mevzuat bilgi - haber platformu · 2577 sayılı İdari yargılama usulü kanunu'nun...
TRANSCRIPT
www.isvesosyalguvenlik.com • Mevzuat – Bilgi – Kültür - Haber Platformu
İş ve Sosyal Güvenlik Mevzuatına İlişkin Danıştay Kararları
DANIŞTAY
15. Daire Başkanlığı 2011/156 E.N , 2011/3298 K.N.
Özet
KONYA BÖLGE İDARE MAHKEMESİ'NİN 18.12.2008 TARİH VE E:2008/405, K:2008/717 SAYILI
KARARININ, DANIŞTAY BAŞSAVCILIĞINCA 2577 SAYILI İDARİ YARGILAMA USULÜ
KANUNUNUN 51. MADDESİ UYARINCA KANUN YARARINA BOZULMASI İSTENİLMEKTEDİR.
İçtihat Metni
Danıştay Tetkik Hakimi: Mehmet Ali Aydın
Düşüncesi : Konya Bölge İdare Mahkemesi kararının 2577 sayılı Yasa'nın 51. maddesi uyarınca kanun
yararına ve hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Başsavcısı: Yılmaz Çimen
Düşüncesi : İşyeri kayıtlarının verilmemesi nedeniyle, (mülga) 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın
140. maddesinin (d) fıkrası uyarınca davacıya 6750 TL. idari para cezası verilmesi yolundaki işlemin
iptali istemiyle açılan dava sonunda, Konya 2. İdare Mahkemesi hakimlerinden biri tarafından verilen
ve dava konusu işlemin iptaline ilişkin bulunan 25.3.2008 günlü, E:2007/909, K:2008/392 sayılı
kararın, davalı idarenin itirazı üzerine, 506 sayılı Yasa'nın 140. maddesi uyarınca idari para cezası
kararına karşı idari itiraz yoluna başvurulmadan açılan davada idari merci tecavüzü nedeniyle
dilekçenin merciine tevdi gerekirken uyuşmazlığın esasının incelenmesinin hukuka aykırı olduğu
gerekçesiyle bozulmasına ilişkin Konya Bölge İdare Mahkemesi'nin 18.12.2008 günlü, E:2008/405,
K:2008/717 sayılı kararının, hukuka aykırı olduğu savıyla kanun yarına bozulması konusunda
Danıştay Başsavcılığını bilgilendiren Konya 2. İdare Mahkemesi Başkanı'nın dilekçesi üzerine konu
incelendi;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "Kanun yararına bozma" başlıklı 51. maddesinde, bölge
idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay'ca ilk derece mahkemesi
olarak verilip, temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından
yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine
veya kendiliğinden Bankaşsavcı tarafından kanun yararına temiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde
görüldüğü takdirde kararın kanun yararına bozulacağı, bu bozma kararının daha önce kesinleşmiş olan
mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.
Dava konusu işlemin oluşturulduğu tarih itibariyle 506 sayılı Sosyal Sigortalar Yasası'nın 140.
maddesinin, 8.2.2006 günlü, 5454 sayılı Yasa'nın 5. maddesiyle değişik dördüncü fıkrasında "İdarî
para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde
Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur.
Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yetkili
sulh ceza mahkemesine başvurabilirler (Bu cümle, Anayasa Mahkemesi'nin 6.4.2007 günlü, 26485
sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4.10.2006 günlü, E:2006/75, K:2006/99 sayılı kararıyla iptal
edilmiştir). Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî para cezası kararı kesinleşir.
Sulh ceza mahkemesinin verdiği son karara karşı, yargı çevresinde yer alan ağır ceza mahkemesine
itiraz edilebilir. Bu itiraz, kararın tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yapılır. 2.000 Yeni
Türk Lirası dahil idarî para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesine başvuru üzerine verilen kararlar
kesindir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren
onbeş gün içinde Kuruma ödenmeyen idarî para cezaları, bu Kanunun 80. maddesi hükmüne göre
tahsil edilir. İdarî para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden
itibaren onbeş gün içinde peşin ödenmesi halinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idarî
para cezasına karşı kanun yoluna başvurma hakkını etkilemez." hükmü yer almaktadır.
Sözü edilen düzenlemeye göre, 506 sayılı Yasa'nın 140. maddesi uyarınca, idari para cezasının, idari
para cezası verilmesi yolundaki işlemin ilgilisine tebliğ edilmesi durumunda "tahakkuk edeceğinin",
yani tahsil edilebilir aşamaya geldiğinin, diğer bir ifadeyle bu aşamada kesin ve yürütülmesi zorunlu
idari işlem niteliğini kazandığının kabul edildiği; diğer yandan ilgiliye, idari para cezasının tebliğinden
itibaren onbeş gün içerisinde Kurumun ilgili birimine itiraz etme seçeneğinin tanınarak, bu yola
başvurulması durumunda takibin durması esasının benimsendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla idari
para cezasının takip ve tahsil edilebilir hale gelmesi, ilgilisinin idari makama itirazının sonuçlanması
veya itiraz edilmesi için öngörülen sürenin geçmiş olması koşuluna bağlanmamıştır. Bu haliyle, 506
sayılı Yasa'nın 140. maddesinde gösterilen idari itiraz yoluna başvurulmasının zorunlu olmadığı; yani,
idari itiraz yoluna başvurulmadan idari para cezası verilmesi yolundaki işlemin iptali istemiyle dava
açılabileceği ortadır. Nitekim bu nedenlerle Yasa hükmünde "...itiraz edilir." değil, "...itiraz edilebilir."
denilerek, itiraz yolunun ihtiyari olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Belirtilen durum karşısında, Konya Bölge İdare Mahkemesi'nin, 506 sayılı Yasa'nın 140. maddesi
uyarınca idari para cezası kararına karşı idari itiraz yoluna başvurulmadan açılan davada idari merci
tecavüzü nedeniyle dilekçenin merciine tevdi gerektiği yolundaki 18.12.2008 günlü, E:2008/405,
K:2008/717 sayılı kararında hukuka ve usule uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, Konya Bölge İdare Mahkemesi'nin, niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı
bir sonuç ifade eden 18.12.2008 günlü, E:2008/405, K:2008/717 sayılı kararının 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesince gereği görüşüldü:
Dava; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesine aykırı davranıldığından bahisle
davacıya 6.750, 00-TL idarî para cezası verilmesine ilişkin 11.04.2007 tarih ve 051197 sayılı işlemin
iptali istemiyle açılmıştır.
Konya 2. İdare Mahkemesi'nce tek hakimle verilen 25.03.2008 tarih ve E:2007/909, K:2008/392
sayılı kararla; davacıdan defter ve belge ibrazının istenilmesine ilişkin yazının Tebligat Kanunu'nun 21.
maddesine uygun olarak ilgilisine tebliğ edilmediğinin anlaşıldığı, bu durumda davalı idarece yapılan
tebligata rağmen kayıt ve belgelerin yasal süresi içerisinde ibraz edilmediğinden bahisle 506 sayılı
Kanunun 140. maddesi uyarınca davacıya verilen idari para cezasında hukuka uyarlık bulunmadığı
gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Bu karara, davalı idare tarafından itiraz edilmesi üzerine Konya Bölge İdare Mahkemesi'nin
18.12.2008 tarih ve E:2008/405, K:2008/717 sayılı kararıyla; 506 sayılı Kanunun 140. maddesi
uyarınca idari para cezası kararına karşı idari itiraz yoluna başvurulmadan açılan davada idari merci
tecavüzü nedeniyle dilekçenin merciine tevdii gerekirken uyuşmazlığın esasının incelenmesinin
hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Konya 2. İdare Mahkemesi'nin anılan kararının bozulmasına karar
verilmiştir.
Danıştay Başsavcılığı, Konya Bölge İdare Mahkemesinin söz konusu kararının 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanununun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasını istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Kanun Yararına Bozma" başlıklı 51. maddesinin ilk
parağrafında, Bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştayca ilk
derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan
niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların
göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Bankaşsavcı tarafından kanun yararına temyiz
olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma
kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını
kaldırmayacağı hükmü yer almaktadır.
Dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte olan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140.
maddesinin 5655 sayılı Kanunun 2. maddesiyle değişik 4. fıkrasında; "İdari para cezaları ilgiliye tebliğ
edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre
içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler,
kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine
başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idari para cezası kesinleşir.
Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren on beş gün
içinde Kuruma ödenmeyen idari para cezaları, bu Kanunun 80'inci maddesi hükmü gereğince
hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammı ile birlikte tahsil edilir. İdari para cezalarının, Kuruma
itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde ödenmesi halinde,
bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idari para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı
yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum
lehine karar verilmesi halinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörtte birlik ceza tutarı, 80'inci madde
hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir." hükmü yer almıştır.
Yukarıda belirtilen Kanun maddesinde, kurumca düzenlenen idari para cezalarına ilişkin işlemin
"ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder" ve onbeş gün içinde "Kuruma ödenir" ibaresi ile kesin ve
icrailiği ortaya konmuştur. Ayrıca, bu işleme karşı Kurumun ilgili ünitesine yapılabileceği belirtilen
itiraz başvurusunun zorunlu bir başvuru yolu olmayıp, ilgililerin isteğine bağlı, seçimlik bir hak olduğu
maddede yer alan "kuruma ödenir veya...", "itiraz edilebilir" ifadelerinden anlaşılmaktadır.
Bu durumda; davacı tarafından, kuruma itiraz edilmeksizin doğrudan dava açma iradesi ortaya
konulduğundan, Konya 2. İdare Mahkemesi hakimlerinden biri tarafından davanın esasının
incelenmesi suretiyle uyuşmazlığın karara bağlanmasında usul hükümlerine aykırılık bulunmayıp,
Konya Bölge İdare Mahkemesi'nce, idari merci tecavüzü nedeniyle dilekçenin Kurumun ilgili
ünitesince incelenmek üzere SSK Başkanlığı Konya Sigorta İl Müdürlüğüne gönderilmesi gerektiği
gerekçesiyle anılan Mahkeme kararının usul yönünden bozulması yolunda verilen 18.12.2008 günlü,
E:2008/405, K:2008/717 sayılı kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin
kabulü ile Konya Bölge İdare Mahkemesi'nin 18.12.2008 tarih ve E:2008/405, K:2008/717 sayılı
kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki
sonuçlarına etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, kararın birer örneğinin ilgili
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ile Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesine ve kararın Resmi
Gazete'de yayımlanmasına, 02.11.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
1. Daire 2011/12942 E.N , 2011/3325 K.N.
Kanun Yararına Temyiz Eden : Danıştay Başsavcılığı
Davacı : ING Bank A. Ş.
Vekili : Av. Aydın Musaballı
Eski Büyükdere Cad. Ayazağa Köy Yolu
No:6 Maslak 34398 / İSTANBUL
Davalı : Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. Nebahat Kavafoğlu
SGK Kadıköy Sigorta Müdürlüğü
Göztepe - Kadıköy / İSTANBUL
İstemin Özeti : İstanbul 3. İdare Mahkemesi'nin 24.06.2009 tarih ve E:2009/109, K:2009/1104 sayılı
tek hâkimle verilen kararı ile bu kararı onayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 03.02.2010 tarih
ve E:2009/16003, K:2010/1518 sayılı kararı Danıştay Başsavcılığı tarafından 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.
Danıştay Tetkik Hakimi : Mehmet Ali Aydın
Düşüncesi : İstanbul 3. İdare Mahkemesi ile bu kararı onayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi kararı
yerinde olduğundan, kanun yararına bozma isteminin reddedilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Başsavcısı : Turgut Candan
Düşüncesi : Davacı şirkete 506 sayılı Kanun uyarınca idari para cezası verilmesine ilişkin İstanbul
Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünün 22.8.2008 gün ve 145667 sayılı işleminin iptali istemiyle açılan
davayı reddeden İstanbul Üçüncü İdare Mahkemesince tek hakimli olarak verilen 24.6.2009 gün ve
E:2009/109, K:2009/1104 sayılı karar ile bu kararı onayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin
3.2.2010 gün ve E:2009/16003, K: 2010/1518 sayılı kararının kanun yararına bozulması istemi
üzerine konu incelendi.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 8'inci maddesinde; işverenin, örneği Kurumca hazırlanacak
işyeri bildirgesini en geç sigortalı çalıştırmaya başladığı tarihte Kuruma doğrudan vermek veya iadeli
taahhütlü olarak göndermekle yükümlü olduğu; sigortalı çalıştırılan bir işin veya işyerinin başka bir
işverene devrolunması veya intikal etmesi halinde de, yeni işverenin bildirge vermesi gerektiği, bu
işlerde çalışan sigortalıların sigorta hak ve yükümlerinin devam edeceği; 140'ıncı maddesinde de;
Kurumca dayanağı belirtilmek suretiyle; bu Kanunun 8'inci maddesinde belirtilen bildirgeyi Kanunda
belirtilen tarihte Kuruma vermeyenlere, idari para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; Oyakbank Anonim Şirketi Yönetim Kurulunun 24.12.2007 günlü kararı ile
Ordu Yardımlaşma Kurumunun hisselerinin tamamının ING Bank N.V. 'e devredildiği, sonrasında
davacı Şirketin ticaret unvanının ING Bank değiştirildiği; değişikliğin İstanbul Ticaret Sicil
Memurluğunun 7.7.2008 günlü işlemi ile tescil edilerek 23.6.2008 günlü dilekçe ile davalı kuruma
bildirildiği anlaşılmıştır.
Dava konusu idari para cezası, işverenin değişmesi veya işyerinin devredilmesi nedeniyle anılan Kanun
hükmünde belirtilen bildirge verme yükümlülüğü yerine getirilmediği gerekçesiyle kesilmiştir.
İşverenin değişmesi, işyerinde işveren sıfatının taşıyan gerçek ya da tüzel kişinin değişmesidir. Tüzel
kişiliği olan ortaklıklarda ortaklardan birinin hisselerini başka birine devretmesi, şirketteki hakim
durumu değiştirse bile, şirketin tüzel kişiliğinde bir değişiklik oluşturmayacağından; işveren değişikliği
olarak nitelendirilemez..
Öte yandan; Türk Ticaret Kanununa göre, unvan değişikliği de, tüzel kişilikte değişiklik yaratan
hallerden değildir. Nitekim; 28.8.2008 gün ve 26981 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe
giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 35'inci maddesinin 3'üncü bendinde, işyerlerinde
işletme adı değişikliklerinde işyeri bildirgesi verilmeyeceğinin; değişikliğin, Ticaret Sicil Gazetesinin de
ekli olduğu bir yazı ile Kuruma bildirileceğinin kurala bağlanmış olması da, aynı hukuki gerçeğe
dayanmaktadır.
Bu bakımdan; olayda, bildirge verilmesini zorunlu kılan bir işveren değişikliği veya işyerinin
devredilmesi söz konusu olmadığından, davacı şirkete verilen idari para cezasının hukuki dayanağı
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, aksi yolda verilen ve hukuka aykırı bir sonuç ifade eden İstanbul Üçüncü İdare
Mahkemesince tek hakimli olarak verilen 24.6.2009 gün ve E:2009/109, K:2009/1104 sayılı karar ile
bu kararı onayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 3.2.2010 gün ve E:2009/16003, K: 2010/1518
sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 51' inci maddesi uyarınca, kanun
yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi'nce gereği görüşüldü:
Dava; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesine aykırı davranıldığından bahisle davacı
şirkete idarî para cezası verilmesine ilişkin 22.08.2008 tarih ve 145667 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
İstanbul 3. İdare Mahkemesi’nce tek hâkimle verilen 24.06.2009 tarih ve E:2009/109, K:2009/1104
sayılı kararla; mülga 506 sayılı Kanunun 8. maddesi gereği devraldığı bankaya ait şubeye ilişkin işyeri
devir bildirgesi verme yükümlülüğünü yerine getirmeyen davacı şirket hakkında tesis edilen dava
konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bu karara karşı davacı tarafından itiraz edilmesi üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'nce
03.02.2010 gün ve E:2009/16003, K:2010/1518 sayılı kararla anılan mahkeme kararı onanmıştır.
Danıştay Başsavcılığı'nca, İstanbul 3. İdare Mahkemesi kararı ile bu kararı onayan İstanbul Bölge
İdare Mahkemesi kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Kanun Yararına Bozma" başlıklı 51. maddesinin ilk
paragrafında, bölge idare mahkemesi kararları ile idare ve vergi mahkemelerince ve Danıştay’ca ilk
derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan
niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların
göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz
olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma
kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını
kaldırmayacağı hükmü yer almaktadır.
Dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu'nun 8. maddesinde; işverenin, örneği Kurumca hazırlanacak işyeri bildirgesini en geç sigortalı
çalıştırmaya başladığı tarihte Kuruma doğrudan vermek veya iadeli taahhütlü olarak göndermekle
yükümlü olduğu; sigortalı çalıştırılan bir işin veya işyerinin başka bir işverene devrolunması veya
intikal etmesi halinde de, yeni işverenin bildirge vermesi gerektiği, bu işlerde çalışan sigortalıların
sigorta hak ve yükümlerinin devam edeceği; 140. maddesinde de; Kurumca dayanağı belirtilmek
suretiyle; bu Kanunun 8'inci maddesinde belirtilen bildirgeyi Kanunda belirtilen tarihte Kuruma
vermeyenlere idari para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Oyak Bank Anonim Şirketi’nin sermayesinin %100'üne tekabül eden Ordu
Yardımlaşma Kurumunun sahip olduğu hisselerin, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun
12.12.2007 tarih ve 2416 sayılı kararı ile ING Bank N.V. tarafından doğrudan, ING Group N.V. ve
Stichting ING Aandelen tarafından dolaylı devralınmasına izin verildiği, anılan karar uyarınca Ordu
Yardımlaşma Kurumu tarafından 1.074.098.133,00 YTL nominal değerli 1.074.098.133 adet hissenin
ING Bank N.V. 'e; 1’er YTL nominal değerli 8 adet hissenin de kararda adı geçen diğer şahıslara
devredildiği, Oyak Bank Anonim Şirketi Yönetim Kurulu'nun 24.12.2007 günlü, 1 sayılı kararı ile söz
konusu hisse satışının Banka ortaklar defterine kaydedildiği; sonrasında davacı Şirketin Oyak Bank
A.Ş. olan ticaret unvanının ING Bank A.Ş. olarak değiştirildiği ve bu değişikliğin İstanbul Ticaret Sicil
Memurluğunun 07.07.2008 günlü işlemi ile tescil edildiği, davalı idarece davacı şirketin 07.07.2008
tarihinden itibaren sigortalı işçi çalıştırmaya başlamış olmasına rağmen işyeri devir bildirgesinin, 506
sayılı Kanunun 8. maddesine göre en geç sigortalı çalıştırılmaya başlanılan tarihte Kuruma
verilmediğinden bahisle dava konusu idari para cezasının düzenlendiği, bu işlemin iptali istemiyle
bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda aktarılan Kanun hükmü uyarınca sigortalı çalıştırılan bir işin veya işyerinin başka bir
işverene devir olunması halinde yeni işveren bildirge vermekle yükümlüdür.
Bir işyerinin devri demek, onun bütün hukuki neticeleri ile, yani aktifi ve pasifi, işçisi ve tesisatı ile
birlikte faaliyet halinde bir başkasına geçmesi demektir. Uyuşmazlığa konu olayda ise, Oyak Bank
A.Ş.’nin Oyak grubuna ait hisseleri ING Bank N.V. tarafından satın alınmış ve böylece Oyak Bank
A.Ş.’nin pay sahipleri değişmiş, ancak şirketin tüzelkişiliğinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bu
durumda, anonim şirketin hisse devri sonucunda mevcut tüzel kişiliğinin sona ermesi ve onun yerine
başka bir tüzel kişinin işverenlik sıfatına sahip olması gibi bir durum söz konusu olmadığından, olayda
hukuken bir işyeri devrinden söz etmek olanaklı değildir.
Öte yandan; işverenin unvan ve isim değişikliği de 506 sayılı Kanun uyarınca işyeri devir bildirgesi
verilmesi yükümlülüğü doğuran hallerden değildir. Zira hisse devrinde olduğu gibi, unvan
değişikliğinde de, değişiklik öncesi ve sonrasında ortada aynı ve tek bir tüzel kişi, dolayısıyla tek bir
işveren bulunmakta olup sadece bu işverenin unvanı değişmiştir. Nitekim 28.8.2008 gün ve 26981
sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 35'inci
maddesinin 3'üncü bendinde, işyerlerinde işletme adı değişikliklerinde işyeri bildirgesi
verilmeyeceğinin; değişikliğin, Ticaret Sicil Gazetesinin de ekli olduğu bir yazı ile Kuruma
bildirileceğinin kurala bağlanmış olması da sözü edilen hukuki durumu teyit etmektedir.
Davacı şirketin ticari merkezi ile sicil numarasında her hangi bir değişikliğe gidilmeksizin ve
tüzelkişiliği sona erdirilmeksizin salt Oyak Bank Anonim Şirketi olan eski unvanının ING Bank
Anonim Şirketi olarak değiştirildiği İstanbul Ticaret Sicil Memurluğunun dosyada bulunan
07.07.2008 günlü ilan metninden anlaşılmaktadır.
Bu durumda, olayda bildirge verilmesini zorunlu kılan bir işveren değişikliği veya işyerinin
devredilmesi söz konusu olmadığından, davacı şirkete verilen idari para cezasının hukuki dayanağı
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığı tarafından yapılan kanun yararına temyiz isteminin
kabulü ile İstanbul 3. İdare Mahkemesi Hâkimliği’nce verilen 24.06.2009 tarih ve E:2009/109,
K:2009/1104 sayılı kararı ile bu kararı onayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin 03.02.2010 tarih
ve E:2009/16003, K:2010/1518 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 51.
maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere KANUN YARARINA
BOZULMASINA, kararın birer örneğinin davacı, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı ile
Danıştay Başsavcılığı'na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasına, 02.11.2011
tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
AZLIK OYU (X)
Dava; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 140. maddesine aykırı davranıldığından bahisle, davacı
şirkete idarî para cezası verilmesine ilişkin 22.08.2008 tarih ve 145667 sayılı işlemin iptali istemiyle
açılmıştır.
Dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanunu'nun 8. maddesinde; işverenin, örneği Kurumca hazırlanacak işyeri bildirgesini en geç sigortalı
çalıştırmaya başladığı tarihte Kuruma doğrudan vermek veya iadeli taahhütlü olarak göndermekle
yükümlü olduğu; sigortalı çalıştırılan bir işin veya işyerinin başka bir işverene devrolunması veya
intikal etmesi halinde de, yeni işverenin bildirge vermesi gerektiği, bu işlerde çalışan sigortalıların
sigorta hak ve yükümlerinin devam edeceği; 140. maddesinde de; Kurumca dayanağı belirtilmek
suretiyle; bu Kanun'un 8. maddesinde belirtilen bildirgeyi Kanun'da belirtilen tarihte Kuruma
vermeyenlere, idarî para cezası verileceği hüküm altına alınmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; davacı şirketin devraldığı bankanın şubesine ilişkin işyeri bildirgesini
süresinde vermediğinden bahisle, davacı şirkete idarî para cezası verilmesi üzerine bakılmakta olan
davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Anılan hükümlerden; işyerinin devri halinde, Kanun'un 8. maddesindeki bildirim yapma
yükümlülüğünün devralan tarafından yerine getirileceği, devralanın bildirim yükümlülüğünü yerine
getirmemesi halinde kendisine Kanun'un 140. maddesindeki idarî yaptırımın uygulanacağı
anlaşıldığından, uyuşmazlığın çözümünde işyerinin devralma işleminin gerçekleşip
gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un "Birleşme veya Devralma" başlıklı 7.
maddesinde, bir ya da birden fazla teşebbüsün hâkim durum yaratmaya veya hâkim durumlarını daha
da güçlendirmeye yönelik olarak, ülkenin bütünü yahut bir kısmında herhangi bir mal veya hizmet
piyasasındaki rekabetin önemli ölçüde azaltılması sonucunu doğuracak şekilde birleşmeleri veya
herhangi bir teşebbüsün ya da kişinin diğer bir teşebbüsün mal varlığını yahut ortaklık paylarının
tümünü veya bir kısmını ya da kendisine yönetimde hak sahibi olma yetkisi veren araçları, miras
yoluyla iktisap durumu hariç olmak üzere, devralmasının hukuka aykırı ve yasak olduğu hükme
bağlanmış, ayrıca maddede hangi tür birleşme ve devralmaların hukukî geçerlilik kazanabilmesi için
Kurula bildirilerek izin alınması gerektiğini Kurul'un, çıkaracağı tebliğlerle ilân edeceği belirtilmiş;
anılan hükme dayalı olarak da Rekabet Kurulu tarafından 1997/1 sayılı "Rekabet Kurulundan İzin
Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ" çıkarılmıştır.
Nitekim olayda; Ordu Yardımlaşma Kurumu’nun tamamına sahip olduğu Oyak Bank A.Ş. hisselerinin
tamamının ING Bank N.V. tarafından devralınması işlemine izin verilmesi talebiyle ING Bank N.V.
tarafından Rekabet Kurumu'na başvurulduğu, Kurul tarafından Kanun'un 7. maddesi ile bu maddeye
dayalı olarak çıkarılan 1997/1 sayılı Tebliğ hükümlerine göre yapılan başvurunun incelendiği,
06.09.2007 tarih ve 07-69/856-324 sayılı Rekabet Kurulu kararında, bildirim konusu işlem
sonucunda, Oyak Bank’ın kontrolüne ING Bank'ın sahip olacağından, buna göre, bildirimin 1997/1
sayılı Tebliğ’in 2. maddesi anlamında bir devralma işlemi olduğu belirtilerek, devralma işlemine izin
verildiği anlaşılmaktadır.
Görüldüğü üzere; Oyak Bank hisselerinin tamamının ING Bank tarafından devralınmasının hukukî
geçerlilik kazanması Rekabet Kurulu kararıyla mümkün olmuştur.
Öte yandan, anılan Rekabet Kurulu kararından sonra, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 18.
maddesine dayalı olarak alınan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 12.12.2007 tarih ve
2416 sayılı kararı ile de, Oyakbank A.Ş. sermayesinin %100'üne tekabül eden Ordu Yardımlaşma
Kurumu'nun sahip olduğu hisselerin ING Bank tarafından doğrudan, ING Grup N.V. ve Stichting ING
Aandelen tarafından dolaylı devralınmasına izin verilmesinin uygun görüldüğü, buna dayanarak
Oyakbank A.Ş. Yönetim Kurulu'nun 24.12.2007 tarih ve 1 nolu kararı ile Ordu Yardımlaşma Kurumu
tarafından, 1.074.098.133 TL nominal değerli 1.074.098.133 adet hissenin ING Bank N.V.'e birer TL
nominal değerli birer adet hissenin de kararda belirtilen diğer şahıslara devredildiği ve pay devrinin
uygun görülerek Banka ortaklar pay defterine kaydedilmesine karar verildiği, sonrasında da Oyakbank
A.Ş.nin ticaret ünvanının ING Bank A.Ş. olarak değiştirildiği ve bu hususun 07.07.2008 tarihinde
tescil ve ilân edildiği görülmektedir.
Dava konusu işlemin mevzuat hükümleriyle birlikte değerlendirilmesinden; Oyakbank hisselerinin
tamamının davacı şirket tarafından devralınması, Rekabet Kurulu'nca bildirim konusu işlemin bir
devralma işlemi olarak nitelendirilmesi ve devir işlemine izin vermesi, bu devrin ayrıca Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından da uygun görülmesi, sonrasında bankanın ticari
ünvanının değiştirilmesi ve ünvan değişikliğinin tescil ve ilân edilmesi, pay devri ile bankanın yönetim
ve hakimiyetinin devralan şirkete geçmesi, banka devir alındıktan sonra da işyerinde hizmetlerin aynı
sigortalılar tarafından yürütülmesi karşısında ve Oyakbank A.Ş.nin işveren sıfatının sona erdiği
hususu da gözönüne alındığında, tüm bu işlemlerin bir devralma niteliğinde olduğunun ve Oyakbank
A.Ş.'nin davacı şirketçe devralındığının kabulü gerektiğinden, davacı şirket hakkında tesis edilen
işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; mülga 506 sayılı Kanun'un 8. maddesi gereği devraldığı bankaya ait şubeye
ilişkin işyeri devir bildirgesi verme yükümlülüğünü yerine getirmeyen davacı şirkete idarî para cezası
verilmesine yönelik işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı oyu ile çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
1. Daire 2009/963 E.N , 2009/1433 K.N.
Özet
İŞÇİ STATÜSÜNDE BULUNMASINA KARŞIN İNŞAAT MÜHENDİSİ OLARAK FEN İŞLERİ
MÜDÜRLÜĞÜNDE KAMU GÖREVİ İFA EDENİN 4483 SAYILI KANUN KAPSAMINDA
DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
Hakkında Ön İnceleme Yapılanlar :.;
1- ...- Burdur İli,... Belediye Başkanı
2" . " " " "
3-...- " " " Encümen Üyesi
4- " " " " "
5- " " Fen İşleri Müdürü
6- " " Fen İşleri Müdür Vekili
7- " "
8-
9- " " "
10-...- " " Fen İşleri Memuru
11-...- " " " İnşaat Mühendisi
İtiraz Edilen Karar : Hakkında ön inceleme yapılanların tümü için soruşturma izni verilmemesine
ilişkin İçişleri Bakanının 4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı kararı
Karara İtiraz Eden : Şikayetçi...
Soruşturulacak Eylem : Konak Mahallesi ... ada, ... parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşa edilen yapının
yasal süresi içinde tamamlanmaması nedeniyle ruhsatsız duruma düşmesine karşın imar mevzuatında
yer alan yaptırımları uygulamamak ve sonrasında ruhsatsız inşa edilen 2 nci kat da dahil olmak üzere
söz konusu yapıyı usule aykırı olarak ruhsatlandırmak suretiyle görevi kötüye kullanmak
Eylem Tarihi : 2005 yılı ve öncesi
İçişleri Bakanlığının 1.7.2009 tarih ve 9913 sayılı yazısı ekinde gönderilen dosya, İçişleri Bakanının
4.3.2009 tarih ve 2009/6963 sayılı soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan
itiraz, Tetkik Hakimi Arzu Bozkurt Şen'in açıklamaları dinlenildikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü:
Hakkında ön inceleme yapılarak soruşturma izni verilmeyenler arasında bulunan ...'in geçici işçi
statüsünde bulunmasına karşın inşaat mühendisi olarak Fen İşleri Müdürlüğünde görevli olduğu,
dolayısıyla kamu görevi ifa eden adı geçenin de 4483 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi
gerektiği sonucuna varılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; 1986 yılında düzenlenen yapı ruhsatının süresinin dolması nedeniyle
ruhsatsız konumda olan inşaat için, 1992 yılında yapılan imar planı tadilatıyla kat sayısının arttırıldığı
da dikkate alınarak, 3.8.2005 tarih ve 26/3 sayılı yapı ruhsatı düzenlendiği, bu işleme ilişkin harçların
ve para cezasının tahsil edildiği, ruhsat eki dosyada tüm projelerin fenni mesuliyetinin uygunluğunun
tasdik edilmiş olduğu, bu itibarla ilgililere isnat edilen eylemin haklarında soruşturma yapılmasını
gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, soruşturma izni verilmemesine ilişkin yetkili merci
kararına yapılan itirazın reddine, dosyanın İçişleri Bakanlığına, kararın bir örneğinin itiraz edene
gönderilmesine 21.10.2009 tarihinde ... yönünden oyçokluğuyla diğer Belediye görevlileri yönünden
oybirliğiyle karar verildi.
KARŞI OY
İçişleri Bakanlığının 1.7.2009 tarih ve 9913 sayılı yazısı ekinde gönderilen 4.3.2009 tarih ve
2009/6963 sayılı karara işçi statüsünde görev yapan ...' in de dahil edildiği anlaşılmıştır.
4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 2. maddesi
kapsamında bulunmayan işçiler hakkında anılan yasaya göre "karar verilmesi" mükmün değildir.
Kanunun 10. maddesi uyarınca, suça istiraktan dolayı aynı mahkemede yargılanacak olunması da bu
gerçeği değiştirmemektedir.
Kamu görevlisi kavramı, 1999 yılında yürürlüğe giren 4483 sayılı yasada yer almış; bu tanım 5337
sayılı Türk Ceza Yasasının 6. maddesinin (c) fıkrasıyla daha da açıklık kazanmıştır.
Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin "genel idare esaslarına göre. yürüttükleri kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memur ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebi ile
işledikleri suçlar 4483 sayılı Yasaya tabidir.
Türk Ceza Kanununun 6. maddesinin (c) fıkrasında kamu görevlisi "kamusal faaliyetin yürütülmesine
atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir suretle sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi"
olarak tanımlanmıştır.
Bu iki düzenlemede de "memur" kavramlarından daha geniş bir kavram olan "kamu görevine" vurgu
yapılmış bulunmaktadır. Anayasanın 128. maddesi de bu doğrultuda düzenlemeler içermekte olup esas
itibariyle 4483 sayılı Yasa, memurlara, eski mevzuata göre daha sınırlı bîr biçimde uygulanmaktadır.
Bu çerçevede kamu görevlilerinin görevleri esnasında işlenen ve görevden doğmayan suçları kapsam
dışı bırakılmış bulunmaktadır. Memurların sadece görevinden doğan suçları ön inceleme kapsamında
ele alınırken, işçilerin genel hükümler yerine 4483 sayılı Yasaya göre işleme tabi tutulması mevcut
hükümlere uygun düşmemektedir.
Uygulamadaki hukuki düzenlemeler ve yargısal kararlar işçileri kamu görevlisi kapsamında
değerlendirmemektedir.
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 9.2.1993 gün ve 44/7 sayılı kararı da, işçilerin, Anayasanın 128.
maddesindeki memur ve diğer kamu görevlisi sayılmayacağını hüküm altına almıştır.
Benzer bir değerlendirmeye Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 8.2.1995 gün ve 1994/10-79, K: 1995/45
sayılı kararında da yer verilmiş ve anılan kararda, işçilerin diğer kamu görevlilerinden
sayılamayacağına işaret edilmiştir. Yürürlükte bulunan yasal düzenlemeler ve özü itibariyle
güncelliğini koruyan yargı kararları karşısında işçiler hakkında genel hükümlere göre doğrudan
Cumhuriyet savcılığınca soruşturma yapılması gerektiği, bu nedenle İçişleri Bakanının 4.3.2009 tarih
ve 2009/6963 sayılı kararının işçiye yönelik kısmının kaldırılması ve genel hükümlere göre
Cumhuriyet savcılığınca doğrudan soruşturma yapılması için ilgili savcılığa gönderilmesi gerektiği
görüşü ile çoğunluk kararının işçiye yönelik kısmına katılmıyorum.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
12. Daire 2009/2745 E.N , 2009/5291 K.N.
Özet
GEÇİCİ İŞÇİ STATÜSÜNDE ÇALIŞAN DAVACININ 2006 YILINDA ALTI AY VEYA DAHA FAZLA
SÜREYLE ÇALIŞMIŞ OLMA KOŞULUNU TAŞIMAMASI NEDENİYLE DAİMİ İŞÇİ KADROSUNA
GEÇİRİLMEMESİ İŞLEMİNDE HUKUKA AYKIRILIK BULUNMADIĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz isteminde Bulunan (Davacı) :...
Vekili :Av....
Karşı Taraf : Banaz Belediye Başkanlığı
İsteğin Özeti : Davalı idare emrinde geçici statüde işçi olarak görev yapan davacının, 5620 sayııl Kanun
hükümleri uyarınca sürekli işçi kadrosuna alınmak istemiyle yaptığı başvurusunun; 2006 yılında altı
ay ve daha fazla süreyle çalışma koşulunu taşımadığından bahisle reddine ilişkin 6.2.2008 günlü,
207/61 sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada; 2006 yılında pirime esas çalıştığı gün sayısını
gösteren aylık prim ve hizmet cetvelinin incelenmesi sonucu 120 gün çalışması olduğu anlaşılan
davacının anılan Kanunda aranılan koşulu taşımaması nedeniyle sürekli işçi kadrosuna atanma
başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddi yolunda
Manisa İdare Mahkemesince verilen 2.12.2008 günlü, E:2008/392, K:2008/2169 sayılı kararın,
dilekçede yazılı nedenlere göre davacı tarafından temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi: Metin Çağlar
Düşüncesi : İdare Mahkemesince verilen karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup,
bozulmasını gerektirecek bir neden de bulunmadığından anılan kararın onanması gerektiği
düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Gül Filiz Aslantaş
Düşüncesi :İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
karar verilmeyerek işin gereği düşünüldü:
İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin
bulunması halinde mümkündür. Manisa İdare Mahkemesince verilen 2.12.2008 günlü, E:2008/392,
K:2008/2169 sayılı karar ve dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek
bir sebep de bulunmadığından temyiz isteminin reddi jle anılan kararın onanmasına, temyiz
giderlerinin istemde bulunan davacı üzerinde bırakılmasına, 13.10.2009 tarihinde oybirliği ile karar
verildi.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
5. Daire 2009/4453 E.N , 2010/809 K.N.
İlgili Kavramlar
MEMURLAR VE DİĞER KAMU GÖREVLİLERİ
Özet
HİSSE DEVRİNDEN SONRA T. TELEKOM A.Ş.'DE GÖREV YAPACAK PERSONELİN İSTİHDAM
ŞEKLİNİN 406 SAYILI YASA'NIN EK 29. MADDESİ UYARINCA BELİRLENMESİ ÜZERİNE,
ANILAN YASAL DÜZENLEMEYE UYGUN OLARAK T. TELEKOM A.Ş. TARAFINDAN HAZIRLANAN
1. VE 2. TİP İŞ SÖZLEŞMELERİNDEN, KAMUYA GEÇİŞ HAKKINDAN VAZGEÇME KOŞULUNU
İÇEREN 1. TİP İŞ SÖZLEŞMESİNİ TERCİH EDENLERİN, İŞ AKDİNİN FESHİ ÜZERİNE KAMU
KURUM VE KURULUŞLARINA GEÇİŞ HAKKININ OLMADIĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz İsteminde Bulunanlar :
1-Davacı :...
Vekili: Av....
2-Davalı : Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığı
İsteğin Özeti : Ankara 14. İdare Mahkemesi'nin 3.3.2009 günlü, E:2008/789, K:2009/302 sayılı
kararının dilekçelerde yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması istemlerinden ibarettir.
Davacının Cevabının Özeti:Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Davalı İdarenin Cevabının Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: Işın Aka Delice
Düşüncesi : Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Mehmet Akkaya
Düşüncesi : Türk Telekom A.Ş.'nin özelleştirilmesi sonucu kamusal niteliği ortadan kalkmış olmakla,
Türk Telekomda görev yapmakta iken 14.5.2008 günü iş sözleşmesi fesh edilen davacının, 406 sayılı
Telgraf ve Telefon Kanununun Ek 29.maddesi uyarınca Ankara'da bulunan bir kamu kurumuna
araştırmacı olarak atamasının yapılması istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin 3.7.2008 günlü,
12259 sayılı işlemin iptali ve sözleşmesinin feshedildiği 14.5.2008 tarihi ile atamasının yapıldığı tarihe
kadar geçen sürelerdeki parasal ve özlük haklarının tazminine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın
görüm ve çözümü adli yargının görevine girdiğinden, temyize konu Mahkeme kararının bozulması
gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü: Türk Telekom'dan görev yapmakta
iken 14.5.2008 tarihinde 1. Tip İş Sözleşmesi feshedilen davacı, 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesi
uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarına atamasının yapılması isteminin reddine dair 3.7.2008 günlü,
12259 sayılı işlemin iptali ile sözleşmesinin feshedildiği 14.5.2008 tarihi ile bir kamu kuruluşuna
atamasının yapılacağı tarihe kadar geçecek sürelerdeki parasal ve özlük haklarının yasal faiziyle
birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle dava açmıştır.
Ankara 14. İdare Mahkemesi'nin 3.3.2009 günlü, E:2008/789, K:2009/302 sayılı kararıyla; davacının
sözleşmesinin feshini müteakip süresi içinde kamu kurum ve kuruluşlarının boş kadro veya
pozisyonlarına naklen atanma talebiyle bizzat davalı idareye yaptığı başvuru hakkında, davalı idarece,
davacının boş kadro veya pozisyonlara atanma teklifi konusunda bir karar alınması gerekirken,
görevine son verildiği Türk Telekom A.Ş. Genel Müdürlüğü'nce bildirilmediğinden bahisle isteminin
reddine iişkin işlemde, sebep unsuru yönünden hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu
işlem iptal edilmiş; parasal hak istemi ise, dava konusu işlemin sebep unsuru yönünden iptal
edilmesinin davacının doğrudan herhangi bir kadro veya pozisyona atanması sonucunu
doğurmayacağı ve bu aşamada da herhangi bir maddi kaybının oluşmayacağı, dolayısıyla
sözleşmesinin feshedildiği 14.5.2008 tarihi ile atamasının yapılacağı tarihe kadar geçen sürelerdeki
parasal ve özlük haklarının tazmini isteminin yerinde görülmediği gerekçesiyle reddedilmiştir.
Davacı, dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğunu, Mahkemece işlemin sebep unsuru yönünden
iptal edilmesinin atama sonucunu doğurmaması nedeniyle iptal kararlarının niteliğine uygun
olmadığını, kararın parasal hak isteminin reddine dair kısmında da hukuki isabet bulunmadığını ileri
sürmekte ve Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Davalı idare, gerek 406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesi, gerekse 4046 sayılı Yasa'nın 22. maddesi
uyarınca kurulan işlemin hukuka uygun olduğunu ileri sürmekte ve Mahkeme kararının iptale ilişkin
kısmının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
406 sayılı Yasa'nın Ek 29. maddesinin birinci ve ikinci fıkrasında; 'Türk Telekom hisselerinin devri
sonucu kamu payının yüzde ellinin altına düşmesi durumunda; Türk Telekomda ek 22 nci maddenin
(a) bendinin bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca belirlenen asli ve sürekli
görevlerde çalışmakta olanlar ile 22.1.1990 tarihi ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi
olarak kadrolu veya sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar ve kapsam dışı personel, kamu
görevlerinden yüzseksen gün aylıksız izinli sayılır. Bu personel belirtilen süre içinde Türk Telekomda
çalışmaya devam eder ve hisse devir tarihinden nakil için Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri
tarihe kadarki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve
özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. Bu fıkrada belirtilen süre içinde nakle tabi
personelden Türk Telekom tarafından hizmetine ihtiyaç duyulmayanlar tespit edildikleri tarihten,
kendi isteği ile nakil talep edenler ise talep tarihinden itibaren en geç doksan (yüzseksen günlük
aylıksız izin süresi aşılmamak kaydıyla ve 15 Ocak 2006 tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan
ücretleriyle) gün içinde Türk Telekom tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve bunların
aylıksız izinleri bu tarih itibarıyla sona erer. Hizmetine ihtiyaç duyulmayan personelin tespiti ve kendi
isteği ile nakil talebinde bulunma süresi, hisse devir tarihinden itibaren yüzelli günü aşamaz (Değişik
son cümle; 9/2/2006-5457/1 md.) Bu fıkranın birinci cümlesinde sayılanlardan aylıksız iznin
bitiminden sonra Türk Telekomun tabi bulunduğu mevzuata ve bu fıkraya istinaden akdedilen
sözleşmeye göre çalışmaya devam edenlerden hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş
sözleşmesi herhangi bir nedenle sona erenler, bu madde hükümlerine göre işlem yapılmak üzere iş
sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşmenin sona erdiği yılın 15 Ocak
tarihindeki üçüncü fıkraya göre hesaplanan ücretleriyle Devlet Personel Başkanlığına bildirilir ve
bunların bildirim tarihine kadar geçen süre içindeki aylık ücret, harcırah, sağlık giderleri, cenaze
giderleri ve ölüm yardımı ile diğer mali ve özlük hakları Türk Telekom tarafından karşılanır. (Ek
cümleler:9/2/2006-5457/7 md.) Söz konusu personel hakkında üçüncü fıkra hükümlerinin
uygulanmasında hisse devir tarihindeki kadro ve pozisyon unvanları esas alınır. Bu fıkra hükümleri
gereğince azami olarak yüzseksen gün süreyle kamu görevlerinden aylıksız izinli sayılarak Türk
Telekomda çalıştırılmaya devam olunanlar ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklen geçiş hakkını
kullanmayarak İş Kanunu hükümlerine tabi olarak yeni bir sözleşme yapmak suretiyle Türk
Telekomda çalışmaya devam edenlerin aksine bir talepte bulunmamaları halinde kesenekleri kendileri,
kurum karşılıkları ise Türk Telekom tarafından karşılanmak suretiyle bağlı bulundukları sosyal
güvenlik kurumları île ilgileri devam ettirilir ve kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkından
vazgeçmiş olan personele ilişkin karşılıklılık esasına dayalı bir müşterek bildirim Devlet Personel
Başkanlığına sunulur. Önceden bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumu ile ilgileri devam
ettirileceklerin emeklilik hak ve yükümlülüklerinin tespitinde, devir tarihi itibariyle emeklilik hak ve
yükümlülüklerine esas alınmakta olan kadro, görev veya pozisyonlarının dikkate alınmasına devam
olunur. Önceden bağlı bulundukları sosyal güvenlik kurumu ile ilgileri yukarıda belirtilen şartlar
dahilinde devam ettirileceklerin nakil talebinde bulunabilecekleri veya nakil işlemlerinin devam ettiği
dönem içerisinde geçecek hizmet süreleri; hisse devir tarihindeki statülerinde geçmiş sayılarak bu
süreleri kıdem aylıklarının hesabında dikkate alınır ve bunların kazanılmış hak aylık derece ve
kademeleri genel hükümler çerçevesinde yükseltilmeye devam olunur. Bunlardan bu fıkrada belirtilen
beş yıllık süre içerisinde iş sözleşmesi fesholunanların kıdem tazminatları ve Kanunun ek 32 nci
maddesinin dördüncü fıkrası dikkate alınarak ödenir. Bu fıkra gereğince bağlı bulundukları sosyal
güvenlik kurumlan ile ilgilerinin devam ettirilmesi talebinde bulunanların beş yıllık sürenin
bitiminden sonra da Türk Telekomda çalışmaya devam etmeleri durumunda, beş yıllık sürenin
bitiminden sonraki emeklilik hak ve yükümlülükleri hakkında yukarıda belirtilen usul ve esaslara göre
işlem yapılmaya devam olunur. Liste halinde bildirilen personel, 24.11.1994 tarihli ve 4046 sayılı
Kanunun 22 nci maddesinde belirtilen esas ve usuller çerçevesinde Devlet Personel Başkanlığı
tarafından başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilir ve söz konusu personel hakkında anılan
madde hükümleri uygulanır. Ancak, 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesi uyarınca Özelleştirme
Fonundan karşılanması öngörülen ödemeler Hazine tarafından karşılanır ve kapsam dışı personelden
nakil hakkından vazgeçenler hakkında 4046 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü fıkrasının
uygulanmasındaki süreler yazılı olarak beyanda bulunanlar için beyan tarihinden, hizmetine ihtiyaç
bulunmayanlar için ise kararın kendilerine tebliğ tarihinden başlayarak on gün olarak esas alınır."
hükmü, aynı maddenin 4. fıkrasında ise, "Başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilen 4857 sayılı İş
Kanununa tabi kapsam dışı personele ve hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içerisinde iş
sözleşmesi sona eren ve Devlet Personel Başkanlığına bildirimi yapılan personele, iş mevzuatına göre
herhangi bir tazminat ödenmez. Nakledilen personelin önceden kıdem tazminatı ödenmesi süreleri
hariç kıdem tazminatına esas olan geçmiş hizmet süreleri 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli ikramiyelerinin hesabında dikkate alınır." hükmü yer
almıştır.
Yukarıda yazılı yasal düzenleme ile Türk Telekom hisselerinin devri tarihinden itibaren 180 günlük
aylıksız izin süresi içinde nakle tabi personele Türk Telekom'un tabi olduğu mevzuat uyarınca Türk
Telekom'da çalışmaya devam etme ya da kamu kurum ve kuruluşlarına nakil talebinde bulunma
yönünde tercih hakkı verildiği, Türk Telekom'un tabi olduğu mevzuata ve anılan yasal düzenlemeye
göre Türk Telekom tarafından hazırlanan iş aktini imzalayarak anılan kurumda çalışmaya devam
edenler yönünden 9.2.2006 günlü, 5457 sayılı Yasa ile anılan düzenlemeye yapılan eklemede ikili
ayrım getirilerek, iş aktî imzalayarak Türk Telekomda çalışmaya devam edenlerden bir kısım
personelin hisse devir tarihinden itibaren en geç beş yıl içinde iş sözleşmesinin herhangi bir nedenle
sona ermesi halinde Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilerek diğer kamu kurum ve kuruluşlarına
devrinin sağlanacağı, bu personele iş mevzuatına göre herhangi bir tazminat ödenmeyeceği, diğer
personelin ise kamu kurum ve kuruluşlarına devir hakkından feragat ederek imzaladıkları iş
sözleşmelerinin hisse devir tarihinden itibaren beş yılık süre içerisinde fesholunduğunda kıdem
tazminatlarının ödeneceği, anılan personelin tercihlerinin de Devlet Personel Başkanlığı'na
bildirileceği hüküm altına alınmıştır.
Bu yasal düzenlemenin Türk Telekom tarafından uygulanması, kurumun tabi olduğu mevzuata göre bu
kurumca hazırlanan 1. ve 2. Tip İş Sözleşmeleri şeklinde olmuş, 1. Tip İş Sözleşmesinde kamu kurum
ve kuruluşlarına nakil hakkından vazgeçerek şirkette çalışmaya devam etme, 2. Tip iş sözleşmesi ile de
nakil hakları saklı kalmak üzere şirkette çalışmaya devam etme tercihleri sunulmuş, Türk Telekom'da
çalışmaya devam edecekler için bu sözleşmelerden birini imzalama zorunluluğu getirilerek, bu konuda
görevli olan Devlet Personel Başkanlığı'nca kamuya geçecek personel sayısının tespiti, bunlara uygun
boş kadroların ve kurumların belirlenebilmesi imkanı verilmiştir.
