lokal kortĠkosteroĠd enjeksĠyonu ve fĠzĠk tedavĠ
TRANSCRIPT
I
T.C.
ATATÜRK ÜNĠVERSĠTESĠ TIP FAKÜLTESĠ
FĠZĠKSEL TIP VE REHABĠLĠTASYON ANABĠLĠM DALI
HEMĠPLEJĠK OMUZ AĞRISI TEDAVĠSĠNDE
LOKAL KORTĠKOSTEROĠD ENJEKSĠYONU ve FĠZĠK
TEDAVĠ MODALĠTELERĠ KOMBĠNASYONUNUN, TEK BAġINA FĠZĠK
TEDAVĠ MODALĠTELERĠ ETKĠNLĠĞĠ ĠLE KARġILAġTIRILMASI
Dr. Tuba BAYKAL
Tez Yöneticisi
Prof. Dr. Kazım ġENEL
Uzmanlık Tezi
ERZURUM – 2009
I
ETĠK KURUL ONAYI
“Hemiplejik Omuz Ağrısında Kortikosteroid Enjeksiyonu ve Fizik Tedavi Modalitelerinin
KarĢılaĢtırılması” baĢlıklı klinik araĢtırma Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurul
BaĢkanlığınca incelenmiĢ ve 24.04.2008 tarih ve 3 sayılı oturum 26 nolu karar etik kurallara
uygun görülmüĢtür.
II
TEġEKKÜR
Uzmanlık eğitimim süresince klinik bilgi ve deneyimlerinden faydalanmamın yanı
sıra, insani değerlerini ve iyi niyetini her zaman örnek aldığım, tez çalıĢmam boyunca her
türlü destek ve yardımını tereddüt etmeden sunan Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim
Dalı BaĢkanı ve tez hocam sayın Prof. Dr. Kazım ġENEL‟e,
Değerli hocalarım Prof. Dr. Mahir UĞUR‟a, Prof. Dr. Akın ERDAL‟a, Doç. Dr. Kadir
YILDIRIM‟a, Doç. Dr. Saliha KARATAY‟a ve Yrd. Doç. Dr. Meltem Alkan
MELĠKOĞLU‟na,istatistiksel analiz konusunda tezime büyük katkı sağlayan sayın Doç.Dr.
Armağan HAYIRLI ve Doç.Dr. Dursun KAYA‟ya ve rotasyonlarım boyunca bilgi ve
deneyimlerinden yararlandığım hocalarıma teĢekkür eder, saygılarımı sunarım.
Birlikte çalıĢmaktan gurur ve mutluluk duyduğum, bilgilerimizi her zaman
paylaĢtığımız asistan arkadaĢlarıma, çalıĢma ortamındaki yardımlarını bizden esirgemeyen ve
büyük bir uyum içinde çalıĢtığımız kliniğimiz sekreteri, fizyoterapistleri, hemĢireleri ve
personeline teĢekkür ederim.
Bugünlere gelmemde büyük pay sahibi olan ve bana büyük emekleri geçen baĢta anne
ve babam olmak üzere tüm aileme, tüm hayatım ve uzmanlık eğitimimin her anını benimle
paylaĢan ve manevi desteğini her zaman hissettiren eĢime ve herĢeyin üstesinden gelebilme
çabamda sadece varlığı yeten kızım Yağmur‟a teĢekkürlerimi bir borç bilir, sonsuz
sevgilerimi sunarım.
Dr. Tuba BAYKAL
Erzurum-2009
III
ĠÇĠNDEKĠLER
ETĠK KURUL ONAYI.......................................................................................I
TEġEKKÜR.....................................................................................................II
ĠÇĠNDEKĠLER..............................................................................................III-IV
BÖLÜM 1 – GĠRĠġ ve AMAÇ...........................................................................1
BÖLÜM 2 – GENEL BĠLGĠLER.......................................................................2
2.1. ĠNME.....................................................................................................2
2.1.1. Ġnme Tanımı ve Epidemiyolojisi..................................................2
2.1.2. Risk Faktörleri..............................................................................3
2.1.3. Ġnme Etyolojisi ve Patogenezi..................................................3-5
2.1.4. Lezyonun Anatomik Lokalizasyonu ve Klinik Bulgular........5-11
2.1.5. Tanı...............................................................................................11
2.1.6. Tedavi ve Takip...........................................................................12
2.1.7. Prognoz...................................................................................12-13
2.1.8. Ġnme Sonrası GeliĢen Komplikasyonlar...................................13
2.1.9. Ġnmede Nörolojik ĠyileĢme Mekanizmaları ve Evreleri........14-16
2.2. HEMĠPLEJĠ REHABĠLĠTASYONU......................................................16
2.3. HEMĠPLEJĠK ÜST EKSTREMĠTE REHABĠLĠTASYONU....................17
2.3.1. Konvansiyonel Yöntemler.........................................................19
2.3.2. Nörofizyolojik Tedavi Yöntemleri........................................19-21
2.3.3. Fonksiyonel Elektriksel Stimülasyon (FES)............................21
2.3.4. Biyofeedback (BF) Teknikleri...................................................21
2.3.5. Ortezler.......................................................................................21
2.3.6. Kontrollü Olarak ĠndüklenmiĢ Hareket Tedavisi.....................21
2.4. OMUZUN FONKSĠYONEL ANATOMĠSĠ...........................................22
2.4.1. Omuz KavĢağı Kemik Yapısı...................................................22
IV
2.4.2. Omuz KavĢağı Eklemleri....................................................23-25
2.4.3. Omuz KavĢağı Kasları........................................................25-28
2.4.4. Omuz KavĢağı Damar, Sinir ve Bursaları...............................29
2.4.5. Omuz Eklemi Biyomekaniği ve Kas Kontrolü...................29-33
2.5. HEMĠPLEJĠK OMUZ AĞRISI NEDENLERĠ ve TEDAVĠ YÖNTEMLERĠ..
2.5.1. Glenohumeral Subluksasyon.............................................34-36
2.5.2. Rotator ManĢon Yırtıkları.........................................................36
2.5.3. Adeziv Kapsülit.....................................................................36-37
2.5.4. Subakromiyal SıkıĢma Sendromu (SSS)............................38-40
2.5.5. Kompleks Rejyonel Ağrı Sendromu (KRAS)......................40-41
2.5.6. Brakiyal Pleksus Yaralanmaları...............................................42
2.5.7. Heterotopik Ossifikasyon.........................................................42
2.5.8. Talamik Ağrı...............................................................................43
2.6. LOKAL KORTĠKOSTEROĠD TEDAVĠSĠ......................................43-49
BÖLÜM 3 – MATERYAL ve METOD......................................................49-53
BÖLÜM 4 – BULGULAR ve SONUÇLAR..............................................54-62
BÖLÜM 5 – TARTIġMA..........................................................................63-78
BÖLÜM 6 – ÖZET...................................................................................79-80
BÖLÜM 7 – KAYNAKLAR......................................................................81-97
EK – 1
1
BÖLÜM 1- GĠRĠġ VE AMAÇ
Hemipleji etyolojisinde önemli yer tutan inme, eriĢkin yaĢam nörolojik hastalıkları
arasında sıklık ve önem açısından ilk sırada yer alır. ABD ve diğer batı toplumlarımda kalp
hastalıkları ve kanserden sonra en sık üçüncü ölüm nedenidir. ABD‟de her yıl yaklaĢık
5000.000 yeni inme olgusunun ortaya çıktığı ve yine bu ülkede inmenin nörolojik kaynaklı
özürlülükte travmatik beyin hasarlarının ardından ikinci sıraya yerleĢtiği bildirilmiĢtir (1).
Ġnmeli hastalar nöroloji kliniklerimize yatan hastaların büyük kısmını oluĢtursa da, ülkemizde
inme prevalansı ve insidansına ait sağlıklı veriler bulunmamaktadır.
Ġnme sonrası hemipleji geçirip hayatta kalan hastaların büyük kısmında üst ekstremite
komplikasyonları geliĢmektedir. Hastalık ve hastaya ait özelliklerin yanısıra rehabilitasyon
sürecinde geliĢen komplikasyonlar prognozu olumsuz etkileyerek üst ekstremitenin motor
fonksiyonlarında değiĢik derecelerde yetersizliğe neden olmaktadır. Üst ekstremite
komplikasyonlarının sonucu olarak hemiplejik omuz ağrısı hastaların % 16-85‟inde ortaya
çıkmaktadır (2,3). Her nekadar omuz ağrısı hemiplejik hastalarda yüksek oranda görülse de,
etyolojisi ve tedavisi hakkında halen tartıĢmalar sürmektedir. Omuz ağrısı ve omuz ekleminin
limitli hareketleri, hastanın transfer aktivitelerini ve ambulasyonunu olumsuz yönde
etkilemekte ve motor fonksiyonlardaki iyileĢmeyi gizleyebildiği gibi fonksiyonel iyileĢmeyi
de geciktirerek rehabilitasyon sürecinin uzamasına neden olabilen bir faktör olarak karĢımıza
çıkmaktadır.
Hemiplejik omuz ağrısından korunmada temel prensip hasta ve hasta yakınlarına
doğru pozisyonlama hakkında bilgi verilmelidir. Omuz ağrısı ortaya çıktıktan sonra ise
analjezikler, antispazmodikler, lokal steroid enjeksiyonları, fizik tedavi modaliteleri ve
egzersiz tedavisi kullanılmaktadır.
Bu çalıĢmada hemiplejik omuz ağrısı ortaya çıkmıĢ 30 hastada, fizik tedavi
modaliteleri ve lokal steroid tedavisi kombinasyonunun sadece fizik tedavi modaliteleri
uygulanan hastalara üstünlüğü olup olmadığının araĢtırılması amaçlandı.
2
BÖLÜM 2- GENEL BĠLGĠLER
2.1. ĠNME
2.1.1. Ġnme Tanımı ve Epidemiyolojisi
Ġnme ya da serebrovasküler olay (SVO), beyin kan damarlarının oklüzyonu veya
rüptürü sonucu oluĢan, travmatik olmayan beyin hasarına bağlı motor kontrol kaybı, duyu
bozuklukları, kognitif bozukluk, konuĢma bozukluğu, dengesizlik ya da koma hali ile
karakterize ani geliĢen bir nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır (4). Dünya sağlık
örgütünün tanımına göre inme; 24 saatten uzun süren ya da ölümle sonlanan, vasküler neden
dıĢında gösterilebilir baĢka bir nedeni olmayan, hızlı geliĢmiĢ, serebral iĢlevin fokal (bazen de
global) bozukluğudur (5).
Ġnme ölüm nedenleri arasında kalp hastalıkları ve kanserden sonra üçüncü sırada olup
(6), en fazla özürlülüğe yol açan hastalık grubudur özellikle de yaĢam süresinin giderek
uzaması ile daha da önem kazanan mediko-sosyal bir problemdir. Ülkemizde inme prevalansı
ve insidansına ait sağlıklı veriler bulunmaması nedeniyle, bugün için epidemiyolojik
verilerimiz batılı toplumlara aittir. Bu veriler toplumların %0,2‟sinin her yıl inme geçirdiğini
göstermektedir. Bu vakaların üçte biri bir yıl içinde ölmekte, üçte biri özürlü kalmakta ve üçte
biri ise kısmen iyileĢmektedir. Serebrovasküler olayların epidemiyolojisini incelemede en
geçerli verilerden bir tanesi insidans (belirli bir zaman periyodunda bir popülasyonda ortaya
çıkan yeni inme olgularını ifade eder) verileridir. Malgrem ve arkadaĢları tarafından,
belirlenen kriterler sırasıyla Ģöyledir; inmenin tanımı iyi yapılmalı, geçici iskemik atak (GĠA)
dıĢlanmalı, popülasyonun tümü araĢtırılmalı, inmelerin kayıtları iyi tutulmalı, ilk atak olanlar
seçilmeli ve yaĢlara göre incelenmelidir (7). Yapılan çalıĢmalara göre Avrupa‟da 55-64
yaĢları arasında yıllık inme insidansı 1,7-3,6/1.000 kiĢi, 64-75 yaĢ arası 4,9-8,9/1.000 kiĢi, 75
yaĢından sonra 13,5-17,9/1.000 kiĢidir (8). Bu oran ABD‟nde 55-64 yaĢ grubu için 120-200 /
100.000 olarak bildirilmiĢtir. Erkeklerde 55-64 yaĢ arası inme insidansı kadınlara göre 2-3
kat daha fazladır, ancak 85 yaĢa doğru bu fark azalmaktadır. Tüm olguların %3-5‟ini
oluĢturdukları için, 45 yaĢ öncesi inme insidansını tahmin etmek zordur. Ġnme prevalansı
(belirli bir zamanda bir popülasyondaki olguların total sayısı ) ise inmesi olan olguların
3
insidansına ve yaĢayabilen hastalara bağlıdır. Prevalans coğrafi özellikler gösterebildiği gibi
yaĢla birlikte artar. Batı ülkelerinde inme prevalansı 8/1.000, Japonya‟da 20/1.000‟dir (9,10).
Ġnme ayrıca sağlık harcamalarında önemli yer tutan bir hastalık grubudur ve ABD‟nde yıllık
ortalama otuz milyar dolar maliyet kaybına yol açmaktadır (11).
Nörovasküler hastalıkların klasik klinik belirtisi olan hemipleji, inmenin en göze
çarpan bulgusu olup, inmeyi tanımlamak için de yaygın olarak kullanılmaktadır. Hemipleji
inme sonucu vücudun karĢı yarısında değiĢen derecelerde istemli hareket kaybı, duyu
bozukluğu ve nörolojik bulgularla seyreden klinik tablodur (12). Hemipleji inmede
fonksiyonel yetersizlige neden olan önemli bir bulgu olmakla beraber duyu bozuklukları,
kognitif bozukluklar, konusma bozuklugu, görme alanı defektleri fonksiyonel yetersizligi
önemli miktarda arttırmakta ve sosyal reintegrasyonu geciktirmekte önemli rol
oynamaktadırlar (13).
2.1.2. Risk Faktörleri
GeliĢmiĢ ülkelerde ortalama yaĢam süresinin artması bu grup hastalıkların görülme
sıklıgını arttırmıĢtır. Bu sebeple risk faktörlerinin saptanması ve bunlara yönelik önlem
alınması özellikle önemlidir. YaĢ, cinsiyet, ırk, aile öyküsü gibi değiĢtirilemez risk
faktörlerinin yanında baĢta hipertansiyon olmak üzere kalp hastalıkları, diabetes mellitus,
hiperlipidemi, sigara kullanımı, asemptomatik karotis darlığı, orak hücreli anemi, obezite,
beslenme alıĢkanlıkları, fiziksel inaktivite, hiperhomosisteinemi, ilaç kullanımı ve bağımlılığı,
hormon tedavisi, hiperkoagülabilite oluĢturan durumlar ve inflamasyon serebrovasküler
hastalıklar için degistirilebilir risk faktörleri arasındadır (9). Diger potansiyel risk faktörleri
arasında migren, polisitemia vera, hiperürisemi, protein C ve protein S eksikligi, lupus
antikoagülanı, antikardiyolipin antikorları, kollajen doku hastalıkları, anemi, serum fibrinojen
yükseklikleri olarak sıralanabilir. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi hem inme hem de rekurren
inmelerin azaltılması için oldukça önemlidir.
2.1.3. Ġnme Etyolojisi ve Patogenezi
Ġnme patofizyolojik olarak, iskemik ve hemorajik inme olmak üzere ikiye ayrılır.
Ġskemik inme; Trombotik, embolik ve laküner infarkt olarak 3‟ e ayrılır. Hemorajik inme ise
4
kaynaklandıgı yere göre iki temel tipe; intraserebral ve subaraknoid olarak ayrılmaktadır.
Ġnmenin etyolojisinin %15‟i hemoraji, %85‟i iskemidir. Ġskemik inmelerin % 40‟ını büyük,
%20‟sini küçük damar trombozları, %20‟sini serebral emboli ve geri kalanını laküner
infarktlar oluĢturur. Hemorajik inmede intraserebral (%10) ve subaraknoidal (%5) kanama
olarak ikiye ayrılır (14). Türk Beyin Damar Hastalıkları Derneğinin , Türk Çok Merkezli
Strok ÇalıĢması verilerine göre Türkiye‟de iskemik inme sıklığı %71.2, intracerebral kanama
sıklığı %28.8 olarak bulunmuĢtur . Ġlk 2 haftadaki ölüm hızı tüm inmelerde %11 , tüm
hemoroji olgularında %16.2 olarak bulunmuĢtur (15).
Geçici iskemik atak (GĠA) kısa süreli inmedir ve serebral infarkt meydana getirmez.
Ani baĢlar, birkaç saniye veya dakika sürüp genellikle yirmidört saat içinde tüm belirtiler
hiçbir nörolojik kayba yol açmadan kaybolur. GĠA‟lar genellikle aterosklerotik plaklardan
kopan embolilerle oluĢur(16).
Ġskemik inmede serebral tromboz etyolojisinde sıklıkla aterosklerotik serebrovasküler
hastalık söz konusudur ve vertebrobaziler ile genel karotid arter tutulur. Çok sayıda çalıĢma
yapılmakla beraber etyoloji ve patogenezi henüz tam olarak anlaĢılamamıĢtır. Aterosklerozun
baĢlama ve ilerlemesindeki en benimsenen görüĢ bu sürecin zedelenmeye yanıt olarak ortaya
çıkan inflamatuar bir durum olduğudur (17,18). Embolik inme ise genelde kardiyak
kaynaklıdır. Belirgin risk faktörleri atriyal fibrilasyon, kan stazı, atriyal trombus oluĢumu ile
zayıf atriyal atım ve motilitedir. Paradoksal emboli ise daha nadirdir; derin ven trombozu
beraberinde atriyal veya ventriküler septal defekt varsa oluĢur(14).
Serebral enfarktlarda etyolojiye göre sınıflandırma akut iskeminin tedavisi ve
prognozunun yanı sıra ikincil koruma açısından da çok önemlidir. 1993 yılında yayınlanan
TOAST “ Trial of Org 10172 in Acute Stroke Treatment” çalısmasında kullanılan
sınıflandırma klinik bulguların yanı sıra etyolojiye de yer verdiginden günümüzde yaygın
olarak kullanılmaktadır (9,10). Bu sınıflandırmaya göre iskemik inmeler:
1.Büyük damar aterosklerozu (tromboz veya emboli)
2.Kardiyoembolizm
3.Küçük damar oklüzyonu
4.Diger belirlenen etyolojiler
5.Sebebi belirlenemeyenler olarak 5 grupta incelenir.
5
Ġntraserebral kanamaların yarısı putamen ve serebral ak maddede olur. Ani hipertansif
atak, kronik hipertansiyon baĢlıca nedenleridir(19). Ġntraserebral kanamada akut durumda
ciddi nörolojik bozulma ve yüksek mortalite oranı varken rehabilitasyon süresince
fonksiyonel iyileĢme iskemik inmelere göre daha iyidir(20). Subaraknoid kanama sıklıkla
sakküler anevrizma veya arteriyovenöz malformasyon nedeni ile oluĢur. Sakküler
anevrizmalar sıklıkla Willis halkasının ön bölgesinde bulunur, anevrizma kanamalı hastaların
yaklaĢık üçte biri hemen ölür; erken cerrahi müdahale ile tekrar kanama riski azaltılır(19).
2.1.4. Lezyonun Anatomik Lokalizasyonu ve Klinik Bulgular
Ġnme klinik bulguları büyük ölçüde tutulan damarın suladığı alana bağlıdır. Klinik
tablonun zamansal profili, geliĢimi, iyileĢme süreci ve hastanın hikayesindeki özellikler
inmeye neden olan lezyonun türü konusunda fikir verebilir. Anatomik lokalizasyon hakkında
dikkatli bir nörolojik muayene ve fonksiyonel kayıpların değerlendirilmesiyle bilgi
edinilebilir ve bu durum rehabilitasyon ekibine tedavi, prognoz, izlem konusunda yardımcı
olabilir.
Genç bir eriĢkinde beynin 100 gramından bir dakikada geçen kan miktarı 52-56
ml.‟dir. Ortalama 1300-1400 gram olan eriĢkin beyninin bir dakikada aldığı toplam kan
miktarı yaklaĢık olarak 800ml.‟dir. YaĢ ilerledikçe serebral kan akımı ve oksijen tüketimi
ortalama %30 oranında azalır (21). Total kardiyak hacmin %20‟si santral sinir sisteminde
dağılmaktadır. Bu dolaĢım iki arteria karotis interna ve iki arteria vertebralis olmak üzere dört
büyük damar tarafından sağlanır. Karotis sistemi beynin ön, vertebrobaziler sistem beynin
arka kısmının beslenmesini sağlar. Beyin arcus aorta ve dallarından ayrılan karotis ve
vertebral arterler aracılığı ile beslenir. Oksipital lob dıĢında kalan serebral hemisferlerin kan
akımını karotis interna dalları, infratentoryel bölgede yer alan beyin sapı ve serebellum ile
supratentoryel yapılarından oksipital lob ile talamusun kan akımını vertebral arter ve dalları
sağlar.
Ġnternal Karotid Arter Sendromu
Serebral anjiografinin vasküler beyin hastalıklarında kullanılmasıyla bu büyük arterin
sanıldığının aksine oldukça sık tıkandıgı anlaĢılmıstır. Tıkanma en sık karotis
bifurkasyonunun hemen üstünde arteria karotis internanın baĢlangıcında görülür. Arteria
6
karotis internanın yavaĢ ve tek taraflı tıkanması, Willis poligonundan sağlanan yeterli
kolletaral akım nedeniyle sıklıkla asemptomatik olarak seyredebilir. Ġnme görülen kısımda ise
kontrlateral homonim hemianopsi, kontrlateral hemipleji ve duysal bozukluk, karĢı tarafa
bakıĢ parezisi, tıkanmanın görüldüğü tarafta sempatik liflerin etkilenmesine bağlı olarak
Horner sendromu oluĢabilir. Dominant tarafta görülen tıkanmalarda global afazi görülür.
Ayrıca oftalmik arterin retinal dallarında aniden geçici oklüzyon ve tek gözde geçici görme
kaybı görülebilir. Amarozis fugaks adı veriliren bu durum ani, ağrısız, 5 ile 10 dakika
arasında sürebilen monoküler körlük seklindedir .
Orta Serebral Arter Sendromu
Ġnmede en sık orta serebral arter (OSA) etkilenir ve tipik hemipleji tablosu ortaya
çıkar. Serebral korteksin önemli bir bölümünün beslenmesini sağlayan bu arterin iskemisinde
çoğu zaman önemli bozukluk ve özürlülük durumları meydana geldiği için yoğun
rehabilitasyon programlarına ihtiyaç doğar. Orta serebral arter; frontal, pariyetal ve frontal
lobların lateral kısımlarını, korona radiata, putamen ve internal kapsülün posterior bölümünü
besler. Arteria karotis interna, oftalmik arterin ayrılmasından sonra anterior ve orta serebral
arterleri verir. Orta serebral arter Slyvian fissürden geçtikten sonra lentikülostriat dallarıyla
beynin subkortikal bölümleri, bazal ganglionlar ve internal kapsülü besler ve beynin lateral
yüzeyinde üst ve alt bölümler olmak üzere iki dala ayrılır.
OSA ana çıkıĢında görülen inmede yukarıda sayılan tüm anatomik yapılar etkilenir.
Bilinç kaybı, baĢın ve gözlerin lezyon tarafına deviasyonu, kontrlateral hemipleji, duyusal
kayıplar ve homonim hemianopsi saptanır. Dominant hemisfer tutulumunda afazi, mental
durum bozuklukları, disfaji ve kontrlateral hemianopi gözlenirken, nondominant hemisfer
lezyonlarında algılama sorunları ve ihmal fenomenleri kliniği dikkati çeker. Ġnme sıklıkla
embolik karakterdedir.
OSA‟in üst dalı Rolandik ve preRolandik alanları besler ve iskemisi kontrlateral yüz,
kol ve bacakta duyusal ve motor kayıplarla karakterizedir. Alt ekstremitede nörolojik bulgular
çok belirgin değildir. ĠyileĢme süreci sonucunda spastik, hemiparetik yürüme sağlanırken, üst
ekstremite motor fonksiyonlarındaki düzelme azdır. Bu lokalizasyondaki lezyonların bir diğer
önemli klinik sonucu afazidir.
7
OSA‟in alt dalı pariyetal ve temporal lobları besler. Ġskemisi nadirdir ve genellikle
emboliye bağlıdır. Motor ve duyusal fonksiyonlar genellikle korunmuĢtur. Görme sorunları,
ihmal, apraksi, algılama güçlükleri ve lisan problemleri nedeniyle önemli fonksiyonel
özürlülük tabloları görülebilir. OSA lentikülostriat dallarının iskemisiyle laküner inme
sendromları ortaya çıkabilir. Bu inmelerde iyileĢme erken ve oldukça iyidir.
Tablo 1. OSA inmesi klinik bulguları
Kontrlateral hemipleji
Kontrlateral hemianestezi
Kontrlateral hemianopi
BaĢ ve gözün lezyon tarafına deviasyonu
Disfaji
Ġnhibe edilemeyen nörolojik mesane
Afazi, aprosodi, agnozi
Apraksi
Görsel-uzaysal algılama kayıpları
Ġhmal sendromları
Anterior Serebral Arter Sendromu
Arteria karotis internanın ikinci büyük dalıdır. BaĢlangıcından hemen sonra rekürran
arter olarakta bilinen bir dal verdikten sonra her iki serebral arter kominikan arter ile birleĢir.
Kortikal dalları ile serebral hemisferlerin medial yüzeyinin 4/5 ön bölümünü, frontal ve
pariyetal lobların bütün medial yüzeyi, frontal lobun orbital yüzeyinin medial bölümü, frontal
lob, hemisferlerin süperior medial kenarları, korpus kallozumun ön 4/5‟ini besler. Derin
dalları ise kapsüla internanın ön kolunu, nükleus kaudatusun baĢının alt bölümünü beslerler.
Ön serebral arter oklüzyonları sık değildir ancak oluĢtuğunda alt ekstremite güçsüzlüğü daha
belirgin olarak dikkati çeker. Transkortikal motor afazi, üriner inkontinans, yakalama
refleksinin varlığı ve frontal lobla iliĢkili davranıĢsal sorunlar bu arterin lezyonlarının diğer
özellikleridir (14).
8
Tablo 2. Anterior serebral arter inmesi klinik bulguları
Kontrlateral hemipleji
Kontrlateral hemianestezi
Göz ve baĢın lezyon tarafına deviasyonu
Yakalama refleksi
Apraksi, akinetik mutizm
Posterior Serebral Arter Sendromları
Vertebral arterler foramen magnumdan intrakraniyal bölgeye girdikten sonra medulla
ve pons birleĢiminde baziller arteri oluĢtururlar. Baziller arterin ikiye ayrılarak oluĢturduğu
arteria serebri posteriorun ; talamus, hipotalamus ve orta beyini besleyen penetral dalı,
kollozal dalları ve hemisferik dalları olmak üzere üç ana dalı vardır. Bu dallar talamus,
temporal lob, oksipital lob ve optik radiasyon da dahil olmak üzere bu lobların subkortikal
yapılarını besler. Tıkanmanın yerine göre klinik tablo oluĢmaktadır. Görme sorunları, talamik
ağrı sendromları, okuma ve bellek kayıplarına rastlanabilir. Hipoestezi, dizestezi, hiperestezi
veya ağrıyı içeren duyusal bozukluklara neden olabilir. Görme sorunları lateral genikulat,
temporal, oksipital vizuel radyasyon ve oksipital lob kalkarin korteksinde yaralanmadan
olabilir. Sağ görme alanı yetersizliği ile iliĢkili yazma bozukluğu olmadan okumada bozukluk
sol oksipital korteks ve arka korpus kallosum infarktı sonucu olabilir. Hafıza bozukluğu
temporal lob ve hipokampal girus infarktı sonucu da olabilir.
Tablo 3. Posterior serebral arter inmesi klinik bulguları
Hemisensorial kayıp
Görme kayıpları
Görsel agnozi
Aleksi
Diskromatopsi
Bellek kayıpları
Vertebrobaziller Sendromlar
Vertebral arterler medulla-pons kavĢağında birleĢerek baziler arteri oluĢtururlar; beyin
sapı ve serebellumu beslerler. Vertebrobaziller sistemin anatomik özelliklerini dikkate
aldığımızda bu bölgeyle iliĢkili inme sendromlarının farklı klinik tabloları oluĢmaktadır.
9
Kraniyal sinirlerin, bulber nükleusların ve nöral traktusların beyin sapı içerisinde yeralmaları
özel bazı klinik sendromlar yaratmaktadır.
Tablo 4. Beyin sapı sendromları ve anatomik iliĢkileri
Sendrom Lokalizasyon Yapısal hasarlar Özellikleri
Weber
Benedikt
Locked-in
Millard-Gubler
Wallenberg
Medial bazal orta beyin
Orta beyin / tegmentum
Bilateral bazal pons
Lateral pons
Lateral medulla
III. Kranial sinir
Kortikospinal traktus
III.Kranial sinir
Spinotalamik traktus
Medial lemniskus
Sup. serebellar pedinkül
Kırmızı nukleus
Kortikospinal traktus
Kortikobulber traktus
VI.Kranial sinir
VII.Kranial sinir
Kortikospinal traktus
Spinoserebellar traktus
V.Kranial sinir
Spinotalamik traktus
Vestibuler nukleus
Sempatik traktus
Nukleus ambiguus
Ġpsilateral paralizi
Kontrlateral hemipleji
Ġpsilateral paralizi
Kontrlateral ağrı ve ısı duyu
kaybı
Kontrlateral eklem pozisyonu
duyusu kaybı
Kontrlateral ataksi
Kontrlateral korea
Bilateral hemipleji
Bilateral kranial sinir paralizisi
Ġpsilateral paralizi
Ġpsilateral fasial güçsüzlük
Kontrlateral hemipleji
Ġpsilateral hemiataksi
Ġpsilateral fasiyal ağrı ve ısı
duyuları kaybı
Kontrlateral ağrı ve ısı duyuları
kaybı
Nistagmus
Ġpsilateral Horner Sendromu
Disfaji ve disfoni
Laküner Sendromlar
Laküner inmeler orta serebral arter, arka serebral arter, vertebral ve baziler arterlerin
perforan dallarının tıkanması sonucu serebral ak madde, bazal gangliada, talamus ve ponsta
yerleĢirler. BaĢlıca laküner sendromlar saf motor inme, saf duyusal inme, duyusal motor
inme, dizartri ve beceriksiz el sendromu, ataksik hemiparezi, hemiballismus ve psödobulber
paralizidir (14,19,22).
10
1991 yılında Bamford ve arkadaĢları tarafından Oxfordshire Community Stroke
Project (OCSP) çalıĢmasında, Bamford klinik klasifikasyonu adı altında iskemik inmelere
yönelik klinik klasifikasyon önerilmiĢtir (23). Bu klasifikasyon hastaların klinik profilini ön
planda tutmakla beraber akut dönemde henüz manyetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi
görüntüleri normalken maksimum defisit bulguları göz önüne alınarak görüntüleme
özelliklerinden bağımsız olarak yapılır (23,24,25). Ġlk kez inme geçiren olgularda kolay
uygulanıĢı ve prognoz hakkında yararlı bilgi vermesi nedeniyle pratikte ve toplum tabanlı
çalıĢmalarda sıklıkla kullanılmaktadır (26).
