İlahiyat lisans tamamlama programı İslam tarİhİ...

34
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1 1 İSLAM TARİHİ I İlahiyat Lisans Tamamlama Programı Prof. Dr. İsrafil BALCI

Upload: others

Post on 30-Dec-2019

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

1

İSLAM TARİHİ Iİlahiyat Lisans Tamamlama Programı

Prof. Dr. İsrafil BALCI

Page 2: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

2

Ünite 1

İçİndekİler1.1. HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİ (10-12/632-634) ............................................................................ 3

1.1.1. Halife Seçilmesi .................................................................................................................................................... 31.1.2. Yönetim Anlayışı ................................................................................................................................................... 61.1.3. Ridde Olayları ......................................................................................................................................................... 91.1.4. Fetihler ....................................................................................................................................................................12

1.2. HZ. ÖMER DÖNEMİ (13-23/634-644) ..................................................................................161.2.1. Fetihler ....................................................................................................................................................................201.2.2. İdarî Kurumlar ......................................................................................................................................................281.2.3. Ordu ve Askerlik Hizmetleri ............................................................................................................................301.2.4. Yargı .........................................................................................................................................................................311.2.5. Maliye ......................................................................................................................................................................31

HZ. EBUBEKİR VE HZ. ÖMER DÖNEMİProf. Dr. İsrafil BALCI

Page 3: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

3

1.1. HZ. EBÛ BEKİR DÖNEMİ (10-12/632-634)

1.1.1. Halife Seçilmesi Hz. Peygamber vefat etmeden önce Müslümanların idaresini kimin üstleneceğine dair herhangi bir açıklama yapmamıştı. Kur’ân-ı Kerîm’de de bu konuyla ilgili herhangi bir âyet bulunmamak-taydı. Kur’ân ve sünnette en ufak bir açıklık bulunmayınca, Rasûl-i Ekrem’in vefatının ardın-dan yöneticinin kim olacağı meselesi Ensar ve Muhacirler arasında tartışma konusu oldu. Hatta Rasûl-i Ekrem’in vefat ettiği gün, henüz defin işlemi tamamlanmamışken Ensar, Muhacirlerden habersiz olarak hilafet meselesini halletmek için kendi arasındak Sakîfetu Benî Saide gölgeliğinde toplantı yapmıştır. Hz. Peygamber 12 Rebiulevvel 11/8 Haziran 632 tarihinde kuşluk vakti vefat edince Medineli Müslümanlar (Ensar), Mekkelilere (Muhacirler) haber vermeden Saide Oğulları gölgeliğinde idareci seçmek için kendi aralarında bir toplantı yapmıştı. Muhacirler Medinelilerin kendilerinden habersiz toplantı yaptıklarını duydukları zaman, Ensar, Hazreç kabilesinden Sa’d b. Ubâde’yi başkan seçmek üzere mutabakata varmıştı. Ancak Hazreçli birisinin başkan seçilme-si, Ensar arasındaki eskiye dayalı düşmanlıkları yeniden gündeme getirdi. Nitekim Evsli Üseyd b. Hudayr kabile mensuplarına uyarıda bulunarak Hazreçlilerin hilafeti ele geçirmeleri durumunda kendilerine bir daha asla söz hakkı tanımayacaklarına dikkat çekti. Bu uyarıdan sonra Evsliler Hz. Ebû Bekir’e biat etmenin kendileri için daha doğru bir seçim olacağına karar verdiler.

Ensar’ın başkan seçmek için Sakife’de toplandığını haber alan Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir ve Ebû Ubey-de b. el-Cerrâh’ı durumdan haberdar edip üçü birlikte toplantının yapıldığı yere gittiler. Onlar geldi-ği zaman Ensar, Hazreçli Sa’d b. Ubâde’yi başkan seçmiş ve toplantı sonlandırılmak üzereydi.

Ensar, Rasûl-i Ekrem’den sonra emr (idare) işinin kendilerine ait olduğunu iddia ederek Sa’d b. Ubade üzerinde anlaşmaya vardıklarını belirttiler. İleri sürdüklere gerekçelere göre onlar Kureyş’in Hz. Peygamber’i dışlayıp eziyet ettiği zaman ona ilk inanan ve sahip çıkanlar oldukları-nı, Allah Rasûlü’ne yurtlarını açtıklarını, İslâm’ın kendileri sayesinde gelişip güçlendiğini, Kur’an-ı Kerîm’in kendilerinden yardımcılar (Ensar) olarak söz ettiğini, Hz. Peygamber’in de kendileri hakkında övücü sözlerinin bulunduğunu hatırlatarak bu işin kendilerine ait bir hak olduğunu iddia ettiler. Ayrıca Rasûl-i Ekrem’in kendi aralarında vefat ettiğini de hatırlatarak onun yerine geçmek için kendilerinin öncelikli olduklarını savundular.

Ensar’ın dile getirdiği bu gerekçelerden sonra Hz. Ebû Bekir onun aceleci ve biraz da sabırsız bir şekilde olaya müdahale etmek istemesini uygun görmediği için kendisi söz aldı ve her iki tarafın hukukunu gözeten bir konuşma yaptı. Ensar’ın gerekçelerinin hiçbirisinin reddedileme-yeceğini ve hepsinin doğru olduğunu onayladı. Ardından Ensar’ın her bir gerekçesini ele aldı ve buna karşılık Muhacirlerin gerekçelerini sıraladı. Örneğin Kur’ân-ı Kerîm’in kendilerinden de söz ettiğini ve üstelik kendilerini İslâm’da önceliği olanlar (sâbikûne’l-evvelûn) olarak nitele-diğini, dolayısıyla vahye konu olma bakımından bir üstünlük söz konusu olacaksa kendilerinin daha öncelikli olduğunu vurguladı. Şayet Hz. Peygamber’e inanma ve onu yurtlarına alıp kendi aralarında ölme gibi nedenlerden dolayı bir öncelik hakkı söz konusu ise, bu konuda da kendi-lerinin daha öncelikli olduğunu söyledi. Zira Rasûl-i Ekrem’in kendilerinin akrabası oluğunu ve kendi aralarından çıkan bir peygamber olduğunu, ayrıca ona ilk inananların da yine kendileri olduğunu, dolayısıyla onun yerine hak iddia edilecekse bu hakkın öncelikli olarak kendilerinin hakkı olduğunu söyledi.

Page 4: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

4

Hz. Ebû Bekir’in bu konuşması bir bakıma toplantıdaki dengeleri alt-üst etti. Zira Ensar kendi ge-rekçelerine göre başkanlığın kendilerine ait olduğu konusunda somut delillere sahip olduklarını düşünüyordu. Ancak Muhacirler adına konuşan Ebû Bekir’in bu açıklamalarından sonra, Ensar içinden bazı kişiler ona hak vermeye başladılar.

Hz. Ebû Bekir’in yapmış olduğu konuşma hem ikna ediciydi hem de iki tarafın gerekçelerinin ne derece haklı olup-olmadığını da gözler önüne sermişti. Onun bu konuşmasından sonra Ensar hilafetle ilgili iddiasında önceki tutumuna oranla daha makul bir çizgiye geldi ve Muhacirlerin de bu konuda hak sahibi oldukları kanaati iyice güçlendi.

Hilafetin Muhacirlere ait olduğu fikri ağırlık kazanınca, her iki taraf arasında karşılıklı öneriler dile getirildi. Örneğin Ensar’dan Hubab b. Münzir “bir emîr sizden bir emîr bizden” olsun teklifinde bulundu, ancak iki başkanlı idarenin mümkün olmayacağı ve bunun İslâm toplumunu ayrılığa düşüreceği endişesine dikkat çekilerek bu öneri kabul görmedi. Onun teklifine karşı Muhacirler “emîrler bizden vezîrler sizden olsun” önerisinde bulundular. Bu konuda Hz. Ebû Bekir şunları söyledi: “Bizler emîr, sizler ise vezirlersiniz. Sizin fikir ve onayınız olmaksızın hiçbir karar veril-mez.” Bunların yanı sıra dönüşümlü başkanlık sistemi de tartışılmış, ancak bu öneri de kabul görmemiştir. Karşılıklı öneriler dile getirilirken tartışmalar bir ara hayli alevlendi, hatta Sa’d b. Ubade ile Hz. Ömer arasında sözlü sataşmalar oldu. Karşılıklı tartışma ve müzakerelerden sonra Hz. Ebû Bekir’e biat edildi ve toplantı son buldu. Daha sonra Rasûl-i Ekrem’in defin işlemi ta-mamlandı ve ardından Mesictte genel biate geçildi.

Hz. Ebû Bekir toplumun çopğunluğu tarafından halife seçilmekle birlikte hem Benû Saide’deki toplantıda hem de mescitte yapılan umumi biate katılmayan azımsanmayacak birçok kişi veya gurup bulunujyordu. Örneğin Hâşimiler’in tamamı her iki biate de katılmamıştı. Bunla arasında Hz. Ali, amcası Abbâs ve Rasûl-i Ekrem’in kızı ve aynı zamanda Hz. Ali’nin hanımı olan Hz. Fatıma gibi önemli isimler bulunuyordu. Hâşimîler Rasûl-i Ekrem’in vefat ettiği hüzünlü günde onun mübarek naşının yanından ayrılmadıkları gibi, aynı zamanda toplantı sırasında da kendilerine haber verilmemesi nedeniyle kırgınlıklarını dile getirmişlerdir. Örneğin Hz. Ömer Ensar’ın top-lantıya katıldığı haberini aldığı zaman, Hz. Ebû Bekir ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’a haber vermiş, ancak Hz. Ali veya başkasına haber vermemiştir. Oysa Ebû Bekir ile Ali o sırada Rasûl-i Ekrem’in hücre-i saadetlerinde bulunuyorlardı. Hz. Ömer’in sadece Ebû Bekir’i çağırması ve durumu ona haber vermesi ilginç olduğu gibi, aynı zamanda Haşimîlere veya bir başkasına haber vermemesi de dikkat çekicidir. Nitekim Hz. Ebû Bekir halife seçildikten sonra, Hz. Ali bu meseleden dolayı kırgınlığını dile getirmiş ve Hz. Ebû Bekir’e biat etmemiştir. Aradan bir süre geçtikten sonra Hz. Ebû Bekir onun gönlünü almak için evine gittiği zaman Hz. Ali Rasûl-i Ekrem’in defin meselesi ortada dururken ve kendilerine haber verilmeyerek hilafet seçiminin yapılmasından dolayı duy-duğu üzüntüyü ve kırgınlığı dile getirmiştir. Hâşimîler uzun süre Hz. Ebû Bekir’e biat etmemekle birlikte, özellikle Hz. Ali’nin tutumu nedeniyle onların bu tavrı siyasi bir muhalif hareket ola-rak ortaya çıkmamıştır. Onlar ancak Ebû Bekir’in hilafetinin altıncı ayında Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’nın vefat etmesinden sonra biat etmişlerdi. Bilindiği üzere Fatıma vefat ettikten sonra Hz. Ali Ebû Bekir’e biat etmiş ve onun biatine kadar Haşimîlirden hiç kimse biat etmemişti.

Hâşimîlerin yanı sıra Emevîlerin ileri gelenleri de biate katılmamışlardı. Üemeyye oğullarının önemli bir kısmı Medine dışındaki çeşitli yerlerde valilik görevlerinde bulunuyordu. Bu nedenle

Page 5: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

5

ilk hilafet seçiminde aktif rol alamamışlardır. Örneğin Ebû Süfyân Necran’da valilik yapıyordu.. Hâlid b. Sa’îd ise Yemen’de görevliydi. Ebû Süfyân Rasûl-i Ekrem’in vefat edip yerine Hz. Ebû Bekir’in seçildiği haberini duyunca apar-topar Mekke’ye gelip burada eski konumunu kazanmak için bir hamle yapmış, ancak umduğu desteği bulamayınca, buradan Medine’ye gidip Hz. Ebû Bekir’e karşı Hâşimîler’i desteklemiştir.

Hâşimîler ve Emevîlerin yanı sıra bireysel olarak Hz. Ebû Bekir’e biat etmeyen önemli sahabîler de vardır. Bunlar arasında Zübeyr b. Avvâm, Selman el-Fârisî, Ebû Zerr el-Ğifarî, Ammâr b. Yâsir, Ubey b. Ka’b, Fadl b. Abbas gibi tanınmış birçok isim bulunuyordu. Bunların yanı sıra Ensar’dan da birçok kişi umumi biate katılmamıştır. Örneğin Sa’d b. Ubade’yi destekleyen Hazreçliler Ebû Bekir’e biat etmemişlerdir. Bazı kişiler Sa’d’ı ikna etmek için araya girdilerse de, onu ikna ede-memişlerdir. Hatta Hz. Ömer, biat etmeden peşinin bırakılmaması taraftarıydı. Hz. Ömer aynı şekilde Hz. Ali’nin de getirilip milletin huzurunda zorla biat etmesini istemiştir. Ancak meselenin daha fazla büyüyüp olası bir ayrılığa yol açmaması için Beşîr b. Sa’d araya girdi ve Sa’d’ın kendi haline bırakılmasını önermiş ve bu melse kapatılmıştır. Sa’d b. Ubâde ölünceye kadar Hz. Ebû Bekir’e biat etmediği gibi, İslâm toplumuna da karışmamıştır. Kimi zaman karşılaştığı insanlar-la konuşurken Hz. Ebû Bekir’in kendi emirliğini kıskandığını dile getirmiş ve onu suçlayıcı ko-nuşmalar yapmıştır. Kendisini tamamen İslâm toplumundan soyutlayan Sa’d, Hac ibadeti dahil Cuma ve vakit namazlarına bile katılmamıştır. Hz. Ömer halife olduğu zaman Şam tarafına göç ederek burada vefat etmiştir.

İsmi geçenlerin önemli bir bölümü Hz. Ali’ye biat edilmesinden yanaydı. Örneğin Ensar’ın bir kısmı “Biz Ali’den başkasına biat etmeyiz.” deyip biate katılmamıştı. Bunun yanı sıra Zübeyr b. Avvâm ise “Ben Ali’ye biat edilmedikçe kılıcımı kınına sokmayacağım.” diye açık bir muhalefet sergilemiştir. Hz. Ömer onun bu tutumuna tepki göstermiş, ancak bu tür muhalif sesler toplum-da ciddi bir ayrışmaya dönüşmemiştir. Bunun en önemli nedeni kuşkusuz Hz. Ebû Bekir’in idare anlayışı ve samimi kişiliğinin yanı sıra Hz. Ali’nin tahriklere kapılmamasıdır.

Yukarıda verilen bilgilere bakıldığında, Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ve ona yapılan biatin sanıldığı kadar kolay olmadığını söylemek mümkündür. Rasûl-i Ekrem’in vefatı nedeniyle İslâm toplumu önemli bir geçiş süreci yaşamıştır. Bu süreçte Müslümanların yönetim işini ele geçir-mek için Ensar ve Muhacirler arasında farklı hamleler olmuş, ancak Müslümanlar zor bir sınavdan çıkmayı başarabilmişlerdir. Özellikle Hz. Peygamber’in kabilesi Haşimiler ile siyasi olaylarda her zaman ağırlığı hissedile Emeviler ve Medine’nin en nüfuzlu kabilesi olan Hazreçlilerin Hz. Ebû Bekir’e biat etmemeleri, bunların yanı sıra yine bireysel anlamda önemli sahabîlerin onu destek-lememeleri, İslâm toplumunun ayrışmanın eşiğine geldiğini göstermektedir. Aynı zamanda bu durum Müslümanların ne gibi zor bir süreçten geçtiğini ortaya koymaktadır. Bu şartlar altında halife seçilen Hz. Ebû Bekir sergilediği yapıcı tutum ve itidalli tavrıyla birçok muhalif unsurun bile gönlünü almayı başarmış ve Rasûl-i Ekrem’den sonraki geçiş sürecinde ortaya çıkan prob-lemleri sorunsuz bir şekilde atlatmayı başararak önemli bir köprü vazifesi görmüştür. Onun uzlaşmacı ve samimi tutumundan sonra Arap kabileleri guruplar halinde gelip biat etmişler ve bu umumi biatle birlikte Hz. Ebû Bekir halife seçilmiştir.

Ebû Bekir’in başkan seçilmesinde ve Müslümanlar tarafından kabul görmesinde, Hz. Muhammed’e en yakın kişi ve onun yol arkadaşı olması, Rasûl-i Ekrem’in hastalığı sırasında

Page 6: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

6

imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan olması ve maddi-manevi yönden İslâm’a bü-yük hizmetlerinin bulunması, onun sayesinde pek çok kişinin Müslüman olması, başkanlığa lâyık ve ehil olması, hakkında Hz. Peygamber’in övücü sözler söylemesi gibi birtakım amillerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Başlangıçta Müslümanlar Hz. Ebû Bekir’e “Allah’ın halifesi” sıfatı vermişler, ancak Ebû Bekir bu unvanın yanlış anlamlarda kullanılabileceği uyarısında bulunarak kendisine “Rasûlüllah’ın Halifesi” denilmesini istemiştir.

1.1.2. Yönetim AnlayışıYaklaşık iki buçuk yıl süren hilafet ömrünün tamamı savaş ve mücadele ile geçen Hz. Ebû Bekir’in idare anlayışının en belirgin özelliği, tüm karar ve uygulamalarında Rasûl-i Ekrem’in izinden git-meye çalışması ve bu konuda göstermiş olduğu azami hassasiyettir. Bir konuşma sırasında bu konudaki hassasiyetini şu sözlerle ifade etmiştir: “Ey insanlar! Ben de sizlerden biriyim. Bilemiyo-rum, belki de siz Allah Resulü’nün yapmasını beklediğiniz işleri benden yapmamı istiyorsunuz. Ancak unutmayın ki, Allah ona bazı üstünlükler vermiştir. Ben peygamber değilim. Ben ona tâbi birisiyim. Onun zamanında yapılmayan işleri yaparak yeni şeyler uyduracak değilim…” Bu an-layış çerçevesinde idarî sorumluluğunu yerine getiren Hz. Ebû Bekir, hilafete geldiği ilk günden itibaren bütün karar ve uygulamalarında Hz. Peygamber’i örnek almıştır. Henüz halife seçildiği ilk gün halktan biat alırken Mescid-i Nebî’de yapmış olduğu konuşmayla, idarede nasıl bir yol takip edeceğini ve idare anlayışının hangi esaslar üzerine oturacağını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu konuşmasına halife şu hususlara değinmiştir:

Ey insanlar! İçinizde en iyiniz olmamama rağmen, başkanınız olarak seçilmiş bulunuyorum. Şa-yet doğru iş yaparsam bana yardım edin, eğer kötü davranırsam beni doğrultun. Doğruluk em-niyettir, yalan ise emniyete karşı hainliktir. İçinizde zayıf olan (zulme uğramış) kimse, kendi adı-na hakkı alınıncaya kadar benim nazarımda kuvvetlidir. İçinizde güçlü olan (zulüm yapan, zalim) kimse de, eline geçirdiği hakkı ondan alınıncaya kadar benim nazarımda zayıftır. Allah uğrunda mücadeleden kaçınmayın. Allah adına mücadeleden kaçınan milletlerin hepsi helak olmuştur. Ahlaksızlık bir millet içinde yayılmaya başladığı zaman Allah onları umumî bir felaket ve belay-la baş başa bırakır. Ben Allah’a ve onun elçisine itaat ettiğim müddetçe siz de bana itaat edin. Allah’a ve elçisine isyan edersem bana itaat etmeniz gerekmez. Haydi, şimdi namaza kalkın ki, Allah size merhamet etsin.

