moral dergisi temmuz 2012

68
SADE HAYAT NEDİR, NE DEĞİLDİR? Çöpe giden sadelik Metin Karabaşoğlu Hayatımızı nasıl sadeleştirelim? Veli Sırım Sade hayat nedir, ne değildir? Ümit Şimşek “Sade hayat, soframızdan başlar” Faruk Günindi “Gerçek bir tanrı kulu, efendiliğe soyunmaz” Alper Görmüş 9 7 7 1 3 0 5 6 6 7 0 0 7 SAYI Temmuz 2012 Fiyatı: 6 TL Sayı: 100

Upload: ugur-turan

Post on 29-Mar-2016

358 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

Moral Dergisi Temmuz 2012

TRANSCRIPT

Page 1: Moral Dergisi Temmuz 2012

Sade hayatNEDİR, NE DEĞİLDİR?

Çöpe giden sadelikMetin Karabaşoğlu

Hayatımızı nasıl sadeleştirelim?Veli Sırım

Sade hayat nedir, ne değildir?Ümit Şimşek

“Sade hayat, soframızdan başlar”Faruk Günindi

“Gerçek bir tanrı kulu, efendiliğe soyunmaz”Alper Görmüş

9 7 7 1 3 0 5 6 6 7 0 0 7

SayI

Temmuz 2012 Fiyatı: 6 TL Sayı: 100

Page 2: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 3: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 4: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 5: Moral Dergisi Temmuz 2012

Nesil Basım Yayın Gıda Ticaret ve Sanayi Anonim Şirketi adına

İMTİYAZ SAHİBİİbrahim Yaşar

GENEl YAYIN YÖNETMENİYavuz Bahadıroğlu

YAYIN KOORDİNATÖRÜİsmail Tongar

YAZI İŞlERİ MÜDÜRÜ (SORuMlu)Ekrem Altıntepe

SANAT YÖNETMENİEray Hacıosmanoğlu

ABONETayyip AkarErdem ŞahinFurkan Sarıgül

REKlAM MÜDÜRÜFikret Çakır

REKlAM SORuMluSuAhmet Akar

YAYIN KuRuluAbdullah ArıdoruAli ErdoğanCemil TokpınarErdal CesarFethi ÇağılHaluk İmamoğluHaşim Gayberiİhsan AtasoyKenan DemirtaşMehmet PaksuMetin KarabaşoğluÖmer Faruk PaksuSafa Mürsel

YIllIK ABONE ŞARTlARIYurt İçi: 60 TL (12 sayı için)Yurt Dışı: 60 euro (12 sayı için)

ÖDEME ŞEKİllERİPosta Çeki: Nesil Basım-Yayın 1613072Banka Havalesi: Nesil Basım-Yayın A.Ş.Asya Katılım Bankası (Bank Asya) İstanbul Bakırköy Şubesi TR 89 0020 8000 3900 0104 5900 19 Lütfen isminizi belirtmeyi unutmayın!*0 212 652 76 66 no’lu telefonu arayarak kredi kartınızla ödeme yapabilirsiniz. [email protected]

OFSET BASKI - CİlTNesİl MatbaacılıkBeymer San. Sit. 2. Cadde No: 23 Yakuplu Büyükçekmece-İstanbulTel: 0 212 876 38 68 • Fax: 0 212 876 41 69www.nesilmatbaacilik.comISSN: 1305-6670

MAHİYETİ: YAYGINYAYIN TÜRÜAylık Kültürel Aile Dergisi

YÖNETİM YERİSanayi Cd. Bilge Sk. No:2 34196 Yenibosna - İSTANBULTel : 0 212 652 76 66-67 0 212 551 32 25 (Pbx)Faks : 0 212 652 76 69 - 551 26 59 e-mail: [email protected]

Okuyucu ve abonelerimizin dikkatine:2012 Yılı abone yenilemeleri devam ediyor. Abone servisi aranabilir. Gönderilen yazılarda editör ve yayın kurulu gerekli gördüğü düzeltme ve değişiklikleri yapabilir. Yazıların ve reklamların sorumluluğu yazarlarına ve firmalarına aittir.

Sade hayat modeli, modern hayatın getirdiği tüketim çılgınlığına

bir karşı duruş. Modernliğin hayatımızın her tarafını saran ve bizi sü-

rekli tüketmeye çağırdığı bir zamanda bizi biraz yavaşlamaya ve et-

rafımızda olan biteni anlamaya çağırıyor sade hayat modeli. Öyle ya,

modern hayatın getirdiği yeme kültüründen çalışma kültürüne, ora-

dan tatil kültürüne varıncaya kadar her şey bizi hızlı yaşamaya ve hızlı

tüketmeye çağırıyor. Ayak üstü yiyor, ayak üstü sohbet ediyor, koştur-

macalar arasında nice sevdiklerimizi ihmal ediyor ve hayatı daha da

güzelleştirecek sahneleri fark edemeden yaşayıp gidiyoruz.

Oysa durup şöyle bir etrafımıza baksak, nice güzellikleri ve tatları farkedeceğiz. Yavaş ye-

menin lezzetini, akraba, eş ve dostlarımızla saatlerce sohbet etmenin tadını, çocuklarımızın

yüzündeki tebessümü farkedeceğiz ve hayattan daha çok lezzet alacağız. Tüm bunlar için ise

yapılması gereken şey ise sade hayat modelini hayatımızda tatbik edebilmek...

Peki nedir sade hayat? Nerede başlar, nerede biter? Günümüzde böyle bir hayat modelini

yaşamak mümkün mü? Sadeliği hayatımızın hangi noktalarında ve nasıl tatbik edebiliriz? Haya-

tımızı nasıl sadeleştirebiliriz?

Temmuz ayı kapak konumuzu bu ve benzeri soruların cevaplarına ayırdık. Uzmanlarla yap-

tığımız görüşmeler sonucunda sade hayat modelini uygulamanın hiç de zor olmadığını, kay-

betmeyip çok şey kazandığımızı gördük. Yazar Ümit Şimşek, yazısında sade hayatın ne olup

ne olmadığını tarif ederken Sade Hayat Derneği Başkanı Faruk Günindi bizlere sade hayatın

başlangıç noktasını söylüyor. Doç. Dr. Veli Sırım, sade hayat modelini hayatımızın hangi nok-

talarında uygulayabileceğimizi belirtirken Metin Karabaşoğlu, hayatımızın ne kadar sade olup

olmadığını anlayabileceğimiz pratik bir yöntem söylüyor. Sade hayatı bir yaşam tarzı olarak

seçen gazeteci yazar Alper Görmüş’le yaptığımız röportaj ise sade hayat felsefesine dair önemli

ipuçları veriyor.

Bu ayki dergimizin önemli bir bölümünü Ramazan ayına ayırdık. Temmuz ayının son bölü-

münde evlerimizi ve hayatımızı şereflendirecek olan Ramazan’a hazır olabilmek, gönlümüzün

ve evimizin kapılarını bu aya hazır hale getirebilmek önemli. Bu aya dair hazırladığımız dosya-

larımız tam da bu amaca matuf. İnşaallah gönlümüzü ve evimizi Ramazan’a yakışır bir şekilde

hazırlayabiliriz.

Çocuk Eğitimi sayfamızda önemli bir konuya dikkat çekiyoruz: Çocuk istismarı. Pedagoji Der-

neği Başkanı Pedagog Mehmet Teber, kendisiyle yaptığımız röportajda bu alanda neler yapıl-

ması gerektiğini söylüyor. Mercek köşemizde yazar Emine Fiikriye Beledli ile “Dürr ve Sadef”

isimli kitabı üzerine yaptığımız röportaj da ilginizi çekecek.

Ağustos ayında yeni bir dergiyle buluşuncaya kadar Allah’a emanet olunuz...

Yıl: 14 Sayı: 100 Temmuz 2012

EDİTÖREkrem Altıntepe

Hayatımız ne kadar sade?

Page 6: Moral Dergisi Temmuz 2012

İ Ç İ N D E K İ L E R

Kapak Dosyası

ÇÖPE GİDENSADELİK

14

Metin Karabaşoğlu

GÖNÜL İBRENİZİ RAMAZAN’A AYARLADINIZ MI?

24 Ramazan

Ahmet Bulut

AİLENİZİN AZİZ MİSAFİRİ: RAMAZAN

28 Ramazan

Münir Arıkan

AİLEDE REKABETOLUR MU?

44 Nur Penceresi

Mehmet Paksu

“SADE HAYAT,SOFRAMIZDAN BAŞLAR”

06 Kapak Dosyası

Faruk Günindi

“HAKİKİ BİR TANRI KULU,EFENDİLİĞE SOYUNMAZ”

18 Kapak Dosyası

Alper Görmüş

KALBE GELENKURUNTULAR: VESVESE

52 Psikoloji

Ömer Baldık

“HZ. ÂMİNE’YİGÖZYAŞLARIYLA YAZDIM”

40 Mercek

Emine Fikriye Beledli

SİNEMA,SERGİ, KİTAP...

60 Ajanda

Nilüfer Taktak

ÇOCUK İSTİSMARINASEYİRCİ KALMAYIN

36 Çocuk Eğitimi

Tuğba Akbey İnan

KAPAK: SADE HAYAT NEDİR, NE DEĞİLDİR?

KAPAK: HAYATIMIZI NASIL SADELEŞTİRELİM?

RAMAZAN: 30 ORUÇ, 30 DUA

SAĞLIK: “MİDE, İNSANIN İKİNCİ BEYNİDİR”

HİKAYE: RENKLİ YÜN YUMAKLARI

HABER: 1’DEN 100’E MORAL DÜNYASI

ÇOCUKCA

54

56

62

04

10

32

52

Sadehayat

nediR, ne deĞildiR?

Page 7: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası Ümit Şimşek

S ade hayat ne değildir?Konunun yabancısı olan-

lar için, önce bu sorunun cevaplandırı lması hayatî

önem taşıyor. Bu kısa cevabı da he-men verelim:

“Sade hayat yoksulluk demek de-ğildir.”

Bundan sonra asıl soruya geçe-bil iriz:

Peki, sade hayat nedir?Bu sorunun cevabı da kısa ve

nettir:“Sade hayat zenginlik demektir.”Şu kadar var ki, bizim bugünkü

değer ölçülerimiz “madde bağımlısı” haline geldiği için, insanları, ceple-rindeki para miktarına göre zengin veya fakir olarak vasıflandırıyoruz. Oysa kişinin geliri ve ihtiyaçları ara-sındaki farkı esas alacak olursak, zengin ve yoksul l istelerinde geniş çaplı yer değiştirmelerin cereyan etmesi sürpriz olmayacaktır.

Bediüzzaman, Batı medeniyeti-nin insanı fakirleştirdiğini söyler-ken, bu gerçeği dile getirir. Çünkü bedevîl ik zamanında üç-dört şeye muhtaç olan insan, medeniyet ça-ğında yirmi-otuz (hattâ yüzlerce, belki binlerce!) şeye muhtaç hale gelmiştir. Fakat geliri de aynı nis-pette artmadığı için, ihtiyaç i le ge-lir arasındaki mesafe açıldıkça açıl-mıştır. Yoksulluğu belirleyen ölçü de ihtiyaç-gelir farkı olduğuna göre, bu-günün insanı, dünün insanına göre daha da fakir düşmüştür ve fakirleş-meye devam etmektedir. Bir taraf-tan bakarsanız, dün kimsenin haya-linden bile geçmeyen âlet, vasıta ve imkânlara sahibiz; ceplerimizin bü-tünüyle boş olduğunu kimse söyle-yemez; hoş, cepler boşalsa da kredi kartları her an dünyanın en uzak kö-şelerinden dilediğimiz şeyi ısmarla-mamıza imkân sağlıyor. Fakat elde et-tiklerimiz, hayal ettiklerimizin yanında küçük kalıyor ve küçülmeye devam ediyor. Bu sıfatı kabullenmek zor da olsa, gerçek şu ki, bugün dünkünden daha yoksuluz; bu gidişle yarın da bugünkünden daha yoksul olacağız.

Bu açmazı açmanın tek bir yolu vardır:

Zenginliğin asıl kaynağına yönel-mek. Daha başka bir deyişle:

Zenginliği kabukta değil , özde aramak.

Zenginlikte ters orantıZenginlik söz konusu olduğunda,

kabuk ve öz arasında bir ters orantı ortaya çıkar. Kişi özde ne kadar zen-ginliğe sahipse, görüntüsünü süs-lemek ihtiyacından da o kadar uzak demektir. İnsanlar, özde yoksul laş-tıkça kabukta zenginlik ve kalabalık aramaya başlarlar. Özellikle, hayatta bir gayeleri olan, bir ideal peşinde

koşan insanların kabukla fazla alış-verişleri olmaz; eğer idealist olarak bildiğimiz bazı kimselerde maddî zenginliğe ve refah araçlarına tut-kunluk da görülüyorsa, onların o ka-dar da idealist olmadıkları netice-sine varabil iriz.

Özde zenginliği yakalayan insan, aynı zamanda özgür insan demek-tir. Çünkü ihtiyaçlarını bizzat ken-disi belirler; başkasının ona ihtiyaç dayatmasına fırsat bırakmaz. Kur’ân da “Sahip olduklarımızın ne kadarını bağışlayalım?” sorusuna “İhtiyaç faz-lasını” şeklinde cevap vermiş, fakat ihtiyacın ne olduğunu belirtilmemiş-tir (Bakara Suresi, 219). Bu, kişileri

manevî zenginliğe yönelten ve bir fazilet yarışına teşvik eden bir ce-vaptır. Bu işareti alan bir kimseden beklenen şey, kendisi için bir ihti-yaç sınırı belirlemek ve oraya kalın bir “yeter” çizgisi çekmek, kalanını da Al lah yolunda harcayarak “ve-

Sade hayat “yoksulluk” demek değildir. Peki, sade hayat nedir? Sade hayat “zenginlik” demektir. Ama bu “zenginlik” ilk akla geldiği gibi cüzdanların şişkinliğinden kaynaklanan bir zenginlik değildir. Bu “zenginlik” kabukta değil, özde olan bir zenginliktir...

Sade hayatNEDİR, NE DEğİlDİR?

MORAL DÜNYASI Temmuz 20127

Page 8: Moral Dergisi Temmuz 2012

ren el” olmak ve bu suretle Rabbi-nin kerem sıfatına bir başka yönden mazhariyet elde etmektir. Burası bir yarış meydanıdır; kişi ler maddî ih-tiraslarından uzaklaştıkları nispette bu yarışta öne geçerler.

Fakirlikten kurtuluşBu yarışta “mağlup” yoktur. Kişi

yarışın ne kadar gerisinde yer alırsa alsın, ihtiyaçlarına özgür iradesiyle bir “yeter” çizgisi çizmek ve buna sadık kalmak suretiyle, kendisini bir esaretten kurtarmıştır. İşte burası, “sade hayat” adıyla andığımız zen-ginliğin keşfedildiği noktadır. Tü-ketim ekonomisinin bütün gücüyle sade hayata yüklenmesi, becereme-diği yerde de insanlara “sadelik” adı altında birtakım şeyler satarak bu

kavramı sulandırmaya çalışması, işte bu sebeptendir. İnsanlar ihtiyaçlarını kendileri belirleyecek olurlarsa, ih-tiyaçları olmayan şeyi “Sen bunlar-sız yapamazsın” diyerek onlara kim pazarlayacak?

Kendi ihtiyaçlarını belirleyen insan, gelir ve giderleri arasındaki dengeyi de kurmuş, yahut bu dengeye tüke-tici insandan daha fazla yaklaşmıştır. İnsan, geliri i le gideri arasında bir denge konumuna yaklaştığı oranda fakirl ikten uzaklaşmış demektir. Bu yüzden, ne kadar mütevazı bir ge-lire sahip olursa olsun, bu geliriyle hayattan beklenti lerini karşılayabi-len bir insan, çok kazandığı halde beklentileriyle geliri arasındaki uçu-

rumu bir türlü kapatamayan birisine göre “zengin” olarak tanımlanmaya daha layık bir kimsedir. Geçim sı-kıntısının yaygın bir dert teşkil et-tiğini gözardı edecek değiliz; ancak açlık sınırının altındaki gelir seviye-sine sahip ailelerin bu gelirlerinden ne kadarını cep telefonlarına, renkli televizyon ve çanak antenlere harca-dıklarını da dikkatten uzak tutmamak gerekir. Eğer fakirlik tanımını insanın eline geçen paraya veya sahip olduk-larına bakarak değil de gelir-gider dengesini esas tutmak suretiyle ya-pacak olursak, gönüllü sadeliğin fa-kirlikten kurtuluş hareketi olduğunu görmekte zorlanmayız. Hattâ, daha da ileri giderek, sadelik olmaksızın fakir-likten kurtulmanın mümkün olamaya-cağını bile söyleyebiliriz. Çünkü tü-

ketim çağının sayısız tecrübeleriyle sabit olduğu gibi, kişi kendi ihtiyaç-larını bizzat belirlemediği takdirde ihtiyaç listesi sonsuza kadar uzana-cak ve gelir-gider uçurumu gittikçe derinleşerek modern insanı fakirleş-tirmeye devam edecektir.

Asıl zenginliklerimizGönüllü sadelik, insanın hayatın-

dan ihtiyaç fazlasını çıkarmak sure-tiyle, daha başka şeylerin hayatımız içinde yer alabilmesi için zemin ha-zırlar. Aslında bunlar, hayatı yaşan-maya değer kılan şeylerin tâ ken-disidir. Bunlar arasında, kendimizin ve içinde yaşadığımız dünyanın far-kına varmak, bizi çevreleyen güzel-

likleri her an içimize sindirerek ya-şamak, aldığımız her soluğun hakkını vermek, başta aile bireyleri olmak üzere insanlarla i l işkilerimizi can-landırmak, başka insanların dertle-rini ve mutluluklarını paylaşmak, sa-dece kendisi için çalışan bir tüketici rolünden sıyrılarak başkaları için de birşeyler yapabilmek, üzerinde yaşa-dığımız gezegenin daha yaşanabil ir bir hal alması için kendi çapında bir katkıda bulunmak gibi küçüklü bü-yüklü sayısız hazlar ve mutluluklar vardır. Bu haz ve mutluluklar, insa-nın manevî dünyasında, hiçbir mali-yet istemeden herkese eşit fırsatlar sunan muazzam bir zenginlik kay-nağı teşkil etmektedir. Nitekim gö-nül lü sadeliği savunanlar, bu hayat tarzını, “dış görünüşüyle sade, içe-

ride ise alabildiğine zengin” bir ya-şam biçimi olarak tanımlarlar.

İnsanların maddî refahtan payları çok çeşitl i seviyelerde olduğu gibi, manevî zenginliklerden de en az o kadar çeşitl i seviyelerde nasipleri vardır. Ancak burada âdil bir yarış söz konusudur: Kaynaklar sınırlı ol-madığı için, kapanın elinde kalmaz; bir kısım insanların fazlaca nasip al-ması, diğerlerinin payından birşey eksiltmez. Hattâ çoğu zaman böyle fazlalıklardan diğer insanlar da ya-rarlanırlar. İ l im ve sanat dünyası-nın zenginlikleri, bu güzel l iklerden büyük pay kapanlar tarafından vü-cuda getiri lmiş ve hepimizin istifa-desine sunulmuştur.

8Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 9: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası Ekrem Altıntepe

“İnsanın ara sıra harcadığı ve her gün harcadığı

şeyler vardır. Biz her gün harcadığı şeyleri tekrar

düzenlemesini istiyoruz. Yani insanlar her gün üç defa yemek yiyor. Önce

sofralarını sadeleştirseler, o zaman geriye dönük

olarak birçok şeyleri de sadeleşecek. İnsan

sofrasını sadeleştirse ya da sadece yağını tuzunu değiştirirse, bu tercihin domino etkisiyle birçok

şeye etkisi olacaktır.”

“Sade HaYat, SOFRamIzdan

baŞlaR”

Sade Hayat Derneği, ha-yatı sade yaşamak iste-yenlerin bir araya gelerek kurdukları bir dernek. Bu

derneğin üyeleri, sade bir hayatın gerekli l iklerini yerine getirmek için birbirleriyle fikir alışverişinde bulu-narak sadeliği yakalamak istiyorlar.

Sade Hayat Derneği Başkanı Fa-ruk Günindi, sade hayatın başlangıç noktasının sofralar olduğunu belir-terek sofraların sadeleşmesiyle ha-yatımızdaki birçok şeyin de sadele-şeceğine vurgu yapıyor.

Faruk Bey, uzun süreden beri fa-aliyette olan Sade Hayat Derneği’niz var. Bu derneğin başkanı ve üye-leri olarak sade hayatı nasıl ta-nımlıyor ve nasıl yaşamaya çalı-şıyorsunuz?

Sade hayat, en anlaşıl ır ifade-siyle “Peygamberî bir hayat” tar-zıdır. Efendimiz (a.s.m.) kendisine Allah (c.c.) tarafından Cebrail vası-tasıyla “kul bir peygamber” mi veya “melik bir peygamber” mi olmak is-tediği sorulduğunda “kul bir pey-gamber” olmayı seçmiştir. Efendi-miz (a.s.m.) isteseydi varlık içinde yaşamayı seçebil irdi ama o kul luğu yani sadeliği seçmiştir.

İlginç bir yaklaşım. Efendimizin (a.s.m.) bu tercihini diğer peygam-berlerde de görebiliyor muyuz?

Tabii ki. Bunun en bariz örneği Hz. Süleyman’dır. Al lah tarafından kendisine çok büyük güçler bahşe-dilen Hz. Süleyman neden kocaman kocaman saraylar yaptırıp durmadı?

MORAL DÜNYASI Temmuz 20129

Page 10: Moral Dergisi Temmuz 2012

O yaptırdı ama ibadethane yaptırdı. Hz. Süleyman’ın yeryüzünde tüm

insanların görmüş ve göreceği en zengin insan olduğunu bil iyoruz. Ama o el lerini açıp Al lah’tan ne is-tiyor? “Allah’ım, bana hayırlı bir ka-zanç ver” diyor. Her şeyi olan bir insan, tüm zenginlikler ona verilmiş bir insan “Bana elimle kazanacağım bir şey söyle” diyor. O kadar zen-ginlikler içindeki bir insan kendi rız-kını sepet örüp satarak kazanıyor. O büyük kral l ığın içinde sepet ören bir hükümdar, bir peygamber... Ne müthiş bir manzara değil mi?

Bunun yanında kral l ıklarına gü-venen Nemrutlar, Firavunlar bütün o şaşaalarına, debdebelerine rağ-

men yok olup gittiler. Ama her türlü imkâna rağmen, bütün zenginliklere rağmen kul olmayı seçen peygam-berler sonsuza kadar hayırla anı-lacaklar.

Hz. Süleyman o muhteşem zen-ginliğine rağmen sade bir hayatı tercih etti ve kul oldu. Bu sadelik onu kulluğa götürdü. Fakat Fira-vun, Babil kralları, Nemrutlar o debdebe içinde bütün imkânlarına bakarak ilahlıklarını iddia ettiler. Sade yaşam insana kul olduğunu fark ettiriyor, her şeye sahip ol-duğunu sanmak ise, insanı kulluk-tan çıkarıyor veya bir nevi ilahlık yaptırıyor diyebilir miyiz?

Kesinlikle öyle. Sade hayat kul üretir, modern hayat kendi dünya-larının tanrıları olan küçük tanrı-cıklar üretir. Modern hayat, kendi dünyalarına hükmedebileceklerini sanan, kendi kaderlerini belirledik-lerini sanan, varlığın kaderiyle ilgil i karar verebileceklerini sanan ufak tanrıcıklar üretti .

Ben bir fert olarak hayatımı sade yaşayacağım diyorum. Sade-lik derken tüketimden mi uzaklaş-mam gerekiyor? Ne yapmam ge-rekiyor ki sade olabileyim? Sade yaşamaya karar veren bir insan ne yapmalı?

Böyle bir kararı sade yaşamak için

Sade Hayat Derneği başkanı

Faruk Günindi

Foto

ğraf

:

10Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 11: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

vermemek lazım. O kararı doğru ya-şamak için vermeli. Onun kural ları da sade hayat felsefesinin koyduğu hayat kural ları değil , onlar herke-sin uyması gereken ilahî kurallardır.

Hz. Adem’den beri aynı şeyler söylenip duruyor. Yani burası yer-yüzü, biz buraya Hz. Adem’le bir-likte indirildik. Cennet ehli idik, bu-raya indiri ldik. İndiri ldikten sonra buranın bazı yaşam kuralları var. Ne doğru, ne yanlış bunlar bize öğre-ti ldi. Tüm peygamberler kendi üm-metlerine “Burası böyle bir yer, bu yapıl ır, bu yapılmaz” dedi. Mesele budur. Yani sade yaşamayı isteyen biri İslam’ı seçtiyse zaten lüks ya-şamaz. Sürekli nefsinin istediği tüm arzularını yerine getirmez. Helal-ha-ram diye bir şey vardır. Bu, sade ha-yat fikrinin icat ettiği bir şey değil .

Sade hayat deyince ilk başta dünya nimetlerinden istifade et-meme, mesela çok cafcaflı giyin-meme, modayı takip etmeme, az tüketme gibi bir şey anlaşılıyor. Burada “Sade hayat ilahî emir-lere uymaktır” diyerek farklı bir boyut getirdiniz. Sizin kastettiği-niz sade hayat bu mudur?

Bizim yaşamaya çalıştığımız sade hayat budur. Bizce helal-haramı, za-rarlı-zararsız diye tanımlamak daha doğru olur. Zararlı bir şeyin helal olduğunu düşünemiyorum, yani za-rarlı olduğu halde Al lah Teâlâ’nın kendi kul ları için bunu isteyeceğini düşünemiyorum veya yararlı olduğu halde Allah’ın yasakladığı bir şey de düşünemiyorum. Bütün helal olan-ları alırsam onlar bana kârdır.

Birisi sade bir hayat yaşamaya karar verdi. Siz Sade Hayat Der-neği başkanı olarak ve sade hayat yaşayan biri olarak buna karar ve-ren birine ne tavsiye edersiniz? Yani birden bire bu hayatın içine balık-lama mı dalmam lazım, her şey-den vazgeçmem mi gerekiyor? Ya da nasıl bir sade hayat tarzı uy-gulamam gerekiyor ki en verimli şekilde yapabileyim?

İnsanın ara sıra harcadığı ve her gün harcadığı şeyler vardır. Biz her gün harcadığı şeyleri tekrar düzen-lemesini istiyoruz. Yani insanlar her gün üç defa yemek yiyor. Önce sof-

ralarını sadeleştirseler, o zaman ge-riye dönük olarak birçok şeyleri de sadeleşecek.

Soframızı sadeleştirmekle nasıl birçok şeyi sadeleştirmiş olacağız?

İnsan sofrasını sadeleştirse ya da sadece yağını tuzunu değiştirirse, bu tercihin domino etkisiyle birçok şeye etkisi olacaktır. Niçin sentetik yağ kul lanalım? Bir yağ nelere mal oluyor? İçinde hidrojenle işlenmiş bir katkı varsa o yağ, yağ vasfını yit irmiştir. Çok yapışkan hale geli-yor, biz onu tabaklardan çıkarmak için deterjan kullanıyoruz. Deterjan hayatımıza giriyor. Deterjan bütün doğayı fosforla mahvetti . Her şeyi pislettik. Sonra o yağı yedik vücut-tan ter olarak çıktı. Ter de giysilere yapıştı. Çünkü yapışkan bir yağdır. Giysileri de güçlü deterjanlarla yı-kamak zorunda kaldık. Bütün suları mahvettik. Yağı yedik, hastalığa se-bep oldu, bütün vücudumuzda da-marların, organların çalışmasını et-kiledi. O zaman da ameliyatların, ilaçların hepsinin yolunu hazırladık.

