ev türk kendine dün - ulkunet.comulkunet.com/ucuncusayfa/devlet_002_yeni_4809.pdfshakespeare,...
TRANSCRIPT
SI»
ev Türk kendine dün
gSâ
İÜ £p l o û a .
DEVLET * 14/NİSAN/19S9 • SAYFA : 2
>',:v
E. İSIRSII OkCU
KUTADGU BİLİG ''İ
BU KİTAP TÜRK ÇOCUĞUNUN ANA KİTABI KABUL1
EDİLEREK İLK OKULDAN İTİBAREN MİLLİ EĞİTİM PROG RAMINA ALINMALI, ÇOCUKLARIMIZIN KÜLTÜR ALANINDA İLK TANIYACAĞI İSİM YUSUF HAS HACİP, İLK KİTAP KUTADGU BİLİG OLMAUDIR.
BU KİTAP TÜRKÜN EL KİTABI, BAŞ UCUNDA HER i ZAMAN BULUNDURACAĞI, PEKÇOK YERİNİ EZBERE Bİ LECEĞİ BİR KİTAP HALİNE GELMELİ, GETİRİLMELİDİR.
MİLLİYETÇİ TÜRK GENÇLİĞİNİ, BU BÜYÜK DAVANIN TAKİPÇİSİ OLMAYA DAVET EDİYORUM.
Millî Eğitim Bakanlığımız var. Ve bu Bakanlığımızın hazırladı- I tjı Millî Eğitim (!) den geçen münevver Türk Gençliği.
Bu gençik Vietnam meselesinde, Amerlka'daki zencilerin prob I temlerinde, Rodezya davasında otoritedir. Mao'nun Marks'ın kita-|| bini okumayana münevver (affedersiniz aydın) demez. Okullarda^ Shakespeare, Geothe, Dostoyevski, Sokrat, Eflatun, Aristo, Des S cartes, Hegel, vs... gibi büyük yazarları, filozofları ezberlemişi; bunlardan imtihan olmuş .sınıflarda kalmış, çalışmış, çabalamış.% iyi kötü bir sürü Şark'tan - Garb'den büyük adam tanımış, bir ço- I ğuna hayran olmuş ve millî eğitimini tamamlıyıp diplomasını kol- I tuğuna sıkıştırmıştım
Millî Eğitim sahibi Cumhuriyet nesline küçücük bir sual; — Yusuf Has Hacip kimdir? Emin olunuz hiç birinden cevap alamazsınız. * — Kutadgu Bilig nedir? Cevap yok. İşte bizim neslimiz. İşte millî eğitim politikamız! Diyeceksiniz ki «Efendim bir tek kişiyi veya bir eseri tanıma- I
di diye böyle bir ithamda bulunmak doğrumu dur?» Bu misalleri çoğaltmak kabil. Ancak Iü2iım yok. Bir İngiliz S t o - i
kespeare'i, bir Alman Geothe'yi tanımassa, hattn bir Türk bu lk i | ; yazarı tanımassa rahatlıkla alay mevzuu olur.
Ansiklopediyi açınız: «Kutadgu Bilig Türk edebiyatının en ünlüf| ilk eseridir» diyor.
Bir Türk, Türk okullarında okuyup, adı millî bir eğitimden geçe-• cek ve bunu öğrenemeden çıkıp ben diplomalıyım diyecek. Hayır.
Bu eser İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Rusça'ya te r - , cüme edilecek ve tercümelerden 70-80 sene sonra yeni harflerle basılacak Türkiye de... O da piyasa da bulunmayacak Okul kitaplarında baş köşeye oturamıyacak. Hayır, Millî Eğitim bu değildir. Bu gayrımillî eğitimin yüzde yüz muvaffakiyetinin en ç-üzel delili - I dir.
Okuyucularımızın dahi büyük bir kısmının Kutadgu Bilig'tcn y a l haberi yoktur, veya pek az bir kulak dolgunluğu vardır.
1069 da Kaşgar'da Türkçe olarak tamamlanmış ve meşrik Me-> liki Tavgaç Buğra Han'a sunulmuştur. Yazarı Yusuf Beg Buğra : Han tarafından takdir ve Ulu Has Hacip sıfatiyle taltif edilmiştir. 1
15 gün evvel yazılışının 900. yıldönümü kutlanan Kutadgu Bilig hakkında bu kutlama dolayısiyle dahi malûm basında tek satır çık-* maması üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur.
73 bölüm ve 6500 beyitten fazla, aruz vezni ile yazılmış bu bü-1 yük eseri tanıtan manzum önsözünden beraberce bazı satırları o- • kuyalım :
Bu kitabın sözleri insana yardım eder ve yol gösterir; her iki dünyadaki işleri düzenler.
Çin ve Maçin hakimlerinin hepsi hep bunun güzelliğini öğ-müşlerdir.
Türk, Çin ve bütün maşrik illerinde, dünyada bunun gibi başka bir kitap yoktur.
Kitabın kadrini de ancak bilgili bilir, akılsız kimseden zaten ne beklenir.
Çinliler ona Edebü'l-mülûk derler, Maçinliler onu Enisü'l-menıâ-T' lik diye adlandırırlar.
Bu maşrik İlinin büyükleri buna doğruca Zinetü'l-merâ derler İranlılar buna Şehnâe derler, Turanlılar Kutadgu Bilig d i ye |
anarlar. 1870 senesinde H. Vambery, 1910 senesinde W. Radloff Al i
mancaya, L Bonelli 1933 de İtalyancaya, Malov 1951 de Rusça'ya*-Tercüme etmiştir.
Önsözden okumaya devam edelim: Bir memleketi idare edenlerin kimler olduğunu ve onlara ne
lerin lâzım geldiğini hakimler söylemişlerdir. Devletin harap olması veya beka bulmasının neden ileri gel
diğini, bu hâkimiyetin nasıl devam ettiğini ve nasıl elden çıktığını; Memleketi kuvvetle elinde tutan kimse, işini ehliyetli kimse-1
lere gördürmüştür. Çerağ olarak, nasıl ay ihsan edildi ise, bu işler için de anla
yışlı ve uygun kimseler lâzımdır. Hükümdarların halk Özerinde hakları olduğu gibi, halkın da ay
nı derecede hükümdarlar üzerinde hakkı vardır. Ralyyet onun bu hakkını gözetmeli, hükümdar da onun ten ve i
.anını korumalıdır. (Devamı 1t nci sayfada)
ORTADA doğru dürüst bir »dil bilgisi» kitabı yok. Ama sıfat «e zarf'ı birbirinden ayuamayanlar dahil, dili olan herkes dil bilgini Herkes seviyor Türkçeyi işin ıe-lâketi. herkes Türkçeyi »tendme göre seviyor ve sevmekle kalmıyor, kurtarmak istiyor. Canı çıkacak zavallının. Halbuki Türkçe çoktan kurtulmuş, &>. kültür ve medeniyet dıü olmak yoluna girmişt i Hem de altmış yıl önce ve Servet-i Fünun Kalleşliğine. Tev-fik Fikrot ve şürekâsının ihanetine rağmen.
Öztürkçe masalı işte o ihanet ile . kalleşliğin yeni hamlesıdir. hortlayışıdır. Dikkat ederseniz o devrin züppeleri ile bugünkülerin ve Türk Devleti'ne karşı takındıkları tavım da aynı olduğunu gö rürsünü:!: tki soy da iktidara kar şı mücadeleyi devleti ve devletin temellerini yıkacak şekilde yürütmüşlerdir. Fakat bu Etyn bir konudur.
Şimdi karşımıza Öztürkçe diye çıkanlar da dil'in ne olduğunu bilmiyorlar ve onu bir kelimeler ambarı sanıyorlar. Öyle bir cümle yazarsınız ki. içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkço-dir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri abâ en ced Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. Daha kötüsü, aralarında bilmek, anlamak istemeyenler de var. Bu yüzden de yap' mak istedikleri veya yapacak oldukları şey - düpedüz - Türk düşünce ve san'at hayatını, kitap-|rkjs*«-ın.' at«>şe vermekten, yani
barbarlığından. vand3İlığından büşka btrşey olmuyor: Değiştirin «aşk» kelimesini • veya unutturun - Yunus Emre'-den, Karacaoğlan'dan bugüne kadar yaratılmış binlerce büyük mısraı, yazarlarıyla birlikte öldürdünüz demektir. Romanlar, hikâyeler, ilim eserleri ve piyesler de caba.
Adı öztürkçecilik olan kalleşliğin yapabileceği • veya yapmak istediği - işte budur. Hiç değilse bundan başka birşey olamaz. Asıl söyleneceklere geçmeden önce belirtelim: Daha da tiksindiricisi aynı öztürkçeciler. meselâ, Türkçe, bütün'ün yerine Farsça tüm'ü kullanıyorlar ve gene «Farsça» «kez» i söylerken ayrı bir tad alıyorlar, ihanet ile bilgisizlik hiçbir zaman bu kadar içice kenetlen-memiştir. Üstelik bunlarda bir de zevksizlik var.
Şimdi açıklanacak bir nokta kalıyor: Herkes ve bu arada bir yazar istediği kelimeyi kullansın. Hom de ona dilediği değeri versin. Bu yalnız onu ilgilendirir. Çünkü ya-nılıyorsa tepetaklak gidecek kendisi, yanılmıyorsa kazanacak gene kendisidir. Bu ikinci halde Türkçe'nin kazanması da var.
Kısacası, kon ısınların pek de-
haftanın yazısı -Kiralık Kastiler
ğil ama. yazanların bu konudaki tutumlarını kötülemek, hele suç lamak şöyle dursun, •övmek gerekir. Onlar dilimizin ancak san'a»-çı sezişleri ile bulunabilecek m-kânları için kendilerini tehlikeye atıyorlar NiteKİm bir yandan Ö-mer Seyfeddinler. Refik Halid'ler, Reşat Nuri 1er, Mehmet Akif'ler ve daha birçoğu, öbür yandan da Tev-fik Fikret'ler, Cenap Şebabeddin'-ler, Halid Ziya'lar, Ahmed Haşim'-ler ve daha birçoğu aynı şeyi yapıyorlardı. Sonuç da herşeyden ve Türkçe'den önce onları çerçeveledi.
Fakat şimdi aynı şey olmuyor. Şimdi Öztürkçeciler Cenap Şeruı-beddin türünün, pekâlâ övülebi-lecek dürüstlüğünden çok uzaktalar, ötekiler savaşlarını kendileri açmış, kendileri vermişti Bu ne-rtkilerin ardında ise dağ gibi devlet müesseseleri, paraları ve hattâ düpedüz devlet var. Atatürk gibi eşi görülmemiş bir demagoji kozu var.
Bir anlaşmazlıkta, bir tartışmada karşı karşıya gelenlerin kozları ve durumları bu kadar değişik olursa hakikat, ile doğru sonuç peşin peşin hapı yutmuş demektir. Türkçemizin kaderi İşte bu duruma düşürülmüştür. Bunun için de öztürkçeciler kazandıkça Türkçe yıpranmakta, bir dil, bir kültür ve medeniyet dili olmaktan u-zaklaşmûktadır
Tevfik Fikret Veya Cenap Şebd beddin İçin duyduğum saygının binde birini olsun nasıl duyabili rim bu Öztürkçecllere? ötekiler hiç değilse bir kumarbaz dürüstlü güne sahiptiler, yeşil çuhanın 3s-tüne fiş sürüyorlardı. En değerli şeylerini, sanatlarının, varlıklarının kaderine oynuyorlardı. Peki bu berikilerin, bu türedi dilcilerin, meselâ TRT'de bülten hazırlayan sarı çizmelinin veya gazetesi ve kalemi babadan miras kalmış a-damm veya Millî Eğitim Bakanıı-ğı*nın herhangi bir köşesine çöreklenmiş beden eğitimi öğretmeninin, kısacası, sokak çocukları gibi, çamurdan ev yaparcasına Türkçe ile oynayanların ortaya koydukları nedir?
Türkçe kendisini onların tasallutundan kurtardığı zaman kaybs-
T « f » W t>tli"-«>A
deoektaı bir »sisleri , bir «Aşkı Memauşları veya kırılacak sazları mı var? Çoğu kitapsız, geri kalanı da kitapları baltalamak için kitap çıkarmaya çalışmış, sırf bunun i-çin çalışmış Şimdi sennak hakkımızdır. Hangi kumarda, feöyle, kaybedecek bilgeyi olmayana kaybettirmek şans' tanınmıştır, ha?
Adam doktordur Yanında, hasım ağrıyor diyene, bende asprin var deseniz başınızdan aşağıya dünyanın bütün ukalâlıklarını boca eder. nutuk çeker, başağrısının sebepleri ve önemleri üzerine ;ki saat konuşur, sonunda da sizin başınızı ağrıdan çatlatır. Ama sıra dil'e geldi mı. bırakın asprin tavsiyesini, neşteri kaptığı gibi ameliyata girişmek ister. Dil masada kalacakmış, ona ne? Hasta kurtulamadı, ama ameliyat başarılı oldu., deyip geçecek işte. Hastayla beraber gidecek bir eseri mi var?
Sözün kısası, bu aracılar, bu öztürkçeciler başka hiçbir şey değil, kiralık kaatillerdir: Kitaplıklarımızı kundaklamak için tutulmuş - veya kandırılmış - kiralık kaariller. Ömer Seyfeddin'den -hoşlarına gitsin diye söylüyorum - Nazım Hikmet e kadar ne kadar usta ve üstün san'atçıtnız va^sa arkadan bıçaklamak, kitaplarını i>-teşlemek için tutulmuş - veya kandırılmış - kaatiller.
Edebiyatı Cedide veya Fecri Âti Türkçeye çok şey ve çok zaman kaybettirdi. Ama onlar suçlarının - cezalarını da beraber getirmişlerdi: Okunamıyorlar işte, yani yok oldular.
Peki bu kiralık kaatillerin cezası ne? Hiç. Çünkü hiçden gelmişler, hiç olarak yaşamışlar, hiç o-lup gidecekler. Ne ceza olur böy-lelerine? Üstelik bir de Atatürkçü, bilmem neci olmak gibi, hattâ Türkçe'yi, Türklüğü ve Türkiye'yi korumak, kurtarmak gibi bir madalya var ucunda.
Yuf olsun bu oy mı (oynayan-, lara ve oynatanlara değil) uykulu gözlerle seyreden san'atçılara ve devlet sorumlularına. Onlar bu «yuf» dan yakalarını kurtaramayacaklardır. Şimdi ve yarın. Terih de yapışacaktır yakalarına onların.
illerden devlete Sayın DEVLET.
Rize'ya çıkış tarihinden 3 gün geç gelmesine ve şehrimizin yalnız bir bayiir.de satılmasına rağmen DEVLETİ okudum. Son yıllarda, motorlu vasıta montaj sanayiindeki ilerlememizden çok da ha sür'atlı Ur fikir montaj sanayii enflâsyonu neçiren memleketimizde DEVLET gibi yüzde yü; yerli bir dergi beni ve buradaki milliyetçi arkadaşları fevkalâde memnun etti.
Dergimiz birçok sol ve ne idüğü belirsiz yayından daha kaliteli ol makla beraber bazı kusurları da yok değil. Aşağıdaki tenkitlerimi DEVLET'in «en iyi» olmasını arzu eden bir arkadaşınızın samimî dilekleri kabul ediniz.
1 — Sık sık tekrarlanan salıı kaymaları ve dizgi hataları dikkatli bir tashihin yokluğunu gösteriyor.
2 — Bir sayıda her şeydsn biraz bahsetmektense bîr veya iki konuda derinleşerek meseleleri çok yönlü ele almanız ve savunduğunuz görüşün Türkçülük fikir siste
mindeki yerini kesinlikle belirtmeniz daha iyi 11 ur.
3 — Derginizin dağıtımı yukarıda da bahsettiğim gibi aksamaktadır. Türkiye'm izdeki solcu vo kozmopolitlerin, DEVLET gibi Türk'ün öz sesini duyuran bir yayını aksatmak için ellerinden geleni yapacakları muhakkaktır. Bu yüzden dağıtım adaklığının bütün kusurunu sizlere yüklemenin doğru olmadığını inliyorum. Müsaade ederseniz bu mektubumda bütün milliyetçileri DEVTET'i yaymakta, abone temininde r e dağıtıma yardımda sizlere müzahir olmaya çağırayım.
Türk Devlet'i eski ve tabiî gücü-ne erişene kadar yazmanız dileğiyle...
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN! Erdoğan Mısırcıoğlu
RİZE
Sevgili Ölküdaş.
Kalbinde vatan ve millet aşkı dolu olarak gazetemize karşı gösterdiğiniz alâka bizleri fevkalâde duygulandırdı.
Milletimizin büyüklüğü karşısın
da bizim ona lâ>ık olma gayretle rimizin çok sönü;< olacağı şüphesiz. Gücümüzün yettiği kadarını on iyi şekilde verebilmemiz için yaptığınız uyarmalara ve haklı isteklerinize çok çok teşekkürler Acil olarak düzeltilmesi gerekli ikazlarınızı titizlikle dikkate alıyoruz.
Gazetemizin bazı bölgelere geç gittiği, bazı bölgelere ise hiç gönderilmediği bir gerçektir. Ne Tat ki bu noksanlığı gidermemiz bizim gücümüzün dışında kalmakladır Bir takım hesapları olan gazete genel dağıtımcıları kanalı ile dağıtma imkânı Ijulamadık. Ancak bu konu ile ilgili temaslarımı??, ısrarla devam etmekteyiz. |>EV-LET'in bütün Türkiye'de okunmasını temin ede:ek dağıtım prob leminj kısa zamanda halledeceğimiz inancındayız.
Taşrada bulun-m ülküdaşlarımıza yaptığınız sıcak çağrıya şimdiden toşekkürler.
