newcastle - v.tavukçuluk derneği · 2016-09-02 · nusunda yeterli veri bulunamadığı için oy...
TRANSCRIPT
Biyoteknolojide Son Nokta; Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar
facebook.com/tavder • twitter.com/tavder
Kanatlı Eti Üzerine Işınlamanın Etkileri
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND)Yalancı Tavuk VebasıAvian Paramyxovirus-1Enfeksiyonu
MEKTUP ANKARA 1Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Değerli Meslektaşlar
Öncelikle içinde bulunduğumuz 2012 yılının tüm in-
sanlık, ülkemiz, mesleğimiz ve sektörümüz için gü-
zelliklerle dolu olmasını diliyor ve geçtiğimiz yıla
kısaca bir göz atıp bu yıldan beklentilerimizi sırala-
yabiliriz diye düşünüyorum. Haziran 2011 de genel
seçimler yapıldı, partilerin TBMM’sindeki sıralaması
değişmedi. Bakanlığın adı Gıda Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığı olarak değiştirildi ve Bakanlık görevini de
yine Dr M. Mehdi EKER üstlendi. Dünyada Veteriner
Hekimlik Eğitiminin 250 yılı ülkemizde de kutlanmış-
tır. Türkiye’de 2011 yılı, Milli Marşımızın Şairi Ve-
teriner Hekim Mehmet Akif ERSOY’un vefatının 75.
ve İstiklal Marşı’mızın kabulünün 90. yılı olarak ilan
edilmiştir. Bu anlamlı yıl, gerek meslek örgütlerimiz
ve gerekse resmi ve özel birçok kuruluş tarafından
değişik etkinliklerle gündemde tutulmuş, anılmıştır.
Türkiye deki tavukçuluk üretim faaliyetleri 2011 yı-
lında artarak devam etti. Beyaz ette üretim 1.613
milyon tona, fert başına yıllık tüketim de 20 kg’a
ulaştı. İhraç edilen piliç eti 196 bin ton ve karşılığı
da 341 milyon dolar oldu.
Yumurta üretimi de çok ciddi artışlar gösterdi. Üre-
tim 14 milyar adede tüketim de fert başına yıllık tü-
ketim köy yumurtaları dahil edildiğinde yaklaşık 200
adede ulaştı. Yumurta ihracatı 224.24 bin tona -baş-
ka bir ifade ile 3,5 milyar adede- ve karşılığı da285.7
milyon dolar oldu.
Yumurta tüketiminin kalp damar hastalıkları yönün-
den sağlık üzerine olumsuz etkiler yaptığına iliş-
kin tereddütlerden artık hiç söz edilmemekte olup
yumurta tamamiyle hak ettiği itibara kavuşmuştur.
Yumurta içindeki kolestrolün insan sağlığına zarar
verecek boyutlarda olmadığı uzman tıp doktorları
tarafından artık açık açık ifade edilmektedir. Beyaz
et tüketimine ilişkin ise hala eksik ve yanlış bilgiler-
den kaynaklanan şehir efsaneleri ortada dolaşmak-
tadır. Yeterince bilgi sahibi olmayanlar piliçlerin 42
günde 2.5 kg canlı ağırlığa ulaşabileceğine birtürlü
akıl erdirememektedirler. Bu konuda biz akademis-
yenlerinde son 10 yıl içersinde yaptığı bilimsel proje
çalışmalarında 6 hafta sonunda bu canlı ağırlık de-
ğerlere rahatlıkla ulaşılabileceği kanıtlanmıştır. Bu
konularda VTD’ nin de dahil olduğu ihtisas dernekle-
rine beyaz etin ne derece sağlıklı ve besleyici değer-
lere sahip olduğu konusunda tüketiciyi aydınlatmak
adına ciddi görevler düşmektedir.
Bu yıl bir başka önemli gelişme de mevzuat konu-
sunda olmuş, AB Gıda mevzuatına uyum sürecinde
bir aşama daha geçilmiştir. 5996 sayılı Veteriner Hiz-
metleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu yürürlüğe
girmiştir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 5996
Sayılı Kanun kapsamında yumurta sektörünü yakın-
dan ilgilendiren yönetmelikleri Aralık 2011 de peş
peşe yayımlamıştır. Hastalıklarla mücadeleden, yem
üretim ve arzına, kanatlı refahına, kadar çok sayıda
yönetmelik uygulamaya girmiştir. Üretimden-tüketi-
me yumurta sektörü yeni bir vizyona kavuşmuştur.
