Çevre Çekud 2 bin fidan dikti berati’na sahip tek sayfa...

1
AVUSTRALYA Başbakanı Tony Abbott, geçtiğimiz hafta sonu Tazmanya Adası’nda bir çiftliği ziyaret etmiş. Tam soğanların yanından geçer- ken eğilip küçük bir kuru soğanı almış ve kabuğuyla bir- likte lezzetli bir elma yercesine zevkle midesine indirmiş. Çev- resindeki herkes ne yapacakla- rını bilmeden şaşkınlıkla olayı seyrederken Abbott, çiftlik sahibi David Addison’a döne- rek “Uzun zamandır yediğim en iyi soğan” demiş. Addison da “İçinden geldi herhalde. Yerken gözlerinin yaşar- maması ilginç” diye basit bir yorum yaparak olayı geçiştirmiş. Bu olay üzerine Abbott hakkında yapılan en ilginç esprilerden biri “Tazmanya Canavarı” benzetmesi olmuş. “E ne olmuş yani biz de soğanı elma gibi yiyenlerde- niz” diyorsanız, muhtemelen a) kabuğunu soyuyorsunuz- dur, b) soğanı tek başına değil de başka yiyeceklerin yanında tüketiyorsunuzdur. Alışılagel- memiş bu görüntülerin ardın- dan psikologların ilginç bir açıklaması var: “Aslında yer- ken çiğ patates, soğan ve elma arasında çok az fark var- dır. Aradaki bariz farkı algıla- yan duyumuz aslında tat değil kokudur. İşin içerisinde bir de görsellik var tabii ki. Göz- leri bağlanarak buruna özel bir maske takılıp çiğ soğan yedi- rilen ama ‘Yediğiniz elmanın yeşil mi, kırmızı mı olduğunu tahmin edin’ yanıltıcı soru- sunu sorduğumuz 100 kişi- den sadece 30’u yediğinin elma olmadığını söyledi. Bu da demektir ki aslında ‘Soğan elma gibi yenmez’ düşüncesi sadece bir inanıştır.” Diyelim ki bu kısmı anla- dık... Peki, soğanı kabuğuyla yemeye ne demeli? Ona da açıklama getirmiş bilim insan- ları: “Soğan kabuğu yenmesi pek keyifli değil ama en azın- dan çayını yapıp içerseniz içer- diği antioksidanlar ve kuersetin maddesinden dolayı çok fay- dalı: 1. Tansiyon ve kötü kolesterolü düşü- rür, 2. Enflamasyonu azaltır, 3. Kas gelişi- mine yardımcı olur, 4. Anti-kansero- jen etkisi gösteril- miştir, 5. Depresyon ve bedensel yorgunluğu azaltır, 6. Gribal enfeksiyonların süresini kısaltır, 7. İdrar söktürür, 8. Yanık ve yaraları çabuk iyileştirir.” Bütün bu bilgilerden bihaber, soğan kabuğunun zehirli olduğuna inanıp yanlışlıkla “Yediğim yemeğe kabuk düşmüş” diyerek mide bulantısı ve zehirlenme belirtileriyle acil servislere başvuranlara ne demeli? Bu olaylar yukarıda anlatmaya çalıştığım nosebo etkisine gerçekten güzel örnekler... Büyürken annelerimiz elmanın yanı sıra zaman zaman bir de soğan tutuştursaymış elimize, bugün Avustralya Başbakanı Abbott’un soğan yemesi gündeme haber olarak düşmezdi elbette... 