Selâm ve sevgilerimizi yollar, işlerinizde başarılar dileriz.
D E V L E T
DEVLET * İ4/NİSAN/1969 * SAYFA : 3
CHP halkda* para yardımı İstiyor — G»»**«ler —
DÜN BÖYLEDİ BUGÜN BÖYLE!.
B H S a B B SÜLEYMANİYE
Dağ parçası kubbeler... ufaktan, iriden; Gel, haşmeti gör yandan, İlerden, geriden: Bir mu'clze devrinde Sinan, Erciyas'ı, İstanbul'a dikmiş, getirip Kavseri'den!
Arif Nihat ASYA •Nisan»
Mft -
•
SEVGİLİ OKUYUCULAR 5 Nisan Cumartesi günü. TPAO konferans salo
nunda Doç. Dr. RECEP DOKSAT «Doğum Kontrolü ve Mahzurları» konusunda bir konferans verdi. Milliyetçi Türk Kadınları Derneği'nin tertip ettiği konuşma gittikçe artan bir ilgi ile dinlendi. Dr. Recep Doksat. çok konuşulan, fakat hâlâ iyice anlaşılamayan bir meseleyi derinliğine bir bakışla inceledi, aydınlığa kavuşturdu. Dinleyiciler, milletimizin kaderi ile nasıl oynandığını üzülerek öğrendiler. Bu arada başka birşey daha öğrenildi: 7 Nisan Pazartesi günü. Türk Standartları Enstitüsü salonlarında. Sağlık Bakanlığı Doğum Kontrolü Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen üç günlük bir seminer yapılacakt ı . Seminere yabancı uzmanlarda davet edilmişti. A-ma. her ne hikmetse. Doç. Dr. Recep Doksat gibi, doğum kontroluna aleyhtar oldukları bilinen milliyetçi İlim adamları, konu ile çok yakından ilgilendik leri ve neşriyat yaptıkları halde, toplantıya çağrılmamı şiardı. Türkiyemizde en önemli dâvalara kimle rin hâkim olduğu yahut kimlerin söz dinletemediği artık İyice anlaşıldığından. Sağlık Bakanlığının tutumuna da hayret edilmedi.
7 Nisan Pazartesi günü seminer açıldı. Sağlık Bakanının konuşması bittikten sonra, salona bazı gençler girdi. Seminerin Türk milliyetçiliği ilkelerine aykırı düştüğünü belirttiler. «Yüz milyonluk Türkiye» yazılı pankartları kürsünün iki tarafına astılar. Salon karıştı, seminere devam edilemedi. Ertesi gün
kü gazetelerde, «Milliyetçi Hareket Partisine mensup» komandoların doğum kontrolü seminerini bastıkları anlatılıyordu. Seminerin İkinci günü polis kor donu altında açıldı. Aynı günkü Cumhuriyet gazete sinde, milyonluk servetin üstüne yatıp sosyalizm nutukları çeken ilkel bir adam. öğretim üyelerinin hırpalanmasını bile «özgürlük gereği» sayıp sesini çıkaramadığı halde, milliyetçi gençlerin terbiye hudutlarını aşmayan gösterisine saldırmaktan çekinmedi. Aklınca, bir nükte hevesine de kapıldı. Hazre tin bildiğine göre; doğum kontrolüne komünistler karşı çıkarmış! Ne mantık, ne mantık! Üstad Aristo'nun ruhu öfkesinden çatlamadıysa yine iyidir. Me selâ komünistler acıktıkları vakit yemek yiyorlar, haz retin mantığına uyarsak, onlara benzememek için aç lıktan ölmeliyiz!..
Böylece, memleketimizin ana davalarından biri olduğu ve ilgi çekici gelişmelere sebebiyet verdiğin den ötürü, doğum kontrolünü haftanın konusu olarak seçtik. Değerli ilim adamımız Doç. Dr. Recep Dok-safın ve diğer bazı yetkililerin görüşlerini okuyacak siniz.
Türk milliyetçileri, doğum kontrolünün aleyhindedir. Aşağıdaki sorular tatmin edici bir şekilde cevaplandırılmadığı sûrece aleyhtarlıklarına devam e-decekler ve mücadelesini yapacaklardır.
1 -— Yabancı devletlerin doğum kontrolü konu sundaki hassasiyetlerinin gerçek sebepleri nelerdir? Memleketimizdeki nüfus artışını önlemek için akıt ve para verenler, kendi nüfus artışları bakımından aynı tedbirleri niçin düşünmüyorlar?
Meselâ A.B.D. nde hem de her ailenin sürü ile çocuğu varken. Türk yavrularının yaşama hakkına ne den kasdediliyor? Türk analarına para ile tutulmuş propagandacı yollayanlar, ayni şeyi kendi ülkelerinde niçin yapmıyorlar?
2 — Tanınmış iktisatçıların pek çoğu. bir memleketin kalkınmasında nüfus fazlalığının da önemli bil payı olduğunu öne sürmüşlerdir. Kontrol taraftarları nın bu konuda dayandıkları ilmî görüş nedir, kime aittir?
3 — Doktorlar, gebeliği önleyici hapların anala nn sağlığı üzerinde zararlı tesirler meydana getireceğini, hattâ kanser bile yapabileceğini ifade ediyor lar. Sağlık Bakanlığımız, bu bahiste ne gibi koruyucu tedbirler almıştır?
Evet, yukarıdaki sorular cevaplandırılmadığı sürece Türk milliyetçileri doğum kontrolünün karşısında olacaklardır.
Saygılarımızla..
DEVLET mmımaMmmmimmMmmmmm^-f ̂ ^m^^^mmm^
Sahibi ve
Yazı İşleri Müdürü Halil ÖZY1LDİZ
• Teknik Sorumlu
Yılmaz YALÇINER •
Sekreter Şevket B. YAHNİCİ
* Almanya Temsilcisi
Niyazi ÖZDEMİR
İLÂNLAR: Arka kapak renkli: 2.500.— TL tek renk: 2 000.— T U İç kapak: 1.500,— TL dır. Diğer sayfalar santimi: 40,— TL ABONE: Yıllık 70,— TL altı ay-ilk 35— TL Dış memleketler için ücret İki misil alınır. YAZİŞMA. İLÂN VE ABONE AD RESİ: P.K 284 Bakanlıklar — ANKARA TELEFON: 12 58 18
Dizgi' ve baskı: Güneş Matbaacılık T.A.Ş. Ankara
m&omemmpgmmümmıiMimiUMM 3!S?538£:.23K8
DEVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA : 4
YOL KÂMİL TURAN
İÇ OLAYLAR jHa|
BAYRAMCILAR Bazı çevreler 1960 Türkiye'nin İşçi hakları ko
nusunda hazırlıksız bulmanın sevinci ile uçuyorlardı. El altında öğrendikleri mancsist ilmine göre, beklenilen büyük gün uzak değildi.
Önemli bir siyası olay Türk Milletinin hayatını karıştırmış, bu mühim çalkantı kovuklara sıkışmış kalmış pislikleri Türkiye sularının üzerinde yüzdürüyordu. Sosyete erkânının gafleti üzerinde kurulan iç ki masalarında Dünya Komünizminin Enternasyonal
I isimli marşı söyleniyor: Moskova'nın tozlu ambarlarından çıkartılmış olan Marxsist • Lenİnist felsefesinin bütün dekorları Türkiye'nin ufuklarına çepeçevre geriliyor; kalemşörler her sabah «İşçi bir de-
I f a teşkilâtlansın... İşçi bir defa bilinçlensin... o zaman görürsünüz neler yapacağımızı!..» diye yazıyor; radyolarda «savulun geliyoruz!» diyorlardı.
I ** I O kadar özledikleri komünist ihtilâlinin gerçek
leşmesi için, akıllarınca herşey tastamam hazırdı. Fakirlik bir et beni gibi vücudumuza yapışmıştı.
I Atını hayatımızın madde ve manâ meydanlarına salmış olan sefalet yolu tutmuş gidiyor. Siyasî hayat, geçirdiği ameliyatın neticesinde dertli ve istikrarsızdı. Hazine boş, iktisadiyat ürkmüş ve mecalsiz,
(kültürümüz mağluptu. Bütün bu arazlar daha önce kaba sakal Marksla, bücür Leninin hitaphrında gös terilmişti. Onlar «bu şartların hepsi birleştiği gün iş
Içileride teşkilâtlandırdınız mı, hiç durmayın, ihtilâl kapının arkasındadır.» demişlerdi.
Bu kehanet biliniyordu ya. Artık «Sosyalist Türki-I y e Cumhuriyetini» kurmak kolaydı. İş Milleti ikiye
ayırıp birini diğerinin üzerine saldırtmağa kalıyordu. Propagandanın yardımı ile, milleti bir kuzu sürüsü
I gibi, proleter ya ihitlâlinin çıkmazında kurtlara ziyafet çekebileceklerini umuyorlardı. Kızıl çuhalı ihanet masasının etrafında. Türk işçisinin varlığı üzerinde oynanıyordu.
I * * Tarih ve tekâmül şuurunun hesaba katılmama-
I s ı ne büyük gafletti!.. İster istemez Türkiye'de bün yesini kemiren dertlerin üzerine birer birer eğilecek ti. Millî varlığımızın idamesi sonsuzluğa giden mü-
Ikemmeliyet yarışını devam ettirecekti. Türk işçi hayatının bir seri yeni tedbirlerle yeni
den ele alınması, Toplu Sözleşme Kanunu, Grev ve I Lokavt Kanunu. İş Kanunu gibi bazı tedbirler Türk iş
çişini süratle uzletten çıkartmış onu millî hayatımızdaki kalkınma mücadelesindeki yerine oturtmuştu
I İşçi hayatı bu baş döndürücü değişiklikleri hay
ret edilecek bir olgunlukla karşılamış, hak ve vazife anlayışını yerinde, zamanında ve adalet ölçüleri için de kullanmaya başlamıştır. Ne grev hakkı istismar
I edilmiş, ne fabrikalar işgal edilmiş, ne makinalar tahrip edilmiş, ne de Dünya komünizminin, kan, irin ve Moskof teri kokan soytarı urbalarına Müslüman -
I Türk işçileri itibar etmişlerdir. Bu olgunluğun Millî hayat üzerindeki tesirleri çok mühimdir. İşçi hakları nın Türkiye'ye yeni ızdıraplar getireceğini düşünen ler bile, gösterdikleri ürkeklikten ötürü pişman ol-
I muşlardır. Türkiye'de işçi milletin ayrılmaz rüknü olduğu
nu isbat ederken, kuklaların bayramı bir hayal kırık İ l ı ğ ı içinde mateme dönmüştür.
• •
I İşçimiz son sekiz yıl içinde tarihinin en büyük buhranını atlatmıştır. Bugünün sanayileşmiş ülkele rinin birbuçuk asırda ihtilaller, darbeler, yollarda sel
I gibi akan, işçi kam ile başaramadıklarını, Türk milleti dört beş yıl içinde başarmıştır.
Kaderimiz üzerinde kumar oynayanlar, Türk Mil-Iletinin tarihinden aldığı siyasî tecrübenin köklülü-
ğünü görememiş jslâmın adalet prensiplerini imansızlıklarına sığdıramamış asırlarca bu iki maya için
İ d e pişmen halkımızın aklı selimine dar kafalarında bir mana verememişlerdir. Tarihin bu sessiz oluşunu biraz kavrasalar, iktisadi ve sosyal kalkınma yoluna taş yuvarlamasalar, Türk tarihinde şekilcilik ve kopyacılık devri kapanacak hayallerimizin büyük ve müreffeh Türkiyesi kısa zamanda hakikat olacaktır.
boykot ve işgal • Yılan hikâyesi T.R.T. • Din görevlilerine
yapılan büyük haksızlık • tSCATİv BÖYLESİ
Sanırsam, KI. oogışmez bir tab'-at kanunudur, önce gösteri, arkasından boykot ve nihayet işgal.. Geçen hafta bâzı fakültelerde boykotlar devam edei ve sopalı tabancalı meydan kavgaları verilir keiı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi de işgal edildi Ne var ki Orta Doğu'nun işgali, dikkatli bakmasını bilenler 'çın. Özerinde ka ra kara düşünülecek bir olaydı. Aşı rı solcuların öndsılik ettiği öğrenciler, önce. en ziyade kuvvetli oldukları Mimarlık Fakültesini ele geçirdiler öğretim üyelerini hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Faküteden uzaklaştırdılar, idareye elkoydular 8 Nisan Salı günü bir forum düzenlendi Aşın sol eğilimli öğrencilerin İşgal önergeleri görüşüldü oylanm ve ekseriyetle Üniversitenin 'şgaline karar verildi Kararı uygulamak üzere en hızlılardan seçilmiş bir grup derhal rektörlük binasına gitti. Kapılar kapalı idi. Camları kırarak 1» çeri girdiler Tam o sırada Akademik konsey toolantısı vardı, öğrenciler. «Satılmış Kurdaş» diye bağırarak rektörü vaka paça dışarı attılar. Kemâl Kurdaş'ın, mahkeme huzuruna ç karılacak bir sanık gibi öğrencileri tarafından götürüldüğü sırada çekilmiş fotoğrafını görenler, rektörün menfî faaliyetlerini ve aşırı sol himayeciliğini hatırlayarak. «Rüzgâr O» kam fırtına biçe-* Atalar sözünün hikmetini tasdik ettiler Bay Kur. daş ve Akademi* konsey üyeleri çok kızmışlardı. O kadar kızmışlardı ki, meçhul bir yerde toplanarak on saat konuştular ve kendilerinden beklenmeyecek bir cesaretle, hareketin kınanmasına, ayrıca fiilî durum 12 Nisan 1969'a kadar devam ettiği takdirde Üni-versitanin 1 Ekim 1969'a kadar geçici olarak kapatılmasına karar verdiler. 9 Nisan Çarşamba günü foruma katılan 2400 öğrenci arasında sert tartışmalar çıktı, öğrenci Birliği Başkanı. İşgali kınadı: «Demokratı* düzen için direniyoruz, biz kendimiz demokratik düzeni yok ediyoruz. İşgal altındaki bir üniversitede demokrasiden. Anayasadan bahsedilemez» dedi. Ama aşırı solcular, sayıca daha az olduklar halde, yine baskın çıktılar. Sözcüleri- «İşgale devam edeceğiz va okulu istediğimiz vakit biz açacağız» buyurdu. Neticede, Akademik konsey kararına boyun eüllmediğini ispat etmek için işgal ve boykota 15 Nisan Salt günü son verilmesi kabul edildi. Simdi ortada acaip bir durum var: Üniversitenin en yetkili organı olan Akademik konsey, 12 Nisan'a kadar işgal bitmezse Üniversiteyi kapatacağım diyor, öğrenciler de «Sizin isteğinize göre değil, kendi karanmıza göre hareket edeceğiz karşılığını veriyorlar. Netice ne olur. kim kime boyun eğer şimdilik belli değil. Üniversiteye yakın çevreler rektörün, dekanların ve bölüm başkanlarının işlerine son verildikten sonra, yeni tâyinler beklendiğini söylüyorlar. Yem rektör, dekanlar, bölüm başkanları ve öğretim üyeleri işgalci öğrenciler arasından seçilecekmiş! Ancak bir mizah hikâyesine konu olabilecek hâdiseleri ciddî ciddî anlattığımıza bakıp belki de öfkeleniyorsunuz. Bizd değil, memleketi bu duruma getirenle-e öfkelenin.
Orta - Doğu Toknik Üniversitesin'deki olaylar, «Hakikat kazığın yendiği noktada keşfedilir!» nazariyesinin doğruluğunu bir kere daha meydana çıkardı. Bay Kur-daş. sıra kendisine gelince, olayların gerçek sebeplerini kolaylıkla anlayiverdi. Bakınız ne diyorj
«Bunların yaptıkları reform değil siyasi va doktrin mücaûeıesidir Milletçe bu zorbaların Karşısında dikilmek zorundavız. Artık bunun zamanı gelmiştir Memleketimizi ve haysiyetimizi savunmalıyız Biz Üniversite olara* bu gayreti göstereceğiz.» Ne «.adar doğru, ne kadar yerinde sözler o>ği) mi? Hani bir şarkı v*idır «Daha önceleri neredeydiniz? Evet oay Kur-daş. fjniveritenizde Nâzım Hikmet köşeleri düzenlenirken, mahkûm komünistlerin davet edilmesine ve bugünü haz flamalarına fırsat verilirken neredeydiniz? Olanca yiğitliğinizi Türkçe'nin öğretim dili olmamasına harcarken milletimizin varlığı aklınızın köşesin den bile geçmiyordu da. şimdi, «Milletçe bu zorbaların karşısında dikilmek zorunda olduğumuzu nasıl da keşfettiniz? öğrencileri-nizl mütevelli hey "»t üyelerine karşı kışkırtırken aklınız seyaha-ta mı çıkmıştı? Hasılı. Kurdaş'a sorulması gerekenler yazmakla tükenecek gibi değildir Simdi, bir masum postuna bürünm^sinin de hiçbir değeri yoktur Bugünkü havanın başlıca sorumlusu bizzat kendisidir. «Düşenin dostu olmazmış» demeyiniz: Türk milliyetçileri, hiçbir zaman bay Kurdaş'a dost olmadılar.