Üretimde 2015 den sonra, geleneksel kafes sistem-
leri yerini alternatif kafes modellerine bırakacaktır.
Yem hijyeni daha bir ön plana çıkacak özellikle Sal-
monela insidansı ve azaltılmasına yönelik programlar
kesinlikle yürütülecektir. Tabiatı ile bu uygulamalar
kanatlı sağlığını ve ürün kalitesini artırmak suretiyle
halk sağlığını olumlu etkileyecek, tüketimin artma-
sını teşvik edecektir.
BaşyazıBaşyazı
Prof. Dr. Ahmet ERGÜN
Başkan
> > d e v a m ı 3 2 ’ d e
MEKTUP ANKARA2 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Yerel Süreli Yayın
Veteriner Tavukçuluk Derneği’nin yayın organıdır.
Yılda 4 kez 3 ayda bir yayımlanır.
Veteriner Tavukçuluk Derneği
Adına Sahibi
Prof. Dr. Ahmet ERGÜN
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Prof. Dr. U. Tansel ŞİRELİ
Yayın Kurulu
Prof. Dr. Mehmet AKAN
Prof. Dr. Erol ŞENGÖR
Dr. Serdar ERTAŞ
Uzman Vet. Hek. Mücteba BİNİCİ
Vet. Hek. Ekrem T. YÜCESAN
İdare Yazışma Adresi
İrfan Baştuğ Caddesi No: 26/3 Dışkapı / ANKARA
Tel: 0312 517 25 65 • Faks: 0312 517 25 65
Banka Hesapları
REKLAM GELİRLERİ
Türkiye İş Bankası
Dışkapı Şubesi 4206 932790
IBAN No: TR 1500064 00000 142060932790
ÜYE AİDATLARI
Türkiye İş Bankası
Dışkapı Şubesi 4206 917468
IBAN No: TR 0400064 00000 142060917468
Dergide yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
Alıntı Yapılamaz.
Grafik Tasarım ve Baskı
Elma Teknik Basım Matbaacılık Ltd. Şti.
Çatal Sok.11/A Maltepe/ Ankara
Tel: 229 92 65 . Fax: 229 92 65
www.elmateknikbasim.com
Basım Tarihi: 18.03.2012
MEKTUP ANKARA 3Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Türkiye’de Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) konusunda Biyogüvenlik Yasasının hazırlan-ması ve yayınlanması ile başlayan tartışmalar son olarak Biyogüvenlik Kurulu’nun 13 genetiği değiş-tirilmiş mısırın ithalatına izin vermesiyle iyice art-maya başladı. Tartışmaların dozu medyanın ilgisine göre değişmekle beraber bitmeyeceğe benzemekte-dir. Konuyla ilgili özellikle bazı sermaye kesimleri ile bunlara yakın bilim insanları genetiği değiştirilmiş organizmaların (GDO) tamamen zararsız olduğunu savunurken, bazı sivil toplum örgütleri ile bunla-ra yakın bilim insanları zararlı olduğu gerekçesiy-le GDO’lara karşı çıkmaktadır. Konuyu tam olarak anlamakta zorluk çeken tüketici kesimin ise kafası oldukça karışmış durumda. GDO zararlı mı değil mi? Biz kime inanalım? Şimdiye kadar yapılan tartışmalar kafaları bulandırmaktan başka bir işe yaramadı.
