halkın takımı dergisi 17. sayı

29
1

Upload: hakan-kirezci

Post on 17-Mar-2016

250 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

www.halkintakimi.com resmi yayınıdır

TRANSCRIPT

Page 1: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

1

Page 2: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

2

Page 3: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

3

Page 4: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

4

Merhaba dostlar, Umutla başlayıp hüsranla bitirdik 2010 yılını. Kapağımızda da işlediğimiz gibi, artık ayağa kalma zamanıdır. Yeni bir yıl ve yepyeni umut tohumlarını ektik yüreklerimize; bekliyoruz. Kapakiçinde 3. Đstanbul boğazı köprüsüne karşı yapılan ve Halkın Takımı olarak yerimizi aldığımız eyleme ilişkin pankartlarımızı ve bir yenisine başladığımız geleneksel köy okullarına yardım kampanyamızın startına dair fotoğraflar yer alıyor. Hayata Beşiktaş katmaya devam ediyoruz. Gündemin ağır maddesi, üzerimizden pazarlanan futbolda şiddet yasası. Şiddet deyince akıllarına sadece holiganizm gelen kafalara şiddetin asıl sorumlularını teşhir eden ve yasal düzenlemelerde göz ardı edilen bu unsurları örnekleriyle masaya yatıran çarpıcı bir yazı. Konunun detaylı bir analizini üstad Barbaros Tantan’ın kaleminden okuyacaksınız. Sözde barış yapma mazeretiyle ağır tahrik ve provokasyonlarla bir takım ilkel unsurların üzerimize salındığı ve canımızı yakan Bursaspor maçı vak’ası gündemimizden kolay kolay çıkmayacak gibi görünüyor. Bu provokasyonun borazanlığını yapan medyanın konuya yaklaşımındaki ikiyüzlülüğü sergileyen bir analiz de Ferhat Talan’dan geliyor. Mustafa Şakıma (Yeniaçık Mustafa) bu sayıda bir sevda manzumesi göndermiş hepimize. Beşiktaş sevdası üzerine, Beşiktaş’lılık üzerine yüreğinden dökülen en yalın hali Mustafa’nın bu ayki alabildiğine naif yazısında bulacaksınız. Amigo her yazısında yaptığı çağrıyı tekrarlamayı unutmamış elbette, hepimizi yeniaçıkta bekliyor. Çarşı var Yılmaz Yılgın’ın endirek serbest vuruş köşesinde. Herkesin kafasına göre konumlandırmaya çalıştığı efsanevi Çarşı’nın öz niteliklerini kalın kafalar için bir kez daha tekrar ediyor Yumurtakafa Yılmaz. Devamında ise 100. yıl ve sonrasına dair yönetim faaliyetlerine içeriden bir bakış ve bazı konulara temiz bir ışık tutmayı da ihmal etmemiş. Okunması gereken

önemli bir tesbit diyelim ve gerisini size bırakalım. Futbolun sosyolojisi ve küreselleşmeyle birlikte aynı kazanda kaynayan uzlaşmaz çelişkilerin yarattığı rekabetlerin dünyadaki örneklerini inceleyen yazısının ilk bölümünde Bülent Coşkun detaylı bir araştırma sunmuş bizlere. Uzun süredir sohbet ve söyleşilere yer veremiyorduk. Dergimizin ağır emekçisi Ümit Bayezit bu eksiği kapatmak için güzel Beşiktaş’lı Vedat Özdemiroğlu ile tatlı bir sohbet yapmış ve bizler için de kayıt almayı unutmamış. Beşiktaş’a dair yayımladığı şiir kitabıyla ve yine Beşiktaş konulu, ödüllü kısa filmiyle Beşiktaş’ı sürekli yaşayan Vedat Özdemiroğlu’nun bazı özel fotoğraflarıyla da süslediği bu enfes muhabbetini zevkle okuduk ve aynı zevkle sizlere de sunuyoruz bu sayımızda. Futbolun endüstriyelleşme sürecine giriş öyküsü ve Halkın Takımı kavramına diğer takım taraftarının yaklaşımındaki sakatlıklar üzerine tesbitler Hakan Kirezci’den. Geçen sayıda Beşiktaş’ımızın tarihiyle ülkemizin yakın tarihini paralel olarak incelemeye alan Paşa Yılgın’ın yazı dizisine devam ediyoruz. Cumhuriyet’in ilk yıllarını kapsayan bu ayki içeriğini köy enstitüleri, 2. paylaşım savaşı ve 19 Mayıs konuları oluşturuyor. Beşiktaş efsaneleri köşemizin konuğu efsane olmuş bir isim, Madrid panteri Varol Ürkmez. Renkli hayatı, pavyonlar, kumar masaları, cezaevi, içki, kadınlar, sinema dünyası, sahneler ve yeşil sahalarda geçen gerçek bir sergüzeşt olan Varol’un gerçekten ibret alınacak öyküsünü bu köşemizde okuyabilirsiniz. Dergimizin bu sayısını yine üstad Aykut Đlker Mete’nin satranç sayfasıyla bitiriyoruz. Tüm dostlarımız ve kardeşlerimizin yeni yıllarını kutlarken 2011 yılının bizler için tüm hasretliklerimizin bittiği, gururlu ve onurlu bir diriliş yılı olmasını diliyoruz. 18. sayımızda görüşmek üzere…

Page 5: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

5

Haydi! Kalk ayağa… Süper ligin yeni süslüsü olmaya karar veren Başkanımız sezona hızlı girdi. Guti ve Quaresma gibi iki uluslar arası markayı hocamız Bern Schuster’in tecrübeli ellerine teslim ederek bütün kupaları hedef gösterdi. UEFA Avrupa ligi ön elemeleri nedeniyle sezonu en erken açan takım olan Beşiktaş’ımız ilk devre sonunda en yakın rakibinin neredeyse iki katı kadar maç oynadı. Avrupa maçlarında pek sorun yaşamadık; her yönden. Gerek sportif başarı ve gerekse de futbolun kuralları dahilinde oynanmasıyla olabildiğince yüksek bir performans sergileyebilen takımımız asıl darbeyi annemizin öz liginde yedi. Önceleri de dikkat çekmiş ve süper ligin kasaplar ligine doğru evrilişinden duyduğumuz endişeleri belirtmiştik. Rakiplerimizin Beşiktaş’ımıza gösterdikleri yüksek teveccüh sonucu maç maç, birer ikişer tırpanlana tırpanlana, devreyi ve yılı bitirebildik. Öyle ki sadece sakatlardan çıkaracağımız bir onbirin ligde kafaya oynayabileceği bir noktada, onca umut ve heyecanımıza karşın ilkyarı sonucu Liderin 14 puan gerisinde kalmış durumdayız. Futbolun futbol olarak oynandığı Avrupa kupalarında ise

grubumuzdan çıkarak ülkemizi temsil eden tek takım olarak Dublin yolunda ilerliyoruz. Takımların ufak tefek eksikliklerini kapatmaları için kullanılan Ocak ayı ara transfer dönemini takımı baştan aşağı yenileyerek geçiriyoruz. Sezon başında iyice hırslanan Başkanımız, yöneticimiz Serdal Adalı’yı bir kılıç gibi salıverdi Avrupa futbol piyasasına. Adalı da görevinin hakkını layıkıyla yerine getirerek olmaz denileni başardı ve Portekiz milli takımının Q7 den geri kalanını da toplayıp geldi. Fernandez, Simao ve Almeida haberleri, başlarda bazı diğer takım taraftarı kardeşlerimizde don atlet balkonlara çıkma, asfaltlarda çırçıplak koşma duygusu uyandırsa da transferler gerçekleşti ama biz henüz kendilerinin pembe popolarına yollarda rastlayamadık. Tutulmayan sözleri havaların ters gitmesine vererek umudumuzu Mayıs ayına saklıyoruz artık. Đşin şakası bir yana 6+2+2 formülasyonuna birkaç bilinmeyen daha ekleyen bu transferlerle hocamız ne yapacak, yönetim ne yapacak, daha önemlisi takımımız ne yapacak merakla beklemekteyiz. Bu işler bizi aşar deyip beklentilerimizi yeni yıla ve ikinci yarıya yükledik. Bir yandan zemherinin dibine vurduğu tarihlerde oynayacağımız Kiev maçları ve ardından muhtemel Manchester City kapışmasıyla Dublin fenerinde James Joyce’un şerefine rom kadehlerimizi kaldırmayı beklerken, ligde de 17 de 17 düz hesabının peşine düşeceğiz. 14 puan fark varmış, Bursa Beşiktaş taraftarını kente sokmayacakmış, öteki tutmuş, beriki okuldan gelmiş… Artık bizi ilgilendiren mevzuular değildir. Çok canımız yandı geçen birkaç ayda. Cevaben; futbolu futbolcularla oynayarak ve ellerimizi basarak toprağa ağır ağır doğrulacağız; vakti gelmiştir. Kaleye sokmak için top yetmiyorsa sokulması gerekenlerin kalanını da sokacağız. Kulüp yönetimini, borsayı, hissedarları ve menfaat bekleyenleri bilmiyoruz ama taraftar olarak iyi biliyoruz ki Takımımızın 2. yarıdaki mücadelesi şampiyonluklar ya da teneke kupalar için değil Onur’umuz için olacaktır.

Page 6: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

6

Şiddete bulaşmayan var mı ? Sporda şiddet, ülkemizin yıllardır tartıştığı ama bir türlü çözüm üretilemeyen toplumsal bir sorunu haline gelmiştir çünkü sporu da biçimlendiren kapitalizmdir de ondan… Yani kazanma, kazanma üzerinden aşırı rant elde etme hırsı… Taraftarı, futbolcusu ve yöneticisi buradan besleniyor. Bunu dedikten sonra soralım; şiddete bulaşmayan var mı? Bu soruyu yöneltmenin ve realiteye dayalı yanıt aramanın tam zamanı… Yıllar önce Belçika’daki bir stadyumda maç sırasında yaşanan şiddet dolayısıyla dünya ayağa kalkmıştı ama ne o şiddet bitti ne de o şiddetten beslenenler azaldı. Bunu söylemişken, şiddeti yok etmeye yönelik iyi niyetli adımları atanları da görmezden gelemeyiz. Son ve ciddi bir adım, ne yazık ki Beşiktaş’ın önemli bir maçı sonrası atılmak zorunda kaldı. Türkiye spor tarihine de belki bu yönüyle anımsanacak bir yasa bırakılmış olacak. Bu sezon Avrupa macerasında adını son 32 takım arasına yazdıran Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi'ne kalabilmek için oynadığı 3 ön eleme turunda Vikingur, Victoria Plzen, HJK Helsinki'yi saf dışı bıraktı. Sonra da (L) Grubu'nda Porto, Rapid Wien ve CSKA Sofya ile mücadele etti. Bu grupta oynadığı 6 maçı 4 galibiyet, 1 beraberlik ve 1 mağlubiyet ile kapatan Beşiktaş, topladığı 13 puan ile grup ikincisi oldu. 2011 yılında da, Türkiye'yi temsil edecek tek takım olma onurunu yakalayan Karakartal, aynı zamanda kulübüne önemli miktarda maddi kaynak da sağladı. Beşiktaş, gruplardan çıkmayı başardığı için yaklaşık 10 milyon Euro'yu kasasına koydu. Reklam, pazarlama ve yayın gelirleri toplamı karşılığında bu geliri elde eden Siyah Beyazlı kulüp, UEFA'da yoluna devam ederse kazancını da arttırmaya devam edecek. Peki, böyle bir takımın taraftarı neden şiddete bulaşsın ?

