz dayanıksızdırYıldırmaktır amaç, esir etmektirÇocuk faşizmi yanağında tanır

Onlar niçin böyle çirkin olurlarBir tek güzel faşist yaşamamıştırAnlamlı sorulardır bunlar çocuklar sizeOkullar bu dersi öğretmiyorlar

Nerde bir kuvvet birikmişse haksızNerde bir zartzurt ya da cartcurtNerde elimizden kapılmışsa ekmekSınıfta, sokakta, evde, çarşıdaİşte çocuklar faşizm ordadır

Hepimiz el ele tutuşmalıyızKorkmadan yürümek için gecenin ötesineGüneş nasıl olsa doğacaktırHorozlar ötmeye başlar başlamaz

ERGİN GÜNÇE