Bu makale yayına hazırlandığı sırada ise Risk değer-lendirme raporları tamamlanan 9 mısır çeşidi daha Biyogüvenlik Kurulu tarafından kamuoyu görüşüne sunulmuştu. Görüş verme süresinin ise 27.02.2012’de dolacağı belirtilmişti. Kamuoyu görüşüne açılan Bi-limsel Komite Raporlarında genetiği değiştirilmiş 6 mısır geninin ithal edilmesi riskli, diğer 3 genin ise risksiz olduğu ifade edilmiş. Raporlardan anladığı-mıza göre MIR604, T25, MON863, MON863xNK603, MON863xMON810, MON863xMON810xNK603 mı-sır çeşitlerinin riskli, MON810, 59122xNK603 ve MON88017 mısır çeşitlerinin ise riskli olmadıklarını görüyoruz. Öncelikle daha önce ithalat izni verilmiş genetiği değiştirilmiş tüm mısır ve soya çeşitleriyle yukarıda adı geçen 9 mısır çeşidinin tümünün Avru-pa Birliği Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) tarafından hem gıda hem de yem amaçlı kullanımının uygun görüldüğünü belirtmek gerekir. O halde EFSA’nın yem ve gıda olarak kullanıldığında herhangi bir risk taşımayacağını belirttiği ama Türkiye’deki Bilimsel Risk Değerlendirme Komitelerinin yem olarak kul-lanılmasında sakınca gördüğü riskler nelerdir? Yine raporlardan anladığımıza göre MIR604 çeşidinin ol-dukça yeni olduğu ve ortaya çıkabilecek riskler ko-nusunda yeterli veri bulunamadığı için oy çokluğuy-
la, T25 mısır çeşidinin ise yine aynı nedenle uygun olmadığına (oy çokluğu olup olmadığı belli değil), MON863 mısır çeşidinin hepato-renal toksisite baş-ta olmak üzere, dalak, immun sistem, genito-üriner sistem dahil çoklu organ ve sistem zedelenmesini ra-por eden yayınların varlığı, nptII antibiyotik direnç geni (neomisin direnç geni) taşıması ve bu genin bit-kiden bakterilere yatay gen geçişinin mümkün ola-bileceğine ilişkin yayınların varlığı dikkate alınarak risk taşıyabileceğine ise oybirliği ile karar verilmiş. Diğer 3 çeşit ise MON863 çeşidini içeren melez çe-şitler olduğundan oy birliğiyle uygun görülmemiş. Yalnız burada ilginç olan nokta MON863xMON810 ile MON863xMON810xNK603 mısır çeşitlerinde bulunan MON810 geni için her iki raporda da genetik yapı yönünden kararsızlık ve toksikolojik (hepatorenal toksisite ve bağışıklık sistemini baskılayıcı) yönden olumsuzluğa işaret edilirken, yine aynı zamanda gö-rüşe açılan MON810 mısır çeşidinde herhangi bir risk bulunmaması nedeniyle yem olarak kullanılmasının uygun olacağı oy çokluğuyla kabul edilmiş. Görüldü-ğü gibi Bilimsel Komitelerde de tam olarak bir görüş birliğinden söz etmenin olanağı bulunmamaktadır. Bir Komitenin uygun bulduğunu diğer komite uygun bulmamış veya komitelerin içinde bile kararlar oy çokluğuyla alınmıştır. Bu da GDO konusundaki tar-tışmaların daha çok süreceğini göstermektedir.
Burada tartışmaya neden olan konular üzerinde du-rup onları değerlendireceğiz. Yazının sonunda uma-rım çoğu kişinin kafasındaki soru işaretleri yanıtlan-mış olacaktır.
GDO Nedir?
Dünya Sağlık Örgütüne göre GDO’lar veya transgenik ürünler, genetik materyali doğal olmayan bir yolla değiştirilmiş organizmalardır. Burada altı çizilmesi gereken nokta GDO’nun genel bir isim olduğu ve tek bir çeşidi ifade etmediğidir. Belli bir amaçla seçilen bir gen, bir organizmadan farklı türdeki başka bir organizmaya biyoteknolojiyle aktarıldığında GDO or-taya çıkar. GDO’lar virüs, bakteri, hayvan veya bitki-lerden genler içerirler. Biyoteknoloji ise günümüzde
BİYOTEKNOLOJİDE SON NOKTA; GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMALAR
Biyoteknolo j ide Son Nokta; Genet iğ i Değiş t i r i lmiş Organizmalar
Prof. Dr. Ayhan Filazi Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Farmakoloji ve
Toksikoloji Anabilim Dalı E-posta: [email protected]
MEKTUP ANKARA4 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
gıda, tıp, tarım ve hayvancılık, çevre ve endüstriyel alanda sürekli yaygınlaşma eğiliminde olan 21. yüz-yılın teknolojisi olarak göze çarpmaktadır.