• DİL - . TARİH'TE TABANCALAR
Hukuk ve Tıp'ta boykot biterken Dil • Tarih va Coğrafya Fakültesinde kavga haşladı, tabancalar konuştu! Perşembe günkü gazetelerin başlıkları, Dil - Tarihteki eş-kiyalığın haberim veriyordu. Dil • Tarih öğrencileri boykot konusunda iki gruba ayrılmıştı. Bâzı öğrenciler, boykotun sürdürülmesini istemiyorlardı. Çarşamba günü. boykot aleyhtarlarından bir grup fakülteye girmek istedi. Aslında, akılların kafaları terketmediği her yerde, böyle bir durumda ne yapılacağı bellidir. Boykota taraftar olmayanlar sınıflara girerler, taraftar olanlar da girmez. Kimsenin kimseyi zorlamağa ve «Orman Kanunu »nu uygulamağa hakkı yoktur. Fakat çağımız Türkiye'sinde haklılığa itibar nerede? Boy-kotçu öğrenciler, boykot aleyhtarlarını tabanca ve sopalarla karşıladılar. Taraflar birbirine girdi, silâhlar patladı, camlar kırıldı. Bir öğretim görevlisi manzarayı şöyle tasvir ediyor «Saat 10.10'du. Bir ara dışarda 7-8 kişilik bir grup belirdi Qç tanesinin ellerinde tabancalar vardı. Biri, içeri dalıp, kantinle direk arasında mevzi aldı. Dil - Tarih ve Coğrafya Fakültesinden bir öğrencinin elinde de tabanca vardı. İkisi de, karşılıklı geçerek ateş etmeye başladılar. Sütun arkasına saklanarak, birbirlerine ateş etmeleri ortalığı ka
rıştırdı ve herkes cîl vavrtisu qü>l dağıldı*
Bu arada büyük geçinen .KI gazete Milliyet ve Hürriyet, masa başına; haber uydurmanın sahana bir örneğini verdiler. Güya. Dil • rihı basanlar «komandolar* di. Gerçekte, komando adı verilen milliyetçi gençlerin Dil • Tarihte olup bitenlerle en ufak bir İlgisi yoktu Bütün fakültelerin işgali istikametinde hareketler devam etmektedir
• MİLLETİN ÜSTÜNDEKİ TRT
Uzun zamana 11 Türk milletini msşgul eden TRT geçen haftanın da önemli konusu oldu. Solcu Kuruluşlar TRT tasarısını boykot sebebi yaparken. Milliyetçi Hareket Partisi "nin gençlik kolları TRT v| protesto eden bir yürüyüş düzenleyerek kapısın? SİYAH bir çelenk koymuşlardır. TRT nin Türk milletinin anrine girmesini İsteyerek millet çoğunluğunun yüreğine su serpen bir de bildiri yayınladılar. Bildiri şöyledir:
AZİZ TÜRK MİLLETİ! Bilindiği gibi TRT • Türkiye Rad
yo ve Televizyonu Kurumu bugünkü kanunuyla bir muhtar (ÖZERK!) Kuruluştur. Bu muhtariyetin manası $u olmalıdır;
TRT. Hükümetin yani İktidar partisinin propaganda vasıtası değildir
Hükümet, bu muhtariyete «on veren bir kanun tasarısı hazırlamıştır, Milliyetçi Harekat. TRT yi iktidarın yayın organı haline getirecek bu teşebbüsün şiddetle karşısındadır.
Fakat TRT bugüne kadar muhtariyetin) hizmetinde bulunduğu Türk milletinin müziğini. dilini, kültür ve geleneklerini kundaklama yolunda kullanılmıştır.
Sana senin müziğini dinletme* mistir.
Sana senin dilinle hitap etmemiştir.
Senin millî kültürünle alay etmiş, geleneklerini hiçe saymıştır.
Yabancı müziğe Türk milletinin çoğunluğunun sevdiği müzikte?* kat kat fazla yer vermiştir. Birbirlerini anlamaktan yoksun bir avuç yarı aydının uydurma dilini tercih etmiştir. Kültür konusunda* ki senin konuştuğun dile tutumu «Türkten olmasın da ne olursa olsun» prensibinin Uygulanmasın** dan ibarettir.
Mü-'iöiylc, diliyle, kültürsüzlük üe TRT bugün YABANCI KÜLTÜR EMPFKva.LlZMrii.il bir yuvası be» ündedir.
Tflt-k kültürüne bağlı TRT... ft VET!
İktidara bağlı TRT.. P«vtUer üstü TRT. Milletin emrindeki
VETI
eğlı TRT... eV
.. HAYIR İ EVET! 1
I TRT., ye U
Kurdaş'ın ektiği rüzgârlar?*
DEVLET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA : 5
E K T U P L A R Yüz milyonluk Türkiye Galip ERDEM
İlk gençliğimizin en güzel bir hayalı, vazgeçilmez bir özlemi idi: Yüz milyonluk kocaman bir Türkiye! Öğretmenlerimizin dedikleri hayalimizi besliyordu: «çocuklar, kaynaklarımız çok zengin dir; ama nüfusumuz azdır. Hedefimiz yüz milyon hık bir Türkiye olmalı. Topraklarımız, daha fazlasını bile yaşatacak kadar verimlidir.» Ders kitaplarımız ayni şeyleri yazıyordu, idareci büyüklerimi/, ayni şeyleri söylüyordu. Analarımızın çocuk doğurma kabiliyetleri üstüne parlak nutuklar dinliyor, gazetelerde heyecan verici yazılar okuyorduk. Ve, analarımızla övünüvorduk.
Devlet, çocuğu olan memurlarına doğum parası veriyor, ayrıca, her çocuk başına, o zamanlar için küçümsenemiyecek miktarda maaşlara zam yapıyordu. Beşten fazla çocuğu olanlar yol vergisinden hariç tutuluyorlardı. Türk insanı şimdikinden daha fakirdi, ama inanıyordu. Doğacak çocuğunun rızkını da birlikte getireceğinden emindi. Ço cuk sayısının çokluğu analarımız yönünden hem bir övünme, hem de bir sağlık belirtisi sayılıyordu. Kısacası, nüfusumuzun artması millî hederleri i ui-zinden biriydi. Devletimizin siyaseti, hükümetlerin' tutumu ve her turlu propaganda bu hedefe göre ayarlanmıştı. Sonra, hızla değişen bir dünyada, hc delimize başkalarının nişan aldığını ve can evinden vurduklarını gördük. Yabancı uzmanlar varmış; çok akıllı, çok bilgili kimselermiş. Nüfusumuzun ar tısı planlanmazsa —azaltıîmazsa demektir— memleketimizin kalkınması mümkün olmazmış. Yabancı âlim kişiler, böylesine yüksek bir gerçeği keşfe dince hemen hizmetimize girdiler. Yalnız akıllarım değil, üstelik parada verdiler. Bir de baktık ki, doğum kontrolünün fazileti üstüne nutuklar çekiliyor, kitaplar basılıyor, seminerler düzenleniyor, sayfa sayfa yazılar döşeniyor, bol maaşlı propagarr
•
dacılar tutuluvor, şehir şehir, köy köv dolaşıp çocuk doğurmanın tehlikelerini anlatıyorlar. Önce şa sırdık: Acaba hangi dağa kar yağmıştı da yabancılar bizi bu kadar çok sevmeğe, kalkınmamız için çalışmağa başlamışlardı. Belki derin bir uykuya da lacaktık amma; akıllarını yele, vicdanlarını menfa-atlarına satmamış milliyetçi ilim adamlarının gayreti ile lam zamanında uyandık. Oyunun arkası göründü, arkasından Çapanoğlu çıktı!.
Size on sekiz yaşımın kahramanlarından, bir ini tanıtmak isterim. Adı, yanılmıyorsam, Celâl Bay-kal'dı. İstanbul'da savcı yardımcısı idi. O sıralarda küı lajcılıkla meşhur bir doktor vardı. Kanunlara kulak asmıyor, bol para karşılığıııda, isteyenin çoğunu alıyordu. Savcı Celâl Bay kal, kürtajcı doktoru mahkemeye verdi. Dr. bir yolunu buldu, beraat etli. Ama savcı; Vatan haini saydığı kürtajcıya öyle bir yapışmıştı, dâvasına öylesine bir kuvvetle ina nıvordu ki, ilk hamleyi kaybetmekle yılgınlık göstermesi mümkün değildi. Mahkemenin kararını temyiz etli ve bozdurdu. Yeniden yapılan duruşma sonunda yine beraat kararı verildi. Savcı yine temyiz etti ve nihayet, meşhur kürtajcının nice Türk yavrusunun canına kıymış bileklerine kelepçeyi tak tirdi. Celal Bey'in mücadelesi beni de heyecanlandırmıştı. Duruşmaların gazetelere geçen bölümlerini yüreğim kabararak okuyordum. Aradan yirmi yıl geçti. Kahraman savcının bir cümlesini hiç unutma di m. Suçlayan işaret parmağını kürtajcı doktor'a uzatmış ve. şöyle havkırmıştı «Bu adam, Türk neslini ana rahminde imha etmeğe çalışan bir canidir. bir vatan hainidir.» Şimdi, çaresiz bîr hüzün içinde, şunu düşünüyorum: Gençlik yıllarımın kahramanlarından biri olan Savcı Bey, Türk neslini, ana rahmine bile düşmeden imha etmek istevcnlcıi gör dükçe ne diyor?
' • * . • • ' * •
Tiirit milletinin üstündeki TRT.. HAYIR!
• VUR ABALIYA Din görevlileri federasyonu
mahkeme karan İle kapatıldı. Mahkemenin kararı, temyiz tara-fı-tyJan ela onaylandı. Federasyonun suçu: Cemiyetler KanuAM'na aykırı olarak siyasete karışmak! ktirar. hiç şüphesiz, yürürlükteki kanunlarımıza uygundur, hiç değilse öyle olması gerekir. Ama ayni karar, hak duygusuna yüzde yü? aykırıdır. Böyle bir hüküm, Çelişik gibi görünmesine rağmen, «slmda tamamen doğrudur gerçekten öyle kararlar vardır ki yö-»"ürlükteki kanunlara uygundurlar, fakat hak duygusuna aykırı düşerler. Bu nasıl olur? Eğer bir kanun o kanunu ihlâl edenlerin hepsine değil de sadece bir kıskına uygulanırsa, hakka bağlılık duygusu açıkça çiğnenmiş de-nıektir. Nitekim Cemiyetler Kanu-lu'nun siyaset© karışma yasağını koyan maddesi, hemen her gün, Vüzlerce defa ihlâl edilmekte. #• roa hiç kimse ceza görmemektedir. Gelin. Cemiyetler Kanunu'-"fcun 13. Maddesini birlikte okuyanın: «Talebe cemiyetleri her ne Sakilde olursa olsun, siyasetle <ş-tiyal edemezler. Bu cemiyetler, bulundukları mektep va müesss-•«terin idarelerine karşı bir hara-k»tt« bulunamazlar.* İnsafla dû-•önelim: imanımızda siyasetle «%asmava bir talebe cemiyeti VM mıdır? Ve hangi talebe cemiyeti, siyasete karıştığı gemk Şasiyle kapatılmıştır? Sosyalist Ş«V düzen gotlreceğ-iz diye boykot v* işgallere girişmek siyaset da-ÖUse, nedir? Hükümetlere sövmek 8ivaset değilse, nedir? Nato ile uâıaşmak siyaset değilse, nedir? °*r büyük elçinin arabasını yakmak siyaset dejilse, nedir? Kısn-Cası. taebe cemiyetlerinin siya-•9* dışında kalan bir faaliyetleri *°ktur. Böyle bir durumda, diğar-e ' i ile kıyaslanırsa siyasetle en
* tıçıraşan bir cemiyetin kapısına *HH asmak, hak duygusundan yoksulluğun bir iş-ıretidir.
Sözde Amerikalı Müslüman lider
•BU NE BİÇİM MÜSLÜMANLIK
Amerika'dakl zencilerin bir kısmı müslümandır. Ama İslâmiyet anlayışlarına katılmak, daha doğrusu müslümanlıklarına inanmak pek mümkün değildir. Nitekim, son günlerdeki bir hâdise hükmümüzü doğrulamaktadır. Zenci müslümanların lideri E. Muham-med. meşhur boks şampiyonu Mu-hammed Ali'yi «afaroz» etmiş. E-vet, yanlış okumadınız, «Aforoz» etmiş. kAcalpllk işte, mflslünıan bir lider katollklerin papası gibi davranıyor İslâmiyet! hiç anlamadığına işaret Bir insanın müs-lumenlığmı hiç kimse elinden alo-mas. Muhammed Ali, E. Muhanv med'ln emirleri İle değil. Kur'ân hükümleri ile bağlıdır. Sevabının mükâfatmı yalnız Allah'tan bekler günahlarının hesabını yarin*. Allah'a verir. Amerikalı »enci liderin böylesine basit gerçeklerden habersiz oluşu cidden üzücüdür.
BAŞKENTTE • RESMİ SOYGUN
Ankara Belediyesi yalardı? îr. saati siiren şehirlerarası yeni garajını nihayet kiraya verilmek üzere ihaleye çıkarabildi. Falat, bu sefer de ihaleye katılacak müşteri bulamadı, önce beş metre kareli* odalar balirde el
li iki adet olarak hazırlanan ve bir işkence hücresini arxlıran bu bölmeler, sonradan birlestiri lerek ondokuz oda haline geti rildi. En büyüğü ondokuzmelrc kare olan bu odaların fiyatları değil 0/0 10 komisyon almak su retiyle yolcu taşıyan firmalar, kaçakçılık yapanlar taralından bile ödenemea durumdadır. Me sela, ondokuz metre kare olan en büyük oda aylığı 10.833.33
TL. muhammen bedelle ihaleye çıkarılmıştır. İş bu kadarla da kalmayıp, mukaveleler üç yıllık yapılmakl«, ölüm ve iflas hariç devredilemez, feshedilmez kayıt laı^nın yanunda bir yıllık peşin* veya banka teminat mektubunu talep eden hükümler taşımakta dır. Ayrıca Belediye garaja gi ren her otobüsten 10.— TL. top rak bastı! parası almaya da karar vermiştir.
• ME DEDİLER? Kendileriyle görüştüğümü* o
tobüs şirketleri Ankara Beledi yesinin bu resmi soygunundan çok mağdur duruma düştükleri ni ihaleye katılamadıklarını asa sen yeni garajın bütün İşletmeleri alacak büyüklükte olmadığı nı. iç ve Doğu Anadolu'ya sefer yapan firmaların dışarıda bira kıldıklarım bu tefrikin neden ileri geldiğini bir türlü çözeme diklerini temas ettikleri yetkili lerin de kendilerine tatmin edi ei bir cevap veremediklerini i-fade etmişlerdir. Ayrıca, hamarat Belediyenin bu tutumu devam ettiği ve yeni garaja t asm inak mecburiyetinde kaldıkları taktirde şehirlerarası yolcu ta şuna ücretlerine mülıinı miktar da zam yapacaklarını söylemek tedirler. Aksi halde hiçbir fir manjiı bu kira ile bir yıl bile yaşayamayacağını söylemişlerdir.
Yeni garaj m yapıldığı semtin, şehir trafiği bakımından da çok sıkışık olduğunu sözlerine ilâve eden firma salı ipleri, orta lama günde 1500 ilft 3000 otobü sün girip çıkacağı bu garajın trafik problemi de halen ortada durmaktadır.
Biü Ankara Belediyecinin mes hur! başkanının bu tart göaU açık tücarca işlerüıi daha onca lerden de hatırladığımız için, pek garipsemedik. Fakat, önümüzdeki günlerde Ankara'dan diğer şehirlere gitmek isteyen binlerce yurttaşın, nasıl gidecek lerir..i rn-îrak etmeye başlnd^.
Herhalde parlak bir fikirle yurttaşlara yol gösterecektir sn yın baş:tan; yürüyün efendim şehirlerarası yollar da askimez
.
Türk Anasının Rahmine uzanan eller
«YÜZ MİLYONLUK TÜRKİYE »Yİ .VİA &.'
SABOTE ETME GAYRETLERİ £ 9 1
w • _ . • • .
KALKINMA BECERİKSİZLİĞİNİN MAZERETİ
İĞFAL EDİLEN PARLEMENTERLER Geride bıraktığımız hafta içinde Ankara'da, yine benzerleri
nin bilmem kaçıncısı, bir «Nüfus Plânlaması, semineri düzenlenmişti. Semineri düzenliyenler, Dünya Sağlık Teşkilâtı ve Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü ile el ele veren T.C Sağlık Sosyal Yardım Bakanlığı idi. «Üremenin temel, kil tuk ve halk sağlığı yönlerindeki bilimsel gelişmeler» adını taşıyan bu seminerin, Kanser Haftası dolayısiyle «doğum önleyici hapların ve rahime takılan spirallerin kanser yaptığına» dair günlük gazetelerin manşetlerinde yer alan bu tıp otoritesinin, Prof. Dr. Muhittin Ülker'in beyanatını ve bu gebelik önleyici hapların çeşitli ruhî bozukluklara ve dengesizliklere yol açtığı nı belirten bir başka tıp otoritesi Doç. Dr. Recep Doksat'ın • bir konferansını takiben toplanması dikkatlerden kaçmadı. Ama dikkatlerden kaçan bir başka husus vardı ki, o da, bu kabil bilimsel (?) Seminerlere, gebelik önleyici hapların ve araçların
I ale yhinde olan ilim adamarının değil ilmi tebliğde bulunmak ! üzere, dinleyici olarak bile davet edilmemiş ve edilmez olmala
rıydı.
İmha âletleri*-.