Eğer böyle bir takımın taraftarı şiddet olaylarıyla anılıyorsa, bunda rakip takım taraftarlarının rolünün önemli olduğu ve dahası ciddi provokasyonlar yaratıldığı unutulmamalıdır. Yeri gelmişken söyleyeyim, Sporda Şiddet Yasası’nın çıkarılış tarihinin Beşiktaş-Bursaspor karşılaşması sonrasına denk gelmesi (olaylar bahane edilerek) ağrıma gidiyor. Belleğimizde kalmıştır çoğumuzun, futbol tarihimizdeki olaylı maçlardan sadece 5’ini bile anımsamak yeterli olacaktır. Đşte o maçlar… 66 yıl önce bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı Tarih 23 Şubat 1934. Yer Taksim Stadı ve ezeli rakipler karşı karşıya. Gergin başlayan maçın 4. dakikasında Zeki Rıza'nın sert bir müdahalesinin ardından iki takım oyuncuları birbirine girer. Sonraki dakikalarda da gerginlikler ve ufak tefek kavgalar devam ederken, kıyamet 60. dakikada kopar. Galatasaray’lı Kadri Dağ'la rakibi Mehmet Reşat arasında yaşanan bir pozisyon sonrası ortalık karışır. Đki takım oyuncularının kavgasına tribünden inenler de karışınca, maç yarıda kalır. Maçın sonrasında dönemin lig yönetimi Fenerbahçe kalecisi Hüsamettin'e ömür boyu men, Galatasaraylı Tevfik ve Fenerbahçeli Fikret'e altı ay olmak üzere, iki takımdan toplam 17 futbolcuya çok ağır cezalar verir. Kayseri-Sivas olayları: 38 Ölü Türk futbol tarihinin en kara yapraklarından biridir. Söz ederken bile insanın kanı donuyor. Takvim yaprakları 1967 yılının 17 Eylül’ünü gösterirken Kayseri'de oynanacak olan karşılaşma öncesi, iki kent arasındaki tarihi rekabetin de neden olduğu bir gerginlik söz konusu. Yaklaşık 5 bin Sivas taraftarı maçı için Kayseri'ye gider.

Page 7: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

7

Kayserispor'un golü üzerine sahaya taş yağmaya başlar. Tribündeki Kayseri’liler taş ve sopalarla Sivas taraftarının üzerine yürür ve facianın fitili ateşlenir. Stat çıkışlarının yetersizliği ve tribünlerin kalabalığı yüzünden 1985'de Heysel'de yaşanan benzer bir facia tablosu ortaya çıkar ve 38 Sivasspor taraftarı ‘’havasızlık ve sıkışma’’ gibi nedenlerden ötürü tribünde hayatını kaybeder. Maç sonrası her iki kentte de gerginlik uzun süre devam eder. Sivas'ta olayların duyulması üzerine Kayseri’li vatandaşlara ait işyerlerine ve mülklere saldırılar düzenlenir. Sivas'taki olaylar ancak çevre illerden gelen asker desteğiyle bastırılabilir. Olay sonrası özellikle iki kentin mülki amirlerine görevden alma ya da tayin gibi cezalar verilirken, Kayseri'de yaşananlar Türk futbol tarihinin en kara günü olarak tarihe geçer. Beşiktaş şampiyon, Eskişehir küme düşüyor ve maç yarım kalıyor. 1981-1982 sezonunun son haftası. Eskişehir'de her iki takım açısından da önemli bir maç olacağı kesin. Beşiktaş kazanırsa 15 yıl sonra şampiyon olacak, Eskişehirspor yenilirse küme düşecek… Ziya Doğan Beşiktaş’ı öne geçirir. Eskişehirspor 51. dakikada beraberliği yakalar ancak 76. dakikada yine Ziya Doğan'ın Beşiktaş'ı öne geçiren golü gelince stat birden karışır. Tribünlerden sahaya inenler olur. Eskişehirspor’un yedek kulübesinden bazı kişiler hakemi tartaklar ve otoritesiyle tanınan hakem Talat Tokat maçı tatil eder. Yardımcı hakemlerden biri de tribünden atılan bir taşla yaralanır. Federasyon daha sonra maçı Beşiktaş adına galibiyetke tescil eder ve Beşiktaş yarıda kalan bir maçla da olsa 15 yıl sonra şampiyonluk sevinci yaşar.

Bariç'e atılan taş Tarih 11 Şubat 1998, yer Trabzon Avni Aker Stadyumu. Türkiye Kupası çeyrek final rövanş

maçında Trabzonspor-Fenerbahçe karşı karşıya. Đlk maçı Fenerbahçe 2-1 kazanmıştır. Maçın 75. dakikasına kadar bir anormallik yoktur. Trabzonspor'un 1-0 önde oynadığı sırada tribünden atılan bir taş Fenerbahçe teknik direktörü Otto Bariç'in “başına” isabet eder. Hırvat teknik adam yerde kalır. Etrafına toplanan kalabalık Bariç'i ayıltmaya çalışırken, Fenerbahçe takımı, başkan Ali Şen'in talimatıyla sahadan çekilir ve hakemin uyarılarına rağmen geri dönmez. Bunun üzerine maç tatil edilir. Fenerbahçe hükmen mağlup sayılır ve Türkiye Kupası'ndan bir yıl men cezası alır.

Maç uzun süre ülke gündemini işgal etti. O dönem Bariç'in tercümanlığını yapan Cemşir Muratoğlu, yıllar sonra Hırvat hocanın o gün numara yaptığını itiraf eder ama neye yarar? Kimsenin izleyemediği Diyarbakırspor - Altay maçı 2000-2001 sezonunda devlet desteğini de arkasına alan Diyarbakırspor’u Süper Lig'e çıkarmak için kent hummalı bir çalışma içindedir. Konyaspor maçında yaşanan bazı olaylar geçiştirilse de uzun süre gündemde kalır. Yükselme grubunun son maçı Diyarbakır'la Altay arasındadır. Aynı puanda olan takımlardan Altay'a beraberlik yarıyor. Bu şartlar altında, TRT'nin naklen yayınlayacağını duyurduğu maç son anda naklen yayın programından çıkarılır. Đzmir'de gelen gazeteciler ve bazı ulusal basın mensupları stada alınmaz. Alınanların da fotoğraf makinesi ve kameraları toplanır.

Page 8: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

8

Karşılaşmayı Diyarbakırspor kazanır ancak maç öncesi Altay’lı oyuncuların ve bazı gazetecilerin darp edildiğinden de tutun da, Altay'ın soyunma odasına zehirli gaz sıkıldığına dair haberler medyadan eksik olmaz. Bütün bunlar kayıtlara geçen yaşanmışlıklardan sadece birkaçı. Şimdi; Çıkartılacak yasayla cezalar artacak ve caydırıcı olacakmış, umarım beklendiği gibi olur. 5149 sayılı mevcut kanunda öngörülen değişikliğe göre, spordaki şiddet olaylarına özel yetkilendirilmiş mahkemeler ve hâkimler bakacak; güzel… Şike ve teşvik primine 5-12 yıl, statlara silah, delici, kesici alet sokulması durumunda ise 3-5 yıl sahalardan men ve 1 yıl hapis cezası verilecek; bu da güzel… Çirkin ve kötü tezahürata 2-4 yıl, şiddet olaylarına karışanlara ise 2-5 yıl hapis ve ömür boyu statlara girişten men cezası verilmesi öngörülüyor; çok daha güzel… Holiganlar ceza aldıkları takdirde Avrupa’da olduğu gibi maç günleri bağlı oldukları polis merkezine giderek mücadele bitene kadar gözetim altında kalacak; eh daha ne olsun ? Bütün bunlara rağmen, sporda şiddete son vermek için sadece yasa çıkarmanın yeterli olmadığını herkes biliyor ama Beşiktaş gibi bir kulübü de karalama kampanyasına alet ederek

yasal düzenleme yapma yolunu tercih ediyorlar. Hadlerine mi ? Soruma yanıt aramaya devam ediyorum. Tribünlere bulaşan şiddetin onaylanması mümkün değil ama o şiddetin sosyolojik, psikolojik ve ekonomik nedenlerini ortadan kaldırmadan tamamen yok edilmesi de mümkün değil. Hal böyleyken, bir de basiretsiz kulüp başkanları ya da yöneticiler tribün şovlarına yöneliyor, tribüne oynarken gereksiz açıklamalarla herkesi geriyor ve tansiyonu yükseltiyor ama şiddet sarmalından herkes payını alırken, onların kılı kıpırdamıyor.

Soruyorum; hangi kulübün yöneticisi şiddete bulaşmamıştır ki ? Bence böyle bir kulüp ve yöneticisini bulmak çok zordur çünkü ya hakemden, ya kötü saha koşullarından, ya rakip takımdan ya da kendi oyuncularından şikayetçi olurken; incitici, şiddet yanlılarını kışkırtıcı kelimeler kullanılmıştır. Peki, sonuçları itibarıyla taraftar arasından kişilere çeşitli cezalar verilirken, kulüp takımları spor müsabakalarından men edilirken, sahaları kapatılırken, belki de o şiddetten birinci derecede sorumlu olan kulüp başkan ve yöneticilerine ceza verildiğini duydunuz mu hiç ? ‘’Duydum, hak mahrumiyeti cezaları aldılar’’ diyen çıkabilir. O cezalar göstermelikten öteye taşınamamıştır. Yasa koyucu Meclis’in ‘’şiddeti azaltacak yasa’’ çıkartmasına yardımcı olacak komisyonun adı ne biliyor musunuz ? Söylerken bile yoruluyor insan: ‘’Spor Kulüplerinin Sorunları ile Sporda Şiddet Sorununun Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirleyecek Araştırma Komisyonu’’… Adı kadar hiddeti de etkili olur belki de, sporda şiddete son verilir. Aksi halde, sporda yaşanan şiddet yasa masa tanımaz hale gelecek.

Page 9: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

9

Taraftarlar ‘terörist’… Peki siz çok mu masumsunuz ? Böyle diyordu dünkü haber bültenlerinde bütün kanallar. “ Futbol teröristleri olay çıkardı. Çok sayıda yaralı var. Gerçek futbolseverler futbol sevgisinden mahrum kaldı” Son oynanan Beşiktaş –Bursaspor maçı öncesi yaşanan kavgalarda 3 taraftar bıçaklandı. Görüntüler hemen tüm haberlerde, defalarca “teröristler” ifadesiyle verildi. Peki, neydi medyayı bu kadar “duyarlı” hale getiren? Yaşanan olaylarda 3 kişinin bıçaklanması mı yoksa yaşanan kaos ve gerginlik ortamından nemalanması mı? Futbol sahalarında maalesef genelde görmeye alışık olduğumuz görüntülerde medyanın hiçbir suçu yokmuş gibi haberleri vermeye çalışması ve özellikle spor medyasının futbolun güzelliğini, “fair play” i anlatmaya çalışması, aklıma “bu ne perhiz , bu ne lahana turşusu” sözünü getiriyor. Bursaspor taraftarı ile Beşiktaş taraftarı arasındaki husumetten bahsettiler gün boyunca. 6 sene önce Bursaspor’un küme düştüğü sezonda Beşiktaş’ın, Bursaspor un rakiplerine maçları bilerek verdiğini düşünen Bursaspor taraftarı Beşiktaş’a düşmanlık biriktirmiş, bunun neticesinde Valilik kararı gereğince uzun bir süredir Bursa’ daki maçlara Beşiktaş taraftarı , Đstanbul’ daki maçlara ise Bursa taraftarı alınmıyormuş. Nihayet bu sene iki kulüp arasındaki gerginliğin sona ermesi için araya devlet “büyükleri” girmiş ve deplasman taraftarına izin çıkmış. En sonunda yaşanan olaylardan sonra “izin çıktı, bu durumlar yaşandı” diye buyurdu güzide spor medyamız. Peki sormazlar mı, yıllarca sizin büyüttüğünüz, körüklediğiniz nefret kültürü, renkli sayfalarınızda yansıttıklarınız futbolun, sporun hangi güzelliğini yansıtıyor?