Hekimliği ilgilendiren alanlardan en önemlisi olan tıbbi biyoteknolojide enfeksiyon hastalıklarının ön-lenmesi ve tedavisinde ilaçların geliştirilmesi (an-tibiyotik–penisilin ve streptomisin ve poliklonal an-tikorlar, aşı üretimi), hücre füzyonu (monoklonal antikorlar, gen terapisi) ve rekombinant DNA uygu-lamaları yer alır. Rekombinant DNA teknolojisi ile üretilen ilaçlara “rekombinant ilaç” denir ve anti-korlar, aşılar, kanın pıhtılaşma faktörleri, hormonlar, büyütme faktörleri, sitokinler, enzimler, süt protein-leri, kollajen ve fibrojen bu tür ilaçlara örnek olarak gösterilebilir. Bunlardan diyabet hastalarında en çok kullanılan ilaçlardan biri olan insülin 1982’den beri insanlarda sorunsuzca kullanılmaktadır.
Hayvancılık alanında ise genetiği değiştirilmiş (trans-genik) hayvanlar, genomlarında kendilerine ait olma-yan bir geni taşıyan hayvanlar olarak tanımlanır ve tıp, biyoloji, hayvancılık gibi yaşam bilimleri içinde geniş bir uygulama alanı bulurlar. Transgenik hayvan üretmek için gen transferi uygulamaları 1980 yılın-da ilk defa farelerde gerçekleştirilmiş ve bu fareler moleküler düzeydeki temel araştırmalarda karmaşık biyolojik işlemleri aydınlatmada kullanılmışlardır. Canlının bedenine dair yeni bilgilerin öğrenilmesi, genetik şifrenin çözülmesi, fizyolojik sistemlerin ge-netik kodunun öğrenilmesi, genetik olarak hastalık modellerinin geliştirilmesi, yeni özellikli hayvanların ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, çiftlik hayvanla-rının büyümesinin hızlandırılması, yem tüketimin azaltılması, karkas ve süt kompozisyonunun ve/veya üretiminin iyileştirilmesi ve hastalıklara diren-cin arttırılması biyoteknolojinin hayvancılıktaki en önemli amaçları arasında sıralanmaktadır.
GDO’lardaki Tartışma Konusu Nedir?
Yukarıda verilen bilgilerden de anlaşılacağı üzere yıllardan beri kullanılan bu yöntem, günümüzde gıda üretiminde kullanılması ve bu yolla üretilen gıdaların insan ve hayvan tüketimine sunulması ne-deniyle tartışılmaya başlanmıştır. GDO taraftarları bu tür ürünlerin üretiminin tarımsal ilaç kullanımını azalttığı, verimlilikte ve raf ömründe artış sağladığı, uygun olmayan iklim koşullarında ürün alınabildiği, besin değerinin zenginleştirilebildiği ve bu üretim biçiminin dünyadaki açlığa çare olabileceğini iddia etmektedir. GDO karşıtları ise bunların çevresel, sos-
yal ve ekonomik risklerinin yanı sıra sağlığa da zarar verdiğini ayrıca açlık ve kıtlığın sadece gıdanın az-lığından değil onun eşit dağıtılmamasından kaynak-landığını savunmaktadırlar. Ancak her iki taraf da iddialarını hep veya hiç prensibine göre, yani tümü zararlı veya tümü zararsız şeklinde savundukları için kavram kargaşası yaşanmasına neden olmaktadır. Çünkü GDO’ların tümü zararsızdır demek ne kadar yanlış ise GDO’ların tümü zararlıdır demek de o kadar yanlıştır. Tümü zararlı olsa yaklaşık 30 yıldır sorunsuzca kullanılan insülini de reddetmemiz gere-kecektir. Buna ilişkin olarak Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve EFSA gibi kuruluşlar genetiği değiştirilmiş organizmaların toksikolojik ve besleyici özellikleri, geleneksel olarak yetiştirilen eşdeğerine benziyor ise güvenli olur şeklinde görüş belirtmişlerdir. Ancak bu görüşün eleştirilere maruz kalması üzerine Dün-ya Sağlık Örgütü (WHO) 2000 yılındaki toplantısında genetiği değiştirilmiş gıdanın güvenlik değerlendir-mesi yapılırken bunun sadece bir başlangıç noktası olarak ele alınmasını ve karşılaştırmanın tüm yönle-riyle yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca FAO, gen aktarımının kontrolsüz olması ve aktarılan genin farklı sonuçlara yol açabilmesi nedeniyle güvenlik değerlendirmelerinin her bir toprak, iklim ve üretim biçimine özgü her olguda ayrı ayrı (case by case) ya-pılması gerektiğini öne sürmektedir.