2 ÇEVRE BERATI’NA SAHiP TEK SAYFA ÇEVRE BERATI’NA SAHiP TEK SAYFA 19 16 Mart 2015 PAZARTESİ Editör: Hüseyin GÜNDOĞDU Engelliler için umut çiftliği İzmir’in Urla İlçesi’nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve İŞKUR desteğiyle hayata geçirilen solucan gübresi üretim çiftliğinde, 1 yıl içerisinde 130 engellinin çalıştırılması hedefleniyor. ÇEKUD 2 bin fidan dikti Kocaeli Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği (ÇEKUD) ve Kocaeli Lider Gençlik İzcilik ve Spor Kulü- bü’nün “Bir Fidan Bin Hayat” programı kapsamında, Kandıra Sarıhocalar bölgesinde 2 bin fidan dikildi. Sapanca Gölü üst seviyeye ulaştı BU soru öyle ara- besk şarkılarda ya da duygusal filmlerde kulağınıza çalınan kli- şeleşmiş romantik sorulardan biri değil. Bilimsel olarak sorul- muş ve üzerinde yıl- larca çalışmalar yapılmış bir soru. Yanıtı ise binlerce insan üze- rinde gerçekleştirilen gözlemler ve incelemeler sonucunda veril- miş. Geçen haftalarda “Her derde deva” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bazı hastalara fiziksel anlamda tedaviye yönelik hiçbir gücü olma- yan (örneğin içi boş ya da şeker doldurulmuş) kapsüller verilerek “Çok işinize yarayacak/iyileşecek- siniz” denilmesi, hastanın da buna inanarak kendisini iyi hissetmesi olayına tıpta “plasebo etki” denil- diğini açıklamıştım. Bir de “plase- bo”nun “kötü ikiz kardeşi” olarak bilinen “nosebo” terimi vardır. Nosebo, plasebonun tam ter- sine insanların kendisine zarar vereceğini düşündüğü etkilere maruz kaldığında, bu etkilerin gerçekte oluşmadığı halde olmuş gibi hissedilmesi halidir. Örneğin ilaçların prospektüslerini okuyan hastaların olası yan etkileri öğrenmesinin hemen akabinde, daha bu etkilerin oluşabileceği süre henüz dolmadan yan etki şikâyetleriyle hastaneye koşmaları tipik bir nosebo etkisidir. Harvard Tıp Fakültesi profesörlerinden Dr. Ted Kaptchuk’un konuyla ilgili geçen hafta yaptığı bir konuşma dikkatimi çekti: “İnsanlarda oluşan sağlık sorunlarının ardında sadece enfeksiyonların, yaşam şekillerinin, genetik ve fiziksel faktörlerin aranması yanlıştır. Nosebo, yani insanların inanç ve korkularının çok ciddi derecede hastalıklara sebep olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.” Gerçekten de tıp tarihi, yanlış teşhis konularak, “Çok az ömrün kaldı” denilen sağlıklı insanların kısa sürede öldüğünü (maalesef daha sonra yanlış teşhis konuldu- ğunun ortaya çıktığını) anlatan ilginç hikâye- lerle doludur. Aslında yanlış bilgi ve inanç- larla hasta olunabil- diğini görmek için kendi toplumumuza göz çevirmemiz de yeterli olacaktır. Sırf inandığı için balıkla yoğurt yiyip zehirle- nen, cereyanda kalıp üşüten, soğuk su içip boğazı şişen, kendisine büyü yapıldığını düşünerek yatak- lara düşen sayısı araştırılsa ortaya çıkacak rakamın büyüklüğünü tah- min edebilirsiniz herhalde. Bu tür garip inanışlar o kadar etkili ki araştırmacı Dr. Fabrizio Benedetti’nin yaptığı araştırmaya bakıldığında şaşırmamak mümkün değil: İnsanlara belli bir mekân gösterilerek “Gittiğinizde oradaki güçlü manyetik alan migren ağrı- larına sebep olacaktır” yalanı söy- lendiğinde mekâna ulaşanların % 80’inde ciddi migren ağrıları başlıyor. Üstelik öyle görünüyor ki, nosebo aynı zamanda bulaşıcı bir etken. Bir kişi “Migren ağrı- larım başladı” deyince yanın- dakilerde de kısa sürede migren ağrıları baş gösteriyor. 