Hz. Ebû Bekir’in ilk ve en önemli icraatlarından birisi Üsâme b. Zeyd komutasındaki orduyu gön-dermek olmuştur. Bu orduyu göndermedeki kararlılığı ve ısrarı Rasûl-i Ekrem’in izinden gidece-ğinin en somut işareti gibidir. Bilindiği üzere Hz. Peygamber ömrünün son günlerinde Üsâme b. Zeyd komutasında Şam bölgesine ordu göndermek için hazırlık yapıyordu. Neredeyse tüm hazırlıklar tamamlanmış ve ordu sefere çıkmak üzereydi, ancak o sırada Rasûl-i Ekrem rahatsız-lanınca ordunun gönderilmesi gecikmiş, ardından vefat edince Allah Rasûlü’nün bu son girişimi yarım kalmıştı. Hz. Peygamber’in vefatının ardından hayli tartışmalı geçen hilafet müzakerele-rinden sonra halife seçilen Hz. Ebû Bekir, bir taraftan bazı Müslümanların şiddetli muhalefeti nedeniyle yalnız bırakılırken bir taraftan da, Arabistan’ın her tarafında patlak veren irtidat ve isyan hadiseleriyle karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki, Kureyş ile Sakif kabilesi hariç Arap kabilele-rinin birçoğu ya tamamen ya da kısmen irtidat veya isyan etmişti. Bir kısmı ise gelişmelerin seyrine göre durumlarını netleştirmek üzere gelişmeleri takip etmekteydi. Değişik bölgelerdeki

Page 7: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

7

zekât memurları bir bir canlarını kurtarıp Medine’ye gelirken, başta Gatafan, Esed ve Süleym gibi kabileler toplanıp Medine’ye karşı saldırıya geçmişlerdi. Müslümanların büyük bir kısmında umutsuzluk ve tedirginliğin had safhaya çıktığı bir dönemde halife olan Hz. Ebû Bekir,bu şartlar altında ilk iş olarak Rasûl-i Ekrem’in hazırlamakta olduğu Üsâme komutasındaki orduyu gön-dermeyi kararlaştırdı. Ancak başta en yakınında yer alanlardan birisi olan Hz. Ömer olmak üzere neredeyse Müslümanların tamamı, içinde bulundukları şartlar nedeniyle bu ordunun gönderil-mesine karşıydı.

Hz. Ebû Bekir adeta yalnız kalmış, ancak bütün engelleme girişimlerine rağmen ısrarla bu or-duyu göndermek için mücadele etmiştir. Kendisini ikna etmeye çalışanlar isyancı kabilelerin Medine’ye saldırı başlattıklarını, her taraftan isyan seslerinin yükseldiğini, şayet bu ordu gönde-rilirse Müslümanların daha zayıf duruma düşeceğini ve bu durumun asilerin cesaretini artıraca-ğını, ileri sürerek ordunun gönderilmesine engel olmaya çalıştılar. Ancak Hz. Ebû Bekir, kararın Hz. Peygamber tarafından alındığını, ümmeti olarak onun hedeflerini gerçekleştirmenin kendi-lerine düşen bir görev olduğunu söyleyerek bu konudaki kararlılığını şu sözlerle dile getirmiştir: ‘Onun bağladığı düğümü ben asla çözemem.’ Bu söz aynı zamanda Hz. Peygamber’in karar ve uygulamalarının kendisi için ne derece önemli ve bağlayıcı olduğunu da ortaya koymaktadır. Neticede bütün hazırlıkları yaparak Rasûl-i Ekrem’in yarım kalan işini tamamlamak için Üsâme ve ordusunu sefere göndermiştir.

Hz. Ebû Berki idarî görevlendirmelerde son derece özenli bir politika takip etmiştir. Öncelikli olarak Rasûl-i Ekrem tarafından görevlendirilen idarecilerin yerlerini değiştirmemeye ayrı bir önem vermiştir. Şayet bu kişiler arasında bir görev değişikliği yapacaksa, kendisi en üst düzey idareci olduğu halde, görev değişikliği yapacak kişinin rızasını ve onayını aldıktan sonra değişik-liğe gitmiştir. Örneğin Hz. Peygamber’in başka bir yerde zekât amili olarak görevlendirdiği Amr b. el-As’ı (43/664) Filistin bölgesine göndermek istediği zaman, ona nazik bir mektup yazmış ve onun rızasını aldıktan sonra bu görev değişikliğini gerçekleştirmiştir.

Görevlendirmelerde kabileler arası dengeleri gözetmeye azami dikkat göstermiştir. Bu konuda duygusal davranmamış ve kendisine muhalif olanları bile komutan atamıştır. Örneğin halife se-çildiği zaman Ümeyye oğullarından Halid b. Said onun en ciddi muhaliflerinden birisi olmasına rağmen Şam bölgesine ordu göndereceği zaman onu komutan atamıştır. Halifenin bu tutu-munu eleştiren Hz. Ömer onun yapmış olduğu muhalefete dikkat çekerek kararından vazgeç-mesini istemiştir. Ancak Hz. Ebû Bekir bu uyarıyı dinlemeyerek ona görev vermiştir. Keza aynı şekilde kendisini en çok eleştirenlerden birisi olan ve halifeliğini kabullenemeyen Ebû Süfyan’ın oğlu Yezid b. Ebî Süfyan’ı da komutan atamıştır. Halife bu önemli kararlarıyla hem herkese eşit mesafede durduğunu göstermiş hem de görevlendirmelerde kabileler arası dengelere dikkat etmiştir. Bunun yanı sıra idarî görevlendirmelerde duygusal davranmayıp işi ehline vermeye çalışmıştır. Bu tutumuyla aynı zamanda kendisini eleştirenlerin muhalefetinin de kırılmasını sağlamıştır. Nitekim Halid başarısız olunca onu görevden almış ve onun muhalif tavrı pasifize edilmiştir. Aynı şekilde Ebû Süfyan’ın oğlunu göreve getirerek onun sempatisini kazanmış ve bu tür güç odaklarını sergilediği yönetim anlayışıyla sindirmeyi başarmış veya onlara karşı dış-layıcı bir politika izlememiştir. Öte yandan Hz. Ebû Bekir kendisine muhalif olanları zorla itaat altına almak yerine ikna yoluyla onlarla anlaşmaya çalışmış, hatta anlaşmak için bazı ödünler bile vermiştir. Örneğin Ebû Süfyân’ın muhalefetini kırmak için zekât mallarından ona pay vermiş

Page 8: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

8

ve bu yolla muhalefetini kırmayı başarmıştır. Nitekim bu olaydan sonra Ebû Süfyan halifeye biat etmiştir. Bunun yanı sıra Hz. Ali’nin küskünlüğünü gidermek ve biatini almak için bizzat ayağına gitmiş ve onun gönlünü almıştır. Bu gibi girişimlerle ve sergilemiş olduğu samimi ve şeffaf yö-netim anlayışıyla taraflı tarafsız herkesimin takdirini kazanmayı başarmış ve Rasûl-i Ekrem’den sonraki geçiş sürecinde önemli bir köprü görevi görmüştür.

Atadığı komutan veya idareciler halifeyi temsilen, namaz kıldırma, savaş kararı alma, anlaşma yapma ve imzalama, yargılama, ganimetleri taksim etme, halkın sorunlarını çözme ve onlara yardımcı olma gibi geniş yetkilere sahiptiler. Ancak tüm vali veya idareciler halifeye karşı sorum-luyular. Yeri geldiği zaman halife onları denetler veya valiler içinden çıkamadıkları bir mesele ol-duğu zaman konuyu halifeye havale ederlerdi. Bunun yanı sıra halife özellikle hac mevsiminde insanlar bir araya geldiği zaman darecilerle halkı yüzleştirip şikâyetleri dünlerdi. Örneğin hicrî on ikinci yıldaki Hac mevsiminde Mekke’ye geldiği zaman buradaki valisi Attâb b. Esîd’i hal-kın huzuruna çıkarmış ve validen memnun olup olmadıklarını sormuştur. Herhangi bir şikâyet gelmemesi üzerine de memnuniyetini dile getirmiştir. Bu uygulama daha sonradan Hz. Ömer tarafından da sürdürülmüştür.

İdarî kararlarında Rasûl-i Ekrem’in izinden gitmeye özen gösteren Hz. Ebû Bekir onu sünneti olan danışmaya (şûra) büyük önem vermiş ve şûrada alınan kararlara uymuştur. Onun istişa-re heyetinde Hz. Ömer (13-23/634-644), Hz. Osman (23-35/644-656), Hz. Ali (35-40/656-661), Zeyd b. Sâbit (33/655), Abdurrahmân b. Avf (32/654), Mu’az b. Cebel (18/639) gibi isimlerin yanı sıra Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenleri de bulunuyordu. Halife önemli karar alacağı zaman mutlaka şûra üyeleriyle meseleyi müzakere eder ve ondan sonra nihai karar verirdi. Genelde şûrada alınan kararlara aynen uyarken, bazen bütün sorumluluğu üstlenerek tek başına da ka-rar alabilmiştir. Özellikle zekât vermeyenlerle savaşma konusunda ashabın önemli bir kısmının ısrarlı muhalefetine rağmen, halife tamamen onlardan ayrılmış ve zekât ödemeyerek merkezî otoriteyi tanımayanlara karşı adeta tek başına savaş kararı almış ve bu kararı halka gerekçele-riyle açıklayıp onları ikna etmiştir. Örneğin şûradaki bazı sahabîler en azından o yıl zekâtların alınmamasını ve asilerin önerisinin kabul edilmesini savunmuştu. Ancak Hz. Ebû Bekir bu karara uymayarak savaşma kararı almıştır.

Hz. Ebû Bekir’in en önemli özelliklerinden birisi Hz. Peygamber’den devraldığı siyasal düzenin ve merkezi otoritenin devamına göstermiş olduğu hassasiyettir. Bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış ve merkezi otoriteye büyük önem vermiştir. Medine’ye yönelik isyan girişimleri başlatınca bizzat ordusunun başına geçip şehri savunmuş ve isyancıları püskürtmüştür. Bunun yanı sıra isyancı kabileler Medine’ye temsilci gönderip zekât ödememeleri koşuluyla anlaşma teklif etmişler, ancak bu kabile temsilcilerinin teklifini kabul etmediği gibi kendilerine bir gün içinde Medine’yi terk etmelerini söylemiş, aksi halde başlarına gelebilecek kötülükten mesul olmayacağı uyarısında bulunmuştur. Ardından Mescitte halka bilgi verip şehri savunmak için bizzat kendisi ordunun başına geçmiş ve saldırı başlatan kabileleri püskürtmüştür. Onun bu konuda göstermiş olduğu kararlılık sayesinde İslâm toplumu önemli bir badireyi kayıpsız atlat-mış ve Arabistan’ın her tarafından yükselen isyan sesleri Hz. Ebû Bekir’in yerinde müdahaleleri sayesinde bastırılmıştır.

Page 9: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

9

1.1.3. Ridde OlaylarıHz. Ebû Bekir döneminin en önemli olaylardan birisi genelde ridde olayları olarak bilinen ha-diselerdir. Hz. Peygamber’in vefatı üzerine Arap kabilelerinin büyük bir çoğunluğunun Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki merkezi idareyi tanımamışlar ve Rasûl-i Ekrem’in oluşturduğu siyasal bir-likten ayrılmışlardı. Şunu belirtelim ki, Ebû Bekir’in halifeliğini tanımayan veya Medine’deki mer-kezi otoriteyi kabul etmeyen kabilelerin tamamı dinden dönmemiştir. Bunların bir kısmı sadece zekât adı altında Ebû Bekir başkanlığındaki merkezi otorite adına toplanan vergileri ödemek is-tememişlerdir. Bir kısmı ise hem bu vergileri ödemeyi reddettikleri gibi, aynı zamanda peygam-berlik iddiasıyla ortaya çıkanlrın peşlerine takılmışlar ve böylece hem isyan edip hem de irtidat etmişlerdir. Dolayısıyla Hz. Ebû Bekir döneminde yapılan savaşları sadece ridde kavramıyla ni-telemenin doğru olduğu kanaatinde değiliz. Örneğin vergi ödemeyi reddeden kabileler namaz, oruç, hac gibi ibadetleri yerine getireceklerini beyan etmişler, ancak zekât adı altında alınan vergiyi ödemek istememişlerdir. Hatta Medine’ye elçiler göndererek Hz. Ebû Bekir’le pazarlığa kalkışmışlar ve şayet kendilerinden zekât alınmazsa merkezî otoriteye bağlılıklarını devam etti-receklerini beyan etmişlerdi.

Bir kısmı ise zekât ödemeyi reddetmenin yanı sıra aynı zamanda dinden dönüp peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkanların peşine takılmışlar ve dinî kanaatlerini siyasal eyleme dönüştürerek organize bir şekilde Medine’ye karşı ayaklanmışlardır. Bu itibarla Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki merkezi otoriteyi tanımayan kabileleri iki guruba ayırmak gerekmektedir. Buna göre bir gurup kabile sadece vergi ödemeyi reddederek isyan ederken bir gurup ise hem irtidat edip hem de isyan ettikleri için ‘ridde olayları’ olarak nitelenen olayların, ‘irtidat ve isyan hadiseleri’ olarak nitelemenin daha isabetli bir tanımlama olacağı kanaatindeyiz.

Arap kabileleri 628 yılında müşriklerle yapılan Hudeybiye Anlaşması’ndan sonra heyetler halin-de Medine’ye temsilciler (elçiler) gönderip Hz. Peygamber’e bağlılıklarını bildirmişlerdi. Allah Rasûlü gelen kabile temsilcilerini samimi bir şekilde karşılar ve kendisine bağlılık bildiren bu temsilcilerin sosyal statülerine dokunmazdı. Ancak bu bağlılığın karşılığı olarak kendilerinden yıllık zekât adı altında vergi alırdı. Dolayısıyla vergi veya zekât Medine’deki merkezî idareye bağ-lılığın somut ifadesiydi. Kabile temsilcileri Rasûl-i Ekrem başkanlığındaki merkezi idareye bu şe-kilde bağlandıktan sonra, kimi zaman gelen kabile temsilcilerinden bir kısmı Medine’de kalır ve İslâm’ı öğrenirdi. Allah Rasûlü çoğunlukla gelen kabile temsilcilerinden Müslüman olup İslâm’ı öğrenenleri zekât amili olarak görevlendirir ve bu şahıslar bir bakıma Rasûl-i Ekrem’in temsilcisi konumu kazanırdı. Bunun yanı sıra bazen de aynı kabileden olmayan bir başka Müslümanı zekât amili olarak görevlendirirdi. Kabilelerin Rasûl-i Ekrem’e bağlılıklarının en somut ifadesi vergi adı altında ödedikleri yıllık zekâtlar idi.

Rasûl-i Ekrem’in sağlığında bu şekilde Medine’deki merkezi idareye bağlılıklarını sürdüren Arap kabileleri, onun vefatıyla birlikte farklı bir tutum içerisine girdiler. Örneğin Hz. Peygamber vefat ettikten sonra, Hz. Ebû Bekir halife seçilince söz konusu kabile ileri gelenlerinin büyük bir kısmı, kendilerinin Hz. Muhammed’le anlaşma yaptıklarını, o öldüğüne göre fiili olarak anlaşmanın sona erdiğini ileri sürerek Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki merkezi idareyi tanımak istemediler. Özellikle kendi kabilelerinde zekât amili olan vergi memurları, topladıkları zekât mallarını halka dağıttıkları gibi, bazı kabile şefleri de toplanmış olan zekât mallarına el koymuşlar ve böylece Hz. devlete isyan etmişlerdi. İsyancı kabilelerin Medine’deki merkezi idareyi tanımak istememe-

Page 10: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

10

lerinin altındaki en önemli gerekçe zekât (vergi) vermek istememeleriydi. Onlar Hz. Peygamber başkanlığındaki siyasal otoriteye vergi vermeyi taahhüt ettiklerini, o vefat ettiğine göre arala-rındaki anlaşmanın fiilen sona erdiğini, dolayısıyla kendilerinden zekât ödeme yükümlülüğünün kalktığını düşünüyorlar ve bu nedenle Rasûl-i Ekrem’in vefatından sonra halife seçilen Ebû Bekir başkanlığındaki merkezi otoriteye vergi ödemek istemiyorlardı.

Ebû Bekir zekât adı altında alınan vergileri, devlete bağlılığın somut ifade olarak gördüğünden, zekât ödemeyi reddedenlerin tekliflerini kabul etmemiştir. Zira ona göre böyle bir teklifin ka-bulü, onların merkezi otoriteyi tanımama isteklerinin resmen kabul edilmesi anlamına gelmek-tedir. Dolayısıyla Hz. Ebû Bekir ‘Şayet Rasûl-i Ekrem’e ödedikleri devenin yularını bile benden esirgerlerse onlarla savaşırım’ sözleriyle aslında onun kurmuş olduğu siyasal düzenin bu yolla devamının sağlanacağına olan inancının bir yansımasıdır. Hatta denebilir ki, Hz. Ebû Bekir bu konuda tek kalmış ve bu konuda gösterdiği kararlılıkla İslâm toplumu için ne derece önemli bir rol oynadığını da ortaya koymuştur. Bu yüzden Ziyâd b. Lebîd ve Muhacir b. Ebî Ümeyye’ye gibi vali veya komutanlarına gönderdiği mektuplarda kendisi için halktan biat almalarını ve zekât vermeyenlerle savaşmalarını istemiştir. Bu komutanlar Hadramevt bölgesinde isyan eden Kinde kabilesini itaat altına almakla görevlendirilmişlerdir.