Bamford Klinik Klasifikasyonu‟na göre inmeli olgular; total anterior sirkülasyon infarktı
(TACI), parsiyel anterior sirkülasyon infarktı (PACI), posterior sirkülasyon infarktı (POCI),
laküner infarkt (LACI) olmak üzere 4 ana grupta toplanmıĢtır (23-25).
Bamford Klinik Klasifikasyonu:
1. TACI (Total Anterior Sirkülasyon Ġnfarktı): Yüksek kortikal fonksiyon bozukluğu
(disfazi, diskalküli, vizyospasyal bozukluk), homonim hemianopsi ve motor/duyusal defisit
bulgularının bir arada olmasıdır. Genellikle karotis ve vertebral arter darlıklarından sonra görülür.
Prognozu en kötü olandır. Bu grupta immobilizasyona bağlı geliĢen komplikasyonlardan ölümler
nörolojik sekellere bağlı ölümlerden iki kat daha fazladır.
2. PACI (Parsiyel Anterior Sirkülasyon Ġnfarktı): Üç TACI komponentinden ikisi veya
tek baĢına yüksek kortikal fonksiyon bozukluğu veya sınırlı kontrlateral motor/duyusal
defisitin varlığını içerir. Hemiplejinin erken döneminde nüks oranı bu grupta yüksektir.
3. POCI (Posterior Sirkülasyon Ġnfarktları): Wallenberg sendromu, serebellar infarkt,
sınırlı beyin sapı tutulumu, geniĢ beyin sapı tutulumu, baziler tepe sendromları, iyi
tanımlanamayan posteriyor sirkülasyon sendromları bu grup içinde değerlendirilir. Olumlu
fonksiyonel sonuç açısından en fazla Ģansa sahip olan gruptur. Nüks oranı geç dönemde daha
fazladır.
4. LACI (Laküner Ġnfarktlar): Pür motor inme, pür duyusal inme, ataksik hemiparezi,
dizartri, beceriksiz el sendromu bu grupta yer alır. Nüks oranı düĢüktür. Ġnfarkt büyüklüğü sınırlı
olmasına rağmen infarktın lokalizasyonu nedeniyle ağır motor defisitli hastalar olabilir.
11
2.1.5. Tanı
Tanı için ayrıntılı bir anamnez ve nörolojik muayene gereklidir. Anamnez ve nörolojik
muayene aĢamasından sonra en önemli basamak klinik ön tanıyı doğrulamak ve hemorajik inme
ile iskemik inme arasında ayırıcı tanıyı yapmaktır. Bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT), infarkt
ile kanamayı birbirinden ayırmada en güvenilir tetkiktir (27). BBT aynı zamanda inmeye bağlı
geliĢebilecek nörolojik komplikasyonlara ait radyolojik değiĢikliklerin tanınmasını ve inme ile
karıĢabilecek diğer hastalık süreçlerinin dıĢlanmasını da sağlayacaktır.
Hasta acil olarak değerlendirildikten ve hastaneye yatırıldıktan sonra yapılacak
incelemeler inmenin nedenini ortaya koymaya, vasküler risk faktörlerini saptamaya ve böylece de
inmeden ikincil koruyucu tedavilerin belirlenmesine yöneliktir. Kranial magnetik rezonans
görüntüleme (MRG) incelemesi iskemik lezyonları görüntülemede kranial BT‟den daha duyarlı
bir yöntemdir. Bu amaçla bazı olgularda beyini daha ayrıntılı olarak görüntüleyebilme özelliği
olan kranial MRG ve genel olarak tüm hastalarda da inme etyolojisi araĢtırmak amacıyla beyin
damar ve kardiyak görüntüleme incelemeleri yapılır. Yine seçilmiĢ olgularda koagülopati taraması
bu dönemde yapılacak incelemeler arasındadır (27).
Difüzyon MR akut strok‟un ilk birkaç saatinde bile, var olan değiĢiklikleri
gösterebilmektedir. Difüzyon ve perfüzyon MR tekniklerinin kullanılmasi ile, serebral infarkt
tanısının daha erken ve kesin konmasının yanısıra, sadece infarktın geliĢeceği alan değil tüm
iskemik risk altındaki dokuyu belirlemek mümkün olmuĢtur (28).
MRG spektroskopi (MRGS), beyindeki normal ve anormal metabolitlerin in vivo
ölçümünü sağlaması nedeniyle, akut strok‟un fizyopatolojisinin anlaĢılmasında kullanılabilecek
potansiyel bir inceleme yöntemidir. Serebral kan akımı, serebral kan volumü, glikoz ve O2‟nin
serebral metabolik hızlarının değerlendirilmesine imkan veren single photon emission computed
tomography (SPECT) ve positron emission tomography (PET) gibi noninvaziv yeni teknik
geliĢmeler giderek yaygınlaĢmaktadır (28).
Boyun renkli doppler ultrasonografi, transkranial doppler, transkranial renkli doppler,
magnetik rezonans anjiografi, bilgisayarlı tomografi anjiografi ve dijital substraksiyon anjiografi
incelemeleri inmede ileri tetkik yöntemleridir.
12
Kalp hastalıkları ve kalp kaynaklı emboli iskemik inmenin önemli bir nedeni olduğundan
birçok hastada kardiyak görüntüleme incelemeleri yapılır. Transtorasik veya transösefagial
ekokardiyografi bu amaçla en sık baĢvurulan incelemelerdir (27)
2.1.6. Tedavi ve Takip
Ġskemik inme geçirmiĢ bir hastada ikincil önleyici tedavide risk faktöçrleri mutlaka
göz önünde tutulmalı ve değiĢtirilebilir olanlar düzeltilmelidir. Ġskemik inmenin etyolojisine
ve hastanın mobilitesine göre antiagregan ya da oral antikoagülan tedavi baĢlanmalıdır.
Aterosklerotik risk faktörleri yüksek olan hastalarda uygun medikal tedavi düzenlenmeli ve
özellikle yaĢlı erkek hastalarda % 70 ve üzeri karotis darlıklarında karotis endarterektomisi
tedavi planı içinde yer almalıdır (29).
Ġntrakraniyal hemorajilerde tedavide amaç: kan basıncını kontrol altına almak , akciğer
ve solunum sistemini desteklemek , kafa içi basıncını düzeltmek , gerekirse cerrahi giriĢim ile
hematomun boĢaltılmasıdır . Ġntraserebral kanamalarda morbidite ve mortalitenin nedeni
birincil olarak hematom kitlesinin kendisi , ikincil olarak ise kitlenin yarattığı mekanik
etkidir. Hematom çevredeki dokunun hasarlanmasına ve bası altında kalmasına yol açar. Aynı
zamanda kafa içi basıncı arttırarak serebral perfüzyon ve venöz drenajı etkiler. Bu sebeple
hematom tedavisinin hızlı bir Ģekilde belirlenmesi gerekmektedir. Ġntraserebral kanamaların
cerrahi veya medikal olarak tedavi edilip edilmeyeceğine hızla karar verilmelidir.
2.1.7. Prognoz
Ġnmeli hastaların ℅ 30‟u bir yıl içinde ölmektedir. Ġlk 1 ay içinde ölüm oranı % 10-20‟dir.
Ġntraserebral hemorajide 30 günlük sağkalım oranı % 20-50, serebral infarktlarda ise bu oran
yaklaĢık %85‟dir. Ġntraserebral hemorajilerde erken dönem ölümlerin çoğu ilk üç günde ortaya
çıkar ve bu ölümler baĢta transtentoriyal herniasyon olmak üzere serebral kaynaklıdır. Ancak
pnömoni, pulmoner emboli ve kalp bozuklukları da erken dönem ölümlere yol açabilir.
Ġnme geçiren ve hayatta kalan hastaların % 10‟unda tam kür sağlanabilirken, hastaların %
30‟unda hafif disabilite, % 50‟sinde ciddi disabilite olur ve % 10‟unda ise devamlı fiziksel
13
bağımlılık ortaya çıkar. On yıllık sağ kalım oranı % 35‟dir. Hastanın yaĢı, lezyonun anatomik
büyüklüğü, nörolojik defisitin derecesi, beraberinde medikal hastalığın olması ve altta yatan
nedenler sonucu etkiler. Koma skoru ne kadar düĢükse prognoz o denli kötüdür. Rekürrens
serebral infarkt oranları yılda % 5-15 arasında değiĢir. BeĢ yıllık mortalite, erkekler için % 44 ,
kadınlar için % 36‟dır (30,31).
Hastanın genç oluĢu, geçirilmiĢ inme öyküsü bulunmaması, idrar-gaita inkontinansının
olmaması, vizüospatial defisit bulunmayıĢı, ailesel destek, yüksek sosyo-ekonomik ve sosyo-
kültürel düzey, kapsamlı bir rehabilitasyon merkezine erken baĢvurmak olumlu prognostik
faktörlerdir. Bu olumlu faktörlerin yanı sıra inme sonrası rehabilitasyon sürecini olumsuz
etkileyen faktörler de bulunmaktadır. Bu faktörler Tablo 5 „de sıralanmıĢtır.
Tablo 5. Ġnme Rehabilitasyonunda Olumsuz Prognostik Faktörler
Ġleri yaĢ
Ġnme sonrası bilinçsiz sürenin uzaması
Total paralizinin 3 haftadan uzun sürmesi
Ġnatçı flask hemipleji veya ağır rijidite
Devam eden his kusuru ve talamik ağrı
GeçirilmiĢ hemipleji öyküsü
Dominant taraf etkilenmesi
Ġdrar-gaita inkontinansı
Görsel alan defekti
KonuĢmanın etkilenmesi
BiliĢsel-algısal disfonksiyon
Ġnatçı koordinasyon ve denge bozukluğu
Hemiplejik ekstremitenin ihmali
Demans
Yakın aile bireylerinin ilgisizliği
DüĢük sosyoekonomik ve sosyokültürel düzey
Rehabilitasyonun gecikmesi
HT ve DM gibi komorbid hastalık eĢliği
Nistagmus
Derin duyu kaybı
Oturma dengesinin bozulması
2.1.8. Ġnme Sonrası GeliĢen Komplikasyonlar
Ġnme geçiren hastalarda akut ve kronik dönemde birçok komplikasyon geliĢebilir.
Ġnme sonrası komplikasyon geliĢimi, farklı çalıĢmalarda %40-96 arasında değiĢen oranlarda
14
bildirilmiĢtir. Ġnme sonrası geliĢebilecek komplikasyonların bilinmesi ve erken dönemde
tedaviye baĢlanması inme mortalitesinde ve dizabilite oranlarında azalma sağlamaktadır (32).
En sık karĢılaĢılan akut dönem komplikasyonları; düĢme ve kırıklar, bası yarası, üriner
sistem enfeksiyonları, akciğer enfeksiyonları, nöbetler, derin ven trombozu ve pulmoner
embolidir. Akut komplikasyonlar genellikle yaĢ, önceki inme hikayesi, total ön serebral arter
inmesi ve üriner inkontinansla artar (33). Taburculuk sonrası karĢılaĢılan komplikasyonlar ise;
devam eden mesane ve bağırsak inkontinansı, kardiyak anomaliler, depresyon, uyku
bozuklukları, seksüel difonksiyon, santral ağrı, nöbetler ve üst ekstremite komplikasyonları
(16). Bu komplikasyonlar rehabilitasyon programının süresini uzatabilmekte ve sonuçlarını
olumsuz yönde etkileyebilmektedir.
2.1.9. Ġnmede Nörolojik ĠyileĢme Mekanizmaları ve Evreleri
Klinik çalıĢmalar, inmeli hastaların çoğunda baĢlangıçta görülen ağır nörolojik kaybın
zaman içinde belirgin bir Ģekilde düzeldiğini göstermektedir. Hastalar arasında iyileĢme ve
derecesi açısından farklılıklar vardır. Ġnmede iyileĢme değiĢik süreçlerde olur. Ġskemi,
metabolik hasar, ödem, hemoraji ve bası gibi patolojilerin ortadan kalkması ile ilgili iyileĢme
ilk haftalarda gerçekleĢir. Beyindeki yapısal ve fonksiyonel reorganizasyon iyileĢme
mekanizmalarının temelidir. Nöroplastisiteyi oluĢturan bu reorganizasyon fonksiyonu aylarca
sürebilir. Fonksiyonel görüntüleme ve anatomik çalıĢmalar hasara uğramamıĢ beyin
bölgelerinin reorganizasyonunun klinik düzelmede önemli rolü olduğunu ve önceden
inanılanın aksine, eriĢkin beyninin fonksiyonel reorganizasyon için önemli bir potansiyel
taĢıdığını göstermektedir (34,35). Deneysel ve genetik çalıĢmalarda infarkt komĢuluğunda ve
karĢı hemisferde homolog bölgede hem dentritik tomurcuklanma hemde yeni sinaps
oluĢumuna ait immunohistokimyasal değiĢiklikler tanımlanmıĢtır (34,35,36,37).
Beyinde nöronal ağların kullanım bağımlı olması özelliği nöroplastisitenin
rehabilitasyon için oynadığı anahtar roldür. Deneysel ve klinik çalıĢmalar fonksiyonel eğitim
ve kullanımın fonksiyonel iyileĢmede etkili olduğunu göstermektedir. Hastanın aktif fiziksel
terapötik programlara katılımının beyinde fonksiyonel reorganizasyonu olumlu etkilediği ve
nörolojik iyileĢmeyi arttırdığı kabul edilmektedir (38,39,40).
15
Ġnme sonrası hastalarda iyileĢme ve derecesi açısından farklılıklar olmasına rağmen
nörolojik iyileĢmenin büyük kısmı ilk 1- 3 ay içinde olmaktadır; bu iyileĢme süreci daha
yavaĢ olarak 6 aya kadar devam ettiği, % 5 hastada ise 12. aya kadar hatta birkaç yıl boyunca
devam ettiğini gösteren çalıĢmalar da vardır (41). Ġnme sonrasında motor gücün geri dönüĢü,
fonksiyonel iyileĢme ile eĢ anlamlı değildir. Motor fonksiyonun geri dönmesi genellikle 3-6.
aylar arasında görülür, fakat fonksiyonel iyileĢme yıllarca devam eder. Nörolojik fonksiyonun
iyileĢmesini açıklayan mekanizmalar birçok araĢtırmacı arasında görüĢ ayrılığına neden olsa
da; lokal zararlı faktörlerin ortamdan zamanla uzaklaĢması, etkilenmemiĢ aksonlardan
kollateral dallanma oluĢması, normalde inhibe olan yeni nöronal bağlantıların açığa çıkması,
nörotransmitter hipersensitivitesi ve denervasyon süpersentivitesi, lokal ödemin çözülmesi,
bölgesel dolaĢımın düzelmesi, iskemik nöron hasarının iyileĢmesi genel kabul gören
mekanizmalardır.
ĠyileĢme döneminde alt ekstremitenin iĢlevsel prognozu üst ekstremitedekinden çok
daha iyidir. Çünkü bacağın iĢlevsel kullanımı için ihtiyaç duyulan selektif kontrol miktarı
koldakinden çok daha azdır (12). Ġnme sonrası üst ekstremite iyileĢmesi belirli basamak ve
evrelerde görülür. Bir çok araĢtırmacı bu iyileĢmeyi farklı Ģekilde tanımlamıĢlardır.
Anderson’a göre iyileĢme, nörolojik iyileĢme ve fonksiyonlarında ve
performansındaki düzelme olarak tanımlanmıĢtır.
Twitchell’a göre; ilk olarak tendon refleksleri geri döner ve hiperaktif olurlar, daha
sonra tonus artıĢı ve spastisite geliĢir ve pasif harekete direnç oluĢur (ilk olarak elbilek ve
parmak fleksörlerinde). sonrasında refleksler ve istemli hareketler karsılıklı olarak uyarılır ve
proprioseptif refleks cevap açığa çıkmasıyla beraber uyarı olmaksızın el hareketleri ortaya
çıkar. BaĢlangıçta hareketler sinerji paternleri Ģeklindedir zamanla izole hareketler ortaya
çıkar. Spastisite giderek azalır ve el ayasına yapılan uyarılarla kavrama kuvvetlenir. Spastisite
iyice azaldıkça gerçek kavrama ortaya çıkar (42). Ġnmenin motor iyileĢme modeline göre
hareketler sinerji modelleri içerisinde geliĢir. Sinerjiler kuvvetlendikçe spastisite artmaya
eğilim gösterir, izole hareketler ortaya çıkmaya baĢladıkça tersine spastisite azalır (16). Ġnmeli
bir kiĢide motor fonksiyonun serebral kontrolü ortadan kalkar ve spinal düzeydeki inhibisyon
azalır. Bunun sonucunda kiĢide kaba, iyi kontrol edilemeyen ve stereotipik karakter gösteren
ilkel fleksiyon ve ekstansiyon hareket modelleri oluĢur. Bunlara sinerji modelleri adı verilir
(Tablo 6) (41,43).
16
Tablo 6: Sinerji Modelleri (12,16)
Üst Ekstremite Alt ekstremite
FLEKSÖR SĠNERJĠLER
Omuz retraksiyonu Kalça fleksiyonu
Omuz abduksiyonu Kalça abduksiyonu
Omuz eksternal rotasyonu Kalça eksternal rotasyonu
Dirsek fleksiyonu Diz fleksiyonu
Önkol supinasyonu Ayak bileği eversiyonu
Bilek fleksiyonu Dorsal fleksiyon
Parmak fleksiyonu Parmak ekstansiyonu
EKSTANSÖR SĠNERJĠLER
Omuz protraksiyonu Kalça ekstansiyonu
Omuz abduksiyonu Kalça adduksiyonu
Dirsek ekstansiyonu Diz ekstansiyonu
Önkol pronasyonu Ayak bileği inversiyonu
Bilek ekstansiyonu Plantar fleksiyon
Parmak fleksiyonu Parmak fleksiyonu
Bobath’a göre iyileĢme evreleri; sinerjilerden bağımsız olarak 3 döneme ayrılmıĢtır.
Bunlar; flask devre, spastisite devresi ve kısmi iyileĢme devresi olarak üç döneme ayrılmıĢtır
(16). Bard ve Hirshburg hemiplejik kolda iyileĢmenin, motor fonksiyonların erken geliĢimine
bağlı olduğunu gözlemlemiĢlerdir.
Brunnstrom ise, Twitchell‟in çalıĢmasını esas alarak motor iyileĢme sürecini 6
evreye ayırmıĢtır (Tablo 7).
Tablo 7: Brunnstrom Evreleri (16)
EVRE ÖZELLĠKLER
Evre 1 Felçli taraf flask, aktif hareket yok.
Evre 2 Ġstemli harekete baĢlama çabasıyla veya assosiye reaksiyonlarla beraber zayıf
sinerji paternleri oluĢur. Spastisite geliĢmeye baĢlar.
Evre 3 Spastisite maksimuma ulaĢmıĢtır. Sinerji paternindeki tüm hareketler yapılabilir.
Evre 4 Spastisite azalır, sinerjiler dıĢında istemli bazı hareketler açığa çıkar.
Evre 5 Spastisite iyice azalır. Birçok kas aktivitesi sinerjilerden bağımsız ve izoledir.
Evre 6 Fazik ve iyi koordine edilebilen izole hareketler ortaya çıkar.
2.2. HEMİPLEJİ REHABİLİTASYONU
Ġnme nörolojik yetersizlik ve fonksiyonel özürlülük ile sonuçlanmaktadır ve hayatın
tüm alanlarını etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Rehabilitasyonun amacı inmeli
17
hastalarda fiziksel, fonksiyonel, psikolojik ve sosyal sağlık alanlarını içeren çok yönlü
yaklaĢımlarda bulunarak hayat kalitesini arttırmaktır. Ġnmenin akut döneminde tanı ve akut
medikal tedavilerin yanında rehabilitasyon aktiviteleri ikinci planda gibi görünse de;
rehabilitasyon programı, yoğun bakım döneminde baĢlatılmalı, rehabilitasyon potansiyelini ve
prognozu olumlu ya da olumsuz etkileyen faktörler göz önünde bulundurularak tedavinin
hedefleri önceden belirlenmeli ve ulaĢılabilecek en yüksek fonksiyonel seviye elde edilene
kadar da devam edilmelidir (16,44).
Rehabilitasyonda temel olarak konvansiyonel yöntemler, nörofizyolojik tedavi
yöntemleri, fonksiyonel elektriksel stimülasyon (FES), biofeedback teknikleri ve ortezlerin
kullanımından yararlanılır (12,16).
Hasta nörolojik ve tıbbi açıdan stabil hale geldiğinde immobilizasyon nedeniyle
oluĢabilecek komplikasyonları engellemek için, yatak içi, oturma ve transfer aktiviteleri
öğretilir. Taburculuk sonrası ise ev egzersiz programları ve mesleki rehabilitasyon
uygulanmalıdır.
Ġnmede motor geliĢim çoğu hastada belli bir sıra izler. En erken alt ekstremite
fonksiyonları düzelirken bunu üst ekstremite ve el fonksiyonları izler. Üst ekstremite
rehabilitasyonu alt ekstremite kadar baĢarılı değildir. Çünkü üst ekstremiteden beklenen
iĢlevler daha komplekstir.
2.3. HEMİPLEJİK ÜST EKSTREMİTENİN REHABİLİTASYONU
Ġnme sonrası üst ekstremite belli basamakları izleyerek iyileĢir. Brunnstrom hemiplejik
hasta üst ekstremite iyileĢmesini altı evreye ayırmıĢtır. Bu evreler kas tonusu ve ekstremite
sinerjilerine göre tanımlanmıĢtır. Üst ekstremite Brunnstrom evrelemesi aĢağıdaki gibidir
(45):
Evre 1: Tutulan taraf flask, hiçbir aktif hareket yok.
Evre 2: Spastisite geliĢmeye baĢlamıĢtır, zayıf sinerji paternleri ortaya çıkar.
18
Evre 3: Spastisite maksimumdur. Ġstemli hareket ile hasta elini ağzına, baĢına götürmeye
çalıĢır. Zorunlu sinerji paternleri ortaya çıkar.
Evre 4: Spastisite azalmaya baĢlar. Bu evrede dirsek ekstansiyonda iken omuz 90 derece
fleksiyona getirilir veya dirsek 90 derece fleksiyonda iken ön kola supinasyon ve pronasyon
yaptırılır.
Evre 5: Spastisite oldukça azalmıĢtır. Hasta tek tek eklem hareketlerini kontrol edebilir.
Dirsek ekstansiyonda iken omuza abduksiyon yaptırılır veya dirsek ekstansiyonda iken omuza
90 dereceden fazla fleksiyon yaptırılır ya da dirsek ekstansiyonda ve omuz 90 derece
fleksiyonda iken ön kola supinasyon yaptırılır.
Evre 6: Ġzole eklem hareketi serbestçe yapılabilir. Ancak hızlı hareketlerde spastisite
ortaya çıkar.
Üst ekstremite sinerji paternleri, inmede nörolojik iyileĢme mekanizmaları ve evreleri
bölümünde anlatıldığı gibi fleksör ve ekstansör sinerjilerdir ve genellikle üst ekstremitede
fleksör sinerjiler görülür.
Hemiplejik üst ekstremite rehabilitasyonun amacı komplikasyonları önleme ve
kaybolmuĢ motor-duyu denetimini iyileĢtirmektir (16). Üst ekstremite rehabilitasyonu alt
ekstremite rehabilitasyonuna göre daha az baĢarılıdır çünkü üst ekstremite daha iĢlevsel ve
daha kompleksdir (12). Akut dönemde, pozisyonlama teknikleri, pasif eklem hareketleri, hafif
germe egzersizleri uygulanarak kasta meydana gelebilecek spastisite veya rijiditenin kontrollü
bir Ģekilde oluĢması hedeflenir. Bu dönemde genellikle flask hemipleji görülür, özellikle
yatak pozisyonuna dikkat edilmelidir. Hastanın mobilizasyonu ve yatak aktviteleri esnasında
hemiplejik kolun traksiyonundan kaçınılmalı, üst ekstremitede oluĢabilecek kontraktürler
nedeniyle kol desteklenmeli veya omuz askısı kullanılmalıdır. Üst ekstremitede, kol
abduksiyonda ve hafif dıĢ rotasyonda, ön kol yarı fleksiyonda veya ekstansiyonda, el bileği
ekstansiyonda, parmaklar semifleksiyon pozisyonunda ayrıca elde oluĢabilecek ödemi
engellemek için el elevasyonda olmalıdır (46). Rehabilitasyonda konvansiyonel yöntemler,
nörofizyolojik tedavi yöntemleri, fonksiyonel elektrik stimulasyonu, biofeedback, kontrollü
olarak indüklenmiĢ hareket tedavisi ve ortezlerden faydalanılır. Bu yöntemler ;
19
2.3.1. Konvansiyonel Yöntemler:
Normal eklem hareket açıklığını korumaya, kas güçlendirmeye yönelik egzersizler,
denge ve mobilite egzersizleri, günlük yasam aktivitelerini geliĢtirici egzersizleri
içermektedir. Hastalara pasif veya aktif egzersiz programları uygulanır. Hemiplejik üst
ekstremiteye pasif eklem hareket açıklığı (EHA) egzersizleri, sağlam ekstremitelere aktif
yardımlı ya da aktif EHA egzersizleri uygulanır. Motor fonksiyon geliĢtikçe hemiplejik
ekstremiteye aktif egzersizler, koordinasyon, güçlendirme ve beceri egzersizleri eklenir (12).
2.3.2. Nörofizyolojik Tedavi Yöntemleri:
Amaç kaybedilmiĢ motor yeteneklerin yeniden kazanılmasıdır. Faslitasyon ve
inhibisyon yöntemleri ile nöromüsküler reedükasyon teknikleri ve terapötik egzersizler
kullanılır (16). Rehabilitasyonda kullanılan baĢlıca nörofizyolojik egzersizler Brunnstrom,
Bobath, proprioseptif nöromuskuler fasilitasyon (PNF), Rood, Margaret Johnstone, Todd-
Davies yöntemleridir.
Brunnstrom yöntemi: Pasif hareketlerle, izotonik ve izometrik egzersizler ve
resiprokal inhibisyon, Strümpel iĢareti, hemilateral ekstremite sinkinezisi, Reimste fenomeni,
Babinski refleksi, Von Bechterev manevrası, Sogues fenomeni, derin tendon refleksleri, tonik
boyun refleksleri ve labirent refleksi gibi çeĢitli refleksler kullanılarak fleksör ve ekstansör
sinerjiler ortaya çıkarılır. Daha sonra sinerjilerin hasta tarafından kontrolü sağlanır. Spastisite
azalınca sinerji paternleri kırılmaya ve basit hareketler komplike hareket paternlerine çevrilir
(45).
Bobath yöntemi: NörogeliĢimsel teknik adını da almaktadır. Bobath‟a göre olay
gerçek bir felç değildir. Duyu kusuru, spastisite, normal postural refleks mekanizmasının
bozukluğu ve selektif hareket paternlerinin kaybı normal motor güce engel olur ve prensip
olarak bu kayıpların yeniden kazanılması amaçlanmaktadır. Bu nedenle önce anormal patern
baskılanmalıdır. Hastalara refleks inhibe edici paternler öğretilir. Bu teknikte ekstremitelerin
ve gövdenin ayrı olarak çalıĢtırılmasındansa vücudun tamamının simetrik olarak çalıĢtırılması
prensibi benimsenmiĢtir (16, 45).
20
PNF yöntemi: Duyusal uyarılarla kas ve eklem reseptörleri uyarılarak hareket açığa
çıkarılmaya çalıĢılır. PNF yönteminde kas gruplarının kullanımı yerine hareketin fonksiyonel
paternleri kullanılır. Bu paternlerin hepsi spiral (rotatuar) ve diagonal (lineer) paternleri içerir.
Üst ekstremite icin üç diagonel hareket kalıbı, her bir diagonel hareketin de birbirinin
antagonisti olan iki komponenti vardır; fleksiyon-ekstansiyon, abduksiyon-adduksiyon, iç
rotasyon-dıĢ rotasyon. Üst ekstremitede dört temel hareket paterni vardır; fleksiyon-
abduksiyon-dıĢ rotasyon, fleksiyon-adduksiyon-dıĢ rotasyon, ekstansiyon-abduksiyon-iç
rotasyon ve ekstansiyon-adduksiyon-iç rotasyondur. Amaç paternlerin tüm eklem hareket
açıklığı boyunca ve koordineli olarak yapılması, diagonelin komponentlerinde bir kuvvet
dengesi elde edilmesidir (45).
Rood yöntemi: Sensoriyel uyarılar yardımıyla korteksteki duyu-motor
bağlantıların uyarılması esasına dayanır. Tonusu normal hale getirmek, amaca yönelik
hareketleri aktive etmek, postüral cevapları baĢlatmak ve daha ileri kontrol düzeylerine kas
tonusunda modifikasyonlar ve istemli motor aktivite oluĢturduğunu ileri süren bir metoddur.
Fırçalama ve buz ile deri reseptörlerinin uyarılması agonistleri fasilite, antagonistleri inhibe
eder. Eğer doğru uyarı doğru duyu reseptörlerine uygulanırsa motor yanıt önce refleks olarak
ortaya çıkacak ve bu yanıt hasta tarafından öğrenilerek normal hareket paternini oluĢturacaktır
(12,45,47).
Margaret Johnstone yöntemi: Normal geliĢimi esas olan bu tedavi yönteminde
refleks inhibitor paternler ve pozisyonlar kullanılarak denge, propriosepsiyon ve hareket
yeniden kazandırılmaya çalıĢılmaktadır. GeliĢim evrelerine uygun proksimalden distale doğru
eğitim verilmektedir. 1969 yılından itibaren ekstremiteler için transparan splintler kullanılarak
doğru postür öğretilmekte ve spastisite azaltılmaya çalıĢılmaktadır (44).
Todd-Davies yöntemi: Bu yöntemde bilateral hareketler ile normal denge
reaksiyonlarının açığa çıkartılması amaçlanmaktadır. Hareketlerde denge ve simetri ön plana
çıkmaktadır.
21
2.3.3. Fonksiyonel Elektriksel Stimülasyon (FES):
Fonksiyonel elektriksel stimülasyon (FES); kas gücünü arttırmak, aktif hareketleri
geliĢtirmek, spastisiteyi azaltmak, pozisyona bağlı geliĢen ödemi tedavi etmek, erken
dönemde proprioseptif eklem duyusunu kazandırmak amacıyla kullanılır. FES, tam paralizi
olmayan kaslarda hareketin daha kuvvetli ve dengeli açığa çıkartılmasını sağlamaktadır. Üst
ekstremiteye uygulanan FES tedavisinin omuz ağrısı ve subluksasyonu azalttığı, kol ve el
bileği ve parmak kaslarının daha güçlü kasılmasını sağlayarak üst ekstremitenin
fonksiyonelliğini arttırma yönünde de yararlı olmaktadır (48,49).
2.3.4. Biofeedback (BF) Teknikleri:
Görsel, duyusal ve iĢitsel ipuçları yoluyla otonomik fonksiyonlar ağrı ve motor
bozuklukların istemli olarak kontrol edilmesidir (16). Hemiplejik üst ekstremitede omuz
subluksasyonu ve yetersiz el fonksiyonlarında kullanılır (12).
2.3.5. Ortezler:
Üst ekstremitede spastisiteyi azaltmak ve deformiteleri önlemek için el-el bileği
istirahat ortezleri kullanılmaktadır. Alt ekstremitede ise ayak bileği-ayak ortezi ile yürümenin
salınım fazındaki oraklama azalır, düĢük ayak giderilir ve ayak bileğinin medial-lateral
stabilitesi sağlanır (12,16).