BEYİN YIKAMA «BİLİMSEL» SEMİNERLERİ
Filhakika, «Nüfus Plânlaması» adını taşıyan 557 Sayılı Kanun 14/1965 de yürürlüğe girmeden çok evvel başlayan bir «Bilimsel seminerler» serisi, kanunun çıkışına karşı koyan ve çık tıktan sonra da tatbikatının mahzurlarını ve tehlikelerini umu mî efkâra ikaz alarmları halinde duryurmakdan geri kalmıyan bazı milletvekili ve gerçek ilim adamlarının tesirlerini izale et me maksadiyle düzenlemeye devam ediliyordu. Zira başlangıçta doğum kontrolüne taraftar olmadığı halde sonraları bunun hararetli taraftarı ve tatbikatçısı kesilen bir iki Prof. Hekim ha rlç -ki bunların zengin ilâç firmaları tarafından mı. yoksa bilim sel (?) seminerlerde beyinleri yıkanarak mı ikna edildiklerinin halâ dedikodusu yapılmaktadır.- Bir çok hekim ve aydın uyanmaya, nüfus plânlaması kanununa ve bilhassa bu kanunun tatbika tına cephe almaya başlamışlardı. Bir parti, Milliyetçi Hareket Partisi, doğum kontrolüne aleyhtar olduğunu açıkça ilân ederek bu hususu programına hem de kongre kararı ile almış ve M.H.P. Milletvekili İ. Hakkı Yılanlıoğlu, bir kanun tasarısını da Mecli se sunmuştu O halde telkin furyasına devam etmek, beyin yıkama işlemine ara vermemek gerekiyordu. Yabancı kaynaklardan oluk gibi para akmaktaydı. Gayet masraflı seminerleri lüks otellerde, lüks salonlarda delegelere ziyafetler çekerek, hediyeler dağıtarak düzenlemeye devam etmek işten bile değildi. Bittabii, bu «bilimsel seminerlere» karşı fikir ve kanaatte olan hiç bir ilim adamı çağrılamazdı. Zira
onlar objektif konuşmaları ile telkin boyusuna fcoaar, beyin yıkama ameliyesini aksatırlardı.
DAHA DOĞMADAN KATLEDÎŞİN GEREKÇESİ
Türkiye az gelişmiş bir ülkeydi. Hemen kalkınmak zorun daydı. Üretimi az, tüketimi fazlaydı. O halde kalkınmayı temin için hemen tedbir alması gerekti; Ve.. 1960'dan sonra gelen hükümetler bu tedbirleri bulmakta güçlük çekmediler. Ameri kanın elinde «Doğmadan öldüler» diye hazır bir reçete vardı, iş, bu reçetenin ithaline kalıyordu, ithalâtçıları da tatbikatçıları da bir takım kilit mevkilerine getirilmiş veya getirilmeye çoktan hazırlanmıştı Nisaiye mütehassısı hekimler, İktisatçılar, sosyaloglar ve bazı plâncı sözde dahiler, çok daha evvelden yürütülen sinsi bir hazırlıkla, burslar verilip Amerikalara davet edilmiş ve beyinleri yıkanarak hazırlanmışlardır.
ŞU MEKTEPLER OLMASAYDI..
Evvelki cumartesi, Türkiye Petrolleri A.O. konferans salo nunda Milliyetçi Türk Kadınları Derneği tarafından tertiplenen bir konferans verildi. «Doğum Kontrolü Türkiye'ye Nasıl Bir Felâket Hazırlamaktadır?» ilginç başlığını taşıyan konfe-ransı veren, öteden beri doğum kontrolüne karşı çıkan, müteaddit konferanslar hazırlayan makaleler yazan ve 1966 Mil lî Türk Tıp Kongresinde de «Doğum Kontrolü Türkiye için nasıl bir felâket olacaktır?» adlı bir tebliğ veren Doç. Dr. Recep Doksat idi. Bir ruh hekimi olan Doç. Dr. Doksat, konfe-rasında. plân ve plânlama fikrinin nasıl modern bir «mit» haline geldiğini açıklayarak «Plân mistiği»nin cazibesine kapılmış «plânbaz» tipinin psikolojik tahlilini yapıyor, üretimi artıracak başka çareleri araştırıp bulacak yerde, ille de yüzde 7 kalkınma hızını kestirme yoldan tahakkuk ettireceğiz diye nü fus artışını kısıtlamaasaya kalkışan plân yobazlarının zihin ya pisini teş-ih ediyor ve «.. bu, şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim, diyen Osmanlı Maarif Nâzın Hfişim Pa-şa'nın zihniyetinin modern hortloyışından başka bir şey değildir» diyordu.
«DOĞMADAN ÖLDİ)R> TATBİKATÇILARI
FORMÜLÜNÜN
/' Kanun. «60 milyonluk bir «Türkiye'nin b a ş ı n d a olsaydım sesim başka türlü çıkardı» diye bir z a m a n l a r nüfus a z l ı ğ ı m ı z d a n yakınan i h t i y a r liderin, İnönü'nün Başbakanlığı zamanında hazırlandı- Plânlama Teşkilâtının ilk kuruluşunda iş başına getirilen, fakat daha evvel Amerikan bursları ile konu için yetiştirilmiş sosyalist plânlayıcı bir Atillâ Karaosmanoğlu, bir Nejat Erder devrin CH.P. hükümetinin Sağlık Bakam bir Dr. Kemal Demir, senelerce Amerika'da kalıp iyice yetiştirilen ve halen de Amerikan dolarlaıiyle beslenen bir enstitünün, «Hacettepe Nüfus Etüdleri EnstUüsü»nün başında bu misyonuna devam eden bir Dr. Nusret Fişek, İnönü hükümetinin diğer Sağlık Bakanı bir Dr. Yusuf Azizoğlu ve nihayet kanunun daha Senatoda iken çıkışını önleme-yip ilk tatbikatçısı olan bir AJ\ Sağlık Bakam, Dr. Faruk Sükan ve nihayet kanunun müzakeresi esnasında yaptığı itirazların henüz mürekkebi kurumamış olduğu halde bu günkü korkunç tatbikatı sürdüren bir Sağlık Bakanı Dr. Vedat Ali Örka«
PARLAMENTERLER NASIL İĞFAL EDİLDİ?
Kanun Parlâmento'da müzakere edilirken bu ekonomik gerekçeye karşı çıkan milletvekillerinden Sabahattin Savacı (AP) söyle diyordu: «... Bilhassa Sloklıolm ve Hop-kins Üniversitelerinden Prof. Sivenilson ve Prof. Kuznes'-in yapmış olduğu tetkikler son derece şayanı dikkattir. Bu tetkiklere göre, nüfus azalması halinde eğer dış ticaret
•
acalp
imkânları, müstemleke P .Bibi imkânlar art-mazsa, yani dışardaki i Piyasayı takviye etmezse ekonomik gerileı?*""* göstermektedir. Bu bakımdan nüfusu a i t l e r d e böyle mahreçlerin de arttınlmaslr lr ki, bu da günün şartlan içinde kabil def ^»atörü, Dr. Ömer Faruk Kınaytürk şunla «••. Amerika'da durum tetkik edilirse, tıt d,5mda ancak çocuğuna bakmaktan âciz a* edilmektedir... Aile planlaması bürolarına J. Müracaat edebilir, polis evvelâ konuşma I ^ n i n ifadesini alır, malî durumunu sorar, flnı sorar, kendilerinden bir hafta sonra miÇ*?P eder ve neticede gerekiyorsa çocuk yapflfSl verir. ... Aile Plânlaması şartsa ancak ttjrn<*ikasyonlar içinde kalmak şartıyle selektir hır politikanın hüviyetini takip etmem* - p l â n selektif bir hüviyetle memleket ve fa tevcih edilmelidir, istenmeyen eenetik yörfî^en için medenî menleketlerin uyguladjj.lar incelenmelidir. ... Spirali kullanmak l*îk?syonu bilmek lâzımdır Genital yoll£ «ihaöî faktörden masun olması, temiz V ' ••• 16 734 vak'adan
^ ~
KE
Kediler, yavrularım, sık" Bu, kedilerin aile plâol-
«Terazi Koaj ;
ini W
i f Nihat ASYA
ir. Amerika'da 1281 Spiral. ' İ l t i h a p yapmıştır. Bu tatbikat en mütekr'fanlarda ve hasta-hanelerde dahi nezar^j j* alar iyi seçilmek suretiyle yapılabilir. *Tı2[ Sörc bu imkânsızdır. Meydana gelec^*jjrae hangi teşkilât yardım edecek ve kurnj^fümluîu kim olacaktır. ... Daha kanun %Z « n kutu hap ilâç satılmıştır. ... Bu ilâçM ^ *Jc olacaktır? Belli değildir ve henüz ^ y i î r 1 v o k t u r - Yakın tesirleri, türlü tahaıttCJjJJeı"i, bulantı, bas-ağrısı vs.» Nitekim W ^'»nn rastgele kul-
Amerika ^ n Ç .
lamlması sonucu damar tıkanmaları, felç, kanser ve ruh bozukluklarının artmakta olduğu, biriken ilmî neşriyatla açığa çıkmıştır.
Kanunun çıkmasını destekleyen bir AP milletvekili, Ali İhsan Balım dahi AP Meclis gurubu adına yaptığı konuşmada şöyle diyordu: «Kanunun adı Nüfus Plânlaması değil ve fakat Plân Kanununda geçen özel tâbir ve gayesine uygun olarak Aile Plânlaması şeklînde değiştirilmelidir. ...Evlilik bağlan olmaksızın gaynmeşrû birleşmeleri, gebe kalma korkusundan kurtararak teşvik eder mahiyette bir kanun ısdar etmemiş olduğumuzdan emin olmak isteriz. ... İlâçlar çok uzun süre sonra da zararlı, sağlık bozucu tesirler göstermektedir. ... Tholidamit adlı ilâcın geç görülen muzır tesirlerini bu hususta bir emsal olarak daima akılda tutmalıyız. ... Pratikte bu kanunun tek tesiri korkarız ki gebeliğe mani olucu ilâçların piyasada serbestçe alım satımım temin etmekten öteye geçmiyecektir.
Devrin Sağlık Bakanı CHP'li Kemal Demir İse şu cevabı veriyordu: «... tlâç ve araç konusunda verilmiş kesin bir kararımız yoktur. ... Bakanlık tetkikat yapacaktır.»
Ve müzakerelerde hükümet adma konuşan, Müsteşar, Nusret Fişek namlı zat, telkin fişeklerini, asıl niyetlerini gizliyerek Meclis üyelerinin zihnine şu sözlerle mıhlıyordu: «... Spiral'den bahsettiler. Spiralin kullanılacağına dair bir hüküm yoktur, çelen kanunda. Ağızdan alman bu hapların şöyle şöyle zarar verdiğinden bahsettiler. Kanunda bu hapların kullanılacağından bahis voktur... Kanun kabul edildiği takdirde bir komisyon kurulacak, bu komisyondan hangi ilâç ve araçların kullanılmasına müsaade ede-ceğimizi soracağız. Tatbikat klinikte mi yapılır, köyde mi yapılır? Bu hususlan tespit ettireceğiz ve bunların bi zç verdikleri direktifler dahilinde bunu tetkik ettireceğiz.»
tşte böylece parlâmanterler iğfal edilmiş, kanun çıkarılmış ve Sağlık Bakanlığının bu günkü tatbikata aleyhtar yüksek memurları ve onların raporları bertaraf edilerek gebelik önleyici hap ve spirallerin kullanılmasına taraftar yüksek memurlardan ve daha evvel rızaları türlü yollarla garantiye alınmış bazı prof.'lardan teşkil ettirilen komisyonlar marifetile eczahaneler doğum önleyici haplarla doldurulmuş, teşkil edilen ekipler, Amerikalıların hibe (?) ettiği jeeplerle k'öylere yayılarak Türk analarının rahimleri spirallerle donatılmaya başlanmıştır. Hem de, rahmine spiral taktırmaya razı ettiği Türk anası başına ekiplerdekl sağlık (?) personeline ve rahme he lezonu takan hekime ayrı ayn primler verilerek.. Bu para
lann bir kısmı bütçeden, bir kısmı da çeşitli Amerikan kaynaklarından karşılanmakta'1*'*
SÖYLEDİKLERİNİN HENÜZ MÜREKKEBİ KURUMAYAN BİR BAKAN
Türklyenin yakın bir gelecekte etnik muvazenesini de bozacak istikamette geliştirilen bu tatbikatın hah hazır baş sorumlusu Bakan V. Ali Özkan, Meclis müzakerelerin de bakınız neler söylemişti : «...Macaristan 1954'de doğum kontrolünü tatbike başlamış ve bu gün millî bir felâket di ye vasıflandırılan bir nüfus -durmasıyie karşı karşıya gel mistir. Türkiycnin bugün aş ın bir nüfusa sahip olduğunu iddia etmek güçtür.. Memleketimizde muvazeneyi teinin için evvelâ gıda kaynaklarımızı harekete getrhnck mecbu riyetindeyiz.. Geleneklerimize, ahlâkî inançlarımıza, hatta iktisadî ve millî menfatlerimize uymayan nüfus plânlama sı mevzuunda çok dikkatli ve temkinli Olmamız lâzımdır. İlâçların ise ne derece mahzurlu hatta tehlikeli olduğunu bilmiyoruz.. Yirmi sene sonra hormon menşeli bu ilâçların, genlere tesir ederek dejenere bir nesil, çok uzak bir ihtimal dahi olsa bizleri bir parça düşündürmeli ve bu güıı kat'î bir zaruret olmayan aile plânlamasına götürmeme» dir. Ve onun için ekseriyeti 5—6 çocuğa sahip olanların yapmış oldukları düdükler karşısında, çok ciddî bir kont rol altında ancak büyük zarar görmüş ve tıbbın tatbikinde zaruret hisetliği kadınlara inhisar etmek üzere mahdut bir aile plânlamasına taraftarız»
Oysa, gebelik önleyici haplar, oczahanelerde serbestçe satılmaktadır hâlen, sayın V. Ali Özkan'ın bakan olduğu bu devrede. Gerekli takip ve kontroldan mahrum Türk Anaları kesif bir propaganda İle kandırılıp, prim alacağız diye, rahimlerine helezonlar tıkılmaktadır. Bu yüzden ilti haplananlarm, sakat kalanların sayısı hakkında ise bakan lık hiç bir araştırma yapmamakta hiç bir rakkm belirtme inektedir. Ve sayın V. Ali Özkan, gebeliği önleyici araç ve hapların kanser yaptığını, ruh hastalığına yol açtığını be yan eden ilim adamlarını tekzip etmekle meşguldür, üste İlk bu tatbikata karşı çıkanları «menfi bîr ceryanın» tem silcileri olarak suçlama gayretkeşliği içindedir.
• KANUN ML'CİDİ NE DİYOR?
Kendisiyle temas ettiğimiz Sağlık ve Sosyal Ya-dım Bakanlığı eski Müsteşarı ve halen Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Direktörü Nusret Fişek kanunun Türkiye'deki icadını şöyle anlatmıştır:
«Bu konu 1953 lere kadar uzanır. O zaman bir çok hekim Bakanlığa başvurarak Türkiye'de çocuk düşürme olaylarının arttığını, bunun önlenmesini, ilk tedbir o-larak da gebeliği önleyici hapların satılmasını yasaklayan 1938 do çıkan kanunun yürürlükten kaldırılmasını istedilar. Bu konuda Adalet Bakanlığı da olumlu cevap verdi. 1960 da ben müsteşar olunca konuyu araştırdım Dünyanın her yerinde bu uygulama açık veya gizli yapılmakta Türk aydım da kendi ailesine uygulamaktaydı.
Halk bu uygulamadan habersizdi. Ayrıca, Türkiye geri kalmış.
DOÇ. DR. RECEP DOKSAT oBizhn de diyeceklerimiz var!.»
sanayiloşememi-ş bir ülke İdi. Sanayileşmesi ise çok yavaştı. O-nun için ya doğumu engelleme):, ya da tüketimi asgariye indirmek gerekiyordu. Biz hür memleketler gibi doğumu engellemek kararına vardık. Madem ki bu bilimsel blr
gerçekti! ben d» bunu gerçekleş-tireyim dedim. Plânlamaya müracaat ettim. Böylece birinci boş yıllık plâna a!.ndı. Sonra Yusuf Azizoğlu zamanında Meclis'te, Faruk Sükan zamanında Senato'c'a görüşülerek kabul edildi.»
Doğum kontrolünde kullanılan ilâç ve eraçla'tn kanser yaptığı söylenmektedir, buna ne dersiniz? Sualimize de şu karşılığı verdi: «Bunlar.n kanser yaptığı
konusu araştırılmaktadır. En şaft literatürde buno dair bir kayû yoktur Diğer söylenenler bize gft* re mesnetsizdir, uûç ve araçları kullananlarla kullanmayanların kanser vüzdesl arasında blr fark görülmemektedir >
— Doğum kontrolüne yabancı kaynakların yardım ettiği, özellikle Amerika'nın bizde doğum kontrolünü desteklediği söylenmekte ve karşı çıkılmaktadır Ne dersiniz'
«Evet doğum kontrolüne memle-ketseverliklerinden şüphe etmediğimiz insanlardan karşı çıkanlar olmaktadır Karşı çıkmaları bu sorunu bilmedikle-lndendir Karşı çıkan tek parti lideri Alpaslan Türkeş'tir. Onun da üç çocuğu vardır. (Türkeş'in beş çocuğu olduğunu öğrendik.) Demek ki Türkeş bile doğum kontrolü yapmıştır. Amerika meselesi ise kanaatimize göre: onlar fakirleri çoğalan ülkelerde huzursuzluğun artacağını iyi bilmektedirler Dost ülkelerde huzursuzluk istemezler. Menfaatleri bunu gerektirir
Kennedy kaHeşlerin ikincisinin 11 çocuğu olduğunu bunun sebebinin ne olduğunu da sorduk.
Katolikler doyum kontrolüne karşıdırlar. Bu sebeple Anı erte A katolikler] d» bu yasağa uymakladırlar diye ifade elti
• DOĞUM KONTROLÜ i VE KANSER Ankara Tıp Fakültesi «. Cerrahi
Kliniği Direktörü Prof. Dr. Muhittin Ülker'in geçenlerde günlük gazetelerde doğum kontrol haplarının ve spirallerin kanser yaptığına dair beyanatlarım okumuştuk. Kanser konusunda blr otoritenin düşüncelerini, sağlığımızı korumakla görevli Bakanlık kaale almamış ve seminere davet bile etmemişti. Fakat biz bir kere daha Muhittin Ülker'le görüşerek kov nunun ehemmiyetine dikkati çekmek İstedik.