4046 sayılı Yasa'nın 5398 sayılı Yasa ile değişik 22. maddesinin ilk fıkrasında; "Özelleştirme
programına alınan kuruluşlarda (iştirakler hariç) ilgili kuruluş veya idare tarafından istihdam fazlası
personel belirlenmesi ya da bu kuruluşların kısmen veya tamamen satışı nedeniyle kamu tüzel
kişiliğinin sona ermesi, devredilmesi, küçültülmesi, faaliyetlerinin durdurulması, kapatılması, tasviye
edilmesi halinde; bu kuruluşlarda programa alınma tarihi itibariyle 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'na tabi olarak veya sözleşmeli statüde çalışmakta olanlar ile iş kanunlarına tabi olarak görev
yapmakla birlikte toplu iş sözleşmesi hükümlerinden yararlanmayan genel müdür, genel müdür
yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul başkanı, daire başkanı, müessese, bölge, fabrika, işletme ve
şube müdürü, müfettiş ve müfettiş yardımcısı, müşavir ve başuzman unvanlı kadrolara atanmak
suretiyle görev yapan personel, kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere yukarıda belirtilen
işlemlerin tamamlanmasından itibaren onbeş gün içerisinde İdare tarafından Devlet Personel
Başkanlığı'na bildirilir." hükmü, 2. fıkrasında; "Nakle tabi personelin, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'na göre kazanılmış hak aylık derecesinden aşağı olmamak kaydıyla, 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname kapsamında bulunan kamu kurum ve kuruluşlarının boş kadrolarından Devlet
Personel Başkanlığınca tespit edilen kadroya, anılan Başkanlık tarafından kırkbeş gün içerisinde
ataması teklif edilir. 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname kapsamı dışındaki kamu kurum ve
kuruluşlarının (özelleştirme kapsamındaki kuruluşlar hariç) mevcut boş kadro veya pozisyonlarına da
ihtiyaçlar doğrultusunda atama teklifi yapılabilir." hükmü yer almış olup, bu düzenleme ile nakle tabi
personelin bildirilme usulünün personelin görev yaptığı kurum tarafından Devlet Personel
Başkanlığı'na bildirim şeklinde olduğu, kurumca yapılan bu bildirim üzerine kamu kurum ve
kuruluşlarının boş kadrolarından Devlet Personel Başkanlığı'nca tespit edilen kadroya, anılan
Başkanlıkça atama teklifi yapılacağı hükme bağlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, Türk Telekom'da hisse devrinden önce müdür unvanında görev yapan
davacının, 406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesine eklenen 5457 sayılı Kanunun 1. maddesinin yürürlüğe
girdiği 15.2.2006 tarihinde, nakil hakkı saklı kalmak şartıyla Türk Telekom'da görev yapmasına imkan
tanıyan 2. tip iş sözleşmesi imzalama hakkı bulunmasına rağmen, kamu kurum ve kuruluşlarına nakil
hakkından vazgeçerek 6.3.2006 tarihinde 1. tip iş sözleşmesini imzaladığı; sözleşmenin 16. maddesi ile
davacının bu sözleşmenin imzalanması ile birlikte başka kamu kurum ve kuruluşlarına nakil/bildirim
hakkını, yapılacak olan herhangi bir kanuni düzenlemeyle çalışanın başka kamu kurum ve kuruluşlara
nakliyle ilgili yeni haklar verilmesi halinde çalışana İsterse yeni bir iş sözleşmesi yapmak suretiyle yeni
kanuni düzenlemeden 180 günlük aylıksız izin bitim tarihi olan 12 Mayıs 2006 tarihine kadar
yararlanabileceği istisnası dışında kabul, beyan ve taahhüt edeceğinin belirtildiği, 12.4.2006 tarihli
başvurusu ile 2. tip iş sözleşmesi imzalamak isteminde bulunmasına rağmen isteminin Türk Telekom
tarafından reddedildiği, bu işleme karşı da dava açmadığı, diğer yandan Devlet Personel Başkanlığı'nın
Türk Telekom'a yazdığı 7.11.2006 tarihli yazı ile kamu kurum ve kuruluşlarına nakil hakkından
vazgeçerek 1. tip iş sözleşmesi imzalayan personel ile nakil hakkı beş yıl süreyle saklı tutulmak
suretiyle iş sözleşmesi imzalayan personelden emeklilik, istifa, ölüm, yargı kararı gibi sebeplerle nakil
kapsamından çıkarılanlara ait bilgileri içeren belgelerin gönderilmesinin istenilmesi üzerine Türk
Telekom tarafından anılan listenin 30.11.2006 tarihinde bildirildiği, bu listede davacının da adının yer
aldığı, davacının 1. tip iş sözleşmesi ile çalışmaya devam etmekte iken Türk Telekom tarafından
14.5.2008 tarihinde iş sözleşmesinin feshedildiği, bunun üzerine 15.5.2008 günlü dilekçesi ile Devlet
Personel Başkanlığfna başvurarak 406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesi gereğince, en son bulunduğu
görev unvanının karşılığı olan araştırmacı unvanı ile Başkanlıklarınca uygun görülecek Ankara'da
bulunan bir kamu kurumuna atanma isteminde bulunduğu, isteminin Devlet Personel Başkanlığı'nın
5.6.2008 günlü cevabında belirtilen, 406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesi ile 4046 sayılı Yasanın 22.
maddesi uyarınca personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakillerine ilişkin Başkanlıklarının
görev ve yetkisinin Türk Telekom A.Ş. tarafından bildirilmeleri üzerine atama tekliflerini yapmaktan
ibaret olduğu, Başkanlıklarınca dilekçe hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığı gerekçesiyle
reddedildiği, 20.5.2008 tarihinde T. Telekom'a başvurarak kamu kurumuna atanabilmek için
dilekçesinin Devlet Personel Başkanlığına bildirilmesi isteminde bulunduğu, isteminin 1. Tip İş
Sözleşmesi imzalayarak kamuya geçme hakkından vazgeçtiğinden bahisle reddedildiği, bunun üzerine
17.6.2008 günlü dilekçesi ile T. Telekom A.Ş. ile Devlet Personel Başkanlığı'na başvurarak Devlet
Personel Başkanlığı'nın 5.6.2008 tarihli işleminin geri alınması ve T. Telekom A.Ş. île gerekli
yazışmaların yapılarak nakil başvuru talebinin Başkanlıklarına intikal ettirilmesi yolunda talimatta
bulunması suretiyle 406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesi uyarınca Ankara'da bulunan bir kamu
kuruluşuna araştırmacı unvanı ile atanma isteminde bulunduğu, isteminin T. Telekom'da çalışan
personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına naklinin 406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesi ve 4046
sayılı Yasa'nın 22. maddesi çerçevesinde yapıldığı, T. Telekomun özelleştirilmesi sürecinde, söz konusu
kuruluşta çalışmaya devam edecek personel ile nakle tabi personelin tespitinin T. Telekom A.Ş.
tarafından yapıldığından Başkanlıklarınca bir işlem kurulmayacağı gerekçesiyle 3.7.2008 günlü
işlemle reddedildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, hisse devrinden sonra T. Telekom A.Ş.'de görev yapacak personelin istihdam şeklinin
406 sayılı Yasanın Ek 29. maddesi uyarınca belirlenmesi üzerine, anılan yasal düzenlemeye uygun
olarak T. Telekom A.Ş. tarafından hazırlanan 1. ve 2. Tip İş Sözleşmelerinden, kamuya geçiş hakkından
vazgeçme koşulunu içeren 1. Tip İş Sözleşmesini tercih eden davacının iş aktinin feshi üzerine kamu
kurum ve kuruluşlarına geçiş hakkı kalmadığından, ayrıca yukarıda yazılı 4046 sayılı Yasanın 22.
maddesi uyarınca da nakle tabi personelin kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirilmesine ilişkin
Devlet Personel Başkanlığı'nca yapılacak atama teklifinin, personelin çalıştığı kurumun bildirimini
gerektirip kişilerin başvurusu üzerine doğrudan Devlet Personel Başkanlığı'nca bu konuda bir işlem
kurulması olanağı bulunmadığından dava konusu işlemde hukuka aykırılık, işlemin iptali yolundaki
Mahkeme kararında ise hukuki isabet görülmemiştir.
Mahkeme kararının tazminat isteğinin reddine ilişkin kısmında ise hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin reddi ile Ankara 14. İdare Mahkemesi'nin 3.3.2009
günlü, E:2008/789, K:2009/302 sayılı kararının parasal hak isteminin reddine dair bölümün
onanmasına, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüyle kararın dava konusu işlemin iptaline ilişkin
kısmının 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin l/b maddesi uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3.
fıkrası uyarınca bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye
gönderilmesine, 19.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
9. Daire 2009/613 E.N , 2009/5118 K.N.
Özet
KISMEN KABUL, KISMEN RET ŞEKLİNDE SONUÇLANAN DAVADA, DAVACI ŞİRKETİN DEFTER
VE BELGELERİNİ MAZERETİ OLMAKSIZIN İNCELEMEYE İBRAZ ETMEDİĞİNDEN BAHİSLE
VERGİ MAHKEMESİNCE, YARGILAMA GİDERLERİNİN DAVACI ŞİRKET ÜZERİNDE
BIRAKILMASINDA VE DAVACI ŞİRKET LEHİNE VEKALET ÜCRETİNE HÜKMEDİLMEMESİNDE
İSABET BULUNMADIĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
2006/Şubat-Temmuz, Ekim, Kasım, Aralık dönemleri için re'sen salınan katma değer vergisi ile bu
verginin üç katı tutarında kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle açılan davayı; dosyanın
incelenmesinden, 20.3.2007 tarihli yazı ile davacı şirketten 2002-2006 yıllarına ait defter ve
belgelerini ibraz etmesinin istenildiği, davacı şirket tarafından, yasal süre içerisinde yasal defterler ile
satış faturaları ibraz edildiği halde tüm aramalara rağmen bulunamadığından bahisle mal alış ve gider
faturalarının ibraz edilmediği, inceleme elemanına, alışların belli firmalardan yapıldığı, bu firmalarla
irtibata geçilerek şirketlerine düzenlenen fatura fotokopilerinin temin edilebileceği belirtilerek süre
istenildiği, 27.3.2007 tarihli dilekçe ile de, mal alışında bulunulan firmaların listesinin sunulduğu,
bunun üzerine inceleme elemanınca, davacı şirketin mal alışında bulunduğunu belirttiği
mükelleflerden bu mal alışlarına ilişkin olarak bilgi istenildiği, gelen bilgiler doğrultusunda bazı
şirketlere ait faturalardaki katma değer vergisi indirimlerinin kabul edildiği, teyit ve ibraz edilmeyen
faturalardaki katma değer vergisi indirimlerinin reddi ve 2006 yılına ait katma değer vergisi
beyanlarının yeniden düzenlenmesi suretiyle dava konusu cezalı tarhiyatın yapıldığının anlaşıldığı,
davacı şirket tarafından dava dilekçesinde, incelemeye ibraz edilemeyen alış belgelerinin bulunduğu ve
Mahkemeye ibraz edilebileceği belirtildiğinden, Mahkemelerince verilen ara kararı uyarınca
sözkonusu defter ve belgelerinin ibrazının istenildiği, davalı idareden, ibraz edilen defter ve belgeler
üzerinde davacı şirketin sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı fatura kullanıp kullanmadığı, kayıtları
usulüne uygun olarak tutup tutmadığı, tenkit edilecek herhangi bir durumun bulunup bulunmadığı
hususlarının tespitinin yapılmasının istenildiği ve bu amaçla bu belgelerin davalı idareye gönderildiği,
davalı idarece yapılan inceleme sonucu düzenlenen basit raporda; davacı şirketin ilgili dönemde
vermesi gereken bütün beyannamelerini yasal süresinde verdiği, gider belgelerini yasal defterlerine
usulüne uygun olarak kaydettiği, ancak, hakkında sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge
düzenleyen veya kullandığı tespit edilen kişi ve şirketlerden mal alışında bulunduğu ve bunlara ait
faturaları yasal defterlerine kaydederek indirim konusu yaptığı belirtildiğinden, Mahkemelerince
verilen ara kararı ile basit raporda ismi geçen sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlediği
veya kullandığı belirtilen mükellefler hakkında düzenlenen vergi inceleme raporlarının istenildiği,
ibraz edilen raporların incelenmesinden, sözkonusu dönemde ... Orman Ürünleri Pet Elek. San. Ltd.
Şti. (... VD/6620694990) ve ... Petrol Ürünleri Tic. ve San. Ltd. Şti. (... VD/0071011775) tarafından
davacı şirkete düzenlenen faturaların sahte oldukları sonucuna varıldığından, bu faturalara
dayanılarak gerçekleştirilen katma değer vergisi indirimleri reddedilerek yapılan cezalı tarhiyatta
isabetsizlik görülmediği, olayda, ... Petrol Ürünleri Ltd. Şti. (... VD/9780082455), ... Petrol Ürünleri
Paz. San. ve Tic. Ltd. Şti. (... VD/9330057132), ... Uluslararası Taş. Petrol Tic. San. A. Ş. (...
VD/9780084788) ve ... îth. ve İhr. T. A. Ş. (.., VD/2640028640) tarafından davacı şirkete düzenlenen
faturaların sahte oldukları yolunda somut ve hukuken yapılmış bir tespit bulunmadığından, bu
faturalarda yer alan katma değer vergilerinin indirimi reddedilerek yapılan cezalı tarhiyatın bu
kısmında isabet görülmediği, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 418. maddesinde;
davanın esası hakkında lehine hüküm verilmiş olan tarafın yedinde bulunup da hükme müessir olan
vesikaları vakit ve zamaniyle hasmına bildirmezse masarifi muhakemenin tamamı veya bir kısmiyle
mahkûm edilebileceğinin hükme bağlandığı, aynı Kanunun 423. maddesinde de, davanın
ehemmiyetine göre kanunu mucibince takdir olunacak vekil ücretlerinin yargılama giderleri arasında
sayıldığı, buna göre vekalet ücreti haricindeki diğer yargılama giderlerinin defter ve belgelerini geçerli
bir mazereti olmaksızın incelemeye ibraz etmeyerek bakılan davanın açılmasına sebebiyet veren davacı
şirket üzerinde bırakılmasının gerektiği, davalı idare aleyhine sonuçlansa bile davacı şirket vekili
lehine yargılama giderleri arasında yer alan vekalet ücretinede hükmedilmemesi gerektiği sonucuna
varıldığı gerekçesiyle kısmen kabul ederek vergi ziyaı cezalı katma değer vergisini değişiklikle onayan,
yargılama giderlerinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 418. maddesinin 3. bendi
uyannca defter ve belgelerini geçerli bir mazereti olmaksızın incelemeye ibraz etmeyerek bakılan
davanın açılmasına sebebiyet veren davacı şirket üzerinde bırakılmasına hükmeden, aynı gerekçe ile
davacı şirket vekili adına vekalet ücretine hükmedilmemesine karar veren Konya Vergi Mahkemesi'nin
30.10.2008 tarih ve E.2007/1690, K:2008/1275 sayılı kararının; davacı şirket tarafından; cezalı
tarhiyatın tamamen terkinin icap ettiği, ... Orman Ürünleri Pet. Elek. San. Ltd. Şti. ile ... Petrol Ürün.
Tic. ve San. Ltd. Şti. 'nden alınan faturaların da sahte olmadığı, cezalı tarhiyat aslında alış faturalarının
incelemeye ibraz edilmemesi nedeniyle yapıldığı halde Vergi Mahkemesince sahte fatura
kullanıldığından bahisle vergi ziyaı cezasının onanan vergi miktarının üç katı tutarında tespiti suretiyle
tasdik edilmesinde isabet bulunmadığı, dava kısmen kabul edildiği halde vekalet ücretine
hükmedilmemesinin ve yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasının yasal olmadığı, incelemeye
mal alış belgelerinin bilerek ibraz edilmediğinden bahsedilemeyeceği, inceleme elemanından
belgelerin bulunabilmesi için süre istenildiği halde bu süre verilmediğinden, davanın açılmasına
aslında davalı idarenin sebep olduğu, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 418.
maddesinde, vekalet ücretinden değil, yargılama masrafından bahsedildiği, Avukatlık Kanununun 164.
maddesinde, avukatlık ücretinin, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade
ettiği, davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre vekalet ücretine hükmedilmesinin
gerektiği, davalı idare tarafından ise; cezalı tarhiyatın aynen onanmasının icap ettiği ileri sürülerek
bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Taraflarca savunma verilmemiştir.
Danıştay Savcısı Buket Oral'ın Düşüncesi : Tarafların temyiz dilekçelerinde cezalı tarhiyata ilişkin
olarak ileri sürdüğü iddialar, mahkeme kararının bunlara ilişkin kısmının bozulmasını gerektirecek
nitelikte görülmemiştir.
Davacı şirketin yargılama gideri ve vekalet ücretine ilişkin temyizine gelince;
Davanın kısmen kabul, kısmen ret ile sonuçlandığı görülmekte olup, HUMK.nun 417. ve 423.madde
hükümleri karşısında haklılık payına göre davacı lehine yargılama gideri ve vekalet ücretine
hükmedilmesi gerekirken, dava esnasında geçerli olduğu sonucuna varılan HUMK.nun
418/3.maddesinin, tarhiyatın doğmasına neden olan inceleme aşamasına uygulanarak yargılama
giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına ve aynı nedenle vekalet ücretine hükmedilmemesine karar
verilmesinde isabet görülmemiştir.
Bu nedenle, mahkeme kararının; cezalı tarhiyata ilişkin kısmının onanması, yargılama gideri ile
vekalet ücretine ilişkin kısmının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Güneş Kurtoğiu Karacık'ın Düşüncesi : Vergi Mahkemesi kararının, salınan katma
değer vergisi ile kesilen vergi ziyama ilişkin hüküm fıkrasının onanması, yargılama giderleri ile vekalet
ücretine ilişkin hüküm fıkralarının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği görüşüldü: İstem; 2006/Şubat-Temmuz,
Ekim, Kasım, Aralık dönemleri için re'sen tarh edilen vergi ziyaı cezalı katma değer vergisinin
kaldırılması istemiyle açılan davada, vergi ziyaı cezalı katma değer vergisini değişiklikle onayan,
yargılama giderlerini davacı şirket üzerinde bırakan ve davacı şirket vekili lehine vekalet ücretine
hükmetmeyen Vergi Mahkemesi kararının taraflarca temyîzen incelenerek bozulmasına ilişkindir.
Vergi Mahkemesi kararının ... Orman Ürünleri Pet Elek. San. Ltd. Şti., ... Petrol Ürünleri Tic. ve San.
Ltd. Şti.,... Petrol Ürünleri Ltd. Şti.,... Petrol Ürünleri Paz. San. ve Tic Ltd. Şti.,... Uluslararası Taş. Tur.
Petrol Tic. San. A. Ş. ve ... îth. ve İhr. T. A. Ş. tarafından düzenlenen faturlarda yer alan ve indirim
konusu yapılan katma değer vergileri kabul edilmeyerek salınan katma değer vergisi ile kesilen vergi
ziyaı cezasına ilişkin hüküm fıkraları dayandığı hukuki ve kanuni nedenlerle Dairemizce de uygun
görülmüş olup, davacı şirket ve davalı idare tarafından ileri sürülen iddialar, sözü edilen kararın
bunlara ilişkin hüküm fıkralarının bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemiştir.
Davacı şirketin Vergi Mahkemesi kararının yargılama giderlerine ve vekalet ücretine ilişkin hüküm
fıkralarına yönelik temyiz istemine gelince;
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun "Kararlarda Bulunacak Hususlar" başlığını taşıyan 24.
maddesinin (0 fıkrasında, kararlarda yargılama giderlerinin ve hangi tarafa yükletildiğinin
belirtileceği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesinde, bu Kanunda hüküm
bulunmayan hususlarda; hakimin davaya bakmaktan memnuîyeti ve reddi, ehliyet, üçüncü şahısların
davaya katılması, davanın ihbarı, tarafların vekilleri, feragat ve kabul, teminat, mukabil dava, bilirkişi,
keşif, delillerin tespiti, yargılama giderleri, adli yardım hallerinde ve duruşma sırasında tarafların
mahkemenin sükununu ve inzibatını bozacak hareketlerine karşı yapılacak işlemlerde Hukuk Usulü
Muhakameleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüş olup, 1086 sayılı Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun 417. maddesinde, yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen taraftan
alınmasına karar verileceği, aynı Yasa'nın 423. maddesininin 6 no'lu bendinde, kanun gereğince takdir
olunacak vekil ücretlerinin yargılama giderlerinden sayılacağı hükme bağlanmıştır.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri uyarınca davada haklı çıkan taraf, kendini vekil vasıtası ile temsil
ettirmiş ise, kural olarak yargılama giderleri ve yargılama giderleri arasında sayılan vekalet ücreti
haksız çıkan taraftan alınarak haklı çıkan tarafa verilir. Davada her iki taraf da kısmen haklı çıkarsa,
mahkeme, yargılama giderlerini, haklı çıkma oranına göre taraflar arasında paylaştırır.
Dosyanın incelenmesinden, Vergi Mahkemesince, yargılama giderlerinin davada haksız çıkmış olan
tarafa yükletilmesine ilişkin olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 417. maddesi
hükmünün istisnasını teşkil eden 418. madde uyarınca davanın esası hakkında lehine hüküm verilmiş
olan tarafın, yedinde bulunup da hükme müessir olan vesikaları vakit ve zamaniyle hasmına
bildirmemesi halinde masarifi muhakemenin tamamı veya bir kısmıyla mahkum edilebileceği
düzenlemesinden hareketle yargılama giderlerinin, defter ve belgelerini geçerli bir mazereti olmaksızın
incelemeye ibraz etmeyerek bakılan davanın açılmasına sebebiyet veren davacı şirket üzerinde
bırakılmasına hükmedildiği ve aynı gerekçe ile de davacı şirket vekili adına vekalet ücreti
ödenmemesine hükmedildiği anlaşılmıştır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri hukuku, adliye (hukuk) mahkemelerinin özel hukuk alanındaki bütün
yargısal faaliyetlerini düzenleyen hukuk koludur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun hükümleri
de, Kanunun adından da anlaşılacağı üzere hukuk mahkemelerinin yargılama aşamasında
uygulayacağı hükümlerdir.
Her ne kadar Vergi Mahkemesince, davacı şirketin defter ve belgelerini geçerli bir mazereti olmaksızın
incelemeye ibraz etmemesi durumu, yukarıda anılan Kanunun 418. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen
yedinde bulunup da hükme müessir olan vesikaları vakit ve zamaniyle hasmına bildirmeme fiili olarak
kabul edilmişse de, mahkeme (yargılama) aşamasında uygulanacak olan bu maddenin, davacı şirket
adına yapılan cezalı tarhiyata neden olan inceleme aşamasına uygulanması suretiyle yargılama
giderlerinin davacı şirket üzerinde bırakılmasında ve aynı nedenle davacı şirket vekili lehine vekalet
ücretine hükmedilmemesinde isabet bulunmamaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 164. maddesinde, avukatlık ücretinin avukatın hukuki yardımının
karşılığı olan meblağ veya değeri ifade ettiği, aynı Kanunun 169. maddesinde de, yargı mercilerince
karşı tarafa avukatlık ücreti yükletileceği kuralına yer verilmiştir.
Bu Yasa hükümlerine göre, yargılama gideri olan vekalet ücretinin diğer yargılama giderleri gibi haksız
çıkan taraftan alınarak haklı çıkan tarafa verilmesine Mahkemece hükmedilmesi, davanın kazanılan
bölümü için vekilin emeğinin karşılığı olan avukatlık ücretinden yararlanması gerekeceği açıktır.
Bu durumda, kısmen kabul, kısmen ret şeklinde sonuçlanan davada, Vergi Mahkemesince, 1086 sayılı
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 417 ve 423. maddeleri uyarınca haklılık oranına göre davacı
şirket lehine yargılama giderlerine ve davacı şirket vekili adına vekalet ücretine hükmedilmesi
gerekmektedir.
Kaldı ki; Vergi Mahkemesince, davacı şirketin defter ve belgelerini geçerli bir mazereti olmaksızın
incelemeye ibraz etmediği belirtilmekte ise de, davacı şirket tarafından yasal süre içinde yasal
defterleri ile satış faturalarının incelemeye ibraz edildiği; ancak mal alış ve gider faturalarının ibraz
edilmediği, ancak, alışlarına ilişkin listenin incelemeye sunulduğu açık bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle vergi dairesi müdürlüğünün temyiz isteminin oyçokluğu ile reddine, davacı
şirketin temyiz isteminin kısmen kabulüne oyçokluğu ile, kısmen reddine oybirliği ile, Konya Vergi
Mahkemesi'nin 30.10.2008 tarih ve E.2007/1690, K:2008/1275 sayılı kararının vergi ziyaı cezalı
tarhiyata ilişkin hüküm fıkralarının onanmasına, yargılama giderleri ve vekalet ücretine ilişkin hüküm
fıkralarının bozulmasına, 492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı 3 sayılı Tarife uyarınca hesaplanacak ilam
harcının temyiz isteminde bulunan davacı şirketten alınmasına 21.12.2009 tarihinde karar verildi.
AYRIŞIK OY
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kânununun "idari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sının" başlıklı
2. maddesinin 2. fıkrasında " idari yargı yetkisi idari eylem ve işlemlerini hukuka uygunluğunun
denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlar
ile gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem
niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler" hükmü yer
almaktadır.
Bu hükme göre idari yargı yerlerinin denetim yetkisi, kanunların idari makamlara bıraktığı yetkilerin
kullanılışının hukuka uygun olup olmadığının araştırılmasını kapsar; yoksa söz konusu yetkilerin idari
yargı yerlerince kullanılması sonucunu yaratmaz.
2577 sayılı Kanunun 20. maddesinde düzenlenen re'sen araştırma yetkisi, idarenin kendi yetkisini
kullanarak yapmış olduğu inceleme ve araştırmaya dayalı idari işlemden kaynaklanan idari
uyuşmazlığın çözümü için gerekli belge ve bilgilerin, davaya bakan yargı yerine sağlanması amacını,
bir başka anlatımla dava konusu yapılan idari işlemin hukuka uygunluğunu denetleme amacını güder.
Buna göre davacının tutum ve davranışı ile idarenin inceleme ve araştırma yapmasını önlemesi sonucu
tesis edilen işlemin iptal davasına konu edilmesi durumunda idari yargı yerinin idarece yapılamayan
inceleme ve araştırmayı yapması idarenin yerine geçmesi sonucunu doğuracağından böyle bir
inceleme ve araştırma yapılmasının re'sen araştırma yetkisinin kullanılması olarak kabulüne olanak
bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, idari yargı yerinin görevi idari işlemin tesis edildiği anda yetki şekil, sebep, konu ve
maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olup olmadığını denetlemek olduğu halde, idari işlemin tesis
tarihinden sonra yargı yerince yapılacak veya bilirkişiye yaptırılacak inceleme ve araştırma sonucuna
göre maddi olayda değişiklik olabileceğinden, bu sonuç esas alınarak uyuşmazlık hakkında karar
verilmesi halinde idari yargı yerinin görevini belirtilen şekilde yerine getirdiği de söylenemez.
Bu açıklamaların ışığında: 213 sayılı Kanunun 4369 sayılı Kanunla değişik 256. maddesi uyarınca
istenilen yasal defter ve belgelerini ibraz etmeyen ilgili mükellefin katma değer vergisi indirimlerinin
3065 sayılı Kanunun 34. maddesi uyarınca belgelendirilmemesi nedeniyle reddi suretiyle tarhiyat
yapılması ve dava konusu edilmesi halinde vergi mahkemesince hukuka uygunluk denetiminin defter
ve belge isteme yazısının usulüne uygun olarak tebliğ edilip edilmediği hususu ile usulüne uygun
olarak tebliğ edilmişse defter ve belgelerin verilen süre içinde ibraz edilmemesinin hukuken geçerli bir
nedeninin bulunup bulunmadığı hususunun gerektiğinde re'sen araştırma yetkisi de kullanılmak
suretiyle yapılabileceği sonucuna varılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, 2006 yılına ilişkin defter ve belgelerini 213 sayılı Kanunun 4369 sayılı
Kanunla değişik 256. maddesi uyarınca ibraz etmesi için davacıya usulüne uygun tebligat yapılmasına
karşın verilen süre içinde alış ve gider belgelerini ibraz yükümlülüğünü yerine getirmediği, anılan
Kanunun "mücbir sebebler" başlığını taşıyan 13. maddesinde sayılan hallerin de sözkonusu olmadığı
anlaşıldığından, 3065 sayılı Kanunun 34. maddesi uyarınca belgelendirilmeyen katma değer vergisi
indirimlerinin reddi suretiyle yapılan cezalı tarhîyatta mevzuata aykırılık görülmemiştir.
Diğer taraftan, davacının mal alışında bulunduğu firmaların listesini ibraz etmesi üzerine inceleme
elemanınca karşıt inceleme yapılmak suretiyle düzenlenen 1.11.2007 tarih ve 168 sayılı vergi inceleme
raporunda bir kısım indirimin kabul edildiği, bir kısmının kabul edilmemesi sonucu dava konusu
cezalı tarhiyatın yapıldığı, vergi mahkemesince 19.6.2008 tarihli ara kararı ile davacı şirketten 2002 ila
2006 dönemlerine ait bütün defter ve belgelerin incelenmek üzere davalı Bor Vergi Dairesi
Müdürlüğüne ibraz edilerek, ibraz edildiğine ilişkin aynı idareden alınacak belgenin mahkemelerine
gönderilmesine karar verildiği; 18.7.2008 tarihli ara kararı ile söz konusu defter ve belgeler davalı
idareye ibraz edilmişse davacı şirketin yukarıda belirtilen dönemlerde katma değer vergisi
beyanlarının; muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge kullanılıp kullanılmadığı, kayıtların usulüne göre
tutulup tutulmadığı ve diğer tenkit edilebilecek hususların olup olmadığı dikkate alınarak
incelenmesine ve düzenlenecek inceleme raporlarının istenilmesine ve davacı tarafından ibraz edilen
bütün defter ve belgelerin mahkemelerine gönderilmesine karar verildiği, bu ara kararı üzerine davalı
idarece düzenlenen 12.8.2008 tarih ve 2008/5 sayılı basit raporun mahkemeye gönderildiği, davacı
adına fatura düzenleyen altı şirketle ilgili vergi inceleme ve tekniği raporlarının incelenerek ... Petrol
Ürünleri Ltd.Şti., ... Petrol Ürünleri Paz.San.ve Tic.Ltd.Şti., ... Uluslararası Taş.Tur.Petrol Tic.San.A.Ş.
ve ... İth.İhr.T.A.Ş.nin sahte fatura düzenlemediği, ... Pet.Elek.San.Ltd.Şti. ve ... Petrol Ürünleri Tic.ve
San.Ltd.Şti. tarafından düzenlenen faturaların ise sahte olmadığı hususlarının tespit edildiği,
17.9.2008 tarihinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, daha sonra bilirkişi
incelemesine gerek görülmediği, 1.11.2007 ve 12.8.2008 tarihli raporların esas alınarak cezalı
tarhiyatın kısmen iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
Vergi mahkemesince 2577 sayılı Yasanın 20. maddesi uyarınca gerek duyulan belgelerin
mahkemelerine ibraz edilmesinin davacıdan ara kararı ile istenilmesi ve ibraz edilen belgelerin
mahkemelerince incelenmesi veya gerek görülmesi halinde bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekirken
yukarıda belirtildiği üzere davacının defter ve belgelerini davalı idareye ibraz etmesini ve bu belgelerin
idarece incelenmesini sağlayarak düzenlenen basit rapor esas alarak karar vermesinin sözü edilen 20.
maddeye aykırı olduğuda açıktır.
Açıklanan nedenlerle re'sen araştırma yetkisinin kullanılması sözkonusu olmadığı halde vergi
mahkemesinin ara kararı üzerine davacı tarafından davalı idareye gönderilen defter ve belgelerin aynı
idarece incelenmesi sonucu düzenlenen basit rapor esas alınarak karar verilmesinde hukuki isabet
bulunmadığından, davalı idare temyiz isteminin kabulü, davacı temyiz isteminin ise yargılama
giderleri yönünden bu nedenle reddi gerektiği oyuyla kararımızın bu kısmına katılmıyorum.
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
2. Daire 2009/889 E.N , 2009/3221 K.N.
Özet
YAZILI BİLDİRİMİN YAPILMAMASI DURUMUNDA, İDARİ DAVALARDA DAVA AÇMA
SÜRESİNİN BAŞLANGIÇ TARİHİ OLARAK İLGİLİLERİN MENFAATLERİNİ İHLAL EDEN
İŞLEMLERDEN BİR ŞEKİLDE HABERDAR OLDUKLARI TARİHİN ESAS ALINACAĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) ;... temsilen Haber-Sen
Vekili : Av. ...
Karşı Taraf : PTT Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. ..
İsteğin Özeti s İstanbul 1. idare Mahkemesi'nin 17.11.2008 günlü,
E:2008/609, K:2008/1791 sayılı kararının, dilekçede yazılı nedenlerle 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir,
Cevabın Özeti z Temyiz istemin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: Serpil Tunç Yetkin
Düşüncesi : Davacının, Şubat ayı bordrosunu aldığında maaşının düştüğünü görmesi üzerine
22.2.2008 tarihinde idareye yapmış olduğu başvuruya verilen 3.3.2008 tarihli cevabi yazı ile 2007 yılı
sicilinin (B) düzeyinde verildiğini öğrendiği ve bunun aksinin ortaya konulamadığı dikkate
alındığında; başvurusunun reddi yolunda idarece verilen yanıt üzerine 4.4.2008 tarihinde açılan
davada süre aşımı bulunmadığından, davacının sicil-başarı notunun (B) düzeyinde düzenlendiğini her
yılın Ocak ayı maaşını aldığında başarı hanesinde değişen oranlarda tazminat ödendiği ve bu oranların
bordroda yer alması nedeniyle öğrendiği gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddeden İdare
Mahkemesi kararında yasal isabet görülmemekte olup, bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Semra Şentürk
Düşüncesi : Davacının 2007 yılı sicilinin (B) olarak düzenlenmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılan davada, davayı süre aşımı yönünden reddeden İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek
bozulması istemidir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7. maddesinde , idari işlemlere karşı açılacak davalarda
sürenin, yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı ve dava açma süresinin, özel
kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay'da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün
olduğu öngörülmüştür.
İdari davalarda, dava açma süresi başlangıcının dava konusu edilecek işlemin yazılı bildirimi ile
başlayacağı esas olmakla birlikte; uygulamada, bazen idari işlemin yazılı bildiriminin yapılamaması
durumunda ilgililerin, menfaatlerini ihlal eden işlemlerden bir şekilde haberdar olduklarını
gösterdikleri tarihin, idarece aksi ispat edilmedikçe yazılı bildirim tarihi olarak kabulü suretiyle dava
açma süresinin başlangıcına esas alınacağı yerleşmiş içtihatlardandır.
Olayda, dava konusu sicilin davacıya tebliğ edilmediği bu konuda davalı idarenin de sicilin tebliğine
dair herhangi bir belgede ibraz etmediği anlaşılmakla davacının itiraz ettiği (22.2.2008) tarihin
öğrenme tarihi olarak kabul edilerek bu tarihten itibaren 60 gün içinde (4.4.2008) tarihinde açılan
davanın süresinde açılmış bir dava olduğu sonucuna varıldığından davanın süre aşımı yönünden reddi
yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulüyle, idare mahkemesi kararının bozulmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü: Dava, ... PTT Merkez Müdürlüğü'nde
dağıtıcı olarak görev yapan davacının 2007 yılı sicil notunun (B) düzeyinde belirlenmesine ilişkin
işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle uğradığı maddi kayıplarının yasal faizi ile birlikte tahsiline
hükmedilmesi istemi ile açılmıştır.
İstanbul 1. idare Mahkemesi'nin 17.11.2008 günlü, E:2008/609, K:2008/1791 sayılı kararıyla;
sözleşmeli personel olan davacının sicil notunu her yılın Ocak ayının 15'i itibari ile sicil notuna
dayanılarak başarı hanesinde değişen oranlarda tazminat ödemesi ve bu oranların bordroda yer alması
nedeniyle öğrendiğinden, bu tarihten itibaren işlemeye başlamış olan 60 günlük dava açma süresinin
22.2.2008 tarihinde yapılan başvuru ile durduğu ve verilen cevabi yazının tebliği üzerine kalan dava
açma süresinin 31.3.2008 (Mahkemece sehven 31.5,2008 olarak yazılmıştır.) tarihinde dolduğu, bu
tarihten sonra 4.4.2008 tarihinde kayıtlara giren dilekçe ile açılan davanın süresinde olmadığı
gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir.
Davacı, sicil notunun (B) düzeyine düşürüldüğü yönünde tarafına yazılı bir bildirim yapılmadığını, sicil
notundaki düşüşün Şubat ayı bordrosunda gösterildiğini, bu durumu fark eder etmez 22.2.2008
tarihinde idareye başvurduğunu, idarenin 3.3.2008 tarihli cevabı üzerine de süresi içinde 4.4.2008
tarihinde dava açtığını ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesinde dava açma süresinin, özel kanunlarında
ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay'da ve İdare Mahkemelerinde altmış gün olduğu
belirtilmiştir.
İdari davalarda, dava açma süresi başlangıcının dava konusu edilecek işlemin yazılı bildirimi ile
başlayacağı esas olmakla birlikte; uygulamada bazen idari işlemin yazılı bildiriminin yapılmaması
durumunda ilgililerin, menfaatlerini ihlal eden işlemlerden bir şekilde haberdar olduklarını
gösterdikleri tarihlerin, idarece aksi ispat edilmedikçe yazılı bildirim tarihi olarak kabulü suretiyle
dava açma süresinin başlangıcına esas alınacağı yerleşmiş içtihatlardandır.
Dosyanın incelenmesinden; davacının Şubat ayı bordrosunu aldığında maaşındaki düşüşü fark etmesi
üzerine 22.2.2008 tarihinde idareye başvurarak sicil notundaki düşüşün nedenlerini sorduğu, idarenin
3.3.2008 tarihli yazı ile cevap vermesi üzerine de 4.4.2008 tarihinde bakılmakta olan davayı açtığı
anlaşılmaktadır.
Maaşın ayrıntılarını gösteren bordro, dava konusu sicil ve başarı değerlemesi raporu ile ilgili gerekli
hususları içermediğinden; davacının 2007 yılı Sicil ve Başarı Değerlemesi Raporunun (B) düzeyinde
değerlendirildiğini, idareye başvurduğu. tarihten önce ve İdare Mahkemesi kararında da belirtildiği
üzere Ocak 2008 maaşını aldığında öğrendiğini kabul etmek mümkün değildir.
Bu durumda; davacının 2007 yılı Sicil ve Başarı Değerlemesi Raporunun (B) düzeyinde
değerlendirildiğini Şubat ayı bordrosunda maaşındaki düşüşü fark etmesi üzerine idareye yaptığı
22.2.2008 tarihli başvurusuyla öğrendiği ve davalı idarece de bunun aksinin ortaya konulmadığı
dikkate alındığında; davacı başvurusuna verilen 3.3.2008 tarihli yanıt üzerine 4.4.2008 tarihinde
açılan davada süre aşımı bulunmadığından, Ocak 2007 maaşıyla sicilinin (B) düzeyinde düzenlendiğini
öğrendiği gerekçesiyle davayı süre aşımı yönünden reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuksal
isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle İstanbul 1. İdare Mahkemesi'nce verilen
17.11.2008 günlü, E:2008/609, K:2008/1791 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 49. maddesinin l/b. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la
değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek
üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine 24.9.2009 tarihinde oybirliği ile karar verildi,
--------------------------------------------------
DANIŞTAY
İdari Dava D. Kur. 2008/3398 E.N , 2009/60 K.N.
Özet
İDARİ PARA CEZALARINDA, CEZA VERİLMESİNİN DAYANAĞI OLAN KURALIN YÜRÜRLÜKTEN
KALDIRILMASI VEYA LEHE DÜZENLEME YAPILMASI YOLUYLA ORTAYA ÇIKAN YENİ HUKUKİ
DURUMUN DİKKATE ALINMASININ GEREKTİĞİ; ANCAK, İDARECE VERİLEN PARA CEZASININ
TAHSİLİ AŞAMASINDA ŞAYET CEZA MİKTARINDA LEHE BİR DEĞİŞİKLİK VARSA, BU MİKTAR
ESAS ALINARAK TAHSİLAT YAPILACAĞINDAN, BU DURUMUN, TESPİT TARİHİNDE
YÜRÜRLÜKTE BULUNAN MEVZUATA UYGUN OLARAK TESİS EDİLEN İŞLEMİN İPTALİNİ
GEREKTİRMEYECEĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) :... Ltd. Şti.
Vekilleri: Av.... - Av....
Karşı Taraf (Davalı): Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu
Vekili: Av. ...
İstemin Özeti:Danıştay Onüçüncü Dairesi'nin 30.6.2008 günlü, E:2006/1000, K:2008/5237 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması davacı tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Muhsin Yıldız'ın Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının, lehe
kanun hükmünün infaz aşamasında idarece dikkate alınacağına ilişkin gerekçenin eklenmesi suretiyle
onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Birgül Kurt'un Düşüncesi:Danıştay dava dairelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay Onüçüncü Dairesi'nce verilen kararın
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Dava, davacı şirkete lisanssız bayilik faaliyetinde bulunduğundan bahisle 5015 sayılı Petrol Piyasası
Kanunu'nun 19. maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi ve dördüncü fıkrası uyarınca 57.156- lira idari
para cezası verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nun 23.11.2005 günlü, 582/86 sayılı
kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onüçüncü Dairesinin 30.6.2008 günlü, E:2006/1000, K:2008/5237 sayılı kararıyla;
akaryakıt ticaretiyle uğraşan davacının işyerinde yapılan denetim sonucu düzenlenen mühürleme
tutanağı ile bayilik lisansı olmadığı halde 20.3.2005 tarihinden sonra lisanssız piyasa faaliyetinde
bulunduğunun saptandığı anlaşıldığından, davacı hakkında idari para cezası uygulanmasına ilişkin
olarak verilen Kurul kararında mevzuata aykırılık bulunmadığı; ancak davacıya ceza verilmesine
dayanak olan 5015 sayılı Kanun'un 19. maddesinin 5728 sayılı Kanun'un 528. maddesiyle değişmesi
karşısında bu değişikliğin dava konusu işlemin hukukiliğini etkileyip etkilemediğinin ayrıca
irdelenmesinin gerektiği; işlem tarihinde yürürlükte bulunan 5015 sayılı Kanun'un 19. maddesinin
ikinci fıkrasının (b) bendinin (1) numaralı alt bendinde lisanssız piyasa faaliyetinde bulunmak hali
birinci derecede kusur sayılarak sorumluları hakkında ikiyüz milyar TL. idari para cezası
uygulanacağının öngörüldüğü, 5728 sayılı Kanun'un 528. maddesiyle yapılan değişiklik sonucu da ceza
miktarının ikiyüzellibin YTL olarak belirlendiği; adli para cezaları ile idari para cezaları arasındaki en
önemli farkın, adli para cezasının yapılan yargılama sonucunda mahkeme kararı ile verilmesi, idari
para cezasının ise, yetkili idari mercilerce tesis edilmesi olduğu; bu itibarla, adli para cezasına konu
eylem hakkındaki uygulanacak cezada davanın görülmesi sırasında bir değişiklik olduğu takdirde,
eylemin işlendiği tarihte yürürlükte bulunan ceza ile sonraki tarihli ceza arasında farklılık olması
halinde, mahkemece kişi lehine olan hükmün uygulanacağının genel cezalandırma kuralı olduğu;
ancak, idari para cezalarının da yer aldığı idari yaptırımlarda, yetkili idare tarafından idari işlem tesis
edildikten sonra verilen idari para cezasına esas alınan yasa hükmünde bir değişiklik olduğu takdirde,
işlemin sonuçlanarak hukuk aleminde yer almış olması nedeniyle dayanak alınan yasa hükmünün idari
yaptırımlarda tekrar uygulanmasına olanak bulunmadığı; bu durumda, uyuşmazlık konusu olayda,
idari para cezasına dayanak alınan 5015 sayılı Kanun'un 19. maddesinde, 5728 sayılı Kanun'un 528.
maddesiyle yapılan değişikliğin, dava konusu işlemin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunca yasa
değişikliğinden önce 23.11.2005 tarihinde tesis edilmiş olması karşısında uygulanmasına olanak
bulunmadığı ve işlemin hukuki denetiminin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan yasa hükmüne
göre yapılacağının açık olduğu; bir başka anlatımla, olayda 5015 sayılı Kanun'un 08.02.2008 tarihinde
yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanun'un 528. maddesiyle değişik 19. madde hükmüne uygun bir hukukilik
denetimi yapmaya olanak bulunmadığı; öte yandan 5015 sayılı Kanun'un işlemin tesis edildiği tarihte
yürürlükte bulunan haliyle davacının eylemi birinci derecede kusur sayılarak ikiyüzmilyar TL
(ikiyüzbin YTL) idari para cezası verilmesi, 5015 sayılı Kanun'un 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren
5728 sayılı Kanun'un 528. maddesiyle değişik 19. madde hükmüne göre ise, davacının eylemine
ikiyüzellibin TL ceza verileceğinin öngörülmesi karşısında, yeni düzenlemenin, davacının lehine bir
düzenleme olduğunu kabul etmeye de olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar
verilmiştir.
Davacı, savunması alınmadan ceza verildiğini, denetim esnasında lisans için başvurduğunu beyan
etmesine karşın bu durumun dikkate alınmadığını, cezanın verildiği tarihte lisansının bulunduğunu,
cezanın çok yüksek olduğunu ve ödeme imkanının bulunmadığını, yasa değişikliği ile ceza miktarının
düşürülmesine karşın Dairece bunun gözardı edildiğini öne sürmekte ve kararın temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedir.
2002 yılından bu yana bayilik faaliyetini yürüten davacı şirketin lisans almak için 4.8.2005 tarihinde
Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'na başvurduğu ve 11.8.2005 tarihli Kurul kararıyla lisans verildiği,
bu arada Şanlıurfa İl Jandarma Komutanlığına bağlı ekiplerce 5.8.2005 tarihinde yapılan denetim
sonucu, ilgili şirketin bayilik lisansının olmadığı halde bayilik faaliyetinde bulunduğu tespit edilerek
tutanak tutulduğu ve tesisin mühürlendiği, 11.8.2005 tarihinde lisans verilmesi üzerine de mühürlülük
halinin sona erdirildiği, tutanağın Enerji Piyasası Düzenleme Kuruluna intikali üzerine 23.11.2005
günlü, 582/86 sayılı Kurul Kararı ile 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 19. maddesinin ikinci
fıkrasının (b-1) bendi ile dördüncü fıkrası gereğince 57.156- lira idari para cezası verildiği dosyanın
incelenmesinden anlaşılmaktadır.
5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrasında, Kanunun amacının; yurt içi ve
yurt dışı kaynaklardan temin olunan petrolün doğrudan veya işlenerek güvenli ve ekonomik olarak
rekabet ortamı içerisinde kullanıcılara sunumuna ilişkin piyasa faaliyetlerinin şeffaf, eşitlikçi ve
istikrarlı biçimde sürdürülmesi için yönlendirme, gözetim ve denetim faaliyetlerinin düzenlenmesini
sağlamak olduğu, ikinci fıkrasında da, bu Kanunun, petrole ilişkin piyasaların sağlıklı ve düzenli
işlemelerinin sağlanmasına ve geliştirilmesine yönelik; düzenleme, yönlendirme, gözetim ve denetim
işlemlerini kapsadığı belirtilmiştir.
Kanunun tanımları düzenleyen 2. maddesinin 6. bendinde; akaryakıt istasyonu; dağıtıcı veya bunlarla
tek elden satış sözleşmesi yapmış bayilerce ilgili mevzuata uygun (teknik, kalite ve güvenlik) olarak
kurulup, bir veya farklı alt başlıktan birer akaryakıt dağıtıcısının tescilli markası altında faaliyette
bulunan ve esas itibarıyla araçların akaryakıt, madeni yağ, otogaz LPG, temizlik ve ihtiyarî olarak
bakım ile kullanıcıların tüplü LPG hariç diğer asgarî ihtiyaçlarını karşılayacak imkânları sunan yerler,
9. bendinde; bayi; bayilik faaliyeti için gerekli donanıma sahip gerçek ve tüzel kişiler, 10. bendinde;
bayilik; karşılıklı yükümlülüklerin ekinde fizibilite olan bir sözleşmeye bağlanarak akaryakıt dağıtım
şirketleri tarafından gerçek ve tüzel kişilere akaryakıtın kullanıcılara ikmali yetkisi verilmesi işlemi
olarak tanımlanmıştır.
Kanunun "Lisansların tâbi olacağı usul ve esaslar" başlığını taşıyan, 3. maddesinin birinci fıkrasının
(b) bendinde; akaryakıt dağıtımı, taşıması ve bayilik faaliyetlerinin yapılması için lisans alınmasının
zorunlu olduğu kurala bağlandıktan sonra, üçüncü fıkrasında, lisansların verilmesi, güncelleştirilmesi,
geçici olarak durdurulması veya iptaline ilişkin işlemlerin Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunca
yapılacağı kuralı yer almıştır.
Kanunun "Bayiler" konusunu düzenleyen 8. maddesinin 1. fıkrasında, bayi lisanslarına ilişkin
düzenlemelerin Kurum tarafından yapılacağı, bayilerin, dağıtıcıları ile yapacakları tek elden satış
sözleşmesine göre bayilik faaliyetlerini yürütecekleri, 3. fıkrasında ise, bayiler ve dağıtıcıların,
lisanslarına göre kurdukları akaryakıt istasyonlarını Kuruma bildirerek işletmeye başlayacakları
belirtilmiştir.
Yine Kanunun Geçici 1. maddesinde, yeni sisteme geçiş için uyum kuralları düzenlenmiş ve " Bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden önce; 6326 sayılı Petrol Kanununa göre belge sahibi olan kişiler ile
Bakanlıkça yapılan düzenlemelere istinaden faaliyetlerine izin verilen akaryakıt dağıtım ve pazarlama
kuruluşlarının ilgili mevzuat kapsamında tanınan hak ve menfaatleri ile yükümlülüklerine ilişkin
hükümler, bu Kanunda belirlenen süre ve esaslar dahilinde faaliyeti ile ilgili lisans verilinceye kadar
saklıdır. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte fiilen, bu Kanunla yapılması için lisans alınması gereken
faaliyetleri yürüten kişiler, bu Kanunun yayımı tarihinden sonra bir yıl içinde durumlarını bu Kanuna
uygun hale getirerek, Kurum tarafından istenecek bilgi ve belgelerle Kuruma başvurmak zorundadır.
Başvurusunu yapmış ancak işlemleri tamamlayamayan kişilerin faaliyetlerinin devamı için, üç ayı
aşmamak üzere ek süre verilmesinde Kurum yetkilidir. Süresinde başvurmayan veya süresinde
başvurduğu halde süresinde durumunu bu Kanuna uygun hale getirmeyenlerin faaliyetleri, sürenin
bitim tarihi itibarıyla durdurulur. Daha önce verilen, hak, izin ve yetki doğurucu her türlü karar, işlem
ve evrak başkaca bir işleme gerek kalmaksızın hükümsüz hale gelir. " denilmiştir.
Belirtilen mevzuatın değerlendirilmesinden, petrol piyasalarının güvenli, istikrarlı, sağlıklı işlemesi
amacıyla düzenlenen Petrol Piyasası Kanununda, bu amacın gerçekleşmesi için, petrol piyasalarında
her türlü faaliyette bulunmak lisans alma koşuluna bağlanmıştır.
Öte yandan 5015 sayılı Kânunun Geçici 1. maddesi ile petrol piyasasında faaliyette bulunanların
durumlarını Petrol Piyasası Kanununun getirdiği sistemle uyumlu kılmaları için, Kanunun yürürlüğe
girdiği tarih olan 20.12.2003 tarihinden itibaren bir yıl sonra, 20.12.2004 tarihine kadar süre
tanınmıştır. Kurul'un 14.12.2004 günlü, 394/82 sayılı kararında da, 6326 sayılı Petrol Kanunu'na göre
belge sahibi olanların 20.12.2004 tarihine kadar lisans başvurusunda bulunmuş ve lisans başvuruları
reddedilmemiş olması kaydıyla 20.03.2005 tarihine kadar faaliyetlerine izin verildiği, 20.03.2005
tarihinden itibaren de lisansını almamış hiç bir akaryakıt istasyonunun petrol piyasasında faaliyette
bulunamayacağı belirtilmiştir.
Kanun'un "İdari para cezalan" başlıklı 19. maddesinin ikinci fıkrasında da idari para cezasını
gerektirecek fiiller ve ceza miktarları düzenlenmiş; dördüncü fıkrasında ise bayiler için belirtilen
cezaların beşte birinin uygulanacağı öngörülmüştür.
Dosyada bulunan 5.8.2005 günlü tutanaktan davacı şirketin lisansı olmadığı halde bayilik faaliyetinde
bulunduğu anlaşıldığından, idari para cezası uygulanmasına ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu
kararının iptali istemiyle açılan davayı reddeden Daire kararının bu konudaki gerekçesinde hukuki
isabetsizlik görülmemiştir.
5015 sayılı Kanun'un 19. maddesinin 8.2.2008 günlü, 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 5728
sayılı Kanun'un 528. maddesiyle değiştirilmiş olması nedeniyle bu durumun dava konusu işlemin
hukukiliğini etkileyip etkilemeyeceğine ilişkin olarak Daire kararında yer verilen gerekçeye gelince;
Dava konusu işlemin dayanağı olan 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun ihlalin tespiti tarihinde
yürürlükte olan "İdari para cezalan" başlıklı 19. maddesinde, eylemlere göre idari para cezası
miktarları düzenlenmiş, bu arada ikinci fıkrasının (b-1) bendinde, lisans almaksızın hak konusu
yapılan tesislerin yapımına ve/veya işletimine başlanması ile bunlar üzerinde tasarruf hakkı doğuracak
işlemlerin yapılması halinde ikiyüzmilyar (ikiyüzbin) Türk Lirası idari para cezası uygulanacağı,
dördüncü fıkrasında ise bayiler için bu cezanın beşte birinin uygulanacağı öngörülmüştür. Maddede
ayrıca; "... Cezalar tahsil edilinceye kadar, mahkeme kararı ile ilgililerin varlıklarına tedbir konulabilir
Kurulun ceza vermesinde zamanaşımı süresi, ihlalin ve/veya olayın meydana geliş tarihinden itibaren
beş yıldır...
Ay içinde tahsil edilen idari para cezaları müteakip ayın yirminci iş günü sonuna kadar irat
kaydedilmek üzere Hazineye devrolunur.
İdari para cezalarının tahakkuk tarihini izleyen otuz gün içerisinde ödenmemesi halinde, cezanın ilgili
vergi dairesi aracılığı ile tahsili sağlanır. Tahsilatta 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
İdari para cezalarının miktarları her yıl bir önceki yıla ilişkin olarak 213 sayılı Vergi Usul Kanununun
mükerrer 298 inci maddesi uyarınca belirlenen yeniden değerlendirme oranında artırılmak suretiyle
uygulanır...." hükümlerine yer verilmek suretiyle tahsil, zamanaşımı, artırım konularında özel
düzenlemeler yapılmıştır. Nitekim maddede yer alan artırım hükmüne dayanılarak, 19. maddenin
ikinci fıkrasının (b) bendindeki ceza miktarı 2004 yılında 257.000 .- TL'ye, 2005 yılında 285.784.-
TL'ye, 2006 yılında 313.790 .- TL'ye, 2007 yılında 338.265.- TL'ye ve 2008 yılında da 362.62 .- TL'ye
yükseltilmiştir.
Ancak, 8.2.2008 günlü, 26781 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5728 sayılı
Yasanın 528. maddesi ile 5015 sayılı Yasanın 19. maddesi yeniden düzenlenmiş ve maddenin ikinci
fıkrasının (b-1) bendindeki ceza miktarı ikiyüzellibin Türk Lirası olarak belirlenmiştir. 5728 sayılı
Yasa'da ayrıca 8.2.2008 tarihinden önce Kurulca verilen idari para cezalarının tahsilinde eski
hükümlerin geçerli olacağı yönünde bir geçici madde düzenlemesi de yer almamıştır.
Bu arada 24.5.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5496 sayılı Yasa'nın 5. maddesi ile 4628 sayılı Elektrik
Piyasası Kanunu'nun 15. maddesine eklenen (e) fıkrası ile, Kurumun 5326 sayılı Kabahatler Kanunu
hükümlerine tabi olmadığı düzenlenmişken, yine 5728 sayılı Kanun ile bu düzenleme de yürürlükten
kaldırılmıştır.
5728 sayılı Yasanın gerek genel, gerekse madde "Gerekçelinde bu değişikliklerin nedeni" İdari yaptırım
kararlarının tebliği, kesinleşmesi, takip ve tahsili ile zamanaşımı konularının Kabahatler Kanununun
genel hükümler kısmında ayrıntılı olarak düzenlendiğinden buna ilişkin düzenlemelere madde
metninde yer verilmemiştir." denilerek açıklanmıştır.
Bu durumda, 5015 sayılı Kanun'un 19. maddesi uyarınca ilgililere verilen idari para cezalarının takip ve
tahsilinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümlerinin uygulanacağı sonucuna varılmıştır.