1960’lı yıllarda Kuzey Amerika’da bir fabrikada “Zehirli gaz insanları öldürüyor” dedikodusu yayıldıktan sonra onlarca insanın ölümü, fakat sızan gazın hiç de öldürücü olmadığı ortaya çıktıktan sonra şikâyetlerin ve ölümlerin aniden kesilmesi hâlâ açıklanamayan tıbbi bir gerçektir. Şahsen ben de nosebo kur- banlarından biriyim. 1998 yılında yapılan bir testle laktoz intole- ransım (sütlü yiyecekleri tolere edemeyeceğim) teş- hisi konulmuştu. Teşhi- sin hemen ardından bir yemek kaşığı sütü tolere edemeyen ben; 6 ay sonra araştırmayı yapan doktorun, listede bir yanlışlık olması sebe- biyle beni geri çağırıp test sonucunun yanlış olduğunu söylemesiyle tamamen normale dönmüştüm. Bugün zevkle dondurmamı da yoğurdumu da yiyebilmekteyim. Kuzey Carolina The Wake Forest Baptist Tıp Merkezi dok- torlarından Rebecca Wells, geçen hafta tekrar gündeme gelen bu tar- tışmaların ardından yaptığı basın toplantısında, hekimlerin hasta- larla konuşurken ve bilgi verirken kullanacakları kelimeleri dikkatle seçmelerini önerdi. Yanlışlıkla “Öleceksin” denilse inanıp ölebilen canlılarız zira... Peki inanışlarımızın gün- lük yaşantımızı genel anlamda ne derece etkilediğinin farkında mıyız? Bu soruya geçen hafta sonu Avustralya Başbakanı Tony Abbott’un ilginç bir tavrına baka- rak yanıt bulabiliriz sanırım. SAKARYA’nın tüm içme suyu ihtiyacını karşılayan ve geçtiğimiz 4 yıl boyunca kuraklıkla mücadele eden Sapanca Gölü, 32.77 koda ulaşarak en üst seviye doluluk rekorunu kırdı. Sakarya’nın tüm içme suyu ihtiyacını karşılayan, dünyada çok az sayıda örneği bulunan Sapanca Gölü, yaklaşık olarak 4 yıldır mücadele ettiği kuraklıktan kurtuldu. Kış aylarında Sakarya genelinde etkili olan yağışlar sonrasında, daha önceden kuruyan birçok dere tekrar akmaya başlayarak gölü besledi. Uzun süredir en alt seviyede seyreden Sapanca Gölü’nün 32.77 koda ulaşmasının ardından, kuraklıkla mücadele etmek amacıyla Sapanca Gölü’nden Sakarya Nehri’nin bağlantı noktasına yapılan kapaklar açıldı. ‘ISLAK PERİYOT VERİMLİ GEÇİYOR’ SASKİ Genel Müdürü Rüstem Keleş, “Bu yıl ıslak periyot dediğimiz yağışlı aylar gayet verimli geçiyor. Gölümüz 32 metreye ulaştı. Gölün su kalitesinin yenilenmesi ve su yükseklik hızının kontrol altında tutulması için Çark Deresi’nin kapaklarını açtık. Geçtiğimiz yıl bu aylarda Sapanca Gölü 30.40 metre seviyelerindeydi, geçtiğimiz yıl bu aylardaki duruma göre yaklaşık 1.5 metreden fazla bir yükselme var. Bu durum gölümüz için son derece güzel bir gelişme. Havzadan su akışını ve gölün su seviyesini takip etmeye devam edeceğiz. Seviyeyi 32.10 metrede tutmayı hedefliyoruz. Yaz mevsimine girdiğimizde de inşallah 32.10 metreyi stabil bir duruma getireceğiz” ifadesini kullandı. n Ramiz Kaan OKTAR/SAKARYA ‘Öleceksin’ deyince ölenler var AVUSTRALYA BAŞBAKANI SOĞANI ELMA GİBİ YEDİ!