Muhittin Ülker'e doğum kontrol ilâç ve araçların kanser yapıp yapmadığım ve doğum kontrolü hakkında düşüncelerini sorduk. Görüşlerini şöyle özetledi:
Bahsedilen konser meme ka"> seridir. Kadınların kadınlıklarının meydana gelmesi östrojen denilen hormonun gelişmesi ile olur. Bu her kadında yapısı icabı fizyolojik olarak vardır. Az veya çok olması iyi olmaz, östrojenln fazla kullanılması zarardır. Kansere sebep olabilir. Doğum kontrolü için kullanılan haplarda meselâ Ovü-len'de bu vardır Hapı kullanan bir kaç ay kullansa birşey olmaz. Fakat buna ihtiyaç duyanlar uzun zaman kullanacaktır. Uzun zaman kullananlarda meme kanseri olması ihtimali teorik olarak mevcuttur Mevcut olmadığını iddia e-denler de kesin olarak bir netice veremezler
Kadının rahmi göz gibi korunması gereken bir yerdir. Spirallerin devamlı kalması rahmi tahriş edebilir Kanserin baş düşmana tahriştir İhtimal yok denilemez. Uygulama çok önemlidir. Dikkat ve itina ister. Uzman ister.
Nüfus plânlamasının karşısında değilim, ama yanında da değilim. Meselâ doğması önlenecek ÇOCUK-rar arasından ileri zekâlı ilim ve otorite olacak, dünyaya ismini duyuracak insanla? çıkacaktır. Bunları Bnemek iyi bir şey değildir. Aksini İddia edenler kötü insan çıkmıyacak mı diyeceklerdir K». U) insanın vasıflını dünyada vr> Türkiye'de duyadar az olacaktır.
Gelecek sayımızda konu timi ve Dinî yönleriyle incelenecektir
Ve «Do£um Kontrolü» seminerini polisler koniye*
©CVLET • t4/NİSAW/1969 • SAYFA : »
Üniversitelerimizde ûim zihniyeti
I ı
1 DI5 OLAYLAR
HAKKI ALPER
ma. Üniversiteler bir ülkenin en yüksek ilmî araştır-küitür ve eğitim müesseseleri olmaları bakımın
dan milletlerin dimağı durumundadırlar. Bunun için üniversiteleri belli bir eğitim süresi sonunda diploma veren liseler ve meslek okulları gibi düşünmemek nerekir. Üniversitelerin bünye ve fonksiyonlarının başlangıçta iyi anlaşılması kendilerine yöneltilecek tenkitlerin de bu görüşün ışığı altında yapılma sı lâzır.dır Üniversitelerin birinci vazifesi ilmî araştırma yanmaktır Razı aksak ve eksik taraflarına rağmen mevcut üniversiteler kanunumuz da bu hususu kesin bir açıklıkla ifade etmektedir.
Üniversitelerde yapılacak ilmî araştırmaları gaye bakımından başlıca iki bölümde toplamak mümkündür Birincisi pür ilim açısından ele alınan ve cıavesı »İme yeni bir şeyler katmak için yapılan araş-Mmalardır İkinci tip araştırmalar ise içtimai hayatın ve tekniğin gerektirdiği ihtiyaçlara cevap vermek maksadıyla yapılır. Teknik ilmin tatbikatından ibaret olduğuna göre ilmî araştırmalarla elde edilen neticelerin teknik tatbikatı iktisadî ve İçtimaî hayata birinci derecede tesirlidir. Tabiî ilimler sahasın-dak' yeni buluşlar sanayide tatbik edilir. İçtimaî i-litmer sahasındaki araştırmalar ise kültür, İçtimaî vopı ve ahlâk gibi bir millete millî benliğini kazandıran temel değerlerin tetkiki ile yeni sentezlere u-iasıtmas»nı temin eder. Bütün bunların plânlanıp tatbikat sahasına konulacağı yerlerin başında üniversiteler gelir. İleri ülkelerin üniversitelerinin bu esas fonksiyonlarını ideale yakın derecede yerine getirdikleri bilinen bir gerçektir. Üniversiteler bu tip ılır,! çalışmaları ile aynı zamanda memleket idaresinin sorumluluğunu taşıyan hükümetlerin yetkili danışma organları durumundadır. Burada üniversite -hükümet münasebetlerinin üzerinde fazla durmadan bir noktaya işaret etmeliyiz. Hükümetler öniverslte-«erin ihtisasları dahilindeki ilmî beyanlarına hürmet etmeli, üniversiteler de her türlü politik tesirin dışında sadece objektif ilmî gerçekleri aksettirme
ı orensibine sadık kalmalıdırlar.
Bu açıklamalardan sonra Türkiye'deki üniversi- * telerin bugünkü durumu ve çalışmaları üzerinde dur I mak istiyoruz. Bizim üniversitelerimiz 1933 ve 1960 | yıllarında geçirdiği iki ıslahat hareketinden sonra ciddî bir ilerleme kaydetmemiştir. 1933 yılında yapı- I lan ıslahat oldukça verimli yenilikler getirmiş fakat • çeşitli faktörlerin tesiri ile kısa zamanda dejenere j olmuştur. 1960 yılındaki 115 sayılı kanunun getirdiği • yenilikler üniversitelerimizin bir çok aksaklıklarını • gidermesi bakımından ümit verici idi. Fakat bu ka- < nunla üniversiteden uzaklaştırılan öğretim üyeleri- I nin tekrar üniversiteye döndürülmesi ümitlerin kısa ı zamanda sönmesine sebep olmuştur. Tamamına ya- I kın bir çoğunluğu ile gerçek ilim zihniyetinden mahrum olan bu şahıslar, 115 sayılı kanunun işlemez | hale gelmesinde de en mühim âmil olmuşlardır. Bugün üniversitelerimizin bütün fakültelerinde ilmî çalışmaları sabote eden, çeşitli yolsuzluk ve huzursuzluklara sebep olanların büyük bir kısmını bunların teşkil etmesi görüşlerimizi teyid etmektedir. Ekserisi kürsü profesörü olan bu şahısların ilmî seviyesi zamanımızdan 20 - 30 yıl geride kalmış durumdadır. Bu bakımdan İlmî çalışma yapamıyan ve yeniliklere uyamıyan bu zümre etrafındakilerin çalışmalarına mâni olmayı gaye edinmiştir. Şöhret temini ve kendilerini tatmin için ise kolay olan demogoji yolunu seç mislerdir. Her nasılsa elde etmiş oldukları ve isim terinin başlarına yerleştirdikleri unvanlarla her türlü istismarı yapabilmektedirler. Üniversitede talebesini ve asistanını istismar eden bunlardır. Hiç sıkılmadan tercüme eserleri tefif gibi göstererek altına -imzasını atanlar gene bunlar arasından çıkmaktadır. I Hiç bir ilmî esasa ve araştırmaya dayanmıyan teb- '
Altın karşılığı dünyanın beynini kiralayanlar
"
Afrika'da bir beyaz ihtilâl I • Lâtin Amerika'dan bir köşe
l~ İSRAİL Yirmi yılı aşkın bir «aman
dan beri haçlı ordularının mız raklan bir başka şekilde İslâm âleminin bağrını kanatmaktadır, tkl bin yıl önceki yahudi dev letini ihya etmek için gayri müs lim milletleri Müslüman millet lere karşı hazırlayan siyonlzmin kini daha sönmedi. İkinci Dünya Harbinden sonra Dünyanın dört bir köşesindeki iğrenç tefe d talerinden toplanan Yahudiler Filistinde mal mülk sahibi kalındılar. Siyonizmin maddi gü oü binbir lüle ile toprak satın aldı. Hayasızca baskı usulleri kullanılarak garp emperyalizmi nln himmetiyle bir İsrail mey dana getirildi. • ZARARLI KİM?
Altın karşılığı dünyanın beyni ni kiralayan Siyonizmin İsrail'i
ı
I
I
i I
ligleri büyük bir vicdan huzuru ile neşretmekten çe- ı kinmiyenîer de bunlardır. Üniversiteye âdi sokak • politikasını sokup, A veya B siyasî partisine angaje | olarak ilim adamı hüviyeti ile asla bağdaşmıyan her | türlü faaliyeti açıkça devam ettirirler. Son zamanlar da SOIGU cephenin halka dönük diye tutturdukları bir teranenin şampiyonluğunu da bu şarlatan tipler • yapmaktadır. Bu hususda da bunlara verilecek en I uyçjım cevap demogojiden uzak ilmî araştırma yapan ı bir üniversite tabiatfyle milletinin hizmetindedir.
Yukarıda durumunu kısaca açıklamağa çalıştı- | ğımız üniversitelerimiz gerçek Türk münevverleri i- -
(Dsvantı 11 nci sayfad£î i L>|. . . . .^ u m vwı >J.ıv-,w r ,w. T . _
(Davamı
«İŞBİRLİĞİ
kimlerin zararına kurduğu hiç düşünülmemesi garip değildi. Dünkü dünyanın bütün beUi baş lı haber ajansları, gazeteleri, ka lemleri, radyoları televizyonları ve filim şirketleri Yahudi ırkının destanını anlatmakla görevlendirilmişlerdi. Telaviv'in itle ri sene oniki ay gece ve gündü.-, Musa Kavminin efsanesini tek rarlıyordu. İngiliz, Amerikan. Sovyet basınında olduğu gibi Türk basınında da bunların ürü meşinden geçilmiyordu.
Halbuki, İsraU İslâm milletle rinin bağrı üzerinde kan ve a teş harbiyle kurulmuştu. Yirmi yıldan beri kadınıyle. çocuğuy-le, ihtiyariyle bir müyon Arap çadırlarda yaşıyor ve ancak Bir leşmiş Milletler Teşkilâtının da ğıttığı yiyecek paketleri sayesin de açlıktan ölme felâketinden yakalarım sıyırabiliyorlardı Her Allanın günü Arap köyleri bası liyor kadjnlar ve çocuklar öldü rülüyor, tarlalar tanklar tarafın dan çiğneniyor, İslârmn şerefi
iki buçuk milyon Yahudinin tü kürüğü ile sıvanıyordu. En bü yük şerefsizlik içinde çiğnenen İslamın haysiyeti, dökülen Ara-bın kanı ve rrülyonlarca insanın ızdırabı her nedense Tel—Aviv'-in kiralık itlerinin olmayan vic danlar^na sığıyordu. • ŞIMARIKLIĞIN SONU
Yıllarca evvel orta doğuda Müslüman Milletlerin haremi is metinde bir Yahudi devletinin kurulmasını plânlıyanlar bu ha roketleriyle haçlı seferlerinde yapamadıklarını gerçekleştirmek istemişlerdir. Haçlıların aşamadıkları ve Kılıç Arslanın koçyiğitlerinln nöbet tuttukları dağlar, dolar ve sterlin kanat larının üzerinde aşümış, İsla mın şerefi olan Kudüs'ün varoş larında tükenen haçlı savleti, Selâhattinl Eyyubl ile alay edi lerek daha birkaç ay evvel İsra il komandolarının istilâsına a-çılmıstı.
Hani insanlık nerdeydi? Hani bundan asırlarca önce İslâmiye tin şerefi olan Kudüs için top rağa düşen onbinlerce şehidin ruhları böyle mi çiğnenecekti?. Yahudi birlikleri Kudüsü istilâ ederken Bursa Çelik Palas Ote linin eski müdavimlerinden o-lan Türkiye'nin Dışişleri Bakanı ÇağlayangU. kimsenin dinleme ye dahi tenezzül etmediği cılız sesiyle sadece «Biz kuvvet yo-luyle toprak kazanılmasını tas vip etmiyoruz» mı demekle ye tinecekti? Kudüsün Yahudi işgali altına girmesini Araplar i-çin değil K^ıç Arslanlar, Atabek ler, Selâhattini Eyyubiler ve ni ce kahramanların aziz hatırası için şiddet ve nefretle protesto etmek boynumuzun borcu değil miydi? • OYALA CİİTSİN
POLİTİKASI İsrail'in hayasız saldırıları
yirmi yıldan beri aralıksız de vam etmektedir. Hiç yoktan Fılistinin hemen hemen hepsi a hnmış, Kudüs elden gitmiş, çöl leri sulayan ırmakların hepsinin kontrolü ele alınmış, Gazze iş gal altına girmiş. İsraU topları sabah akşam Süveyşi bombalar ken, Ürdün köylerinde yirmi yıl dan beri yüzbinlerce insanın ca nına kıyılmıştır. Gaddarlığın en korkuncu Araplarm başına bir felaket örümceği gibi ağını ger mistir. Bütün bu haksızlıkların karşısında ihtar üstüne ihtar vermekle yetinen Birleşmiş Mil letler Teşküâtı ve büyük devlet ler, Orta Doğuda akan müslü-man kaıanı durdurmayı dahi düşünmemişlerdir. Bir kaç gün den beri Nevyorkta toplanan A merikan, İngiliz, Sovyet ve Fran sız temsilcileri sözüm ona Orta Doğaya getirilecek barışı hazır larnnkla meşguldürler. Aslında yirmi yüdan beri seyrelmekten bıktığımız «oyala gitsin» oyunu bir daha sahneye konmuştur.
Sanki Allah İngiliz altım alarak İslâmın şerefini korumak için Arap çöllerinde savaşan kahr» man mehmetçiği arkasından v» ran Arâbın günahını unutmamı» gibidir.
Ganalı General!.
GANA Üç yıl önce eski altın sahili
Gana'nın biricik lideri Kıvama Nukumah'ı iktidardan düşüren general Ankra, beyaz bir ihtilâl neticesinde kendi kabinesinden Maliye Bakanlığı görevini ifa e den genci al Afrüa tarafından devrilmiştir. B İHTİLALİN SKBEPLERt
İstiklaline kavuştuğu 1907 d<?n beri zenginliğiyle ün salmış olan bu memlekette eskiden heri bütün siyasi buhranlar siyasi şahsiyetlerin rüşvet, irtikâp ve suistimallerinden ötürü ortaya çıkmıştı. Eski İngiliz sömürgesi altın sahili 1957 yılında Gana ismiyle müstakil bir devlet ol duğu zaman, hazinesinde 5 mil yar liraya yakın dövizi vardı. A kü almaz bir hovardalıkla Gana'nın servetini har vurup har man savuran ilk cumhurbaşkanı Kıvama Nukumah, diğer taraftan da «Afrika sosyalizmi» gibi hiç kimsenin anlıyamadığı bir doktrininin kahramanlığını ya pıyordu. Gananm uçuruma git tiğini gören askeri liderler 1966 yılında Nukrumah'ı devirmiş v» devletin iktisadi varlığının bilân çosunu yapmışlardı. O zaman Gana'nın iki milyar lira borcu nun olduğu tespit edilmişti.
Son beyaz üıtüâl yine paraya dayanan skandallardan ölürü o» luyoıclu. Meselâ General Ankra nm bir yabancı şirketten 200 bin lira alldığı tesbit edilmişti. Bu yetmezmiş gibi dünyanın en zengin Boksit yataklarına sahip olan bu memlekette, imtiyazla rm açıklan açığa pa r a üe satıl djğı herkesçe biliniyordu.
(Davamı 11 nci sayfada)
DEVLET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA : •
fikir sistemleri ve doktrinler İnsanoğlunun kafasında, önce birbiriyle irtibatı olmıyan basit elemanlar halinde teşekkül eder.
Şartların tahriki ve zamanın seyri İçinde süratle çoğalan bu basit unsurlar, belirli bir yoğun luğu astıktan sonra bir mıknatısın tesir sahasına girmiş demir zerrecikleri gibi birbirine yaklaşıp temasa gelir ve irtibat tanırlar. Başlangıçta bu İrtibat» hır bütün unsurlara şâmil olma dığı gibi belirli bir kuvvet ve keskinliğe de sahip değildir. Do ku basa yerlerde kopuk ve bütünüyle siliktir Zamanla: bir taraftan sahaya yen) elemantarnt katılması, bir taraftan da —ta bir caizse.§ alanda mıknatıs şid delinin artması sebebiyle rabıta lar hem bütün ünitelere vavılır, hem de kuvvet kazanıp bariz bir şekle kavuşarak birbiriyle ir tibatsız elemanlar bir sistem ol ma haysiyetine ulaşır Ondan sonradır ki, fikir ni&mndan ta-mamiyle hareket plânına geçilir.
Esas konumuza geçmeyi de sağlaması itibariyle, burada üze rinde durulması İktiza eden en önemli husus şudur:
Basit fikir elemanlarının teşekkülü, birbirine yaklaşıp tema yül, kaynaşıp sistem haline gel mesi, uzunca »ir zaman aldığı: sistemleşmenin bazı özel sahalarda daha çabuk ve bariz diğer bazı sahada yavaş ve belir siz bir şekilde cereyan ettiği he saba katıldığı takdirde; fikirle İ rin hareket haline geçmesi İçin, sistemin tamamen teşekkülünü mü beklemeliyiz? Yoksa bîr ta ( raftan fikir plânında sistem ta mumlanırken bir taraftan da sis tem içinde sarahat kazanmış Ü niteler hareket plânına mı Inti kal ettirilmelidir?
Bu suale cevap vermeden ön ce zannımca hareketin (kuvvetin) müessiriyet derecesi ve bunun için de zaman ve mekân Itiba riyle teşmil veya teksif edilece ği saha üzerinde durmak fayda U olacaktır.