Biz diyoruz ki tereyağına, zey-tinyağına, en doğal yağlara geçin. O zaman bulaşık deterjanı ihtiyacı en aza inecek. Sadece sıcak suyla bile zeytinyağı çıkabil iyor. Zeytin-yağı kadar olağanüstü bir şey yok. Demir dünyaya sonradan indi diyor-lar, belki zeytin ağacı da sonradan inmiştir. O kadar olağan üstüdür. O

yağ sizi hastalıklardan da koruya-cak. Sadece yağı değiştirerek bun-ların hepsini değiştirmiş olacaksınız.

Tuzun böbreklere neler yaptığını, vücutta metal bıraktığını bil iyoruz, vücutta su dengesini bozduğunu, ti-roid bezlerini bozduğunu bil iyoruz. Bunlar her gün kul landığımız do-minolardır. İnsanlar sadece bunları değiştirseler, bu niyetle 40 gün de-vam etseler, o zaman Allah’ın va-adi var, “Ben sizin bilmediklerinizi öğretirim” diyor.

Yağ ve tuza şeker ve unu da ek-leyebilir miyiz?

Tabii onları da katabiliriz. İnsanın düşünebilme yetisinin devam ede-bilmesi için sentetik şekerin vücuda girmemesi gerekir. Olaylar arasında veya varlıklar arasında i l işki kura-bilme yeteneği olan aklın devam ede-bilmesi için sentetik şekerin hiçbir şekilde tüketilmemesi gerekir. O za-man belki akıl eve geri döner.

Unda da nem tutucular var, gerçek un olsa onun kadar güzel besleyici bir şey yok. Temel besin maddele-rinden bir tanesidir. İnsan ömrünü un, yağ ve etle geçirebil ir. Ama şimdi un unluktan çıkmış. Biz onu eliyoruz. Elediğimizi hayvanlara ve-riyoruz, en değerli yerini onlar yi-yor. Biz ise unun en hastalıklı yerini yiyoruz. Nemlenmesin, beyaz olsun diye içine katkı maddeleri koyuyoruz.

Anlattıklarınızdan sade hayatın başlangıcının giydiklerimiz, ara-bamız, televizyonumuzdan değil soframızdan başladığı sonucunu çıkarıyorum.

Sofralarda nelerin yenip nelerin yenmediği çok önemli. Çünkü her-kes sofralarda. Herkes araba alma-yabilir, herkes televizyon almayabilir, ama herkes yemek yiyor. Dolayısıyla dikkat etmemiz gereken şeylerden ilki odur. Biz eğer kendi soframızı ya da ağzımızı kontrol edebilirsek o zaman arabanın neden olduğu şey-leri de, televizyonunun neler yaptı-ğını da anlayabiliriz. Çünkü akıl geri gelir. Hz. Adem haya veya iman is-temedi, akıl istedi. Çünkü akıl varsa haya ve iman da vardır. Biz akıl na-sıl geri gelir diye düşünüyoruz. Sof-radan başlasak zincirleme diğer ha-talarımızı da fark ederiz.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201211

Page 12: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 13: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası Yrd. Doç. Dr. Veli Sırım

“Sadelik” kelimesi zihninizde neler çağrıştırıyor?

Dünyadan elini eteğini çekmek mi?

Fakirl ikten kaynaklanan mecburi bir durum mu?

Teknolojiye ve hayatımızın içinde yer tutmuş imkânları, alet ve edevatı elimizin tersiyle itmek mi?

Hayır, bunların hiçbiri değil . . .Peki, nedir sade hayat?

Sade hayat, her şeyden önce bir tercihtir.

Tüketim çılgınlığına; israfa, lüks ve gösterişe; zamanı, enerjiyi ve ye-tenekleri çürüten, eriten, buna kar-şıl ık tüketime ve israfa yönelik bir yaşam tarzını yerleştirmeye çalı-şan bütün unsurlara, televizyona, medyaya, abartı l ı reklamlara; rek-lamlara kapıl ıp marketlere hücum etmeye; al-kul lan-at-tekrar yeni-

sini al anlayışına; “tükettiğin kadar mutlu olursun” düşüncesine; özgür-lük iddiasıyla paranın ve tüketimin esiri olmaya ve hayatı daraltan, çe-kilmez hale getiren bütün şartlara karşı basit gibi görülen, ama çok önemli bir tepki.

Şimdi başlıklar halinde, sadeliği benimsemiş bir insan veya toplum prototipinin belirgin özelliklerini sı-ralamaya çalışalım.

Tüketim çılgınlığına son verip “sade bir hayat” yaşamak istiyorsunuz ama sadelik için ne yapmanız gerektiğini bilmiyor musunuz? Aslında yapmanız gerekenler hiç de öyle “atla-deve” kabilinden şeyler değil. Dünyadan elinizi eteğinizi çekmeniz gerekmiyor. O zaman nasıl bir sadelik mi diyorsunuz? İşte size “sade bir hayat”ın köşe taşları...

naSIl Sade-leŞtiRelim?

HaYatImIzI

MORAL DÜNYASI Temmuz 201213

Page 14: Moral Dergisi Temmuz 2012

“Fast food” ifadesini neredeyse bilmeyenimiz yok-tur. “Hızlı beslenme” demek. Bu da zaten iğneden ipliğe günümüz yaşam tarzının en belirgin sembolü.

Çarklar öyle hızla işl iyor ki. Düşünmeye bile fır-sat yok. Kaldı ki buna ihtiyaç da bırakılmıyor. Bi-ri leri bizim için düşünüyor, hayatımızı bizim için planlıyorlar. Neye, nerede, ne kadar ihtiyaç duydu-ğumuzu zaten çoktan planlıyorlar.

İşte biz böyle hızlı işleyen çarkın içindeyiz.Hele büyük şehir hayatı çerçevesinde. Evden işe,

işten eve. Aradaki boş vakitlerde de bol bol alışverişe.Hızlı hayatın vazgeçilmezi de sürekli değişim, sü-

rekli yenilenme.İhtiyaçların sürekli yenilenmesi.Diğer ifadeyle ihtiyaç listemizdeki maddeler hızla

ve sürekli olarak artıyor. Karşılanan bir maddenin yeri hiç boş kalmıyor. En kısa zamanda en azından 3-4 tane ihtiyaç maddesi ekleniyor.

Hızlı hayat, hayatın hazzını yok ediyor. Sağlıklı düşünmeyi, doğru karar almayı engel l iyor. Geliş-meleri yüzeysel değerlendirmeye sebep oluyor. Bir mesele üzerinde fazla düşünmek, yavaş hareket et-mek bir zaman kaybı gibi algılanıyor.

Dert bel l i . Hastalık bel l i .Ya çözüm?Aslında çözüm çok açık ve elimizde.Vitesi düşürmek.Yavaşlamak.Hayatımızı kontrol altına almak. Kendi hakimiyeti-

mizde gibi gördüğümüz para-pulun, alışverişin, tüke-time yönelik anlayış ve alışkanlıklarımızın kontrolün-den, esaretinden, hatta bağımlıl ığından kurtulmak…

Düşünmek. Kendimize, ailemize, arkadaşlarımıza zaman ayırmayı düşünmek.

Hayatın gayesini düşünmek.Ve karar vermek.Nerede ve nasıl hata ettiğimizi araştırıp, telafi ve

tedavisine bir an önce başlamak.

Hızlı değil yavaş yaşamak

Bazı sigara tiryakileri vardır. Hem şikayet eder sigaraya mahkum olmaktan hem de kahramanca bir eda i le “Ben istesem anında bırakırım bu mereti!” deyiverirler. Bir türlü kabul etmezler o 5-6 santim-lik beyaz kağıda sarılmış kuru ve kirl i bitkinin yan-masıyla çıkan dumana esir oluşlarını.

Peki bundan farklı mıdır evimizin başköşesine yer-leştirdiğimiz TV’ye olan gönüllü esaretimiz. Günde en az 4-5 saatimizi ona olan sadakatimizin bir göster-gesi olarak, hareketsiz, sessiz, hatta nefeslerimizi tu-tarak, gözümüzü kırpmadan ona bakarak geçirişimiz.

Sigara tiryakisinin zehirli dumanının zararı kendi-sine. Belki biraz da fiziki olarak yakınında olanlara.

Ya TV bağımlıl ığı ve tiryakil iğinin zararları?Ruhumuzda, kalbimizde ve beynimizde açtığı de-

rin yaralar.Ailemize vurduğu darbeler.Akrabalarımızla, arkadaş çevremizle, en yakın

kapı komşumuzla aramıza koyduğu aşılmaz duvarlar.Ve daha nice zararlar, ziyanlar, maddi ve ma-

nevi hastalıklar.Bunca tehlikeye, bunca ziyana ve zarara yol açan

bir bağımlıl ıktan söz ediyoruz.Bu bağımlıl ıktan kurtulmanın zaruretinden bah-

sediyoruz.Tabii bunun için önce kendimizin bu bağımlıl ığı

kabul etmemiz, bu tehlikenin vahametinin farkında olmamız gerekiyor.

Uzmanlara göre günün uzun bir bölümünü televiz-yona ayıran bir kişi, tamamen televizyon bağımlısı

oluyor. Daha da ilginci, bu bağımlılık insanı herhangi bir konuda bil inçli bir karar veremez hale getiriyor.

Televizyonun bağımlıl ık yaptığı bil imsel yol larla da ispatlanan bir gerçek. Scientif ic American der-gisinin 2002 Şubat sayısında yayınlanan “Television Addiction (Televizyon Bağımlıl ığı)” başlıklı yazıda, televizyon seyretmenin insan vücudundaki olumsuz etkileri bil imsel verilerle desteklenerek açıklanıyor.

Peki içimize sinsice yerleşen televizyon bağım-lığından kurtulmanın çaresi yok mu?

Elbette var. Yapılacak tek şey irademizi devreye koyabilmek. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, ira-demizi kul lanmak çoğu zaman mümkün olmayabi-l iyor. Olsa bile, uzun süreli olmuyor. Adı üstünde, bağımlıl ık.

Günde ortalama dört saatimizi göz göre göre, kendi irade ve tercihimizle televizyona teslim etti-ğimizi düşünelim. Bu durumda bir yıl boyunca 1460 saatimiz, diğer ifadeyle 60 günümüz TV önünde ge-çiyor demektir.

60 günde neler yapılmaz ki! Hele bir de günde on saat ve üzeri televizyon seyredenler için.. .

Demiştik ya, belki radikal bir şekilde hayatımız-dan televizyonu çıkarmak zor gelebilir. Gelin bu ra-kamı yarı yarıya indirmeye gayret edelim. Bir diğer ifadeyle televizyonun ömrümüzden çaldığı iki saati geri almak için çaba gösterelim.

Her gün iki saat.Özellikle de anne-baba ve çocukların en fazla bir

araya geldiği, toplandığı akşam vakitlerinde.Kazandığınız bu iki saatle her gün neler yapabi-

leceğinizi bir düşünün ve hemen televizyonunuzun düğmesini kapatın.. .

Televizyona karşı bağımsızlık

14Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 15: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

Sade hayatın bir diğer yönünü kendimize, ailemize ve yakın çevre-mize zaman ayırabilmek oluşturur.

Özel l ikle ailemize ayıracağımız zaman ve enerji, hem aile içi sevgi ve saygıyı güçlendirecek, hem daha mutlu bir hayat sürmemizi sağ-layacak, hem de bir takım maddî güçlüklerin ve problemlerin daha kolay halledilmesini sağlayacaktır.

Her eğitimin kaynağı aile olduğu gibi, tutumlu olma, sade bir haya-tın şartlarını yerine getirme eğiti-minin kaynağı hiç şüphesiz ailedir. Gerek eşlerin, gerekse çocukların sade yaşam şartlarını uygulaya-bilmeleri, birl ikte hareket etme-lerine bağlıdır.

Sade hayat, bizi yakın arkadaş çevremizle olan diyalogumuzu da artıracak, hatta dost çevremizi şe-killendiren önemli bir etken ola-caktır. Çünkü insanları doğru veya yanlış davranışlara yönelten unsur-ların başında arkadaş çevresi bu-

lunur. Kişinin kendi iradesiyle sade bir hayat çizgisini seçmesi, ister is-temez sadeliğe ters bir hayat sü-ren arkadaş çevresinden uzaklaş-masını sağlayacaktır. Belki o kişi, tüketime endeksli hayat süren ar-kadaşlarına da örnek olabilecektir.

Hemen her insanda bulunan or-tak bir özellik vardır. İyi ve doğru bulduğu şeyleri, güzellikleri başka-larıyla paylaşmak ister. Aynı kural sade hayatı benimseyenler için de geçerlidir. Sade hayatın kazandırdığı maddî ve manevî kazançları başka-larıyla da paylaşmak isteyecektir.

Yakınlarımızavakit ayırabilmek

Günümüz şartlarında komşulu-ğun konumu, neredeyse nüfus yo-ğunluğunun artışı veya azalışıyla bağlantıl ı bir seyir takip etmekte. İnsanların sayısal olarak çoğal-ması, hemen akla geldiği gibi ya-kınlığı doğurmuyor. Tam tersine kalabalıklar içinde bireyler yalnız-laşıyor. Kendini daha az güvende, hattâ tamamen güvensizlik içinde hissediyor.

Aynı kural, meskenlerin çokluğu ve birbirine yakınlığı, neredeyse dip dibe olmasında da geçerli. Alt kat–üst kat, yan daire–karşı daire bir komşunun varlığından bile ha-bersiz yaşanıyor. Bu durumda da komşuluk, gerçek boyutu ya hiç öğrenilmeyen ya da “Nerede o eski komşuluklar!” diye derin bir

iç çekmenin ardından hayal me-yal gündemimize giren bir kavramı ifade ediyor.

Peki ne oldu da komşuluk, özel-l ikle de büyük şehirlerdeki kom-şuluk bu hale geldi?

Bu konuda ilk göze çarpan et-ken, “apartman yaşantısı.”

Dev arı kovanlarını andıran ve her birisinde küçük bir i lçeyi ba-rındıracak kadar nüfusa sahip olan yüksek apartmanlar, dev siteler, görünenin tam tersine komşuları birbirinden daha fazla soyutluyor.

Komşuluğun bir başka azılı düş-manı ise, evlerimizin başköşesine kurulan televizyonlar. Gün boyu yoğun iş temposuyla zaten bir-birinden habersiz olan komşular, akşam evlerine geldiklerinde te-levizyona kil it leniyorlar. Bu du-rumda insanlarımız, “Ya komşun, ya televizyon” arasındaki tercih

haklarını hep televizyondan yana kul lanıyorlar.

Komşuluğun önünde duran bir başka engel ise “güvensizlik” or-tamı. Karşıl ıkl ı güven olmayınca da, ufak tefek komşuluk görüntü-leri de soğuk ve samimiyetsiz olu-yor. Dolayısıyla komşusuna yaban-cılaşan kişi, komşusuna daha fazla güvensizlik duyuyor; bu güvensiz-lik ortamı ise komşuları daha fazla birbirinden uzaklaştırıyor.

Komşuluk ilişkilerini geliştirmede işe önce kendinizden başlamanız gerek. Komşuluğu hep başkaların-dan beklememeli. İlk adımı atmak-tan çekinmemeli. Örneğin komşu-nuzla birlikte içeceğiniz bir bardak çay, çok şey değiştirebil ir. Haya-tınıza o özlediğiniz tablolara ye-nilerini ekleyebil ir.

Unutmayın hepimiz komşuyuz.

Komşuluk şart

MORAL DÜNYASI Temmuz 201215

Page 16: Moral Dergisi Temmuz 2012

NURGOLD’un eşsiz tasarımlarıyla güzelliğinizi yansıtın.

Özel koleksiyonlarıyla her zevke hitap eden NURGOLD Kuyumcukent’te sizleri bekliyor.

Tel.: 0 212 603 04 96

Hedef tahtasının ne olduğunu bil irsiniz. Şimdi gözünüzde bir hedef tahtası canlandırın. Büyükçe, tam boyunuz kadar. Bir de, o hedef tahtasına atış yapmak için birbirleriyle yarışan, el lerindeki birbi-rinden farklı si lahlarla hedefi tam 12’den vurmaya çalışan atıcılar olsun. Hedefe ise kendinizi koyun. Hem de gönül lü olarak.

Herhalde isyan ettiniz. “Olur mu böyle canım!” diye düşündünüz.

Ama, bir durum var ki kendimizi hedef tahtasının yerine koyup, atış yapılması için en uygun pozis-yonu kendi irademizle belirl iyoruz. Bazen evimizin en seçkin ve en güzel köşesine koyduğumuz tele-vizyonumuzun karşısına geçerek, bazen bir gazete veya dergiyi elimize alarak, bazen de radyomuzun düğmesine basarak, bazen bilgisayarımızın başında “hedef kit lesi” arasına bilerek veya bilmeyerek, is-teyerek veya istemeyerek katı l ıyoruz.

Burada hemen belirtmem gereken bir nokta var: Hiç kimseye televizyon seyretmeyin, gazete-dergi okumayın, radyo dinlemeyin, otobüs durakları veya metro istasyonundaki reklam panolarına bakmayın diyemeyiz. Dikkat çekmek istediğimiz nokta, bu ba-sın-yayın araçlarında ve tanıtım araçlarında yer alan ve bizi birer tüketim çılgını ve alışveriş bağımlısına dönüştüren reklamlara karşı duyarlı olunmasıdır.

Pazarlama iletişimi çalışmalarında “hedef kit le” kavramı “yapılan tüm tanıtım faaliyetlerin yönlendi-rildiği, bu faaliyetler sonucunda kendilerinden eylem ve düşünce değişimi beklenen kişiler ya da grup-lar” olarak tanımlanıyor.

Reklam adıyla toplumun hedef tahtası haline ge-tirilmesi; genel kitle içinde meslek, eğitim, yaş, cin-siyet, sosyal statü, kültürel ve etnik özel l ikler gibi gruplamaların yapılarak hedef seçilmesi; hedef se-çilen kitlelerin bir tür kobay haline getirilmesi; hep-sinin ötesi toplumu sadece “hedef” olarak gören “reklam baronları”nın kendi aralarında da kıyasıya rekabete girişmeleri üzerinde durulması gerekir.

Kitle değil, bilge olabilmek

Bazılarına göre para, sadece paradan ibaret de-ğil . Hayal leri süsleyen hedeflere ulaşmak için en önemli araç. Bazılarına göre mutluluğun kaynağı, bazılarına göre güçlü olmanın temel şartı , bazıla-rına göre insanları kontrol altında tutmanın en gü-zel yolu, bazılarına göre istediği kızla evlenebilmeye bir basamak, kimisine göre ev, araba, lüks yaşam gibi hayalleri süsleyen hedefleri sahip olmanın vaz-geçilmez aracı.

Parayla maddî zenginliğe ulaşan, zenginliği pa-rada gören kişi, belki kendine yalancı bir cennet kurabil iyor. Kendini bu yalancı cennete alıştırıyor. Zenginlik onun için bir alışkanlık haline geliyor. Bu

alışkanlığın, hattâ hastalığın etkisiyle hep para ka-zanmak istiyor. Ancak bunu yaparken, insanî pek çok meziyetten feragat ediyor, alçalıyor, küçülüyor.

Para bazı insanlarca “bir doyum aracı” olarak al-gılanıyor. Ancak parayı zevk alma aracı olarak kul-lanan insanların kesinlikle doyuma ulaşmadıklarını hatırlatmak gerek. Tıpkı kedinin kuyruğunu yakala-maya çalışması gibi, parayla doyum arayanlar bir türlü bu hedeflerine ulaşamıyorlar.

Parayı bir mabud haline getiren insanların oluş-turduğu bir toplumda, aslında insanlar para vası-tasıyla birbirinin kölesi oluyorlar. Parayla “özgür-lüğün” ve “özgür bir hayatın” peşinde koşanlar, ya patronunun, ya borç aldığı veya alacağı dostunun, ya banka müdürlerinin ve daha nice makam ve mevki sahiplerinin kölesi oluveriyorlar.

Paranın efendisi olmak

Page 17: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası Metin Karabaşoğlu

İ şi gereği bin türlü kitap okuyup bin türlü yazarla hemhal olan biri olarak, ‘ iş icabı’ okumadı-ğım bir kitaplar dizisi var. Yirmi

yıldır tekrar tekrar okuduğum, her okuyuşumda yeni yeni hususların farkına vardığım bu eserlerin ya-zarının, benim dünyamda apayrı bir yeri bulunuyor. Onca senedir biraz da ‘iş icabı’ bu kadar kitap okurken, onun ayarında bir başkasını daha aradım, bulamadım. Doğudan Batı-dan, dünden bugünden o kadar kitap okudum, o kadar yazar tanıdım; her birinden şu veya bu düzeyde istifa-dem oldu, ama yine de, beni o ka-dar cezbeden bir başka eser veya müell if bulamadım.

Sözünü ettiğim bu müstesna isim, neyi niye ele aldığı apayrı ve upuzun izahat gerektiren “Otuzuncu Lem’a” adlı risaleye, Kuddüs ismini, Allah’ın en büyük isimlerinden biri olarak çalışmakla başlar. Kuddüs, ‘temiz, pak, kusur ve noksandan münez-zeh, yüce’ gibi anlamları beraberce taşır; ve müell if imiz, sayısız canlı-nın yaşadığı şu kâinatta hiçbir pis-lik ve çöpün bulunmayışı gerçeğini, işte bu isme dayandırır. Kâinat ter-temizdir; çünkü zâtında temiz olan, yani bir ismi Kuddüs olan Yaratıcı, yarattığını da tertemiz yaratmaktadır. Her yıl bu kadar bitkinin solup gitme-sine, meselâ her sonbaharda yere dö-külen belki milyarlarca ton yaprağa; ölen belki katri lyon kere katri lyon-larca hayvanın leşine mukabil, kâinat kirsizdir, tertemizdir. Sözgelimi, in-san eli değmemiş bir ormana girin; çöp yoktur, çöplüğü de yoktur.

Sonra, yaşadığınız şehre geri dönün. Şehrin girişine yakın bir yerde koskoca bir çöplük karşılar sizi, yol larda çöp kamyonları gö-rürsünüz, mahal le arasında çöpçü-ler dolaşır, apartmanların hemen yanıbaşında çöp konteynerleri var-dır, kendi evinize girin bir çöp ko-vanız bulunmaktadır. En küçük bir mahal lenin dahi bir çöp mahal l i , en küçük bir şehrin dahi çöplüğü bulu-nur insanların dünyasında. Şehirler ‘metropol’ leştikçe çöplük metreka-resi artar; şehirler ‘mega’laştıkça, çöplükler de ‘mega’laşır. Kısacası, en küçük bir evden en büyük bir şehre kadar, insanın bulunduğu her yerde çöpün varlığına mukabil; in-

sanın elinin uzanmadığı kâinat di-l imleri tertemizdir. Üstelik, ölen bu kadar hayvana, çürüyen bu kadar yaprağa rağmen vaziyet budur. Sö-zünü ettiğim o büyük insan, “Beşe-rin bulaşık eli karışmamak şartıyla, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor!” derken ne kadar da isabet etmektedir.

Medenilik, sadelik ve çöplerVâkıa, budur. En büyük ormana,

meselâ Amazon’un yağmur orman-larına uzanın; her yıl sayısı hesap

makinelerinin rakam hanesine sığ-mayacak kadar çok sinek öldüğü; bir o kadar çiçek ve yaprak solduğu; nice ağaç kuruduğu ve nice büyük hayvan öldüğü halde, Amazon or-manlarında bir çöp ve kir bulamaz-sınız. Ne yerler çöp dolu ve pistir,

Bir kişinin, ailenin, şehrin veya ülkenin ‘uygar-lık düzeyi’ni ölçmenin en iyi yolu çöpler ve çöplük-lerdir. Veya çöpler ne kadar sade bir hayat yaşadı-ğımızın da ölçüsüdür... Yerküreyi çöplüğe çeviren Kuddusiyet cahili ‘çağdaş uygarlık’ın pompaladığı ‘tü-ketim’lere karşı uyanık duralım; fıtrî bir hayat tarzı-nın, modasız bir giyim anlayışının, ‘ambalaj’sız halis gıdaların çerçevelendirdiği sade bir hayata uzanalım.

Çöp diye attığımız şey, O’nun ismini ve O’nun ihsanını bildirmek için

dünyamıza uğramıştı.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201217

Page 18: Moral Dergisi Temmuz 2012

SadelikÇÖPE GİDEN

ne de Amazon’un suları kokuşmuş ve bulanıktır.

Yahut, Belgrad ormanına gidin. Hayır, “Orada da çöp bulamazsı-nız” diyecek değil im. Orada çöp ve kir bulursunuz. Ama, dikkatle ba-kın: Bu çöpler, ormanın kendisine mi aitt ir; yoksa ‘şehirl i , ’ nâm-ı di-ğer ‘medenî’ olan insanoğlunun ar-dında bıraktığı bir “Belgrad Ormanı Hatırası” fotoğrafı mıdır? İnsan eli değmese, bu ormanın da tertemiz

kalacağı aşikârdır.Bu durum, ‘medenîl ik’ için onu-

bunu ölçü edinen; kul landığı elekt-rik miktarından yaktığı benzinin l it-resine, kişi başına düşen GSMH’den araba sayısına, ortalama ömür süre-sinden tüketi len tuvalet kağıdı mik-tarına kadar bir dizi ‘medenîl ik öl-çütü’ icad eden modernlere, yeni ve çok da gerçekçi bir ‘ölçüm un-suru’ sunma düşüncesine sevket-miştir beni. ‘Uygarlık düzeyi’ öl-

çümlerinde benim önerdiğim ölçüm unsuru, çöpler. Evet, çöpler. İddia ediyorum, eğer ‘medenîl ik’ i le kas-dımız şu an tüm dünyayı kuşatan ‘çağdaş uygarlık’ ise, bir kişinin, ai-lenin, şehrin veya ülkenin ‘uygarlık düzeyi’ni ölçmenin en iyi yolu çöp-ler ve çöplüklerdir. Veya çöplükler ve çöpler ne kadar sade bir hayat yaşadığınızın da ölçüsüdür...

Meselâ, iki evden hangisinin daha medenî ve sade olduğunu, çıkardığı haftalık, aylık veya yıl l ık çöp mikta-rından anlayabilirsiniz. Keza, iki şe-hir arasında bir medenîl ik ve sade yaşam mukayesesi mi yapacaksınız? Size kestirme çözüm: Her iki şehirde çöp kamyonlarının çöplüklere taşı-dığı çöp miktarını hesaplayın. Çıkan rakamı, ilgili şehrin nüfusuna bölün. Sonuçta, hangi şehrin rakamı daha büyük çıktıysa, onun ‘uygarlık dü-zeyi’ daha yüksek demektir. İster-seniz, daha da kestirme bir formül önerebilirim: Her iki şehrin çöplük-lerinin hacmini veya metrekaresini hesaplayın nüfuslarına bölün.

Abarttığımı düşünüyorsunuz, de-ğil mi? Peki, size küçük bir kavram-sal hatırlatma: Şu çağın toplumunu sosyologlar ne şekilde tanımlıyor-lar? Elcevap: “Tüketim toplumu.” Peki, kapitalizm ne üzerine kurulu? “Kâr maksimizasyonu.” Ya kârların azamîye çıkması için ne gerekiyor? “Üretimin arttırı lması; paralelinde, talebin kamçılanması suretiyle daha fazla mal satı lması, yani tüketimin arttırı lması.” Piyasaya sürülen mal gerçekten ihtiyaç olmasa, az zaman sonra çöpe atı lacak olsa, yahut za-ten yarısı hemencecik atılmaya mah-kum ambalajdan ibaret olsa da mı? Evet. Ya sonra?