İrtidat ve isyan hadiselerinin arka planında dinî, siyasî, iktisadî ve kabilevî nedenler gibi farklı amillerin rol oynadığını unutmamak gerekir. Örneğin kimi değerlendirmelerde irtidat ve isyan hadiselerinin arka planında merkeziyetçiliğe karşı çıkma, Medine’deki siyasal otoriteyi tanıma-ma ve bu otoritenin benzerini oluşturma, mahalli mirasa konma veya statükoyu oluşturma ça-bası gibi nedenlerin etkili olduğundan söz edilmiştir. Dile getirilen hususların her birisinin etkisi olduğu muhakkaktır. Ancak bunlardan özellik dinî ve iktisadi nedenlerin hayli etkili olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin Medine’deki siyasî otoriteyi tanımak istemeyen isyancı ele baş-lardan Abdullah el-Leysî, kendi kabile mensuplarına yapmış olduğu konuşma zekât ödeme veya ödememenin kendileri için ne derece önemli olduğunu şu sözlerle ortaya koymuştur: “Ey insan-lar! Allah Rasûlü sağken ve aramızda bulunurken ona boyun eğdik. Ey Allah’ın kulları ne diye Ebû Bekir’e boyun eğeceğiz? Peygamber öldükten sonra Ebû Bekir sanki ona vâris mi oldu? … Vaktiyle sizin elçileriniz geri çevrilmedi mi? Siz (Ebû Bekir’i kast ederek) deve çobanının hilele-rinden mi korkuyorsunuz? Sizden istenen ve ödemediğiniz zekât malları bana hurmadan, hatta ondan daha tatlıdır.”

Temîm kabilesinin zekât amili olan Mâlik b. Nüveyre de, Hz. Peygamber’in vefat ettiğini duy-duğu zaman kabile mensuplarına yaptığı konuşmada zekât ödemek istemediklerini şu sözlerle dile getirmiştir: “Ey insanlar! Muhammed öldü ve kendi yoluna koyulup gitti. Şayet onun yerine Kureyş’ten biri geçip bizden zekât istemezse hep birlikte ona tabi oluruz. Sizler daha önceden mallarınızı başkalarına dağıtmıyordunuz. Aslında bu mallar sizindir ve buna en çok siz hak sa-hibisiniz.” Bu konuşmanın değişik bir versiyonunda ise onun sözleri şu ifadelerle aktarılmıştır: “Ey Temîm oğulları! Bildiğiniz gibi Abdullah’ın oğlu Muhammed vefatından önce zekâtlarınızı toplamak üzere beni görevlendirmişti. O şimdi öldü ve kendi yoluna koyulup gitti. Onun yerine birisi idareye geldi. Artık mallarınızı hiç kimse istemeyecek ve sizler bu malları üzerinde onlar-dan daha fazla hak sahibisiniz.” Bu sözler kabilelerin merkezi idareye isyan gerekçelerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Hz. Ebû Bekir dönemindeki irtidat veya isyan hadisele-rinin arka planındaki asıl saik, yaygın bri şekilde kabul edildiği üzere dinden dönme değil, daha

Page 11: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

11

ziyade vergi ödemeyi reddetme reaksiyonudur. Yani sonun dinî olmaktan daha ziyade siyasal ve iktisadî kaygılarla ilişkilidir. Ancak bazı kabilelerin vergi ödemeyi reddetmenin yanı sıra aynı zamanda irtidat etmeleri ve bu kanaatlerini siyasal alana taşıdıkları için bu dönemdeki olayların bir yönünü dinî karakterli isyan yorumlarının yapılmasına zemin hazırlamışlardır. Öte yandan şunu da hatırlatalım ki, Hz. Ebû Bekir’in zekât almadaki ısrarı aynı zamanda, isyan eğiliminde olan kabilelerin Kureyş memnuniyetsizliğini körüklemiştir. Bu itibarla isyanların arka planındaki önemli faktörlerden birisi de Kureyş memnuniyetsizliğidir.

Vergi vermeyi reddetmenin yanı sıra Hz. Ebû Bekir dönemindeki irtidat ve isyan hadiselerinin arka planındaki en önemli muharrik unsurlardan birisi bizzat dinden dönmeyle ilgilidir. Ancak Hz. Ebû Bekir’in onlarla mücadelesi zorla onları tekrar İslâm’a döndürmek değil, dinî kisve altında birleşerek bu kanaatlerini organize ir şekilde devlet aleyhine kullanmak istemeleridir. Nitekim isyancı kabilelerin bir kısmı sadece zekâtı reddetmekle kalmayıp aynı zamanda peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkanların peşine takılıp irtidat etmişlerdir. Dolayısıyla zekât ödemeyi reddet-menin yanı sıra irtidat olayları da merkezi otoriteye başkaldırının en önemli faktörlerinden birisi olmuştur.

Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Yemen’de Esved, Benû Hanife yurdunda Müsyelime, Benû Esed’in lideri Tuleyha veya Tağlib kabilesinden Hıristiyan bir kadın olan Secah gibi yalancılar, Hz. Muhammed’i taklit ederek peygamberlik iddiasında bulunmuşlar ve bu yolla güç ve otorite kazanmaya çalışmışlardır. Onlar da tıpkı Hz. Muhammed gibi kendilerine vahiy geldiğini iddia etmişler ve uydurdukları bazı sözleri vahiy diye halka sunmuşlardır. Bunun yanı sıra kendilerine harem bölgesi tayin etmişler ve birer müezzin edinip halkı peşlerinden sürüklemişlerdir.

İrtidat ve isyan eden kabilelerin Medine’deki merkezi otoriteye tehdit eder duruma gelmeleri üzerine, Hz. Ebû Bekir onlara karşı askerî güç kullanmak zorunda kalmıştır. Nitekim ilk saldırıların zekân amillerine yapılması ve ardından asilerin Medine üzerine yürüme planları yapması nede-niyle, Hz. Ebû Bekir adeta seferberlik ilan edip topladığı ordunun başına geçmiş ve Zü’l-Kassa’ya kadar ilerleyip isyancıları püskürtmüştür.

Birkaç gün burada kalan Hz. Ebû Bekir daha sonradan Hâlid b. Velid’i ordunun başına komutan tayin etmiş ve kendisi Medine’ye dönmüştür. Ensar’dan Sabit b. Kays’ı da Medineli kuvvetle-rin başına getirmiş ve onu Hâlid’in emrine vermiştir. Hâlid ilk önce Buzâha’da karargâh kur-muş olan Tuleyha üzerine yürüdü. Buraya doğru ilerlerken el-Abrak’da toplanan asileri dağıttı. Büzaha’ya gelen Halid, burada toplanan Tuleyha’nin ordusunu dağıttı. Tuleyha canını kurtarıp kaçmayı başardı.

Tuleyha’nın ardından Hadli, Benû Temîm yurdunda zekât amili olan fakat isyan eden Malik b. Nüeyre üzerine yürüdü. Bu şahis Secah adından peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış olan bir kadına akıl hocalığı yapıyordu. Ancak Halid’in başarılarından sonra hedefine ulaşamayacağını anlayınca, korkudan taraftarlarını dağıtmış ve isyandan vazgeçmişti. Halid Temîm yurduna gel-diği zaman onu ve bir gurup taraftarını yakalayıp sorgulamış ve suçlu bulması üzerine de öldür-müştür. Buradan ayrılan Halid peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış olan Müseylime üzerine yürüdü. Yemâme topraklarındaki Akraba’ mevkiinde yapılan çetin savaşın ardından Müseylime ve taraftarları öldürüldü ve buradaki isyan bastırıldı.

Page 12: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

12

İlk başarılardan sonra isyan eğilimde olan veya gelişmelerin seyrine göre durumlarını netleştir-mek üzere bekleyen kabileler yavaş yavaş bu eğilimlerinden vazgeçip topladıkları zekât malla-rını Medine’ye getirip bağlılıklarını bildirmişledir. Hz. Ebû Bekir irtidat ve isyan eden kabilelerle mücadele sırasında sergilemiş olduğu kararlı tavrı ve ferasetiyle Rasûl-i Ekrem’in vefatından son-ra ciddi bir sarsıntı geçiren İslâm toplumunun bu önemli badireyi kayıpsız atlatmasını sağlamış ve bozulan dengeleri yerli yerine oturtmuştur. Böylece ilk kez onun zamanında Arabistan’daki kabileler aynı siyasal organizasyon etrafında toplanmışlardır.

1.1.4. Fetihler

1.1.4.1. Şam Bölgesi FetihleriHz. Ebû Bekir döneminde başlayan Şam bölgesi fetihleri, Hz. Peygamber dönemindeki tebliğ fa-aliyetlerinin bir devamı niteliğindedir. Bütün karar ve uygulamalarında Allah Rasûlü’nün izinden gitmeye çalışan Hz. Ebû Bekir, Şam bölgesine ordu gönderirken de yine Rasûl-i Ekrem’in yarım kalan işini tamamlamak üzere bu kararı almıştır. Bilindiği gibi Hz. Peygamber Arabistan’daki teb-liğ faaliyetlerini büyük oranda tamamladıktan sonra, Şam bölgesinde yaşayan Arap kabileleriyle komşu devlet başkanlarına İslâm davet mektupları göndermiş ve bir bakıma tebliğ faaliyetlerini bu bölgeye doğru yoğunlaştırmıştı. Ancak onun tebliğ faaliyetleri elçilerinin öldürülmesi veya kendisiyle ittifak yapan bazı kabile şeflerinin idam edilmesi gibi gelişmelerden sonra olumsuz bir sürece girdi. Hz. Peygamber öldürülen elçilerin katillerinin cezalandırılmasını veya kendisine teslim edilmesini isteyince, bu talebi reddedildiği gibi üzerine Bizans destekli ordular gönder-mekle tehdit edilmiştir. Gelinen bu süreçten sonra Hz. Peygamber Zeyd b. Hârise önderliğinde bir ordu hazırlayıp Şam bölgesine doğru gönderdi. Ancak bu ordu Mu’te (Eylül 629) yakınlarında Bizans ordusunun saldırısına uğrayınca, başta komutan Zeyd b. Hârise olmak üzere bir kısım Müslümanlar şehit düştü. Komutayı devralan Haldi b. Velid Müslümanları emniyetli bölgeye çekti ve ardından Medine’ye döndü.

Mu’te savaşından sonra yine bölgenin nüfuzlu kabilelerinden olan Gassânîlerin Bizans destekli ordularla Medine’ye yönelik saldırı hazırlıkları yaptığına dair haber alınması üzerine Allah Rasûlü bir ordu daha hazırlayıp Şam bölgesindeki Tebük’a kadar gitmiş, ancak söylentilerin asılsız ol-ması üzerine geri dönmüştür. Mu’te ve Tebük seferlerinden sonra Hz. Peygamber bu bölgeden ilgisini kesmemiştir. Nitekim vefatına yakın bir zamanda Mu’te’de şehit düşen komutanı Zeyd’in oğlu Üsâme komutasında bir ordu daha hazırlayıp Şam bölgesine göndermeyi planlamıştı. An-cak hazırlıklar devam ederken hastalanınca, ordunun gönderilmesi gecikmiş, ardından vefat edince de ordu dağılmıştı.

Hz. Ebû Bekir halife olduğu zaman ilk iş olarak Hz. Peygamber tarafından hazırlan Üsâme ko-mutasındaki orduyu Şam bölgesine göndererek Rasûl-i Ekrem’in başlattığı işleri sürdüreceği-ni de ortaya koymuştur. 26 Haziran 632 tarihinde Üsâme’yi sefere çıkaran Hz. Ebû Bekir ‘Sana Rasûlüllâh’ın emrettiğinden başka bir tavsiyede bulunmuyorum’ sözleriyle Rasûl-i Ekrem’in planladığı şekilde onun bu görevi yerine getirmesini istemiştir. Ayrıca komutanına sefer sırasın-da ‘Emanete hıyanet etmemelerini, düşman ölülerine zarar vermemelerini istemiştir. Bunların yanı sıra kadınlara, yaşlılara, çocuklara, ekili alanlara, tarlasında çalışan çiftçilere, mabetlere ve din adamlarına zarar vermemelerini’ tavsiye etmiştir. Halifenin dile getirmiş olduğu bu evren-sel prensipler aynı zamanda onun döneminde başlayan fetih sırasında verilen birtakım müca-

Page 13: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

13

delelerin hangi esaslar çerçevesinde sürdürüldüğünü ortaya koyması bakımından son derece dikkate değerdir.

Üsâme’nin gönderilmesi bir bakıma Rasûl-i Ekrem’in başlattığı işi tamamlamak adına sembolik bir anlam ifade etmekle birlikte, bu bölgeye olan ilgi bakımından anlamlıdır. Nitekim Hz. Ebû Bekir irtidat ve isyan hadiselerini bastırıp dengeleri yerli yerine oturtunca, Şam bölgesine ordu göndermeye karar vermiş ve bu amaçla Hz. Ali, Hz. Ömer, Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebî Vakkâs, Sa‘îd b. Zeyd, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerini çağı-rıp bu konuyu meseleyi müzakere etmiştir. Toplantıda söz alanlardan Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, Talha, Zübeyr, Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh gibi sahabîler olumlu görüş bildirmişler ve son kararı halifeye bırakmışlardır.

Şûrada yapılan müzakerelerden sonra Hz. Ebû Bekir ordu gönderme kararı alınca, halka hitap etmiş ve yapmış olduğu konuşmasında cihâdın dinî bir görev olduğuna vurgu yaparak Allah’ın kendilerine iman nasip ettiğini, Allah’ın yardımının Müslümanlarla birlikte olduğunu, Maide su-resinin 5. âyetini okuyarak son dinin İslâm olduğunu, kendilerinin de İslâm’la şereflendikleri-ni belirmiş ve cepheye gitmeleri için Müslümanlara çağrı yapmıştır. Ayrıca ömrünün sonlarına doğru Allah Rasûlü’nün Şam bölgesine ordu gönderme niyetinde olduğunu kendisine söyledi-ğini, ancak buna ömrü yetmediğini, onun ümmeti olarak onun hedeflerini gerçekleştirmenin kendilerine düşen bir yükümlülük olduğunu ve onun kararlarına uymanın ve onun yolundan gitmenin kendileri için en isabetli seçim olacağını söylemiştir. Halife sözlerini tamamlarken vak-tiyle Hz. Peygamber’in bu bölgeye ordu gönderdiğine ve onun burada önemli mücadeleler ver-diğine dikkat çekmiş ve sözlerini şu âyetle noktalamıştır: ‘Ey iman edenler! Allah’a, elçisine ve sizden olan imamlara itaat edin (4. Nisâ, 59).’

Halife, Mescitte bulunan Müslümanlara bu konuşmayı yaptıktan sonra Mekke, Taif, Necd ve Arabistan’ın güneyinde yaşayan kabileler gibi Arabistan’ın çeşitli yerlerine aynı içerikte mek-tuplar göndermiş ve Şam bölgesine gidip savaşmaları için çağrı yapmıştır. Ayrıca halkı teşvik edebilmek için bölgenin zenginliklerine ve elde edilecek ganimetlerin bolluğuna dikkat çekmiş-tir. Halife gönderdiği mektupta Tevbe sûresinin 41. âyetine atıf yaparak ‘Gerek hafif, gerekse ağır olarak savaşa çıkın, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşın’ âyetine yer vermiş ve savaşa gitmenin dinî bir görev olduğunu vurgulamıştır.

Hz. Ebû Bekir’in çağrıları üzerine her bir kabile aralarından seçtikleri bir komutan eşliğinde Arabistan’ın değişik yerlerinden gelerek Medine yakınlarındaki karargâh merkezi Curf ’ta toplan-dılar. Burada her kabile adına bir bayrak açılmıştı. Gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Hz. Ebû Bekir gelen birlikleri cepheye gönderdi. Rivayetlere göre halife ilk önce Halid b. Sa’îd komu-tasında bir birliği cepheye sevk etmiştir. Ancak bu birlik cepheye vardıktan sonra Halid’in acele-ci ve plansız saldırısı neticesinde bozguna uğrayıp geri çekilmiştir. Halid geri çekildikten sonra halifeden yardım istemiş, ancak bu başarısızlığı nedeniyle halife tarafından görevden alınmıştır.

Hâlid b. Sa’îd’in yardım talebi üzerine Hz. Ebû Bekir tekrar halka savaşa çağırısında bulundu. Medine’de toplanan kuvvetler, Amr b. Âs , Yezîd b. Ebî Süfyân ve Şurahbîl b. Hasene gibi ko-mutanların emrine verilip cepheye gönderildiler. Amr Îlîyâ (Filistin), Şurahbil b. Hasene Ürdün ve Yezîd b. Ebî Süfyân da Dımeşk bölgesine gönderilmişti. Daha sonradan Medine’de toplanan

Page 14: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

14

kuvvetler ise Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ın emrine verildi ve halife onu Hıms bölgesine sevk etti. Ayrıca bölgedeki komutanlara bir mektup gönderip her komutanın kendi bölgesinin komutanı ve askerlerine namaz kılmakla yetkili imamı olduğunu bildirdi. Ancak strateji gereği bir araya geldikleri zaman Ebû Uebyde’nin onlar üzerinde başkomutan olduğunu ve onun orduya imam-lık yapacağını haber verdi. Ebû Ubeyde’nin yanı sıra yine Medine’de toplanan kuvvetleri Muavi-ye b. Ebî Süfyan’ın emrine verdi ve onu abisi Yezid’e yardımcı kuvvet olarak gönderdi.

Gönderilen birlikler cepheye vardıktan sonra ilk çatışma 633 yılı sonlarıyla 634 yılı başlarında Amr b. Âs’ın görevlendirildiği Filistin bölgesindeki el-Arabe vadisinde meydana geldi. Bu böl-gede Bizans’ın müttefiki olan Belî ve Uzre gibi Arap kabileleri bulunuyordu. Amr b. Âs Belkâ’da karargâh kurmuştu. Buradaki ilk başarıdan sonra Belkâ’ bölgesi İslâm orduları için ön karakol işlevi görmüştür. Amman bölgesine gönderilen Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’ın ise yol üzerindeki Meâb’da karşılarına çıkan Bizanslı birliklerini bozguna uğratmış ve halka emân vermiştir. Bu emânın Şam bölgesinde Müslümanlarla yapılan ilk barış olduğu belirtilir.