Bu bağlamda 5326 sayılı Kabahatlar Kanunu'nun 2. maddesinde; "Kabahat" deyiminin, kanunun
karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlık anlamına geldiği belirtilmiş; aynı
Kanun'un "Genel Kanun Niteliği" başlıklı, değişik, 3. maddesinde, Bu Kanunun;
-İdari yaptırım kararlarına.karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm
bulunmaması halinde,
-Diğer genel hükümlerinin, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını
gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Öte yandan aynı
Kanun'un "Zaman Bakımından Uygulama" başlıklı 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasında 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu'nun zaman bakımından uygulamaya ilişkin hükümlerinin kabahatler bakımından
da uygulanacağı belirtilmiş, maddede gönderme yapılan 5237 sayılı Kanun'un "Zaman Bakımından
Uygulama" başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan
kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır
ve infaz olunur." hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca, 5326 sayılı Kanun'un "İdari Para Cezası" başlıklı 17. maddesinin (7) numaralı fıkrasında "İdari
para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 4.1.1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi
Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tepit ve ilan edilen yeniden
değerleme oranında artırılarak uygulanır." hükmü bulunmaktadır.
Yukarıda değinilen yasal hükümler karşısında; idari para cezalarında, ceza verilmesinin dayanağı
kuralın yürürlükten kaldırılması veya lehe düzenleme yapılması yoluyla ortaya çıkan yeni hukuki
durumun dikkate alınması gerekmektedir. Bu itibarla, Daire kararında yer alan, idari para cezası
verildikten sonra idari para cezasına esas alınan Yasa hükümlerindeki değişikliğin tekrar dikkate
alınmayacağı yolundaki gerekçede hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Buna göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu'nca ihlalin tespit edildiği tarih esas alınarak idari para
cezası uygulanması gerekmekle birlikte, işlem tarihindeki veya cezanın tahsili tarihindeki ceza
miktarındaki lehe düzenlemelerin de gözönünde bulundurulması zorunludur.
Olayda 5015 sayılı Kanun'un 19. maddesinde, davacının ihlalinin tespit edildiği tarihteki ceza
miktarının 285.784.- TL ve 2008 yılında da 362.620.- TL. olmasına karşın 8.2.2008 tarihinde
yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunla yapılan yeniden düzenleme sonucu 250.000.- TL'ye indirilmiş,
bununla birlikte 2009 yılı için bu miktar 280.000.- TL. olarak belirlenmiştir. Görüldüğü üzere yeniden
değerleme oranında artırım uygulaması nedeniyle para cezası yıllar itibariyle farklı olarak
saptanmaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlıkta idarece verilen para cezasının tahsil edileceği tarihte şayet ceza miktarında
lehe bir değişiklik varsa, bu miktar esas alınmak suretiyle tahsilat yapılacak olmasının, tespit tarihinde
yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak tesis edilen işlemin iptalini gerektirmeyeceği sonucuna
varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin reddine, temyize konu Danıştay Onüçüncü
Dairesinin 30.6.2008 günlü, E:2006/1000, K:2008/5237 sayılı kararının esasına ilişkin kısmının
oybirliği ile onanmasına, lehe kanun uygulanmasına ilişkin kısmı yönünden ise yukarıda belirtilen
gerekçeyle ve oyçokluğu ile onanmasına, 19.2.2009 gününde karar verildi.
KARŞI OY X- Temyize konu Danıştay Onüçüncü Daire kararının usul ve hukuka uygun olduğu ve
temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenlerin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte olmadığı
anlaşıldığından, temyiz isteminin reddi ile kararın aynen onanması gerektiği görüşüyle, kararın
gerekçe değiştirerek onamaya ilişkin kısmına katılmıyoruz.
--------------------------------------------------
Danıştay 2. Daire 2007/270 E.N , 2008/2222 K.N.
İlgili Kavramlar
KARARIN BOZULMASI
TOPLULUK SİGORTASI
Özet
SERBEST ÇALIŞAN VE ZORUNLULUK SİGORTASINA TABİ AVUKAT OLANLARIN, 4447 SAYILI
İŞSİZLİK SİGORTASI KANUNU'NUN 27.4.2005 TARİH VE 2598 SAYILI RESMİ GAZETE'DE
YAYIMLANAN, 5335 SAYILI KANUN'UN 28 İNCİ MADDESİYLE DEĞİŞİK 61 İNCİ MADDESİ
UYARINCA, MEMUR OLAN EŞLERİNDEN DOLAYI SAĞLIK YARDIMINDAN
YARARLANDIRILMAYACAĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : Elbistan Kaymakamlığı
Diğer Davalı : Maliye Bakanlığı
Karşı Taraf: 1-... 2-...
İsteğin Özeti: Gaziantep 2. İdare Mahkemesi'nin 20.2.2006 günlü, E:2005/893, K:2006/307 sayılı
kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti: Cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi: Asiye Değirmenci
Düşüncesi: İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: S. Sema Kabukçu
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi'nce işin gereği düşünüldü: Dava, öğretmen olan davacının
serbest avukat olarak çalışan eşi için kendisinden dolayı sağlık yardımından yararlandırılması ve sağlık
karnesi verilmesi talebinin reddine ilişkin 26.5.2005 günlü işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Gaziantep 2. İdare Mahkemesi'nin 20.2.2006 günlü, E:2005/893, K:2006/307 sayılı kararıyla; 506
sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 86. maddesi gereğince Barolar ile Sosyal Sigortalar Kurumu
arasında sözleşme yapılması gerektiği, olayda serbest avukat olarak çalışan; eşin sağlık yardımı
vermeyen zorunlu topluluk sigortası üyesi olduğu, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 186/1.
maddesinde hastalık sigortasına girmenin, avukatların isteğine bağlı tutulması ve bu konuda yalnızca
kendisinin başvurusunun da yeterli bulunmaması, ayrıca Baro ile Sosyal Sigortalar Kurumu arasında
bu konuda bir sözleşmenin imzalanmasının gerektiği, bunun da olmaması nedeniyle davacının eşinin
herhangi bir sağlık yardımından yararlanmayan eş konumunda bulunduğu gerekçesiyle dava konusu
işlemin iptaline karar verilmiştir.
Davalı idarelerden Elbistan Kaymakamlığı, i 136 sayılı Avukatlık Kanunu ve 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunu'nun ilgili hükümlerinin birlikte incelenmesinden, avukatların sağlık yardımından
yararlanamayan kişiler olarak değerlendirilemeyeceğini öne sürmekte ve idare mahkemesi kararının
bozulmasını istemektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun olay tarihinde yürürlükte bulunan 4905 sayılı Kanunla
değişik 209. maddesinde; Devlet memurları ile herhangi bir şekilde sağlık yardımından yararlanmayan
eşlerinin veya bakmakla yükümlü oldukları ana baba ve ikiden fazla dahi olsa aile yardımı ödeneğine
müstehak çocuklarının hastalanmaları halinde, evlerinde veya resmi veya özel sağlık kurum ve
kuruluşlarında ayakta veya yatarak tedavilerinin kurumlarınca sağlanacağı öngörülmüş; Devlet
Memurlarının Tedavi Yardımı ve Cenaze Giderleri Yönetmeliğinin 3. maddesinin A/b fıkrasında,
Devlet memurlarının herhangi bir şekilde sağlık yardımından yararlanamayan eşinin tedavi ve yol
giderlerinden yararlanacağı hükme bağlanmıştır.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 186. maddesinde; "188. maddede yazılı olanlar dışında kalan
avukatların 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 86. maddesinde gösterilen "Topluluk Sigortasına"
girmelerinin zorunlu olduğu, ancak bu zorunluluğun malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası ile sınırlı olup,
iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık ve analık sigortalarına girmenin avukatın isteğine bağlı
olduğu, 191. maddesinde de 86 ncı madde gereğince barolarla Sosyal Sigortalar Kurumu arasında
yapılacak sözleşmelere esas teşkil eden tip sözleşmenin Çalışma Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği ve
Sosyal Sigortalar Kurumu arasında yapılacak görüşmelerle tespit edileceği, tip sözleşmede yapılacak
değişiklikte de bu fıkra hükmünün uygulanacağı öngörülmüştür.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Topluluk Sigortası başlıklı 86. maddesinde ise, Kurumun 2 nci
ve 3 üncü maddelere göre sigortalı durumunda bulunmayanların Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığınca onanacak genel şartlarla (İş kazalarıyla meslek hastalıkları),(Hastalık), (Analık),
(Malullük, yaşlılık ve ölüm) sigortalarından birine, birkaçına veya hepsine toplu olarak tabi tutulmaları
için, işverenlerle veya dernek, birlik, sendika ve başka teşekküllerle sözleşmeler yapabileceği hükmü
bulunmaktadır.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu'nun 27.4.2005 tarih ve 25798 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan
5335 sayılı Kanunun 28 inci maddesiyle değişik 61 inci maddesinde; 17.6.1964 tarihli ve 506 sayılı
Sosyal sigortalar Kanununun 86 ncı maddesi çerçevesinde topluluk sigortası kapsamında olanlardan,
kendi istekleri ile iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık ve analık sigortalarına tâbi tutulmamış
olanların tedavi giderlerinin Devlet memuru ile diğer personel kanunlarına tabi kamu personeli olan
eşlerinin kurumlarınca karşılanmayacağı kuralı yer almaktadır.
Yukarıda açıklanan mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 209. maddesinde eş üzerinden tedavi yardımından yararlanmanın koşulu "herhangi bir
şekilde sağlık yardımından yararlanmamak" olarak işaret edilmiş ise de; 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanununun 5335 sayılı Kanunla değişik 61. maddesi incelendiğinde, düzenlemenin açık lafzından,
topluluk sigortasına tabi olan ancak isteğe bağlı olan iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık ve
analık sigortasına tabi tutulmamış kimselerin eşleri üzerinden sağlık yardımı almaları imkanının
ortadan kaldırıldığı, bu düzenleme ile yasa koyucunun, isteğe bağlı olarak hastalık ve sair sigorta
kapsamına girme imkanı bulunduğu halde ek prim ödemekten imtina ederek kendisini sağlık yardımı
bulunmayan kişi konumuna sokan kişilerin Devlet memuru olan eşi üzerinden sağlık yardımı
almasının önüne geçilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Olayda, serbest çalışan ve zorunlu topluluk sigortasına tabi avukat olan davacının eşinin kendi
iradesiyle tip sözleşme kapsamında prim ödemek suretiyle sağlık sigortasına girmediği, buna göre
4447 sayılı Kanun'un değişik 61. maddesi uyarınca memur olan eşin sağlık yardımından
yararlandırmaması, dolayısıyla eşi üzerinden kendisine sağlık karnesi düzenlenmemesi yönünde tesis
edilen dava konusu işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık, bu işlemi iptal eden İdare Mahkemesi
kararında da yasal isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı Elbistan Kaymakamlığının temyiz isteminin kabulüyle Gaziantep 2. İdare
Mahkemesi'nce verilen 20.2.2006 günlü, E:2005/893, K:2006/307 sayılı kararın 2577 sayılı İdari
Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin l/b. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622
sayılı Kanun'la değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir
karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 2.5.2008 tarihinde oybirliğiyle
karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 2008/948 E.N , 2008/876 K.N.
İlgili Kavramlar
2821 SAYILI SENDİKALAR KANUNUNUN 62 NCİ MADDESİNE AYKIRI DAVRANMAK
SORUŞTURMA İZNİ VERİLMESİ
Özet
2821 SAYILI KANUN'UN 62 NCİ MADDESİNDE ÖNGÖRÜLEN İŞÇİ BİLDİRİMLERİNDE
BULUNAMAMASININ, YAPTIRIMININ ADLİ PARA CEZASI OLMASI NEDENİYLE, BU EYLEMDE
BULUNAN İLGİLİYE İSNAT EDİLEN EYLEMİN, HAKKINDA SORUŞTURMA YAPILMASINI
GEREKTİRECEK NİTELİKTE BULUNDUĞU HAKKINDA.
İçtihat Metni
KARAR
Hakkında Soruşturma
İzni İstenen : ...- Diyarbakır İli, Ergani Belediye Başkanı
İtiraz Edilen Karar : Hakkında soruşturma izni istenen ... için soruşturma izni verilmesine ilişkin
İçişleri Bakanının 26.3.2008 günlü, 2008/9903 sayılı kararı
Karara İtiraz Eden:...
Soruşturulacak Eylem : Belediyeden emekli olan sekiz işçinin işten ayrılış bildirgelerini 15 gün
içerisinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bildirmeyerek 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 62
nci maddesine aykırı davranmak
Eylem Tarihi : 2006 yılı ve sonrası
İçişleri Bakanlığının 22.7.2008 günlü, 10330 sayılı yazısı ile gönderilen dosya, İçişleri Bakanının
26.3.2008 günlü, 2008/9903 sayılı soruşturma izni verilmesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan
itiraz, Tetkik Hakimi Hamza Eyidemir'in açıklamaları dinlendikten sonra 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
Dosyanın incelenmesinden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişlerince Belediyede yapılan
teftiş sonucu düzenlenen 26.7.2007 günlü ve AC(88) MK (84) inceleme raporuyla, 2821 sayılı Yasanın
62 nci maddesine göre emekli olan sekiz işçinin ayrılış bildirimlerinin yapılmadığının tespit edildiği,
bu tespitin doğru olmadığı yolunda dosyada herhangi bir iddia, bilgi ve belgenin bulunmadığı, bu
durumda Ergani Belediyesinden emekli olan sekiz işçinin ayrılış bildirimlerinin Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı Diyarbakır Bölge Müdürlüğüne gönderilmediğinin sabit olduğu anlaşılmıştır.
2821 sayılı Sendikalar Kanununun 62 nci maddesinde, işveren, işe aldığı veya herhangi bir nedenle iş
sözleşmesi sona eren işçileri, izleyen ayın 15'ine kadar aylık bildirimde Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığına bildirmek zorunda olduğu, 59 uncu maddenin 1 inci fıkrasında da, 62 nci maddede
belirtilen bildirim yükümlülüğüne uymayan işverenler hakkında bildirilmeyen her işçi için sanayi
kesiminde çalışan 16 yaşından büyük işçiler için belirlenen asgari ücretin aylık brüt tutarının beşte biri
kadar ağır para cezasına hükmedileceği öngörülmüştür.
Diğer yandan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 45 inci maddesinin 1 inci fıkrasında, suç karşılığında
uygulanan yaptırım olarak cezaların, hapis ve adli para cezası olduğu, Türk Ceza Kanununun Yürürlük
ve Uygulama Şekli Hakkında 5252 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasında, kanunlarda
öngörülen ağır para cezalarının adli para cezasına dönüştürüldüğü, 3 üncü fıkrasında, ağır para
cezasından dönüştürülen adli para cezasının ödenmemesi halinde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik
Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106 nci maddesi hükümlerine göre hapis süresinin
belirlenmesinde bir gün karşılığı olarak yüzmilyon Türk Lirasının esas alınacağı hükme bağlanmış
olup, maddenin 3 üncü fıkrasında ise, hükümlülerin tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde
adli para cezasını ödememesi durumunda, Cumhuriyet Savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık
gelen gün miktarınca hapsedileceği öngörülmüştür.
Bu durumda, 2821 sayılı Kanunun 62 nci maddesinde öngörülen işçi bildirimlerinde
bulunulmamasının yaptırımının adli para cezası olduğu ve bu nedenle ilgiliye isnat edilen eylfemin
hakkında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunduğu anlaşıldığından, soruşturma izni
verilmesine ilişkin İçişleri Bakanının 26.3.2008 günlü, 2008/9903 sayılı kararına yapılan itirazın
reddine dosyanın Ergani Cumhuriyet Başsavcılığına, kararın bir örneğinin İçişleri Bakanlığı ile itiraz
edene gönderilmesine 16.9.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2005/1792 E.N , 2007/7464 K.N.
İlgili Kavramlar
YURTDIŞI BORÇLANDIRMASI
EMEKLİLİK VE EMEKLİ SANDIĞI İŞLERİ
Özet
1972-1981 TARİHLERİ ARASINDA YURT DIŞINDA ÇALIŞTIKTAN SONRA YURDA DÖNEN
DAVACININ, YURT DIŞINDA GEÇEN HİZMET SÜRESİNİN 3201 SAYILI YASA'NIN, 4958 SAYILI
YASA'NIN 56. MADDESİ İLE DEĞİŞİK 3. MADDESİ HÜKMÜ UYARINCA BORÇLANDIRILMASI
GEREKTİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
1972-1981 tarihleri arasında yurt dışında çalıştıktan sonra yurda dönen davacı tarafından, yurt dışında
geçen hizmet süresinin 3201 sayılı Yasanın 29.7.2003 tarihli 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi ile
değişik 3. maddesi hükmü uyarınca borçlandırılması için 1.9.2003 tarihinde yapılan başvurunun
reddine dair işlemin iptali istemiyle açılan davada, 6.8.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak
yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi ile 3201 sayılı Yasanın 3. maddesinin değiştirildiği,
yeni yasal düzenlemede 2 yıl içinde başvuru yapılması koşuluna yer verilmemiş olması karşısında,
davacının 1.9.2003 tarihli başvurusunun, başvuru tarihinde yürürlükte olan yeni yasal düzenlemeye
göre değerlendirilerek borçlandırılması gerekirken, yeni yasal düzenlemede yer almayan koşullar
neden gösterilerek aksi yönde tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği
gerekçesiyle iptal eden Ankara 1. İdare Mahkemesinin 20.10.2004 gün ve E:2004/1738, K:2004/1278
sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi: Burakhan Melikoğlu
Düşüncesi: 3201 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce yurda dönmüş olan davacının durumu ile ilgili
özel Kanun hükmü olan Geçici 1. maddenin iptali istemiyle itiraz yolu ile Anayasa Mahkemesine
başvurulmuş olup, Anayasa Mahkemesinin E-.2006/86 sayılı dosyasında görülen davanın sonucunun
beklenilmesi ve sonucuna göre bu dava hakkında karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Handan Yağuş
Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşları" başlıklı 62.
maddesinde, "Devlet, yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının aile birliğinin, çocuklarının
eğitiminin, kültürel ihtiyaçlarının ve sosyal güvenliklerinin sağlanması, ana vatanla bağlarının
korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması için gereken tedbirleri alır." hükmü yer almıştır.
Anayasanın anılan hükmü ile devlete yüklenen "yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının sosyal
güvenliklerinin sağlanması" ödevinin gereğini yerine getirmek amacı ile, 22.5.1985 tarih ve 18761 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan "Yurtdışında Bulunan Türk Vatandaşlarının
Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında" 3201
sayılı Kanun ile, yurt içinde geçen çalışmaları ile sosyal güvenlik kanunları uyarınca emekli olmak ve
emeklliler için tanınan haklardan yararlanmak için gereken en az prim ödeme süresini
tamamlayamayan vatandaşların, yurt dışında geçen çalışmalarını borçlanmak suretiyle en az prim
ödeme sürelerini tamamlayarak sosyal güvenliklerinin sağlanması amaçlanmıştır.
Anılan Kanunun "Başvurulacak Kuruluşlar" başlıklı 3. maddesinde, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği
tarihten sonra yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş tarihinden itibaren;
a)Sosyal güvenlik kuruluşlarından hiç birine tabi bulunmamaları halinde, Sosyal Sigortalar
Kurumuna,
b)Ev kadınları Bağ - Kur'a,
c)Prim, kesenek ve karşılık ödediği sosyal güvenlik kuruluşuna,
Yazılı istekte bulunma ve yurt dışında geçen sürelerin tamamını veya dilediği kadarını döviz olarak
ödemek şartıyla borçlanabilir. Borçlanılan süreler ilgili sosyal güvenlik kanunlarındaki esaslar
dahilinde değerlendirilir.
Yurda kesin dönüş yapmış olanların borçlanmayla ilgili yazılı isteklerini sosyal güvenlik kurumuna
kesin dönüş tarihinden itibaren en geç 2 yıl içinde yapmaları gerekir." hükmü yer almış; aynı Kanunun
Geçici 1. maddesinde ise, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yurda dönmüş olmakla birlikte,
30/05/1978 tarih ve 2147 sayılı Kanuna göre hizmet sürelerini değerlendirmemiş olanlar;
a)Prim, kesenek ve karşılık ödemek suretiyle sigortalısı veya iştirakçisi olduğu sosyal güvenlik
kuruluşuna;
b)Sosyal güvenlik kuruluşlarından hiçbirine tabi bulunmamaları halinde Sosyal Sigortalar Kurumuna;
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok iki yıl içinde yazılı istekte bulunmak suretiyle
değerlendirebilirler." hükmüne yer verilmiştir.
Borçlanma başvurusu için, Kanun hükümlerinde öngörülen iki yıllık başvuru süresinin, idarenin
işleyişinde belli bir düzenin sağlanması, belge temininde gecikmenin getireceği sıkıntıların önüne
geçilmesi gibi amaçlarla getirildiği anlaşılmakla birlikte, emeklilik için eksik kalan süre kadar primin
ödenecek olması, ilgilerin çoğu kez sadece borçlanma ve borçlanılan primleri ödeme ile doğrudan
emekliliği hak edememeleri, en az prim ödeme süresini tamamlamak için yurt içinde de belli bir süre
çalışmalarının gerekmesi nedeniyle sosyal güvenlik kurumlarının aktüeryai dengelerinin sağlanması
ile bir ilgisinin olmadığı anlaşılmaktadır.
1972-1981 tarihleri arasında yurt dışında çalıştıktan sonra yurda dönen davacı tarafından, yurda
döndüğü tarihte yürürlükte olan 2147 sayılı Kanuna göre borçlanma talebinde bulunulmadığı gibi,
22.5.1985 tarih ve 18761 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan "Yurtdışında Bulunan
Türk Vatandaşlarının Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından
Değerlendirilmesi Hakkında" 3201 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen Geçici 1. maddesinde
öngörülen iki yıllık sürede de borçlanma talebinde bulunulmamıştır.
Anayasa Mahkemesinin 25.4.2003 tarih ve 25089 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 12.12.2002 tarih
ve E:2000/36, K:2002/198 sayılı kararıyla, söz konusu Yasanın 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan
"... yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş" sözcükleri Anayasaya aykırı bulunarak, diğer yandan, iki
yıllık başvuru süresine başlangıç alınan "kesin dönüş" sözcüğünün Anayasaya aykırı bulunarak iptal
edilecek olması sonucunda işlevsiz kalacak olması nedeniyle de iki yıllık başvuru süresini düzenleyen
2. fıkrası iptal edilmiştir.
Bu iptal kararı üzerine, 3. madde, Resmi Gazete'de yayımlandığı 6.8.2003 tarihinde yürürlüğe giren
29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Yasanın 56. maddesi ile Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uygun
olarak yeniden düzenlenmiş ve
"1) Halen yurt dışında bulunanlar;
a)Yurt dışına çıkmadan önce Türkiye'de herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi çalışması
olmayanlar Sosyal Sigortalar Kurumuna,
b)Yurt dışına çıkmadan önce Türkiye'de son defa prim, kesenek ve karşılık ödenen sosyal güvenlik
kuruluşuna,
c)Ev kadınları Bağ-Kur'a,
Yazılı olarak müracaat etmek suretiyle borçlanabilirler.
2) Türkiye'ye döndükten sonra yurtdışında geçen hizmetlerini borçlanmak isteyenler;
a)Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olmayanlar, Sosyal Sigortalar Kurumuna,
b)Müracaat tarihinde çalışmakta olanlar tabi oldukları sosyal güvenlik kuruluşuna,
c)Başvuru tarihinde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olmamakla birlikte yurda dönüş
tarihinden sonraki çalışmalarından dolayı son defa tabi oldukları sosyal güvenlik kuruluşuna,
d)Hizmetlerinden bir kısmı yurt dışında iken borçlananlardan kalan hizmetlerini yurda dönüş
yaptıktan sonra borçlanmak isteyenler ilk borçlanmayı yapan sosyal güvenlik kuruluşuna,
e)Ev kadınları Bağ-Kur'a,
Yazılı olarak müracaat etmek suretiyle borçlanabilirler.
3) Hak sahiplerinin borçlanması, yurt dışında çalışmakta iken veya yurda dönüş yaptıktan sonra
ölenlerin hak sahipleri ilgili sosyal güvenlik kuruluşuna müracaat etmek suretiyle bu Kanunla getirilen
haklardan yararlanırlar." hükmüne yer verilmiş; eski düzenlemede yer alan iki yıl içinde borçlanma
başvurusunda bulunma koşulu da kaldırılmıştır.
Davacı tarafından, 6.8.2003 tarihinde yürürlüğe giren 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Yasanın 56.
maddesi ile borçlanma için öngörülen iki yıllık sürenin kaldırıldığı belirtilmek suretiyle 1 .9.2003
tarihinde davalı idareye başvurularak yurt dışında geçen hizmet süresinin borçlandırılması istenilmiş,
davalı idare tarafından, davacının yurda dönüş yaptığı tarihte yürürlükte bulunan Kanun hükmü
uyarınca iki yıl içinde başvurmamış olması ve Anayasa Mahkemesinin 25.4.2003 tarih ve 25089 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanan 12.12.2002 tarih ve E:2000/36, K:2002/198 sayılı kararında geçmişte iki
yıl içinde başvuruda bulunmayanların yeniden başvurabileceklerine ilişkin bir gerekçenin yer
almaması neden gösterilerek başvuru reddedilmiş ve başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali
istemiyle işbu dava açılmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde, konu ile ilgili temel hukuk kuralı olan, Anayasanın "Yabancı ülkelerde
çalışan Türk vatandaşları" başlıklı 62. maddesinin dikkate alınması gerektiği açıktır. Bu madde ile
"yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının sosyal güvenliklerinin sağlanması" temel ilke olarak
belirlendiğine göre, 3201 sayılı Kanunun, 29.7.2003 tarihli 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi ile
yeniden düzenlenen 3. maddesinin, 2 yıl içinde başvuru şartına yer vermeyerek, yurt dışında geçen
çalışma süreleri için her zaman borçlanma başvurusunda bulunma imkanı getirdiği anlaşılmaktadır.
Yeni yasal düzenlemenin, önceki Kanuni düzenlemeden farklı, kendisine aykırı olan diğer Kanun
hükümlerini de zımnen değiştiren, soyut ve genel nitelikte, aynı durumdaki herkesi kapsayan yeni bir
yasa hükmü olduğu dikkate alındığında, yürürlüğünden sonra borçlanmak için başvuran herkese
uygulanması gereken bir hüküm olduğu sonucuna varılmakta olup, önceki yasal düzenlemede yer alan
başvuru süresi koşulunun, vatandaşların borçlanma hakkını geri getirilmeyecek bir şekilde ortadan
kaldırdığını kabul etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır.
Davalı idare tarafından, Kanunların açık bir hüküm olmadan geriye yürüyemeyeceği ileri sürülmekte
ise de, kazanılmış hakların korunması amacıyla kabul edilmiş olan bu ilkenin, kişilere Anayasa ile
tanınan hakların yaşama geçirilmesi için yeni imkanlar getiren Kanun hükümlerinin uygulanması
önünde bir engel oluşturmadığı sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda, 6.8.2003 tarihinde yürürlüğe giren 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Yasanın 56. maddesi
ile değişik 3201 sayılı Kanunun 3. maddesinde yer alan koşullara uygun olarak başvurduğu anlaşılan
davacının başvurusunun kabul edilerek borçlandırılması gerekirken, bu maddede yer almayan koşullar
neden gösterilerek reddedilmesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 1. İdare Mahkemesinin 20.10.2004 gün ve E:2004/1738, K:2004/1278
sayılı kararının yukarıda yer verilen gerekçe ile onanmasına, temyiz giderlerinin istemde bulunan
üzerinde bırakılmasına, gereksiz olarak alınan 17,00.-YTL temyiz başvuru harcının istemi halinde
davalı idareye iadesine 19.10.2007 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
AZLIK OYU
Dava, 1972-1981 tarihleri arasında yurt dışında çalıştıktan sonra yurda dönen davacı tarafından, yurt
dışında geçen hizmet süresinin 3201 sayılı Yasanın 29.7.2003 tarihli 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi
ile değişik 3. maddesi hükmü uyarınca borçlandırılması için 1.9.2003 tarihinde yapılan başvurunun
reddine dair işlemin 3201 sayılı Yasanın 29.7.2003 tarihli 4958 sayılı Kanunun 56. maddesi ile değişik
3. maddesine aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istemiyle açılmıştır.
3201 sayılı Yurtdışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal
Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunun "Başvurulacak Kuruluşlar" başlıklı 3.
maddesininde, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş
tarihinden itibaren;
a)Sosyal güvenlik kuruluşlarından hiç birine tabi bulunmamaları halinde, Sosyal Sigortalar
Kurumuna,
b)Ev kadınları Bağ - Kur'a,
c)Prim, kesenek ve karşılık ödediği sosyal güvenlik kuruluşuna,
Yazılı istekte bulunma ve yurt dışında geçen sürelerin tamamını veya dilediği kadarını döviz olarak
ödemek şartıyla borçlanabilir. Borçlanılan süreler ilgili sosyal güvenlik kanunlarındaki esaslar
dahilinde değerlendirilir.
Yurda kesin dönüş yapmış olanların borçlanmayla ilgili yazılı isteklerini sosyal güvenlik kurumuna
kesin dönüş tarihinden itibaren en geç 2 yıl içinde yapmaları gerekir." hükmü yer almış; aynı Kanunun
Geçici 1. maddesinde ise, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yurda dönmüş olmakla birlikte,
30/05/1978 tarih ve 2147 sayılı Kanuna göre hizmet sürelerini değerlendirmemiş olanlar;
a)Prim, kesenek ve karşılık ödemek suretiyle sigortalısı veya iştirakçisi olduğu sosyal güvenlik
kuruluşuna;
b)Sosyal güvenlik kuruluşlarından hiçbirine tabi bulunmamaları halinde Sosyal Sigortalar Kurumuna;
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok iki yıl içinde yazılı istekte bulunmak.
Suretiyle değerlendirebilirler." hükmüne yer verilmiş iken, Anayasa Mahkemesinin 25.4.2003 tarih ve
25089 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 12.12.2002 tarih ve E:2000/36, K:2002/198 sayılı kararıyla,
söz konusu Yasanın 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ".. yurda kesin dönüş yapanlar, kesin dönüş"
sözcükleri ile 2. fıkrası iptal edilmiş, bu iptal kararı üzerine, 3. madde, Resmi Gazete'de yayımlandığı
6.8.2003 tarihinde yürürlüğe giren 29.7.2003 tarih ve 4958 sayılı Yasanın 56. maddesi ile Anayasa
Mahkemesinin iptal kararına uygun olarak yeniden düzenlenmiş, eski düzenlemede yer alan yurda
kesin dönüş tarihinden itibaren iki yıl içinde borçlanma başvurusunda bulunma koşulu kaldırılmış,
1972-1981 tarihleri arasında yurt dışında çalıştıktan sonra yurda dönen, yurda döndüğü tarihte
yürülükte olan mevzuata göre borçlanma talebinde bulunmayan davacı tarafından ise, bu Kanun
değişikliğinden yararlandırılarak borçlandırılması için davalı idareye başvurulmuş, davalı idare
tarafından Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce yurda kesin dönüş yapıp da kesin dönüş
tarihinde yürürlükte olan mevzuata göre iki yıl içinde borçlanma başvurusunda bulunmayanların,
Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca yapılan Kanun değişikliğinden yararlanarak yeniden borçlanma
başvurusunda bulunamayacakları belirtilerek başvuru reddedilmiştir.
3201 sayılı Kanun Geçici 1. maddesinde ise, "Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yurda
dönmüş olmakla birlikte, 30/05/1978 tarih ve 2147 sayılı Kanuna göre hizmet sürelerini
değerlendirmemiş olanlar;
a)Prim, kesenek ve karşılık ödemek suretiyle sigortalısı veya iştirakçisi olduğu sosyal güvenlik
kuruluşuna;
b)Sosyal güvenlik kuruluşlarından hiçbirine tabi bulunmamaları halinde Sosyal Sigortalar Kurumuna;
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en çok iki yıl içinde yazılı istekte bulunmak.
Suretiyle değerlendirebilirler." hükmüne yer verilmiştir.
Bu hüküm, 3201. sayılı Kanunun yürülüğe girmesinden önce yurda dönen vatandaşların borçlanma
açısından durumları hakkında öncelikle uygulanması gereken yasal düzenleme olup, Anayasa
Mahkemesi tarafından iptaline karar verilen 3. madde hükmünden ayrı ve halen yürülükte olan bir
hükümdür.
1972 - 1981 tarihleri arasında yurt dışında çalıştıktan sonra yurda dönen davacı tarafından, yurda
döndüğü tarihte yürülükte olan 2147 sayılı Kanuna göre borçlanma talebinde bulunulmadığı gibi,
22.5.1985 tarih ve 18761 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe konulan "Yurtdışında Bulunan
Türk Vatandaşlarının Yurtdışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından
Değerlendirilmesi Hakkında" 3201 sayılı Kanunun yukarıda yer verilen Geçici 1. maddesinde
öngörülen iki yıllık sürede de borçlanma talebinde bulunulmamıştır.
Bu durumda, 3201 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce yurda dönmüş olan davacı, kendi durumu ile
ilgili özel Kanun hükmü olan Geçici 1. Maddede öngörülen iki yıllık başvuru süresi içinde
başvurmadığından, bu hak düşürücü süre geçtikten çok sonra 1.9.2003 tarihinde: yaptığı başvurunun
reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmediği gibi, davacının durumu ile ilgili olmayan ve 3201
sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra yurda dönmüş olanlarla ilgili düzenleme getiren aynı Kanunun 3.
maddesinin yeniden düzenlemiş olmasınında geçmiş olan hak düşürücü başvuru süresini ihya
etmiyeceği açık olduğundan, aksi yöndeki mahkeme kararının bozulması gerektiği oyu ile çoğunluk
kararına katılmıyorum.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 2005/1187 E.N , 2006/174 K.N.
Özet
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ TÜZÜĞÜ TASLAĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
TUTANAK
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanarak Başbakanlığın 11.11.2005 günlü, Kanunlar ve
Kararlar Genel Müdürlüğü 4935 sayılı yazısıyla gönderilen "İş Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü Taslağı"
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişleri ... ve ..., İş Müfettişi ..., İş Sağlığı ve Güvenliği
Genel Müdürlüğünde Şube Müdürü ..., Sağlık Bakanlığı Hukuk Müşaviri ...; aynı Bakanlıkta Şube
Müdürü ..., Bakanlık Görevlileri ... ve ..., Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu Avukatı ..., Türk-
İş Hukuk Danışmanı ... ile Hak-İş Hukuk Müşaviri ...'in katıldıkları toplantıda incelendi.
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
4857 sayılı İş Kanununun 78 inci maddesinin 1 inci fıkrasında; "Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması,
makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve
meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin
çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarır" hükmü yer almıştır.
İş Kanunu Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında 78 inci
maddeyle ilgili olarak verilen değişiklik önergesinde "Avrupa Birliği Direktifinde de yer aldığı üzere iş
sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesi, yönetmeliklerin ise bu temel
ilkelerin detaylandırılması amacıyla kullanımı sağlıklı bir mevzuat çatısı kurulması bakımından
isabetli olacaktır." gerekçesiyle anılan maddeye, "yönetmelikler" sözcüğünden önce gelmek üzere
"tüzük ve" ibaresinin eklenmesi teklif edilmiş ve önerge kabul edilerek 78 inci madde bu haliyle
yasalaşmıştır.
Bu durumda, yasa koyucunun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesini
amaçladığı tartışmasızdır.
Bakanlıkça hazırlanan Tüzük Taslağının incelenmesinde;
1-İş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması,
2-Makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve
meslek hastalıklarının önlenmesi,
3-Yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin çalışma şartlarının
düzenlenmesi, konularında Tüzük Taslağında yer alması zorunlu bulunan temel ilkelerin; Yasada
öngörülen amacı gerçekleştirmeye yönelik olarak, iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin her aşamada alınacak
önlemler bakımından içeriği belli, somut ve etkin kurallar halinde düzenlenmediği, soyut ve doğrudan
uygulama gücü olmayan bir biçimde ifadelendirildiği, risklerin önlenmesi, değerlendirilmesi ve
mesleki riskler konusunda standartların belirlenmediği, işçi ve işveren kesiminin bilgilendirilmesi ve
bilinçlendirilmesine yönelik yeterli koruyucu hükümleri içermediği,herkesin farklı yorumlayabileceği
şekilde düzenlendiği, uygulamada karışıklığa ve duraksamaya neden olabileceği anlaşıldığından, bu
haliyle incelenmesine olanak bulunmayan İş Sağlığı ve Güvenliği Tüzüğü Taslağının Başbakanlığa iade
edilmek üzere Danıştay Başkanlığına sunulmasına 10.2.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 2005/1246 E.N , 2006/178 K.N.
Özet
PATLAYICI, PARLAYICI, TEHLİKELİ VE ZARARLI MADDELERLE ÇALIŞAN İŞYERLERİNDE VE
İŞLERDE ALINACAK TEDBİRLER HAKKINDA TÜZÜĞÜN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRILMASINA
DAİR TÜZÜK TASARISI HAKKINDA.
İçtihat Metni
TUTANAK
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanarak Başbakanlığın 30.11.2005 günlü, Kanunlar ve
Kararlar Genel Müdürlüğü 5268 sayılı yazısıyla gönderilen " Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı
Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Tüzük Tasarısı" Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişleri ... ve ...,
İş Müfettişi ..., İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğünde Şube Müdürü ..., Sağlık Bakanlığı Hukuk
Müşaviri ..., aynı Bakanlıkta Şube Müdürü ..., Bakanlık Görevlileri ... ve ..., Türkiye İşveren Sendikaları
Konfederasyonu Avukatı ..., Türk-İş Hukuk Danışmanı ... ile Hak-İş Hukuk Müşaviri ...'in katıldıkları
toplantıda incelendi.
Gereği Görüşülüp Düşünüldü
Dosyanın İncelenmesinden, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca hazırlanarak Başbakanlığın
30.11.2005 günlü, KKGM 5268 sayılı yazısıyla gönderilen " Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli ve Zararlı
Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Tüzük Tasarısının gerekçesinde, 22.5.2003 günlü, 4857 sayılı İş Kanununun 120
nci maddesi ile 25.8.1971 günlü, 1475 sayılı İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç diğer maddelerinin
yürürlükten kaldırıldığı, Geçici 2 nci maddesinde ise 1475 sayılı Kanuna göre halen yürürlükte bulunan
tüzük ve yönetmeliklerin bu Kanun hükümlerine aykırı olmayan hükümlerinin yeni yönetmelikler
çıkarılıncaya kadar yürürlükte kalacağının öngörüldüğü, 4857 sayılı İş Kanununun 78 İnci maddesine
dayanılarak hazırlanan Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında
Yönetmelik, Kimyasal Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ile
Kanserojen ve Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmeliğin
26.12.2003 günlü ve 25328 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği, bu durumda mülga
1475 sayılı İş Kanununun 74 üncü maddesine dayanılarak çıkarılmış olan Parlayıcı, Patlayıcı, Tehlikeli
ve Zararlı Maddelerle Çalışılan İşyerlerinde ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün
yürürlükten kaldırılması gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.
4857 sayılı İş Kanununun 78 inci maddesinin 1 inci fıkrasında; "Sağlık Bakanlığının görüşünü alarak
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması,
makineler, tesisat, araç ve gereçler ile kullanılan maddeler sebebiyle ortaya çıkabilecek iş kazaları ve
meslek hastalıklarının önlenmesi, yaş, cinsiyet ve özel durumları sebebiyle korunması gereken kişilerin
çalışma şartlarının düzenlenmesi amacıyla tüzük ve yönetmelikler çıkarır" hükmü yer almıştır.
İş Kanunu Tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında 78 inci
maddeyle ilgili olarak verilen değişiklik önergesinde "Avrupa Birliği Direktifinde de yer aldığı üzere iş
sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesi, yönetmeliklerin ise bu temel
ilkelerin detaylandırılması amacıyla kullanımı sağlıklı bir mevzuat çatısı kurulması bakımından
isabetli olacaktır." gerekçesiyle anılan maddeye, "yönetmelikler" sözcüğünden önce gelmek üzere
"tüzük ve" ibaresinin eklenmesi teklif edilmiş ve önerge kabul edilerek 78 inci madde bu haliyle
yasalaşmıştır.
Bu çerçevede yasa koyucunun iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin temel ilkelerin tüzükle düzenlenmesini
amaçladığı tartışmasızdır.
Diğer yandan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 4857 sayılı Kanunun 78 inci maddesine
dayanılarak çıkarılan ve 9.12.2003 günlü, 25311 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren
"İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği"nin şekil yönünden tamamının ve ayrıca 7,9,14 ve 16 ncı
maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davada, Danıştay Onuncu
Dairesinin 24.5.2004 günfü, E: 2004/1942 sayılı kararıyla, 4857 sayılı Kanunun 78 inci maddesi
uyarınca iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili ilkelerin öncelikle üst hukuk normu olan bir tüzükle
düzenlenmeksizin doğrudan yönetmelikle düzenlenmesini anılan Kanun hükmüne aykırı bularak, İş
Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmiştir.
4857 sayılı Kanunun 78 inci maddesinin yasalaşma evresindeki gerekçesi ve Danıştay Onuncu
Dairesinin anılan kararı da dikkate alındığında, maddede belirtilen hususların düzenlenmesi amacıyla
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının tüzük ve yönetmelik çıkaracağı hükmünün, Anayasamızın 115
inci maddesine göre Bakanlar Kurulunca çıkarılabilecek olan tüzükle düzenlenmesi gereken hususlan
yönetmelikle düzenleyebileceği yolunda Bakanlığa bir takdir yetkisi tanıdığı şeklinde yorumlanmasının
mümkün olmadığı, yapılacak düzenleyici işlemin öncelikle tüzük olması gerektiği, yönetmelikle
getirilecek düzenlemelerin ise ancak maddede belirtilen hususları kapsayan bir tüzüğün
çıkarılmasından sonra yapılabileceği, 78 inci maddeye dayanılarak çıkarılmak istenen İş Sağlığı Ve
Güvenliği Tüzüğüne ilişkin Taslağın da Dairemizin 10.2.2006 günlü ve E: 2005/1187, K: 2006/174
sayılı kararıyla iade edildiği görüldüğünden, Parlayıcı, Patlayıcı Tehlikeli ve Zararlı Maddelerle
Çalışılan İşyerlerinde Ve İşlerde Alınacak Tedbirler Hakkında Tüzüğün, bu Tüzükte belirtilen konuları
yeterli bir biçimde içinde barındıran başka bir tüzüğün çıkarılması suretiyle kaldırılması gerekirken,
yerine, Patlayıcı Ortamların Tehlikelerinden Çalışanların Korunması Hakkında Yönetmelik, Kimyasal
Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmelik ve Kanserojen ve
Mutajen Maddelerle Çalışmalarda Sağlık ve Güvenlik Önlemleri Hakkında Yönetmeliğin
çıkarıldığından bahisle kaldırılmak istenilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Bu nedenle, incelenmesine olanak bulunmayan Tasarının iade edilmek üzere Danıştay Başkanlığına
sunulmasına 10.2.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 2006/553 E.N , 2006/820 K.N.
Özet
ŞİKAYETÇİNİN AVUKATI OLDUĞU MEVSİMLİK İŞÇİLERİN HAK VE ALACAKLARININ TAHSİLİ
AMACI İLE BELEDİYEYE VERMEK İSTEDİĞİ DİLEKÇELERİN, BELEDİYE BAŞKANI VE YAZI
İŞLERİ MÜDÜRÜ TARAFINDAN ALINMAMAK SURETİYLE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMALARI
HAKKINDA.
İçtihat Metni
KARAR Hakkında Soruşturma İzni İstenenler :
1-... - Kastamonu İli,... Belediyesi Başkanı
2~... - " " Yazı İşleri Müdürü
İtiraz Edilen Karar : Hakkında soruşturma izni istenenler için soruşturma izni verilmesine İlişkin
İçişleri Bakanının 6.3.2006 günlü, 2006/00074 sayılı kararı
Karara İtiraz Edenler : Hakkında soruşturma izni verilenlerin Vekilleri: Av. ..., Av. ...,Av. ...
Soruşturulacak Eylem : Şikayetçinin Avukatı olduğu mevsimlik işçilerin hak ve alacaklarının tahsili
amacı ile Belediyeye vermek istediği dilekçelerin, Belediye Başkanı ve Yazı İşleri Müdürü tarafından
alınmamak suretiyle görevi kötüye kullanmak
Eylem Tarihi: 27.7.2004
İçişleri Bakanlığının 21.06.2006 günlü, 6204 sayılı yazısı ile gönderilen dosya, İçişleri Bakanının
6.3.2006 günlü, 2006/00074 sayılı soruşturma izni verilmesine ilişkin kararı ve bu karara yapılan
itiraz, Tetkik Hakimi Halime Hacıoğlu'nun açıklamaları dinlendikten sonra, 4483 sayılı Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca incelendi;
Gereği Görüşülüp Düşünüldü :
3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanunun 7 nci maddesinde, yapılmakta olan işlemin
safahatı veya sonucu hakkında, yetkili makamlarca dilekçe sahiplerine en geç otuz gün içinde gerekçeli
olarak cevap verileceği ve sonucunun ayrıca bildirileceği hükme bağlanmış, 24.01.2004 tarih ve 25356
sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 2004/12 sayılı Başbakanlık genelgesinin l/a
maddesinde de, dilekçelerde bulunması gereken hususlar tek tek sayılarak usulüne uygun yapılan
başvurunun en kısa sürede cevaplandırılacağı hususu zorunluluk olarak belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, şikayetçi Avukat tarafından 23.1.2004 tarihinde ... Belediyesine gidilerek
verilmek istenilen dilekçenin üzerinde, " yazıları tebellüğ etmiyorum kendileri Belediyemizden işten
çıkarılmamıştır. " yazısının bulunduğu, Yazı İşleri Müdürünün vermiş olduğu ifadede söz konusu
yazının kendisi tarafından yazıldığının kabul edildiği, ancak dilekçenin şikayetçi tarafından işlem
tamamlanmadan çekilip alındığının, dilekçe kabul etmeme gibi bir amacının olmadığının belirtildiği,
Belediye Başkanının ifadesinde de aynı hususların tekrar edildiği, bu belirlemelere ek olarak olay günü
avukata vekaletnamesinin sorulduğu ve vekaletnamenin dosyada olduğunun öğrenildiğinin ifade
edildiği, itiraz dilekçesinde söz konusu dilekçelerin kabul edilmeme gerekçesi olarak, dilekçelerin
2004/12 sayılı Başbakanlık Genelgesinin l/a maddesinde belirtilen hususları ihtiva etmemesinin
gösterildiği, ancak dosyada bunu doğrulayacak bilgi ve belge bulunmadığı, bu durumda ilgililere isnat
edilen eylemin, haklarında hazırlık soruşturması yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunduğu
anlaşıldığından, soruşturma izni verilmesine ilişkin yetkili merci kararına yapılan itirazların reddine,
dosyanın ... Cumhuriyet Başsavcılığına, kararın birer örneğinin İçişleri Bakanlığı ile itiraz edenlere
gönderilmesine 29.9.2006 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dosyanın incelenmesinden, 23.01.2004 tarihli dilekçelerin Belediye Başkanlığına yapılan müracaat
sırasında şikayetçi Avukat tarafından dilekçeler üzerine işlem yapılmadan Belediyeden geri alındığı,
söz konusu dilekçelerin Belediye Başkanlığına başka yollarla da iletilmesinin mümkün olduğu
anlaşıldığından iddia edilen eylemin, cezai yönü itibariyle soruşturma açılmasını gerektirecek nitelikte
olmadığı görüşüyle çoğunluk kararına katılmıyorum.
Danıştay Başkanlar Kurulu 2006/22 E.N , 2006/29 K.N.
Özet
ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINDAKİ KURULUŞLARDA GÖREV YAPMAKTA İKEN 4046 SAYILI
KANUN HÜKÜMLERİ UYARINCA KAMU KURUMLARINA ATANANLARIN, BU KURULUŞLARDA
ÇALIŞTIĞI SÜREYE İLİŞKİN KIDEM TAZMİNATI, İZİN ÜCRETİ VE İKRAMİYEYE İLİŞKİN
UYUŞMAZLIKLARIN, ONBİRİNCİ DAİRECE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
... tarafından, Sümer Holding Anonim Şirketi Genel Müdürlüğüne karşı açılan dava sonucunda,
Ankara 1. İdare Mahkemesince verilen 22/12/2004 günlü ve E:2004/860, K-.2004/1685 sayılı kararın
temyizen incelenmesi aşamasında, Danıştay Onbirinci ve Beşinci Daireleri arasında çıkan görev
uyuşmazlığına ilişkin dosya incelendi.
Gereği görüşülüp düşünüldü:
Onbirinci Daire Başkanı ... ile Dokuzuncu Daire Başkanı ...'in," Özelleştirme sonucu, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığına araştırmacı olarak atanan davacının, Sümer Holding Anonim Şirketi ve Turban
Turizm Anonim Şirketinde çalıştığı süreye ilişkin kıdem tazminatı, izin ücreti ve ikramiye ödenmesi ve
bu ikramiyenin maaş nakil belgesine yansıtılması yolunda yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin,
özelleştirme uygulamalarından kaynaklanması ve uyuşmazlığın da 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun hükümleri çerçevesinde çözümlenecek olması nedeniyle, davanın görümü ve
çözümü görevinin, 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun 29'uncu ve Danıştay Başkanlar Kurulunun
17/1/1995 günlü ve 1995/8 sayılı karan uyarınca Beşinci Daireye ait bulunmaktadır." yolundaki ayrışık
oylarına karşılık,
Dava, Sümer Holding Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünde görev yapmakta iken, 4046 sayılı
Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükümleri uyarınca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına
atanan davacının, Sümer Holding Anonim Şirketi ile Turban Turizm Anonim Şirketinde görev yaptığı
süreye karşılık gelen kıdem tazminatı ile kullanmadığı izinlerinin karşılığı olan ücretin ve 2003 yılının
ikinci döneminde ait ikramiyenin ödenmesi ve bu ikramiyenin maaş nakil belgesine yansıtılması
istemiyle yaptığı 12/9/2003 günlü başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin İşlemin
iptali ile yoksun kaldığı parasal hakların ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Başkanlar Kurulunun 17/1/1995 günlü ve 1995/8 sayılı kararı İle, 657 sayılı Devlet Memurları
Kanunu'nda düzenlenmiş olan, Devlet memurluğuna alınma, memurluğun sona ermesi (özelleştirme
uygulaması ile ilgili davalar hariç) ilerleme ve yükselme, sicil ve çalışma saatleri, izin ve parasal haklar
konularına ilişkin davaların ve 657 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen konularında düzenleme yapan
kamu görevlileri ile ilgili mevzuatın uygulanmasından doğan davaların Onikinci Dairede görülüp
çözümlenmesi öngörülmüş; Danıştay Başkanlar Kurulunca verilen 6/11/2000 günlü ve 2000/28 sayılı
karar ile de, Danıştay Onikinci Dairesinde görülmekte bulunan davalardan, kamu görevlilerinin
parasal haklarına (Göstergeler, vekalet görevi, ikinci görev, ders görevi, mali hükümler, aylık, katsayı,
vekalet aylığı, ikinci görev aylığı, ders ve konferans ücreti, fazla çalışma ücreti, temsil giderleri, parasal
ödül, makam tazminatı, yabancı dil tazminatı, lojman tazminatı, ek tazminat, ek ödenek, taban ve
kıdem aylığı ile bunlar dışında kalan iş sonu tazminatı ve 657 sayılı Kanunun mülga 213'üncü
maddesinden sonra gelen Ek Madde ve bununla ilgili
Bakanlar Kurulu Kararları ile düzenlenmiş olan zam ve tazminatlar dahil olmak üzere aynı nitelikteki
tazminat ve ödemeler) ilişkin davaların görümü ve çözümü görevi Danıştay Onbirinci Dairesine
devredilmiştir.
Başkanlar Kurulunun, daireler arası iş ve dosya devrin I ilişkin yukarıda anılan kararı uyarınca, parasal
haklara ilişkin bir uyuşmazlığın, Beşinci Dairenin görev alanına girebilmesi için, parasal hakkın 4046
sayılı Kanunda düzenlenen parasal haklar arasında yer alması ve uyuşmazlığın da 4046 sayılı Kanun
kuralları uygulanarak çözümlenmesi gerekmektedir.
İnceleme konusu olayda uyuşmazlık, Sümer Holding Anonim Şirketinde kapsam dışı personel
statüsünde Bütçe Bilanço Müdür Yardımcısı olarak görev yapmakta iken 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamalarının Düzenlemesine Dair Kanun uyarınca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına
araştırmacı olarak atanan davacının, nakilden önce Turban Turizm Anonim Şirketi ile Sümer Holding
Anonim Şirketinde görev yaptığı döneme ilişkin, almaya hak kazandığını ileri sürdüğü kıdem
tazminatı, izin ücreti ve ikramiyeye ilişkin parasal hakların tazminine karar verilmesi istemine ilişkin
bulunmaktadır
4046 sayılı Kanunda, özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda görev yapan personele kıdem tazminatı,
izin ücreti ve ikramiyenin hangi halllerde verileceği ve bunların hak sahiplerine ne şekilde ödeneceğine
ilişkin kurallara yer verilmemistir. Bu nedenle anılan talep konularının 4046 sayılı Kanun hükümleri
uyarınca değil, ikilinin görev yaptığı dönemde tabi olduğu mevzuat ve parasal haklara ilişkin genel
kurallar çerçevesinde incelenip değerlendirilmesi gerekmekte, ikramiyenin maaş nakil belgesine
yansıtılması yolundaki istemin ise, söz konusu ikramiyeye hak kazanılıp kazanı madiğinin sonucuna
bağlı bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, kamu görevlilerine ait parasal haklara ilişkin mevzuatın uygulanmasından
kaynaklanan davanın görümü ve çözümü görevinin, 16/11/2000 günlü ve 2000/28 sayılı Başkanlar
Kurulu kararı uyarınca Onbirinci Daireyi ait bulunduğuna, dosyanın anılan Daireye gönderilmesine
9/6/2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2004/5586 E.N , 2006/5763 K.N.