Biyoteknolo j ide Son Nokta; Genet iğ i Değiş t i r i lmiş Organizmalar
MEKTUP ANKARA6 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Çevresel risklerle ilgili olarak GDO’ların çevreye sa-lınması ile mevcut türlerin kaybı, zararlı türlerin or-taya çıkışı, biyolojik çeşitliliğin azalması, bakteriden gelen genlerin kelebek, arı ve kuşların ölümüne yol açması, antibiyotiklere dayanıklılık genlerinin top-rak bakterilerine geçmesi ve ekolojik denge üzerinde tahmin edilemeyen etkilerin ortaya çıkması üzerin-de durulmaktadır. Ancak bunların birer varsayımdan ibaret olduğu ve kanıtlanmaya muhtaç olduklarını da belirtmek gerekir
Sosyal ve ekonomik risklerin, birkaç çok uluslu şir-ketin tüm dünyanın tüketim kararları üzerinde etkili olacağı, gelecekteki nesillerin genetik özelliklerinin belirlenmesiyle hastalık riski olanların sigortalanma-ması, tohumluk ve ilaç bakımından dışa bağımlılık, doğanın değiştirilmesi ile Tanrı rolü oynanması ve nihayetinde insan klonlanması ile ikinci sınıf yurttaş yaratılabileceği iddia edilmektedir. Benim düşünce-me göre günümüz dünyasına hakim olan vahşi ka-pitalist sistem göz önüne alındığında mantık sahibi hiçbir insan bunun aksini iddia edemez.
Sağlığa yönelik risklerin ise GDO’daki aktarılmış genin bunu alan canlıların genomuna eklenmesi ve böylece genetik yapının değişmesi, insan ve hayvan sağlığına yönelik olumsuz etkiler, gen aktarılmasın-da kullanılan antibiyotik direnç genlerinin patojen bakterilere geçmesi, genetiği değiştirilmiş gıdadaki genin bağırsaklardan emilmesi ve alerji oluşturabi-leceği şeklinde olduğu belirtilmektedir. Uzmanlık alanımız sağlık olduğuna göre bunları biraz daha aç-makta yarar vardır.
Antibiyotik Direnç Genleri Patojen Bakterile-re Geçebilir mi?
Buradaki endişe, genetiği değiştirilmiş ürünlerde işaretleyici gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin bağırsaklardaki patojen bakterilere de geçmesi ve bu nedenle antibiyotik tedavisinin etkin-liğinin azalmasıdır. Örneğin nptII geni ile direnç geli-şen kanamisin ve neomisin, DSÖ tarafından “oldukça önemli antimikrobiyaller” sınıfında yer almaktadır. Özellikle kanamisin çoklu ilaç direnci gösteren tüber-küloz vakalarında ikinci tercih edilebilecek ilaçtır ve giderek artan küresel tüberküloz direncinde önem-li silahlardandır. Bu ilaca direnç gelişmesi olasılığı sağlık yönünden önemli bir tehdittir. EFSA, Avrupa İlaç Birliği (European Medicines Agency-EMEA)’nin de uyarısıyla uygulanan genleri üç gruba ayırmıştır. Birinci grupta bulunan kanamisin ve neomisin direnci
ile ilişkili olan nptII geninin kullanımını serbest bıra-kır, ikinci gruptaki kloramfenikol (CmR geni), ampisi-lin (ampr geni) streptomisin ve spektinomisin (aadA geni) genlerinin alan deneylerine izin verir, ama pa-zara sunumunu yasaklar, üçüncü gruptaki amikasin (nptIII geni) ve tetrasikline (tetA geni) direnç oluş-turan genleri içeren GDO’ların deneylerini dahi ya-saklar. Ayrıca 2004’te DSÖ’nün Uzman panelinde de hücreye gereksiz işaretleyici genleri katan yöntem-lerin bırakılması yönünde bir tavsiye kararı çıkmıştır. Ama bu uyarının dikkate alınmadığı ve biyoteknoloji endüstrisinin kullanışlı bulunan ve performansı beğe-nilen antibiyotiğe dirençli genleri kullanmaya devam ettiği ve alternatif işaretleyici gen arayışlarına da girmediği görülmektedir (Ergin ve Karababa,2011). Günümüzde antibiyotiklere direncin artması da bu görüşü destekler niteliktedir. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki hekimlikte akılcı antibiyotik kul-lanımı bilinci yerleşmemesi dirençli suşların ortaya çıkmasında hala en önemli faktördür.