Belkâ’ ve Meâb gibi şehirlerin ele geçirilmesi İslâm ordularının güvenliği açısından önemliydi. Nitekim buralara birer sığınak merkezi olarak kullanılmıştır. Meâb’ın alınmasından sonra İslâm ordusu el-Arabe vadisindeki Aynu’t-Temr’e yönelmiş ve buradaki Bizans birlikleriyle savaşmıştır. Buradaki başarılardan sonra İslâm orduları 4 Şubat 634 Dâsin ve 30 Temmuz 634 tarihlerinde Ecnadeyn’de önemli başarılar elde etmiştir. Ecnâdeyn savaşından önce kazanılan küçük çaplı mücadeleler sonucunda İslâm ordusu Filistin’den Ürdün’e doğru uzanan geniş bir alanı kontrol altına aldı. Özellikle Meâb şehrinin Arabistan’la iritbatı sağlayan konumda olması güvenlik açı-sından hayli önemliydi. Bu güvenlik hattından sonra İslâm orduları Filistin’e doğru yöneldiler.

İlk başarılardan sonra Filistin’in güney bölgesinde devam eden mücadeleler oldukça şiddetli geçti. Fihl’e (Ürdün) gönderilen Yezîd b. Ebî Süfyân Arabe’ye geldiği zaman, Bizanslı komutan Sergios, Gazze bölgesini savunmak amacıyla Kaysâriyye’de yaklaşık üç yüz kişilik bir kuvvetle karşısına çıktı. Yezîd onun üzerine Ebû Umâme’yi gönderdi. Sergios’un kuvvetleri Dâsin’e çekildi ve 4 Şubat 634 yılında burada geçekleşen şiddetli çatışmalardan sonra Bizanslı birlikler mağlup edildi. Bizans tarihçisi Kaegi’ye göre Dâsin’deki yenilgi Bizans’ın savaş stratejisi açısından önem-li bir kırılma noktası olmuş ve bu yenilgi Araplar’ın ilerleyişini hızlandırmıştır. İslâm ordusunun başarılarının bölgede yaşayan Yahudiler ve Arap kabileleri tarafından sevinçle karşılanması da bu bölgede Müslümanların tutunmaları açısından dikkate değer bir detaydır.

Hz. Ebû Bekir döneminde Şam bölgesinde devam eden mücadelelerin en önemlisi 28 Cemaziyelülâ 13/30 Temmuz 634 yapılan Ecnâdeyn savaşıdır. Bu savaş için Bizanslıların hazırlık yaptığını gören Amr b. Âs Hz. Ebû Bekir’den yardım istedi. Onun talebi üzerine o sırada Irak böl-gesine gönderilmiş olan Halid b. Velid Şam’a gönderildi. Halid geldikten sonra komutayı devral-dı ve yapılan savaşta Bizans ordusunu dağıttı. Bu savaşının zafer müjdesi Medine’ye geldikten üç gün sonra Hz. Ebû Bekir vefat etti (22 Cemaziyelâhir 13/23 Ağustos 634). Böylece Ecnâdeyn savaşı Hz. Ebû Bekir döneminde Şam bölgesinde cereyan eden en son ve aynı zamanda en önemli zafer olarak tarihe geçmiş oldu.

Page 15: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

15

1.1.4.2. Irak Bölgesi Fetihleriİslâm’ın doğduğu yıllardan Arabistan’ın kuzeyindeki kabileler, Sâsânî idaresine karşı baş kladır-mışlar ve aralarında yapılan Zû Kâar savaşında birleşik Arap kabileleri SâsÂnî ordusunu mağlup etmişti. Bu yenilgiden sonra Sâsânîler, bölgedeki direnişin başını çeken Bekr b. Vail kabilesini bölgeden sürüp çıkarmak ve buradaki kabileleri kontrol altında tutabilmek için hazırlıklar yap-maya başlayınca, direnişin öncülerinden Müsennâ b. Hârise kendilerine yardım edecek müttefik arayışına girişmişti. O sırada Hz. Ebû Bekir irtidat ve isyan hadiselerini yeni tamamlanmış ve isyancı kabileler yeinden kontrol altına alınmıştı. Müsennâ b. Hârise, Hz. Ebû Bekir’den yardım istedi. Halifeye bilgi verirken Sâsânîlerin yıpranmışlığına ve istikrarsızlıklarına dikkat çekti ve topraklarının fethedilmesi gerektiğini söyledi. Ayrıca halifeye şu teklifte bulundu: “Beni kav-mime reis yaparsan İran halkından bize komşu olanlara karşı savaşır ve sınırlarımızı senin için korurum.” Bu teklif üzerine Hz. Ebû Bekir, Benû Hanife yurdundaki Yemâme’de bulunan Hâlid b. Velid’i Irak bölgesine göndermeye karar verdi. Ona bir mektup yazıp Irak cephesine giderek Müsennâ’ya destek olmasını istedi ve kendisini başkomutan olarak görevlendirdiğini bildirdi. Müsennâ’yı da uyararak Hâlid’e itaat etmesini istedi. Hâlid, Yemâme’den ayrıldıktan sonra Irak topraklarındaki en-Nibac’a (Nisan 633) geldi. Onun gelişiyle birlikte Medine’deki merkezi idare-den bağımsız bir şekilde Sâsânîlere karşı mücadele eden Arap kabilelerinin mücadelesi, Müslü-man Araplar’ın mücadelesine dönüştü ve böylece Irak cephesi Hz. Ebû Bekir döneminde açılmış oldu.

Halid Irak bölgesine geldikten sonra başta Ubulle, Hureybe, Nehru’l-Mer’e (kadın Irmağı), el-Mezâr, Kesker, Durnâ, Zendeverd ve Hürmüzcerd gibi irili ufaklı birtakım yerleşim birimlerini fet-hetti. Ardından bu bölgede merkezi konumda olan Hîre’yi fethetti. Yine bu bölgedeki Bânikyâ, Bârusmâ, Ülleys, Anbâr, Sûk-u Bağdâd (Bağdâd Pazarı) ve Aynu’t-Temr gibi irili ufaklı birçok yerleşim birimi fethedildi ve yüklü ganimetler kazanıldı. Halid elde edilen ganimetleri paylaştır-dıktan sontra beşte birlik bölümünü Medine’ye gönderdi.

Aynu’t-Temr’in alınmasından sonra Hâlid b. Velid, halifenin emriyle Dûmetü’l-Cendel’e yönel-di. Bu bölgede mücdelelerini sürdürdüğü sırada Şam Bölgesindeki komutanlar Bizans’ın sal-dırı hazırlığı yaptığını görünce, halifeden yardım istediler. Hz. Ebû Bekir, Hâlidb. Velid’e haber gönderip buradaki görevini Müsennâ b. Hârise’ya devretmesini ve seçkin askerlerini alarak Şam bölgesine gitmesini emretti. Halid hicrî 13. yılın Rebîulahır ayında altı veya sekiz yüz kişilik bir kuvvetle çetin bir çöl yolculuğundan sonra Irak’tan Şam’a gitti ve burada komutayı devralarak Ecnâdeyn savaşını kazandı.

İslâm orduları Irak sınırına dayandığı sırada, Sânîlerin merkezi idaresi pek iç açıcı değildi. Bu durum Halid b. Velid’in işini kolaylaştırmış ve karşısına ciddi bir güç çıkmadığı için kısa sürede hızlı bir ilerleme kaydederek birçok şehri fethetmeyi başarmıştır. Sâsânîler özellikle 628 yılın-da Bizans karşısında alınan mağlubiyetten sonra henüz toparlanamamışlar ve yenilgiden sonra hem merkezî idare hem de ekonomik yapı bir bakıma çökmüştü. Bir taraftan taht kavgaları bir taraftan yönetimdeki belirsizlik, Müslüman Araplar’ın işini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. İç karşılıklar sırasında Kisra’nın erkek çocukları öldürüldüğü için kızı tahta çıkarılmıştı. Ünlü komu-tanlardan Rüstem ve Fîruzân birbirleriyle iktidar savaşına giriştiklerinden, yönetim sürekli güç dengelerine göre el değiştirmekteydi. Sonunda Kisra’nın yirmi bir yaşındaki oğlu Yezdicerd b. Şehriyâr (632-651), III. Yezdicerd unvanıyla tahta çıkarılmış ve yeniden bir toparlama sağlanarak

Page 16: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

16

Arap kabilelerine karşı saldırı hazırlıkları başlamıştı. Bu durum karşısında endişelenen Müsenâ ikinci kez Hz. Ebû Bekir’den yardım istemek için Medine’ye gelmişti.

1.2. HZ. ÖMER DÖNEMİ (13-23/634-644)Halife Seçilmesi: Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir’in kendisini tayin etmesi ve bu karardan sonra halkoyuna başvurulması sonucunda halife seçilmiştir. Hz. Ebû Bekir 23 Ağustos 634 tarihinde Salı günü akşam nama-zından sonra ağırlaştı ve o gece öldü. Hz. Ömer aynı gece onu defnetti ve sabahleyin Mescit’te halktan biat aldı. Her ne kadar seçimden önce, bir atama söz konusuysa da, Müslümanların ne-redeyse tamamı özgür iradeleriyle Hz. Ömer’e biat ettiği için, onun hilafete gelişi seçim niteliği taşımaktadır. Dolayısıyla ona yapılan biat, halifeliğine hukuki statü kazandırmıştır.

Yönetim Anlayışı: Hz. Ömer halife olur olmaz selefi tarafından başlatılan icraatları aynen devam ettireceğini ortaya koymuştur. Örneğin ilk icraatlarından birisi, Hz. Ebû Bekir’in vasiyeti gereği Irak bölgesine ordu göndermek olmuştur. Bu kararıyla o, selefinin yolundan gideceğini açıkça ortaya koymuştur. Onun yönetim anlayışının özü selefinin de sıkı sıkıya takip ettiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’in sınırlarını çizmiş olduğu prensipler ile Hz. Muhammed’in uygulamalarına dayanır. Bu-nun yanı sıra Hz. Ömer’in yönetim anlayışı onun kişilik özellikleriyle bütünleşmiş bir mahiyet arz eder. Örneğin onun kişilik özelikleri idarede sergilediği tavrın yanı sıra, vahyin mesajı ile Rasûl-i Ekrem’in sünnetini anlama veya yorumlama biçiminde kendini iyice hissettirir. Bu çerçeveden bakıldığında o, selefi gibi temelde Kur’ân-ı Kerim ve Rasûl-i Ekrem’in yolundan gitmeyi esas almışsa da, aynı zamanda hem selefinden hem de Rasûl-i Ekrem’in kimi uygulamalarından farklı çözüm öneri ortaya koymuş ve farklı icraatlarıyla dikkat çekmiştir. Nitekim kimi zaman vahyin mesajının veya Rasûl-i Ekrem’in uygulamalarının günün koşullarıyla alakalı olduğu düşüncesiy-le, kendi döneminin koşullarına göre farklı yorumlamış veya ortaya koyduğu farklı açılım ya da çözüm önerileri üretmiştir. Örneğin müellefe-i kulübe karşı tutumu, teravih namazının cemaatle kılınmasını başlatması, insanlara İslâm’daki konumlarına göre hazineden maaş vermesi gibi hu-suslar bunlardan sadece bir kaçıdır.

Dile getirilen hususlarla ilgili yenilikler başlatması onun fıkhi yönüyle de ilgilidir. Hatta o, henüz Rasûl-i Ekrem hayatta iken bile bazı konulardaki farklı düşünce ve yorumlarıyla ortaya çıkmış-tır. Örneğin Rasûl-i Ekrem’in Hudeybiye’deki barışçı tutumunu aşırı tavizkâr bularak eleştirmiş ve kabullenememiştir. Ünlü münafık Abdullah b. Ubey’in cenaze namazını Rasûl-i Ekrem’in kıl-dırmasına karşı çıkmıştır. Bunun yanı sıra Bedir esrilerine karşı daha katı tutum takınmış ve öl-dürülmelerini önermiştir. Bu tür farklı yorumlarının yanı sıra yine hz. Peygamber hayattayken Hz. Ömer’in arzu ve görüşü istikametinde vahyin nâzil olduğundan bahsedilmektedir. Örneğin Makam’ı İbrahim’de namaz kılma, hicâb (örtünme) âyeti ve Rasûl-i Ekrem’in eşlerini boşamasıyla ilgili Tahrîm sûresinin beşinci âyetinin nüzulu, onun arzuladığı şekilde hükümler içerenve nâzil olan âyetler olarak nitelenir. Bu nedenle mezkur âyetlerin nüzulu rivayetlerde ‘Ömer’in Muva-fakati’ olarak isimlendirilir. Kaynaklarda Ömer’in muvafakati olarak bilinen yaklaşık yirmi beş âyetin nazil olduğundan bile bahsedilmektedir. Dile getirilen hususların yanı sıra Hz. Ömer’in muvafakatiyle ilgili farklı konulardan da bahsedilmektedir.

Page 17: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

17

Hz. Ömer, temelde Kur’ân-ı Kerîm’in sınırlarını çizmiş olduğu prensipler ile Hz. Peygamber ve selefi Hz. Ebû Bekir’in uygulamalarını esas almış olsa da, aynı zamanda onlardan farklı karar ve uygulamalara gidebilmiştir. Böylece o, kendi döneminin koşulları gereği ortaya çıkan yeni prob-lemlere yeni yorumlarla yeni açılımlar getirmiş ve gelişmelerin gerisinde kalmayarak vahyin mesajının dinamik yapısına mutabık bir şekilde İslâm toplumunu statik yapı içinde tutmamıştır.

Hilafette ne şekilde bir idare tarzı benimseyeceğinin ipucunu henüz Mescit’te biat aldığı sıra-da yaptığı konuşmayla ortaya koymuştur. Bu konuşmasında halife Araplar’ı deveye benzetmiş ve deveyi güden kişinin kendisini ne tarafa götürürse o yöne gittiğine işaret etmiştir. Bu ben-zetmeyi yaptıktan sonra kendisinin halkı doğru yolda ileteceğine dair Allah’a yemin etmiş ve halkın huzurunda söz vermiştir. Halifenin kast ettiği yol, hiç kuşkusuz Kur’ân-ı Kerîm tarafından sınırları çizilen ve Rasûl-i Ekrem’in kural ve prensipleri doğrultusundaki idare anlayışıdır. Unut-mamak gerekir ki, o yaklaşık on sekiz yıl kadar Hz. Peygamber’in en yakınında yer alan insanlar-dan birisidir. Rasûl-i Ekrem’in Kur’ân’ı hayata tatbikinden diğer karar ve uygulamalarına kadar hemen her konuda önemli bir tecrübe edinmiştir. Bu yakınlığı nedeniyle Ebû Bekir’le birlikte Hz. Peygamber’in veziri olarak anılmışlardır. Keza yaklaşık iki buçuk yıllık hilafeti döneminde de Hz. Ebû Bekir’in en yakınında olan ve halifenin önemli kararlarında söz sahibi olan kişidir. Böyle bir geçmişe sahip olması, ona önemli tecrübe kazandırmıştır.

Hz. Ömer, selefinin izinde gitmekle birlikte bazı konularda farklı karar ve uygulamalara gitmiştir. Örneğin Hz. Ebû Bekir’in başlattığı Şam ve Irak bölgesindeki fetihleri sürdürme kararı almış, an-cak her iki cephede başarılı bir şekilde mücadele eden Hz. Ebû Bekir’in komutanlarını görevden alıp yerlerine kendi atadığı komutanları getirmiştir. Bunun yanı sıra Hz. Peygamber zamanında beri var olan uygulamaya göre, savaşta rakibini öldüren bir Müslüman o şahsın üzerindeki eşya-larını (seleb) ganimet malları arasında taksime tabi tutmadan alabiliyordu. Ancak Hz. Ömer, bu uygulamadan farklı içtihatta bulunmuştur. Nitekim Berâ b. Mâlik mübareze sırasında rakibine galip gelince, öldürdüğü şahsın üzerinden çıkan değerli eşyaları almış, ancak bunların değeri çok fazla olunca, Hz. Ömer bu malları ganimet statüsünde değerlendirip el koymuş ve taksime tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, şûrayı aktif halde işletmesiyle meşhurdur. Aslında bu uygulama Hz. Peygamber’in sünnetidir ve Hz. Ebû Bekir de aynı anlayışı devam ettirmiştir. Hz. Ömer özellikle Kur’ân’da yer almayan ve Rasûl-i Ekrem’in uygulamasında da bulunmayan önemli meseleleri şûraya getirip burada tartışır ve çeşitli görüşleri aldıktan sonra en doğru yolu bulmaya çalışırdı. Onun şûra üye-leri arasında Muhacirlerden Hz. Ali, Hz. Peygamber’in amcası Abbâs, Abbâs’ın oğlu Abdullah, Hz. Osman, Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Avf, Ensar’dan Üsyed b. Hudayr gibi isimler bulunuyor-du. Bunların yanı sıra gerektiğinde farklı kişilerin fikirlerine de başvurmuştur. Örneğin Tüster’in fethi sırasında yakalanıp Medine’ye getirilen İranlı Hürmüzan, Müslüman olup burada kalınca İran içlerine doğru ilerleyen İslâm ordularının harekâtıyla ilgili kimi zaman onun fikirlerine baş-vurmuştur.

Özellikle tartışmalı konularda farklı karar alacağı zaman muhtemel eleştirilere cevap vermek için mutlaka şer’î bir delil bulmaya çalışırdı. Örneğin fethedilen toprakların taksimini isteyen Müslümanların çoğunluğunun aksine, halife bu toprakları kamulaştırarak ve yıllık haraç karşı-lığında üzerinde yaşayan halkın işletimine bırakmaktan yanaydı. Ancak bu düşüncesi özellikle

Page 18: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

18

Hz. Peygamber’in müezzini Bilal ve Abdurrahman b. Avf gibi bazı sahabîler tarafından şiddetle eleştirilince, halife onları ikna edebilmek için hayli çaba sarf etmiş ve sonunda Haşr suresinin 6-10. âyetlerini delil getirerek meseleye şer’i çözüm bulmuştur. İstişareye önem verdiği için ko-mutanlarına da aynı yönde tavsiyelerde bulunmuş ve özellikle önemli karar alacakları zaman aceleci davranmayıp emirleri altında bulunan fikir sahibi insanların görüşlerine başvurmalarını tavsiye etmiştir.