İşte, sonrasının cevabını çöplük-ler veriyor.

18Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 19: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

Çöpün anlattığıŞayet şehirlerin o çöp üreten ortamında üç kuruş

hatırına çöplüklere giden eşya miktarını biraz olsun azaltan; açıkçası çöp kovalarından karton, pet şişe, teneke kutu taşıyan ama ‘parya’ muamelesi gören in-sanlardan biri zannedilmek sizi korkutmuyorsa bu-lunduğunuz muhitin çöp konteynerlerine bakın. Hatta çöplüklere gidin. Orada, herşeyi bütün çıplaklığıyla gö-rürsünüz. Kapitalizmin ‘kâr maksimizasyonu’ putu uğ-runa ‘tüketim’e iti lmiş toplumların ‘çöp’leri, size kitap-ların anlatmadığı çok yalın gerçekleri anlatır. Dikkatle bakın, konteynerin içindeki, yahut çöplükteki çöpler, esasen iki ana kategoriden oluşmaktadır. İ lk kategori, ‘yeni’ model ler uğruna ‘eski’yenleri içinde barındırır.

Sözgelimi, elbiseler görürsünüz çöplüklerde. Oraya atıldıklarına göre, ‘çöp’ olarak görüldükleri, bu yüzden oraya bırakıldıkları aşikârdır. Çekinmeyin, birini alın eli-nize; aslında pek de eski sayılmaz değil mi? Sağlam da; ne söküğü deliği var, ne de rengi solmuş. Ama o bir ‘çöp’tür; çünkü, artık ‘geçmiş’ bir modanın ürünü olarak ‘eskimiş’tir, ‘elbise’nin amacı olan ‘örtme’yi, sıcak ve soğuktan ve yabancı nazarlardan ‘koruma’yı gerçekleştiremez hale gelmiş olarak ‘eskimiş’ değil!

Çöplerin ikinci ana kategorisini ise, ‘ambalaj’ oluş-turur. Ne de olsa, aklı gözüne inmiş bir felsefenin ürünü olan bir medeniyettir hüküm süren. Bir kadının iç güzel l iği i le değil , hatta dış güzel l iği i le dahi değil; giydiği elbise ve de sürdüğü boya i le ‘güzel’ leştiği bir çağda, nesnelerin ambalajla güzel leşmesi kaçınılmaz-dır. Dükkanların cirosu artık vitrinlerin şıklığına ve iç dekorasyona göre şekil aldığı gibi, mal ların satışı da ambalaj cazibesine göre gerçekleşmektedir. O yüzden, üç kuruşluk mallar, açar açmaz ‘çöp’leşecek beş l ira-

lık paketler içinde yüz l iraya satı lmakta; çöplükler, bir de bu sebepten dolmaktadır.

El değmeyen tüketimBu ‘ambalaj’ konusunun, ‘obsesif’ bir boyutu da var-

dır. Şu çağdaş medeniyetin belki en ciddi ‘obsesyon’u eldir. Şu medeniyetin insanı, kendi eli dahil, hiçbir ele güvenemez. Takıntısı vardır. O yüzden, insanın kendi bedeninin bir parçası olan eliyle bir yiyeceği alıp ağ-zına götürmesi şeklindeki nebevî tavrı ‘çağdışı’ diye damgalar; onun yerine, çok medenî bir tavır sergile-yerek, ağzına, dört adet sivri ucu olan demirden yapıl-

MORAL DÜNYASI Temmuz 201219

Page 20: Moral Dergisi Temmuz 2012

mış bir alet sokar. Elinin kirl i olduğundan şüphe eder, ama çatal veya bıçak adlı demir parçasının temizliğin-den emindir. ‘El değerek’ yapılan şeylerden de tiksi-nir. Onun için değerli olan, ‘el değmeden,’ yani diş-li leri arasında bir dizi makine yağının da işgördüğü demir-çelik yığını makinelerin değmesiyle hazırlan-mış maddelerdir. O yüzden, çokları, pazara gidip eli-nin değdiği şeftaliyi almaz; yüzde 10 oranında şeftali suyu içeren, üstelik hangi durumdaki şeftaliden yapıl-dığı bil inmeyen sözde şeftali suyunu ise, afiyetle içer. El değerek kurutulmuş, el değerek satılan inciri almaz; ama ‘el değmeden hazırlanmıştır’ yazıl ı paketlenmiş şekerlemelere pek meraklıdır. Eh, kaç kişinin ninesi, benim ninem gibi, bir süre bir incir tüccarının mağa-zasında çalışmıştır? Ninem, bir ay bu mağazada sağ-lam ve kurtlu incirleri ayırmış; şu bilgiyi sağlamıştır. İncirin sağlamı doğruca satı l ır; ‘hurda incir’ adı ve-rilen kurtlu incirlerin müşterisi ise, şekerleme fabri-kalarıdır; bu incirler, orada kurtların el değmeden te-mizlendiği bir dizi ‘muamele’den geçerek sağlamından daha pahalı etiketler taşıyan paketlerle gelir karşınıza. Olsun; ‘el değmeden hazırlanmıştır.’

Velhasıl , çöplerin ikinci ana kategorisini, ambalaj-lar oluşturur. Ambalajın önemli bir kısmı ise, Al lah’ın yaratıp önümüze koyduğu haliyle kul lanılmayan ni-metlerin bir ‘sınaî’ işlemden geçiri ldikten sonra giy-diği kıl ıf lardan oluşmaktadır. Gerçi, yediğiniz şeftali-nin de ‘çöp’ü vardır; doğru. Çekirdeği bir ‘çöp’ olarak çöplüğe gidecek, ama ilk bahar yağmurların eşliğinde çimlenen tohumun çatlattığı sert kabuğun arasından önce bir fi l iz, sonra bir şeftali ağacı boy verecektir. Üzerinde ‘şeftali suyu’ yazıl ı cam veya pet şişelerin ise, böyle bir imkânı yoktur. Onlar, eğer ‘yeniden-kul-lanım’ için toplanamaz iseler, bin yıl çöp olarak kala-caklardır. Kağıttan mamul kutuların da akıbeti farksız-dır. Onlar belki bin yıl o halde kalmayacaklardır; ama on yıl da dayansalar, çöptürler ne fi l iz verebilir, ne de ağaç olurlar. Şeftali çekirdeği adlı ‘çöp’ gibi, yeniden şeftaliye dönüşemezler!

İşin bu kısmında, kadim yerleşim tarzına burun kıvı-ran çağdaş mimarinin taşıdığı ruhsuz ve taşsever an-layışın da rolü vardır. Le Corbusier gibi büyük mimar-ların yüz yıl önceden ettiği it irazlara rağmen, modern mimari, beton üzerine kuruludur. Beton evler makbul-dür; öyle ki, emlak vergisi için beyanname verirken dahi, ‘betonarme karkas’ın ‘derece farkı’nı görürsünüz. Eskinin kirpi taşından örme sokakları yahut arnavut-kaldırımları beğenilmeyip üstleri beton ve asfaltla ka-patılmış; bunun yol açtığı mahzurlar kaç zaman sonra anlaşılmıştır. Bu durumun hem şehrin yeraltı sularını kuruttuğu, hem şehrin alçak kesimlerindeki sel bas-kınlarının müessir bir sebebi olduğu, hem de beton-lar arasında kökleri ne su, ne hava alabildiği için bir-çok ağacın kuruduğu anlaşılmış da, ancak ondan sonra yeniden başa dönülür olmuştur. Evler ise, hâlâ daha, çağdaş uygarlığın icadı ‘apartman’lar tarzındadır. Bah-çesi bulunan ve de ısınması sobayla temin olunan bir köy veya kasaba evinde, yiyeceğinizi yedikten sonra, çöpünüzü çöp sepetine atmazsınız. Armutun sapından

karpuzun kabuğuna kadar pek çok şeyi afiyetle yemek üzere koyun veya ineğiniz bahçede beklemekte; hatta, arada “Hadi, getirin artık” anlamında ‘mee’lemekte veya ‘möö’lemektedir. Onların yemediği küçük kırıntı-ları kümese bırakırsınız, bunları da tavuklar temizler. Hiçbirinin yiyemediği şeylerin önemli bir kısmını top-rağa gömersiniz, gübre olur, toprağı beslerler. Yanabi-lir türde bazı maddeler, meselâ zeytin çekirdeği, ceviz kabuğu, fındık kabuğu sobanız için iyi bir tutuşturucu olur. Hatta, portakal veya mandalina kabuğu dahi so-banızda çatır çatır yanar. Kaldı ki, ambalaja değil ürü-nün kendisine para verme hassasiyetinde iseniz ve ‘el değmemişlik’ takıntısı semtinizden uzaksa çöpünüz za-ten az olacak; şehirl inin istese de istemese de çöpe attıkları ise böylece değer bulacaktır.

Çözüm...Bu çöp meselesi, uzayıp gider. İşin, çöplerin yaydığı

gazlarla havanın kirlenmesi; fazladan alınan eşyala-rın temizlenmesi için daha fazla çamaşır veya bulaşık deterjanı kul lanımı yüzünden denizlerin balıkların ya-şayamayacağı derecede kirlenmesi gibi nice i lave bo-yutu var ya, şu an oralara dalmayalım. Şimdil ik, asla-nın yattığı yerden bel l i olduğu gibi, bir medeniyetin de çöplerinden ve çöplüklerinden bel l i olduğunu bilelim.

Bütünüyle yerküreyi çöplüğe çeviren Kuddusiyet ca-hili ‘çağdaş uygarlık’ın pompaladığı ‘tüketim’lere karşı uyanık duralım; fıtrî bir hayat tarzının, modasız bir giyim anlayışının, ‘ambalaj’sız halis gıdaların çerçevelendirdiği sade bir hayata uzanalım. O zaman, miktarı hayli azalsa bile, gene de çöpümüz olacaktır, bunun farkındayım. On-ları da, kağıtsa ayrı poşette, kemikse kedilerin yiyebi-leceği bir şekilde çöp konteynerine bırakalım. Bırakır-ken de, dileğim o ki, ölülerin ardından söylenen, “İnnâ l i l lâh ve innâ i leyhi râciûn”u unutmayalım.

Çünkü, çöp diye attığımız şey, O’nun ismini ve O’nun ihsanını bildirmek için dünyamıza uğramıştı.

20Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 21: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası Mehmet Akif Memmi

alP

ER G

öRm

üŞ

“Hakiki biR tanRI kUlU, eFendiliĞe

SOYUnmaz”

A lper Görmüş, Türkiye tari-hinin son 5 yıl ına damga vurmuş bir isim. 2007 yı-lında Nokta dergisinde ya-

yınladığı “Darbe Günlükleri” i le bir anda Türkiye’nin gündemini değiş-tirdi. Bu tarihten sonra Türkiye dar-belerle ve darbecilerle yüzleşme sürecine girdi. Bu süreçte Ayışığı, Sarıkız, Balyoz gibi isimlerle anılan darbe planları ve sonrasında 12 Ey-

lül darbesi, 28 Şubat post-modern darbe süreci, 27 Nisan e-muhtırası yargıya taşındı.

Bu süreci başlatan isim olan Al-per Görmüş, doğal olarak medya-nın ve halkın gündemine oturdu. Görmüş’le i lgi l i olarak çok sayıda haber, röportaj ve programlar ya-pıldı. Bu programlarda da yine do-ğal olarak darbe günlükleri ve dar-beciler konuşuldu.

Bu süreçte en çok i lgimi çeken nokta Alper Görmüş’ün sergilemiş olduğu tavır oldu. Görmüş, “Darbe Günlükleri”nin yayınlamasının ardın-dan gelişen ve Nokta dergisinin ka-panmasıyla devam eden süreçte çok “sakin” bir duruş sergiledi. Bu ifa-deyi özel l ikle tırnak içinde kul lanı-yorum çünkü benzer süreci yaşamış birçok insan bağırıp çağırdı, başka-larını suçladı ve kendisine haksızlık

“Gerçek bir Tanrı kulu, öyle inanan ve kendini öyle ifade eden biri, Tanrı’dan başka hiçbir efendisinin olmaması gerektiği çok açık bilir. Kişideki bu

duygu sahihse, gerçekse, hayatını yaşarken kimseye efendilik taslamadan yaşamalı. Eğer taslıyorsa ben o inancının sahih olmadığını, gerçek olmadığını

düşünürüm.”

MORAL DÜNYASI Temmuz 201221

Page 22: Moral Dergisi Temmuz 2012

yapıldığını hatta komplo kurulduğunu iddia etti . Görmüş ise bağırmadan, sesini yükseltmeden, kimseyi suç-lamadan kendini savundu, kendini ifade etmeye çalıştı .

Görmüş ile yapılan haber, röpor-taj ve programlarda Görmüş’e hep Darbe Günlükleri süreci ile ilgili so-rular yöneltildi, bu konular konuşuldu. Biz ise Görmüş’le “sakin ve müte-vekkil” halini görüştük. Ve gördük ki Görmüş’ün görünen portresinin ar-dında çok az bilinen ama bir o kadar önemli “sade bir hayat” portresi var.

Alper Görmüş, Türkiye’de marka bir isim haline geldi. Ancak bu-nun dışında bir de Alper Bey’in çok fazla bilinmeyen sade ve şehir hayatından uzak bir yaşamı var. Bize bundan bahsedebilir misiniz?

Ben bundan yaklaşık 15 yıl önce, emekli olduktan sonra bir köyde ya-şamaya karar verdim. Bunun ruhuma çok uygun olduğunu düşünüyordum. Arkadaşlarım hayal kurduğumu dü-şünüyordu. Ancak bundan önce de 3 sene kızım, eşim ve ben bir aile ola-rak Ayvalık’ta yarı münzevi bir hayat yaşamıştık. Oradaki hayatımdan da gayet memnundum. Yaş 55’e doğru gelirken bu arzum artmaya başladı. O sırada Bilgi Üniversitesi’nde öğ-retim görevlisiydim. Nokta dergisin-den bir teklif aldım. Fakat o dönemde

ben artık emekli de olmuştum, git-meye karar vermiştim.

Nokta’dan teklif gelince, ayrıca o benim esas pro-fesyonel gazetecilik hayatı-mın başladığı ilk göz ağrım olduğu için reddedemedim. Ama patrona şart koştum: 6 ay, 1 yıl çalışırız, dergiyi bir yerlere getirdikten sonra haftayı ikiye böleriz, 4 gün burada, 3 gün köyde geçiririm dedim. Bir diğer şartım da tam editoryal bağım-sızlıktı. Kabul etti. Altı ay sonra dergi oturdu. Ama derginin başına olaylar geldi. Ben bu koşul larda gitmeyi doğru bulmadım. Ancak dergi kapandı. Antalya’nın Kaş i lçesinin Kalkan beldesinin bir köyündeki evim de bitince 2007 Haziran’ında taşındım.

Birçok gazeteci için Nokta gibi bir derginin başına gelmek bu-lunmaz bir fırsattır. Hele bu in-san Anadolu’da yaşıyorsa eşya-sını toplayıp İstanbul’a geleceği bir fırsattır. Fakat siz bu teklifi kabul ederken bile eski yaşantı-nızdan taviz vermemeyi şart ola-rak sürüyorsunuz. O sade hayatta sizi çeken nedir?

Benim istediğim ve beni huzura kavuşturan şeyin bu olduğunu çok açık bir şekilde gördüm. Gürültüden,

kargaşadan, stresten uzak bir ha-yatta huzur bulacağımı bil iyordum. Beş yıl l ık tecrübe de bunun doğru olduğunu gösterdi. “Ben niye böyle mutlu olacağımı düşünüyordum?” diye kendime sorduğumda hayatım şehirde geçti ve bizim gibi hayatını daha seküler yaşayan gazeteciler geceleri gazeteden çıkar, eğlen-meye giderler. Benim hiç böyle bir hayatım olmadı. Ben işim biter bit-mez eve gider, kapıyı açıp eve gi-rince sesli bir şekilde “oh” derdim. Eve gelip yalnız başına olmak bende huzur anlamına geliyordu. Ben ço-cukluğumdan it ibaren böyleydim.

22Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 23: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

Zeki Demirkubuz bir söyleşisinde “Hayatta keşfetti-ğim en değerli şeyim yalnızlığım” diye bir şey söyledi. Ben bunu çok önceden keşfettim. Bunun tadını bilme-yen insanlara üzülüyorum. Yalnız kalabilmek bir güç-tür. Yalnız kalabilmek, basit bir hayatı yaşayabilmek ama bundan da tat almak. Maruz kalmak değil , tat al-mak önemlidir. Benim birçok meslektaşım bunu isti-yor, bunu elde edince de ondan vazgeçmemek için bir sürü tavizler veriyorlar. Böyle bir hayatı yaşıyor olmak bende çok ciddi bir tatmin duygusu oluşturuyor. Daha lüks bir hayatı yaşayayım, daha kaliteli yiyeyim, daha ka-liteli giyeyim gibi bir isteğim yok. Dolayısıyla bu tat alın-dığında, tercih edildiğinde yalnızlık çok değerli bir şey.

Yazılarınızda sabırlı ve feveran etmeyen bir hal görülüyor. Yazılarınızda olayların ve kişilerin port-relerini incelerken hep olumlu yönlerine bakıyorsu-nuz. Sizin tercih ettiğiniz sade yaşamınızın ve olay-lara bakış açınızın meslek hayatınızdaki başarınıza yansıması nasıl oldu? Yani buradaki o mütevekkil (sabırlı) duruşunuz, size saldıran insanlara karşı-lık vermemeniz, o insanlarla kavga etmemenizin o sade hayatınızla bir ilgisi var mı?

Bu ikisi birbiriyle çok ilişkili. Onlar aynı karakter ya-pısının tezahürleridir. Böyle sadeliği, yalnızlığı bu öl-çüde benimseyen birinin çok kavgacı olması düşünü-lemez zaten. Bunlar aynı karakterin parçaları olamaz. Ben hayatımda hiç kavga etmedim. Övünerek şunu da söyleyebilirim ki hayatımda hiç şiddet kullanmadım. Ba-ğırmayı da şiddet olarak kabul ediyorum. İyi veya kötü, yönetici kademelerde de bulundum. Kimse bana sesini yükselttin, bağırdın diyemez. En övündüğüm şeylerden biri budur. Öteki de adalet duygusudur. Aile hayatımda da işi paylaşmadan tutun da çocuk bakımına kadar her şeyi yaptım ve hiçbir zaman da yüksünmedim. Bunların hepsi sonuçta birbirleriyle buluşan şeylerdir. Şöyle dü-şünüyorum, hayatı bu şekilde yaşamaktan zevk alan birinin adaletsiz olması bana pek mümkün gelmiyor.

Yaşam tarzınız kişilerle ilişkilerinize yansıyor değil mi?

Elbette. Ben kargaşa içinde bir gün yaşarken ve huzursuzken de kavgacı değildim. Ama bu sade ha-yat kavgacı olmayan tarafımı daha fazla besliyor, onu da hissediyorum. Eskiden zaman zaman canımın sıkıl-dığı anlarda öfkelendiğimi hissettiğim zamanlar olurdu. Orada kendimi uyararak durabildim. Böyle anlar oldu, ama son 5 yılda biri lerine öfke fi lan duyduğumu ha-tırlamıyorum. Herhalde bu hayat onu getirdi diye dü-şünüyorum.

Bir yandan Alper Görmüş’e baktığımızda köyde yaşıyor, hayatında kediler, köpekler, çiçekler var, ama diğer yandan bakınca Alper Görmüş gazete yazıla-rında en can alıcı konularda soğukkanlı, dengesini bozmadan, adalet duygusunu kaybetmeden, ama iyi çalışılmış güçlü yazılar ortaya koyuyor. Bunu na-sıl başarıyorsunuz? Sizde bir zihin berraklığı var. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?

Az önce söylediğim barışçılık meselesinde bir ayrım var. Onu belirtmeliyim. Gündelik hayattan kaynaklanan veya hırslardan kaynaklanan kişisel husumetler, kav-galar bende yok. Hiç kavga etmedim derken kastetti-ğim buydu. Ama düşünce planında temel düşünceleri olan, hatta sabiteleri olan bir adamım, çerçeveleri be-lirlenmiş polit ik tercihleri olan bir adamım. Değişmem diye bir şey yok ama onları savunmam noktasında tabii ki kavgacıyımdır. Ama bunu yaparken de kimseye asla hakaret etmeden, kırmamaya çalışarak, gerekeni ironik olarak yaparım.

Hayat Bilgisi kitabınızda Kenan Sofuoğlu için yaptığınız değerlendirmede bir cümle çok dikka-timi çekti: “Hakiki bir Tanrı kulu, bu dünyada efen-diliğe soyunmak istemez.” Buradaki kastınız nedir?

Gerçek bir Tanrı kulu, öyle inanan ve kendini öyle ifade eden biri , Tanrı’dan başka hiçbir efendisinin ol-maması gerektiği çok açık bil ir. Kişideki bu duygu sa-hihse, gerçekse, hayatını yaşarken kimseye efendil ik taslamadan yaşamalı. Eğer taslıyorsa ben o inancı-nın sahih olmadığını, gerçek olmadığını düşünürüm. O sözü bu anlamda söyledim.

Bir gazetecisiniz ve sarı basın kartı taşımıyorsunuz. Bu kartı taşımamanızın özel bir nedeni var mı?

Tabii bu bilinçli bir karar. Nokta dergisinde 1985-1986’da “Bu kartı almalı mıyım almamalı mıyım?” diye gidip geldiğim bir dönem yaşadım. Almamam gerektiğini düşünüyor-dum. Ama bir yandan da “Bu çok keskin bir tavır mı?” diye düşünüp

kartı almak için form bile doldur-dum. Fakat göndermedim. Bunun saçma bir imtiyaz olduğunu düşü-nüyorum. Medya patronlarının para kazanan insanların niye böyle bir imtiyazı var ki?

İkinci olarak, 27 Mayıs’ta Mil l i Birlik Kurulu’nun çıkardığı bir ka-rarla oluşturulmuş bir şeydir sarı basın kartı. Gazetecileri tavlamak üzere çıkarılmış bir şey. Bu kartı

vererek darbeye yandaş kazan-maya çalışıyorlar.

Üçüncüsü de, bu kartı devlet veriyor ve sen bir gazetecisin. Bir gazeteci en fazla devletle pa-paz olur. Sır saklayanlarla papaz olur. Devlet de en büyük sır sak-layıcıdır. Dolayısıyla onun bah-şettiği bir imtiyazı gazeteci neden alsın? Bence kurum olarak kaldı-rılması lazım.

SARI BASIN KARTI 27 MAYIS’IN ÜRÜNÜ

MORAL DÜNYASI Temmuz 201223

Page 24: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kenan Sofuoğlu benim çok saygı duyduğum bir karakterdir. Batı’da yaşıyor. Ben seküler bir insanım, bunu herkes bil iyor. Ama onun 5 vakit namazını kaçırmamak için en zor koşullarda dahi namazını kıldığını hem de Batı’da o hırgür içerisinde ve muhtemelen bir takım arkadaş-larından gelen müstehzi bakışlara rağmen bunu yapması benim için başka bir saygı kaynağı oldu. Sonra İddaa’dan kazandığı parayı haram di-yerek reddetmesindeki tavrına ba-kınca benim için o iyi bir Müslüman rol modelidir. Bu nedenle onun port-resini severek yazdım.

Hayat Bilgisi kitabınızdaki port-releri yazarken “Aile Babası” ol-maya önem veriyorsunuz. Bir de Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü alırken yaptığınız konuşmada “Ben, 35 yaşıma kadar fobisiz yaşadım. Hayattaki en sevdiğim varlığı, kı-zımı kucağıma aldığım o yaştan sonra ‘ya ona bir şey olursa’ kor-kusuyla yaşıyorum” diyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz?

Bu en sevdiğim konulardan biridir. Çocuklar, çocuklara karşı sorumluluk, özel olarak da kız babalığı. . . Port-relerin ilk kitabında sunuşta portre-

cinin portresi gibi yazdığım ilk şey bu konuydu. Orada çok güçlü po-lit ik aidiyetleri olan biri olduğumu söylüyordum. Dolayısıyla buradan kaynaklanan bazı haksızlıklarla i l-gil i bir endişe yaşadığımı, bu yüz-den çok dikkatli olacağımı belirtiyor-dum. Üzerinde durduğum bir diğer konu da şuydu: Portresini yazaca-ğım kişi anne veya baba ise onla-rın çocuklarıyla kurdukları i l işkiye de bakacağımı ve eğer bu i l işki ba-şarısız ise onlara karşı çok objektif olmamın mümkün olmadığını, ora-dan kaynaklanan bir yargım olaca-ğını ama bu yargımı kırmak için gay-ret edeceğimi söyledim.

Bu dünyada birçok başarıl ı diye bil inen insan var. İşinde, gücünde gayet başarılı, fakat çocuklarıyla iliş-kilerini başaramamışlar. Ben öğre-tim üyesi olarak özel bir üniversi-tede de bulunduğum için çok fazla ünlü çocuğu öğrencim oldu. Nere-deyse tamamı psikolojik olarak ha-raptı. Ben istediği kadar hayatında başarıl ı olsun, çocuklarıyla i l işkile-rinde başarılı olamayan birini başa-rıl ı olarak görmem.

Niçin?Çünkü bir sorumluluk almış ve

hiçbir günahı olmayan bir canlıyı dünyaya getirmişsiniz, sorumlu-luk sizindir. Doğduğu andan it iba-ren onun fiziki olarak bakımından tutun, manevi olarak yetişmesi ve mutlu bir insan olarak yetişmesin-den sorumlusunuz. Bunu hisset-meyen, hayatının en büyük sorum-luluğu olarak görmeyen bir insan, onun yerine kendisini ve kendi ta-leplerini ön plana koyan bir insan bence kınanması gereken biridir. Bu konuda üzerine düşeni yapma-yan anne-babalarla karşılaştığımda sempati duyamıyorum, kızıyorum. Bu hayatımın en güçlü duyguların-dan biridir.

Kız çocuğu meselesi de ayrıca benim için önemlidir. Benim 25 ya-şında bir kız çocuğum var. Aramız çok iyi. Çocukluğunda da öyleydi, gençliğinde de öyleydi. İnşallah ile-ride de öyle olacak. O açıdan kendimi başarılı bir insan olarak görüyorum. Bunu beceremeseydim, dışarıda ba-şarıl ı olarak görülebilen hiçbir şey beni tatmin etmezdi. Huzursuz ve mutsuz bir adam olacaktım.

Alper Bey, Özden Örnek’in gün-lüklerinde kitabınızda yer vermedi-ğiniz şeyler var. Elinizde binlerce

24Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 25: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

sayfalık doküman var. Elinizdeki bu kaynak birçok insan için bulunmaz nimet, birçok insan bunu ya-yınlamak, bundan para ve prestij kazanmak ister. Siz böyle bir şey tercih etmiyorsunuz. Bunun ne-deni nedir?

Bunun iki nedeni var: Biri klasik gazetecil ik kuralı-dır. Bir insanın özel hayatı onu ilgi lendirir. Sadece o özel hayat kamusal sonuçlar doğuruyorsa bizi i lgi len-dirir. Yapıp ettikleriyle bizim hayatımıza dair bir so-nuçlar da doğuruyorsa bizi i lgi lendirir. Onun dışında bizi ilgilendirmez. Bu kitapta (İmaj ve Hakikat) da böyle ince ayırımlar yapmaya gayret ettim. Hatta şöyle yaz-dım: Özel görünen bazı şeyler vardı ki kamusal önemi de çok büyüktü. Dolayısıyla onları tek tek tartarak on-ları oraya koydum.