2.3.6. Kontrollü Olarak ĠndüklenmiĢ Hareket Tedavisi:
Özellikle üst ekstremite için kullanılır. Bu tedavide hastanın etkilenmemiĢ üst
ekstremitesinde omuz bir askı sistemi ile el hareketleri de bir eldiven ile engellenir. Etkilenen
üst ekstremitenin kullanılması amaçlanır tekrarlayıcı kullanıma zorlanır. Bu yöntem
insanlarda serebral plastisiteyi ve kortikal reorganizasyonu sağladığı gösterilmiĢ tek tedavi
Ģeklidir (50,51).
22
2.4. OMUZUN FONKSİYONEL ANATOMİSİ
Omuz eklem kompleksi insan vücudundaki en hareketli eklemdir ve omuz eklemi
(glenohumeral eklem) ile omuz kuĢağına katılan klavikula, skapula ve bunların oluĢturdukları
eklemleri içeren bir kompleksdir. Omuz eklem kompleksinin en önemli özelliği klavikula,
skapula, humerus ve toraks arasındaki dört bağımsız eklemden oluĢmasıdır (52).
Kompleksteki eklemler sternoklavikuler, akromioklavikuler, glenohumeral eklemler ve
gerçek bir eklem olmayan skapulotorasik eklemdir (53).
2.4.1. Omuz KavĢağı Kemik Yapısı
Omuz eklemi toraks ve sternum tarafından desteklenmekle birlikte, esas olarak
klavikula, skapula ve humerus arasındaki bir oluĢumdur (ġekil-1). Akromiyoklavikular
eklemle bir birine bağlanan klavikula ve skapula, bir çatı Ģeklinde gövde iskeletinin üst
kısmını örter. Bu bağlantı bölgesi aynı zamanda üst ekstremite ile gövde arasındaki kavĢak
noktasını oluĢturur. Bu kemik yapıların birbirleri ile ve gövde iskeleti ile iliĢkileri hem
ekstremitelerin hızlı, geniĢ açılı ve kompleks hareketleri yapabilmelerine izin verir, hem de
omuz kavĢağına binen mekanik yükleri gövde iskeleti üzerinde dağıtarak serviko-humeral
damar-sinir paketleri ve toraks içi vital yapıların korunmasını sağlar. Humerus üst
ekstremitenin en uzun ve en kalın kemiğidir; skapula, radius ve ulna ile eklem yapar. Skapula
üst bağlantı kemiklerinden dorsal tarafta olanıdır ve 2.-7. kaburgalar hizasındadır. Skapula
klavikula ve humerus ile eklem yapar. Klavikula yayvan bir S harfi Ģeklindedir, 1. kaburganın
hemen üzerinde ve horizontale yakın pozisyondadır. Sternum göğüs kafesinin ön duvarının
orta bölümünde bulunur, klavikula ile eklem yapar.
23
ġekil-1: Omuz eklemini oluĢturan kemikler
2.4.2. Omuz KavĢağı Eklemleri
Omuz kuĢağında biri fonksiyonel olmak üzere dört eklem vardır. Bu eklemler (ġekil
2):
1- Glenohumeral eklem
2- Akromioklavikuler eklem
3- Sternoklavikuler eklem
4- Skapulotorasik eklem
24
ġekil-2: Omuz kuĢağı eklemleri
Glenohumeral Eklem: Humerus baĢı ile glenoid fossa arasındadır. Humerus
baĢının % 30‟u glenoid ile eklemleĢme yaparken bu oran labrum sayesinde %75‟e çıkar.
Eklemin statik stabilitesi eklem kapsülü ve ligamanlarla, dinamik stabilitesi rotator manĢet
kaslarıyla sağlanır (54). Bu grupun en önemli kası da supraspinatusdur (55,56).
Glenohumeral eklem kapsülünün hacmi humerus baĢının yaklaĢık iki katı olup bu
durum glenohumeral ekleme geniĢ hareket açısı sağlar. Fakat aynı zamanda stabilitesinin
azalmasına yol açar. Eklem stabilitesi önden glenohumeral ligaman, üstten korakohumeral
ligaman ve arkadan rotator manĢet tendonları ile güçlendirilmiĢtir (57).
Akromioklavikular Eklem: Klavikulanın lateral ucu ile akromion arasında
oluĢan düz, sinovyal bir eklemdir (58). Eklem aradaki fibrokartilojenöz disk aracılığı ile ikiye
bölünmüĢtür. Eklem kapsülü üst, ön ve arka yüzde kalın, eklemin alt yüzünde ise incedir.
Omuz elevasyonunun ilk 20 derecesinde ve son 40 derecesinde klavikula ve akromion
arasında yukarı-aĢağı yönde yaklaĢık 20 derecelik rotasyon hareketi oluĢur.Akromioklavikular
eklemin ön-arka yöndeki stabilitesi akromioklavikular ligamanlar tarafından, yukarı-aĢağı
25
yöndeki stabilitesi ise korakoklavikular ligamanlar (trapezoid ve konoid ligaman) tarafından
sağlanır (59).
Sternoklavikular Eklem: Sternumun üst ucu ile klavikulanın proksimal ucu
arasında oluĢur. Üst ekstremite ile aksiyal sistem arasındaki tek eklemdir. Eklem yüzleri
arasında bulunan intraartiküler disk ve fibröz eklem kapsülü, anterior ve posterior
sternoklavikuler ligamanlar eklemin stabilitesine katkıda bulunur (60). Elevasyon ve
depresyon klavikula ile disk arasındaki eklemde oluĢurken, anteroposterior ve rotasyon
hareketi disk ile sternum arasında oluĢur. Anteroposterior yönde hareket ortalama 35 derece,
rotasyon hareketi ise 44-45 derecedir. Sternoklavikular eklemin elevasyonu 30-35 derecedir
ve bu hareketin çoğu kol elevasyonunun 30-90 derecesi arasında oluĢur (59).
Skapulotorasik Eklem: Gerçek bir eklem olmayıp fonksiyonel eklem olarak
ifade edilir. M.serratus anterior skapulanın medial kenarına yapıĢır ve skapulanın altından
geçerek ilk dokuz kaburganın ön dıĢ kenarında sonlanır. Skapulotorasik hareketin önemli bir
kısmı bu kasın fasyası ile toraksın fasyası arasında oluĢur. Üst ekstremitenin mobilite ve
stabilitesi için skapulotorasik eklemin normal fonksiyona sahip olması gerekir (55).
2.4.3. Omuz KavĢağı Kasları
Glenohumeral Kaslar:
a) Rotator ManĢet Kasları: Skapuladan kaynaklanan dört kastan oluĢan , eklem
kapsülü boyunca ilerleyip humerusun tuberkulum majus ve minusuna yapıĢma yerinde kapsül
lifleri ile karıĢıp tutunan bir komplekstir. Biceps-labral kompleks ve glenohumeral ligaman ile
birlikte omuz ekleminin hareket ve stabilitesinde önemli rol oynar (61). M.Supraspinatus,
m.infraspinatus, m.teres minör ve m.subskapularis kaslarından oluĢur.
M.Supraspinatus, skapulanın üst kısmında bulunur. Rotator manĢetin en önemli ve en
çok yaralanmaya maruz kalan kasıdır (62). Fossa supraspinatustan baĢlar ve korakoakromial
arkın altından geçerek tuberkulum majusa yapıĢır. Alt lifleri ile eklem kapsülü birbirinden
ayrılmaz. N.supraskapularis (C5-C6) ile uyarılır. Omuza abduksiyon yaptırır. Omuzun
elevasyon ile ilgili tüm hareketlerinde aktif rol oynar. Maksimum kasılmayı 30 derece
26
elevasyonda yapar (59). Glenohumeral eklem stabilizasyonunda önemli rol oynar. Üstte
subakromial bursa ve akromion, altta humerus baĢı ile çevrelendiği için tendon kompresyon
ve zedelenmelere maruz kalır. Özellikle 40 yaĢ üstü kiĢilerde supraspinatus tendonunun
yırtılma ihtimali artmaktadır (63).
ġekil-3: Rotator ManĢet Kasları
M.Ġnfraspinatus, omuzun en önemli dıĢ rotatorlerinden biridir. Eksternal rotasyonun
%60-90‟ı bu kas tarafından sağlanır (64). Tuberkulum majusun arkasına yapıĢır. Humerus
baĢı depresörüdür. Ġç rotasyon sırasında humerus baĢını sardığı için omuzu posterior
subluksasyona karĢı stabilize eder, omuz abduksiyon ve dıĢ rotasyonda iken ise omuzu arkaya
doğru çekerek anterior subluksasyonu önler. N.supraskapularis (C5-C6) ile uyarılır.
M.Teres minör, skapulanın lateral kenarının orta kısmından baĢlar, tuberkulum majus
arka alt kısmına yapıĢır. M.teres minörün alt kısmında posterior kapsül, üst yüzünde ise
deltoid yer alır. Aksiller sinirin posterior dalı (C5-C6) ile uyarılır. Omuzun dıĢ rotatorudur ve
anterior yöndeki stabilizasyonunda rol oynar (65).
M.Subskapularis, skapulanın ön yüzünde subskapular fossadan baĢlar, eklemin
önünden geçerek tuberkulum minusa yapıĢır. N.subskapularis (C5-C6) ile uyarılır. Omuza
internal rotasyon yaptırır ve alt lifleri yoluyla humerus baĢının depresörü olarak fonksiyon
görür. Özellikle omuzun anterior subluksasyonunda pasif stabilizatör olarak rol oynar (25,26).
27
0 derece abduksiyonda subskapularis kası tek baĢına öne dislokasyonu önlerken, 45 derece
abduksiyonda subskapularis, orta ve alt glenohumeral ligamanlar ile birlikte öne dislokasyonu
önler. 90 derece abduksiyonda ise primer önleyici alt glenohumeral ligamandır (53).
b) M.Deltoideus: Klavikulanın 1/3 lateralinden, akromiondan ve spina skapuladan
baĢlar. Proksimal humerusta deltoid tüberkülüne yapıĢır. Fonksiyonel olarak üç parçaya
ayrılır. En kuvvetli parçası orta deltoiddir ve omuza abduksiyon yaptırır. Anterior deltoid
fleksiyon yaptırır, ayrıca horizontal adduksiyon ve internal rotasyonda görev alır. Posterior
deltoid ekstansiyon ve horizontal abduksiyon yaptırır. Eksternal rotasyona da yardımcıdır.
N.aksillaris (C5-C6) ile inerve olur.
c) M.Teres major: Alt açıya yakın skapula dıĢ kenarından baĢlar, kolu önden
dolanarak tuberkulum minus altına yapıĢır. N.subskapularis (C5-C6) ile uyarılır. Kola
ekstansiyon ve adduksiyon yaptırır.
Skapulotorasik Kaslar:
a) M.Trapezius: Sırttaki en yüzeyel kastır. Üst bölüm lifleri protuberansia
occipitalis eksternadan baĢlayıp klavikula dıĢ parçasına yapıĢır. Orta bölüm lifleri 1.-5. torakal
vertebraların spinal çıkıntılarından akromiona ve alt bölüm lifleri de 6.-12. torakal vertebra
spinal çıkıntısından spina skapulaya uzanır. Sinirleri 11. kafa çifti olan aksesuar sinir ile C3-4
dallarıdır. Skapulanın toraks üzerinde yukarı rotasyonundan sorumludur. Üst bölüm lifleri
skapulaya elevasyon (yukarı doğru hareketi) – retraksiyon (arkaya doğru hareketi), orta bölüm
lifleri retraksiyon ve alt bölüm lifleri de depresyon (aĢağı doru hareketi) – retraksiyon yaparlar
(66).
b) Romboid kaslar: Romboid major T2-T5 vertebraların spinöz çıkıntılarından
baĢlayıp, romboid minörün yapıĢtığı yerin altından skapula medialine yapıĢır. Romboid
minör, C7-T1 vertebraların spinöz çıkıntılarından baĢlayıp, spina skapulanın tabanına yakın
olarak skapula medial kenarına yapıĢır. Dorsal skapuler sinir ile uyarılır. Skapular retraktör
olarak görev yapar, skapulanın elevasyonuna katılır (59).
28
c) M.Levator Skapula: Ġlk dört servikal vertebra transvers çıkıntılarından
baĢlayıp skapula üst köĢesinde sonlanır. Siniri dorsal skapular sinirdir(C3-4-5). Skapulayı
eleve eder ve romboid kaslara yardımcıdır (66).
d) M.Serratus Anterior: Ġlk 8 kostanın ön yüzünden baĢlar ve skapulanın kostal
yüzüne yapıĢır. Siniri uzun torasik sinirdir(C5-6-7). Skapulaya protraksiyon (öne doğru
hareketi) yaptırır. Trapez kası ile beraber skapulaya rotasyon yaptırır (66).
e) M.Pektoralis Minor: Pektoralis major kasının arkasında 3.-5. kostalardan
skapulanın korakoid çıkıntısına yapıĢır. Siniri medial pektoral sinirdir. Skapulaya
protraksiyon-depresyon yaptırır (66).
Multipl Eklem Kasları:
a) M.Biceps: Asıl fonksiyonu dirsek eklemindedir. Ġki orjinlidir. Uzun baĢı
glenoidin bisipital tüberkülünden ve labrum üst köĢesinden, kısa baĢı korokoid çıkıntıdan
baĢlar. Muskulokutanöz sinir ile uyarılır. Bicepsin uzun baĢının tendonu omuz eklem
kapsülünün içinden geçer ve omuz eklemi ile ilgili hastalıklarda olaya karıĢır. Omuzda
özellikle dıĢ rotasyonda humerus baĢı depresörü olarak görev yapar (59,62).
b) Pektoralis Major Kası: Klavikula iç yarısı, sternum ön yüzü ve karın kasları
ön duvarından baĢlar. Kendi etrafında dönüp tuberkulum majusa yapıĢır. Siniri lateral ve
medial pektoral sinirdir (C5-T1). Kolun en kuvvetli adduktörlerinden biridir. Klavikuler kısım
kola fleksiyon, sternal kısım ise kola iç rotasyon yaptırır (66, 67).
c) M.Latissimus Dorsi: Yedi ila onikinci torakal ve bütün lomber vertebraların
spinal çıkıntılarından, krista sakralis medianın üst, krista iliakanın arka parçasından ve 9.-12.
kaburgalardan baĢlar. Krista tuberkuli minorise yapıĢır. Siniri torakodorsal sinirdir (C6-7-8).
Omuzun adduksiyon, ekstansiyon ve iç rotasyonunda primer görev alır. Tırmanma ya da
barfiks çekmede önemli bir kastır (66,67).
29
2.4.4. Omuz KavĢağı Damar, Sinir ve Bursaları
Omuz ekleminin kanlanmasını sağlayan altı arter vardır. Bunlar anterior ve posterior
sirkumfleks humeral, supraskapular, torakoakromial, suprahumeral ve subskapular arterlerdir.
Omuz abdüksiyonda iken supraspinatus tendonundaki damarların tamamı dolar, addüksiyonda
ise tendonun yapıĢma yerindeki son 1 cm'lik bölüme kadar (kritik zon) kanlanır.
Omuzun sinirsel innervasyonu ise nervus aksillaris, nervus muskülokutaneus, nervus
subskapularis ve nervus supraskapularis sinirleri ile sağlanır. Aksiller sinir, humerus baĢı
kırıklarında hasar görebilir. Nervus supraskapularis, skapula süperiorundaki supraskapular
çentikten geçerek rotator kılıf kas grubuna lifler verir. Supraskapular sinir, supraskapular
olukta sıkıĢabilir. Bu sinirin blokajı, ağrılı omuzun konservatif tedavisinde yaygın olarak
kullanılmaktadır.
Omuzdaki bursaların en önemlileri subakromial ve subdeltoid bursalardır.
Subakromialbursa, omuz eklemi lateral yüzeyi, korakoakromial ark ve M. deltoideusun derin
yüzeyi arasında uzanır. Subakromial ve subdeltoid bursa olarak ayrılmakla birlikte çoğu kez
tek boĢluk olarak düĢünülür (68).
2.4.5. Omuz Eklemi Biyomekaniği ve Kas Kontrolü
Omuz eklemi kol ve gövde arasında oldukça mobil ve dinamik bir eklemdir. Eklemin
üç boyuttaki hareketi vücudun her bölgesine ulaĢabilmeyi sağlar. Omuz ekleminin istirahat
pozisyonu, kolun vücudun yanından sarktığı durumdur. Bu duruĢ erkeklerde +2.5 derece
abdüksiyon, -1 derece addüksiyon ve kadınlarda +5.2 derece abdüksiyon, +3.5 derece
addüksiyon Ģeklindedir (69).
Omuz kompleksinin hareketleri, glenohumeral eklem hareketleri ve skapula
hareketleri olmak üzere iki ana grupta toplanır.
1- Glenohumeral Eklem Hareketleri:
30
Elevasyon, internal ve eksternal rotasyon, horizontal fleksiyon ve ekstansiyon olarak
ele alınır.
Elevasyon: Teorik olarak vücut yanındaki kolun yukarı kaldırılması 180 derecelik
bir harekettir. Ancak erkeklerin %4‟ünde, kadınların ise %2‟inde mümkündür. Erkeklerde
ortalama değer 167 derece, kadınlarda ise 171 derecedir (69). Kolun elevasyonu kompleks bir
harekettir ve üç planda incelenmelidir.
a) Hareket düzlemi
b) Skapulo-humeral ritm
c) Rotasyon merkezi
Hareket düzlemi: Nötral elevasyon skapula düzleminde gerçekleĢir. Bu düzlem,
vücut düzlemi ile 30 derecelik açı yapar. Bu açı humerus baĢının 30 derece retroversiyonu ile
kompanse edilir (70).
Fleksiyon sagittal planda elevasyondur. Fleksiyonda humerus baĢı glenoide oblik
olarak durur. Ġnferior eklem kapsülü elevasyonda gerilir ve kendi üzerinde döner. Abdüksiyon
koronal planda elevasyondur. Bu hareketin yapılabilmesi dıĢ rotasyonla birlikte mümkündür.
Kol yana sarkıtılmıĢ, el ayası vücuda yapıĢmıĢ ve baĢ parmak önde olacak Ģekilde dururken
omuz abduksiyonu 180 derece olduğu halde, el ayası dıĢa, baĢ parmak arkaya bakacak Ģekilde
yani kol iç rotasyonda iken abduksiyon yapılırsa hareket 90 dereceden fazla yapılamaz. Buna
Codman paradoksu denir (69,70). Aksi halde büyük tüberkül akromionla sıkıĢmaya girer ve
hareketi engeller. DıĢ rotasyon ile büyük tüberkül akromiondan kaçar. Ancak yine de bu
aralık fazla değildir ve forniks yapı kalınlaĢması halinde sıkıĢma olabilir. Abduksiyonun
elevasyondan geniĢ bir hareket alanına sahip olması,skapular harekete bağlıdır.
Skapulo-humeral ritm: Total elevasyon glenohumeral eklem ve skapulotorasik
hareket kombinasyonu ile gerçekleĢir. Kabaca bu oran 2:1 dir. Yani her 3 derecelik
glenohumeral elevasyonun 2 derecesi glenohumeral eklemden, 1 derecesi skapulotorasik
artikülasyondan yapılır (ġekil-4). Fakat bu oran elevasyonun her derecesinde aynı değildir
(54). Glenohumeral eklem 60 derece fleksiyona ve 30 derece abdüksiyona geldikten sonra
skapula ve glenohumeral eklem hareketleri senkronize bir biçimde devam eder (71,72).
31
Skapular hareketin terminal ara denilen 120 derece ve üstünde çok yavaĢladığı ve kaybolduğu
görülür. Bu nedenle ‘ baĢ üzeri pozsiyonda’ akromionla humerus arasında potansiyel
sıkıĢma vardır (69).
ġekil-4: Skapulohumeral ritm sırasında skapula, humerus ve klavikulanın hareketi
Rotasyon merkezi: Humerus baĢı ile glenoid arasındaki hareket kayma ve
yuvarlanma kombinasyonu Ģeklindedir. Ġntraartiküler deplasman ilk 30 derece elevasyonda 3
mm dir. Bununla beraber yuvarlanma glenohumeral eklemin tek hareketi değildir. Aynı
zamanda eklemde kayma hareketi de olur. Ancak labrum humerus baĢını içerde tutarak
santralize eder ve kayma efektinin etkisini göstermesine engel olur (69). Ağrılı omuz
vakalarında, humerus baĢının hareketinin ve rotasyon merkezi değiĢmelerinin % 50 oranında
patalojik olarak bulunduğu bildirilmektedir.
Skapula daha kompleks hareketler yapmaktadır. Ġlk 60 dereceye kadar skapula yerinde
kalır ya da merkezini değiĢtirmeden minimal rotasyon yapar. Rotasyon merkezi 120 dereceye
kadar spina skapula üzerindeyken bu derecelerin üstünde glenoide doğru yer değiĢtirir.
Akromioklavikuler ve sternoklavikuler eklem hareketlerine bakıldığında bu hareket
düzleminin glenoide doğru yer değiĢtirdiği gözlenebilir. Akromioklavikuler eklem hareketi
özellikle 120˚ elevasyondan sonra artmaktadır. Klavikulanın üç boyutlu harekete izin vermesi
skapula rotasyonu ve kolun tam elevasyonu için Ģarttır (1).
Ġç ve dıĢ rotasyonlar, glenohumeral eklem hareketleri olup kapsülün laksisitesine ve
kolun durumuna bağlıdır. Maksimal rotasyon hareketi kol adduksiyonda iken yapılır. 180˚
olan bu hareketin % 60‟ı dıĢ rotasyondur. Kol 90˚ abduksiyona getirildiğinde bu hareket alanı
32
120˚ iner ve iç rotasyon hareketin daha fazlasını içerir. Maksimal elevasyon ya da
fleksiyonda, rotasyon mümkün değildir. Horizontal fleksiyon-ekstansiyon hareketi
180˚derece olup bu hareketin % 24‟ü horizontal ekstansiyondur. Hareket humerus baĢının
eklem yüzeyi ile sınırlıdır (69).
2- Skapulotorasik artikulasyon:
Levator skapula, üst, orta ve alt trapezius, rhomboid ve serratus anterior, skapulayı
kontrol eden fonksiyonel kaslardır. Bu kasların omuz hareketlerinde sinerjik aktiviteleri
mevcuttur. Ġstirahatte skapula kol ağırlığı ile normalde aĢağı doğru yönelir. Pasif ekstansiyonu
omuzun derin fasyası sağlar, aktif suspansiyon M. Levator skapula ve trapeziusun üst
bölümündedir. Skapulaya rotasyon yaptıran kaslar M. Trapezius ve M. Serratus anteriordur.
M. Levator skapula da bir miktar bu rotasyona katılır. Skapulanın aĢağı rotasyonu
abduksiyonu artırıcı bir etki yapar, ayrıca humerusun akromial ark altında sıkıĢmasını önler,
glenoidi humerus baĢının altına yerleĢtirir ve deltoid liflerinin humerus ile olan uzaklığını
korumaya çalıĢarak etkisinin düĢmesini önler. Maksimum skapula rotasyonu trapezius ve
serratus kaslarının birlikte çalıĢması ile mümkündür. Skapula abduksiyonu orta trapezius ve
romboid kaslar yardımıyla gerçekleĢir, M. Latissimus dorsi abduksiyona belli oranda katılır.
Ayrıca skapulanın öne abduksiyonu ve depresyonu mevcuttur. Özellikle skapulanın
depresyonu ile omuzlar gövdeye yaklaĢtırılır ve stabilize edilir. Serratus anterior, alt trapezius,
sternal pektoralis majör ve latissimus dorsi kasları bu hareketi gerçekleĢtirilir. Bu sayede
bütün vücut ağırlığı taĢınabilir.
Omuz Ekleminde Etkili Kuvvetler
Glenohumeral eklem ağırlık taĢımayan bir eklem olarak kabul edilmesine rağmen
günlük aktiviteler sırasında yüklenmeye maruz kalır (74). Ġki kas grubu kolun hareketi
esnasında ekleme kompresyon ve makaslama kuvvetleri bindirir. Bu kas grupları deltoid ve
rotator manĢet kaslarıdır(69). Glenohumeral eklemdeki güç çiftleri transvers planda ön rotator
kaf (subskapular kas) ile arka rotator kaf (infraspinatus ile teres minor kası)‟dır. Koronal
düzlemde ise deltoid kası ile alt rotator kaf (infraspinatus ve teres minor kası) kuvvet çiftidir.
Bu kuvvet çiftleri birbirine eĢit ve zıt yönlere hareket uygulayarak glenohumeral eklemde
dengeli bir hareket oluĢtururlar(73).
33
ġekil-5: Kuvvet çiftleri
Skapulotorasik eklemdeki güç çiftleri ise serratus anterior kası ile trapez kasının üst
lifleridir. Bu kaslardaki zayıflık skapulahumeral ritmi bozarak sıkıĢmaya neden olabilir (73).
2.5. HEMİPLEJİK OMUZ AĞRISI NEDENLERİ ve TEDAVİ
YÖNTEMLERİ
Omuz ağrısı ve hareket kısıtlılığı hemiplejik hastalarda sık karĢılaĢılan ve üst
ekstremite rehabilitasyonunu etkileyen önemli bir problemdir. Hemiplejik omuz ağrısı (HOA)
sıklığının %16-84 arasında değiĢmekte olduğu bilinmektedir (23).
Hemiplejik hastalarda görülen omuz ağrısının primer sebebi belirlenememiĢtir.
Omuzun kompleks yapısı nedeniyle HOA nedenleri multifaktöryeldir ve her zaman tek baĢına
bir neden izole etmek zordur (76).
HOA, inmeyi takiben sıklıkla ilk hafta belirse de, ilk yıl içinde herhangi bir zamanda
geliĢebilir (77). Nörolojik hasara bağlı olarak oluĢan immobilizasyon ve kas tonusu
değiĢiklikleri ve uygun olmayan egzersiz, pozisyonlama, hasta taĢınması sırasında eklem ve
eklem cevresindeki yumuĢak dokuların hasar görmesi HOA‟na neden olan faktörlerdir
(46,78).
HOA nedenleri arasında glenohumeral eklem subluksasyonu, rotator manĢon yırtığı,
adeziv kapsülit, subakromiyal sıkıĢma sendromu, kompleks rejyonel ağrı sendromu (KRAS),
brakiyal pleksus yaralanmaları, heterotopik ossifikasyon ve talamik ağrı bulunmaktadır (16).
34
2.5.1. Glenohumeral Subluksasyon
Glenohumeral subluksasyon inmeli hastalarda omuz ağrısının sık görülen
nedenlerinden biri olup, sıklığı % 17-64 arasındadır (16). Glenohumeral eklem, vücutta en
fazla hareket geniĢliğine sahip olan, aynı zamanda instabilitesi sık görülen büyük bir
eklemdir. Omuz subluksasyonu glenohumeral stabiliteyi sağlayan mekanik faktörlerin
bozulması neticesinde geliĢirken, duyusal kayıpların bulunması subluksasyon geliĢimini
kolaylaĢtırabilmektedir.
Glenoid fossa açısı, skapulanın kostalar üzerindeki desteği, humerus baĢına yapıĢan
supraspinatus kasının durumu, eklem kapsülünün üst bölümünün desteği, humerusun hafif
olarak abduksiyonu, deltoid ve rotator kaslarının kontraksiyonu gelenohumeral eklem
stabilitesini sağlayan biyomekanik faktörlerdir (12). Bu faktörlerden birindeki bozukluk
eklemin subluksasyonuna neden olur.
Ġnme nedeniyle supraspinatus, deltoid kaslarının flask olması ve humerusun
abduksiyonunda bu kasların kontraksiyon kaybı ile aktivitelerini kaybetmesi ve eklem
kapsülünün desteğinin kaybı inmede glenohumeral subluksasyonun ortaya çıkmasında en
önemli etmenlerdir. Flask dönemde skapulanın aĢağı rotasyonu sonucu glenoid kavite ile
sagittal düzlem arasındaki açının azalmasıyla humerusun stabilitesi bozulur. Spastik dönemde
ise latissimus dorsi ve romboid kasların güçlü aĢağı çekmesi skapulanın aĢağı rotasyonuna ve
depresyonuna neden olur. Her iki durum da glenoid fossanın eğimini değĢtirerek
subluksasyona yol açabilir (79,80,81,82).
Hemiplejik hastalarda en sık inferior subluksasyon görülür. Daha az oranlarda anterior
ve superior subluksasyonlar geliĢir. Ġnferior subluksasyonda humerus baĢında inferior
desteğin kaybolması ile humerus glenoid fossanın labrumundan kayar (11,81). Hemiplejide
omuz ağrısı ile subluksasyon arasındaki iliĢki de tartıĢmalıdır. Bazı klinik araĢtırmalar
subluksasyon ile ağrı arasında korelasyon saptarken bazı araĢtırmalarda korelasyon
saptanmamıĢtır (46).
35
Subluksasyon tanısı klinik özelliklerle konulur ve radyografik ölçümlerle
derecelendirilir. Klinik olarak tutulan tarafta humerus baĢı ile akromion arasındaki boĢluk
palpasyonla sağlam taraftakinden daha belirgindir. Radyolojik olarak grafiler 45 derece oblik
pozisyonda ve kol desteklenmemiĢ iken çekilir ve değerlendirilir(12). Klinik ve radyolojik
tanı kriterlerindeki hata payları ve inmenin geliĢimi ile inceleme zamanına kadar geçen
sürenin değiĢimi sonucu insidans farkları doğmaktadır.
Glenohumeral subluksasyonun önlenmesinde flask dönemde pozisyonlama önem taĢır.
Omuz abduksiyon, dıĢ rotasyonda ve elevasyonda tutulmalıdır. Yardımlı transfeler sırasında
kola zarar verilmemesi gerekir. Hasta oturmaya baĢladığı andan itibaren tekerlekli iskemleye
eklenen ön kol desteği ve kucak tahtaları kullanılır. Kolun desteklenmesi için çeĢitli omuz
askıları önerilir. Omuz askılarının kullanımı ise halen tartıĢmalıdır (82).
Bazı araĢtırmacılar omuz askılarının subluksasyonu önlemediğini aksine arttırdığını,
kolu fleksiyon pozisyonunda tutarak fleksör sinerjiyi desteklediğini ve ekstansiyonu
önlediğini düĢünmektedirler. Ayrıca psikolojik ve fizyolojik olarak vücut imajının olumsuz
etkilendiği, transferlerde denge sorunu yarattığı ve yürüme modelinin kol komponentini de
bozduğu ileri sürülmüĢtür. Omuz askılarının rutin kullanımı önerilmese de inmeli hastanın üst
ekstremitesini travmalardan koruması kullanımlarını savunulabilir kılmaktadır (83). Ancak
fonksiyonel düzelme ve redüksiyonu sağlayabilecek kas tonusu geliĢtiğinde askı kullanımı
sonlandırılmalıdır.
Subluksasyon bulunan hastada spastisite geliĢmeye baĢladığında, fizyoterapi
programları sırasında omuz depresörleri ve internal rotator kaslarda spastisiteyi azaltıcı tüm
önlemler alınmalı, uygun germe ve terapi teknikleri uygulanmalıdır. Spastisite, primer
önlemler ve germe egzersizleri ile kontrol edilemezse subskapular kasa yönelik intramuskuler
fenol nörolizi veya botulinum toksini enjeksiyonundan faydalanılabilir.