Haraketin gayesi müessir olmaktır. Müessiriyet sadece kuv ve t e değil, kuvvetin zaman için de dağılımına, yani güce bağlı dır. Muharrik kuvvet aslında faydalı ve müessir bir hareket doğuracak güçte olabilir, bu du rumda bir problem ve dolayısiy le yapılacak bir şey de yoktur. Fakat her zaman durum böyle değildir. Bazı hallerde hareketi doğuran kuvvet tahripkâr bir tesire ulaşacak kadar güçlüdür.
Bu durumda mücssiriyetin dere cesinl faydalı ölçülere indirince ye kadar kuvveti zaman içinde daha geniş bir andığa yaymak Icabeder. Bara hallerde de kuv vet müessir bir hareket doğur» cak güçte değildir. Bu güce ulaş ttude içki zamanın daha dar bir aralığına teksif edilmek veya ço galtümak durumundadır.
Bütün bunlardan çıkarılacak Ü* netice şudur. Bir fikir sisteminin harekete geçebilmesi için belirli bir tekamül seviyesine itişip muayyen bir kuvvet ka banması ne kadar önemli ise, aym fikir sisteminin, edindiği kuvvet ne olursa olsun belirli bir zaman ve mekan andığına (belirli bir muhite) teksif edilip ^Üessiriyete ulaştırılması da o
Türk Milliyetçiliğini!*
hareket, fikir dengesi M
kadar önemlidir. Bunun pratik neticesi de biriken potansiyelin ve sağlanan kuvvetin azlığının harekete geçmeye değil, hareke ti sınırlandırmaya mazeret teşkil edebileceğidir
Fakat her nalûkârda hareketin müessir dozda olması vazge çilmez bir prensiptir
Mesleyi daha iyi İzah edebil mek gayesiyle harekete geçmek İçin kâfi kuvvete ulaşana kadar bekleme ve fazlaca beklemeden her kuvveti harekete geçirme ge reğine dair bazı müşahhas misal ler vererek ayn istikametteki bu iki gereği telif etmiye çalışalım.
Meselâ müessir büyüklükte bir tesis kurabilmek için 400 Lt. /sn'lik muntazam bir debiye muhtaç olduğumuzu ve muhte
debiyi tabii haliyle İntizama ka vııstıırarak 'vdhırlen almak
Her İki -nisalrie de görülüyor ki kuvvet* zamanın her nokta sında müessir hâle getirmeğe çalışırken bunu beklemeden za manın muayyen bir aralığına teksif suretiyle, bu aralıkta mü essir hale «etinmek de mümkün dür İkincisi birincisine mani değildir: Üstelik azunsanmıya-cak ilâve bir imkân da bahşet mektedir
Ankara nm ıkı semti olan Çan kaya'dan Aydınlıkevlere dolduk ça hareket tmei* suretiyle.
1. 50 kişilik otobüslerle. 2. 10 kişilik dolmuşlarla yol
tu taşındığını düşünelim Otobü se ilk binen kişi kendinden son raki 49 kişiyi, dolmuşa ilk bl nen İse sadece kendinden son raki 9 kişiyi bekliyecek Çok
Av. Orhan TÜRKÖZ
lif debilerde akarsularımızın var lığını düşünelim.
I. Halde akarsuyumuzun debi si 300—350 U/Sn arasında değişsin 300—350 rakamı müessir doz olan 400 Lt, sn nin altında olduğu için yapılacak üç şey vardır.
1. Hiç bir şey yapmadan gü nün birnde debinin 400 Lt/Sn' yeye ulaşmasını beklemek.
2. 800—350 Lt/Sn arasında a-kan debiyi küçücük bir barajla meselâ 300 güne teksif ederek bu müddet için müessir dozun üstüne çıkıp geriye kalan 65 gün için, debiyi sıfıra düşürmek ve sadece bu süre için beklemek (zamana teksif).
S. Kuvveti zaman İtibariyle teksif edemiyorsak elde edilen enerjiden istifade edecek, söz gelimi aydınlatılacak sahayı ve tesisin çapım küçülterek hidro lik kuvveti daha büyük bir sa haya teşmil yerine, küçük bir sahaya tcsif etmek. (Mekana teksif)
II. Hâlde, akarsuyun debisi 200—«00 Lt/Sn. arasında değiş-sut ve senenin 100 gününde 400 Lt/Sn'nin üstüne çıksın bu du rumda da mevcut ihtimaller şunlardır,
1. Debinin 400 Lt/Sn'nin üstü ne çütUğı gayrimuayyen günle ri beklemek,
S. Bir yandan debi dağılımını fcsaatPs muntazam bir şekilde yayarak bekleme süresini asgariye ve hatta sıfıra indirecek iş temleri yaparken bir yandan da
kaba bir hesapla dolmuşa ilk bi nenin bekleme müddeti, otobüse İlk bineninkine nazaran 5 de fa daha az olacak, her 30 Sn. de bir yolcu geldiğini düşünsek 50 kişinin dolmuşla nakledilme si halinde, beş sefer toplamı o Iarak dolmuşa ilk binenler so nuncu yolcu gelene kadar 3250 kişi/Sn. lik bir müddeti beklemeyle geçirecekler, aym nakliya tın otobüsle yapılması halinde bu miktar 3825P kişi /Sn. ye ula şacak bu da bir kişinin 8 saat 20 dakika bo- beklemesine teka bül edecektir.
Otobüsün taşıdığı yolcu adedi büyüdükçe bu zaman artacak, küçüldükçe azalacak otobüs ve dolmuşun kişi başna masrafları m da mukayese suretiyle diğer lerinl beklemeden harekete geçi rebilecek optimum sayı büyük lüğü bulunabilcektir.
Ayda 500 Tl. tasarrufu olan bir insanın 120.000.— Tl. lik bir daire yaptırması söz konusu ol sa Hatların sabit kalması halin de 20 sene beklemesi gerektiği halde*, aym durumda olan 20 ki sinin tasarruflarını biriktirip bi riken her 120.000 lirayla bir daire almaları ve bunu 500 TL ay lıkla kiraya vermeleri halinde hepsinin ev sahibi olması için 1 sene 7 ay kâfi gelecek tasar rufa aym şekilde 20 nci seneye kadar devam edilmesi halinde kiraların da ilâvesiyle yaklaşık olarak 120.000 Tl. ük bir imkân daha teraküm edecektir. Bu mi salde bize bekle#ıe yerine bir leşip teraküm eden ilk imkânla rı harekete geçirmenin 20 sene lik bir zaman periyodu içinde başka bir şey ilâve etmeden 0/0 100 imkân artışı kazandırdığım
göstermektedir. Bir sulama sistemi regülslör.
ana Kanal sekander ve tesiyer kanalların inşaatından sonra an cak fonksiyonunu İfa edebilir, şayet inşaatta önce regülatör sonra sırayla ana kanal, sekan der ve tersiyer kanallar İnşa e-dilirse. sistem ancak İnşaat ne riyodunun sonunda tamamıyie fonksiyon ifa edebilecek hale geldiği halde, başlangıçta ana kanalın muayyen bir noktasına kadar sistemin sekander ve ter siyer kanallarıyla İnşası, sonra Oûncl ve üçüncü kısımlarının aym şekilde devamı halinde İn saat periyodu içinde dahi. yıl dan yıla artan bir sahanın his mete arzı suretiyle ilâve bir Un kânın kazanılması mümkündür.
Verdiğimiz bu müşahhas mi salleri büyük bir bata yapmadan fikir ve hareke* planına da aktarabiliriz. Milliyetçilik fikri bütünüyle bir sistem ve doktrin haline gelmeden onun teşekkül ve tebellür eden üniteleri, siste min içindeki yeri iy» tayin edil mek suretiyle, bütünlüğü bozma mak ve bütünle irtibatı kopar mamak kaydıyla tatbikata akta nlabilir.
Bu şekilde bayatm seyri İçin de gelişen bir doktrinin realite ye intibak kabiliyet' daha yük sek, yanılmalar küçük ünitelerde cereyan «Mİeceği için tashihi kolay .israf edilen emek. mal/c me ve zaman daha az olur, özet olarak fikrin harekete intikali daha ekonomik bir tarzda tabak ku eder.
Ancak, sistemin üniteleri pey derpey tatbikata intikal ettirilirken hareket plânında da sistemin bütünlüğünü sağlamak i-çin ünitelerin temas satıhları ve irtibat noktalan ya tesbit edil ineli ve iç sürtünmelere mahal verilmeden birbirine raptedile bilmelidir.
Sistemi bütünüyle ve müessir bir şekilde harekete İntikal et tirecek kadar hazırldt ve kuv vete sahip olmadığımız zaman onu belirli bir mekân ve zaman aralığına teksif etmek suretiyle müessir kılabileceğimizi, bu tak dinle hareketin fasılalı olmak durumunda olduğunu, verdiğimiz müşahhas misallerle İzah etmiştik. Burada üzerinde durulacak çok önemli bir nokta da şu dur: İki hareket arasındaki fası la intihaların birbirine eklenme sine meydan venniyecek kadar uzun; müessiriyeti ihlâl edecek
«adar «s» »anamalıdır Vuru lan daroe düşürecek kadar kuv veth def tarbe arasındaki tası İS marsımızda kınlp ayağa kalk masına meydan vermiyecek ka dar kısr olr-ah. fakat ner hah kârda eüçlö bir yumnık vürie» ce 'iskeve tercih edilmelidiı
viillivpteilieir sistem ve do" trin 'talim çetinim tahmin <çm değil fiili bir tan sim içfnrdİT "erşev eibi fikir»-rin de essüdiğ kullanıimadıkc? dumura vP \dıe» nazara al"-" cak olurst İkrin sistem haline getirilmesi ••** beklemek bazar fille ntikaimi ünkâpsr* da kıla bilir Hlc denilse İptidai »eklin mükemmel hale çelmesine ka dar reçen geniş bir zaman ara lığında kullanılması İmkânım ortadan 'çaldırır
Otomobil sanayiinin kurulma sı İçin projelerin bugünkü seri yeye kadar geliştirilmesi gerek se İdi. hem bu günkü seviyeye bundan çok daha uzak bir ta rihte ulaşacak, hem de aradaki devrede hturünkü kadar mükem mel olmasa da kullanılmış bu liman atomobillerin arzettiği Is tifadeden mahrum kaimi? olacaktık
Yumruk kadar bir kar parça sun yamaç aşağı yuvarlamak su retivle «eskil edilen büyük bir çığı. kar parçalarını İnsan eliy le toplamak suretiyle yapmak bilmem ne kadar akıllıca bir tştir.
Bir müstevli orduya karşı sa yasmak için ordu plânlarının hazırlanmasını beklemek yerine, teşekkül edecek İlk manga ya kat,lmak üzere silâhı kapıp dağa çıkmak ilk mangayı da bir takımın, takımı bölüğün-ılahlr içinde yer alacak şekilde tanzim etmek nazariyeye aykın olmadığı kadar, pratiğe de yat km olan bir davranıştır.
\kıllı bostanc, kavunları aynı anda hasat etmek için mahsulün yansını çürüten değil, yıl sonunda en çok bostan kaldıran dır
Düşen her yağmur damlasının görevi bir diğer damlayla buluş mak için yola çıkmak ve nehre ulaşmaktır Yoksa etrafında bir nehir teşekkül edene kadar bek lemek değil.
Sözlerimizi bir kaç prensip al tmda özetliyerek yazımıza son verelim.:
1. Türk milliyetçiliğinde her fikir derhal tathikal,n mihengl ne vurulmalı fikir ve hareket uygun bir terkip içinde aym yerde, aym anda birlikte bulun malıdır.
2. Hareket sürekli ve müessir olamıyorsa, kesintili fakat müessir olmıyan hareket bir israf tır- Türk milliyetçiliğine fayda sı yoktur
3. Müessiriyet kazanmanın as ti ve ideal yolu kuvveti arttırmaktır.
4. Kuvvet arttırıiana kadar saha (zaman ve mekân itibariy le) tahdit ve kuvvetler teksif e dilmelidir.
5. Ancak sahanın daha da kü çültülmcsinin münasip olmadığı hallerde kuvvet müessir doza u laşana kadar beklemek zaruret halini alabilir
GELECEK SAYIMIZDA MİLLİYETÇİ TOPLUMCU
DOKTRİNİN ESASLARI
Dr. KURT KARACAN
ÜVUET * 14/NİSAN/1969 * SAYFA: 10
FİLM KONTROL KOMİSYONU VE
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Oğuzata ALTAYÜ
Her ülkenin sineması kendi toplumunun yapısında vücut bulur. Toplumun kıymet hükümleri özünü teşkil eder. Bu öz yine kanunlar tarafından korunur. Baa toplum müesseseleri bu görevi yerine getirmek 1te yükümlüdürler.
Bu cümleden olarak memleketimizde, sinema İle seyirci •rastna devlet otoritesi olarak yapıcı bir hüviyet 1le giren bir müessese vardır: Film Kontrol Komisyonu.. 2559 sayılı Polis Vazife ve Seiâhiyetlerl Kanunun 6. maddesi uyarınca 19 Temmuz 1939 tarihli nizamname İle teşekkül eden bu komisyonun üyeliklerini; İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı, Genelkur ' may Başkanlığı temsilcileri yapar
Halihazırda memleketimizde, eğitim, öğretim alanında ve kültür kalkınmamızda önemli bir yer teşkil eden sinemamızın değeri, ne yöneticilerimiz, ne prodüktörlerimiz ve nede seyircimiz tarafından gerçek manası ile anlaşılamamıştır. Oysa batı milletleri sinemayı bir okul haline getirmişlerdir, öyle bir okul ki. talebesinin her ihtiyacına cevap verebilmektedir.
Bu önem vermeyisin yanında, kanunların gerçekten uygulanmadığına da şahit oluyoruz. Yeşilçam bu kötü gerçeğin uygulama alanıdır.
Film Kontrol Komisyonunda, önce senaryo ve sonra film •Imak üzere ikili bir kontrol yapılır. Filme alınmasına müsaade edilen senaryonun kararını alan yapımcı, filmin çekile eeği mahallin valiliğine tekrar bir müracaatta bulunarak çekim müsaadesi ister Valilik çekime müsaade ettiği taktirde, filmin senaryoya uygun çekilip çekilmediğini kontrol için em niyetten bir memuru film setinde vazifelendirir. Film, çekimi tamamlanınca Fitm Kontrol Komisyonunda incelenir. Senaryo suna uygun çekim yapıldıysa, halka gösterilmesine müsaade edilir. Kanuni formalite bunlardan ibarettir.
Kontroller yapılırken nizamnamenin kontrolle ilgili maddeleri ve maddelerin çok muğlak olması sebebiyle üyelerin şahsi görüşleri çok önemlidir.
Bu maddeler zamanın İhtiyaçlarına cevap veremediği gibi detaylandırılmamıştır. Misâl olarak Film Kontrol Nizamnamesinin 7. maddesinin 4. fıkrasını ele alalım. Bu madde din pro •ogandası yapan filmleri yasaklar. Aklımıza bir soru gelecektir, hangi dinin propagandasını yapan filmler, diye.. Din pro-pogandası yapılsa yapılsa ayrı dinden olanlara karşı yapılır Nüfusunun % 97,5'u müslüman bir ülkede, söz gelişi islâmiyet propogandası yapılıyor demek idraksizlikten başka bir şey değildir Ancak zayıflamaya yüz tutmuş dini inançları kuvvetlendirmeye çalışmakta din propogandası değildir. Bunun yanında memleketimiz her yıl kasıtlı olarak ve Hıristiyanlık propogandası yapan filmlere Film Kontrol Komisyonu kendine bas «estetik anlayışı» ile müsaade vermektedir, işin düşündü rücü noktası bu gafletin görülmemesi. Yine bu da gafletin başka bir çeşidi
öyle ki yapımcı adeta himaye edilmektedir. Bu gün Ye filçam filmlerinin büyük bir yekûnu kanuni formaliteler yerine getirilmeden yapılmaktadır. Yapımcı filmini çekmekte da ba sonra senaryosunu kontrole göndermektedir. Çıkarılan seks sahnelerinin yerine dakika hesabı ile yenisi eklenmektedir. Bu •uçun kanuni müeyyidesi 50 Kra olduğu İçin İşletmeci hiç bir endişe duymadan İstediği filmi oynatabilmektedlr.
Büyük bir kısmı emniyetin kontrolünden uzak çekilen film terden valilikler habersizdir Daha sonra suç unsuru bulunarak mahkemeye verilen sinemalar mevzuat yetersizliğinden kurtulmuşlardır Öyle zannediyoruz ki, bu durum, uzun bir saman devam edecektir. İdraksizliğin doğurduğu bu şuursuzluk bizi her gün biraz daha uzaklaştıracaktır Türk'ün kuvvetle yıkı famı yacağını anlıyan Batı Küftür Emperyalizminin. Slyo nizmin ve Komünizmin müşterek politikaları Yurdumuzda bu ortamın doğmasını beklemekten ibaret değ'I midir
Kendinden şüpheye düşen, kozmopolit bir hayat anlayışında kendini arayan genç zihinlerin bu durumundan, elbette ki onlara bir ülkü ve ideal aşılayamıyan, yol gösteremiyen idarecilerimiz sorumludurlar «Gün bu gün» zihniyetini millet ha yatımıza sokanlar, tarih önünde mahkûm olmaktan kendileri • i kurtaramıyacaklardır
Yarın için Allah Kerimdir ama Kerim'in Kuyusu da derindir.
• : • . (
•
*
*
*
* * * * • F «
Kuzgunlardan Seçmeler AMERİKA CHP. 'YE ÇENGEL ATTI!
Bu bir sosyalist iddiası. C, H. P.'de Ortanın so lunda ama liderleri Amerika yolunda!
Olabilir. Bugün aşın solcu yazarları da teker teker Amerika'ya gittiler, geldiler daha beter oldu* lar. Bence solcu mecmuanın asıl telâşı bu olsa gerek. Dönenler, bizden beter solcu olup ba^mıza dert olurlar diye koparıyorlar kıvameti.