İkinci neden de kişiseldir. Eğer bu kitaba aldığım takdirde o kişi çok üzülecek, rencide olacaksa, canı sıkılacaksa, ben de üzülürüm. Dolayısıyla bundan im-tina ederim.

Sizin bu özel notları yayınlamamanızdaki sebebin yaşam tarzınızla da bir ilgisi var mıdır? Hayattan çok beklentiniz yok ve bunları yayınlamaktan, insanları ren-cide etmekten imtina ediyorsunuz. Çok fazla da kazan-mak istemiyorsunuz. Çok kazanmak isteyen ve hayata karşı hırsları olan birisi bunları çok rahat yayınlardı.

Tabii ki. Şöhret gibi bir derdi varsa, temel meselesi oysa bunları yazmaktan çekinmezdi. İkincisi vicdanî sorunları varsa zaten başka insanların zor durumda kalması onu hiçbir şekilde i lgi lendirmeyecektir. Do-layısıyla bu ikisi birleşince her şeyi çok rahat yaza-bil irler. Benim için televizyona çıkmak büyük bir kül-fettir. Çağırdıklarında ayıp olmasın diye çıktığım çok oluyor. Bu kitap nedeniyle de esas olarak yayınevinin hakkı sebebiyle çıkıyorum. Kitabım satsın diye bir hır-sım yok. İmza günleri de yapmam.

Hayata hep olumlu bakıyorsunuz. Olaylara san-sasyonel bakmıyorsunuz ve olayların sansasyonel taraflarını almıyorsunuz. Bu bakış açısı size ne ka-zandırıyor?

Kişisel olarak kendimi mutlu hissediyorum. Çünkü biriyle, haklı da olsam, kavga etmek beni çok rahatsız ediyor. Tanımadığım bir insanın bile bana kırıcı bir söz söylemesi beni üzüyor. Kavga etmemek, barışçı olmak esas olarak karakterimin bir parçasıdır.

Bunun bir yansıması olarak hayatımda hiç tehdit al-madım. Nokta dergisinin o zor günlerinde bile hiç kimse bana gelip hiçbir şey söylemedi. Kötü bir mail almadım.

Öfke, nefret, vs. birbirini büyüten şeylerdir. Nef-ret karşısında sakince durabil irseniz mutlaka sonu-cunu alıyorsunuz. Sonuçta bu halim benim için iyi, beni mutlu ediyor. Etrafımdan da iyi tepkiler alıyorum. Aslında bağıran çağıran, feveran edenler değerli gibi gözüküyor, ama özünde insanların bunu istemediğini düşünüyorum. Bana gelen yansımalardan ve tepkiler-den çıkardığım sonuç bu.

“Büyük şehirler ve özellikle İstanbul insana dur-

maya müsaade etmiyor. Müsaade etmediği için de ne olup bittiğinin farkında bile olmuyorsunuz” di-yorsunuz. Siz farkında olmak için mi sade bir ha-yatı tercih ettiniz?

Kendi hayatımı tarif ederken de söylemiştim. Basit ve yavaş bir hayat. Yavaşlık çok önemli. Kundera’nın “Yavaşlık” diye bir kitabı vardır. Orada anlattığı bir hi-kaye var: “Bir şeyi hatırlamaya çalıştığınızda dikkat edin. Adımlarınızı yavaşlatırsınız. Ama hiçbir şey ha-tırlamak istemiyorsanız, unutmak istiyorsanız, hızlanır-sınız.” Hatırlamak yavaşlıkla i lgi l i , unutmak hızla i lgi-l idir. Ben şehirdeki bu hızın sonuçta insanların kendi hayatlarını düşünmeye, geçmişi, anıları hatırlamaya engel olduğunu düşünüyorum. Eğer bu hayatın bir ca-zibesi varsa önemli ölçüde buradan geldiğini düşünü-yorum. İnsanlar durup kendileriyle kalmaktan, kendi-lerine bakmaktan korkuyorlar. Ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Ürkütücü de olsa bu kıymetli bir şeydir. Farkında olmak çok önemlidir. Buna karşı hızlı yaşayıp hiçbir şey hatırlayamamak tercih edil iyor. Bu nedenle yavaşlık, farkında olmak insanî olandır. Ne kadar in-san varsa o kadar karakter var dünyada. Farkında ol-mak çok önemlidir.

“Şehir hayatı hızlandırıyor. İnsanlar hayatları-nın farkında olmuyorlar” dediniz. Bunun panzehiri olarak insanlara tavsiye edeceğiniz bir şey var mı?

Evet, bütün bir hayatı böyle yaşamak mümkün ol-muyorsa, hayatının bazı parçalarında, yılda hiç değilse birkaç hafta böyle dönemler yaşasınlar. Kendileriyle baş başa kalsınlar. Bu tecrübe onlara çok şey katacaktır.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201225

Page 26: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 27: Moral Dergisi Temmuz 2012

Ramazan Ahmet Bulut

R amazan ayı, on bir ayın sultanı.

On bir aydan üstün kı-l ınmış. Onların imrendiği,

gıpta ettiği bir ay.Onu diğerlerinden üstün kılan

nedir?Onu diğerlerinden üstün kılan,

içinde bin aydan hayırlı olan, “Ka-dir Gecesi”nin bulunmasıdır.

Kadir Gecesi’nin tartışı lmaz bu değeri nereden geliyor?

Kadir Gecesi’nin şerefi, o gecede inmeye başlayan, insanlığı karan-lıktan aydınlığa çıkaran “Kur’an-ı Kerim”in inmeye başlamasından-dır. İndiği geceyi bin aydan hayırlı yapan Kur’an bizim hayatımızın ne-resinde? O Kur’an bizim hayatımıza inerse bizim değerimiz ne olur, hiç

düşündük mü? Kur’an’dan ve onu gönderen Rabbimizden özür dile-yerek, onu hayatımızın merkezine almaya ne dersiniz?

Şimdi Ramazan ayı geldiğinde kendimize dönüp bir bakalım. On bir ayın sultanını karşılamaya hazır mı-yız? Onu misafir edebilecek miyiz? O bizden, biz ondan memnun kala-cak mıyız? Ayrıl ırken içimizde piş-

On bir ayın sultanını karşılamaya hazır mıyız? Onu misafir edebilecek miyiz? O bizden, biz ondan memnun kalacak mıyız?

Ayrılırken içimizde pişmanlık çığlıkları mı kopacak, yoksa ayrılık ateşinden, ateşin şiddetinden tatlı bir hüzün mü kalacak?

MORAL DÜNYASI Temmuz 201227

Page 28: Moral Dergisi Temmuz 2012

manlık çığlıkları mı kopacak, yoksa ayrılık ateşinden, ateşin şiddetinden tatl ı bir hüzün mü kalacak?

Önce Ramazan ayının ne olup, ne olmadığını anlamaya çalışalım:

Ramazan ayı;Kur’an ayıdır.Oruç ayıdır.İbadet ayıdır.

Kendine gelme ayıdır.Nefis terbiyesi ayıdır.Şeytanla mücadele ayıdır.Tövbe ayıdır.Sadaka ayıdır.Güzel ahlak ayıdır.Sabır ayıdır.İtikaf ayıdır.Cenneti kazanma ayıdır.Cehennemden kurtulma ayıdır.Müslümanların kardeşliğinin pe-

kiştiği aydır.Kısaca, Allah’ın ve Resulü’nün

razı olacağı şekilde Müslümanca ya-şamayı öğrenme ve bundan sonra da devam ettirme ayıdır.

Ramazan ayı;Eğlence ayı değildir.Yemek için uğraş ayı değildir.Kilo almak ve vermek ayı değildir.İsraf ayı değildir.Zamanı uyku ile geçirme ayı de-

ğildir.Tembellik ve gaflet ayı değildir.Şeytanın fısıltılarına kulak verme

ayı değildir.Allah’ın yasakladığı kötü huyları

işleme ayı değildir.Nefsin arzularına uyma ayı de-

ğildir.Kısaca, Allah ve Rasülü’nün ya-

saklarını hayatımızda devam et-tirme ayı değildir.

Namazı çoğaltınSevgili Peygamberimiz (a.s.m) Ra-

mazan ayı girdiğinde rengi değişir, namazı çoğaltır ve tamamıyla du-aya koyulur, rengi şafak gibi olurdu. (Râmuzü’l-Ehadis, 533, 1) Ramazan ayı girdiğinde elini eteğini toplar, sonra da Ramazan ayı çıkıncaya kadar ya-tağına girmezlerdi. (Râmuzü’l-Ehadis, 532,

12) Ramazan’ın son on günü ve ge-cesinde her zamandan fazla iba-dete gayret ederlerdi. (Râmuzü’l-

Ehadis, 551,13)

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) bu ay gelmeden önce hazırlıklarını ya-pardı. Dostlarını unutmaz, onları da gelen bu hayır yarışına hazırlardı. Günler öncesinden dualarıyla, soh-betleriyle sev-diklerini en güzel şe-kilde on bir ayın sultanına zinde bir şekilde girmelerini sağlardı.

O’nun izinden yürümek, O’nun aradığını aramak, O’nun kavuştuğuna kavuşmak için bizim de özel çalış-malar yapmamız gerekiyor. Okudu-ğumuzda hücrelerimize kadar irkil-diğimiz, O’nun bize haber verdiği, şu üç konuda çok dikkatl i olmamız grekiyor: “Şu adamın burnu yere sürtsün ki, yanında ben anılayım da bana salavat okumasın. Şu adamın burnu yere sürtsün ki, Ramazan ayına kavuşsun sonra bağışlanma-dan çıksın. Şu adamın burnu yere sürtsün ki, annesi babası yanında ihtiyarlasın da cenneti kazanama-sın. (Râmuzü’l-Ehadis, 291, 5)

Ramazan ayı, mağfiret ayı, ba-ğışlanma ayıdır. Bu fırsat ele ge-çer de bağışlanamazsa bir insan ne yazık ona. Al lah’ın sunduğu en gü-zel fırsatı kaçırmıştır. Tam cenneti kazanacak, ce-hennemden kurtu-lacakken fırsatı kaçırmış olmak ne kötü bir durumdur. Allah (c.c.) yar-dımcımız olsun da bu yıl bu fırsatı değerlendirelim. Kendimizi affetti-rebilmek için Efendimizin (a.s.m.) yaşayışını örnek alalım. Sözlerine kulak verelim. Selametle cennete girenlerden olalım inşaal lah. O’na uyan, Al lah’ın rızasını kazanır. Al-

Ramazan’a

GöNül İbRENİzİ

ayaRlaDıNız mı?

28Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 29: Moral Dergisi Temmuz 2012

Ramazan

lah o kulunu sever. Sevdiği kulunun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli , yürüyen ayağı olur. Şöyle de diye-bil iriz: Al lah’ın boyasıyla boyanmış olur. Ne mutlu Al lah’ın boyasıyla boyananlara.

Nefse muhalefetBu mübarek ayda nefsine muha-

lefet edip ahlakını güzel leştirenler, Kur’an’ı okuyup onunla amel eden-

ler, melekler gibi olurlar. Hatta on-lardan bile daha sevimli olurlar. Nef-sinin isteklerine uymayıp imtihanı geçtikleri için. Melekler, emredildik-leri gibi yaşarlar. Onun dışına çıkma imkânları yoktur. İnsan ise iki ter-cih arasındadır. Ya nefsine uyacak ya da Rabb’inin emrine. Bu da ciddi bir gayret ister. Nefsine muhalefet etmesi gerekir. Nefis ise insanın hem bineği hem de en büyük düşmanıdır.

Bunu düşman olmaktan çıkarıp bi-nek olarak kullanmanın yolu Efendi-mizin (a.s.m.) tuttuğu gibi oruç tut-maktan geçer. Bunun sonunda ise şeytana kulak veren nefsi terbiye etmiş, Rabb’inin emirlerine uyan, meleklerin bile gıpta ettiği güzel bir kul olur insan. Rabb’imiz bizleri ve bütün sevdiklerimizi nefsini terbiye eden o güzel mü’minlerden eylesin!

Yukarıda geçen hadis-i şeriflerde

Oruç, nefsi yemekten, içmekten ve şehvetten alı-koymak ve bunları terk etmekten ibarettir. Bu ise as-lında gizli bir şeydir. Başkasına görünecek bir du-rumda değildir. Hâlbuki diğer ibadetlerin yapılışı halk tarafından görünmektedir. Oruç ise, ancak Allah tara-fından bilinir. Oruç sabırla yapılan batınî bir ameldir.

Oruç Al lah düşmanını kahretmek için bir vesile-dir. Çünkü şeytanın saptırma vesilesi şehvetlerdir. Şehvetler ise ancak yemek ve içmekle gelişir. Bu-nun için Al lah Resulü (a.s.m.) buyurdu ki: “Gerçek-ten şeytan insanoğlunda kanın deveran ettiği yerde, deveran etmektedir. Açlık i le şeytanın deveran et-tiği yol ları daraltınız.”

Hem yine bu sırra binaen Al lah Resulü (a.s.m.) Aişe (r.anha) validemize,

“Cennet kapısını açmaya çalış” deyince Aişe va-lidemiz “Ne ile?” diye sorar. Efendimiz (a.s.m.) bu soruya, “Açlıkla” diye cevap verir.

Demek ki oruç şeytanın hilesini mahvetmek ve yol-larını kapatmak ve akış istikametini daraltmak için en güzel bir vesiledir. Al lah düşmanının helak edilme-sinde, Al lah’ın dinine yardım vardır. Al lah’ın dinine yardım edene de Allah yardım eder. Rabb’imiz şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun dininin yayılmasına ve hayata geçmesine) yardım ederseniz, (O da) size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam tutar (güç ve sebat verir).” (Muhammed, 7)

Kula düşen gücü nispetinde çalışmak ve gayret etmektir. Akabinde hidayetle onu mükâfatlandıracak olan Allah’tır (c.c.). Şeytan bizim apaçık bir düşma-nımızdır. Ona karşı başarılı olabilmemiz için Allah’ın yardımına ihtiyacımız var. Allah’ın yardımı ise O’nun dinine yardım etmemizle mümkün. Biz gayret edelim başaracağız. Çünkü Rabb’imiz, “Bizim uğrumuzda ci-hat eden (ve çaba gösteren)lere gelince; biz onları elbette yol larımıza eriştiririz. Şüphesiz ki Al lah iyi-l ik (ve iyi iş) yapanlarla beraberdir” (Ankebut, 69) buyurmaktadır.

Başka bir ayet-i kerimede ise “Muhakkak ki bir toplum özlerini iç dünyalarını değiştirip bozmadıkça,

Al lah da onların durumunu değiştirip bozmaz” (Ra’d,

11) buyrulmaktadır.Şehvetler, şeytanların otladığı meralardır. Otlak

verimli olduğu sürece, oradan şeytanlar eksilmez. Şeytanlar gelip oraya devam edince, kul için, Allah’ın celali belirmez. Ve kul daima Al lah’ın rahmetinden uzak olur. Bakınız Al lah Rasulü (a.s.m.) ne buyu-ruyor: “Eğer şeytanlar Ademoğullarının kalplerinde dolaşıp durmasaydılar, muhakkak Ademoğulları gök-lerin âlemini seyredip gayba muttali olacaklardı.”

Oruç tutan, şeytanla savaşında başarıl ı olur. Ye-ter ki oruç tutarken yine şeytanın tuzağına düşe-rek, orucuna zarar verecek amelleri işlemesin. Sev-gili Peygamberimizin uyarılarını unut-masın: “Haram bakış şeytanın zehirl i oklarından bir oktur. Kim ki Al lah’tan korkarak onu terk ederse, Al lah (c.c.) o kuluna kalbinde tatlılığı beliren bir iman ihsan eder.”

Başka bir hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmak-tadır: “Beş şey vardır ki, oruçlunun orucunu bozar: Yalan, gıybet, nemime (koğuculuk), yalan yere ye-min, şehvet i le harama bakmak”

(İmam-ı Gazali, İhyâ-u Ulûmiddin, Tuğra Neşriyat)

Orucun sırları

MORAL DÜNYASI Temmuz 201229

Page 30: Moral Dergisi Temmuz 2012

anlatıldığı gibi Ramazan-ı Şerif bizlere sunulan çok mübarek, feyizli, bağış-lanmamıza vesile olacak bir ay. Bu aydan ancak hazırlığı olanlar, uya-nık olanlar faydalanabil ir. Bu fırsat bütün müminlere sunuluyor. Kaza-nanlar farkında olanlar oluyor. Bize düşen görev ömrümüz boyunca her sene gelen bu fırsatı iyi değerlen-dirmek. Bu son Ramazan’ımız gibi düşünerek bütün gayretimizle ça-lışmak. Hepimiz bil iyoruz ki geçen sene Ramazan ayında birl ikte iftar

ettiğimiz, namaz kıldığımız nice sev-diklerimiz bu yıl aramızda değil ler. Kim bil ir belki gelecek sene de biz olmayabiliriz, öyleyse hemen hazır-lıklarımızı yapalım.

Bakara Suresi’nin 183. ayetinde, “Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üze-rinize de oruç tutmak yazıldı (farz kıl ındı). Olur ki bu sayede takvaya erersiniz” buyurulmaktadır.

Bu ayet-i kerimede Allah (c.c.) biz-lere orucun farz kılınmasındaki hik-

meti açıklıyor ve hedefimizi de bil-diriyor. Müslüman bu ayda, Allah’ın emrine uygun yaşamayı, yasakla-rından sakınmayı nefsine öğrete-cek. Bu yaşamı daha sonraki gün-lerinde de devam ettirecek.

Hedef; muttaki bir kul olmak.Yani Allah’ın Kur’an’da tarif ettiği,

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ya-şayarak örnek olduğu gibi bir Müs-lüman.

İşte oruç bize bunun için farz kıl ındı. . .

Ramazan’ın değerini ve kıymetini tam ola-rak idrak edebilmek için O’nun (a.s.m.) müba-rek sözlerine kulak verelim:

“Size Ramazan ayı geldi. O bereket ayıdır. O ayda hayırlar vardır. Allah size ihsan eder. Rah-metiyle muamele eder, hatalarınızı si ler. Dua-larınızı kabul eder. Sizin bu aydaki gayretinize bakar ve sizinle meleklerine ift ihar eder. Onun için Al lah’a karşı vazifelerinizi çok iyi yaparak, çok hayır yaparak bu ayın hakkını verin. Yarın pişman olacak olan, bu ayda Allah’ın rahmetin-den mahrum kalan kimsedir.” (Râmuzü’l-Ehadis, 9, 10)

“Al lah (c.c.) Ramazan’ın her gecesi iftar za-manında bir milyon kişiyi cehennemden azad eder. Cumanın her saatinde de, hepsi cehen-nemlik olan yine bir milyon kişiyi cehennem-den azad eder.” (Râmuzü’l-Ehadis, 344, 9)

“Bir kimse hac ve umre etse de aynı sene içinde ölse, cennete girer. Kim Ramazan oru-cunu tutsa sonra o sene içinde ölse cennete girer.” (Râmuzü’l-Ehadis, 417, 1)

“Oruç tutanın sükûtu teşbih, uykusu ibadet, duası müstecab, amelinin ecri de kat kattır.” (Râmuzü’l-Ehadis, 308, 14)

“Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahu Teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytan-lar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin (Kadir Gecesi’nin)

hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır. (Nesaî)

“Ramazan ayı gelince, ‘Hayır ehli, hayra koş; şer ehli , kötülüklerden el çek’ denir.” (Nesaî)

“Ramazan bereket ayıdır. Al lah bu ayda, gü-nahları bağışlar, duaları kabul eder.” (Taberanî)

“Ramazan gelince, Al lahu Teâlâ meleklere, müminlere istiğfar etmelerini emreder.” (Deylemî)

“Farz namaz, sonraki namaza kadar; cuma, son-rak i cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ra-mazan’a kadar olan günahlara kefaret olur.” (Taberanî)

“Bu aya Ramazan denmesinin sebebi, günah-ları yakıp eritt iği içindir.” (İ. Mansur)

“Ramazan’ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennemden kurtuluştur.” (İbni Ebiddünya)

“İslam, kelime-i şahadet getirmek, namaz kıl-mak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.” (Müslim)

“Allahu Teâlâ’nın, gözlerin görmediği, kulak-ların işitmediği ve hiç kimsenin hayaline bile gelmeyen nimet dolu sofrası, ancak oruçlular içindir.” (Taberanî)

“Ramazan bereket ayıdır. Al lah bu ayda, gü-nahları bağışlar, duaları kabul eder. Bu ayın hak-kını gözetin! Ancak cehenneme gidecek olan, bu ayda rahmetten mahrum kalır.” (Taberanî)

“Ramazan ayında ailenizin nafakasını geniş tutun! Bu ayda yapılan harcama, Al lah yolunda yapılan harcama gibi sevaptır.” (İbni Ebiddünya)

Efendimizin dilinden Ramazan

30Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 31: Moral Dergisi Temmuz 2012

Çok sevdiğimiz bir misafir gelince, ne olur? Çok seviniriz. Ev halkı olarak seferber oluruz. Onu memnun edebilmek ve gönlünü hoş tutabilmek için, gücümüzün yettiğince faaliyetler yapar, onu sevindiririz.

Aslında daha o çok sevdiğimiz misafir gelmezden ev-vel evimizi temizler, ona hazırlarız. Etrafı toparlarız. En güzel kıyafetlerimizi giyeriz. Maharetli ellerle en nefis yemekleri yapar, yatıya kalacaksa, en güzel odayı ona

ayırır, en güzel çarşafları ona sereriz. Aslında tüm bunları; bir taraftan o çok sevdiğimiz misafirimizin mutluluğu için yapsak da, diğer taraftan tüm bu güzellikleri yaptıkça (çok yorulsak bile) biz de o kadar mutlu oluruz, seviniriz. İşte Ramazan da aynen öyle, evimize gelen bir misa-firdir ki evimizi, gönlümüzü ve çevremizi şenlendirir ve bereketlendirir.

Ramazan Münir Arıkan

MORAL DÜNYASI Temmuz 201231

Page 32: Moral Dergisi Temmuz 2012

Misafir nasıl karşılanır Yıllar önce dünyanın en büyük reklam ajanslarından birinde bir toplantıya katılmıştım. Bina müstakil bir vil-laydı. Randevu saatine 15 dakika kala dış avluya ara-bamı park ederken, kibar bir park görevlisi koşarak geldi ve “Buyurun Münir Bey, hoş geldiniz” diyerek, arabamı park etmeme yardımcı oldu. Çok kibar bir şekilde anah-tarı aldı. (Sonradan anladım ki, arabamı pırıl pırıl temiz-lemek için almışlar anahtarı.)

Tam villanın kapısına geldiğimde, hayatımın hoş sürp-rizlerinden birisiyle karşılaştım. Büyükçe bir LCD ekrana benim bir resmimi koymuşlar ve altına; “Sn. Münir Arıkan Düşünce Koçu Hoşgeldiniz” yazmışlardı. Ne kadar mutlu olduğumu, gururlandığımı anlatamam. O ajansa, beni fark eden, benim farkımda olan, bana değer veren ve benim için birkaç hoş sürprizlerle dolu güzel eylemler yapan insanların var olduğunu bilmek çok hoştu. İçeriye girdim. Sekreter hanım büyük bir kibarlıkla, “Buyurun Münir Bey, Bay Thomas sizi bekliyor, ben sizi toplantı odasına alayım” demez mi? Allah’ım bir sevinç kapladı ki içimi, tarifi kabil değil. Hakikaten Bay Thomas beni toplantı odasında bek-liyordu ki bu arada toplantıya sanırım 10 dakika filan vardı. Genelde tam vaktinde gelirler toplantıya ama be-nim şirkete geldiğimi haber alınca, belli ki beni beklet-memek adına, toplantı odasına gelmişti. Neyse, oturduk. İzzet ikram kısmına geçildi. Ben bir çay rica ettim. Bir dakika içinde elinde şık bir tepsi ve ince belli bardaklarla sevimli ve yaşlı bir bayan görevli içeri girdi. (Genellikle çayı masaya “küt!” diye koymala-rına alışkın olduğum için, ben onunla pek ilgilenmedim ama) birden “Hoş geldiniz Münir Bey, buyurun çayınız, afi-yet olsun” demez mi?

Ramazan*

aİlEmİzİN azİz mİSaFİRİ

Çok sevdiğimiz bir misafir gelince, ne olur? Çok seviniriz. Ev halkı olarak seferber oluruz. Onu memnun edebilmek ve gönlünü hoş tutabilmek için, gücümüzün yettiğince faaliyetler yapar, onu sevindiririz. Ramazan ayı da yılda bir defa evimize gelerek ailemizin misafiri olan bir kutsal zaman dilimi. O zaman onu da en iyi şekilde karşılamak ve hoşnut etmek için bazı şeyler yapmalıyız.

32Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 33: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kesinlikle büyük bir şoktaydım. Daha evvel seminerime mi katılmıştı acaba? Kitaplarımdan mı beni tanıyordu, nerede ve nasıl tanışmıştık? Durumdan çok memnun olmuş ama bir o kadar da inanamamış bir eda ile Bay Thomas’a bunun nasıl olduğunu sordum. “İsterseniz çay ocağına gidelim, orada kendiniz görünüz” dedi. Büyük bir merakla çay ocağına gittik. Gör-düğüm manzara gerçekten mükem-meldi. Büyük bir LCD ekranda, çay ocağının hemen üstündeki mutfak dolabının yanına koyulmuş, o andaki misafirle ilgili bilgiler sekreter hanım tarafından çaycı hanımefendinin ek-ranına yollanmıştı. Ekranda, aşağıda gördüğüm gibi bir resmim, yayınlamış kitaplarımın kapak resimleri ve web sitemden alınmış özgeçmişim vardı… O gün yine tatlı birkaç sürprizle hayatımın kesinlikle en neşeli ve en güzel toplantılarından birisini yap-manın sevinciyle dışarıya çıktığımda, son sürpriz olarak da arabamın pırıl pırıl bir hale getirilmiş olduğunu da görüp, nura gark olmuş bir vaziyette şirketten ayrıldım. Aradan yıllar geçmesine rağmen yaşadığım bu güzel anıyı, aziz bir ha-tıra gibi, tüm seminerlerimde anlatırım. Bana hayatın özetini sorsanız; “Değer vermek” derim. Zaten Yüce Rab bizi O’na değer verelim diye yaratmadı mı? İşte aynen öyle, yukarıda anlattığım o sevilen misafir geldiğinde, evimizde yaptığımız hazırlıklar gibi, Ramazan da bizatihi hayatımızın en değerli mi-safiridir ki, direkt Rabb’imizin katın-dan gelen bir manevi şahit olarak, onu nasıl karşıladığımızı, ona nasıl dav-randığımızı, onu ne kadar mutlu ede-bildiğimizi… Bayramla birlikte Gökler Aleminin Sultanı’na, bize ebedi bir bayram yaşatması adına aktaracaktır.

Ramazan’ı karşılama Güzel ve hoş bir Osmanlı gelene-ğidir, Mahya. Allah’ın evi olan camiler süslenir, kandiller asılır, avlu ışıklandı-rılır, ikramlar çoğaltılır o “mübarek ay”ın yüzü suyu hürmetine. Bendeniz de acizane takriben 10 yıldan beri evimizi süslüyorum, Ra-mazan gelirken... Mekândaki bu de-ğişiklik, başta eşim ve çocuklarım olmak üzere, konu komşu ve hısım akrabayı da etkiliyor haliyle. Önce-leri biraz tuhaf karşılasalar da, şimdi

onlar da bazen kapıyı çalıp, “Münir Amca sende fazla süs vardır, yarın kandil, biz de evimizi süsleyeceğiz, biraz alabilir miyiz” dediklerinde de-meyin keyfime. Çünkü ailece yapılan bir etkinlik icra ediyorsunuz, hep birlikte… Ai-lece değer verdiğiniz bir manevi mi-safir için, evinizi süslüyorsunuz. Ne demek bu? O süsler altında, hiç-bir kötü davranış olmayacak demek. Yani bir anlamda, Rabb’inize söz ve-riyorsunuz. “Allah’ım bu süsler bu-rada durduğu sürece hep iyi davra-nacağım, hiç kimseyi kırmayacağım” diyorsunuz. Sanki üzerinizdeki ma-nevi şahitler gibi, bir şahs-ı mane-vinin huzurunda, tamamen Rahmani bir neşe ile ailecek verilmiş bir sö-zün takipçileri oluyorsunuz.

