kİmse yok mu dernegİ

68

Upload: gng-tanitim

Post on 23-Mar-2016

300 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

kurumsal dergi

TRANSCRIPT

Page 1: KİMSE YOK MU DERNEGİ
Page 2: KİMSE YOK MU DERNEGİ
Page 3: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Çocuklar için değer!MEHMET ÖZKARA

Kimse Yok Mu DerneğiGenel Başkanı

Dergimizin bu sayısında genişçe ele aldığımız vakıflar konusu, aslında bize hangi topraklar üzerinde yaşadığımızı hatırlatmak için yeterli. Yardımlaşmanın hayat tarzı haline geldiği, diğergamlığın “ekstra” bir meziyet olarak değil sıradan bir “alışkanlık” olarak insanların hayatında yer edindiği aziz bir kültürün mirasçılarıyız. O kültürü devam ettirmek, yardımlaşmayı “sıradanlaştırmakla” mümkün. Yani, gündelik hayatımız içerisindeki yardımlaşma eylemlerini alışkanlık haline getirerek, birine yardım etmek için “vesile” beklemeden sürekli yardım etmek…

Bunu en iyi başaranlar ihtimal ki çocuklardır. Kalplerinde henüz kirlenmemiş, eskimemiş, yıpranmamış öyle saf bir iyilik duygusu var ki, yardımlaşma onlar için gündelik ve olağan bir alışkanlık haline gelmiş durumda. “Umut Armağanları” onların bu olağan alışkanlıklarını cisme dökmeleri için bir vesile yalnızca. Bu yıl 3.’sünü düzenlediğimiz yarışma, iştirak eden oyuncaklara ve katılımcıların yazdıkları mektuplara bakılırsa, büyük bir boşluğu dolduruyor. Çocukların içinde yeşeren, coşan, topraktan taşan çiçekler gibi içlerinde kabaran iyilik duygusu yarışma sayesinde ete kemiğe bürünüyor. Bir oyuncak yapıp bir mektup yazmakla aslında ne kadar çok şey yaptıklarının farkında değiller gerçi. Onlara göre bu bir yarışma ve yaptıkları oyuncak yoksul çocukları sevindirecek. Oysa Umut Armağanları sadece bir yarışma değil. Umut Armağanları biz büyüklerin de umut ede-bilmesi için sağlam kalan son kalelerden biri. Bu yüzden çok önemsediğimiz Umut Armağanları’na iştirak eden oyuncakları her sene daha fazla çocuğa ulaştırmaya çalışıyoruz. Biliyoruz ki 3 sene önce başladığımız, küçük bir umutla tutunduğumuz ve “Acaba istediğimiz yerlere gider mi?” diye kaygılandığımız Umut Armağanları hayal ettiğimiz noktanın da ötesine ulaştı. İşte bu yüzden bu mühim konuyu kapağa taşıdık.

Diğer yandan Haiti’de inşasına başladığımız hastaneden de söz ettik sayfalarımızda. Ayrıca geçtiğimiz yıla şöyle bir göz atıp neler yaptığımızın raporunu sizlere sunmak istedik. Aslında sunduğumuz rapor bizim değil sizin yaptıklarınızın raporudur. Altında Kimse Yok Mu Derneği imzası taşıyan her güzel iş sizin işinizdir. Biz ancak sizin emanet ettiklerinizi yerine ulaştırmakla görevli memurlarız. İşte bu derginin, bu derneğin ve yapılan bunca işin asıl sahipleri olan sizlere teşekkür ediyor, yardımlarınızın boşa gitmediğini bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

İyi okumalar.

KiMSE YOK MU DERNEĞi PERiYODiK HABER DERGiSi NiSAN / MAYIS / HAZiRAN 2011 • SAYI: 11Kimse Yok Mu Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Adına İmtiyaz Sahibi: Mehmet Zeki ÖzkaraSorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ülkü Fırat AtlamazGenel Yayın Yönetmeni: Halenur GürbüzYayın Kurulu: Sadık Emecan, �smail Kılınç, Eyüp TokHaber Merkezi: Murat Çopur, Mehmet Küçükkoyuncu, Mustafa ilhan, Kasım DumanKapak Fotoğrafı: Ayşe AdlıKapak ve İç Tasarım: GNG TanıtımAdres: Kimse Yok Mu Derneği Kısıklı Mah. Aydınoğlu Sk. No: 19 Üsküdar / �stanbulTelefon: 44 44 593 Faks: 0216 520 16 16web: www.kimseyokmu.org.tr e-mail: [email protected] [email protected]ı Yeri: Mavi Ofset

EDiTÖRDEN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 01

Sponsorluğundan dolayı KORTEKS GRUP’a teşekkürler

Page 4: KİMSE YOK MU DERNEGİ

HAiTi’ye Hastane / 04Kimse Yok Mu Derneği yardımların daha iyi koordine edilmesi, bölgenin durumunun kolay tespiti ve bölge halkının yanında bulunduğunu hissettirmek adına Kim-se Yok Mu Haiti ofisi açıldı. Ofiste görev yapmak üze-re Türk bir aile Haiti’ye yerleşti.

DOSYA: Kimse Yok Mu 2010’da Neler Yaptı?/09 KSS: Kurumumuzun Sorumluluğu Büyük/20 KAPAK: Ödül Törenleri Çocuk Şölenlerine Dönüştü / 33 DOSYA: Dertlere Vâkıf Ruhlar/36 ARAŞTIRMA: Vakıfların Kadından Kanatları 1 /48 KARDEŞ AiLE: Zümriye (Semra) Hanım ve Ailesi /54 PTT: Posta Çeki Hesabıyla Bağış Yapmak Çok Kolay/ 58 MOĞOLİSTAN: Orhun Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım/ 61 CÖMERT ÖYKÜLER: Hz. Ulve’ye hakkınızı helal eder misiniz? / 63

iÇiNDEKiLER

DÜNYADA 2010’DA NELER OLDU?: YILIN iLK FELAKET HABERi HAiTi’DE DEPREM /10// PERU SEL ALTINDA /11// AFET HABERi KENDi ÜLKEMiZDEN ELAZIĞ DEPREMi /12// KARDEŞ ÜLKEDEN ACI FERYAT BÜYÜK PAKiSTAN DEPREMi /13// BALKAN ÜLKELERiNDE YARDIM ÇAĞRISI /14//

Page 5: KİMSE YOK MU DERNEGİ

umut etmek mi dediniz?

ÇOCUK OYUNCAĞI

DOSYA 24/35

OSMANLI VAKIF RUHUhâlâ devam ediyor / 36Röportaj: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

“Günümüzde devletin ifa etmekle mükellef olduğu birçok kamu hizmeti, Osmanlı zamanında, vakıf yoluyla ifa edilmiştir.”

DOSYA: Kimse Yok Mu 2010’da Neler Yaptı?/09 KSS: Kurumumuzun Sorumluluğu Büyük/20 KAPAK: Ödül Törenleri Çocuk Şölenlerine Dönüştü / 33 DOSYA: Dertlere Vâkıf Ruhlar/36 ARAŞTIRMA: Vakıfların Kadından Kanatları 1 /48 KARDEŞ AiLE: Zümriye (Semra) Hanım ve Ailesi /54 PTT: Posta Çeki Hesabıyla Bağış Yapmak Çok Kolay/ 58 MOĞOLİSTAN: Orhun Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım/ 61 CÖMERT ÖYKÜLER: Hz. Ulve’ye hakkınızı helal eder misiniz? / 63

Her çocuk, gönderdiği armağanın içine laf olsun diye değil, gerçekten umut katsa…

Hatta sadece bir coğrafyaya değil, tüm dünyaya yayılsa bu dalga. ismi mi? ismi “Umut armağanı” olsa her bir

oyuncağın; Umut Armağanları dünyayı dolaşsa!

DÜNYADA 2010’DA NELER OLDU?: YILIN iLK FELAKET HABERi HAiTi’DE DEPREM /10// PERU SEL ALTINDA /11// AFET HABERi KENDi ÜLKEMiZDEN ELAZIĞ DEPREMi /12// KARDEŞ ÜLKEDEN ACI FERYAT BÜYÜK PAKiSTAN DEPREMi /13// BALKAN ÜLKELERiNDE YARDIM ÇAĞRISI /14//

Page 6: KİMSE YOK MU DERNEGİ

HAİTİ // KiMSE YOK MU // OCAK • ŞUBAT • MART 2010 // 08

Haiti’den güzel haberHASTANE YAPIYORUZ!

YURTDIŞI YARDIMLARI

SELEME KASIM DUMAN / [email protected]

Her insanın, her toprağın, her ülkenin bir serüveni var, Haiti’nin de var elbet. Biraz kırık, biraz dökük de olsa hikâyesi, orası güzel, çok güzel insanların ülkesi. Haiti halkının serüveni ve “Neden hastane?” sorusunun cevapları izleyen satırlarda...

Page 7: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Toprak altı ve toprak üstü zenginliklerinin bedelini yıllarca yoksullukla ödeyen bir ülke Haiti. Kâşiflerin uğrak adresi, Avrupa’nın “kahve üreticisi.”

Haiti, pek çoğumuzun ismini o acı felaketle duyduğu-muz bir ada ülkesi. Her insanın, her toprağın, her ülkenin bir serüveni var, Haiti’nin de var elbet. Türkiye’ye 9600 km. uzaktaki bu coğrafyanın serüvenini barışla, kalkın-mayla, saadetle dolu olarak anlatabilmeyi isterdik. An-cak okuduktan sonra derin bir “ah” çektirecek bu serü-ven ırkçılığın, insani değerlerin törpülenmesinin, açlığın ve sefaletin, eğitimsizliğin ve emperyalizmin geçmek bil-mez yara izleriyle dolu.

Haiti, Amerika Birleşik Devletleri’nin Karayip Denizi’nde, Dominik Cumhuriyeti’nin doğusunda, 27.750 km² lik bir alanda sıcak tropikal iklimin görüldüğü bir ada. Toprak-larının altı da üstü de zengin: Oksit, bakır, kalsiyum kar-bonat, altın, mermer gibi madenlerin yanısıra verimli ta-rım arazilerine de sahip. Ülke, yıllar boyunca bu zengin-liğin bedelini yoksullukla ve kanla ödemiş.

1402’de Kristof Kolomb’un Yenidünya’yı keşfinden son-ra şuanki Haiti topraklarının üzerinde yaşayan Ara-

wak isimli halk “Hispainola” adını alır. Ülke daha son-ra Avrupa’dan gelen kâşiflerin üssü haline gelir. 17. yüz-yılda Fransız korsanların eline geçince “Haiti” adını alan ülke, Fransızların insanlarını ve topraklarını kahve üre-timi için kullandığı kocaman bir fabrikadır. 1780’lerde Avrupa’da tüketilen şekerin %40’ını, kahvenin ise %60’ını üreten ülkeye kahve ekim alanlarında çalıştırılmak üze-re getirilen 790.000 Afrikalı köleyle birlikte ülke bugünkü yoksul vaziyetine doğru hızla yol almaya başlar. Kısacası Haiti, benzer kaderi yaşayan Afrika ülkelerinden konum itibariyle farklı bir yerde olsa da, aynı talihsiz-liği paylaşmıştır…

KiMSE YOK MU HAiTi’DE KALICI!

Kimse Yok Mu Derneği yardımların daha iyi koordi-

ne edilmesi, bölgenin durumunun kolay tespiti ve böl-

ge halkının yanında bulunduğunu hissettirmek adı-

na Kimse Yok Mu Haiti ofisi açıldı. Ofiste görev yapmak

üzere Türk bir aile Haiti’ye yerleşti.

HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 05

Page 8: KİMSE YOK MU DERNEGİ

“BAĞIMSIZ” HAiTi

Dünyadaki birçok değişikliğin tetikleyicisi olan Fransız İhtilali’nin Haiti’yi etkilememesi düşünülemezdi. İhti-lal sonrasında adadaki fakir ve zengin beyazlar arasın-da adanın nasıl yönetileceğine dair bir anlaşmazlık çık-tı. Bu bir nevi başkaldırıydı. Bu sırada adada yaşayan kö-lelikten kurtulmuş siyahlar ve yerliler, Fransız İhtilali’nin getirdiği İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre kendilerinin de Fransız vatandaşı olduklarını iddia ettiler. Bu sırada “Ha-iti Devrimi”ni başlatan köleler Haitili liderler önderliğin-de silahlı bir güç haline geldi. Yerliler ordusu Fransız güç-leri ile Napoleon Bonapart’ın 1803’te gönderdiği orduyu yendi. Bunun sonucunda Haiti kendi ismiyle 1804 yılın-da bağımsızlığını ilan etti. Haiti anayasası ise 1805’te ilan edildi. Anayasaya göre herkes din özgürlüğüne sahipti ve herkes “Haitili siyah” olarak tanımlandı.

Haiti bağımsızlığını ilan etmesine rağmen ABD tarafın-dan 1862’ye kadar tanınmadı. 1915 yılından 1934’e kadar ABD tarafından işgal altında tutulan Haiti 20. Yüzyıl bo-yunca sancılı dönemler yaşadı.

İç savaşın, darbenin, katliamların eksik olmadığı bu ülke, 12 Ocak 2010 yılında 7,0 Richter büyüklüğünde bir dep-

remle acılarına bir yenisini daha ekledi.

İşte Kimse Yok Mu Derneği’nin “Haiti” hikayesi de bu noktada başladı…

Ve Kimse Yok Mu Haiti’deTakvimler 12 Ocak 2010’u gösterdiğinde başkent Port-au-Prince gibi nüfusun büyük kısmının yoğunlaştığı bir şehre 25 km. mesafede deprem oldu. Yoksulluk, sağlık-sız koşullar, beslenme yetersizliği, yaşam standartları-nın çok düşük olması, yönetim zafiyetleri ve eğitimsiz-lik deprem sonrasında büyük bir trajedi oluşmasına ça-nak tuttu. Başrollerini can kaybının, veba salgınının ve susuzluğun aldığı bir trajedi… Şehir altyapısı fazlasıyla zayıf olan Haiti, yaşadığı depremle tabir yerindeyse yerle bir oldu. Zaten dayanıksız olan yapılar yüz binlerce insa-na mezar olurken, depremden etkilenenlerin sayısı mil-yonları buldu.

Depremde hayatını kaybeden 230 bin insan, depremin yıkıcılığından etkilenen 3 milyon insan, depremden ya-ralı olarak kurtulan 300 bin insan… Haiti Hükümeti ta-rafından duyurulan rakamlar durumu anlamaya yetme-se de en azından fikir veriyordu.

Afetin bilançosu günbegün ortaya çıktıkça dünyanın gözü Haiti’ye çevrildi. Farklı ülkelerden sivil toplum

Haiti bağımsızlığını ilan etmesine rağmen ABD tarafından 1862’ye kadar tanınmadı. 1915 yılın-dan 1934’e kadar ABD tarafından işgal altında tutulan Haiti 20. Yüzyıl boyunca sancılı dönem-ler yaşadı.

Page 9: KİMSE YOK MU DERNEGİ

kuruluşları ve arama kurtarma ekipleri, Haiti’deki duru-mun vahametini hissetmeye başlamış ve Haiti adına çe-şitli yardım faaliyetleri tertip etmişlerdi.

Kimse Yok Mu Derneği’nin Haiti macerası böylece baş-ladı. 2010 yılının ilk afet kampanyası ilan edilen Haiti’ye yardım kampanyası, Türkiyeli yardımseverlerin vicdan-larında her zaman olduğu gibi büyük yankı uyandırdı. 15 Ocak 2010 günü bölgeye ilk ulaşan Kimse Yok Mu Derne-ği yetkilisi Celal Ferruh Yücel’in ardından ülkeye defa-larca yardım ekipleri ve malzemeleri gönderildi. Acil ih-tiyaç olan gıda sıkıntısının çözülmesi için dağıtılan gıda paketlerinin yanısıra, 27 gün boyunca Haitili depremze-delere sıcak yemek de sunuldu. Günde ortalama 1.400 ki-

şiye sıcak yemek dağıtan dernek, 37.900 kişiye afet böl-gesinin zorlu şartlarında sıcak yemek ikram etti. Diğer yandan gönüllü doktorlar eliyle yapılan sağlık yardımla-rı afetzedelerin ve zaten afetten önce de sağlık problem-leri bulunan binlerce Haitili’nin hizmetine sunuldu. Bir yandan acil yardımları sahiplerine ulaştıran dernek di-ğer yandan bölge halkına “kalıcı” olarak hangi hizme-tin verilebileceğini düşünmeye başlamıştı. Yapılan sağ-lık taramaları, ilaç dağıtımları ve ülkede hızla başgöste-ren kolera salgınının sonunda Kimse Yok Mu Derneği’nin Haiti’de yapacağı kalıcı yardım türü belirlenmişti: Sağlık yatırımı.

KOLERA SALGINI ve hastane ihtiyacıDepremin ardından Haiti’de başgösteren kolera salgını, ülke halkını yeni bir deprem yaşamışçasına zorladı. Salgın o kadar hız-lı yayıldı ki Haiti Sağlık Bakanlığı’nın verdi-ği bilgilere göre 10 ay gibi bir sürede ko-leradan ölenlerin sayısı göre 3.651’i bul-du. Ölüm saçan kolera hastalığı yayılmak için son derece makul bir ortama sahip-ti; salgının başladığı Ekim ayından bu yana 171.304 kişinin kolera yüzünden hastane-ye kalkmasına kimse şaşırmadı. Suların te-miz olmaması nedeniyle hızla yayılan has-talık henüz Haiti’yi terk etmiş değil, ülkede hâlâ 2,2 milyon kişi salgın tehdidi altında!

Kolera hastalığının temel nedeninin kirli su ve kirli su ile yıkanan gıdalar olduğu biliniyor. Bu yolla bağırsaklara yer eden vibrio cholerae isimli bakterinin oluşturduğu hastalığın belirtileri akut ve şiddetli ishal. Deprem sonrası mevcut şehirleşmenin yerle bir olması, içme suları ile kanalizasyon sularının karışması, tüketilecek gıdaların yı-kanması esnasında kirli suyun kullanılması Haiti’deki kolera felaketinin başlangıcı olmuş durumda. Hastalığın yayılma yolu su olduğu için kısa sürede çok fazla insana ve geniş bir alana yayılabilir. Koleraya erken ve etkin yön-temlerle müdahale edilmediği takdirde hastalık ölümle sonuçlanması muhtemel. BM İnsani Yardım Koordinas-yon Dairesi tarafından yapılan açıklamaya göre Dünya Sağlık Örgütü’nün kolera salgınından 400 bin kişinin et-kileneceğine dair uyarısı var. Diğer yandan hastalık ölümcül olmasına rağmen tedavisi basit. Steril müdahale or-tamlarında ağızdan sıvı tedavisiyle hastalığı tedavi etmek mümkün.

KOLERA NASIL BiR HASTALIK?

HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 07

Page 10: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Açlığın ve yoksulluğun üzerine eklenen afet şartlarının Haitilileri ne kadar zor durumda bıraktığını bilen Kim-se Yok Mu gönüllüleri, başgösteren salgın hastalık üze-rine Haiti’de hastane inşa edilmesi için çalışmaya başla-dı. Depremin ardından bölgede bulunan 8 hastaneden 5 tanesinin tamamen yıkılması, 3 tanesinin ise ağır şekil-de tahrip olması ihtiyacın büyüklüğünü gösterir nitelik-teydi. Nitekim takvimler 20 Aralık 2010’u gösterdiğinde,

Anadolulu yardımseverlerin bağışlarıyla Haiti’nin baş-kenti Port-au-Prince’ de on binlerce Haitili’ye hizmet ve-recek bir hastanenin temeli atıldı. Temel atma törenine Haiti Belediye Başkanı Jean Saint Ange Dairus da katıl-dı. İnşaatı halen devam eden hastanenin zemin katının yapımı tamamlandı. Hastane, yapıldığı bölgede binlerce insanı yeterli sağlık koşullarına, doktor ve ilaç desteğine kavuşturacak.

en büyük sorunaen büyük çözümHASTANE

RAKAMLARLA KYD HAiTi YARDIMLARI• 400 aileye gıda yardımı,

• Croix des Bouqouets bölgesinde toplam 5.000, Thomarzeu bölgesinde 200, Carrefour bölgesinde 300, Peti onville bölgesinde de 300 olmak üzere toplam 5.800 aileye, Port au Prince’in çeşitli banliyölerinde de 3 yetim hane ve çocuk bakım merkezine 275 paket olmak üzere toplam 6.075 paket taze et dağıtımı,

• Bölgeye gönderilen 6 doktor, 1 sağlık memuru ve 1 eczacıdan oluşan sağlık ekibinin yaptığı sağlık tara maları sonucunda Ponteba bölgesinde 900, Dikini bölgesinde 150, Cite Soleil bölgesinde 150 ve Crois Des Bouquets’de 150 olmak üzere toplam 1.350 hasta muayenesi ve 219.071 USD tutarında ilaç yardımı,

• Tedavileri yapılan hastalara, özellikle de çocuklara tedavi sonrasında çeşitli hediyeler, oyuncaklar, gıda ve giyim malzemeleri yardımı.

HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 08

Page 11: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Kimse Yok Mu 2010’da

NELER YAPTI? Zaman hızla akıp geçiyor. 2004 yılından bu yana pek çok büyük kampanya-yı, faaliyeti ve projeyi ba-şarıyla tamamlamış olan Kimse Yok Mu Derneği için, geçtiğimiz yıl da dopdolu geçti.

DOSYA

ÜLKÜ FIRAT [email protected]

KYD gönüllüleri hem dünyanın yaralarını sarmaya çabaladı hem de Türkiye’de gerçekleştirdiği projelerle solgun hayatlara ışık olmaya. �şte 2010’da yapılanlar, 2011’e umut olanlar…

Page 12: KİMSE YOK MU DERNEGİ

HAİTİ // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 10

DÜNYADA 2010’DA

NELER OLDU?