YENİ ÖRGÜTLER
Yepyeni bir örgüt daha kurulmuş. Ve hemen beyanat vermiş: «San yirmibeş kuruşa hasret Türk Köylüsü ve işçisi» adma... Merkez Bankasının yap tığı işe bakın. Sarı yirmibeşlikleri toplamağa başladı demek. Ama beyazları toplasa idi, o zaman da «beyaz yirmibeşe hasret» diyeceklerdi.. Hükümet solcularla ciddî bir mücadele açacaksa işe her renk para çıkarmakla başlamalıdır.
FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
Fazıl Hüsnü Dağlarca Amerika'dan; «yaşıyan en önemli bir Türk şairi» ödülü alarak, 10 bin dolarak almış. Sol ne ile besleniyor diye merak eden lere Amerika'dan sevgilerle duyurulur!
Parayı cebe koyup Amerikayı protesto etmiş. Akşam da buna biraz dokunmuş. Anlaşılıyor ki parayı iç etti, bizim Fazıl Hüsnü. Yoldaşlara pek kok-latmadı.
ncçu
.
DUM. DÜM »»
AÇIK OTURUM
Olgun başak çıkmıyor; havalar kurak gibi Isırganlar ülkeyi sardı bıtırak gibi Hele şu T.R.T.'nin açık oturumlan, Bütün rouhtevasiyle, açık oturak gibi..
NURLU UFUKLARDA SESLER
Personel kanunu için Başbakan: Çıkacak Eylüle, Ekime dedi. Memurlar ah ile figan ettiler; Bakkal, kasap, manav I...e) dedi!
N. G.
— Tefrikayı gördük millet'te Toplandık bir bir Devlet'te
— Emre amadedir her an Dftvle.t'e htrmette bu can.
Bir Devletlû j mmmm mmmmm mmmt, aaaaai mmmm »Mmmm
I
* * * * * • • • • • * * * ÖTÜKEN
Y A Y I N E V İ S U N A R
ir GENÇ TEMUÇİN — Cengiz DAĞCI
• ÇAĞLAYANLAR — Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU
* HARİSTAN VE GÜLİSTAN — Ahmet Hikmet MÜFTÜOĞLU
* BİR SİPAHİNİN ROMAN! — Piyer LOTI
* FATİH - HARBİYE — Peyami SAFA
*.
Niçin Türkistan değil de Vietnam j
Tarihi beş bin yıl öncesine uzanan büyük Türk milletinin orta Asyadaki Anayurtlarından batıya doğru akışının birçok sebepleri »ar dır. Asya bozkırlarında asırlarca hüküm sürmüş, çeşitli isimler altında birçok devlet ve imparatorluklar kurmuş olan Türklerin en a-KOMŞU düşmanı Çinliler olmuştur. M.Ö. Büyük Hun imparatorlu-ğuyla tarih sahnesinde görünen Türkler; bunu takiben Görtürk, Uygur, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve nihayet Osmanlı hm»I paratorluğu adı altında cihan hâkimiyeti kurmuştur. Türkler; Hind ve Çin'den Viyana'ya, Cezair'den Ai taylara, Kırım'dan Basra Körfezine kadar üç kıtada at oynatmış, gittiği her kıt'ada büyük medeniyet eserleri vücuda getirmiştir. Asyanın bir ucundan Avrupa-nın ortasına kadar uzanan ülkelere sahip olmuş Türklerin dünyanın en büyük iki milletinden biri olduğunu Prof- Osman Turan «Türk cihan hâkimiyeti tarihi» veya «Türk Dünya nizamının milli, tslami, ve insani esasları» isimli eserinde şanlı tarihimizin derin felsefe ; sini pek mükemmel bir şekilde anlatmıştır.
San ırkîn süratle artışı tehlikesi karşısında orta Asya'da ya şayan Türk milletinin bir kısmı da Ana yurtta kalmıştır. İşte Türkis-ten, Özbekistan, Kazakistan, Azerbaycan, Ural - Altay ve Kırım bin lerce yıllık Türk ülkeleridir.
Ne yazık ki Türkiye'deki büyük çoğunluk dış Türklerin varlığı hakkında sıhhatti bir bilgiye sahip değildir. Oysa ki onlar tarihleri, dilleri, dinleri, edebiyatları, folkloru, halis örf ve adetleriyle bizim kopır.p.z bir parçamızdır.
Asya Türkleri hiç bir zaman bugünkü kadar talihsiz, mu/darip. Derişen bir devri yaşamamıştır. Dış Türkler arasında bilhassa Türkistan Kızıl rejimin pençesi altında mim inim inledikleri halde hrkh davalarını değil hür dünyaya hattâ Türkiye'deki soydaşlarına bile duyuramamalardır. Her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri esir milletler haftası münasebetiyle ilân ettiği kararnamede esir milletler olarak Polonya — Macaristan — Ukranya — Çekoslavak-I ya — Romanya — Doğu Almanya — Ermenistan — Azerbaycan — I Gürcistan — Kuzey Kore — Kuzey Vietnam'la beraber Kazakistan, Türkistanı da kaybederse de Türkistanlıların hürriyet dâvalarını bir Kore veya Vietnam gibi desteklemek ihtiyacını duymaz ve bu dâva Birleşmiş Milletlere getirilmez. Birleşmiş Milletler bir tarafa, Türk basını dahi bu haklı dâvaya yabancıdır. Vietnam ve Çekoslovakya hakkında gazetelerimizde sütunlarca neşriyat yapıldığı halde yarimi; asırdan beri ellerinden vatanları .mallan, hayatları alınan Türkistan Türklerinin kimseler feraydını duymaz. Sol basının solakları acaba neden solcu olmalarından gayri hiç bir müşterek tarafı olmayan Vi etnatnlıların koruyucusu, sanucusu kesilirde aynı dile, dine, tarihe, musikiye, edebiyata, örf ve adeltere sahip bulunan asil soydaşla rtmıza yapılan zulümleri ve onların haklarım bilmemezlikten gelir. Onlar ki Türkistan adını radyo ve basında Çince «yeni toprak» ma nasma gelen «Sinkiang» diyecek kadar gafil ve zavallıdırlar.
Asyanın iki dev emperyalist devleti arasında tampon vazifesi gören ve bu devletler arasında doğu-batı olmak üzere ikiye parça (anmış olan Türkistan son yıllarda hiç rahat ve huzur görmemiştir. Rusyada ki komünizmin kendilerine de tatbik edileceğini gören Batı Türkistanlılar o zamanlar milliyetçi Çin'in idaresindeki Doğu Türkistan'a göç etmişlerdir. 1949 da Doğu Türkistan'ın Mao'nun kızıl as-1 kerleri tarafından ele geçirilmesiyle büsbütün perişan olan Türkler Dünyada emsali görülmemiş kahramanlıklarla defalarca komünizme baş kaldırmışlardır.
Yirmi yıldan beri Kızıl Çin işgalinde bulunan Doğu Türkistan, işlenen vahşice cinayetlerle bir cehennem haline gelmiştir. *.,
Biri diğerine rahmet ettiren Komünist taktikleri karşısında Do * ğu Türkistan'ın ahalisi Mao'nun zulmünden her türlü mahrumiyetin hüküm sürdüğü Rus idaresindeki Batı Türkistana iltica etmeğe baş lamışlardır. Türklerin topyekûn imhasını hedef tutan Kızıl Çin milli;! bir katliam siyaseti takip etmektedir. Şimdiye kadar yirmi yıl için de Komünizmin türlü metodlanyla yüz binlerce Müslüman - Türk i şehit edilmiş, bu ölüler yetmiyormuş gibi bütün varlılkarı toprakları ellerinden alınmıştır. Halkı nefes alamaz hale getiren bir kont, rol ve baskı ile koca Türkistanı esirler kampına çevirmiştir. Türk I Itıin bin yıldan beri bağlı bulunduğu Müslümanlık kanun dışı ilân ;
edilmiş, Camii ve medreseler kapatılmış, ibadet, din öğrenimi, dinî merasimler yasaklanmıştır. Dini eserler evlerden toplanmış, dini;;' eser yazanlar meydanlarda kendi elleriyle kitaplarını yakmağa K İ r l tanınışlardır. Din alimlerine «Mao-Çe Tung» un «Diri ilah» olduğu ; ve ondan başka Tanrı bulunmadığı yolunda saçma propogandalar yapılması emredilmiştir. Türk nüfusunu eritmek için Müslüman —pf Türk kızları Çinli erkeklerle evlenmeğe mecbur edilmiş, yürüttüğü insanlı kdışı kampanya muvaffak olamayınca sekiz-on yaşlarındaki I Türk kızları ailelerinden cebren alınarak Çin'e götürülmüştür.
Kızlı Çin Emperyalizminin yok etmek istediği hedeflerden biri ̂ ee Türklerin Millî dil ve küitürüdrü. Türkistanda Türkçe dersleri yasak edilmiş, Türkçeye sistemli olarak Çince kelimeler yerleştiril-;3*! miş Mitli kültür ve bağımsızlık için çalışan Milliyteçl kahramanları Pantürkîst, Panislamist, halk düşmanı, inkılap aleyhtarı, Amerikan, Rus casusu gibi ithamlarla yıldırmıştır. Milyonlarca tevkif yapılmış üçyüz bin doğu Türkistanlı halkın gözü önünde vahşi işkencelerle I öldürülmüştür. Bir kısım dünya devletleri ve hükümetimiz Keşmir; Filistin, Cezair, Macaristan, Tibet gibi memleketlerin kurtuluş ditfl valarmı Birleşmiş Milletlerde destekledikleri halde niçin koca Türk;] âleminin iniltelerine kulak vermezler? Kızıl Çin istilâsına uğrayan ; Tibet'in kurtuluş dâvası Budistlerin desteğiyle 1959 — 1960 -— 1965 yıllarında Birleşmiş Milletlere intikal ettirildiği halde tıpkı Tibet"; 9'bi Kızıl Çin esaretinde yaşayan Doğu Türkistantn en haklı kur-, tuluş davasında sesini Türkiyemiz de dahil Birleşmiş Milletlere^ işettirecek tek bir anti-komünist devlet ortaya çıkmamıştır.
Ey bütün insanlığın ve haklarının avukatlığını yapan solcular "«•"deşiniz? Acaba sizler Türkistan'ın haritadaki yerini gösterebi-1 '"fisiniz? Zannetmem. NERİMAN ÖZTÜRKMEN I
DEVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA; t i
Gençlik hareketleri (Başta, afi sayfa 12 de)
ve doğruyu ortaya çıkarmaları lâzımdır. Bu nun zamanı gelmiştir ve geçmektediı Üniversite öğrencisine Hukukun, İktisadın. Biyolojinin. Fiziğin, Matematiğin ögretimesin de kullanılan usûller zaman /aman eskiyebilir, yenilenir; zaman içindeki gafletin ve eskimenin doğurduğu aksamalar ve bunlarm ceremesi cemiyetçe ödemr Ama öyle görünmektedir ki, genç kendisine üniversite
sıkıntısının sebeplen hakkında doğru t k i r verilmezse, hergün biraz daha doğn, »anr nettigi illüzyonlara kayma istidadım* drr. Bu işin içinde tahrik de olabilir vardır da. Ama tahriki besleyenler üniversite fer miz-den yayılan doğru ışı&uı. daha doÇrusn irfan nurunun keskin tesirini görlcrind • lvs««t-mezlerse Üniversitelerimiz) kendiler de kurtararnıvacaklardır Esase» ha*ka!arvnm kurtarmalarına karsı tedbir* <•<• *n«v :!>•;• teminatı ile almış bulunmaktadırlar.
Dış o l a y l a r (Baştaınfı 8 nci Sayfada)
• BEYAZ iırriLAi
Gana'dakı son iktidar değişik ligi kan dökülmesine sebebiyet vermedi. General Ankra sessiz sedasız iktidarı Maliye Vekili General Afrifa'ya teslim edip çe kiliyordu. General Afrifa ise bü tün yetkileri parlamentoya bira kıyordu. Böylelikle şansını de-mokratik usullerle bir daha de ııemek isteyen Gana'nın ileri ge len siyasi liderlerinden birisi «niyetimiz eski Fransız sömür pelerinden fildişi sahili cunıhu ıiyetinin siyasî metodlannı de nemektir». diyordu. Fildişi sahi U cumhuriyeti liberalist idare bakımından Afrikaran en çok başarı göstermiş memleketiydi.
Küba hürriyetçilerinin oyala yıp bir kjsmmı yurt dışına ka çırıp bir kısmım da hapishane lere tıktıktan sonra «eskiden be ri ben marxsist ve Lenlnist dü şünceye sahip bir İnsandım, Fi kirlerimi açıklayarnazdım, tira halkın beni lider tanıyacağından emin değildim.» diyen Fi-del Kastro'nun en büyük gayesi Komünizmi bütün Lâtin Ameri kaya yayınaktj. Onu bu niyetin de kızıl Çin ve Sovyetler Birli ği bütün güçleriyle destekliyor lardı. Emelleri sıcak denizlerin istilâsını kıtaları atlayarak ger çekleştirmekti.
• GERİLLA HARPLERİ Diktatör Batista'ya karşı Kü
ba dağlarında yapılan mücadele bütün Lâtin Amerikanın sathını kapayacak olan Gerilla harpleri ne karşı örnek olacaktı. Ayni sistem üzerine eğilen Kastro, Lâ tin Amerikanın birçok memleket lerinden ayartarak toplattığı gençlere önce marıcsist ve le nlrast doktrini aşılıyor, daha sonra gerilla harplerinin bütün inceliklerini öğrettikten sonra onları mensup bulundukları memleketlere iç harp yangınını uyandırmaları için gönderiyor du. Böylelikle Boüvyada. Silide, Panamada ve bilhassa Venezue lada Komünist per̂ UftCjIaruİ si lâhlı saldırıları Lâtin Ameri):a-yı karıştırıyordu.
• ÇİFT CEPHE Komünist dünyasının Brezil
yadaki mutlak ezilme hareketin den sonra en büyük ümidi Ve nezuela idi. Küba kıyılarına ya km olan bu memleketin petrol konusundaki zenginliği Kastroyu cezbediyordu.
Venezuela Komünist Partisi 1962 yılında silâhlı isyan kararı nı aldıktan soma o zamanki re Jim tarafından kanun dışı üân edilmişti. Parti mensuplarının bir kısmı doğrudan doğruya Moskovaran emrine girmiş, bir kısmı da Kübadan ümit bekle diğinden Kastronun çizdiği stra
tejiye göre çalışmaya başlamıştı. Zaten Rıisyanın da baskısıy le Kastro bütün Lâtin Amerika ya çağrılar yaparak, insan ve para bakımından Venezuelah Komünistlere bütün gücüyle yar dım etmeğe çalışıyordu. Bu gay reüerin sonunda, birisi batıda diğeri doğuda olmak suretiyle iki gerilla cephesi kurulmuş ve dehşet hareketleriyle Venezuela daki meşru rejim yıkılmak istenmişti.
Arka arkaya yapılan hamleler den hiç birisi netice vermemiş, gerek ormanlık bölgelerde koy kileri kışkırtmaya çalışan Komünistler, gerekse büyük şehirlerde meydana getirilme istenen kitle hareketleri, büyük bir kayaya çarpar, dalgalar gibi eriyip gitmişti.
m KARAKIŞ iriJKÜMEl İNİN TAKTİĞİ
Geçenlerde Komünist taar m
ruzlarının soluğunun tükendiği. •i gören Vent>.uela CurnhâjjiSbaf kanı Kaıdera «Kastrc ısaMarı na karşı taarruz etmek sınığı şimdi bize geldi) diyerek üc farklı tedbiri bir nrayn »etıren bir kanun teklifini Parlamentodan geçirmeye muvaffak oldu. Bu kanuna göre kızıl tıt-nllala ra karşı önce amansp bir silâh lı mücadeleye girişilecekti Bu na paralel olarak öayat seviye şirin yükselmesi »çın iktisadi bakımdan yeni tedbirle! alınacaktı. Nihayet sasyal bans.ı saf lamak için sınıflar arasındaki a daletsizlik ortadan kaldıruacate-tı.
Kutadgu Bilig iBasliiritt 2 nci Sayfada
Hükümdarlar nasıl hareket etmelidir ki, halk da ona o şekilde itaat etsin.
Böyle bir hükümdarı halk sever ve yüzünü göreyim diye. herkes ona koşar..
O kimleri, uğurlu diye, hizmetine almalı ve yakın tutmalı, kına feri uğursuz ve kötü diye, kendisinden uzaklaştırmak.
Birde nasıl baş kesmell, siyâset etmeli, ceza vermeli; ikinci «I gönüllüler almak için, nasıl feraset göstermeli.
Hükümdarlar nasıl anlayışlı, bilgili, cesur ve kahraman olmalı, nasıl hazineyi doldurup, tekrar akıtmalıdır.
Hükümdar raiyyet üzerinde ne kadar çok kudretli olursa, bütü» işlerinde o kadar rahat ve huzur bulur.
Yukardakl satırlar kitabın nelerden bahsettiğinin bir cüzüdür. Kitabın dört temel taşını tanıtan satırlara da bir göz atalım:
Yine bu kitabın içindekileri söyler; bunu şu dört iyi temel üzerine kurar.
Bunlardan biri • adalet olup, doğruluk üzerinedir; ikincisi • devlet olup, saSdet ve ikbâl demektir.
Üçüncüsü - akıl olup, ululuk ifâde eder; dördüncüsü ise - kanâat ve afiyettir.
Bunların her birine ayn • ayrı adlar vermiş ve bundan böyle bunları bu adlar ile zikretmiştir.