Teravihe nasıl gidilir? Elbette süslü püslü evde, mahya ve kandillerin altında açılan iftarlar-dan ibaret değildir Ramazan. Bu kar-şılama merasiminin bir kısmı. Rama-zan bir rahmet, mağfiret ve bereket dönemidir. Ve bu özel dönemin en önemli ibadeti; farz namazlardır, te-ravihtir, gece namazlarıdır. Her Ramazan geldiğinde evde ço-

cuklar-yeğenler el ele tutuşup, “Hoşgel-diiin Ramazan! Yaşasın Teraviiih” diye bir etkinliğimiz vardır ki, Ramazan’ın geldiğini ve bu aya mahsus çok özel bir namaz olan teravihin bir mutlu-luk vesilesi olduğunu beyinlere nak-şederiz tabiri caizse... Çocuklarımızı, namaz kılacak dü-zeyde dua ve kısa sureleri bilecek dü-zeye getirmek, üzerimizdeki bir veci-bedir. Ramazan’ı evimizde ağırlamak için, onunla özel olarak vakit geçire-bilmek için, ona özel ibadetlerin nasıl yapılacağını da bilmek gerekir. Ayrıca erkek çocuklarımıza müezzinlik yapa-cak düzeyde bilgi ve makam dersle-rini de Ramazan’dan önce tamamla-mak gerekir. Ramazan gelince, her gün farklı bir caminin ziyaret edilmesi ve ih-yası, ailece en güzel etkinliklerden birisidir. Ben şimdi ailelerde elham-dülillah sürekli artan bir şuur görü-yorum ama hâlâ yeterli değildir ge-linen düzey. Camiye ailece gelmek değildir önemli olan. Gelmeden önce imam efendiyle ilgili birkaç bilgi ver-sek çocuklarımıza… İmam efendiye bir Ramazan hediyesi almalarını sağla-sak… İlla para harcayarak alacakları hediyelerden bahsetmiyorum. Cami-

Ramazan

MORAL DÜNYASI Temmuz 201233

Page 34: Moral Dergisi Temmuz 2012

nin bir resmini yapıp verseler, gönüllerinde teravih de-yince ne hissediyorlar diye bir sayfaya hislerini döküp, imzalı bir şekilde imam efendiye verseler… Evde yapılmış bir ev çöreği, bir sahur böreğini ikram etseler… Nama-zın sonuna, cemaatin dağılmasına kadar bekleyip, elini öpüp, teşekkür edip takdim etseler… İşte o zaman na-maza ailecek gelmiş ve teravihi idrak etmiş olurlar. Saçma sapan konserlere gidip, konser veren sözde sanatçıyı görebilmek ve ona dokunabilmek adına tabiri caizse birbirlerini ezen zavallı gençlerimizi gördüğümde, “Allah’ım” diyorum, “ne zaman bu ümmet kendi değer-lerine de bu şekilde değer vermeyi öğrenecek.” İmam… Adı üstünde önderimiz. Rehberimiz. Peygamber vekili. Bir imzalı fotoğrafını alıp, çocuğumuza hediye etmesini sağlasak fena mı olur? Tabii, sadece imam efendiye değildir hediyeler. Ramazan’dan önceki hafta, kızlarımıza namaz kıyafeti ve başörtüsü, Kur’an-ı Kerim ve o yıla özel bir seccade. Oğullarımıza da seccade, tesbih ve Kur’an-ı Kerim’den oluşan bir hediye fena mı olur? Ben söyleyince; “Hocam her yıl her yıl israf olmaz mı?” diyorlar? Hiç israf olur mu? Saçma sapan onca şeye defalarca para veriyoruz is-raf olmuyor da, Allah’ın “mübarek ay”ındaki, özel hediyeler için mi israf oluyor? Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgili-ler Günü derken geçen sene tam 2 milyar TL’lik harcama yapmışız bu üç özel günde. Ramazan gelirken de hediye-ler havada uçuşsa… Çocuklar mutlu olsa… Ekonomi re-kora koşsa… Piyasa coşsa… Fena mı olur efendim?

Ramazan, farkındalık ve empati Ramazan hem bedenen hem de manen yapılan ibadet-lerle ruhumuzu yücelten çok özel bir dönemdir. Bence Ramazan deyince, ev halkına iki kelimeyi tam manasıyla açıklayabilmek gereklidir ki bunlardan birincisi “farkın-dalık”, ikincisi ise “empati”dir.Oruç ne için vardır? Bireysel olarak nefis terbiyesi, sıhhat vesilesi, mutlu-luk ve kaynaşma silsilesi ve de günah jübilesi olan Ra-mazan, kendimiz için olduğu kadar, başkalarını anlama-mız için de gelir bize. Yani Ramazan sadece nefsimize gelen ve bizi terbiye eden, bizi mutlu eden bir misafir değildir. Ramazan, bize “Ey nefis, senden başka nefisler de var, onların da farkına var!” diye ikaz eden bir mü-him görevlidir. Hali vakti yerinde olup olmadığına dik-kat etmediğimiz, bir tas çorbasının kaynayıp–kayna-madığını bilmediğimiz evlerin farkına varmaklığımızı emreder. Bu açıdan müthiş bir gelenek olan Ramazan kumanyalarını ailece ihya etmeli, gücümüz nispetinde satın alıp fakir-fukaraya götürmeliyiz. Ramazan sadece fiziki ve bedensel açlığı, fakirliği ve yoksulluğu uyaran bir elçi değildir. O geldiğinde, bir ma-nevi farkındalık da geliştirilmelidir ki, ailece sevaplarımızın, İslami bilgimizin ve amellerimizin de noksanlığını, en az et-rafımızdaki fakir-fukara kadar fark etmeli, nefsimizi sığaya çekmeli ve muhasebe yapmalıyız.

Ramazan, kültür ihyası vesilesidir Ramazan eski Osmanlı geleneklerini canlandırma ve-silesidir. Ramazan gelince yabancı şirketlerin reklam-

ları zemzem filmine dönüşüyor. Elin oğlu, sağlığımızı bo-zan içeceklerini, iftarımızın baş köşesine oturtuyor, biz de kuzu kuzu demleniyoruz. Halbuki dünyanın en eski ve en değerli şerbetleri bizde. Ama Amerikan kolasıyla sağlığımızı bozmayı ke-yiften sayan bir millet olduk. Sindirim sistemini düzen-lemesiyle ünlenen ve bal ve sirke ile yapılan “sirkencu-bin” içeceğini bilen var mı? Soğuk kış günlerinin içinizi ısıtan bozasını hatırlayanınız var mı? Ecdadımız; çilek, karadut, gül, kızılcık, gülsuyu, meyan şerbeti ve şu anda sadece İskender Kebap yanında servis edilen sağlık ve vitamin deposu şırayı sofrasından eksik etmezmiş. Ama özellikle hararete ve kansızlığa iyi gelen, böbrekleri ça-lıştıran, vücuda zindelik gelen Hint hurmasından yapı-lan demirhindi şerbetini bilen var mı? Sıcak yaz günle-rinin en keyifli içeceği olan limonata her evin en önemli misafir ikramıymış. Ayran ve şalgam dünyanın en eski ve en değerli iki Türk içeceği ama onları da daha yeteri kadar markalaştıramamışız. Dünyada sadece bizde olan çok şifalı böbrek dostu “gilabru”yu yaygınlaştıramamışız. Dünyanın en değerli mineralli doğal sodalarına gerektiği değeri verememişiz. Halbuki, Topkapı Sarayı’na sonradan eklenen helvahane mutfağı adeta bir tatlı, şurup ve şer-bet labaratuvarı olarak işletilmiş. Sarayın en gözde şer-betleri çiçeklerden gül, zambak, menekşe, fulya, yase-min, muhabbet, iğde ve nilüfer çiçeklerinden yapılırmış. Özellikle tatlı suda yetişen ve çok kısıtlı miktarda bulu-nan nilüfer çiçeğinden yapılan şerbet, akıllara durgunluk verecek bir reçete! Şerbet yapımına bu kadar önem ve-ren Osmanlı Sarayı’nda, doğal olarak sanatkâr kuyumcu marifetiyle yapılmış pahalı şerbet takımları ve avadanlık-lar kullanılmış. Dünyanın en eski ve en değerli şerbet-leri bizde. Ama Amerikan kolasıyla sağlığımızı bozmayı, kola ile iftar açmayı keyiften sayan bir millet olduk. En azından bir geleneğin ihyasına vesile kılabiliriz Ramazan’ı... Anneler geleneksel şerbetlerimizi yapma-sını öğrenirler. Her gün birbirinden güzel şerbetler, gü-nün sürprizi olarak çocuklarda tatlı bir merak uyandırır. Yapabilenler Hacivat Karagöz oynatabilir. O kadar ba-sit ki. Yeter ki isteyin dostlarım. Çubuğun ucuna taktığı-nız Hacivat-Karagöz tiplemeleriyle, birbirinden güzel Ra-mazan akşamları yaşayabilirsiniz. Konu mu ne olacak? Mesela Hacivat namaz kılmasını öğreniyor. Karagöz ilk teravihe gidiyor. Beberuhi sahura kaldırı l ıyor. Tuzsuz Deli Bekir bayram tebriklerini kabul ediyor gibi… Ço-cuklar için birbirinden ilginç konular ve diyaloglar yapıp oynatabilirsiniz. O kadar eğlenceli ki anlatamam. Bu bir pedagojik eğitim metodu aynı zamanda. Unutulmaz bir anı. Bir moral kaynağı. Ailece etkinlik deyince, Ramazan gezilerini unutma-mak lazım. Bulunduğunuz bölgelerde artık belediyeler çok güzel faaliyetler yapıyor. Oraları da ihya edebilirsiniz. Unutmadan, her Ramazan geldiğinde, ecdadın birbi-rinden güzel Kündekari gibi, sedef gibi, hat gibi, ebru gibi, tezhip gibi el sanatlarından birisi ile ilgili mütevazı çalışmalar yapsanız, ailece… O kadar güzel olur ki! Elbette Ramazan’da yapılacak faaliyetler bunlarla sı-nırlı değil. Sizler de eşiniz ve çocuklarınızla Ramazan’da yapılacak çok farklı etkinlikler bulabilirsiniz… G

eçtiğ

imiz

yıl

ram

azan

ayı

nda

yayı

nlan

an b

u ya

zı, o

kuyu

cula

rım

ızda

n ge

len

yoğu

n is

tek

üzer

ine

tekr

ar y

ayın

lanm

ıştır

.

34Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 35: Moral Dergisi Temmuz 2012

Ramazan

1 . Gün: Allah’ım! Bu günde tut-tuğum orucu gerçek oruç tu-

tanların orucu gibi ve ibadetimi ger-çek ibadet edenlerin ibadeti gibi kıl; bu günde beni gafi l lerin uykusun-dan uyandır; suçumu bu günde ba-ğışla; ey âlemlerin İlahı! Affet beni, ey suçları affeden Rabbim!

2 . Gün: Allah’ım! Bu günde beni kendi hoşnutluğuna yakınlaş-

tırıp, gazap ve azabından uzaklaştır. Bu günde ayetlerini okumaya beni muvaffak kıl ; rahmetin hakkına ey merhametli lerin en merhametlisi.

3 . Gün: Al lah’ım! Bu günde bana zekâ ve uyanıklık (ibadet

ve itaatten gafi l olmama) hali ver; beni cahil l ik ve batı l işlerden uzak-laştır. Bu günde indirdiğin her ha-yırdan bana da bir nasip ayır; cö-mertl iğin hakkına ey cömertlerin en cömerdi!

4 . Gün: Allah’ım! Bu günde em-rini uygulamak için beni güç-

lendir; bu günde zikrinin güzel ta-dını bana tattır; kereminle beni bu günde şükrünü eda etmek için ha-zırla; bu günde hıfzın ve örtünle beni (günah ve beladan) koru; ey basiretl i lerin en basiretl i!

5 . Gün: Al lah’ım! Bu günde beni mağfiret dileyenlerden,

sana itaat eden salih kullarından ve mukarreb veli lerinden kıl ; lütuf ve şefkatin hakkında ey merhametli le-rin en merhametlisi!

6 . Gün: Al lah’ım! Sana karşı işlediğim günahtan ötürü bu

günde beni yalnız bırakma; azap kırbacınla beni cezalandırma; bu günde gazabına vesile olacak şey-lerden beni uzaklaştır; sonsuz lütfun

ve nimetlerin hakkına, ey şevkli insanların en büyük arzusu!

7 . Gün: Allah’ım! Bu günde oruç tutup ibadete durmam için

bana yardımcı ol; bu günün sürçme ve günahlarından beni uzaklaştır; bu günde sürekli olarak Seni zik-retmeyi bana nasip eyle; tevfikinle ey yolunu şaşanları hidayet eden!

8 . Gün: Allah’ım! Bu günde ök-süzlere merhamet etmeyi, fa-

kirlerin karnını doyurmayı, karşıma çıkan herkese selam vermeyi ve değerli insanlarla oturup kalkmayı bana nasip eyle; iyi l ik ve ihsanınla, ey arzu edenlerin sığınağı.. .

9 . Gün: Allah’ım! Bu günde ge-niş rahmetinden beni nasip-

siz bırakma; açık deli l ve burhan-larını bana göster ve beni alıp en kapsamlı hoşnutluğa götür; muhab-betinle ey şevkli insanların arzusu!

10 . Gün: Al lah’ım! Bu günde beni Sana tevekkül eden-

lerden, Sana göre saadete erişen-lerden ve Sana yakınlaşan kimse-lerden kıl ; ihsanınla ey arayanların en büyük talebi!

11 . Gün: Al lah’ım! Bu günde iyi l ik ve ihsanı bana sev-

dir; fısk ve günahtan beni nefret ettir; gazabını ve –cehennem- ate-şini bana haram kıl; yardımınla ey imdat isteyenlerin imdadı!

12 . Gün: Al lah’ım! Bu günde örtü ve iffetle beni ziynet-

lendir; bugün kanaat ve elde olana yetinme libasını bana giydir; beni bu günde adalet ve insafa sevk et ve korktuğum her şeyden beni em-niyete al; koruma ve ismetinle; ey korkanları koruyan Rabbim...

13 . Gün: Al lah’ım! Bu günde beni (maddi ve manevi bütün)

kir ve pisliklerden temizle; bu günde olması takdir edilen olaylara karşı beni sabırlı kıl. Bu günde takvalı olmaya ve iyi insanlarla arkadaşlık yapmaya beni muvaffak eyle; yardımınla, ey zavallı ve miskin insanların göz nuru!

14 . Gün: Allah’ım! Bu günde ayak sürçmelerimden dolayı

beni cezalandırma; hata ve yanlış-larımı bağışla. Bu günde beni bela ve afetlerin hedefi etme; izzetinle, ey Müslümanların izzeti!

30ORUÇ, dUa*

MORAL DÜNYASI Temmuz 201235

Page 36: Moral Dergisi Temmuz 2012

15 . Gün: Al lah’ım! Bu günde bana huşu ehlinin itaatini

nasip eyle; mütevazı insanlar gibi dönüş yapıp tövbe etmemle göğ-sümü genişlet; emanınla, ey kor-kanların emanı ve güveni!

16 . Gün: Al lah’ım! Bu günde iy i insanlar la arkadaş ol-

maya beni muvaffak k ı l ve kötü insanlar ın arkadaşl ığ ından beni uzaklaşt ır. Rahmet in le bana ebe-diyet ve sükûnet yurdu olan cen-nette yer ver; i lahl ığın hakkına, ey â lemler in İ lahı !

17 . Gün: Al lah’ım! Bu günde beni salih amellere hida-

yet et; bu günde beni hacet ve ar-zularıma kavuştur. Ey açıklamaya ve sormaya ihtiyacı olmayan; ey âlemdekilerin göğsünde bulunan-ları (içinde geçenleri) bilen Rabbim. Muhammed’e ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’ine rahmet et.

18 . Gün: Allah’ım! Bu günün seherlerinin bereketlerin-

den yararlanmak için beni uyandır; nurların ışığıyla kalbimi aydınlat ve bütün uzuvlarımı bu günün eserle-rinden, bereketlerinden yararlan-dır; nurun ile, ey ariflerin gönül le-rini aydınlatan!

19 . Gün: Al lah’ım! Bu günün bereketlerinden nasibimi

bol et; hayırlarına ulaşma yolumu kolaylaştır; iyi amellerinin kabulün-den beni mahrum bırakma; ey apa-çık hakka hidayet eden Rabbim...

20 . Gün: Allah’ım! Bu günde cennet kapılarını yüzüme

aç; cehennem kapılarını yüzüme ka-pat; bu günde Kur’an okumaya beni muvaffak kıl; ey müminlerin kalple-rine sükunet ve huzur indiren Yüce Al lah...

21 . Gün: Al lah’ım! Bu günde beni hoşnutluğuna götü-

36Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 37: Moral Dergisi Temmuz 2012

Ramazan

recek bir kılavuz kıl bana; bu gün şeytanı bana ulaştıracak hiçbir yol bırakma; benim yerleşeceğim ve rahat edeceğim yeri cennet kıl ; ey arayanların hacetlerini yerine geti-ren Rabbim...

22 . Gün: Al lah’ım! Fazl-ü rahmetinin kapılarını bu-

gün yüzüme aç; bu günde bereketle-rini üzerime indir ve beni hoşnutlu-ğuna vesile olacak şeylere muvaffak kıl; beni cennetlerinin ortasına yer-leştir; ey perişanların duasını kabul eden Al lah...

23 . Gün: Allah’ım! Bu günde beni günah ve kusurlar-

dan yıkayıp temizle; kalbimin im-tihanında bana kalplerin takvasını ver; ey günahkârların sürçmelerini bağışlayan Rabbim...

24 . Gün: Allah’ım! Bu günde Seni razı edecek şeyleri

Senden diliyor ve Seni rahatsız ede-cek şeylerden Sana sığınıyorum. Al lah’ım! Bu günde Sana itaat edip karşı gelmemek için senden tevfik

ve yardım diliyorum; el el açıp dile-nenlere cömert davranan Rabbim...

25 . Gün: Allah’ım! Beni bu günde velilerini seven, düş-

manlarına düşmanlık besleyen ve peygamberlerinin sonuncusu Mu-hammed Mustafa’nın (a.s.m.) sün-netine uyan kimselerden kıl ; ey peygamberlerin kalplerini koruyan Yüce Al lah...

26 . Gün: Allah’ım! Bu günde çabamı mükâfatlandır; gü-

nahımı bağışla; amelimi kabul bu-yur ve gözümü günahlara kapa; ey duyanların en iyi duyanı!

27 . Gün: Allah’ım! Bu günde bana Kadir Gecesi’nin se-

vabını lütfeyle; işlerimi zorluktan kolaylığa dönüştür; mazeretlerimi kabul buyur; günah ve vizr-ü ve-balı üzerimden kaldır; ey salih kul-larına şefkatl i olan!

28 . Gün: Allah’ım! Bu günde müstehap (sünnet) amel-

lerden nasibimi çoğalt; dünya ve ahirette sorumlu olduğum şeyleri

hazırlayarak bana lütuf ve bağışta bulun; bugünde vesileler arasından Sana vesilemi yakınlaştır bana; ey ısrarla yalvaranların ısrarı kendi-sini başkalarıyla i lgi lenmekten alı-koymayan Rabbim...

29 . Gün: Allah’ım! Bu günde rahmetinle beni kapla; bu

günde bana iyi amelleri yapmak için tevfik ve kötü amellerden korunma gücü lutfeyle ve beni şüphe ve suç unsuru addedilebilecek şeylerin ka-ranlığından temizle; ey mümin kul-larına merhametli olan Rabbim...

30 . Gün: Allah’ım! Bu günde tuttuğum orucu kendin ve

Resul’ün (a.s.m.) beğendiği şekilde mükâfatlandırıp kabul buyur ve onun furuunu -iman ve ihlas olan- usu-lüyle pekiştir.

Bütün övgüler âlemlerin rabbi olan Al lah’a mahsustur.

* Büyük fazilet ve de sevap-ları olduğu bildirilen bu duaları, İbn-i Abbas (r.a.), Resulullah’tan (a.s.m.) nakletmiştir.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201237

Page 38: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 39: Moral Dergisi Temmuz 2012

Çocuk Eğitimi Tuğba Akbey İnan

Ç ocuk deyince aklımıza ma-sumiyet gelir. O yüzden içinde çocuk olan her şe-yin masum olduğunu dü-şünüyoruz genelde. Onları

bir dizi filmde gördüğümüzde acıla-rına gözyaşı döküyor, şaşırtan şey-ler söylediğinde aklına ve zekâsına alkış tutuyoruz. Oysa seyrettiğimiz her şeyin içinde aynı masumiyeti bulmak mümkün değil .

Mesela; çocuklara yönelik bir çizgi film kanalının arasında çocukları kü-çük kadınlar haline getiren reklam-ları seyredebil iyorsunuz. Ya da son günlerde olduğu gibi çocuğu mas-raflarıyla gösterip kadın ve erkeği araba almaya ikna eden reklamları...

Algımız bil inçli bil inçsiz kirleti-l iyor. Üstelik bunları yalnızca biz seyretmediğimiz için tehlikenin bo-yutu daha da fazla. Pedagog Meh-met Teber’in başkanlığını yaptığı Pe-dagoji Derneği, reklamlardaki çocuk istismarına dur demek için sesini yükseltiyor bugünlerde… Seyrettik-

lerimizde, yaptıklarımızda, okuduk-larımızda çocuğa yakışan şeyler ol-sun diye tüm çabaları…

Pedagoji Derneği Başkanı Peda-gog Mehmet Teber i le reklamlar-daki çocuk istismarını ve anne-ba-balar olarak yapmamız gerekenleri konuştuk…

Bir derneğiniz var; Pedagoji Der-neği… Kuruluş amacı nedir?

Derneğimiz çocuk ruh sağlığı ve eğitimi konusunda aileleri bilgi len-dirmek, çocuk konusundaki yanlış algıları düzeltmek, çocuğun anla-şılması için çalışmalar yapmak ve çocuğu olumsuz etkileyen durum-larda kamuoyu oluşturmak için ku-ruldu. Kısacası çocuk ruh sağlığını korumaya çalışırken, çocukların daha iyi bir şekilde eğiti lmesi için çalışı-yoruz diyebil iriz

Pedagoji çocuk istismarını na-sıl tanımlar?

İstismar kelime anlamıyla iyi niyeti

Bütün dünyada çocuk işçiliği suç ve yasaktır ama konu reklamlara gelince durum değişiyor. Çok

küçük yaştaki çocuklar kendi rızaları alınmadan reklamlarda oynatılıyor. Özellikle son zamanlarda

bazı reklamlar “çocuk istismarına” yol açmaya başladı. Bu konuda ebeveynler olarak yapmamız

gereken firmaya, Reklam Özdenetim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayetlerimizi iletmek...

ÇOCUk iStiSmaRIna

SEyİRCİ KalmayıN

PedagogMehmet Teber

MORAL DÜNYASI Temmuz 201239

Page 40: Moral Dergisi Temmuz 2012

Bir çocuk reklam izlememeli bence. Dizi

de izlememeli. Bu genellemeyi 12 yaş altı

çocuklar için yapıyorum daha çok. Güvendiğimiz

kanallarda, güvendiğimiz programlara müsaade

edilmeli sadece.

kötüye kul lanmak demektir. Çocuk istismarı ise çocuğa fiziksel, sözel, duygusal olarak kötü davranılması olarak tanımlanmaktadır. Daha ge-niş anlamıyla çocuğun büyümesini ve gelişmesini olumsuz etkileyen her türlü davranış biçimine çocuk istismarı diyebil iriz.

Reklamlardaki çocuk istismarı ne zaman başlar? Çocuğu reklamda oynatarak mı seyrederek mi? Ço-cuk ürünlerinin tanıtıldığı bir rek-lam filmi de istismara girer mi?

Çocuk istismarı reklamda kul la-narak da yapıl ır, çocuk bir reklamı seyrederek de istismara maruz bı-rakılabil ir. Bir reklamda çocuk, ge-

lişimini olumsuz etkileyecek şekilde oynatılabil ir. Örneğin bir bez rekla-mında çocuklar yetişkin gibi giydiril-miş, takılar takılmış ve bedenlerine takı ve giysilerle büyüksü havalar verilmişti . Ama bu çocukların çok büyük oranda bedenleri de teşhir ediliyordu. Bu mesela reklamda kul-lanılan bir çocuk istismarıdır. Bu şekilde açık olmasa bile bir rek-lamda oynayan çocuk bu oyuncu-luk ve çekim süreci içinde fiziksel ya da duygusal olarak yıpranıyorsa bu da istismardır. Çocuk ürünleri-nin tanıtı ldığı reklamlarda da ço-cuklar istismar edilebil ir. Özel l ikle duyguları istismar edilebil ir. RTÜK Kanunu’nun 8. maddesi açıkça der:

“Yayın hizmetleri; çocuklara, güç-süzlere ve özürlülere karşı istismar içeremez.” Bir reklam, çocuğun zi-hinsel, ahlaki gelişimine zarar veri-yorsa bu da bir istismardır.

Bazı firmaların gelecekteki müş-teri potansiyellerini oluşturmak için çocukları oynattığı söyleniyor? Bu düşünce de etik değil midir?

Aslında çocukların reklamda oy-natılması çocuk işçil iğinden başka bir şey değildir. Hiçbir çocuk “Ben reklamda oynayacağım” demez. Oyunculuk süreci defalarca çekim gerektirdiği için bu süreci de sev-mez. Türkiye’de yasal bir boşluk var. Çocuğun herhangi bir işte ça-

40Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 41: Moral Dergisi Temmuz 2012

Çocuk Eğitimi

l ışması yasaktır ama nedense dizi-lerde oyuncu olarak çalışması ya-sak değildir. Dizilerin ve reklamların çalışma koşul ları çocuklar için çok yorucudur. Bizce çocuğun reklamda, dizide kullanılması doğru bir davra-nış değil . Bu konuda kanun ve yö-netmelikler ciddi şekilde düzenlen-meli ve takibi yapılmalıdır. Dediğiniz gibi bazı firmalar reklamlarında ço-cuk kullanıyor. Bu reklamlar çocuk-ların dikkatini çekiyor. Henüz küçük yaşta çocuklara bir marka bil inci aşılanıyor. Ne de olsa onlar gele-ceğin müşterileri.

İstismar sizce bilinçli bir şekilde mi yapılıyor?

İstismar bilinçli de bilinçsiz de ola-bil ir. Bir kısmının bil inçli olduğunu düşünüyorum ama çoğu kısmı bilinç-siz. Firmaların hedefi satışı arttır-mak, dikkat çekmek. Duygusal me-saj veren reklamlar daha fazla etki uyandırıyor. Çocuk da duygusal me-saj vermenin en kolay yol larından biri. Satış kaygısı firmaların çocuk ruh dünyasının kırı lganlığını gör-mesine engel oluyor. Çocuk konu-sunda zaten genel bir körlüğümüz ve empati noksanlığımız var. Bunun üzerine rekabet ve satış kültürü ge-lince farkında olmadan çocuklar is-tismar edilebil iyor.