Sermaye egemenliğinin futbolda tamamen söz sahibi olmasıyla, yaşanan tribün olaylarının bağlantısı su götürmez bir gerçektir. Fanatik gazetesinin internet sayfasında olaylarla ilgili bir okuyucu yorumu aynen şöyleydi “Trabzon’a gelince daha büyük bir katliam göreceksiniz ey Bursalılar”. Bir başka sitedeki yorum ise “Ermeni Alen’in çocuklarına Bursa’yı dar edeceğiz, bundan sonra Bursa’ da kimse siyah-beyaz giyinemeyecek “ Aslında bu iki yorum tribünlerdeki şiddet konusunda medyanın tutumunu bir güzel anlatıyor. Eğer okuyucu yorumlarına gazeteyi eleştiren bir yazı yazsanız elbette yayınlanmayacaktır ama bu yorumlara kolaylıkla yer veriliyor, editörlerce onaylanıp yayınlanıyor ve bir üstteki “futbol teröristleri” benzetmesi o gazeteyi kurtarmıyor. Kendi yarattıkları durumun elbette farkındalar çünkü günümüzde her alanda olduğu gibi kapitalizmin medyası şiddet, kaos, nefret üzerinden besleniyor. 2000 yılında Đstanbul‘da 2 Leeds United taraftarının ölmesi ile sonuçlanan olaylar sonrasında spor medyası haberi “sahada da dışarıda da sonuç aynı; 2 gol attık ..” şeklinde vermişti. 80 sonrası cuntanın yarattığı bir şeydi tribün olayları, 90’lar da ise hayatımıza tam anlamıyla giren spor medyası, televole kültürü, mafya-işadamı karışımı kulüp yöneticileri, bunlara her alanda çanak tutan medya .. Spor programı adı altında medyada terör estirenler, hakemin bir defa görme şansı olduğu pozisyonu defalarca izleyip yine de “anlaşamayıp” kaos yaratanlar, sponsorlar aracılığı ile sporun teşvik edildiğini savunup bir yandan amatör kulüpleri kapattıranlar, kulüplerin milyon dolarlık vergi aflarını yaratanlar, menajerlik şirketi kuran futbolcular, şehrinin takımı için her türlü yasadışı rantı yaratan milletvekilleri, şehirler arası futbol düşmanlığını pekiştirip ”vatan-millet-sakarya” üçlüsünü stadyumlarda yaşatmaya çalışanlar; sizlerin hiç mi suçu yok ? Kemal sunalın “Kibar Feyzo” filminin meşhur final sahnesi vardır. Şaban sorar hakime “ Bu işin sonu neye varır ben bilmirem. Sen devletsin, sen büyüksün. Gayrı hükmü sen ver kurban, suç kimde? Metin Kurt hocanın güzel bir sözü var, “futbol sahada güzel,borsada çirkindir” Đşin özeti budur… Kapitalizm bütün güzellikleri kirletir. Yaşanan çirkinliklerin suçluları da onlardır işte.

Page 10: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

10

Bu aşkın tarifi sensin şanlı Beşiktaş’ım… Merhaba sevgili kartallar, hepinizi saygıyla ve sevgiyle, kartallar gibi kucaklıyor, bağrıma basıyorum. Aşk Seni sevmek demektir Beşiktaş’ım. Ölüm olsa uğruna şerefiyle ölmektir Beşiktaş’ım. Umudun adı olmaktır Beşiktaş. Yalnız kalana el uzatmaktır, sokakta kalana bir el atmaktır Beşiktaş. Bir sevdadır, hüzündür, hayattır, pembe hayallerin gerçeğidir Beşiktaş. Esir edilemeyen duyguların Onur’u, Azad edilmesi gereken şereftir Beşiktaş.

Tuncer’ dir, güçsüze arkadaşlık edendir Beşiktaş. Ders verilmesi gerekilen, yaratılmak istenen başka krallıklara karşı kralınıza değil, alayına karşı duruştur Beşiktaşlılık. Hangi kapalı kapılara koysanız da, elbet Onuruyla Azad edilecek gündür Beşiktaş. Hayata siyah beyaz bakan ancak renklilerden daha çok

gerçeği görüp yüreğini pankartlarla ve sesiyle haykırmaktır Beşiktaş. Birbirine sahip çıkmak bir yana, haklı olanın yanında; mazlumun, yetimin, kısacası insan olanın yanında olmaktır Beşiktaş. Her tarafının rengârenk olmasına çalışılan hayatın gerçeğini gözler önüne sürerek, siyah-beyaz kalmaktır Beşiktaş. Yüreğini eline alıp, sevdiğini gerektiğinde geride bırakıp, ıssız bir adada dahi olsa yalnız olmadığını anlatmaktır Beşiktaş. Şeref’iyle oynayıp Hakkı’yla kazanmaktır Beşiktaş. Nice nasıl geldiği belli olmayan şampiyonluklar yerine küme düşmeyi bile göze almaktır Beşiktaş. Endüstriyel futbol tüm kılcal damarlara işlese de biz amatör ruhu benimseyip parasız kolej takımı olmanın mutluluğuyla 3 korner 1 penaltıdan yana olmaktır bizce Beşiktaşlılık ve taraftarlık. Yürüdüğünde arkanda binler, onbinler olsa da; statta, sette olan için o setten indiğinde adam olmaktır Beşiktaş. Musalla taşına uzatıldığında arkandan o bir Beşiktaş’lı idi ama harbiydi denilecek kadar gerçek değer verilmektir Beşiktaşlılık. Yürüdüğünde dağları titreten, bağırdığında sesini dünyaya duyuran, gönülden sevdiğinde Eros’a aşkı öğretmektir Beşiktaşlılık. Mecliste, halk dilinde, mahalle kahvesinde, amatör kümede, düşmanların ve eziklerin bile dilinde senin bestenin söylenmesidir Beşiktaş. Sen vardın hiçbirisi yokken ve hep olacaksın dilimizde aynı şevk ve azimle Beşiktaş’ım. Kaç puan aldığından çok hangi organizenin içinde temiz kaldığındır bizim aynamız. 90 dakika herkes tabelaya bakarken biz armanın asaletine bakıp, renklerine bir kez daha âşık oluyor ve şöyle diyoruz; sana gelmediğimiz gün öldüğümüz gündür; bu böyle biline. Yeni Açıktan, herkesin gözü kulağı Kapalısından, eskisinden, yeri geldiğinde numaralısından haykırılan “bizimkisi bir aşk hikâyesi” dir Beşiktaş. Seni sevmek yürek ister, girdiğin gönülden çıkmayan, terk etmeyen tek sevgili sensin Beşiktaş’ım. Sana âşık olmak için taraftarına bir bakmak yeter. Sana aşık olmak için renklerine, armana asaletine, Şeref’ine ve Hakkı’na bakmak yeter. Seni, sen olduğun için değil; senin ben olduğun için sevdim Beşiktaş’ım. Okulda bir sevda tarif edin dediler ben sınav kağıdına üç kelime, sekiz harf; sadece seni yazdım Beşiktaş’ım. Sınav dan belki kaldım ama ben esas hayatı kazandım. Kız arkadaşım önce

Page 11: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

11

ben mi yoksa Beşiktaş mı, tercih yap dedi. Ben “güzelim sana erkek, bana kız çok” dedim; vapurdan indim, Dolmabahçe’den sana koştum Beşiktaş’ım. Đkimiz de mahallenin asi ama sessiz delikanlısıydık ama yürekleri hep biz yakardık iyisinden. Sen olmazsan Beşiktaş der, eklerdik seni de soframıza, ekmeğimize; aşımıza katar, sevdiğimize bile senin cümlelerinle bağırır, aklımızda fikrimizde hep sen olurdun Beşiktaş’ım. Öyle işlemiştin ki yüreğimize bir anımı paylaşayım sizle ne demek istediğimi anlayın diye; PSG maçından sonra içimizde balık yaşarcasına ıslandığımızda, bizi neredeyse zorla taksiye alan abinin sorduğu soruya cevabımız oldun Beşiktaşım. “Ne oldu size çocuklar? Denize mi attılar sizi bu kadar ıslandınız?”. Buna benim cevabım ise (1997 yılıydı herhalde yanlış hatırlamıyorsam) “Hayır abi, aşkımız için her şeye değer abi.” “Hı…” dedi abi; “demek kızın abisine yakalandınız o da sizi denize attı. Geçer, gençsin daha”. yine sözü aldım; “Yok abi, biz Beşiktaş için, ona aşkımızı desteğimizi vermek için onca yağmura rağmen yeni açıkta, herkes setten, yanımızdan ve tribünden bir yerlere kaçarken, biz 100 kişi de kalsak, ölsek de burda ölelim dediğimiz için bunca ıslandık. Hiçbir aşk bizi bu kadar yakamaz ve o mübarek yağmur bile bizim Beşiktaş aşkımızı söndüremez.” Adam da Beşiktaş’lı çıkınca “Madem siz Beşiktaş’ı sevdiğinizden bunca yağmur yiyip hasta oldunuz ben de sizden para almıyorum çocuklar, çünkü yeniden âşık ettiğiniz beni Beşiktaş’a” dedi, yola devam ettik. Herkesin gözüyle, sözüyle hareket etmek yerine piyonları tutanların peşinde olmaktır Beşiktaşlılık. Abilerin deyişiyle bizim kimseyle derdimiz olmaz, olan da buraya gelir çözülür; adam olmaktır Beşiktaş lılık.

Bizlere holigan derken son holigan, tribünlerin başöğretmeni, Bizlerin Optik Başkanı, ailesinin Mehmet’ini anlamaktır Beşiktaşlılık. Yorumculuların hepsine kendi üslubuyla ders veren Vedat Okyar’dır, Beşiktaşlılık. Mühendislik yerine toprağa gömülen ve atkısı hepimize emanet olan Mühendis Oktay’dır Beşiktaşlılık. Yıllarca nice başarılar kazanmasına, kupalar kaldırmasına rağmen sadece kol saati hediye edilen ancak metrobüsle bile salona gelse amatörün, ruhun, forma aşkının ne olduğunu dosta düşmana gösteren; halkın takımı ruhunu bütününe yansıtarak, hentbolda uçuşun sadece

kartallara özgü olduğunu bilmektir Beşiktaşlılık. Halkın Takımı olmaktır Beşiktaşlılık. Gerektiğinde arenaları kapatıp eğlencenin kralını yapabilmek, yürüdüğünü, konuştuğunu bilmektir Beşiktaşlılık. Doğumda içinde olduğumuz beşikten, ölümüne konulacağımız taşa kadar geçen tüm hayatımda sen varsın, hayatın kısaca anlamı sensin. Bu hayat ise yediğimiz soğandan bal böreğe kadar hepsi sensin Beşiktaş’ım. Hey sen; Eğer ki sen de bizim duyduğumuz niyet ve istekle, insancıl olan her şeye insanca bakabiliyorsan; herhangi bir yerlerde haksızlık yapılıyor ve için sızlıyorsa, 90 dakika sonunda sonuç ne olursa olsun, armaya ilk maçta yeniden âşık oluyorsan; yeri geldiğinde protestonun kralını yapabiliyorsan sen, sen değilsindir; sen Beşiktaşsın artık.

Ben seni anladım Beşiktaş’ım kalbimsin, sen varsan yaşarız biz, yoksa mezara koymadan ölü, Ya siz bizi anladınız mı bizi? O zaman gelin bu aşkın bekçileri olarak yeniden insanca, kapalıyla daha sıkı bir parça olarak yanımıza… Yeni açıktan aşkımızı haykırmaya… Siyah beyaz hayatı anlamaya, anlatmaya, yaşamaya.

Yeni yılın tüm Kartallara, tüm siyah-beyaz kalplere umut, sağlık, mutluluk ve huzur getirmesi dileğiyle yeniden görüşmek üzere hoş kalın; Halkın Takımı Beşiktaş’ımızla kalın.