Özet
EMEKLİ SANDIĞINA TABİ OLARAK 30 YILDAN FAZLA HİZMETİ BULUNAN VE 30 YIL
ÜZERİNDEN EMEKLİ İKRAMİYESİ ÖDENEN DAVACININ; DAHA ÖNCE KIDEM TAZMİNATI
ÖDEMESİNE ESAS ALINAN SÜRELERİN, EMEKLİ İKRAMİYESİ ÖDEMESİNE ESAS ALINAN
SÜREDEN MAHSUBU SURETİYLE ADINA BORÇ ÇIKARILARAK, AYLIKLARINDAN KESİLMESİ
YOLUNDA TESİS EDİLEN İŞLEMDE, MEVZUATA UYARLIK BULUNMADIĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN (DAVALI): SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI (EMEKLİ
SANDIĞI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ)
Vekili: Av. ...
Karşı Taraf (Davacı)
İsteğin Özeti: Dava, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken emekliye ayrılan ve
30 yıl 1 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere 42 yıl 4 ay üzerinden emekli aylığı bağlanarak 30 yıl
üzerinden emekli ikramiyesi ödenen davacının, kıdem tazminatı ödenmiş hizmet sürelerinin mahsubu
suretiyle 21 yıl hizmet süresi esas alınarak hesaplanan emekli ikramiyesi üzerinden adına borç
çıkarılan ve emekli ikramiyesi tutarının emekli aylıklarından kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır. Ankara 10. İdare Mahkemesi 17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı kararıyla;
2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında
Kanunun 12. maddesinde, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılanlara, Sandığa
tabi olarak geçen hizmetleri üzerinden ikramiye ödeneceği, ancak, her ne suretle olursa olsun evvelce
kıdem tazminatı veya emekli ikramiye ödenmiş sürelerin, emekli ikramiyesinin ödenmesinde dikkate
alınmayacağının belirtildiği, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesinde ise, emekli
ikramiyesinin hesabında 30 hizmet yılını aşan sürelerin ikramiyenin hesaplanmasında dikkate
alınmayacağı hükmüne yer verildiği, bu yasa hükümlerinin incelenmesinden, daha önce kıdem
tazminatı ödemesine esas alınan ve bu nedenle ikramiyenin hesabında dikkate alınmayacak olan
sürenin, 30 hizmet yılını Sandığa tabi olarak geçiren ilgililerin hizmet süresinden düşülmesi sonucu
doğurmayacağı, bu nedenle Emekli Sandığına tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti bulunduğu anlaşılan
davacının, daha önce kıdem tazminatı aldığından bahisle emekli ikramiyesinin, kıdem tazminatı aldığı
hizmet sürelerinin mahsubu suretiyle hesaplanan hizmet süresi üzerinden adına borç çıkarılarak,
aylıklarından kesilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı
olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Metin Gürz
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile kararın onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Ali Kemal Terlemezoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü: İdare mahkemeleri tarafından
verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara
10. İdare Mahkemesince verilen 17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı karar ve dayandığı
gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz
isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, gereksiz olarak alınan 15.30.- YTL temyiz başvuru
harcının istemi halinde davalı idareye iadesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde
bırakılmasına, 8.12.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
AZLIK OYU
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken 2829 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
hizmetleri birleştirilmek suretiyle emekliye ayrılan ve 33 yıl 5 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere
42 yıl 4 ay üzerinden emekli aylığı bağlanan davacının, daha önce 9 yıl hizmet süresi yönünden kıdem
tazminatı aldığının anlaşılması üzerine, 5434 sayılı Kanunun, hizmet süresi 30 senenin üzerinde
olanlara en fazla 30 maaş ikramiye ödeneceği yolundaki Ek 20. maddesi hükmü uyarınca, kıdem
tazminatı alınan süreler düşülerek 21 yıl hizmeti üzerinden ikramiye Ödenmesi yerinde ve kanuna
uygundur.
Zira 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesi ile 2829 sayılı Sosyal Güvenlik
Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 12. maddesi birlikte
incelendiğinde, her halükarda 30 fiili hizmet süresini aşan hizmet süresi yönünden ikramiye ödenmesi
mümkün görülmemektedir. Aksi halde, sigortaya ve Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti
bulunanlar ile sadece Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti olan arasında eşitsizlik doğacağı
açıktır.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu kararın bozulması ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği
oyu ile karara karşıyım.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2004/5586 E.N , 2006/5763 K.N.
Özet
EMEKLİ SANDIĞINA TABİ OLARAK 30 YILDAN FAZLA HİZMETİ BULUNAN VE 30 YIL
ÜZERİNDEN EMEKLİ İKRAMİYESİ ÖDENEN DAVACININ; DAHA ÖNCE KIDEM TAZMİNATI
ÖDEMESİNE ESAS ALINAN SÜRELERİN, EMEKLİ İKRAMİYESİ ÖDEMESİNE ESAS ALINAN
SÜREDEN MAHSUBU SURETİYLE ADINA BORÇ ÇIKARILARAK, AYLIKLARINDAN KESİLMESİ
YOLUNDA TESİS EDİLEN İŞLEMDE, MEVZUATA UYARLIK BULUNMADIĞI HAKKINDA.
İçtihat Metni
TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN (DAVALI): SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI (EMEKLİ
SANDIĞI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ)
Vekili: Av. ...
Karşı Taraf (Davacı)
İsteğin Özeti: Dava, Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken emekliye ayrılan ve
30 yıl 1 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere 42 yıl 4 ay üzerinden emekli aylığı bağlanarak 30 yıl
üzerinden emekli ikramiyesi ödenen davacının, kıdem tazminatı ödenmiş hizmet sürelerinin mahsubu
suretiyle 21 yıl hizmet süresi esas alınarak hesaplanan emekli ikramiyesi üzerinden adına borç
çıkarılan ve emekli ikramiyesi tutarının emekli aylıklarından kesilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle
açılmıştır. Ankara 10. İdare Mahkemesi 17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı kararıyla;
2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında
Kanunun 12. maddesinde, son defa Emekli Sandığına tabi bir görevden emekliye ayrılanlara, Sandığa
tabi olarak geçen hizmetleri üzerinden ikramiye ödeneceği, ancak, her ne suretle olursa olsun evvelce
kıdem tazminatı veya emekli ikramiye ödenmiş sürelerin, emekli ikramiyesinin ödenmesinde dikkate
alınmayacağının belirtildiği, 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesinde ise, emekli
ikramiyesinin hesabında 30 hizmet yılını aşan sürelerin ikramiyenin hesaplanmasında dikkate
alınmayacağı hükmüne yer verildiği, bu yasa hükümlerinin incelenmesinden, daha önce kıdem
tazminatı ödemesine esas alınan ve bu nedenle ikramiyenin hesabında dikkate alınmayacak olan
sürenin, 30 hizmet yılını Sandığa tabi olarak geçiren ilgililerin hizmet süresinden düşülmesi sonucu
doğurmayacağı, bu nedenle Emekli Sandığına tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti bulunduğu anlaşılan
davacının, daha önce kıdem tazminatı aldığından bahisle emekli ikramiyesinin, kıdem tazminatı aldığı
hizmet sürelerinin mahsubu suretiyle hesaplanan hizmet süresi üzerinden adına borç çıkarılarak,
aylıklarından kesilmesi yolunda tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava
konusu işlemin iptaline karar vermiştir. Davalı idare tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı
olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Metin Gürz
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, 2577 sayılı Kanunun 49. maddesinin 1.
fıkrasında sayılan bozma nedenlerine uymadığından, temyiz isteminin reddi ile kararın onanması
gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Ali Kemal Terlemezoğlu
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü: İdare mahkemeleri tarafından
verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanununun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür. Ankara
10. İdare Mahkemesince verilen 17.9.2004 gün ve E:2003/1634, K:2004/1637 sayılı karar ve dayandığı
gerekçe, hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından temyiz
isteminin reddi ile anılan kararın onanmasına, gereksiz olarak alınan 15.30.- YTL temyiz başvuru
harcının istemi halinde davalı idareye iadesine, temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde
bırakılmasına, 8.12.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
AZLIK OYU
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunda görev yapmakta iken 2829 sayılı Kanun hükümleri uyarınca
hizmetleri birleştirilmek suretiyle emekliye ayrılan ve 33 yıl 5 ayı Emekli Sandığına tabi olmak üzere
42 yıl 4 ay üzerinden emekli aylığı bağlanan davacının, daha önce 9 yıl hizmet süresi yönünden kıdem
tazminatı aldığının anlaşılması üzerine, 5434 sayılı Kanunun, hizmet süresi 30 senenin üzerinde
olanlara en fazla 30 maaş ikramiye ödeneceği yolundaki Ek 20. maddesi hükmü uyarınca, kıdem
tazminatı alınan süreler düşülerek 21 yıl hizmeti üzerinden ikramiye Ödenmesi yerinde ve kanuna
uygundur.
Zira 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun Ek 20. maddesi ile 2829 sayılı Sosyal Güvenlik
Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunun 12. maddesi birlikte
incelendiğinde, her halükarda 30 fiili hizmet süresini aşan hizmet süresi yönünden ikramiye ödenmesi
mümkün görülmemektedir. Aksi halde, sigortaya ve Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti
bulunanlar ile sadece Sandığa tabi olarak 30 yıldan fazla hizmeti olan arasında eşitsizlik doğacağı
açıktır.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu kararın bozulması ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği
oyu ile karara karşıyım.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2004/1837 E.N , 2006/4632 K.N.
Özet
RE'SEN EMEKLİ EDİLMESİNİN ARDINDAN, BU İŞLEM GERİ ALINARAK GÖREVE
DÖNDÜRÜLEN DAVACIYA, EMEKLİYE SEVK EDİLDİĞİ TARİH İLE GÖREVE DÖNDÜRÜLDÜĞÜ
TARİH ARASINDAKİ SÜRE İÇİN, ELDE EDİLMESİNE FİİLEN KATKI SAĞLAMADIĞINDAN
DÖNER SERMAYE PAYI ÖDENEMEYECEĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı): Sağlık Bakanlığı
Karşı Taraf (Davacı)
İsteğin Özeti: ... Devlet Hastanesinde doktor olarak görev yapan davacının 61 yaşını doldurması
üzerine re'sen emekliye sevk edilmesine ilişkin işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle yoksun kaldığı
parasal ve özlük haklarının Ödenmesi istemiyle açtığı davada, İzmir 1. İdare Mahkemesinin 12.12.2003
gün ve E:2003/611, K:2003/1392 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin davalı idarece geri alınması
nedeniyle, işlem yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, açıkta
kalınan dönemlere ilişkin maaş ve döner sermaye paylarının davacıya ödenmesine hükmedilmiştir.
Davalı idare tarafından, döner sermaye payı ödemesinin görevin fiilen yapılması durumunda hak
kazanıldığı ileri sürülerek mahkeme kararının davacıya döner sermaye payının ödenmesine ilişkin
kısmının temyizen incelenerek bozulması İstenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi: Makan Baş
Düşüncesi : Sağlık Hizmetlerinin İyileştirilmesi, Kalitesi ve Verimli Hizmet Sunumunun Sağlanması
Amacıyla Pilot Olarak Belirlenen Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumlarında Uyulacak Esaslar
Hakkında Yönergenin "Temel Esaslar" başlıklı 5. maddenin (c) bendinde Ek ödeme, personelin
kuruma fiilen katkı sağladığı sürece verilebilir. Nöbet izni hariç yıllık izin, mazeret izni, hastalık izni ile
benzeri ve diğer nedenlerle sürecinden ayrı kalan personelin bu dönemlerde fiilen katkı sağlamadığı
kabul edilir kuralı düzenlendiği, Dava konusu olayda, re'sen emekli edildiği tarih ile davalı idarece
işlemin geri alındığı tarihe kadar fiilen çalışmadığı tartışmasız olan davacının yukarıda yer verilen
düzenlemeler uyarınca bu döneme ilişkin döner sermaye payı ödemesinden yararlandırılması
mümkün bulunmadığından, idare mahkemesi kararının, davacıya fiilen çalışmadığı döneme ilişkin
olarak döner sermaye payı ödenmesi yolundaki hüküm fıkrasının bozulması gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Ünal Demirci
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü;
Dosyanın incelenmesinden, Bergama Devlet Hastanesinde doktor olarak görev yapan davacının 61
yaşını doldurması üzerine re'sen emekliye sevk edilmesine ilişkin işlemin iptali ve bu işlem nedeniyle
yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının ödenmesi istemiyle açılan davada, İzmir 1. İdare
Mahkemesinin 12.12.2003 gün ve E:2003/611, K:2003/1392 sayılı kararıyla, dava konusu işlemin
davalı idarece geri alınması nedeniyle, işlem yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar
verilmesine yer olmadığına, işlem nedeniyle açıkta kalınan dönemlere ilişkin olarak maaş ve döner
sermaye payının ödenmesine karar verildiği, anlaşılmaktadır.
Dava konusu işlem tarihinde yürürlükte bulunan Sağlık Hizmetlerinin İyileştirilmesi, Kalitesi ve
Verimli Hizmet Sunumunun Sağlanması Amacıyla Pilot Olarak Belirlenen Sağlık Bakanlığına Bağlı
Sağlık Kurumlarında Uyulacak Esaslar Hakkında Yönergenin "Temel Esaslar" başlıklı 5. maddenin (c)
bendinde ek ödeme, personelin kuruma fiilen katkı sağladığı sürece verilebilir. Nöbet izni hariç yıllık
izin, mazeret izni, hastalık izni ile benzeri ve diğer nedenlerle görevinden ayrı kalan personelin bu
dönemlerde fiilen katkı sağlamadığı kabul edilir kuralı düzenlenmiştir.
Dava konusu olayda, davacının, re'sen emekli edildiği tarih ile davalı idarece İşlemin geri alındığı
tarihe kadar fiilen çalışmadığı sabit olup, yukarıda yer verilen düzenlemeler uyarınca bu döneme
ilişkin döner sermaye payı ödemesinden yararlandırılması mümkün bulunmadığından, idare
mahkemesi kararının, davacıya fiilen çalışmadığı döneme ilişkin olarak döner sermaye payı ödenmesi
yolundaki hüküm fıkrasında hukuka ve ilgili mevzuata uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü İle, İzmir 1. İdare Mahkemesinin
12.12.2003 gün ve E:2003/611, K:2003/1392 sayılı kararının davacıya döner sermaye payının
ödenmesine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, dosyanın bozma kararı üzerine yeniden bir karar
verilmek üzere adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 9.10.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1994/692 E.N , 1997/934 K.N.
İlgili Kavramlar
TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİNİN TEŞMİLİ
Özet
TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ BULUNAN VE UYGULAMAKTA OLAN İŞYERLERİNE YÖNELİK TEŞMİL
KARARINDA HUKUKA UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.
İçtihat Metni
İstemin Özeti: T.Yol-.. S.....ı ile ..... (Türkiye ......ve..... ..... İşveren Sendikası) arasında ... (... - ...) İnşaat
Anonim Şirketi için inşaat işkolunda akdedilen toplu iş sözleşmesinin, aynı iş kolunda faaliyette
bulunan ... İnşaat ve Mühendislik A.Ş.ile ... İnşaat A.Ş.'ne ait işyerlerine de teşmiline ilişkin 28.10.1993
tarih ve 93/4980 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının: teşmil kararı kapsamına alınan işyerleriyle ilgili
olarak uygulanmakta olan toplu iş sözleşmesinin bulunduğu iddiasıyla iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Dava konusu kararın 2822 sayılı Kanunun 11.maddesindeki usul ve esaslara dayalı
olarak alındığı, davacı sendikanın yetkisiz olması nedeniyle imzalanan toplu iş sözleşmesinin
hükümsüz olduğu ileri sürülerek yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddi gerektiği
savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : E.Celalettin Özkan
Düşüncesi: Toplu iş sözleşmesi bulunan ve uygulanmakta olan işyerlerine yönelik teşmil kararında,
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununa uyarlık bulunmadığından, dava konusu
93/4980 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının davacı sendika ile ilgili kısmının iptali gerektiği
düşünülmektedir.
D.Savcısı: Öcal Beningtan
Düşüncesi : 2822 sayılı "Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu"nun 11 nci maddesinde".... o
işkolunun toplu iş sözleşmesi bulunmayan diğer işyerlerine veya bir kısmına teşmil edilebilir" hükmü
getirildikten sonra 16 ncı maddesinde yetkisiz organlara yapılan toplu iş sözleşmelerinin iş
mahkemelerince hükümsüz sayılacağı yolunda hüküm getirilmiştir.
Danıştay Savcılığının 21.5.1996-26.9.1996 tarihli istem yazılarına karşılık davalı alınan davalı idarenin
20.6.1996-24.10.1996 ve 24.12.1996 tarihli yazılarından davacı İnsan-İş Sendikası ile ... A.Ş. arasında
imzalanan toplu iş sözleşmesinin... İş Mahkemesinin 12.10.1994 tarih ve K:1994/232 sayılı kararı ile
hükümsüzlüğüne karar verildiği, bu kararın Yargıtay 9 ncu Dairesinin 23.1.1995 tarih ve E:1995/146,
K:1995/706 sayılı ilamı ile onandığı, yine davacı İn-san-iş Sendikası ile ... İnşaat A.Ş. arasında
imzalanan toplu iş sözleşmesinin ... 2 nci İş Mahkemesinin 8.5.1996 tarihli ve K:1996/812 sayılı kararı
ile hükümsüzlüğüne karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1.7.1996 tarih ve
E:1996/3907; K:1996/14950 sayılı ilamı ile onandığı anlaşılmıştır.
Yukarıda açıklanan yasal duruma göre davacı İnsan-iş Sendikası ile ... A.Ş. ve ... İnşaat A.Ş. arasında
yasal olarak bağıtlanmış toplu iş sözleşmeleri bulunmadığından tesis edilen teşmil işlemi 2322 sayılı
Kanunun 11 nci maddesi hükmüne uygun bulunmaktadır.
Yukarıda açıklanan nedenle yasal dayanaktan yoksun davanın reddi gerektiği düşünüldü.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
Dava; T.Yol-İş Sendikası ile İNTES (Türkiye İnşaat ve Tesisat Müteahhitleri İşveren Sendikası)
arasında ... (... - ... ) İnşaat Anonim Şirketi için inşaat işkolunda akdedilen toplu iş sözleşmesinin, aynı
işkolunda faaliyette bulunan ... İnşaat ve Mühendislik A.Ş.ile ... İnşaat A.Ş.'ne ait işyerlerine de
teşmiline ilişkin 28.10.1993 tarih ve 93/4980 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu'nun 11.maddesinde, üyelerinin sayısı bağlı
olduğu işkolunda çalışan işçilerin en az yüzde onunu temsil eden işçi sendikalarından en çok üyeye
sahip olan sendikanın yapmış olduğu bir toplu iş sözleşmesini Bakanlar Kurulunun, o işkolunda işçi
veya işveren sendikaları veya ilgili işverenlerden birinin veya Çalışma Bakanının istemi üzerine,
Yüksek Hakem Kurulunun görüşünü aldıktan sonra tamamen veya kısmen veya zorunlu değişiklikleri
yaparak o işkolunun toplu İş sözleşmesi bulunmayan diğer işyerlerine veya bir kısmına teşmil
edebileceği aynı yasanın 3.maddesinde de, bir işyerinde aynı dönem için birden fazla toplu iş
sözleşmesi yapılamayacağı ve uygulanamayacağı hükme bağlanmıştır.
Öte yandan aynı yasa'nın 16.maddesinde ise, yetki belgesi alınmadan yapılan bir toplu iş
sözleşmesinde taraflardan birinin veya ikisinin yetkili olmadığı ve bu sebeple sözleşmenin
hükümsüzlüğünün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca durumun tespitinden itibaren 45 gün
içinde ilgililerce veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca dava yolu ile ileri sürülebileceği kuralı
yer almıştır.
Aktarılan yasa hükümlerine göre, bir işkolunda belirtilen koşullara sahip bir sendika tarafından
yapılmış olan toplu iş sözleşmesinin o iş kolundaki diğer işyerlerine veya bir kısmına teşmil
edilebilmesi için diğer koşulların yanında bu işyerlerinde yapılmış bulunan bir toplu iş sözleşmesi
bulunmaması gerekmektedir. Yapılmış olan bir toplu iş sözleşmesinin yetkisiz sendikaca yapıldığı ve
bu nedenle hükümsüzlüğü hususu ise ancak açılacak dava sonucu iş mahkemesinin vereceği bir
kararla saptanabilir.
Dava dosyasında bulunan belgelerin incelenmesinden teşmil kararı kapsamına alınan ... İnşaat ve
Mühendislik A.Ş'nin ... Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi işyeri için işveren ile davacı
sendika arasında 16.7.1993 tarihinde imzalanan ve 1.7.1993- 31.6.1995 dönemini kapsayan üç yıl süreli,
... İnşaat A.Ş. işyerleri için de yine işveren ile davacı sendika arasında 15.4.1991 tarihinde imzalanan ve
1.3.1991- 28.2.1994 dönemini kapsayan üç yıl süreli toplu iş sözleşmeleri bulunduğu ve ... İnşaat A.Ş.
işyerlerinde uygulanmakta olan bu toplu iş sözleşmesinin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
müfettişlerince de saptandığı anlaşıldığından, toplu iş sözleşmesi bulunan ve uygulanmakta olan
işyerlerine yönelik teşmil kararında, yasanın aktarılan hükümleri karşısında hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Öte yandan, davalı idarece, davacı sendikanın yetkisiz olması nedeniyle imzalanan toplu iş
sözleşmesinin hükümsüz olduğu ileri sürülmekte ve Danıştay Başsavcılığının 21.5.1996-26.9.1996
tarihli istem yazılarına cevaben alınan, davalı idarenin 20.6.1996-24.10.1996 ve 24.12.1996 tarihli
yazılarından; davacı İnsan-İş Sendikası ile ... A.Ş arasında imzalanan toplu iş sözleşmesinin Malatya İş
Mahkemesinin 13.10.1994 tarih ve E:1994/97, K:1994-232 sayılı kararı ile hükümsüzlüğüne karar
verildiği, bu kararın Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 23.1.1995 tarih ve E:1995/146, K:1995/706 sayılı
ilanı ile onandığı, davacı İnsan-İş Sendikası ile ... İnşaat A.Ş. arasında imzalanan toplu iş
sözleşmesinin Ankara 2.İş Mahkemesinin 8.5.1996 tarih ve E:1995/2128, K:1996/812 sayılı kararı ile
hükümsüzlüğüne karar verildiği ve bu kararın da Yargıtay 9.Hukuk Dairesinin 1.7.1996 tarih ve
E:1996/13097, K:1996/14950 sayılı ilamı ile onandığı anlaşılmakta ise de; yukarıda da belirtildiği gibi
uygulanmakta olan bir toplu iş sözleşmesinin bulunduğu dönemde ve toplu iş sözleşmesinin
hükümsüzlüğüne karar verilmediği bir aşamada alınan teşmil kararında 2822 sayılı Yasaya uyarlık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, dava konusu 93/4980 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının davacı sendika ile ilgili
kısmının iptaline; 26.3.1997 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 9. Daire 2005/7 E.N , 2005/2891 K.N.
Özet
6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULÜ HAKKINDA KANUNUN 79. MADDESİ
UYARINCA 3. ŞAHISLAR NEZDİNDEKİ MAL VE HAKLARA KONULAN HACZE KARŞI YASAL
SÜRESİNDE ADİ POSTAYA VERİLEN DİLEKÇE İLE YAPILAN İTİRAZ SÜRESİNDE OLDUĞU
HAKKINDA.
İçtihat Metni
Davalı idarece 6183 sayılı Kanunun 79. maddesi kapsamında ... Çay San. A. Ş. adına düzenlendiği
belirtilen ödeme emirlerinin iptali istemiyle açılan davada; 6183 sayılı Kanunun 79 ncu maddesinde,
hamiline yazılı olmayan ve cirosu kabil senede dayanmayan alacaklar ile maaş ücreti kira vesaire gibi
her türlü hakların ve fiilen zabıt tanzimi suretiyle haczi kabil olmayan üçüncü şahıslardaki menkul
malların hacizlerinin borçlu veya zilyed olan veyahut alacak ve hakları ödemesi gereken hakiki veya
üçüncü şahıslara kurumlara haciz keyfiyetinin tebliği ile yapılacağı, borçlunun alacağı veya üçüncü
şahıstaki bir malı haczedilip de üçüncü şahsın borcu olmadığı, veya malın yedinde bulunmadığı veya
haczin tebliğinden evvel borç ödenmiş veya mal istihlak edilmiş yahut kusuru olmaksızın telef olmuş
veya alacağın borçluya veya emrettiği yere verilmiş olduğu gibi bir iddianın ise keyfiyetin, haczin
kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde tahsil dairesine yazılı beyanla bildirmeye mecbur olduğu,
bildirmediği takdirde mal elinde ve borç zimmetinde sayılacağı ve hakkında bu kanun hükümleri
tatbik olunacağı hükmü gereği borçlunun üçüncü şahıstaki alacağının 6183 sayılı kanun hükümlerine
göre takip edilmesi için gerçek veya hükmi şahsın süresinde tahsil dairesine itiraz etmemesine bağlı
olduğu, olayda, ... Çay San. A.Ş. adına düzenlenen haciz bildirisi ile ... Zirai İstihsal Konservecilik
A.Ş.'nin ... Çay San. A.Ş. nezdinde doğmuş veya doğacak tüm alacaklarına haciz şerhi konulduğu, ...
Çay San. A.Ş.'nin haciz bildirisini 18.8.2003 tarihinde tebellüğ ettiği ve yasal süresi olan 7 gün içinde
25.8.2003 tarihinde postaya verilen dilekçesi ile itirazda bulunduğu idarece yasal sürede yapılan
itirazın dikkate alınmayarak düzenlenen ödeme emirlerinde isabet bulunmadığı gerekçesiyle dava
konusu ödeme emirlerinin iptaline, ... Zirai İstihsal Konservecilik A.Ş. 'nin dava konusu olayda
menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından davanın kısmen ehliyet yönünden reddine karar veren
İstanbul 5. Vergi Mahkemesinin 23.9.2004 tarih ve 2004/1687 sayılı kararının, davalı idarece, 213
sayılı Vergi Usul Kanununun 170. maddesi gereği bildirilmelerin postaya veriliş tarihinin geçerli
olması için postaya taahhütlü verilmesi gerektiği, adi posta ile yapılan bildirimin süresinde kabul
edilemeyeceği iddiasıyla ödeme emirlerine karşı açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği ileri
sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.
Danıştay Savcısı Yakup Kaya'nın Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
Tetkik Hakimi Gülbin Günhan'ın Düşüncesi: İleri sürülen iddialar usule ve hukuka uygun Vergi
Mahkemesi kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddi
gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Dokuzuncu Dairesince işin gereği görüşüldü: Dayandığı hukuki ve kanuni
nedenlerle gerekçesi yukarıda açıklanan Vergi Mahkemesi kararı, aynı gerekçe ve nedenlerle
Dairemizce de uygun görülmüş olup, temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar, sözü geçen
kararın bozulmasını sağlayacak durumda bulunmadığından, temyiz isteminin reddine ve kararın
onanmasına, 13.10.2005 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1995/5477 E.N , 1997/275 K.N.
İlgili Kavramlar
ÖZELLEŞTİRİLEN KURUM PERSONELİ
SSK PRİM ÖDEMESİ
Özet
YASANIN TANIDIĞI SEÇME HAKKINI KULLANAN İŞTİRAKÇİLERİN SOSYAL SİGORTALAR
KURUMU İLE İLGİLENMEK YOLUNDAKİ İSTEKLERİNİ GEREKLİ DİKKAT VE ÖZENİ
GÖSTERMEYEREK DEĞERLENDİRMEYEN DAVALI İDARE BUNLARIN İŞTİRAKÇİLERİNİ
SÜRDÜRMESİNDE KUSURLUDUR. BU NEDENLE DAVACININ ÖDEMEK ZORUNDA
BULUNDUĞU SİGORTA PRİMLERİNİN GECİKME ZAMMI TUTARININ TAZMİNEN
KARŞILAMASI GEREKİR.
İçtihat Metni
İstemin Özeti: Davacı, Ankara 9. İdare Mahkemesinin 7.11.1994 tarih ve E:1991/1475, K:1994/1315
sayılı kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
Savunmanın Özeti: Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Yalçın Macar
Düşüncesi: İstemedikleri halde Emekli Sandığı ile ilgisini devam ettirdiği personelin Sosyal Sigortalar
Kurumu ile geç ilgilendirilmesine ve dolayısıyla sigorta primlerinin gecikme zammıyla tahsiline sebep
olan davalı idarenin, hizmet kusuru bulunduğundan, davacının ödemek zorunda kaldığı gecikme
zammı tutarını tazminle yükümlü bulunmaktadır. Bu nedenle, davacının temyiz isteminin kabulüyle
idare mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı: Sinan Yörükoğlu
Düşüncesi 3291 sayılı Yasa uyarınca özelleştirilen davacı şirketin çalışanlarından 9 kişinin SSK ile geç
ilgilendirilmesinden doğan zararın tazmini için açılan davayı reddeden idare mahkemesi kararının
temyizen bozulması istenilmektedir.
Dava dosyasındaki belgelerin incelenmesinden, özelleştirilmiş bulunan davacı şirkette çalışan
personelden 9'unun açık beyanları hilafına 15.9.1984 tarihinden 1.5.1991 tarihine kadar olan sürede
Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmelerinin davalı sandıkça devam ettirildiği dolayısıyla hizmetin idare
tarafından kusurlu yürütüldüğü ve zararın da idarenin kusurlu faaliyeti sonucu doğduğu
anlaşılmaktadır.
Ancak, davacı şirketin de zamanında sandığı uyarmaması nedeniyle olayda müterafik kusuru
bulunmaktadır.
Açıklanan nedenle temyiz isteğinin kabulüyle, kusur oranı dikkate alınmak suretiyle yeniden karar
verilmek üzere idare mahkemesi kararının bozulması gerekeceği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
1989 yılı içerisinde özelleştirilerek devredilen davacı şirkette Emekli Sandığı iştirakçisi olarak
sözleşmeli statüde çalışan ve 15.9.1989 tarihli dilekçeler iyi e. 3291 sayılı Yasanın 16. maddesinin
tanıdığı seçme hakkını kullanarak Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilerinin sağlanmasını isteyen dokuz
kişinin Emekli Sandığı ile ilgileri davalı idarenin 5.10.1989 tarih ve 3284 sayılı işlemi ile
sürdürülmüştür. İlgisi sürdürülenlerden bir kişinin, ilgisinin kesilerek Sosyal Sigortalar Kurumu ile
ilgilenip ilgilenemeyeceği yolundaki başvurusunu 23.2.1990 tarihli işlemiyle reddeden davalı idare;
18.3.1991 tarih ve 47.968.013 sayılı işlemiyle kişinin 15.9.1989 tarihli dilekçesini esas alarak; sandıkla
ilgisinin 15.9.1989 tarihi itibariyle kesildiğini ve bu kişinin Sosyal Sigortalar Kurucu ile ilgisinin
sağlanmasını, davacı şirketin başvurusu üzerine de 23.5.1991 tarihli işlemleriyle diğer sekiz kişinin
15.9.1984 tarihi itibariyle Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgisinin sağlanmasını davacı şirkete
bildirilmiştir. Söz konusu dokuz çalışanı hakkında işe giriş bildirgesi düzenleyerek ... Sigorta
Müdürlüğüne başvuruda bulunarak 15.9.1988-30.4.1991 dönemine ilişkin sigorta primlerini ödeyen
davacı şirket adına, 506 sayılı Kanunun 80. maddesi uyarınca sigorta primlerini yasal süresinde
ödemediğinden bahisle gecikme zammı tahakkuk ettirilmiş ve 23.B.1991 tarihinde 76.988.787 lira
davacı şirket tarafından ödenmiştir.
Dava, söz konusu gecikme zammı tutarının, çalışanların Sosyal Sigortalar Kurumu ile geç
ilgilendirilmesine sebebiyet verdiği ileri sürülen davalı idareden 23.8.1991 tarihinden itibaren
hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Açılan bu dava sonucunda Ankara 9. İdare Mahkemesince; davacının, ayrılma talebinde bulunan
çalışanlarına önceden olumsuz cevap veren, aradan geçen uzun süre sonrası bunların ilgisini iptal eden
davalı idarenin kusurlu davranışı nedeniyle gecikme zammı ödemek zorunda bırakıldığı iddiasına
karşılık, davalı idarenin, çalışanların Emekli Sandığıyla yanlışlıkla ilgilendirildiğini, gerek bunların
gerekse davacının ilgilendirme işlemine itiraz etmeyerek bu durumu kabullendiklerini, işleme itiraz
etmeyen ve kesenek ve kurum karşılıklarını göndermeye devam eden davacının kusurlu olduğunu öne
sürdüğünün anlaşıldığı, bu haliyle, davacının Sosyal Sigortalar Kurumuna gecikme zammı ödemesinde
davalı idareye yüklenebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucu ve kanaatine varıldığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, yalnızca davalı idarenin savunmasında ileri sürdüğü iddiaları kabul ederek davanın eksik
incelemeyle reddinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
olduğunu hükme bağlamıştır.
Yasalarla kendisine verilen kamu hizmetini yürüten idarenin, bu hizmetin iyi işlememesi, geç işlemesi
yada hiç işlememesi nedeniyle doğan zararları karşılamakla yükümlü olacağı şüphesidir.
5434 sayılı Yasa uyarınca, bu kanunda yazılı emeklilik işlemlerini yürütmekle görevli bulunan davalı
idare, iştirakçisi olanların çalıştıkları kurumlardaki değişiklikler sonrası, bu değişikliği sağlayan yasal
düzenlemeler gereği, bunların iştirakçiliğinin devam edip etmeyeceğini değerlendirmek ve
uygulamaları yapmakta yetkilidir.
Oluş biçimi yukarıda aktarılan dava konusu olayda da; davacı şirketin şu andaki yapısına ulaşmasını
sağlayan 3291 sayılı Yasanın 16. maddesinin tanıdığı seçme hakkını kullanan iştirakçilerinden dokuz
kişinin Emekli Sandığı ile ilgisinin kesilerek Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilenmek yolundaki
isteklerini, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek değerlendirmeyen davalı idarenin bunların
iştirakçilerini sürdürmesinde hizmet kusuru bulunduğu açıktır.
Bu haliyle, itirazı da reddederek iştirakçiliğini sürdürdüğü davacı şirket çalışanlarının, sonradan
Emekli Sandığı ile ilgilerini keserek geçmiş tarih itibariyle Sosyal Sigortalar Kurumuyla
ilgilendirilmelerine, dolayısıyla, bunların sigorta primlerinin geç ödenmesine neden olan davalı
idarenin, davacı şirketin ödemek zorunda kaldığı gecikme zammı tutarını tazminen karşılaması
gerekmekte olup; aksi yöndeki temyize konu kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Ankara 9. İdare Mahkemesinin 7.11.1994
tarih ve E:1991/1475, K:1994/1315 sayılı kararının bozulmasına, dava dosyasının yeniden bir karar
verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 6.2.1997 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 5. Daire 2005/5951 E.N , 2006/243 K.N.
İlgili Kavramlar
İSTİHDAM FAZLASI PERSONEL
VAZİFELİ YARGI YERİ
Özet
İŞ AKDİNİN FESHİ SONUCU İSTİHDAM FAZLASI PERSONEL OLARAK BELİRLENME
İŞLEMİNİN YARGISAL DENETİMİNİN, İDARİ YARGI YERLERİNE AİT OLDUĞU HAKKINDA.
İçtihat Metni
Ankara 12. İdare Mahkemesi'nin 5.4.2005 günlü, E:2004/3233, K:2005/306 sayılı kararının dilekçede
yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.
Cevabın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği yolundadır.
Danıştay Tetkik Hakimi: M. Emin Kaçar
Düşüncesi : İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Mehmet Akaya
Düşüncesi : Türkiye Halk Bankası ... Şube Müdürü olarak görev yapan davacının Belirsiz Süreli Hizmet
Sözleşmesinin feshine ilişkin işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte
ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılan davanın görev yönünden reddi yolundaki İdare Mahkemesi
kararının bozulması istenilmektedir.
4603 saydı Yasanın Geçici 6. maddesinin 4.fıkrasında, "25.11.2000 tarihinde bu bankalarda çalışan
personelden özel hukuk hükümlerine geçirilenlerin hizmet sözleşmelerinin 31.12.2003 tarihine
kadar,bankaların disiplin yönetmelikleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla 1475 sayılı İş Kanununun 17
nci maddesi dışında kalan sebeplerle bankalar tarafından feshedilmesi halinde söz konusu personel
hakkında bu Kanunun geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca işlem tesis edilmek üzere
Devlet Personel Başkanlığına bildirilir....." hükmüne yer verilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davacının iş akdinin feshine ilişkin işlemin, bankanın yeniden
yapılandırılması amacının sağlanabilmesi kapsamında personel sayısının azaltılmasına yönelik olarak
tesis edildiği,dolayısıyla anılan sözleşmenin, 1475 sayılı İş Kanununun "İşverenin bildirimsiz fesih
hakkı" başlıklı 17.maddesi hükmü uyarınca feshedilmesinin söz konusu olmadığı ve ortada
sözleşmenin uygulanmasından doğan bir uyuşmazlığın da bulunmadığı anlaşılmakla, davanın görev
yönünden reddi yolundaki Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince işin gereği düşünüldü:
T. Halk Bankası ... Şube Müdürü olarak görev yapmakta iken özel hukuk hükümlerine göre sözleşme
imzalayıp 1475 sayılı Yasaya tabi olarak çalışmaya başlayan davacı, İcra Kurulunun 7.10,2003 gün ve
39/3 sayılı işlemiyle, 15.10.2003 tarihi İtibariyle sözleşmesi feshedilip 4603 sayılı Yasanın geçici 1/3.
maddesi uyarınca kamu hukukuna tabi kılınarak başka kurumlara naklinin sağlanması amacıyla Genel
Müdürlük emrine atanması üzerine, sözleşmesini fesheden 7.10.2003 tarihli işlemin iptali ve bu işlem
nedeniyle yoksun kaldığı parasal haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmediimesi istemiyle
dava açmıştır.
Ankara 12. İdare Mahkemesi'nin 5.4.2005 günlü, E:2004/3233, K:2005/306 sayılı kararıyla; İş
Kanunu hükümlerine tabi olarak İşçi statüsünde çalışmakta iken hizmet sözleşmesi feshedilip kamu
hukukuna tabi kılınarak Genel Müdürlük emrine atanan davacının, özel hukuk hükümlerine göre
yapmış olduğu hizmet sözleşmesinin feshine ilişkin işleme karşı açtığı davanın iş mahkemesince
görülüp çözümlenmesi gerektiği gerekçesiyle dava görev yönünden reddedilmiştir.
Davacı, davanın idari yargının görev alanına girdiğini ileri sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının
temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.
25.11.2000 günlü, 24241 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4603 sayılı Türkiye
Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi ve Türkiye Emlak Bankası Anonim
Şirketi Hakkındaki Kanuna 4743 sayılı Kanunla eklenen geçici 6. maddenin dördüncü fıkrasında,
"25.11.2000 tarihinde bu bankalarda çalışan personelden özel hukuk hükümlerine geçirilenlerin
hizmet sözleşmelerinin 31.12.2003 tarihine kadar bankaların disiplin yönetmelikleri hükümleri saklı
kalmak kaydıyla 1475 sayılı İş Kanunu'nun 17 nci maddesi dışında kalan sebeplerle bankalar
tarafından feshedilmesi halinde söz konusu personel hakkında bu kanunun geçici 1 inci maddesinin
(3) numaralı fıkrası uyarınca işlem tesis edilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına bildirilir." kuralı
yer almakta; 4603 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesinin 30.1.2002 günlü ve 4743 sayılı Yasanın 6-A.
maddesi ile değişik 3 üncü fıkrasında, bankalarda 31.12.2002 tarihinden sonra özel hukuk
hükümlerine tabi olmayan personel çalıştırılamayacağı, yeniden yapılandırma sürecinde bankaların
yönetim kurullarınca gerek özel hukuk hükümlerine göre çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif
edilen, ancak özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı kabul etmeyen, gerekse özel hukuk hükümlerine
göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme imzalanmayan personelin, bankanın yönetim kurullarınca
Devlet Personel Başkanlığı'na bildirileceği hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Olayda, davacının özel hukuk hükümlerine göre sözleşme imzalayıp 1475 sayılı Yasaya tabi olarak
çalışmaya başladığı; ancak bankanın yeniden yapılandırılmasının sağlanması ve kendisinden verim
alınamadığı gerekçesiyle yukarıda anılan Yasa hükmü uyarınca sözleşmesi feshedilerek istihdam
fazlası personel olarak belirlendiği anlaşılmakta olup; 4603 sayılı Yasanın söz konusu hükmü ile
verilen bu yetkinin iş hukukuna dayalı olarak yapılan hizmet sözleşmesi dışında, kamu hukuku ile ilgili
ve davacının istihdam fazlası personel statüsüne geçirilmesini sağlayan idari bir tasarruf olduğu
açıktır. Dolayısıyla davacının sözleşmesinin feshedilerek istihdam fazlası personel sayılmasında da
4603 sayılı Yasanın geçici 1 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası hükümlerinin uygulanarak Banka
Yönetim Kurulunca işlem tesis edilmesi gerekli bulunmaktadır.
Öte yandan, 4603 sayılı Yasaya 4743 sayılı Yasanın 6-C. maddesi ile eklenen geçici 6. maddenin
dördüncü fıkrasında, sözleşmesi feshedilerek Devlet Personel Başkanlığı'na bildirilen personele "fesih
nedeniyle ihbar ve kıdem tazminatı ödenmeyeceği"nin belirtilmiş olması; ayrıca, aynı fıkrada sözleşme
fesih sebeplerinden 1475 sayılı Yasanın 17. maddesi ile disiplin hükümleri ayrık tutularak bu
uyuşmazlıkların İş Kanunu hükümleri uyarınca çözümlenmesinin öngörülmüş bulunması, iş akdinin
feshine dayalı istihdam fazlası personel olarak belirlenme işleminin İş Kanunu dışında 4603 sayılı
Yasa kuralları çerçevesinde yargısal denetime tabi tutulacağını göstermektedir.
Bu itibarla, sözleşmesi feshedilen ve istihdam fazlası personel olarak atananlar . hakkındaki işlemler,
özelleştirme amaç ve gerekleri nedeniyle ve kamu gücü kullanılarak kurulan işlemler olduğundan, bu
davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanı İçinde yer almaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Ankara 12. İdare Mahkemesi'nce verilen
5.4.2005 günlü, E:2004/3233, K:2005/306 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü
Kanunu'nun 49. maddesinin l/c. fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanun'la
değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen hususlar da gözetilerek yeniden bir karar verilmek
üzere dosyanın adı geçen Mahkeme'ye gönderilmesine, 30.1.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davalı Banka, 25.11.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanunla özelleştirme ve yeniden
yapılandırma sürecine alınmıştır. Bu bağlamda Banka personelinin aylık, özlük ve emeklilikleri
yönünden tabi oldukları mevzuatın uygulanmasına devam olunmuş; uygun görülenler istekleri
halinde, emeklilik statüleri devam etmek koşuluyla özel hukuk hükümlerine göre istihdam
edilmişlerdir.
31.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4743 sayılı Yasanın 6/A. maddesi ile 4603 sayılı Yasanın geçici 1
inci maddesinin 3 üncü fıkrasında değişiklik yapılmış; getirilen düzenlemede Bankalarda 31.12.2002
tarihinden sonra özel hukuk hükümlerine tabi olmayan personel çalıştırılmayacağı belirtilmiş, yeniden
yapılandırma sürecinde bankaların yönetim kurullarınca gerek özel hukuk hükümlerine göre
çalıştırılmak üzere kendisine sözleşme teklif edilen, ancak özel hukuk hükümlerine göre çalışmayı
kabul etmeyen, gerekse özel hukuk hükümlerine göre çalışması uygun görülmeyip sözleşme
imzalanmayan personelin, bankaların yönetim kurullarınca Devlet Personel Başkanlığı'na
bildirilecekleri belirtilmek suretiyle yeniden yapılandırma kapsamında Banka personelinin tümünün
özel hukuk hükümlerine tabî kılınması süreci yasal olarak tamamlanmıştır.
25.10.2001 tarihinde davalı idare ile hizmet akdi imzalayarak özel hukuk hükümlerine tabi konuma
giren davacının, iş akdi 15.10.2003 tarihi itibariyle İş Kanunu uyarınca feshedilmiş ve davacı başka bir
kamu kurumu ya da kuruluşuna yerleştirilmesini teminen Banka Genel Müdürlüğü emrine atanmıştır.
Bu atama işlemi, 4603 sayılı Kanuna 4743 sayılı Kanunun 6/C. maddesi ile eklenen geçici 6. madde
uyarınca yapılmış olup; anılan madde hükmüne göre, hizmet sözleşmesinin feshinin doğal ve zorunlu
bir sonucunu yerine getirmek amacıyla tesis edilmiştir. Dolayısıyla davacı iş akdinin feshedilmesi
sonucunda doğrudan istihdam fazlası personel konumuna girmiş; ismi de bu nedenle Devlet Personel
Başkanlığı'na bildirilmek üzere Genel Müdürlük emrine atanmıştır.
Hal böyle olunca, davacının yeniden istihdam fazlası personel sayılması söz konusu olmadığından, bu
hususta izlenecek yöntemin uygulanmasına gerek yoktur. Sözleşmesi feshedilen kişinin Devlet
Personel Başkanlığı'na bildirilmesi zorunludur. Davacı ile önce sözleşme imzalanmış ve daha sonra
feshedilmiş bulunduğundan, sözleşme feshinden doğan bu davanın görüm ve çözümü adli yargının
görev alanına girmekte olup, davanın görev yönünden reddi gerekmektedir. Bu yüzden, hukuk ve usule
uygun bulunan temyize konu görev ret kararının onanması gerektiği oyu ile bozma yönündeki karara
karşıyız.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2003/4403 E.N , 2006/382 K.N.
İlgili Kavramlar
BEŞ YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİ
YILLIK ÜCRETLİ İZİN
Özet
KAPSAM DIŞI PERSONEL STATÜSÜNDE İŞ KANUNU'NA TABİ OLARAK ÇALIŞMAKTA İKEN
EMEKLİYE AYRILMAK SURETİYLE İŞ AKDİ SONA EREN DAVACIYA, EMEKLİ OLUNCAYA
KADAR KULLANDIRILMAYAN YILLIK İZİN SÜRELERİNE AİT ÜCRETİN 5 YILLIK ZAMAN AŞIMI
SÜRESİ İÇİNDE KALAN KISMININ ÖDENMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
TESTAŞ Genel Müdürlüğü ile Et ve Balık Ürünleri AŞ. Genel Müdürlüğünde İş Kanunu hükümlerine
tabi olarak kapsam dışı personel statüsünde çalıştıktan sonra 12.3.1999 tarihinde emekli olan
davacıya, çalışma süresi içinde kullanamadığı toplam 156 günlük izin süresinin. Maliye Bakanlığı
Genelgesi uyarınca sadece son 60 gününe isabet eden kısım için izin ücreti ödenip geriye kalan 96
günlük süreye ilişkin izin ücreti ödenmemesine dair işlemin iptali İle i.218.000.000- TL izin ücretinin
yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan davayı; konuyla ilgili olarak çıkarılan 13.4.1995 tarih ve
7498 sayılı Maliye Bakanlığı Genelgesinde, 1475 sayılı Kanuna tabi olarak çalışmakta iken emeklilik
nedeniyle iş akdi sona eren işçilere sadece ayrıldıkları yıl ile bir önceki yıla ait kullanılamayan yıllık
izin sürelerine ait izin ücretinin ödenebileceği kararlaştırıldığından, davacıya 60 günlük süreye ilişkin
izin ücretinin ödenerek geriye kalan 96 günlük süreye yönelik talebinin reddedilmesinde hukuka
aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle reddeden Ankara 5. İdare Mahkemesinin 30.12.1999 günlü ve E:
1999/625, K: 1999/1361 sayılı kararının; kanuni düzenlemelere aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Et ve Balık Ürünleri AŞ. Genel Müdürlüğünce
temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuş olup, TESTAŞ Genel Müdürlüğü tarafından savunma
verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi: Süleyman Kurt
Düşüncesi : 1475 sayılı İş Kanununun 56. maddesinde, işçinin hak kazandığı halde kullanamadığı yıllık
izin sürelerine ait ücretinin akdin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine ödeneceği hüküm
altına alındığından, kanuna aykırı olarak düzenlenmiş genelge hükmüne dayanarak davacıya sadece
son 2 yıllık izin ücretinin ödenip geriye yönelik ödeme yapılmamasında hukuka uygunluk
bulunmadığından, aksi yöndeki mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : Saadet Ünal
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp İdare Mahkemesince verilen
kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle İdare Mahkemesi kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü: Uyuşmazlık, kamu iktisadi
teşebbüslerinde kapsam dışı personel statüsünde İş Kanununa tabi olarak çalışanların hizmet akdinin
sona ermesi halinde, daha önce hak ettiği halde kullanamadıkları yıllık izinlerine ait ücretlerin
ödenmesinde kısıtlama yapılıp yapılamayacağına ilişkindir.
T.C Anayasasının 50. maddesinde dinlenmenin çalışanların hakkı olduğu, yıllık ücretli izin hakkı ve
şartlarının kanunla düzenleneceği belirtilmiş, 1475 sayılı İş Kanunun 49. maddesinde işyerlerinde en
az bir yıl çalışan işçilere yıllık ücretli izin verileceği ve bu haktan vazgeçilemeyeceği, 54. maddesinde
işverenin yıllık ücretli iznini kullanan her işçiye yıllık izin dönemine ilişkin ücretini, ilgili işçinin izne
başlamasından önce peşin olarak ödemek veya avans olarak vermek zorunda olduğu, 56. maddesinde
ise işçinin hak kazanıp da kullanamadığı yıllık izin süresi İçin ücretin, hizmet akdinin İşveren veya işçi
tarafından feshedilmesi halinde akdin sona erdiği tarihteki ücreti üzerinden kendisine ödeneceği
hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda anılan düzenlemelerden, yıllık ücretli izin hakkının, ilgililerin bile kullanmaktan feragat
edemeyeceği yasal ve anayasal bir hak olduğu, iş sözleşmelerine yıllık ücretli izin hakkının
kullanılmaması sonucunu doğuracak nitelikte hükümler konulması mümkün olmadığı gibi
kullanılamayan izin sürelerine karşılık olmak üzere ilave bir ücret ödemesi yapılarak bu eksikliğin
giderilmesinin mümkün olmadığı ancak, hizmet akdinin sona ermesi halinde artık izin hakkının
kullanılması mümkün olmadığından bu hakkın ücrete dönüşeceği ve daha önce kullanılamayan yıllık
izinlere ait ücretin akdin sona erdiği tarihteki ücret üzerinden ilgiliye topluca ödeneceği
anlaşılmaktadır.
Her ne kadar Maliye Bakanlığının 13.4.1995 tarih ve 7498 sayılı Genelgesinde, emeklilik nedeniyle iş
akdi sona eren isçilere sadece ayrıldıkları yıl ile bir önceki yıla ait İzin ücretinin ödenebileceği
belirtilmişse de 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunun 7. maddesinin 4. fıkrasında yer alan,
düzenleyici işlemin iptal edilmemiş olmasının bu düzenlemeye dayalı işlemin iptaline engel
olmayacağı hükmü karşısında, 1475 sayılı Kanunun 56. maddesi hükmüne açıkça aykırı olan genelgeye
dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Bu durumda en son Et ve Balık Ürünleri AŞ. Genel Müdürlüğünde kapsam dışı personel statüsünde İş
Kanununa tabi olarak çalışmakta iken emekliye ayrılmak suretiyle iş akdi sona eren davacıya, ücret
alacaklarında geçerli olan 5 yıllık zaman aşımı süresi içinde idareye başvurması halinde, emekli
oluncaya kadar kullandırılmayan yıllık izin sürelerine ait ücretin topluca ödenmesi yasal zorunluluk
olup, aksi görüşle ve Maliye Bakanlığı Genelgesi esas alınarak verilen Mahkeme kararında yasal isabet
görülmemiştir.
Öte yandan, Özelleştirme Yüksek Kurulunun 30.1.1999 tarih ve 99/14 sayılı kararı çerçevesinde ve
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 16.6.1999 tarih ve 676 sayılı oluru gereğince TESTAŞ, tüm hak ve
yükümlülükleriyle Et ve Balık Ürünleri AŞ.' ne devredilerek birleştirildiğinden ve bu durum 7.7.1999
tarih ve 4828 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanarak tüzel kişiliği sona erdirildiğinden,
Mahkemece TESTAŞ' in husumet mevkiinden çıkarılması gerekirken davanın, TESTAŞ Genel
Müdürlüğünün de husumetiyle görülmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Ankara 5. İdare Mahkemesinin 30.12.1999 günlü ve E: 1999/625, K: 1999/1361
sayılı kararının bozulmasına, yukarıda belirtilen hususlar gözönünde bulundurularak yeniden bir
karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 31.1.2006 tarihinde oybirliği ile
karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2005/4088 E.N , 2005/5858 K.N.