Bizim seyretmeye tahammül ede-mediğimiz reklamlarda çocuklarını oynatan ailelerin durumunu nasıl açıklarsınız?

Reklam veya bir yarışma prog-ramına çıkan çocuk kısa sürede meşhur oluyor. Ailesi onun meş-hurluğundan ve buralarda elde et-tiği gelirden faydalanıyor. Belki de aile farkında olmadan kendi çocu-ğunu istismar etmiş oluyor. Merkeze meşhur olma, para kazanma kaygısı değil çocuğun ruh sağlığı alınmalı. Ancak aileler bu konuda pek de bil-gil i olmadığı için yaptıkları bu dav-ranış onlara normal geliyor.

En son bir otomobil firmasının reklamlarına itiraz ettiniz. Se-bebi neydi?

Firma ebeveynlerin çocuğa yö-nelik algısını bozmaya çalışıyordu. Çocuk deyince aklımıza masumi-yet, ümit, sevgi, neşe ve oyun ge-

lir. Bu reklamda kadın doğum uz-manına gelen aileye, uzman önce çocukları olacakları müjdesini ve-riyor. Sonra bir başlıyor 7 bin l ira çocuk bezi masrafı diye.. . Aileye 700 bin l iralık masraf çıkarıyor. İyi ki ikiz değilmiş diyerek bir de gü-lüyor. Yani çocuğu gider ve mas-raf olarak lanse ediyor. Algı değiş-tiriyor. Ayrıca 700 bin l ira gibi bir masraf 20 yıla bölündüğünde aylık 3 bin l ira yapıyor. Abartı olur da bu kadar olmaz. Hangi çocuk do-ğumundan it ibaren ailesinde 3 bin l ira masrafa yol açar. Uluslararası Reklam Uygulama Esasları’nın 18. maddesi der ki: “Reklamlar, sosyal ve kültürel değerleri göz önüne ala-rak, ebeveynlerin otoritelerini, so-rumluluklarını, değerlendirmelerini ya da zevklerini sarsacak beyan-larda bulunamaz.” Madde çok açık.

Bu itirazınız neticesinde bu rek-lamlardan haberdar olanlardan biri de benim. Yalnızca seyretmemek bir çözüm müdür?

Çözüm tepki vermek. Avrupa’da üretilmiş bir reklam hiçbir denetim-den geçmeden ülkemizde yayınlan-maya başlamış. Biz tepkimizi bel l i edersek firmalar bu kadar rahat dav-ranamazlar. Firmaya, Reklam Özde-netim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayet-lerimizi i letmemiz gerekiyor.

Aileler seyrettikleri şeyde çocuk istismarı olduğunu gördüğünde ilk ne yapmalılar?

Bu aslında istismarın bulunduğu mecraya göre değişir. Öncelikl i şi-kayet firmaya yapılmalı ve makul ce-vap alıncaya kadar ısrarcı olunmalı-dır. Televizyondaki ürünler için genel şikayet mercii ise RTÜK’tür. Çevre-mizi bu konuda bil inçlendirip toplu tepki vermek daha doğru olacaktır.

İstismar yalnızca gördüğümüz, seyrettiğimiz şeylerde mi vardır?

Hayır, bir anne-baba da küçük çocuğunu döverek, hakaret ederek, atmakla, tek bırakmakla korkutarak istismar edebil ir.

Bu konuda insanların bilinçli ol-duğunu düşünüyor musunuz?

Çocuk konusunda pek bil inçli ol-duğumuzu düşünmüyorum açıkçası.

Onları çok seviyoruz ama onları ta-nımıyor ve anlamıyoruz genelde.

Kendi çocuklarımız adına alaca-ğımız tedbirler nelerdir?

Bir çocuk reklam izlememeli bence. Dizi de izlememeli. Bu genel lemeyi 12 yaş altı çocuklar için yapıyorum daha çok. Güvendiğimiz kanallarda, güvendiğimiz programlara müsaade edilmeli sadece.

STK’lar çocuk konusunda ne gibi çalışmalar yapıyorlar?

Çocuğun eğitimi konusunda çalış-malar yapan oldukça büyük STK’lar var. AÇEV, TEGEV bunlardan bir kaçı. Bunun yanında istismara uğ-rayan, şiddet gören öksüz yetim ço-cukların haklarını savunan STK’lar da mevcut. Biz ise daha çok çocuk ruh sağlığı alanında çalışma yapı-yoruz ki, bu alanda pek bir dernek yok açıkçası. Umarız bizim öncülüğü-müzde bu çalışmaların sayısı artar.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201241

Page 42: Moral Dergisi Temmuz 2012

Atatürk Caddesi Yelken Apt. No / 12A Sahrayıcedid - Erenköy / Kadıköy-İst.Tel.: 0 216 386 55 01 • Faks: 0 216 386 55 02 e-posta: [email protected][email protected]

www.deroni.com.tr

DEMİRCİOĞlu MOBİlYA

“Yaşamı sanata dönüştürmek için kalitesini seçin”

Page 43: Moral Dergisi Temmuz 2012

mercek Dursun Kabaktepe

O (a.s.m.) inci tanesiydi. Annesi sadef.Esmaü’l-Hüsna ile çerçevelenmişti em-

salsiz hayatları…Kâinatın en değerlisiydi onlar.

Rahman’ın nazarı üzerlerindeydi.Hiçbir oğul annesini onun kadar sevmedi.Ve hiçbir anne, Âmine Hatun kadar, hayat yolunu

kalpteki ateşten taşlara basarak yürümedi…Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ha-

yatını şimdiye kadar siyer kitaplarından tarihî nakil ler şeklinde okuduk. Yazar Emine Fikriye Beledli ise Efen-dimizin (a.s.m.) annesi Hz. Âmine i le anne karnında bile mucizeleriyle olayların gidişatını değiştiren sev-gil i Resul’ün (a.s.m.) doğumunu ve çocukluğunu ro-manlaştırdı. Beledli’nin “Dürr ve Sadef” isimli kitabı Nesil Yayınları’ndan çıktı .

Emine Fikriye Beledli’ye yazarlık hikâyesini, i lk ro-manını, Peygamber Efendimizin (a.s.m.) annesi Hz. Âmine’yi yazmaya nasıl karar verdiğini ve yazarken nelere dikkat ettiğini sorduk.

Emine Fikriye Beledli, kendisinden kısaca bahse-decek olursa neleri söyler?

Şanlıurfa doğumluyum. Ben dört aylıkken göç yol-ları görünmüş aileme. Altı yı l İzmir, sonrası İstan-bul… İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nü bitirdikten sonra uzun yıl lar edebiyat öğ-retmenliği yaptım. Yaklaşık altı yı ldır Moral Haber’de köşe yazarlığı yapıyorum.

Edebiyata ilginiz nasıl ortaya çıktı?İ lkokul ikinci sınıfta anneanneme gittiğim günler-

den birinde dayımın kitaplığı ilgimi çekti. Oradan Henri Charriere’in “Kelebek” romanını aldım. Anneannemde kaldığım süre içinde okudum. Kitabın kürek mahkûmu kahramanının trajik hayatı beni çok etkiledi. Hâlâ unu-tamadığım sahneleri vardır. Romanın tadını almıştım. O günden sonra tam bir romankolik oldum. Başka ha-yatlar, başka dünyalar, başka ülkeler küçük Fikriye’nin büyük dünyası oldu. Harçlıklarımı biriktirip roman al-maya başladım. Çevremdeki bütün kütüphanelere üyey-

Foto

ğraf

:

MORAL DÜNYASI Temmuz 201243

Page 44: Moral Dergisi Temmuz 2012

dim. Çarşamba günleri Kocamusta-fapaşa Otobüs Durağı’na gelen bir gezici halk kütüphanesi vardı. Mavi bir otobüstü. Ondan da çok fayda-landım. Romanlarla büyüdüm. Yemek yemek gibi, su içmek gibi vazgeçil-mesi mümkün olmayan hayati bir ihtiyaç olmuştu roman benim için. Orta ikinci sınıfta şiirler ve öyküler yazmaya başladım. Ağırlıkl ı olarak şiir yazıyordum.

“Dürr ve Sadef” ilk romanınız mı?Yayınlanan ilk romanım. Daha

önce, “Bana İçindeki Şairi Dinlet” adlı sosyal bir roman yazmıştım. Yayınlamak kısmet olmadı. Toplum-daki sosyal dalgalanmaları bir öğ-retmen, bir mimar ve bir doktorun arkadaşlıkları çerçevesinden vermiş-tim. İçinde tasavvufi öğeler de vardı.

Emine Hanım, romanınızın adı “Dürr ve Sadef”. Dürr ve Sadef neyi temsil ediyor?

Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde belirttiği gibi “Ol Sadeften doğdu ol Dürr danesi.” Dürr eşi benzeri olma-yan inci demektir. Peygamber Efen-dimizi (a.s.m.) temsil ediyor. Sadef ise incinin içinde oluştuğu kabuk-tur. Bunu anne karnına benzete-

bil iriz. Sadef, Hz. Âmine annemizi temsil ediyor. Sadef’in içi beyaz ve parlaktır. Açıl ınca güneş doğmuş gibi olur. Efendimizin dünyaya ge-lişiyle de insanlığın güneşi doğuyor. Muhammed-i Zişan (a.s.m.) doğu-yor. Âlemlerin yaratılış sebebi doğu-yor. O, kalpleri ısıtacak; O, hayatın dar, karanlık, yanılt ıcı yol larını ay-dınlatacak; O, insanları küfrün ka-ranlığında kaybolmaktan kurtara-cak; O, mazlumların, kölelerin, diri diri toprağa gömülen, hiçbir sos-yal ve hukuki hakkı bulunmayan kız çocuklarının kurtarıcısı ve yardım-cısı olacaktır.

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) çocukluğunu ve annesini yazmaya nasıl karar verdiniz?

Hz. Hatice’yi yazmak için çıkmış-tım yola. Bir müddet sonra kendimi Hz. Âmine’yi yazarken buldum. Tü-

müyle takdir-i i lahi. Hangi projeye başladığınızın bir önemi yok. Al lah Teâlâ istediği yöne çeviriyor kalemi.

“Hz. Âmine’nin hayatIHaYRanlIkUYandIRICI

Emine Fikriye beledli:

“Hz. Âmine’nin Allah Teâlâ’ya olan tevekkülü ve teslimiyeti, duygusallığı, şikâyetsiz ve isyansız yaşamı, fedakârlığı, nezaketi, yüce gönüllüğü, Efendimize (a.s.m.) duyduğu zirvedeki annelik duyguları ve şair yönü beni çok etkiledi. Duygularını ifade edişteki kudret, hayranlık uyandırıcı. O kadar duygusal yazmış ki, yüreğim yandı okurken. Hz. Âmine’yi ağlaya ağlaya, gözyaşları içerisinde yazdım.”

44Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 45: Moral Dergisi Temmuz 2012

mercek

Peygamberimizin annesi Hz. Âmine’nin sizi en çok etkileyen yönleri neler oldu?

Allah Teâlâ’ya olan tevekkülü ve teslimiyeti, duygusal l ığı, şikâyetsiz ve isyansız yaşamı, fedakârlığı, ne-zaketi, yüce gönül lüğü, Efendimize (a.s.m.) duyduğu zirvedeki anne-lik duyguları ve şair yönü beni çok etkiledi. Duygularını ifade edişteki kudret, hayranlık uyandırıcı. O kadar duygusal yazmış ki, yüreğim yandı okurken. Haluk Nurbaki hocamız Hz. Âmine’nin şiirleri toplansa on cilt-l ik kitap olur diyor. Ben ulaşabildi-ğim şiirlerini romana aldım.

Bu arada çok şaşırtıcı bir şey de oldu. Onun yazdığı bazı şiirle-rin benim yazdığım bazı şiirlere çok benzediğini fark ettim. Hatta bazen “Bunu ben mi yazmıştım Âmine an-nemiz mi?” diyerek kaynaklara geri dönmek zorunda kaldım.

Eserinizde bir roman kurgusu olması ile birlikte değinilen kay-naklar da dikkat çekiyor. Kaynak-ları araştırırken nelere dikkat et-tiniz ve kurallarınız neler oldu?

Yazarken 52 kaynaktan faydalan-dım. Bunların sahih kaynaklar olma-sına çok dikkat ettim. Al lah Teâlâ, romanıma kaynaklık eden tüm ya-zarlardan razı olsun. Çok büyük iş-ler başarmışlar. Bu arada kaynak-lara ulaşmamda bana yardımcı olan çok değerli din dersi hocası Bahat-tin Bayram’a çok teşekkür ediyorum. Al lah ondan da razı olsun. Ben bu siyer kitaplarında, daha çok Peygam-ber Efendimizin (a.s.m.) ve mübarek annesinin hayatlarının daha az bil i-nen ya da hiç bil inmeyen yönlerini bulup bu didaktik bilgileri l irik bir üslupla okuyucularımla paylaştım.

Biz yıl larca siyer kitaplarında bi linen olayları okuduğumuz için sizin kitabınız okuyuculara ente-resan gelecektir. Bi linmeyen pek çok olay var çünkü kitabınızda. Enteresan gelecek noktalardan bi-rinin şu olduğunu düşünüyorum: Herkes her türlü bilince sahip ol-duğu bir zamanda Efendimiz ge-liyor. Dedesi, annesi imanla onu karşıl ıyorlar. Bizse böyle düşün-müyorduk. Sütannesi Halime’nin bi le onu almasında i lahi yönlen-

dirmeler var. Ama biz bunları bi lmiyoruz.

Araştırma yapmadan önce ben de bilmiyordum. Hz. Âmine’yi yazma fik-rini Al lah Teâlâ içime ilham edince araştırma yapmaya başladım.

Hz. Adem’den beri alından alına geçen bir nur var. Bu nur Peygamber Efendimizin (a.s.m.) nuru. O doğana kadar herkes emanetçi. Şeybetü’l-Hamd (Abdülmuttalib) dedemizin alnında parlayan nur, ondan oğlu Hz. Abdul lah’a, ondan da asıl sa-hibine geçiyor. Bu insanlar Hanif dinine mensuplar. Bu nurun anla-mını biliyorlar. Ve alametler, Efendi-mizin (a.s.m.) doğumunun yakın ol-duğunu bildiriyor. Kâhinler ve bazı Yahudiler O’nun doğumunu engelle-mek için annesine ve babasına sui-kastler düzenliyorlar.

Hz. Halime’ye gelince, o rüyayla müjdeleniyor. Rüyasında bir genç ona, “Ey Halime, sen Allah’ın yarat-tığı i lk ruh ve son peygamber olan Haşimoğul ları’ndan Muhammed’in sütannesi olacaksın” diyor.

Öte yandan Hz. Âmine’ye sütan-nenin isminin Halime binti Debib ol-duğu söyleniyor. Hiçbir şey tesadüfî değil . Her şey ayarlanmış.

Eserde Peygamberimizin (a.s.m.) anne karnındayken bile yaptığı mu-cizelerden söz ediliyor. Biraz bu konuya değinelim.

Evet, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) anne karnındayken bile, Al lah’ın iz-niyle, olayların gidişatını değiştiren mucizeler gösteriyor. İki tanesinden söz edeyim.

Ebrehe olayında fi l ler ve ordu iyice yaklaşıyor. Dosdoğru Kâbe’nin üstüne gidiyorlar. Şeybetü’l-Hamd, kahrından yere çöküyor. Habibullah’ın nuruna bekçil ik yapmış olan şerefl i alnını secdeye koyuyor ve “Allaaah! Al laaah!” diye haykırıyor. O sırada, Hz Âmine’nin karnındaki, Muhammed Mustafa (a.s.m.) harekete geçiyor. Annesinin alnındaki nuru görülme-dik şekilde parlamaya başlıyor. Top-luluk göz kamaşmasından ona ba-kamaz oluyor. Nur, Hz. Âmine’nin alnından ayrıl ıp Kâbe’nin damına geçiyor. Kâbe, gözler görmemiş bir aydınlıkla pırı l pırı l yanmaya baş-lıyor. Güneşin aydınlığı sönüyor.. . İki cihan güneşi vuruyor Mekke’ye…

İkinci olay ise annesinin boy-nuna hançer inmek üzereyken Mu-hammed Mustafa (a.s.m.) anne kar-nında hareket ediyor. Hançeri tutan kol omuzdan kopup odanın bir ta-rafına fırl ıyor.. .

Evet bilinmeyen müthiş olaylar bunlar. Peki romanı ne kadar za-manda ve hangi duygularla yazdı-nız? Sizde ne tür hisler uyandırdı?

İki yılda tamamlandı. Çok duygusal yaşamları var Dürr ve Sadef’in. Ağ-laya ağlaya yazdım. Yazarken Efen-dimizin (a.s.m.) tüm hayatını vefa-tına kadar roman biçiminde yazmak ilhamı geldi içime.

Romanınız da devam edebilecek

bir sonla bitirilmiş zaten. İçinize gelen ilhamın peşinden gidip Pey-gamber Efendimizin (a.s.m.) tüm hayatını roman olarak kaleme ala-cak mısınız?

Evet, Al lah Teâlâ nasip ederse en büyük arzum bu. Okuyuculardan da romanın devam etmesi yönünde istekler geliyor. Devamını yazmaya başladım. Sadef gitt i Dürr kaldı. Rabbü’l-Âlemin izin verirse, yardım ederse, lütfederse, Dürr’ün, canı-mız ve cananımız sevgil i Efendimi-zin (a.s.m.), hayatını roman olarak anlatmaya devam edeceğim. O’nun, ailesinin ve ashabının kalplere daha fazla yerleşmesi için çalışacağım…

Kitap hakkındaki tepkileri ve değerlendirmeleri nasıl buldunuz?

Herhangi b ir o lumsuz eleşt ir i a lmadım bugüne dek. Okuyucular romandan çok etk i lenmişler. Ben ağlaya ağlaya yazdım. Onlar da ağlaya ağlaya okumuşlar. Aydın-lat ıc ı ve b i l inç lendir ic i bulmuşlar. Kafa lar ındaki bazı soru işaret ler i cevaplanmış. Bi lmedikler i pek çok o lay ve bi lg i ler le karşı laşmışlar. Kalb i o larak Efendimize (a .s .m.) ve annesine daha çok yaklaşmış-lar. Feyz a lmış lar. Bunlar benim amaçlarım zaten. Bir insanı sevme dereceniz onu tanıma dereceniz le doğru orantılıdır. Kitabımda Efendi-mizi (a .s .m.) ve mübarek annesini daha iyi tanıtmaya çalışt ım. Roma-nım, insanlar ı onlara daha da ya-kınlaşt ırmışsa bundan büyük mut-lu luk o lamaz benim iç in…

MORAL DÜNYASI Temmuz 201245

Page 46: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 47: Moral Dergisi Temmuz 2012

Nur Penceresi Mehmet Paksu

B eden için ruh ne ise, iman hizmeti için de ihlas odur.Dünya için güneş ne anlama geliyorsa, imana çalışanlar

için de ihlas o anlama geliyor.Bir arabaya yakıt/benzin ne ka-

dar lazımsa, iman yolunda yürü-meye çıkan bir mü’min için de ih-las o kadar lazımdır.

Belki de insan için hayat ne karar büyük bir nimet ise, mü’min için de ihlas öyle azîm bir nimettir.

İhlas sadece mü’minin kendine, nefsine ve şahsına mı lazımdır? Aile de, Al lah’ın bir araya getirdiği ve mü’minlerden oluşan en küçük topluma da lazım değil midir?

Lazımdır ve elzemdir ve mutlaka gereklidir. Ailenin yaşaması için, hayatta ve ayakta kalabilmesi için o kadar büyük bir ihtiyaçtır ki, ih-lassız bir aile, dümensiz bir gemiye benzer ki, göz göre göre fırtınala-rın ve azgın dalgaların insafına terk etmek anlamını taşır.

Bunun içindir ki, gerek iman hiz-metinde olanlar, gerekse ailede yaşa-yan bireyler bir fabrikaya benzerler.

“Nasıl ki bir fabrikanın çarkları birbiriyle rekabetkârâne uğraşmaz…”

Her aile bireyi tıkır tıkır işleyen bir fabrikanın çarkları, randımanlı çalı-şan bir makinenin parçaları gibidir-ler. Hiçbir çark diğer çarkla rekabete girişmez, birbirlerini rakip olarak gör-mez, biri diğerinin rakibi olmazsa; aile fertleri de, yani anne, baba ve çocuk-lar da bir rekabet içinde olamazlar.

Çünkü rekabette bir çekişme, bir didişme, itişıp kakışma vardır. Açık-tan açığa bir yarış söz konusudur. İçten içe bir husumet ve kıskanç-lık bulunur. Birinin kaybedip öteki-nin kazanması mevcuttur.

Oysa rekabet söz konusu değilse böyle bir şey olmaz. Nasıl ki fab-rikanın çarkları arasında bir reka-betin olmayacağı düşünülemiyorsa, böyle bir şey olması akla gelmez, mümkün değilse, aile fertleri ara-sında da bir rekabet yaşanmaması, birbirlerini geriletmemeleri gerekir.

Tahakküm etmezlerFabrikanın çarkları daha ne yap-

mazlar: “Birbirinin önüne tekaddüm edip tahakküm etmez…”

Birbirlerinin önüne geçerek ona baskı yapmaz. “Yok, ben öne geçe-

ceğim, yok sen geride kalacaksın” gibi aralarında rakip bir hava esmez. Biri diğerinin üzerinde baskı kurmaz, hakimiyet kurmaya yeltenmez. Çünkü birinin öne geçmesi demek, diğeri-nin arkada kalması demektir. Oysa arkada kalan bir işe yaramaz, işle-yişi durdurur, sonuç çıkmaz.

Bir fabrika çarklarının böyle bir şekle girmesi hiç kimsenin aklına gelmez, duysa da inanmaz; çünkü böyle bir şey eşyanın tabiatına ay-kırıdır, dünyanın ters dönmesidir, her şeyin alt üst olmasıdır.

Fabrikanın çarkları üçüncü bir şey daha yapmazlar. O da, “Birbi-rinin kusurunu görerek tenkit edip, sa’ye şevkini kırıp atâlete uğratmaz.”

Fabrika çarklarının aklı mı var ki,

birbirinin kusurunu görsün de tenkit etsin? Üstelik çalışma şevkini/heye-canını kırıp da atıl bırakıp bir kenara atsın? Cansız bir çark için böyle bir şeyi düşünmek mümkün mü?

Yani nasıl ki fabrika çarklarından böyle bir şey beklenmez, böyle bir şey yapmaları düşünülmez, böyle bir vaziyete girmezlerse, aile fertleri de birbirlerinin kusurunu görme-meli, birbirini tenkit etmemeli, bir-birinin şevkini kırmamalı, atı l/batı l bir hale getirmemeli; böyle bir şey yapmamaları/yapamamaları lazım.

Fabrika çarkları nasıl insicamlı/uyumlu bir sistemin parçaları ise, aile de insicam ve âhenk içinde ya-şaması gereken, omuz omuza yü-rümeleri, yan yana çalışmaları ge-

Her aile bireyi tıkır tıkır işleyen bir fabrikanın çarkları, randımanlı çalışan bir makinenin parçaları gibidirler. Hiçbir çark diğer çarkla rekabete girişmez, birbirlerini rakip olarak görmez, biri diğerinin rakibi olmazsa; aile fertleri de, yani anne, baba ve çocuklar da bir rekabet içinde olamazlar.

ailedeRekabetOlUR mU?

MORAL DÜNYASI Temmuz 201247

Page 48: Moral Dergisi Temmuz 2012

reken kutsal bir düzenin, hayatî bir beraberliğin canlı unsurlarıdır.

Bunun için ne yapmaları, nasıl bir vaziyet içine girmeleri gerekir. Du-rum açık ve net:

“Belki bütün istidatlarıyla bir-birinin hareketini umumî maksada tevcih etmek için yardım ederler…”

Fabrikanın çarkları bütün özellikle-riyle, hangi görevi yapmak için üre-ti lmişlerse o görevi eksiksiz yerine getirmeleri için, bulundukları yere takıldıkları gibi çalışırlar, iş görür-ler; birbirlerini koruyup kol layarak hareket ederler.

Zaten görünen de odur, yapılan da başka bir şey değildir. Çünkü bir üretim için kurulmuşlardır, bir so-nuç elde edilmesi için oraya yerleş-

tiri lmişler. Hiçbir çark diğer çarka, “Sen küçüksün, senin dişli lerin az veya çok, sen yavaş dönüyorsun, ben hızlı çalışıyorum” gibi bir suç-lama içine girmezler.

Yaptıkları tek iş vardır. “Umumi maksat” ne ise, nasıl bir ürün elde edilecekse, nasıl bir sonuç çıkarı-lacaksa, o ürünü eksiksiz, noksan-sız, hatasız, kusursuz biçimde or-taya koymak durumundadırlar.

Çarkın “istidadı” işlerliğidir, yapı-lış amacına uygun hareketidir, bu-lunduğu konuma göre davranması-dır, saat gibi çalışması, t ıkır tıkır işlemesidir.

Ailenin gaye-i hilkatiAile de böyledir ve böyle olması

istenir, böyle görülmesi ve böyle yaşaması beklenir. Ailede yaşayan herkes, tek bir noktaya kilitlenmiştir, tek bir maksada/amaca yönelmiştir, tek bir sonuca doğru gitmektedir; o da kurulan yuvayı ayakta tutmak için hangi görevi üstlenmişse, hangi konumu taşıyorlarsa o görevi en iyi biçimde yerine getirmektir.

Baba mıdır? Aileye sahiptir, koru-yucudur, eşini ve çocuklarına sev-giyle, şefkatle ve merhametle bağrına basmalıdır. Hariçten gelen muhte-mel tehlikelere karşı uyanık olma-lıdır, ailenin “umumi maksadı”/ger-çek hedefi olan huzuru ve saadeti, düzeni ve uyumu sağlamalıdır.

Anne midir? Ai le ona emanet-t ir , ona tesl imdir , ona yaslanmış-t ır , onun şefkat kucağında yaşa-maktadır. Gözü, gönlü; iş i , gücü; hayal i ve hedef i bu yuvayı s ıcak tutmakt ır ; kem gözlerden, art n i-yet lerden korumakt ır , kurda kuşa yem etmemek iç in üzer inde t i tre-mel id ir , kol kanat gererek üzer le-r ine abanmal ıd ır.

Çocuk mudur? Ona çoktan gö-revin in bel ir lenmesi , öğret i lmesi gerekirdi . Sadece her istediğ i ya-pı lan, her arzusu yer ine get ir i-len, b ir dediğ i ik i edi lmeyen, evin prensi ve prensesi konumunda kalmayan canl ı b ir b ireydir. Anne ağacın kökü, bedeni ve dal ları ise, çocuk da meyvedir. Bu meyve ken-disini çürütmeyecek, böceklerin ve kurtçuklar ın özüne girmesine göz yummayacak; kendini kapıp koyu-vermeyecek; esen rüzgara kendini kaptırmayacak, o ağaçta yer alma-nın farkına varacak, ne amaçla ye-tişt ir i lmişse ona göre hareketlerini düzenleyecekt ir.

İhlasın önemli bir düsturunda yer aldığı gibi, “Hakikî bir tesanüd, bir ittifakla gaye-i hilkatlerine yürürler.”

Ailede bulunan herkes gerçek ve ideal bir dayanışma içine girmeliler, tam bir ağız ve gönül birliği halinde yaratı l ış gayelerine doğru mesafe almalı lar. Ailede “tesanüd” kadar önemli bir sır yoktur. Buna tek be-den, tek vücut, tek yumruk da diye-bil iriz. Bedenler ayrı ayrı olsa da, tek görülmeliler, parmaklar gibi kü-çük büyük olsalar da bir arada du-rup avuç içinde tek yumruk haline gelmemeliler.

48Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 49: Moral Dergisi Temmuz 2012

Adres: Rumeli Cd. Efe Sk. No: 2 Gözüm Apt.Kat 1 Daire 1 Osmanbey - ŞİŞlİ / İSTANBul

TÜM ÜRÜNlER MEMNuNİYET GARANTİlİDİR.

Artık evlerde misafirlere ne ikram edeceğinizi kara kara düşünmeye son, Organik Kabak şekeri ile misafirlerinize

tatlı anlar yaşatın.

Regl sancıları, İç guatr, Sara, Migren, Şizofreni Havale, Kemik erimesi, Yüksek tansiyon, Karaciğer, Çölyak, MS, Lösemi (Kan kanseri), Habis ur, Astım, Bronşit, Kısırlık, Ruhsal ve Evham gibi aciz kaldığınız konular için bio

enerji yaptırın. Bio enerji mutluluğunu siz de yaşayın.

SADECE

TL25Moral Dünyası Dergisi i le gelip adresimizden alanlar için,

SADECE

25Moral Dünyası Dergisi i le gelip adresimizden alanlar için,

Page 50: Moral Dergisi Temmuz 2012

Sipariş Hattı: Tel. : 0 212 247 86 69 (Hafta içi 12.00-18.00 arası) Gsm.: 0 535 041 84 54

TÜM ÜRÜNlER MEMNuNİYET GARANTİlİDİR.

Artık evlerde misafirlere ne ikram edeceğinizi kara kara düşünmeye son, Organik Kestane şekeri ile

misafirlerinize tatlı anlar yaşatın.

Regl sancıları, İç guatr, Sara, Migren, Şizofreni Havale, Kemik erimesi, Yüksek tansiyon, Karaciğer, Çölyak, MS, Lösemi (Kan kanseri), Habis ur, Astım, Bronşit, Kısırlık, Ruhsal ve Evham gibi aciz kaldığınız konular için bio

enerji yaptırın. Bio enerji mutluluğunu siz de yaşayın.

SADECE

TL25Moral Dünyası Dergisi i le gelip adresimizden alanlar için,

SADECE

25Moral Dünyası Dergisi i le gelip adresimizden alanlar için,

Page 51: Moral Dergisi Temmuz 2012

İ nsanın olgunlaşması için şeytan nasıl lazımsa, onun vesvese ve şüpheleri de öyle lazımdır. Şey-tanın kalbe attığı şüphe ve ves-

veseler, aslında vücuda bağışıklık kazandıran aşı gibidir.

Nasıl ki aşıda güçsüz mikrop-lar kana zerk edilerek vücudun sa-vunma mekanizmaları harekete geçi-rilir, aynı şekilde kalbe gelen şüphe ve vesveseler de kalpteki imanı sı-nayarak onu güçlendirir. Nitekim, Al-i İmran Suresi’nin 154. ayetinde “Al lah gönül lerinizde bulunan şeyi denemek ister” ifadesi bu manaya işaret eder. Denenmeyen şeyin güç-lendiri lmesi mümkün olamayacağı gibi, güçlü olduğu da anlaşılamaz.

Ama eğer kişinin bağışıklık sistemi

çok zayıfsa —aşırı hassas evhamlı bir kişiliğe sahipse— o zaman şüphe ve vesvese gibi aslında tesir bakımından zayıf olan virüsler kişiyi hasta ede-bilir. Vesvesenin takıntı haline gele-rek ruhsal dengesini bozduğu kişiler böyle kimselerdir.

Fakat normalde şüphe ve vesvese zayıf etkenlerdir. Öyle olmasaydı, Peygamber Efendimiz “Şeytanın hi-lesini vesveseye dönüştüren Allah’a hamd olsun” buyurmazdı! (Müslim, İman: 209) Bu ilginç ifade, Al lah’ın mü’min kulunun kalbine koyduğu imanı

Yaptığınız ibadetlerin kabul olmadığını düşünüyor ve kendinizi sıkıntıya mı sokuyorsunuz? O zaman şeytan size “vesvese” veriyor demektir. Ancak vesvese çok endişe edilecek ve korkulacak bir şey değildir. Ama bunun için de vesvesenin mahiyetini bilmek gerekir. Nedir o zaman vesvese?

VeSVeSe

KAlBE GElEN KuRuNTulAR:

Psikoloji Ömer Baldık

MORAL DÜNYASI Temmuz 201251

Page 52: Moral Dergisi Temmuz 2012

kolayca yerinden edecek bir şeytanî hileye izin verme-diğini gösterir. Bu mana, ayetle de sabittir: “Muhakkak şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa, 76)

Ayrıca kalbe şeytan vesvese verdiği gibi, melekler de i lham ederler. Meleklerin i lhamı, şeytanın vesvese ve şüphelerini dengeleyici bir işlev görür. Fakat son tahli lde her ikisi de insanın iradesi üzerinde hüküm koyucu bir kuvvete sahip değildir.

Vesvese kimlerde sıkıntı oluşturur?Her şeyden önce vesvese, mü’minle-rin kal-

bine üflenir. Öyleyse vesvese dediğimiz rahatsızlık mü’minlerin başına gelen bir şeydir. Zaten şeytanın kendi yolunda olan birini şüphe ve kuruntuya düşür-meye ihtiyacı yoktur.

Vesveseli mü’minlerde en temelde dikkat çeken özel-l ik, hassas ve mükemmeliyetçi bir kişi l ik yapısına sa-hip olmalarıdır. Ruhsat-azimet diye bil inen dengede, bu kişiler hemen hemen daima azimet yönünde ter-

cihlerini kul lanırlar. Yani, her türlü dinî uygulama ve ibadetlerde en iyisini, en kusursuzunu yapma eğil imi gösterirler.

Abdest alıyorlarsa, yıkadıkları uzuvlarda toplu iğne başı kadar bir yer bile kuru kalmamalıdır. Namaz kı-l ıyorlarsa, en küçük bir hataya düşmemeli, rekâtları tam ve doğru olarak kılmalıdırlar. Eğer hatalı kı lar-larsa, bu tip kişi leri son rekâttaki sehiv secdesi bile kesmez. Mutlaka yeni baştan kılmayı tercih ederler.

Bütün bu eğilimlerin arkasında, vesveseli mü’minlerin kendi fıtratlarını zorlayarak melekleşme çabasına gi-rişmeleri yatar. Hatadan kusurdan bütünüyle arın-mış bir mü’min olma hassasiyeti taşımaları nedeniyle şeytanın vesveseleri bu kişilerde büyük rahatsızlık-lara sebep olur.

Buradan da anlaşılmaktadır ki, vesvese imanın varlı-ğından ve dinî hassasiyetten ileri gelse de, kişinin din kavrayışında bir dengesizlik (aşırılık) bulunduğunu ele verir. Dinin vasat üzerine yaptığı vurgu es geçilmektedir.

52Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 53: Moral Dergisi Temmuz 2012

Psikoloji

Ayrıca bu kişiler insan fıtratı ve çalışma biçimi hak-kında da yeterli bilgiye sahip değil lerdir. Ve tam da bu nedenle, inandıkları “it ikat” i le sahip oldukları “fıtrat” arasında ciddi bir uyuşmazlık ve gerilim yaşamaktadırlar.

Mutezile örneğiBir örnek vermek gerekirse, felsefenin akılcılık (ras-

yonalizm) akımının etkisinde kalan Mutezile mezhebi, zorlayıcı bir itikat örneği olarak, dinî ibadetlerin sıhha-tini “nefsü’l-emirde geçerli olma” şartına bağlar. Yani, eğer bir mü’min namazda dört rekât kıldığını zanne-derek üç rekât kılmışsa, nefsü’l-emirde üç rekat kıl-dığı için o namazı —ilahî planda kabul olunsa dahi— hakikat-i halde sahih değildir.

Halbuki vasatı esas tutan ehl-i sünnet mezheple-rinde ibadetlerin sahih olmasından çok, kabul olun-ması önemlidir. Yani, nefsü’l-emir şartı değil Al lah’ın kabul şartı esastır. Eğer kişi dört rekât kıldığını düşü-nüyorsa, üç rekât kılmış olsa bile, namazı kabul oluna-bilir. Veyahut, abdestinin bozulduğuna dair hafızasında bir kayıt yoksa, abdestl i sayıl ır ve namaza durabil ir.

Dış âlemdeki gerçekliğe değil kişinin zihnindeki gerçekliğe (olgu) it ibar eden ve daha da önemlisi ka-bul veya red işini —dış gerçeklikte düşünülen birta-kım maddî kriterler yerine— Allah’ın iradesine teslim eden bu yaklaşımın çıkış noktası, şu ayetlerdir: “Biz Kur’an’ı sana zahmet çekesin diye indirmedik” (Taha, 2); “Al lah size kolaylık diler; zorluk dilemez” (Bakara,

185); “Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” (Bakara, 286).

Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) aşağıdaki hadisle bu ayetleri şu şekilde tefsir eder: “Bu din kolaylıktır. Hiç kimse kaldıramayacağı mükel lefiyetlerin altına gi-rerek dini geçmeye çalışmasın; (insan ne yaparsa yap-sın yine de mutlaka bir kısım eksik ve kusurları vardır ve) galibiyet dinde kalır.” (Buharî, İman: 29)

Bu hadis ve önceki ayetlerin çizdiği çerçeveden ba-kıl ırsa, bir mü’minin yaptığı ibadetin nefsü’l-emirdeki karşıl ığını bilme çabasına girmesi ve yaptığı ibadetle-rin tam ve kusursuz olması iddiasına kapılması, kal-dıramayacağı bir mükel lefiyetin altına girmiş olması anlamına gelir.

Çünkü hiç kimse, kendi algı mekanizmalarının dışına çıkarak, nefsü’l-emre dair bir hüküm veremez. Bir şe-yin nefsü’l-emirde tam olarak neye denk geldiğini ve nasıl bir hükme bağlandığını kendi dışına çıkıp tespit edemez. Dolayısıyla böyle bir durumda kadere rıza gösteren bir mü’mine düşen şey, ancak ibadetlerinin —hatalarıyla kusurlarıyla— kabul olmasını Allah’tan di-lemesidir. Daha fazlası değil!

Ne var ki Mutezile’nin yanlış it ikadî yaklaşımını be-nimseyen ve aslında bu yüzden vesveseye müptela olan kişiler, nefsü’l-emre dair hüküm vermek gibi boyların-dan büyük bir işe kalkıştıklarının farkında değil lerdir.

Üstelik bu tavırlarının —yakından incelenirse— Allah’a karşı müstağnilik (“Ben namazımı doğru kıldım,

MORAL DÜNYASI Temmuz 201253

Page 54: Moral Dergisi Temmuz 2012

kabul olunmak zorunda!”) gibi bir sapkın eğilim için anlamlı olabileceği de görülecektir. Eğer böyle bir netlik ve standartlaştırma arayışı söz konusu değilse, nefsü’l-emir üzerinde bu kadar ısrarla durmanın bir manası yoktur.

Ayrıca, hata ve kusuru bitirmeyi hedef gösteren böyle bir yaklaşım ilahî merhamete sığınma, af dileme ve istiğfarda bulunma gibi dinin en temel ubudiyet hal lerini devre dışı bırakmayacak mıdır? Dua ve niyazı boşa çıkarmayacak mıdır?

Oysa dinin özü abdin acziyetini bilmesi, kusurlarının farkında olması, ne yaparsa yapsın mutlaka eksik ve kusur izi taşıyacağını kavraması ve bunlar için Al lah’tan af ve mağfiret dilemesidir. Bunları yapmayacaksa, nasıl bir ubudiyetten söz edilebil ir?

Dolayısıyla, vesvese hastalığının kökeninde yanlış (aşırı) itikat ve in-san fıtratına dair yanlış ya da ek-sik kavrayış yatmaktadır. İkisi bir-leştiğinde, şeytanın vesveselerinin vücudî bir mahiyete bürünüp ruhî dengeyi alt üst etmesi kaçınılmaz olmaktadır. Çünkü dini azimet an-layışı çerçevesinde en üst l imitle-rinde kavrayıp o şekilde uygulama cehdine düşen bir mü’mine şeyta-nın “Namazın olmadı!” “Abdestin tam olmadı!” şeklinde verdiği ves-veseler, o mü’minin kalbinde dep-rem etkisi meydana getirir. Derin bir suçluluk duygusu oluşturur. Va-sat ve ruhsat yaklaşımına da sahip olunmadığı için gelinen noktada kişi kendini düşkün bir mü’min olarak telakki etmeye başlar.

Vesveseyle nasıl baş edilir?Vesveseyle baş etmenin birinci

şartı iyi l iğin ve kötülüğün, güzel l i-ğin ve çirkinliğin kaynağının eşyanın zatında yatmadığını, Allah’ın emrine tabi olduğunu bilmektir.

O’nun iyi ve güzel dediği iyi ve güzel, kötü ve çirkin dediği kötü ve çirkindir! Mutezile, kötülüğü ve çir-kinliği Al lah’a vermemek için böyle bir yaklaşım benimsemiştir, ama gö-rüldüğü gibi, kaş yapayım derken it ikadî bakımdan göz çıkarmıştır. Müslümanları ruhsat yerine azimeti uygulamaya zorlayan bir yaklaşıma kapı aralamıştır.

O nedenle, özel l ikle ibadetleri ve duaları konusunda kalbine şüphe ve

kuruntu il işen kimseler, kendilerine “Sahih oldu mu?” sorusu yerine, “Kabul oldu mu?” sorusunu sorma-lıdırlar. Ve Allah’ın merhametiyle —kasten yapmadıktan sonra— eksik ve kusurlu olan ibadetleri de ka-bul edeceğine inanmalıdırlar. Böyle inanırlarsa, ibadetin sahihliği konu-sunda aşırı endişeye kapılmak ye-rine, ahirette bel l i olacak olan ka-bule dair ümitl i bir beklenti içine gireceklerdir.

İkincisi, her Müslüman kendi fıt-ratı , ruhî yapısı, akıl , kalp ve haya-

linin çalışma biçimi hakkında asgari birtakım bilgilere sahip olmalıdır.

Bunlar içinde özel l ikle şeytanın şüphe ve vesveselerinin doğrudan kalp içindeki imana temas etmediğini, kalbin de içinde bulunduğu “sadr” denilen bölüme geldiğini bilmek ge-rekir. Hakim et-Tirmizî, bu sadr i le kalbin i l işkisini göze benzetmekte-dir. Sadr gözün beyaz kısmı, kalp gözün karası gibidir. Dışarıdan ge-len toz ve çöpler gözün beyazını (sadrı) etkiler, orada kızarıklığa yol açar, ama gözün karasını (kalbi) et-kilemez, göz görmeye devam eder.

Çünkü kalp Allah’a iman nurunun bulunduğu yerdir. Ve iman bütündür, parçalanamaz. İman çıkarsa, kalp-ten ya tamamen çıkar ya da çık-maz. Dolayısıyla, vesveseyle inan-cına halel geldiği kaygısına düşen bir mü’min, bizatihi bu kaygının kal-binde imanın hâlâ mevcut olduğunu gösterdiğini düşünmelidir.

Ancak vesvese ve kuruntular —bunlar şeytan tarafından olabileceği gibi, nefis tarafından da olabil ir— sadr denilen bölümde uzun süre tu-tulur da, o mü’min Allah’a sığınarak sadrını hak ve hakikatle doldurmak suretiyle batı l ı sadrından def et-mezse, oraya yerleşen vesvese vi-rüsleri imana zarar verebil ir.

O nedenle, sadrının (göğsünün) daraldığını hisseden bir mü’min, derhal bunun farkına vararak, nef-sinin veya şeytanın hücumuna uğ-radığını düşünmeli ve “Al lah’ı an-mak suretiyle” sadrını genişletmeli ve kalbini yeniden mutmain bir hale getirmelidir.

Sadrda özel l ikle kin, öfke, ha-set, dünyevî kaygılar, rızık kaygı-ları ve vesvesede olduğu gibi aşırı dinî kaygılar tutmamaya özen gös-termek gerekir. Eğer sadr bu şe-kilde temiz tutulursa ve daralmasına müsaade edilmezse, ne vesvesenin ne de başka şeylerin kişide rahat-sızlık oluşturması söz konusu ol-mayacaktır.

Not: Vesvese konusunda kişinin kendi “irade alanı”nı da iyi tahlil et-mesi gerekir. Özellikle hayalde ger-çekleşen tasavvurların (kötü çirkin görüntülerin) irade dışı olduğu, tas-dik anlamına gelmediği de vesvese-nin rehabil ite edilmesinde son de-rece önemlidir.

Vesveseli mü’minlerde en temelde dikkat

çeken özellik, hassas ve mükemmeliyetçi bir kişilik yapısına sahip olmalarıdır.

Ruhsat-azimet diye bilinen dengede, bu kişiler hemen

hemen daima azimet yönünde tercihlerini kullanırlar. Yani, her

türlü dinî uygulama ve ibadetlerde en iyisini,

en kusursuzunu yapma eğilimi gösterirler.

54Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 55: Moral Dergisi Temmuz 2012

Sağlık Yusuf Levent

B irisi size, midemizin ikinci beynimiz olduğunu, geçirdiğimiz tüm hastalıkları etkilediğini, hatta verdiğimiz kararları bile etkilediğini söylese ne yapardınız?

Doğal ürün üretimi ve satımı yapan Hekimzade fir-masının sahibi Dr. Muammer Yıldız, işte bunu söylü-yor. Dr. Yıldız’ın verdiği bilgilere göre ABD’deki Colum-bia Üniversitesi’nden Hücre Bil imi Profesörü Michael Gershon’un 50 yıl l ık çalışmalarının sonucunda yap-tığı açıklamalarına göre, midemiz beyin gibi çalışıyor, kesinlikle ondan emir almıyor, midedeki beyin kafa-mızdakinden bağımsız çalışan bir organ, yani ikinci beyin! Yediklerimiz aldığımız hayati kararları bile et-kil iyor. Örneğin ağır, karışık ve yağlı bir yemek sonra-sında ciddi toplantılar, anlaşmalar yapılmamalı, önemli kararlar verilmemeli.

Dr. Gershon’un çalışmalarının 100 milyon nöronun dizildiği ve bağırsakların yönetim merkezini oluştu-ran nöronlar olan Enterik Sinir Sistemi’nin kendi ken-dine çalıştığını gösterdiğini ifade eden Dr. Yıldız, şun-ları söylüyor: “Yemeği midedeki beyin hareket ettirip bağırsağa gönderiyor. Mideden beyne giden sinyal ler mutluluk, stres, anı, hafıza, hatta karar verme meka-nizmalarını etkil iyor. Dr. Gershon, midede tamir edi-len düşünce bozukluğu ile gelecekte oluşabilecek bü-yük depresyonların önlenebileceğini belirtiyor. Otizm bile midedeki düzensizliklerle bağlantıl ı . Bazı araştır-malar glütensiz ve süt proteini taşımayan besinlerin otizm semptomlarını azalttığını gösteriyor. Otizmli has-talara ekmek, süt ve süt ürünleri yedirmemenin daha iyi olacağı iddia edil iyor.”

Bağırsaklarımızdaki bakterilerin de farkında olma-dığımız kadar hayatlarımızı kontrol ettiklerini kayde-den Dr. Yıldız, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Nature dergisinde yayınlanan son buluşlar, bağırsak bakte-rileri ve farelerdeki multipl skleroz arasında bir bağ-lantı olduğunu açıklamakta. Ayrıca araştırmalarda, ba-ğırsak bakterileri i le obezite, depresyon ve daha da fazla başka rahatsızlıklar arasındaki i l işki incelenmek-tedir. İnsan hakkında yapılan çalışmalarda, bağırsak-larımızdaki bakterinin rolü yediklerimizi sindirmenin çok daha ötesinde olduğunun ipuçlarını vermektedir.”

Mide ve beyin ilişkisiUniversity of California LA (UCLA) “Sinir Bil imleri

Direktörü” Emeran Mayer, “Sinir sistemi midede baş-lar. Bağırsak solucanlarının ilkel beynini oluşturan yapı ve bir memelinin beyni benzer sinir devrelerinden olu-şur” diyor. Zamanla evrim geçirmiş bu devreler, in-sandaki merkezî sinir sisteminin içine dahil olduğun-dan mide, hayatî bilgi ler taşıyor.

Beslenme Uzmanı Giovanni Cizza ise yemeklerin duyguları etkilediğini belirterek, “Geleneksel bilgi-ler, çikolata, tatl ı , peynir gibi yiyecekleri yeme isteği-nin altındaki nedenin psikolojik olduğunu söyler. Me-sela annenin pişirdiği kek kokusu hafızada yer eder” diyor. Cizza, gönül lüler üzerinde yapılan bir araştır-maya vurgu yaparak, “Baygınken, yani ne yediğini bil-mediği anda verilen aşırı yağlı gıdaların bile kişinin

stresli uyanmasına neden olduğu görüldü” diyor. Aşırı stresli fareler de doğrudan yağlı ve enerji veren ye-meklere yönelmiş.

“Midemiz beyin gibi çalışıyor, kesinlikle ondan emir almıyor, midedeki beyin kafa-mızdakinden bağımsız çalışan bir organ, yani ikinci beyin! Yediklerimiz aldığımız hayati kararları bile etkiliyor. Örneğin ağır, karışık ve yağlı bir yemek sonra-sında ciddi toplantılar, anlaşmalar ya-pılmamalı, önemli kararlar verilmemeli.”

“mide, inSanIn ikinCi beYnidiR”

Dr. muammer yıldız:

MORAL DÜNYASI Temmuz 201255

Page 56: Moral Dergisi Temmuz 2012

Mide ile beyin arasında nörohor-monlar dışında çalışanlar, yaklaşık 100 trilyon bakteri! Bu bakteriler ba-ğırsakta yediklerimizi sindirmekten başka bizimle birl ikte evrim geçiri-yor, ortak yaşamaya devam ediyorlar. Bu faydalı mikroorganizmalar aynı zamanda yedek DNA gibi çalışıyor. Kanadalı sinir uzmanı Jane Foster’ın açıklamaları ilginç: “Bu mide canlıları beslenme biçimimizle genetik kodla-mamız arasındaki bir geçiş yolu gibi. Genetik, kişinin hangi gıdalara yatkın olduğunu belirler. Bu canlılar, o yat-kınlığı bile değiştirebilirler.”

Yani mide bakterileriyle beynin iletişimi doğuşta başlıyor ve devam ediyor. Bu da bize bağırsak bakte-rileri doğru yönlendirildiği takdirde, strese bağlı davranış bozukluğundan boşaltım sorununa kadar her şeye çözüm bulunabileceğini gösteriyor, örneğin ülsere, kabızlığa, obezi-teye… Böylece yeni tedavi yöntem-leri geliştiri lecek ancak bunun için de kendi bakterilerimizi iyi tanıma-lıyız. Geleceğin tıbbı ve en doğru beslenme yöntemi kişiye özel bes-lenme yöntemidir.

Temiz ve helal gıdaSon zamanlarda en çok satan ve

sadece sağlığı korumak için değil , hastaların tedavi amaçlı bile kullan-dıkları kişiye özel beslenmeyi anla-tan “Can Boğazdan Çıkar” kitabı i le iyi leşen, rahatlayan, yaşam kalitesi artan yüzlerce hasta tanıdığını söy-leyen Dr. Muammer Yıldız, şu bil-gileri veriyor:

“Kişi nasıl beslenirse ona alışıp hep onu yemeye başlıyor. Fransız uzman Wim De Neys, mideden ya-yılan sinyal lerin kararlarımıza etki-lerinin bil imsel olarak kanıtlanmaya başladığını ancak midenin isimden kaybettiğini açıklıyor. Bu yüzden ‘beyin önemli, mide öyle bir organ’ algısını yıkmak lazım. Beslenirken hatta çok basit saydığımız atıştırır-ken bile bir kez daha düşünmeliyiz.

Yoğun acıl ı ve yağlı yemek mi-deye indiği anda beynin duyguları ölçen kısmı harekete geçer. Bu da depresyona neden olur. Bu yüzden Doğu ve Güneydoğulular daha sinirli ve gergindir. Akdenizli ler daha mü-layim çünkü sağlıklı besleniyorlar. Konyalı ların yavaş hareket etmesi

ise çok fazla unlu gıda tüketme-lerinden kaynaklanıyor. Tabii bes-lenmenin insan üzerindeki etkisine vurgu yaparken ikl imi de unutma-mak gerekir.

Mide ve bağırsak beyinden daha karmaşık sinir aksına; ghrelin, put-risin, seratonin gibi onlarca lokal salınıma sahip. Depresyonun olu-şumunda yeri olan seratoninin sa-dece yüzde 5’i beyinde salgılanı-yor. Kalanı mide ve bağırsaklardan sentezleniyor. Mutlu, huzurlu olmak

için doğru beslenmek şart. Bunlar bilimsel olarak ispatlanırken aslında bu çalışmaların tamamı, temiz ve helal gıdaya direkt vurgu yapıyor. Kur’an’da ’Ey insanlar, yeryüzünde olanların helal ve temizlerinden yi-yin. Şeytanın adımlarını izlemeyin; çünkü o sizin apaçık düşmanınız-dır‘ buyuruluyor (Bakara, 168). Bu ayetle helal olmayan yediklerimizin bizim doğrudan saparak şeytanın yoluna tabi olmamıza sebep olacağı apaçık belirti l iyor.”

Midemiz beyin gibi

çalışıyor, kesinlikle

ondan emir almıyor,

midedeki beyin

kafamızdakinden

bağımsız çalışan bir

organ, yani ikinci

beyin! Yediklerimiz

aldığımız hayati

kararları bile

etkiliyor.

56Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 57: Moral Dergisi Temmuz 2012

Hikaye Fatma Beyza Tütüncüoğlu

Renkli YÜn YUmaklaRIYüncünün en üst rafındaki rengârenk yu-

maklar sıcaktan bunalmışlardı. - Çok sıkıştım burada, dedi yeşil yumak.

Hey kırmızı, biraz çekil de rahatlayayım. - Gidecek yer yok ki! Ben de en az senin

kadar terledim. Of of!- Dükkân sahibi yaz gelince bizi buraya

tıkıştırdı, dedi sarı yumak.- Şu kış mevsimi gelse de insanlar yün

almaya başlasalar, dedi beyaz yün. - Belki o zamana kadar biri leri gelip bizi

alır, dedi pembe. O zaman burada tıkılıp kal-maktan kurtuluruz.

- Peh! Kim bu sıcak mevsimde yün almak ister ki, dedi siyah. Her zamanki gibi hayal kuruyorsunuz.

- Hey hey dikkat edin, dedi mavi. Düş-mek üzereyim.

O sırada kırmızı hapşırdı. - Ha ha hapşuuuuuuuuuuuuuu!Mavi yün yere düşüverdi. Yumuşacık olduğundan bir şey olmadı. Zaten dükkân sahibi düştüğünü fark etti . Hemen rafa kaldırdı.- İyi misin mavi yumak, diye sordu kırmızı. - İyiyim merak etmeyin. Yumuşacık olduğumuzu unuttunuz mu? Hem

biraz nefes aldım fena mı? Gülüştüler birl ikte. - Hadi hayal kuralım, dedi yeşil yumak.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201257

Page 58: Moral Dergisi Temmuz 2012

- Neden olmasın, dediler hep birl ikte. Harika bir fikir bu!

- Ne olmayı hayal ediyorsunuz söyleyin bakalım.- Ben küçük kız çocuğunun battaniyesi olmak is-

terdim, dedi pembe yün yumağı. Böylece mis gibi be-bek kokarım. Buraya gelip giden bebekleri görüyo-rum da! Ne tatl ı şeyler onlar öyle.