Aşığım sana DOYAMIYORUM Ne de güzelsin BAKAMIYORUM Seni sevmeye KIYAMIYORUM Bu ne büyük AŞK Şanlı BEŞĐKTAŞ Bu aşkın tarifi yok ki seni sevmek yaşam biçimi, Dertlerin sevinçlerinle Kartalım Nice Senelere. Sevgilerimle, Amigo Mustafa

Page 12: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

12

Aslında ne olmuyor? çArşı… Senelerce yorumlar ve tartışmalar yapıldı. Kimisi yerdi, kimisi övdü. Eleştirenlerin bir bölümünün değerlendirmesi; çArşı’nın bir grup serseriden oluşan, sırtını yönetimlerden birilerine dayamış bedavacılardan oluştuğuydu. Hatta bazıları kendileri ile de çelişerek çArşı’nın yönetim üzerinde baskı oluşturarak kulisler yaptığı ve Beşiktaş Kulübüne istediği yönetimi getirdiği şeklindeydi. Eleştiriler böyle ucu tutulamayan değerlendirmelere tabi olmasına karşın çArşı, somut olarak ortaya koyduğu tavrıyla, o kapalı kapılar ardında eleştiri koltuğuna kurulmuşları rahatsız etmeye devam etti.

çArşı’yı tribünde gönül birlikteliğine taşıyan sadece Beşiktaş sevgisi değil; emekten, yaşamdan ve hiçbir ayrım gözetmeksizin insandan yana olmasıdır. Sevenleri de var, çok sempatik bulanlar da; fakat anteni çekmeyenler, Beşiktaş ile bütünleşmiş “çArşı” gerçeğini

birbirinden koparmak için “havanda su dövmeyi” başarı sanıyor. Tribünlerde, sanatsal faaliyetlerde, kahvelerde ve bilumum açık alanlarda; siyaset kurumunun faal olduğunu, sadece üzerindeki küllerin temizlenmesi gerektiğini insanlara anlatarak; toplumun vicdanı, sesi, gözü ve kulağı oldu. Kısaca “çArşı” fenomen bir yapıya sahip olduğunu fazlasıyla ispatladı. Bazıları yönetimi destekliyor veya istemiyor diye eleştiri getirebilir. Bu da doğaldır. hiç kimse eleştirilmez değildir zaten. Eleştiri-özeleştiri olmadan da doğruları bulamayız, öyle değil mi?

Sene 2002-2003… Beşiktaş’ımız Serdar Bilgili başkanlığında şampiyon. Çilekli tesislerinde taraftarlar ile birlikte şampiyonluk kutlaması yapılıyor. Kafalar güzel; havuza atılanlar vs. derken Hüsnü GÜRELĐ, Yıldırım DEMĐRÖREN ve futbolculardan Tümör, Ahmet DURSUN, Tayfur, Ali EREN aramıza katılıyor. Kadro Sinan ENGĐN ve LUCESCU ile tamamlanıyor.

Şampiyon olmuşuz ya, bu akşam içmesek de olur artık. Zaten hepimiz şampiyonluğun sarhoşluğuna kaptırmışız kendimizi… Selim (Đnci baba) ile birlikte ayak üzeri sohbet ediyoruz. “Keşke” diyoruz “başkanımız BĐLGĐLĐ değil de DEMĐRÖREN olsaydı; süper olurdu…” Bize karşı tavrını ve samimiyetini, içindeki Beşiktaş

Page 13: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

13

sevgisini değerlendiriyoruz. Herkes olumlu görüşe sahip. 2003-2004 sezonu; malum, hepimizi üzen bazı ayak oyunları ve BĐLGĐLĐ’ye yapılan çirkin saldırı yine alakasız olduğumuz halde çArşı’ya mal edilmişti. Oysa o saygısızlığı yapanlar, BĐLGĐLĐ Başkanın etrafındakilerden başkası değildi. Ne olursa olsun saha içinde veya dışında insanlara ağır hakaretler etmek hoş değildir. Đnönü’de Fener’le maç yapıyoruz. Alpay’a ve manken eşine çok ağır hakaretler sınır tanımıyor. Cem ile birlikte tribüne bağırıyoruz, Alpay’la uğraşmayı bırakın takımı destekleyin diye fakat kimse bunu dikkate almıyor. Alpay ise hayatının maçını ortaya koyuyor ve sahadan yenik ayrılıyoruz.

2003-2004 dönemindeki olayların ana sebebi neydi? Ayrıntıları tam olarak öğrenemesek de Sinan ENGĐN’in bu ve bundan sonraki bazı işlerinden ötürü kötü bir imajla karşı karşıya kaldığı bir gerçek. 30 Mayıs 2004 tarihinde istifa eden Serdar BĐLGĐLĐ’nin yerine tam da bizim istediğimiz gibi Yıldırım DEMĐRÖREN geliyor. Tabii ki mutluyuz mutlu olmasına da bu mutluluğumuz pek fazla sürmedi ve gerek ligde gerekse kupada maalesef başarıyı yakalayamadık. Üstelik bir de Çaykur Rize deplasmanında Sinan ENGĐN’in sahadaki oyunculara maça asılmamaları ile ilgili telkini televizyona yansıyınca hepimiz buz kesmiştik. Keza Akçaabat maçında da benzer sahneler… Sonuç; Bursaspor küme düştü, 2 Karadeniz takımı ligde kaldı. S Daha da kötüsü; Bursaspor’lularca hiç yoktan Şanlı Beşiktaş tarihine çamur atmalar başladı. Başarısız geçen sezonu sorgulayacaklarına, Sinan ENGĐN’in yakışık almayan bazı

tutumlarından dolayı camiamıza düşmanca tutumlar izlenmeye başladı. Tabii tek başlarına pek bir şey elde edemeyeceklerini anlamışlar ki trafik plakaları “6” ile biten tüm takımlara çağrıda bulunarak Beşiktaş düşmanlığını perçinlemek istediler. Sonuç; Ankaragücü dışında (Hani şu Galatasaray’dan 8 gol yiyen; şampiyonluk için bu kadar yeterliydi) katılan olmadı. 2004-2005 sezonunda umutlarımız yeniden yeşerdi. Şampiyonluk ve kupa hedef, taraftar-yönetim inanmış ama sahada eksik bir şeyler var. Mazeret olarak “Lider oyuncu” denilen bir şeyin eksikliği ön plana çekilerek başarısızlık perdelendi ve kupa ile ligde başarısız olduk. ‘Olsun’ diyemedik; demedik. Neden mi? Tamam, biz sayın DEMĐRÖREN’i Kulübün başında görmek istemiştik ama tek başına Beşiktaş’ın başında olması yetmiyor ki. Takımın başarıyı yakalaması için iyi bir yönetim, iyi bir teknik heyet ve birbirleriyle uyumlu, kaliteli futbolculardan oluşturulması gerekiyor. Nitekim yapılan hatalı teknik direktör ve futbolcu transferleri bizi çileden çıkarmaya yetti de arttı bile.

Yapılan hatalı tercihleri sahada görebilmek zor değildi. “Olan taraftara ve Demirören’in paralarına oluyor.” Tabii ki sahne görüntüsü böyle. Başarıyı herkes sahiplenir, önemli olan başarısızlığa sahip çıkma erdemliliğine sahip olmaktır. Bu da özeleştiri mekanizmasını hayata geçirerek, yapılan hatalardan ders çıkarmayı öğretir. Bizde ne oldu peki? Teknik heyetlere sabır gösterilmedi ve kulüp kasasından milyonlarca dolar tazminat ödenerek gönderildiler. Vasat futbolcular hayal kırıklığı yarattı ve aynı maddi kayıplar burada da yaşandı. Bazı arkadaşlar tribünde “Yeter” demeye başlayınca, sayın DEMĐRÖREN özeleştiri yapmak yerine legal ve illegal yollardan taraftarın üzerine gitmeyi tercih etti. (Yapılan eleştirilere

Page 14: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

14

katılmakla birlikte, Başkana yapılan hakareti ve taraftara yapılan saldırıyı Beşiktaş Kulübüne yapılmış sayarım.)

Sonuç olarak tribünü ayakta tutan taraftarlardır. Dışarıda birbirlerini hiç tanımasalar dahi içeride organize bir şekilde takımı destekleme şekli henüz Türkiye’de başka bir taraftar grubunda yoktur. Başkan geç de olsa bunu anlamış olacak ki pahalı ve kaliteli oyuncu transferleri ile gönül almaya çalışıyor. Para mı? Borcumuz borç; ne öderiz, ne inkar ederiz mantığı. Hele ki son açıklama bardağı iyice taşırdı. Çocuğunu işaret ederek onu Başkanlığa hazırladığını ifade etti. Herhalde seçim sistemini tasfiye ederek krallığını ilan edecek; monarşi geri dönüyor. Aksi halde neden böyle bir açıklama yapma gereği duyulabilir ki? 20-30 yıl Başkan olarak kalmayı ve sonra da çocuğuna bırakmayı mı ima etti dersiniz? Vallahi onu bunu bilmem. Bu Ülke Cumhuriyeti zor kurdu ve arkasında durmakta da zorlanıyor. Bakarsınız ileride monarşi egemen olabilir ama o ana kadar sistem “burjuva sistemi”olan seçimle ayakta kalır.

Kaynaklara geri dönecek olursak; gelirlerini topladığınızda Beşiktaş Kulübünün gelirlerinin diğer tüm takımların toplamından fazla olduğunu görebilirsiniz. Sorun bu kaynakları verimli kullanmakta. Başkana borç gittikçe artıyor. Dış borç yükü kabarıyor. Kulüp alacaklarına da temlik konuyor. Tüm bu olumsuzluklara karşın pahalı, yıldız oyuncular alarak bizi oyalamayı başarabiliyorlar. (mı?)

Başarı nedir? Karanlık bir odada, orada olmayan siyah bir kediyi arayan kör bir adam olmak mı? Yo hayır. Biz matematikçi-fizikçi falan değiliz ancak hiç kimse bizi biat kültürüne dahil edemez. Biz sadece etrafında tüm olan bitene ve dünyanın gidişatına duyarlı Beşiktaş taraftarıyız. Bize don biçmek isteyenler, giydikleri eteğin farkında değil herhalde. Güzelliğin on para etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa Senden aldım bu feryadı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı çArşı adı O sana aşık olmasa

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

Page 15: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

15

Futbol sosyolojik bir kanıt mıdır? (1) Endüstriyel futbol dünyada hüküm sürmeye, küresel ağa-beyleri paralarıyla kapitalizmin doymak bilmez 'arz-talep' denkleminde, ahlaksız oyunlarını sergilemeye, yalanlarını ve hınzır medya çalımlarını kitlelere yutturmaya devam ededursunlar. Tribündekiler taraftar, evdekiler seyirci, hepsinin toplamı müşteridir onlar için. Küresel sermaye için futbol, tribünlerin gerdeğe girmemiş o gencecik çocukların sevdasını ya da camları kırık otobüslerle deplasmandan dönen, bir de üstüne polis copu yemiş, aç, perişan taraftarın ve kalbinde saklı o 'asi ruh'un peşinde değil kar ve zarar bilançosunda bir kalemdir. Dünya ve Avrupa kupalarında 32 ülkenin mücadele ettiği finaller veya Şampiyonlar Ligindeki sponsorluk ve reklam anlaşmaları dudak uçuklatan devasa rakamlardır. Đngiltere ve Đspanyadaki 'marka' takımların sadece bir tanesi bile sponsorluk ve reklam anlaşmaları ile 100.000.000 Euro'ları çoktan aşmışken o rakamların nereye vardığını varın siz düşünün ki bu parayı veren şirketler, kendi alanlarında sanayi devi, milyarlarca Euro'yu aşan karları ile dünyada 'ülkeler' satın alabilecek olan küresel ekonomi canavarlarıdır. Futbol artık yeryüzünün en kolay markalarını yaratan bir kültür birlikteliğidir. Bu neden bile 'arz-talep' denkleminde düşünmenin cevabıdır zaten.