Upload: others

Post on 03-Jun-2020

2 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ÇEVRE ÇEKUD 2 bin fidan dikti BERATI’NA SAHiP TEK SAYFA …im.haberturk.com/images/others/2015/05/08/htgzt_20150316... · 2015-05-08 · kurtuldu. Kış aylarında Sakarya genelinde

AVUSTRALYA Başbakanı Tony Abbott, geçtiğimiz hafta sonu Tazmanya Adası’nda bir çiftliği ziyaret etmiş. Tam soğanların yanından geçer-ken eğilip küçük bir kuru soğanı almış ve kabuğuyla bir-likte lezzetli bir elma yercesine zevkle midesine indirmiş. Çev-resindeki herkes ne yapacakla-rını bilmeden şaşkınlıkla olayı seyrederken Abbott, çiftlik sahibi David Addison’a döne-rek “Uzun zamandır yediğim en iyi soğan” demiş. Addison da “İçinden geldi herhalde. Yerken gözlerinin yaşar-maması ilginç” diye basit bir yorum yaparak olayı geçiştirmiş. Bu olay üzerine Abbott hakkında yapılan en ilginç esprilerden biri “Tazmanya Canavarı” benzetmesi olmuş.

“E ne olmuş yani biz de soğanı elma gibi yiyenlerde-niz” diyorsanız, muhtemelen a) kabuğunu soyuyorsunuz-dur, b) soğanı tek başına değil de başka yiyeceklerin yanında tüketiyorsunuzdur. Alışılagel-memiş bu görüntülerin ardın-dan psikologların ilginç bir açıklaması var: “Aslında yer-ken çiğ patates, soğan ve elma arasında çok az fark var-dır. Aradaki bariz farkı algıla-yan duyumuz aslında tat değil kokudur. İşin içerisinde bir de görsellik var tabii ki. Göz-leri bağlanarak buruna özel bir maske takılıp çiğ soğan yedi-rilen ama ‘Yediğiniz elmanın yeşil mi, kırmızı mı olduğunu tahmin edin’ yanıltıcı soru-

sunu sorduğumuz 100 kişi-den sadece 30’u yediğinin elma olmadığını söyledi. Bu da demektir ki aslında ‘Soğan elma gibi yenmez’ düşüncesi sadece bir inanıştır.”

Diyelim ki bu kısmı anla-dık... Peki, soğanı kabuğuyla yemeye ne demeli? Ona da açıklama getirmiş bilim insan-ları: “Soğan kabuğu yenmesi pek keyifli değil ama en azın-dan çayını yapıp içerseniz içer-diği antioksidanlar ve kuersetin maddesinden dolayı çok fay-

dalı: 1. Tansiyon ve kötü kolesterolü düşü-

rür, 2. Enflamasyonu azaltır, 3. Kas gelişi-mine yardımcı

olur, 4. Anti-kansero-jen etkisi gösteril-miştir,

5. Depresyon ve bedensel yorgunluğu azaltır, 6. Gribal enfeksiyonların süresini kısaltır, 7. İdrar söktürür, 8. Yanık ve yaraları çabuk iyileştirir.”

Bütün bu bilgilerden bihaber, soğan kabuğunun zehirli olduğuna inanıp yanlışlıkla “Yediğim yemeğe kabuk düşmüş” diyerek mide bulantısı ve zehirlenme belirtileriyle acil servislere başvuranlara ne demeli? Bu olaylar yukarıda anlatmaya çalıştığım nosebo etkisine gerçekten güzel örnekler... Büyürken annelerimiz elmanın yanı sıra zaman zaman bir de soğan tutuştursaymış elimize, bugün Avustralya Başbakanı Abbott’un soğan yemesi gündeme haber olarak düşmezdi elbette...

2ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

2ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

ÇEVREBERATI’NA

SAHiPTEK SAYFA

1916 Mart 2015 PAZARTESİEditör: Hüseyin GÜNDOĞDU

Engelliler için umut çiftliğiİzmir’in Urla İlçesi’nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve İŞKUR desteğiyle hayata geçirilen solucan gübresi üretim çiftliğinde, 1 yıl içerisinde 130 engellinin çalıştırılması hedefleniyor.