İlgili Kavramlar
İŞ SONU TAZMİNATI
KIDEM TAZMİNATI
Özet
KAPSAM DIŞI PERSONEL STATÜSÜNDE İŞ KANUNU'NA TABİ OLARAK GÖREV YAPMAKTA
İKEN KURUMUN ÖZELLEŞTİRME KAPSAMINA ALINMASI ÜZERİNE 4046 SAYILI KANUN'UN
22. MADDESİ UYARINCA MEMUR OLARAK ATANAN DAVACININ İŞ SÖZLEŞMESİNE DAYALI İŞ
İLİŞKİSİNİN SONA ERMESİ NEDENİYLE HAKETTİĞİ KIDEM TAZMİNATININ ÖDENMESİ
GEREKTİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
Dava, Türk Motor ve Traktör Sanayi (TÜMOSAN) İşletme Müdürlüğünde kapsam dışı personel
statüsünde görev yapmakta iken kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine 4046 sayılı
Kanunun 22. maddesi uyarınca Karayolları 3. Bölge Müdürlüğüne memur olarak atanan davacının, iş
sözleşmesine dayalı iş ilişkisinin sona ermesi nedeniyle ödenmeyen 29.552.173.902.-TL kıdem
tazminatının, iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren işletilecek en yüksek banka mevduat faizi
ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Konya 1. İdare Mahkemesi 22.4.2005
günlü ve E:2004/910, K:2005/373 sayılı kararıyla; 4046 sayılı Kanunun "Kuruluşlardaki Personelin
Nakli" başlıklı 22. maddesinin 1. fıkrasında özelleştirme programına alınan, özelleştirilen, faaliyeti
durdurulan, küçültülen, kapatılan veya tasfiye edilen kuruluşlarda çalışan kapsam dışı personelin
diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledileceklerinin hükme bağlandığı, 4857 sayılı İş Kanunun 120.
maddesinin atıf yaptığı 1475 sayılı eski İş Kanununun "Kıdem Tazminatı" başlıklı 14. maddesinde ise
kıdem tazminatını gerektiren hallerin sayıldığı, bu hallerin, işçinin iş ile ilişkisinin kesilmesine, diğer
bir ifadeyle işin sona ermesine ilişkin olduğunun görüldüğü, uyuşmazlık konusu olayda ise, Türk
Motor ve Traktör Sanayi (TÜMOSAN) İşletme Müdürlüğünde iş sözleşmesi ile işçi statüsünde çalışan
davacının, kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi
uyarınca memur olarak atanması karşısında, hukuki statüsü değişmiş olmakla birlikte, kamu hizmeti
ile ilişiği kesilmeyerek kamu kesiminde istihdamına devam olunduğu, Emekli Sandığı Genel
Müdürlüğü Yönetim Kurulunun 25.1.2001 gün ve 08-81 sayılı kararıyla, 4046 sayılı Kanunun 22.
maddesi uyarınca nakle tabi tutularak devlet memuriyetine geçirilenlerin, Sosyal Sigortalar Kurumuna
tabi olarak geçen ve kıdem tazminatı ödenmeyen hizmet sürelerinin de emekli ikramiyesi hesabında
dikkate alınacağı yolundaki kararının da davacının İşinin sona ermediğini ve kamu hizmeti ile ilgisinin
devam ettiğini gösterdiği, iş sonu tazminatı ile ilgili yargı kararlarında da iş sonu tazminatının başka
bir kamu kurumuna nakil durumunda ödenemeyeceğinin vurgulandığı, bu durumda , davacının işinin
sona ermemesi, nitelik değiştirerek devam etmesi ve İşçi statüsünde geçen sürelerinin emekli
ikramiyesinin hesabında dikkate alınacak olması karşısında, işin sona ermesi durumunda ödenmesi
gereken kıdem tazminatının, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca memur olarak atanan
davacıya ödenmemesine ilişkin İşlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar vermiştir. Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması
istenilmiştir.
Savunmanın Özeti : Temyiz İsteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Burakhan Melikoğlu
Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Dr. Ülkü Özcan
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen
nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı
düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, Türk Motor ve Traktör Sanayi (TÜMOSAN) İşletme Müdürlüğünde kapsam dışı personel
statüsünde görev yapmakta iken kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine 4046 sayılı
Kanunun 22. maddesi uyarınca Karayolları 3. Bölge Müdürlüğüne memur olarak atanan davacının, iş
sözleşmesine dayalı iş ilişkisinin sona ermesi nedeniyle ödenmeyen 29.552.173.902.-TL kıdem
tazminatının, iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren işletilecek en yüksek banka mevduat faizi
ite birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun "Kuruluşlardaki Personelin Nakli" başlıklı 22.
maddesinin 15.8.2003 gün ve 25200 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve davanın
açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4971 sayılı Yasa ile değişik 4. fıkrasında, "Bu maddenin birinci
fıkrasına göre diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakledilmek üzere Devlet Personel Başkanlığına
bildirilen personelin, eski kurumları ile ilişkilerinin kesilip yeni kurumlarında göreve başlayacakları
tarihe kadar geçecek nakil sürecinde eski kadro veya pozisyonlarına ilişkin aylık ücret, varsa ikramiye,
ücrete bağlı diğer malî haklar, sosyal hak ve yardımlar (harcırah, sağlık giderleri, cenaze giderleri ve
ölüm yardımı) Özelleştirme Fonundan ödenir ve bunlardan T.C. Emekli Sandığına tâbi olanların bu
süre içinde Sandıkla olan ilgileri devam eder. Bu personelden nakil sürecinde emekli olanlara T.C,
Emekli Sandığınca ödenen emekli ikramiyeleri, makam, görev ve temsil tazminatları ile ölüm yardımı
ödenmesini takiben iki ay içerisinde faturası karşılığında Hazine tarafından T.C. Emekli Sandığına
ödenir. Nakle tâbi personelin nakil sürecinde hak kazanması halinde alacağı kıdem tazminatı
özelleştirilen kuruluş tarafından ödenir. Ancak, özelleştirilen kuruluşun işletme veya İşletme birimi
olması halinde bu kuruluşta çalışan nakle tâbi personelin nakil sürecinde hak kazanacağı kıdem
tazminatı, işletme veya işletme biriminin bağlı olduğu kuruluş tarafından ödenir." hükmüne yer
verilmiştir.
İlgili Yasa kuralı uyarınca, nakil sürecinde kıdem tazminatına hak kazanacak personelin, özelleştirme
kapsamına alınan kuruluşlarda İş Kanununa tabi ve iş sözleşmesine dayalı olarak istihdam edilen
personel olduğu ve kıdem tazminatına hak kazanma halinin ise iş hukuku esaslarına göre belirlenmesi
gerektiği tartışmasız bulunmaktadır.
10.6.2003 gün ve 25134 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanununun
"Amaç ve Kapsam" başlıklı 1. maddesinde, bu Kanunun amacı, işverenler ile bir iş sözleşmesine
dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını
düzenlemek olarak belirlenmiş, bu Kanunun 4, maddesindeki istisnalar dışında kalan bütün
işyerlerine, bu işyerlerinin işverenleri ile işveren vekillerine ve işçilerine faaliyet konularına
bakılmaksızın uygulanacağı, işyerleri, işverenler ve işveren vekilleri ve işçilerin, 3. maddedeki bildirim
gününe bakılmaksızın bu Kanun hükümleri ile bağlı oldukları kurala bağlanmış olup, anılan Kanunun
120. maddesinde ise 1475 sayılı İş Kanununun 14. maddesi hariç diğer maddelerin bu kanun ile
yürürlükten kaldırıldığı hükmüne yer verilmiştir.
4857 sayılı İş Kanununun 120. maddesinin atıf yaptığı, 1475 sayılı eski İş Kanunun "Kıdem tazminatı"
başlığını taşıyan 14. maddesinin 1. fıkrasında "Bu Kanuna tabi işçilerin hizmet akitlerinin:
1. İşveren tarafından bu Kanunun 17 nci maddesinin II numaralı bendinde gösterilen sebepler dışında,
2. İşçi tarafından bu Kanunun 16 ncı maddesi uyarınca,
3. Muvazzaf askerlik hizmeti dolayısıyle,
4. Bağlı bulundukları kanunla kurulu kurum veya sandıklardan yaşlılık, emeklilik veya malullük aylığı
yahut toptan Ödeme almak amacıyla;.
5. (Ek: 25/8/1999 - 4447/45 md.) 506 sayılı Kanunun 60 inci maddesinin birinci fıkrasının (A)
bendinin (a) ve (b) alt bentlerinde öngörülen yaşlar dışında kalan diğer şartları veya aynı Kanunun
Geçici 81 inci maddesine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresini ve prim
ödeme gün sayısını tamamlayarak kendi istekleri ile işten ayrılmaları nedeniyle,
Feshedilmesi veya kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona erdirmesi
veya işçinin ölümü sebebiyle son bulması hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet
aktinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında kıdem
tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır.", 8. fıkrasında ise
"Aynı kıdem süresi için bir defadan fazla kıdem tazminatı veya ikramiye ödenmez." kurallarına yer
verilmiştir.
Anılan kurallar uyarınca, işçi ile işveren arasında, iş görmeye ve bunun karşılığında da ücret almaya
dair düzenlenen iş sözleşmesinin, işveren tarafından mülga 17. maddenin 2. fıkrasında tek tek
belirtilen ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller dışındaki hallerde sona erdirilmesi durumunda
kıdem tazminatı ödenmesi gerekmektedir.
Diğer yandan, 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi
Hakkında Kanunun "Emekli İkramiyesi" başlıklı 12. maddesinin 2. fıkrasında ise "... her ne suretle
olursa olsun evvelce kıdem tazminatı veya emekli ikramiyesi ödenmiş süreler, emekli ikramiyesinin
hesabında dikkate alınmaz." kuralına yer verilmiş olup, bu hükümle aynı hizmet süresi için mükerrer
Ödeme yapılmasının önüne geçilmek istenmiş ise de, farklı statülerde ve farklı zamanlarda geçen
hizmet süreleri için ayrı ayrı kıdem tazminatı veya emekli ikramiyesi Ödenemeyeceği yolunda bir
düzenleme getirilmemiştir.
Dosyanın incelenmesinden, davalı idarede kapsam dışı personel statüsünde çalışan davacının,
kurumun özelleştirme kapsamına alınması üzerine 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi uyarınca.
Karayolları 3. Bölge Müdürlüğüne memur olarak atandığı, iş sözleşmesine dayalı iş ilişkisinin sona
ermesi nedeniyle ödenmeyen 29.552.173.902.-TL kıdem tazminatının, iş sözleşmesinin sona erdiği
tarihten itibaren işletilecek en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi
istemiyle incelenen davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Toplu iş sözleşmesi sistemi içinde ortaya çıkan kapsam dışı personel statüsü, toplu iş sözleşmesi
taraflarına tanınan irade özerkliği çerçevesinde, kamu sermayesi ile kurulan işletmelerde iş sözleşmesi
ile istihdam edilen ve genel müdür, müdür, şef gibi üst düzey hizmetlerde görev alan bir kısım işçinin,
işletmenin genel düzeninin ve üretimin aksamaması amacıyla, toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında
tutulmasıyla oluşan istihdam biçimini ifade etmektedir. 4857 sayılı İş Kanununun, yukarıda anılan 4.
maddesi uyarınca, toplu iş sözleşmesi kapsamı dışında tutulmuş olmakla birlikte, iş sözleşmesi ile
istihdam edilen söz konusu personelin işçi oldukları ve iş hukukuna tabi oldukları açıktır.
Yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler karşısında, 4857 sayılı İş Kanununda yer alan düzenlemeler
çerçevesinde toplu iş sözleşmesi taraflarının serbest iradeleri ile, toplu iş sözleşmesinin kapsamı
dışında tutulmakla birlikte, yine 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak iş sözleşmesi ile istihdam
edilmekte iken, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memur olarak bir başka kamu kurumuna
nakledilen davacının, işçinin korunması ilkesinin egemen olduğu iş hukuku çerçevesinde irade
özerkliği ve sözleşme taraflarının eşitliği ilkelerine göre kurulan iş sözleşmesi ile belirlenen hukuki
statüsünün değişerek, kamu hukuku kuralları ile belirlenen ve idarenin tek yanlı tasarruflarına konu
olabilen memur statüsüne nakledilmek suretiyle çalışma şartlarının esaslı bir şekilde değişmesi ve iş
hukukuna ve iş sözleşmesine göre kurulan iş ilişkisinin iradesi dışında sona ermesi nedeniyle, iş
sözleşmesinin sona ermesinin hukuki sonuçlarından biri olan kıdem tazminatına hak kazandığı
sonucuna vartl maktadır.
Her ne kadar, davacı, memur olarak nakledilmekle, işsiz kalmaması sağlanmış ise de, Anayasanın 49.
maddesi ile devlete yüklenen, çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek için gerekli
tedbirleri almak ödevinin gereği olarak tanınan bu hak, yine, Anayasanın 60. maddesinde yer alan
sosyal güvenlik hakkının gereği olarak 1475 sayılı eski İş Kanununun halen yürürlükte bulunan 14.
maddesinde düzenlenen ve ayrıca 12 Ekim 1994 gün ve 22079 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanmakla iç hukukumuzda yürürlüğe giren "Hizmet İlişkisine İşveren
Tarafından Son Verilmesi Hakkında 158 nolu Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesinin 12. maddesi
ile de güvence altına alınan ve iş sözleşmesi ile kurulan iş ilişkisinin sona ermesi nedeniyle çalışana
tanınan bir hak olan olan kıdem tazminatı yerine ikame edilemez. Nitekim, kapsam dışı işçiler için
kıdem tazminatı yanında, işletmelerde üst düzey yöneticilik görevlerinde bulunmuş bu kişilerin
hizmetinden devlet kadrolarında da yararlanmak amacıyla, memur statüsüne nakil hakkı tanınmasına
paralel olarak , 4046 sayılı Kanunun 21. maddesi uyarınca, özelleştirme sürecindeki kuruluşlarda, iş
sözleşmesi ile çalışan kapsam içi işçilerden, iş sözleşmeleri tabi oldukları iş kanunları ve toplu iş
sözleşmeleri gereğince tazminata hak kazanacak şekilde sona ermiş olanlara, kıdem tazminatı dışında
ilave olarak iş kaybı tazminatı ödenmesi öngörülmüş ve bu kişilerin mesleklerinde geliştirilmesine, bir
meslekte yetiştirilmesine veya meslek edindiril meşine yönelik düzenlemeler yapılmıştır.
Diğer yandan, kapsam dışı personel statüsünde görev yapan davacıya, 1475 sayılı eski İş Kanununun
halen yürürlükte bulunan 14. maddesi uyarınca, aylık ücrete ilaveten İşçiye sağlanmış olan para ve
para ile ölçülmesi mümkün akdi ve kanundan doğan menfaatler de göz önünde tutularak hesaplanan
giydirilmiş ücret üzerinden, hizmet süresi sınırı olmaksızın çalışılan yıla göre, iş sözleşmesinin sona
erdiği tarihte ödenmesi zorunlu olan, kıdem tazminatı yerine, memur statüsüne nakil nedeniyle, iş
sözleşmesinin sona erdiği tarihten çok sonra, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunun 89. maddesi uyarınca, emekli aylığı bağlandığında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun
43. maddesinde yer alan gösterge tablosu ve personel kanunlarında yer alan ek göstergeler esas
alınarak, aylık bağlamaya esas tutarların bir aylığı üzerinden, 30 yılı geçmemek üzere fiili hizmet yılına
göre hesaplanan emekli ikramiyesinin ödenmesi de, iki ödeme arasındaki, hukuki dayanak, hak sahibi
çalışanlar, ödenecek miktar ve ödeme zamanı farklılıkları nedeniyle hak kaybına yol açacaktır.
Mahkeme kararında iş sonu tazminatına da değinilerek, hak edilme yönüyle iş sonu tazminatı ile
kıdem tazminatı arasında paralellik kurulmuş ise de, hukuki dayanağını 399 sayılı Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı
Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 8. maddesinde
bulan iş sonu tazminatı, teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde
belirtilen hukuki esaslar çerçevesinde akdedilecek bir idari sözleşme ile çalıştırılan ve işçi statüsünde
olmayan personele tanınan ve hangi durumlarda ödeneceği çeşitli düzenleyici işlemlerle belirlenen bir
hak olup, İş Kanununa tabi olarak iş sözleşmesi ile istihdam edilen edilen kapsam dışı personele yine
İş Kanunu uyarınca ödenmesi gereken kıdem tazminatından, hukuki dayanak, ödemeyi gerektiren
sebepler, ödenecek miktar, ödenme zamanı ve hak sahibi çalışanlar yönünden benzerliği
bulunmamaktadır. Ayrıca, 20.6.1992 gün ve 21260 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sümerbank
Holding A.Ş. Sözleşmeli Personel Yönetmeliğinin 140. maddesinin 2. fıkrasında ve aynı yönde
düzenleme getiren 7.10.1993 gün ve 21721 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Petrol Ofisi A.Ş.
Sözleşmeli Personel Yönetmeliğinin 116. maddesinin 2. fıkrasında, 5434 sayılı Kanuna göre sosyal
güvenlik açısından T.C. Emekli Sandığı iştirakçiliğini sürdürmesi nedeniyle Sandıkça emekli aylığı
bağlanan personele veya kanuni mirasçılarına emekli ikramiyesi ödenmesine esas aylığı ile en son
sözleşme ücreti arasındaki farkın, sözleşmeli statüde geçen her tam yıl için hesaplanmak suretiyle
ayrıca iş sonu tazminatı olarak ödeneceği belirtilmiş olup, emekli ikramiyesi ödenmesine karşın, hak
kaybı olmaması amacıyla, iş sonu tazminatının emekli ikramiyesi aşan kısmının ayrıca ödeneceği de
hükme bağlanmıştır.
Açıklanan nedenle davacının temyiz isteminin kabulü ile, Konya 1. İdare Mahkemesinin 22.4.2005
günlü ve E:2004/910, K:2005/373 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın bozma kararı uyarınca
yeniden bir karar verilmek üzere adı geçen mahkemeye gönderilmesine 16.12.2005 tarihinde oybirliği
ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay İdari Dava D. Kur. 2005/1499 E.N , 2005/2167 K.N.
İlgili Kavramlar
İŞSİZLİK SİGORTASI PRİMİ KESİLMESİ
KAPSAMDIŞI PERSONEL
Özet
399 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE BELİRTİLEN İSTİHDAM TÜRLERİ DIŞINDA
"KAPSAMDIŞI PERSONEL" ADI ALTINDA, İŞ KANUNUNA TABİ OLARAK ÇALIŞTIRILAN VE 506
SAYILI SOSYAL SİGORTALAR KANUNUNA GÖRE SOSYAL GÜVENLİK YÖNÜNDEN SİGORTALI
KABUL EDİLİP BU KURUMLA İLİŞKİLENDİRİLEN DAVACININ, ÜCRETİNDEN İŞSİZLİK
SİGORTASI PRİMİ KESİLMESİNDE HUKUKA AYKIRILIK GÖRÜLMEDİĞİ HAKKINDA.
İçtihat Metni
Danıştay Onuncu Dairesinin 4.6.2003 günlü,E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı kararının davanın
kabulüne İlişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması davalı idarelerden Sosyal Sigortalar
Kurumu Başkanlığı tarafından istenilmektedir.
Davacı Savunmasının Özeti: Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup Bal'ın Düşüncesi: 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2.
maddesinde bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu kanuna
göre sigortalı sayılacakları öngörülmüştür.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 46. maddesinde ise yasanın amacının işsizlik sigortasına
ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve sigortalılara işsiz kalmaları halinde bu kanunda
öngörülen ödeme ve hizmetlerin yerine getirilmesi olarak belirtilmiştir. Aynı maddenin 3. fıkrasında
ise 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye
tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlere göre sözleşmeli personel
statüsünde çalışanların kanun kapsamında olmadığı belirtilmesine karşın bu fıkrada kapsamdışı
personel sayılmamıştır.
Davacının 399 sayılı KHK'de belirtilen istihdam türleri dışında kapsamdışı personel adı altında İş
Kanunu kapsamında çalıştırılıyor olması ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile ilişkilendirilmesi
nedeniyle ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek temyize konu kararın davanın
kabulüne ilişkin kısmının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet Karaoğlu'nun Düşüncesi: Danıştay dava dairelerince verilen karariann
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği görüşüldü:
Dava, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında kapsamdışı personel olarak görev yapan davacının,
maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi
için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlem ile 29.6.2000 günlü, 24094 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu
Tebliğ"in 1 inci maddesinin iptali, önceden tahsil edilen işsizlik sigortası primlerinin en yüksek banka
mevduat faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesi 4.6.2003 günlü, E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı kararıyla; Anayasanın 128
inci maddesi ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 22. maddesinden bahsederek,
kapsamdışı personelin Anayasanın 128. maddesinde sözü edilen "diğer kamu görevlileri" olarak
nitelendirilmesi gerektiği, kamu iktisadi teşebbüsü ve iktisadi devlet teşekküllerinde, 657 sayılı Kanun
kapsamında yer alan kadrolarda bulunmayan, ancak kuruluşun yürüttüğü hizmetin gereğine göre
belirsiz süreli hizmet akdi ile çalıştırılmak üzere oluşturulan kadrolarında bulunan ve toplu iş
sözleşmesi ekindeki listede sayılan görevleri yürüten "kapsamdışı personel'ln kamu görevlilerine
tanınan kimi güvencelerden ve toplu sözleşme ile verilen kimi özlük ve sosyal haklardan
yararlandırıldığı bu statüleri gereği, 4447 sayılı Kanunun 4571 sayılı Kanunla değişik 46. maddesinin
üçüncü fıkrasında sayılan kamu görevlileri arasında kabulü gerektiği, davacının yukarıda yapılan
belirlemeye uygun olarak "kapsamdışı personel" statüsünde görev yaptığı, bu durumda, davacının
aylığından işsizlik sigortası kapsamı içinde bulunduğundan, bahisle işsizlik sigortası primi kesilmesine
ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı, davacının idareye başvurduğu tarihten önceki altmış güne
isabet eden tarihten itibaren maaşından kesilen işsizlik sigortası primlerinin idareye başvuru
tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle (davacıya) geri ödenmesi gerektiği, bu tarihten
öncesine ait primlerin iadesinin ise, dava açma süresinin geçirilmesi nedeniyle iadesine olanak
bulunmadığı, öte yandan, dava konusu tebliğin 1. maddesinde, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanununun 4571 sayılı Kanunla değişik 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir husus
görülmediği gerekçesiyle "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu
Tebliğ"in 1 inci maddesine yönelik davanın reddine, dava konusu uygulama işleminin, davacının
aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda
bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak
iptaline, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle
reddine, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerinin başvuru
tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle davacıya iadesine karar vermiştir.
Davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı kararın davanın kabulüne ilişkin kısmını
temyiz etmekte ve bozulmasına karar verilmesini istemektedir.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 4571 sayılı Kanunla değişik 46. maddesinin üçüncü fıkrasında
"506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3 üncü maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik
kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin
çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu,
3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim. Personel Kanunu,
233 ve 399 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu kurum ve
kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar İle
657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu kanun
kapsamına dahil değildir." hükmü yer almaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç
işveren tarafından çalıştıranların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları, 3 üncü maddesinde ise
kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacakları
öngörülmüştür.
233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 5.
maddesinin birinci fıkrasında bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin
ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun
Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren engeç iki ay içinde tamamlanacağı, beşinci
fıkrasında ise yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun
Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir.
233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları
personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak
ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı
Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde
teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar sözleşmeli personel ve işçiler eliyle
gördürüleceği, 3/b maddesinde teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi
gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul
ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş
yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e
maddesinde ise işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde sözleşmeli
statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu. Geçici 9.
maddesinde ise özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları
çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık
personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esası getirilmiştir.
399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda
hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın
"kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin
25. maddesinin (c) fıkrasında sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı
maddelerinde ise diğer mali ve sosyal hakları düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde
kapsamdışı personele yer verilmemiştir.
Kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal haklar ise davacının çalıştığı kurumca çıkartılan
Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Bu nedenle kapsamdışı personel mali ve sosyal
haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmamaktadır.
Yine 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun 2 nci maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç
işyerinde çalışan tüm işçiler kanun kapsamında, yine 506 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde
belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi
ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar kanunun kapsamı dışında kabul edilmiştir. Ayrıca 4447
Kanunun 46. maddesinin 3. fıkrasında işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları
kanunlar tek tek belirtilmiştir.
Belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak
çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul
edilip bu kurumla ilişkilendirilen davacının, ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka
aykırılık görülmemiştir.
Bu durumda, Daire kararının; uygulama işleminin, davacının aylığından işsizlik sigortası primi
kesilmesi ve başvurudan geriye doğru 60 güne isabet eden kısmın geri ödenmemesine ilişkin olarak
iptalinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Danıştay Onuncu Dairesinin
4.6.2003 günlü, E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının
BOZULMASINA, 16.6.2005 günü oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu kararının onanması gerektiği oyuyla, çoğunluk
kararına katılmıyoruz.
--------------------------------------------------
Danıştay Vergi D.Gen.Kur. 2005/75 E.N , 2005/169 K.N.
Özet
S.S.K. PRİMLERİNİN ÖDENDİĞİ TARİH ESAS ALINARAK GİDER KAYDEDİLEBİLECEĞİ, İMALAT
FAALİYETİYLE İLGİLİ OLMAYAN FİNANSMAN GİDERLERİNİN FİNANSMAN GİDER
KISITLAMASINA TABİ OLDUĞU HAKKINDA.
İçtihat Metni
Halı imalatı ve ticareti yapan davacı şirket adına ödemediği S.S.K. primlerini gider kaydettiği, imalat
faaliyetiyle ilgisi bulunmayan finansman giderlerini kısıtlamaya tabi tutmadığı yolunda düzenlenen
vergi inceleme raporuna dayanılarak 1998 yılı için ikmalen kurumlar vergisi salınmış, fon payı
hesaplanmış, ağır kusur cezası kesilmiştir.
Gaziantep Vergi Mahkemesi 8.10.2001 günlü ve E:1999/603, K:2001/948 sayılı kararıyla; davacı
şirketin 1998/Aralık dönemine ilişkin işçi ve işveren hisseleri toplamından oluşan S.S.K. priminin
işçilik giderleriyle birlikte gider yazılmak suretiyle sonuç hesaplarına intikal ettirildiği ve bu sigorta
primlerini vade tarihi olan 1.2.1999 tarihine kadar ödemediğinin belirlendiği, diğer yandan, 1998 yılı
içinde, yabancı kaynağın kullanım süresine bağlı olarak yaptığı finansman giderini dönem sonunda
maliyet hesaplarına intikal ettirdiği, kurumun 1998 hesap döneminde sabit kıymetlerini 213 sayılı
Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 İnci maddesi uyarınca yeniden değerlemeye tabi tutarak,
üzerinden amortisman ayırdığı, imalat faaliyetinin yan ısıra ticari mal alım-satımı ile de uğraştığı,
1998 hesap döneminde kullanmış olduğu kredilerin genel olarak, işletmenin faaliyetinde oluşan
finansman ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldığı, vade farkı giderlerinin ise ilk madde malzeme alımı
ve ticari emtia alımlarına ilişkin olarak ortaya çıktığı, yasal olarak imalatçı firmaların sadece imalat
faaliyetinde kullandıkları yabana kaynaklara ilişkin finansman giderlerinin finansman gider
kısıtlaması kapsamı dışında kalacağı belirtildiğinden davacı şirketin ticari mal alım-satımına isabet
eden finansman giderlerinin kısıtlanacak gider kapsamına girmesi gerektiği belirtilerek tarhiyata konu
edildiği, kurumun 1998 yılında elde ettiği finansman geliri ile önceki dönemde kullanılan kredilerin bu
dönemde tahakkuk eden faiz giderleri toplamı dikkate alınarak bu tutarların toplam finansman
giderinden çıkarılması sonucu kısıtlamaya konu olabilir finansman giderinin 50.494.091.595 TL.
olarak bulunduğu, ticari mal alımlarının finansman ihtiyacı doğurabilir nitelikte harcamalar içindeki
oranı dikkate alınarak kısıtlamaya tabi tutulacak finansman giderinin 21.086.692.800 TL. olarak
hesaplandığı, bulunan tutara gider indirimi kısıtlaması uygulamasına esas olacak indirim Oranının
uygulanması suretiyle kanunen kabul edilmeyen indirim tutarının 3.964.674.246 TL. olarak bulunup
bu tutar kurum kazancına eklenerek tarhiyat yapıldığı, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 inci
maddesinin 1 inci fıkrasının 2 nci bendinde belirtilen "ödenmiş olması" ibaresinin, sigorta primlerinin
Türkiye'deki sigorta şirketlerine yatırılması koşulunu ortaya koymak için yer aldığı, gerçek ücretin
belirlenmesinde brüt ücretten hangi indirimlerin yapılacağını gösteren 63 üncü maddesinin 1 inci
fıkrasının 2 nci bendinde emekli aidatı veya S.S.K. primlerinin emekli sandığının veya S.S.K.'nın
Türkiye'de olması şartıyla indirilebileceği hükme bağlanmakla yasa koyucunun gerekçesini açıkça
belirttiği, vergi sistemimizde "ödeme" tabirinin geniş kapsamlı olup, nakden ve hesaben ödemeyi
kapsadığı, bu nedenle sigorta primlerinin gider yazılabilmesi için tahakkuk ettirilmiş olmasının yeterli
olduğu, aksine bir uygulamanın Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Kanununun genel ilkelerine ters
düşeceği, olayda 1998 yılının Aralık ayında tahakkuk ettirilen sigorta primini gecikme zammı ve faizi
ile birlikte 14.7.1999 tarihinde ödeyen davacı şirket hakkında bu nedenle yapılan tarhiyatta isabet
görülmediği, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 23.1.1992 günlü ve E:1990/3, K: 1992/1 sayılı
kararının da bu yönde olduğu, ikmalen yapılan tarhiyatın finansman gider kısıtlamasına ilişkin
kısmına gelince; 1998 yılında maliyet hesaplarına intikal ettirilen finansman gideri içinde, finansman
gider kısıtlamasına tabi indiriminin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla davacının defter ve
belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, düzenlenen rapor yeterli görülmeyerek ek rapor
İstenildiği, İki rapor arasında çelişki olması dolayısıyla 3 kişilik bilirkişi heyetine yaptırılan inceleme
sonucunda düzenlenen rapora göre; M…….'tan 20.11.1996 tarihinde kredi alımına başlandığı ve bu
kredilerle firma 1996 ve 1997 yıllarında da yatırımına devam ettiğinden faiz farkı ve kur farklarından
oluşan finansman giderlerinin gider kısıtlamasına tabi olmadığı, Türkiye İ.. Bankasından alınan döviz
kredisinin 28.2.1998 tarihli ve 26 yevmiye no'lu kayıtlara özel kesim tahvil senetleri, satıcılar, alınan
sipariş avansları ve finansman gideri hesaplarına toplam 114.112.000.000 TL. olarak intikal ettirildiği,
özel kesim tahvil ve senetleri ile alınan sipariş avanslarında kullanılan 82.112.000.000 TL, tutarındaki
banka kredisine isabet eden kredi işletmenin cari işlerinde kullanıldığından, bu kısma isabet eden faiz
ve kur farkının gider kısıtlamasına tabi olması gerektiği, buna göre cari işlemlerde kullanılan tutarın
toplam kredi tutarına oranı dikkate alınarak ödenen faizin 33.211.363.424 TL'lik kısmının gider
kısıtlamasına konu olabilir finansman gideri olarak tespit edildiği, finansman ihtiyacı doğurabilir
nitelikteki harcamalar içindeki ticari mal alım oranı dikkate alınarak kısıtlamaya tabi tutulacak
finansman giderinin 13.870.617.702 TL. olarak bulunduğu, bulunan tutara gider indirimi kısıtlaması
uygulamasına esas olacak indirim oranının (%18.8) uygulanması suretiyle de kurum kazancına ilave
edilmesi gereken tutarın 2.607.676.128 TL. olarak hesaplandığı, buna göre, davacı şirketin alınan
kredilerin bir kısmını genel olarak işletmenin faaliyetlerinde oluşan finansman ihtiyaçlarını
karşılamak üzere kullandığının açık olması ve finansman ihtiyacı doğurabilecek faaliyetlerinde ticari
mal alımına isabet eden oran gözönüne alınmak suretiyle kısıtlamaya tabi tutulacak finansman
giderinin hesaplanmasına ilişkin bilirkişi tarafından yapılan tespitler ve varılan sonucun
Mahkemelerince uygun görüldüğü, diğer yandan, 55 seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinin 8
inci bölümündeki, finansman giderlerinin yanışıra finansman geliri de elde etmiş olan mükelleflerin
gider kısıtlaması uygulamasında, söz konusu gelir ve giderlerini birbiriyle mukayese etmek suretiyle
netleştirmelerinin mümkün olmadığı ve finansman giderleri toplamının gider kısıtlamasına konu
edilmesi gerektiğine ilişkin hükmü, Danıştay Dördüncü Dairesi kararı ile iptal edilmişse de Vergi Dava
Daireleri Genel Kurulunun 12.3.1999 günlü ve E:1998/139, K:1999/153 sayılı karan ile bu karar
bozulduğundan, bilirkişi raporunda finansman gelirlerinin dikkate alınmamasının isabetli görüldüğü,
kesilen ağır kusur cezası yönünden de, matrah farkının tespit şekli dikkate alınarak tarhiyata kusur
cezası uygulanması gerektiği belirtilerek, matrahın kusur cezalı olarak azatılmasına karar vermiştir.
Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi 5.5.2004 günlü ve E:2002/1014,
K:2004/1299 sayılı kararıyla; finansman giderleri kısıtlamasına 54 ve 55 sıra no'lu Kurumlar Vergisi
Genel Tebliğleri ite açıklık getirildiği, sözü edilen düzenlemelerle imalat faaliyetinde bulunan
kurumların gider kısıtlaması dışında tutulabilmesi için yabana kaynağın imalat faaliyetinde
kullanılması şartının arandığı, imalatın yanında başka faaliyetleri de olan işletmelerin imalat dışı
faaliyetleriyle ilgili finansman giderlerinin kısıtlamaya tabi tutulması gerektiğinin anlaşıldığı, halı
imalatı yanında imalat dışı faaliyeti de bulunan davacının, yabancı kaynaklara ait finansman
giderlerinin tamamını malın maliyetine ekleyerek imalat dışı faaliyetlerine ilişkin giderlerini
kısıtlamaya tabi tutmadığı görüşüyle vergilendirildiği, M………'tan kullanılan kredilerin tamamının
imalat faaliyetinde kullanıldığı açık olduğundan, bu krediler nedeniyle yüklenilen giderlerin
kısıtlamaya tabi tutulmasının yasa gereği olduğu, vergi mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi
raporunda, İ. Bankası'ndan alınan ve Türk Lirası karşılığı 114.112.000.000 TL. olan döviz kredisinin
özel kesim tahvil ve senet alışı ile sipariş avanslarında kullanılan yaklaşık 82 milyar TL'lik kısmının
imalat dışı kullanıldığı sonucuna varıldıktan sonra, bu kredi nedeniyle İ. Bankası'na ödenen toplam
finansman giderinin 82 milyar TL'ye isabet eden kısmının gider kısıtlamasına tabi olabileceğinin
belirtildiği, bu tespitten sonra toplam harcamalar içinde ticari mal alışlarının oranına göre 33 milyar
TL'nin yaklaşık 13.8 milyar TL'sinin kısıtlamaya tabi tutulması gerektiğinden söz edilerek, hiçbir yasa)
dayanağı ve gerekçesi olmayan bu hesaplama yöntemiyle 2.607.676.128 TL.'nin kanunen kabul
edilmeyen gider olduğu sonucuna varılamayacağından söz konusu rapora göre karar verilmesinde
yasal isabet görülmediği, İ. Bankası döviz kredisiyle alındığı belirtilen özel kesim tahvil ve senetlerinin
53 milyar TL'lik kısmının G...... Halı Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine olan borçlar için kullanıldığı,
adı geçen şirkete olan borçların da imalat faaliyetiyle ilgili olduğu dosyadaki belgelerden
anlaşıldığından, özel kesim tahvil ve senet alışında kullanılan kredilerin 53 milyarı aşan kısmı İle
sipariş avanslarına yapılan ödemelere isabet eden giderlerin kısıtlamaya tabi tutulacağı göz önüne
alınarak yapılacak inceleme sonucuna göre yeniden karar verilmesi gerektiği, diğer yandan, Gelir
Vergisi Kanununun 40 inci maddesinin 2 nci bendi ile gider kaydedilmesi ödenmiş olması koşuluna
bağlanan S.S.K. priminin ödenmediği açık olduğundan, prim borçlarının tahakkuk ettiği dönemde
gider yazılabileceği gerekçesiyle tarhiyatın bu matrah farkına ilişkin kısmının kaldırılmasında da
hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle, kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Gaziantep Vergi Mahkemesi 24.9.2004 günlü ve E:2004/1027, K:2004/931
sayılı kararıyla, ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiş, vergi inceleme raporu doğrultusunda yapılan
tarhiyatta yasaya aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti: Savunmada bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem ULAŞ'ın Düşüncesi: Israr kararının, S.S.K. primlerinin tahakkuk
tarihleri esas alınıp ödenmeden gider kaydedilmesi nedeniyle belirlenen matrah farkına ilişkin hüküm
fıkrasının; 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 inci maddesinin 2 nci bendinde ödenmiş olması
koşuluyla gider kaydedilebileceği düzenlemesinin yer alması, diğer yandan 506 sayılı Kanunun
"Primlerin Ödenmesi" başlıklı 80 inci maddesinin, 3917 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değişik 80
inci maddesinin 4 üncü fıkrasında da, kuruma ödenmeyen prim tutarlarının Gelir ve Kurumlar Vergisi
uygulamasında gider yazılamayacağı düzenlemesinin getirilmesi ve bu düzenlemenin ısrar kararında
yer verilen Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararından sonra yapılmış olması husustan birlikte
değerlendirildiğinde, bozulması gerektiği; gider kısıtlamasına ilişkin hüküm fıkrasıyla belirlenen
matrah farkları üzerinden kesilen cezaya yönelik temyiz isteminin ise, temyiz dilekçesinde ileri sürülen
nedenler ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelkte olmadığından reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sefer YILDIRIM'ın Düşüncesi: Danıştay Üçüncü Dairesinin 5.5.2004 gün ve
2004/1299 sayılı kararı doğrultusunda temyiz isteminin kabulü ile temyize konu Vergi Mahkemesi
ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği
görüşüldü:
Davacı şirket adına ödenmeyen sosyal sigorta primlerinin gider kaydedildiği ve imalat faaliyetiyle ilgisi
bulunmayan finansman giderlerinin kısıtlamaya tabi tutulmadığı yolunda düzenlenen inceleme
raporuna dayanılarak ikmalen salınan kurumlar vergisi, hesaplanan fon payı ve kesilen ağır kusur
cezasına karşı açılan davada, matrah farkının kusur cezalı olarak azaltılması yolunda verilen vergi
mahkemesi ısrar kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiştir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun "İndirilecek Giderler" başlıklı 40 mcı maddesinin 2 nci bendinde
sigorta primlerinin ödenmiş olması şartıyla gider kaydedilebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Diğer
yandan, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun "Primlerin Ödenmesi" başlıklı ve 3917 sayılı Kanunun
1 inci maddesiyle değişik 80 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında, kuruma ödenmeyen prim tutarlarının
gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider yazılamayacağı öngörülmüştür.
Anılan düzenlemeler karşısında, 1998/Aralık dönemine ilişkin olup, işveren ve işçi hisseleri
toplamından oluşan sosyal sigorta priminin vadesi olan 1.2.1999 tarihine kadar ödenmediği halde
gider kaydedilmesi nedeniyle belirlenen matrah farkı nedeniyle yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık
bulunmadığından, bu nedenle belirlenen matrah farkına ilişkin tarhiyatı yukarıda belirtilen yasal
düzenlemeden önce verilen 23.1.1992 günlü ve E:1990/3, K: 1992/1 sayılı Danıştay İçtihatları
Birleştirme Kurulu kararından da söz ederek kaldıran mahkeme ısrar kararında isabet
bulunmamaktadır.
Finansman giderleri kısıtlamasına ilişkin matrah farkı ve belirlenen matrah farkı üzerinden kesilen
cezaya ilişkin olarak, davalı idarece temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını
gerektirecek durumda görülmemiştir.
Bu nedenlerle temyiz isteminin kısmen kabulü ile, Gaziantep Vergi Mahkemesinin 24.9.2004 günlü ve
E:2004/1027, K:2004/931 sayılı kararının, sosyal sigorta primleri nedeniyle belirlenen matrah farkına
ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, diğer temyiz istemlerinin reddine, yeniden verilecek kararda
karşılanacağından yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 17.6.2005
gününde oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1995/1011 E.N , 1997/893 K.N.
İlgili Kavramlar
KONUT EDİNDİRME YARDIMI
Özet
BİZZAT ÖDEDİĞİ KONUT EDİNDİRME YARDIMINDAN VAZGEÇEN SÖZLEŞMELİ STATÜDEKİ
DAVACININ BİRİKEN YARDIMLARININ İADE EDİLMEMESİ ADALET VE HAKKANİYET
İLKELERİYLE BAĞDAŞMAZ.
İçtihat Metni
Temyiz Eden (Davalı) : Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı
Vekili: Av....
Karşı Taraf (Davacı) : ...
İstemin Özeti: Davalı idarenin 20.12.1988 tarih ve 11209 sayılı İşleminin iptali ve 161.000 liranın
kanuni nemasıyla birlikte ödenmesi istemiyle açılan dava sonucunda dava konusu işlemin iptali
yolunda Ankara 9. İdare Mahkemesince verilen 13.4.1992 tarih ve E:1991/976, K:1992/582 sayılı
kararın temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Savunma verilmemiştir.
D.Tetkik Hakimi: Yakup Bal
Düşüncesi: Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması
gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı: Serap Aksoylu
Düşüncesi Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen
kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
Dava, Türk Hava Yolları A.O.'da sözleşmeli personel statüsünde çalışan davacının kendi isteğiyle
primlerini ödemekte olduğu 3320 sayılı Yasada düzenlenen konut edindirme yardımı uygulamasından
ayrılma ve biriken primlerinin iadesi yolundaki isteğinin reddine ilişkin işlemin iptali ve toplam
161.000 lira yardımın yasal nemasıyla birlikte ödenmesi istemiyle açılmıştır.
Ankara 9. İdare Mahkemesi, Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme
Yönetmeliğinin 4. maddesinde, konut edindirme yardımını kendileri ödeyen sözleşmeli statüde
çalışanların, bilahare bu yardımı ödemekten vazgeçmeleri halinde biriken yardımın iade edilmeyeceği
yolunda bir hükme yer verilmediği, dolayısıyla bizzat ödediği konut edindirme yardımından vazgeçen
sözleşmeli statüdeki davacının biriken yardımlarının iade edilmemesinin adalet ve hakkaniyet
ilkeleriyle bağdaşmayacağı gerekçesiyle dava konusu işlemi iptal ederek, 161.000 lira yardımın kanuni
nemasıyla birlikte davacıya ödenmesine karar vermiştir.
Davalı idare, anılan mahkeme kararının yerinde olmadığını iddia ederek, temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedir.
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanunu'nun 3622 sayılı Yasayla değişik 49.maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı
halinde mümkündür.
Temyizen incelenen ve yukarıda özetlenen gerekçelere dayalı olarak verilen Ankara 9. İdare
Mahkemesinin 13.4.1992 tarih E:1991/976, K:1992/582 sayılı kararı, usul ve hukuka uygun olup
bozma nedeni bulunmadığı anlaşıldığından, temyiz isteminin reddine ve anılan kararın onanmasına,
13.3.1997 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 11. Daire 2001/365 E.N , 2001/2335 K.N.
İlgili Kavramlar
İŞ SONU TAZMİNATI
SÖZLEŞMELİ PERSONEL
Özet
SÖZLEŞMELİ PERSONEL ÇALIŞTIRILMASINA İLİŞKİN ESASLARIN DÜZENLENDİĞİ 6.6.1978
TARİH VE 7/15754 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARINI DEĞİŞTİREN 9.2.1979 GÜN VE
7/17150 SAYILI BAKANLAR KURULU KARARININ 7. MADDESİNİN 1. FIKRASINDA YER ALAN
KURALI, ÇALIŞANLARIN ANAYASA İLE GÜVENCE ALTINA ALINAN SOSYAL GÜVENLİK
HAKKINI KISITLAYICI VE ÇALIŞANLAR ARASINDA EŞİTSİZLİĞE NEDEN OLDUĞU
GEREKÇESİYLE İPTALİNE KARAR VERİLMİŞTİR. İPTAL EDİLEN KURAL NEDENİYLE MAHRUM
KALINAN PARASAL HAKLARIN DAVA TARİHİNDE İŞLETİLECEK YASAL FAİZLE BİRLİKTE
TAZMİNİ GEREKİR.
İçtihat Metni
Davanın Özeti : T.C. ... Büyükelçiliğinde kavas kadrosunda sözleşmeli personel statüsünde
çalışmaktayken talebi doğrultusunda 30.6.1991 tarihinde görevine son verilen ve Sosyal Sigortalar
Kurumundan aylık bağlanan davacı tarafından, iş sonu tazminatı veya ikramiye ödenmesi yolundaki
başvurusunun reddine ilişkin Dışişleri Bakanlığının 14.2.1992 tarih ve 1550-820 sayılı işlemi ile bu
işleme dayanak gösterilen 6.6.1978 tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının, özel sektörde
sözleşmeli olarak çalışanların kıdem tazminatını yasal güvence altına alan Devletin, kamu sektöründe
sözleşmeli olarak çalışanlara kıdem tazminatı veya ikramiye ödenmeyeceği şeklinde işlem tesis
etmesinin Anayasaya aykırı olduğu, Devlet kuruluşlarında işçi veya memur olarak çalışanların
sözleşmeli statüye geçmeleri nedeniyle kazanılmış haklarını kaybetmelerinin hukuk devleti ilkesi ile
ilgisinin bulunmadığı iddiasıyla iptallerini ve almış olduğu en son maaşı göz önüne alınarak
hesaplanacak iş sonu tazminatının görevine son verildiği 30.6.1991 tarihinden itibaren en yüksek
reeskont faiziyle birlikte tazmini istenilmiştir.
Başbakanlık'ın Savunmasının Özeti : Davacının çalışma sözleşmelerinde, görevden ayrıldığında iş sonu
tazminatı veya ikramiye alamayacağı hükmü bulunduğundan dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık
bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi gerektiği savunulmuştur.
Dışişleri Bakanlığı'nın Savunmasının Özeti : Sözleşmeli personel çalıştırılmasına ilişkin esasları
düzenleyen 6.6.1978 tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla, statü, hak ve yükümlülükleri
belirlenen sözleşmeli personele, sözleşme ücreti dışında herhangi bir ad altında ödeme yapılamayacağı
ve sözleşmelere bu yolda hüküm konulamayacağı kuralının getirildiği, davacının da, görevden
ayrılması halinde sözleşme ücreti dışında kalan kıdem tazminatı veya iş sonu tazminatı alamayacağını
bilerek ve bu hususu kabul ederek sözleşme imzaladığı, dava konusu işlemde bu nedenle mevzuata
aykırılık bulunmadığı iddialarıyla davanın reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi: Hüseyin Ünal Kara
Düşüncesi : Mevzuatımızda, asli ve sürekli kamu hizmetini gören memurlar, işçiler ve Emekli Sandığı
iştirakçiliği sağlanan sözleşmeli personel için emekli ikramiyesi veya kıdem tazminatı adı altında
emeklilik tarihi itibarıyla toptan ödeme yapılması öngörülmüşken, 657 sayılı Yasanın 4/B-2. fıkrasında
yer alan yetki kullanılarak bu hükme dayanılarak çalıştırılan ve Sosyal Sigortalar Kurumuyla
ilgilendirilen sözleşmeli personelin kıdem tazminatı veya emeklilik ikramiyesi hakkından yoksun
bırakılması hukuka aykırıdır.
Kaldı ki Anayasanın 128.maddesiyle kamu görevlilerinin özlük haklarının Yasayla düzenlenmesi bir
zorunluluk iken Bakanlar Kurulu Kararı ile bu ana düzenlemeye aykırı bir biçimde sözleşmeli
personelin sosyal güvenlik haklarının düzenlenmesi de hukuksal dayanaktan yoksundur.
Bu nedenle, 6.6.1978 gün ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 7/1.maddesi ile söz konusu
Bakanlar Kurulu Kararı'na dayanılarak tesis edilen bireysel işlemin iptali ve yoksun kalınan parasal
tutarın hüküm tarihindeki gerçek tutarının yasal faiziyle birlikte tazmini gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Zehra Birden
Düşüncesi : ... Büyükelçiliğinde kavas kadrosunda sözleşmeli personel statüsünde çalışmakta iken
talebi doğrultusunda 30.6.1991 tarihinde görevine son verilen davacının iş sonu ödencesi veya
ikramiye ödenmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin işlem ile bu işleme dayanak gösterilen
Bakanlar Kurulu Kararının iptali ve hesaplanacak kıdem tazminatının 30.6.1991 tarihinden itibaren en
yüksek reeskont faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açtığı davanın reddine ilişkin
Danıştay 10. Dairesi kararı İdari Dava Daireleri Genel Kurulu tarafından karar düzeltme istemi kabul
edilmek suretiyle bozulmuş olduğundan ve 2577 Sayılı Yasanın 49. maddesinin 6. fıkrasında yer alan
hüküm karşısında Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun bozma kararlarına karşı Dairenin
ısrar hakkı bulunmadığından bozma kararı uyarınca davacının iş sonu ödencesi veya ikramiye
verilmesi isteminin reddine ilişkin işlemin iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmüştür.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesine 5.4.1990 gün ve 3622 sayılı Kanunun 18.maddesiyle eklenen 6. fıkra hükmü uyarınca
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 21.4.2000 gün ve E:2000/274, K:2000/581 sayılı olup
Danıştay Onuncu Dairesinin 28.3.1996 gün ve E:1994/6516, K:1996/1700 sayılı kararının bozulmasına
ilişkin kararına uyularak işin gereği görüşüldü:
Dava, T.C. ... Büyükelçiliğinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrasında
düzenlenen sözleşmeli personel statüsüne göre kavas kadrosunda çalışmakta iken istemi
doğrultusunda 30.6.1991 tarihinde görevine son verilen ve Sosyal Sigortalar Kurumundan aylık
bağlanan davacının, iş sonu tazminatı veya ikramiye ödenmesi yolundaki başvurusunun reddine ilişkin
Dışişleri Bakanlığının 14.2.1992 günlü, 1550-820 sayılı işlemi ile bu işleme dayanak gösterilen 6.6.1978
tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının, sözleşme ile çalıştırılacak personele sözleşme ücreti
dışında herhangi bir ad altında ödeme yapılamayacağı hükmünü içeren 7. maddesinin 1. fıkrasının
iptali ile son maaşı gözönüne alınarak hesaplanacak iş sonu tazminatının görevine son verilme tarihi
olan 30.6.1991'den itibaren hesaplanacak en yüksek reeskont faiziyle birlikte tazmini istemiyle
açılmıştır.
Davalı idareler tarafından; SSK'dan emekli olan davacının toptan ödeme yapılması isteminin
reddedilmesine dair işlem, 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 7. maddesinin 1. fıkrasına ve
davacının çalıştığı yıllarda idareyle imzaladığı sözleşmede yer alan " ... görevden ayrıldığında iş sonu
tazminatı veya ikramiye alamayacağını peşinen kabul eder." hükmüne dayandırılmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4.maddesinde kamu hizmetlerinin memurlar, sözleşmeli
personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürüleceği kurala bağlanmıştır.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4/B maddesinde düzenlenen sözleşmeli personel statüsü
belirli bir iş için uzmanlaşmış bir elemanı yüksek ücretle çalıştırarak, işi en iyi biçimde yürütmek ve iş
bittikten sonra çalışan kişinin ilişiğini keserek Devlet bütçesine gereksiz yere yük olmasını önlemek
için getirilmiştir. Ancak uygulamada sözleşmeli personel statüsünün bu amacıyla kullanılmadığı da
bilinen bir gerçektir. Zira Devletin yürütmekle görevli olduğu asli ve sürekli kamu hizmetlerinin
tümünde sözleşmeli personel istihdam edilmekte, bunlar emekli olana kadar bu statüde çalıştırılmakta
ve bunların bir kısmı Sosyal Sigortalar Kurumu ile bir kısmı Emekli Sandığı ile ilgilendirilmekte,
hizmet sürelerini tamamladıktan sonra emekliye ayrılmalarında ise Sosyal Sigortalar Kurumu ile
ilgilendirilenlere herhangi bir toptan ödeme yapılmamaktadır. Oysa bu kişilerin memur statüsünde
çalıştırılmış olmaları halinde emekliye ayrıldıklarında bir toptan ödeme yapılacağı hususu
tartışmasızdır.
Bunun yanı sıra, kamu veya özel sektörde çalışan işçiler, memurlar, kamu iktisadi teşebbüslerinde
sözleşmeli personel statüsünde çalışanlar, kamu kurumlarında kapsam dışı personel statüsünde
çalışanların tümü, çalıştıkları işten ayrıldıklarında kesenek ve prim karşılığı olmaksızın yalnızca
çalışılan süreye bağlı olarak bir toptan ödeme almaktadır.
657 sayılı Yasanın 4/B maddesinde öngörülen sözleşmeli personel statüsünün esasları, anılan hükmün
ve 1978 yılı Bütçe Kanununun 12. maddesinde yer alan genel bütçeye dahil daireler, katma bütçeli
idareler, döner sermayeli kuruluşlar, belediyeler, özel idareler ve kamu iktisadi teşebbüslerinde
sözleşme ile çalıştırılan personelin çalıştırılma genel esaslarının Bakanlar Kurulunca çıkarılacak bir
çerçeve kararnameyle saptanacağı hükmüne dayanılarak çıkarılan 6.6.1978 günlü, 7/15754 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile düzenlenmiştir. Anılan Bakanlar Kurulu Kararının her yıl bütçe
kanunlarına konulan hükümlerle yürürlüğü devam ettirilmiş bulunmaktadır.
1978 yılı Bütçe Kanununun 12.maddesine göre Bakanlar Kurulunca 9.2.1979 tarihinde çıkarılan
7/17150 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile 6.6.1978 tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının 7.
maddesinin 1. fıkrasında yer alan "Sözleşme ile çalıştırılacak personele çalışma ücreti dışında herhangi
bir ad altında ödeme yapılamaz." hükmünün devamına " ve sözleşmelere bu yolda hüküm konulmaz."
ibaresi eklenmiş, aynı maddenin 2. ve 3. fıkralarında ise, yurt dışında çalıştırılacak sözleşmeli
personele iş sonu tazminatı ödenmesinin esasları belirlenmiş, maddenin 4. fıkrasında da, hangi
hallerde iş sonu tazminatı verilmeyeceği kurala bağlanmıştır.