- Ben de bir erkek çocuğuna atkı ve başlık olmak isterim, dedi mavi yün yumağı. Böylece kışın üşümez ve hasta olmaz. Ben de onunla birl ikte gezerim. Yeni yerler görürüm.

- Ben de bir hediye olmak isterim dedi sarı yün yumağı. Biri benden kazak yapsın ve ihtiyacı olan bi-rine hediye etsin. O da her giydiğinde örene dua et-sin. Soğuk kış günlerinde sıcacık tutayım onu.

- Benden güzel bir şal olabil ir, dedi kırmızı. Şöyle püskül lü güzel bir çocuk şalı . Çocuğun sırtı üşüme-sin, görenler de pek sevsin. Belki de lacivertle karış-tırıp bir erkek çocuğuna hırka yaparlar benden. Ha sahi nerede lacivert? Hiç sesi çıkmıyor?

- Burada, dedi siyah yün yumağı. Uyuyor bakın! - Hey lacivert hadi uyan!Lacivert uyumaya devam etti .- Benim hayalim, bir büyükannenin sırtına şal ol-

mak, dedi siyah. Ya da beni dizlerine örtebil ir. Çünkü onlar hem sırtlarını, hem de dizlerini sıcak tutmak is-terler. Hem evde, hem de dışarıya çıkarken yanlarına alırlar. Böylece ben de sıkılmam. Mavi yün yumağı gibi gezer dururum.

Onlar böyle konuşurlarken, dükkâna bir tonton bir dede ile nine girdi.

Raftaki bütün yünleri aldılar. - Gidiyoruz galiba, dedi kırmızı yün yumağı. Hem

de hepimiz aynı eve gidiyoruz.

- Evet, dedi yeşil . Hayal lerimiz gerçek oluyor ar-kadaşlar.

Dükkân sahibi yaz mevsimi olduğundan ucuza sattı yünleri. Bu işten hem yünler, hem tonton dede ile nine karlı çıkmıştı.

Tonton nine bu yünlerden ne mi yaptı? Kendine rengârenk bir şal ördü. Bu yünlerin bile hayal edeme-diği harika bir fikirdi. Teyzecik duymadı ama ona çok teşekkür etti ler. Böylece rengârenk yünlerin dostluğu yıl lar boyu devam edebilecekti.

58Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 59: Moral Dergisi Temmuz 2012

Güncel Kerem Altındağ

“M erhaba...Bu kaçıncı ‘taze baş-

langıç’ bilmiyorum. Kaç kere ‘i lk’ ve ‘son yazı’

yazdığımı da hatırlamıyorum. Bil-diğim şu ki, i lk yazı i le son yazılar genelde çok zor yazılan yazılardır.

İlk yazıda buluşmanın heyecanı, son yazıda ise ayrılığın acısı var. ‘Vuslat’ da ‘firak’ da yamandır. Boşuna mı ‘vuslat’ ve ‘firak’ edebiyatımızın en çok kullanılan kelimeleri olmuşlardır.

Sakın ‘Bu kaçıncı taze başlangıç bilmiyorum’ şeklindeki girişime ba-kıp pekçok dergi batırdığımı zannet-meyin. Sadece çok çeşitl i dergi ve gazetelerde yazdığımı anlatmak is-tedim, o kadar.. .

Eski abonelerimiz hatırlayacak: Nesil gazetemizin temmuz sayı-sında ‘Moral dergimizde buluşmak dileğiyle’ vedalaşmıştık. İşte o an geldi. Şu an buluşma anı.. .

Tekrar merhaba...”Yukarıdaki satırlar bundan tam 14

yıl önce 1998 yılının Ocak ayında bi-rinci sayısıyla yayın hayatına başlayan Moral Dünyası dergisinin Genel Ya-yın Yönetmeni Yavuz Bahadıroğlu’na ait. Bahadıroğlu’nun yazısından da anlaşılacağı üzere Nesil gazetesinin devamı olarak yayın hayatına atılan Moral Dünyası dergisi elinizdeki bu dergiyle 100. sayısına ulaştı.

Dile kolay, 100 sayı... Ama bir de onu dergiye emek verenlere sormak lazım. Akıtılan terleri, zihin fırtınala-rını, yayın kurulu toplantılarını, edi-törün yazıları toplama aşamasında çektiği sancıları, derginin mizan-pajı esnasındaki göz nuru emekleri, basımı sırasında gösterilen gayret-leri ve dergiyi okuyucuya ulaştırınca yüzlerdeki tebessümü... Tüm bunlar 14 yıl içinde yüz kere tekrarlandı.. . Hem de her gün ve her ay.. .

İ lk çıktığında üç aylık olarak ya-yın hayatına başlayan Moral Dün-yası dergisinde kimlerin emeği yok ki? İlk derginin künyesinde yer alan isimler şöyle: Mehmet Emin Birinci, Yavuz Bahadıroğlu, Aslan Ünlü, İb-rahim Ethem Deveci, Said Taktak, İhsan Atasoy, Ömer Faruk Paksu, Erdal Cesar, Şeref Birinci, Gülte-kin Alihocagil . Geçen sürede Meh-met Emin Birinci Hakk’ın rahme-tine kavuşurken diğer isimlerin bir kısmı Nesil Şirketler Grubu’nun de-ğişik birimlerinde, bir kısmı da farklı yerlerde çalışmalarına ve hizmetle-rine devam ediyorlar.

100. sayı geldiğimizde son kadro olarak; İbrahim Yaşar, İsmail Ton-gar, Ekrem Altıntepe, Eray Hacıos-manoğlu, Tayyip Akar, Erdem Şahin, Furkan Sarıgül, Fikret Çakır, Ahmet Akar yer alıyor.

Moral Dünyası dergis in in yazı

1’DEN 100’E

Temmuz 2012 Sayı: 100

1998 yılında yayın hayatına başlayan

Moral Dünyası dergisi bugün 100. sayısına

ulaştı. Dergisine gönül vermiş okurlarıyla her

geçen gün büyüyen Moral Dünyası, 14 yıl önce çıktığı yolculuğa

ilk günkü aşk ve şevkle devam ediyor.S

AYI

1 -

OC

AK

1998

SAY

I 10

0 -

TEM

MU

Z 2

012

MORAL DÜNYASI Temmuz 201259

Page 60: Moral Dergisi Temmuz 2012

kurulu heyet inde ise Türkiye’n in önde gelen yazar ve f ik ir adamlar ı yer a l ıyor. Dergin in i lk sayıs ında yazı kurulu heyeti; Niyazi Birinci, Mehmet Paksu, Safa Mürsel, Cemal Uşşak, Mustafa Çalışan, Kenan De-mirtaş, İbrahim Ethem Deveci, İhsan Atasoy, Ömer Faruk Paksu, Dursun Ali Erzincanlı, Muhsin Bay, Bilal Şa-ner ve Abdullah Arıdoru’dan oluşur-ken 100. Sayının yayın kurulu he-yeti şu isimlerden oluşuyor: Haluk İmamoğlu, Metin Karabaşoğlu, İh-san Atasoy, Safa Mürsel, Mehmet Paksu, Kenan Demirtaş, Cemil Tok-pınar, Haşim Gayberi, Erdal Cesar, Abdullah Arıdoru, Ali Erdoğan, Fethi Çağıl ve Ömer Faruk Paksu.

İlk sayı ile 100. sayıdaki isimler de-ğişmiş ve yeni ilaveler olmuş olsa da değişmeyen tek şey ilk günkü heye-can, aşk, gayret... Beş yüz abone ile başlayan yolculukta şu an sekiz binin üzerinde aboneye ulaşılmış durumda...

Üç aylıktan aylığaİ lk ç ıkmaya başladığ ı 1998 yı-

l ında üç ayl ık per iyot lar la yayın-lanmaya başlayan Moral Dünyası dergis in in 2007 yı l ına gel inceye kadar 33 sayıs ı üç ayl ık o larak yayın lanır. Dokuz y ı l l ık süreçte dergiy i edi tör o larak Ömer Faruk Paksu, Tayyip Karakaya, Abdul-lah Arıdoru, N. Kağan Çet in , İs-mail Fat ih Ceylan, Ayhan Yı ldır ım, Ersen Sarı , Sal ih Sayı lgan yayına hazırlar. 2005 yılında Moral Medya bünyesine geçen ve Abdul lah Arı-doru i le İsmail Tongar’ın yöneti-minde hazırlanan dergi 2007 yıl ı-nın Ocak ayındaki 34. sayı i le aylık periyotlarla yayınlanmaya devam eder. 2007 yıl ında editörlüğü Zey-nep Sevde Paksu, sanat yönetmen-liği ise Eray Hacıosmanoğlu tara-fından yapılan dergi, 2008 yılından itibaren Ekrem Alt ıntepe editörlü-ğünde hazırlanmaya devam ediyor.

Yazarlar14 yıldır yayın hayatını sürdüren

Moral Dünyası dergisinde Türkiye’nin önde gelen yüzlerce yazarın yazı , makale ve röportaj lar ı yayınlandı . Bu is imler arasında i lk akla ge-lenler şunlar : Yavuz Bahadıroğlu,

SAYI 26 - OCAK, ŞUBAT, MART 2005 SAYI 26 - EKİM, KASIM, ARALIK 2005

3 AY

LIKT

AN

AYL

IK Y

AYIN

A G

EÇİŞ

TEKİ

İLK

KA

PAK

SAYI 34 - OCAK 2007

60Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 61: Moral Dergisi Temmuz 2012

Kapak Dosyası

“Moral Dünyası, yeri doldurulamaz bir dergi”Moral Dünyası, i lk önce Nesil adıyla yayınlanı-

yordu. Bir nevi iç eğitim organı olarak düşünülmüştü zamanında. Sonrasında radyo kuruldu ve radyonun ilgi görmesi bizi yazıl ı versiyonuna yöneltti .

Moral, mil l i ve manevi değerlerin öne çıkarılması anlamında kullanılan bir yabancı kelime aslında ama yerli leşmiş bir yabancı kelime. Derginin muhtevası zamanla giderek zenginleşti. Yeni bir muhteva, yeni bir mizanpaj, görsel l iği ve kağıdı da zenginleştiri-lerek, kapağı da zenginleştiri lerek Türkiye’nin ger-çekten ihtiyacı olduğunu düşündüğüm ve alanında tek olduğunu düşündüğüm bir dergiye dönüştü.

Aslında dergi kelimesini sevmiyorum. Bu bir mec-muadır. Bizim Moral Dünyası dergisi dediğimiz ça-lışma aslında bir mecmuadır. Rahmetli Cemil Me-riç “Gazete günün şahidi, mecmua hür tefekkürün kalesi” derdi. Moral Dünyası mecmuası hür tefek-kür kalesi olarak aileyi önceleyen ama hayatta var olan hiç bir şeyi de ertelemeyen, hayatta var olan şeyi görmezden gelmeyen bir muhtevaya kavuştu.

Şunu rahatlıkla söyleyebil irim. Ben eve pek çok dergi alıyorum. Pek çoğunu da kendim için alıyorum. Tarih dergileri, edebiyat dergileri. . . Moral Dünyası eğer biraz edebiyat ve tarih açısından zenginleşti-ri lse eve başka dergi alma ihtiyacı duymayacak bir

konuma gelir. Onun dışında sadece boşluk doldu-ran bir dergi olarak görmüyorum. Dolmaz bir boş-luk bırakacak bir dergi olarak görüyorum.

Yavuz Bahadıroğlu

Mehmet Paksu, Ahmet Şahin, Ce-mi l Tokpınar , Safa Mürsel , Kenan Demirtaş, Pedagog Adem Güneş, Talha Uğurluel , Vehbi Vakkasoğlu, Prof. Dr. Nevzat Tarhan, İhsan Ata-soy, Al i Erkan Kavakl ı , Ömer Fa-ruk Paksu, Fatma Beyza Tütüncü-oğlu, Zahide Ülkü Bakiler, Abdullah Arıdoru, Doç. Dr. Sefa Saygıl ı , Dr. Senai Demirci, Dr. Veli Sırım, Me-tin Karabaşoğlu, İsmail Tongar, Si-bel Eraslan, Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, Ümit Şimşek, Haluk İmamoğlu, Di-lek Çakıroğlu, Gülay Atasoy, Fatma Şahin, Taha Akyol , Mehmet Al tan, Ahmet Turan Alkan, Kemal Sayar, Ahmet Taşget iren, Nuh Gönültaş, Nazife Şişman, Mustafa İslamoğlu, Prof . Dr. Nevzat Yalç ıntaş. . .

KonularMoral Dünyası dergisinin kapak ko-

nusu olarak işlediği bazı konular ise şöyle: “Kent Dindarlığı”, “Anadolu Pe-dagojisi”, “Çocuğunuzun İsmi Karakte-

rini Belirler mi?”, “Düğünlerimiz Na-sıl Olmalı?”, “Günümüz İmamları Nasıl Olmalı?”, “Mevlana ve Bediüzzaman”, “Musibetler Ne Söyler?”, “Cevşen, Ra-mazan ve Çocuk Terbiyesi”, “Ev Ha-nımı Ne İş Yapar?”, “Dünyevileşme Tehlikesi”, “Baba,Eve Dön”, “Dost-luğun Gereklerini Yerine Getiriyor muyuz?”, “Müslüman’ın Tati l Anla-yışı”, “Katıl ım Bankaları”, “Çocuğu-nuzla Tanışıyor musunuz?”, “Görgü Kural ları Hayatımızın Neresinde?”, “Zekâtın Zekâtı Verilse Yoksul Kal-mayacak”.. .

Derginin iç sayfalarında yer ve-ri len ve büyük i lg i gören bazı dos-yalar ise şunlar : “Haf ızanız ı Daha Veriml i Nası l Kul lanabi l i rs in iz?” , “Nazardan Nasıl Korunulur?”, “Ço-cuklar ı Ev Kazalar ına Karşı Koru-manın Yol lar ı” , “Elektr ik Faturam Kabardı , Nası l Tasarruf Yapabi l i-r im?”, “Yaz Aylarında Kalp Kriz ine Dikkat” , “Hal ı Seçiminde Nelere Dikkat Etmel i?” , “Mutfağınız ı Na-sıl Daha Kul lanışl ı Hale Getirebil ir-

s in iz?” , “ÖSS’de Başarı l ı Olmanın Püf Noktaları”, “Vefa Bekleyen Me-kan: Şekerci Han”, “Eviniz i le İşye-riniz Arası Ne Kadar?”, “Bayat Ek-meklerle Nefis Yemekler”, “Camiler Niçin Kadınlara Göre Düzenlenmi-yor?”, “TV Dizi ler i Toplum Ahlakı-mızın Neresinde?”, “Gençler İç in Görgü Kural ları”, “Said Nursi, Şeyh Said, Said Mol la ’y ı Birbir ine Ka-r ışt ıran Cehalet” , “Anne, Babalar! Kardeş Kıskançl ığ ının Nedeni Siz-s in iz” , “Hz. İsa M.Ö. 300’de Doğ-muş”, “Gençler Niç in Evlen(e)mi-yor?” , “Cep Telefonunun da Bir Adabı Olmal ı” , “Teknoloj i Nası l Sevap Kazandır ır?” , “Ömür Boyu Bi tmeyen Mesai : Ev Hanıml ığ ı” . . .

Yola çıktığı 1998 yıl ından it iba-ren okuyucusunun desteği i le her geçen gün büyüyerek yoluna de-vam eden Moral Dünyası dergisi 14. yıl ında ulaştığı 100. sayısını yine okuyucusunun desteği i le daha yu-karılara götürerek yayın hayatına devam ediyor.. .

MORAL DÜNYASI Temmuz 201261

Page 62: Moral Dergisi Temmuz 2012

“100. sayı için Allah’a hamd ediyoruz”

Moral FM, yayıncıl ık geçmişi güçlü olan bir kuru-luştur. Moral FM’den önce gazetecil ik ve yayıncıl ık hayatıyla 50 yıla yaklaşan bir maziye sahiptir. Mo-ral FM’in de içinde olduğu Moral Medya Grubu ve kitap yayıncıl ığı yapan Nesil Yayın Grubu, bir mis-yon, bir dava etrafında oluşturulmuş ve birçok kim-senin desteğiyle, gayretiyle, yardımıyla yürüyüp top-luma hizmet vermektedir.

Bu kuruluşların yayın süresini 1900’lü yılların başına kadar da götürebil iriz, Bediüzzaman Hazretleri’nin i lk yazıları yazdığı zaman, daha sonra dâr-ı bekâya irtihal edince onun düşüncelerini yaymaları açısın-dan hedefleri arasında gelecek bir nesli inşa etme vardır. Bu, o günkü misyonumuz olduğu gibi bugün de hâlâ misyonumuzdur.

Biz bugün “Bu ülkenin evlerinden, ocaklarından hâlâ Fatihler çıkabil ir, Yavuzlar çıkabil ir, Mimar Si-nanlar çıkabil ir, Malhun Hatunlar çıkabil ir” diyoruz. Dolayısıyla bu yavruları çıkaracak aileler yetiştir-mek istiyoruz. Buna uygun neşriyatlar, kitap yayın-cıl ığı yapıyoruz, buna uygun radyo yayıncıl ığı ya-pıyoruz ve buna uygun dergi yayıncıl ığı yapıyoruz.

Dolayısıyla Moral Dünyası dergisi misyon it iba-riyle geleceğin dünyasına hitap eden bir dergidir. Özel l ikle son yıl larda aile yapımızda bir sarsıntı, bir çökme gördüğümüz için aileyi ön plana alarak, aile içerisinde de özel l ikle çocuk yetiştirmeyi ve İslamî temel kriterlere göre, Anadolu Pedagojisi’ne göre çocuk yetiştirmeyi ana konusu olarak almış olan bir dergidir. Yeni bir dünya inşa etmek gibi ciddi bir

misyonla çıkan bir dergidir. Bir dergi çıkarmak çok ıstıraplı , çok sancıl ı bir

süreçtir. Ama bu dergiyi okuduktan sonra insanla-rın aile hayatına huzur, sükûn gelmesi, o ailelerde geleceğin bayraktarları olan nesil lerinin yetişece-ğinin heyecanı bize o sıkıntı l ı hal leri rahatlıkla ka-famızın başka bir tarafına atıp o yolda gitmemize sebep oluyor. Moral Dünyası dergisinin bu ıstıraplı ve sancılı süreçlerle 100. sayısına ulaşması Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ve ihsanıdır. Biz bugün bu ihsan karşısında boynumuzu büküp hamd ediyoruz.

Haluk İmamoğluMoral Medya Genel Müdürü

Moral Dünyası dergisi büyük bir ihtiyaca cevap veriyor. Geldiği noktada yapmış olduğu yayınlarla güzel hizmetlere vesile oluyor. İnşal lah sadece 100. sayıya değil çok daha fazla yüzüncü sayılara ulaşır.

Rahmetli Mustafa Polat, 1968’li yıllarda “İttihat” is-minde bir dergi çıkarıyordu. Bizim bugün buna ben-zer yayınlara da ihtiyacımız var. Moral Dünyası kül-türel ve dini yayınlar ihtiyacına cevap veriyor. Ama yarı aktüel isteklere de cevap verecek, bu hususta insanımıza yol gösterecek, mesaj verecek, maksa-dımızı anlatacak bir mevkuteye de ihtiyacımız oldu-ğunu düşünüyorum. Bir ailenin her türlü ihtiyacına cevap verebilen Moral Dünyası dergisinin yanında bir de bu şekilde yayınlarımız olmalı.

“Moral Dünyası, güzel hizmetlere vesile oluyor”

Mehmet Fırıncı

Foto

ğraf

lar:

62Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 63: Moral Dergisi Temmuz 2012

Buz Devri 4

Madagaskar 3: Avrupa’nın En Çok Arananları

ajanda Nilüfer Taktak

SİNEMA

SİNEMA

Beklenen serinin devamı geldi! Buz Devri serisinin son filmi “Buz Devri 4: Kıtalar Ayrılıyor”. Manny, Diego ve Sid’in kendilerini diğerlerinden ayıran afetten sonra sürüklendikleri bir kıtada başlarına gelenleri sinemaseverler izleme şansı buluyor. Bir buzdağından derme çatma bir gemi yapan sevimli kahramanlarımızın maceraları böyle başlıyor. Manny ve arkadaşlarını bu dünyada deniz canavarları ve acımasız korsanlar da bekliyor.

Tarih öncesi sincap Scrat ise serinin her filminde olduğu gibi, palamudu onu nereye sürüklerse oraya gidiyor.

Bu filmde tıpkı diğer Buz Devri filmleri gibi 7’den 70’e herkesin bayılacağı bir film olmuş. Son olarak eklemek gerekirse filmi 3D izleyebileceksiniz.

Vizyonda olan bir diğer film de çok beğenilen ve oldukça fazla takipçisi olan animasyon filmi Madagaskar. Serinin üçüncü filmi “Avrupa’nın En Çok Arananları”, sizi yine kahkahaya davet ediyor. Bu kez serinin diğer filmlerinden farklı olarak karakterlerin çılgınlığı biraz daha artmış gözüküyor. Aslan Alex, zebra Marty, zürafa Melma ve su aygırı Gloria polise yakalanmadan evleri New York’a dönmenin yolunu bu kez gezici bir sirke katılmakta buluyor. Alex’in amacı mümkün mertebe fark edilmeden eve dönmekken, bu ekiple iş zorlaşıyor. Sonra eğlence başlıyor!

Çocuk izleyicinin yanı sıra ailelerini de sinemaya çekmeyi başaran serinin üçüncü filmi de dolup taşan salonlarla bunu becermişe benziyor.

Noah Baumbach’ın senaryosunu kaleme aldığı yapım, serinin diğer filmlerinin de yazarlığını ve yönetmenliğini üstlenen Eric Darnell tarafından yapılmış.

MORAL DÜNYASI Temmuz 201263

Page 64: Moral Dergisi Temmuz 2012

KİTAP

Güzel Davrandım Kalp Kazandımİşte Nesil Çocuk’tan

adı gibi güzel bir çocuk kitabı daha! Minikler tam da yaz tati l ine girdiği şu sırada, onların güzel davranışları öğreneceği, erdemleri bileceği bu kitap harika bir hediye.

Bu kitaplarda anlatı lan çocuklar birer kahraman… Okulda arkadaşları ve öğretmenleri, evde anne-babaları ve kardeşleri, mahal lede komşuları tarafından çok sevil iyorlar. Güzel arkadaşlıklar kuruyorlar. Temizliğe dikkat ediyor ve hep doğru konuşuyorlar. Küçüklere şefkat, büyüklere saygı gösteriyorlar. Hataları affediyor, başkaları i le alay etmiyorlar. İyi beslenip, sağlıklarına

dikkat ediyorlar. Ve kitap okumayı çok seviyorlar. Çevrelerine hep güzel örnek oluyorlar. İşte demin de dedim ya, onların hepsi birer kahraman! Siz de bu kitabı okuyup, çocuklarınıza okutup, güzel davranıp kalp kazanmasını istemez misiniz?

Yılmaz Yenidinç’in kaleme aldığı bu kitabın resimlerini de Ercan Polat çizdi.

KİTAP

Düşünce MolasıNesil Yayınları’ndan

İnci Önol’un kaleminden çıkan eser Düşünce Molası. Kitap insanın kendisini yeni budanan bir ağaç misali yenileyebileceğinden yola çıkarak bir değişimi anlatıyor. Bu değişim, kişinin düşünce dünyasına çeki düzen vermesinden geçen bir değişim. Hemen her şeyin insanın, düşünce dünyasını değiştirmeye odaklandığı günümüzde, insanın düşünce dünyası adeta kıskaçta. Kitap anlatı lan bölümlerde, kendi içsel gücünüzle bunun kural larına uyarsanız, tuzaklara düşmezsiniz diyor.

Bu bil inçten hareketle kabuğunu kırabilen bir insan için kendi

gerçeğine ulaşması noktasında süreç başlıyor. Aksi halde insan yaşamındaki zenginlikleri idrak edemeyip, bu gerçekleri göremeden bu dünyadan göçüp gidiyor.

Yaşamla i lgi l i , yaşanılanlarla i lgi l i tecrübe ışığında tavsiyelerden oluşuyor kitap. Yepyeni başlangıçlara, hakikatin bakış açısıyla ulaşmaya çalışmak isteyenlere bir basamak…

dikkat ediyorlar. Ve

KİTAP

Mesnevi Terapi Nevzat Tarhan’ın

Timaş Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı Mesnevi Terapi. Psikiyatri dünyasındaki önemli çalışmaları i le tanınan Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın bu yeni eseri herkesi kendine saracak. İnsanın içsel yolculuğunda aralanan kapıdan bu kitabın anlattıkları sayesinde geçebileceksiniz. Hz. Mevlana’nın ruha dokunuşlarının sırlarını da konu alan kitap, Nevzat Tarhan’ın yorumlarıyla ön plana çıkıyor. Aynı zamanda Hz. Mevlana’nın yıl lar öncesinde insan ruhunun şifrelerini nasıl çözdüğünü gözler önüne seriyor. Psikiyatri bil imi

i le Hz. Mevlana’nın hikayelerinin nasıl paralel l ik gösterdiğini bu kitap sayesinde görüyoruz.

Bu kitap sayesinde Hz. Mevlana’yı daha iyi anlayacağız. Bugüne kadar okuyup ezberlediğimiz cümleleri dışında; insan ruhuna tesir eden dokunuşlarını da göreceğiz.

Bu

sayf

ada

tanı

tıpı

yap

ılan

kita

plar

ı 4

44

24

14

’ten

vey

a w

ww

.kit

apok

usak

.com

’dan

tem

in e

debi

lirsi

niz.

KİTAP

Rabbimi Tanıdım Mutlu OldumTarihçi yazar Yavuz

Bahadıroğlu’nun kaleminden harika bir çocuk kitabı daha! Nesil Çocuk’tan çıkan bu kitabı, Uğur Köse çizimleriyle süsledi.

Rabbimi Tanıdım Mutlu Oldum’da neler mi var? Çevrelerinde her şeye dikkatle bakan, her bahar açan rengârenk çiçekleri, sabah doğan güneşi, gökyüzünde kayan yıldızları, şırı l şırı l akan nehirleri keşfetmeye çalışan çocuklar var… Çünkü o çocuklar bil iyorlar ki, her şey Al lah’ın bir sanat eseri ve yaratı l ış harikası…

Evlerinde, mahal lelerinde, okul larında i lginç şeyler yaşıyorlar. Ama her

yaşadıklarından doğru sonuçları çıkarıyorlar. Rablerini tanıyor ve tanıdıkça da mutlu oluyorlar. Bil iyorlar ki O’nu tanımak dünyanın en güzel duygusu. Bu çocukların hepsi çok mutlu. Şimdi izin verin sizin de çocuğunuz, torununuz o çocuklardan biri olsun. Bu kitabı onlara armağan edin ve miniklerin Rablerini tanıması için bir fırsat sunun.

64Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 65: Moral Dergisi Temmuz 2012

Çocukça Demirhan Kadıoğlu

Çocu

kça

MORAL DÜNYASI Temmuz 201265

Page 66: Moral Dergisi Temmuz 2012

Bulmaca

Yukarıdan aşağıya: 1- Bir elçiliğe bağlı uzman.2- Dua.3- Bir emir.4- Bir uzvumuz.5- Çocuğu olan kadın.

Soldan sağa:1- Sinirli2- İki, üç kişi eliyle yönetilen küçük yelkenli.3- Bir renk. Kimyada kalsiyum maddesinin sembolü.4- Bir erkek ismi.5- Değerli bir besin. (Tersi) Beyaz bir renk.

66Temmuz 2012 MORAL DÜNYASI

Page 67: Moral Dergisi Temmuz 2012
Page 68: Moral Dergisi Temmuz 2012