Öncelikle 2010 yılında yaşlı küremizin başından geçenle-re göz atalım. Depremlerle, sellerle ve türlü çeşit afetler-le sürekli sınanan yeryüzünün insanları, hangi imtihanları nasıl atlattı? Nerede, ne zaman, ne yaşandı? KYD gönül-lüleri yaşananların unutulması için hangi yaraları sardı?

Afetten hemen sonra yapılan gıda ve sıcak yemek yardımlarının yanısıra sağlık taramaları ve ilaç yardımları yapıldı. Bölgede daha sonra hastane yapımı için temel atıldı.

AĞRI’ya sel yardımıİlkbaharla birlikte suların taşmasıyla Ağrı’da meydana gelen sel felaketinden sonra, Kimse Yok Mu Derneği 70 aileye yardım elini uzattı. Maddi sıkıntı çeken aileleri afetten sonra yalnız bırakmamak ve ihtiyaçlarını bir neb-ze olsun giderebilmek amacı ile yola çıkan KYD gönüllüleri, afetten zarar gören aileleri sevindirmeyi başardı.

ACiLYARDIM

ACiLYARDIM

2010 yılının Ocak ayının 12. günü Haiti için son derece zor, çetin ve va-him geçti. 7 şiddetindeki deprem başkent Port-Au Prince’i perişan etti. Can ve mal kaybının yanı sıra mevcut yoksulluk şartlarını körükleme-siyle de akıllarda kalan deprem dünya kamuoyunun vicdanını hare-kete geçirirken, sivil toplum da ayaklanarak ülke halkına yardım yağ-dırdı. Son 200 yılın en büyük felaketini yaşayan ve 3 milyon kişinin et-kilendiği Haiti’deki insanlık dramına Türk halkı da kayıtsız kalmadı.

Yılın ilk felaket haberi HAiTi’dedeprem

Page 13: KİMSE YOK MU DERNEGİ

PERU SEL ALTINDA2007 yılını yaşadığı deprem felaketinin sarsıcı etki-si altında geçiren Peru’da, 2010 yılının Ocak ayında aşırı yağışlar yüzünden sel felaketi meydana geldi. 20 kişinin hayatını kaybettiği afet 37 bin 933 kişinin de felaketzede durumuna düşmesine sebep oldu.

Şubat ayında Şili’yi vuran 8,8 büyüklüğündeki deprem 723 kişinin ölümüne neden olurken, kimi kayıplara hiç ulaşılamadı. Özellikle hastanelerin ve köprülerin zarar görmesinden dolayı Şili’deki hayat şartlarını zorlaştıran depremin acısını KYD gönüllüleri paylaştı.

ŞiLi depremle sallandı

Afetten etkilenen 150 mağdur aileye gıda, giyim ve mutfak eşyasından oluşan yardım paketleri takdim edildi. Daha önce de Peru’ya yardım gö-türen KYD’nin çalışmaları Peru ile Türkiye ara-sındaki sıcak ilişkilerin gelişmesine katkı sağladı. Peru’da 365 adet prefabrik ev yapılarak felaketze-delere teslim edildi. Felaket sonrası battaniye yar-dımı da yapıldı.

ACiLYARDIM

ACiLYARDIM

Gıda yardımı yapıldı. Bölgede hasar görmüş olan bir okula kimya laboratuvarı kuruldu.

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 11

Page 14: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Muson yağmurlarının böyle büyük bir felakete vesile ola-bileceğini kimse bilemezdi. Ancak 8 Ağustos 2010’da mey-dana gelen sel afeti, binlerce kişinin hayatını kaybetmesi, on binlerce kişinin evsiz kalması ve binlerce hektarlık ta-

rım arazisinin kullanılamaz hale gelmesiyle sonuçlandı. Daha önce de Pakistan için yardım kampanyaları düzen-leyen Kimse Yok Mu Derneği, 2010 yılındaki felaketin he-men ardından “oradaydı.”

Kardeş ülkeden acı feryatBÜYÜK PAKiSTAN DEPREMi

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 12

Yaşanan felaketin ardından gönüllülerle birlikte böl-geye ulaşan dernek yetkilileri, halı, battaniye, kıya-fet, ayakkabı, ekmek ve su gibi yardım malzemeleri-ni afetzedelere ulaştırdı. Afetzedelerin psikolojik ola-rak da desteklenmesi adına gönüllü psikologlar tara-fından bölgeye ziyaretler düzenlendi. Bölgeye daha sonra da çeşitli yardımlar yapıldı.

8 Mart günü Elazığ’ın Karakoçan ilçesinin Başyurt beldesinde meydana gelen depremin bilançosu “41 ölü” olarak kayıtlara geçse de, kendi ülkemizde mey-dana gelen bir felaket olması açısından yürekleri bi-raz daha burktu. Can ve mal kaybının yaşandığı yedi köye yaraları sarmak için insani yardım gönderilir-ken, bölge halkı yalnız bırakılmadı.

ACiLYARDIMAFET HABERi KENDi ÜLKEMiZDEN

ELAZIĞ DEPREMi

Uganda’da 1 Mart 2010 günü meydana gelen heyelan 45 kişinin can kaybına neden oldu. Yoksulluğun kronikleştiği Afri-ka ülkelerinden biri olan ülkede meydana gelen heyelan, başkent Kampala’nın 275 kilometre doğusundaki Bududa böl-gesinde şiddetli yağışlar nedeniyle oluştu. Ugandalı afetzedeleri Kimse Yok Mu gönüllüleri yalnız bırakmadı. Heyelan-dan etkilenen 260 afetzede aileye gıda paketinin yanısı paketleri ve battaniye dağıtımı yapıldı.

ACiLYARDIM UGANDA

sulara teslim oldu

Page 15: KİMSE YOK MU DERNEGİ

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 13

ACiLYARDIM

Afetin hemen ardından bölgeye ekiplerini gönderen Kim-se Yok Mu Derneği, öncelikle açlık tehdidiyle yüzyüze ge-len halk için kolları sıvadı. Ramazan ayının gelişiyle gıda kumanyası dağıtımlarının yanısıra sahurda ve iftarda sı-cak yemek servis eden sofralar hazırlandı. 30 ramazan boyunca açık olan bu sofralarda yaklaşık 55.000 kişinin karnı doymuş oldu.

Acil gıda, ilaç, temizlik malzemesi gibi yardımların ardın-dan sıra bölgeye aynî yardım ulaştırmaya geldi. Pakistan’a aynî yardım göndermek için yoğunluklu olarak demir-yolunu seçen Kimse Yok Mu Derneği, Ekim ayının başı-na kadar Pakistan’a 3 ayrı yardım treni gönderdi. Vefa Treni 1, Vefa Treni 2 ve Vefa Treni 3 İstanbul Haydarpaşa Garı’ndan Kimse Yok Mu gönüllülerinin duaları ve göz-yaşları eşliğinde Pakistan’a uğurlandı. Vefa Trenleri’nden 8 Eylül’de yola çıkan birincisi 500 tonluk yardım malze-mesini Pakistan’a ulaştırdı. İkincisi de aynı şekilde 500 ton malzeme taşıyan ve 24 Eylül’de İstanbul’dan kalkan trenin ardından, 813 tonluk yardım malzemesini götüren 3. Vefa Treni de 8 Ekim Cuma günü yola çıktı. İkinci Vefa Treni’nde afetzedelerin yaklaşmakta olan kış şartlarında rahat etmesi için kışlık ev tipi çadırların gönderimi yapıl-dı. Pakistan’a kargo uçağıyla ve gemiyle de yardım gönde-rildi. Ayrıca Pakistan’da kalıcı yardımların kolaylaştırıla-bilmesi için ülkede temsilcilik de açıldı.

Kimse Yok Mu şimdi “İkbaliye Kasabası” adıyla Pencap’ta 352 konut, karakol, sağlık merkezi, okul ve ibadethanenin bulun-duğu bir konut projesini gerçekleştirmeye hazırlanıyor.

Page 16: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Yılın son felaket haberi Balkanlar’dan geldi. Aralık ayın-da yaşanan su taşkınlarından en çok Bosna Hersek ve Arnavutluk’un etkilendiği belirtilirken, Sırbistan ve Ka-radağ da selden etkilenen ülkeler arasındaydı. Bosna-Hersek’in güneyinde Neretva ve Buna, kuzeybatısında Una ve Sana, ortasında Vrbas ve Jelyeznica, doğusun-da ise Drina’nın taşması, 10 bin kişinin evsiz kalması-na neden oldu.

KIRGIZiSTAN’da yaşananlar yürekleri yaktı

ACiLYARDIM

Balkan ülkelerinde YARDIM ÇAĞRISI

Selden etkilenen Balkan ülkeleri Hırvatistan, Sırbis-tan, Karadağ, Arnavutluk ve Bosna Hersek’e 3 tır do-lusu yardım malzemesi gönderildi. Toplam 886.564 TL tutarındaki yardım malzemeleri arasında gıda, kışlık giyim malzemesi ve battaniye yer aldı.

Kırgızistan’ın Oş ve Celalabad kentlerinde 11 Haziran gününden itibaren ortaya çıkan iç karışıklıklar ülkede-ki durumu dünya kamuoyuna taşıdı. Çatışmalar 192 ki-şinin ölümüne, 2 bin kişinin de yaralanmasına sebep olurken binlerce insan mülteci durumuna düştü. 80 bin vatandaşın Özbekistan’a sığındığı Kırgızistan’ın mülteci vatandaşlarına acil insanî yardım Kimse Yok Mu gönül-lülerinden geldi.

1000’den fazla yardım paketi Celalabad ve Oş’ta bulunan mağdur ailelerin bir kısmına dağıtıldı. İçerisinde tıbbî malzeme, yağ, un, şeker, pirinç, makarna, çocuk ma-ması ve temizlik malzemeleri bulunan yardım paketle-rinden ayrıca mülteci kamplarında kalan 487 aileye de ulaştırıldı. Toplamda 2 tır dolusu acil yardım ihtiyaç sa-hiplerine ulaştırılmış oldu.

ACiLYARDIM

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 14

Page 17: KİMSE YOK MU DERNEGİ

KYD 2010’da

NELER YAPTI?

2010 yalnızca felaketlerin y

ılı olmadı.

Kimse Yok Mu Derneği 2010

yılında hem yur-

tiçinde hem de yurtdışında hem güzel projele

re

hem de faydalı kampanyalara imza attı. Gerçe

k-

leştirilen çalışmalar sonunda

yüzü gülen her bir

kişinin duası ise 2011’e m

iras kaldı.

KYD, BM bünyesinde oluşturulmuş olan Ekonomik ve Sosyal Konsey’e (ECOSOC) kabul edi-lerek danışmanlık statüsü almaya hak kazandı. Uluslararası ekonomik ve sosyal meseleler için bir forum görevi gören, üye ülkelere ve BM’ye sosyal politika önerileri oluşturan Ecosoc’a üyelik Kimse Yok Mu’ya “Uluslararası Dernek” statüsü kazandırdı.

ECOSOC’aüyeyiz!

KYD Sudan Darfur yardımları, 2010 yılında hızını kes-meden devam etti. Orhaniye Kasabası Projesi ve kata-rakt ameliyatları ile Sudanlıların hem gözlerine hem de dünyalarına ışık olan KYD gönüllüleri, gittikçe güçlenen kardeşliği bir organizasyonla pekiştirdiler. 1 – 5 Mart 2010 tarihleri arasında derneğin Sudan’daki çalışmala-rını yerinde görmek ve Orhaniye Kasabası’nı ziyaret et-mek için Sudan’a giden heyet, Sudanlı yetkililerin de ka-

tılımıyla hem Hartum’da hem de Darfur’da tanıtım ge-celeri düzenlediler. Program kapsamında Orhaniye Ka-sabası ziyaret edilip kasabalılara yardım götürülürken, Nyala Türk Kültür ve Eğitim Kompleksi Projesi’nin de ta-nıtımı yapıldı.

Hartum’daki Afrika Üniversitesi’nde gerçekleşen tanıtım gecesine Cumhurbaşkanı Müsteşarı Prof. Dr. Ahmet Ali El İmam, Türkiye Büyükelçisi Ertuğrul Kök, Sudanlı ba-kanlar, diğer ülkelerin yardım kuruluşları başkanları, pek çok devlet yetkilisi ve Türk iş adamlarının yanısıra Afri-ka Üniveristesi’ne dünyanın pek çok ülkesinden gelen öğ-renciler de katıldı. Darfur’da Nyala Meclis Binası’nda ya-pılan tanıtım gecesinde ise eyalet valisini temsilen yar-dımcısı Dr. Ferah Mustafa, Hak Başkanı Sebil Ahmed Se-bil ve Adalet Bakanı Caaddin Cuddala Dekkaş’ın yanısıra Darfur’daki Türk Kızılayı ekibi katıldı.

2010 yılında Sudan’da Nyala eyaletinde yetimhane ve sağ-lık merkezi inşaatı başlamış, çeşitli bölgelerde güneş ener-jili su kuyuları açılmıştır. Ayrıca sunucu İkbal Gürpınar Darfur’da yapılmakta olan sağlık merkezine hem bağış yapmış hem de sponsor bularak katkı sağlamıştır.

SUDAN’DA ”KARDEŞLiK” ORGANiZASYONLARI

Kimse Yok Mu Derneği’nin 2010 yılında adından sıkça söz ettirdiği faaliyet alanlarından biri de “giyim mağazaları” oldu. Giyim yardımlarını ihtiyaç sahiplerinin evleri götürmek yerine yapılan kıyafet bağışlarını giyim mağazalarında toplamak suretiyle işletilen mağaza sisteminde, ihtiyaç sahipleri mağazaya gelerek beğendiği kıyafetleri ücretsiz alıyor.

“GiYiM MAĞAZALARI” konsepti yoksullara alışveriş zevkini yaşattı

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 15

Page 18: KİMSE YOK MU DERNEGİ

7. YILDAkonu

hikaye sanatçı 7

Kimse Yok Mu Derneği 7 Mayıs 2010 akşamı Maslak TİM Show Center’da yedin-ci yaşını kutladı. Geceye dernek yardımseverleri ve gönüllüleri katılırken, yurt dı-şından gelen birbirinden değerli misafirler de programa renk kattı. Derneğin ku-ruluşundan bu yana yedi yılı geride bırakışına gönderme olarak, yapılan yardım faaliyetleri de yedi ayrı kategoride ele alındı.

İkbal Gürpınar’ın sunumuyla gerçekleşen gecede, yapılan yardımlar yaşanmış birer hikâye ile izleyenlere aktarıldı. Her yardım hikâyesinin ardından hikâyenin gerçek kahramanları da sahneye davet edildi.

Katılımcılar arasında Erzurum’dan gelen Hatice Nine, Haiti’de dernek gönüllü-leriyle tanışıp onlara yardımcı olan Sibylle Theard Mevs ve eşi Fritz Mevs, Ay-sel Ertürk ve eşi John Preetzmann, derneğin Darfur’daki göz kliniğinde ame-liyat olarak gözleri açılmış İdris Muhammed, Darfur Hak Bakanı Muhammed Fadl El Muhammed, derneğin Hakkari Şemdinli’de yaptırdığı Ağaçlı İlköğretim Okulu’nun üç öğrencisi ve Şemdinli Kaymakamı Hakan Şen, Şemdinli İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Aslan, derneğin meslek edindirme kursunda eğitim ala-rak hayatı değişen Aysun Yücedemir, yıllar önce kendisine kardeş aile eli uzan-masıyla içinde bulunduğu durumdan kurtulup şimdi kendisi de kardeş aile olan Nejdet Yıldız ailesiyle onlara kardeş ailelik yapan Esma-Turan Pamuk Ailesi ve bayramların yardımlaşma şölenlerine dönüşmesine katkı sağlayan iş adamları Şükrü Boydak, Ali Hekimoğlu ve Halit Dumankaya da yer aldı.

2010 yılı KYD Meslek Edindirme Projesi’nin gelişip mey-velerini vermeye başladığı yıl oldu. Başta yoksulluk yü-zünden çocuklarına bakamaz hale gelen ve çocukla-rı devlet himayesine geçen anneler olmak üzere, ihtiyaç sahibi bütün hanımların meslek sahibi olması amacıyla başlatılan proje büyük yankı uyandırdı. İlk olarak “Ahşap oyma atölyesi” ile başlayan eğitimlerin ardından, kursu başarıyla tamamlamış kursiyerlerin evlerinden çalışabil-meleri için kendilerine gerekli atölye makineleri dernek tarafından verildi.

MESLEK EDiNDiRME KURSU onlarca kadına hayat ışığı oldu

KYD’nin çocuklar için kurduğu Kumbara Kardeş Kulübü, 2009 yılında hem minik gö-nüllülerin hayal gücünün artması hem de ihtiyaç sahibi çocukların sevindirilmesi için “Umut Armağanları” yarışmasını tertip etmiş, yarışmanın 2.’si de 2010 yılında düzenlen-mişti. 2. Umut Armağanları Yarışması’na Türkiye’nin dört bir yanından on bini aşkın el yapımı oyuncak eser katıldı. Oyuncakları en iyileri Prof. Dr. Ayla Oktay, Doç. Dr. Tosun Yalçınkaya, Meryem Akbal, Can Soysal, Dağıstan Çetinkaya ve Ferhat Çelik’ten oluşan jüri tarafından seçildi. Ödül töreninin ardından binlerce el emeği eserin bir kısmı Kah-ramanmaraş, Gaziantep ve Adana’da bulunan ihtiyaç sahibi öğrencilere hediye edildi.

2. UMUT ARMAĞANLARI Yarışması Başarıyla sonuçlandı

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 16

Page 19: KİMSE YOK MU DERNEGİ

GAZZE ’YE HAYAT SUYU Kimse Yok Mu Derneği, Gazze’de yaşanan olaylardan sonra halkın en önemli sorunu olan su ihtiyacını çözmek için Gazze Belediyesi ile yaptığı protokolle Gazze’ye 4 adet su kuyusu açarak şehrin su şebekesine bağladı. 340 bin dolara mal olan kuyular şu anda 100 bin insanın su ihtiyacını karşılıyor.

FiLiSTiNLi 100 aileyeyardım yapıldıFilistinli aileler 2010 yılında da unutulmadı. Gazze ken-tinde belirlenen 100 aileye gıda ve ev eşyası yardımı ya-pılması için başlatılan kampanya hızlıca sonuçlandı. Kampanyanın sonucunda ailelere buzdolabı, çamaşır makinesi, ocak ve tüp gibi kuşatma şartlarında edinil-mesi zor eşyalar ulaştırıldı.

Darfur’da karanlığa gömülü gözlere ışık olan KYD, kata-rakt ameliyatlarına 2010 yılında da devam etti. Derneğin Darfur’da kurduğu göz kliniğinde gönüllü olarak görev alan göz doktorlarının yaptığı ameliyatlarla gözleri açılan Dar-furlu katarakt hastalarının sayısı yıl sonunda 6350’ye ulaştı.

Katarakt ameliyatları ışık olmaya devam etti

Konya’dan AFGANiSTAN’a yardım tırı Yoksulluğun, savaşın ve hayatta kalma mücadelesinin başkenti Afganistan için Konyalılar harekete geçti! KYD Kon-ya Şubesi ile Sağlık Mensupları Derneği’nin başlatmış olduğu Afganistan’a yardım kampanyası kapsamında ihtiyaç sa-hiplerine gönderilmek üzere yardım malzemeleri toparlandı. Toplanan bir tır dolusu yardım malzemesi Konya müftüsü Şükrü Özbuğday’ın yaptığı dua ile yolcu edildi.

İstikbal Mobilya ihtiyaç sahiplerinin kışı sıcak yataklarda geçirmesi için 1 milyon TL’lik aynî bağış yaptı. İstikbal, KYD ile yaptığı protokol çerçevesinde ev eşyasına ihtiyaç duyan yoksul ailelerin evlerine ulaştırılmak üzere 6 bin çeşit ürünü Kimse Yok Mu Derneği’ne bağışladı.

SAAT&SAAT’DEN PAKiSTAN iÇiN 1 MiLYON TLDünya saat markalarını Türk tüketicileri ile buluşturan Saat&Saat Pakistan için yardım gecesi düzenledi. Esma Sultan Yalısı’nda dü-zenlenen geceye Guess’in Yönetim Kurulu Başkanı Paul Marcia-no ile Guess ve Gc saatlerinin CEO’su Cindy Livingston da katıldı. Fazıl Say konseriyle başlayan geceye yaptığı 150 bin TL’lik bağışla Saat&Saat firması damgasını vurdu. Diğer bağışçılarsa 75 bin TL ile Dubai ve 50 bin TL ile Kuveyt oldu.

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 17

iSTiKBAL’DEN 1 MiLYON LiRALIK SOSYAL SORUMLULUK PROJESi

Page 20: KİMSE YOK MU DERNEGİ

İşadamı Tahsin Tekoğlu Darfur’da ihtiyaç sahiplerinin kullanımına sunulmak üzere 6 milyon Dolar tutarında kumaş bağışında bulundu. Renkli kıyafetlerine düşkün-lükleri ve temiz giyinme konusundaki hassasiyetleriyle tanınan Darfurlu aileleri sevindiren yardımın ardından, Tekoğlu’ndan bir de bölgede okul yaptırma sözü geldi.

Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Koçaklar Köyü’nde bulu-nan ilköğretim okulunu ziyaret eden ve koşulların yeter-sizliğini gözlemleyen KYD gönüllüleri, okulun onarılma-sı ve yeni bir bina daha yapılarak öğrencilerin rahat eği-tim alabilmeleri için kampanya başlattı. Eğitim kampan-yaları kapsamında ayrıca Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinin Öntepe köyünde yapılacak okul için de Hakkâri Valiliği ile protokol imzalandı. Ayrıca SODES projesi kapsamın-da Diyarbakır’da okuma salonu projesi başlatıldı ve ta-mamlandı.

RAMAZAN VE KURBAN YARDIMLARI“Paylaşmaya soframızdan başladık,” “Kurban-la yaklaştık.”