Tüm bunlarla birlikte futbolun dünyada sadece skor oyunu olduğunu söylemek tarih ve kültürden yoksun bir yorumdur ancak. Tüm dünyadaki siyasi, askeri, sosyo-ekonomik ve sanayi hamleleri sadece ideolojik veya sınıf

temelinde değil etnik ve/veya dinsel türevlerini doğurmuş ve günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır. Buna bir örnek de Avrupa ve futbol özelinde Đngiltere’ dir. Đngiltere’deki endüstri devriminin başlangıcında, insana dayalı iş gücünü karşılama ihtiyacını kırsaldan kentlere göç eden yoksul köylüler ve diğer yoksullar karşılamışlardır. Bununla birlikte ülkenin fabrikaları, limanları ve demiryollarında çalışan bu insanlar işçi sınıfını doğurmuş. 1878'de demiryolu işçileri Manchester United, 1886'da kraliyet silah ve top fabrikası işçileri Arsenal’i kurmuşlardır. Ortak renkleri kırmızıdır ki diğer kırmızı renktaş futbol kulübü de günümüze değin 'sadece ve sadece tribünleriyle de olsa' alt sınıfların takımı olma geleneğini sürdüren Liverpool'dur. Her ne kadar endüstriyel futbolun devasa ve milyarlarca Euro’nun paha biçemediği markalar olsalar da günümüzde tüm bu takımların geçmişi, üretimde sanayi biçimine geçilmesi veya işçi sınıfının temellerine, tarihine dayanmaktadır. Mesela Aston Villa ve Everton takımlarının ortak renkleri olan mavinin seçimi rastlantıdan öte kilise veya cemaatlerinin kurduğu kulüpler olmalarından kaynaklanmaktadır. Đskoçya’da Glasgow Rangers ve Celtic takımlarının rekabetinin sahada oynanan futboldan daha öte dinsel veya mezhepsel temellere dayandığını bilmeyen yok gibi. Dini mensubiyeti (ve dilleri) aynı olan bu iki kulüp taraftarı, Protestan ile Katolik temelindeki rekabetlerinin Đngiltere yanlısı olan ve olmayan politik sürtüşmelere gittiğini anlamak Belfast' ta küçük bir Katolik çocuğun Celtic sempatizanı olduğunu bilmekle eşdeğerdir.

Gelir dağılımının dünyadaki en adaletsiz ülkeleri sıralamasında kayda değer yeri olan, devrimlerin, askeri cuntaların ve uyuşturucu kartellerinin tarihi kanla yıkadığı bir coğrafyadır Latin Amerika ve Arjantin.

Page 16: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

16

Askeri diktanın derin acılar bıraktığı bir ülkedir orası.( hatta cunta tarafından gözaltında kaybedilen insanların, dönemin hali hazır inşaatların betonlarına gömüldüğü ve dünyada insan bedenleriyle yükselen stadyumların olduğu söylentisinin konuşulduğu yerdir orası.) Annelerin 1976 ile 1983 yılları arasında gözaltında kaybolan veya öldürülen çocuklarını (Mayıs Meydanı ) Plazo de Maya'da isimleri ve resimleriyle beklediği bir kenttir Buenos Aires.

Sınıf temelinde başlayan ve bunun yanında dünyanın en büyük futbol derbisi Boca Juniors ve River Plate, işçi sınıfıyla orta ve üst sınıfların ezeli rekabetinde bir arenadır. Boca Juniors taraftarının kendi kulübünün alt yapı seçmelerinde astığı pankartta ''Bir gün hepiniz Maradona olabilirsiniz ama bir Che asla'' yazması sizce futbolun, futboldan öte bir anlam taşıdığını anlatmaya yetmez mi? Elbette ki bu, futbolun

topun iki kale çizgisini geçmesiyle oluşan bir ilişki olduğunu kabul edenlerin, reddedeceği bir savdır ama bir de madalyonun öteki yüzü vardır. Tüm dünya devletleri ve onu yönetenler; futbol organizasyonlarının bir araya getirdiği bu geniş insan yığını ve doğabilecek şiddetin sokaklara hakim olup sosyolojik bir dalgalanma yaratmasından fena halde 'tırsmaktadır'. (kim bilir zamanın birinde askeri diktanın hüküm sürdüğü veya disipline ettiği güney Amerika’nın bir 3. dünya ülkesinde karşı devrimi tetikleyecek bir korku unsuruydu). Futbolun, futboldan öte bir sosyolojik kanıt ve tarih olduğunu reddedeceklere en iyi örnek de şu;

1970 yılında El Salvador ve Honduras arasındaki Dünya Kupası finallerinin eleme maçlarından sonra savaş çıkmış ve bu savaşta 1000 kişi ölmüştür.

Uruguay’lı yazar Eduardo Galeano 'Gölgede ve Güneşte Futbol' isimli kitabında şöyle yazmıştır ''Futbol, günümüzün laik diniyse biz de her gün stadyumda veya televizyon başında ibadetini eksiksiz yapmaya çalışan mensuplarıyız bu dinin.'' Futbol futboldan çok daha fazlası, futbol tanrının bir mucizesi ve bana göre: Toplum dehasıdır...! [email protected]

Page 17: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

17

Kartalca sohbetlerimizin konuğu, metin ve mizah yazarı Vedat (ÖZDEMĐROĞLU) abimiz. Henüz birkaç günlükken isminin belirleyicisi olan Beşiktaş, hayatı boyunca onun da yanından hiç ayrılmadı. Baba emanetini gerçek bir taraftar olarak onurla ve gururla taşıdı Vedat abimiz. BEŞĐKTAŞ ŞĐĐRLERĐ kitabı ile başladığı Beşiktaş ile sanat arasında köprü kurma misyonuna son olarak, senaryosunu yazdığı ve yönetmenliğini Şirin SOYSAL’ın yaptığı ŞAMPĐYON BEŞĐKTAŞ filmi ile devam etti. Söyleşimizi yaparken Beşiktaş’ın, Vedat ÖZDEMĐROĞLU’ nun hayatına ne kadar müdahil olduğuna şahit olduk.

* * * Kendinizden bahseder misiniz bize? Kendimden bahsedeyim: 1968 doğumluyum, yazarım, Can Ilgaz'ın babasıyım. Đlla ki Beşiktaşlıyım. Müslümanım, Türküm, Ortadoğuluyum, üçüncü dünyalıyım ve sosyalistim... NO PASARAN Evvela BEŞĐKTAŞ’lıyız Ama lazio’ya karşı da Livorno taraftarıyız Tarafsızlık sevmez Bazı hususlar Siyahız ve beyazız Siyahı beyazdan Đnsanı insandan ayırmayız Güneşte ve barışta ışıldar Yeşil sahalar Sevgili oğlunuz Can'a Beşiktaş' la, BEŞĐKTAŞ'lılıkla ilgili öğüdünüz var mı?

Can Ilgaz, Beşiktaş'ın kaybıdır, futbolla ilgilenen bir çocuk değil...

Vedat ismi bizim rahmetli Vedat Okyar'dan geliyormuş diye duyduk, doğru mudur? Evet, PTT ile maçı varmış Beşiktaş'ın, babam demiş ki 'Golü kim atarsa, onun ismi olacak' , tabii abimin adı olan Ahmet ve Macar Kuzman hariç! (Babam, Davut da atmaz inşallah diye içinden geçirmiş) Sonuçta golü rahmetli Vedat Okyar atmış, isim babam olmuş, ne güzel olmuş…

VEDAT OKYAR Vedat bey isim babamsınız Daha iki günlükken Hacettepe kalecisinden dönen penaltı Belirlemiş adımı Çalımlarınız ünlüymüş Bir de penaltılarınız Yazılarınızda o aynı teknik Kim der ki sizden başka ‘’sahte okey’’ diye juan fran’a Vedat bey şık adamsınız Beşiktaş'lılık nereden? Đsmi böyle konan çocuğa sorulmaz bu ama gene de cevaplayayım: Siyahla beyazın, emekle efendiliğin, neşeyle hüznün harmanlanması için Beşiktaş. BEŞĐKTAŞ gündemini takip edebiliyor musunuz? Elimden geldiğince izliyorum...

Page 18: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

18

Futbolun hatta sporun endüstriyelleştirmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Amatör ruhtan ve yozlaşmamış profesyonellikten yanayım. Bence yönetim kurulu futbolculardan oluşmalı. Başkanlık için ilk şart para olmamalı.

Duygularını anlatmak çeşitli şekillerde mümkün. Siz şiirle anlatma cesaretinde bulundunuz. BEŞĐKTAŞ ŞĐĐRLERĐ harika bir çalışma olmuş; emeklerinize, gönlünüze sağlık. Beşiktaş tarihini özetlediğiniz BEŞĐKTAŞ ŞĐĐRLERĐ süreci nasıl gelişti? Şiir, hayatın her yerinde, maça girerken kalbinizi kapıda bırakamazsınız. Đlk Beşiktaş şiirini 2003'te Lucescu için yazdım, sonra Ahmed Hassan, Sergen ve devamı geldi. MIRCEA LUCESCU Bırak Pardesün buruşuk kalsın luçe Bırak Konuşsunlar Zaten onlar hep konuşurlar Bırak Pardesün buruşuk kalsın luçe Sen onu örtecek Terli bir sırt bulursun Bu süreçte karşılaştığınız zorluklar oldu mu? Gerekli ve yeterli desteği gördünüz mü? Ne destek gördüm, ne köstek. Henüz okuyucusuyla kavuşmadı o kitap. O da olacak... BEŞĐKTAŞ ŞĐĐRLERĐ aslında bir nevi anı kitabı gibi. Unutamadığınız, HALKIN TAKIMI

okuyucu/dostlarıyla paylaşmak istediğiniz bir anınız var mı? Beşiktaş'ın maçı vardı ama kızın biri sinemaya çağırdı. Güzel kız diye maçı ektim. Film de pek biçimsizdi. Çıkışta mısırcıya sordum skoru, 10-0 dedi. Evet, o maç... VAY BEŞĐKTAŞ’ın maçı var Sıkı dostlar var Fazla bilet var Ama birde ‘’o kız’’ var Yeşil pançolu kız tercih edildi Sinemaya gidildi Çıkışta mısırcıya soruldu Adana Demirspor maçının skoru Kardeşin cevabı ‘’on-sıfır’’ oldu O kız da başkasına yar oldu Zeki Demirkubuz bir röportajında uygun bir senaryoyla bir taraftar filmi çekerim diyordu. Bu uygun senaryoyu sizden bekleyebilir miyiz? Hayır, ben yönetmen olarak Şirin Soysal'la çalıyorum. Ya da kendim çekerim. Zeki, kendi senaryosunu yazabilen değerli bir kardeşimiz... Film demişken ve Şirin Soysal ‘dan da bahsetmişken; 26 Kasım – 2 Aralık 2010 tarihleri arasında Malatya Kayısı Araştırma-Geliştirme ve Tanıtma Vakfı tarafından düzenlenen 1. Malatya Uluslararası Film Festivalinde (MUFF) senaryosunu yazdığınız ve Şirin hanımın yönetmenliğini yaptığı ‘’ŞAMPĐYON BEŞĐKTAŞ’’ isimli film ile ULUSAL KISA METRAJ FĐLM YARIŞMASI JÜRĐ ÖZEL ÖDÜLÜ’nü (kristal kayısı) aldınız. Tebrik ediyorum. Biraz da bundan söz etsek?

Page 19: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

19

Şampiyon Beşiktaş, benim yazdığım ilk kısa film senaryosu. Şirin Soysal, yönetmenliğini yaptı. Bence çok da güzel yönetti.