GDO’ya Aktarılan Gen Sindirim Kanalından Emilir ve Hayvansal Gıdalarda Kalıntı Bırakır mı?
Buradaki endişe, bitkiye yerleştirilmiş genlerin hay-vanların bağırsaklardan emilmesi ve et, süt, yumurta gibi hayvansal ürünlerde kalıntısına rastlanması ola-
Dünya Çapında Uzmanlık. Yerel Çözümler. Pfizer Kanatlı Sağlığı olarak bizler; dünya çapında uzmanlığımızı ve sektörel tecrübemizi kullanarak, kanatlı sağlığında size özel çözümler sunuyoruz. Kanatlı sağlığı alanında uzmanlaşmış ekiplerimizle, damızlık, ticari yumurtacı ve etlik piliç yetiştiriciliğinde en iyi sonuçları almanız için çalışmaktayız. Araştırma ve Geliştirme faaliyetlerine verdiğimiz önemle, sektörün engüvenilir ilaç, aşılarını ve inovo aşı makinelerini üretmekteyiz.
Sağlıklı bir sonuç için, size özel müşteri servislerimiz vegeniş ürün yelpazemizle hizmetinizdeyiz…
Global Expertise. Local Solutions.
Biyoteknolo j ide Son Nokta; Genet iğ i Değiş t i r i lmiş Organizmalar Protexin ile Daha Yüksek Broyler Performansı
Daha iyi FCR1
Daha az ölüm oranı2
Daha güçlü kemik yapısı3
Isı stresinin etkilerinde azalma4
Protexin, yüksek miktarda ve çok suşlu probiyotik bakteri içeren bir yem katkısı olup 90°C’de 3 dakikaya kadar peletleme ısısı ve düşük asitlik derecelerine dayanıklılık gösterir.
Protexin ile hayvanlarınızın doğal savunma mekanizmalarını güçlendirirken verimlerini artırın.
1. Zakeri, A. ve Kashefi, P. 2011. 2. Ticari saha çalışma sonuçları, 2007. 3. Ziaie, H. et al. 2011. 4. Sohail, M. U. et al. 2010.
Protexin ile Daha Yüksek Broyler Performansı
Daha iyi FCR1
Daha az ölüm oranı2
Daha güçlü kemik yapısı3
Isı stresinin etkilerinde azalma4
Protexin, yüksek miktarda ve çok suşlu probiyotik bakteri içeren bir yem katkısı olup 90°C’de 3 dakikaya kadar peletleme ısısı ve düşük asitlik derecelerine dayanıklılık gösterir.
Protexin ile hayvanlarınızın doğal savunma mekanizmalarını güçlendirirken verimlerini artırın.
1. Zakeri, A. ve Kashefi, P. 2011. 2. Ticari saha çalışma sonuçları, 2007. 3. Ziaie, H. et al. 2011. 4. Sohail, M. U. et al. 2010.