Bu hükümlerin birlikte incelenmesinden, sözleşmeli personele, çalışmakta iken sözleşme ücreti
dışında herhangi bir ödeme yapılmayacağı, yurt dışında çalıştırılan yabancı uyruklu personele ise
belirtilen esaslar çerçevesinde işsonu tazminatı verileceğinin kurala bağlandığı, ancak yabancı
uyruklular dışında kalan sözleşmeli personele hangi esaslar dahilinde iş sonu tazminatı veya ikramiye
ödeneceğine ilişkin bir düzenlemenin yapılmadığı ve dava konusu uyuşmazlığın da, bu eksik
düzenleme nedeniyle ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Çalışanların Anayasa ile güvence altına alınan sosyal güvenlik hakkının, bu konudaki diğer hukuksal
düzenlemelerde de yer alması gerekmektedir. Dolayısıyla, 657 sayılı Kanun ve 1978 yılı Bütçe Kanunu
ile Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin doğal sonucu; diğer çalışanlara olduğu gibi sözleşmeli personele
de iş sonu tazminatının verilmesine ilişkin usul ve esaslara; konuyu düzenleyen Bakanlar Kurulu
Kararında yer verilmesidir.
Bu durumda, gerek sözleşmeli personel arasında iş sonu tazminatı ve ikramiye yönünden oluşan
farklılığın giderilmesi, gerekse kamuda çalışan diğer personelle sözleşmeli çalışanlar arasındaki
eşitsizliğin kaldırılması bakımından, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında bu konuda bir
düzenleme yapılmaması ve 7. maddesinde, yabancı uyruklu personel dışındaki sözleşmeli personelle
ilgili iş sonu tazminatına yer verilmemiş olması eşitlik ilkesine ve hukuka aykırı bulunmaktadır.
Dava konusu Bakanlar Kurulu Kararında ve davacı ile idare arasındaki sözleşmede yer alan, iş sonu
tazminatı verilmeyeceğine dair hükme dayanılarak, davacının iş sonu tazminatı veya ikramiye
verilmesi isteminin reddine ilişkin olarak tesis edilen işlemde de bu nedenle hukuka uygunluk
görülmemiştir.
Öte yandan, dava konusu olayın özelliği de dikkate alındığında, yerleşmiş yargısal içtihatlara göre,
işlem tarihinden itibaren yoksun kalınan parasal haklara dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi
gerekmekte olup, davacının yoksun kaldığı parasal tutarların, dava tarihi olan 13.4.1992'den itibaren
yasal faiziyle birlikte tazmini gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davanın kabulü ile 6.6.1978 tarih ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının
20.2.1979 günlü, 16556 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 9.2.1979 tarih ve 7/17150 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararıyla değişik 7. maddesinin 1. fıkrası ile bu düzenlemeye dayalı olarak tesis edilen Dışişleri
Bakanlığı Personel Daire Başkanlığı'nın 14.2.1992 gün ve 1550-820 sayılı işleminin iptaline,
25.10.2001 tarihinde esasta oybirliği, tazminine hükmedilen tutara uygulanacak olan yasal faizin
başlangıç tarihinin tespiti hususunda da oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Açılan davada, iş sonu tazminatı isteminin reddine ilişkin işlem 14.2.1992 tarihinde tesis edilmiş olup,
davanın kabulü yönünde oluşturulan karar üzerine, olumsuz işlem tesis edildiği tarih itibarıyla ortadan
kalkacağından faiz istemlerinin de işlem tarihi itibarıyla hesaplanması hukuka uygun olup aksi
yöndeki çoğunluk görüşüne bu yönden katılmıyorum.
--------------------------------------------------
Danıştay İdari Dava Daireleri 2004/2733 E.N , 2006/54 K.N. - 23/02/2006
KARAR METNİ
İDARİ PARA CEZASI UYGULANMASINI ÖNGÖREN YÖNETMELİK KURALININ YASAL
DAYANAĞININ BULUNMADIĞI, YASADA YER ALMAYAN BİR YÜKÜMLÜLÜĞÜN
YÖNETMELİKLE GETİRİLEMEYECEĞİ HK.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı): Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davacı) : ?
İstemin Özeti : Danıştay Onuncu Dairesinin 1.12.2003 günlü, E:2001/2404, K:2003/4606 sayılı
kararının temyizen incelenerek bozulması, davalı idare tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Mustafa Karabulut'un Düşüncesi: Temyiz isteminin reddi ile Daire kararının
onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Nevzat Özgür'ün Düşüncesi: Danıştay dava dairelerince verilen kararların temyizen
incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin birinci
fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği görüşüldü:
Dava; Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 26.2.2000 günlü, 23976 sayılı Resmi Gazetede
yayımlanan Yönetmelikle değiştirilen 29. maddesinin (a) bendinin iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesinin 1.12.2003 günlü, E:2001/2404, K:2003/4606 sayılı kararıyla; 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanununun 79.maddesinin 1 fıkrasında; işverenin bir ay içinde çalıştırdığı
sigortalının sigorta primleri hesabına esas tutulan kazançlar toplamı ve prim ödeme gün sayıları ile
sigorta primlerini gösteren ve örneği yönetmelikle belirlenen prim belgelerini ait olduğu ayı takip eden
ayın sonuna kadar Kuruma vermekle yükümlü olduğu, bu yükümlülükleri yerine getirmeyen işverenler
hakkında 140.madde hükümlerinin uygulanacağının hükme bağlandığı; yine 506 sayılı Kanunun 3910
sayılı Kanunla değişik 140.maddesinin (c) bendinde bu Kanunun 79.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen
prim belgelerini yasal süresi içinde Kuruma vermeyenlere her bir fiil için ayrı ayrı aylık asgari ücretin
iki katı tutarında idari para cezası verileceği kuralının getirildiği, 30.10.1987 tarih ve 19619 sayılı
Resmi Gazetede yayımlanan ve 26.2.2000 tarih ve 23976 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
yönetmelikle değiştirilen Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 16.maddesinde, işverenin her takvim
ayı için çalıştırdığı sigortalılarla ilgili aylık sigorta primleri bildirgesini engeç ait olduğu ayı takip eden
ayın sonuna kadar Kuruma vermekle yükümlü olduğu, 17.maddesinde, işverenin, dört takvim ayı için
çalıştırdığı sigortalıların sigorta primleri hesabına esas tutulan kazançlar toplamını, prim ödeme gün
sayılarını ve gerekli diğer bilgileri gösteren dört aylık sigorta primleri bordrosunu, ilgili bulunduğu
dönemi takip eden ayın sonuna kadar Kuruma vermekle yükümlü olduğunun belirtildiği, anılan
Yönetmeliğin 29.maddesinin (a) bendinde ise "Yönetmelikte belirtilen prim belgelerinin gerek 506
sayılı Kanunun değişik 79.maddesinin 1.fıkrasında, gerekse yönetmelikte öngörülen sürelerde
verilmemesi halinde, aynı Kanunun değişik 140.maddesinin 1.fıkrasının (c) bendi hükümlerinin
uygulanacağının kurala bağlandığı, belirtilen Yasa hükümlerine göre, bir işyerinde çalıştırılan
sigortalılara ait aylık bildirgelerin verilme zorunluluğunun bulunduğu ve bu bildirgenin verilmemesi
veya geç verilmesi halinde de idari para cezası uygulanacağının öngörüldüğü, ancak 4 aylık bildirge
verme yükümlülüğü ve bu yükümlülüğe uymama ile ilgili herhangi bir düzenlemenin Yasada yer
almadığı, ayrıca, 506 sayılı Yasada 4 aylık bildirgenin verilmesi gerektiğini düzenleyen bir hüküm
bulunmadığı için, bildirgenin hiç verilmemesi veya geç verilmesi halinde müeyyide uygulanacağı
yönünde bir düzenlemenin de bulunmadığı, bu nedenle de yönetmelik hükmüyle böyle bir müeyyide
getirilmesinin, yönetmeliklerin kanun ve tüzüklere aykırı olamayacağını öngören Anayasanın
124.maddesine aykırılık teşkil ettiği, bu durumda, 4 aylık bildirgenin geç veya hiç verilmemesi halinde
Kanunun 140.maddesinin 1.fıkrasının (c) bendinde düzenlenen idari para cezasının uygulanacağını
belirten dava konusu Yönetmeliğin 29.maddesinin (a) bendinin anılan yasal düzenlemeye aykırı
olduğu gerekçesiyle, dava konusu Yönetmelik kuralının iptaline karar verilmiştir.
Davalı idare, 506 sayılı Yasanın 79. maddesinde, sigortalının prim belgelerinden söz edildiği, bu
belgelerin yasal süresi içinde verilmemesi halinde idari para cezası verileceğinin öngörüldüğü,
uygulamada herşeyin kanun ile düzenlenmediği, düzenleyici işlem niteliğinde olan yönetmeliklerin de
kanunun tamamlayıcı birer parçası olduğu, aksi halde yönetmeliklerin işlevsiz kalacağını ileri sürerek
kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.
Temyiz edilen kararla ilgili dosyanın incelenmesinden; Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın
usul ve hukuka uygun bulunduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını
gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddine, Danıştay
Onuncu Dairesinin 1.12.2003 günlü, E:2001/2404, K:2003/4606 sayılı kararının ONANMASINA,
23.2.2006 günü oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay Vergi Dava Daireleri 2005/75 E.N , 2005/169 K.N. - 17/06/2005
KARAR METNİ
S.S.K. PRİMLERİNİN ÖDENDİĞİ TARİH ESAS ALINARAK GİDER KAYDEDİLEBİLECEĞİ, İMALAT
FAALİYETİYLE İLGİLİ OLMAYAN FİNANSMAN GİDERLERİNİN FİNANSMAN GİDER
KISITLAMASINA TABİ OLDUĞU HK.
Temyiz Eden : Şehitkamil Vergi Dairesi Müdürlüğü - GAZİANTEP
Karşı Taraf : ? Tekstil Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi
İstemin Özeti : Halı imalatı ve ticareti yapan davacı şirket adına ödemediği S.S.K. primlerini gider
kaydettiği, imalat faaliyetiyle ilgisi bulunmayan finansman giderlerini kısıtlamaya tabi tutmadığı
yolunda düzenlenen vergi inceleme raporuna dayanılarak 1998 yılı için ikmalen kurumlar vergisi
salınmış, fon payı hesaplanmış, ağır kusur cezası kesilmiştir.
Gaziantep Vergi Mahkemesi 8.10.2001 günlü ve E:1999/603, K:2001/948 sayılı kararıyla; davacı
şirketin 1998/Aralık dönemine ilişkin işçi ve işveren hisseleri toplamından oluşan S.S.K. priminin
işçilik giderleriyle birlikte gider yazılmak suretiyle sonuç hesaplarına intikal ettirildiği ve bu sigorta
primlerini vade tarihi olan 1.2.1999 tarihine kadar ödemediğinin belirlendiği, diğer yandan, 1998 yılı
içinde, yabancı kaynağın kullanım süresine bağlı olarak yaptığı finansman giderini dönem sonunda
maliyet hesaplarına intikal ettirdiği, kurumun 1998 hesap döneminde sabit kıymetlerini 213 sayılı
Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi uyarınca yeniden değerlemeye tabi tutarak,
üzerinden amortisman ayırdığı, imalat faaliyetinin yanısıra ticari mal alım-satımı ile de uğraştığı, 1998
hesap döneminde kullanmış olduğu kredilerin genel olarak, işletmenin faaliyetinde oluşan finansman
ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldığı, vade farkı giderlerinin ise ilk madde malzeme alımı ve ticari
emtia alımlarına ilişkin olarak ortaya çıktığı, yasal olarak imalatçı firmaların sadece imalat faaliyetinde
kullandıkları yabancı kaynaklara ilişkin finansman giderlerinin finansman gider kısıtlaması kapsamı
dışında kalacağı belirtildiğinden davacı şirketin ticari mal alım-satımına isabet eden finansman
giderlerinin kısıtlanacak gider kapsamına girmesi gerektiği belirtilerek tarhiyata konu edildiği,
kurumun 1998 yılında elde ettiği finansman geliri ile önceki dönemde kullanılan kredilerin bu
dönemde tahakkuk eden faiz giderleri toplamı dikkate alınarak bu tutarların toplam finansman
giderinden çıkarılması sonucu kısıtlamaya konu olabilir finansman giderinin 50.494.091.595 TL.
olarak bulunduğu, ticari mal alımlarının finansman ihtiyacı doğurabilir nitelikte harcamalar içindeki
oranı dikkate alınarak kısıtlamaya tabi tutulacak finansman giderinin 21.086.692.800 TL. olarak
hesaplandığı, bulunan tutara gider indirimi kısıtlaması uygulamasına esas olacak indirim oranının
uygulanması suretiyle kanunen kabul edilmeyen indirim tutarının 3.964.674.246 TL. olarak bulunup
bu tutar kurum kazancına eklenerek tarhiyat yapıldığı, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı
maddesinin 1 inci fıkrasının 2 nci bendinde belirtilen "ödenmiş olması" ibaresinin, sigorta primlerinin
Türkiye'deki sigorta şirketlerine yatırılması koşulunu ortaya koymak için yer aldığı, gerçek ücretin
belirlenmesinde brüt ücretten hangi indirimlerin yapılacağını gösteren 63 üncü maddesinin 1 inci
fıkrasının 2 nci bendinde emekli aidatı veya S.S.K. primlerinin emekli sandığının veya S.S.K.'nın
Türkiye'de olması şartıyla indirilebileceği hükme bağlanmakla yasa koyucunun gerekçesini açıkça
belirttiği, vergi sistemimizde "ödeme" tabirinin geniş kapsamlı olup, nakden ve hesaben ödemeyi
kapsadığı, bu nedenle sigorta primlerinin gider yazılabilmesi için tahakkuk ettirilmiş olmasının yeterli
olduğu, aksine bir uygulamanın Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi Kanununun genel ilkelerine ters
düşeceği, olayda 1998 yılının Aralık ayında tahakkuk ettirilen sigorta primini gecikme zammı ve faizi
ile birlikte 14.7.1999 tarihinde ödeyen davacı şirket hakkında bu nedenle yapılan tarhiyatta isabet
görülmediği, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 23.1.1992 günlü ve E:1990/3, K:1992/1 sayılı
kararının da bu yönde olduğu, ikmalen yapılan tarhiyatın finansman gider kısıtlamasına ilişkin
kısmına gelince; 1998 yılında maliyet hesaplarına intikal ettirilen finansman gideri içinde, finansman
gider kısıtlamasına tabi indiriminin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla davacının defter ve
belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, düzenlenen rapor yeterli görülmeyerek ek rapor
istenildiği, iki rapor arasında çelişki olması dolayısıyla 3 kişilik bilirkişi heyetine yaptırılan inceleme
sonucunda düzenlenen rapora göre; Midlanbank'tan 20.11.1996 tarihinde kredi alımına başlandığı ve
bu kredilerle firma 1996 ve 1997 yıllarında da yatırımına devam ettiğinden faiz farkı ve kur
farklarından oluşan finansman giderlerinin gider kısıtlamasına tabi olmadığı, Türkiye İş Bankasından
alınan döviz kredisinin 28.2.1998 tarihli ve 26 yevmiye no'lu kayıtlara özel kesim tahvil senetleri,
satıcılar, alınan sipariş avansları ve finansman gideri hesaplarına toplam 114.112.000.000 TL. olarak
intikal ettirildiği, özel kesim tahvil ve senetleri ile alınan sipariş avanslarında kullanılan
82.112.000.000 TL, tutarındaki banka kredisine isabet eden kredi işletmenin cari işlerinde
kullanıldığından, bu kısma isabet eden faiz ve kur farkının gider kısıtlamasına tabi olması gerektiği,
buna göre cari işlemlerde kullanılan tutarın toplam kredi tutarına oranı dikkate alınarak ödenen faizin
33.211.363.424 TL'lik kısmının gider kısıtlamasına konu olabilir finansman gideri olarak tespit
edildiği, finansman ihtiyacı doğurabilir nitelikteki harcamalar içindeki ticari mal alım oranı dikkate
alınarak kısıtlamaya tabi tutulacak finansman giderinin 13.870.617.702 TL. olarak bulunduğu,
bulunan tutara gider indirimi kısıtlaması uygulamasına esas olacak indirim oranının (%18.8)
uygulanması suretiyle de kurum kazancına ilave edilmesi gereken tutarın 2.607.676.128 TL. olarak
hesaplandığı, buna göre, davacı şirketin alınan kredilerin bir kısmını genel olarak işletmenin
faaliyetlerinde oluşan finansman ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullandığının açık olması ve finansman
ihtiyacı doğurabilecek faaliyetlerinde ticari mal alımına isabet eden oran gözönüne alınmak suretiyle
kısıtlamaya tabi tutulacak finansman giderinin hesaplanmasına ilişkin bilirkişi tarafından yapılan
tespitler ve varılan sonucun Mahkemelerince uygun görüldüğü, diğer yandan, 55 seri No.lu Kurumlar
Vergisi Genel Tebliğinin 8 inci bölümündeki, finansman giderlerinin yanısıra finansman geliri de elde
etmiş olan mükelleflerin gider kısıtlaması uygulamasında, söz konusu gelir ve giderlerini birbiriyle
mukayese etmek suretiyle netleştirmelerinin mümkün olmadığı ve finansman giderleri toplamının
gider kısıtlamasına konu edilmesi gerektiğine ilişkin hükmü, Danıştay Dördüncü Dairesi kararı ile
iptal edilmişse de Vergi Dava Daireleri Genel Kurulunun 12.3.1999 günlü ve E:1998/139, K:1999/153
sayılı kararı ile bu karar bozulduğundan, bilirkişi raporunda finansman gelirlerinin dikkate
alınmamasının isabetli görüldüğü, kesilen ağır kusur cezası yönünden de, matrah farkının tespit şekli
dikkate alınarak tarhiyata kusur cezası uygulanması gerektiği belirtilerek, matrahın kusur cezalı olarak
azatılmasına karar vermiştir.
Tarafların temyiz istemini inceleyen Danıştay Üçüncü Dairesi 5.5.2004 günlü ve E:2002/1014,
K:2004/1299 sayılı kararıyla; finansman giderleri kısıtlamasına 54 ve 55 sıra no'lu Kurumlar Vergisi
Genel Tebliğleri ile açıklık getirildiği, sözü edilen düzenlemelerle imalat faaliyetinde bulunan
kurumların gider kısıtlaması dışında tutulabilmesi için yabancı kaynağın imalat faaliyetinde
kullanılması şartının arandığı, imalatın yanında başka faaliyetleri de olan işletmelerin imalat dışı
faaliyetleriyle ilgili finansman giderlerinin kısıtlamaya tabi tutulması gerektiğinin anlaşıldığı, halı
imalatı yanında imalat dışı faaliyeti de bulunan davacının, yabancı kaynaklara ait finansman
giderlerinin tamamını malın maliyetine ekleyerek imalat dışı faaliyetlerine ilişkin giderlerini
kısıtlamaya tabi tutmadığı görüşüyle vergilendirildiği, Midlanbank'tan kullanılan kredilerin
tamamının imalat faaliyetinde kullanıldığı açık olduğundan, bu krediler nedeniyle yüklenilen
giderlerin kısıtlamaya tabi tutulmasının yasa gereği olduğu, vergi mahkemesince hükme asas alınan
bilirkişi raporunda, İş Bankası'ndan alınan ve Türk Lirası karşılığı 114.112.000.000 TL. olan döviz
kredisinin özel kesim tahvil ve senet alışı ile sipariş avanslarında kullanılan yaklaşık 82 milyar TL'lik
kısmının imalat dışı kullanıldığı sonucuna varıldıktan sonra, bu kredi nedeniyle İş Bankası'na ödenen
toplam finansman giderinin 82 milyar TL'ye isabet eden kısmının gider kısıtlamasına tabi
olabileceğinin belirtildiği, bu tespitten sonra toplam harcamalar içinde ticari mal alışlarının oranına
göre 33 milyar TL'nin yaklaşık 13.8 milyar TL'sinin kısıtlamaya tabi tutulması gerektiğinden söz
edilerek, hiçbir yasal dayanağı ve gerekçesi olmayan bu hesaplama yöntemiyle 2.607.676.128 TL.'nin
kanunen kabul edilmeyen gider olduğu sonucuna varılamayacağından söz konusu rapora göre karar
verilmesinde yasal isabet görülmediği, İş Bankası döviz kredisiyle alındığı belirtilen özel kesim tahvil
ve senetlerinin 53 milyar TL'lik kısmının Gümüşsuyu Halı Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine olan
borçlar için kullanıldığı, adı geçen şirkete olan borçların da imalat faaliyetiyle ilgili olduğu dosyadaki
belgelerden anlaşıldığından, özel kesim tahvil ve senet alışında kullanılan kredilerin 53 milyarı aşan
kısmı ile sipariş avanslarına yapılan ödemelere isabet eden giderlerin kısıtlamaya tabi tutulacağı göz
önüne alınarak yapılacak inceleme sonucuna göre yeniden karar verilmesi gerektiği, diğer yandan,
Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 2 nci bendi ile gider kaydedilmesi ödenmiş olması
koşuluna bağlanan S.S.K. priminin ödenmediği açık olduğundan, prim borçlarının tahakkuk ettiği
dönemde gider yazılabileceği gerekçesiyle tarhiyatın bu matrah farkına ilişkin kısmının
kaldırılmasında da hukuka uygunluk görülmediği gerekçesiyle, kararı bozmuştur.
Bozma kararına uymayan Gaziantep Vergi Mahkemesi 24.9.2004 günlü ve E:2004/1027, K:2004/931
sayılı kararıyla, ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeyle kararında ısrar etmiştir.
Israr kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiş, vergi inceleme raporu doğrultusunda yapılan
tarhiyatta yasaya aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek kararın bozulması istenmiştir.
Savunmanın Özeti : Savunmada bulunulmamıştır.
Danıştay Tetkik Hakimi Özlem ULAŞ'ın Düşüncesi: Israr kararının, S.S.K. primlerinin tahakkuk
tarihleri esas alınıp ödenmeden gider kaydedilmesi nedeniyle belirlenen matrah farkına ilişkin hüküm
fıkrasının; 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 2 nci bendinde ödenmiş olması
koşuluyla gider kaydedilebileceği düzenlemesinin yer alması, diğer yandan 506 sayılı Kanunun
"Primlerin Ödenmesi" başlıklı 80 inci maddesinin, 3917 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle değişik 80
inci maddesinin 4 üncü fıkrasında da, kuruma ödenmeyen prim tutarlarının Gelir ve Kurumlar Vergisi
uygulamasında gider yazılamayacağı düzenlemesinin getirilmesi ve bu düzenlemenin ısrar kararında
yer verilen Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu Kararından sonra yapılmış olması hususları birlikte
değerlendirildiğinde, bozulması gerektiği; gider kısıtlamasına ilişkin hüküm fıkrasıyla belirlenen
matrah farkları üzerinden kesilen cezaya yönelik temyiz isteminin ise, temyiz dilekçesinde ileri sürülen
nedenler ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelkte olmadığından reddi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Sefer YILDIRIM'ın Düşüncesi: Danıştay Üçüncü Dairesinin 5.5.2004 gün ve
2004/1299 sayılı kararı doğrultusunda temyiz isteminin kabulü ile temyize konu Vergi Mahkemesi
ısrar kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği
görüşüldü:
Davacı şirket adına ödenmeyen sosyal sigorta primlerinin gider kaydedildiği ve imalat faaliyetiyle ilgisi
bulunmayan finansman giderlerinin kısıtlamaya tabi tutulmadığı yolunda düzenlenen inceleme
raporuna dayanılarak ikmalen salınan kurumlar vergisi, hesaplanan fon payı ve kesilen ağır kusur
cezasına karşı açılan davada, matrah farkının kusur cezalı olarak azaltılması yolunda verilen vergi
mahkemesi ısrar kararı vergi dairesi müdürlüğünce temyiz edilmiştir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun "İndirilecek Giderler" başlıklı 40 ıncı maddesinin 2 nci bendinde
sigorta primlerinin ödenmiş olması şartıyla gider kaydedilebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Diğer
yandan, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun "Primlerin Ödenmesi" başlıklı ve 3917 sayılı Kanunun
1 inci maddesiyle değişik 80 inci maddesinin 4 üncü fıkrasında, kuruma ödenmeyen prim tutarlarının
gelir ve kurumlar vergisi uygulamasında gider yazılamayacağı öngörülmüştür.
Anılan düzenlemeler karşısında, 1998/Aralık dönemine ilişkin olup, işveren ve işçi hisseleri
toplamından oluşan sosyal sigorta priminin vadesi olan 1.2.1999 tarihine kadar ödenmediği halde
gider kaydedilmesi nedeniyle belirlenen matrah farkı nedeniyle yapılan tarhiyatta hukuka aykırılık
bulunmadığından, bu nedenle belirlenen matrah farkına ilişkin tarhiyatı yukarıda belirtilen yasal
düzenlemeden önce verilen 23.1.1992 günlü ve E:1990/3, K:1992/1 sayılı Danıştay İçtihatları
Birleştirme Kurulu kararından da söz ederek kaldıran mahkeme ısrar kararında isabet
bulunmamaktadır.
Finansman giderleri kısıtlamasına ilişkin matrah farkı ve belirlenen matrah farkı üzerinden kesilen
cezaya ilişkin olarak, davalı idarece temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bozulmasını
gerektirecek durumda görülmemiştir.
Bu nedenlerle temyiz isteminin kısmen kabulü ile, Gaziantep Vergi Mahkemesinin 24.9.2004 günlü ve
E:2004/1027, K:2004/931 sayılı kararının, sosyal sigorta primleri nedeniyle belirlenen matrah farkına
ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, diğer temyiz istemlerinin reddine, yeniden verilecek kararda
karşılanacağından yargılama giderleri hakkında hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, 17.6.2005
gününde oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay İdari Dava Daireleri 2005/1499 E.N , 2005/2167 K.N. - 16/06/2005
KARAR METNİ
399 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEDE BELİRTİLEN İSTİHDAM TÜRLERİ DIŞINDA
"KAPSAMDIŞI PERSONEL" ADI ALTINDA, İŞ KANUNUNA TABİ OLARAK ÇALIŞTIRILAN VE 506
SAYILI SOSYAL SİGORTALAR KANUNUNA GÖRE SOSYAL GÜVENLİK YÖNÜNDEN SİGORTALI
KABUL EDİLİP BU KURUMLA İLİŞKİLENDİRİLEN DAVACININ, ÜCRETİNDEN İŞSİZLİK
SİGORTASI PRİMİ KESİLMESİNDE HUKUKA AYKIRILIK GÖRÜLMEDİĞİ HK.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı): Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı
ANKARA
Vekili : Av. ?
Diğer Davalı : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı - ANKARA
Karşı Taraf (Davacı) : ?
İstemin Özeti : Danıştay Onuncu Dairesinin 4.6.2003 günlü, E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı
kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması davalı idarelerden Sosyal
Sigortalar Kurumu Başkanlığı tarafından istenilmektedir.
Davacı Savunmasının Özeti: Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup Bal'ın Düşüncesi: 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2.
maddesinde bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu kanuna
göre sigortalı sayılacakları öngörülmüştür.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 46. maddesinde ise yasanın amacının işsizlik sigortasına
ilişkin kuralları ve uygulama esaslarını düzenlemek ve sigortalılara işsiz kalmaları halinde bu kanunda
öngörülen ödeme ve hizmetlerin yerine getirilmesi olarak belirtilmiştir. Aynı maddenin 3. fıkrasında
ise 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye
tabi kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlere göre sözleşmeli personel
statüsünde çalışanların kanun kapsamında olmadığı belirtilmesine karşın bu fıkrada kapsamdışı
personel sayılmamıştır.
Davacının 399 sayılı KHK'de belirtilen istihdam türleri dışında kapsamdışı personel adı altında İş
Kanunu kapsamında çalıştırılıyor olması ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile ilişkilendirilmesi
nedeniyle ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabul edilerek temyize konu kararın davanın
kabulüne ilişkin kısmının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Mehmet Karaoğlu'nun Düşüncesi: Danıştay dava dairelerince verilen kararların
temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.
maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine
uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Danıştay Onuncu Dairesince verilen kararın
onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği görüşüldü:
Dava, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığında kapsamdışı personel olarak görev yapan davacının,
maaşından işsizlik sigortası primi kesilmemesi ve daha önce kesilen işsizlik sigortası primlerinin iadesi
için yapmış olduğu başvurunun reddine ilişkin işlem ile 29.6.2000 günlü, 24094 sayılı Resmi
Gazete'de yayımlanan "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu
Tebliğ"in 1 inci maddesinin iptali, önceden tahsil edilen işsizlik sigortası primlerinin en yüksek banka
mevduat faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesi 4.6.2003 günlü, E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı kararıyla; Anayasanın 128
inci maddesi ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 22. maddesinden bahsederek,
kapsamdışı personelin Anayasanın 128. maddesinde sözü edilen "diğer kamu görevlileri" olarak
nitelendirilmesi gerektiği, kamu iktisadi teşebbüsü ve iktisadi devlet teşekküllerinde, 657 sayılı Kanun
kapsamında yer alan kadrolarda bulunmayan, ancak kuruluşun yürüttüğü hizmetin gereğine göre
belirsiz süreli hizmet akdi ile çalıştırılmak üzere oluşturulan kadrolarında bulunan ve toplu iş
sözleşmesi ekindeki listede sayılan görevleri yürüten "kapsamdışı personel"in kamu görevlilerine
tanınan kimi güvencelerden ve toplu sözleşme ile verilen kimi özlük ve sosyal haklardan
yararlandırıldığı bu statüleri gereği, 4447 sayılı Kanunun 4571 sayılı Kanunla değişik 46. maddesinin
üçüncü fıkrasında sayılan kamu görevlileri arasında kabulü gerektiği, davacının yukarıda yapılan
belirlemeye uygun olarak "kapsamdışı personel" statüsünde görev yaptığı, bu durumda, davacının
aylığından işsizlik sigortası kapsamı içinde bulunduğundan, bahisle işsizlik sigortası primi kesilmesine
ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı, davacının idareye başvurduğu tarihten önceki altmış güne
isabet eden tarihten itibaren maaşından kesilen işsizlik sigortası primlerinin idareye başvuru
tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle (davacıya) geri ödenmesi gerektiği, bu tarihten
öncesine ait primlerin iadesinin ise, dava açma süresinin geçirilmesi nedeniyle iadesine olanak
bulunmadığı, öte yandan, dava konusu tebliğin 1. maddesinde, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası
Kanununun 4571 sayılı Kanunla değişik 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir husus
görülmediği gerekçesiyle "4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun Uygulanmasına İlişkin 2 Nolu
Tebliğ"in 1 inci maddesine yönelik davanın reddine, dava konusu uygulama işleminin, davacının
aylığından işsizlik sigortası primi kesilmesi ve daha önce kesilen primlerin idareye başvuruda
bulunduğu tarihten geriye doğru altmış güne isabet eden kısmının geri ödenmemesine ilişkin olarak
iptaline, bu tarihten öncesine ait primlerin iadesi istemine ilişkin kısmının süre aşımı nedeniyle
reddine, idareye başvuruda bulunduğu tarihten önceki altmış gün içinde kesilen primlerinin başvuru
tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmak suretiyle davacıya iadesine karar vermiştir.
Davalı idarelerden Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı kararın davanın kabulüne ilişkin kısmını
temyiz etmekte ve bozulmasına karar verilmesini istemektedir.
4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun 4571 sayılı Kanunla değişik 46. maddesinin üçüncü fıkrasında
"506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3 üncü maddesinde sigortalı sayılmayanlar, sosyal güvenlik
kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi ödeyerek ya da ödemeksizin
çalışanlar ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu,
3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu, 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve
Savcılar Kanunu, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2814 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 233
ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler ile 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu
kurum ve kuruluşlarının teşkilat kanunlarındaki hükümlerine göre sözleşmeli personel statüsünde
çalışanlar ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre geçici personel statüsünde çalıştırılanlar bu
kanun kapsamına dahil değildir." hükmü yer almaktadır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2. maddesinde; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç
işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre sigortalı sayılacakları, 3 üncü maddesinde ise
kanunla kurulu emekli sandıklarına aidat ödemekte olanların sigortalı sayılmayacakları
öngörülmüştür.
233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Geçici 5.
maddesinin birinci fıkrasında bu Kanun Hükmünde Kararnameye ekli listede bulunan teşebbüslerin
ana statülerine ait koordinasyon kurulu kararları ile buna göre teşkilatlanmalarının, bu Kanun
Hükmünde Kararnamenin yayım tarihinden itibaren engeç iki ay içinde tamamlanacağı, beşinci
fıkrasında ise yukarıdaki fıkralardaki düzenlemeler yapılıp yürürlüğe girinceye kadar bu Kanun
Hükmünde Kararname ile kaldırılan hükümlerin uygulanmasına devam olunacağı belirtilmiştir.
233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye tabi kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları
personelinin hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, niteliklerini, atanma, ilerleme, yükselme, hak
ve yükümlülükleriyle diğer özlük haklarını düzenlemek amacıyla çıkarılan 399 sayılı Kamu İktisadi
Teşebbüsleri Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Bazı
Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde
teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda hizmetlerin memurlar sözleşmeli personel ve işçiler eliyle
gördürüleceği, 3/b maddesinde teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel idare esaslarına göre yürütülmesi
gereken asli ve sürekli görevlerinin; genel müdür, genel müdür yardımcısı, teftiş kurulu başkanı, kurul
ve daire başkanları, müessese, bölge, fabrika, işletme ve şube müdürleri, müfettiş ve müfettiş
yardımcıları ile ekli 1 sayılı cetvelde kadro unvanları gösterilen diğer personel eliyle gördürüleceği, 3/e
maddesinde ise işçilerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye tabi olmadığı, 12. maddesinde sözleşmeli
statüde istihdam edilecek personelin 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanununa tabi olduğu, Geçici 9.
maddesinde ise özel hukuk hükümlerine göre kurulmuş olup, yönetim kademelerinde iş kanunları
çerçevesinde personel çalıştıran ve ekli 1 sayılı cetvelde yer almayan teşebbüs ve bağlı ortaklık
personeli hakkında, yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce tabi oldukları iş kanunu hükümlerinin uygulanacağı esası getirilmiştir.
399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 3/a maddesinde teşebbüs ve bağlı ortaklıklarda
hizmetlerin; memurlar, sözleşmeli personel ve işçiler eliyle gördürüleceği öngörülmesine karşın
"kapsamdışı personelle ilgili bir düzenleme yapılmamıştır. Yine aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin
25. maddesinin (c) fıkrasında sözleşmeli personelin ücretinin nasıl saptanacağı, 26 ve devamı
maddelerinde ise diğer mali ve sosyal hakları düzenlenmesine karşın bu düzenlemeler içinde
kapsamdışı personele yer verilmemiştir.
Kapsamdışı personele ödenecek mali ve sosyal haklar ise davacının çalıştığı kurumca çıkartılan
Kapsam Dışı Personel Yönetmeliği ile düzenlenmiştir. Bu nedenle kapsamdışı personel mali ve sosyal
haklar yönünden 233 ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelere tabi bulunmamaktadır.
Yine 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununun gerekçesinde de belirtildiği üzere 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanununun 2 nci maddesi esas alınarak, bir hizmet sözleşmesine dayalı bir veya bir kaç
işyerinde çalışan tüm işçiler kanun kapsamında, yine 506 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde
belirtilenler ile sosyal güvenlik kuruluşlarından yaşlılık aylığı alıp da sosyal güvenlik destek primi
ödeyerek ya da ödemeksizin çalışanlar kanunun kapsamı dışında kabul edilmiştir. Ayrıca 4447
Kanunun 46. maddesinin 3. fıkrasında işsizlik sigortası kapsamı dışında kalan kişilerin tabi oldukları
kanunlar tek tek belirtilmiştir.
Belirtilen düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
belirtilen istihdam türleri dışında "kapsamdışı personel" adı altında, İş Kanununa tabi olarak
çalıştırılan ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa göre sosyal güvenlik yönünden sigortalı kabul
edilip bu kurumla ilişkilendirilen davacının, ücretinden işsizlik sigortası primi kesilmesinde hukuka
aykırılık görülmemiştir.
Bu durumda, Daire kararının; uygulama işleminin, davacının aylığından işsizlik sigortası primi
kesilmesi ve başvurudan geriye doğru 60 güne isabet eden kısmın geri ödenmemesine ilişkin olarak
iptalinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne, Danıştay Onuncu Dairesinin
4.6.2003 günlü, E:2001/5085, K:2003/2155 sayılı kararının davanın kabulüne ilişkin kısmının
BOZULMASINA, 16.6.2005 günü oyçokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Danıştay Onuncu Dairesinin temyize konu kararının onanması gerektiği oyuyla, çoğunluk kararına
katılmıyoruz.
--------------------------------------------------
Danıştay İdari Dava Daireleri 2001/197 E.N , 2004/491 K.N. - 08/04/2004
KARAR METNİ
ELEKTRONİK KOL PROTEZİNİN SADECE İŞ KAZALARIYLA, MESLEK HASTALIKLARI
SİGORTASI KAPSAMINDA OLANLARA SAĞLANMASINA İLİŞKİN DAVALI İDARE YÖNETİM
KURULU KARARINDA VE BU KARARIN DUYURULMASI YOLUNDAKİ GENELGEDE, 506 SAYILI
KANUNUN 32. MADDESİNE UYARLIK BULUNMADIĞI HK.
Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) : Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davacı) : ?
Vekili : Av. ?
İstemin Özeti : Davacının, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunun 16.6.1994 günlü, X/2202
sayılı kararı ile 28.6.1994 günlü, 3-73 Ek ve 3-74 Ek sayılı Genelgelerinin iptali istemiyle açtığı dava
sonucunda; dava konusu işlemlerin iptali yolunda Danıştay Onuncu Dairesince verilen 24.10.2000
günlü, E:1997/6400, K:2000/5362 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması davalı idare
tarafından istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi Yakup Bal'ın Düşüncesi : Dava konusu edilen 3-73 Ek Genelge motorlu ve
motorsuz malül arabalarına ilişkin olup, uyuşmazlıkla ilgili olmamasına rağmen iptal edilmiştir.
Öte yandan davalı Kurumun taraf olduğu davalarda her ne suretle olursa olsun harç ödemekle
yükümlü tutulmasına yasal olarak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyize konu kararın 3-73 Ek Genelge ve yargılama giderleri yönünden
bozulması, diğer bölümünün onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Bilgin Arısan'ın Düşüncesi : Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu'nun 16.6.1994
tarih ve 2202 sayılı kararı ile 28.6.1994 tarih, 3-73 Ek ve 3-74 Ek sayılı Genelgelerinin iptali talebiyle
açılan davayı red eden Danıştay 10. Dairesi kararının temyizen incelenerek bozulması talep
edilmektedir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 32 inci maddesinde, sigortalıya, iş kazalarıyla meslek
hastalıkları sigortası kapsamı dışında kalan hastalıklarda sağlanan yardımlar düzenlenmiş, işlem
tarihinde yürürlükte bulunan (B) fıkrasında, protez araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması,
onarılması ve yenilenmesi bu yardımlar arasında sayılmıştır.
Aynı Kanunun 34 üncü maddesinde ise, hastalık hallerinde yapılacak sağlık yardımlarının sigortalının
iyileşmesine kadar süreceği, kurumun, sigortalının iyileşmesine yarıyacak, yahut iş göremezliğini az
çok gidermesi için gerekli görülecek protez araç ve gereçlerini, süreye bağlı olmaksızın sağlamak,
onarmak ve tesbit edilen süre ve şartlarla yenilemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
Kanunun bu hükümlerinden hastalık sigortası kolundan protez araç ve gereçlerinin sağlanması,
takılması, onarılması ile ilgili sağlık yardımlarının kurumca karşılanacağı, yapılan bu yardımların
sigortalının iyileşmesine kadar sürdürüleceği anlaşılmaktadır.
Dava konusu 16.6.1994 tarih ve 2202 sayılı davalı idare Yönetim Kurulu Kararıyla, elektronik kol
protezlerinin maliyetinin yüksek olmasından dolayı işkazası halinde bu sigorta kolunun mesleki risk
sigortası olması ve çalışma risklerini karşılaması sebebiyle bu sigorta kolundan temin edilmesi,
hastalık sigortası kolundan üst ekstremite amputasyonu arızası olanlara ise maliyeti daha düşük olan
mekanik kol protezi verilmesi, kullanım sürelerinin on yıl olarak belirlenmesi kararlaştırılmış olup,
alınan bu karar 3-74 Ek sayılı Genelge ile davalı idareye bağlı birimlere duyurulmuştur. Ayrıca, davalı
idare Yönetim Kurulunun dava konusu edilmeyen 16.5.1996 tarih ve 1657 sayılı kararı ile de; hastalık
sigortası kolundan daha önce kurumlarınca temin edilen ve sigortalının kendi kusurları olmaksızın
arızalanan Elektronik Kol Protezlerinin tesbit edilen on yıllık kullanma süreleri içinde arızalanmaları
halinde onarımlarının sigortalı tarafından % 25 katkı payının ödenmesi şartıyla kurumlarınca
yapılması kararlaştırılmıştır.
Dava dosyasında mevcut belgelerden davacının yüksek gerilim tellerinin alçaktan geçmesi sebebiyle
yaralanarak iki kolunun dirsekten itibaren kesildiği, sigortalı olarak çalıştığından hastalık sigortası
kolundan 1987 yılında her iki önkol için protez kol takıldığı, SSK ? Hastanesi Sağlık Kurulunca
düzenlenen 20.1.1993 tarihli raporda, davacıya 5 yıl önce temin edilen mevcut protezin kullanılamaz
durumda olduğundan, elektronik tipte kol protezi kullanılması lüzum göstermesi üzerine elektronik
protezin temin edildiği, bu defa SSK ? Hastanesinin Sağlık kurulunca düzenlenen 20.3.1996 tarihli
raporla da, davacıya her iki önkol dirsek altı amputasyonu teşhisi sebebiyle her iki önkol için
elektronik protez dört kanallı kullanılmasına, sözkonusu cihazın işgörmezliğini az çok gidereceğine ve
mevcut elektronik protezin eskimesinden davacının kusurunun olmadığına karar verilmesi üzerine,
davacının idareye başvurarak mağduriyetinin giderilmesini istediği, bu isteğin, 16.5.1996 tarihli
Yönetim Kurulu Kararı uyarınca davacının kendi kusuru olmaksızın elektronik kol protezinin
arızalandığı, % 25 katkı payının ödenmesi şartı ile tamir edileceğinden bahisle reddedildiği
anlaşılmaktadır.
Bu durumda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda hastalık sigortası kolundan sağlanan yardımlar
arasında protez araç ve gerekçelerinin sağlanmasına, takılmasına ve onarılmasına yer verildiğinden,
ayrıca, bu konuda kanunda gerek süre yönünden bir sınırlama ve gerekse de sigortalıdan katkı payı
alınacağına ilişkin bir mecburiyet bulunmadığından ve davalı idarenin ? hastanesince 20.1.1993
tarihinde verilen raporla da, davacının elektronik tipte kol protezi kullanması gerektiğinin
belirtildiğinden kuruma maliyetinin yüksek olduğundan bahisle elektronik kol protezinin sadece iş
kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası kapsamında olanlara sağlanmasına ilişkin davalı idare
Yönetim Kurulunun 16.6.1994 tarih ve 2202 sayılı kararı ve bu kararın duyurulması yolundaki
28.6.1994 tarihli 3-73 Ek ve 3-74 Ek sayılı Genelgeleri 506 sayılı Kanunun 32 inci maddesine aykırı
bulunmaktadır.
Açıklanan sebeplerle 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 32 inci ve 34 üncü maddeleri hükümlerine
aykırı bulunan dava konusu Yönetim Kurulu kararı ile buna dayalı genelgeleri iptal eden Danıştay 10
uncu Dairesi kararı yerinde bulunduğundan hukuki mesnedi bulunmayan temyiz talebinin reddi ile
Danıştay 10 uncu Dairesi kararının tasdiki gerekeceği düşünülmüştür.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunca gereği görüşüldü:
Dava, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu'nun 16.6.1994 günlü, X/2202 sayılı kararı ile
28.6.1994 günlü, 3-73 Ek ve 3-74 Ek sayılı Genelgelerinin iptali istemiyle açılmıştır.
Danıştay Onuncu Dairesi 24.10.2000 günlü, E:1997/6400, K:2000/5362 sayılı kararıyla; 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 32.maddesinde, sigortalıya, iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası
kapsamı dışında kalan hastalıklarda sağlanan yardımların düzenlendiği, işlem tarihinde yürürlükte
bulunan (B) fıkrasında, protez araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması, onarılması ve
yenilenmesinin bu yardımlar arasında sayıldığı, anılan Yasanın 34. maddesinde ise, hastalık hallerinde
yapılacak sağlık yardımlarının sigortalının iyileşmesine kadar süreceği, kurumun, sigortalının
iyileşmesine yarayacak, yahut iş göremezliğini az çok gidermesi için gerekli görülecek protez araç ve
gereçlerini, süreye bağlı olmaksızın sağlamak, onarmak ve tesbit edilen süre ve şartlarla yenilemekle
yükümlü olduğunun hükme bağlandığı, aktarılan bu düzenlemeden, hastalık sigortası kolundan protez
araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması, onarılması ile ilgili sağlık yardımlarının kurumca
karşılanacağı, yapılan bu yardımların sigortalının iyileşmesine kadar sürdürüleceğinin anlaşıldığı,
dava konusu 16.6.1994 günlü, X/2202 sayılı davalı idare Yönetim Kurulu Kararıyla, elektronik kol
protezlerinin maliyetinin yüksek olmasından ötürü, işkazası halinde bu sigorta kolunun mesleki risk
sigortası olması ve çalışma risklerini karşılaması nedeniyle bu sigorta kolundan temin edilmesi,
hastalık sigortası kolundan üst ekstremite amputasyonu arızası olanlara ise maliyeti daha düşük olan
mekanik kol protezi verilmesi, kullanım sürelerinin on yıl olarak belirlenmesinin kararlaştırıldığı,
alınan bu kararın 3-74 Ek sayılı Genelge ile davalı idareye bağlı birimlere duyurulduğu, ayrıca, davalı
idare Yönetim Kurulunun dava konusu edilmeyen 16.5.1996 tarih ve X/1657 sayılı kararı ile de;
hastalık sigortası kolundan daha önce kurumlarınca temin edilen ve sigortalının kendi kusurları
olmaksızın arızalanan Elektronik Kol Protezlerinin tesbit edilen on yıllık kullanma süreleri içinde
arızalanmaları halinde onarımlarının sigortalı tarafından % 25 katkı payının ödenmesi koşuluyla
kurumlarınca yapılmasının kararlaştırıldığı, dava dosyasının incelenmesinden, davacının yüksek
gerilim tellerinin alçaktan geçmesi nedeniyle yaralanarak iki kolunun dirsekten itibaren kesildiğinin,
sigortalı olarak çalıştığından hastalık sigortası kolundan 1987 yılında her iki önkol için protez kol
takıldığının, SSK ? Hastanesi Sağlık Kurulunca düzenlenen 20.1.1993 tarihli raporda, davacıya 5 yıl
önce temin edilen mevcut protezin kullanılamaz durumda olduğundan, elektronik tipte kol protezi
kullanılması lüzum göstermesi üzerine elektronik protezin temin edildiğinin, bu defa SSK ?
Hastanesin'in Sağlık Kurulunca düzenlenen 20.3.1996 tarihli raporla da, davacıya her iki önkol dirsek
altı amputasyonu teşhisi nedeniyle her iki önkol için elektronik protez 4 (dört) kanallı kullanılmasına,
sözkonusu cihazın işgörmezliğini az çok gidereceğine ve mevcut elektronik protezin eskimesinden
davacının kusurunun olmadığına karar verilmesi üzerine, davacının idareye başvurarak
mağduriyetinin giderilmesini istediğinin, bu isteğin, 16.5.1996 tarihli Yönetim Kurulu Kararı uyarınca
davacının kendi kusuru olmaksızın elektronik kol protezinin arızalandığı, % 25 katkı payının ödenmesi
koşuluyla onarılacağı gerekçesiyle reddedildiğinin anlaşıldığı, bu durumda, 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununda hastalık sigortası kolundan sağlanan yardımlar arasında protez araç ve gereçlerinin
sağlanmasına, takılmasına ve onarılmasına yer verildiğinden, ayrıca, bu konuda Yasada gerek süre
yönünden bir sınırlama ve gerekse de sigortalıdan katkı payı alınacağına ilişkin bir zorunluluk
öngörülmediğinden, diğer taraftan, davalı idarenin ? Hastanesince 20.1.1993 tarihinde düzenlenen
raporla da, davacının elektronik tipte kol protezi kullanması gerektiğinin belirtilmesi karşısında,
kuruma maliyetinin yüksek olduğundan bahisle elektronik kol protezinin sadece iş kazalarıyla meslek
hastalıkları sigortası kapsamında olanlara sağlanmasına ilişkin davalı idare Yönetim Kurulunun
16.6.1994 günlü, X/2202 sayılı kararında ve bu kararın duyurulması yolundaki 28.6.1994 günlü, 3-73
Ek ve 3-74 Genelgelerinde sözü edilen Yasanın 32.maddesine uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava
konusu Yönetim Kurulu Kararının ve buna dayalı Genelgelerin iptaline, yargılama giderlerinin davalı
idareden alınarak davacıya verilmesine karar vermiştir.
Davalı idare 24.10.2000 günlü, E:1997/6400, K:2000/5362 sayılı kararı temyiz etmekte ve dava
konusu edilen Yönetim Kurulu Kararında ve Genelgelerde mevzuata aykırılık bulunmadığını,
kendilerine yargı harcı yükletilemeyeceğini ileri sürerek bozulmasını istemektedir.
Danıştay Onuncu Dairesince verilen 24.10.2000 günlü, E:1997/6400, K:2000/5362 sayılı karar ve
dayandığı gerekçe uyuşmazlığın esası yönünden hukuk ve usule uygun olup, bozulmasını gerektirecek
bir neden bulunmamaktadır.
Buna karşılık, 4972 sayılı Yasanın 26.7.1983 günlü, 2868 sayılı yasayla değişik 24. maddesinin (C)
fıkrasında, Sosyal Sigortalar Kurumunca açılan ve Kurumun taraf olduğu davalar ve icra
kovuşturmaları ile ilanlarının her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olduğu hükme bağlanmış olup,
buna göre Kurumun taraf olduğu davalarda her ne suretle olursa olsun harç ödemekle yükümlü
tutulmasına yasal olanak bulunmamaktadır.
Bu durum nedeniyle, adı geçen kuruma karşı açılan ve kurum aleyhine sonuçlanan davada, önceden
alınan başvurma ve ilam harcının davada haklı çıkması nedeniyle davacı tarafa iadesi gerekirken,
yargılama gideri olarak davalı kuruma yükletilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Nitekim, bu konuda Danıştay Dava Dairelerinin kararları ile Danıştay İdari Dava Daireleri Genel
Kurulunun kararları arasında ortaya çıkan aykırılık, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun
25.12.1997 günlü, E:1996/1, K:1997/1 sayılı kararı ile yukarıda belirtildiği şekilde giderilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz edilen kararın, dava konusu işlemlerin iptali ile ilgili kısmında usule ve
hukuka aykırılık bulunmadığından, davalı idarenin temyiz isteminin reddiyle kararın bu kısmının
onanmasina, buna karşılık yargılama giderleri yönünden, temyiz isteminin kabulü ile Danıştay
Onuncu Dairesinin 24.10.2000 günlü, E:1997/6400, K:2000/5362 sayılı kararının bu hususa ilişkin
kısmının bozulmasina, 8.4.2004 günü oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 2001/1765 E.N , 2003/4118 K.N. - 22/10/2003
KARAR METNİ
İSTEĞE BAĞLI SİGORTALILARIN SÜRESİ İÇİNDE ÖDEMEDİKLERİ PRİM BORÇLARININ 6183
SAYILI YASAYA GÖRE TAKİP VE TAHSİLİNE OLANAK BULUNMADIĞI HK.
Davacı : ?
Davalı : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. ? - Aynı yerde
İstemin Özeti : İsteğe bağlı sigortalı olan davacı tarafından, davalı idarece 6183 sayılı Yasa
hükümlerine göre takip ve tahsil edilen prim, işsizlik sigortası primi, idari para cezası, tasarrufu teşvik
kesintisi, gecikme zammı ve faiz borcu bulunan işverenler ile 506 sayılı Yasanın Ek 24. maddesine göre
sosyal yardım zammı borcu bulunan kuruluşların, topluluk sigortasına devam edenlerin 2001 Nisan
ayı sonuna kadar süresinde ödenmeyen borçları için dava konusu genelge ile tecil ve taksitlendirme
olanağı getirildiği, ancak genelge kapsamına isteğe bağlı sigortalıların dahil edilmediği, genelgenin
işverenlerin ekonomik ve mali sıkıntıları nedeniyle çıkarıldığı, oysa ülkemizin içinde bulunduğu
ekonomik koşulların isteğe bağlı sigortalıları da olumsuz yönde etkilediği, bu itibarla eşitliğe ve
hakkaniyete aykırı olan genelgenin eksik düzenleme olduğu ileri sürülerek dava konusu 30.4.2001
tarih ve 16-244 Ek sayılı genelgenin iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Dava konusu genelgenin kapsamına, 506 sayılı Yasanın 80. ve 6183 sayılı Yasanın
48. maddesi uyarınca, idarelerince 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre takip ve tahsil olunan prim,
işsizlik sigortası primi, idari para cezası, tasarrufu teşvik kesintisi, gecikme zammı, faiz borcu bulunan
işverenler ile 506 sayılı Yasanın Ek 24. maddesine göre sosyal yardım zammı borcu bulunan kuruluşlar
ve topluluk sigortasına devam edenlerin borçlarının dahil edildiği, isteğe bağlı sigortalılık primlerinin
süresi içinde ödenmemesi halinde bu primlere gecikme zammı uygulanmakla birlikte, ödenmeyen
primler için 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre takip ve tahsil yoluna gidilemediği, çünkü zorunlu
sigortadan farklı olarak istek üzerine ilgililer bu sigorta kapsamına yani isteğe bağlı sigorta kapsamına
girdikleri ve istedikleri takdirde bu sigorta kapsamından çıkabilecekleri ileri sürülerek davanın reddi
gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Erkan Yılmaz
Düşüncesi :. Dava, isteğe bağlı sigortalı olan davacı tarafından, davalı idarece 6183 sayılı Yasa
hükümlerine göre takip ve tahsil edilen prim, işsizlik sigortası primi, idari para cezası, tasarrufu teşvik
kesintisi, gecikme zammı ve faiz borcu bulunan işverenler ile 506 sayılı Yasanın Ek 24. maddesine göre
sosyal yardım zammı borcu bulunan kuruluşların, topluluk sigortasına devam edenlerin 2001 Nisan
ayı sonuna kadar süresinde ödenmeyen borçları için dava konusu genelge ile tecil ve taksitlendirme
olanağı getirildiği, ancak genelge kapsamına isteğe bağlı sigortalıların dahil edilmediği, genelgenin
işverenlerin ekonomik ve mali sıkıntıları nedeniyle çıkarıldığı, oysa ülkemizin içinde bulunduğu
ekonomik koşulların isteğe bağlı sigortalıları da olumsuz yönde etkilediği, bu itibarla eşitliğe ve
hakkaniyete aykırı olan genelgenin eksik düzenleme olduğu ileri sürülerek dava konusu 30.4.2001
tarih ve 16-244 Ek sayılı genelgenin iptali istemiyle açılmıştır.