Omuz subluksasyonunun tedavisinde bir baĢka yaklaĢım fonksiyonel elektriksel
stimülasyon (FES) uygulamalarıdır. Chantraine ve arkadaĢlarının yaptıkları bir çalıĢmada,
FES uygulanan grupta subluksasyon ve ağrıda kontrol grubuna göre anlamlı düzelme
saptanmıĢtır (48). Ayrıca EMG BF ile trapez üst ve deltoid ön lifleri kuvvetlendirilerek omuz
subluksasyonu azaltılır ve omuz EHA arttırılır(15).
36
2.5.2. Rotator ManĢon Yırtıkları
Ġnmeli hastalarda rotator kılıf yırtığı sıklığı % 33-40 civarındadır. Hemipljik tarafta
%40, karĢı tarafta %16 oranındadır. Rotator kafın üst bölümü süreğen sıkıĢma, iskemi ya da
travmayla karĢı karĢıya kalır. Bu durumlar rotator kaf yırtıklarına yol açabilir. Ġhmal
sendromu ve yaĢlanmanın getirdiği dejeneratif değiĢiklikler de riski artırır. Klinik olarak
geceleri artan omuz ağrısı, kas gücü yeterli olmasına karĢın kolun abduksiyon yapamaması ve
tendon yapıĢma yerinde palpasyonla ağrı vardır. Yırtıklar tam veya kısmi olabilir. Kısmi
yırtıkların tanısı daha güçtür. Kesin tanı artrografi, ultrasonografi ve MRG ile konur. Birçok
çalıĢmada parsiyel ve komplet tüm rüptürler için MRG‟nin sensitivitesi ve spesifitesi ve
doğruluğu %85-90 civarındadır (84) (ġekil-10). Pozisyonlama korunmada önemlidir.
Tedavide amaç ağrıyı azaltmak ve EHA‟nı korumaktır. Medikal olarak non-steroid
antiinflamatuar ilaçlar (NSAĠĠ), fizik tedavi modalitelerinden ise TENS ve ultrason
uygulanabilir. Aktif, pasif EHA egzersizleri yapılabilir. Konservatif tedavi yetersiz kalırsa
cerrahi giriĢim yararlı olabilir fakat inmeden sonraki 6 ay önerilmez (12,85,86).
2.5.3. Adeziv Kapsülit
Duplay periartriti ya da donuk omuz olarak da adlandırılır. Ġnmeli hastaların %
54.6‟sında artrografik olarak gösterilmiĢtir. Yapılan çalıĢmalarda bu oran % 56-77 olarak
bildirilmiĢtir (87). Hemiplejik hastalarda görülen adeziv kapsülitin nedeni tam olarak
bilinmemekle beraber paralizi, subluksasyon, yumuĢak doku sıkıĢması ve bilinçsiz yaptırılan
üst ekstremite egzersizlerinin neden olduğu düĢünülmektedir (88).
Adeziv kapsülit, klinik olarak ağrı ile baĢlayan, omuz ekleminin bütün yönlere olan
aktif ve pasif hareketlerinde kısıtlılığa yol açan bir sendromdur. Fizik muayenede omuz
ekleminin tüm yönlere olan hareketleri aktif ve pasif olarak kısıtlı ve hassas bulunur.
Glenohumeral eklem kısıtlılığına bağlı olarak normal skapulotorasik oran bozulur.
Glenohumeral eklemde palpasyonla diffüz hassasiyet saptanır.
Hemiplejik omuzda donuk omuz tanısı en iyi artrografi ile ortaya konmasına karĢın
kullanımı sınırlı olduğundan klinik tanı ön planda tutulur. Omuz radyografileri hareketsizliğe
bağlı hafif osteopeni dıĢında genellikle normaldir (89). Klinik olarak Rizk kriterlerine göre;
37
1-Pasif kombine abduksiyon hareketinin 100 dereceden az olması
2-DıĢ rotasyonun 50 dereceden az olması
3-Ġç rotasyonun 70 dereceden az olması
4-Fleksiyonun 140 dereceden az olması adeziv kapsülit tanısı koydurur.
Hastalığın doğal seyri 3 evreden oluĢmaktadır (60,72):
Evre 1- Ağrılı faz: Ağrının Ģiddetli olduğu ve omuz hareketlerinde kısıtlılığın yavaĢ yavaĢ
baĢladığı evredir. Ġstirahatte ve gece ağrı artar. kas spazmı geliĢir ve bu fazın sonuna doğru
hareket kısıtlılığı belirginleĢir. YaklaĢık 3-8 ay sürer.
Evre 2- Adeziv faz: Ağrı bu fazda azalır, fakat eklem hareket kısıtlılığı giderek artar. 4-6
ay sürer.
Evre 3- Rezolüsyon fazı: Ağrı azalır, eklem hareketleri yavaĢ ve dereceli bir Ģekilde
düzelmeye baĢlar. Tüm hastalık dönemi 1-3 yıl sürebilir.
Adeziv kapsülitte tedavinin amacı ağrının kontrolü ve eklem hareket açıklığının
kazanılmasıdır. Ağrının giderilmesi için NSAĠĠ, analjezikler, ısı modaliteleri ve TENS
kullanılabilir. Eklem kapsülü kontraktürünü gidermek için pasif germe egzersizleri uygulanır.
Hemiplejik hastada erken dönemde omuzu koruma ve pozisyonlama önemlidir. Pasif EHA
egzersizlerine bir an önce baĢlanmalıdır. Tonus artıĢı; masaj, buz, cihazlama, elektrik
stimulasyonu, antispastik ilaçlar ve lokal tonus artıĢı varsa Botulinum toksin-A ile kontrol
edilebilir. Donuk omuz geliĢmiĢse tedavi planı, uygun pozisyonlama, destekleme, analjezik ve
spazmolitik ajanları içerir. Tedaviye dirençli olgularda, yaklaĢık 25-30 cc‟lik lokal anestezik,
kortizon ve serum fizyolojik karıĢımının maksimum basınçla kapsül içine verilmesinin
ardından özelikle abduksiyon ve dıĢa rotasyon egzersizleri tam açıklığında yapılmaya
çalıĢılmalıdır (86,90). Lokal enjeksiyonlar özellikle glenohumeral enflamasyon düĢünülen
durumlarda tercih edilmelidir (91).
38
2.5.4. Subakromiyal SıkıĢma Sendromu (SSS)
Ġmpingement sendromu olarak da adlandırılır. Subakromiyal sıkıĢma sendromu,
humerus baĢı ile üzerinde bulunan akromiyon, korakoakromiyal ligaman ve korakoid
çıkıntının oluĢturduğu korakoakromiyal ark arasındaki yumuĢak dokuların, supraspinatus
tendonu ve subakromiyal bursanın sıkıĢması ve inflamasyonu ile oluĢur. Subakromiyal aralığı
daraltan yapısal ve fonksiyonel nedenler SSS‟ na yol açar.
Ġnmede dıĢ rotatorlarda kuvvetsizlik veya iç rotatorlardaki tonus artıĢına bağlı olarak
geliĢir. Kolun dıĢ rotasyonunun kaybı neticesinde tuberkulum majorun akromiyon altından
kayması mümkün olmaz ve rotator kaslarda sıkıĢma veya yırtılma meydana gelebilir. Ayrıca
subluksasyon geliĢimi ve motor kontrol disfonksiyonu, normal skapulohumeral hareketin
yapılmasını önler ve sıkıĢma sendromu riskini artırır (92). Kontrolsuz EHA egzersizleri ve baĢ
üstü makara egzersizleri de sıkıĢma sendromu oluĢturabilir (78).
SSS‟nda en yaygın semptom ağrıdır ve sıklıkla omzun anterior yüzüne lokalizedir.
Ağrı gece istirahatte artar. Kol elevasyonun 60-120 derece arası ağrılıdır, buna ağrılı ark denir
(93). Hastalar omuz hareketleri sırasında kas spazmı ve tutukluk hissinden yakınırlar. Fizik
muayenede Neer ve Hawkins subakromiyal sıkıĢma testleri (ġekil-6) pozitif bulunur.
ġekil-6: Neer ve Hawkins testleri
Kesin tanı için subakromiyal enjeksiyon testi uygulanır. Subakromiyal aralığa 3-5 ml
% 1‟lik lidokain enjeksiyonu yapılır. Birkaç dakika bekledikten sonra sıkıĢtırma manevraları
39
tekrarlanır. Ağrının en az % 50 azalması teĢhis için değerlidir (ġekil-7) (53). Tanıda ayrıca
radyografi, ultrasonografi, artrografi ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) yardımcıdır
(72).
ġekil-7: Subakromiyal enjeksiyon testi
SSS‟unun 3 evresi bulunur:
Evre 1- Ödem ve hemoraji (supraspinatus tendonu ve subakromiyal bursada)
Evre 2- Fibrozis ve tendinit (supraspinatus tendonunda kalınlaĢma ve kısmi rüptür)
Evre 3- Kemik ve tendon lezyonları (tendonda tam rüptür olabilir)
SıkıĢma sendromu tedavisinde NSAĠĠ, subakromiyal bursaya steroid enjeksiyonu, akut
dönemde soğuk uygulama, akut dönem geçtikten sonra özellikle egzersizlerden önce kas
gevĢemesi ve analjezik etki için yüzeyel sıcak uygulama, ağrı kontrolü icin transkutanöz
elektriksel sinir stimulasyonu (TENS) ve interferansiyel akımlar, termal etki sağlayan fizik
tedavi modalitelerinden ultrason kullanılabilir. Lokal steroid enjeksiyonları yaĢlı hastalarda
rotator kaf yırtığı olduğunda bile enflamasyonu azaltabilir. Enjeksiyon sırasında aseptik
tekniklere uyulmalı, enjeksiyon subakromiyal aralığa yapılmalı, tendon icine enjeksiyondan
kaçınmak icin dirence karĢı mayiyi enjekte etmeye çalıĢılmamalıdır. Enjeksiyonlar bir yıl
içinde üçten fazla yapılmamalı ve iki enjeksiyon arası en az 6 hafta süre bırakılmalıdır (94).
40
Glenohumeral eklem kontraktür geliĢimine çok yatkın olması nedeniyle egzersizlere
erkenden baĢlamak gerekir. Akut olgularda yerçekimi ile yardımlı olarak yapılan sarkaç
egzersizleri (codman) önerilir.
Hastanın Ģikayetleri kontrol altına alınır ve iyileĢme görülürse, germe ve kas gücüne
göre kuvvetlendirme egzersizleri uygulanır. Normal pasif eklem hareket açıklığı
kazanıldığında veya çok yaklaĢıldığında rototor cuff kaslarını kuvvetlendirmek için internal
ve eksternal rotasyon egzersizlerine baĢlanır. Ayrıca omuza normal esnekliğini kazandırmak
için her yönde germe egzersizlerinin yapılması gerekir. Skapular kaslar da
kuvvetlendirilmelidir. Yüksek tekrarlı ve düĢük dirençli egzersizler uygulanır. Hareketler
sadece horizontal yani 90 derece fleksiyon ve abduksiyonun altında yaptırılmalıdır. Altı hafta
süreyle bu egzersizlere devam edilirken kolu baĢın üzerine çıkmasına zorlayan tüm aktiviteler
kısıtlanır. Aktif EHA egzersizleri yapılırken kolun öne fleksiyonu skapulanın öne doğru
hareketi ile kombine edilmemelidir. Çünkü bu durum uygun olmayan skapulohumeral ritm ile
sonuçlanır. Skapulanın geriye ve yukarı rotasyonu ile yapılan hareketler seçilmelidir.
Özellikle pasif abduksiyon sıkıĢmayı arttıracağından fonksiyonel ağrısız abduksiyon
korunmalıdır (80). Semptomlar belirgin olarak azalırsa horizontal seviyenin üzerinde dikkatli
ve hafif bir Ģekilde rehabilitasyon çalıĢmalarına baĢlanabilir. Spor ve kolun kaldırılmasını
gerektiren aktiviteler tedavinin baĢlangıçından 3-6 ay sonra verilebilir. Hemiplejik hastalarda
fonksiyonel olarak omuzda fleksiyon 100, abduksiyon 90, dıĢ rotasyon 30 ve iç rotasyon 70
dereceye ulaĢmalıdır. Ġnmede spontan iyileĢme 6 aya kadar sürdüğü için, operasyon 6 aydan
önce yapılmamalıdır (95).
2.5.5. Kompleks Rejyonel Ağrı Sendromu (KRAS)
KRAS ya da diğer adıyla omuz-el sendromu, hemiplejide sık görülen ve iyi
tanımlanmıĢ bir fenomendir. Ġnmedeki sıklığı % 12-25 olarak bildirilmektedir (96,97).
Genellikle inmedn sonra 1-4. aylar arasında geliĢir. RSDS, inmede özellikle istirahat
sırasındaki ağrılı omuz nedenlerindendir.
Ġnme sonrası sempatik efferent postganglion aksonlarla duyu liflerinin iletiĢiminin
bozulması KRAS oluĢumunda ana etkendir. Sempatik hiperaktivite vardır ve
mekanoreseptorler sempatik lifler aracılığıyla surekli uyarılır. Bir baĢka teoride omuz el
41
pompası teorisidir. Buna gore omuz ve el hareketlerinin yapılmaması omuz ve elde venoz ve
lenfatik staza, odeme, metabolik artıkların atılamamasına ve sonucta ağrıya neden olur
(90,98,99,100). Omuz subluksasyonu, erken dönemde üst ekstremite kuvvetsizliği, spastisite,
ihmal ve görme alanı bozuklukları RSDS geliĢimi için risk faktörleridir. Üst ekstremite
travmaları da tetikleyici rol oynayabilir. Tipik klinik semptomları; özellikle abduksiyon,
fleksiyon ve dıĢ rotasyonda daha belirgin olmak üzere omuz aktif ve pasif hareketlerinde ağrı
ve lokalize duyarlılık, el sırtında ödemle birlikte el bilek ekstansiyonunda Ģiddetli ağrı ve elin
derin palpasyonunda duyarlılıktır. Parmakların orta derecede fuziform ödemi ile birlikte
metakarpofalangeal ve proksimal interfalangeal eklemlerin fleksiyonunda Ģiddetli ağrı
görülür. Ortaya çıkan vazomotor ve distrofik değiĢiklikler ile ödem, sinir iletimini
etkileyebilir. Erken tanınması, bu sorunun çözümünde önem taĢır.
Klinik tanı kriterlerini taĢıyan hastalarda tanı kolaydır. Tanıya katkıda bulunabilecek
görüntüleme yöntemlerinden de faydalanılır. Radyografilerde RSDS iliĢkili osteoporoz
değerlendirilirken inmeli hastalarda kemik mineral yoğunluğunun ilk 1 ay içinde azalmaya
baĢladığı dikkate alınmalıdır. Bu nedenle sintigrafik tetkiklerden yaralanılabilir. Üç fazlı
sintigrafide etkilenen taraftaki kan akımının artmasına bağlı kemik fazı artmıĢtır. Sintigrafi
erken tanıda değerlidir. Ayrıca deri ısısındaki değiĢimleri goösteren termografi de tanıda
değerli bir yöntemdir. Tedavide uygulanan sempatik blokaj testleri tanı için de kullanılır.
Sempatik blokaj ile ağrıda ve otonomik disfonksiyonda düzelme görülmesi tanıya yardımcıdır
(100, 101).
Hemipleji, myokard infarktüsü gibi önceden var olan primer patolojinin ve lezyonun
tedavisi ve erken mobilizasyon RSD‟den korunmada önemlidir. Ancak RSD sendromu
kliniğinin yerleĢtiği hastalarda fizik tedavi ve aktif rehabilitasyon ile birlikte oral ilaç tedavisi
ve lokal sempatik blok uygulamaları yapılır. RSD tedavisinde ekstremitenin sürekli
elevasyonu, aktif-pasif egzersizler, çeĢitli fizik tedavi teknikleri, lokal sempatik blokaj, lokal
veya sistemik kortikosteroidler (30-60 mg prednisolon 4-6 hafta), alfa ve beta blokerler,
vazodilatatörler, NSAĠĠ‟lar, antikonvülzanlar (karbamazapin, gabapentin), trisiklik
antidepresanlar (amitriptilin 25 mg/gün) ve kalsitonin (100 ĠU/gün,4 gün/hafta, im, 4-6 hafta)
gibi çok çeĢitli tedaviler birlikte çeĢitli kombinasyonlar ile uygulanabilir. Bu tedavilere
yanıtsız olan veya geçici yanıt gösteren olgularda cerrahi sempatektomi endikasyon kazanır.
42
2.5.6. Brakiyal Pleksus Yaralanmaları
Ġnmede brakiyal pleksus yaralanmaları etkilenen üst ekstremitenin yanlıĢ
pozisyonlanması, agresif rehabilitasyon ve transfer tekniklerine bağlı traksiyon yaralanmaları
sonucu ortaya çıktığı bildirilmiĢtir. Periferik sinir lezyonları da bu nedenlerle ortaya çıkabilir.
Flask inmeli omuzun subluksasyonu da pleksusu proksimaline, aksiller sinire, supraskapular,
radial veya muskulokutanöz sinire traksiyon etkisi oluĢturabilir.
Ġnmeli üst ekstremitede fonksiyonel iyileĢmenin seyri atipikse, trunkus ve kord
dağılım alanını ilgilendiren tarzda duyu kaybı, derin tendon reflekslerinde azalma, atrofi ve
fokal kuvvet kaybı saptanmıĢsa brakiyal pleksus lezyonundan Ģüphe edilerek elektrofizyolojik
tetkik yapılmalıdır.
Elektromyografi (EMG) bulgusu olarak ilgili sinir alanında spontan aktivite saptanır.
Fakat Kingery ve arkadaĢlarının çalıĢmasına göre üst ekstremitesinde spontan aktivite
belirlenen hastaların yaklaĢık %70‟nde alt ekstremitede de benzeri bulgular saptanmıĢtır.
Çünkü kortikal lezyonlara bağlı yaygın motor aksonal dejenerasyon pleksus yaralanma
bulgularıyla karıĢabilir. Bu yüzden EMG ile hemiplejik hastalarda pleksus yaralanması tanısı
koymak zordur ve bu hastalarda brakiyal pleksus yaralanması tanısı için klinik bulgular
elektodiagnostik çalıĢmalardan daha önemlidir. Üst trunkus lezyonları daha sık görülür ve
daha iyi prognozu vardır (103).
Brakiyal pleksus yaralanmaları rehabilitasyon programını olumsuz etkileyen ve uzatan
üst ekstremite komplikasyonlarından biridir. Önlemede rehabilitasyon ekibinin felçli
ekstremiteye uygun bir Ģekilde davranma konusunda eğitilmesi önemlidir ( 43,88). Tedavi
uygun pozisyonlama ve EHA egzersizlerinden oluĢur. Omuz 45 derece abduksiyonda
splintleme onerilir. Motor fonksiyonlar geri dönünce aktif egzersizler yapılır (77,86).
2.5.7. Heterotopik Ossifikasyon
Heterotopik ossifikasyon HOA‟na nadiren neden olur. En sık yerleĢim yerleri kalça,
dirsek ve diz eklemi çevresidir. Nadiren, olumsuz fonksiyonel sonuçlara yol açar. Patogenezi
net değildir; lokal metabolik, vasküler ve biyokimyasal faktörlerin mezenĢimal hücrelerde
43
oluĢturdukları metaplastik değiĢimlerden kaynaklanabileceği düĢünülmektedir. Tedavisinde
EHA egzersizleri, NSAĠĠ‟lar ve disodyum etidronat kullanımı önerilmektedir (12,16).
2.5.8. Talamik Ağrı
Hemiplejik hastalarda talamik infarkt ve serebral pedikül infarktına bağlı ortaya çıkar.
YaklaĢık insidansı bir çalıĢmaya göre %8 olarak bulunmuĢtur. Ağrı inmeden haftalar-aylar
sonra, genellikle yavaĢ ancak giderek artan Ģiddette olmak üzere hemiparetik/plejik
ekstremitelerde ortaya çıkar (104,105). Nadiren dil, yüz (cheri-oral dağılım), toraks ve hatta iç
organlarda da ağrı geliĢebilir. Bazı olgularda ağrı ekstremitenin bir parçasına sınırlı kalabilir.
Hemiplejik ekstremitede tek taraflı yanıcı tipte sürekli ağrı vardır ancak ağrı hastalar
tarafından çok farklı Ģekillerde hissedilebilir. Allodini, hiperaljezi, hipoestezi, dizestezi eĢlik
edebilir. Emosyonel değiĢikler, ısı ve TENS ağrıyı arttırabilir. Belirgin proprioseptif duyu
kaybı genellikle vardır. Bu sendroma anksiyete ve depresyon eĢlik eder. Medikal tedavide
amitriptilin gibi trisiklik antidepresanlar ve fenotiyazinler kullanılır ayrıca karbamazepin veya
difenilhidantoin de faydalı olabilir (106,107).
2.6. LOKAL KORTİKOSTEROİD TEDAVİSİ
Steroid hormonlar, adrenal korteksten hipofiz ön lobundan salgılanan ACTH
kontrolünde salgılanan hormonlar ve bunların sentez suretiyle yapılan aynı yapıdaki
analoglarıdır.Adrenal korteksten salgılanan bu hormonlar üç grupta toplanır:
1- Glukokortikoidler
2- Mineralokortikoidler
3- Androjenik steroidler
Bunlardan glukokortikoidler ve mineralokortikoidler kortikosteroid hormonlar
Ģeklinde ortak bir adla adlandırılırlar (108,109). Kortikosteroidler vücutta 2 Ģekilde etki
gösterir; inflamatuar cevabı baskılar (glukokortikoidler) ve su-tuz dengesini düzenler
(mineralokortikoidler). Kas-eklem hastalıklarında daha çok glukokortikoidler tercih edilir.
Kortikosteroidler etki mekanizmalarındaki farklara göre ikiye ayrılır (Tablo7).
44
Glukokortikoid etki Mineralokortikoid etki
Fludrokortizon (+) (++++)
Kortizon (++) (+++)
Hidrokortizon (+++) (++)
Prednisolon (++++) (+)
Metilprednisolon (++++) (+)
Triamsinolon (++++) (+)
Beklometazon (++++) (+)
Tablo 7: Kortikosteroidlerin Etki Mekanizması
Glukokortikoidlerin fizyolojik olarak karbonhidrat, protein, yağ ve pürin
metabolizmaları ile su-elektrolit homeostazı, kardiovasküler sistem, sinir sistemi, böbrek
fonksiyonları, kemik ve kaslar üzerinde çeĢitli etkileri vardır. Bunların yanında çok önemli bir
özellikleri de antienflamatuar ve immunsupressif etkilerinin oluĢudur.Bu etkileri büyük
oranda lökositlerin fonksiyonlarını inhibe etmelerine dayanır. Antienflamatur etkinlikte rol
oynayan mekanizmalar Ģu Ģekilde açıklanabilir:
1-Nötrofil lökositlerin ve monositik makrofajların olay yerine migrasyonunu önler,
2-Aktive edilmiĢ lenfositlerden salgılanan ve inflamasyon oluĢmasında önemli rol
oynayan migrasyonu inhibe edici faktörün makrofajları etkilemesini önler,
3-TNF(Tümör nekrozis faktör) ve IL-1( interlökin-1) sentezini inhibe eder,
4-Fosfolipaz A2 enzimini inhibe eden lipokortin sentezini indükleyerek araĢidonik
asit yapımını ve dolayısı ile lökotrien ve protoglandin oluĢumunu engeller
(109, 110).
Glukokortikoidler oral, intramuskuler, intravenöz, topikal, inhaler ve lokal enjeksiyon
Ģeklinde uygulanabilirler. Burada kortikosteroidlerin lokal etkileri üzerinde durulacaktır.
Lokal tedavide ilaç direkt olarak eklem içine ya da bursa, tendon kılıfı veya entezislere
yapılır. Lokal tedavi için uzun etkili depo glukokortikoidlerin mikrokristal solüsyonları
kullanılır. Çözünürlüğü düĢük olan preparatlar uzun etkili antienflamatuar etki oluĢtururken,
çözünürlüğü yüksek preparatlar geçici iyilik oluĢtururlar. Enjeksiyon tam kavite içine
45
yapılamamıĢsa, deri altına infiltre edilmiĢ ise lokal deri nekrozlarına neden olabilir. Bu
nedenle de diğer yumuĢak doku bölgelerinde kullanımı tercih edilmez (111).
Ülkemizde kullanılan baĢlıca lokal enjeksiyon preparatları; betametazon disodyum
fosfat ve asetat (3 mg/ml), deksametazon sodyum fosfat (4 mg/ml), metilprednisolon asetat
(40 mg/ml), prednisolon (25 mg/ml) ve triamsinolon asetonid (40 mg/ml)dir. Asetat ve
asetonid içeren preparatların etkisi 24-48 saat sonra baĢlar, haftalar-aylar sürer. Fosfat
deriveleri, daha hızlı etki gösterir ve terapötik etki 24-48 saat sürer. Betametazon disodyum
fosfat ve asetat gibi bazı preparatlar kısa ve uzun etkili bir kombinasyon içerir (112).
Günümüzde intraartiküler enjeksiyonda en uygun seçenek olarak Triamcinolone hexasetonide
gösterilmektedir (111,113). Ancak bu ilaç ülkemizde bulunmamaktadır. Bu seçimin nedeni
çözünürlüğünün en az olması ve uzun zaman etkili olmasıdır. Bu gruptan çözünürlüğü az olan
diğer bir ilaç Triamcinolone asetoniddir. Betamethasone sodium phosphat, bunlara yakın
etkiye sahip bir baĢka glukokortikoiddir. Metil prednizolonun depo formları ise bunlara oranla
daha kolay çözünebilmektedir.
Eklem büyüklüğü değiĢtikce uygulanacak kortikosteroid dozu da değiĢir. Diz ve omuz
gibi büyük eklemlere 1-2 ml; el bileği ve dirsek gibi orta büyüklükte eklemlere 0,5-1 ml;
interfalangial ve metakarpofalangeal gibi küçük eklemlere de 0,1-0,5 ml uygulanır. Bursa gibi
yumuĢak dokulara 0,5-1,5 ml, tendonlara ise 0,25-1 ml arasında uygulanır (114).
Lokal kortikosteroidler, enflamasyonlu eklem sayısı çok az ise (veya bir tane ise) veya
sistemik kortikosteroidlere rağmen inatçı enflamasyon olan bir eklem var ise, sistemik
kortikosteroid tedavisi kontrendike ise, mobilizasyonu korumak ya da deformiteyei önlemede,
hızlı analjezi sağlamada ve bursit, tenosinovit, tetik noktalar, tuzak nöropatileri gibi yumuĢak
doku romatizmaları varsa endikedir (112).
Eklem içi ve çevresinde ya da yumuĢak doku çevresinde lokal enfeksiyon varlığı,
enjekte edilen maddeye karĢı bilinen hipersensitivite, intraartriküler kırık ve eklem
instabilitesi, periartriküler osteopeni ve atrofi varlığı, kanama diatezi ve pıhtılaĢma
bozuklukları, daha önceki enjeksiyona yanıtsızlık ve psikolojik faktörlerin varlığı lokal
enjeksiyon tedavisi için kontrendikasyon oluĢturur (112).
Enjeksiyon yaparken dikkat edilmesi gerekenler Ģunlardır:
46
- Asepsi kurallarına uyulmalıdır.
- Tendona, periosta, cilt altına ve damar içine ilaç vermemeye dikkat edilmelidir.
- Acil durumlara karĢı enjeksiyon odasında havayolu, oksijen maskesi, ambu,
adrenalin (1:1000‟lik), serum fizyolojik bulunmalıdır.
- Lokal enjeksiyondan sonra uygulama yapılan bölge 24 saat istirahatte tutulmalı,
ağır aktivite ve egzersizden kaçınılmalıdır.
- Aynı bölgeye bir yıl içinde enjeksiyonlar arasında en az 2-6 hafta ara olmak üzere
üçten fazla enjeksiyondan kaçınılmalıdır (112,113,114).
Lokal kortikosteroid kullanımında sistemik kullanımdaki kadar olmasa da potansiyel
yan etkiler görülmektedir. Bu yan etkiler:
- Mikroorganizmaların enjektör ile sürüklenmesi veya yerel bir enfeksiyonun
alevlenmesi
- Kıkırdak zedelenmesi (mekanik yolla (iğne ucu) olabileceği gibi kondroitin sülfat
sentezinin engellenmesi ile biyokimyasal yolla da olabilir.
- Tendon rüptürü
- Yabancı cisim reaksiyonu
- YumuĢak doku atrofisi
- Aseptik kemik nekrozu
- Sistemik yan etkiler (115).
Enjeksiyondan önce, lokal anestezi sağlayabilmek için, yüzde 1‟lik lidokain veya
yüzde 0.25 den 0.50 ye kadar bupivakain subkutan olarak enjekte edilebilir. Gerçek eklem
veya yumuĢak doku enjeksiyonu icin, kortikosteroid preperatıyla, bir lokal anestezik
genellikle karıĢtırılır. Bu geçici analjezi, ilacın doğru hedefe gittiğinden emin olunmasını, ve
enjekte edildiği bölgede daha iyi difüzyonla sonuçlanacak kristalin solüsyonun dilue olmasını
sağlar ve yumuĢak doku atrofisini önler.
Lokal anestezikler sinir iletimini geri dönüĢümlü olarak bloke ederler. Klinikte lokal
anestetik olarak kullanılanlar esterler ya da amidlerdir. Lokal anesteziklerin blok yapan diğer
ajanlardan temel farkı blokajın geri dönüĢümlü olması ve sinir lifi veya hücresinde hiçbir
hasar oluĢturmamasıdır. Bu ilaçların primer etkisi periferik sinirde eksitasyon - iletim
mekanizmasını inhibe etmektir. Lokal anestezik olarak lidokain veya prilokain sıklıkla
kullanılır. Bu iki preparat yaklaĢık 1-2 dakika içinde etkisini gösterir ve etkisi 1 saat kadar
47
sürer. Bupivakain ise 30 dakika da etki gösterir fakat etki süresi 8 saate yakındır (112,116).
Anestezik dozu fleksör tendon kılıfı (tetik parmak) için 0.25ml‟den, büyük eklemler için 5-
8ml‟ye kadar değiĢir. Seyrek olarak, kızarma, ĢiĢme, göğüs ve karın rahatsızlığı, baĢ dönmesi
gibi anestezik toksitesi bulguları gösterebilir. Bu bulguların ortaya çıkması enjeksiyon
sonrası, 20-30 dakika gibi bir süre alabilir. Bu sebeple, alerjik reaksiyonlar gözlemlenebilmesi
için, hastalar enjeksiyon sonrası en az 30 dakika gözetim altında tutulmalıdır.
Omuza uygulamalar intraartiküler olarak glenohumeral ekleme, akromioklavikular
ekleme, sternoklavikuler ekleme uygulanır. Ekstraartiküler olarak sıkıĢma sedromu tanı ve
tedavisinde subakromiyal bursaya, supraspinatus-infraspinatus tendinitinde, subskapuler
bursit ve tendinitinde, bisipital tendinitte uygulanır (114).
Glenohumeral eklem enjeksiyonunda major endikasyonlar; adeziv kapsülit,
osteoartrit, romatoid artrit ve ankilozan spondilittir. Anterior , posterior ve superior
yaklaĢımla enjeksiyon yapılabilir. Hasta oturur pozisyonda , kolu yanda rahat Ģekilde
sarkarken ve omuz dıĢ rotasyonda ekleme daha kolay ulaĢılabilir. Enjeksiyon öncesi palpe
edilmesi gereken yapılara humerus baĢı , korakoid proses ve akromion dahildir.