Şûrada yapılan müzakereler ve şûra yoluyla alınan kararlara bakıldığında halife mutlak olarak kendi görüşünü dayatmayıp çoğunluğun fikrine uymuştur. Konuyu tartışırken şûra üyelerine şu açıklamayı yapmıştır: “Ben de sizlerden birisiyim. Sizden benim kararım ve arzuma uymanızı beklemiyorum. Elinizde hakkı söyleyen bir kitap var. Ben ne söylediysem bu kitaba öre söyle-meye çalıştım. Siz de hak olan görüşü seçin ve tercih edin…” Nitekim Kadisiye savaşı önce-si Sâsânîlerin kapsamlı bir savaş hazırlığı yaptıklarına dair haber alınca, bu cephedeki orduya komutan tayin etme meselesini şûraya taşımış ve kendisinin gitmesini önermiştir. Ancak şûra üyeleri bu görüşe karşı çıkmışlar ve şayet kendisine bir kötülük gelirse bundan bütün ümme-tin etkileneceği uyarısında bulunmuşlardır. Bu uyarı üzerine halife bu düşüncesinden vazge-çip çoğunluğun görüşüne uymuş ve geri adım atmıştır. Daha ilginç bir durum ise Mısır’a ordu gönderdiği zaman yaşanmıştır. Örneğin Halife Kudüs anlaşmasını yapmak üzere Şam bölgesine gittiği zaman Amr b. Âs’ın ısrarı üzerine onu Mısır bölgesini fethetmekle görevlendirmiş, ancak Medine’ye döndüğünde bu kararını şûra üyelerine söyleyince, çoğunluk onun kararını isabetli bulmamıştır. Bunun üzerine halife Amr b. Âs’a mektup yazmış ve şayet Mısır topraklarına girme-mişse geri dönmesini, aksi halde yoluna devam etmesini istemiştir. Bu kararıyla şayet Amr Mısır topraklarına ulaşıp geri dönerse bunun düşman tarafından Müslümanlar için olumsuz bir imaj oluşturacağı endişesi taşımıştır. Öte yandan gerektiğinde çoğunluğun önerisine uyarak verdiği karardan dönebilme esnekliği göstermiş ve çoğunluğun görüşünü esas almıştır.

Hz. Ömer idari mekanizmanın düzgün bir şekilde yürütülmesi için Muhammed b. Mesleme ön-derliğinde bir teftiş heyeti kurmuş ve haklarında şikâyet olan idarecilerle ilgili tahkikat başlat-mıştır. Bu yolla idarecileri sıkı bir denetim altında tuttuğu gibi, aynı zamanda onlara isnat edilen suçların da doğru olup olmadığını araştırmıştır. Örneğin Kûfe valisi Sa’d b. Ebî Vakkas hakkında şikâyette bulunan şahısla valiyi yüzleştirmiş ve suçsuzluğu ortaya çıkınca valiyi görevde bırak-mıştır. Ancak bir başka seferde yine Sa’d’la ilgili şikâyetler gelince, Muhammed b. Mesleme’yi Kûfe’ye gönderip tahkikat yaptırmış ve valinin suçu sabit olması üzerine görevden almıştır.

Hz. Ömer göreve getireceği kişilerin toplumsal veya siyasal konumlarına göre davranmamıştır. Bir taraftan liyakate önem verirken bir taraftan da görev vereceği kişilerde samimiyet ölçülerini esas almıştır. Dolayısıyla göreve getireceği insanların sahabe, akraba veya toplumsal statüleri gibi konumlarına önem vermemiş ve kimseye ayrıcalıklı davranmayacağını henüz hilafetinin ilk günlerindeki tercihiyle ortaya koymuştur. Örneğin İran cephesine ordu göndermek için çağrı yaptığı zaman, başlangıçta ashap dahil Araplar bu davete kulak asmamışlar ve halife de bunun üzerine üç gün arka arkaya çağrısını tekrarlamıştı. Onun ısrarlı çağrıları üzerine Sakif kabilesin-den yirmi yaşlarındaki delikanlı Ebû Ubeyd b. Mes’ûd es-Sakâfî ilk gönüllü olarak cepheye git-meyi kabul etti. Ardından yavaş yavaş insanlar toplanmaya başlayınca, halife onu bu kuvvetlerin başına komutan tayin edip cepheye göndermiştir. Ancak bir kısım Müslümanlar sahabî olduk-larına vurgu yaparak kendilerinin daha hayırlı ve öncelikli olduklarını ileri sürdüler ve kararın-

Page 19: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

19

dan dolayı halifeyi eleştirdiler. Hz. Ömer de onlara şu karşılığı vererek idarî görevlendirmelerde hangi esasları ölçü aldığını ortaya koymuştur: ‘Şayet sahabe Rasûlüllâh’ın arkadaşları olmaları nedeniyle kendilerini diğer insanlardan üstün görüyor ve kendilerinin daha hayırlı olduklarını düşünüyorsa, o zaman üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Şayet sahabeden beklenen bir dav-ranışı sahabe olmayan birisi gösteriyorsa Ömer’in gözünde o şahıs sahabeden daha hayırlıdır.’

Adaletiyle meşhur olan halife, yönetim anlayışını herkese eşit mesafede durma prensibi üzerine oturtmuştur. Onun nazarında yeri geldiğinde köle kökenli birisi de en üst düzey idari kadroya getirilebilir. Nitekim vefatı sırasında şayet sağ olsaydı Ebû Ubeyde ve Huzeyfe’nin kölesi Sâlim’i aday gösterebileceğini açık bir şekilde dile getirmiştir. Aynı tavrı idarecilerinden de beklemiştir. Nitekim Basra valisi olan Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye gönderdiği mektubun bir bölümünde valisine şu uyarılarda bulunmuştur: ‘Toplantılarda veya işi için huzuruna gelen insanlara eşit muamelede bulun. Böylece zayıflar adaletinden ümit kesmesinler, güçlüler ise kendi çıkarları için başkaları-na zulmedebileceğin hissine kapılmasınlar.’

Onun döneminde görevlendirilen kişiler titiz bir elemeden sonra sorumluluk makamına getiril-mişledir. İdarecilerden halkın hizmetinde olmalarını ve onların problemlerini çözmelerini ister-ken, haksızlık yapmamalarını özellikle hatırlatmıştır. Nitekim idarecileirni göreve gönerirken şu uyarıyı yapmıştır: ‘Haksızlık ile bana bir iş getirmeye kalkışmayın. Hiçbir kimseyi sahip olduğu haklarından mahrum etmeyin.’ Özellikle zekât amillerini görev yerlerine gönderirken ‘Ben sizi halk üzerine zorba ve zorlayıcı olarak’ göndermiyorum diye uyarılarda bulunup halka karşı yu-muşak davranmalarını istemiştir. Ayrıca zekât toplarken halkın en değerli mallarından seçme-melerini ve bu şekilde onların gönlerini kırmamalarını ve onları zorlamamalarını hatırlatmıştır. Bu hatırlatmayı aynı şekilde gayr-i Müslim halktan vergi toplayan vergi memurlarına da yapması dikkat çekicidir. Bilindiği üzere Hz. Ömer genelde sert mizaçlı birisi olarak nitelenir. Hatta kimi zaman bu özelliğinin idarî uygulamalarına yansıdığı ve bu nedenle halkın ondan çekindiğin-den bahsedilir. Bir rivayete göre bazı kişiler Abdurrahmân b. Avf ’ı aracı yaparak bu konudaki şikâyetlerini halifeye iletince, Hz. Ömer halka karşı muamelesinde sadece Allah rızasını gözetti-ğini dile getirmiş ve herhangi bir art niyetinin olmadığını söylemiştir.

Hz. Ömer tıpkı selefi Hz. Ebû Bekir gibi, akrabalarını idari göreve getirmeme konusunda özenli bir politika izlemiştir. Özellikle Arap sosyal hayatında kabile asabiyeti gerçeği göz önünde bulun-durulursa, bu hassasiyetin ne derece önemli olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildir. İbnü’l-Cevzî’nin Hz. Ömer’e izafeten aktardığı şu sözler onun bu konudaki hassasiyetini ortaya koy-maktadır: “Kim bir adamı sırf sevdiği veya akrabası olduğu için âmil yaparsa, Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere ihanet etmiş olur. Kim de kötü huylu birisini bile bile göreve getirirse, o da onun gibi özelliklere sahiptir.” Dikkat edilirse ilk iki halifeden sonra iktidara gelen Hz. Osman’ı sıkın-tıya sokan ve hakkında eleştiri konusu olan uygulamalarının başındaki temel konulardan birisi akrabalarını iktidara taşımasıdır. Keza Hz. Ali’nin de önemli görevlere akrabalarını getirip bazı dengeleri bozduğunu ve bu durumun kendi aleyhine olumsuz şekilde yansıdığını unutmamak gererkir. Ancak Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer akrabalarını iktidara getirmediği gibi, teklif edilme-sine rağmen oğlunu halife adayı göstermemiş ve hilafeti saltanat tekeline dönüştürmemiştir. Dolayısıyla makamını adam kayırma yeri olarak kullanmayarak, tarihe adaletiyle damga vuran bir idareci olarak tanınmıştır.

Page 20: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

20

Halkın güvenliği, huzuru ve refahı onun üzerinde durduğu temel konulardan birisidir. ‘Şayet Fı-rat kenarında bir koyun helâk olsa, Allah bunun hesabını Ömer’den sorar’ sözleriyle bu konudaki hassasiyetini ortaya koymuştur. Gelirlerin önemli bir bölümünü doğrudan halkın ihtiyaçları için harcayan Hz. Ömer, ilk kez yıllık maaş (atâ) uygulaması başlatmıştır. Bunun yanı sıra yine ihtiyaç sahiplerine aylık yardımlar yapmıştır. Hatta kimi zaman bizzat kendisi erzak defterini alıp halk arasında dolaşmış ve muhtaçları tespit edip yardımlarda bulunmuştur. Nitekim bu amaçla Hu-zaa ve Eslem kabilelerine kadar gitmiştir. Hatta Eslem kabilesinde fakir bir kadının açlıktan ağla-yan çocuklarını kandırmak için ateşte yemek pişirmiş gibi davrandığını gördüğü zaman, bundan çok etkilendiği, ona bol bol ihsanlarda bulunduğuna dair anekdotlar anlatılır. Merkeze yakın yerlerdeki kabileleri bu şekilde dolaşıp halkın ihtiyaçlarını bizzat kendisini karşılarken, merkez-den uzak yerlerdeki halkın kendisine ulaşamadıklarını dile getirip, bu amaçla uzak diyarları da dolaşacağını söylemiştir. Örneğin sırf bu amaçla Şam’a gidip orada iki ay kadar kalacağını ve halkın arasına karışarak onların dertlerini dinleyeceğini belirtmiş, ancak buna ömrü yetmemiştir.

Hz. Ömer yeniliklere açık bir idarecidir. Döneminde yaşanan hızlı gelişme ve değişmelere ayak uydurmuş ve hızla değişen ve gelişen İslâm toplumunun ihtiyaçlarına yeni çözümler ve açılım-lar getirebilmiştir. Örneğin idari mekanizmada ortaya çıkan sorunlar karşısında fethedilen böl-gelerdeki uygulamalardan yararlanmıştır. Bu itibarla Şam ve Irak bölgesindeki Bizans ve Sâsânî devlet sisteminden esinlenerek bazı kurumları daha işlevsel hale getirmiştir. Hatta divanları oluştururken bu devletlerin uygulamalarından yararlanmıştır. Kimi zaman ise Sâsânî ve Bizanslı-ların idarî, mali ve askerî uygulamalarını ıslah ederek bunları kendisine uyarlamıştır.

1.2.1. Fetihler

1.2.1.1. Irak ve İran Fatihleri Irak cephesi ilk kez Hz. Ebû Bekir döneminde açılmıştır. Aslında buradaki mücadeleler Medine’den bağımsız olarak bölgedeki Arap kabileleri tarafından çok daha önceden başlatılmıştı. Hz. Ebû Bekir’in halifeliği döneminde Sâsânîler’e karşı bölgedeki Arap kabilelerinin mücadelesini yürüten komutan-lardan Müsennâ b. Hârise, kendisine destek aramaktaydı. Bu nedenle Hz. Ebû Bekir’den yardım is-temiş ve şayet destek verirse Sâsânîler’e karşı sınırları koruyacakları teklifinde bulunmuştu. O sırada Hz. Ebû Bekir henüz iç savaştan yeni çıkmış ve ordu son savaşın yapıldığı Yemâme bölgesindeydi. Müsennâ’ya destek verme kararı alan Hz. Ebû Bekir Yemâme’de bulunan Hâlid b. Velid’e haber gön-derdi ve ordusuyla birlikte Irak bölgesine gidip komutayı devralmasını emretti. Hâlid bölgeye intikal ettikten sonra bölgedeki komutan Müsennâ ile birleşti ve böylece daha önceden Arap kabilelerinin Sâsânîler’e karşı başlatmış olduğu mücadele Müslüman Araplar’ın mücadelesine dönüşmüş oldu.

Hâlid b. Velid, başta Hîre şehri olmak üzere bölgede irili ufaklı birtakım yerleri fethettikten sonra, Şam’daki komutanların yardım talebi üzerine yine Ebû Bekir’in emriyle Şam’a gitti ve Irak cep-hesi yeniden Müsennâ’nın sorumluluğunda kaldı. Hâlid’in ayrılmasından sonra gücü azalan ve o sırada Sâsânîlerin savaş hazırlığı yaptığına dair haber alan Müsennâ, Hz. Ebû Bekir’den tekrar yardım istedi. Ancak Ebû Bekir hastalanmış ve yerine Hz. Ömer’i halife adayı olarak göstermiş-ti. Bu arada yerine geçecek olan Hz. Ömer’e vasiyette bulunup Müsennâ’ya destek vermesini istedi. Dolayısıyla Hz. Ömer halife olduğu zaman ilk önce bu bölgeye ordu göndermek gibi bir sorumlulukla karşı karşıya kalmıştır.

Page 21: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

21

Yeni halife Irak bölgesine ordu göndermek için halka çağrısı yaptı, ancak Araplar Sâsânîler’den çekindikleri için halifenin çağrısına pek kulak asmadı. Rivayete göre üç gün arka arkaya yapı-lan çağrılardan sonra yine bir ses çıkmayınca, halife Mescit’te halkı topladı ve onlara yapmış olduğu konuşmada artık Hicaz’ın Araplar’ın ihtiyacını karşılamak için yetersiz kalacağını, bu ne-denle verimli topraklara yayılırlarsa muhtemel açlık ve sıkıntılardan kurtulacaklarını dile getirdi. Bu nedenle Allah’ın kendilerini vâris kılacağı yerlere gitmeleri gerektiğini belirtip konuşması-nı Kur’ân’dan âyetlerle (9. Tevbe, 33; 48. Enfâl, 28) destekleyip, çağrısına kulak asmayan Müs-lümanlara seslenip ‘Allah’ın samimi kulları nerede?’ diye serzenişte bulundu. Halifenin çağrısı üzerine Sakif kabilesinden bir genç olan Ebû Ubeyd b. Mes’ûd es-Sakâfi cepheye gitmek isteyen ilk gönüllü oldu. Ardından bu kabileden bazı kişiler de onu takip etti ve yavaş yavaş ordu top-lanmaya başladı. Yeteri kadar asker toplanınca Hz. Ömer başlarına savaş çağrısını ilk kabul eden Ebû Ubeyd b. Mes’ûd es-Sakâfî’yi komutan tayin edip cepheye sevk etti. Ayrıca Müsennâ’ya da haber gönderip onunla birlikte hareket etmesini istedi. Ebû Ubeyd cepheye gittikten sonra, Nemârık, Sakâtıyye ve Kesker’de önemli başarılar kazandı. Ardından Bârusmâ’da bulunan İranlı komutan Calinos’un birliklerini dağıttı ve Zendâverd’i ele geçirdi.

Ebû Ubeyd başarılı bir şekilde bölgede fetihlere devam ederken, Behmen b. Hürmüzân (Zü’l-Hâcib, Behmen Cezeveyh) komutasındaki Sâsânî ordusu karşısında şok bir yenilgi aldı. Köprü Savaşı (el-Cisr) olarak bilinen bu mücadele bölgede alınan ilk yenilgiydi. Savaşta Ebû Ubeyd dâhil peş peşe Sakif kabilesinden altı komutan şehit düştü. Canlarını kurtaran Müslümanlar Hicaz’a doğru kaçıp evlerine sığındılar ve savaştan kaçmanın toplumsal baskısından çekindikleri için evlerinden çıkamadılar. Dağılan birliklerin komutasını devralan Müsennâ b. Hârise, yedinci komutan olarak orduyu emniyetli bir bölgeye çekti. Ancak yanında sadece Iraklı askerler kalmış-tı. Ardından Hz. Ömer’e haber gönderip olup biteni anlattı. Hz. Ömer, zaten Sâsânîlere karşı sa-vaşmakta çekingen davranan halk üzerindeki olumsuz baskıyı gidermek ve aynı zamanda Köprü yenilginsin kötü izlerini silmek için önemli bir karar aşamasına geldi ve meseleyi şûrada tartıştık-tan sonra bölgeye tekrar ordu gönderme kararı aldı. Ancak halkın çekingen tavrını kırmak için birtakım girişimlerde bulundu. Örneğin savaşın olumsuz etkisini olabildiğince gündeme getir-memeye gayret etti. Cepheden kaçmanın ezikliğiyle evlerine sığınan Müslümanlara haber gön-derip kendisinin başkomutan olduğunu, dolayısıyla kendilerinin aslında cepheden kaçmayıp başkomutanın yanına döndüklerini söyledi ve ‘Sizin sığınağınız benim’ sözleriyle onlara moral verdi. Bu tür konuşmalarla cepheden kaçan Müslümanlara moral verirken aynı zamanda tekrar cepheye asker gönderebilmek için bölgeye gidip savaşacaklara alınacak ganimetlerden daha fazla pay vereceğini vaat etti.