KYD 2010 yılından Paylaşmaya Soframız-dan Başlarız sloganıyla düzenlediği rama-zan kampanyası kapsamında yine on binler-ce ihtiyaç sahibinin yüzünü güldürdü. Ra-mazan ayının Pakistan’da yaşanan sel fela-ketiyle aynı zamana denk gelmesi, yardımse-verlerin rahmet ayında zekat ve sadakaları-nı kardeş ülkeye göndermelerine vesile oldu. Türkiye’nin dört bir yanına ulaştı.

Kurban bayramını ise her sene olduğu gibi “Yardımlaşma bayramı”na dönüştüren KYD gönüllüleri dünyanın kalbini fethetmeyi ba-şardı. Bayramda, 37 ülkede ve Türkiye’de top-lam 37.781 hisse kurban kesildi, 113.343 aileye dağıtıldı. Bayram hediyeleri ve yardım paket-leriyle birlikte ihtiyaç sahiplerine ulaştırılan kurban bağışları yüzlerde tebessüme, gönül-lerde ferahlığa vesile oldu…

BANGLADEŞLiLERiN iÇi ISINDI!

Bangladeşli yoksulların 2010 kışına sıcacık girme-leri için battaniye kampanyası tertiplendi. SMS bağış yoluyla düzenlenen kampanyadan elde edi-len gelirle Bangladeş’te özellikle barakalarda zor şartlarda yaşayan kişilere battaniye tedarik edildi.

Yurtiçi EĞiTiM PROJELERidevam etti

NiJER’de toprağa can veren su 6-7 köye bir su kuyusunun düştüğü yoksul Afrika ülke-si Nijer’in suya kavuşması için kampanya başlattı. 100 adet su kuyusu açma hedefiyle yola çıkan derneğin kam-panyası yardımseverler nezdinde büyük destek buldu. Bir kuyunun maliyetinin 7500 Dolar olarak açıklandığı kampanya kapsamında 37 su kuyusu açıldı bile.

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 18

Tahsin Tekoğlu’ndan BÜYÜK BAĞIŞ

Page 21: KİMSE YOK MU DERNEGİ

ABD’nin Teksas eyaletinde faaliyet gösteren Raindrop Helping Hands Yardımlaşma Derneği eyalette yaşayan yardım-severlerden Pakistan için 80 bin dolarlık bağış topladı. Raindrop Helping Hands Yardımlaşma Derneği topladığı bu yar-dımları Pakistan’a gönderilmek üzere Teksas Eyaletinden dört senatörle birlikte törenle Kimse Yok Mu Derneği’ne tes-lim etti. Temsili bağış çekini teslim eden Senatör Eduardo Andres Lucio, “Biz birbirimize aitiz. Gelin bir araya gelelim ve gelecek kuşaklara daha güzel bir dünya bırakalım. Teksas eyaletimizden yapılan bu bağışın üç ülke için de memnuniyet verici olduğunu düşünüyorum” dedi.

Amerikalı Senatörlerden 80.000 DOLAR YARDIM

KYD 2010 // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 19

Nisan Amerika’nın Houston eyaletindeki St. Thomas Üniversitesi’nden 10 kişilik öğrenci ve akademiysen grubu Türkiye’ye gelerek Kimse Yok Mu Derneği’nde staj yaptı.

Mayıs Haiti’nin Craix-Des-Bouguet Belediye Başkanı Jean Saint Ange Dairus ve beraberindeki heyet teşek-kür ziyareti için Kimse Yok Mu’ya geldi. Aynı ay içeri-sinde Haiti’nin büyük iş adamlarından Fritz Mevs de derneğe teşekkür ziyaretinde bulundu.

Ekim Amerika’nın Teksas eyaletinde Teksaslı senatör-ler Pakistan kampanyasına iştirak etti.

Kasım Carter Center Avrupa Başkanı Ryan Mc Do-nald, Eski ABD Başkanı Jimmy Carter adına Kimse Yok Mu Derneği'ni ziyaret etti.

Aralık Pakistan'ın Pencap Eyaleti’nin Başbakanı Şah-baz Şerif, ülkesine yapılan yardımlardan dolayı teşek-kür ziyaretinde bulundu.

Ayrıca pek çok ülkeden gelen ziyaretçiler Kimse Yok Mu Derneği ve faaliyetleri hakkında bilgi almak istedi. İşte derneği en çok ziyaret eden yabancıların ülkele-ri: ABD, Belçika, Fransa, Kazakistan, Rusya, Hollanda, Sudan, Haiti, Kırgızistan, Moritanya.

2010’DA KiMSE YOK MU’YU ZiYARET EDENLER

2010, nikah şekerlerinin iyilik şekerlerine dönüşme yılı oldu! Düğününde veya nikâhında şeker dağıtmak yerine Kimse Yok Mu Derneği’ne bağış yapmak iste-yen yardımseverler, hem büyük iyiliklere vesile oldu-lar hem de yakınlarına örnek oldular. İlk olarak Zehra ve Mustafa Işık çiftinin nikahında gerçekleştirilen uy-gulama yıl içinde de devam etti. Nikah şekeri parasını derneğe bağışlayan çiftlerin düğünlerinde şeker yeri-ne uygulamayı anlatan küçük kartlar dağıtıldı. Çiftle-re “Mutluluk Sertifikası” da verildi.

Nikah şekeri almak yerine BAĞIŞ YAP!

Page 22: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) kavramı Türkiye’de uzun yıllar boyunca hayırseverlikle birlikte anıldı. Pro-jelere destek veren iş adamları ise halk nezdinde özel bir yere sahip oldu. Eğitimden sağlığa, çevreden aileye birçok alanda projeler geliştirildi. Peki, 2000’li yılların başından itibaren şirketlerin ilgi alanlarına girmeye başlayan ku-

rumsal sosyal sorumluluk nedir? Türkiye’de hangi alan-larda yoğunlaşmıştır? KSS projeleri uygulamak isteyen şirketler nelere dikkat etmelidir? Şirketlere neler kazan-dırır? Haydi, gelin, bu ithal kavramı daha yakından tanı-mak için küçük bir yolculuğa çıkalım:

KURUMUMUZUNSORUMLULUĞU

BÜYÜKMUSTAFA iLHAN

[email protected]

KSS

Kurumsal sosyal sorumluluk deyince henüz akan sular durmuyor Türkiye’de. Fakat bu taze kavram hızla günlük yaşantımız içinde kendine yer ediniyor. Firmaların kurumsal sosyal sorumluluk projesi olarak gerçekleştirdiği pekçok proje gerçek hayatta karşılığını bu-lup insanî yardımdan eğitim desteğine, çevre korumadan aile kurtarmaya ka-dar büyük “sorumlulukların” yerine ge-tirilmesine vesile oluyor.

Page 23: KİMSE YOK MU DERNEGİ

NEDiR BU KSS?KSS Avrupa Birliği tarafından 2001 yılında yapılan tanıma göre “Bir şirketin ya da markanın sosyal ve çevresel kaygıları faaliyetlerinin ve paydaşlarıyla ilişkilerinin bir parçası haline getirmesi ve tüm paydaşlara karşı etik ve sorumlu davran-ması; bu yönde kararlar alması ve uygulaması” anlamına geliyor.

Küreselleşme ile birlikte sınırların ortadan kalktığı dünyamızda farklı kültürlere ait markaların farklı toplumlarda hızla yerelleştiğini hepimiz gözlemliyoruz. Marka sa-

vaşlarının yaşanmasına sebep olan bu durumu lehimize çevirmenin yolu ise kurum-sal sosyal sorumluluk. Mesela tekstil… Tekstil, ülkemizin uluslararası ticarette önde gelen sektörlerinden biri fakat bugün bir tekstil firmasının uluslararası firmala-ra (H&M, Levi’s, Tommy Hilfiger gibi) üretim yapabilmesi için, çocuk veya sigorta-sız işçi çalıştırmamak, çevreye zarar vermemek gibi birçok kriteri yerine getirdiğini belgelemesi, bu alanda tanımlanmış uluslararası standartlara sahip olması gereki-

yor. Özetle, birçok sektörde uluslararası iş yapabilmenin yolu KSS’den geçiyor.

Türkiye’de KSSEĞiTiM ŞART

MARKA savaşlarından sıyrılmak…

GFK Türkiye tarafından gerçekleştirilen “Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk” araştırması sonuçlarına göre:

• Halk, toplumsal sorumluluk kapsamında şirketlerin hayata geçir dikleri faaliyetlerde “eğitim ve öğretime katkının” öncelikli olması gerektirğini düşünmektedir. • Sağlık, çevre ve aile içi şiddet konusundaki projelere destek verilmesi Türk halkı için eğitimden sonraki öncelikli konulardır. • İş dünyasının nezdinde ise çözülmesi gereken sorunlarının başında yine eğitim gelmektedir.

KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 21

Page 24: KİMSE YOK MU DERNEGİ

KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 22

AKLIMA BiR PROJE GELDi!

Peki, bu kadar çok proje geliştirilirken kurumumuzu nasıl farklılaştıracağız? Bu sorunun yanıtını bulabilmek için çok düşünmeye gerek yok. Projenin içeriği, yöntemi ve iletişiminde ortaya konula-cak farklılıklar diğer uygulamalar içerisinde kurumun farklılaşmasında büyük bir rol oynayacaktır. İşte dikkat edilme-si gereken hususlar:

KSS PROJELERiNDE TAKiP EDiLMESi GEREKEN ADIMLAR?

Şimdi, fikrin oluşturulmasından projelendirilmesine, planlanmasından uygulanmasına ve ölçümlenmesine kadar uzun bir süreç bizi bekliyor. KSS projelerinin çok hassas sosyal projeler olması doğru iletişim dilinin oluşturulmasını ve kon-septin birebir sahaya indirilmesini zorunlu kılıyor. Bu da bambaşka bir uzmanlık alanı gerektiriyor. Bir kere bütün top-lum katmanlarını çok iyi tanıyor olmak, onlarla kuracağımız iletişimde iyi bir dil oluşturmak gerekiyor. Eğer projemizle farkımızı ortaya koymak istiyorsak, doğru araştırmalarla toplumsal ihtiyacı belirleyip, ölçümlemeler sonrasında strateji geliştirmeli ve projeyi çok iyi bir planlamayla uygulamalıyız.

UYGUN ADIM MARŞ

NELERE DiKKAT ETMELiYiM?

PROJEMiZ• Firmamızın misyonu ve vizyonuna uygun olmalı,• Kurumsal bir kültür olarak uygulanmalı,• Bir değer üretmeli,• Uygulama öncesi ve sonrası kurum içi ve kurum dışı iletişime önem verilmeli,• Sürdürülebilir öncü çözümler üretmeli,• Sonuçları ölçülebilmeli,• Ve doğru yönetilmelidir.

Page 25: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin sonuçlarını değerlendirdiğimizde en önemli sonucun toplumsal fayda olduğunu görmekteyiz. Bu fayda, topluma oldu-ğu kadar şirkete de yönelik olmalıdır.

KSS markalara ruh katarak kurum ve markaya değer kazandırıyor. Tüketici ile ku-rum arasında güven ilişkisi kuruyor ve markanın pazar payı büyütüyor.

Nihayetinde amaçlarına ulaşırsa, itibar üretiyor. Toplum geleceğe daha güvenle bakıyor. Şirketler toplumdan aldığının bir kısmını topluma geri veriyor.

KSS bir toplumsal sorunla ilişki kurmaktır. Bir kimlik ilanıdır. Bilinirlik ve farkındalı-

ğı arttırır. İmajı itibara çevirir ve büyütür. İtibar işletmeler için en önemli kazanımdır. Kurumun yaptıklarına toplumun özellikle dışarıdakilerin biçtiği değerdir.

Kurum çalışanlarının gönüllü olarak destek verdiği projeler iş motivasyonunu arttırırken çalışanların kurumu sahiplenmesini de sağlıyor.

FiRMAMIZA

NELERKAZANDIRIR?

• Toplumsal ve kurumsal fayda sağlar.

• Markaya değer kazandırır.

• Kurum imajına katkı sağlar.

• İmajı itibara çevirir.

• Çalışan motivasyonunu arttırır.

KSS MARKAMIZA RUH KATIYOR!

AFET: Sürekli afet yaşanan veya yaşanması muhtemel olan coğrafyaların olası afetlerden en az zararla sıyrılmalarına yönelik tedbir projeleri, afet kurtarma eğitimleri, acil insani yardıma yönelik projeler vb.

EĞiTiM: Milli Eğitim’e bağlı ilk ve orta düzeyli okullarda tadilat, araç gerek tedariki, yeni okul yapımı, yurtdışında afet bölgelerinde okul yapımı, öğrencilere kırtasiye veya kışlık giyim tedariki vb.

iNSANi YARDIM: Belli bir hedef gruba yönelik (Göçmenler, Afrika ülkeleri, çocuklar, işsizler, kadınlar vs) belli bir tür-den (gıda, giyim, temiz su vs) insani yardımın toplanmasına ve hedef gruba ulaştırılmasına yönelik projeler.

MESLEK EDiNDiRME: KYD Meslek Edindirme projesi kapsamında geliştirilebilecek saha çalışmaları.

SAĞLIK: Hem yurtdışında hem de yurtiçinde nüfus yoğunluğunun yaşandığı ve sağlık hizmetlerinin yetersiz kaldığı bölgelerde sağlık taramaları ve ilaç dağıtımları, Afrika’da göz ameliyatları, kanser gibi tedavisi zor hastalıklarla mücade-le, engellilerin hayatını kolaylaştırma vb.

KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 23

Kimse Yok Mu Derneği ile birlikte hareket ederek istediğiniz alanda tercih edeceğiniz türden bir projeye imza atabilirsi-niz. Kimse Yok Mu ile ortaklaşa gerçekleştirebileceğiniz bir proje, hem kurumunuzun itibarına itibar katacaktır hem de “gerçek” ihtiyaç sahiplerine ulaşmanızı kolaylaştıracaktır. İşte KYD ile birlikte projelendirebileceğiniz yardım alanları:

SiZ DE BiR KURUMSAL SOSYAL SORUMLULUK PROJESiNE SAHiP OLMAK iSTEMEZ MiSiNiZ?

Page 26: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Umut etmek mi dediniz?

ÇOCUK OYUNCAĞI

Damlaydı, derya oldu. Tam da unutacakken dünyada umudun hâlâ var olduğu-nu, biryerlerden çıkıp geldi; küçücük bir hayalken ger-çek oldu Umut Armağanları Yarışması. Sadece oyuncak yapan çocuklara değil, bir yarışmayla ne kadar çok insana dokunabileceğimizi gören herkese umut oldu!

KAPAK

HALENUR ÇALIŞAN GÜRBÜ[email protected]

Page 27: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Bir şehri gece ışıkları değil bombalar ay-dınlatıyor. Şehre yardım götürmek ne mümkün, sınırına bile yaklaşılamıyor. “işi” çocuk “gücü” umut olan birkaç kişi skafa kafaya vermiş düşünüyor: “Gazze için birşeyler yapmak lazım…”

Küçücük çocuklar başvuruyor derne-ğe. “Ben harçlıklarımı biriktirdim, gön-dermek istiyorum…” “Ben kıyafetleri-mi paylaşmak istiyorum…” “Ben oyun-caklarımı bir çocuğa hediye etmek isti-yorum…” Ne de çok şeyleri var çocukla-rın verecek, ne deçok sözleri var söyle-yecek; çocuk kalpleri ümitsizliğe ne de büyük bir dirençle karşı çıkıyor!

Page 28: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Yazının başında kafa kafaya verenlerden bahsetmiştik, işte şimdi ne yapacaklarını buldular: Mektuplar gönderilmeli ateş altında- ki çocuklara;

Türkiyeli çocukların yazdığı mektuplar. Yardım paketlerinin içine atıvermeli-yiz mektupları, bütün mektupların teması “Umut etmektan vazgeçmeyin”

olmalı. Bir de oyuncaklar, illa ki oyuncaklar! Bir çocuğun eline geçtiği za-man, dünyada kötü olan ne varsa unutturacak oyuncaklar! O halde, bir dakika! Madem umut vermek için gönderiyoruz biz oyuncakları, neden biraz daha emek katmıyoruz ki işin içine? Her çocuk kendi yapsa hediye

edeceği oyuncağı, yanında bir de mektup yazsa… Her çocuk, gönderdiği armağanın içine laf olsun diye değil, gerçekten umut katsa… Hatta sadece bir

coğrafyaya değil, tüm dünyaya yayılsa bu dalga. İsmi mi? İsmi “Umut ar-mağanı” olsa her bir oyuncağın; Umut Armağanları dünyayı dolaşsa!

O zaman acilen işe koyulmak lazım. Önce-likle bu fikrin genel kabul görmesi, dernek yönetimince benimsenmesi gerek. Yöne-tim Kurulu’nun ve dernek başkanı Meh-met Özkara’nın olurları, destekleri alın-dıktan sonra sıra geliyor uygulamaya koyulmaya.

Başkan Özkara’ya göre yarışmayı du-yurmadan evvel yarışmayla birlikte hareketlenen “çocuk gönüllüler” kit-lesine altında toplanacak bir “çatı” oluşturmak gerekiyor. Bir çocuk ku-lübü kurulmasına, Umut Armağan-ları başta olmak üzere çocukların baş aktör olduğu her türlü faaliyetin bu çatı altında gerçekleşmesine karar veriliyor. Kumbara Kardeş Kulübü böylece başlıyor çalışmaya; kimselerin bilmediği bir yarış-ma fikri, derneğe gelip giden birkaç çocuk ve “onca işinin gücünün arasında” çocuklara vakit ayırmaya gönüllü birkaç yetişkinle…

ÇOCUK KULÜBÜKURULUYOR

FiKRiNDOĞUŞU

Page 29: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Bütün ilköğretim sınıf-larından katılım müm-kün, her türlü malzeme-

nin kullanımı serbest. Yeter ki birkaç ço-

cuğun dünyasın-da farklı bir pen-cere açılsın, birkaç

günleri oyuncak yapmakla, mektup yazmakla, “Hiç ta-

n ı - madı- ğım yoksul bir ço-cuğu nasıl mutlu ederim?” diye tasalanmakla geçsin. Hem, yarışmanın en güzel kuralı, “Velilerden yar-dım almanın serbest olması.” Bu kural her ne kadar çocuk-lara kolaylık olsun diye konmuşa benzese de işin aslı baş-ka. Sebebini işi en başından beri kotaran, gönül veren, hem kendisi canla başla çalışıp hem de ekibindeki çalışanlarına heyecan aşılayan Kimse Yok Mu Derneği Reklam ve Tanı-tım Yönetici Ülkü Atlamaz’a sormak lazım, neden koyuldu velilerden yardım alabilme serbestîsi?

“İnsanlar bir akşamlığına televizyonu kapatsınlar, çocuk-larını karşılarına alıp birlikte vakit harcasınlar diye” diyor ve ekliyor: “Biz bu yarışmayı tasarlarken amacımız çocuk-lara sadece oyuncak yaptırmak değildi; amacımız çocuk-ların ve büyüklerin harekete geçmesi, umutsuzluğu yok et-mek için emek verilmesiydi. Elbette bir çocuğun tamamen anne babasına yaptırdığı kusursuz bir oyuncağı birinci seçmezdik, seçmedik de. Fakat çocuğun annesi babasıyla ‘birlikte’ yaptığı oyuncakla annesine babasına ‘yaptırttığı’ oyuncağı ayırt etmek hiç de zor olmuyordu zaten.”

Yarışmanın ödülleri belirlenirken, bir soru takıldı akılla-ra: Eğer “şampiyonlara” ödül verip diğer katılımcıları “kay-beden” sınıfına sokacaksa, bu yarışmanın diğerlerinden ne farkı kalır ki? Hayır, bu yarışmaya katılan herkes kazan-malı. Bütün çocuklar, bütün veliler, bütün öğretmenler… “Yarışmaya katılan bütün eserleri ihtiyaç sahibi çocukla-ra ulaştırmaya karar verdik” diyor Ülkü Atlamaz henüz üç sene öncesi olsa da hasretle hatırladığı o ilk heyecanı an-latırken. “Düşünsenize, çocuklara yardım paketleri yeri-ne başka çocukların yaptığı oyuncaklar, el işleri armağan edecektik. Tabii ki kıyafet, giyim, gıda gibi yardımları da çocuklara vermeyi ihmal etmedik.”

Bu arada, yarışmaya jüri üyeliği yapacak “ehiller” belirlene-cek, kıymetli vakitlerinden vakit ayırıp en iyi oyuncakları seç-meleri istenecekti. Kimse bir oyuncak yarışmasında seçici ku-rul üyeliği yapma ricasını geri çevirmedi. İlk yarışmanın jüri üyelerinden çizer Osman Turhan o günleri anlatırken “Benim için anlamı çok büyük” diyor. “Çocukluğumda bugünkü gibi fazla oyuncağa ulaşma imkanımız yoktu. Biz de kendi oyun-caklarımızı üretirdik. Bu yüzden nitelikli bir oyuncak gör-düğüm zaman bir çocuk ciddiyetiyle gözlemlerim. Bu yarış-mada tasarlanan oyuncakları inceledikçe çocukların gözle-rindeki heyecanı okudum” diye de ekliyor. Osman Turhan’ın sözleri yarışmanın bir başka boyutunu hatırlatıyor aslında: Bu yarışma sadece bir yardımlaşma projesi değil aynı zamanda çocukların sanat ka-biliyetlerini geliştirmeye hiz-met eden entelektüel bir ak-tivite.

“Umut Armağanları,” güzel isim. Fakat bu armağanlar yal-nızca oyuncaktan ibaret kalmamalı. Oyuncakların yanın-da el işleri ve resimler de yapabilmeli çocuklar; yapabilme-li ki, “Benim elimden bir şey gelmez” mazereti kalmasın hiç kimsenin. Bir el işi kimin ne işine yarar ki demeyin. Küçük dantel bir örtü getirin gözünüzün önüne, üzerine dantel ip-leriyle “UMUDUNU YETİRMEYEN ÇOCUKLAR” yazısı iş-lenmiş, eser sahibinin ismi Kürtçe… Hiçkimsenin işine ya-ramasa da, en azından umudunu yitirmeme şevki aşılıyor insana, fazlasına ne hacet?..