Anterior YaklaĢım: Ġğne ucu (ġekil-8) hemen humerus baĢı mediali ve korakoid
prosesin 1cm lateralinde yerleĢtirilmelidir. Ġğne posteriora ve hafifçe superior ve laterale
doğru yönlendirilir. Ġğne kemiğe denk geldiğinde , geri çekilmeli ve yeniden hafifçe farklı
açıda yönlendirilmelidir.
48
ġekil-8: (Sol) Glenohumeral ekleme anterior yaklaĢım. (Sağ) Glenohumeral ekleme
posterior yaklaĢım.
Posterior YaklaĢım: Ġğne ucu (ġekil-13) akromionun posterolateral köĢesinin 2-3
cm inferiorundan sokulmalı ve anteriora korakoid proses yönünde ilerletilmelidir. Diğer
enjeksiyonlarda olduğu gibi, damar içine girilmediğini teyit etmek için aspirasyon
yapılmalıdır. Enjeksiyon yavaĢ yavaĢ ama uygun basınçta yapılmalıdır.
Subakromiyal enjeksiyon, genellikle subakromiyal sıkıĢma sendromu tanı ve
tedavisinde kullanılır. Özellikle evre 1 ve 2 SSS‟nda etkilidir (117).
ġekil-9: Subakromiyal boĢluğa posterolateral yaklaĢım.
Enjeksiyonun doğru pozisyona yapıldığından emin olmak için, anatominin iyi
anlaĢılması gerekmektedir. Amaç kortizonu akromionun altından ve rotator cuff üstünden,
bursa içerisine enjekte etmektir. Bu alan oldukça geniĢ bir alandır. Bu alana ulaĢmayı
kolaylaĢtırmak için hasta dik oturtulmalıdır. Böylece kolun ağırlığı subakromial boĢluğu daha
da fazla geniĢletecektir. Subakromial boĢluğa, doktorun kendini en rahat hissettiği poziyona
bağlı olmak kaydıyla anterolateral veya posterolateral (ġekil-9) yönden ulaĢmak mümkündür.
49
Ġğne doğru pozisyonda iken Ģırınganın pompasına basılır. Sıvı subakromial boĢluğa kolaylıkla
girmelidir. Herhangi bir direnç anında durulur ve enjektörün pozisyonu düzeltilerek tekrar
enjeksiyon yapılır (114).
ÇalıĢmalar, lokal steroid enjeksiyondan sonra omuz rotator manĢet kaslarında en az 14
gün süreyle kaydadeğer bir zayıflık ortaya çıkabileceğini göstermiĢtir. Ek incinmeleri
önlemek için, enjeksiyonu takiben en az iki hafta boyunca ilgili güçlendirme programlarının
ygulanmasından kaçınılması gerekir. Her bir enjeksiyon en az iki ya da üç ay ara ile
gerçekleĢtirilmek kaydıyla, maksimum üç enjeksiyon tavsiye edilmektedir (118).
BÖLÜM 3 - MATERYAL ve METOD
Prospektif ve randomize olarak yaptığımız çalıĢmaya Mayıs 2008 - Haziran 2009
tarihleri arasında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon
Kliniği‟ne omuz ağrısı ile baĢvuran 19 kadın, 11 erkek olmak üzere toplam 30 hemiplejik
hasta dahil edildi.
ÇalıĢmaya alınan hastalara çalıĢmanın amacı, süresi, uygulama Ģekli, olası yan etkiler
ve karĢılaĢılabilecek problemler hakkında bilgi verildi. AraĢtırma için Atatürk Üniversitesi
Tıp Fakültesi etik kurulundan onay alındı.
ÇalıĢmaya alınma kriterleri; 20-75 yaĢ arası olmak, geçirilmiĢ iskemik ya da
hemorajik strok olması, strok atağının üzerinden en az 8 hafta geçmesi ve klinik bulgular ve
testler sonucu sıkıĢma sendromu ya da adeziv kapsülit saptanması.
ÇalıĢmaya alınmama kriterleri; hasta bilincinin kapalı olması, çift taraflı hemipleji ya
da daha önce strok öyküsü olması, daha önce omuz travması ya da omuz bölgesi cerrahisi
öyküsü bulunması, hastanın son 6 ay içinde etkilenen taraf omuz için fizik tedavi almıĢ olması
ya da etkilenen omuza steroid enjeksiyonu yapılmıĢ olması, omuz grafisine göre ileri derece
subluksasyonu (3. derece) ya da dislokasyonu (4. derece) ya da heterotopik ossifikasyonu
bulunması, omuz ağrısı ile beraber yayılan yanıcı karakterde el ve kol ağrısı olması, KRAS
tanısı almıĢ olması, elde ödem bulunması, eklem içi ve çevresinde enfeksiyon ya da atrofi
olması ve omuz çevresi enflamatuar artritinin bulunması.
50
Hastalarda subluksasyon radyografik değerlendirme ile dıĢlandı. Subluksasyon
radyografik derecelendirmesi:
Grade 0: Normal. Glenoid fossanın eğimi humeral baĢınkine paraleldir.
Grade 1: V Ģeklinde. Glenoid fossanın kurvaturu, humeral baĢ ile karĢılıklı ancak superior
intraartriküler boĢlukta V Ģelinde bir geniĢleme mevcut.
Grade 2: Orta düzeyde subluksasyon. Humeral baĢın inferiora subluksasyonu mevcut ama
humerus baĢı glenoid fossanın en alt ve en üst kenarlarını birleĢtiren çizginin ortasından, buna
dik olarak çizilen çizginin üstündedir.
Grade 3: Ġleri düzeyde subluksasyon. Humerus baĢı bu hattın hizasında veya daha
aĢağısındadır.
Grade 4: Dislokasyon. Humerus baĢının en üst kenarı, glenoid fossanın en alt kenarı hizasında
ya da daha aĢağısındadır.
Hastalar kliniğe yatırılarak rehabilitasyon programına alındılar. Değerlendirme
formları ile hastaların yaĢ, cinsiyet, meslek, medeni hali, öğrenim durumu, dominant eli,
hemiplejik tarafı, sistemik hastalığı, lezyon etyolojisi, hastalık süresi, omuz ağrısının süresi
sorgulandı.
Omuz ağrısı Ģikayeti ile kliniğimize baĢvuran inme geçirmiĢ hastalarda omuz ağrısına
neden olabilecek diğer hastalıkların ayırt edilmesi için anamnez, rutin biokimya tetkikleri ile
omuz AP ve aksiller grafileri alındı. Ayrıntılı fizik muayeneleri yapıldı. Özellikle kas gücü ve
spastisite değerlendirmesi sonrası aktif ve pasif eklem hareket açıklıkları, klinik tanı
testlerinden Neer testi, Hawkins testi, horizontal adduksiyon testi, ağrılı ark testi, düĢük kol
testi, Yergason testi, Speed testi, Jobe testi (supraspinatus testi) yapılıp, supraspinatus ve
büyük tüberositas hassasiyeti, akromiyoklavikuler eklem hassasiyeti, biceps tendon
hassasiyeti, subakromiyal krepitasyon, skarlar, atrofi, deformiteler değerlendirildi.
SıkıĢma testleri pozitif olan hastalarda, subakromiyal aralığa %1 lik lidokain 10 ml
verilerek subakromiyal sıkıĢma enjeksiyon testi yapıldı. Bu test ile ağrısı büyük oranda geçen,
aktif ve pasif hareket açıklığında düzelme olan hastalarda subakromiyal sıkıĢma sendromu
tanısı teyit edildi. Pasif EHA kısıtlığı bulunan hastalar ise Rizk kriterlerine göre
değerlendirildi ve adeziv kapsülit tanısı bu kriterlere göre kondu.
51
Hastalar tedavi öncesi (T1), tedavi programının 1. haftasında (T2) ve tedavinin
bitiminden sonraki 4. haftada (T3) olmak üzere toplam üç kez değerlendirildi. Klinik
değerlendirmede hastaların omuz EHA ölçümleri derecesi, ağrıları için istirahat-aktivite- gece
vizuel analog skala (VAS) skorları, kas gücü değerlendirmesi için motor-manuel kas testi,
motor geliĢim değerlendirmesi için Brunnstrom üst ekstremite evrelemesi ve tonus
değerlendirmesi için üst ekstremite modifiye Ashworth skalası kullanıldı. Fonksiyonel
değerlendirmede fonksiyonel bağımsızlık ölçeği (FIM) kullanıldı.
1- Aktif Eklem Hareket Açıklığı: Hastaların omuz abduksiyon, fleksiyon, iç ve
dıĢ rotasyon hareket açıklığı sırt üstü yatarken gonyometri ile ölçüldü. Rotasyonlar omuz 90
derece abduksiyonda ve kol yanda iken değerlendirildi.
2- Ağrı: Ġstirahat,aktivite ve gece ağrısı VAS (visüel analog skala) ile
değerlendirildi. Bunun için 10 cm uzunluğunda bir doğru çizilip, bu doğru birer cm
aralıklarla numaralandırıldı. 0:ağrısız ve 10:en Ģiddetli ağrı olduğu anlatılıp, hastanın
ağrısına karĢılık gelen değeri skala üzerinde iĢaretlemesi istendi.
0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 ağrısız en Ģiddetli ağrı
VAS
3-Kas Gücü: Omuz abduksiyon, fleksiyon, iç ve dıĢ rotasyon kas güçleri 5
üzerinden yapılan manuel kas kuvveti derecelendirilmesi ile değerlendirildi (119,120).
5 Normal : Maksimum dirence karĢı tam eklem hareketini tamamlayabilme
4 Ġyi : Orta derecede dirence ve yerçekimine karĢı tam eklem hareketini
tamamlayabilme
3 Orta : Yerçekimine karĢı tam eklem hareketini tamamlayabilme
2 Zayıf : Yerçekimi ortadan kaldırıldığında tam eklem hareketini tamamlayabilme
1 Eser : Hafif kasılma bulguları olmakla birlikte hiçbir eklem hareketi bulunmaması
0 Sıfır : Hiçbir kasılma palpe edilmemesi
4- Nörofizyolojik Değerlendirme: Brunnstrom üst ekstremite iyileĢme
evrelemesi kullanıldı (16).
52
Evre 1: Aktif hareket yok
Evre 2: Hafif spastisite, zayıf fleksör-ekstansör sinerjiler
Evre 3: Belirgin spastisite, sinerjiler belirgin
Evre 4: Sinerjiler dıĢında özgün hareketlerin baĢlangıcı
Evre 5: Spastisite azalır, çoğu kas aktivitesi sinerjilerden bağımsız ve özgündür
Evre 6: Fazik ve iyi koordine edilen izole hareketler yapılır.
5-Tonus Değerlendirmesi: Modifiye Ashworth skalası kullanılarak üst
ekstremite tonus değerlendirmesi yapıldı (121).
Evre 0: Normal
Evre 1: Tonusta hafif artma. Pasif hareket sırasında hafif çekme sonrasında bırakma
biçiminde ya da sadece EHA sonunda hissedilen direnç artıĢı vardır.
Evre 2: Tonusta hafif artma. Pasif hareket sırasında çekme biçiminde hissedilen direnç, kalan
EHA boyunca hissedilir.
Evre 3: Tonusta daha belirgin artma. EHA boyunca hissedilen dirence rağmen ekstremite
kolayca hareket ettirilebilir
Evre 4: Tonusta belirgin artma. EHA boyunca pasif eklem hareketi güçtür.
Evre 5: Tonusta Ģiddetli artma. Ekstremite fleksiyon ya da ekstansiyonda katı durumdadır.
6- Fonksiyonel Değerlendirme: Fonksiyonel değerlendirme için fonksiyonel
bağımsızlık ölçeği (FIM) kullanıldı. FIM ölçeğinin FIM motor ve FIM kognitif bölümleri
vardır. FIM motor kendine bakım, sfinkter kontrolü, mobilite ve lokomosyon; FIM kognitif
ise anlama, ifade, sosyal iletiĢim, problem çözme ve hafıza bölümlerinden oluĢmaktadır.
Puanlama 1-7 arasında yapılmaktadır. 7 puan olgunun tamamen bağımsız olduğu durumda 1
puan ise tam bağımlılık durumunda verilmektedir. 91 puan FIM motor, 35 puan FIM kognitif
için olmak üzere maksimum skor 126‟dır (122) (Ek: 1).
Tedavi Protokolü
ÇalıĢmamızda hastalar randomize olarak enjeksiyon ve kontrol grubu olmak üzere iki
gruba ayrıldı. Her iki grup da 15 kiĢiden oluĢturuldu. Grup 1‟e lokal steroid enjeksiyonu,fizik
tedavi modaliteleri (HP, US, TENS) ve egzersiz tedavisi, grup 2‟ye ise sadece fizik tedavi
53
modaliteleri ve egzersiz tedavisi uygulandı. Hastaların rehabilitasyon programları herbir hasta
için aynı fizyoterapist tarafından 3 hafta boyunca haftanın beĢ günü olmak üzere toplam 15
seans uygulandı.
Lokal kortikosteroid uygulaması tedavinin baĢlamasından iki gün önce uygulandı.
Hastalara iki gün boyunca egzersiz yaptırılmadı. Lokal kortikosteroid olarak 1 ml
triamsinolon asetonid (Kenacort-A 40 mg/ml) ve lokal anestezik olarak 5 ml lidokain HCL
(+) epinefrin (jetokain 2 ml amp) kullanıldı. Enjeksiyon grubunda subakromiyal ĢıkıĢma
klinik testleri ve enjeksiyon testine göre SSS tanısı alan 3 hastaya posterolateral yaklaĢımla
subakromiyal alana, Rizk kriterlerine (87) göre adeziv kapsülit tanısı alan 12 hastaya ise
posterior yaklaĢımla intraartriküler enjeksiyon yapıldı.
Her iki gruptaki hastalara haftanın 5 günü 20 dakika HP, 10 dakika 0,5 watt/cm²‟den
1 MHZ frekansta devamlı ve sirküler tarzda US ve 30 dakika,konvansiyonel yöntemle, 4
elektrod ile transartriküler TENS uygulandı. Hastalara hergün fizik tedavi modalitelerinin
ardından egzersiz programı uygulandı.
Tonus artıĢı saptanan tüm hastalara tonus artıĢının durumuna göre doz ayarlaması
yapılarak tizanidin 6 mg baĢlandı. Tüm hastalara 15 mg/gün meloksikam verildi. Üst
ekstremitesi flask olan hastalarda yatak içi pozisyonlama uygulandı ve omuz askısı kullanıldı.
Ġstatistiksel Analiz
Ġstatistiksel değerlendirmede "SPSS for Windows (Version 11.5)" bilgisayar paket
programı kullanıldı. Her bir değerlendirme parametresinin tedavi öncesi ve takip eden izleme
periyodları sırasındaki değerleri kaydedilerek alınan sonuçlar grupların kendi içlerinde ve
gruplar arasında karĢılaĢtırıldı. Bu karĢılaĢtırmalarda Student T-Test ve Ki-Kare analizi
kullanıldı. Gruplar-zaman etkileĢiminin değerlendirmesinde ise iki yönlü varyans analizi
uygulandı. Sonuçların değerlendirilmesinde p<0,05 anlamlı olarak kabul edildi.
54
BÖLÜM 4 - BULGULAR ve SONUÇLAR
ÇalıĢmaya SSS ve adeziv kapsülit nedeniyle hemiplejik omuz ağrısı olan 30 hasta
dahil edildi. Hastalar enjeksiyon grubu (1. grup) ve kontrol grubu (2. grup) olmak üzere iki
gruba ayrıldı ve randomize olarak her iki gruba 15‟er hasta dahil edildi.
Enjeksiyon grubundaki hastaların 8‟i kadın, 7‟si erkek, kontrol grubundaki hastaların
ise 9‟u kadın, 6‟sı erkekti. Her iki grup arasında cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı
fark bulunmadı (p > 0,05) (Tablo 1).
Tablo 1. Grupların cinsiyete göre dağılımı
Grup 1 Grup 2
Cinsiyet
n (%)
Kadın 8 (% 53,3) 9 (% 60,0)
Erkek 7 (% 46,7) 6 (%40)
χ²: 0,136, (p > 0,05)
Grupların yaĢ, hastalık süresi ve omuz ağrısı süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark yoktu (p > 0,05) (Tablo2).
Tablo 2. Grupların yaĢ, hastalık süresi ve omuz ağrısı sürelerine göre dağılımı
Grup 1 Grup 2 t
p > 0,05 YaĢ 62,07 ± 8,940 62,33 ± 7,537 0,088
Hastalık süresi 7,07 ± 2,463 8,07 ± 2,712 1,057
Omuz ağrısı süresi 4,73 ± 1,534 5,13 ± 1,552 0,710
Grupların medeni hal ve öğrenim durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
yoktu (p > 0,05) (Tablo 3).
55
Tablo3. Grupların medeni hal ve öğrenim durumuna göre dağılımı
Grup 1 Grup 2
Medeni Durum
n (%)
Evli 10 (%66,7) 11 (%73,3)
Bekar 5 (%33,3) 4 (%26,7)
Öğrenim Durumu
n (%)
Okur-yazar değil 6 (%40) 7 (%46,6)
Okur-yazar 3 (%20) 2 (%13,3)
Ġlkokul 3 (%20) 2 (%13,3)
Ortaokul 0 (%0) 0 (%0)
Lise 3 (%20) 2 (%13,3)
Yüksekokul 0 (%0) 1 (%6,6)
χ²: 0,159, (p > 0,05)
Grupların dominant taraf, paralitik taraf ve etyolojileri arasında anlamlı fark yoktu (p
> 0,05) (Tablo 4).
Tablo 4. Grupların dominant taraf, paralitik taraf ve etyolojiye göre dağılımı
Grup 1 Grup 2
Dominant Taraf *
n (%)
Sağ 14 (%93,3) 15 (%100)
Sol 1 (%6,7) 0 (%0)
Paralitik Taraf **
n (%)
Sağ 5 (%33,3) 4 (%26,7)
Sol 10 (%66,7) 11 (%73,3)
Etyoloji ***
n (%)
Ġnfarkt 9 (%60) 11 (%73,3)
Hemoraji 5 (%33,3) 4 (%26,7)
Laküner infarkt 1 (%6,7) 0 (%0)
* χ²: 1,034 (p > 0,05)
** χ²: 0,159 (p > 0,05)
*** χ²: 1,311 (p > 0,05)
Her iki gruptaki hastalar risk faktörleri,depresyon ve eĢlik eden patoloji varlığı
açısından değerlendirildi. Gruplar arasında bu parametreler açısından istatistiksel olarak
anlamlı fark saptanmadı (p > 0,05) (Tablo 5).
Tablo 5. grupların risk faktörü, depresyon ve eĢlik eden patoloji yönünden dağılımları
Grup 1 Grup 2
Risk Faktörü * Var 13 (% 86,7) 12 (% 83,3)
Yok 2 (% 13,3) 3 (% 16,7)
Depresyon ** Var 11 (% 73,3) 9 (% 60,0)
Yok 4 (% 26,7) 6 (% 40,0)
EĢlik Eden
Patoloji***
Var 6 (% 40,0) 7 (% 46,7)
Yok 9 (% 60,0) 8 (% 53,3)
* χ²: 0,240 (p > 0,05)
** χ²: 0,600 (p > 0,05)
*** χ²: 0,136 (p > 0,05)
56
Gruplar arasında vertikal subluksasyonu esas alan sisteme göre omuz grafilerinde
subluksasyon açısından anlamlı fark yoktu (p > 0,05) (Tablo 6).
Tablo 6. Grupların omuz grafilerine göre subluksasyon dağılımları
Omuz Grafisi
(Vertikal
subluksasyon
derecesi)
Grup 1 Grup 2
0 10 (% 66,6) 11 (% 73,3)
1 4 (% 26,6) 3 (% 20)
2 1 85 6,79 1 (% 6,7)
χ²: 0,190, (p > 0,05)
Tedavi öncesi (T1) omuz pasif gonyometrik ölçümlerine göre her iki grup arasında
fleksiyon, abduksiyon, iç rotasyon açısından anlamlı fark yoktu (p > 0,05), ancak dıĢ rotasyon
gruplar arasında anlamlı olarak farklıydı (p<0,05) (Tablo 7).
Tablo 7. Tedavi öncesi (T1) grupların omuz gonyometrik ölçümleri
T1 Grup 1
(Ort ± SD)
Grup 2
(Ort ± SD)
t
Fleksiyon 105,67 ± 17,099 114,67 ± 15,174
1,525
Abduksiyon 101,33 ± 16,198 107,67 ± 15,569
1,092
Ġç rotasyon 64,00 ± 12,564 65,33 ± 10,933
0,310
DıĢ rotasyon 50,67 ± 13,211 62,33 ± 10,154
2,712 *
* p<0,05
Birinci grupta T1-T2, T2-T3 ve T1-T3 periyodlarında omuzun gonyometrik
ölçümlerinde tüm yönlerde istatistiksel anlamlı artıĢ kaydedildi (p<0,05) (Tablo 8).
Tablo 8. Grup 1‟in zamana göre grup içi omuz EHA ölçüm değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
Fleksiyon 8,33±5,563
5,801***
28,67±11,568
9,598***
20,33±10,083
7,810***
Abduksiyon 7,67±6,230
4,766***
26,00±10,556
9,539***
18,33±8,797
8,072***
Ġç Rotasyon 3,00±4,140
2,806*
8,00±7,973
3,886**
5,00±6,814
2,842*
DıĢ
Rotasyon
6,33±4,806
5,104***
19,67±9,904
7,690***
13,33±9,194
5,617***
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
57
Ġkinci grupta T1-T2 periyodunda sadece fleksiyonda anlamlı EHA artıĢı olmuĢken,
T1-T3 ve T2-T3 periyodlarında omuzun gonyometrik ölçümlerinde tüm yönlerde istatistiksel
olarak anlamlı artıĢ kaydedildi (p<0,05) (Tablo 9).
Tablo 9. Grup 2‟nin zamana göre grup içi omuz EHA ölçüm değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
Fleksiyon 5,00±5,345
3,623**
16,67±8,997
7,174***
11,67±7,480
6,041***
Abduksiyon 3,67±7,432
1,911
13,00±11,922
4,223**
9,33±7,528
4,802***
Ġç Rotasyon 3,00±6,761
1,718
5,67±6,779
3,238**
2,67±3,200
3,228***
DıĢ
rotasyon
4,67±8,958
2,018
10,33±8,121
4,928***
5,67±5,936
3,697**
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
Her iki grubun tedavi öncesi (T1) istirahat, aktivite ve gece VAS ölçümleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05) (Tablo 10).
Tablo 10. Tedavi öncesi (T1) grupların istirahat, aktivite ve gece VAS ölçümleri.
Tedavi Öncesi(T1) Grup 1 Grup 2 (t)
p > 0,05
Ġstirahat VAS 5,27±1,438 4,93±1,624 0,595
Aktivite VAS 7,53±1,125 7,73±1,163 0,479
Gece VAS 5,13±1,506 5,13±1,598 0,000
Birinci grupta T1-T2, T1-T3 ve T2-T3 periyodlarında istirahat, aktivite ve gece VAS
değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma saptandı (p<0,05) (Tablo 11).
Tablo 11. Grup 1‟in tedavi öncesi ile 1. hafta (T1-T2), tedavi öncesi ile tedavi bitiminden
sonraki 4. hafta (T1-T3) ve 1. hafta ile 4. hafta arasındaki (T2-T3) VAS değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
Ġstirahat
VAS
0,60±0,507
4,583***
2,67±0,816
12,649***
2,07±0,594
13,484***
Aktivite
VAS
0,93±0,799
4,525***
3,27±1,100
11,504***
2,33±1,047
8,635***
Gece
VAS
0,60±0,632
3,674**
2,33±1,234
7,321***
1,73±1,033
6,500***
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
58
Ġkinci grupta T1-T2, T1-T3 ve T2-T3 periyodlarında istirahat, aktivite, gece VAS
değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı azalma saptandı (p<0,05). (Tablo 12).
Tablo 12. Grup 1‟in tedavi öncesi ile 1. hafta (T1-T2), tedavi öncesi ile tedavi bitiminden
sonraki 4. hafta (T1-T3) ve 1. hafta ile 4. hafta arasındaki (T2-T3) VAS değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
Ġstirahat
VAS
0,53±0,516
4,000**
1,80±1,373
5,077***
1,27±1,223
4,012**
Aktivite
VAS
0,87±0,640
5,245***
2,67±1,345
7,678***
1,80±0,941
7,407***
Gece
VAS
0,47±0,640
2,824*
2,13±1,457
5,670***
1,67±1,291
5,000***
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
Ġki grubun FIM değerleri arasında hiçbir zamanda istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı (p>0,05) (Grafik 1).
Grafik 1. Ġki grup arasında T1, T2 ve T3 zamanlarında total FIM değeri ölçümleri
karĢılaĢtırması
0
10
20
30
40
50
60
70
80
90
1 2 3
Zaman
Tota
l, F
IM
A B
(Grup 1: A, Grup 2: B)
59
Birinci grubun tedavi öncesi (T1) ile 1. hafta arası (T2), tedavi öncesi (T1) ile tedavi
bitiminden sonraki 4. hafta arası (T3) ve 1. hafta (T2) ile tedavi bitiminden sonraki 4. hafta
(T3) arası FIM skorları iyileĢmesinde anlamlı fark vardı (p<0,05) (Tablo 13).
Tablo 13. Grup 1‟in tedavi öncesi ile 1. hafta (T1-T2), tedavi öncesi ile tedavi bitiminden
sonraki 4. hafta (T1-T3) ve 1. hafta ile tedavi bitiminden sonraki 4. hafta arasındaki (T2-T3)
FIM skorları değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
FIM
Motor
1,87±1,846
3,915**
7,13±4,612
5,991***
5,27±3,955
5,158***
FIM
Kognitif
0,93±1,280
2,824*
5,00±4,123
4,697***
4,07±3,712
4,243**
FIM
Total
2,80±1,821
5,957***
12,13±6,010
7,819***
9,33±6,172
5,857***
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
Ġkinci grubun da tedavi öncesi (T1) ile 1. hafta arası (T2), tedavi öncesi (T1) ile tedavi
bitiminden sonraki 4. hafta arası (T3) ve 1. hafta (T2) ile tedavi bitiminden sonraki 4. hafta
(T3) arası FIM arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p<0,05) (Tablo 14).
Tablo 14. Grup 2‟nin tedavi öncesi ile 1. hafta (T1-T2), tedavi öncesi ile tedavi bitiminden
sonraki 4. hafta (T1-T3) ve 1. hafta ile tedavi bitiminden sonraki 4. hafta arasındaki (T2-T3)
FIM değiĢiklikleri
∆T1-T2 (t) ∆T1-T3 (t) ∆T2-T3 (t)
FIM
Motor
1,67±2,320
2,783*
6,67±5,327
4,847***
5,00±4,488
4,315**
FIM
Kognitif
1,20±1,474
3,154**
3,67±3,579
3,968**
2,47±2,475
3,861**
FIM Total 2,33±2,717
3,326**
9,80±5,506
6,894***
7,47±4,734
6,109***
* p<0,05
** p<0,01
*** p<0,001
Ġki grubun Brunnstrom evrelerinde hiçbir zaman diliminde istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı (p > 0,05) (Grafik 2).
Grafik 2. Ġki grubun T1, T2 ve T3 zamanlarında Brunnstrom evreleri arasındaki fark
60
0
1
2
3
4
5
1 2 3
Zaman
Bru
nn
stro
m e
vre
siA B
(Grup 1:A, Grup 2:B)
T1-T2 zaman aralığında her iki grupta da evre -1‟den evre-2‟ye 3 kiĢi, evre-2‟den
evre-3‟e 4 kiĢi, evre-3‟den evre-4‟e 1. grupta 1 kiĢi, 2. grupta 3 kiĢi geçmiĢtir. T2-T3 arasında
ise evre-4 ve evre-5‟e 1. grupta 12 hasta, 2. grupta ise 11 hasta yükselmiĢtir. Her iki grubun
da T1-T2, T2-T3 ve T1-T3 periyodlarında Brunnstrom evrelerindeki iyileĢme istatistiksel
olarak anlamlıydı (p<0,05) (Tablo 15).
Tablo 15. Her iki grubun zamana göre üst ekstremite Brunnstrom değerleri
Brunnstrom Üst
Ekstremite Evreleri
Grup 1 Grup 2
T1
(tedavi öncesi)
n (%)
Evre 1 3 (% 20) 3 ( % 20)
Evre 2 5 (% 33,3) 5 (% 33,3)
Evre 3 7 (% 46,7) 7 (% 46,7)
Evre 4 0 (% 0) 0 (% 0)
Evre 5 0 (% 0) 0 (% 0)
T2
(tedavinin 1. haftası)
n (%)
Evre 1 0 (% 0) 0 (% 0)
Evre 2 4 (% 26,7) 4 (% 26,7)
Evre 3 10 (% 66,7) 8 (% 53,3)
Evre 4 1 (% 6,7) 3 (% 20,0)
Evre 5 0 (% 0) 0 (% 0)
T3
(tedavinin bitiminden
sonraki 4. hafta)
n (%)
Evre 1 0 (% 0) 0 (% 0)
Evre 2 1 (% 6,7) 1 (% 6,7)
Evre 3 2 (% 13,3) 3 (% 20,0)
Evre 4 8 (% 53,3) 9 (% 60,0)
Evre 5 4 (%26,7) 2 (% 13,3)
61
Grupların T1, T2 ve T3 zamanlarındaki Modifiye Ashworth Skalasına göre tonus
değerlendirmeleri arasında anlamlı fark yoktu (p > 0,05) (Grafik 3).
Grafik 3. Ġki grubun T1, T2 ve T3 zamanlarında MAS ölçümlerinin karĢılaĢtırması
0
1
2
3
1 2 3
Zaman
MA
S
A B
(Grup 1:A, Grup 2:B)
Tedavi öncesi her iki grupta da MAS‟a göre 4 kiĢi evre-2 ve üstü iken son
değerlendirmede (T3) grup 1‟deki hastalardan sadece 1 kiĢi evre-2‟ydi, 2. grupta ise son
değerlendirmede evre-2 ve üstü spastisitesi olan hasta yoktu. Her iki grupta da zamana göre
tonus azalması anlamlıydı (p<0,05) (Tablo 16).
Tablo 16. Her iki grubun zamana göre MAS değerleri
Üst ekstremite MAS Grup 1 Grup 2
T1
n (%)
Evre 0 5 (% 33,3) 7 (% 46,7)
Evre 1 6 (% 40,0) 4 (% 26,7)
Evre 2 2 (% 13,3) 4 (% 26,7)
Evre 3 2 (% 13,3) 0 (% 0)
T2
n (%)
Evre 0 5 (% 33,3) 9 (% 60,0)
Evre 1 8 (% 53,3) 6 (% 40,0)
Evre 2 1 (% 6,7) 0 (% 0)
Evre 3 1 (% 6,7) 0 (% 0)
T3
n (%)
Evre 0 6 (% 40,0) 5 (% 33,3)
Evre 1 8 (% 53,3) 10 (% 66,7)
Evre 2 1 (% 6,7) 0 (% 0)
Evre 3 0 (% 0) 0 (% 0)
62
Son olarak iki hasta grubunda üç ayrı zaman diliminde ölçülen veriler, 2 yönlü varyans
analiz testine tabi tutuldu. Hasta grubu ve zaman dilimi ana etkilerinin yanı sıra, gruplar
arasında zaman içindeki tedaviye yanıtı karĢılaĢtırmak için hasta grubu-zaman interaksiyonu
lineer modele eklendi. Hasta grubu-zaman interaksiyonuna bakıldığında etkileĢimin p > 0,05
düzeyinde olduğu kabul edildi. Gruplar arası karĢılaĢtırmada zaman içinde enjeksiyon grubu
ile kontrol grubu arasında iyileĢme açısından hiçbir parametrede istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı (Tablo 17).