Öte yandan Hz. Ömer asker ihtiyacını karşılamak için vaktiyle irtidat veya isyan edip tekrar dene-tim altına alınan bedevilerin de savaşa iştirak etmelerine müsaade etti. Oysa kendisinden önceki halife Hz. Ebû Bekir bu tür eylemlere karışan bedevileri orduya dâhil etmemişti. Ancak Hz. Ömer bu politikayı sürdürmeyip, söz konusu kitlelerin de orduya dâhil edilmesini sağladı ve bu yolla hem asker ihtiyacını karşıladı hem de onların Müslümanlarla birleşmelerinin önünü açmış oldu. Ayrıca komutanlarına talimatlar veren halife, cepheye giderlerken yol boylarındaki kabilelerin de savaşa katılmalarını sağlamalarını istedi ve gerekirse mecbur tutmaları şart koştu. Aynı tali-matın Şam ve Irak bölgesinde yaşan büyük bir çoğunluğu Hıristiyanlığı benimsemiş olan Arap kabileleri için de geçerli olduğunu söyleyen halife, onların Müslüman Araplar’la ortak hareket etmelerini sağlamaları için bu kabilelerle olumlu ilişkiler kurmalarını istedi. Sâsânîler ve Bizans’a

Page 22: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

22

karşı mücadelelerini büyük oranda bu ülkelerin denetimindeki Arap kabileleri üzerinden yürüt-meyi planlayan Hz. Ömer, ‘Kisra ve Kayserleri, Arap kabile şefleriyle çökerteceğim’(Taberî, Târîh, IV, 87) sözüyle bölgedeki kabilelerin kendisi için ne derece önemli olduğunu ortaya koymuştur. Hatta bu nedenle Bizans’a sığınmak isteyen Arap kabilelerine engel olmuş ve bu tür ilticaları öğrenmek için sınırlardaki geçitleri kontrol altında tutmuştur. Arap kabilelerini kendi yanın çek-meye çalışan Bizans imparatoru Herkalios’a mektup gönderen Hz. Ömer, şayet onları himaye et-meye devam ederse ülkesindeki Hıristiyan tebaa üzerine yürüyeceği tehdidinde bulunmuştur. Bu tür önlemlerden sonra Irak ve Şam cephesindeki mücadelelerden başarıyla çıkabilmek için tüm önlemleri almıştır.

Hz. Ömer halkı cepheye sevk edebilmek için kimi zaman cihâda vurgu yapan Kur’ân âyetlerini hatırlatıp halkın dinî duygularına hitap etmiş ve savaşa katılmanın dinî bir görev olduğunu an-latmaya çalışmıştır. Kimi zaman ise elde edilecek ganimetlere dikkat çekmiş, hatta alınacak ga-nimetlerden daha fazla pay vereceğini vaat ederek bu şekilde halkın cepheye gitmesini teşvik etmeye çalışmıştır. Bunun yanı sıra gerekirse çöl içerindeki Arap kabileler ile vaktiyle irtidat edip pişman olanları ya da kuzeydeki Hıristiyan Arap kabilelerinin de orduya katılmalarını sağlayacak tedbirler almıştır. Savaş için gerekli teçhizat ve insan gücünü bu yolla gidermeye çalışan Hz. Ömer’in bu hazırlıklarından sonra, Arabistan’nın değişik bölgelerindeki kabilelerden gönüllüler cepheye gitmek için toplanmaya başladılar. Örneğin Becîle kabilesinin neredeyse tamamı cep-heye gitmek için toplanmıştır. Toplanan kuvvetlerin başına Cerîr b. Abdullah el-Becelî komutan tayin eden halife, orduyu cepheye sevk etti. Bu ordu Müsennâ komutasındaki askerlerle birleşe-rek Fırat nehri yakınlarındaki Büveyb’de Sâsânî birliklerine karşı önemli bir zafer kazandı. İranlı komutan Mihrân b. Mihrbandâd öldürüldü (635). Devamında Bağdat ve Hanafis pazarları ele geçirilerek yüklü miktarda ganimetler alındı. Ancak bu başarıların ardından iki komutan arasın-da ganimet taksimi yüzünden sorun çıktı ve bu sorun yetki tartışmasına dönüştü. İki komutan arasındaki anlaşmazlık yaşandığına dair haber alan Hz. Ömer her ikisini görevden alıp yerlerine yeni bir komutan tayin etmeye karar verdi. Bu amaçla şûra üyelerinin görüşlerine başvurdu ve neticede Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı İran orduları başkomutanlığına getirdi.

Hz. Ömer bu hazırlıkları yaparken, Sâsânîler de Arap akınlarına son vermek amacıyla köklü bir hazırlığa giriştiler. Örneğin yönetim sorunlarını hallederek Kisra ailesinin tek erkek üyesi olan III. Yezdecird’i tahta geçirdiler. İran merkezi kuvvetlerinin başına ise ünlü komutan Rüstem geti-rildi. Böylece her iki taraf birbirlerine karşı üstünlük sağlamak için kapsamlı bir hazırlığa girişti.

Sa’d b. Ebî Vakkâs cepheye intikal ettikten sonra, kış ayının bitmesini bekledi. Mevsim koşulları uygun olunca Necef yakınlarındaki Şerâf ’a taşındı ve Sâsânî kuvvetlerinin gelmesini bekledi. Neticede iki taraf Kûfe yakınlarındaki Kadisiye’de (15/636) karşı karşıya geldi ve yapılan savaş-ta Rüstem öldürüldü ve Sâsânî kuvvetleri dağıldı. Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar ve İslâm orduları İran’ın başkenti Medain’i (16/637) ele geçirdiler. Yezdicer Hulvan’a kaçtı. Tekrar toparlanmaması için İslâm orduları onu takip etmeye başladı. Dağılan Sâsânî ordusunun önemli bir bölümü Celûla’da toplanmıştı. İranlı komutanlar şehri tahkim ettiler ve kesin zafer elde et-mek için önemli savunma tedbirleri aldılar. Sa’d b. Ebî Vakkâs gelişmeleri Hz. Ömer’e bildirdi ve yardım istedi. Onun talebi üzerine Hişâm b. Utbe komutasında takviye kuvvetler gönderildi. Yapılan hazırlıklardan sonra Celûlâ’da çetin bir direnişle karşılaşan İslâm ordusu özellikle Ka’ka’ b. Amr, Hişâm b. Utbe gibi komutanların önemli hamleleriyle sıkı tedbirlerle kurulmuş olan sa-

Page 23: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

23

vunmayı yardı ve büyük bir zafer kazandı. Bu yenilgi üzerine Yezdicerd Hulvan’dan çıkıp Rey şehrine çekildi. Celûlâ (16/637) zaferinden sonra Hulvan da ele geçirildi.

Kadisiye savaşından sonra, dağılan Sâsânî ordusunun bir kısmı günümüzdeki Basra şehri yakın-larında bulunan antik Ubulle şehrine sığınmıştı. Hz Ömer buradan olası bir saldırı olabileceğini göz önünde bulundurarak Utbe b. Ğazvân’ı bu bölgeye gönderdi. Onun girişimleri sonucunda Ubulle şehri ele geçirildi ve bölgedeki İslâm ordularının karargâh merkezi olarak günümüzdeki Basra şehri kuruldu. Ayrıca Tekrît şehri civarındaki yerli halkın olası saldırılara yataklık yapabile-cekleri ihtimaline karşı Abdullah b. Mut’îm komutasında bir birlikte de bu bölgeye gönderildi ve burası fethedildi. Bu arada Dırâr b. el-Hattâb, Mâsebezân ve Ömer b. Malik de Karkisya’ya gönderilerek bu şehirleri fethettiler.

Celûla savaşından sonra, İslâm ordularının bir kolu Basra’nın batı tarafına kalan Ehvâz üzerine yürüdü. Burada ünlü İranlı asilzade olan Hürmüzân bulunuyordu. Olası baskın ve saldırının önü-ne geçebilmek için Utbe b. Ğazvân, Sa’d b. Ebî Vakkâs’tan yardım istedi. Utbe, Kûfe’de bulunan Sa’d’dan gelen yardımlardan sonra Ehfâz (17/638) üzerine yürüdü. Muhasara devam ederken Mihricankazef ’in Müslümanlara teslim edilmesi koşuluyla anlaşma imzalandı. Anlaşma yapıl-makla birlikte, Müslümanların bölgeden uzaklaşmasından sonra Hürmüzân anlaşmayı tanıma-dığını bildirdi. Durum Hz. Ömer’e bildirilince halife ikinci kez bu bölgenin alınmasını emretti.

İslâm ordusu bir taraftan Yezdicerd’i takip edip Sâsânîler’in tekrar toparlanmalarına fırsat ver-memeye çalışırken, bir taraftan da Hürmüzan gibi yerel idarecilerle mücadele etmek zorunda kalmıştı. Zira Yezdicerd ve yerel idarecilerin tahrikleriyle değişik bölgelerde toplanan kuvvet-lerle sürekli mücadeleler yaşanmaktaydı. Hz. Ömer, Kufe valisi Sa’d b. Ebî Vakkâs’a emir verip Hürmüzan üzerine ordu göndermesini emretti. Sa’d da topladığı kuvvetlerin başına Nu’mân b. Mukarrin’i geçirdi ve Ehfâz bölgesine doğru sevk etti. Halife ayrıca yeni göreve getirdiği Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye de talimat verip bölgeye ordu sevk etmesini istedi. Sehl b. Adî önder-liğinde Ebû Mûsâ’nın gönderdiği ordu da bu bölgeye doğru yola çıktı. Daha önce hareket etmiş olan Nu’mân b. Mukarrin Ramehürmüz’deki isyancıları denetim altına aldıktan sonra Tuster’de bulunan Hürmüzan üzerine yürüdü. Sıkı bir şekilde şehri muhasara altına alan Nu’mân, Sehl’in kuvvetleriyle birleşti ve Tuster (20/641) şehri ele geçirildi. Sığındığı kalede çaresiz kalan Hür-müzan, Hz. Ömer’le anlaşma imzalamak koşuluyla teslim olmayı kabul etti. Neticede Hürmüzan yakalandı ve Medine’ye gönderildi. Hz. Ömer, Hürmüzan’la görüştüğü zaman anlaşma ihlal et-mesinin ve anlaşmalı halkı Müslümanlar aleyhine kışkırtmasının nedenini sordu. Hürmüzan ise, ‘Daha önceden biz sizi yenmiştik. Şimdi ise siz bizi yendiniz. O zaman Allah’ın yardımı bizimley-di. Şimdi ise sizinle’ karşılığını verdi. Bir müddet Medine’de tutuklu kalan Hürmüzan, daha sonra Müslüman oldu. Hz. Ömer ondan İran cephesindeki askeri harekât hakkında fikirler almıştır.

Tuster’deki mağlubiyetten sonra Yezdicerd Hemedan’ın güney tarafındaki dağlık bölge olan Nihavend’di merkez edinmiş ve geniş çaplı bir ordu hazırlığına girişmişti. Bu bölgedeki askeri mücadelenin sorumluluğunu Nu’mân b. Mukarin’e veren Hz. Ömer, ona Basra ve Kufe halkından oluşan seçkin bir ordu kurmasını ve bölgeye intikal etmesini emretti. Nu’mân Nihavend bölge-sine geldikten sonra kalelere sığınmış olan Yezdicerd ve ordusunu bulundukları müstahkem mevkilerden çıkarmak için vur-kaç taktiği uygulamaya karar verdi. Bu stratejiyi uygulamak için Ka’ka’ b. Amr’ı görevlendirdi. Bu taktik sayesinde düşmanın çözülmesini sağlandı ve şiddetli

Page 24: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

24

mücadeleler yaşandı. Başkomutan Nu’mân b. Mukarrin şehit düştü, ancak ordunun moralinin bozulmamsı için onun ölümü bir süre gizlendi ve vekili Huzyefe b. Yemân komutayı devraldı. Yoğun süren çatışmalardan sonra İran ordusu dağıldı ve Müslümanlar Nihaved’de büyük bir zafer kazandılar (641). Dağılan düşman birliklerini peşine giden Ka’ka’ b. Amr, Hemedan’a kadar ilerledi ve bu şehri ele geçirdi. Nihavend halkı da zaten teslim olmuştu. Böylece Nihaved ve Hemedân bölgelerindeki fetihler tamamlandı. Nihavend’de kazanılan savaşın önemi nedeniyle bu mücadele kaynaklarda fetihler fethi (fethu’l-fütûh) olarak nitelenmiştir.

Nihavend savaşı Sâsânîler’e karşı sürdürülen mücadelelerde önemli dönüm noktalarından biri-sidir. Bu savaşa kadar Müslüman komutanlar irili ufaklı birçok mücadele yapmak zorunda kal-dılar. Zira İslâm ordusunun önünden kaçan Yezidcerd sığındığı yerde nüfuzunu da kullanarak tekrar ordu toplayıp Müslümanların karşısına çıkıyordu. Bu durumun önüne geçebilmek için bölgedeki komutanlar İran içlerine doğru ilerlemek ve kesin sonuç alabilmek için Hz. Ömer’den izin istediler. O sürece kadar Hz. Ömer İslâm ordusunun İran içlerine doğru ilerlemesine izin vermezken, artık Müslümanları tehdit edecek ciddi bir güç kalmadığını düşünmüş olacak ki, or-dunun ilerlemesine izin verdi. Halifenin izni üzerine bazı komutanlara İran içlerine doğru asker sevk etme yetkisi verildi. Rivayete göre İran toprakları yedi bölgeye ayrıldı ve her bir bölgeye ayrı ayrı komutanlar tayin edildi. Örneğin Ahnef b. Kays, Horasan’a, Mücâşî’ b. Mes’ûd Erdeşir-Sabûr’a, Osman b. Eb’il-As Istahr’a, Sâriye b. Zen’îm Fesâ-Derabcırd’a, Süheyl b. Adî Kirman’a, Âsım b. Amr Sîcistan’a, Hakem b. Umeyr, Mekran’a ordu sevk etmek üzere görevlendirildiler. Bu komutanlar sorumlu oldukları bölgelere doğru fetih hareketlerine giriştiler ve ilerleme sonun-da İslâm orduları İran topraklarının tamamını fethettiler. Hatta İran serhatlarına ulaşan ordular Horasan önlerine dayandılar. Bu ilerlemeler sonunda ilk kez bazı Türk boylarıyla savaşlar yapıldı. Ahnef b. Kays komutasında ilerleyen ordunun bir kolu ise, günümüzdeki Afganistan şehri olan Herat’a kadar ilerledi. Görüldüğü üzere Nihavend savaşından sonra İran içlerine ilerleyen İslâm orduları ciddi bir direnişle karşılaşmamış ve bir bir İran şehirlerini ele geçirmiştir. Bu itibarla Ni-havend savaşı bir bakıma İran imparatorluğunun çöküşünü resmileştirmiştir.

İran topraklarındaki fetihlerin tamamlanmasından sonra Horasan ve Derabcırd bölgelerinde önemli mücadeleler yaşanmış ve irili ufaklı birtakım yerler fethedilmiştir. Hz. Ömer dönemin-de başlayan Horasan’daki mücadeleler daha sonra Hz. Osman döneminde sürdürülmüş ve bu bölge onun döneminde ele geçirilmiştir. İslâm ordularının önünden kaçan Yezdicerd ise Hora-san topraklarını aşarak Ceyhun nehrini geçti ve Türk illerine sığındı. Tekrar güç toplayabileceği umuduyla bazı girişimlerde bulunduğundan bahsedilir. Bu amaçla kimi Türk hakanları ve Çin hakanının da kendisine yardım vaat ettiklerine dair rivayetler aktarılmıştır. Ancak kendisine yar-dım etme sözü veren Türk hakanları onu yalnız bırakmışlar ve sonunda Yezdicerd sürüklendiği bu maceradan bir daha toparlanma imkânı bulamamıştır. Bir rivayete göre son İran hükümdarı Yezdicerd Hz. Osman zamanında sığınmış olduğu değirmende bir Türk köylüsü tarafından öl-dürülmüştür.

Horasan’da mücadeleler devam ederken Fesâ ve Derabcırd bölgelerine gönderilen Sâriye b. Zen’îm komutasındaki İslâm ordusunun oldukça çetin bir savaşa giriştiği ve Müslümanların çok zor anlar yaşadıklarından bahsedilir. Müslümanları yaşamış oldukları sıkıntılar bazı gizemli riva-yetlere bile ilham kaynağı olmuştur. Örneğin Sâriye’nin zor durumda olduğu sırada Medine’de bi Cuma hutbesindeyken Hz. Ömer’in ‘Ey Sâriye! Dağa çekil, dağa çekil (Yâ Sâriye! İlâ cebel, ilâ

Page 25: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

25

cebel) uyarısında bulunduğundan bahsedilir. Onun uyarısı üzerine İslâm ordusunun bir hamley-le arkasını dağa vererek imha olmaktan son anda kurtulduğu ve zafer kazandığına dair anlatım-lar mevcuttur. Ancak bu tür rivayetlerin inandırıcılıktan uzak olup verilen mücadelenin zorluğu nedeniyle kaynaklara abartılı bir şekilde yansımış olabileceğini unutmamak gerekir.

1.2.1.2. Şam Bölgesindeki FetihlerŞam cephesi, Hz. Peygamber döneminde sürdürülen tebliğ faaliyetlerinin bir devamı olarak açılmış ve buradaki mücadeleler Hz. Ebû Bekir tarafından devam ettirilmiştir. Hz. Ebû Bekir irti-dat ve isyan hadiselerini bastırıp bozulan dengeleri tesis ettikten sonra hiç vakit kaybetmeden Şam bölgesine ordular sevk etmiştir. Onun döneminde başta Ecnadeyn (30 Temmuz 634) savaşı olmak üzere irili ufaklı önemli başarılar kazanılmıştır. Hz. Ömer halife olduğu zaman burada var olan mücadeleleri aynen sürdürme kararı almış ve onun döneminde her iki cephede verilen mü-cadeleler kapsamlı bir fetih hareketine dönüşmüştür. Her ne kadar Hz. Ömer selefi tarafından başlatılan mücadeleyi sürdürme kararı almışsa da, hilafete geldikten bir süre sonra, buradaki savaşları idare eden Ebû Bekir döneminin başarılı ve dirayetli komutanı Hâlid b. Velîd’i görevden alıp yerine Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’ı atamıştır.

Ecnadeyn savaşı kazanıldıktan sora dağılan Bizans ordusunun çeşitli şehirlere sığınması üzerine, onları takip eden Hâlid b. Velid önce Fihl (Zilkade 13 /Ocak 635) üzerine yürümüş ve buradaki savaşı kazandıktan sonra yine Bizanslı birlikleri sığınmış olduğu bir başka şehir olan Dımeşk’ı kuşatmıştır. Kendisi doğu kapsından muhasarayı başlatırken Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh da Cabi-ye kapısından şehri kuşatma altına almıştır. Belirlenen stratejiye göre değişik noktalardan mu-hasaraya girişen komutanlar merkeze doğru ilerleyip burada buluşacaklardı. Ancak muhasara devam ederken Hz. Ömer’in komutan değişikliği kararı Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’a ulaştı. Riva-yetlere göre sıcak savaş devam ettiği için yeni komutan Ebû Ubeyde bir süre bu kararı açıkla-mayı erteledi ve fethin ardından (Receb 14/Eylül 635) kararı açıkladı. Böylece Dımeşk’ın fethini başlatan Hâlid b. Velîd iken anlaşmayı Ebû Ubeyde b. el-Cerrah yapmıştır. Dolayısıyla şehri kimin fethettiğine dair farklı rivayetler aktarılmıştır.