Yarışmaya katılan eserlerden söz açarsak anlatılacak daha çok şey var lakin önce başladığımız bahsi bitirmeli.

Üç kategoride açılan yarışmanın nasıl duyurulduğundan bahsetmeli. Önce afişler hazırlanır, fakat vakit olmadığı için Milli Eğitim’den izin almak mümkün değil. İznimiz olsa, afişleri okullara ulaştırmak öyle kolay olacak ki… İş başa düştü, afiş gönderilecek okulları tek tek tespit edip adreslerini bulacağız, afişleri gönderip okulları bir bir arayarak yarışmayı anlatacağız. İşin en meşakkatli kısmı burası, okul adresleri, okullara yönelik mektuplar, dernek şubelerine yönelik bildirimler, telefon numaraları, hava-da uçuşan yüzlerce zarf, kağıt, etiket… Peki değecek mi bunca gayrete, ya kimse teveccüh etmezse bir oyuncak yarışmasına katılmaya?

anne babalar da OYUNCAK YAPTI

UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 27

Bir elişinin düşündürdükleri

Page 30: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Bir sonraki iş: Yarışma-ya iştirak eden oyuncakların tan-

zim edilmesi, kayıt altına alınıp seçime hazır hale gelmesi. Kumbara Kardeş Kulübü’nün

ilk sorumlusu Sema Arslan’a göre işin en zor kısmı buydu. Her ne kadar başlarda ekipçe “Nasılsa kimse katıl-

maz, ödül törenine bir gün kala oturup kendimiz oyuncaklar yapmak zorunda kalırız” diye espriler yapsalar da, daha yarış-

ma afişleri okullara gider gitmez oyuncakların gelmeye başladığı-nı anlatıyor Sema Arslan ve ekliyor: “Gelen ilk oyuncak hâlâ gözü-mün önünde. Sonra sırasıyla derneğimizin kapısına yaklaşan kar-

go araçları, kolilerle getirilen oyuncaklar, el işleri, resimler… İlk önce hepsini büyük bir özenle tek tek kayıt altına aldık. Sahibi belli olma-

yan oyuncakların sahibini araştırdık, okulları aradık vs… Fakat gün geçtikçe oyuncak sayısı artmaya başladı, altından kalkama-

yacağımı düşünmeye başladım. Tabii ki o zamanlar bir sonra-ki sene katılım sayısının beşe katlanacağını bilmiyordum. Hatta bir sonraki sene yarışmanın devam edeceğini bile

zannetmiyordum. Herşey küçücük bir hayalin ger-çekleşmesinden ibaretti aslında, böyle büyü-

yeceğini tahmin edemezdik.”

“nasılsa kimse

katılmaz…”

Evet, herşey küçük bir hayalin gerçekleşmesinden ibaretti. O hayal bü-yüdü, serpildi. Birinci yarışmaya 2000 eser katıldı. 9 saat süren bir jüri toplantısıyla en iyiler seçildi. Her kategorinin birincilerine yurtdışı-na yardım gezisi gibi unutamayacakları bir armağan verildi. İstikamet Bosna Hersek’ti; Bosnalı gazi çocukları Türk çocuklarının el emekle-riyle yaptıkları armağanlarla sevindi. İkinci sene gelenek bozulmadı, şampiyonlar bu defa da Kosova’ya götürüldü: Hem gezmeye hem de kendi yaptıkları oyuncakları kendi elleriyle arkadaşlarına armağan et-meye. Ve en başından beri planlandığı gibi, hiçbir çocuğun eseri “kay-beden” sınıfına girmedi. Eserler hem ödül törenleri öncesi yapılan ser-gilerde sergilendi hem de ihtiyaç sahiplerine yardım paketleriyle bir-likte armağan edildi.

Bu yıl yarışmanın üçüncüsü tertipleniyor. Bu satırların okunduğu sıra-da belki de şampiyonlar belli olmuş olacak bile. Kumbara Kardeş Ku-lübü Sorumlusu Saliha Polat’a göre bu sene yarışmaya ilgi katlanarak büyüyecek. Bu ilginin en güzel tarafı ise daha çok katılımcının “daha çok çocuğu sevindiricek daha çok oyuncak” anlamına gelmesi. Bu sene ayrıca kompozisyon alanında da katılımın sağlanabileceği yarış-ma artık rüşdünü ispatladı. Türkiye’de bu alanda yapılan ilk ve tek pro-je olması bir yana, yüzlerce çocuğu sevindirmenin en “iyi” yolu olarak tarih yazmaya başladı. Belki 7 sene sonra “onuncusu,” belki 17 sene sonra “yirmincisi” düzenlenecek diyor kulüp sorumlusu Saliha Polat; “Ve biz buralarda olmasak da toprağa ne kadar güzel tohumlar attığı-mızı hep bileceğiz.”

hayal

GERÇEK OLDU

DAĞISTAN ÇETİNKAYA’nın 3. Umut Armağanları’na özel çizimi

Page 31: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Birinci yarışmanın jürisi 9 saat süren bir elemey-le seçtiler en iyi oyuncakları. Yaklaşık 150 oyunca-ğın tek tek incelendiği jüride yer alan isimler ken-di heyecanlarını da kattı işin içine. Yarışma fikrine baştan beri destek veren ve sahip çıkan Yumurcak TV Genel Yayın Yönetmeni Meryem Akbal hem çocuklar hem de yetişkinler açısından titizlikle in-celedi oyuncakları. Yarışmaya desteği hâlâ devam eden Akbal, Kumbara Kardeş Kulübü fikrinin de annelerindendi aslında. Nuriye Toraman, jüride hem bir televizyoncu hem de “anne” gözüyle baktı eserlere. Her oyuncağı çocuk psikolojisi açısından inceleyen Uzman Pedagog Ferhat Çelik de halen Umut Armağanları’nın seçici kurulu arasında. Çi-zer Osman Turhan’ın dışında üç yayıncı daha var-dı jüride: Gonca Dergisi’nin eski yayın yönetmeni Hasan Candan,

Kumbara Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Zey-nep Sevde Paksu ve Üsküdar Çocuk’un Genel Ya-yın Yönetmeni Sevde Sevan Usak. Hemen her ese-ri eline alıp inceleyen, büyük bir titizlikle puanlan-dıran Hasan Candan muhtemelen her oyuncakta kendi oğlunu getirdi gözünün önüne.

İkinci elemelerde jüri isimlerinin içine yenile-ri katıldı. Kumbara Dergisi’nde Uçan Eşek öykü-sünü yazıp çizen Usta çizer Dağıstan Çetinkaya, TRT Çocuk’un Genel Yayın Yönetmeni Can Soy-sal, yıllarını çocuk konusuna vermiş Prof. Dr. Ayla Oktay ve Eyüp Oyuncakları Atölyesi’nin kurucu-su Doç. Dr. Tosun Yalçınkaya. Bu yıl bu isimler arasına hem anne hem de oyuncu olan bir yenisi ekleniyor: Sanatçı Filiz Taçbaş.

EN iYiLERi ONLAR SEÇiYOR

UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 29

Page 32: KİMSE YOK MU DERNEGİ

OYUNCAKLARIN ANADOLU YOLCULUĞU

Maraş, Antep ve Adana’ya oyuncak2. Umut Armağanları Yarışması’ndan sonra yarışmaya iştirak eden oyuncakları Anadolu’ya götüren ekibin ilk durağı Kahramanmaraş’ın Şerefoğlu köyü oldu. Kulüp gönüllüleri köye vardıklarınnda Şerefoğlu İlköğretim Okulu öğrencileri okulun bahçe-sinde hazır bekliyordu. Okulun 204 öğrencisine o gün hem el yapımı bir oyuncak hem de kıyafet paketleri armağan edildi. Bir sonraki durak olan Kahramanmaraş’ın Hasan-cıklı köyü Erkunt Traktör İlköğretim Okulu’nda da durum farklı değildi. 220 öğrenci ar-mağanlarını alırken “Seneye biz de katılacağız” diye cıvıldaşıyordu. Gaziantep Yeşil-kent İlköğretim Okulu da 50 öğrencisiyle hazırlanmış İstanbul’dan gelecek konukları bekliyordu. Kendilerine tek tek oyuncaklar ve giyim paketleri armağan edilen öğrenci-ler, oyuncakların yanındaki umut mektuplarını dikkatlice okumayı da ihmal etmedi. Yolculuğun son durağı olan Adana’da ise SBS’ye hazırlanan ve hemen hepsi çok yüksek derecelerle iyi okulları kazanmayı hedefleyen 155 ihtiyaç sahibi öğrenci oldu.

Bir köy okulu düşünün, Urfa’nın Harran ilçesinde olduğunu zan-nederek gittiğiniz fakat Harran’dan sonra da uzun bir yolculuk yapmaya mecbur kalarak ancak ulaşabildiğiniz. Bahçesinde top-lanan çocuklar belli ki saatlerdir sizi bekliyor. Minibüsünüzden inerken alkışlarla karşılanıyor, mahcubiyetinizden yerin dibi-ne geçiyorsunuz. Okulun erkek öğrencileri mini mini elleriyle kü-çük birer “adam” gibi çiğköfteler yoğurmuş, ikram etmek için he-yecan içindeler… Yanınızda getirdiğiniz kolileri okulun içine ta-

şıyorsunuz. Sıra kutuları açmaya geliyor. Kutulardan çocukların her biri için önceden hazırlanmış kıyafetler, eşofman-lar, kırtasiye malzemeleri ve ayakkabılar çıkıyor. Paketlerin çocuklara dağıtımı için öğretmenler giriyor devreye. Sonra sıra oyuncak paketlerinin açılmasında. Kızlar için rengarenk bebekler, erkekler için arabalar, hayvanlı oyuncaklar, maketler… Cıvıl cıvıl paketlerin içinden çıkan her bir oyuncağın yanına iliştirilmiş birer mektup. Harranlı çocukların dudaklarından “Sevgili kardeşim” diye başlayan satırlar dökülüyor kıpır kıpır.

Siz, bir yandan heyecanla kıyafetleri çocukların üstlerine tutup ölçerken, oyuncakların dağıtımını en adil şekilde ger-çekleştirmeye çalışırken, bir yandan da düşünüyorsunuz: “Burada, kimseciklerin uğramadığı bu köyde, bir araba dolusu oyuncak ne de çok şey demekmiş… Umut Armağanları bu demekmiş!..”

Harran’ın Aşağıkesmekaya Köyü’nü bilir misiniz?

Armağanlar Şemdinli’ye kadar ulaştıKimse Yok Mu Derneği’nin Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Ağaçlı Köyü’nde yap-tırttığı ilköğretim okulu şimdiye dek iki kere mezun verdi, pek çok ziyaretçiye ev sa-hipliği yaptı. Bu ziyaretçilerin en önemlileriyse “Umut Armağanları” oldu. İstanbul’da tek tek hazırlanıp paketlenen, yardım paketleriyle birlikte Şemdinli’ye gön-derilen Umut Armağanları, hep “uzakta” yaşamaya alışmış çocuklarla Batılı çocukların arasına görünmez bağlar kurdu. O bağlara tutunup birbirleriyle mektuplaşmaya başlayan çocukların iletişimi devam ediyor. Bu eşi görül-memiş kardeşlik projesi ise ulaşılan her bir köyde sanki yeniden can buluyor, yeniden kök verip güçleniyor…

Page 33: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Birinci Umut Armağanları’nın şampiyonlara ödülü Bosna Hersek gezi-si olarak belirlenmişti. Saray Bosna’da Gaziler Derneği aracılığıyla bir araya gelen otuz kadar savaş gazisi, aileleri ve çocuklarıyla katıldı Umut Armağanları törenine. İstanbul ekibi yanlarında getirdikleri hediye-ler ve Umut Armağanları’yla hazırlanmış, onları bekliyordu. Yarışma-nın üç kategorideki birincileri, Derya, Sima Nur ve Hatice çıktılar sah-neye. İsimleri önceden belirlenmiş Boşnak çocukları tek tek davet ede-rek kendi yaptıkları eserler başta olmak üzere Umut Armağanları’nı Bosnalı çocuklara hediye ettiler. Giydikleri pırıl pırıl kıyafetleri ve yüzlerinde yerleş-miş candan tebessümleriyle Boşnak aileler öyle bü-yük bir tevazuyla kabul ettiler ki armağanları…

Evet, bunlar o çocukların ilk oyuncakları değildi. Fakat ilk “el emeği göz nuru” oyuncaklarıydı. Hem de tâ Türkiye’den, “ağabey” ülkeden geti-rilmiş. Oyuncaklarını kucaklayan, sımsıkı sa-rıp sarmalayan ancak yardım paketlerinin içi-ni açıp bakmaktan imtina ederken, bu ülkenin vakarı çocukların bile üzerine sinmişti!

2. Umut Armağanları’nın birincilik armağa-nı Kosova ve Makedonya gezisi oldu. Umut Armağanları’nın Kosovalı yetim çocuklara armağan edilmesi için Priştina kentinde dü-zenlenen törene çocuklar aileleriyle birlik-te katıldı. İsimleri tek tek okunarak sahneye davet edilen çocuklara hediyelerini 2. Umut Armağanları birincileri Merve Öztürk ve Cü-neyt Kıyıklık verdi. Bu programı özel kılan en müthiş sözlerse Kosova’nın kültür bakanı Lütfi Haziri’den geldi:

“Biz savaştan beri Priştina’da bayram kutla-mayız. Yas ilan etmişiz. Bu bayram ilk defa bir kutlamaya katıldık. Bunu, Türkiye’den kardeş-lerimizin gelişi şerefine yaptık. Bundan sonra Priştina’da bayramlar bayram gibi kutlanacak!

UMUT MASALININ SONA ULAŞTIĞI NOKTA…

BiZ SAVAŞTAN BERi BAYRAM YAPMIYORDUK,TÜRKLER GELDi BAYRAM OLDU!

UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 31

Page 34: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Derya Onur, 1. Umut Armağanları Yarışması’nın oyun-cak kategorisindeki birincisi. Denizli Pakize Suzan İlköğre-tim Okulu’nda okuyan Derya öğretmeninden yarışmayı du-yunca evine gidip anneannesinden öğrendiği süpürge bebe-ği yapmaya koyulur. Ailesinin maddi durumu çok iyi olmasa da “gönlü zengin” sınıfına dâhil olan Derya oyuncağını yarış-maya gönderdikten bir müddet sonra haber gelir: Birinci ol-muştur! Önce okulunda kutlamalar yapılır, okul bahçesi bay-ram yerine döner. Sonra Kimse Yok Mu Derneği’nin Deniz-li Şubesi’ne çağırılıp tebrik edilir. Ardından öğretmeniyle bir-likte ödül törenine katılmak için İstanbul’a geldiğinde, her-

kesin parmakla gösterdiği kişi haline dönüşür. Televizyon-lara çıkar, röportajlar verir. Son olarak öğretmeni ve ba-basıyla birlikte katıldığı Bosna Hersek gezisinin “yıldı-zı” olan Derya’nın yaşadıkları bunlarla da sınırlı kalmaz. Derneğin Denizli Şubesi tarafından ailesinin

durumu incelenen ve yardım kararı alınan Derya, ailesini ferahlatacak ciddi miktarlarda yardım ulaştırılmasına vesile olur. Gökten üç

elma düşmese de, Derya için artık herşey bambaş-kadır…

DERYA’NIN HAYATI DEĞiŞTi

MÜHENDiSLiK HARiKASI “AKiF”İstanbul’dan yarışmaya katılan İhsan

Bölüm’ün yaptığı Akif isimli robot düğmesine basıldığı zaman ışıkla-

rını yakıp söndürerek ileri doğ-ru yürümeyi başarıyor ama tek başarısı bu değil. Bu robot İs-tiklal Marşı okuyor! 2. Umut Armağanları’nda altıncı olan Akif, aynı zamanda yarışmanın ödül töreninin açılışını da yaptı.

Page 35: KİMSE YOK MU DERNEGİ

ÖDÜL TÖRENLERiÇOCUK ŞÖLENLERiNE DÖNÜŞTÜBirinci ve ikinci Umut Armağanları yarışmalarının ödül törenleri İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde yapıldı. Her iki ödül töreninin de öncesinde yarışmaya katılan eser-ler arasından seçilen oyuncak ve el işleri Umut Mektupları’yla birlikte sergilendi. 23 Ni-san haftasında düzenlenen törenlerin öncesinde ayrıca çocukların eğlenmesi için aktivi-teler tertiplendi.

UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 33

Page 36: KİMSE YOK MU DERNEGİ

HAiTiLi ÇOCUKLARDAN MEKTUP VAR!Yüzlerce oyuncakla yarışmaya iştirak eden Antalya Şubesi, Antalya’da açtı-ğı sergiyle oyuncakları tanıttı. Ardından oyuncakları alıp yardım malzeme-leriyle birlikte Haiti’ye götüren şube, Haitili depremzede çocuklara unutama-yacakları birer armağan verdi. Oyuncakların yetimhanede dağıtılmasının ar-dından Haitili çocuklar oyuncakları gönderen Türk arkadaşlarına birer mek-tup yazmaya karar verdiler. İşte o mektuplardan birisi:

HiÇ KiMSE BiR ÇOCUKTAN DAHA KREATiF OLAMAZKitlesel bir şekilde bilgisayarı iyi kullanan çocukları “zeki” zannededura-lım, bilgisayarın başından kalkıp oyuncak üretmeye başlayan çocukların zekası insanı şaşırtıyor. Eski bir tavadan yapılmış gitar, kavanozlardan ya-pılıp kollarına çatal takılmış robotlar, tahta kaşıklardan yapılmış oyun-cak bebekler, orijinal birer çizgifilm kahramanı kalitesinde hazırlanmış eğlenceli karakter oyuncaklar, içindeki her türlü detayı düşünülmüş ev maketleri, plastik bardaklardan vücuda getirilmiş dev bir robot, yumur-taların içi aydınlatarak yapılmış gece lambası, zeytinyağı tenekesinden yapılmış kamyon, plastik kovalardan yapılmış bateri ve daha nicesi… İşte çocukların “serbest” bırakılan zihinlerinin en duru meyveleri!

Türkiyeli Kardeşlerimize;

Bize gönderdiğiniz oyuncaklarla biz

oynamayacağız. Çünkü onlarla oy-

narsak eskirler diye korkuyoruz.

Ama onları sandıklarımızda değil

kalbimizde saklayacağız.

10.000’lerce km uzaklardan gelerek

bizi hatırladığınız, dertlerimizi dinle-

diğiniz ve Haiti ile kardeşlik köprü-

sü kurduğunuz için teşekkür ederiz.

Sizi hiç unutmayacağız.

Haitili Kardeşleriniz.

Page 37: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Oyuncak ve kompozisyon dallarında düzenlenen 3. Umut Armağanları Yarışması’nın sonuçları 10 Nisan’da açıklanıyor. Yarışmada ilk üçe giren-ler 3000, 2500 ve 2000 TL’lik eğitim bursları kazanıyor. Giyim çekleri, net-booklar ve dijital fotoğraf makineleri de yarışmanın diğer ödülleri arasın-da. Fakat ödüller arasında yine en mühim yeri “Yurtdışına yardım gezisi” alıyor. Ödül töreni 17 Nisan 2011’de Haliç Kongre Merkezi’nde düzenleni-yor. Muhteşem bir çocuk şenliği olarak düzenlenecek ödül töreninin ön-cesinde yine eğlenceli etkinlikler ve oyuncak sergisi yer alacak.

UMUT ARMAĞANLARI // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 35

TEŞEKKÜRLER!Zambak Yayınları, Dumankaya

İnşaat, Bank Asya, Exa Bilgisayar, Eloysis Güvender Yayınları,

Yumurcak TV, Enox, Caillou Oyuncakları, Samanyolu Yayın

Grubu, Burç FM, Samanyolu Haber Radyo, Moral FM, Özel FM, Koyuncu, KİM,

Haber Aktüel, Dünya Radyo, Simbo,

LC Waikiki

Page 38: KİMSE YOK MU DERNEGİ

“Fakirlik ve ihtiyaç içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin ve senin de kalbin rakîkleşip ruhun incelsin!..” MEVLÂNÂ

DERTLERE VÂKIF RUHLARDOSYA

NAZLI H�LALKIZILKAYA/[email protected]

Page 39: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Eski mahallelerin birinde gezdiğimizde önümüze birden mahallenin orta halli bir bakır ustasının dişten tırnaktan artırarak yaptırdığı bir mescid çıkar. Mescidin az ilerisinde başka bir hayırseverin yaptırdığı bir medrese görürüz.

Serin bir cami avlusunda sırtımızı dayadığımız revak sü-tunlarının, bir fâninin “Mal da yalan mülk de yalan” diye vakfettiği, görünürde mimari bir parça, derunda ise ahirete uzanan bir hayır yolu olduğunu düşündünüz mü hiç?

Ya Üsküdar’da, Tophane’de, Sultanahmet’te, suyunu içe-mesek de sıcak bir yaz günü ahşap saçağının altına sığın-dığımız, sanatına hayran olduğumuz çeşmelerin, sebillerin hayır uğruna sebil edilen çil çil altınlarla inşa edildiğini…

Veya şehirlerin siluetini belirleyen kalem minareli camilerin, bereketli keselere uzanan müşfik ellerin eseri olduğunu…

Bu hep böyledir…

Eski mahallelerin birinde gezdiğimizde önümüze birden mahallenin orta halli bir bakır ustasının dişten tırnaktan artırarak yaptırdığı bir mescid çıkar. Mescidin az ilerisin-de başka bir hayırseverin yaptırdığı bir medrese görürüz. Taş sokaklar arasında sıra sıra dizili bedestenlerin, hanların arasından geçip köşeyi dönünce, kubbesinden bacalar ta-şan ve her gün önüne biriken fakir fukaraya kepçeler-

le aş dağıtan bir aşevinin önüne çıkıveririz.

Şehre uzaktan gelmişsek, ıssız

dağ başlarında yolculara, yolda kalmışlara hizmet veren bir kervansaraya rast gelme ihtimalimiz büyüktür.