Şirin Soysal ödülü alırken Film, futboldan çok bir baba-oğul hikayesi. Hasta oğluna moral vermek için, arkadaşıyla beraber hastanenin anons odasında kolpa tezgahlayan bir adamın hikayesi. Ortaoyuncular'dan sevgili Ali Çatalbaş oynadı babayı, arkadaşını da ben. Minik dostumuz Efe Karaman da çok başarılıydı. Diğer oyuncular Sultan Ertuğrul ve Faruk Güncan ile tüm set ekibine teşekkür borçluyum. Senarist olarak sonuçtan çok memnunum, umarım izleyenler de beğenmiştir.

şampiyon Beşiktaş filminden bir kare; şampiyonluk anı Harika bir filmdi. Đzlemeyen dostlarımız varsa tavsiye ediyorum. Tekrar sizin nezdinizde tüm ekibi Beşiktaş taraftarı adına kutlarım. Kısa film çalışmalarınızın, uzun metraj film yolunda antrenman mahiyetinde olduğunu düşüyorum. Sanırım devamı gelecek film çalışmalarınızın. Aynı ekibe Pascal Nouma'yı ekleyerek bu filmin devamını çekeceğiz; yine Şirin Soysal'ın yönetimiyle. Adı ’’Pascal Bizi Diskoya Götür’’ olacak. Asidini kaçırmamak için başka bilgi veremiyorum. Önce şiir, sonra sinema.

Beşiktaş'la sanat arasında köprü olmaktan kıvanç duymaktayım... PASCAL NOUMA Fransa’da doğdun BEŞĐKTAŞ’lı oldun ah be pascal ya ne olacaktın senin de aldı aklını siyahla beyaz bir güzel karışmış başka nerede görülmüş pascal sen neler yaptın pascal psikopat mısın olsun arkadaşımızsın şiir bitti bizi diskoya götür Başarılarınızın devamını diliyorum. Tekrar kitap çalışmalarınıza dönersek, bir kitabınızın adı "Selam dünyalı ben türküm"... Bizler sahiden de uzaylı mıyız? Bütün dünyalılar uzaylı ama en ilginç, en neşeli, türküleri en güzel uzaylılar biziz! Türkçe'nin hastasıyım! Ülkemizde mizaha yön veren UYKUSUZ dergisinde yazıyorsunuz. Karikatür ya da resim yapmayı sever misiniz? Ya da hiç denediniz mi? Ben sadece yazıyorum... Mizahçıların genel anlamda futbola bakışı nedir? HALKIN TAKIMI dergisi hazırlık süreçlerinden biliyoruz ki haftalık dergi çıkarmak çok zor bir iş. Bu hengamede futbol engelleyici ya da motive edici faktör olabiliyor mu? Mizahçılar arasında Beşiktaşlı çok ama fanatik az. Bazen işle maç kesişiyor, öyle durumlarda ya maçtan önce yazıyorum veya yedek yazılardan kullanıyorum. Mizahçılar içinde en iyi futbol oynayan, değerli abim Behiç Pek'tir. Mizah alanında korkulası bir rakibiniz var artık. Sayın Demirören şaka gibi açıklamalar yapıyor sıkça. - BEŞĐKTAŞ'ın sahibi 20.000 kongre üyesidir -HALKIN TAKIMI BEŞĐKTAŞ (halkın oluşturduğu tribünleri bitirmek, tribünleri HALK’tan temizlemek söylemlerine rağmen...) gibi.

Page 20: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

20

Đdeal başkan, efsane Süleyman Seba'dır. Ama Beşiktaş'ın başkanı her kimse, saygılı olmalıyız. Sevmesek bile... SÜLEYMAN SEBA Đnönü’de ilk golü atacaksınız BEŞĐKTAŞ’a başkan olacaksınız Siz seba’sınız Sadeliğin görkemi Kupaların beyefendisi Şükranlarımız son raddede Sizinle adaş caddede Yazıldı bu şiir Aile içinde olur öyle Siz babasınız Beşiktaş tribünleri artık görsel anlamda (rakip takım taraftarlarının ifadesiyle) çok yavan. Malum stada pankart, bayrak (büyük ölçekli), meşale gibi taraftara ait malzemenin giriş yasağı var. Görüntü yavan olsa n'olur, ses muhteşem işte! Taraftar sözcüğü sizin için ne ifade ediyor? Taraftar, çıkar beklemeden renkleri kalbinde taşıyandır ve evet, ben taraftarım...

Vedat – Ahmet Özdemiroğlu Tribünde çok sık göremiyoruz sizi. Özel bir nedeni var mı, yoksa aileyi Ahmet abinin gereğince temsil ettiğini mi düşünüyorsunuz? Canım abicim, tek başına beş kişilik destek veriyor. Ben ayakta ve bağırınca maçtan bir şey anlamıyorum. Demek ki ya numaralıya yazılacağım ya da televizyona devam...

FOTOĞRAFIN ÖYKÜSÜ Gecenin bi saati Babam istanbul’dan geldi Valiz açıldı Lokum ve el feneri çıktı Rüya gibi O da ne iki de forma Miliç ve sanlı’nınmış Peder bey kulüpten almış Biri senin biri benim abi Dedim ya rüya gibi Beşiktaş özelinde Eşber abiyle yaşadığınız bir anınız var mı? Sizi birlikte tribünde gördüğümü hatırlıyorum. Nasıl bir şey Eşber abiyle maç izlemek? Eşber abi, Beşiktaş'ın derin sembolü. Onla zaman geçirmek, maça gitmek, siyaset konuşmak, tavla oynamak zevkli ayrıcalıklar. Stadyumda sesleri en ince ayrıntısına kadar algılıyor. Maçta kim iyi, kim kötü, her şeyi hemen anlıyor. Biz televizyonda frikik atılmasını beklerken, o elinde radyo, 'Goooooool' diye fırlamıştı Fener'le oynadığımız kupa finalinde, çünkü ses, görüntüden daha hızlı... Beşiktaşlı olmanın herhangi bir takımı tutmaktan nitelik olarak bir farkı var mıdır yoksa o da diğerleri gibi taraftar olmaktan ibaret bir durum mudur? Beşiktaşlı kafası başkadır. Ama bunu başkaya anlatamazsın, çünkü o histen mahrumdur. Gene de herkesin takımı, kendi Beşiktaş'ı diyelim, beyefendi kalalım... HALKIN TAKIMI dergisini takip edebiliyor musunuz? HALKIN TAKIMI candır, adı yeter, yolunuz açık olsun... HALKIN TAKIMI Kapıcı derler Alay ederler ‘’işçisin sen işçi kalırsın Giyersin tulumları’’ Şoförsün derler Vermezler Kibirle kıvrananlar Nasıl bilsin kıvancı Arabacı derler Onurdur desinler Söyleşi için HALKIN TAKIMI okuyucu/dostları adına teşekkür ediyorum, başarılarınızın devamını dilerim. Ben teşekkür ederim.

Page 21: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

21

Futbolun keneleri Futbol denilen oyunun olmazsa olmazları vardır. Đşin “fut” kısmı için ayakları olan oyuncular… “Bol” kısmı için bir top ve Đcrası için de saha… Sonrası ise işin kalitesi, görselliği ve rahatlığı açılarından eklenen unsurlardır. Antrenör, formalar, özel ayakkabılar, çim sahalar, kurallar, hakem, sağlıkçılar, masörler vd…. Tüm bu toplam, amatörlük sözkonusu olduğu sürece güzel güzel maç yapabilmek, bir rekabet duygusu ve zevk unsurunu ön plana çıkarabilmek için gerekliliklerdir ama benim için hiçbir anlamı yok şu an için. Ben kim miyim? Cebinde parası, hem de bol parası olan ve paramı bu işe yatırarak para kazanabilir miyim diye düşünen bir ademoğluyum. Duruma bakıyorum ve düşünüyorum; “Bu zevkli bir işe benziyor. Rekabet ateşi biraz üflenirse sıradan insanları ısıtarak bu işe harcama yapmaları sağlanabilme potansiyeli mevcut. Sıradan insanların kendilerini asgari ölçülerde ait hissettikleri gruplara (mahalle, köy, semt; hatta şehir ve hatta ülke; Bulunur daha ararsak. Mesela sosyal sınıf, ırk, mezhep, din… Ohhooooo bu iş tamam) ait bir takım oluşturabilir ve benzerleriyle rekabete sokabilirsek bu harcamaları yönlendirebilir miyiz? Yönlendirebiliriz anasını satayım. Hadi bakalım Bismillah…” Deyip işe dalıyorum. Kendim gibi paralı vatandaşlarla bu işi şimdi bildiğimiz hale getiriyoruz elbirliğiyle. Bu işin her yerine para yatırıp her yerinden para kazanıyoruz şimdi. Bu proje sıradan bir saadet zinciri olmadığına göre bizim paralar nereye gidiyor ve gelen paralar nereden geliyor peki? Oyuncusu, antrenörü, sağlıkçısı, masörü, bilet satanı, saha işleteni, devleti, belediyesi, topu formayı imal edeni, reklam vereni, reklam alanı, inşaatçısı, reklamcısı, gazetecisi, televizyoncusu… kısacası işe bir yerinden bulaşan herkes para yatırıp para kazanıyor bu işten de bu karları ödeyen kim yahu? Yani bu

değirmen dönüyor da su nereden geliyor? Baştan ne dedik? Futbolun olmazsa olmazları vardır dedik. Bunları en önemlilerinden başlayıp aşağı doğru sıralarken taraftardan hiç söz etmedik. Etmedik çünkü bir futbol maçının gerçekleşebilmesi için en gerek duyulmayan unsur seyirci ya da taraftardır. Onlar olmasa da bu maç oynanır mı? Oynanır. Peki o halde; çıkaralım taraftarı bu çarktan bakalım neler oluyor.

Bu işin doğasında olmasına gerek duyulmadığı halde endüstrileştikten, yani basit bir oyunu para basan bir değirmene çevirdikten sonra, o değirmenin dönebilmesi için temel enerji kaynağı haline getirilen milyonlarca futbol seyirci-taraftarı bu endüstrinin asıl hammadde madenidir. Bu işin en temel unsuru olmasına karşın bu işe karşılıksız para yatıran tek tarafıdır. Desteklediği takım ya da kulübün büyüklüğünü niceliğiyle direk olarak belirleyendir. Futbol endüstrisinin üretimini satın alandır. Tüm bu alışveriş hangi motivasyonla gerçekleşmektedir peki? Tüm bu milyonlar cebindeki parayı ne karşılığında bu işe harcamaya ikna edilebilmişlerdir? Bunlara bakalım. Rekabet duygusundan söz etmiştik. Rekabet eyleminin bir tarafı kazanmak diğer tarafı kaybetmek üzerine kurulmuştur ama tüm bu kazanç ve kayıplar geçicidir. Bir kez kazananın sonrakinde yitirme aynı şekilde yitirenin de sonrakini kazanma ihtimali bu rekabet duygusunu canlı tutan dinamiklerdir, yani süreklilik unsuru. Bu rekabeti yaratmanın yolu da kitlelerin aidiyet duygularını beslemek, onların ait oldukları bölge, sosyal katman, ırk, din ya da mezhep gibi alanlarda savaş bayrağını sallamaktan geçer. Böylelikle sürekli çağlayan

Page 22: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

22

sular bu çarkı kesintisiz döndürmeye devam edecek ve futbol endüstrisi üretmeye ve yatırımcılarına kazandırmaya devam edebilecektir. Bu kadar çene yaptıktan sonra ortaya çıkan somut durumun somut bir analizini yaparsak ne görüyoruz ona bakalım da bitirelim.

Madem ki bu basit oyunu bizleri kullanarak bu hale getirdiniz o halde üretim araçlarının mülkiyeti konusunda yüzlerce yıldır süren sınıf savaşında da yeni bir cephe açmış sayılırsınız. Bu gerçeği “Hiç kimse falanca takımdan büyük değildir… taraftar işine bakacak… Yöneticileri genel kurul seçer siz karışmayın… Şu istifa, bu istifa gibi söylemlerde bulunmaya hakkınız yoktur vb…” türünden gevezeliklerle gizleyemezsiniz; Bu mızrak bu çuvala sığmaz. Her kulüp artık arkasındaki taraftarın niceliği kadar büyük niteliği kadar da güçlüdür. Bu güç elbetteki hıyar gibi söğüşlenmeye gün gelecek itirazını edecektir. Kurduğunuz üretim çarklarınızı ele geçirme ya da başınıza geçirme mücadelesi onun genetiğinde yazılıdır.