Dımeşk’ın fethinden sonra komutayı devralan Ebû Ubeyde, Hıms üzerine yürümeye karar verdi ve öncü birliklerin başında gönderdiği Sımt el-Esved şehri fethedip onlara emân verdi. Ardından Ebû Ubeyde gelip bu anlaşmayı onayladı. İslâm orduları karşısında alınan peş peşe yenilgilerden sonra Müslümanları Şam bölgesinden söküp atmak için harekete geçen Bizanslı komutanlar Theodore (Tozarik) ve Ermeni kökenli Vahan kapsamlı bir savaş hazırlığına giriştiler. Ebû Ubey-de Bizanslıların ciddi bir savaş hazırlığı yaptığına dair haber alınca, Hz. Ömer’e haber gönderip yardım istedi. Muhtemelen yeteri kadar kuvvet bulamayan Halife, onun yardım talebine olumlu cevap veremedi, ancak gönderdiği cevabi yazıda, Allah’ın yardımına sığınmasını önerdi. Ayrı-ca şayet samimi bir şekilde mücadele ederlerse mutlaka galip geleceklerini dile getirip ‘nice az toplulukların kalabalık topluluklara galip geldiğine’ dair âyeti (2. Bakara, 249) hatırlattı ve Allah’ın yardımına sığınmasını önerdi (Ezdî, 182-83). Ebû Ubeyde askeri destek bulamayınca elindeki kuvvetleri tek çatı altında toplamak için daha önceden alınmış olan Dımeşk, Fihl ve Hıms gibi şehirleri tedbir amaçlı olarak boşalttı. Oysa bu şehirler fethedilmiş ve halka can ve mal güvenliklerinin karşılığı olarak emân verilerek onlardan cizye vergisi alınmıştı. Ancak ortaya çıkan olağanüstü şartlarda verilen emânın yerine getirilmesinde problem yaşanabileceği tehli-kesi üzerine Ebû Ubeyde yapılan anlaşmaları karşılıklı rızaya dayalı olarak askıya aldığı gibi, aynı

Page 26: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

26

zamanda onlardan koruma karşılığı olarak aldığı vergileri de geri ödemiştir. Onun bu samimi yaklaşımı üzerine Hıms halkının anlaşmayı aynen devam ettirmek istediği ve Bizanslıları şehre sokmayacaklarına dair söz verdiklerinden bahsedilir.

Yapılan hazırlıklardan sonra Cabiye yakınlarında konuşlanmış olan Bizanslı komutanlar İslâm ordusunun cesaretini kırmak için taktik gereği Yermûk ırmağı üzerindeki vadiye çekildi ve bu-rada Müslüman askerleri sıkıştırmayı hedeflediler. Ancak Ebû Ubeyde ve kurmaylarının karşı hamlesiyle Bizanslı komutanların hazırlamış oldukları plan aleyhlerine döndü ve İslâm ordusu karşısında bozgun yaşayan Bizanslı birlikler vadide sıkışıp kaldılar. Savaşına ardından silah bıra-kıp kaçmak isteyen Bizanslı askerler vadide sıkışıp kalınca, Ebû Ubeyde askerlerini geri çekmiş ve onların canlarını kurtarmalarına müsaade etmiştir (Taberî, IV, 31-32). Yermük’da (30 Ağus-tos 636) büyük bir zafer kazanan Müslümanlar, bu savaştan sonra Şam bölgesinde kalıcı olarak yerleşmeye başladılar. Savaşın akabinde Ebû Ubeyde daha önceden boşaltmış olduğu şehirleri geri almak için hızla bu şehirler üzerine yürüdü. Zira kaçan Bizanslı birliklerin önemli bir kısmı bu şehirlere sığınıp tekrar birer güç odağı haline gelmişlerdi. Bu amaçla halifenin de talimatı üzerine ilk önce Şam’ın merkezi konumundaki Dımeşk’e yöneldi ve burası Yermük savaşından sonra ikinci kez fethedildi. Ardından Hıms, Kınnesrîn ve Ba’lbek şehirlerini fethetti. Bu başarılar-dan sonra Şam’ın kuzey tarafındaki önemli şehirler kontrol altına alınınca Ebû Ubeyde güneyde hala Bizans’ın denetiminde bulunan Kudüs ve Kyasâriyye şehrine yöneldi. Uzun süre muhasa-raya direnen Kudüs idarecisi Sophronius ve beraberindekiler çaresiz kalınca, bizzat Hz. Ömer’in gelip kendileriyle anlaşma yapması koşuluyla teslim olacaklarını bildirmişlerdi. Bu talep üzerine Hz. Ömer Kudüs’e kadar gidip şehir halkına bir emannâme vermiş ve böylece Kudüs ve Filistin (Îlîyâ) bölgesinin tamamı fethedilmiştir. Ardından son olarak Kaysâriyye şehir de fethedilerek bu bölgedeki fetihler tamamlanmıştır. Şam bölgesinin ele geçirilmesinden sonra buradaki ordular iki kola ayrılmış ve bir kolu Mısır üzerinden Afrika’ya doğru ilerlerken, diğer kolu ise el-Cezîre üzerinden İrminiyye ve Kafkaslar’a doğru fetihlere devam etmiştir.

Kudüs’ün alınmasından sonra bu bölgede görevli olan Amr b. Âs Hz. Ömer ile bir görüşme yapmış ve Mısır’ın fethedilmesi için halifeden izin istemiştir. Amr halifeyi ikna etmeye çalışır-ken, Bizans’ın bir ayağının Mısır’da olduğunu ve bu bölgenin kontrol edilmemesi durumunda, Müslümanların buradan muhtemel bir Bizans saldırısıyla karşı karşıya kalabileceklerine dikkat çekmiştir. Onun ısrarları üzerine Hz. Ömer bu bölgeye ordu göndermeye karar vermiş ve böy-lece Mısır cephesi açılmıştır. Ancak bu kararın daha önceden planlanmış bir politika olmayıp, özellikle Amr b. As’ın ısrarları üzerine alındığını anlıyoruz. Nitekim halife Medine’ye döndükten sonra danışmanlarıyla bu meseleyi konuştuğu zaman, şûra üyelerinin bir kısmı bu kararı doğ-ru bulmamış ve bölgeye ordu gönderilmesine gerek olamadığı yönünde görüş bildirmişlerdir. Onların itirazı üzerine bu orduyu geri çekmeye karar veren Hz. Ömer, komutanı Amr b. As’a bir mektup yazmış ve şayet kendisine haber geldiği zaman henüz Mısır topraklarına girmemişse, geri dönmesini emretmiş. Ancak ordu Mısır topraklarına ulaşmışsa ilerlemeye devam etmesi-ni bildirmiştir. Kimi rivayetlerde Müslüman postacı İslâm ordusuna yetiştiği zaman durumdan kuşkulanan Amr b. Âs, halifenin kararını tahmin etmiş ve bir yolunu bulup Mısır topraklarına ulaştıktan sonra mektubu açmış ve böylece halifenin kararının geçersiz olmasını sağlamıştır. Bu tür rivayetler aktarılmakla birlikte şu çok açık ki, bu bölgeye ordu gönderme kararı Amr b. Âs’ın önerisiyle ortaya çıkmış ve böylece bu cephe açılmıştır.

Page 27: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

27

Amr b. Âs’ın ısrarcı tutumundan sonra bölgeye gönderilen ordular daha sonra Abdullah b. Zü-beyr komutasında gönderilen takviye kuvvetlerle desteklenmiş ve Mısır topraklarının tamamı fethedilerek İslâm orduları günümüzdeki Libya çöllerine kadar ulaşmıştır. Bu başarılardan sonra Hz. Ömer’e haber gönderen Amr, şayet müsaade ederse Afrika içlerine doğru gitmek istediğini belirtmiş ve bu bölgenin tamamını fethedebileceğini söylemiştir. Ancak Hz. Ömer onun isteğini kabul etmemiş ve Mısır’a dönmesini emretmiştir. Hz. Ömer’in bu kararı aynı zamanda, daha fazla ülke veya topraklar fethetme gibi bir politikayla hareket etmediğini göstermesi bakımından dik-kate değerdir. Onun fetih politikasının özü genel karakteristiği, öncelikli olarak Müslümanların fiili olarak önlerinde bulunan tehditleri kaldırmaya yöneliktir. Bu bağlamda ülkeler fethetme ve daha geniş topraklara yayılma gibi bir siyasete odaklanmadığını söyleyebiliriz. Nitekim Şam fethinden sonra Mısır’a ordu göndermesi askeri stratejinin gereği alınmış bir karardır. Dikkat edilirse hedef gerçekleştirildiğinden sonra, halife oldukça ihtiyatlı davranmış ve bilinmeyen bir bölgeye İslâm ordusunu sürüklememeye özen göstermiştir. Nitekim Amr’a haber gönderdiği sırada bu hususa dikkat çekmiştir. Diğer cephelerde de Hz. Ömer’in aynı hassasiyet nedeniyle ihtiyatlı davrandığını görüyoruz. Nitekim Sâsânîler’le savaşacağı zaman ‘Keşke onlarla aramızda ateşten dağlar olsaydı da hiç karşı karşıya gelmeseydik’ temennisini dile getirdiğinden bahsedil-mektedir. Aynı şekilde onun henüz yetersiz olduğu için Şam valisi Muaviye’nin bütün ısrarlarına rağmen, deniz savaşlarına müsaade etmediği bilinmektedir. Keza İran sınırlarını aşan ordular günümüzdeki Afganistan’ın Herat şehrine kadar ilerledikleri zaman, Hz. Ömer ordunun daha fazla ilerlemesine müsaade etmemiştir.

Dikkat çeken önemli hususlardan birisi de Şam bölgesinin fethinden sonra Hz. Ömer’in Anado-lu içlerine doğru ordu göndermek istememesidir. Bu bağlamda o, Şam bölgesinden Anadolu içlerine doğru açılan birtakım geçitleri kontrol altında tutmakla yetinmiştir. Bu politikasıyla bir bakıma Toros Dağları boyunca uzanan Antakya, Misis (Massisa-Ceyhan), Maraş ve Urfa hattı-nı doğal sınır kabul etmiş ve buradaki geçitleri kontrol altında tutarak olası Bizans saldırılarını önlemeye çalışmıştır. Hz. Ömer sınır bölgelerindeki güvenliği sağlamak için buralarda yaşayan nüfusa büyük önem vermiştir. Bu nedenle sınır boylarında yaşayan Arap nüfusu kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Hatta Bizans’a iltica etmek isteyen kimi Arap kabilelerini engellemiştir. Bir rivayete göre bu kabileleri himaye etmek isteyen Heraklios’a mektup yazmış ve şayet iltica eden Araplar’a yardım ederse tebaası içinde bulunan Hıristiyan halk üzerine ordu göndermekle teh-dit etmiştir. Bütün bunlarla birlikte Heraklios, el-Cezîre üzerinden Ermeni ve Araplar’dan oluş-turduğu ordularla karşı saldırı başlatmak için hazırlıklar yapınca, halife Iyâd b. Ğanm’i el-Cezîre üzerine göndermiş ve böylece bu cephe açılmıştır. Daha sonra buradaki ordular Irak bölgesin-den gönderilen kuvvetlerle desteklenmiş ve bu ordu Doğu Anadolu ve İran platosuna doğru ilerleyerek İrminiyye, Azerbaycan ve Kafkaslar’a kadar ulaşmıştır.

Irak, İran, Şam ve Mısır gibi bölgelerin fethinden sonra, Hz. Ömer’in önemli kararlarından birisi Hayberli Yahudiler’le Necranlı Hıristiyanları Arap Yarımadası dışına çıkarmasıdır. Hayberli Ya-hudileri yurtlarından çıkarırken (20/641), topraklarının savaş veya barış yoluyla alınmış olmala-rının yanı sıra Hz. Peygamber’in taksimatını esas alarak sahiplerine paylaştırdı. Kendilerine de mağdur olmamaları için Arabistan’ın kuzeyinde geniş araziler verdi. Aynı şekilde gelirleri Hz. Peygamber’e ait olmak üzere barış yoluyla ele geçirilmiş olan Fedek arazisinin de değerini tes-pit ettirdi ve bu değerin yarısını sahiplerine ödeyip onlara kuzeyde toprak verip buraya gön-derdi. Ardından Necranlı Hıristiyanları Kûfe yakınlarındaki Necrâniyye’ye gönderdi. Yine mağ-

Page 28: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

28

dur olmamaları için geniş araziler verirken, aynı zamanda mallarını da satın aldı. Hz. Ömer’in gayr-i Müslimleri Arap Yarımadası dışına çıkarmasının en önemli gerekçelerinden birisinin, Hz. Peygamber’e isnat edilen ‘Arap Yarımadası’nda iki din bir arada bulunmaz’ hadîsi olduğu ve bundan dolayı onları Yarımada dışına çıkardığı belirtilir.

1.2.2. İdarî KurumlarHz. Ömer döneminin en önemli özelliklerinden birisi, devletin hızlı bir şekilde kurumsal yapı kazanmasıdır. Bunun en önemli nedenleri arasında sistemli bir şekilde süren fetihlerle birlikte elde edilen büyük başarılar ve buna bağlı olarak devletin hem coğrafi olarak sınırlarının geliş-mesi yeni ihtiyaçların ortaya çıkması hem de ekonomik olarak İslâm toplumunun zenginleşmesi ve refah seviyesinin artmasıdır. Diğer bir neden ise Hz. Ömer’in teşkilâtçı bir idareci olması ve gelişmelere ayak uydurarak yeni kurumlar veya yeni açılımlarla İslâm toplumunun hem dinî, siyasî, idarî, iktisadî ve kurumsal olarak gelişmesine zemin hazırlamasıdır. Hızlı gelişme ve ilerle-me zorunlu olarak daha kurumsal bir yapının ortaya çıkmasını beraberinde getirmiştir. Müslü-manlar bir taraftan mevcut kurumları geliştirirlerken bir taraftan da fethettikleri ülkelerin veya beldelerin kurumsal yapısını kendirline göre dönüştürmüşler veya aynen devam ettirerek geliş-tirmişlerdir.

Merkezi Medine olan Hz. Ömer dönemindeki idarî yapının başında en yetkili kişi olarak halife bu-lunuyordu. Halife yürütme, yargı ve önemli ölçüde de yasama yetkisini elinde bulundurmuştur. Bu tür yetkilere sahip olmakla birlikte halife kendi başına buyruk hareket etmemiştir. Özellikle kamuyu ilgilendiren meseleleri şûraya getirerek burada çözmeye çalışmış ve yönetimi halkla paylaşmıştır. Buna ilaveten halife elindeki yetkiyi kullanırken en önemli referans olarak Kur’ân ve sünneti esas almıştır. Ayrıca selefi Hz. Ebû Bekir’in yolundan gitmeye çalışmıştır.

Başlangıçta Hz. Ömer de selefi gibi halife sıfatını kullanmış, ancak daha sonra ilk kez onun dö-neminde halife Emîru’l-mü’mnîn (Mü’minlerin emîri) unvanıyla anılmıştır. Halifeden sonra mer-kezden uzak yerlerdeki vilayetler konumunda olan idarî birimlerde valiler, komutanlar, kadılar, maliye görevlileri ve değişik hizmet birimlerindeki devlet memurları görev yapıyordu. Onun döneminde Hicaz bölgesinde Mekke, Medine ve Taif şehirleri önemli merkezlerdi. Hicazın güne-yinde ise Necran ve Yemen bulunuyordu. Ayrıca Bahreyn de önemli vilayetlerden birisidir. Şam bölgesinde en önemli idari birimlerden birisi iken burada Dımeşk, Fihl (Ürdün), Filistin (Îlîyâ), Hıms, Kınnesrîn gibi önemli şehirler bulunuyordu. Irak bölgesinde ise kendi döneminde kurul-muş olan Kûfe ve Basra, Mısr’da ise Fustat şehri önemli idarî merkezlerdi. Dikkat edilirse Irak bölgesinde yeni idarî birimler kurulurken, Şam bölgesinde Bizans idarî sistemi aynen devam ettirilmiştir. Yeni kurulan şehirler daha çok askeri amaçlı olarak ihdas edilen garnizon şehirler statüsündedir. Şam bölgesindeki şehirler eskiden olduğu gibi birer garnizon şehir statüsünde olduğundan burada yeni bir şehir kurma gereği duyulmamıştır.

Merkezden uzak yerlerdeki vilayet konumunda olan bu idarî merkezlerde vali, kadı, muhtesib, polis (şurta), ases (gece bekçisi) gibi değişik hizmet birimlerinde görev yapan memurlar bulunu-yordu. Henüz devletleşme süreci devam edip güçler ayrılığı olmadığı için merkezden uzak yer-lerde görev yapan vali, görevli olduğu bölgenin en süt düzey idarecisi olarak hem imam, hem vali, hem komutan hem de yargıçlık gibi görev yapmaktaydı. Bir çok idarî kararı kendi başına alabildiği gibi, içinden çıkamadığı hukûkî ve idarî meseleleri halifeye bildirir ve onun görüşünü

Page 29: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

29

aldıktan sonra sonuçlandırırdı. Aynı şekilde Medine’de de halifenin yanı sıra, değişik görevler yapan memurlar da bulunuyordu.

1.2.2.1. DivanlarHz. Ömer dönemindeki önemli devlet kurumlarından birisi divanlardır. Divan teşkilâtı ilk kez onun zamanında kurulmuştur. Divanların kurulmasıyla bu dönemde ortaya çıkan hızlı gelişme ve değişmeler arasında sıkı bir ilişkiden söz edilebilir. Bilindiği üzere Hz. Ömer döneminde dev-let gelirleri muazzam bir şekilde artmış ve Müslümanlar tahmin edemeyecekleri zenginliklere erişmişlerdir. Devam eden hızlı fetihler ve beraberinde elde edilen büyük başarılar devlet gelir-lerini muazzam bir şekilde artırmıştır. Bunun yanı sıra azımsanmayacak ölçüdeki gayri Müslim tebaanın artmasına bağlı olarak bu kesimden alınan cizye ve haraç vergileri de önemli gelir kaynaklarındandı. Böylesine muazzam devlet gelirlerini sistemli bir şekilde değerlendirecek ku-rumsal yapı henüz yoktu.