Bu Osmanlı’da hep böyledir… İmparatorluğun Bosna’dan Yemen’e uzanan her karış toprağı, vilayetinden kazası-na, kasabasından köyüne kadar, varlıktan geçip de yoklu-ğu yeğleyen insanların yaptırdığı vakıf eserleriyle doludur. Vakfetme kültürü Osmanlı’da kimi zaman mütevazı bir cami, kimi zaman Süleymaniye’de koca bir külliye olarak çıkar karşımıza. Konya’da bir medrese iken, Bosna’da bir köprü, Hicaz’da hacılara su taşıyan bir suyoluna dönüşür.

Ve her vakıf eseri, vâkıfından izler taşır. Her vâkıf, hiç ka-panmayacak bir hayır kapısı açmak ve ötelere hayır dua-larla gitmek arzusuyla hareket eder. Her binanın teme-li cömertlikle atılır, her harç merhametle yoğrulur, her taş diğerkâmlıkla yerine yerleştirilir. Her kapı hay-ra açılsın istenir, her pencere fakir evlerdeki o meş’um siyah dumanın hızla çı- kıver-mesi için konur duvarlara.

“Vakıf” sözlük manası olarak hapsetmek, alıkoymak dur-durmak anlamlarına geliyor. Terim manası ise; bir malı Allah’ın mülkü olarak görüp, onun üzerinde sahiplik iddia etmeyip toplumun yararına tasadduk etmek demek. Bir de daha derin bir mana çıkaralım, ki o da yardımlaşmanın, paylaşmanın, infak etmenin, koruyup gözetmenin, hiçbir menfaat beklemeden karşılıksız vermenin kurumsallaşmış halidir. Kısaca vakıflar kalpleri rakîkleştiren, ruhları incel-ten bir medeniyettir.

Vakıf kurmanın temelinde, malından özellikle ihtiyaç sa-hiplerinin yararına gönüllü olarak feragat etme fikri yatar.

Çünkü mülkün tek sahibi Allah’tır ve insan da şu arz üzerin-de bu mülkün, kısa bir süre için, sadece emanetçiliğini ya-par. O halde bu dünya ancak “layık olduğu” kadar değerli-dir; dünyaya haddinden fazla kıymet biçmek, hiç gitmeye-cekmiş gibi yaşamak İslam öğretisine aykırıdır zira.

Malını vakfedenler işte bu düşünceyle hareket ederler. Ver-menin almaktan her zaman daha üstün olduğuna inanır-lar. Beden giysisi altındaki ruhlarının bu şekilde inceleceği-ni, kalplerinin bu şekilde temizlenip, hayatlarının bu şekil-de anlam bulacağını düşünürler.

ruhlarıiNCELTEN MEDENiYET

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 37

Page 40: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Kaynaklar malını hayır yolunda sarf ederek vakıf kuran ilk vâkıfın Hz. İbrahim olduğundan bahsederler. Buna göre, ilk vakıf eseri de, kendi elleriyle yaptığı Kâbe’dir. Yine o Filistin’de, günümüzde bile “Halilurrahman Vak-fı” adıyla yaşayan çeşitli hayır kurumları kurmuş, vakıf geleneğinin temellerini atmıştır. Sonrasında Hz. Davut ve Hz. Süleyman’ın da yine Filistin’de fakir ve muhtaçlar için hayır eserleri yaptırdıkları zikredilir.

Bu kadim gelenek, İslam’ın doğuşuyla birlikte, kâmil in-san oluşun bir mecburiyeti haline gelir. İslam tarihinde ise, elinde bulunan yedi hurmalığını yolcular, miskinler ve yoksulların ihtiyacı için vakfedip vakıf uygulamasını ilk başlatan kişi Peygamber Efendimiz (SAV)’dir. Efendi-miz, her konuda olduğu gibi bu konuda da ashabına ör-nek olmuş; onları iyiliğe ve hayra teşvik etmiştir.

Vakıf kültürü, daha sonra gelen İslam devletlerince de daha da genişletilerek devam ettirilir. İslam bayrağı taşı-yan her devlet, Emeviler, Abbasiler, Eyyubiler, Memluk-

lüler bulundukları ülke toprakları içinde camiler, medre-seler, imaretler ve şifahaneler yaptırır.

Türk tarihine geldiğimizde Selçuklular ve Anado-lu Beyliklerinin muazzam vakıflar kurarak, bu kültürü Anadolu’ya taşıdıklarını görürüz. Bin yıllık vakıf mede-niyetimizin son ve büyük mimarı Osmanlı ise bu kültürü doruk noktasına çıkarandır.

vakıf cennetiOSMANLI

Osmanlı’da devlet sadece askeri alanda yatırım yaparak, sınırların emniyetini sağlamakla ve halkın mal ve can gü-venliğini korumakla mükelleftir.

“Dönüp durmakta olan bu gaddar felek içinde sahip olu-nan bütün kudret ve makamlar, hâlden hâle geçerek de-ğişip durur, sürekli değildir. Dünya yurdu son bulma ve zillet yeridir. Sağlık ve hastalık hâlleri birlikte yürür, se-vindirmesini azarlaması takip eder. Şüphesiz en hayır-lı insan, bir an bile gaflet etmeyerek, sağlığında akıbeti-ni düşünüp, bu dünya tarlasına hayrat tohumunu atan kimsedir.”

Böyle diyor Kemal Ağa kızı Zeynî, kendi adına kurduğu vakfın vakfiyesinde. Dünya çengel atılıp da, kâm alına-cak bir yer değil, bir yolcunun bir müddet istifade ettiği gölge veren bir ağaç gibidir. Yolcu biraz sonra kalkıp gide-ceği gibi, ağaç da bir müddet sonra gölge vermez olur. O halde bu faniliği bakiye çevirmek, dünya durdukça akıp giden bir hayır sahibi olmak için, gaflet etmemek, sağken akıbeti düşünmek gerek.

Osmanlı insanı işte bu bilinçteydi. Vakıf kurmak, üzeri-ne sadece hayır yazılmasının ve kapağının hiç kapanma-masının umulduğu bir defter açmak gibiydi. Bu arzuyla

İmparatorluğun hüküm sürdüğü yedi iklim dört bucak, bir örümcek ağı gibi vakıf eserleriyle çepeçevre örülmüş; muazzam bir vakıf medeniyeti kurulmuştu.

Osmanlı’da devlet sadece askeri alanda yatırım yaparak, sınırların emniyetini sağlamakla ve halkın mal ve can güvenliğini korumakla mükelleftir. Geriye kalan birçok toplum hizmeti (sosyal yardım, eğitim, din, sağlık hiz-metleri) vakıflar tarafından yerine getirilir. Açlar doyu-rulur, yolda kalmışlar barındırılır, öğrenciler okutulur, dullar yetimler gözetilir, acizler yaşlılar korunup kolla-nır… Sokak hayvanları, uçamayan göçebe kuşlar bile unutulmaz, onlar için bile birer vakıf kurulur.

Vakıflar bu anlamda hem vatandaş için, hem de devlet için bir güvenlik sigortasıdır. Devlet güçsüz düşüp, hal-kı için bir şey yapamaz duruma gelse bile, vakıflar güçlü birer istinat duvarı olarak varlıklarını muhafaza ederler. Yoksul halk onlara sırtını dayar, hastanede şifasını, aşha-nede gıdasını onlarla bulur.

iBRAHiMî GELENEK

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 38

Page 41: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Padişahları vakıf kurmada hanedan üyeleri, üst düzey devlet adamları ve varlıklılar izler. Herkes

mal varlığına göre hayır yapma telaşındadır.ORHANGAZiiLK OSMANLI VÂKIFI

Osmanlı Devleti içinde vakıflaşma süreci ilk olarak Or-han Gazi’yle başlar. Orhan Gazi, İznik’i fethedip de payi-taht eylediği zaman, ilmî çalışmaların yapılabilmesi için bir medrese yaptırır ve bu medresenin her daim ayakta kalabilmesi için bazı mülklerini ona vakfeder. Bu devam-lılık sayesindedir ki Orhan Gazi Medresesi’nde nice âlim ders verir, nice âlim yetişir.

O’nun, Bursa’da Orhaniye Külliyesi’nin bir bölümü olarak yaptırmış olduğu caminin kandillerini her sabah kendi-sinin yakması ve imaretinde fakir-fukaraya bizzat hizmet ederek yemek dağıtması, vakıf medeniyetini kurma yolundaki ilk adımlardır.

Sonrası malûm, gazilerin kılıç ku-şanıp at sürdüğü, surlarına Osman-lı sancağı diktiği her şehre, her kasa-baya vakıf eserler kurulmaya devam edilir. Adapazarı, Bolu, Amasya, Bur-sa, Edirne camilerle, medreselerle, za-viyelerle süslenir; yoksul halkın sıcak yemek yediği imaretler, evsiz barksız-ların, yolda kalmış yolcuların kalabi-leceği tabhaneler yapılır.

İstanbul’da ilk vakıf ise fethin hemen akabinde camiye dönüştürülen Ayasofya için Fatih Sul-tan Mehmed tarafından kurulur. Bu vakıf Ayasofya’nın bakımı ve çalışanların ücretleri için gereken mali deste-ği karşılar. Kapalıçarşı’nın ilk kuruluş amacı da Ayasofya vakfına kira geliri getirmesidir.

Sonrasında, yani İstanbul bir Osmanlı şehri olduktan sonra, her köşesi vakıf eserleriyle donatılır, şehir bu eser-lerle adeta yeniden imar edilir.

Devlet içindeki en büyük vakıflar tabii ki bizzat padi-şahların kendi kurdukları vakıflardır. Padişahların şan-larına yaraşır şekilde büyük külliyeler halinde inşa ettirdikleri ve içlerinde imaretin-

den medresesine, hastanesinden sebiline kadar her tür-lü hizmet kurumunu barındıran bu vakıflar, hem şeh-rin bayındır bir hale gelmesini sağlar, hem de halkın is-tifadesine sunulur. Bursa’da Muradiye, Edirne’de Selimi-ye, İstanbul’da Süleymaniye Külliyeleri hep bu hizmet dü-şüncesiyle ortaya çıkarılmış şaheserlerdir.

Padişahları, vakıf kurmada hanedan üyeleri, üst düzey devlet adamları ve varlıklı insanlar izler. Herkes mal var-lığına göre akıp giden bir hayır yapma telaşındadır. Zen-

ginden fakire doğru “gönüllü” bir servet akışının olduğu bu kültürde, toplumsal hayat içinde derin uçurumlar oluşması da engellenmiş olur. Zengin mal birik-tirmez, fakir zenginin malından rahat-sız olmaz; bu şekilde arada toplumsal bir gerginlik yaşanmaz.

Osmanlı döneminde kayıtlara geçen va-kıf sayısı 26. 300 olarak saptanmış. Bu ol-dukça muazzam bir rakam… Bu vakıf-lar bir yandan taş üstüne taş koyarak, camiler, tekkeler, medreseler, aşevle-ri, kervansaraylar, şifahaneler, suyolla-rı, çeşmeler, sebiller, yollar, kaldırımlar, kütüphaneler, hanlar, hamamlar, iskele-

ler, deniz fenerleri, köprüler yaptırmış; bir yandan da gü-nümüzdeki Sivil Toplum Kuruluşları gibi mali veya ayni yardımlarda bulunmuş. Yoksullara yakacak ve gıda yar-dımı yapmış, genç kızlara çeyiz, kimsesiz cenazelere ke-fen bulmuş. Sadece bayramlarda çocukları sevindirmek, borçluların borçlarını ödemek, hizmetçilerin efendile-ri tarafından azarlanmaması için kırdıkları kâse ve kap-ların yerine yenilerini almak için bile vakıf kurulmuş. Bu şekilde toplum içinde açık kalmış her gedik kapa-

tılmaya çalışılarak, yüzyıllar sonrasına zen-gin bir vakıf medeniyeti miras bırakıl-

mış.

Zenginden fakire doğru “gönüllü” bir servet akı-şının olduğu bu kültürde, toplumsal hayat içinde derin uçurumlar oluşması da engellenmiş olur. Zen-gin mal biriktirmez, fakir zenginin malından rahat-sız olmaz; bu şekilde ara-da toplumsal bir gerginlik yaşanmaz.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 39

Page 42: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Sokaklarında gezen her insanın birbirini tanıdığı, bir-birini kolladığı, birbirine kefil olduğu bir mahalle düşü-nün. Oturanı belli, yabancısı belli. “Mahalleli” olmanın, bir yere ait olma hissinin kâmilen yaşandığı bir eski za-man köşesi.

Birbirini tanıyan insanlar, birbirinin sıkıntısını, derdini, kederini de bilir. Ve kimse kimsenin hâline bigâne kal-maz, kimse bildiği bir hâli bilmezlikten gelmez. Kapa-lı avlular arkasında yaşanan hayatlar, mahalleye kapalı değildir oysa.

Mahalleli hangi evde işten güçten düşmüş, aciz bir hasta yatıyor; hangi evin hanımı dul kalmış üç yetimine kıt ka-naat bakmaya çalışıyor; hangi genç kız evlenecek de çe-yiz sandığının hâlâ dibi görünüyor, bilir. Bilir ve bu du-rumlar için her zaman kıyıda köşede bir miktar para bu-lundurur. İhtiyaç sahiplerine düzenli bir şekilde yardım yapabilmek için bir de vakıf kurar ki, bu vakıflara “Ava-rız” vakıfları denir.

Avarız, “Arıza” kelimesinin çoğuludur. Yani bir insanın başına gelebilecek her türlü sıkıntıyı anlatır: Ahşap bir fakirhaneyi saran ani bir yangın, beklenmedik bir has-talık, görünmez kazanın yol açtığı bir sakatlık ve bunun gibi insanın uzak kalamayacağı her türlü sıkıntı, arıza olarak görülür ve hemen giderilmeye çalışılır. Bu anlam-da avarız vakıfları mahallede yaşayan insanlar için adeta bir “sosyal güvenlik sigortası” işlevindedir.

Avarız vakıflarını ayakta tutan, nakit olarak hibe edilen

akçeler ve bir dükkânın veya bir hanın halkın avarızını gidermesi için vakfedilen geliridir. Bu şekilde içi dolduru-lan “Avarız akçesi sandıkları”, gün gelip de başı dara dü-şen bir yoksulun ihtiyacı için açılıp ortaya dökülür. Fakir-lere gıda ve yiyecek yardımı yapılır, düşkünlere kol kanat gerilir, dul ve yetim kalanlara maaş bağlanır, kefen parası bulamadan ölmüş bir garibin defin masrafları karşılanır. Vakfa ait bir hastanede şifa bulmuş bir hasta, hastaneden taburcu olduğu zaman, koltuğunun altına bir takım el-bise yerleştirilir, cebine de iyileşinceye kadar sarf etmesi için birkaç kuruş konur.

İşte Osmanlı’da “mahalleli” olmak böyle bir şeydir.

Avarız vakıflarını ayakta tutan, nakit olarak hibe edilen akçeler ve bir dükkânın veya bir hanın halkın avarızını gidermesi için vakfedilen geliridir.

mahalleninyardımlaşmasandığı

Mahalleli hangi

evde işten gü

çten düşmüş,

aciz bir hasta

yatıyor; hangi

evin hanımı

dul kalmış üç ye

timine kıt kanaat

bakmaya

çalışıyor; hang

i genç kız evle

necek de

çeyiz sandığın

ın hâlâ dibi gör

ünüyor, bilir.

Bilir ve bu dur

umlar için her zam

an kıyıda

köşede bir miktar pa

ra bulundurur.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 40

Page 43: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Bir vakfın kurucusunu, idare şeklini, gelirlerini ve bu gelir-lerin harcanacağı yerleri gösteren talimatnamelere “vakfi-ye” adı verilir. Vakıf senedi de denilen vakfiyeler, bir vakıf kurulup da kadılık siciline işlendikten sonra kesinleşir ve daha sonra hiçbir şekilde değiştirilemez.

Bir vakıf eseri bırakmak, hâlden istikbale uzanan bir hayır köprüsü kurmak ve üzerinde yürüyecek insanların dua-sıyla rıza makamına kavuşmak amacı taşır. Bu yüzden he-men hemen her vakfiye Allah’a hamd, Peygamber’e salât ile başlar ve vâkıfın bu vakfı kurmaktaki gayesini belirtmesiy-le devam eder:

“Bunu yapmamın sebebi hayır ve uğur ummak ve sevabını ahirette münezzeh, yüce, tazim ve tekbire layık olan Allah’tan dilemek, Allah’ın rızasını ve rahmetini kazanmaktır…”

Her vakfiye, vakfı koruyanlar için: “Vakfın tamiratı, ebedi-

leştirilmesi ve şartların uygulanıp desteklenmesinde eme-ği geçenlerden Allah razı olsun” diyerek dua eder.Vakfa zarar verecekler içinse: “Kim ki bunu tahrip etmeye kalkar, vakfiyenin hükümlerini değiştirirse, Allah’ın laneti o zalimler üzerine olsun” diye beddua…

Vakıf malı, yetim malı gibi görüldüğü için her za-man korunması istenir. Yüzlerce yıl önce kurulmuş birçok vakıf eserinin hâlâ hizmet veriyor olma-sının arkasındaki sır da bu olsa gerek.

“VAKFiYEMVASiYETiMDiR”

“Rahva’daki kervansaraya gelen misafirlere yedirilmek üzere günlük beş batman koyun eti alınacak. Sabah buğ-day çorbası, akşam pirinç çorbası yapılacak. Yemekten sonra gelen misafirlere bal, pekmez, peynir ve yoğurt ik-ram edilecek. Mübarek gecelerde misafirlere çorba, pi-lav, zerde veya ekşi aş ile ziyafet verilecek. Kış günlerin-de adam sayısınca her ocak başına bir kucak odun ve yir-mişer dirhemden birer mum verilecek. Üç kandil sabaha kadar yanacak.”

“Vakfeylediğim evlerde fakirler ve dul hanımlar otura-cak, adı geçenler otururken binada tamirat gerekmesi halinde vakıfça bu tamirat yapılacak.”

“…Yatağa düşmüş, evine doktor getirme imkânı olmayan hastalara doktor gönderilecek. Hastanede ölenlerin ce-naze masraflarını karşılamak üzere her gün beş akçe bi-riktirilecek. İmarete gelen misafirler, görevliler tarafın-dan güler yüzle karşılanacak; misafir olarak kalmak is-terlerse, üç günden çok olmamak üzere misafir edilip, yeme-içme ihtiyaçları karşılanacak. İmaretten, dul kal-mış saliha hanımlar için yemek verilip, namus ve iffetleri muhafaza edilecek.”

“İlk mekteplere ders kitapları alınıp fakir, küçük öğrenci-lere verilecek. Buralarda okuyan yetim çocukların yiye-cek ihtiyacı karşılanacak. Bayram arifelerinde o mektep-lerdeki yetim çocuklar giydirilecek.”

Bitlis’te “Hüsrev Paşa Vakfı”nın 1581 tarihli vakfiyesinden

İ�stanbul’da “Merhum Mevlâna Şah Ali Çelebi Kızı Fatma Hatun Vakfı”nın 1585 tarihli

vakfiyesinden

Tokat’ta “�kinci Bayezid’in Validesi Gülbahar Hatun Medrese Vakfı”nın 1492 tarihli vakfiyesinden

Manisa’da “Çakıroğlu Mehmet bin Hasan bin Mehmet Vakfı”nın 1908 tarihli vakfiyesinden

Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1470 tarihli vakfiyesinden

“Tokat Beldesindeki imarette bulunan eşyalar ihtiyaç duyuldukça kalaylanacak veya yenilenecek. Mefruşat yenilenecek. Malzeme temin edilirken güzel, yeni ve eskisinin aynı olmasına dikkat edilecek. İmarette kalan topluluk için salih ve ehl-i kıraat, namazın şartları ve rükünlerine ait hususları iyi bilen bir imam bulundurulacak ve bu görevlice imarette bulunan-lara beş vakit namaz, teravih namazı ve cemaatle kılınan nafile namazlar kıldırılacak. Gelen misafirlerin hayvanlarının yemleri temin edilecek. Talebelere, fakirlere ve misafirlere sabah ve akşam yemek verilecek. İmarete, ısıtılması için yaka-cak, aydınlatılması için çerağ ve kandil yağı, hasır alınacak. Yine imaretin mutfağında kullanılmak üzere güzel ve yağlı et, mevsime göre kabak, ıspanak, biber, soğan, nohut ve sarı pirinç alınacak.”

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 41

Page 44: KİMSE YOK MU DERNEGİ

OSMANLIVAKIF RUHU

hâlâ devam ediyorPROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ

RÖPORTAJMeryem Zülal Tunalı

Osmanlı Araştırmala-rı Vakfı Başkanı Prof. Dr Ahmed Akgündüz, vakıf müessesesini medeniyet haline getiren Osmanlı ruhunun yardım dernek-leri sayesinde devam et-tiğini söylüyor. Bahsetti-ği “medeniyeti” tanımak için küçücük bir girizgâh niteliğindeki bu söyleşi ise belki de hangi toprak-lar üzerinde yaşadığımızı bir kez daha hatırlama-mıza yardımcı olacak.

Page 45: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Vakıf, bir Osmanlı ve İslam müessesesi midir?

Mukaddes değerlere, mabetlere bir şeyler tahsis etmeyi kast ediyorsak insanlık tarihinin hemen her dönemin-de bunun örneklerini görmek mümkün. Ancak İmam-ı Şafii’nin ifadesiyle bir insanın kendine ait bir mülkü Allah’a yakınlaşmak maksadıyla vakıftan istifade eden-lere tahsis etmesi yani hükmi bir şahsiyet getirmesi ma-nasındaki vakıf İslam’a hastır. Ben de İmam-ı Şafii ile aynı kanaatteyim. Bugün Avrupa’da Osmanlı modeli taklit edilerek açıl-mış çok sayıda kuruluş var. Ama bunlar Osmanlı’da olduğu gibi sade-ce Allah rızasına yönelik kurumlar değil. Bir ferdin, grubun ya da toplu-mun menfaatini gözetmek üzere ku-rulmuş yapılar.