ÇEKUD 2 bin fidan diktiKocaeli Çevre Kuruluşları Dayanışma Derneği (ÇEKUD) ve Kocaeli Lider Gençlik İzcilik ve Spor Kulü-bü’nün “Bir Fidan Bin Hayat” programı kapsamında, Kandıra Sarıhocalar bölgesinde 2 bin fidan dikildi.

Sapanca Gölü üst seviyeye ulaştı

BU soru öyle ara-besk şarkılarda ya da duygusal filmlerde kulağınıza çalınan kli-şeleşmiş romantik sorulardan biri değil. Bilimsel olarak sorul-muş ve üzerinde yıl-larca çalışmalar yapılmış bir soru. Yanıtı ise binlerce insan üze-rinde gerçekleştirilen gözlemler ve incelemeler sonucunda veril-miş. Geçen haftalarda “Her derde deva” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bazı hastalara fiziksel anlamda tedaviye yönelik hiçbir gücü olma-yan (örneğin içi boş ya da şeker doldurulmuş) kapsüller verilerek “Çok işinize yarayacak/iyileşecek-siniz” denilmesi, hastanın da buna inanarak kendisini iyi hissetmesi olayına tıpta “plasebo etki” denil-diğini açıklamıştım. Bir de “plase-bo”nun “kötü ikiz kardeşi” olarak bilinen “nosebo” terimi vardır.

Nosebo, plasebonun tam ter-sine insanların kendisine zarar vereceğini düşündüğü etkilere maruz kaldığında, bu etkilerin gerçekte oluşmadığı halde olmuş gibi hissedilmesi halidir. Örneğin ilaçların prospektüslerini okuyan hastaların olası yan etkileri öğrenmesinin hemen akabinde, daha bu etkilerin oluşabileceği süre henüz dolmadan yan etki şikâyetleriyle hastaneye koşmaları tipik bir nosebo etkisidir.

Harvard Tıp Fakültesi profesörlerinden Dr. Ted Kaptchuk’un konuyla ilgili geçen hafta yaptığı bir konuşma dikkatimi çekti: “İnsanlarda oluşan sağlık sorunlarının ardında sadece enfeksiyonların, yaşam şekillerinin, genetik ve fiziksel faktörlerin aranması yanlıştır. Nosebo, yani insanların inanç ve korkularının çok ciddi derecede

hastalıklara sebep olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.”

Gerçekten de tıp tarihi, yanlış teşhis konularak, “Çok az ömrün kaldı” denilen sağlıklı insanların kısa sürede öldüğünü (maalesef daha sonra yanlış teşhis konuldu-ğunun ortaya çıktığını) anlatan ilginç hikâye-lerle doludur. Aslında yanlış bilgi ve inanç-larla hasta olunabil-diğini görmek için kendi toplumumuza göz çevirmemiz de yeterli olacaktır. Sırf inandığı için balıkla yoğurt yiyip zehirle-nen, cereyanda kalıp üşüten, soğuk su içip boğazı şişen, kendisine büyü yapıldığını düşünerek yatak-lara düşen sayısı araştırılsa ortaya çıkacak rakamın büyüklüğünü tah-min edebilirsiniz herhalde.

Bu tür garip inanışlar o kadar etkili ki araştırmacı Dr. Fabrizio Benedetti’nin yaptığı araştırmaya bakıldığında şaşırmamak mümkün değil: İnsanlara belli bir mekân gösterilerek “Gittiğinizde oradaki güçlü manyetik alan migren ağrı-larına sebep olacaktır” yalanı söy-lendiğinde mekâna ulaşanların % 80’inde ciddi migren ağrıları başlıyor. Üstelik öyle görünüyor ki, nosebo aynı zamanda bulaşıcı bir etken. Bir kişi “Migren ağrı-larım başladı” deyince yanın-dakilerde de kısa sürede migren

ağrıları baş gösteriyor. 1960’lı yıllarda

Kuzey Amerika’da bir fabrikada “Zehirli gaz insanları öldürüyor” dedikodusu yayıldıktan sonra onlarca insanın ölümü, fakat sızan gazın hiç de öldürücü olmadığı ortaya çıktıktan sonra şikâyetlerin ve

ölümlerin aniden kesilmesi hâlâ açıklanamayan tıbbi bir gerçektir.