Divanların kurulmasında devlet gelirlerinin sistemli ve düzenli bir şekilde toplanıp değerlendi-rilmesinin yanı sıra, orduya katılanların isimlerinin tespit edilmesi ve kayıt altına alınması gibi yeni ihtiyaçların da rolü bulunmaktadır. Bilindiği üzere savaş öncesi kabilelere çağrı yapılır ve toplanan askerler belirlenen bir komutan öncülüğünde cepheye gönderilirdi. Ancak orduya katılanların ismi, sayısı veya ordunun gücüne dair herhangi bir kayıt tutulmamaktaydı. Daha önceden bu tür hususlar ciddi bir eksilik olarak gözükmezken giderek cephenin genişlemesi ve ordunun gücünün artması, bunun yanı sıra ganimetler ile diğer gelirlerinin düzenli bir şekilde dağıtılması ve kontrol edilmesi önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu dönemde kurulan divanla-rın arka planında sözü edilen hususların önemli etkisi olmuştur.

Devlet gelirlerinin giderek artması, bunların miktarını ve değerini tespit edip asker ve halka tak-sim edebilmek önemli bir sorun haline geldi. Halife bu sorunu aşmak için meseleyi danışman-larıyla istişare etti. O dönemde Irak ve Şam bölgesinde bulunan veya bu bölgelerdeki Sâsânî ve Bizans idarî sistemi hakkında bilgi sahibi olan Müslümanlar divanların kurulmasını ve oluştu-rulacak defterlere orduya katılan askerlerin isimlerinin yazılmasını önerdiler ve bu şekilde elde edilen gelirlerin düzenli bir şekilde dağıtılabileceğini söylediler. Öneriler üzerine Hz. Ömer, Bi-zans ve Sâsânîler’de kullanılan bu sistemden esinlenerek divanları kurulmasına karar verdi ve böylece hem orduya katılanların isimleri kayıt altına alınmış oldu, hem de yıllık olarak atıyye (maaş) ödenecek isimler belirlendi ve bu sayede gelirler daha düzenli bir şekilde değerlendi-rilmiş oldu. Dolayısıyla divanların kurulmasında yeni gelişme ve değişmeler etkili olurken, aynı zamanda bu sistemin ihdasında yabancı tesirler bulunmaktadır.

Divanların kuruluş tarihinin olarak genelde 641 yılı kabul edilir. Hz. Ömer döneminde ihdas edilen bu kurum, daha sonraki dönemlerde giderek geliştirilmiş ve farklı hizmet alanlarında oluşturulan divanlarla birlikte yönetim organına dönüşmüştür. Hz. Ömer Müslümanların isim-lerini ‘levh’ denen geniş sahifelere yazdırmış ve böylece yılda bir kez olmak üzere onlara atâ bağlamıştır. Ayrıca ihtiyaç sahiplerine de aylık aynî yardımlar yapmıştır. Bunların yanı sıra divan-lar sayesinde ordu mensuplarına da ganimetlerin düzenli bir şekilde dağıtılması sağlanmıştır. Böylece kendilerine atâ verilen tebaanın isimleri kayıt alındığı gibi, ordu ve askerlik hizmetleri de daha düzenli bir şekilde yürütülmüştür. Divan defterlerine yazılan bu isimler daha sonraki dönemlerde oluşturulacak olan tabakat, teracim veya ensâb kitaplarına kaynaklık etmiştir.

Page 30: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

30

Hz. Ömer insanlara ödeme yaparken İslâm’daki konumlarını dikkate almıştır. Hz. Ebû Bekir ise herkese eşit miktarda pay vermekteydi. Hz. Ömer’in uygulamasına göre Hz. Peygamber’in ha-nımları ve ailesi en fazla pay ayrılmıştır. Hz. Aişe’ye 12 bin dirhem, diğer hanımlarına ise onar bin dirhem maaş vermiştir. Ardından Bedir savaşına katılan muhacirlere beşer, ensârdan olanlara ise dörder bin dirhem maaş tahsis etmiştir. Bunu diğer Müslümanlara veya onların çocuklarına ödenen miktarlar takip etmiştir. Hz. Ömer insanlara İslâm’daki konumlarına göre mal verince, kazanılan büyük savaşlardan sonra elde edilen yüklü miktardaki ganimetler ile diğer devlet ge-lirlerinin büyük kısmı ilk Müslümanlar veya belli kişilerin elinde toplanmıştır. Bu durum giderek zengin bir sınıfın doğmasına yol açarken aynı zamanda bazı sıkıntıları da beraberinde getirmiş-tir. Nitekim halife bu durumun farkına varınca herkese eşit miktarda pay vermeyi kararlaştırmış, ancak ömrünün sonlarında aldığı bu kararı uygulamaya fırsat bulamadan vefat etmiştir.

1.2.3. Ordu ve Askerlik HizmetleriHz. Ömer dönemine kadar ordu ve askerlik hizmetleri gönüllülük esasına dayalıydı. Aynı şekil-de bu dönemde de askerlik hizmetleri yine gönüllülük esasına göre yürütülüyordu. Ancak Hz. Ömer döneminde divanların kurulmasıyla birlikte askerlik hizmetleri daha düzenli bir şekilde yürütülmeye başlandı. Örneğin orduya katılanların isimleri defterlere yazılıp kayıt altında alın-mıştır. Böylece ordunun askeri gücü, elde edilen veya dağıtılan gelirlerin miktarı ya da hangi cephede ne kadar asker bulundurulduğuna dair bilgileri devlet kayıt altına almıştır.

Hz. Ömer ganimetleri askere pay etmede son derece titiz davranırken, buna karşılık olarak fet-hedilen toprakları ve bu topraklarda yaşayan halkı ganimet malı (köle) kapsamı dışında tut-muştur. Bu uygulamayla o, cephedeki askerleri kendi asli göreviyle baş başa bırakmış ve bir bakıma maaşlı askerlerden oluşan düzenli orduların kurulmasının ilk adımlarını atmıştır. Askerlik hizmetleri büyük oranda gönüllülük esasına göre yürütüldüğünden kimi zam cepheye asker göndermekte veya asker toplamakta problemler yaşanmıştır. Ancak Hz. Ömer bu gibi durumlar-da yeni çözüm önerileri geliştirmekte gecikmemiştir. Örneğin orduya katılmaya istekli olmayan Arap kabilelerini cepheye gönderebilmek için alınacak ganimetlerden daha fazla pay vermeyi vaat etmiş ve bu yolla onların orduya katılmasını teşvik etmiştir. Bunun yanı sıra her geçen gün cephenin genişlemesi ve insan gücüne duyulan ihtiyacın artması üzerine, dinî hassasiyetleri zayıf olan ve daha çok ganimet elde etmeyi hedefleyen bedevileri de orduya dahil etmiştir. Oysa kendisinden önceki halife Hz. Ebû Bekir vaktiyle irtidat veya isyan etmiş olanların orduya katılmasına izin vermemişti. Ancak Hz. Ömer bu uygulamadan vazgeçerek söz konusu unsurları orduya dahil etmiştir. Nitekim Ebû Bekir döneminde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan ve devleti hayli uğraştıran Tuleyhâ b. Huveylid gibi isimler, Hz. Ömer döneminde orduya katılmış-tır. Hz. Ömer’in bu politikası aynı zamanda bedevi unsurların İslâm potası içinde erimesini ve Müslüman Araplarla bütünleşmelerini hızlandırmıştır. Bunlara ilaveten Hz. Ömer aynı zamanda Arabistan’ın kuzeyinde yaşayan ve birçoğu Hıristiyanlığı benimsemiş olan Arap kabilelerinin de orduya katılması yönüne adımlar atmıştır. Hatta bu kabilelere karşı özenli bir politika güderek tâbi oldukları Sâsânî ve Bizanslılardan koparıp kendi yanına çekmeye çalışmıştır.

Hz. Ömer ordu ve askerlik hizmetlerinde Bizans ve Sâsânîlerdeki sistemden yararlanılmıştır. Ör-neğin Şam bölgesi fethedildiği zaman buradaki Bizans’a ait olan garnizon şehirler aynı şekilde askerî amaçlı karargâh merkezlerine dönüştürülmüştür. Keza ihtiyaç duyulunca Kûfe, Basrâ veya Fustat gibi yeni garnizon şehirler kurulmuştur. Daha sonradan bu şehirler önemli idarî birimler

Page 31: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

31

olmanın yanı sıra aynı zamanda birer ilim ve kültür merkezleri haline gelmiştir.

1.2.4. YargıHz. Ömer dönemindeki en önemli kurumlardan birisi adli teşkilâtın daha müesses bir hale gel-mesi ve yargılamayla ilgili düzenlemelerin yapılmasıdır. Onun dönemindeki en önemli yenilik-lerden birisi her idarî birime birer kadı tayin ederek, bu yolla valilerin uhdesindeki yargı sorum-luluğunu kadılara devredip bağımsız yargının ilk adımlarını atmış olmasıdır. Bu uygulama aynı zamanda yargıçları doğrudan halifeye karşı sorumlu hale getirmiştir. Keza ordularda ordu kadı-ları görevlendirilmiştir. Davalar çözülürken Kur’ân’ın belirlediği çerçeve ve Rasûl-i Ekrem’in uy-gulamaları esas alınmıştır. Kitap ve sünnette yer almayan hukuki meseleler ise benzer davalarla kıyas yapılarak çözüme kavuşturuluyordu. Hz. Ömer adaletiyle meşhur olmuş bir idarecdiri. Bu nedenle kadılık görevine getirdiği kişileri özenle seçmiştir. Onun döneminde Kûfe’de tabiinden Kadı Şureyh b. el-Hâris, Mısır’da Kays b. Ebi’l-Âs, Medine’de Ebû Derdâ yargıçlık yapmıştır. Şam bölgesi kadıları arasında ise Ubade b. Samıt’ın adına rastlanmaktadır. Keza Ebû Mûsâ el-Eş’ârî de Irak bölgesindeki en önemli kadılardan birisidir. Başta Ebû Mûsâ el-Eş’ârî olmak üzere diğer kadılara gönderdiği yazılı talimatlar aynı zamanda onun dönemindeki kazai konuların hangi esaslar çerçevesinde yürüdüğünü ve bu kurumun nasıl işlediğini göstermesi bakımından dik-kate değerdir.

Özellikle Ebû Mûsâ el-Eş’ârî’ye gönderdiği genelde bu dönemdeki adli teşkilâtın işleyişiyle ilgili önemli bir belge niteliğindedir. Bu genelgeye göre Hz. Ömer, yargılamada Kur’ân’ın muhkem hükümlerini ve Hz. Peygamber’in sünnetini esas almasını istemiştir. Tatbiki mümkün olmayan delillerin faydasızlığına işaret ettikten sonra yargıcın tarafsız ve adil olmasına dikkat çekmiştir. Bu yolla kendisini güçlü görenler adalet karşısında yargıcın nüfuzundan korkara ve aynı zaman-da zayıf olanlar da bu sayede haklarını alabileceklerine inanarak adalete sığınırlar. Bunların yanı sıra tarafların delil getirme, somut delil getiremeyen ve inkâr edenlere yemin verdirme, taraflar arasında barışı sağlanma, hâkimin yanlış karardan dönmesi, Kitap ve sünnette olmayan mesele-nin kıyas yoluyla çözülmesi, yalancılığı ispatlanıncaya kadar her Müslümanın şahit olabileceği, bunun yanı sıra yalancılığı belgelenmiş olanların şahitliklerinin kabul edilmeyeceği gibi hüküm-ler bu genelde yer alan diğer hususlardır. Ayrıca halife yargılamanın sükûnet ve güvenli bir ortamda yapılmasını istemiş ve tarafların birbirlerinin kişiliklerine hakaret etmelerine müsaade edilmemesini hatırlatmıştır. Halifeye göre hâkimin görevi Allah’ın rızk ve rahmet hazinelerini kulları arasında adaletle dağıtmaktır.

Hz. Ömer yargıçları seçerken özellikle zengin ve soylu kişilerden olmasına özen göstermiştir. Bu yolla o, gözü tok insanları tercih ederek nüfûzlu kişilerin onlar üzerinde kurabileceği muhtemel baskının önüne geçmeye çalışmıştır. Diğer devlet memurlarında olduğu gibi, göreve getire-ceği kadıların mal varlıklarını tespit edip kayıt altına almış ve görev süreleri içerisinde muhte-mel suiistimallerin önüne geçmeye çalışmıştır. Her hac mevsiminde kadılarla halkı yüzleştirip şikâyetleri dinlemiştir.

1.2.5. MaliyeHz. Ömer döneminin en önemli gelişmelerinden birisi, devlet gelirlerinin yüksek miktarda art-ması ve toplumun refah seviyesinin hayli yükselmesidir. Müslümanlar belki de hayal bile ede-meyecekleri zenginliklere kavuşurlarken, yeni gelişme ve değişmeler beraberinde birtakım

Page 32: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

32

sorunları da ortaya çıkarmıştır. Örneğin muazzam bir şekilde artan gelirlerin yerli yerinde har-canması veya değerlendirilmesi sorunu yaşanmıştır. Devlet henüz müesseseleşme ve gelişme aşamasındaydı. Hz. Ömer’in en hassas olduğu konulardan birisi kuşkusuz kamu malı konusun-daki titizliğidir. Bu itibarla devletin gelirlerinin toplandığı beytü’l-mâl (maliye) kurumu, onun döneminde daha işlevsel bir yapı kazanmıştır. Bu konudaki hassasiyeti ve adil yaklaşımı idealize edilerek örnek gösterilmiştir. Onun uygulamalarından bahsedilirken bireysel işleriyle devlet iş-lerini birbirinden ayırdığına ve özel işlerini yaparken kendi eşyalarını, devlet işlerini yürütürken ise devlete ait malzemeleri kullandığına dair örnekler aktarılır.

Maliyenin gelir kaynakları: Devletin en önemli gelir kaynakları arasında savaşlarda elde edilen ganimetler ve azımsanmayacak ölçüdeki zimmî statüsündeki tebaadan alınan haraç ve cizye vergileridir. Bu dönemde ‘bereketli hilal’ olarak adlandırılan verimli Şam, Mısır ve Mezopotamya topraklarının tamamı fethedilmiş ve bu devletin gelirleri hayli artırmıştır. Mısır toprakları devle-tin erzak deposu olarak işlev görmüş ve kıtlık durumundan buradan Medine’ye yardımlar gön-derilmiştir. Bunlara ilaveten kazanılan birçok başarılı mücadelelerin ardından yüklü miktarda ganimetler elde edilmiş ve bu gelirler hem Müslümanların zenginleşmesini hem de hazinenin dolup taşmasını sağlamıştır.

Hz. Ömer fethedilen toprakları ve bu topraklarda yaşan halkı ganimet malı kapsamı dışında tutmuştur. Fethedilen toprakları devlet mülkü olarak kamulaştırmış ve bu nedenle asker arasın-da paylaştırmayıp bunları, üretim karışlığında yerli halkın işletimine bırakmıştır. Bu yolla hem topraktan yıllık haraç vergisi almış, hem de bu halkın günlük hayatlarını sürdürmelerini sağla-mıştır. Ayrıca devlet haraç gelirlerinin yanı sıra, yine zimmî statüsündeki halktan koruma kar-şılığı olarak cizye vergileri almıştır. Toprakların paylaşılmasını isteyen kimi sahabîler onun bu uygulamasına karşı çıkmışlardır. Ancak Hz. Ömer Haşr sûresinin 6-10. âyetlerini delil göstererek içtihadına şerî bir dayanak bulmuş ve toprakları taksim etmemiştir. Bu kararı almasındaki en önemli gerekçesi ise, şayet fethedilen topraklar paylaştırılırsa gelecek nesillere paylaştırılacak toprak kalmaz. Ayrıca topraklar paylaştırıldığı zaman üzerine yaşayan halk da köle statüsüne alınmış olur ve bir daha bu durumdan kurtulamazlar. Böylece Müslümanlar onlara zulmetmiş oldur. Bu tür gerekçelerle toprakların taksimine karşı çıkan halife, aynı zamanda gayr-i Müslim halkın köleleştirilmesinin de önüne geçmiştir.

Gayri Müslimlerden alınan vergilerin toplamına fey adı verilmekteydi. Bu bağlamda koruma karşılığı olarak alınan cizye ile toprak işletimi karşılığı olarak alınan %10’luk haraç gelirleri, fey kategorisinde değerlendirilmiştir. Bunların yanı sıra önemli gelir kaynaklarından birisi de, ticaret mallarından alınan %10’luk gümrük vergisidir. Uşûr olarak bilinen bu vergi, Müslüman pazarla-rında ticaret yapan gayr-i Müslim tüccarlardan alınıyordu ve ilk kez Hz. Ömer tarafından uygu-lanmıştır. Bunların yanı sıra madenler ile devlet yetkililerine hediye edilen eşyalar da diğer gelir kalemleri arasında sayılabilir. Örneğin Halife kendi şahsına veya hanımlarına verilen hediyeleri kamu malı statüsünde değerlendirmiş ve hazineye aktarmıştır.

Maliyenin giderleri: En önemli gider kaynaklarının başında idarecilere ödenen maaşlar ve aynı zamanda ordu ve askeri hizmetlerine ait harcamalar gelmektedir. Bunun aynı sıra halka ödenen yıllık maaşlar (atıyye) önemli giderlerdendir. Henüz devletleşme süreci devam ettiğinden elde edilen gelirler kamu yatırımı olarak değerlendirilmekten ziyade, daha çok direkt olarak halkın

Page 33: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Dönemi Ünite 1

33

ihtiyaçları için kullanılmış ve bu nedenle devlet halkına yıllık maaş verirken aynı zamanda, aylık olarak da muhtaçlara yardım yapmıştır. Bunlarla birlikte bazı kamu harcamalarından söz etmek mümkündür. Örneğin Hz. Ömer Kâbe etrafındaki binaları yıktırarak Kâbe’nin harem bölgesini genişletmiş ve bu alanı duvarla çevirmiştir. Bunun yanı sıra hac işleri için hazineden harcamalar yapılmıştır. Her ne kadar yüklü ganimetler elde edilmişse de bu ganimetlerin beşte dördü zaten asker arasında paylaştırılıyordu. Geriye kalan beşte birlik pay ise maaş veya ayni yardımlar ile diğer devlet giderleri için kullanılmıştır.

Page 34: İlahiyat Lisans Tamamlama Programı İSLAM TARİHİ Iportal.uzem.omu.edu.tr/dersler/2012/ilt-2/ilt312/... · İslam Tarihi I 6 imamlıkla görevlendirilmesi, ilk Müslümanlardan

İslam Tarihi I

34