Peki, vakfın Osmanlı’ya has özelliği var mı?

Vakıf Hazreti Rasulullah’ın kendine ait 7 bahçeyi Müslümanların karşı-laşacakları âni ve zaruri ihtiyaçlara

tahsis etmesiyle başlamıştır. İslam tarihi boyunca va-kıf vardır ama vakıf medeniyeti, benim şahsi kanaa-tim, geniş anlamda Osmanlı’ya hastır.

Nedir bunu düşünmemize sebep olan özellik?

Osmanlı’da fakir bir ailenin çocuğu vakıf bir evde do-ğar. Vakıf beşikte sallanır. Vakıf medresede tahsil gö-rür. Vakıf bir okulda hoca olur. Vakıf bir evde otu-rur. Öldüğünde vakıf kefenle kefenlenir ve va-kıf bir tabuta konularak vakıf bir kabris-

tana defnedilir… Hayatın her alanına hizmet verecekler vakıflar mevcuttur. Osmanlı’dan öncekiler bu kadar ge-niş yorumlamıyor ve sayıları da o kadar fazla değil.

Nasıl bir yorum farkı var?

Osmanlı’da yaşanan iki önemli gelişme diğer İslam ül-kelerinde yoktur. Birincisi, İslam âlimleri nakit paranın vakfedilip edilemeyeceğini tartışmışlar. Bu tartışma Ka-

nuni dönemine kadar devam etmiş. Ebussuud Efendi’nin nakit para vak-fetmenin caiz olduğu yönündeki fet-vası çok önemli bir sermaye biriki-mine vesile olmuş. İkinci önemli ge-lişme de şu: Peygamber (SAV) zama-nından beri devlete ait bir arazinin gelirleri hayır cihetlerine tahsis ediliyor ama çok az uygulan-mıştır.

Osmanlı’da fakir bir ailenin çocuğu vakıf bir evde do-ğar. Vakıf beşikte sallanır. Vakıf medresede tahsil gö-rür. Vakıf medresede hoca olur. Vakıf bir evde oturur. Öldüğünde vakıf kefenle kefenlenir ve vakıf bir tabu-ta konularak vakıf bir kab-ristana defnedilir…

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 43

Page 46: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Fatih semtinde yerlerdeki ifrazatın üzerine kül döken insanlara maaş ödenmiştir. �stanbul’da, Cerrahpaşa’da sokak kedilerine ve köpeklerine ciğer vakfedilmiştir. Hizmetçilerin çalıştıkları evlerde kırdıkları bardak ve ibrikleri tazmin etmek için kurulmuş vakıflar vardır.

Osmanlı ile beraber tahsisat kabilinden vakıflar deni-len bu sistem; sosyal güvenlik, eğitim, sağlık hizmetleri-nin tamamını kapsar hale gelmiştir. Devlet vakıf kuruyor ve o alandan çekiliyor. Günümüzde devletin ifa etmek-le mükellef olduğu birçok kamu hizmeti, Osmanlı zama-nında, vakıf yoluyla ifa edilmiştir. Tanzimat’a kadar il-köğretim müesseseleri, ortaöğretim ve yükseköğretim müesseseleri olan medreseler ve darül-fünunlar tama-men vakıf yoluyla kurulmuş ve hizmet vermişlerdir. Sağ-lık hizmetleri, sosyaI güvenlik ve sosyaI yardım hizmet-lerinin ifasında da vakfın önemli bir yeri vardır. Belediye-lere ait birçok hizmet, esnaf teşkilâtları ve ordu yardım-laşma kurumlarının ifa ettikleri hizmetler de vakfın gö-revleri arasındadır. Bu hizmetler için çok önemli kaynak-lar ayrılmıştır. Mesela İkinci Bayezit ve Fatih Sultan Meh-med zamanında Trakya bölgesi arazisinin yüzde doksa-nının geliri vakıflara tahsis edilmiştir.

Vakıf ruhunun arkasında nasıl bir hissiyat var?

Sırf Allah rızasını gözeterek yardımlaşmaktan söz ediyo-ruz. Hiçbir dünyevi karşılık beklenmiyor. Mesela padi-şah hanımları ve kızları çok zengin kabul edilen insanlar-dır ama arkalarında hiçbir mal varlığı bırakmadan dün-yadan gitmişlerdir. Vakıf haline getirmişlerdir sahip ol-duklarını. Geride miras bırakmamışlardır. Şeyhülislam-lar ve sadrazamlar geliri çok olan insanlardır. İstisnala-rı dışında hepsinin vakfı vardır. Bu ruhun temel kayna-ğına tekabül eden bir ayet bir de hadis var. Ayet, Ali İm-ran Suresi’nde geçiyor. “En çok sevdiğiniz malları Allah yolunda harcamadıkça iyilik yapmış olmazsınız.” Bazı âlimler, vakıf kelimesi geçmemesine rağmen bu aye-ti vakfın delili kabul etmişlerdir. İkinci delil ise peygam-berimizin sıhhatinde şüphe edilmeyen şu hadisidir: “İn-sanoğlu vefat ettiğinde bütün amelleri kesilir. 3 şey hariç. Birisi sadaka-i cariye.” Tamamen vakıftır. Nedir devamlı akıp giden sadaka… Süleymaniye’dir. Fatih medresesidir. Sebildir vesaire. Diğer ikisi de faydalı ilim ve hayırlı evlat.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 44

Page 47: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Osmanlı’daki vakıf sayısı ve faaliyet alanları ile ilgili ne söyleyebilirsiniz bize?

Net bir rakam veremem. Ama örnek vereyim. Elimde-ki bir vesikaya göre İstanbul’un yüzde 75’i vakıf. Kanuni devrinden itibaren böyle. Mesela Kapalıçarşı tümüyle va-kıf. Bu örnek ne kadar büyük bir müessese ile karşı kar-şıya olduğumuzu anlatmaya yeter sanırım. Mesela Per-şembe Pazarı bölgesi tümüyle Ayasofya vakfıdır. Okmey-danı, Kasımpaşa ve İstanbul’un tarla olan yerleri Küçük-çekmece ve Büyükçekmece hep vakıf… Mülkiyet kamu-ya ait ancak gelirleri vakıflara tahsis edilmiştir.

Statüleri Cumhuriyet döneminde mi değişiyor?

Tabii. Cumhuriyet sonrasında sistem alt üst oluyor.

Bir vakıf nasıl kurulurdu, vakıf sayılabilmesi için hangi şartlar aranırdı Osmanlı’da?

İki türlü vakıf var. Biri devlete ait gelirlerin tahsis edildi-ği irsadi vakıflar. Bugünkü sosyal yardımlaşma vakıfları

bu türdendir. Devlet tarafından ihtiyaç sahiplerini gözet-mek için kurulmuştur. Başında kaymakam, vali gibi dev-letin resmi görevlileri vardır. Kimse Yok Mu gibi kamu menfaati için çalışan hayır kurumlarının kuruluşu ise şöyledir: Bir kişi kendine ait bir malı veya nakit parayı ge-liri ve menfaatleri Allah yolunda harcanmak üzere ken-di mülkiyetinden çıkarıp bir hükmi şahsiyete tahsis eder. Farz edelim ki benim 10 dönümlük bir arazim veya 10 bir euro param var. Bunu şartlarını benim koyduğum bir va-kıf haline getiririm. Veya kurulmuş bir vakfa devrederim.

Vakıf kurmak için özel şartlar var mı?

Hayır. Bugün vakıf kurmak zor ama Osmanlı’da çok ba-sit. Tek yapmanız gereken mahkemeye gidip tescil ettir-mek. Bu da sonradan gelen nesillerin müdahale etmeme-si için gerekiyor. Vakfın tüzüğünü, gelirlerinin kime har-canacağını, nerede kullanılacağını siz belirliyorsunuz. Bu detayları içeren belgeye vakfiye deniyor.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 45

Page 48: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Faaliyet alanları ile ilgili herhangi bir sınırlama söz konusu mu?

Allah’ın emirlerine muhalif olmayan her şey vakıfla-rın faaliyet alanı içindedir. Fakirler, kimsesizler, eğitim, sağlık, savunma müesseselerinin, belediye hizmetleri-nin tamamı. Mesela Fatih Sultan Mehmed’in vakfiye-sinden Fatih semtinde yerlerdeki tükürükleri temizle-mek için özel görevliler istihdam ediliyor. Yerlerdeki ifra-zatın üzerine kül döken bu insanlara maaş ödenmiştir. Daha enteresanı İstanbul’da, Cerrahpaşa’da sokak kedi-lerine ve köpeklerine ciğer vakfedilmiştir. Nazilli’de ta-rihi bir çınar ağacının korunması için vakıf kurulmuş-tur. İstanbul’da Bayezit camiine konan martı ve güver-cinlerin korunması ve yemlenmesi için vakıf var. Mesela hizmetçilerin çalıştıkları evlerde kırdıkları bardak ve ib-rikleri tazmin eden vakıflar görüyoruz. Ev sahiplerinden ceza görmesinler diye zararları tazmin ediliyor.

Vakıflardan istifade edenlerin Müslüman olması şartı var mı?

Böyle bir şart yok. Muetevelli bunu sart koşabilir. Ancak burada bir detaya girmemiz gerekiyor. Osmanlı; haham, papaz gibi din adamlarına vakfı caiz görmüştür. Ama ki-liseye vakıf caiz değil. Çünkü kilise İslam’ın kabul etti-ği bir mabet değil. Onun için kilise vakfı yoktur. Müslü-manların kurduğu kurumlardan gayr-i müslimler istifa-de edebilir. Ama eğer vakfiyesinde sadece müslüman-lara hizmet edeceği yazıldıysa o zaman iş değişir. Va-kıf kuran istediği şartı koyabilir. Mesela Vakıf Guraba, guraba-i müslimin hastanesidir. Oradan sadece ihtiyaç sahibi müslümanlar istifade edebilir.

Vakıfların devletle ilişkisi nasıl?

İki türlü ilişki var. Özel vakıflar dediğimiz sahih vakıf-larda iki önemli noktaya bakmamız lazım. Devlet mü-tevellinin vakıfnameye koyduğu şartlara tabi olmak zo-runda. Ayrıca devletin bütün hâkimleri veya tayin ede-ceği bütün özel hâkimler her sene vakıfların muhasebe-sini incelemekle mükellef. Vakıf işlerinin usulüne uygun yürüyüp yürümediğini, istismar olup olmadığını denet-liyorlar. Devletle özel vakıflar arasındaki en önemli ku-rum vakıf nazırlığı. Biz buna vakıf müfettişliği de diye-biliriz. Bu hizmeti doğrudan kadılar yürütüyor. Devlet gelirlerinin tahsis edildiği vakıflar ise mütevelliyi ve na-zırı doğrudan devlete bırakmışlardır. Mesela bir şeyhü-lislam büyük bir vakıf kurmuş ve demiş ki benim vak-fımın mütevellisi şeyhülislamlardır. Aynı şekilde sadra-zamlara, Anadolu Kazaskeri gibi görevlilere de bırakıla-bilir. 1826 yılında devlete ait bu vakıfların mütevelliliği-ni vakıflar nezareti üstlenmiştir. Yani şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğü aslında sadece devlete ait mazbut va-kıfların idaresinden sorumludur. Diğerlerini de kontrol-le mükelleftir.

Rakam vermediniz ama söylediklerinizden anladığımız kadarıyla Osmanlı döneminde binlerce vakıf vardı. Bu-gün önemli bir kısmı yok bu vakıfların. Neden ve nasıl kayboldu bu vakıflar?

Osmanlı’nın dağılma sürecinde imparatorluk topra-ğındaki vakıflar oralarda yaşayan insanların direnci-ni artırmış ve mücadele ruhunu beslemişti. Bu dönem-de özellikle Fransızlar vakıflar aleyhine çokça çalışma yürütmüşler ve bunların gayr-ı İslami oldukları yönün-de bir kanaat oluşturmaya çalışmışlardı. Maalesef bu tür hücumların benzeri Türkiye’de de yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra ilk icraatı, dev-letin tahsisat kabilinden vakıflarını bütünüyle iptal et-mek oldu. Geriye oran itibariyle onlardan çok daha kü-çük olan sahih vakıflar kaldı. Onları da yok etmek için yoğun gayret harcandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü arşiv-lerinde bu kanaatimize temel oluşturan talimatname hâlâ duruyor. Ben sadece iki örnek vereyim. Birinde ay-nen şu cümle geçiyor: “İki cami arası ölçülecek, aradaki mesafe 500 metreden azsa küçük olan yıkılacak.” Han-lar, hamamlar, çeşmeler hakkında konuşmaya gerek yok bu örnekten sonra.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 46

Page 49: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Yüzlerce cami yıkıldı. İkinci büyük mesele; Vakıflar Ge-nel Müdürlüğü’nün neşrettiği yıllık evkaftan satılık evkaf kitapçıkları var. Vakıflar açıkça satılmıştır. Gayr-ı müs-limler satın almıştır çoğunu. Mesela Süleymaniye’nin çevresindeki dükkânların yüzde 90’ı Ermeni ve Rumla-ra satılmıştır. Sadece İstanbul’da satılan gayrimenkulle-rin sayısı 230 bin kadardır. Sadece bi¬nalar, dükkânlar değil, vakıf hukukuna göre satılması mümkün olmayan camiler, hamamlar külliyeler, çeşmeler ve medreseler de satılmıştır.

Bir vakfa tahsis edilen gelir sadece o vakıf için kullanıla-biliyordu herhalde. Bugün bu şartlara uyuluyor mu?

Hayır, maalesef, bütün gelir havuzda toplanıyor bugün. Acı bir gerçek bu.

Vakıf olarak kurulmuş, vakfa tahsis edilmiş mülklerin maksadı dışında kullanılmasının hukuki ve dini hük-mü nedir?

Dini açıdan Allah’ın laneti onların üzerine olsun beddu-ası. Mesela Fatih Sultan Mehmet Ayasofya vakfiyesinin en sonunda “Maksadı dışında kullananlara, iptal edenler ve sahte kararlarla gayesini değiştirenlere Allah’ın, me-leklerin ve müminlerin laneti olsun” diyor. İslam huku-ku açısından müeyyidesi ise doğrudan doğruya devletin müdahalesidir.

Bugün yine Allah rızası için kurulmuş yardım kurumla-rı var. Onların vakıf ruhunu devam ettirdiklerini düşü-nebilir miyiz?

Evet, elbette. Kimse Yok Mu gibi vakıf ve dernekler va-kıf ruhunu Allah rızası için hiçbir karşılık beklemeden devam ettirdikleri gibi bütün dünyaya da örnek oluyor-lar. Buralara destek veren insanların yaptıkları da tama-men vakıf hizmetidir. Onlar hayatını vakfetmiş insanlar-dır. Malını vakfetmek kolay, asıl mesele bu davayı haya-tın merkezine koyabilmekte. Ben bu insanlara hayatı va-kıf insanlar diyorum.

Kimse Yok Mu gibi vakıf ve dernekler vakıf ruhunu Allah rızası için hiçbir kar-şılık beklemeden de-vam ettirdikleri gibi bütün dünyaya da örnek oluyorlar. Bu-ralara destek veren da tamamen vakıf hizmetidir.

DOSYA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 47

Page 50: KİMSE YOK MU DERNEGİ

VakıflarınKADINDAN KANATLARI /1

ARAŞTIRMA

ELiF [email protected]

Kadın eli değmiş vakıfları anlatacağız şimdi sizlere. Neden mi? Çünkü en az bir hanımefendinin kalbi kadar naif hikâyeleri var onların. Şimdilerde magazin konusu oladursun tarih sahnesinin kadınları, gelin biz onların hayırlarından konuşalım; hayır söyleyip hayır bulalım!

Page 51: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Son günlerde tarihte kadın meselesi, sahiden bir “mese-le” haline geldi. Bu aslında iyi bir şey belki de. Sular bu-lanmadan durulmaz derler; mevzu konuşulacak, konu-şuldukça da anlaşılacak. Bir sahnenin arkasındaki fı-sıltıları dinliyoruz sanki. Oysa keşke haremin kadınla-rı çıksa sahneye; işte o zaman “Biz gerçek harem hanım-ları” diye anlatırlar bizlere. “Ben Kösem” der ilki, “Hani şu fena bildiğiniz Kösem.” “Ben Ayşe Sultan,” “Ben Esma Sultan…” Böyle böyle anlatsalar kendilerini… Kendile-rini ve dönemlerini… Haremin bir eğlence yuvası olma-dığını, içinde çocukları da barındıran bir hane özelliğini taşıdığını aynı zamanda tıpkı bugünün Aileden Sorum-lu Devlet Bakanlığı gibi kurum olduğunu anlatsalar. Bu köklü, köklü olduğu kadar da sorumlulukları olan ku-rumun dünyaya uzattığı yardım ellerini anlatsalar son-ra. Yalnızca bizim topraklarımızda değil, dünyanın fark-lı coğrafyalarında da.

Aslında müslüman kadınların vakıf geleneği Hz. Hatice’yle başlar. Kadın vakıflarının kapısını bir valide, eş, hemşire olarak o açmıştı. Mekke’de üç yıl gibi bir boy-kot süresince ve devamındaki yıllarda zengin bir kadın olan Hatice’nin gücü tartışmasız bir denge unsuruydu. Zengin doğup yoksul ölmüş olan bu sevgili valide, hâlâ hayırlarıyla gönüllerin valide sultanı değil midir?

SU GiBi AZiZ BiR HANIMBugün bir lider eşi olarak hatırlanması gereken kadınların başında Harun Reşit’in karısı Zübeyde gelir. Her daim dik dur-muş, vakar ve merhamet sahibi bu kadın da halef ve selefleri gibi pek çok hayra, vakıf eserine imza atmıştır. O eserler ne-ler mi? Zübeyde Hac yolunda olan müslümanlar istifade edebilsin diye pek çok suyolu ve kemer inşa ettirdi. Belki misliy-le de kuyu açtırdı. Bu kuyu ve suyolları Osmanlı İmparatorluğu süresince de onarımları ve bakımları yapılarak kullanıl-dı. Kim bilir, belki hâlâ yolcularına su dağıtan birileri anıyordur Zübeyde’yi…

Dönemin parlak ve siyasi isimlerine göz attığımızda, karşımıza, Zübeyde’nin kayınvalidesi Hayruzan Hanım da çıkar. Oğullarının iktidar mücadelesinde haklı ya da haksız adı geçen bu kadın, belki de adını ölümsüzleştirecek bir işe imza attı: Darul Erkam üzerindeki haklar kendisine geçince etrafındaki tüm mülkleri satın alan Hayruzan, müslümanların ilk defa bir araya geldikleri bu kutlu mekânı yeniden inşa ettirdi.

ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 49

Page 52: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Gelelim Osmanlı hareminin hanımlarına. Bugün pek çok saray kadını için hakaret olarak yakıştırılan “dönme” sıfa-tı, basit bir İstanbul gezisiyle ihtimal ki dönüp söyleyenle-rin başına dolanacaktır! Hatta vakıf, cami, külliye, çeşme ve kütüphane dolu bu turun sonunda görülecektir ki bazı devasa eserler tek bir hanım tarafından bitirilememiş, kendisini takip eden kadınlar tarafından tamamlanabil-miştir. Safiye Sultan tarafından başlanıp, altmış küsur yıl sonra Hatice Turhan Sultan tarafından bitirilen Yeni Cami buna güzel bir örnektir.

Zamanında çok ses getirmiş caminin inşaatının kâhyalığına kızlar ağasının kethüdası tayin edilir. İnşaa-tın sorumluğu sadrazama verilir. Tüm bunlar camiye yö-

netimin verdiği önemi ve işin ne kadar büyük çaplı oldu-ğunu göstermektedir. Ancak, padişahın vefatıyla birlikte valide sultanlıktan ayrılan Safiye Sultan, inşaata da son vermek zorunda kalır. Bina eskimeye başlar. IV. Murat ca-miyi tamamlamak istemişse de, ona da nasip olmamıştır bu kadın eli değmiş ibadethaneyi açmak. Yetmiş yıla ya-kın bir zaman sonra Turhan Sultan inşaatı yeniden baş-latır. Oldukça külfetli olan bu caminin yapımını, sultanın hünkâr mahfiline koridorlarla bağlı bir köşkten izlediği bi-linir. Böylelikle Yeni Cami, kadınlar tarafından inşa edi-len ilk selâtin cami olma özelliğini de kazanarak uzun, çok uzun yıllar sürecek İstanbul şehadetine başlar…

YENi CAMi’nin 70 yıllık yapımı

ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 50

Page 53: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Yeni Cami Galata Köprüsü’nün altından akan berrak suyu seyrededursun, biz yönümüzü İstanbul’un mütemmim cüzü Üsküdar’a çevirelim. Üsküdar Gülfem Camii, yalnız-ca kadınların ibadetine açık olan, uğruna bir can feda edi-len pek sevgili bir eserdir. Rivayet odur ki, çok güzel bir ca-riye olan Gülfem’in ikbalde gözü yoktur. (Bununla birlik-te Gülfem’in yüksek bir maaşının olduğu, kethüdalık gibi bir makam sahibi olduğu varsayımlar arasındadır.) Saray kadınları arasında yükselmek, valide sultan olmak gibi hayaller kurmamaktadır. Gülfem daha ziyade hayır işle-riyle hemhal olmuş bir kadındır, en büyük arzusu da bir cami yaptırmak… Para biriktirmektedir. Padişahın ken-disini çağırdığı bir gece sırasını bir başka cariyeye satar. Böylece camisi için daha fazla para biriktirebilecektir. Fa-kat bunu öğrenen sultan çok hiddetlenir. Yapılan hareke-ti şahsına değil, devlete yorar ve Gülfem’i cezalandırır. Bir söylenceye göre Gülfem öldürülür. Fakat gerçek öğrenilin-ce cami padişah tarafından tamamlanıp, ibadete açılır. Tarih efsaneleri sever. Efsaneler arasında Gülfem’in Şeh-zade Bayezid’i tuttuğu için sonu ölüme giden bir yola gir-diği söylense de, gerçek umarız bir tozlu arşiv sayfasından gülümser bize. Bu cami yanında bir okul, imaret ve çeşme varsa da hangilerinin cariye tarafından, hangilerinin son-radan başka hayırseverler tarafından yaptırıldığı bilinme-

mektedir. (Gülfem Hatun ayrıca sağlığında Karacaahmet Sultan türbesini tamir ettirmiştir. Yine rivayete göre rüya-sında her gece Karacaahmet Sultan’ı gören cariye türbe-yi ziyaretinde harap vaziyeti görür ve burayı inşa ile tava-nı yaptırır. Türbenin içine de Karacaahmet Sultan’ın san-cağını, devetüyü hırkasını ve tespihlerini koydurur. Bu hayırsever kadın Manisa’da çeşme de yaptırmış, vakfiye-si için Manisa’dan otuz dükkânını bağışlamıştır. Gülfem Hatun Ebussuud Efendi imzası taşıyan bir vakıf kurmuş, bu vakıf çatısı altında pek çok hayra imza atmıştır. İdam edilmiş olduğu kesin olan bu talihsiz cariyenin eserlerin-den günümüze yalnızca camisi kalmıştır ki bu cami de bir yangın geçirmiş, yeniden yapılmıştır. Cami dışında ka-lan mektep, çeşme ve karbansarayı yol çalışmalarına feda edilmiştir.)