Bütün takımlar işin en başında halkın takımıdır. Arkalarındaki halk müşteri olmaya karar verdiğinde ise artık bu mücadelenin içerisinden çekilip saf değiştirmiş ve mevcut üretim-tüketim

sürecinin yiyeni durumuna gelmiştir. Artık sahiplerinden istediği tek şey kıçının rahatlığı, kendisine sunulan hizmetin kalitesinin artmasından ibaret olup verebileceği maksimum mücadele ise bu yolda mızmızlanmak ve sitem etmeyi aşmaz. Kendisi sınıfsal niteliklerinden sıyrılarak endüstriyel bir dişli olmaya karar verenlerin takımları artık kaybedilmiş cephelerdir. Bırakalım kendi aralarında yiyip içsinler, beslenip semirsinler. Onlar artık takımlarından büyük olmak bir yana, onun hormonlu büyümesine hizmet eden sun’i gübreden başka bir nitelik taşımazlar.

Aidiyetlerinin tüm varlığına ve değerlerine sahip çıkmaya karar verip, ne durumda olduklarına değil ne olmaları gerektiğinin farkında olan, savaşını bu yönde örgütleyenler için ise mücadele hiç bitmez. Bir yandan bu çarkın içerisinde yer alarak onu döndürmeye devam ederken öte yandan da işleyen sistemi ele geçirme hakkını kendinde görerek mücadelesini “Kesintisiz” olarak sürdüren, öz niteliklerini asla yitirmemiş bu kitlelere halk, bu kitlelerin takımlarına ise halen ne durumda olursa olsun Halkın Takımı denir.

Page 23: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

23

(Devam-bölüm 2)

Cumhuriyet döneminde halkın büyük bir bölümü kırsal alanda yaşadığından politik bilgi ve birikimden mahrumdu demiştik. Şehirlerde yaşayanlar ise doğrudan Devleti temsil eden kişiler olarak algılanıyordu. 1933-1937 yılları arasında birinci 5 yıllık sanayi (kalkınma) planı hayata geçirilir ve Devlet sanayileşme için öncü rolünü ortaya koyar. Okur-yazar seviyesi düşük olan köylüleri eğitmek için 1935 yılında CHP Büyük Kurultayı yapılır ve Mustafa Kemal ATATÜRK’ün emriyle Saffet ARIKAN ve Đsmail Hakkı TONGUÇ eğitim organizasyonu için görevlendirilir. 1936-1937 eğitim döneminde Eskişehir Çifteler Devlet Çiftliğinde ilk eğitmen yetiştirme çalışmasına başlanmıştır. 1940 yılında Köy Enstitüleri Kanunu kabul edilir ve 1948 yılına kadar okul sayısı 21’e çıkarılır. Amaç; köylerde yaşayan zeki çocukları eğiterek birer öğretmene dönüştürmek. Bakan, Hasan Ali YÜCEL’in imzaladığı Köy Enstitülerinin işleyiş ve programı ile ilgili Genelgenin içeriği:

• Enstitüdeki etkinliklere öğrenci seyirci kalmayıp bizzat katılacak ve bunları öğretmenleriyle birlikte yapacaktır.

• "Köy Enstitüleri talebesine halkla doğrudan doğruya münasebete girişmeyi temin edici işler yaptırılacaktır. Her türlü iş sahibi halkla kolay (ve) normal bir şekilde konuşmaları, halk ruhuna âşina olmaları, halkın mühim ihtiyaçlarını giderici pratik tedbirleri bilmeleri, imkân altına alınacaktır."

• Öğrenciye titiz bir temizlik alışkanlığı kazandırılacaktır. "Onların korkak, mütereddit, kararsız, iradesiz olmamaları" için çaba gösterilecektir.

• "Çocukların müesseseye girdikleri zaman iyi hareketlerinin bozulmaması ve bunların inkişaf ettirilmesine çok itina edilecektir..."

• "Enstitülerde planlı, süratli iş görmek ve işi başarmak talebe ve öğretmenler için esas prensiplerden olacaktır."

• Öğrencilere bisiklet, motosiklet, su motoru, otomobil gibi araçların kullanılmasının öğretilmesi;

• Çevre özelliklerine göre; ata binme, dağcılık, sandal ve yelken kullanmanın öğretilmesi;

• Çevredeki akarsu ve deniz canlılarının incelenmesi ve bunların nasıl değerlendirileceğinin öğretilmesi;

• Enstitü ve çevre arazisinin işlenmesi, bayındırlaştırılması, ağaçlandırılıp çiçeklendirilmesi;

• Hayvan yetiştirme ve hayvanların korunup ıslah edilmesinin öğretilmesi;

• Mandolin, el ve ağız armoniği kullanma ve halk müziği parçalarını ustalıkla söyleme becerisinin kazandırılması, modern müzik parçalarını dinletme;

• Köy ve çevre incelemeleri yapma ve bunu öğrencilere öğretme;

• Meslekî kitap ve dergileri izleme ve onlara abone olma;

• Müze kurma ve bunlardan yararlanma; • Yerel ve ulusal motiflere göre stilize

edilmiş giysiler dikme ve eskiden yapılmış olanların müzede sergilenmesi;

• Öğrencilere ve çevreye yönelik eğlenceler düzenleme; gibi etkinliklere yer verilecektir.

Bu sayede Türkiye'de şehirleşme, sanayileşme, politikaların gerektirdiği sosyal yaşam ve yatırım öncelikleri; şehirlilik, seçkinlik, kalite ve moda kültürü önem kazanmaya, milli eğitim öncelikleri değişmeye başladı. Aynı yönde çağdaş yaşama ve bilime dayalı idealistlik ve seçkinlik önem kazanmıştı. Köy enstitülerinde de bu bağlamda temel, teorik ve kültür bilgilerine önem veren

Page 24: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

24

bakış açıları gelişmekteydi. Savaştan yeni çıkmış çoğu okuma yazma bile bilmeyen köylüleri eğitmek, tarım ve hayvancılığı geliştirmek için müthiş başarılı bir çalışma.

Üstelik dışarıda 2. Dünya (Paylaşım) savaşı vardır ve kimi devletlerce Türkiye’nin de bu savaşa dahil olması istenirken atılıyor bu adımlar. Risk yönetim birimleri “Ülke yönetimi” her şeyi değerlendirerek olası bir savaşa katılma durumuna göre kısıtlı bir ekonomi politika uyguluyor ve bazı gıdalar karneyle dağıtılıyordu. Gözü dönmüş zenginler iştahlarını ambarlarda biriken gıdalara dikmişti. Ancak stratejik açıdan, savaşın bitimine kadar ambarlardaki gıdaların korunması gerekiyordu. Nitekim karneyle gıda dağıtımı savaş sonuna kadar devam etti. 2. Dünya Savaşı sonunda ambarlardaki gıdalar, ilkel şartlarda tutulduğundan bozuldu ve imha edildi. Tabii bu da muhalifler açısından iyi bir malzemeydi. Tıpkı “Din elden gidiyor” teraneleri gibi “Milletten esirgenen yiyecekler imha edildi” denilerek, halkın yoksul ve cahil kesimlerine siyası propaganda yapmaya başladılar. Sportif açıdan; Beşiktaş Kulübü de boş durmamış, 1939-1944 yılları arasında üst üste 5 yıl Đstanbul şampiyonu olmuş, 24 Mayıs 1935 yılında Kadıköy de düzenlenen müsabakalar da Ahmet FETGERĐ beyin teklifi ile “Atatürk günü” 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır. Dönemin Kulüp Başkanlıklarını sırasıyla; A. Ziya KARAMÜRSEL, Yusuf Ziya ERDEM, A. Ziya KARAMÜRSEL, A. Ziya KOZANOĞLU, teknik direktörlüğümüzü de Refik Osman TOP yapmaktaydı. 1946 yılına gelindiğinde ise çok partili seçime geçilir, bu seçimde DP seçimi kazanır ve hükümeti kurma yetkisi verilir. Menderes Hükümeti ilk iş olarak Köy Enstitüleri tamamen il idarelerine bağlayarak tasfiye eder. Neden mi? Eğitim modeli, kişinin kendi yeteneklerini fark etmesi yani kendini fark etmesini sağlıyordu. Halkın anlama, düşünme, sorgulama ve üretme

yeteneklerinin geliştirilmesi birilerini rahatsız ediyordu. CHP içerisinde yer tutan muhafazakar görünümlü işbirlikçi muhalifler, Partiyi ele geçiremeyeceklerini ve ideallerinin yarım kalacağını anlayınca, sözde daha çok demokrasi adına çok partili sistemi CHP’yi de ikna ederek hayata geçiriyor ve ardından Milli Eğitim Müfredatını değiştiriyor (şu anda Milli Eğitim Müfredatı yavaş yavaş ulemaların istediği şekle bürünüyor). Ahmet FETGERĐ

Đktidarı ele geçiren DP Hükümeti daha sonra, Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerini geliştiriyor ve Mustafa Kemal

ATATÜRK’ün talimatıyla kurulan, Eskişehir’deki uçak fabrikasını kapatıyor. Bir ve ikinci 5 yıllık kalkınma planlarında Devlet bütçesi neredeyse birbirine denk gelirken, sadece

üretim araçlarının yapımı için ithalat serbest bırakılmıştı. DP ise ülkeyi sınırsız bir borçlanmaya sokarak ithalatı arttırıyor. Bu da kısa bir süre için Ülkede bolluk hissiyatı oluşturuyor. Çok partili sistem ülkeyi sadece borçlandırmakla kalmayıp, “soğuk savaşı bahane ederek” Devlete ait (Devleti devlet yapan) Đstihbarat, askeri ve sivil birimleri de emperyalizmin kullanımına sunuyor. 1978 yılında yayımlanan “Bıçağın Sırtında Türkiye” isimli kitabında Süleyman GENÇ, Đsmet ĐNÖNÜ ile arasında geçen bir konuyu aktarıyor. “1963 yılında Başbakandım, Kıbrıs’ta olaylar alabildiğine ilerlemişti. Bakanlar Kurulunu toplantıya çağırdım. Alınması gereken önlemleri tartıştık ve uygulayacağımız politikalar konusunda karar aldık. Bakanlar Kurulu Toplantısı bittikten 45 dakika sonra Amerika Büyükelçisi benden randevu istedi ben de kabul ettim. Bakanlar Kurulunda ne konuşmuşsak hepsini sıraladı ve uyarıda bulunarak ‘bunlar tehlikeli gelişmelere neden olabilir. Türk Hükümeti bu gelişmelerin doğmasına sebep olmamalıdır’ dedi.” Đşte; Amerikan emperyalizminin uzantısı olan yerli işbirlikçilerin içimize ne denli nüfus ettiğinin belgesidir bu. Varın şu anki durumu siz hesaplayın.