Adalete Kün • Toldı admı verir ve onu hükümdar yerine koyar. Devleti Ay • Toldı ismi ile zikreder ve bunu onun veziri saya*. Akıla öğdülmiş adını vermiş ve buna da vezirin oğlu demiş. Kanâate Odğurmış adını verir ve buna da vezirin akrabası der. Bunun hikmeti, bak, bu dört temel üzerinedir; bunları tanzin»
İle kitabı tamamlamıştır. Adalet, Devlet (hükümet), Akıl (ilim), Kanaat (din) evet dört
temel taşı... Bu dört temel taşı nedir. Nasıl olmalıdır? Sarsılmaması için ne
yapmak lâzım gelir? işte Türk milletinin saadetinin, kutluluğunun kitabı [Kutadom
Bilig) bizlere 900 sene sonra dahi kasden unutturulmuş, kasde» öğretilmemiş kıymet hükümlerimizi anlatıyor.
Okuyalım ve KENDİMİZE DÖNELİM. Not: Geçen sayıdaki yazımda pek çok mürettip hatası olmuş, satır
lar karışmıştır. Okuyucularımdan gazetemiz adına özür dile* rîm. E.I.O.
Üniversitelerimizde (Başaralı 6. Saytatau
cin derin bir üzüntü kaynağı olmaktadır. Bugün Türk Üniversitelerinin bir çok bölümle
rine yerleşmiş olan bu zihniyete karşı genç ve idealist bir zümrenin mücadele için harekete geçmiş olması en büyük ümit kaynağımızı teşkil etmektedir. Her türlü siyasî kanaat ayrılığı ve hissî davranışların dışında, objektif ölçülerle hareket eden bu zümrenin üniversitelerimizin kaderine hâkim olarak onları milletimize lâyık bir seviyeye ulaştıracağına inanmaktayız. Son günlerde bu inancımızı kuvvetlendiren misâller de görülmeğe başlamıştır. Bu kutsal mücadeleye yardım etmek ve onu desteklemek her kademedeki Türk münevveri için millî bir vazif* olmaktadır.
s
»EVLET • 14/NİSAN/1969 * SAYFA: 12
SANAYİLEŞME
Bugün tatbik edilen ekonomi sistemine «karma ekonomi» demekten ziyade «karma • karışık ekonomi • adını vermek daha doğru olur. Devletle fert her sahada teşebbüse yetkilidir. Devletle fert arasında ortaklıklar kurulmaktadır, bu şartlar ekonomiyi baltalamakta, özel sektörün teşebbüs cesaretini kırmaktadır . _ .
(1) DEVLETLE FERDİN AYNI SEKTÖRDE BULUNMASI:
Devlet teşebbüsü kendisi ile rekabet edilmesi müm kün olmayan şartlara sahiptir.
a) Vergi kaygısı yoktur, kâğıt üzerinde bir tahakkuk yapılsa bile ödeme İçin tazyiki müm kün deqildir. İster İstemez ertelenir.
b) Maliyet, kâr. zarar kaygısı yoktur, netice ne olursa olsun hazine tarafından karşılanır.
c) Kredi, faiz, vâde meseleleri onu ilgilendirmez, Maliye Vekâleti çare bulmaya mecbur
dur. d) Devlet sektörü vazıı kanunun malıdır, bu va
sıflara sahip olan bir müessese ile karşı karşıya bulunmak cesaret kırıcı neticeler verecektir.
O halde devlet sektörünün varolmadığı sahalara özel teşebbüsün kayması tabii olacaktır. Fakat yatırımcı fert bir gün devletin o sahaya da el atıp • atmıyacagını bilemez ve sonuç olarak ferdi teşebbüs İnşaat vs. gibi müstehlik yatırıma yönelecektir, ve Türkiye'de olan da budur.
(2) DEVLET FERT ORTAKLIĞI: Devlet - fert ortaklığı devletle ferdin aynı sa
hada çalışmasından doğan mazarratlara karşı, bazı açıkgözlerin bulduğu bir paratoner'dir. Neticede de bazı fiilî inkişaflara sebep olmakta, serbest piyasanın temel unsuru olan rekabet'! ortadan kaldırmaktadır. Bu ortaklıklarda fert;
a) Ucuz ve uzun vadeli kredi bulmakta. b) Devlet tesislerini mutlak müşteri lehine ge
tirmekte. c) Devlet otoritesini lehine müdahale için kul
lanmaktadır. neticede fert için esas olan kârlılık olduğundan dev let imkânları da istihlâk malları İstihsaline alınmaktadır.
Her iki uygulama İçin birer örnek verelim; Tekstil sahasında hem devlet hem ferd vardır,
herhangi bir gün devlet munzam bir masraf için para ihtiyacı duyabilir ve bunu temin etmek maksa-dile de dokuma fiatlarına 10 kuruş zam yapabilir, ay m sahada çalışan Bay S. veya Bay B, depolarında kaç milyon metre bez varsa o kadar milyon 10 kuru şu hesap dışı kazanacaktır. Bu haksız bir kazançtır.
Buna karşılık hükümet seçimlerde bîr miktar fazla rey ümidiyle dokuma flatlarında 20 kuruş bir indirim yapabilir. O zamanda aynı sahada çalışan Bay S. veya Bay B depolarında kaç milyon metre bez varsa o kadar milyon 20 kuruş zarara girecektir.
Bu tatbikatların ne zaman ve hangi sektörde ya pılacağım önceden tesbit etmek kabil değildir.
Sonuç olarak özel teşebbüs erbabı daima kuşku içindedir, ilerive matuf bir hesap yapması bir ya tırım plânı uygulaması bir yana, tasavvur etmesi mümkün deöildir
Devlet ferd ortaklığı İçin de bir örnek verelim : B, V, K. bir salça fabrikası kurmak ister; sermayesi buna yeterlidir fakat bu sahaya
a) Bir gün devlet girebilir. b) Bir başka kişi de ortaya çıkabilir,
bunları önlemek İçin meselâ devletin Ş. Şirketi ile bir ortaklık kurar % 75'i kendinde. % 25'i şirketin olmak üzere hisseler tâyin edilir, böylece;
a) Vazıı kanunu lehine müdahale ettirme imkâ nına sahiD olmuştur.
b) Ucuz ve uzun vadeli kredi imkânı bulmuştur, cj Pivasava satamadığı mallarının müşterisi o-
larak devlet müesseselerini garanti etmiştir. Netice olarak bu sahava airecek başka bir mü
teşebbisin imkânları kapatılmıştır. Görülüvor ki Türkiye'de özel teşebbüsün yatı
rım yapmamasından sorumlu olan ferdler değil bizzat devletin ekonomik bünyesidir.
Ayrıca' devlet bankaları da dahil kredi kurumları iktisatçı gibi değil faizci gibi düşünmektedirler. Faiz hadleri (Faiz muhabere ücreti komisyon pul parası) namı altında % 20 vl bulmaktadır. % 20 ücretle kiralanan parayla yapılan üretimin fiyatı da yüksek olmakta îhtlvac mallarının miktarı ihtiyaç sa hiplerine vermemektedir
Durum sövle özetlenebilir; a) Devlet ferd sahasının karışık olması,
I b) Devlet ferd ortakhöının mümkün olması. c) Kredi müddetinin kısa. faiz hadlerinin yük
sek olması Kalkınmayı baltalamaktadır.»
Gençlik Hareketleri ve Üniversite
Prof. Dr. Şaban KARATAŞ
- I -Hür dünyada, bu arada memleketimiz
de, ve demirperde gerisinde meydana gelen gençlik hareketleri yeni değildir. Bunların eskilerinden farkı kendisini daha çok hissettirmiş olmasıdır.
Memleketimizde görülen aktlt gençlik çı kışları baklanda geniş çevrelerin sakin bir tavır takınması manidardır. Bu hareketle re sahip çıkan belirli bazı çevrelerin görüşleri teşhisten ziyade destek veya kınama seklindedir. Öyle sanıyoruz ki, bu hareketleri beğenenlerin veya yerenlerin tutu mu çözüm arama yönünde değildir. Zira bu bir sosyal problemse veya bir sosyal problemler topluluğunun varlığına işaretse, beğenmek veya yermek değil, anlamak çözüm getirecektir. Anlamanın bu çağda 1-tiraz götürmesi pek az muhtemelen önemli vasıtası araştırmadır. Ancak, özellikle, mem leketimiz gençliğinin problemleri gibi, bu problemleri temelinde yatan amiller ve te
Izahür şekil lor indeki anlam da araştırmalara konu teşkil etmiş değildir. Az gelişmiş, çok gelişmiş her memlekette talebenin devlet idare etmeye yeltenmesi şimdiye kadar bu derece şiddet kazanmadığı i-Çin vapılan araştırmaların deskeriptif dozu henüz oldukça yüksektir. Kaldı ki, başka iklimlerde, başka topraklarda ve başka çev relerde yapılmış yeterli araştırma ve güvenilir tahlil sonuçlarının bile bu toprağa ve çevreye tatbik kabiliyeti oldukça şüphelidir.
Türkler ulemâ ihanetine ilk defa maruz kalmış bir cemiyet değildir. Tarihimiz, her bakımdan olduğu gibi. yozlaşmış ulema i-hanetl bakımından da örneklerle doludur. Bir defa bu örneklerden alınacak dersler vardır. Ayrıca Türklerde kültür değtetlrme sancılan da İlk defa duyulmuyor. Islâmi-yetln kabulünden evvel ve sonra, Islâmlye tin kabulü sıralarında Türk gönlünde ve ka fasında meydana gelen çalkantıların yapıcı ve yıkıcı sonuçları incelenebilseydi. bunu inceleyebilecek seviyede ilim adamlarımız olsaydı sokağa dökülmüş çocuklarımızın kafalarındaki İşporta malı fikirlerle ağızla nndaki kiralık sloganlar cemiyetimizi bu kadar rahatsız etmlycccktl.
1968 yılında Üniversite içinde bağlıyarak dışarıya yayılan talebe hareketlerinin çeşitli amilleri vardır. Marcuse, Döbray. Fa non, Reich ve benzeri yazarların dünya gençliğini çılgına çeviren ve herkesin rahatlıkla hissedeceği kadar mevcut adaletsiz İlklerden beslenen dâhiyane tahriklerinin bize sıçramıyacağını far/etmek yanlış olur. Türkiye'de bunların müsveddeleri de türemiş ve değişik kalıplara ustalıkla yerleştirilmiş fikirleri hızla yayılmıştır, halen de yayılmaktadır. Mektebin resmî formasyonu verini sokağın sağladığı cazip imkânlar la besili bir venl militan formasyonuna terk etme İstidatları göstermektedir.
Türkiye'de insan haysiyetine ve içtimaî sulha davalı bir nizamı kurma ve yaşatma çabaları devamlı zorlamalara maruzdur. Os mnlı münevveri gibi Cumhuriyet münevve ri de halkuı dilini konuşmuyor, halkın duy dugunu duymuyor, halkın yanlısını düzelte cegt yerde onu horluyor. Aslında halk insan haysiyetine dayalı bayat tarzının kültür mo tinerini tevarüs etmiştir. Bu verasetin yegâne vasıtası olan aile zinciri gelecek nesU ler için hâlâ değerini muhafaza ediyor. Hal buki insanlık kültür ve medeniyetin nesille re aktarılmasında müessir vasıtalar geliştirmiş adına maarif demiştir.
Maarif yoluyla her yaştaki ve her seviyedeki insana bilgi ve hüner kazandıracaksınız, yani öğretim yapacaksınız, ayrıca bunları terbiye edeceksiniz, yeni tabiriyle eğiteceksiniz. Hangi devirde olursa olsun maarif insanın kendi değer hükümleriyle besleyerek ve çağın bilgilerini kazandırarak başarılı olmuştur. Bu bir muvazene me selesidir. Bu muvazeneyi bozdunuz mu maarif kalmaz, yahut işte böyle (Milli Eğitim) namıyla maruf bir uyur gezer olur çıkar.
Her nesi] kendi devrini anyacaktır. Kendini devrinin aynasından seyredecektir. Fıtratta tekâmülü besleyen bu haslet gencin tabiatına yerleşmiş, onun unsuru, hatta en önem» unsuru haline gelmiştir. Bunun böy le olduğu ezeldenberl bilinir. Hazret) Ali (Çocuklarınızı gelecek devirler İçin yetişti-riniz. çünkü onlar sizin devrinizden başka devirlerde yasamak İçin yaratılmışlardır) der. Bütün bunlar gençlik hareketlerinin a-milleridir Bu amillerin incelenmesi, tesir »ekil ve derecelerinin ortaya çıkarılması başvurulacak İlk çaredir.
Acaba bütün bu âmillerin ve bunlara ek
lenebilecek diğerlerinin ters ve kötü yöndeki tesirleri ile üniversitelerimizin işleyişleri ve müessiriyetleri arasındaki bağıntı nedir? Üniversitelerimiz daha farklı ve daha müessir işleyiş İçinde olursa bu hareket lerin tahribatı azalabilir mi, ters yöndeki gelişmeler olumlu yöne dönebilir mi? Bu soruların cevapları kaba müşahadelerden çı kan sonuçlarla verilemez. Gene de meseleyi biraz daha yayarak üzerinde düşünmek lâzımdır.
Üniversite seviyesindeki müesseselerin başarıları kısa zaman seyri İçindeki değer lendirmelerle anlaşılamaz, hataları da böyle. Halen yerlemiş sayılan üniversitelerimizin hepsi (İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi) bir kısım maddeleri 115 sayılı kanunla değiştirilen 4936 sayılı Üniver siteler Kanununa göre yönetilmekte ve denetlenmektedir. Sonradan kurulan bazı ü-nlverslteler (Atatürk, Karadeniz Teknik ve Hacettepe) de bazı ufak değişikliklere rağmen esas itibariyle bu kanuna tabidirler. Değişik statüde olduğu halde o statünün l-caplarına göre tam İşleyen üniversite Orta doğu Teknik Üniversitesidir. 1961 tarihli Cumhuriyet Anayasası da, her ne hikmetse, 120. maddesiyle 4936 sayılı kanundaki esas statüyü büyük bir titizlikle korumuştur.
Burada meselemizle ilgili konuyu dağıt mamak İçin üniversite muhtariyeti ve ilim hürriyeti konularına fazla girmeyeceğiz. Şu nu belirtelim ki, bu üniversitenin anayasamızdaki anlamı ile muhtar olması ilim hür riyetlnin teminat altına alındığım isbat etmez. Bu. zorbalığın sadece İktidarlardan ge lcecği faraziyesine fazla bel bağlamak olur ve yanlıştır. Fikir ve vicdan hürriyeti bir küldür. Federal Alman Anayasasında bu hür riyet (ilim, san'at ve doktrin hürdür, bu hür riyet anayasaya karşı kullanılamaz) şeklinde teminat altına alınmıştır ve hudutları da belirtilmiştir. Büyüklü küçüklü bütün kanunların gelişmeye açık olması, hareket im kâm vermesi, bilhassa gelişmekte olan cemiyetler için önemli değil midir? Zorbalık gelecekse bilhassa üniversiteden gelir. Taa-subun ve zorbalığın bütün şekillerini ve kay naklarmı görmüş ve tatmış nesillerin torunları defti] miyiz?
Üniversitelerimizin, değişmezliği Ana. yasa teminatı altında bulunan, mevcut sta tüsü ilk balasta her türlü gelişmeye açık görülmektedir. Gerçekten modern standartlarla teçhiz edilmiş hür dünya üniversitelerinde yapılan İncelemeler, bir üniversitenin başarısı için aşağıdaki şartların tahakkuku üzerinde aşağı . yukarı birleşmişlerdir.
1. Millî kültürü ortalama eğitim seviyesinin bir hayli üstünde bir incelik ve derinlikle anlaşılır hale getirmek suretiyle nesillere aktarmak ve muhafaza etmek.
2. İlimde, san'atta. teknolojide, idarede ve siyasette bilgi ve hüner sahibi seçkin a-dam (ellte) yetiştirmek.
3. Çatısı altında toplananlara öncülükte güç, hizmette sorumluluk aşılamak. Yapıcı tenkidle gelişmiş kafa, değişikliklere açık, tevarüs edilene saygılı...
4. Dünya bilgi hazinesine yeni ve orijl. nal bilgiler katmak, bu değerde adamlar yetiştirmek çoğaltmak.
Üniversite çağma gelenlerin hepsinin okutulması dünyada hiçbir devlet tarafından başarılmış değildir, başanlacağı da kolayca beklenemez, İngiltere, üniversite ya-şmdakUerin yüzde sekizini, Amerika yüzde otuz üçünü okutabilmektedir. Kaliforniya'da bu nlsbet yüzde ellidir ve insanoğlunun varabildiği en yüksek nisbettir. Biz üniver site çağındakilerin ancak yüzde üçünü okuv tabilmekteyiz. Nlsbetlerden hareket edecek olursak Uim adamı açığımız cidden korkutucudur. Bizde İlimle uğraştığı farzedilenle* rin nisbeti onbinde birdir. Bu nisbet Amerika'da binde altmış, diğer gelişmiş memleketlerde binde otuz civarındadır. Bütün bun lar İmkân meselesidir. Müessese olarak ti-nlversiteler yukarıda savdan hedeflere basan ile ulaşmakta oldukları inancım yarattıkları seviyede halkın İlgi ve desteğimi, hatta büyük fedakârlığını kazanırlar.
Üniversitelerim'/ yukarıda sayılan hedefleri kanunlarında tesbit etmişlerdir. Üniversiteler Kanununun 3. maddesi bu balomdan fevkalâde açıktır. Bütün mesele sayılan hedeflere ulaşma istidadı ve derecesi-dlr. Her memlekette olduğu gibi bizde de, ilmî araştırmalı/la hüküm verdiği herkesçe farzedilen üniversitelerimizin, şu ilmî bl raz da kendi meselelerine tatbik etmeleri
(Davamı 11 net sayfada)