1982 Anayasasının "Sosyal güvenlik hakkı" başlıklı 60. maddesinde, herkesin sosyal güvenlik hakkına
sahip olduğu, devletin bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alması ve bu doğrultuda gerekli
teşkilatı kurması hükme bağlanmıştır.
506 sayılı Yasanın 85. maddesiyle isteğe bağlı sigortaya olanak sağlanmasının amacı, zorunlu sigortaya
tabi olarak çalışmayanları sosyal güvenlik haklarından yoksun bırakmamaktadır. Zorunlu olarak
sigortalı olanlar sosyal güvenlik şemsiyesi altındadırlar ve aynı şekilde herhangi bir sosyal güvenlik
kuruluşundan aylık alanlar da sosyal güvenlik şemsiyesi altında yer almaktadırlar.
İsteğe bağlı sigortalılar ise, primlerini ödemek şartıyla uzun süreli sosyal sigorta kollarından olan
malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarından yararlanmak suretiyle sosyal güvenlik şemsiyesi altına
girmek isteyen, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olmayan kişilerden oluşmaktadır.
Dava konusu genelge ile bazı işverenlerin içinde bulundukları ekonomik ve mail sıkıntılar nedeniyle
kurum alacaklarının tahsil edilmesinde karşılaşılan güçlükler gerekçe gösterilerek davalı idarenin 6183
sayılı Yasa uyarınca takip ve tahsil ettiği alacaklar için anılan yasanın 48. maddesine göre tecil ve
taksitlendirme olanağı getirilmiştir.
Ekonomik yönden güçlü olan işverenlerin içinde bulundukları mali sıkıntılar dikkate alınarak prim
borçlarının ödenmesinde dava konusu genelge ile getirilen kolaylığın (% 3 tecil faizi, 18 ay taksit)
herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olarak çalışmayan ve bu kuruluşlardan aylık almayan
isteğe bağlı sigortalıların dava konusu genelge ile kabul edilen olumsuzluklardan evleviyetle
etkilendiğinin kabul edilmesi gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti, 1982 Anayasanın 2. maddesine göre, bir "sosyal devlet" tir. Sosyal devlet ise,
vatandaşlarının sosyal durumlarıyla, refahlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşama düzeyi sağlamayı
ödev bilen devlet olarak tanımlanmaktadır.
Sosyal devlet olmanın ve Anayasanın yukarıda aktarılan 60. maddesinin bir gereği olarak isteğe bağlı
sigortalıların süresi içinde ödeyemedikleri prim borçlarının da genelgede öngörülen kolaylıklardan
yararlandırılması, dolayısıyla genelge kapsamına dahil edilmeleri bir zorunluluktur.
Davalı idarenin, isteğe bağlı sigortalıların süresinde ödenmeyen prim borçlarının 6183 sayılı Yasa
hükümlerine göre takip ve tahsil olanağı bulunmadığı nedeniyle genelge kapsamına dahil edilmediği
yönündeki savunmasının yukarıda yapılan açıklamalar karşısında kabul edilebilir bir yönü
bulunmamaktadır.
Kaldı ki 506 sayılı Yasada, isteğe bağlı sigortalıların süresinde ödenmeyen prim borçlarının tecil ve
taksitlendirilmesini açıkca yasaklayan bir hüküm de yoktur.
Açıklanan nedenlerle, hukuka aykırı bulunan dava konusu genelgenin iptal edilmesi gerektiği
düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür
Düşüncesi : Dava, işverenlere ve topluluk sigortasına tabi olanlara ödeme kolaylığı sağlamak için
çıkarılan 30.4.2001 günlü ve 16-244 sayılı Genelgenin isteğe bağlı sigortalıları kapsama almamasının
hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Davalı idare savunmasında,dava konusu genelge ile bazı işverenlerin içinde bulundukları ekonomik ve
mali sıkıntılar nedeniyle kurum alacaklarının tahsil edilmesinde güçlüklerle karşılaşıldığı için Kurum
alacaklarının tahsilini sağlamak amacıyla işverenlere ödeme kolaylığı getirilmesinin uygun görüldüğü
belirtildiğinden,genelgenin ekonomik ve mali sıkıntılar dikkate alınarak hazırlandığı açıktır.
Ekonomik ve mali sıkıntıya maruz kalan tüm sigortalılar için aynı ödeme kolaylıklarının getirilmesi
Hukuk Devleti ilkesinin bir gereğidir.Bu itibarla, işverenler ve topluluk sigortasına tabi olanların
ekonomik ve mali sıkıntıları bulunduğu halde isteğe bağlı sigortalıların ekonomik ve mali sıkıntılarının
bulunmadığı düşünülemeyeceğine ve bu tür bir varsayımın hiçbir objektif temeli bulunmadığına
göre,isteğe bağlı sigortalıların sözü edilen ödeme kolaylıklarından yararlandırılmamasının adil
olmadığı kuşkusuzdur.
Öte yandan,506 sayılı Yasanın "İsteğe Bağlı Sigorta" başlıklı 9.Bölümünde yer alan 85. maddesinde
isteğe bağlı sigortanın usul ve esaslarına yer verildiğine ve aynı bölümde yer alan "Topluluk Sigortası"
başlıklı 86.maddede topluluk sigortasına ilişkin düzenlemeler mevcut olduğuna göre,topluluk
sigortasının isteğe bağlı sigorta türlerinden biri olduğu açıktır.
Bu duruma göre,isteğe bağlı bir sigorta türü olan topluluk sigortasına tabi olanların ekonomik ve mali
sıkıntı içinde oldukları kabul edilerek ödeme kolaylığından yararlandırılmalarını öngören dava konusu
genelgenin topluluk sigortasına tabi olmayan isteğe bağlı sigortalıları bu kolaylıktan yararlandırmama
sonucunu doğuran eksik düzenlemesinde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Diğer taraftan, 506 sayılı Yasanın 85. maddesinin amir hükmüne göre,ait olduğu ayı takip eden ayın
sonuna kadar ödenmeyen primler için bu tarihten başlayarak 80. madde hükmüne göre gecikme
zammı ödemek zorunda olan isteğe bağlı sigortalıların dava konusu genelge kapsamına alınmaları
halinde gecikme zammı oranına göre daha düşük olan tecil faizi ödeyerek ve 18 ay taksitlendirme
olanağından yararlanarak ödeme kolaylığına kavuşacakları kuşkusuzdur.
506 sayılı Yasanın "Primler" başlıklı 8. Bölümünde yer alan 80. maddesinde Kurumun süresi içinde
ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde 6183 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanacağı
belirtilmek suretiyle söz konusu prim ve alacakların kaynaklandığı sigorta türü veya borçluları
yönünden herhangi bir ayrım yapılmadığından,isteğe bağlı sigorta primlerinin 6183 sayılı Yasaya göre
takip ve tahsilinin mümkün olmadığı ve bu yüzden isteğe bağlı sigortalıların prim borçlarının tecil ve
taksitlendirilemeyeceğine ilişkin olarak davalı idarece ileri sürülen iddialar geçerli görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle hukuka aykırı bulunan dava konusu genelgenin iptali gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü :
Dava, isteğe bağlı sigortalı olan davacı tarafından, davalı idarece 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre
takip ve tahsil edilen prim, işsizlik sigortası primi, idari para cezası, tasarrufu teşvik kesintisi, gecikme
zammı ve faiz borcu bulunan işverenler ile 506 sayılı Yasanın Ek 24. maddesine göre sosyal yardım
zammı borcu bulunan kuruluşların, topluluk sigortasına devam edenlerin 2001 Nisan ayı sonuna
kadar süresinde ödenmeyen borçları için tecil ve taksitlendirme olanağı getiren, ancak isteğe bağlı
sigortalıları kapsamayan bu itibarla eksik düzenlendiği ileri sürülen 30.4.2001 tarih ve 16-244 Ek sayılı
genelgenin iptali istemiyle açılmıştır.
506 sayılı Kanunun 2/1. maddesinde, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından
çalıştırılanların bu kanuna göre sigortalı sayılacakları kabul edilmiş, 6/1. maddesinde de, çalıştırılanlar
işe alınmalarıyla kendiliğinden "sigortalı" olurlar hükmüne yer verilmiştir.
Anılan Kanun'un 3917 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik 80/1. maddesinde, işverenin bir ay içinde
çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu kanun gereğince
hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara
ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar kuruma ödemek zorunda olduğu, aynı maddenin 4.
fıkrasında ise, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacakların tahsilinde 6183 sayılı Yasa
hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, 8. fıkrasında ise prim ve diğer alacakların ödenmemiş kısmı
için gecikme zammı tahsil edileceği hükme bağlanmıştır
Bu hükümlerle düzenlenen sigortalılığın bir zorunluluk olduğu, zorunlu sigorta kapsamında olan
sigortalılara ilişkin olarak işverenlerin prim ödeme konusunda zorunlu olduğu, anılan madde
hükümlerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
506 sayılı Kanunun "isteğe bağlı sigorta" başlıklı ve 3995 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 85.
maddesinde, malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına isteğe bağlı olarak devam edilebilmesi için,
ilgililerin kuruma başvurmasının maddede sayılan koşullardan biri olduğu, aynı maddenin 4447 sayılı
Kanunun 12. maddesiyle değişik B fıkrasının b bendinde ise, isteğe bağlı sigorta primlerinin ait olduğu
ayı takip eden ayın sonuna kadar davalı idareye ödenmesi gerektiği belirtilmiş, bu bendin son
paragrafına göre, ait olduğu ayı takip eden ayın sonuna kadar ödenmeyen primler için bu tarihten
başlanarak 80 inci madde hükmü uyarınca gecikme zammı alınacağı kurala bağlanmıştır.
İsteğe bağlı sigortalıların herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olarak çalışmadıkları ve bu
yerlerden kendi çalışmalarından dolayı aylık almadıkları dikkate alındığında, bu sigortalıların mecburi
sigortalıların tabi olduğu hukuki statüden farklı bir statü içinde bulundukları görülmekte olup, bu
statü farklılığının bir gereği olarak isteğe bağlı sigortalıların süresi içinde ödemedikleri primler için
sadece 80. maddenin gecikme zammına ilişkin hükmüne atıfta bulunulduğu, süresinde ödenmeyen
isteğe bağlı sigorta prim borcunun 6183 sayılı Yasa hükümlerine göre takip ve tahsiline ilişkin bir
düzenleme getirilmediği belirlenmektedir.
Bu düzenlemeler göz önüne alındığında davalı idarece 506 sayılı Yasanın 80. maddesi uyarınca, 6183
sayılı Yasaya göre takip ve tahsil ettiği alacaklar için dava konusu genelge, 6183 sayılı Yasanın 48.
maddesine göre tecil ve taksitlendirme yoluna gittiği anlaşıldığından, 6183 sayılı Yasaya göre takip ve
tahsil etmediği isteğe bağlı sigorta borçlarının genelge kapsamına alınmamasına ilişkin takdirini
kullanmasında hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Öte yandan, topluluk sigortasına giren bazı meslek mensuplarının, topluluk sigortası primlerini süresi
içinde ödememeleri halinde, sözleşmeye dayalı olarak idarece 6183 sayılı Yasa uyarınca prim borcunun
takip ve tahsili yoluna gidilmesi karşısında topluluk sigortasına devam edenlerin dava konusu genelge
kapsamına alınmasında genelgede belirlenen kritere aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle davanın reddine, yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
200.000.000.- TL. Avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine artan posta
ücretinin istemi halinde davacıya iadesine 22.10.2003 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 2001/3023 E.N , 2003/701 K.N. - 25/02/2003
KARAR METNİ
SOSYAL SİGORTALAR KURUMU HASTANESİNDE, HASTANE DERNEĞİ TARAFINDAN
ÇALIŞTIRILAN DAVACININ, HİZMET SIRASINDA HASTANE ASANSÖRÜNDE GEÇİRDİĞİ KAZA
SONUCU YARALANMASI NEDENİYLE UĞRADIĞINI ÖNE SÜRDÜĞÜ ZARARIN TAZMİNİ
İSTEMİYLE AÇTIĞI DAVANIN ADLİ YARGI YERİNDE GÖRÜLMESİ GEREKTİĞİ HK.
Temyiz Eden (Davalı) : Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı
Vekili : Av. ?
Karşı Taraf (Davacı) : ?
Vekili : Av. ?
İstemin Özeti : Sosyal Sigortalar Kurumu ? Doğum Hastanesinde çalışan davacının, hastane
asansöründe geçirdiği kaza nedeniyle uğradığını öne sürdüğü zararın tazmini istemiyle açtığı dava
sonucunda, istemin kabulüne karar veren İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin 23.5.2001 tarih ve
E:1998/238, K:2001/484 sayılı kararının temyizen incelenip, bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
D.Tetkik Hakimi : Hüseyin Özgün
Düşüncesi : Dosyanın incelenmesinden davacının hizmet akti ile bağlı işçi olarak çalışmaktayken
kazada yaralandığı anlaşıldığından açılan davanın adli yargı yerinde görülmesi gerekmektedir.
Bu nedenle davanın görev yönünden reddi gerekirken, esasına girilerek verilen temyize konu kararın
bozulması gerekmektedir.
Danıştay Savcısı : Mehmet Karaoğlu
Düşüncesi : Sosyal Sigortalar Kurumu ? Doğum Hastanesinde hastane derneğinde işçi olarak görev
yapan davacının hastane asansöründe geçirmiş olduğu kaza nedeniyle uğradığı zararın tazmini
istemiyle açılan davanın kabulü ve 2 milyar TL maddi, 5 milyar TL manevi tazminatın davalı idarece
ödenmesine ilişkin olarak verilen idare mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması
istenilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, dava konusu olayda davalı idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı
gibi olayda kusursuz sorumluluğu gerektirecek şartların da bulunmadığı; zararı doğuran olayın idarece
bakıma alınan asansöre, uyarı levhasını dikkate almadan binen davacının hareket halindeki
asansörden çıkmaya çalışması nedeniyle meydana geldiği, bu olayın davacının kusur ve
dikkatsizliğinin etkisiyle oluştuğu anlaşılmaktadır.
Bu nedenle davalı idarenin tazminat ödemesini gerektirecek bir neden bulunmadığından, davacının
tazminat isteminin kabulü yolundaki mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
Dava, Sosyal Sigortalar Kurumu ? Doğum Hastanesinde Hastane Derneği tarafından çalıştırılan
davacının, hastane asansöründe geçirdiği kaza sonucu yaralanması nedeniyle uğradığını öne sürdüğü
maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
İstanbul 5. İdare Mahkemesince, hizmetin kötü işlediği öne sürülerek açılan davada davacının
statüsünün önem taşımadığı, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde idari yargının görevli olduğu
belirtilerek görevlilik kararı verildikten sonra, esasa girilerek tazminat isteminin kabulüne karar
verilmiştir.
Davalı idare, usul ve hukuka aykırı olduğu iddiasıyla anılan mahkeme kararının temyizen incelenip,
bozulmasını istemektedir.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 2. maddesinde bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç
işveren tarafından çalıştırılanların bu kanuna göre sigortalı sayılacağı; 5. maddesinde, bu Kanunun
uygulanmasında, 2. maddede belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yerlerin "işyeri" olduğu; 11.
maddesinde, sigortalının işyerinde bulunduğu sırada veya işveren tarafından yürütülmekte olan iş
dolayısıyla sigortalıyı hemen veya sonradan bedence ve ruhça arızaya uğratan olayın "iş kazası"
sayılacağı, 134. maddesinde bu Kanun'un uygulanmasından doğan uyuşmazlıkların, yetkili iş
mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği hükme bağlanmıştır.
1475 sayılı İş Kanunu'nun 1. maddesinde de bir hizmet akdine dayanarak herhangi bir işte ücret
karşılığı çalışan kişiye işçi, işçi çalıştıran tüzel veya gerçek kişiye işveren, işin yapıldığı yere işyeri
denileceği kuralına yer verilirken, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinde ise, İş
Kanunu'na göre işçi sayılan kimselerle işveren arasında iş akdinden veya İş Kanunu'na dayanan her
türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen
yerlerde iş mahkemeleri kurulacağı belirtilmiştir.
Bu durum karşısında, yukarıda yer verilen yasal düzenleme ve davacının hukuki durumuna göre,
davalı idare işyerinde hizmet akti ile çalıştırılan davacının, hizmet sırasında yaralanması nedeniyle
uğradığını öne sürdüğü zararın tazmini istemiyle açtığı davanın adli yargı yerinde görülüp,
çözümlenmesi gerektiğinden esasa girilerek verilen temyize konu mahkeme kararında hukuka uyarlık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesi uyarınca davalı
idarenin temyiz isteminin kabulüne, İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nin 23.5.2001 tarih ve E:1998/238,
K:2001/484 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan
mahkemeye gönderilmesine 25.2.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1995/478 E.N , 1997/949 K.N. - 26/03/1997
KARAR METNİ
İŞ KANUNUNA GÖRE KESİLEN İDARİ PARA CEZASINA KARŞI SULH CEZA MAHKEMESİNCE
YAPILAN İTİRAZ KESİNLEŞMEDEN PARA CEZASININ TAHSİLİ AMACIYLA 6183 SAYILI
KANUNUNA GÖRE ÖDEME EMRİ DÜZENLENMESİNDE HUKUKA UYGUNLUK BULUNMADIĞI
HK.
Davacıdan idari para cezası tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle açılan dava
sonucunda Edirne İdare Mahkemesince davanın reddi yolunda verilen ... tarih ve 1994/610 sayılı
kararın temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. Dava, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Edirne Bölge Müdürlüğünce 1475 sayılı İş Kanunu'nun 25.maddesine aykırı davranıldığından bahisle
davacı adına kesilen idari para cezasının tahsili amacıyla düzenlenen ödeme emrinin iptali istemiyle
açılmıştır.
Edirne İdare Mahkemesi; 1475 sayılı Yasaya göre kesilen para cezasının 19.10.1993 tarihinde davacıya
duyurulduğunun, ödeme için 7 gün süre tanındığının, bu sürede ödeme yapılmadığının anlaşıldığı,
kamu alacağının bu kez ödeme emriyle istenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davayı
reddetmiştir.
Davacı; ortada kesinleşmiş bir kamu alacağı bulunmadığından ödeme emri düzenlenemeyeceği
iddiasıyla anılan kararın temyizen incelenip bozulmasını istemektedir.
Davacıya idari para cezası 1475 sayılı İş Kanunu'na aykırı davranıldığından bahisle kesilmiştir. 1475
sayılı Kanunun 108.maddesinde idari para cezalarına karşı Sulh Ceza Mahkemesinde itiraz
edilebileceği ve idari para cezalarının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği
belirtilmektedir.
6183 sayılı Kanunun 55.maddesinde ise kamu alacağını vadesinde ödemeyenler için ödeme emri
düzenlenebileceği hükme bağlanmıştır.
Dava konusu uyuşmazlıkta davacı adına kesilen idari para cezasına karşı Sulh Ceza Mahkemesine
itirazda bulunulduğu, itirazın görev yönünden reddedildiği ve bu kararın Yargıtay nezdinde temyiz
edildiği dosyanın incelenmesinden anlaşılmıştır.
Bu itibarla idari para cezasına yapılan itiraz sonuçlanmadan para cezasının kesinleştiğinden ve
vadesinde ödenmediğinden söz edilemeyeceği için ödeme emri düzenlenmesinde hukuka uygunluk
bulunmamakta olup; davayı reddeden temyize konu kararda hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; davacı temyiz isteminin kabulüyle, Edirne İdare Mahkemesinin ... tarih ve
1994/610 sayılı kararının bozulmasına, karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 3. Daire 1993/786 E.N , 1993/3626 K.N. - 09/12/1993
KARAR METNİ
SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNDAN ALINAN EMEKLİ MAAŞINA VERGİ BORCU NEDENİYLE
HACİZ KONULAMAYACAĞI HK.
A.Ş.nin ödenmeyen vergi borçları nedeniyle ortağı ve yöneticisi bulunan davacının, haczi kabil menkul
ve gayrimenkul malları olmadığından Sosyal Sigortalar Kurumundan aldığı emekli maaşının 1/4 ünün
haczine ilişkin işleme karşı açılan davayı; 28.7.1953 tarihinde yürürlüğe giren 6183 sayılı Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun
28.11.1980 de yürürlüğe giren 2347 sayılı Kanun ile değişik 71.maddesinde, Akylıklar, ödenekler, her
çeşit ücretler, intifa hakları ve hasılatı, ilama bağlı olmayan nafakalar, emeklilik aylıkları, sigorta ve
emeklilik sandıkları tarafından bağlanan gelirlerin kısmen haczolunabileceğinin, ancak, haczolunacak
miktarın bunların üçte birinden çok, dörtte birinden az olamayacağının belirtildiği, maddenin
değişmeden önceki şeklinde de sigorta ve emeklilik sandıklarından bağlanan gelirlerin belirli ölçülerde
haczolunabileceğine ilişkin hükmün yer aldığı, 17.7.1964 gün ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu
Kanununun 121. maddesinde ise, bu kanun gereğince bağlanacak gelir veya aylıkların ve bağlanacak
yardımların, nafaka borçları dışında, haciz veya başkasına devir ve temlik edilemeyeceği hükmünün
yer aldığı, genel kanun olan 6183 sayılı Kanundan daha sonra yürürlüğe giren özel kanun olan 506
sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununda, sigorta emeklilerinin emekli maaşlarına haciz
konulamayacağı öngörüldüğünden, davacının emekli maaşının haczine ilişkin işlemde yasal isabet
görülmediği gerekçesiyle kabul ederek haciz işlemini iptal eden
Denizli Vergi Mahkemesinin 17.11.1992 gün ve 1992/911 sayılı kararının bozulması istemidir.
Temyiz istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen iddialar sözü geçen kararın bozulmasını sağlayacak
durumda bulunmadığından temyiz isteminin reddine ve kararın onanmasına karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1997/777 E.N , 1998/4886 K.N. - 15/10/1998
KARAR METNİ
EMEKLİ SANDIĞI EMEKLİSİYKEN, TÜRK UÇAK SANAYİ A.Ş'NDE SÜRELİ HİZMET AKDİYLE VE
SOSYAL GÜVENLİK DESTEKLEME PRİMİ ÖDEMEK SURETİYLE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN
DAVACININ EMEKLİ AYLIĞININ KESİLMESİ GEREKTİĞİ; DAVACININ TAM SİGORTALI
OLARAK SOSYAL SİGORTALAR KURUMUYLA İLGİLENDİRİLEREK, BU KURUMUN SAĞLIK
YARDIMINDAN YARARLANDIRILMASINI, BURADA GEÇEN SÜRELERİN 2928 SAYILI YASA
UYARINCA DEĞERLENDİRİLMESİNİ İSTEYEBİLECEĞİ HK.
Türk Uçak Sanayi Anonim Şirketinde çalışan davacının, emekli aylığının kesilmesine ve 1.8.1995
tarihinden itibaren ödenen aylıkların adına borç çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı
davanın reddine karar veren ... İdare Mahkemesi'nin ... tarih ve 1996/1531 sayılı kararının temyizen
incelenip, bozulması istemidir.
... İdare Mahkemesince; 5434 sayılı Yasa'nın Ek 11.maddesinde, 5434 sayılı Yasaya tabi daire, kurum
ve ortaklıklar ile bunların Sosyal Sigortalar Kurumuna tabi işyerlerinde emekliliğe tabi olmayan ücretli
geçici kadrolu veya yevmiyeli hizmetlere tayin edilen emeklilerin buralarda çalıştıkları sürece
aylıklarının kesileceğinin hükme bağlandığı, aynı Yasanın 12/j maddesinde de ödenmiş sermayesinin
yarısından fazlasının sayılan daire, idare, banka ve kurumlardan birine veya birkaçına ait ortaklıklarla
bunların kendi sermayeleriyle kuracakları diğer ortaklıkların 5434 sayılı Yasaya tabi kurumlar olarak
belirlendiği, davacının çalıştığı Türk Uçak Sanayi A.Ş.'nin de sermayesinin %50'sinden fazlasının
Emekli Sandığına tabi Savunma Sanayi Müsteşarlığına ait olduğu, bu durum karşısında Emekli
Sandığına tabi bir işyerinde çalıştığı açık olan davacının bu işyerinde çalıştığı sürece aylıklarının
kesilmesinin de hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, Savunma Sanayi Müsteşarlığının 5434 sayılı Yasa'nın 12. maddesinde sayılan idare veya
kurumlardan olmadığından, Türk Uçak Sanayi A.Ş.'nin de sandığa tabi olmadığını, sandığa tabi olması
halinde kendisinin de sandıkla ilgilendirilmesi gerektiği, bu nedenle de 506 sayılı Yasa'nın 63.maddesi
uyarınca sosyal güvenlik destekleme primi kesilmek suretiyle çalıştırıldığı iddiasıyla anılan mahkeme
kararının temyizen incelenip, bozulmasını istemektedir.
5434 sayılı Yasa'nın 99.maddesinde emekli, adi malüllük, vazife mallüllüğü, dul veya yetim aylığı, son
hizmet zammı alanlardan hiçbir şarta bağlı olmaksızın emeklilik hakkı tanınan vazifelere tayin
edilenlerin, aylıklarının tamamının, bu vazifelere tayinlerini takibeden ay başından itibaren kesileceği,
aynı Yasa'nın Ek 11. maddesinde de bu Yasaya tabi daire, kurum ve ortaklıklar ile bunların Sosyal
Sigortalar Yasası'na tabi işyerlerinde emekliliğe tabi olmayan ücretli, geçici kadrolu veya yevmiyeli
hizmetlere tayin edilen emeklilerin buralarda çalıştıkları sürece emekli aylıklarının kesileceği, şu kadar
ki mahiyeti itibariyle hizmetin görülmesinin mücbir sebebe dayandığının ve özel bir ihtisası
gerektirdiğinin ilgili bakanlığın teklifi ve Maliye Bakanlığı'nın mütalaasının alınması suretiyle
Bakanlar Kurulu Kararıyla belirtilen yerlere tayin edileceklerin emekli aylığının kesilmeyeceği hükme
bağlanmıştır.
506 sayılı Yasa'nın 2. maddesinde ise; bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından
çalıştırılanların bu yasaya göre sigortalı sayılacağı belirtilirken, aynı Yasa'nın 3/II-C maddesinde
kanunla kurulu sosyal güvenlik kurumlarından malüllük veya emekli aylığı almakta iken bu yasaya tabi
sigortalı bir işte çalışanlardan sosyal güvenlik destekleme primi kesileceği, bu sürelere 2829 sayılı Yasa
hükümlerinin uygulanmayacağı, bu sürelerin sigortalılık süresinden sayılmayacağı hükme
bağlanmıştır.
Aktarılan yasal düzenlemelere göre Emekli Sandığından aylık almakta iken hiçbir şarta bağlı
olmaksızın emeklilik hakkı tanınan vazifelere tayin edilenlerin aylıklarının tamamının kesilmesi
gerekmektedir. Ancak yasal düzenlemelerde yer alan ve emekli aylığının kesilmeyeceği açıkça belirtilen
görevlere tayin edilenlerin emekli aylığı kesilmemekle birlikte, bunların buralarda sosyal güvenlik
destekleme primi ödemek suretiyle geçen sürelerinin de sigortalılık süresinden sayılması ve bu
sürelere, hizmetlerin birleştirilmesine ilişkin 2829 sayılı Yasa'nın uygulanması olanağı kalmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, davacının Sosyal Sigortalar Kurumu ve İş Kanunu kapsamında faaliyet
gösteren Türk Uçak Sanayi A.Ş.'nde süreli hizmet akdiyle çalıştığı ve bu görevinin yasal düzenlemelerle
emekli aylığı kesilmeden sürdürüleceği belirtilen görevlerden de olmadığı anlaşıldığından, 5434 sayılı
Yasa'nın 99.maddesi gereğince bu görevi süresince emekli aylığının kesilmesi gerekmektedir. Ancak bu
göreve başladığı sırada emekli aylığını almakta olduğu için sosyal güvenlik destekleme primi kesilmek
suretiyle çalıştırılan davacının da, emekli aylığının kesildiğinden bahisle tam sigortalı olarak Sosyal
Sigortalar Kurumuyla ilgilendirilerek, bu kurumun sağlık yardımından yararlandırılmasını, burada
geçen sürelerine 2829 sayılı Yasa'nın uygulanmasını istemesi mümkündür.
Bu itibarla davacının emekli aylıklarının 5434 sayılı Yasa'nın Ek 11.maddesi uyarınca kesilmesi işlemi
ve bu işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolundaki temyize konu mahkeme kararı sonuç
olarak hukuka uygun bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa'nın 49.maddesi uyarınca davacının temyiz isteminin reddine, ...
İdare Mahkemesi'nin ... tarih ve 1996/1531 sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçelerle
onanmasına karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1999/4913 E.N , 2001/2245 K.N. - 13/06/2001
KARAR METNİ
AÇILAN DAVANIN GÖREV YÖNÜNDEN REDDİ HALİNDE AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ
UYARINCA AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMOLUNMASI GEREKTİĞİ HK.
Temyiz Eden ve Karış Taraf (Davacı) : ... Ltd. Şti.
Vekili : Av. ...
Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü
Vekili : Av. ...
İstemin Özeti : Dava, davacı şirketin 1997/10-1998/9 dönemine ait SSK Prim ve gecikme zammı olmak
üzere 45.024.596.668 lira tutarındaki borcu nedeniyle konulan ihtiyati haciz kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
... İdare Mahkemesi ... tarih ve ... sayılı kararıyla davayı görev yönünden reddetmiştir. Davacı, SSK
Prim alacaklarının 6183 sayılı yasaya göre tahsil edildiğini bu nedenle uyuşmazlığın görüm ve
çözümünün idari yargı yerine ait olduğunu, davalı idare ise avukatları yönünden vekalet ücretine
hükmolunması gerektiğini ileri sürerek, anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedirler.
SSK Savunmasının Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen davacı temyiz isteminin reddi gerektiği
savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : Yakup Bal
Düşüncesi : Davacı temyiz isteminin reddi, davalı idare temyiz isteminin kabulü ile kararın vekalet
ücreti yönünden bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : Emin Celalettin Özkan
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
49.maddesinin 1.fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen
kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte
görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun
olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği düşünüldü:
Dava, davacı şirketin 1997/10-1998/9 dönemine ait SSK Prim ve gecikme zammı olmak üzere
45.024.596.668 lira tutarındaki borcu nedeniyle konulan ihtiyati haciz kararının iptali istemiyle
açılmıştır.
... İdare Mahkemesi, 506 sayılı Yasanın 134. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünün adli
yargı yerine ait olduğu gerekçesiyle davayı görev yönünden reddetmiştir.
Davacı, SSK Prim alacaklarının 6183 sayılı Yasaya göre tahsil edildiğini bu nedenle uyuşmazlığın
görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğunu, davalı idare ise avukatları yönünden vekalet
ücretine hükmolunması gerektiğini ileri sürerek, anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek
bozulmasını istemektedirler.
Temyizen incelenen kararda, davacının iddiaları yönünden bozmayı gerektiren bir husus
bulunmamaktadır.
Davalı idarenin temyiz istemine gelince; 10.5.1997 tarih ve 22985 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
Avukatlık Asgari Ücreti Tarifelerinin 8. maddesinde, Görevsizlik, Yetkisizlik nedeniyle dava
dilekçesinin reddedilmesine yahut davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına, delillerin
toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce karar verilmesi hallerinde,
tarifelerde yazılı ücretin yarısına; karar gereğinin yerine getirilmesinden sonraki aşamada tamamına
hükmolunacağı öngörülmüştür.
Dava ve temyiz dosyalarının birlikte incelenmesinden; mahkemece açılan davanın görev yönünden
reddildiği ancak davalı idare vekili lehine avukatlık ücretine hükmolunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerinin 8. maddesi uyarınca davalı idare vekili lehine
avukatlık ücretine hükmolunması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davacı temyiz isteminin reddine, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun
bulunan davalı idare temyiz isteminin kabulüne, ... İdare Mahkemesinin ... tarih ve ... sayılı kararının
Avukatlık Ücreti yönünden bozulmasına, dosyanın bozulan kısım yönünden yeniden karar verilmek
üzere anılan idare mahkemesine gönderilmesine 13.6.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu 1990/3 E.N , 1992/1 K.N. - 23/01/1992
KARAR METNİ
İŞÇİ ÜCRETLERİNDEN KESİLEREK SOSYAL SIGORTALAR KURUMUNA ÖDENMESİ GEREKEN,
İŞVEREN VE İŞÇİ SİGORTA PRİMLERİNİN, TAHAKKUK ETTİRİLDİKLERİ YILDA GİDER
YAZILACAĞI HK.
21.4.1992 GÜN VE 21206 SAYILI RG'DE YAYIMLANMIŞTIR.
İşçi Ücretlerinden Kesilerek Sosyal Sigortalar Kurumuna Ödenmesi Gereken, İşveren ve İşçi Sigorta
Primlerinin, Tahakkuk Ettirildikleri Yılda Gider Yazılacağı Hakkında Danıştay İçtihatları Birleştirme
Kurulu Kararı E.No:1990/3 K.No:1992/1
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1997/6883 E.N , 1999/685 K.N. - 02/03/1999
KARAR METNİ
LİBYADA İŞ YAPAN TÜRK İŞVERENLERİN YANINDA ÇALIŞAN TÜRK VATANDAŞI İŞÇİLERİNE
AYLIK GELİR BAĞLANMASINI GEREKTİREN UZUN VADELİ SİGORTA KOLLARINA İLİŞKİN
SİGORTA PRİMLERİNE TÜRKİYE MEVZUATINDAKİ PRİM ORANIN UYGULANMASINI
ÖNGÖREN DÜZENLEMEDE HUKUKA AYKIRILIK BULUNMADIĞI, ANCAK DAHA ÖNCE BENZER
DÜZENLEME GETİREN 16-61 EK SAYILI GENELGENİN DAHA ÖNCEKİ DEVRELER İÇİN EK
TAHAKKUK VE TAHSİL ÖNGÖREN KISMI YARGI KARARIYLA İPTAL EDİLDİĞİNDEN, YENİ
DÜZENLEMEDE 16-61 EK SAYILI GENELGEDEN ÖNCEKİ DEVRELERİ DE KAPSAR ŞEKİLDE EK
TAHAKKUK VE TAHSİL ÖNGÖRÜLMESİNDE HUKUKA UYARLIK BULUNMADIĞI HK.
Sosyal Sigortalar Kurumu Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü'nün 19.9.1997 tarih ve 26188 sayılı işlemi ile bu
işlemin dayanağı olan SSK Yönetim Kurulu'nun ... tarih ve ... sayılı kararı ile bu karara dayanılarak
çıkarılan ... tarih ve ... Ek sayılı Genelgenin; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Arap Halk
Sosyalist Cemahiriyesi arasında imzalanan sözleşmelerin kanun hükmünde olduğu ve bu sözleşmelere
göre Libya mevzuatındaki oranların esas alınması gerektiği, kaldı ki düzenleyici işlemlerin geçmişe
yürür nitelikte düzenlemeler içerdiğinden hukuki güvenlik ilkesine de aykırı olduğu öne sürülerek
iptali istenilmektedir.
Dava, Sosyal Sigortalar Kurumu Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü'nün 19.9.1997 tarih ve 26188 sayılı işlemi
ile bu işlemin dayanağı olan SSK Yönetim Kurulu'nun 21.8.1997 tarih ve VIII-3457 sayılı kararı ve bu
karara dayanılarak çıkarılan 3.9.1997 tarih ve 16-147 Ek sayılı Genelgenin iptali istemiyle açılmıştır.
Dava konusu edilen Sosyal Sigortalar Kurumu Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü'nün 19.9.1997 tarih ve
26188 sayılı işlemi, 506 sayılı Yasanın 73. ve 78.maddelerine göre hesaplanacak oranlar üzerinden
prim ödenmesinin istenilmesine ve ayrıca önceki devreye ilişkin olarak da aynı oranlar üzerinden ek
tahakkuk yapılacağına ilişkin olup, bu haliyle 506 sayılı Yasa'nın uygulanması niteliğinde olan işlemin
bu niteliği gereği 506 sayılı Yasa hükümlerine göre adli yargı yerinde dava konusu edilebileceğinden,
davanın bu işleme yönelik kısmının idari yargı yerinde incelenmesine olanak bulunmadığına karar
verilerek davanın SSK Yönetim Kurulu'nun 21.8.1997 tarih ve VIII-3457 sayılı kararı ve bu karara
dayanılarak çıkarılan 3.9.1997 tarih ve 16-147 Ek sayılı Genelgeye yönelik bölümlerinin incelenmesine
geçildi.
3148 sayılı Kanunla onaylanan ve 11.3.1985 gün, 18691 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi Arasında Sosyal Güvenlik
Sözleşmesinin 3 üncü maddesinde, akit taraflardan birinin ülkesinde iş üstlenen, diğer taraf kuruluş
veya şirketlerinde çalışan daimi işçilerin sosyal sigortaya tabi olduğu, bunların sağlık ve sosyal
hizmetlerine ilişkin primlerinin işin yapıldığı ülkenin mevzuatı gereğince ödeneceği, 4 üncü
maddesinde de taraflardan birine ait şirketin, sigorta primleri (İşçi ve işveren payları) ile maktu
yardımlarını ana ülkedeki ilgili kuruluşa transfer etmekle yükümlü oldukları kurala bağlanmış;
22.9.1985 günlü, 18876 sayılı Resmi Gazete de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Arap Halk
Sosyalist Cemahiriyesi arasında imzalanmış olan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin uygulanmasına Dair
İdari Anlaşmanın 2 nci maddesinde, akit taraflardan birine ait olup, karşı taraf topraklarında iş
üstlenen kuruluş ve şirketler nezdinde çalışan daimi işçilerin sosyal güvenliğe tabi olacakları, bunların
işin yapıldığı ülkede sigortalı olarak tescil edilecekleri, bunların sadece sağlık ve sosyal hizmetlerine
ilişkin primlerinin işin yapıldığı ülkenin mevzuatına göre ödeneceği ve bu primlere tekabül eden
hizmetlerin o ülkenin mevzuatına göre aynı ülkenin ilgili kurumunca üstlenileceği, bunların işin
yapıldığı ülkede sigorta aylıkları ve maktu yardımlarla ilgili primlerden muaf tutulacağı; İdari
Anlaşmanın 3 üncü maddesinde ise, akit taraflardan birinin vatandaşı olup, diğer akit taraf
topraklarında iş üstlenen kuruluş ve şirketlerin çalıştırdıkları daimi işçilerin sigorta aylıkları ve maktu
yardımlarına ilişkin sigorta primlerinin işçi ve işveren paylarının işverenler tarafından Ana Ülkenin
mevzuatına göre Ana ülke ilgili kurumuna transfer edileceği belirtilmiştir.
Yukarıda açıklanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesi ve İdari Anlaşma hükümleri uyarınca Libya'da çalışan
daimi Türk İşçilerinin sigorta aylıkları ve maktu yardımlarına ilişkin sigorta primlerinin Türkiye'de
uygulanan % 24,5 oranında tahakkuk ve tahsili öngörülmüşken, ilgili işverenlerce uygulanmakta olan
%24,5 oranına itiraz edilmesi üzerine Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce çıkartılan
23.9.1992 günlü, 16-56 Ek Sayılı Genelge ile Libya da çalışan Türk işçilerinin prime esas kazançları
üzerinden; % 24,5 prim oranı yerine, 1.9.1985 tarihinden itibaren % 5,1 oranında, 1.6.1991 tarihinden
itibaren de % 8,5 oranında prim alınacağı belirlenmiş, ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca
Türkiye'de uygulanan prim oranları üzerinden prim alınması gerektiğinin belirtilmesi üzerine Sosyal
Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulunun 9.4.1993 günlü, Vlll/1248 sayılı kararı
uyarınca,26.4.1993 günlü, 16-61 Ek sayılı Genelge çıkartılarak sigorta primi tahakkuk ve tahsilatında,
Türkiye'de uygulanan prim oranlarına göre belirlenmiş olan % 24,5 oranın esas alınacağı, 23.9.1992
günlü, 16-56 Ek sayılı genelgenin yürürlükten kaldırılan maddeleri uyarınca % 5,1 veya % 8,5 prim
oranı üzerinden yürürlük süresince yapılmış herhangi bir tahakkuk veya tahsilat varsa, prim oranının
ek tahakkuk ve ek tahsilat yapılmak üzere % 24,5 tamamlanacağı öngörülmüş, ancak 24.3.1994 tarih
ve 16/84 sayılı Genelge ile tekrar Libya'da geçerli prim oranları uygulamasına dönülmüştür.
Bu arada 16-61 Ek sayılı Genelge'ye dayanak olan Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü Yönetim
Kurulunun 9.4.1993 tarih ve VIII/1248 sayılı kararının dava konusu edilmesi üzerine; Dairemizin
2.5.1995 tarih ve E:1993/2472, K:1995/2351 sayılı kararıyla, Türkiyede uygulanan prim oranının
uygulanmasına ve yürürlükten kaldırılan 16-56 Ek sayılı Genelge hükümleri uyarınca % 5.1. veya % 8.5
prim oranı üzerinden yürürlük süresince yapılmış tahakkuk ve tahsilatın da ek tahakkuk ve tahsilat
yapılmak üzere %24.5'a tamamlatılmasına ilişkin düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Gerek Dairemizin belirtilen bu kararı, gerekse Sosyal Sigortalar Kurumu Teftiş Kurulu Başkanlığınca
düzenlenen ... tarih ve ... sayılı rapor ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ... tarih ve ... sayılı
talimatı dikkate alınarak Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunun dava konusu edilen 21.8.1997
ve VIII/3457 sayılı kararı alınarak, Libya'da çalıştırılan daimi Türk İşçilerinden dolayı hastalık
sigortası hariç olmak üzere diğer sigorta kollarına ilişkin sigorta primlerinin, Libya mevzuatında
öngörülen prim oranı üzerinden tahakkuk ettirilmesi uygulamasına son verilerek Türkiye'de
uygulanan %24.5 oranında tahakkuk ve tahsil edilmesi uygulamasına geçilmesini teklifle, Sosyal
Güvenlik Sözleşmesi ve İdari Anlaşmanın yürürlüğe girdiği 1.9.1985 tarihi ile değişikliğin yapıldığı
tarih arasında geçen sürede %5.1, %8.5 ve %10.5. oranı üzerinden yapılan tahakkuk ve tahsilatların ek
tahakkuk yapılarak %24.5'a tamamlatılması konusunda Genel Müdürlüğün yetkili kılınmasına karar
verilmiş, bu karara dayanılarak hazırlanan ve yine dava konusu edilen ... tarih ve ... Ek sayılı Genelge
ile de Türkiye'de uygulanan mevzuat hükümlerine göre belirlenmiş bulunan %24.5.oranında tahakkuk
ve tahsil edilmesi uygulamasına ... tarihinden itibaren geçilmesi öngörülürken bu konuda daha önce
yayımlanmış bulunan 16-51 Ek, 16-56 Ek, 16-61 Ek, 16-84 Ek sayılı Genelgeler de yürürlükten
kaldırılmıştır.
Diğer yandan 16-61 Ek sayılı Genelgeye dayanak olan Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğü
Yönetim Kurulu'nun 9.4.1993 tarih ve VIII/1248 sayılı kararının iptali istemiyle açılan davanın reddi
yolundaki Dairemizin 2.5.1995 tarih ve E:1993/2472, K:1995/2351 sayılı kararının temyizi üzerine;
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 17.10.1997 tarih ve E:1995/828, K:1997/527 sayılı
kararıyla, sözkonusu sigorta primleri ve Türkiye'de uygulanan prim oranının uygulanmasına ilişkin
düzenlemenin iptalini gerektiren haklı bir neden bulunmadığından Dairemiz kararının işlemin bu
kısmına ilişkin bölümünün onanmasına, buna karşın 23.9.1992 tarih ve 16-56 Ek sayılı Genelgenin
yürürlükten kaldırılan hükümleri uyarınca %5.1 veya %8.5 prim oranı üzerinden yürürlük süresince
yapılmış tahakkukun %24.5'a tamamlatılmasının geçmişe yönelik bir uygulama getirmiş olduğu ve
hukuki güvenlik ilkesini zedelediği gerekçesiyle Dairemiz kararının işlemin bu kısmına ilişkin
bölümünün bozulmasına karar verilmiştir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu'nun belirtilen bu kararı üzerine de, Dairemizin 2.3.1999
tarih ve E:1998/1399, K:1999/684 sayılı kararıyla, 16-61 Ek sayılı Genelgeye dayalı Yönetim Kurulu
Kararının önceki devrelere ilişkin tahakkuk ve tahsilatların %24.5'a tamamlatılacağına ilişkin kısmının
iptaline karar verilmiştir.
Yargı kararları ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi
arasındaki Sosyal Güvenlik Sözleşmesi ve bu sözleşmenin uygulanmasına ilişkin İdari Anlaşma
hükümlerine göre, Libyada iş yapan Türk İşverenlerin yanında çalışan Türk vatandaşı işçilerine aylık
gelir bağlanmasını gerektiren uzun vadeli sigorta kollarına ilişkin sigorta primlerine Türkiye'de
uygulanan prim oranının uygulanmasına ilişkin düzenlemede hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Buna karşın düzenlemenin 16-56 Ek sayılı Genelge hükümleri uyarınca %5.1 veya %8.5 prim oranı
üzerinden yürürlük süresince yapılmış tahakkuk ve tahsilatların ek tahakkuk ve tahsilat yapılmak
üzere %24.5'a tamamlanacağına ilişkin kısmının aktarılan yargı kararları da dikkate alınarak ayrıca
incelenmesi gerekmektedir.
Yukarıda da aktarıldığı gibi, yargı kararlarıyla 16-61 Ek sayılı Genelgeyle prim oranının %24.5 olarak
belirlenmesinde hukuka aykırılık bulunmadığına karar verilirken; genelgenin yürürlüğünden önceki
devreler için ek tahakkuk ve tahsilatla primlerin %24.5'a tamamlatılmasının hukuka aykırı olduğu
belirlenmiştir.
Durum böyle olunca da, 16-61 Ek sayılı Genelge'nin yürürlüğünden önceki devreler için %24.5
oranında prim tahsiline olanak olmadığı gibi, öngördüğü oran hukuka uygun bulunan bu Genelgenin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra da bu Genelgede belirlenen oran üzerinden prim tahsili yapılması
gerekmektedir. Diğer taraftan 16-61 Ek sayılı Genelgeden sonra yürürlüğe konulup, yargı kararları ve
düşülen açık hata dikkate alınarak tekrar yürürlükten kaldırılan ve Libya'daki oranların uygulanmasını
öngören 10.6.1994 tarih ve 16/84 sayılı Genelgenin ilgililere bir hak sağladığının kabulüne de olanak
bulunmamaktadır.
Bu itibarla, 16/61 Ek sayılı genelge hakkındaki yargı kararları dikkate alınarak bu genelgenin yürürlük
tarihinden itibaren belirlenen %24.5 oranında prim tahsili yapılmasının öngörülmesi gerekirken, 16-61
Ek sayılı Genelgenin yürürlüğünden önceki devreyi de kapsar şekilde 1.9.1985 tarihinden itibaren
%24.5 oranında prim tahakkuk ve tahsili cihetine gidilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davanın SSK Yönetim Kurulu'nun 21.8.1997 tarih ve VIII-3457 sayılı kararı ile
bu karar yönelik olarak çıkarılan 3.9.1997 tarih ve 16-147 Ek sayılı Genelgesinin 1.9.1985 tarihinden
16-61 Ek sayılı Genelgenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar ki dönem için de %24.5 oranında prim
tahsilini öngören kısmının iptaline, davanın belirtilen düzenleyici işlemlerin diğer kısımlarına yönelik
bölümünün esas yönünden, Sosyal Sigortalar Kurumu Beyoğlu Sigorta Müdürlüğü'nün 19.9.1997 tarih
ve 26188 sayılı işlemine yönelik bölümünün görev yönünden reddine, karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1995/5477 E.N , 1997/275 K.N. - 06/02/1997
KARAR METNİ
YASANIN TANIDIĞI SEÇME HAKKINI KULLANAN İŞTİRAKÇİLERİN SOSYAL SİGORTALAR
KURUMU İLE İLGİLENMEK YOLUNDAKİ İSTEKLERİNİ GEREKLİ DİKKAT VE ÖZENİ
GÖSTERMEYEREK DEĞERLENDİRMEYEN DAVALI İDARENİN BUNLARIN İSTİRAKÇİLERİNİ
SÜRDÜRMESİNDE KUSURLU BULUNDUĞU, BU NEDENLE DAVACININ ÖDEMEK ZORUNDA
BULUNDUĞU SİGORTA PİRİMLERİNİN GECİKME ZAMMI TUTARININ TAZMİNEN
KARŞILAMASI GEREKTİĞİ HK.
1989 yılı içerisinde özelleştirilerek devredilen davacı şirkette, Emekli Sandığı iştirakçisi olarak
sözleşmeli statüde çalışan ve 15.9.1989 tarihli dilekçeleriyle, 3291 sayılı Yasanın 16. maddesinin
tanıdığı seçme hakkını kullanarak Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilerinin sağlanmasını isteyen dokuz
kişinin Emekli Sandığı ile ilgileri davalı idarenin 5.10.1989 tarih ve ... sayılı işlemi ile sürdürülmüştür.
İlgisi sürdürülenlerden bir kişinin, ilgisinin kesilerek Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilenip
ilgilenemeyeceği yolundaki başvurusunu 23.2.1990 tarihli işlemiyle reddeden davalı idare; 18.3.1991
tarih ve ... sayılı işlemiyle kişinin 15.9.1989 tarihli dilekçesini esas alarak; sandıkla ilgisinin 15.9.1989
tarihi itibariyle kesildiğini ve bu kişinin Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgisinin sağlanmasını, davacı
şirketin başvurusu üzerine de 23.5.1991 tarihli işlemleriyle diğer sekiz kişinin 15.9.1984 tarihi itibariyle
Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgisinin sağlanmasını davacı şirkete bildirilmiştir. Söz konusu dokuz
çalışanı hakkında işe giriş bildirgesi düzenleyerek ... Sigorta Müdürlüğüne başvuruda bulunarak
15.9.1988 - 30.4.1991 dönemine ilişkin sigorta primlerini ödeyen davacı şirket adına, 506 sayılı
Kanunun 80. maddesi uyarınca sigorta primlerini yasal süresinde ödemediğinden bahisle gecikme
zammı tahakkuk ettirilmiş ve 23.8.1991 tarihinde ... lira davacı şirket tarafından ödenmiştir.
Dava, söz konusu gecikme zammı tutarının, çalışanların Sosyal Sigortalar Kurumu ile geç
ilgilendirilmesine sebebiyet verdiği ileri sürülen davalı idareden 23.8.1991 tarihinden itibaren
hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır. Açılan bu dava sonucunda Ankara 9.
İdare Mahkemesince; davacının, ayrılma talebinde bulunan çalışanlarına önceden olumsuz cevap
veren, aradan geçen uzun süre sonrası bunların ilgisini iptal eden davalı idarenin kusurlu davranışı
nedeniyle gecikme zammı ödemek zorunda bırakıldığı iddiasına karşılık, davalı idarenin, çalışanların
Emekli Sandığıyla yanlışlıkla ilgilendirildiğini, gerek bunların gerekse davacının ilgilendirme işlemine
itiraz etmeyerek bu durumu kabullendiklerini, işleme itiraz etmeyen ve kesenek ve kurum
karşılıklarını göndermeye devam eden davacının kusurlu olduğunu öne sürdüğünün anlaşıldığı, bu
haliyle, davacının Sosyal Sigortalar Kurumuna gecikme zammı ödemesinde davalı idareye
yüklenebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı sonucu ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın
reddine karar verilmiştir.
Davacı, yalnızca davalı idarenin savunmasında ileri sürdüğü iddiaları kabul ederek davanın eksik
incelemeyle reddinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla anılan kararın temyizen incelenerek bozulmasını
istemektedir.
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü
olduğunu hükme bağlamıştır.
Yasalarla kendisine verilen kamu hizmetini yürüten idarenin, bu hizmetin iyi işlememesi, geç işlemesi
yada hiç işlememesi nedeniyle doğan zararları karşılamakla yükümlü olacağı şüphesidir.
5434 sayılı Yasa uyarınca, bu kanunda yazılı emeklilik işlemlerini yürütmekle görevli bulunan davalı
idare, iştirakçisi olanların çalıştıkları kurumlardaki değişiklikler sonrası, bu değişikliği sağlayan yasal
düzenlemeler gereği, bunların iştirakçiliğinin devam edip etmeyeceğini değerlendirmek ve
uygulamaları yapmakta yetkilidir.