Yolumuz Üsküdar’a düşmüşken Gülnûş Emetullah Valide Sultan’dan bahsetmeden geçmek olmaz. Gülnûş Emetul-lah Valide Sultan, bugün hemen her İstanbullunun tanı-dığı bir simadır. Üsküdar’daki güzel camisi ve yanındaki üstü açık türbesiyle bu hanım sultan, validesi olduğu iki padişahtan (II. Mustafa ve III. Ahmet) belki daha çok bi-linir, yâd edilir. Bugün hala yaşayan camisinde bir kütüp-hane oluşturan sultan Galata’da da bir yaptırmış fakat ya-zık ki o caminin ömrü günümüze kadar vefa etmemiştir.

GÜLFEM’iN ÖMRÜNE BEDEL…

KALELERi ONARAN KADINLAR Osmanlı kadınlarının görünen hayratları yanında bir de görünmez-leri vardır ki, belki de asıl hikâyeler onlarda gizlidir. Ülke savunma-sından silah alımına, askerlerin bakımından, at ihtiyacına kadar uzanan bu liste sahiden dikkatle incelenmeyi hak eder.

İşte ülke savunmasına dair çalışan hanımlardan biri: Turhan Sul-tan. Çanakkale Boğazı’nın iki yanında yıkık vaziyette bulunan kale-yi onararak yeniden açılmasını sağlayan valide hakkında padişahın sır kâtibi Abdi İbrahim Paşa yazdığı kasidesinin bir bölümünde şöyle der: “…Boğazın iki yakasına iki kale yaptırarak müminlerin toprak-larını düşmana karşı emniyetli kıldı. Şimdiye kadar hiçbir valide sul-tan dünyaya böyle saygın bir anıt dikmeye layık olamamıştı.”

ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 51

Page 54: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Tüm bunların yanında hanım vakıflarında önemli bir yeri kütüphaneler ve okullar almıştır. Okullar arasında belki de bugün en bilineni Pertev Nihal Valide Sultan’ın yaptırdı-

ğıdır. Bugün lise olarak hizmet veren bina, vakıf işlevini halen sürdürmektedir. Pek çok yetime annelik ettiği bilinen bu sevgili valide, yaptırdığı camisi-

ne de 1000 civarı kitap bağışlamıştır.

Osmanlı tarihinde kütüphanecilik II. Selim’in eşi ve Kanuni’nin gelini olan Nurbanu Sultan’la başlar. Külliyeye bir medre-se ile darülhadis ekleten sultan, bu ilim yuvasının talebeleri

için kütüphane bağışlamış, o günün şartlarında kütüpha-ne memuruna günde 3 akçe yevmiye bağlamıştır. Kütüp-hane zamanla başka sanat ve hayırseverlerin ilgisine maz-

har olmuş, zengin bir kitap koleksiyonu oluşmuştur.

Nurbanu Sultan yetiştirdiği evladına da aynı muhabbeti ver-miş ki, kızı İsmihan Sultan da hem vakıf geleneğini sür-

dürmüş hem de Eyüp’teki medresesinde bir kütüphane oluşturmuştur. Bugünden bakılınca kütüphane oluş-turmak belki basit görünüyor fakat dönemde büyük bir ihtiyacı karşılıyor, büyük maddi imkânlar ve emek

gerektiriyordu.

KiTAPLARA DEĞEN KADIN ELi

Osmanlı saray kadınlarından söz ederken adı anılmadan geçilemeyecek güçlü kadınlardan biri kuşkusuz Kösem Sultandır. Osmanlı tarihinin çetrefilli zamanlarının ka-

dınlarındandır o. Üzerine çok şey konuşulmuş, yazılmışsa da, en “yanlış” anlaşılan hanım sultanlardan biri odur kuş-kusuz. Kösem gizli hayırlarda da bulunuyor, yetim kızları evlendiriyor, onların çeyiz ve ev ihtiyacını görüyor, giydirip bakımlarını sağlıyordu. Bunların pek çoğu el altından ya-pılıyor; sultan tebdil kıyafet çıkıyor, ihtiyaç sahiplerini yok-luyordu.

Bir diğer yanlış tanınan padişah kadını da Hürrem Sultan olmalı. Hürrem Sultan adına Kanuni’nin yaptırdığı eser-ler bir yana, Hürrem Sultan’ın bizzat yaptırdığı vakıflar da onun hayırsever kişiliğini ve güçlü şahsiyetini vurgular. Sultan’ın İstanbul’daki külliyesi, Mekke ve Medine’deki kül-liyeleri ile İstanbul’daki büyük hamamı bugün için de bü-yük ölçekli yapılardır. Sultanın Mekke, Medine ve Kudüs’te yaptırdığı külliyelerde her gün yoksullara aş dağıtıldığı bili-nir. Bu mutfaklarda günde 80 kilo pirinç kullanıldığına dair kayıtlar, dağıtılan yemeğin miktarına dair fikir vermekte-dir. Diğer yandan Kudüs’teki vakıf 1944 yılına kadar ihtiyaç sahiplerine yemek vermeye devam etmiştir. Hâlâ bir hanım sultanın ekmeğini yiyip, duada olanların varlığını bilmek, bugüne bir şey söylemiyor mu?

KÖSEM VE HÜRREM SULTANLAR

ARAŞTIRMA // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 52

Page 55: KİMSE YOK MU DERNEGİ

VE BiR KADININ

BÜTÜN SERVETİYalnızca yaşarken değil, vefatıyla bile hayra vesile olmayı başaran pek çok hanım arasından yazık ki azına yer vere-bildik. (Nurbanu Sultan öldüğünde kölelerinden 150’sinin azad edilip, her birine 1000’er altın verilmesini vasiyet et-mişti. Sultan III. Murad’ın kızı Ayşe Sultan da ölümünden sonra müslüman esirlerin satın alınıp azad edilmesi, özel-likle de kadın esrilere öncelik tanınması yönünde bir va-siyet bırakmıştı.) Kısa bir girizgâh yaptık. Bu uzun bahsin kısa girizgâhının nihayetini, son dönemde çokça hatırla-

nan Fatma Pesend hanım ile yapalım:

Hür bir kadın olarak saraya giren Fatma Pesend Hanım, Sultan II. Abdülhamid’in kadınlarındandır. Eğer tarih fak-lı bir biçimde seyretseydi, bugün biz bir adayı bu hanımın vakfı olarak kadın vakıflarının en başına yazıyor olacaktık. Fatma Pesend Hanım, kendinden evvelkiler içinde belki de en fedakâr olanıydı. Bu zeki hanım, bir zamandır izlediği kederli padişahın derdine derman olmak ister. Mesele İs-rail toprakları için bir fiyat biçmiş olan Yahudi ziyaretçinin zamanlamasıdır. Fransızlar Osmanlı borçlarının bir kısmı için Midilli Adasını işgal etmişler, ellerindeki senet tutarını faiziyle alamamaları halinde adaya el koyacaklarını bildir-mişlerdir. Ne tesadüftür ki bir İsrail inşa etmek arzusuyla ziyarete gelen Herzl’in de teklif ettiği rakam aynıdır. Eşinin derdini bilen Fatma Pesend Hanım, bütün servetini eşine vererek sıkıntıyı gidermeyi teklif eder. Kendi geleceğinden ümitsiz padişah teklifi reddeder, pek genç olan bu hanıme-fendiye müstakbel azlinden sonra lazım olabilecek bu ser-vetin ehemmiyetini anlatır. Hanımından aldığı cevap ma-

nidardır.

“Bu devlete benim borcum yok mu?”

Page 56: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Kimse Yok Mu Derneği ile nasıl tanıştığını, bu ta-nışıklıktan sonra hayatının nasıl değiştiğini merak ediyorum.

Aslında çoğu zaman insanlara neler yaşadıklarını sormak zor oluyor. Acı hatıralar tekrar yaşanıyor-muş gibi içi burkuluyor insanın. Bunu biliyorum. Ama birimizin konuşması, birimizin dinlemesi ge-rekiyor. Zümriye Hanım öyle şükürle dolu ki, o zor günleri hatırlamak da adeta şükrünü artırıyor. Heyecanla başlıyor söze. Kelimeler birbirine dola-nıyor. Yaşadıklarına hâlâ inanamadığını seziyo-rum. “Dünyada iyi insanlar da varmış!” diyor coş-kuyla yanımdaki gönüllü arkadaşlarımızı işaret ederek “Hepinizden Allah razı olsun!” diyor.

“İsterseniz her şeyi bir sıraya göre anlatalım” Züm-riye Hanım, diyorum. “Böylesi daha iyi olur.” Sanki bir şeyi yeni fark etmişçesine bir açıklama yapıyor.

“Biliyor musunuz benim adım Zümriye değil Semra,” diyerek itiraz ediyor. “Ama nüfusumda Zümriye yazı-yor. Zaten bu yüzden okula ilk başladığım gün öğret-menden azar iştim. Bana adımı sordu, Semra dedim. Ne bileyim ömrüm boyunca annem, babam, kardeş-lerim, arkadaşlarım beni Semra diye çağırdılar. Öğ-retmen ‘Hayır senin adın Zümriye! Daha adını bile bilmiyorsun!’ deyince çok şaşırdım. Söyleyecek söz bulamadım. Eve gelince Anneme sordum. Meğer Nü-fus memuru adımı yanlış yazmış.

“Anlayacağınız daha ilk günden okul kötü başla-dı. Biz dokuz kardeştik. Babam da zaten hepimizi okutmaya hevesli değildi. Yani okul yarım kaldı.”

Bu sözler sonra gelecek öykünün ipuçlarını veriyor. Kız çocuklarını bekleyen kader Semra Hanım için de kederle akıp gidecek besbelli diyorum içimden.

Fakat öykünün devamı daha derin bir kırılmayı ha-ber veriyor. Henüz on beş yaşına geldiğinde baba-sını kaybetmiş. Çok geçmeden de annesi felç geçir-miş. Hayat giderek zorlaşmış. Bu mücadelenin için-de kardeşler büyümüş ve bir bir evlenip yuva kur-muşlar.

Semra Hanım ise felçli annesine bakmak için evli-liği geciktirmiş.

“Dünyalık olarak bir ineğimiz vardı. Onun sütü-nü satıp geçiniyorduk. Evin bütün sorumluluğu omuzlarımdaydı. Annem felçli olduğu için yatak-tan kalkamıyordu. Onun rahat etmesi için elimden geleni yapıyordum.

“Ancak yaşım ilerledikçe annem de evlenip bir yuva kurmamı ister oldu. 38 yaşıma geldiğimde daha önce bir evlilik yapmış olan Galip Bey bana talip oldu.

“Aslında bu evliliğe pek gönüllü değildim. Ama an-nem ve ağabeylerim çok ısrarcı oldular.

“Böylece gelin olup Galip Bey’in fakirhanesine ayak-bastım. Baraka gibi bir odaya gelin gelmiştim. Eşimin ilk evliliğinden olan iki kızıyla paylaşıyorduk bu yok-sul odayı. Annesi babası ve ağabeyleri de bir iç avlu-ya bakan yan yana odalarda kalıyorlardı. Evin bu hali pek tuhaf geliyordu bana.

“Kaynımla odalarımız yan yanaydı. Bu beni hep

HiKAYESi

ZÜMRiYE (SEMRA) HANIM

ve ailesi

Zümriye Hanım, sayıları gün geçtikçe azalan vefalı, fedakâr ve sabırlı hanımlardan biri. Karşısında bizi görünce çok seviniyor. Hoş beşten sonra asıl konuya gelip konuşmaya başlıyoruz. Melek Çe

Page 57: KİMSE YOK MU DERNEGİ

korkuturdu. Çünkü çok iri yarı, sert mizaçlı, ahlaki açıdan da düşük adamdı. Odanın dışına koyduğu-muz eski bir buzdolabını mutfak olarak kullanıyor-duk. Mutfak eşyalarımız da kırık dökük birkaç par-ça tencere ve tavadan ibaretti.

“Eşin dostun yaptığı eşya yardımlarıyla evi dayayıp döşedim. Eskiciden bir soba alıp kurdum. Bu küçük odayı elimden geldiğince bir yuvaya benzetmeye çalışıyordum.

“Bir yıl sonra Tuğba dünyaya geldi. Ne yazık ki tam da o günlerde Galip Bey’in alkolik olduğu ortaya çıktı. Her akşam eve sarhoş geliyordu.

“Ayık olduğu zamanlar pek azdı. Sarhoş olduğu za-manlarda da ne yaptığını bilmiyor bize eziyet edi-yordu. Sabretmekten başka çarem yoktu. Tek tesel-lim dünyaya yeni gelen bebeğimdi.”

Semra Hanım kendisine yaptığı türlü eziyetlere karşı eşinin iyi yanlarını da görmezlikten gelmiyor. Onun misafir ağırlamayı, ikram etmeyi çok sevdi-ğini söylüyor.

“Evimize misafir geldiği zaman en güzel şekilde ağırlamaya çalışırdı. Birçok kez evde borç alarak misafir ağırladığını biliyorum. Zor durumda olma-mızı asla bahane etmezdi. Bu onda gördüğüm en iyi hasletti. Fakat sarhoş olduğu zaman yine bize eziyet etmekten geri kalmıyordu. Bu zorluklara kat-lanırken en büyük desteğim annemdi. Bana hep sa-bırlı olmamı öğütler, eşime dua ederdi. ‘Galip, tut-tuğun altın olsun oğlum,’ derdi.

“Kızım gün geçtikçe büyüyüp serpildi. Dört yaşına basmıştı. Ama ne yazık ki annem iyi değildi. Ömrü-nün son günlerini yaşıyordu. Çok geçmedi Hakkın rahmetine kavuştu. İşte o zaman hayattaki en bü-yük dayanağımı kaybettim.”

Semra Hanım sözün burasında derin bir iç çekti. Bu dünya iki kapılı bir han değil mi zaten, diye dü-şündüm. Ömür dediğimiz şey de iki kapı arasında. Semra Hanım da biliyor bunu. Tevekkülle kabulle-niyor yaşadıklarını ve anlatmaya devam ediyor.

“Annemin acısı geçmeden Galip Bey kalp krizi ge-çirdi. Üç ay boyunca yoğun bakımda kaldı. Yoğun

bakımdan çıktıktan sonra koltuk altında bir kist tespit ettiler. Muayene sonucu kanser olduğu orta-ya çıktı. Hemen ameliyata aldılar. Hiçbir sosyal gü-vencemiz olmadığı için çalışmak zorunda kaldım. Merdiven silerek eşimin hastane masraflarını kar-şılamaya çalışıyordum. Fakat kazandığım para masraflarımızı karşılamıyordu.

“Galip Bey’in ameliyat yarasından sürekli kan akıyordu. Bu yüzden

günde dört kez pansuman olması gerekiyordu. Sü-rekli hastaneye gidip gelmek zorundaydık. Akşa-ma kaldığımız zamanlarda tinercilerin arasından geçiyorduk. Bazen bize sataşıyorlardı. O zamanlar-da çok korkuyordum.

“Kızımın da okul çağı gelmişti. Okula kayıt yap-tırmam gerekiyordu. Burada Şaypa Marketler Zinciri’ni oluşturan marketlerin bir şubesi var-dı. Marketin sahibi Şadiye Hanım’la tanışmıştım. Bana marketinin kartını verdi. Bir süre ihtiyaçları-mızı böyle karşıladık.

“Şadiye Hanım Tuğba’nın okul masrafları için de para yardımında bulundu. Kimse Yok Mu Derneği’nin bize yiyecek yardımında bulunmasını sağladı. Dernekten birçok kişiyi tanıyor ve anladı-ğım kadarıyla sık sık da bağışta buluyordu.

“Fakat bütün bunlar eşimin hastane masrafla-

HiKAYESi

KARDEŞ AİLE // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 55

Page 58: KİMSE YOK MU DERNEGİ

HiKAYESi

Hayat mücadelemiz devam ediyor. Fakat şimdi her şey daha iyi… Etrafımızda güvendiğimiz insanlar var. Kimse Yok Mu gönüllüleri var. Bizi her zaman arayıp soruyorlar.

KARDEŞ AİLE // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 56

rı karşısında devede kulak kalıyordu. Yine de idare ediyor, sab-rediyorduk. Ne yazık ki o günlerde Şadiye Hanım’ın oğlu Metin iflas etmiş. Kadıncağız varını yo-ğunu oğlu için ortaya koymuş. Bize ve başkalarına yaptığı yardımları kesmek zorunda kaldı.

“O günler çok sıkıntılıydı. Her şey kötüye gidiyordu. Komşularımız halimizi Olay TV’ye haber vermiş-ler. Olay TV burada yerel bir kanal… Doğukan Bey diye biri geldi, halimize çok üzülüp bizi televizyo-na çıkardı. Televizyonda halimizi, derdimizi anlat-tım. Kimse Yok Mu Derneği şube müdürü Sadullah Bey programı izlemiş. Ertesi gün ziyaretimize geldi.

“Sadullah Bey bize bir kardeş aile bulmuştu. Ayşin Hanımlar… Ayşin Hanımlar bizimle çok yakından il-gilendiler. Sıkıntılarımızı aşmamız için ellerinden ge-leni yaptılar. Ne yazık ki bir süre sonra iflas ettiklerini öğrendim. Artık onlardan yardım isteyemezdik.

“Fakat Ayşin Hanım bizden hemen el çekmedi. O günlerde Kimse Yok Mu Derneği’nin yemekli yardım toplantısı vardı. Bizi o yemeğe davet etti. Hayırseverler üstümü başımı giydirip bir konuşma yapmamı istedi-ler. Ben de kızımla yaşadıklarımızı anlattım. Hayırse-verlere benim gibi yardıma muhtaç insanlara yardım yapmaları için çağrıda bulundum.

“Bu olaydan birkaç gün sonra eşim vefat etti. Haya-tımız tam anlamıyla kararmıştı. Kaynımın ahlak-sızlıkları bizi çok rahatsız ediyordu. Her gece içiyor ve sarhoş oluyordu. Ahlaksız kadınları, erkekleri ve tinercileri eve getiriyordu. Ortak kullandığımız tu-valet dışarıdaydı. Ama geceleri kapımızı kilitliyor ve hiç dışarı çıkmıyorduk. Kızıma ve bana bir şey ya-parlar diye korkuyordum. Gece boyu sesleri kesil-miyordu. Sabah olduğunda yine kızımı eve kilitle-yip merdiven silmeye gidiyordum. Kızım da ben de tam bir hapis hayatı yaşıyorduk.

“Kaynım ben yokken kapıları tekmeliyor, bağırıp çağırıyormuş. Tuğba o zamanlarda çok korkuyor-

du. Düşünüp taşındım. Sonunda yine Doğukan Bey’i aramaya karar ver-dim. ‘Evladım! Beni bura-dan kurtarın’ diye yalvar-dım.

“Doğukan Bey sağ olsun vakit kaybetmeden geldi. Halimizi zaten biliyordu. Fakat onu son görüşümüzden bu yana iyice kötü-lemiştik. Çok üzülerek yanımızdan ayrıldı. Bir süre ortalıkta görünmedi. Sonra yanında Kimse Yok Mu gönüllüsü bir müteahhit olduğu halde geri geldi.

“Müteahhit bize bir arsa veriyordu. Buraya ev yap-tırabilirdik. Hiç paramız yoktu. Nasıl olur derken o günlerde ablamın evlenmek üzere olan bir evladı öldü. Bu beklenmeyen acı hepimiz derinden yara-lamıştı. Ablam evladının altınlarını onun hayrına bize verdi. Biz de götürüp müteahhide verdik. Ha-yırseverlerin de yardımıyla evimiz kısa zamanda yapıldı. Fakat işin sonunda ev için ruhsat alınmadı-ğı ortaya çıktı. Belediye evimizi yıkıma geldi. Neyse ki müteahhit ve hayırseverler işe el atıp el birliğiyle bu sorunu çözdüler. Ruhsatımız alındı.

“Kimse Yok Mu gönülülerinin yardımıyla eşimin özürlü maaşı bana bağlandı. Kızım Tuğba gelecek yıl ticaret meslek lisesine başlayacak. Hayat mü-cadelemiz devam ediyor. Fakat şimdi her şey daha iyi… Etrafımızda güvendiğimiz insanlar var. Kim-se Yok Mu gönüllüleri var. Bizi her zaman arayıp so-ruyorlar. Hepsinden Allah razı olsun.”

Konuşmamız bitince Semra Hanım bizi arabaya ka-dar geçiriyor. Arkadaşımız olan Kimse Yok Mu Derne-ği gönüllüleri ona ramazan hediyesini veriyorlar.