Tablo 17. Tüm parametrelerde grup etkisi, zaman etkisi ve grup-zaman etkileĢimi
Grup*
Ġstatistiksel önem**
Parametre A B SEM***
G T GxT
Fleksiyon 118,00 121,89 2,26 0,23 0,0001 0,29
Abduksiyon 112,56 113,22 2,30 0,84 0,0001 0,25
Ġç rotasyon 67,67 68,22 1,57 0,80 0,05 0,89
DıĢ rotasyon 59,33 67,33 1,59 0,001 0,0001 0,20
VAS1
Ġsrtirahat 4,18 4,16 0,21 0,94 0,0001 0,43
Aktivasyon 6,13 6,56 0,19 0,12 0,0001 0,61
Gece 4,16 4,27 0,22 0,72 0,0001 0,96
FIM2
Motor 50,07 56,51 1,41 0,002 0,02 1,00
Kognitif 23,64 23,02 0,96 0,65 0,03 0,88
Total 73,71 79,71 1,55 0,008 0,0001 0,90
Kas güçü 2,67 2,62 0,11 0,78 0,0001 0,68
MAS3 2,13 2,38 0,11 0,13 0,24 0,49
Brunnstrom evresi3 3,02 3,00 0,11 0,89 0,0001 0,69
*Grup A: Enjeksiyon grubu, Grup B: Kontrol grubu
**G: Grup etkisi; T: Zaman etkisi; G x T: Grup-zaman etkileĢimi.
*** SEM: Standart ortalama hata.
1VAS: Visüel analog skala;
2FIM : Fonksiyonel bağımsızlık ölçeği;
3MAS: Modifiye Ashworth
Skalası; 3Brunnstrom : Motor geliĢim evresi
63
BÖLÜM 5 - TARTIġMA
Ġnme, serebral damarların oklüzyonu ya da rüptüründen kaynaklanan motor kontrol
kaybı, his bozukluğu, denge bozukluğu, konuĢma ve kognitif fonksiyon kayıplarından
komaya kadar gidebilen klinik tablolarla karakterizedir (1,14). Avrupa‟nın birçok ülkesi ve
Amerika‟da yapılan güvenilir istatistiklere göre ölüm nedeni olarak kalp hastalıkları ve
kanserden sonra üçüncü sırayı serebrovasküler hastalıklar alır (123). Ülkemizde bu konuda
yapılmıĢ istatistikler olmamasına rağmen nöroloji kliniklerine yatan hastalarda ilk sırada
SVO‟lar yer almaktadır. Ortalama yaĢam süresinin uzamasıyla, bu hastalık için risk oluĢturan
faktörlere daha fazla rastlanması, hastalığın insidansını giderek artırmaktadır. Maluliyet oranı
yüksek olan bu hastalık, toplumlarda her geçen gün artan oranda tıbbi, ekonomik ve sosyal
problemlere neden olmaktadır (8).
Hemipleji inmenin en göze çarpan bulgusudur. Son yıllarda inme tedavisinde daha
baĢarılı sonuçlar elde edilmesi ve yaĢam süresinin uzaması nedeniyle hemiplejik hasta sayısı
artmaktadır. Bu kiĢilerin hayatını daha yaĢam kalitesini arttırmak ve mevcut fonksiyonlarını
geliĢtirmek için rehabilitasyon programlarına ihtiyaç vardır.
Ġnmede rehabilitasyon programlarının amacı fonksiyonları düzeltmek,
komplikasyonları önlemek ve hastaların güvenli ve bağımsız olarak yüksek fonksiyonel
düzeylere eriĢmesini sağlamaktır. Bu hedeflere ulaĢabilmek; medikal, fonksiyonel ve
psikolojik konulara önem vermek ile sağlanabilir.
Ġnme sonrasında, iyileĢme sürecinde olan hastalarda, sayısız medikal sorun ve
komplikasyonu karĢımıza çıkmaktadır. Bu sorunlar ve komplikasyonlar rehabilitasyon
sürecini, sonuçlarını ve hastanın inme sonrası yaĢam kalitesini etkilemektedir (14).
Beslenme, hijyen ve giyinme baĢta olmak üzere tüm günlük yaĢam aktivitelerinde
bağımsızlık için yeterli el ve üst ekstremite fonksiyonları gerekmektedir. Yapılan çalıĢmalarda
inmeli hastalarda rehabilitasyon programı sonucunda kazanılan fonksiyonel bağımsızlık
düzeyinin üst ekstremite ve el motor yetersizlikleri ile büyük oranda iliĢkili olduğu
gösterilmiĢtir (124). Ġnme sonrası sık görülen önemli komplikasyonlardan biri de HOA‟sıdır.
64
HOA‟ında hastanın motor fonksiyonları maskelenir ve rehabilitasyon sürecinin uzamasıyla
beraber hastanın transfer ve ambulasyonunda da sorunlar ortaya çıkar (76).
Üst ekstremite rehabilitasyonunu olumsuz etkileyen ve rehabilitasyon sürecini uzatan
HOA‟nın, inmeli hastalarda % 5-84 gibi geniĢ bir aralıkta görüldüğü bildirilmiĢtir (125).
Sıklık için bildirilen aralığın bu denli geniĢ olması omuz ağrısını tanımlamada kullanılan
yöntemlerin ve değerlendirme zamanının farklılığından kaynaklanabilir (46). Prospektif
çalıĢmalarda bu oran 219 hastanın alındığı bir çalıĢmada %72, 108 hastanın alındığı bir
çalıĢmada %63,8 ve 123 hastanın değerlendirildiği bir baĢka çalıĢmada %40 olarak
bildirilmiĢtir (126-128). Türkiye kaynaklı iki yayında rehabilitasyon merkezinde yatarak
tedavi gören hemiplejik hastalarda omuz ağrısı sıklığı 86 hastada % 63,5 ve 187 hastada %
61 olarak bildirilmiĢtir (130).
HOA nedenleri arasında glenohumeral eklem subluksasyonu, rotator manĢon yırtığı,
adeziv kapsülit, subakromiyal sıkıĢma sendromu, kompleks rejyonel ağrı sendromu (KRAS),
brakiyal pleksus yaralanmaları, heterotopik ossifikasyon ve talamik ağrı bulunmaktadır (16).
HOA‟ndan korunmada uygun pozisyon ve en erken zamanda baĢlanan pasif EHA
egzersizlerinin önemi oldukça fazladır. Bununla birlikte omuz askıları, analjezikler, NSAĠ
ilaçlar, ısı ve buz uygulaması, çeĢitli fizik tedavi ajanları, sistemik veya lokal kortikosteroidler
omuz ağrısını azaltmada kullanılabilirler.
ÇalıĢmamızda HOA olan hastalarda kortikosteroid enjeksiyonlarının omuz
fonksiyonları ve rehabilitasyon sürecine etkisini araĢtırmayı amaçladık. Bu amaçla, inme
sonrası hemipleji/parezisi geliĢen ve HOA nedenlerinden adeziv kapsülit ve subakromiyal
sıkıĢma sendromu tanısı alan ve hospitalize edilerek rehabilite edilen 30 hasta iki gruba
ayrıldı. Gruplardan birine HP, US ve TENS‟den oluĢan fizik tedavi modaliteleri ve egzersiz
tedavisi uygulanırken, tedavi öncesinde omuza kortikosteroid enjeksiyonu yapıldı. Ġkinci
gruba ise sadece fizik tedavi modaliteleri ve egzersiz tedavisi uygulandı. Hastalar tedaviden
önce, tedavinin birinci haftası ve tedavi bitiminden sonraki dördüncü hafta olmak üzere
toplam üç kez değerlendirildi ve her iki grup karĢılaĢtırıldı. Değerlendirmeler; vizüel analog
skala, omuz EHA ölçümü, kas gücü, Brunnstrom motor evrelemesi, modifiye Ashworth
skalası ve fonksiyonel bağımsızlık ölçeği (FIM) ile yapıldı.
65
Ġnmenin epidemiyolojisini araĢtırırken toplumların kendine ait özellikleri yaĢ, cinsiyet,
ırk gibi önem kazanmaktadır. Ġnme esas olarak yaĢlı insanların hastalığıdır ve insidansı yaĢla
birlikte artar. 65 yaĢ altında % 28 oranında görülmektedir (16) . ÇalıĢmamızdaki yaĢ
ortalaması enjeksiyon grubunda (grup -1) 62.07, kontrol grubunda (grup-2) ise 62.33 idi.
Gamble ve arkadaĢlarının yaptığı bir çalıĢmada HOA olan hastalarda ortalama yaĢ 68,6 iken
(131), Balcı ve arkadaĢlarının hemiplejik üst ekstremite problemlerini değerlendirdiği bir
çalıĢmada 126 hastanın yaĢ ortalaması 55 idi (132). Bizim hastalarımızın yaĢ ortalaması her
iki çalıĢma sonuçlarına da benzerdi ve gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı.
ÇeĢitli çalıĢmalar cinse göre inme prevalansının değiĢebileceğini göstermektedir.
Gamble ve arkadaĢlarının HOA‟lı hastalarda yaptıkları bir çalıĢmada kadın oranı % 52, erkek
oranı % 48; Davenport ve arkadaĢlarının 613 inmeli hastada yaptıkları bir çalıĢmada ise
kadın oranı % 54, erkek oranı % 46 olarak bildirilmiĢtir (33,128). Bizim çalıĢmamızda
enjeksiyon grubundaki 15 hastadan 8‟i ( % 53,3) kadın, 7‟si ( % 46,7) erkek; kontrol
grubundaki 15 hastadan 9‟u ( % 60) kadın, 6‟sı ( % 40) erkekti. Her iki gruptaki hastalar
arasında cinsiyet açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Ġnme etyolojisinin % 85‟i iskemi, % 15‟i ise hemorajidir (14). Hanger ve
arkadaĢlarının 98 HOA‟lı hastada yaptıkları bir çalıĢmada iskemik inmeli hastaların oranı %
88 iken, hemorajik inmeli hastaların oranı % 12 bulunmuĢtur (133). Tromboembolik ve
hemorajik inmeli hastalarda hemiplejik omuz ağrısı oranına dair veriler sınırlıdır. Barlak ve
arkadaĢları 187 hastada yaptıkları bir çalıĢmada, tromboembolik ve hemorajik inmeli hasta
grupları arasında omuz ağrısı görülme oranı bakımından fark olmadığını bildirmiĢlerdir (129).
Bizim çalıĢmamızda ise hemoraji oranı literatüre göre daha yüksek oranda olup; birinci grupta
% 33,3, ikinci grupta ise % 26 oranında bulundu. Ancak gruplar arasında etyolojik olarak
istatistiksel anlamlı fark saptanmadı.
Peker ve arkadaĢları, hemiplejik taraf ile HOA arasında bir özellik saptanmadığını
vurgulamıĢlardır (77). Buna karĢın Joynt HOA‟lı 67 hastasının % 61‟inde sol hemipleji, %
36‟sında sağ hemipleji ve % 3‟ünde bilateral tutulum saptamıĢtır ve bunu da ihmal
sendromunun sol hemiplejide görülmesinden dolayı, HOA‟nı arttırmasına bağlamıĢtır (134).
Ratnasabapathy de yapmıĢ olduğu çalıĢmada benzer Ģekilde omuz ağrısının özellikle sol
hemiplejide daha sık olduğunu belirtmiĢ, ancak bunu sağ hemiplejiklerde oluĢan afaziye
66
bağlı ağrılarını yeteri kadar bildirememelerine bağlamıĢtır (135). Bizim çalıĢmamızda ise 30
hastanın % 30‟u sağ, % 70‟i ise sol hemiplejikti ve gruplar arasında paralitik taraf açısından
anlamlı fark yoktu.
ÇalıĢmaya alınan hastalarda hastalık süresi 1. grupta ortalama 7,07 ± 2,463 ay, ikinci
grupta 8,07 ± 2,712 aydı. Grupların inme süreleri birbirine yakındı ve her iki grup arasında
anlamlı fark yoktu. Karabulut‟un inmeli hastalarda omuz komplikasyonlarını incelediği
çalıĢmasında ise hastalık süresi hastaların % 29,41‟inde 6-12 ay arası, %27,94‟ünde 24 ay
üstündeydi (92). LakĢe‟nin inmeli hastalarda yaptığı HOA‟nda kortikosteroid çalıĢmasında ise
karĢılaĢtırılan grupların ortalama hastalık süreleri sırasıyla 11,67 ± 11,70 ve 12,35 ± 14,53 idi
(136).
Yaptığımız çalıĢmada hastalığın baĢlangıcından omuz ağrısı Ģikayetlerinin ortaya
çıkmasına kadar geçen ortalama süre gruplar için sırasıyla yaklaĢık olarak 8 hafta ve 11 hafta
idi. Gamble ve arkadaĢları inme sonrası izleme aldıkları hastalarda HOA‟nın % 55 hastada ilk
iki haftada, % 87 hastada ilk iki ayda, % 16 hastada sonraki dört ay içinde ortaya çıktığını
bildirmiĢlerdir (128). Wanklyn ve arkadaĢlarının ortalama 62 (5-289) gün hastanede yattıktan
sonra taburculukları sonrası izleme aldıkları inmeli hastalarda omuz ağrısı oranı baĢlangıçta %
39 iken, 8. haftada % 59, 26. haftada % 36 olarak bulunmuĢtur (127). Dromerick ve
arkadaĢları inme sonrası ortalama 19. günde değerlendirdikleri 46 hastada % 15 oranında
omuz ağrısı saptamıĢlardır (137). Kızıl ve arkadaĢlarının yaptıkları çalıĢmada ise HOA‟nın %
84 hastada ilk sekiz haftada, % 16 hastada ise daha sonraki dönemlerde ortaya çıktığı
bulunmuĢtur (130). Ancak bu sonuçlara bakarak omuz ağrısının baĢlama zamanını tam olarak
belirlemek mümkün değildir.
Ġnme sonrasında hastalarda bazı patolojiler eĢlik edebilir. Ġnmede mortaliteyi ön gören
bir model geliĢtirilmiĢ ve bu modele göre eĢlik eden patolojilerin varlığının mortalite belirteci
olarak oldukça fazla önemi olduğu vurgulanmıĢtır (23,26). ÇalıĢmamızda enjeksiyon
grubunda 6, kontrol grubunda 7 hasta olmak üzere toplam 13 hastada eĢlik eden patoloji
bulunuyordu. Bu patolojiler görülme sıklığına göre sırasıyla disartri, afazi, üriner inkontinans
ve ihmaldi.
Disartri tüm inmelerde % 8-30 oranında görülmektedir (138,139). Disartride,
konuĢmanın içeriğinden çok kas zayıflığı ya da koordinasyon güçlüğü nedeniyle konuĢma
67
Ģekli bozulmuĢtur. Disartri inme sonrası hastalarda ortaya çıkan nörolojik bir disfonksiyon
olmasının yanı sıra, aynı zamanda aspirasyon için klinik risk belirteçlerinden biridir.
Ülkemizde yapılan iki çalıĢmada sırasıyla disartri oranı 150 hastada % 23 ve 109 hastada %
9.17 bulunmuĢtur (140,141). ÇalıĢmamızda ilk grupta (enj. grubu) % 26.6, ikinci grupta ise %
13.3 oranında disartri saptanmıĢtır.
Afazi, santral sinir sisteminde edinilmiĢ bir hasara bağlı olarak dilin (lisanın)
anlaĢılması ve üretilme yetisinin kaybı ya da kısmi hasarlanması olarak tanımlanır (142).
Afazi dilin anlaĢılması boyutunda iĢitmeyi ve/veya okumayı, üretilmesi boyutunda konuĢmayı
ve/veya yazmayı etkiler. Bu nedenle inme sonrası geliĢen konuĢma bozukluklarının prototipi
afazidir. Ġnmeyle birlikte afazi görülme sıklığı % 24-36 arasında değiĢen oranlarda
bildirilmiĢtir (143). Bizim çalıĢmamızda bu oranlar enjeksiyon grubu için % 6.6, kontrol
grubu için % 13.3 idi.
Hastalarımızda enjeksiyon grubunda %13.3, kontrol grubunda ise %6.6 oranında
üriner inkontinans saptandı. Ġdrar inkontinansı literatürde inmeli hastalarda % 50 oranında
bildirilmiĢtir. Ġlk 6 aydan sonra bu oran % 14-20‟lere gerilerken bazı vakalarda 2 yıla kadar
devam edebilmektedir (144).
Ġhmal, beyin hasarının en önemli sonuçlarından biridir. Serebral lezyonun karĢı
tarafından gelen herhangi bir uyarana karĢı, mevcut duyusal ve/veya motor defisitlerle
açıklanamayan, kayıtsızlık veya tepkisizlik olarak tanımlanmaktadır. Ġnme sonrası erken
dönemde yapılan incelemelerde hastaların önemli bir kısmında ihmal varlığı saptanmaktadır.
Ancak postakut dönemde yaklaĢık 3 aylık periyod içinde nörolojik iyileĢmeyle paralel olarak
ihmal sıklığında da bir azalma izlenmektedir (145). Sağ hemisfer lezyonu olan hastalarda
daha sık ve Ģiddetli olarak görülmektedir. Ġnsidans sağ hemisfer lezyonlarında % 33-85, sol
hemisfer lezyonlarında ise % 0-65 olarak bildirilmiĢtir (146). Ġlk 6 haftada hastaların % 40-
50‟sinde düzelme beklenir, ancak bu düzelme 6 aya kadar sürebilir. Yine de tam düzelen
hasta oranı %13 civarındadır (146-149). Ġhmal varlığı inmeli hastalarda fonksiyonel geliĢimi
ve rehabilitasyon sonuçlarını olumsuz etkileyen bir faktördür (146-149). Hastalarımızdaki
ihmal varlığı konvansiyonel ve davranıĢsal testlerin bulunduğu Behavioural Inattention Test
(BIT) ile değerlendirildi. Her iki grupta da % 13.3 oranında ihmal saptandı. Ġhmal saptanan
hastalarımızdan üçü hastalık süresinin ilk 6 ayı içindeyken, bir tanesinin hastalık süresi 6
68
aydan fazlaydı. Ayrıca ihmal saptanan hastalarda FIM skoru diğer hastalara oranla düĢük
saptandı ve rehabilitasyona motor yanıtları da iyi değildi.
Ġnmeli hastalarda biliĢsel bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve zaman zaman ciddi
paranoid veya Ģizofrenik durumlar gözlemlenmekle birlikte en sık gözlenen emosyonel
bozukluk depresyon tablosudur. Ġnme sonrası depresyon sıklığının % 18-79 oranında olduğu
bildirilmiĢtir (150,151). Bizim çalıĢmamızda enjeksiyon grubunda tanı konmuĢ depresyon
oranı % 73.3, kontrol grubunda ise % 60 olup literatürle uyumluydu ve iki grup arasında
anlamlı fark yoktu. Ġnme sonrası depresyon geliĢimi multifaktöryel etyolojiye sahiptir.
Serebral lezyonlar sonrası geliĢen fonksiyonel yetersizliğin depresyonun ana nedeni olduğu
belirtilmektedir. Ayrıca genetik yatkınlık ve geçirilmiĢ depresyon öyküsünün de etkisi
bulunmaktadır (148,149). ÇeĢitli çalıĢmalarda inme sonrası depresyonun ve Ģiddetinin
cinsiyetle alakalı olduğu öne sürülmüĢ olsa da, literatürdeki genel görüĢ inme sonrası
depresyon ile yaĢ ve cinsiyet arasında iliĢki olmadığı yönündedir (151,152). ÇalıĢmamızda
depresyonu olan hastaların % 25‟inde geçirilmiĢ depresyon tanısı bulunmaktaydı ve bizim
çalıĢmamızda da yaĢ ve cinsiyet ile depresyon arasında iliĢki saptanmadı. Depresyonun
fonksiyonel geliĢim için kötü prognoz olduğu kabul edilmektedir ancak birçok çalıĢma, yoğun
ve yeterli bir rehabilitasyon programı ile depresyonlu hastaların yeterli fonksiyonel kazanımı
elde edebileceklerini göstermiĢtir.
Ġnmenin etyolojisinde yer alan birçok risk faktörü bulunmaktadır. Son yıllarda yapılan
çalıĢmalarda risk faktörlerinin daha iyi tanınması ve tedavi edilmesiyle, inme sıklığı ve
inmeye bağlı mortalitenin ve dizabilitenin azaldığı gösterilmiĢtir (16). Bizim hastalarımızda
en sık gözlenen risk faktörleri her iki grup içinde hipertansiyon ve sigaraydı. Literatürde de en
sık rastlanan risk faktörünün hipertansiyon olması ve sigaranın inme riskini 1,8 kat artırdığı
ve tüm inmelerin % 12-18‟den sorumlu (153) olduğu göz önüne alınırsa sonuçlar ĢaĢırtıcı
değildi. Ayrıca hastalarımızda bulunma sıklığına göre sırasıyla DM, hiperlipidemi ve
kardiyak hastalık gibi diğer risk faktörleri de vardı. Enjeksiyon grubunda 13 (% 86.6), kontrol
grubunda ise 12 (% 80) hastada risk faktörü saptandı. Her iki grup arasında risk faktörleri
açısından anlamlı fark yoktu. LakĢe‟nin çalıĢmasında, her iki grupta da tek baĢına en sık
rastlanan risk faktörü hipertansiyon, en sık rastlanan risk faktörü kombinayonu ise
hipertansiyon ve diyabetti (136).
69
Sonuç olarak, iki grup arasında yaĢ, cinsiyet, medeni durum, öğrenim durumu, hastalık
süresi, omuz ağrısının baĢlama süresi, etyoloji, paralitik taraf, risk faktörleri ve eĢlik eden
patolojiler açısından anlamlı farklılık saptanmaması, çalıĢmaya alınan hastaların homojenlik
göstergesi olarak kabul edilebilir.
Ġnmeli hastalarda ortaya çıkan glenohumeral subluksasyon, genel bir sorundur ve
hemiplejik hastaların % 17-64‟ünde görülür (16). ÇalıĢmamızda enjeksiyon grubundaki
hastaların 5‟inde (% 33,3), kontrol grubundaki hastaların ise 4‟ünde (% 26,6) vertikal
subluksasyon derecelendirmesine göre 1. ve 2. derece subluksasyon saptanmıĢtır. Bahadır ve
arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada flask dönemde hastaların % 73‟ünde subluksasyon
bulunmuĢken (154), Karabulut‟un çalıĢmasında subluksasyon % 74 saptanmıĢtır (92). Biz
çalıĢmamızda ileri derecede subluksasyonu bulunan olguları HOA nedeni olabileceği ve üst
ekstremite iyileĢmesini olumsuz yönde etkileyebileceği için dahil etmedik. Bu nedenle
subluksasyon oranı literatüre görece daha düĢük orandaydı.
Adeziv kapsülit ve subakromiyal sıkıĢma sendromu HOA‟nın önemli
nedenlerindendir. Adeziv kapsülit inmeli hastalarda % 56-77 oranlarında bildirilmiĢtir (87).
ÇalıĢmamızda enjeksiyon grubunda 12 hastada (% 80), kontrol grubunda ise 10 hastada (%
66,6) adeziv kapsülit tanısı konmuĢtur. Lo‟nun 32 hastada yapmıĢ olduğu artrografik
çalıĢmada, hastaların yarısında adeziv kapsülit saptanmıĢtır (155). Joynt‟in yaptığı çalıĢmada
ise bu oran 67 hastada % 49,25 olarak bulunmuĢtur (134). Rizk ve arkadaĢları yaptıkları
artrografik çalıĢmada ağrılı hemiplejik omuzdaki patolojik bulgular ile non-hemiplejik
glenohumeral kapsülit arasındaki benzerliği göstermiĢlerdir (87). Hakuno ve arkadaĢları
hemiplejik hastaların % 55‟inde etkilenen taraf omuzlarında artrografik olarak multiple adeziv
değiĢiklikler saptamıĢlardır (156). Ikai ve arkadaĢları HOA olan 75 hastada yaptıkları bir
çalıĢmada adeziv kapsüliti omuz ağrısının esas nedeni olarak bildirmiĢlerdir (157). Bizim
çalıĢmamızda kortikosteroid enjeksiyonu etkinliği araĢtırıldığından, hastalarımızda SSS ve
adeziv kapsülit dıĢındaki HOA nedenleri dıĢlandığından hastalarımızda tanı oranlarımız
literatüre oranla yüksek çıkmaktadır.
Ġdiyopatik ve travmatik glenohumeral adeziv kapsülitte intraartriküler kortikosteroid
enjeksiyonu ile iyi sonuçlar elde edilmiĢtir. Rizk ve arkadaĢları adeziv kapsülitli 48 hastada
yaptıkları bir çalıĢmada, intraartiküler kortikosteroid-lidokain tedavisi ile EHA‟da belirgin bir
ilerleme olmamasına rağmen, ağrının hastaların 2/3‟ünde azaldığını tespit etmiĢlerdir(158).
70
Weiser adeziv kapsülitli 100 hastaya intra artiküler kortikosteroid uygulamıĢ ve hastaların
%78‟inde ağrıda azalma olduğunu, %61‟inde ise normal omuz fonksiyonunun geri
döndüğünü bildirmiĢtir (159). Hemiplejik ağrılı omuzu olan hastalardaki patolojinin adeziv
kapsülittekine benzemesi ve hemipleji dıĢı nedenle oluĢan adeziv kapsülit olgularında
intraartiküler kortikosteroid enjeksiyonu ile baĢarılı sonuçlar alınması, hemiplejik ağrılı
omuzda intraartriküler steroid kullanılabileceğine iĢaret etmektedir. Bu düĢünceden hareketle
biz de bu çalıĢmayı tasarladık ve steroid enjeksiyonunun etkinliğini ve konvansiyonel tedavi
modaliteleri ile karĢılaĢtırmayı amaçladık.
Hemiplejide egzersiz tedavisi fiziksel bağımsızlığın geliĢmesinde önemli bir tedavi
metodudur. Rehabilitasyon süreci boyunca hastalara farklı egzersizler verilir. Ġstemli hareket
yok iken kontraktürleri önlemek amacı ile pasif EHA egzersizleri uygulanır. Ġstemli hareket
baĢlayınca aktif yardımlı ve aktif egzersizlere baĢlanır. Kumar ve arkadaĢlarının yaptığı bir
çalıĢmada akut dönemde inme geçiren ve HOA olmayan 28 hasta 3 gruba bölünerek ilk gruba
pasif EHA egzersizleri, ikinci gruba oyun tahtası üzerinde egzersizler ve üçüncü gruba baĢ
üstü makarasıyla yapılan egzersizler verilmiĢ. Üçüncü ay sonunda omuz ağrısı en fazla baĢ
üstü makarası ile egzersiz yapan grupta olmuĢ, en az ağrı da pasif EHA yapan grupta olmuĢtur
(78). Sonuç olarak, HOA olan hastalarda yapılan egzersize de dikkat etmek gerekir. Biz
çalıĢmamızda pasif EHA egzersizlerini ve aktif yapabiliyorsa aktif yardımlı veya aktif EHA
egzersizlerini uyguladık. Özellikle sıkıĢma sendromu olan hastalarda kolların baĢ üstü
seviyesini geçmemesine dikkat ettik.
Hastaların ağrı Ģiddetinin değerlendirmesi VAS ile yapıldı. Her iki gruptaki hastaların
tedaviden önce, tedavinin 1. haftasında ve tedavi bitiminden sonraki 4. haftada istirahat,
aktivite ve gece VAS değerleri karĢılaĢtırıldı. Her iki grupta da, tedavi öncesine göre 1. hafta
ve tedavi bitiminden sonraki dördüncü haftalarda her üç parametrede de istatistiksel olarak
anlamlı iyileĢme saptandı (p<0,05), ancak gruplar arasında zamana göre ağrı iyileĢmesinde
istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
Hastalarımızda EHA ölçümünde, zamana ve gruplara göre karĢılaĢtırılan parametreler
omuz fleksiyon, abduksiyon, iç rotasyon ve dıĢ rotasyondur. Literatürde HOA olan adeziv
kapsülitli hastalarda en fazla dıĢ rotasyon, abduksiyon ve fleksiyonun kısıtlandığı
vurgulanmıĢtır (154). ÇalıĢmamızda tedavi öncesi ile birinci hafta ve tedavi öncesi ile tedavi
bitiminden sonraki 4. hafta arasında enjeksiyon grubunda omuzun tüm yönlerinde anlamlı
71
artıĢ kaydedilmiĢtir. Kontrol grubunda tedavinin 1. haftasında sadece fleksiyonda anlamlı artıĢ
kaydedilmiĢken, tedavi bitiminden sonraki 4. haftada baĢlangıca göre tüm yönlerde
istatistiksel olarak anlamlı artıĢ saptanmıĢtır (p<0,05). Gruplar arasında zamana göre
EHA‟nda istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıĢtır (p>0,05).
Snels 37 hastalık bir çalıĢmasında steroid enjeksiyonunun HOA‟nda etkinliğini
araĢtırmıĢtır. HOA ile en sık dıĢ rotasyon kısıtlılığı korelasyonu ileri sürüldüğünden
hastalarında EHA ölçümünde tek parametre olarak dıĢ rotasyonu değerlendirmiĢ ve 3 haftanın
sonunda enjeksiyon grubu ile plasebo grubu arasında pasif dıĢ rotasyonda anlamlı fark
bulamamıĢtır. Yine aynı çalıĢmada plasebo grubu ile ağrının iyileĢmesi karĢılaĢtırılmıĢ ancak
anlamlı fark saptanamamıĢtır (75). Dekker‟in 7 hastada yaptığı bir çalıĢmada ise
intraartriküler triamsinolonun HOA‟na etkinliği araĢtırılmıĢ ve hastaların omuz EHA‟ları 2,3
ve 4. haftalarda değerlendirilmiĢ ancak anlamlı artıĢ kaydedilememiĢtir. Ağrı iyileĢmesinde
anlamlı fark saptanmıĢ olsa da, hasta sayısının az olması ve kontrol grubunun olmaması
çalıĢmanın önemli eksikleridir (160).
Erçin ve arkadaĢlarının, 28 HOA‟lı hastada yaptıkları bir çalıĢmada ise gruplardan
birine birer hafta arayla 3 kez intraartriküler steroid enjeksiyonu, diğerine ise fizik tedavi
uygulanmıĢ ve her iki grup da egzersiz programına dahil edilmiĢtir. ÇalıĢmanın sonunda her
iki grupta da VAS değerlerinde anlamlı düzelme saptanmıĢ olmasına rağmen düzelme
enjeksiyon grubunda daha anlamlı bulunmuĢtur. Omuz fleksiyon ve dıĢ rotasyon yönündeki
EHA artıĢı her iki grupta da anlamlı bulunmuĢken, abduksiyon ve iç rotasyon yönündeki EHA
artıĢı enjeksiyon grubu lehine anlamlı saptanmıĢtır (161).