Page 25: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

25

DP iktidarı döneminde, Ülkenin yönetiminde söz sahibi olması gereken entelektüel kesim (şu an yapıldığı gibi) devletten yavaş yavaş dışlandı. Bu dönemden sonra da ülkemizin eğitimi kalite yönünden geriletilerek yetersiz bir duruma getirildi. Kırsaldan kentlere plansız göçler başlayınca devasa kentler etrafında kontrol edilemez büyüklükte varoşlar ortaya çıktı. Sosyal adalet talep eden emekçilere karşı legal-illegal her unsur kullanıldı. Kısaca; Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye burjuvazisinin gelişiminin Devlet açısından olumlu olacağını benimsemiş ve bunun gereğini yapmaya çalışmıştır. Fakat; Türkiye’ de yaşayan insanlar K.K.Kitabında “ATATÜRK’ün Ekonomi Görüşü” olarak tarif edilen burjuva demokrasisini, “Ahenk ekonomisi”ni hiçbir zaman yakalayamamıştır. Üstelik kapitalizm gittikçe daha vahşi bir hal almaktadır. “Kapitalizmin ve emperyalizmin gerçek bir demokrasiye ve özgürlüğe tahammülü yoktur. Geri kalmış, yoksul ve sömürülen ülkelerin mazlum halklarının kalkınmaya ve özgürlüklerine kavuşmaya yönelik çalışmalarına tahammülü olmaz. Bu uğurda ne yapar eder, kardeş kavgaları yaratır. Kendi kamplarında eğittiği general ve subaylarla darbeler ve iç savaşlar yaratır. Olmazsa kendisine borçlandırarak ekonomik ambargolar uygular. Silah sanayisinin kazanması için savaşlar çıkarır ve o savaşlarda kullandığı yeni silahları teşhir ve tatbik ederek diğer Ülkelere pazarlar.”

Kapitalizmin bu vahşi ve çarpık gelişimi spor camialarını da etkilemiştir. “Endüstriyel Spor” anlayışı, taraftarların tuttuğu takıma olan sevgisini ispat etmesi için fahiş fiyata satılan lisanslı ürünleri alması gerektiğine inandırmaya, müsabaka bilet fiyatlarını da yüksek tutarak sadece parası olanların izleyebileceği bir eğlence aracına dönüştürmektedir.

Gerekçesi de vardır; bu işler artık böyle işliyor. Başarı için bunlar şart. Yukarıda tırnak içinde belirtilen vahşi kapitalist biçim ile endüstriyel spor anlayışı birbiriyle aynıdır. Yoz ve bencil bir toplum yaratarak kendisine daha geniş bir manevra kabiliyeti sağlama.

Taraftar spor müsabakalarının temel unsurudur. Hangimiz seyircisiz yapılan bir müsabakadan zevk alabiliriz?

Kalitesiz bir ürüne yüksek meblağlar öderseniz memnun olabilir misiniz? Taraftarı olduğunuz takımın müsabakasını izlerken sessiz kalır mısınız? Rakip takım yendiği vakit sizde eğlenir misiniz? Daha da önemlisi; Osmanlı döneminin sonlarında olduğu gibi, yaşadığınız ülke işgal edilirse, işgalcileri alkışlar mısınız?

Doğdun, üç gün aç tuttuk üç gün meme vermedik sana Adiloş Bebem, Hasta düşmeyesin diye, Töremiz böyle diye, Saldır şimdi memeye, Saldır da büyü... Bunlar Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır Tanı bunları, tanı da büyü... Bu, namustur künyemize kazınmış, Bu da sabır, ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara, sarıl da büyü.

AHMET ARĐF

Page 26: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

26

Varol Ürkmez 1950'lilerin ikinci yarısına damgasını vurmuştu kaleci Varol. Beşiktaş forması altında bir Real Madrid maçındaki efsane oyunuyla akıllara kazınmıştı belki, ama onu asıl Varol yapan

gece hayatı, şike yaptığını açık açık söylemesi ve içinde Fatma Girik'in de yer aldığı nişanlılar, sevgililer listesiydi. Diğerlerinden o kadar farklıydı ki... 1963-1974 arası tam altı filmde oynadı, gece kulüplerinde programlar yaptı. Çadır tiyatrosunda çıkıp kaleciyken nasıl goller yediğini ballandıra ballandıra anlattı. 'Artiz' lakaplı Varol'un aslında nasıl bir futbolcu tipi olduğunu, bir söyleşisinde tarihin yapraklarından çıkardığı şu anısı ne güzel anlatıyor: "O zamanlar gece hayatım fazlaydı. Beni namaz kılarken görsünler diye camiye gittim. Girdim baktım sakallı bir adam, yanına oturdum. O ne yaparsa onu yapıyorum. O yatıyor ben kalkıyorum. Sonrasında önüme baktım, arkama baktım kimse kalmamış, yoruldum. 45 dakika namaz sürüyor. Hemen kafasını tuttum yerde. Dedim 'Ne zaman bitecek bu namaz kardeşim?', 'Abi' dedi, 'Ben de sana bakıyorum."

Đnanılmaz bir yaşamı oldu. 52 defa nişanlandı, 17 defa evlendi. Bu bir dünya rekoru! Varol Ürkmez o kadar çok nişanlanıyor, evlenip boşanıyordu ki; bir zina iddiasıyla yakalanıp

mahkemeye çıkarıldığında, hakimin ‘Evli misin?’ sorusuna şaşırıp ‘Bilmem’ cevabını veriyordu. Bar ve pavyonların vazgeçilmez adamı olmuştu. Maç öncesi bile gece kulüplerinde sarhoş olur, iki saatlik uykuyla sahaya çıkardı. Bir Fenerbahçe maçı öncesi; kendisini Đstanbul’un gece hayatına öylesine kaptırmıştı ki, Beşiktaşlı yöneticiler son gittiği pavyonda onu sızmış halde bulmuşlardı. Buna rağmen, o gün öğle saatlerinde oynanan Fenerbahçe maçında gol yememişti. Ama içki, kumar ve kadın Varol’un olabileceği kadar olmasını engelledi. Halbuki adı ‘kedi kaleci’ye çıkmıştı. Müthiş refleksleri vardı. Real Madrid’e karşı harika bir maç çıkardı. Đspanyol basınının manşetlerine taşındı. Üstün kalecilik yetenekleri, onu Avrupa kulüplerinde bile başarıdan başarıya koşturabilirdi. Ancak seçtiği yaşam tarzı, onu bitirdi.

Giderek formdan düşmeye başlayınca değeri düştü ve kazandığı para onun yaşamına yetmez oldu. Film çevirdi ama pek başarılı olmadı. Bu kez dolandırıcılık iddiası ve otomobil kaçakçılığı gibi olaylara karıştı. Hapishaneye düştü. Yıllarca cezaevinde yattı. Bunca başına gelenlere rağmen; hayatının en üzücü olayını şöyle anlatır: ‘Cezaevindeydim. Gardiyan cuma namazı kılmak isteyenlerin koridora çıkmalarını istedi. Yaptıklarımdan tövbe etmiştim; namaza-niyaza başlayacaktım. Bu yüzden ben de koridora çıktım ama gardiyan eliyle tekrar içeri itti. Beni namaza almadılar. Đşte o zaman hayatımın en büyük acısını yaşadım.’

Page 27: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

27

Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonası 02-25 Aralık 2010 tarihlerinde Antakya’da düzenlendi. Ülkemizde ilk defa düzenlenen organizasyona 30 ülkeden önceden belirlenmiş sporcular katıldılar.

Son dünya şampiyonasının yarı

finalistleri (4), 2008 ve 2009 dünya gençler şampiyonları (2), 2008 Temmuz, 2009 Ocak uluslararası kuvvet puanı (ELO) listelerinden en iyi beş sporcu (5), kıtalararası ve zonal şampiyonalarından elli bir sporcu (51) ve Uluslararası Satranç Federasyonu (FIDE)’nun iki adayı (2) olmak üzere toplam 64 sporcunun yarıştığı şampiyona knock-out sistemi (eleme sistemi) ile yapıldı. Toplam 450 bin USD ödüllü şampiyona 6 tur üzerinden oynandı. Sporcular, 90 dakika 40 hamle devamında 30 dakika olmak üzere (tüm hamleler için 30 saniye eklemeli) bir beyaz bir siyah iki maç yaptılar. Bu şekilde oynanan iki maçta eşitlik bozulmazsa üçüncü gün eşitlik bozma maçlarına geçildi. (Daha kısa süreli ve hepsi bir günde tamamlanıyor. Toplam beş maçtan oluşuyor.) Böylelikle üç günde bir sayı yarıya indi. 04 Aralık cumartesi günü ilk tur ilk maçları mozaik koleksiyonlarının zenginliği yönünden dünyada ikinci sırada yer alan Hatay Arkeoloji Müzesinde oynandı. Çok güzel ve etkileyici bir atmosferde oynanan maçlar büyük ilgi çekti. Đlk maçta sporcumuz Betül Cemre Yıldız, GM Pia Cramling (SWE)’le berabere kaldı. Diğer sporcumuz Kübra Öztürk ise GM Kateryna Lahno (UKR)’ya kaybetti. Şampiyonun ikinci gününde ise Betül Cemre Yıldız ilk maçta berabere kaldığı GM Pia Cramling (SWE)’i yenerek elemeyi başardı. Son yılların en önemli başarısını elde eden bayan uluslararası ustamız (WIM) Betül Cemre Yıldız (ELO 2225)’ı bir kez daha kutluyorum. Unutmadan hatırlatayım Cramling, 1992 yılında uluslararası usta (GM) unvanı alan 1963 doğumlu 2526 ELO puanı olan satranç oscar’ı sahibi çok önemli bir sporcu. Kübra Öztürk ise ikinci maçta

Lahno ile berabere kalmasına rağmen ilk maçta kaybettiği için elendi. Đlk turun diğer bir sürprizi ise 16-27 Kasım 2010 tarihlerinde oynanan 60. Rusya Kadınlar Süper Finalini kazanan WGM Natalija Pogonina’nın elenmesiydi. Đkinci turda ise şampiyonanın dört numaralı seri başı GM Tatiana Kosintseva (RUS), şampiyonaya 29. Sırada başlayan IM Yelena Dembo (GRE)’ya üstünlük sağlayamayarak elendi. (Kosintseva Süper Final’i averajla üçüncü sırada tamamlamıştı.) 10 Aralık Cuma günü oynanan üçüncü tur maçlarının en önemli sonucunu ise son dünya şampiyonu (2008) GM Alexandra Kosteniuk (RUS)’a üstünlük sağlayan WGM Lufei Ruan (CHN) elde etti. Yarı finale geldiğimizde ise Çinli sporcuların üstünlüğü ortaya çıktı. WGM Lufei Ruan (CHN) – GM Xue Zhao (CHN) GM Humpy Koneru (IND) - GM Yifan Hou (CHN) 16 Aralık Perşembe günü başlayan yarı final maçlarından sonra rakiplerini eleyen WGM Lufei Ruan (CHN) ve GM Yifan Hou (CHN) finale çıkmaya hak kazandı. Final serisinin ilk dört maçı 2-2 tamamlandı. 24 Aralık Cuma günü oynanan eşitlik bozma maçlarında 3-1 üstünlük sağlayan GM Yifan Hou (CHN) dünya şampiyonluğunu elde etti. Bu başarı ile satranç tarihine geçmeyi başardı. Çünkü 1994 doğumlu olan sporcu bu unvanı alan en genç sporcu oldu. Böylelikle 2008’de finalde kaybettiği şampiyonluğa ulaşmış oldu.

Dünya Kadınlar Satranç Şampiyonları Đsim Yıllar Ülkesi Vera Menchik 1927–1944 RUS / CZE / ENG Lyudmila Rudenko 1950–1953 USSR Elisabeth Bykova 1953–1956 USSR Olga Rubtsova 1956–1958 USSR Elisabeth Bykova 1958–1962 USSR Nona Gaprindashvili 1962–1978 USSR Maya Chiburdanidze 1978–1991 USSR Xie Jun 1991–1996 CHN Susan Polgar 1996–1999 HUN / USA Xie Jun 1999–2001 CHN Zhu Chen 2001–2004 CHN Antoaneta Stefanova 2004–2006 BUL Xu Yuhua 2006–2008 CHN Alexandra Kosteniuk 2008–2010 RUS

Satranç sporu ile ilgili soru ve görüşleriniz için eposta adresim : [email protected]

Page 28: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

28

Page 29: Halkın Takımı dergisi 17. sayı

29