Tuğba’ya ve Semra Hanım’a hoşça kalın deyip yan-larından ayrılırken içim bir tuhaf oluyor. Yeryü-zü büyük bir yer. Fakat ihtiyaç sahiplerine yardım etmek isteyen, Kimse Yok Mu gönüllüleri için yok-sulların elinden tutulduğu bir yer. Onlar yeryüzü-nün yardım güvercinleri. Nerede onlar varsa bilin ki orada iyilik var!

Page 59: KİMSE YOK MU DERNEGİ
Page 60: KİMSE YOK MU DERNEGİ

POSTA ÇEKi HESABIYLA bağış yapmak çok kolay!

“Posta çeki,” para göndermenin en pratik yollarından biri. PTT’nin sağladığı posta çeki ile bağış sistemi ise yardımseverlerin işini kolaylaştırıyor. Kimse Yok Mu Derneği’nin de kullandığı posta çeki ile bağış yöntemini tanımak için PTT Basın Merkezi’ne yönelttiği-miz soruların cevapları, kurumun sosyal sorumluluğa verdiği önemin ispatı niteliğinde.

Posta çekiyle bağış yapmak ne demektir? Sis-tem hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz? (Bağış yapmak için herhangi bir belge ibraz et-mek gerekiyor mu? Bağış karşılığında makbuz-dekont vs. veriliyor mu? Bağışın ulaştığını test etme imkanı var mı? Bağışlar kaç günde kuru-ma ulaştırılıyor?)

Bağış yapılan kurumun, adına açtırılan posta çeki hesabına bağışların yapılmasıdır. Kuru-luşumuz, dileyen müşterilerine kolay ve ucuz bir şekilde para transferi işlemlerini yapabil-melerini temin etmek gayesiyle “Posta Çeki Hizmeti’ni” sunmaktadır.

Sözkonusu hizmetten gerçek veya tüzel kişiliğe sahip bütün müşterilerimiz yararlanabilmek-te olup, başvuruları sonrası adlarına açılan pos-ta çeki hesabı ile ucuz bir şekilde para transfer iş-lemlerini yapabilmektedirler. İşyerlerimizden bu hesaba yapılan bağış işlemleri karşılığı bağışta bulunan kişiye bir belge verilmektedir.

Söz konusu işlem interaktif posta çeki hizme-ti (internet üzerinden posta çeki işlemlerinin yapılması) kullanılarak yapılmış ise işlemi ya-pan kişi yazıcısından bu işleme ait belgeyi yaz-dırabilmekte, işlem PTTMatik’ler (7 gün 24 saat kesintisiz hizmet sağlayan ATM’ler) ara-cılığıyla yapılmış ise PTTMatik’ten işleme ait makbuzu alabilmektedir.

Bağış için yatırılan para ânında bu işlem için açıl-mış olan posta çeki hesabına işlenmektedir.

İnsanlar PTT şubelerine kolayca ulaşabili-yor mu?

Kuruluşumuz, müşterilerimizin hizmet-lerimize kolaylıkla ulaşabilmesini temin etmek amacıyla sapa yerlerde bulunan işyerlerini merkezi yerlere taşıma çalış-maları yapmıştır.

Ayrıca ülkemizin en ücra yerlerine dahi hizmet götürebilme gayesiyle burala-ra yeni işyerleri açmış olup; hali hazır-da müşterilerimi- zin işyerleri-mize kolayca ula-şabilmesi için ülke genelinde 4.109 adet işyerimiz-le hiz-m e t ver-

PTT // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 58

Page 61: KİMSE YOK MU DERNEGİ

mekteyiz. PTT olarak banka şubesi olmayan 33 ilçe, 1144 belde ve 184 köy olmak üzere toplam 1361 işyerinde müşte-rilerimizin hizmetindeyiz.

İnternet, SMS gibi teknolojik bağış yolları varken pos-ta çekinin rağbet görmesinin sebebi nedir? Günümüzde hâlâ teknolojiden pek fazla hoşlanmayan, klasik yön-temleri tercih eden kullanıcıların olduğu saptaması doğ-ru mudur? PTT’nin bu kullanıcılar için sağladığı diğer kolaylıklar nelerdir?

Posta çekinin rağbet görmesinin sebebi, teknolojiden hoşlanmayanlar olduğu gibi teknolojiye her zaman ve her yerde ulaşamayan ve kullanamayanların var olması-dır. Türkiye’nin en yaygın işyerine sahip kurumu olarak bu kişilere de bağışlarını istedikleri yerlere ulaştırma im-kanı vermekteyiz.

Diğer yandan kuruluşumuz teknolojik gelişmeleri yakın-dan takip etmektedir. Bu kapsamda posta çeki işlemleri sadece işyerlerimize müracaat ederek değil; yukarıda da belirtildiği gibi internet ortamında ve PTTMatikler vası-tasıyla da sunulmaktadır.

Bağış dışında açılan posta çeki hesaplarına yapılan yatır-ma işlemlerinden alınan ücret bankalarla karşılaştırıldı-ğında çok düşüktür. Bu nedenle posta çeki işlemleri ter-cih edilmektedir.

PTT “Kamu Yararına Çalışan Dernek” statüsü bulunan derneklere ne tür destekler veriyor?

2003 yılından beri görme engelli vatandaşlarımızın çe-şitli konularda bilgilerinin artırılması ve topluma kazan-dırılması amacıyla Türkiye Körler Federasyonu, Görme-yenler Kültür ve Dayanışma Derneği, Altınokta Körlere Hizmet Vakfı Başkanlığı, Görsem Görme Engelliler Da-yanışma Derneği Merkezi tarafından bastırılan makbuz ve eşya piyangosu biletlerinin satışları yapılmış olup, bu hizmetler için sadece posta ücreti alınarak satılan mater-yalin bedeli derneklerin hesabına yatırılmıştır.

Kuruluşumuzun iş trafiği göz önünde bulundurularak bu ve benzeri destekler sürdürülmektedir. Bu kapsam-da Türk Kızılayı ile kuruluşumuz arasında düzenlenecek olan Kan Bağışı Kampanyası sayesinde ülkemizdeki kan ihtiyacının giderilmesine katkı sağlanacaktır.Diğer yandan görsel dökümanlarının işyerlerimizde teş-hir edilmesi suretiyle destek olduğumuz kampanyalar şunlardır:

• HİV virüsünden tüm toplumun korunması amacıyla Dünya Posta Birliği’ne (UPU) üye ülkelerce de gerçek leştirilen kampanya,

• Patika Alanya Engelsiz Yaşam Gönüllüleri Derneği

Başkanlığı’nca yürütülen “Yürüme problemi olan ço-cuklara yürümeyi öğreten pediatrik lokomat cihazı” te-minine yönelik kampanyası,

• Türk Kızılayı’nın “Kurban Bağış Kampanyası,”

• THK’nca yürütülen fitre ve zekat toplama faaliyetleri,• Türkiye Gaziler Vakfı’nın Mehmetçiklere adak ve kur-ban bağışı kampanyası ve

• “Pakistan’a Yardım Kampanyası”nın duyurulmasını teminen işyerlerimizde afişler teşhir edilmek suretiyle kampanyaya ücretsiz destek verilmiştir.

Ayrıca,

• ENAD Engelli Aileleri Eğitim Kültür ve Dayanışma Derneği’nce engelli vatandaşlarımızın ve ailelerinin gün-lük hayatta karşılaştıkları sorunlara çözüm bulmak, onla-ra teknolojik imkanlar sunmak ve engelsiz bir dünya hazır-lamak amacıyla düzenlenen “2. ENGELLİLER VE İHTİYAÇ-LARI GÜNLERİ ENGELLİ HAYATI KONFERANSI” organi-zasyonuna kuruluşumuzca da destek verilmiştir.

• Her yıl 19 Eylül tarihinde kutlanan Gaziler Günü’nde Tüm Terör Mağduru ve Aileleri Güçbirliği Derneği tara-fından düzenlenecek etkinlikler kapsamında kuruluşu-muzca gazilerimizin yanında olduğumuzun göstergesi olarak 200 kişilik yemekli Gazilerimizi Anma Töreni dü-zenlenerek destek verilmiştir.

• Dünya Engelliler ve Dostları Gelişim Derneği Genel Merkezi ile kuruluşumuz arasında 05.01.2011 tarihinde yurtiçi ve KKTC ASPOS varışlı kargoların idaremiz vası-tası ile taşınmasına yönelik bir sözleşme imzalanmıştır.

PTT // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 59

Page 62: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Türkiye’den Moğolistan’a sadece

Orhun

Abideleri’ni, Orhun Vadisi’ni ve O

rhun Nehri’ni

görmek için, yol kıyısındaki bir göçeb

e çadırına

misafir olmak, başıboş deve sürülerini ve “ö

z-

gür atları” izlemek ve sonsuzluk

hissiyle insa-

nın gönlünü ferahlatan bozkırda

seyahat et-

mek için gidilebilir elbet, kesinlikle

değer... An-

cak öncelikle, Türkiyeli yardımseverlerin kurba

n

yardımını götürüyorduk beraberimizde.

Moğolistan’a doğru yol alırken “Ağlayan Devenin Öyküsü” var aklımda. Yavrusunu emzirmek istemeyen devenin mü-zikle iyileştirildiği bir belgesel... Yerel giysili Moğollar, çadır-lar ve deve sürüleri...

Ve biraz puslu da olsa başka bazı imajlar; göçebe bir kül-tür, uçsuz bucaksız uzanan bozkır, özgürce gezinen atlar... Bütün bunlardan daha güçlü; ama yine de uzak ve efsane-vi bir bilgi daha var elbet zihnimizin bir köşesinde. Moğolis-tan, köklü tarihimizin delili Orhun Abideleri’ni binlerce yıl-dır bağrında saklayan vefalı bir ev sahibi aynı zamanda, ba-tıya, daima batıya at koşturan atalarımızın hareket noktası...

Hayal etmek ve düşünmek için hayli zamanımız var hem. Üç saatlik uçuşla Moskova’ya gideceğiz önce, orada iki saat bek-leyecek ve Moğolistan Havayolları’yla altı buçuk saat uçarak başkent Ulan Batur’a ineceğiz. O çadırları ve develeri bulabile-cek miyiz, Orhun Abideleri’ne el sürebilecek miyiz, zihnimizde-ki renkler, ışıklar mı daha canlı, daha parlak yoksa hakikat mi işte o zaman göreceğiz...

Ulan Batur, Ruslardan kalma bitişik nizam apartmanları, yük-sek cam binaları, alışveriş merkezleri, İstanbul’u bile aratan tra-fiği ve maske takmayı gerektirecek kadar kirli havasıyla ‘şaşır-tan’ bir şehir... Bir toparlanma, gelişme halinde olduğu muhak-

ÜLKÜ ÖZEL AKGÜNDÜZ / [email protected]

MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 60

Page 63: KİMSE YOK MU DERNEGİ

ORHUN IRMAĞI’NIN KIYISINDA

oturdum ağladım

kak; ama bilirsiniz başkentler hep soğuk yüzlü olur, Ankaralılar gücenmesin, insan dünyanın hangi köşesine giderse gitsin hep bir İstanbul arar, binlerce ki-lometre yol almayı gerektirecek bir sebep...

O sebep Ulan Batur değil işte, bu çok açık. Ve maalesef egzotizm hemen gi-derilmesi gereken bir ihtiyaç! Dinlemek ve anlamak için vakit yok zaten! Hiç bilmediğin bir şehre, bir hayalle çıkagel, o hayale kavuşmak için arsızca bir telaşa kapıl ve sana istediğini vermediğinde şehri, elinin tersiyle bir kenara it... Uzak mahallelerde, müstakil evlerin bahçelerinde çadırlar ve tek tük de olsa atlı adamlar görünce niye gülümsedik? Aradığımızı kısmen bulduğu-muz için değil mi? Neyse, epeyce su götürecek bu bahsi kapatıp şehirde ne-ler yapabileceğimize bir bakalım.

Gezebileceğimiz iki müze ve bir Budist tapı-nağı var. Budist Moğol halkının günahların-dan arınmak için ziyaret ettiği tapınak, altın ve gümüşten yapılmış devasa Buda heyke-liyle dikkat çekiyor. Ve güvercinlere yem ver-mek, sadece İstanbul’un Eminönü’sünde ya da Saraybosna’nın Başçarşı’sında değil, bu tapınağın avlusunda da makbul bir davra-nış. Müzelere gelince, biz daha ziyade, Moğol kültürüne ait objelerin sergilendiği Milli Ta-rih Müzesi’nde vakit geçirdik. Burada bizi bir sürpriz bekliyordu üstelik, “Türk periyodu” diye anılan 6-9. yüzyıllara ait arkeolojik bu-luntuların teşhir edildiği özel bir salon...

Toprak kaplar, vazolar bir yana, gümüş mut-fak eşyaları, son derece zarif gümüş bir ge-yik heykeli, altın bir taç ve binalara ait oldu-ğu düşünülen süslemeler... Göçebeliğin bütün olumsuz imajlarından nasibini almış ataları-mızın aslında ‘incelikli bir hayat sürmüş ola-bileceğine inanmak için yeterli deliller...

Şimdi Ulan Batur’dan doğuya doğru yakla-şık 40 kilometre uzaklaşalım. Nalayıkh il-çesi yakınlarında ziyaret etmemiz gereken üç nokta var. Birincisi Moğolistan’da ge-çirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybe-den ve vasiyeti üzerine o topraklara gömü-len Türk okullarının genel müdürü rahmetli Adem Tatlı’nın kabri. Ona selam vermeden, ruhuna bir Fatiha yollamadan bozkırlara açılmayı istemeyiz zira... Hüzünlü bir baş-langıç mı, evet; ama “Hüzünlenmeyin evla-dım, hüzünde dünya gizlidir” diyen bir dos-tun sesi kulağımızda...

İkinci nokta Tonyukuk Yazıtı. Orhun Irmağı civarında olmamasına rağmen, aynı döne-me ait olduğu ve aynı konulardan bahsettiği için Orhun Yazıtları’yla birlikte anılan Ton-yukuk Yazıtı’nın II. Göktürk Kağanlığı döne-minin büyük veziri Bilge Tonyukuk’un ölü-münden önce bizzat kendisi tarafından dik-tirildiği biliniyor. Aynı civardaki görülmesi gereken üçüncü nokta ise, Moğolların guru-ru Cengiz Han’ı atı üzerinde gösteren deva-sa bir heykel.

“incelikli” bir hayat

MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 61

Page 64: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Türkiye’den Moğolistan’a sadece Orhun Abideleri’ni, Or-hun Vadisi’ni ve Orhun Nehri’ni görmek için, yol kıyısın-daki bir göçebe çadırına misafir olmak, başıboş deve sü-rülerini ve “özgür atları” izlemek ve sonsuzluk hissiyle insanın gönlünü ferahlatan bozkırda seyahat etmek için gidilebilir elbet, kesinlikle ve kesinlikle değer... Ancak iti-raf etmeliyiz ki bizim önceliğimiz farklıydı. Türkiyeli yar-dımseverlerin Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla Moğol kardeşlerine ulaştırmak istedikleri kurban yardımını gö-türüyorduk beraberimizde. Önce kurbanlar kesilmeli, yoksul aileler ziyaret edilmeliydi, sonra nereye gidecek-sek giderdik. Hem söz konusu Moğolistan olunca, kur-banlık koyunlar, zaten görmek istediğimiz bozkırın or-tasında toplanıyordu, yardımlar girmek istediğimiz Mo-ğol çadırlarına ulaştırılıyordu ve yol Orhun Irmağı’nın kı-yısından geçiyordu. O buz tutmuş ırmağın kıyısında bi-raz soluklanmak ve tabii duygulanmak, hatta dumanda pişirilen nehir balığından tatmak için vaktimiz de vardı, daha ne olsun! Yine de içimizde bir korku, buraya kadar gelmişken Orhun Abideleri’ni görmeden dönermişiz bir de, olur mu olur. Ulan Batur’a inmekle bitmiyor ki iş, abi-

delerin bulunduğu Karakurum’a doğru yaklaşık 430 kilo-metrelik karlı buzlu bir yolu kat etmek gerekiyor ki sırf bu yüzden Moğolistan’a yolu düşen çoğu Türk, yazıtları gö-remeden dönmek zorunda kalıyor. Biz talihli yolculardandık çok şükür, Türk okullarının fedakâr öğretmenleri yüzlerinde hiç yitmeyen bir tebes-sümle hep yanımızdaydılar. Son model bir cipin için-de, yanımızda geceden pişirilmiş patates kızartmala-rı, köfteler, kekler ve meyvelerle Karakurum yollarına düşebildiysek onlar arkamızdan ittirdiği içindir. TİKA tarafından bir müze içine taşınan Orhun Yazıtları’nı öyle görebildik işte, Uygur Türklerinin ilk başken-ti Karabalgasu’nun kalıntılarını ve Gobi Çölü’nün baş-langıç noktasını... Buz tutmuş bir çöl, başka nerede gö-rülebilir? Şimdi İstanbul’da bu yazıyı tam da sonlandır-mak üzereyken düşünüyorum, geriye ne kaldı? Orhun Vadisi’nden, Bilge Kağan yazıtının bulunduğu alandan bir parça toprak, küçük bir taş, kurumuş bir ot, hepsi de bir kavanozun içinde duruyor. Ama daha güzeli hiç kesil-meyen bir ufuk çizgisi, serin bozkır rüzgârı ve gülümse-yen Moğol yüzleri...

KARAKUMYOLLARINDA...

MOĞOLİSTAN // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 62

Page 65: KİMSE YOK MU DERNEGİ

Yazılmış en güzel şiirin yaşayanlarıydı onlar. Dünyanın en güzel şarkısının bülbülleri. Gökkuşağının kıskandığı gül-lerin kokuları.

Son bir sadakat yemini gibiydi koşuşları. Hayırda yarışma-ları vuslat davetine icabet eder gibiydi. Hepsinin gönlünde bir coşku, telaş, bitmek bilmez bir güç vardı. Ne kadar git-seler, bir kere daha gidecek hal geliyordu kalplerine. Ne ka-dar verseler yeniden verecek bereket. Onlar, Ashabı Kiram Efendilerimizdi.

Bizans, “Muhammed öldü!” uğursuz şayiasını yaymış, Medine’nin üzerine yürümeye hazırlanıyordu. Efendimiz (SAV) bir karşı atakla derhal hareket etmek, düşmandan evvel davranmak istiyordu. Sefer duyruldu.

Her inanan elinde ne varsa getiriyor, azları çok oluyordu. Hz. Ömer malının yarısını seriyordu bu uğurda. Hz. Ebu-bekir hepsini. “Ev halkına ne bıraktın?” diyen Efendimiz’e, “Allah ve Resulünü” diyordu Ebubekir. Hep öyle dost, hep öyle candan öte can.

Çocuklar koşuyordu sadaka toplayanların peşinden. Oyun-cakları mıydı sadaka tasına konan, hayalleri mi kim bilir?

Biri evine çekilmiş ağlıyordu. Kimselere görünmeden, ağzını bıçak açmadan, sessiz sessiz ağlıyordu o. Kalbinin kilidi bo-şalmış, ruhu sıtmaya tutulmuş hıçkırıklara boğuluyordu.

Komşularının seslerini işitiyordu. “İnanlar toplanmış, sa-daka tasının içine ne varsa bırakıyorlarmış.” Fısıltılar bü-yüyor, büyüyor, duvarlara çarpıyor, gök gürültüsünden beter bir sesle kulağında patlıyordu. “Kadınlar ziynet-lerini yolluyorlarmış.” Kalbi daha şiddetle çarpıyor, acı-sı tarife sığmaz bir hal alıyordu. “Çocuklar koşuyormuş sadaka toplayanların peşinden. Kanlı bir küpe gelmiş

Resulullah’ın önüne. Çocuk küpeyi aceleyle kulağından çıkaramamış, yırtıp almış. Korkmuş sadakasını vereme-yeceğinden…”

Sesler sustu. Artık hiçbirini duymuyordu. Rabbine döndü. Namazlarına namaz ekledi. Bir tek akan gözyaşları vardı yoldaşı. Bir de Rabbi. Ağladı… Ağladı… Ağladı…

“Hiçbir şeyim yok” dedi. “Verecek bir şeyim yok.” Kardeş-leri sefere giderken, çocuklar bile avuçlarındakileri verir-ken, verecek hiçbir şeyi yoktu sadaka niyetine.

“Yarabbi,” dedi. “Eğer ki üzerimde kardeşlerimin hakkı var ise, ben hepsine helal ettim hakkımı. Sadakamdır bu. Verecek bir şeyim yok, helal edecek haklarımdan başka.” Uyudu. Sabah olduğunda Efendimiz (SAV) ashabını toplayıp gece-lerini sordu, dün gece ne yaptıklarını. Kimseden ses çık-madı. Hâlbuki biri bir şey yapmış olmalıydı, önemli bir şey. Rabbi mutlu edecek bir şey. İkinci defaya sordu, yine ses-sizlik. Üçüncü soruşunda öne çıktı sahabi efendimiz. An-lattı halini. Anlatıp sustu. Mahcup bir susuş…

Ve bir müjdeyle çınladı Medine. Efendimiz’den Hz. Ulve’ye müjde:

“Dün gece Cebrail Aleyhisselam gelip, ‘Ashabın içinde öyle biri var ki, Rabbin ondan razı oldu’ dedi.”

O, Hz. Ulve Efendimizdi. Gönüllerin Ulvisi.

Bin şu kadar yıl geçince…

Vedadan sonraya kalınca.

Sadakalar bir telefon mesajına düşüp, vermek kolaylaşınca.

Yine de yok, almaktan bizarım diyenler. Sadaka niyetine deyip, helal edecek hakkımız da mı yok?

HZ. ULVE’ye hakkınızı helal eder misiniz?ELiF AYLA / [email protected]

CÖMERT ÖYKÜLER // KiMSE YOK MU // NiSAN • MAYIS • HAZiRAN 2010 // 63

Page 66: KİMSE YOK MU DERNEGİ

DAĞISTANÇETiNKAYAiYi ÇiZGiLER

Page 67: KİMSE YOK MU DERNEGİ
Page 68: KİMSE YOK MU DERNEGİ