Oluş biçimi yukarıda aktarılan dava konusu olayda da; davacı şirketin şu andaki yapısına ulaşmasını
sağlayan 3291 sayılı Yasanın 16. maddesinin tanıdığı seçme hakkını kullanan iştirakçilerinden dokuz
kişinin Emekli Sandığı ile ilgisinin kesilerek Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilgilenmek yolundaki
isteklerini, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek değerlendirmeyen davalı idarenin bunların
iştirakçilerini sürdürmesinde hizmet kusuru bulunduğu açıktır.
Bu haliyle, itirazı da reddederek iştirakçiliğini sürdürdüğü davacı şirket çalışanlarının, sonradan
Emekli Sandığı ile ilgilerini kesenek geçmiş tarih itibariyle Sosyal Sigortalar Kurumuyla
ilgilendirilmelerine, dolayısıyla, bunların sigorta primlerinin geç ödenmesine neden olan davalı
idarenin, davacı şirketin ödemek zorunda kaldığı gecikme zammı tutarını tazminen karşılaması
gerekmekte olup; aksi yöndeki temyize konu kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle, Ankara 9. İdare Mahkemesinin 7.11.1994
tarih ve 1994/1315 sayılı kararının bozulmasına, dava dosyasının yeniden bir karar verilmek üzere
anılan Mahkemeye gönderilmesine karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay Vergi Dava Daireleri 1994/501 E.N , 1996/60 K.N. - 09/02/1996
KARAR METNİ
İSTEĞE BAĞLI SİGORTALI OLAN EŞİ ADINA 506 SAYILI YASANIN 85.MADDESİNE GÖRE
SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNA ÖDEMİŞ OLDUĞU SİGORTA PRİMLERİNİN, GELİR
UVERGİSİ KANUNUNUN 63.MADDESİNİN 3.FIKRASI UYARINCA ÜCRETİNİN GAYRİSAFİ
TUTARINDAN İNDİRİLMESİ GEREKTİĞİ YOLUNDAKİ İDDİALARIN, DÜZELTME VE ŞİKAYET
YOLUNUN İŞLETİLMESİNE OLANAK VERMEYECEĞİ HK.
T.C.Emekli sandığına tabi olarak aylık alan davacının, ev hanımı olan eşi adına yaptırdığı isteğe bağlı
sigorta nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumuna ödediği sigorta primlerinin, Gelir Vergisi Kanununun
63.maddesinin üçüncü fıkrası gereğince ücretinden indirilmesi ve Ocak 1992 ayından Mart 1993 ayına
değin ödediği primlerin ücretinin gayrisafi tutarından indirilmemesi nedeniyle fazla ödenen gelir
vergisinin geri verilmesi istemiyle yaptığı düzeltme ve şikayet başvurusu reddedilmiştir.
Bu işlemin iptali istemiyle açılan davayı inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi K:1994/2557 sayılı
Kararıyla; Vergi Usul Kanununun 116 ve 117. maddelerinde öngörülen hesap ve vergilendirme
hatalarından söz edebilmek için, ortada açık biçimde vergi miktarında fazlalık veya eksiklik ya da vergi
mükellefiyetinin saptanmasına neden teşkil eden yanlışlıkların bulunmasının gerekli olduğu, 506 sayılı
Sosyal Sigortalar Kanununun 85.maddesine göre isteğe bağlı sigortalı olarak ödenen sigorta
primlerinin Gelir Vergisi Kanununun 63.maddesinin üçüncü fıkrasında yazılı sigorta şirketlerinden
olmayan Sosyal Sigortalar Kurumunun, madde kapsamına girip girmeyeceğinin tartışmaya elverişli
olması nedeniyle 506 sayılı Yasanın 85.maddesine göre isteğe bağlı sigortalılık nedeniyle ödenen
primler üzerinden gelir vergisi alınmasının açık bir vergilendirme hatası oluşturmayacağı, bu
husustaki iddiaların, Vergi Usul Kanununun 116 ve 117.maddeleri çerçevesinde incelenmesinin
mümkün olmadığı, gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Yükümlü, ücret gelirin vergilendirilmesi sırasında isteğe bağlı sigorta nedeniyle ödediği eşine ait
sigorta primlerinin vergi matrahından indirilmemesi nedeniyle fazla vergi ödediği, bu iddiasının Vergi
Usul Kanununun 117.maddesinde tanımlanan "matrah hatası" ile "vergi miktarında hata" kapsamına
girdiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.
2575 sayılı Danıştay Kanununun "İl Derece Mahkemesi Olarak Danıştay'da Görülecek Davalar" başlıklı
24.maddesinin 1 numaralı fıkrasının (j) bendinde, Vergi Usul Kanunu gereğince şikayet yoluyla vergi
düzeltme taleplerinin reddine ilişkin işlemlerin ilk derecede Danıştay'da açılacak davaya konu
yapılabileceği kabul edilmiştir. Bir davanın bu maddeye dayanılarak ilk derecede Danıştay'da
görülebilmesi ancak, konusunun düzeltme kapsamı içinde bulunmasına bağlıdır. Hangi vergi
hatalarının düzeltme istemine konu edilebileceği Vergi Usul Kanununun 117 ve 118.maddelerinde
düzenlenmiştir.
Eşi adına 506 sayılı Yasanın 85.maddesine göre Sosyal Sigortalar Kurumuna ödemiş olduğu sigorta
primlerinin, Gelir Vergisi Kanununun 63. maddesinin 3.bendi uyarınca ücretinin gayrisafi tutarından
indirilmesi gerektiği yolundaki davacı iddiası, vergi hatalarına ilişkin bu düzeltme yolunun
işletilmesini sağlayacak bir iddia değildir. Bu bakımdan Maliye Bakanlığı işleminin iptali istemiyle
açılan davanın reddinde yasaya aykırılık görülmemiştir.
Bu nedenle temyiz isteminin reddine karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 1989/85 E.N , 1989/93 K.N. - 27/06/1989
KARAR METNİ
ZAMANINDA ÖDENMEYEN SİGORTA PRİMLERİ VE VERGİ BORÇLARI İÇİN BELEDİYE
BAŞKANINA MALİ SORUMLULUK YÜKLEMEK MÜMKÜN BULUNMADIĞI HK.(*)
Diyarbakır Belediye Meclisinin kararına Belediye Başkanı tarafından 1580 sayılı Belediye Kanununun
73.maddesine dayanılarak yapılan itiraza ilişkin dilekçeyle bu konudaki Valilik görüşü, İçişleri
Bakanlığının yazısıyla Danıştay Başkanlığına gönderilip Dairemize havale edilmiş olmakla incelendi.
Diyarbakır Belediye Meclisinin kararında, Belediye Başkanı ...'nın döneminde ödenmeyen sigorta
primleri ve vergi borçlarının gecikme zamlarıyla birlikte Belediye Başkanından tahsil edilmesine karar
verilmiştir.
1580 sayılı Belediye Kanununun 127.maddesinde, " Belediye muhasebecileri, hesap işleri müdürleri
belediye bütçesinin muhasbibi mesulleridir. Belediye muhasibi mesulleri zimmetindeki matlubatın
takip ve tahsil hususunda ifa olunacak muamelata Devletin bu kabil muhasipleri hakkındaki
muamelenin aynıdır." denilmektedir. 1050 sayılı Muhasebi Umumiye 20.maddesindeyse; "Her
muhasip zamanı idaresi zarfında tahsili kendisine mevdu varidatın ve eşhas zimmemi hesabında
mukayyet mebaliğin takip ve tahsiliyle mükellef olup DivanıMUhasebata hesap itasında veya halefe
devrinde bakayasının müfredatını ve tahsil edilmemesi esbabını iraeye mecburdur. Takip edilmemek
yüzünden tahsili mümteni bir hale gelen veya müruru zamana uğrayan meblağin, sunu taksiri görülen
muhasipten tazminine Divanı Muhasebatça hüküm olunur..." hükmü yer almış, 506 sayılı Sosyal
Sigortalar Kanunun 72.maddesinde işveren ve işçilerden alınması öngörülen primlerin, Kuruma
ödenme zamanı, ödememe halinde uygulanacak işlem ve sorumlular hakkında izlenecek yol yine aynı
Kanunun 80.maddesinde düzenlenmiştir.
Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere vergi ve prim asıllarının belediye başkanına ödettirilmesinin yasal
dayanağı yoktur. Gecikme zammı ödemeye mecbur kalınması halinde de bunun birinci derecede
sorumlusunun belediye başkanı değil muhasip olması gerekir. Çünkü Sigorta primi ya da vergilerin
kaynaktan tevkif usulüyle ücretlerin ödenmesi sırasında kesilerek emanete alınması ve belediye
başkanının bir işlem yapmasına gerek kalmadan ödemelerin yapılması gerekir. Nitekim 506 sayılı
Kanunun 80.maddesinin son fıkrasında sigorta primlerini haklı sebepler olmaksızın kanunen
belirtilen süre içinde ödemeyen kamu kurum ve kuruluşlarının tahakkuk ve tediye ile görevli kamu
görevlilerinin mesul muhasip ve saymanlar olduğu belirtilmiş, vergi kanunlarında da benzer hükümler
yer almıştır.
Açıklanan nedenlerle, zamanında ödenmeyen sigorta primleri ve vergi borçları için belediye başkanına
mali sorumluluk yüklemek mümkün bulun madığı cihetle, Belediye Meclisi kararının iptaline,
dosyanın yerine gönderilmek üzere Danıştay Başkanlığına sunulmasına karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1987/2403 E.N , 1988/2148 K.N. - 13/12/1988
KARAR METNİ
SOSYAL SİGORTALAR KANUNUNUN 90.MADDESİ UYARINCA İŞVEREN TARAFINDAN ALTI AY
GEÇERLİ SAĞLIK BELGELERİNİN KURUM ONAYINA TABİ TUTULAMIYACAĞI HK.
Davacı; 30 Ekim 1987 günlü 19619 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sosyal Sigorta İşlemleri
yönetmeliğinin 48.maddesi (b) bendinin ikinci fıkrasında yer alan "sağlık belgesinin kurumca
onaylanmış olma" şartının, 50.maddesi (B) bendinin son fıkrasının ve 51.maddesinin 2.fıkrası nın
iptali istemiyle açılmıştır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 90.maddesi, "İşveren, işkazası, meslek hastalığı, hastalık ve
anlık hallerinde sigortalının kazancını ve prim ödeme gün sayılarını göstermek üzere örneği kurumca
hazırlanacak belgeyi düzenleyerek sigortalıya vermekle yükümlüdür. İşveren, 35 ve 40.maddelerde
öngörülen günlük prim şartını yerine getirmiş olan sigortalının karısı ve geçindirmekle yükümlü
olduğu çocukları ile sigortalı kadının geçindirmekle yükümlü olduğu kocası ve çocuklarının,
hastalıkları halinde, sağlık yardımlarından yararlandırılmalarını sağlamak ve altı ay için geçerli olmak
üzere prim ödeme gün sayılarını gösterir, örneği kurumca hazırlanacak belgeyi, talebi halinde,
düzenleyerek sigortalıya vermekle yükümlüdür.
Yukarıdaki fıkralarda yazılı belgelerdeki bilginin eksik veya yanlış olması sebebiyle, sözü edilen
fıkralarda belirtilen kimseler için kurumca yersiz olarak yapılan her türlü masraflar işverene ödetilir"
hük münü getirmiştir.
Davalı idarece, iptali istenilen maddelerin, sigortalıları ilgilendirdiği, işveren olan davacının böyle bir
dava açmasında hukuki bir menfaati olmadığı iddia ediliyorsa da; söz konusu sağlık belgesi, yukarıda
hükmü yazılı 90.madde uyarınca işveren tarafından hazırlanıp sigortalı ya verildiğinden ve bu
belgelerden dolayı cezai ve hukuki olarak sorumlu tutulacaklarından, ayrıca, işçilerin onay işlemlerini
yaptırmak için harcayacağı zamanın iş kaybına neden olacağı açık bulunduğundan, bu iddiaya itibar
etmeye olanak bulunmamaktadır.
Sosyal Sigorta İşlemleri yönetmeliğinin 48.maddesinde, kurum hekim veya sağlık tesislerine muayene
ve tedavi için başvurularda ibraz edilme si gereken belgeler sayılırken (b) bendinin ikinci fıkrasında,
sigorta lının işyerinin kurulu olduğu yerden başka yerde bulunan eş ve geçindirmekle yükümlü olduğu
çocuklar da, sağlık karneleriyle birlikte, kurumca onaylanmış sağlık belgeleri sayılmış, 50.maddenin
(B) bendinin son fıkrasında "Sigortalıların iş yerlerinin kurulu olduğu yerden başka yerde bulunan eş
ve geçindirmekle yükümlü olduğu çocukları için düzenlenecek "Sağlık Belgesi"nin arka yüzünü ise
sigortalıların işyerlerinin bölge itibariyle bağlı bulunduğu kurum ünitelerince doldurulup soğuk damga
ve imza ile onanması gerekir. Bu husus anılan belgenin sigortalılar için düzenlenmesi halinde de
geçerlidir" hükmü, 51.maddesi 2.fıkrasında da, "Altı ay için geçerli olan bu belgenin önyüzü, fotoğraflı
olarak, sigortalıların işverenlerince, arka yüzü ise sigortalıların işverenlerince, arka yüzü ise
sigortalıların işyerlerinin bölge itibariyle bağlı bulunduğu kurum ünitelerince doldurularak soğuk
damga basılıp, imza ile onanmak suretiyle kurumca düzenlenir" hükmü getirilmiş bulunmaktadır.
Davacı tarafından iptali istenilen bu hükümlerdeki ortak nokta, işveren tarafından verilen, altı ay
geçerli sağlık belgelerinin, kurum onayına tabi tutulması olmaktadır.
Yönetmeliklerin dayandıkları yasal düzenlemeye aykırı hüküm taşımalarının mümkün olmadığı
açıktır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 90.maddesinde, sigortalıların, işyerlerinin kurulu olduğu
yerden başka yerde bulunan eş ve geçindirmekle yükümlü olduğu çocukları ve anne ve babaları için
düzenlenen sağlık belgelerinin kurumca onaylanacağına ilişkin bir kural yer almadığına göre, anılan
yasanın 135.maddesine dayanılarak düzenlenip yayımlanmış olan yönetmeliğin iptali istenilen
maddeleri ile getirilen "altı aylık sağlık belgelerinin kurumca onaylanma" şartının hukuki dayanağı
bulunmamaktadır.
Öte yandan, söz konusu belgeyi hazırlayıp vermekle yükümlü olan işveren, belgedeki bilgilerin eksik
veya yanlış olması halinde, kurumca yersiz olarak yapılan masraflardan sorumlu olacağından,
kurumun maddi zararı olmayacağı gibi, onay şartının gerçekleştirilemediği zamanlarda, muayene ve
tedavinin aksayacağı da bir gerçektir.
Açıklanan nedenlerle Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinin 48.maddesinin (b) bendinin 2.fıkrasında
yer alan "sağlık belgesinin kurumca onaylanmış olma" şartının, 50.maddesinin (b) bendinin son
fıkrasının, 51.maddesinin 2.fıkrasının iptaline karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 4. Daire 1986/770 E.N , 1988/78 K.N. - 08/01/1988
KARAR METNİ
SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNA GEÇ ÖDENEN SİGORTA PRİMLERİ NEDENİYLE TAHAKKUK
EDEN GECİKME ZAMMI VE FAİZLERİ, TİCARİ KAZANCIN ELDE EDİLMESİ VE İDARE
ETTİRİLMESİ İÇİN YAPILAN GİDERLERDEN OLMADIĞI İÇİN TİCARİ KAZANCIN
SAPTANMASINDA GİDER OLARAK KABUL EDİLEMİYECEĞİ HK.
Uyuşmazlık; Sosyal Sigortalar Kurumuna geç ödediği işçi sigorta primleri nedeniyle tahakkuk eden
gecikme zammı ve faizlerini gider yazan yükümlü adına 1981 takvim yılı için inceleme raporuna
dayanılarak ikmalen salınan kurumlar vergisi ile kusur cezasını; onayan Vergi Mahkemesi kararının
bozulması isteğine ilişkindir.
Kurumlar Vergisi Kanununun 13.maddesinin ikinci fıkrasında, safi kurum kazancının tesbitinde Gelir
Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, Gelir Vergisi
Kanununun ticari kazancın saptanmasında indirilecek giderleri düzenleyen 40.maddesinin 1.bendinde
ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan giderlerin indirilmesinin kabul edileceği,
41.maddesinin 5.bendinde ise, bu türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin
suçlarından doğan tazminatların gider yazılamıyacağı açıklanmış, aynı maddenin parantez içi
hükmünde, akitlerde cezai şart olarak derpiş edilen tazminatların cezai mahiyette tazminat
sayılmayacağı belirtilmek suretiyle anılan bentte yer alan kurala açıklık getirilerek hükmün nasıl
anlaşılması gerektiği konusunda ortaya çıkabilecek tereddütlerin giderilmesi amaçlanmıştır. Buna göre
münhasıran sözleşmelere cezai şart olarak konulan tazminatlar girişiminin kişisel suçlarından doğan
tazminat olarak kabul edilmeyecektir. Başka bir anlatımla, bahsi geçen suç kavramı Türk Ceza
Kanununda ve cezai hükümler içeren diğer özel ceza yasalarında tanımlanan anlamda
kullanılmamıştır. Bu itibarla, maddede belirtilen "suç" kavramını dar anlamda değerlendirmeyip kamu
hukuku kuralı niteliğindeki hükümlerin ihlali olarak anlamak gerekir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, ihtiva ettiği kurallar itibariyle kamu hukuku alanında
yapılmış bir düzenleme olduğunda kuşku bulunmayan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu
hükümlerine aykırı davranmaları nedeniyle yine aynı Kanunla müeyyide olarak öngörülen gecikme
zammını ödemek zorunda kalan yükümlülerin, ödedikleri bu tutarları safi kazancın saptanmasında
gider olarak kaydetmelerinin, yasa koyucunun amacına uygun olmadığı ve aksinin kabulü halinde
başka bir kanunda yer alan kamu hukuku kuralı niteliğindeki hükümlerin ihlalinin vergi kanunlarıyla
teşvik edilmiş olacağı ve bunun da hukuk sisteminin bütünlüğü içerisinde kabulünün mümkün
olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle Sosyal Sigortalar Kurumuna ödenen gecikme zamları ile faizlerinin ticari
kazancın saptanmasında gider olarak kabulüne olanak bulunmadığından temyiz isteminin reddine
karar verildi.
AZLIK OYU:
Zamanında ödenmeyen Sosyal Sigorta primi için hesaplanan gecikme zammı, Kurumlar Vergisi
Kanununun 15.maddesinin 6 numaralı bendinde sayılan ceza ve gecikme zammı niteliğinde değildir.
Kanun gelirin elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin hasılattan
indirilebileceğini kabul etmiş, hasılattan indirilemiyecek giderler Gelir Vergisi Kanununun 41. ve
Kurumlar Vergisi Kanununun 15.maddesinde teker teker gösterilmiştir. Bunun dışında kalan ve Sosyal
Sigortalar Kurumuna ödenmek yerine bir süre işletme bünyesinde tutulup kullanılan prim borcu için
hesaplanan gecikme zammı, bu suretle yaratılan ve işletmede kullanılan kaynağın bedelini teşkil
ettiğinden, gelirin elde edilmesi ve idamesi için yapılmış bir gider niteliğinde kabulü ile hasılattan
düşülmesi gerekir.
Bu nedenle temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesi kararının bozulması gerekeceği görüşüyle
karara karşıyım.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1982/4234 E.N , 1984/66 K.N. - 19/01/1984
KARAR METNİ
BİR İŞYERİNDE ÜÇ TAKVİM YILI İÇİNDE MEYDANA GELEN İŞ KAZASI VE MESLEK
HASTALIKLARI SAYISINA GÖRE, İŞYERİNİN İŞ KAZALARI VE MESLEK HASTALIKLARI
PRİMİNİN BELİRLENMESİNDE ESAS ALINACAK TEHLİKE SINIFININ ÜST DERECE OLARAK
SAPTANABİLECEĞİ HK.
Dava; davalı Genel Müdürlüğe ait işyerinin tehlike sınıfının üst derece olarak saptanmasına ve iş
kazaları ve meslek hastalıkları sigortası prim oranının % 4 den %4,2 ye çıkarılmasına ilişkin Sosyal
Sigortalar Kurumu kararına yapılan itirazın reddine ilişkin davalı idare işleminin iptali istemiyle
açılmıştır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun, İş Kazalarıyla Meslek hastalık ları prim oranının tesbiti ile
ilgili 74.maddesi, "İş kazalarıyla Meslek Hastalıkları Sigorta primi, yapılan işin iş kazası ve meslek
hasta lığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre tesbit edilir. İş kolları, tehlikenin ağırlığına
göre sınıflara, bu sınıflarda özel iş şartlarına ve tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre
derecelere ayrılır. Hangi iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdiği tehlike sınıf ve derecelerine ait prim
oranlarının ve tehlike derecelerinin belli edilmesinde uygulanacak esaslar, ilgili bakanlıkların
düşünceleri sorulduktan sonra Çalışma Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla
yürürlüğe konacak bir tarife ile tesbit olunur. Prim tarifesi gerekli görülürse aynı usulle değiştirilebilir.
Prim oranları, iş kazaları ve meslek hastalıklarından dolayı yapılması gerekecek her türlü sigorta
yardımları ve idare masrafları ile bağlanacak gelirlerin tesis sermayeleri toplamı gözönünde tutularak
hesaplanır." hükmünü aynı kanunun 75.maddesi de, "Yapılan işin 74.maddede belirtilen tarifeye göre
hangi tehlike sınıf ve derecesine girdiği ve ödenecek iş kazalarıyla meslek hastalıkları sigortası primi
oranı kurumca belli edilerek işverene yazı ile bildirilir.
İş kazalarını ve meslek hastalıklarını önliyecek tedbirler hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun
bulunmadığı tesbit edilen işler, Kurumca dada yüksek primle derecelere konulabilir. Kurum, tesbit
edilmiş bulunan tehlike sınıf ve derecesini, yaptıracağı incelemelere dayanarak kendiliğinden veya
işverenin isteği üzerine değiştirebilir. Kurumca yapılacak değişikliklere ilişkin kararın takvim yılından
en az bir ay önce işverene ve işveren tarafından değişiklik isteğinin de tak vim yılından en az iki ay
önce kuruma bildirilmesi şarttır. Böylece, karara bağlanacak değişiklikler yukarıdaki fıkrada yazılı
karar veya istekten sonraki takvim yılı başında yürürlüğe girer." hükmünü getirmiş bulunmaktadır.
Söz konusu 74.maddesine göre hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca 1.3.1981 tarihinden geçerli olmak
üzere yürürlüğe konulan "İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları Sigortaları Prim Tarifesi"nin
1.maddesinde bu tarifenin, işyerlerinin dahil oldukları işkollarının tehlike sınıfları ile normal prim
oranlarını ihtiva ettiği ve 6.madde ile de, her tehlike sınıfının üst, normal ve alt derece olmak üzere üç
tehlike derecesine ayrıldığı, üst derece prim oranının dahil olduğu tehlike sınıfının normal prim
oranından % 0,2 daha yüksek, alt derece prim oranının normal prim oranından % 0,2 daha düşük
olduğu belirtilmiş bulunmaktadır. Ayrıca aynı Tarifenin 7.maddesinde de "Dereceleme hesabının
yapıldığı yıla takaddüm eden 3 takvim yılı içinde, aynı işkolunda 40 bin gün için sigorta primi
tahakkuk ettirilmiş olan işyerleri derecelemeye tabi olurlar. Bu işyerlerinin girecekleri tehlike
dereceleri; derecenin tayin edileceği yıla takaddüm eden üç takvim yılı içinde vukua gelerek kurum
kayıtlarına intikal eden ve işyerinin özel şartları ile tehlikeyi önlemek için alınmış olan emniyet
tedbirlerinin de neticesini gösteren işkazaları, meslek hastalıkları, daimi işgöremezlik ve ölüm
vakalarına göre işyerinin münferiden arzedeceği tehlike ağırlığı nazara alınarak Sosyal Sigortalar
Kurumu tarafından tayin olunur." hükmü getirilmiş bulunmaktadır.
Anılan yasa maddelerinin verdiği yetkiye dayanılarak Sosyal Sigortalar Kurumunca yapılan
incelemeler sonucunda tüm iş kollarının hangi tehlike sınıfına girdikleri tesbit edilmiş ve bu tesbite
ilişkin olarak yine yasaya uygun olarak düzenlenen Prim Tarifesi ilede, davacı Genel Müdürlüğe ait
işyerinin içinde bulunduğu maden istihsali işi VI.Tehlike sınıfında, prim oranı % 4 ve bu tehlike
sınıfına ait normal derecenin alt sınırı 0,05505, üst sınırıda 0,06904 olarak tesbit edilmiş
bulunmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davacı genel müdürlüğün Acep Ocağı adlı işyerinde, 18.3.1981
tarihli prim tarifesinin 7.maddesi hükmüne uygun olarak 1981-82 yılında uygulanacak derecelerin,
1978-79-80 yıllarında meydana gelen ve kurum kayıtlarına intikal eden, işyerinin özel şartları ile
tehlikeyi önlemek için alınmış olan emniyet tedbirlerinin sonucunuda gösteren işkazaları, meslek
hastalıkları, daimi işgörmezlik ve ölüm olayları ile primi ödenen iş günleri toplamı dikkate alınarak
hesaplanan olay ağırlık oranına göre tesbit edildiği ve bu yıllarda 779 gün iş göremezliği gerektiren 18
iş kazası ve meslek hastalığı olayıyla, bir malüliyet olayı meydana geldiği, belirlenen ölçülere göre bu
olayların oluştuğu işgünü kayıpları toplamının 8054 olduğu ve bu sayının primi ödenmiş olan 73.655
işgününe olan oranının da 0.10934 olarak bulunduğu anlaşılmaktadır.
Davacı tarafından prim tarifesinin 7.maddesine göre, yeni prim oranının, ancak üç takvim yılı
geçtikten sonra tesbit edilebileceği, iş yerinde ise yeni prim oranı tesbiti için üç takvim yılı geçmesi
şartına uyulmadığı ve 1.1.1980 den iki yıl sonra yeni prim oranı tesbit edilmesi yoluna gidildiği bunun
ise mevzuata aykırı olduğu iddia edilmekte ise de; söz konusu Prim Tarifesinde ve yasanın yukarıda
hükümleri yazılı maddelerinde davacının belirttiği gibi bir iş yerinin tehlike derecesinin ve prim
oranının tesbiti için üç yıl geçmesi yolunda bir hüküm yer almadığı, yalnızca prim oranının
uygulanacağı döneme ilişkin tesbit yapılırken dereceleme yılına göre üç yıl geriye gidilerek bu üç yıl
içindeki durumun incelenmesi gerektiği belirtilmiş bulunduğu ve kurumca da bu şarta uyulmuş olduğu
cihetle, bu yoldaki iddiayı dikkate almaya olanak bulunmamaktadır.
İlgili mevzuat hükümlerine uygun olarak Sosyal Sigortalar Kurumunca iş yeri ile ilgili olarak yapılan
inceleme sonucu bulunan ve işgünü kayıpları toplamının prim ödenmiş olan işgününe olan oranın,
prim tarifesine göre, işyerinin içinde bulunduğu tehlike sınıfına ait normal derecenin üst sınırının da
üstünde olduğundan ve tarifenin 6.maddesi uyarınca üst derece prim oranı, normal prim oranından %
0,2 daha yüksek olacağından, söz konusu işyerinde tehlike sınıfının üst derece olarak saptanmasında
ve işkazaları ve meslek hastalıkları sigortası prim oranında normal oran olan % 4 yerine % 4,2 olarak
tesbitinde mevzuata aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, hukuki dayanağı bulunmayan davanın reddine karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1983/1412 E.N , 1985/1101 K.N. - 27/05/1985
KARAR METNİ
1- İŞYERİNİN TEHLİKE SINIF VE DERECESİNİ SAPTAYAN İŞLEME KARŞI 506 SAYILI YASANIN
75.MADDESİNDE BELİRTİLEN BİR AYLIK SÜRE GEÇTİKTEN SONRA YAPILAN İTİRAZIN İLGİLİ
BAKANLIKÇA İNCELENMEKSİZİN REDDİNDE İSABETSİZLİK BULUNMADIĞI ;
2- SÜRESİ İÇİNDE İTİRAZ EDİLMEYEREK KESİNLEŞEN VE KESİNLEŞME TARİHİNE GÖRE
SÜRESİ İÇİNDE DAVA KONUSU EDİLMEYEN İŞYERİ SINIF VE DERECESİNİN
SAPTANMADIĞINA İLİŞKİN İŞLEME YÖNELİK DAVANIN ESASININ İNCELENEMEYECEĞİ HK.
Dava, tatil köyü işyerinin 1.1.1981 tarihinden itibaren 1.tehlike sınıfının üst derecesine alınmasına
ilişkin Sosyal Sigortalar Kurumu şubesi işlemi ile bu işleme yapılan itirazı süre yönünden reddeden
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 74.maddesinde, iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortası
piriminin, yapılan işin iş kazası ve meslek hastalığı bakımından gösterdiği tehlikenin ağırlığına göre
tesbit edileceği, iş kollarının, tehlikenin ağırlığına göre sınıflara, bu sınıfların da özel iş şartlarına ve
tehlikeyi önlemek için alınmış olan tedbirlere göre derecelere ayrılacağı, prim tarifelerinin gerekli
görülürse değiştirilebileceği belirtilmiştir.
Adıgeçen yasanın 75.maddesinde de; yapılan işin 74.maddede belirtilen tarifeye göre hangi tehlike
sınıf ve derecesine girdiğinin ve ödenecek iş kazalarıyle meslek hastalıkları sigortası primi oranının
kurumca belli edilerek işverene yazı ile bildirileceği, iş kazalarını ve meslek hastalıklarını önliyecek
tedbirler hakkındaki mevzuat hükümlerine uygun bulunmadığı tesbit edilen işlerin kurumca daha
yüksek primli derecelere konulabileceği, Kurumca yapılacak değişikliklere ilişkin kara rın takvim
yılından en az bir ay önce işverene ve işveren tarafından yapılacak değişiklik isteğinin de takvim
yılından en az 2 ay önce kuruma bildirileceği, karara bağlanacak değişikliklerin karardan sonraki
takvim yılı başında yürürlüğe gireceği, işverenin; tehlike sınıf ve derecesiyle prim oranı hakkında
Kurumca yapılacak yazılı bildiriyi aldıktan sonra bir ay içinde Çalışma Bakanlığına itirazda
bulunabileceği, Bakanlığın bu itirazı inceleyerek 3 ay içinde vereceği kararı ilgiliye bildireceği, itirazın
primlerin ödenmesini geciktiremiyeceği hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Dava dosyasındaki belgelerin incelenmesinden, davacı şirket tarafından işletilmekte olan tatil
köyü'nün bağlı bulunduğu Sosyal Sigortalar Kurumu şubesinin iş kazaları ve meslek hastalıkları
sigorta prim tarife sine göre 1.tehlike sınıfında bulunan davacı şirkete ait işyerinin en alt seviyedeki
prim oranının, en üst seviyedeki prim derecesine çıkarılmasına ilişkin işleminin davacıya 13.11.1980
tarihinde tebliğ edildiği ve davacı vekilinin noter kanalı ile 11.12.1980 tarihinde keşide ettirerek
gönderdiği itiraz dilekçesinin ilgili Bakanlık kayıtlarına 16.12.1980 tarihinde intikal ettiği
anlaşılmaktadır. Bu durumda, itiraz tarihi, itiraz dilekçesinin Bakanlık kayıtlarına intikal ettiği gün
olarak kabul edilmesi zorunlu olduğundan, davacının 1.tehlike sınıf derecesindeki prim oranının
yükseltildiğini öğrendiği 13.11.1980 tarihinden itibaren 506 sayılı sayılı yasanın 75.maddesinde
öngörülen 1 aylık içerisinde itiraz etmesi gerekirken, süreyi geçirdikten sonra 16.12.1980 tarihinde
yaptığı itirazı üzerine Başkanlıkça tesis olunan dava konusu işlem mevzuata uygun bulunmaktadır. Öte
yandan davacı şirkete ait tatil köyü işyerinin 1.1.1981 tarihinden itibaren birinci tehlike sınıfının üst
derecesine alınmasına ilişkin Sosyal Sigortalar Şube Müdürlüğü işlemine karşı süresi içinde Bakanlığa
itiraz edilmemiş olunduğundan, yukarıda belirtilen mevzuata göre 1981 yılına ait olmak üzere işlemin
kesinleştiği ve zaten bu işleme yönelik bulunan davanın 13.12.1980 günü olan kesinleşme tarihine
nazaran 15.6.1981 tarihinde kayda geçen dilekçe ile açılması nedeniyle süresinde olmadığı
anlaşıldığından işin esas yönden incelenmesi olanağı da bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 4. Daire 1984/971 E.N , 1985/176 K.N. - 18/01/1985
KARAR METNİ
İŞÇİ ÜCRETLERİNDEN KESİLEN SİGORTA PRİMLERİ İLE İŞVEREN HİSSESİ OLARAK
TAHAKKUK ETTİRİLEN SİGORTA PRİMLERİNİN TAHAKKUK ETTİĞİ YILDA GİDER OLARAK
YAZILACAĞI HK.
Uyuşmazlık; Sosyal Sigortalar Kurumuna ödenmesi gereken işçi ücretlerinden kesilen ve işveren payı
olarak tahakkuk ettirilen sigorta primlerinin ödenmeden tahakkuk ettirildikleri yılda gider kaydının
mümkün olup olmadığına ilişkindir.
5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 13.maddesiyle yollamada bulunulan 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 40.maddesinin 2.bendinde, hizmetli ve işçilerin sigorta primleri ve emekli aidatının, geri
verilmemek üzere Türkiye'de kurulmuş sigorta şirketlerine veya emekli ve yardım sandıklarına
ödenmiş olması ve emekli ve yardım sandıklarının tüzel kişiliğe sahip bulunmaları koşuluyla, safi
kazancın tespiti için gider olarak indirileceği hükme bağlanmıştır.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 80.maddesinin 3.fıkrasının süresi içerisinde
yatırılmayan primlere gecikme zammı uygulanacağı hükmünden, primlerin süresi dışında da
ödenebileceği anlaşılmaktadır.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 39.maddesinin 2.fıkrasında ise elde edilen hasılatın, tahsil olunan
paralar ile tahakkuk eden alacakları, giderlerin ise tediye olunan ve borçlanılan meblağları ifade
edeceği hükme bağlanmış, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 287.maddesinde, cari hesap dönemine ait
olup pasifleştirilerek değerleneceği öngörülmekle borçlanılan meblağların bilanço esnasında ticari
kazancın tespitinde gözönünde bulundurulacağı kabul edilmiştir.
Bu durumda, Gelir Vergisi Kanununun 38.maddesinde ticari kazancın bilanço esasına göre tespit
sırasında, aynı Kanunun 40. ve 41.maddelerine uyulacağı belirtildiğinden, 193 sayılı Yasanın
40.maddesi hükmü ile yukarıda açıklanan kanun hükümleri karşısında, kurumun 1979 yılında
tahakkuk ettirdiği ve borç niteliği taşıyan sigorta primlerinin aynı dönemde gider kaydedilmesinin
kabulü gerekirken ödenmeden gider kaydedilmesinin mümkün olamayacağı gerekçesiyle mahkeme
tarafından tarhiyatın onanmasında yasal isabet görülmemiştir.
Bu nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Vergi Mahkemesi kararının bozulmasına, tarhiyatın
kaldırılmasına karar verildi.
KARŞI OY:
Gelir Vergisi Kanununun 40.maddesinin iki numaralı fıkrasında; sigorta primleri ve emekli aidatının
"ödenmiş olması" şartıyla gider yazılabileceği kabul edilmiştir. Maddede bazı giderler için ödenme
şartı aranmadığı halde bazılarında bu şartın aranması yasa koyucunun özel bir amacı bulunduğunu
göstermektedir. Ticari kazancın belirlenmesinde tahakkuk esasının uygulanması, genel bir uygulama
hükmü olup, özel şekilde ödeme esası getirilen hallerde ödeme şartının aranması gerekir.
Kaldı ki, olayda, sigorta primleri için, Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirge verildiği ve primin
tahakkuk ettiğine ilişkin bir delil de mevcut değildir.
Bu nedenle, ödenmiyen sigorta primlerinin gider yazılabileceğine ilişkin karara katılmıyoruz.
--------------------------------------------------
Danıştay 10. Daire 1982/4186 E.N , 1983/629 K.N. - 23/03/1983
KARAR METNİ
4.7.1980 TARİHLİ RESMİ GAZETEDE YAYINLANARAK YÜRÜRLÜĞE GİREN, İŞYERİ
HEKİMLERİNİN ÇALIŞMA ŞARTLARI İLE GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA YÖNETMELİĞİN,
İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİNE VE KAYNAĞI OLAN 1475 SAYILI YASA UYARINCA ÇIKARTILAN
İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ TÜZÜĞÜNE AYKIRI OLMADIĞI HK.
Dava, 4.7.1980 gün, 17037 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren "İşyeri Hekimlerinin
Çalışma Şartları ile Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik"'in iptali istemiyle açılmıştır.
Davacı Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu; Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı ile birlikte hazırlanması gereken yönetmeliğin yalnızca Çalışma Bakanlığınca
hazırlanarak yürürlüğe konulduğunu, yönetmelikte, ilgili yasalara aykırı düzenleme yapılarak
işverenlere yasal dayanağı bulunmayan yükümlülükler getirildiğini, işverenin işyerini serbestce sevk ve
idaresine hekimin müdahalesi anlamını taşıyan hükümler yanında, işverenin serbestçe sözleşme
yapma özgürlüğünü engeller nitelikteki hükümlere de yer verildiğini, işyeri hekimine, yasaların
öngördüğü biçimde işçilerin sağlık denetlemesini yapma dışında yasalara aykırı olarak, tedavi
hekimliği görevinin ve bir takım idari görevlerin yüklendiğini, yine ilgili yasalara aykırı biçimde 50 ve
daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde, ayrım yapmadan, tam gün süreyle hekim çalıştırmayı, işyeri
sağlık birimi kurmayı zorunlu kılan bir düzenlemeye gidildiğini ileri sürmektedir.
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 180.maddesinde; devamlı olarak en az elli işçi çalıştıran
tüm iş sahiplerinin işçilerin sağlık durumuna bakmak üzere bir veya daha fazla hekimin sağlık
denetimini temine ve hasta işçileri tedaviye mecbur olduğu, büyük kurumlar veya kaza ihtimali olan
işlerde, hekimin daimi olarak iş yerlerinde veya civarında bulunacağı, hastanesi olmayan veya şehir ve
kasaba dışındaki yerlerde bir hasta odası ve ilk yardım araçlarının bulundurulacağı, yüzden beş yüze
kadar daimi işçisi olan kurumların bir revir yeri, beşyüzden yukarı işçisi olanların yüz kişiye bir yatak
hesabıyla hastane açmaya zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. 506 sayılı Sosyal Sigortalar
Kanununun 114. maddesiyle de, bu Yasanın hastalık sigortasıyla ilgili hükümlerinin uygulandığı
yerlerde çalışan ve hastalanan sigortalıların tedavileri hakkında Umumi Hıfzıssıhha Kanununun
180.maddesi hükmünün uygulanmıyacağı, ancak, söz konusu maddenin hastalanan işçilerin tedavileri
ile ilgili hükümleri dışında kalan ve işçilerin sağlık durumlarının denetlenmesinin sağlanmasına,
işyerlerinde hekim çalıştırılmasına, has ta odası ve ilk yardım araçlarının bulundurulmasına ve diğer
hususlara ilişkin hükümlerinin saklı olduğu belirtilmiştir.
1475 sayılı İş Kanununun 74.maddesinde ise, işyerlerinde ve diğer müştemilatında bulunması gereken
sağlık şartlarının ve işyerlerinde kullanılan alet, edevat, makinalar ve hammaddeler yüzünden
çıkabilecek hastalıklara engel olacak önlem ve araçların neler olduğunu belirtmek üzere bir tüzük
çıkarılması öngörülmüş; bu hüküm uyarınca çıkarılan ve 11.1.1974 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak
yürürlüğe konulan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün 91 maddesiyle "Sürekli olarak en az 50 işçi
çalıştırılan işyerlerinde Sosyal Sigortalar Kurumunca sağlanan tedavi hizmetleri dışında kalan işçilerin
sağlık durumlarının denetlenmesi, ilk yardım, acil tedavi ve diğer koruyucu sağlık hizmetlerini
düzenlemek üzere işveren, Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 180. ve Sosyal Sigortalar Kanununun
114.maddeleri gereğince işyerindeki işçi sayısına ve işteki tehlikenin büyüklüğüne göre, bir ya da daha
fazla hekim sağlayacaktır. Bu hekimlerin çalışma koşulları ile görevlerini nasıl yürüteceklerini ayrıntılı
şekilde gösterilen bir yönetmelik tüzüğünün yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 6 ay içinde çıkarılır."
hükmü getirilmiştir. Dava konusu yönetmelik de anılan tüzük hükmü gereği hazırlanarak yürürlüğe
konulmuştur.
Davacının iddiasının aksine görev alanını ilgilendiren 1475 sayılı İş Kanunu ile İşçi Sağlığı ve İş
Güvenliği Tüzüğünün uygulanmasını sağlamak amacıyla yalnızca Çalışma Bakanlığı tarafından dava
konusu yönetmeliğin çıkarılmasında mevzuata aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerden anlaşılacağı gibi, işyerlerinde işçilere verilecek sağlık
hizmetlerinin neler olacağı ve nasıl sağlanacağı konusu zaman içerisinde düzenlenerek çağdaş
koşullara uygun kurallar getirilmeye çalışılmıştır.
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 180.maddesiyle getirilen, 506 sayılı Yasanın yürürlüğe
girmesinden sonra da hastalanan işçilerin tedavisi dışında devam eden, işverenin işçilerin sağlık
durumunun denetimini sağlama yükümlülüğünden ne anlaşılması gerektiği 1475 sayılı Yasanın 74.ve
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün 91.maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur. 1475 sayılı yasanın
74.maddesi uyarınca çıkarılan Tüzüğün 91.maddesinde, 50 ve daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde
işçilerin sağlık durumlarının denetimi kapsamı içinde ilk yardım ve acil tedavi yanında, diğer koruyucu
sağlık hizmetlerinin de sağlanması öngörülmüş bulunmaktadır.
Nitekim Birleşmiş Milletler Çalışma Örgütünün 112 sayılı Tavsiye kararında, iş yerleri sağlık
hizmetinin uygulanmasında koruyuculuğun esas olması gerektiği vurgulanarak, koruyucu sağlık
hizmetlerinin neleri kapsadığı ayrıntılarıyla belirtilmiştir.
Yukarıda anılan "İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü" uyarınca çıkarılan dava konusu yönetmelikte de,
en az elli işçi çalıştırılan iş yerlerinde işyeri hekimlerinin çalışma koşulları, görev ve yetkileri, işyerinde
işçilerin sağlık denetlemesinin yeterli biçimde yapılması, koruyucu sağlık hizmetlerinin yeterli ve etkin
bir düzeyde sağlanmasının temini amacı doğrultusunda düzenlenmiş olup; davacı tarafından ileri
sürüldüğü gibi, yönetmelikle işverenlere yasal düzenleme dışında yükümlülükler getirildiğinin,
işverenin işyerini serbestçe sevk ve idaresine hekimin müdahalesi ve işverenin serbestçe sözleşme
yapmasının engellenmesi anlamında düzenleme yapıldığının kabulüne olanak görülmemektedir.
Dava konusu yönetmelikte, koruyucu sağlık hizmetlerinin yürütülmesi için işyeri hekimine bir kısım
idari ve teknik görevler verilmiş, bazı yetkiler tanınmış; koruyucu sağlık hizmetinin, işçilerin sağlık
denetiminin yapılabilmesi için işyerinin büyüklüğüne göre yardımcı sağlık personeli çalıştırılması,
işyeri sağlık birimleri kurulması, olanaklar ölçüsünde işyerinde nitelikli hekim görevlendirilmesi
öngörülmüştür. Getirilen bu görev ve yükümlülükler, 50 ve daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde
işverence mevzuata göre sağlanması zorunlu işçilerin sağlık denetiminin, koruyucu sağlık
hizmetlerinin doğal sonucu bulunmaktadır.
Öte yandan, davacı tarafından ileri sürüldüğü gibi, yönetmelikte, ayrım yapılmadan 50 ve daha fazla
işçi çalıştıran işyerlerinde tam gün süreyle hekim çalıştırma zorunluluğu da getirilmiş değildir.
Yönetmeliğin 8.maddesinin (e) bendinde, sadece sürekli olarak 1000 ve daha fazla işçi çalıştıran
işyerlerinde, 1593 sayılı Yasanın 180.maddesinde yer alan büyük kurumlarda sürekli hekim
bulundurma zorunluluğu esasına uygun biçimde, sürekli hekim bulundurulması öngörülmüştür.
Sürekli hekim bulundurulması zorunlu olmayan, 50 ve daha fazla işçi çalıştırılan işyerlerinde ise,
hekimlerin çalışma süreleri işçi başına ayda onbeş dakika olarak saptanmış olup; işyerinde temini
zorunlu olan sağlık denetiminin ve koruyucu sağlık hizmetinin düzenli ve etkin biçimde yürütülmesi
amacıyla getirilen bu hükümde de ilgili yasalara aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu yönetmelikte ilgili yasalara ve kaynağı olan tüzüğe aykırılık
bulunmadığından, dayanaktan yoksun davanın reddine karar verildi.
--------------------------------------------------
Danıştay 1. Daire 1982/134 E.N , 1982/143 K.N. - 05/07/1982
KARAR METNİ
5953 SAYILI YASA UYARINCA BASIN MESLEĞİNDE ÇALIŞANLARIN ASKERLİK GÖREVLERİNİ
İFA ETTİKLERİ SÜRECE İŞVERENİ TARAFINDAN SOSYAL SİGORTALAR KURUMUNA ÖDENEN
PİRİMLERİN GEÇERLİ SAYILACAĞI HK. (*)
5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında
Kanunun 16. maddesinde, talim ya da manevra dolayısıyla silah altına alınan gazetecinin bu süre
içinde ücret hakkını muhafaza edeceği, ancak yedek subay olarak ya da sair suretlerle askeri hizmet
karşılığı aylık alan gazetecinin almakta bulunduğu bu aylık kendi işinde aldığı ücretten az ise,
işverenin, gazeteciye yalnız aradaki farkı ödemekle yükümlü olacağı, kısmi veya umumi seferlik
dolayısıyla silah altına alınan gazeteci hakkında üç ay için bu maddenin birinci fıkrası hükümlerinin
uygulanacağı, ilk muvazzaf askerlik hizmeti için silah altına alınan gazeteciye normal askerlik
süresince son aldiği ücretin, yarı oranında ödeneceği, işverenle gazeteci arasındaki iş akdinin muayyen
bir müddet için akdedilmiş olup olmadığına bakılmaksızın, gazetecinin bu maddenin birinci fıkrasında
gösterilen haller dolayısıyla silah altında bulunduğu sürece iş akdinin işveren tarafından
feshedilmeyeceği, gazeteci bu maddenin ikinci veya üçüncü fıkrasında gösterilen haller dolayısıyla
silah altına alındığı takdirde, gazetecinin durumu bu fıkralardan hangisine temas etmekte ise,
işverenin iş akdini ancak o fıkrada gösterilmiş bulunan süre geçtikten sonra feshedilebileceği, bu gibi
hallerde de gazeteci ile işveren arasındaki iş akdinin belli bir süre için akdedilmiş olup olmadığına
bakılamayacağı, akdin feshinin bu kanunda yazılı hükümlere tabi olacağı, gazeteci ile işveren
arasındaki sözleşmenin esasen belli süreyi ihtiva edip de bu süre gazetecinin silah altında bulunduğu
sırada kendiliğinden bitiyorsa işverenin sözleşmenin bu suretle sona ermesinden itibaren bu maddede
yazılı bulunan hükümlerin işveren tarafından gazeteciye askerlik halinde ücret verilmesi hakkında
daha elverişli hak ve menfaatler sağlayan mukavele, teamül veya örf ve adetten doğan haklara halel
getirmeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu durumda, bir hizmet akdiyle çalışmakta iken askerlik
yükümünü yerine getirmek için işyerinden ayrılan diğer işçilerden farklı olarak gazeteciler askerde
iken de hizmet akdi sona ermemekte ve ücretlerinin ödenmemesine devam olunmaktadır.Bu ücretten
işverence ödenen primin,ilgilinin, askerlik süresince sigortalı sayılmasına olanak verip vermeyeceğini,
belirleyebilmek yönünden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun konumuza ilişkin ilkeleri ile bu
Yasanın sigortalı sayılmayanlar başlıklı 3. maddesinin niteliği ve amacı üzerinde durmak gerekli
bulunmaktadır. 506 sayılı Yasa, bilindiği gibi zorunlu sigortalılık ilkesine dayanır. Bu Yasanın 2.
maddesinde yer alan "bir hizmet akdine dayanarak bir veya bir kaç işveren tarafından çalıştırılanların
bu kanuna göre sigortalı sayılacağı yolundaki hükmü ile 80. maddesinde yer alan işverenin, bir ay
içinde çalıştırdığı sigortalıların sigorta primlerine esas primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı
üzerinden bu Yasa gereğince hesaplanacak prim tutarlarını, ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait
prim tutarlarını da bu miktara ekliyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar kuruma ödemeye mecbur
olacağı, prim, süresi içinde ve tam olarak ödenmezse, ödenmeyen kısmına süresinin bittiği tarihten
başlayarak bir aylık süre için % 10 ve bundan sonraki her ay için % 2 gecikme zammı uygulanacağı
yolundaki hükümleri bunu açıkca ortaya koyar. İşverenin ve işçinin istek ve iradesi, bu konuda bir
değer ve hüküm ifade etmez.
Yasanın sigortalı saydıkları için sigorta primlerinin ödenmesi, hem işveren hem de işçi yönünden bir
yasal yükümlülüktür. Söz konusu 3. maddeyi, Yasanın ve Yasayla öngörülen sigortanın bu niteliğini
gözönünde bulundurarak değerlendirmek isabetli sonuca varabilmek için gereklidir. Bu açıdan
incelendiğinde görülür ki, bu madde, sigortalı olabilmek bazı kimseleri bu haktan yoksun bırakma
düşünce ve amacıyla değil, bir takım eylemli olanaksızlıklar ya da zorunluluklar nedeniyle sigortalı
olma ve prim ödeme yükümlülüğü ortadan kaldırmak için vazolunmuştur. Maddenin (F) bendiyle
"askerlik hizmetlerini yapmakta olan yükümlüler" in sigortalı sayılmamasına egemen olan düşünce de
duraksamaya gerek bırakmayacak ölçüde açıktır; askerlik yükümlülüğünü yapmakta olan kimse,
olağan koşullarda ücret alamayacağı için, bunlar yönünden zorunlu sigortalılığın yükümlülükleri
ortadan kaldırılmak istenmiştir. Askere giden gazetecinin ücretinin ödenmesine devam olunacağı 5953
sayılı Yasanın yukarda sözü edilen 16. maddesinin hükmü gereği olduğuna göre, bunlar için sigorta
primi ödenmesinin ve bu sürenin sigortalılıktan sayılmasının, 3. maddesinin yukarda belirlenmeye
çalışan amacı ve niteliği gözönünde bulundurulduğunda, Yasaya aykırı bir yönü olmadığı
kendiliğinden ortaya çıkar. Aksine bir anlayış, yani bu madde hükmünü, yükümlülüğü kaldırıcı değil,
hak kaybettirici bir esas olarak yorumlamak, 506 sayılı Yasayla güdülen amaca da, Anayasa'da yer alan
sosyal devlet anlayışına da uygun düşmez.
Öte yandan 506 sayılı Yasanın 2. maddesi dayanaktan tutularak, sigortalı sayılabilecek için bir hizmet
akdinin varlığının temel koşul olduğu, askerlik hizmetini yapan kimsenin bir işverene hizmet akdiyle
bağlı olmasının söz konusu olamayacağı, bu bakımdan da sigortalı sayılamayacağı ileri sürülmektedir.
Yukarda belirtildiği gibi 5953 sayılı Yasanın 16. maddesi hükmü incelendiğinde, askere giden
gazetecilerin hizmet akdinin sona ermediği anlaşılmaktadır. Bu tartışma konusu yapılsa bile, bu
bakımdan asıl en önemli olan nokta şudur: 1655, 2167, 2422 sayılı yasalarla, askerde geçirilen
sürelerin borçlanmak suretiyle sigortalılıktan sayılmasının kabul edilmiş olması, yasakoyucu
tarafından bu ilkenin sigortalılığın vazgeçilmez koşulu olarak düşünülmediğini açıkca ortaya
koymaktadır.
Ayrıca, yukarıda belirtildiği gibi, 1655, 2167, 2422 sayılı Yasalar, askerlikte geçirilen sürelerin
borçlanılmak suretiyle sigortalılıktan sayılmasına olanak verdiğine göre, primi ödenmiş askerlik
süresini sigortalılıktan saymamak ve daha önce ödenmiş primleri geri verip, bu dönemi sonradan
borçlandırmak yoluna gitmekle sigortalılıktan saymak mantıkla açıklanması güç bir uygulama
olacaktır.
Bu nedenlerle 5953 sayılı Yasa uyarınca basın mesleğinde çalışanların askerlik görevlerin ifa ettikleri
sürece işvereni tarafından Sosyal Sigortalar Kurumuna ödenen primlerin geçerli sayılacağı mütalaa
kılındı.
İDARİ İŞLER KURULUNDAN GEÇMEMİŞTİR.
Bu dosya www.isvesosyalguvenlik.com’dan indirilmiştir.