Şahsen ben de nosebo kur-banlarından biriyim. 1998 yılında yapılan bir testle laktoz intole-ransım (sütlü yiyecekleri tolere

edemeyeceğim) teş-hisi konulmuştu. Teşhi-sin hemen ardından bir yemek kaşığı sütü tolere edemeyen ben; 6 ay sonra araştırmayı yapan doktorun, listede bir yanlışlık olması sebe-biyle beni geri çağırıp test sonucunun yanlış olduğunu söylemesiyle

tamamen normale dönmüştüm. Bugün

zevkle dondurmamı da yoğurdumu da yiyebilmekteyim.

Kuzey Carolina The Wake Forest Baptist Tıp Merkezi dok-torlarından Rebecca Wells, geçen hafta tekrar gündeme gelen bu tar-tışmaların ardından yaptığı basın toplantısında, hekimlerin hasta-larla konuşurken ve bilgi verirken kullanacakları kelimeleri dikkatle seçmelerini önerdi. Yanlışlıkla “Öleceksin” denilse inanıp ölebilen canlılarız zira...

Peki inanışlarımızın gün-lük yaşantımızı genel anlamda ne derece etkilediğinin farkında mıyız? Bu soruya geçen hafta sonu Avustralya Başbakanı Tony Abbott’un ilginç bir tavrına baka-rak yanıt bulabiliriz sanırım.

SAKARYA’nın tüm içme suyu ihtiyacını karşılayan ve geçtiğimiz 4 yıl boyunca kuraklıkla mücadele eden Sapanca Gölü, 32.77 koda ulaşarak en üst seviye doluluk rekorunu kırdı.

Sakarya’nın tüm içme suyu ihtiyacını karşılayan, dünyada çok az sayıda örneği bulunan Sapanca Gölü, yaklaşık olarak 4 yıldır mücadele ettiği kuraklıktan kurtuldu. Kış aylarında Sakarya genelinde etkili olan yağışlar sonrasında, daha önceden kuruyan birçok dere tekrar akmaya başlayarak gölü besledi. Uzun süredir en alt seviyede seyreden Sapanca Gölü’nün 32.77 koda ulaşmasının ardından, kuraklıkla mücadele etmek amacıyla Sapanca Gölü’nden Sakarya Nehri’nin bağlantı noktasına yapılan kapaklar açıldı.

‘ISLAK PERİYOT VERİMLİ GEÇİYOR’SASKİ Genel Müdürü Rüstem Keleş,

“Bu yıl ıslak periyot dediğimiz yağışlı aylar gayet verimli geçiyor. Gölümüz 32 metreye ulaştı. Gölün su kalitesinin yenilenmesi ve su yükseklik hızının kontrol altında tutulması için Çark Deresi’nin kapaklarını açtık. Geçtiğimiz yıl bu aylarda Sapanca Gölü 30.40 metre seviyelerindeydi, geçtiğimiz yıl bu aylardaki duruma göre yaklaşık 1.5 metreden fazla bir yükselme var. Bu durum gölümüz için son derece güzel bir gelişme. Havzadan su akışını ve gölün su seviyesini takip etmeye devam edeceğiz. Seviyeyi 32.10 metrede tutmayı hedefliyoruz. Yaz mevsimine girdiğimizde de inşallah 32.10 metreyi stabil bir duruma getireceğiz” ifadesini kullandı.

n Ramiz Kaan OKTAR/SAKARYA

‘Öleceksin’ deyince ölenler var AVUSTRALYA BAŞBAKANI SOĞANI ELMA GİBİ YEDİ!