Lim ve arkadaĢları, 29 HOA‟lı hastayı randomize olarak iki gruba ayırmıĢlar ve
gruplardan birine omuz çevresi kaslara botulinum toksin-A enjeksiyonu, diğerine ise
intraartriküler triamsinolon asetonid enjeksiyonu yapmıĢlar. Enjeksiyonlardan 12 hafta sonra
yapılan değerlendirmelerde ağrı azalması ve EHA artıĢında botulinum toksin-A enjeksiyonu
yapılan hastalarda triamsinolon asetonid enjeksiyonu yapılan hastalara göre anlamlı iyileĢme
saptamıĢlardır (162).
Joynt HOA olan 28 hastada subakromiyal bölgeye lokal anestezik uygulamıĢ ve
hemen sonrasında % 14 hastada ağrıda belirgin düzelme, % 29 hastada ise orta derece
düzelme saptamıĢtır (134).
72
ÇalıĢmamızda fonksiyonel değerlendirmede FIM (fonksiyonel bağımsızlık ölçeği)
kullanıldı. Her iki gruptaki hastalarda da hem motor fonksiyonlarda hem de kognitif
fonksiyonlarda tedavinin 1. haftası ve tedaviden sonraki 4. haftada tedavi baĢlangıcına göre
anlamlı iyileĢmeler saptandı (p<0,05),ancak gruplar arasında zamana göre fonksiyonel
bağımsızlık değerlendirmesi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
FIM hem motor hem de kognitif fonksiyonların değerlendirilmesine olanak sağlaması
açısından diğer fonksiyonel indekslerden daha kapsamlı bir ölçektir. FIM‟in geçerliliği, yapısı
ve stabilitesi gösterilmiĢtir. ÇalıĢmamızda baĢlangıç kognitif fonksiyon skorları yüksek olan
hastaların tedaviye uyumunun daha iyi olduğunu ve kognitif fonksiyonlarındaki iyileĢmenin
motor fonksiyonlardaki iyileĢme ile korelasyon gösterdiğini gözlemledik.
FIM‟in özbakım bölümü, beslenme, giyinme, banyo yapma ve tuvalete gitme,
süslenme gibi üst kola bağımlı görevleri değerlendirir. Kötü üst ekstremite motor
fonksiyonları ve HOA‟nın FIM skorlarının düĢük çıkmasına yol açması beklenebilir. Ancak
FIM görev tamamlanmasını değerlendirir ve telafi stratejilerine izin verir. Dolayısıyla
katılımcılar bu görevleri yapmak için etkilenmemiĢ olan üst kolu kullanabilirler ya da anlamlı
oranda ağrı çekip yine de istenen görevlerden en azından bir kısmını tamamlamayı
amaçlayabilirler. Bu durum da FIM ile ağrı arasındaki iliĢkinin tanımlanmasını zorlaĢtırabilir.
Yapılan çalıĢmalarda inmeli hastalarda rehabilitasyon programı sonucunda kazanılan
fonksiyonel bağımsızlık düzeyinin üst ekstremite ve el motor yetersizlikleri ile büyük oranda
iliĢkili olduğu gösterilmiĢtir (124).
Chae ve arkadaĢları 61 kronik inmeli hastayı inceledikleri çalıĢmalarında omuz ağrısı
ile Fugl- Mayer Ölçeği, Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçeği ve Kol Motor Yetenek Testi arasında
iliĢki saptamamıĢlardır (163). Biz çalıĢmamızda zamana göre FIM skorlarındaki iyileĢmeyi
değerlendirdik ve bu iyileĢmenin ağrı skorlarındaki azalma ve EHA‟ndaki artıĢ ile paralellik
gösterdiğini gözlemledik.
ÇalıĢmamızda rehabilitasyona hastalık baĢlangıcının ilk 6 ayında baĢlayanlarda
FIM‟deki düzelme (ort 20), 6 aydan sonra baĢlayanlara (ort 14) göre daha yüksek
bulunmuĢtur. Bourestom ve ark. inmenin Ģiddetinden ve baĢlangıç fonksiyonel kayıptan
73
bağımsız olarak interdisipliner rehabilitasyon merkezlerinde erken rehabilitasyona
baĢlanmasının daha iyi fonksiyonel sonuçlar ile korele olduğunu savunmuĢtur (164). Ancak
rehabilitasyona baĢlama süresi ile fonksiyonel iyileĢme arasında iliĢki olmadığını destekleyen
çalıĢmalar da mevcuttur. 120 hastanın katıldığı bir çalıĢmada; yaĢ, cinsiyet ve disabilite
düzeyi eĢleĢtirilmiĢ erken (<20 gün), orta (20-40 gün) ve geç (>40-70 gün) rehabilitasyona
baĢlangıç süreleri olan homojen gruplar oluĢturulmuĢ ve gruplar arasında tedavi öncesi ve
tedavi sonrası FIM değerleri ölçülmüĢ, FIM‟deki düzelme açısından anlamlı fark
saptanmamıĢtır (165).
Öz ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada rehabilitasyona erken baĢlayan hastalarda (40
günden önce) tedavi öncesi FIM skorları daha düĢük, ancak FIM‟de düzelme daha fazla
bulunmuĢtur. BaĢlangıçta daha iyi fonksiyonel ve motor skoru olan geç baĢlangıçlı hastalarda
ise relatif olarak daha az düzelme görülmüĢ ve bu durum tavan etkisine bağlanmıĢtır (166).
Ring ve arkadaĢları da benzer tavan etkisini saptamıĢlar ve SVO süresi benzer olan hastalarda
tedavi öncesi FIM skoru ve FIM‟deki düzelme arasında ters bir iliĢki olduğunu göstermiĢ ve
fonksiyonel düzelmenin en iyi prediktörü olarak tedavi öncesi FIM skoru ve ortalama
rehabilitasyon süresi olduğunu bildirmiĢlerdir (167).
ÇalıĢmamıza alınan hastaların hepsi kapsamlı rehabilitasyon merkezinde rehabilite
edilmek üzere geç baĢvurmuĢ hastalardı (en erken 3 ay). ÇalıĢmamızdan elde ettiğimiz
sonuçlara göre tedavi öncesi FIM skoru yüksek olan hastalarda relatif olarak FIM skorlarında
daha az yükselme kaydedilmiĢ olsa da bu hastaların tedavi sonrası FIM skorları diğerlerine
göre daha yüksekti. Bu da literatürle benzer olarak ilk defa inme geçiren hastalarda
rehabilitasyon sonrası fonksiyonel düzelmeyi öngörmek için tedavi öncesi FIM skorunun
önemli olduğunu göstermekteydi.
ÇalıĢmamızda her iki grupta da tedavi öncesi ile tedavinin birinci haftası ve tedavi
bitiminden sonraki 4. haftada Brunnstrom evreleri açısından anlamlı fark kaydedilmiĢtir
(p<0,05). Ancak zamana göre iki grup arasında tedaviye yanıt açısından anlamlı fark yoktu
(p>0,05). Kas gücü 3/5 altında olan hasta sayısı enjeksiyon grubu için tedaviden önce 9,
tedavinin 1. haftasında 8 ve tedaviden sonraki 4. haftada ise 0 iken, kontrol grubu için
tedaviden önce ve tedavinin 1. haftasında 8, tedaviden sonraki 4. haftada 3 idi. Ġnmeyi takiben
üst ekstremite motor fonksiyonlarındaki spontan iyileĢmenin ilk 3-6 ay arasında belirgin
olduğu bilinmektedir (16). ÇalıĢmamıza dahil edilen hastaların inme süreleri ortalama olarak
74
her iki grupta da 6 ayın üzerindeydi ve çalıĢmamızdaki hastalarda Brunnstrom evrelerinde ve
kas gücünde en iyi düzelme ortalama 6 ayın içindeki hastalarda elde edildi. LakĢe HOA‟lı
hastalarda yaptığı kontrollü çalıĢmada Brunnstrom motor evrelemesinde iki grupta da anlamlı
iyileĢme saptamamıĢtır ve bu sonucu çalıĢmaya aldığı hastaların hastalık sürelerinin uzun
olmasına bağlamıĢtır (136).
Balcı ve arkadaĢları yapmıĢ olduğu çalıĢmada hemiplejik hastaların omuz sorunları ile
üst ekstremite motor fonksiyonunda iyileĢme arasında anlamlı negatif korelasyon
saptamıĢlardır (132). Benzer Ģekilde Roy ve arkadaĢları (125) ve Wanklyn ve arkadaĢları
(127) omuz ağrısı olmayan hemiplejik hastalarda ağrılı hastalara göre motor fonksiyonu daha
iyi olarak saptamıĢlardır. Kızıl ve arkadaĢlarının yaptığı çalıĢmada da omuz ağrısı olmayan
hastalarda üst ekstremite Brunnstrom motor iyileĢme evreleri daha iyi bulunmuĢtur (130). Öte
yandan Aras ve arkadaĢları (76) ve Barlak ve arkadaĢları
da (129) Brunnstrom motor iyileĢme
evresi açısından omuz ağrısı olan ve olmayan hastalar arasında fark olmadığını
bildirmiĢlerdir.
Gamble ve arkadaĢları baĢlangıçta tam plejik olan hastalarda 6 ay içinde daha fazla
omuz ağrısı geliĢtiğini saptamıĢlardır (128). Aynı grup daha önceki çalıĢmalarında, üst
ekstremite kas güçsüzlüğü ile HOA arasında özellikle 6. ayda belirgin iliĢki olduğunu
bildirmiĢlerdir (131). Rajaratnam ve arkadaĢları
da, inme sonrası ikinci haftada değerlendikleri
152 hastayı inceledikleri çalıĢmada, deltoid kasta 3/5 altında kas güçsüzlüğü olan hastalarda
omuz ağrısının daha sık olduğunu bildirmiĢler ve baĢlangıç kas kuvvetinin Neer testi ve ağrılı
eksternal rotasyon ile birlikteliğinin ileride geliĢebilecek omuz ağrısının prediktörü
olabileceğini ileri sürmüĢlerdir (168). Bizim çalıĢmamıza dahil edilen hastaların % 63,3‟ü
anamnezlerinde inme sonrası ilk hafta için tam pleji öyküsü vermiĢti.
Hemiplejik hastalarda spastisite; yaĢam kalitesini azaltan, günlük yaĢam aktivitelerini
ve rehabilitasyonu zorlaĢtıran tedavisi güç medikal önemli bir problemdir. Hemipleji sonrası
görülen spastisite sadece primer hastalığa bağlı olmayıp hemiplejik omuz ağrısına da bağlı
olabilmektedir (126). Ġnmeli hastaların %90'ında çoğu hastada ilk üç hafta içinde olmak üzere
spastisite geliĢir. Spastisite omuz ağrısı iliĢkisi konusunda çeliĢkili veriler vardır. Van
Ouwenaller ve arkadaĢları 11 ay izledikleri 219 hemiplejik hastadan spastisite geliĢenlerin
%85'inde, flask kalan hastaların ise %18'inde omuz ağrısı geliĢtiğini bildirmiĢlerdir (126). Öte
yandan bazı çalıĢmalarda spastisite ile omuz ağrısı arasında iliĢki olmadığı bildirilmiĢtir
75
(76,129). KarataĢ ve arkadaĢlarının 31 hastalık bir grupla yaptığı çalıĢmada da benzer Ģekilde
tonus artıĢı ve ağrı arasında iliĢki saptanmamıĢtır (169). Kızıl ve arkadaĢlarının son 18 ay
içinde ilk kez inme geçirmiĢ 38 hastada yaptıkları çalıĢmada da omuz ağrısı olan hastalarla
omuz ağrısı olmayan hastalar arasında spastisite yönünden fark saptanmamıĢtır (130).
ÇalıĢmamıza dahil ettiğimiz hastalarda enjeksiyon grubunda 10, kontrol grubunda ise
8 hastada MAS‟na göre evre 1-3 arası spastisite mevcuttu. Tedavi bitiminden sonraki 4.
haftada enjeksiyon grubunda sadece 1 hastada evre-2 ve üstü spastisite mevcutken, kontrol
grubundaki hiçbir hastada evre-2 ve üstü spastisite saptanmadı. Her iki grupta da spastisite
azalması açısından anlĢamlı iyileĢme ortaya çıkmıĢken (p<0,05), gruplar arasında tonus
düzelmesi açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Her iki gruptaki hastalarda da
spastisitesi azalanlar tizanidin kullanan hastalardı.
LakĢe‟nin 38 HOA‟lı hasta ile kortikosteroid enjeksiyonu ile fizik tedavi ajanlarını
karĢılaĢtırmak amacıyla yaptığı ve tonus değerlendirmede MAS kullandığı çalıĢmasında her
iki grup arasında tonus düzelmesi açısından anlamlı fark bulunmamıĢtır (136).
Benzer Ģekilde, Lim ve arkadaĢlarının botulinum toksin-A ve triamsinolon asetonidi
karĢılaĢtırdıkları randomize, çift-kör çalıĢmada da spastisite değerlendirmek için MAS
kullanılmıĢ ancak iki grupta da spastisitede anlamlı düzelme saptanmamıĢ (162).
ÇalıĢmamızda MAS‟a göre spastisitesi evre 3 olan hastalarda medikal antispastik ajan
olarak tizanidini seçtik. Tizanidin ile yapılan çalıĢmalar genel olarak değerlendirildiğinde
hastaların % 75‟inin tedaviden yarar gördüğü bildirilmiĢtir (16). Ogawa ve arkadaĢlarının
yapmıĢ olduğu çalıĢmada Tizanidin tedavisi ile % 60 etkinlik sağlandığı bildirilmiĢtir (170).
Groves ve arkadaĢlarının yaptığı bir meta-analizde 270 hastayı kapsayan 10 çalıĢma
incelenmiĢ ve Tizanidin, Baklofen ve Diazepamın etkinlik ve tolerabilitelerine bakılmıĢ.
Sonuçta spastisite de her üç ilacın eĢit etkili olduğu ancak kas kuvvetinin en fazla Tizanidin
ile geliĢtiğini ve en iyi tolerabilitenin Tizanidin ile olduğunu rapor etmiĢler (171).
ÇeĢitli çalıĢmalarla HOA olan hastalarda spastisite ve EHA kısıtlanması arasındaki
iliĢki de araĢtırılmıĢtır. HOA olan ve artrografi ile değerlendirilen hastalarla yapılan bir
çalıĢmada üst ekstremite tonus artıĢının EHA‟nda tüm yönlerde azalmaya yol açtığı
bulunmuĢtur (63). Yelnik ve arkadaĢları HOA bulunan 3 hastada subskapuler kasa Botulinum
76
toksin-A enjeksiyonu yapmıĢlar ve çalıĢma sonunda ağrıda azalma ve özellikle abduksiyon ve
dıĢ rotasyonda olmak üzere omuz EHA‟nda artıĢ saptamıĢlardır (172).
Jackson HOA tedavisinde kortikosteroid enjeksiyonunun yumuĢak doku atrofisi
yaparak uzun dönemde rotator manĢet kasları ve periartikuler yumuĢak dokuda zedelenmelere
neden olabileceğini belirtmiĢ ve lokal enjeksiyonun sadece aktif enflamasyonda manyetik
rezonans görüntülemede T2 kesitte gösterilerek kullanılması gerektiğini önermiĢtir (173).
ÇalıĢmamızda lokal steroid enjeksiyonu yaptığımız 15 hastadan hiçbirinde istenmeyen
bir etkiye rastlamadık. Literatürde hemiplejik omuzda uygulanan kortikosteroid
enjeksiyonuna bağlı en sık yan etki olarak enjeksiyon yapılan yerde 1 ila 2 gün süren lokal
ağrı ve deride kızarıklık rapor edilmiĢtir. Diyabeti olan hastaların hiçbirinde kan glukoz
seviyelerinde değiĢiklik saptanmamıĢtır (160). ÇalıĢmamızda lokal steroid enjeksiyonu
yaptığımız 15 hastadan hiçbirinde istenmeyen bir etkiyle karĢılaĢmadık. LakĢe HOA‟nda
lokal steroid enjeksiyonu ve konvansiyonel fizik tedavi metodlarını karĢılaĢtırdığı
çalıĢmasında da enjeksiyon grubundaki hastalarda yan etki saptamamıĢtır (136).
Ülkemizde kullanılan baĢlıca lokal enjeksiyon preparatları; betametazon disodyum
fosfat ve asetat (3 mg/ml), deksametazon sodyum fosfat (4 mg/ml), metilprednisolon asetat
(40 mg/ml), prednisolon (25 mg/ml) ve triamsinolon asetonid (40 mg/ml)dir. Bizim
çalıĢmamızda triamsinolon kullanılmasının nedeni çözünürlüğünün az olup uzun etki
göstermesi, dozunun kolay ayarlanabilir olması ve lokal anestezikler ile iyi çözünebilir
olmasıdır.
Hollanda‟da inme geçiren hastaları takip eden fiziyatristlere ve nörologlara HOA‟nda
triamsinolon enjeksiyonu kullanımı ile ilgili anket düzenlenmiĢ ve enjeksiyonun ilk tercih
olarak kullanımı %7 oranında bulunmuĢtur. Triamsinolon‟dan etki bekleme oranı
fiziyatristlerde %70 iken bu oran nörologlarda % 47‟dir. Uygulamada tercih edilen yöntem
%65.1 ile intraartikuler iken daha sonra periartikuler uygulama gelmektedir (75). Ülkemizde
HOA‟sında enjeksiyon tedavisinin yeri konusunda LakĢe‟nin yaptığı çalıĢmada HOA‟nda
uygun hastaların tedavisine kortikosteroid enjeksiyonu eklenerek hem daha erken, hem de
daha etkin yanıt alınabileceği sonucuna varılmıĢtır (136).
77
ÇalıĢmamızda fizik tedavi modalitelerinden biri olarak kullandığımız ultrasonun SSS
tedavisinde etkili olduğunu bildiren yayınların yanı sıra omuz ağrısında etkili olmadığını
bildiren yayınlar da vardır. Ultrasonun omuz ağrısı üzerine etkili olduğu Neer, Neviaser,
Matsen, Akman ve Akgün gibi pekçok araĢtırmacı tarafından gösterilmiĢtir (63,174,175).
Ancak HOA‟nda ultrasonun etkinliği ile ilgili yeterli çalıĢma bulunmamaktadır.
ÇalıĢmamızda analjezik etkisinin olmasından dolayı US‟a ek olarak TENS
kullanılmıĢtır. TENS ucuz, kolay taĢınabilen ve yan etkileri oldukça az olan bir tedavi
yöntemidir. Literatürde akut ve kronik ağrı tedavisinde TENS ile ilgili birçok araĢtırma
yapılmıĢtır. Hemiplejik omuz ağrılı hastalarda TENS, intramusküler elektriksel stimulasyon,
FES ve perkütan nöromusküler elektriksel stimulasyon gibi çeĢitli elektroterapi
yöntemlerinin etkili olduğu gösterilmiĢtir. Analjezik etkileri nedeniyle yaygın bir kullanım
alanı olan TENS‟ in etki mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte çeĢitli teoriler ileri
sürülmüĢtür. Bunlar nosiseptörlerin inhibisyonu, afferent sinirlerde ağrı transmisyonunun
bloke edilmesi, sempatik blok, kapı kontrol teorisi ve endojen opioidlerin salınımını artırarak
etkili olduğu Ģeklindedir.
Ekim ve arkadaĢlarının yaptığı plasebo kontrollü çalıĢmada TENS tedavisi alan grupta
omuz ağrısında anlamlı azalma tespit edilmiĢken (176), Leandri ve arkadaĢlarının yaptığı
plasebo kontrollü çalıĢmada da, aktif TENS tedavisi alan hastalarda tüm yönlerde omuz EHA
ölçümlerinde anlamlı iyileĢme olduğu tespit edilmiĢtir (177). Literatürde hemiplejik omuz
ağrısında TENS tedavisinin günlük yaĢam aktiviteleri ve uzun dönem motor fonksiyon
sonuçlarını değerlendiren yeterli çalıĢma bulunmamaktadır.
Son olarak Snels ve arkadaĢları, HOA‟lı hastaların tedavisinde etkin bir tedavi
yöntemini tanımlamak amacıyla 14 farklı çalıĢmayı ele alarak bir metaanaliz yayınlamıĢlardır.
Yayınladıkları derlemede ele aldıkları tüm çalıĢmalarda birçok metodolojik eksiklik
bulunduğunu ve bu çalıĢmalara bağlı kalarak en etkili tedavinin kesin bir hükümle
belirlenmesinin mümkün olmadığını, ancak tüm bu metodlar arasında intraartriküler steroid
tedavisi ve FES‟in umut veren yöntemler olduğunu ve bu konuda daha kapsamlı çalıĢmalara
ihtiyaç olduğunu bildirmiĢlerdir (178).
Adeziv kapsülit ve sıkıĢma sendromuna bağlı HOA‟nda hem lokal kortikosteroid
enjeksiyonu ve konvansiyonel fizik tedavi modaliteleri, hem de tek baĢına konvansiyonel
78
fizik tedavi modaliteleri ile VAS, EHA, MAS, FIM ve Brunnstrom evrelerinde istatistiksel
olarak anlamlı iyileĢmeler elde ettik. Ancak iki grup karĢılaĢtırıldığında her iki grup arasında
hiçbir parametrede istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç olarak, HOA
tedavisinde her iki grupta uygulanan tedavi metodunun da etkili olduğu gösterilmiĢ, ancak
lokal kortikosteroid enjeksiyonunun fizik tedavi modaliteleri ve egzersizden oluĢan bazal
tedaviye üstünlüğü bulunmamıĢtır.
79
BÖLÜM 6 – ÖZET
Ġnme ya da serebrovasküler olay (SVO), beyin kan damarlarının oklüzyonu veya
rüptürü sonucu oluĢan, travmatik olmayan beyin hasarına bağlı motor kontrol kaybı, duyu
bozuklukları, kognitif bozukluk, konuĢma bozukluğu, dengesizlik ya da koma ile karakterize
ani geliĢen bir nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Ġnme sonrasında hemiplejik omuz
ağrısı hastaların % 16-85‟inde ortaya çıkmaktadır. Omuz ağrısı ve hareket kısıtlıkları
hemiplejik hastalarda üst ekstremite rehabilitasyonunu etkileyen önemli bir problemdir.
Bununla birlikte hemiplejik omuz ağrısının tedavisi hakkında tartıĢmalar sürmektedir.
Hemiplejik omuz ağrısının tedavisinde analjezikler, antispazmotikler, lokal kortikosteroid
enjeksiyonları, fizik tedavi modaliteleri ve egzersiz tedavisi uygulanmaktadır. Ancak bu
tedavi yöntemlerinin etkinliği ve birbirine üstünlüğü tartıĢmalıdır.
Bu çalıĢmada inme sonrası hemipleji/hemiparezi geliĢen, adeziv kapsülit ve
subakromiyal sıkıĢma sendromu tanısı alan 30 hasta randomize olarak iki gruba ayrıldı.
Birinci gruba lokal kortikosteroid enjeksiyonuna ilaveten fizik tedavi modaliteleri ( hotpack,
ultrasound, TENS ve egzersiz), ikinci gruba ise sadece fizik tedavi modaliteleri ve egzersiz
tedavisi uygulandı. Birinci gruba tedavinin baĢlangıcında omuza bir kez lokal kortikosteroid
enjeksiyonu yapıldı.Her iki gruba 3 hafta boyunca haftanın 5 günü olmak üzere 15 seans fizik
tedavi ve egzersiz uygulandı.. Klinik değerlendirmede kısıtlılık için omuz eklem hareket
açıklığı gonyometrik ölçümleri, ağrı için vizüel analog skala (VAS), motor geliĢim
değerlendirmesi için Brunnstrom evrelemesi, tonus değerlendirmesi için modifiye Ashworth
skalası (MAS) ve fonksiyonel değerlendirmede fonksiyonel bağımsızlık ölçeği (FIM)
kullanıldı. Her iki grupta tedavinin etkinliği tedavi öncesi (T1), tedavi programının birinci
haftası (T2) ve tedavi bitiminden sonra 4. Haftada (T3) olmak üzere tolam 3 kez, hem grup içi
hem gruplar arasında karĢılaĢtırıldı.
Sonuç olarak her iki grupta da tedavi sonrası tüm parametrelerde istatistiksel olarak
anlamlı iyileĢmeler görüldü. Ancak zamana göre iki grup karĢılaĢtırıldığında hiçbir
parametrede anlamlı fark saptanmadı ve lokal kortikosteroid ve fizik tedavi modaliteleri
kombinasyonunun, sadece fizik tedavi modalitelerine üstünlüğü bulunmadı.
Anahtar kelimeler: Ġnme, hemiplejik omuz ağrısı, lokal kortikosteroid enjeksiyonu
80
SUMMARY
Stroke or acute cerebrovascular attack is a non-traumatic rapidly developing loss of
brain function, caused by ischemia or hemorrhage of brain blood vessels. It can cause
permanent neurological defisit such as loss of motor control, sense and cognitif disorders.
Hemiplegic shoulder pain after stroke can be occur 16-85 % of the patients. Shoulder pain and
reduced range of motion are common and important problems, that can prevent the
rehabilitation of the upper limb on hemiplegic patients. Nevertheless the treatment strategies
of hemiplegic shoulder pain still hosting some disagreement. Resolution of the condition
depends on the diagnosis and effective treatment at the onset of the symptoms. Analgesics,
antispasmodics, lokal corticosteroid injections, physical therapy modalities and exercise
therapy are commonly used on hemiplegic shoulder pain.
In this study, 30 hemiplegic stroke patients with shoulder pain caused by adeziv
capsulitis and impingement syndrome were randomized into two groups. One group recieved
local corticosteroid injection and physical therapy modalities, whereas the other group
recieved only physical therapy. Physical and exercise therapy were applied 3 weeks ( 5 days
of week) to both of the groups. Clinical outcome measures were pain, shoulder range of
motion, motor development, spasticity and functional development. We used visual analogue
scale for pain, goniometric measurement for range of motion, Brunnstrom staging for motor
development, modified Ashworth scale for spasticity and functional independence
measurement for functional assessment. Measurements were made at baseline, first week of
the treatment and 4 weeks after the treatment for all patients in the two groups. Comparision
were made both in groups and between the two groups.
In conclusion all of the outcome measures improved significantly in both groups by
time. However there were no statistically significant difference between two groups after the
treatment period. Results from this study suggest that, local corticosteroid injection and
physical therapy combination do not present any superiority to only physical therapy
modalities.
Key words: Stroke, hemiplegic shoulder pain, local corticosteroid injection
81
BÖLÜM 7 – KAYNAKLAR
1. Brandstater ME. Stroke rehabilitation. In: DeLisa Ja, Gans BM, eds. Rehabilitation
Medicine. Third Ed. Philadelphia: Lippincott – Raven Publishers, 1998 pp 1165-1189
2. Pauran D, Faghri MD, Mary M, Rodgers et al. The effects of functional electrical
stimulation on shoulder subluxation, Arm function recovery, and shoulder pain in hemiplegic
stroke patients. Arch Phys Med Rehab 1994;75 (1):73-79
3. Jeffrey S. Hecht MD. Subskapular nerve block in the painful hemiplegic patients. Arch
Phys Med Rehabil 1992; 73(11):1036 9
4. Katz RT: Management of spasticity. Physical Medicine and Rehabilitation. First
Edition (Ed: Braddom RL)‟da. W.B. Saunders Company. 1996: 580-604
5. Rowland P.L. Merritt‟s Textbook of Neurology, Tenth Edition, Lippincott Williams
and Wilkins press, Philadelphia, 2000, Section IV, Chapter 35: 217-229
6. Godbout CJ. Stroke motor impairment. In: e-Medicine stroke. Available from: URL:
http://www.emedicine.com/pmr/topic 189htm//section-stroke_syndromes
7. Malgrem R, Warlow C, Bamford J, Sandercock P: Geographical and secular trends in
stroke incidence Lancet.1987; 2:1196-1201,1987
8. Barnett JM, Mohr JP, Bennet MS, Stein M, Frank M, Yatsu J: Stroke
pathophysiology, Diagnosis and Management, Second edition New York, Churchill
Livingstone Inc, 1992; 3-27: 859-866
9. Balkan S. Serebrovasküler hastalıklar. 2002; 38-93
10. Victor M and Ropper A.H. principles of Neurology, Sixth Edition. Part IV, 34: 777-
874.
11. Barthels MN. Pathophysiology and medical management of stroke. In: Gillen G,
82
Burkhardt A, eds. Stroke rehabilitation. 2nd ed. Mosby, 2004. p. 1-31.
12. Özcan O, Turan B. Hemipleji rehabilitasyonu. Ed: Ozcan O, Arpacıoğlu O, Turan B.
Nörorehabilitasyon. Nobel tıp kitabevi. Bursa, 2000: 61-82.
13. Ryerson SD : Hemiplegia Resulting From Vascular Insult or Disease,Neurological
Rehabilitation.Second Ed.(Ed: Umphered DA)‟da St Louis,Missouri,Mosby;1990,619-
660
14. Roth EJ, Harvey RL. Rehabilitation of stroke syndromes. In: Braddom RL, ed.
Physical medicine & rehabilitation. 1th ed. Philadelphia: W.B Saunders, 1996. p. 1053-1087
15. Gazi Ö,Serhat Ö,Nevzat U:Türkiye’de beyin damar hastalıkları için major risk
faktörleri.Türk Beyin Damar Hastalıkları Dergisi 2000;6(2):31-35
16. Aras MD, Çakcı A. Ġnme rehabilitasyonu. Ed: Oğuz H, Dursun E, Dursun N. Tıbbi
rehabilitasyon. Nobel tıp kitapevi. Ġstanbul, 2004: 589-617.
17. Ross R. The pathogenesis of atherosclerosis: a perspective for the 1990‟s.
Nature. 1993;362:801-809
18. Villar-Cordova C, Yatsu FM. Atherosclerosis. In: Stroke:Pathophysiology,
Diagnosis and Management. Barnett HJM. Mohr JP, Stein BM, Yatsu FM.
Churchill Livingstone _nc,Philadelphia. 1998:29-39
19. Eskiyurt N, Sakar NK. Ġnme sendromlarının rehabilitasyonu. Ed: Arasıl T. Fiziksel
tıp ve rehabilitasyon el kitabı. GuneĢ tıp kitabevi. Ankara, 2005: 727-756.
20. Kelly PJ, Furie KL, Shafqat S, Rallis N, Chang Y, Stein J. Functional recovery
following rehabilitation after hemorrhagic and ischemic stroke. Arch Phys Med
Rehabil 2003;84:968-972.
21. Prof.Dr. Erhan Ogul , Uludag Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Klinigi.Klinik
Nöroloji, Nobel Tıp Kitabevi ISBN : 9759517415
83
22. DenktaĢ H. Serebrovaskuler hastalıklar. Ed: Ozekmekci S, Apaydın H. Noroloji.
CerrahpaĢa tıp fakultesi yayınları. Ġstanbul, 1995: 141-156.
23. Bamford J, Sandercock P, Dennis M, Burn J, Warlow CP. Classication and Naturel history
of clinically identifiable subtypes of serebral infarction. The Lancet 1991; 337:1521-1527.
24. Kumral K. Akut iskemik inmenin klinik özellikleri. Ġç: Akut Ġskemik Ġnme. 2001; 2:24-42.
25. Çoban O. Ġskemik inme. Ġstanbul Tıp Fakültesi Temel ve Klinik Blimler Ders Kitapları.
2004;20.6:223-227
26. Lindley RI, Warlow CP, Wardlaw JM, Dennis MS, Slattery J, Sandercock PA.
Interobserver reliability of a clinical classification of acute serebral infarction. Stroke. 1993
Dec;24 (12) : 1801-1804
27. Krespi Y, Bahar S. Ġskemik Beyin Damar Hastalıklarında Tanı ve Tedavi YaklaĢımları.
Ġstanbul Tıp Fakültesi Temel ve Klinik Blimler Ders Kitapları. 2004;20: 261-277.
28. Saatçi I. Strok‟ta görüntüleme yöntemleri. Ġç: Balkan S. Serebrovasküler Hastalıklar.
2002;15:199-221.
29. Göksan B. Ġskemik beyin damar hastalıklarında ikincil önleyici tedavi. Ed: Siva A,
Saip S, Kaynak D. Nörolog olmayanlar icin nöroloji. Ġ.U.C.T.F. STEE Sempozyum
dizisi no:42. Ġstanbul, 2005: 17-24.
30. Yaltkaya K, Balkan S, OğuzY. Serebrovasküler Hastalıklar. Ġç: Nöroloji Ders Kitabı. Palme
yayıncılık. 2000:13;183-219.
31. Bozbuğa N. Serebrovasküler Hastalıklar. Ġç: Lindsay, Bone, Callander. Çeviri; Bozbuğa M.
Resimli Açıklamaları ile Nöroloji ve NöroĢirurji. 2000;236-268.
32. Barnett Henry JM, Mohr JP, Bennett MS, Yatsu MF. Medical complications of stroke.
Stroke Pathophysiology, Diagnosis and Management Third Edition. 1998; 1121-1122
84
33. Davenport RJ, Dennis MS, Wellwood I, Warlow CP. Complications after acute
stroke. Stroke 1996;27:415-420.
34. Bolay H, Dalkara T. Hemipleji sonrası nöronal plastisite. Hemipleji ve Rehabilitasyonu
Sempozyumu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, 8-9 Ekim 1999
35. Sabatini U, Toni D, Pantano B, et al. Motor recovery after early brain damage: a case of
brain plasticity. Stroke 25: 514-517, 1994
36. Stroemer RP,Kent TA,Hulsebosch CE,Neocortical neural sprouting,synaptogenesis and
behavioral recovery after neocortical infarction in rats,Stroke 1995 26;2135-2144
37. Netz J,Lammers T,Hömberg V.Reorganisation of motor output in the non-affected
hemisphere after stroke.Brain 1997 120;1579-1586
38. Bach-y-Rita P. Central nervous system lesions: Sprouting and unmasking in
rehabilitation. Arch Phys Med Rehabil 62: 41-47, 1981
39. Kaplan MS. Plasticity after brain lesions: Contemporary concepts. Arch Phys Med
Rehabil 69: 984-991, 1988
40. Foulkes MA, Wolf PA, Price TR, Mohr JP, Hier DB. The Stroke Data Bank; design,
methods and baseline characteristics. Stroke 19: 547-554, 1988
41. Teasell R. Background principles of stroke rehabilitation. In: Teasel R, Doherty T,
Speechley M, Foley N, Bhogal SK, editors. Evidence based review of stroke
rehabilitation Ontario; 2003.p.1-21.
42. Twitchell T. The restoration of motor function following hemiplegia in man.Brain
1951;74:443-80
43. Garrison SJ, Rolak LA. Rehabilitation of the stroke patient. In: DeLisa JA, Gans
BM (Eds.). Rehabilitation medicine: Principles and Practice. 2nd ed. Philadelphia: JB
Lippincott Co; 1993: 801-24.
85
44. Özcan O. Hemipleji rehabilitasyonu. Oğuz H (Editör). Tıbbi Rehabilitasyon‟da.
Ġstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri; 1995: 385-99.
45. Dursun H, Özgül A. Tedavi edici egzersizler. Ed: Oğuz H, Dursun E, Dursun N.
Tıbbi rehabilitasyon. Nobel tıp kitabevi. Ġstanbul, 2004: 433-445.
46. Bender L, McKenna K. Hemiplegic shoulder pain: defining the problem and its
management. Disabil Rehabil 2001;16:698-705.
47. Güler F;Hemipleji Rehabilitasyonu.Romatol Tıb Reh, 1990; 1(3): 177-186.
48. Chantraine A, Baribeault A, Uebelhart D et al. Shoulder pain and dysfunction in
hemiplegia: effects of functional electrical stimulation. Arch Phys Med Rehabil 1999;
80: 328-331 .
49.Kraft GH, Fitts SS, Hammand MC:Techniques to improve function of the arm and
hand in chronic hemiplegia.Arch Phys Med Rehabil. 1992; 73: 220-226.
50. Page SJ, Sisto SA, Levine P et all: Modified constraint induced therapy; Arandomized
feasibility and efficacy study. J of Rehab Research and development 2001, Vol:38/5
51. Sabari JS, Kane L, Flanagan SR, Steinberg A. Constraint-induced motor relearning
after stroke: a naturalistic case report. Arch Phys Med Rehabil 2001; 82: 524-528.
52. Engin AE : Biomechanics of the human shoulder complex-I : theoretical analysis
of the kinematics of shoulder motion. Romatol T b Rehab. 1993; 4 (1) : 2-10
53. Magee DJ, Reid DC: Shoulder injuries. In: Zachazewski JE, Magee DJ, Quillen
WS Athletic Injuries and Rehabilitation. W. B. Saunders Co. Philadelphia 1996:
509-542
54. Sarrafian S.K.: Gross and functional anatomy of the shoulder. Clin Orthop. 173:11,
1983.
86
55. Peat M. Functional anatomy of the shoulder complex. Phys Ther.66:1855-1865, 1986.
56. Petersson CJ. Degeneration of the acromion claviculer joint. Acta Orthop Scand. 54:
434-438, 1983.
57. Yelkovan M.: Subakromial SıkıĢma Sendromunda Manyetik Alan Tedavisinin
Etkinliğinin AraĢtırılması. Uzmanlık Tezi. Ġstanbul 1998.
58. Magee D.J. Orthopedic Physical Assesment. Saunders, Fourth Edition, Philadelphia.
Chap 5: 207-319, 2002.
59. Jobe CM: Gross Anatomy of the Shoulder. In: Rockwood and Matsen. Second Edition.
W.B.Saunders Company. Volume 1, Chapter 2,34-97, 1998.
60. Dalton S.E.: The Shoulder .In: Klippel J.H., Dieppe P.A.(Ed) Rheumatology. Second
Edition Mosby- Year Book. Volume1, Section 4:7.1-7.14, 1998.
61. Tythrleigh- Strong G., Hirahara A.: Rotator cuff disease. Current Opinion in
Rhemautology 13:135-145, 2001.
62. Diamond W.: Upper Extremity: Shoulder.In:Myers R.S.(Ed), Manuel of Physical
Therapy Practice. W.B. Saunders Company-Philadelphia. Chap.30:789-838, 1995.
63. Neer, C:S: Ġmpingement lesions. Clin Orthop. 173:70-77, 1983.
64. Neer, C.S.II., Shoulder Reconstruction, WB Saunders Comp. Philadelphia, 1990.
65. Conger M.:Subakromial SıkıĢma Sendromunun Konservatif Tedavisinde Mobilizasyon
Egzersizlerinin Etkinliğinin AraĢtırılması. Uzmanlık Tezi. Ġstanbul 2003.
66. Arıncı K, Elhan A. Anatomi 1. cilt. Ankara universitesi tıp fakultesi yayınları.
Ankara, 1995.
87
67. Kinesiology of the sholder joint. In: Rasch PJ, Burke RK, eds. Kinesiology and
applied anatomy. 6th ed. Philadelphia: Lea and Febiger; 1978. p. 159-173.
68. Hurley, J.A.: The Upper Extremity in Sports Medicine Chapter 2.Tbe J.V.Mosby
Company. 1990.
69. Demirhan M., Göksan M.A.: Omuz eklemi biomekaniği ve kas kontrolu. Acta Orthop.
Traumatol. Turc. 27:212- 217, 1993.
70. Kapandji IA. The Physiology of The Joints-Upper Limp. Vol. 1. Churchill Livingstone,
New York,1982.
71. Hadler AM, Itoi E, An K. Anatomy and biomechanics of the shoulder. Orthop Clin
North Am, 2000; 31: 159-176.
72. Sarpel T. Omuz muayenesi. Beyazova M, Gökçe-Kutsal Y (eds). Fiziksel Tıp
Rehabilitasyon Cilt 1. GüneĢ Kitabevi Ltd. ġti, Ankara, 2000:280-288.
73. Irragang JJ. Anatomy and biomechanics of the shoulder. In: Pittsburgh university
internet education. Available from: URL:
http://www.pitt.edu/~super1/lecture/lee2701/001.htm
74. Peat Malcolm: Functional anatomy of the shoulder complex. Physical Therapy 66
(12):1855-1865, 1986.
75. Snels IAK, Beckerman H, Lankhorst GJ, Bouter LM. Treatment of hemiplegic shoulder
pain in the Netherlands: results of a national survey. Clin Rehab 2000;14:20-27.
76. Aras MD, Gökkaya NKT, Comet D, Kaya A, Cakci A. Shoulder pain in hemiplegia. Am
J Phys Med Rehabil 2004;83:713-719.
77. Peker Ö, Gündüz B. Hemiplejik omuz ağrısı. Ege Fiz Tıp Reh Der 1997;3:213-216.
88
78. Kumar R, Metter EJ, Mehta AJ, Chew T. Shoulder pain in hemiplegia. Am J Phys
Med Rehabil 1990;69:205-208.
79. Zorowitz RD. Recovery patterns of shoulder subluxation after stroke: a six month
follow-up study. Top Stroke Rehabil 2001;8(2):1-9.
80. ġenocak Ö. Serebrovasküler olay sonrası geliĢen hemiplejilerde omuz subluksasyonu,
kol fonksiyonları ve omuz ağrısına elektrik stimulasyonunun etkileri. Uzmanlık tezi, Ġzmir.
1996.
81. Black-Schaffer RM, Kirsteins AE, Harvey RL. Stroke rehabilitation. 2. Co-morbidities
and complications. Arch Phys Med Rehabil 80 (Suppl 1): 8-16, 1999.
82. Tan J. Hemiplejik hastallarda görülen üst ekstremite komplikasyonları. Hemipleji ve
Rehabilitasyonu Sempozyumu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, 8-9 Ekim 1999.
83. Braus DF, Kraus JK, Strobel J. The shoulder-hand syndrome after stroke: a prospective
clinical rial. Ann Neurol 36: 728-733, 1994
84. Zlatkin MB. Shoulder. In Edelman RR, Hesselink JR, Zlatkin MB, Ed. Clinical magnetic
resonance imaging. 2rd ed. Philadelphia: W.B Saunders company, 1996; 1819-1875.
85. Waters RL, Wilson DJ, Gowland C. Rehabilitation of the upper extremity after stroke.
In: Hunter JM, Mackin EJ, Callahan AD, eds. Rehabilitation of the hand: surgery and therapy
volume-II. 4th ed. Mosby, 1995. p. 1401-1412.
86. Gillen G. Upper extremity function and management. In: Gillen G, Burkhardt A, eds.
Stroke rehabilitation. 2nd ed. Mosby, 2004. p. 172-219.
87. Rizk TE, Christopher RP, Pinals RS. Atrographic studies in painfull hemiplegic
shoulders. Arch Phys Med Rehabil; 65: 254-256, 1984
88. Griffin JW. Hemiplegic shoulder pain. Phys Ther; 66; 1884-1893, 1986
89
89. Yavuz N, Yücetürk A, Cakıcı A, Altıoklar K. Hemiplejik ağrılı omuzun artrografik
değerlendirilmesi. Romatol Tıp Rehab 1991;2:97-104.
90. Oğuz H. Romatizmal ağrılar. Atlas tıp kitabevi. Konya, 1992: 73-101.
91. Price CIM. Shoulder pain after stroke: a research challange. Age and ageing 2002;31-
S3:36-38.
92. Karabulut Z. Ġnmeli hastalarda omuz komplikasyonları. Uzmanlık tezi, Diyarbakır. 1999.
93. Kozin F. Painfull shoulder and the reflex sympathetic dystrophy syndrome. Koopman
WJ (Ed.): Arthritis and Allied Conditions. Williams and Wilkins, Philadelphia, 1997, S. 1887-
1922.
94. Hawkins RJ, Abrams JS. Impigment syndrome in the absence of rotator cuff tear (stage1
and 2). Orthopedic Clinics of North America 1987;18(3):373-82.
95. Waters RL, Wilson DJ, Gowland C. Rehabilitation of the upper extremity after stroke.
In: Hunter JM, Mackin EJ, Callahan AD, eds. Rehabilitation of the hand: surgery and
therapy volume-II. 4th ed. Mosby, 1995. p. 1401-1412.
96. Davis SW, Petrillo CR, Eichberg RD, Chu DS. Shoulder-hand syndrome in a
hemiplegic population: 5-year retrospective study. Arch Phys Med Rehabil 58: 353-
356,1977.
97. Tepperman PS, Greyson ND, Hilbert L, Jiminez J, Williams JI. Reflex sympathetic
dystrophy in hemiplegia. Arch Phys Med Rehabil 65: 442-447, 1984.
98. Kendo I, Hosokawa K, Soma M, Iwata M, Maltais D. Protocol to prevent sholderhand
syndrome after stroke. Arch Phys Med Rehabil 2001;82:1619-1623.
99. Dursun E, Dursun N, Ural CE, Çakçı A. Glenohumeral joint subluxation and reflex
sympathetic dystrophy in hemiplegic patients. Arch Phys Med Rehabil 1999; 81:944-946.
90
100. Lankford LL. Reflex sympathetic dystrophy. In: Hunter JM, Mackin EJ, Callahan
AD, eds. Rehabilitation of the hand: surgery and therapy volume-I. 4th ed. Mosby, 1995. p.
779-815.
101. Kokino S. Refleks sempatik distrofi. Ed: Beyazova M, Kutsal YG. Fiziksel tıp ve
rehabilitasyon cilt 2. GuneĢ kitapevi. Ankara, 2000: 1903-1911.
102. Walker SM, Cousins MJ: Review. Complex Regional pain syndromes: Including
„reflex sympathetic distrophy‟ and „causalgia‟. Anaesth Intens Care 1997; 25: 113-125.
103. Kingery WS, Date ES, Bocobo CR. The absence of brachial plexus injury in stroke.
Am J Phys Med Rehabil 1993;72:127-135.
104. Sarıca Y, Özeren A, Bozdemir H. Talamik ağrı sendromu ve karbamazepin tedavisi
sonuçları . 13. Ulusal Klinik Nörofizyoloji EEG-EMG Kongresi, 26-28 Nisan 1995, Ġstanbul,
p. 83.
105. Zileli B. Nöropatik ağrı. Yegül Ġ (ed). Ağrı ve Tedavisi. Yapım Matbaacılık, Ġzmir,
1993, pp. 55-74.
106. Jones AKP. Shoulder pain after stroke: a case report and review. Ann Rheum Dis 1999;
58:451.
107. Erdine S. Ağrı. Nobel tıp kitabevi. Ġstanbul, 2000: 716-717.
108. Berkow R.: Kortikosteroidler. In. BerkowR.(Ed) Peksus M.R.(çeviri) The Merck
Manual 14.baskı .Merk yayıncılık- Ġstanbul 1986 ,Cilt 2 Bölüm23: 1733-1737.
109. Kayaalp S.O.: Kortikosteroidler, kortikosteroid antagonistleri ve ACTH In: Tıbbi
Farmakoloji Dördüncü Baskı, Ankara 1989.Cilt 3 Sayfa:2421-2471.
110. Hatipoğlu Ġ.: Glukokortikoidler In: Tuna N.(Ed.) Romatizmal Hastalıklar 3.Baskı,
Hacettepe TaĢ Kitapçılık- Ankara 1994. Sayfa:201-212.
91
111. Bird H.A.: Intra-articular and intralesional therapy. In:Klippel J.H., Dieppe P.A.(Ed.)
Rheumatology. Second Edition, Mosby-Year Book, 1998 . Volume 1 , Section 3:7.1-7.4.
112. Kayhan Ö. Lokal enjeksiyonlar. Marmara universitesi yayınları no:572. Ġstanbul,
2003: 1-14.
113. Wilder R.L.: Corticosteroids In:Koopman W.J.(Ed.) Arthritis and Allied Condition
13.edition ,Williams and Wilkins - Baltimore, 1996. Volume1 Section3 Chap.37:731-750.
114. Atalay F, Babaoğlu I, Zinnuroğlu M. Romatizmal hastalıkların tedavisinde lokal
enjeksiyon uygulamaları. Ankara, 2003.
115. Berker E.:Yerel kortikosteroid tedavisi.In: Tuna N.(Ed) Romatizmal Hastalıklar 3.baskı
Hacettepe TaĢ Kitapçılık-Ankara 1994, sayfa 265-280.
116. Saunders S. Injection techniques in orthopaedic and sports medicine. 2nd ed. WB
Saunders; 2002.
117. Owen D.S.:Aspiration and injection of joints and soft tissues In:Kelly W.N., Harris
E.,Ruddy S., Siedge C.B.(Ed) Textbook of Rheumatology W.B.Saunders Company
Philadelphia Chap 35:545-561, 1993.
118. Mantone J.K, Burkhead W.Z., Noonan J. : Nonoperative Treatment of Rotator Cuff
Tears. Orthop. Clin. North America. Vol 31, Number 2, April 2000.
119. Kappler R.E, Ramey K.A : Upper Extremities. Ġn: Ward R.C (Ed) Foundations for
Osteopathic Medicine.Williams-Wilkins .Baltimore, Maryland.
120. Özoran K: Eklemlerin, kasların, motor ve duyusal iĢlevlerin klinik değerlendirilmesi.
In :Beyazova M, Gökçe-Kutsal Y.(Ed). Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Cilt 1. GüneĢ Kitabevi,
Ankara. 249-271,2000.
92
121. Gregson JM, Leathley M, Moore AP, et al. Reliability of the tone assessment scale and
the modified Ashworth scale as clinical tools for assessing poststroke spasticity. Arch Phys
Med Rehabil 80: 1013-1016, 1999.
122. Soyuer F, Erdoğan F, Öztürk A. Ġnme hastalarında kognitif fonksiyon ve fonksiyonel
durum arasında iliĢki var mıdır? Journal of Neurological Sciences (Turkish). 24: (2), 11: 115-
120, 2007.
123. Fischer CM: Lacunar strokes and infarcts: A review. Neurology. 1992; 38: 871-876.
124. Sonel B, Tuncer S, Süldür N. Ġnmeli Hastalarda Üst Ekstremite ve El Fonksiyonlarının
Değerlendirilmesi. Türkiye Fiziksel Tıp Dergisi 2001. 47 (3). 38-43.
125. Roy CW, Sands MR, Hill LD. Shoulder pain in acutely admitted hemiplegics. Clin
Rehabil 1994; 8: 334-340.
126. Van Ouvenaller C, Laplace PM, Chantraine A. Painful shoulder in hemiplegia. Arch
Phys Med Rehabil 1986; 67: 23-26.
127. Wanklyn P, Forster A, Young J. Hemiplegic shoulder pain (HSP) natural history and
investigation of associated features. Disabil Rehabil 1996; 18: 497-501.
128. Gamble GE, Barberan E, Laasch H, et al. Poststroke shoulder pain: a prospective study
of the association and risk factors in 152 patients from a consecutive cohort of 205 patients
presenting with stroke. Eur J Pain 2002; 6: 467-674.
129. Barlak A, Ünsal S, Kaya K, et al. Poststroke shoulder pain in Turkish stroke patients:
relationship with clinical factors and functional outcomes. Int J Rehabil Res (in press)
130. Kızıl R, ġenocak Ö, El Ö, Gözüm M, et al. Hemiplegic shoulder pain; frequency and
related factors. Journal of Neurological Sciences. 2009; 26 (2): 206-213.
131. Gamble GE, Barberan E, Tyrrell PJ, Bowsher D, Jones AKP. Poststroke shoulder pain:
more common than previously realized. EJP 2000; 4: 313-315.
93
132. Balcı N, Sepici V. Hemiplejik hastalarda üst ekstremite sorunları. Romatol Tıp Rehab
1998; 9(3):181-186.
133. Hanger HC, Whitewood G, Brown G, Ball MC, Harper J, Cox R, et al. A randomised
controlled trail of strapping to prevent post-stroke shoulder pain. Clin Rehab 2000;14:370-
380.
134. Joynt RL. The source of shoulder pain in hemiplegia. Arch Phys Med Rehabil
1992;73:409-413.
135. Ratnasabapathy Y, Broad J, Basket J, Pledger M, Marshall J, Bonita R. Shoulder
pain in people with a stroke: a population based study. Clin Rehab 2003;17:304-
311.
136. LakĢe E. Hemiplejik omuz ağrısında kortikosteroid enjeksiyonunun omuz
fonksiyonlarına etkisi. Uzmanlık tezi, Ġstanbul. 2005.
137. Dromerick AW, Edwards DF, Kumar A. Hemiplegic shoulder pain syndrome:
frequency and characteristics during inpatient stroke rehabilitation. Arch Phys Med Rehabil
2008; 89: 1589-1593.
138. Arboix A, Marti-Vilalta JL. Lacunar infarctions and dysarthria. ArchNeurol 1990;
47: 127.
139. Kumral E, Ozkaya B, Sagduyu A, Sirin H, Vardarli E, Pehlivan M. The Ege Stroke
Registry: a hospital-based study in the Aegean region, Izmir, Turkey. Analysis of 2,000
stroke patients. Cerebrovasc Dis 1998;8:278-88.
140. Selçuk B, Ekici L, Kurtaran A, Ali A, Akyüz M . Hemiplejik Hastalarda Disfajinin
Klinik Risk Belirteçleri ile Değerlendirilmesi. 2004; 50:2.
141. Yorgancıoğlu Z.R, Yorgancıoğlu O, Gökoğlu F. 109 Hemiplejik hastanın tıbbi
rehabilitasyon sonrasında değerlendirilmesi. Fiziksel Tıp 2001; 4(2-3): 133-139.
94
142. Chapey R (ed.): Language Intervention Strategies in Adult Aphasia. (2nd ed.)
Baltimore: Williams and Wilkins. 1986
143. Engelter ST, Gostynski M, Papa S, Frei M, Born C, Ajdacic-Gross V, et al.
Epidemiology of aphasia attributable to first ischemic stroke: incidence, severity, fluency,
etiology, and thrombolysis. Stroke 2006; 37:1379-84.
144. Dumoulin C, Korner-Bitensky N, Tannenbaum C. Urinary incontinence after stroke:
does rehabilitation make a difference? A systematic review of the effectiveness of behavioral
therapy. Top Stroke Rehabil 2005; 12: 66-76.
145. Zoccolotti P, Antonucci G, Judica A, Montenero P, et al. Incidence and evolution of the
hemineglect disorder in chronic patients with unilateral right brain damage. Intern J
Neuroscience 1989; 47: 209-216.
146. Pedersen PM, Jorgensen HS, Nakayama H, Raaschou HO, et al. Hemineglect in acute
stroke incidence and prognostic implications. The Copenhagen stroke study. Am J Phys Med
Rehabil 1997; 76: 122-7.
147. Sunderland A, Wade DT, Hewer RL. The natural history of visual neglect after stroke.
Int Disabil Study 1987; 55-59.
148. Stone SP, Halligan PW, Greenwood RJ. The incidence of neglect phenomena and
related disorders in patients with an acute right or left hemisphere stroke. Age Ageing 1993;
22: 46-52.
149. KarataĢ M, Dağdelen M, Yavuz N, Sözay S, et al. Ġnmeli hastalarda vizüospatial
hemineglect sıklığı ve rehabiitasyon sonuçlarına etkisi. Romatol Tıb Rehabil 2000; 11: 48-53.
150. Sinyor D, Amato MA, Kaloupek DG, Becker R, Goldenberg M, Coopersmith H. Post-
stroke depression: Relationship to functional impairment, coping strategies, and rehabilitation
outcome. Stroke 1986; 17 (6): 1102-1107.
95
151. Nicholl CR, Lincoln NB, Muncaster, Thomas S. Cognitions and post-stroke depression.
Br J Clin Psychol 2002; 41: 221-231.
152. Singh A, Black SE, Hermann N, Leibovitch FS, Ebert PL, Lawrence J, et al. Functional
and neuroanatomic correlations in poststroke depression. The Sunnybrook stroke study.
Stroke 2000; 3: 637-644.
153. Howard G, Wagenknecht LE, Burke GL, Diez-Raux A, et al. Cigarette smoking and
progression of atherosclerosis: the atherosclerosis risk in communities (ARIC) study. JAMA
1998; 279: 119-124.
154. Bahadır C, Akarırmak U, Bahadır E, Karacan Ġ. Flask donemdeki hemiplejik hastalarda
omuz subluksasyonu ile ağrı iliĢkisinin değerlendirilmesi. Turk Fiz Tıp Rehab Derg
2001;47(6):12-16.
155. Lo S, Chen YS, Lin HC, Jim YF, Meng YH, Kao MJ. Arhrographic and clinical
findings in patients with hemiplegic shoulder pain. Arch Phys Med Rehabil 2003;84:1786-
1791.
156. Hakuno A, Sashika H, Ohkava T, Itoh R. Artrographic findings in hemiplegic
shoulders. Arch Phys Med Rehabil 1984; 65:706-11.
157. Ikai T,Tei K, Yoshida K, Miyano S, Yonemoto K. Evaluation and treatment of shoulder
subluxation in hemiplegia. Am J Phys Med Rehabil 1998; 77(5): 421-8.
158. Rizk TE, Pinals RS, Astalavier. Corticosteroid infections in adhesive capsulitis:
Investigation of thein value and site. Arch Phys Med Rehabil 1991; 72: 20-2.
159. Dacre JE, Beeney N, Scott DL. Injections and physiotherapy for the painful stiff
shoulder. Ann Rheum Dis 1989; 48: 322-5.
160. Dekker JHM, Wagener RC, Lankhorst GJ, Jong BAD. The painful hemiplegic
shoulder: effects of intra-articular triamcinolone acetonide. Am J Phys Med Rehabil
1997;76:43-48.
96
161. Ercin O, Tezyürek M, Karagöz A, Özgirgin N. Hemiplejik ağrılı omuz tedavisinde
intraartikuler enjeksiyon ile fizik tedavinin etkinliklerinin karĢılaĢtırılması. Fiz Tıp Derg
2000;3:117-120(Özet).
162. Lim JY, Koh JH, Paik NJ. Intramuscular botulinum toxin-A reduces hemiplegic
shoulder pain: a randomized, double-blind, comparative study versus intraartricular
triamcinolone acetonide. Stroke. 2008; 39(1): 126-31.
163. Chae J, Mascarenhas D, Yu DT, et al. Poststroke shoulder pain: its relatinship to motor
impairment, activity limitation, and quality of life. Arch Phys Med Rehabil 2007; 88: 298-
301.
164. Bourestom NC. Predictors of long-term recovery in cerebrovascular disease. Arch Phys
Med Rehabil 1967;48:415-9.
165. Gagnon D, Nadeau S, Tam V. Ideal timing to transfer from an acute care hospital to an
interdisiplinary inpatient rehabilitation program following a stroke: an exploratory study.
BMC Health Serv Res 2006;23:151.
166. Öz B, Koca B, Ölmez N, MemiĢ A. Ġnmeli hastalarda rehabilitasyon sonrası
fonksiyonel ve mental iyileĢme ile iliĢkili faktörler. Türk Fiz Tıp ve Rehab Derg. 2008; 54:
84-8.
167. Ring H, Feder M, Schwartz J, Samuels G. Functional measures of first-stroke
rehabilitation inpatients: usefullness of the functional independence measure total score with a
clinical rationale. Arch Phys Med Rehabil 1997;78:630-35.
168. Rajaratnam BS, Venketasubramanian N, Kumar PV, et al. Predictability of simple
clinical tests to identify shoulder pain after stroke. Arch Phys Med Rehabil 2007; 88: 1016-
1021
169. KarataĢ GM, Sepici V. Hemiplejide omuz rotator kaslarındaki spastisitenin kantitatif
değerlendirilmesi ve omuz ağrısı ile iliĢkisi. Romatol Tıp Rehab 2001;12(4):240-245.
97
170. Ogawa N, Asanuma M, Hirata H, Ota Z, Yamawaki Y, Yamamoto M. Development
of a simple spasticity quantification method: effects of Tizanidine on spasticity in patients
with sequelqe of cerebrovascular disease. J Ġnt Med Res. 1992; 20 (10): 78-86
171. Grove L, Shellenberg MK, Davis CS. Tizanidine treatment of Spasticity: a metaanalysis
of controlled, double-blind, comperative studies with baclofen and diazepam. Adv Ther 1998;
15 (4): 241-251.
172. Yelnik AP, Colle FMC, Bonan IV. Treatment of pain and limited movement of the
shoulder in hemiplegic patients with botulinum toxin A in the subscapular muscle. Eur Neurol
2003;50:91-93.
173. Jackson D, Stkes LT, Khatoon A, Stern H, Knight L, O’connell A. Development of
an integrated care pathway for the management of hemiplegic shoulder pain. Disabil Rehabil
2002;24(7):390-398.
174. Matsen FA, Arntz CT. Subacromial impingement. In: Rockwood CA, Matsen FA 3rd,
editors, The shoulder. 1st ed. Philadelphia: W. B. Saunders; 1990. p. 623-46.
175. Akgün K: Kronik subakromial sıkıĢma sendromunun konservatif tedavisinde ultrasonun
etkinliği. Uzmanlık tezi. Ġstanbul, 1993.
176. Ekim A, Armağan O, Öner C. Hemiplejik omuz ağrısında TENS tedavisinin etkileri:
plasebo konttrollü bir çalıĢma. Ağrı. 2008; 20:1.
177. Leandri M, Parodi CI, Corrieri N, Rigardo S: Comparison of TENS treatments in
hemiplegic shoulder pain. Scand J Rehabil Med. 1990; 22: 69-71.
178. Snels IA, Dekker JH, Van der Lee JH, Lankhorst GJ, Beckerman H, Bouter LM.
Treating patients with hemiplegic shoulder pain. Am J Phys Med Rehabil. 2002; 81(2): 150-
60.
98
Ek-1: Fonksiyonel Bağımsızlık Ölçümü (Functional Ġndependent Measure = FIM)
FONKSİYONEL BAĞIMSIZLIK ÖLÇÜMÜ
S Bağımsız
E 7-Tam bağımsız Yardımsız
V 6-Kısmi bağımsız (cihaz gereklidir)
Ġ Kısmi Bağımlı
Y 5-Süpervizyon
E 4-Minimal yardım (Hasta %75+) Yardımsız
L 3- Orta derecede yardım (Hasta %50+)
E Tam Bağımlı
R 2-Maksimal yardım (Hasta %25+)
1- Tam yardım (Hasta %0+)
Kendine Bakım BaĢlangıç ÇıkıĢ Kontrol
A- Yemek yeme O O O
B- Kendine bakım O O O
C- Yıkanma O O O
D- Üst taraf giyinme O O O
E- Alt taraf giyinme O O O
F- Tuvalet kullanımı O O O
Sfinkter Kontrolü
G- Mesane bakımı O O O
H- Barsak bakımı O O O
Mobilite
I- Yatak, sandalye, tekerlekli sandalye O O O
J- Tuvalet O O O
K- Banyo, duĢ O O O
Yer DeğiĢtirme O O O
L-Yürüme / Tekerlekli Sandalye O O O
M- Merdiven O O O
ĠletiĢim
N- Anlama O O O
O- Ġfade edebilme O O O
Sosyal Algılama
P- Sosyal katılım O O O
Q- Problem Çözme O O O
R- Hafıza O O O