MEKTUP ANKARA8 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
sılığıdır. Bu olasılığı dile getiren çevrelerin en önemli dayanağı İtalya’da 2006 yılında yapılan bir araştır-mada marketlerden elde edilen süt örneklerinde ge-netiği değiştirilmiş yemlere ait DNA tespit edilmesi ve pastörizasyon işleminin transgenik DNA’yı yıkım-layamadığının rapor edilmesidir (Agodi ve ark.2006). Ancak makale tam olarak okunduğunda araştırma-yı yapanlar bile sütteki bu DNA’nın kaynağının tam olarak bilinemeyeceğini ve GDO’ların sütte kalıntı bıraktıklarını söylemenin bu çalışmayla mümkün ol-madığını ifade ettikleri görülmüştür. Ayrıca kontrollü olarak yapılan bazı çalışmalarda bunların hayvansal dokulara geçmediği bildirilmiştir. Konuyla ilgili ya-pılan araştırmalar değerlendirildiğinde DNA’nın sin-dirim kanalında tam ola-rak parçalanmadığı ve az da olsa sistemik dolaşıma geçebildiği herkes tarafın-dan kabul edilmektedir. Bilimsel raporlar genetiği değiştirilmiş DNA’nın sin-dirim kanalının hücrele-rine alınmasının normal olduğunu ve DNA’nın hüc-relerde parçalanacağın-dan bunun biyolojik bir önemi olmadığını göster-mektedir. Bilimsel hiçbir veriye dayanmayan bu türden iddiaları ortaya at-mak halkın zaten zorlukla temin ettiği hayvansal gı-dalardan uzaklaşmasına neden olabilir. Bu olasılığı göz önünde bulundurdu-ğumuzda halkta ortaya çı-kabilecek yetersiz beslen-me olgusu daha vahim bir durumdur ve mesnetsiz iddiaların dile getirilmesi doğru bir yaklaşım değil-dir.
Allerjiye Neden Olur Mu?
Allerjik reaksiyonların önemli bir kısmını oluş-turan gıda allerjilerinin
çocuklarda %6-8, yetişkinlerde ise %1-3 oranında görüldüğü saptanmıştır. Gıdaya bağlı allerjik reaksi-yonların hemen hemen tamamına sekiz tür gıdanın (yer fıstığı ve diğer fıstıklar, soya fasulyesi, buğday, süt, yumurta, balık ve kabuklu deniz ürünleri) ne-den olduğu iyi bilinmektedir. GDO’larla ilgili allerji yaptığı iyi bilinen bir örnek, metionin içeriğini artır-mak amacıyla Brezilya fıstığından gen aktarılan soya fasulyesidir. Sonuçta, Brezilya fıstığına allerjisi olan ancak soya fasulyesine karşı allerjisi olmayan birey-lerde, genetiği değiştirilmiş soya fasulyesine karşı IgE aracılığıyla immun yanıt geliştirilmiş ve allerji oluşmuştur. Bu nedenle, bu gen aktarımı ile üreti-len genetiği değiştirilmiş soya fasulyeleri piyasaya
Biyoteknolo j ide Son Nokta; Genet iğ i Değiş t i r i lmiş Organizmalar
MEKTUP ANKARA 9Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
sunulmamıştır. Ancak birçok çeşit üzerinde yapılan araştırmalarda bu ürünlerin alerjiye yol açma olasılı-ğının geleneksel olarak üretilen benzerlerinden fark-lı olmadığı bildirilmiştir. Bunların yanında, genetiği değiştirilmiş gıdaların üretiminin de arttığı son 10 yılda, gıda allerjilerinin neden olduğu anafilaktik şok insidansında beş kat artış olduğunun saptanması, ge-netiği değiştirilmiş gıdaların olası allerji riskleri ile ilgili şüpheleri kısmen desteklemiştir (Büyüktuncer ve ark., 2011).
Hayvan Sağlığına Olumsuz Etkileri Var Mı?
Bu konuyla ilgili yapılmış çalışmaların çoğunluğu uluslar arası firmaların sponsorluğu ve gözetiminde yapılmış olup, genellikle hiçbir GDO çeşidinde olum-suz bir durumla karşılaşılmadığı belirtilmektedir. An-cak az sayıda da olsa bağımsız kuruluşlar tarafından yapılmış çalışmalara baktığımızda olumsuz sonuçlar elde edildiği görülmektedir. Yer darlığı nedeniyle bunlara ayrı ayrı değinemeyeceğiz. Ancak bu konuda da tam bir fikir birliği sağlanamadığını ve halen açık-lanması gereken pek çok nokta olduğunu belirtmek gerekir. Kısaca tüm çeşitlerle ilgili olumsuz sonuçlar elde edilemediği bazı çeşitlerde bağımsız kuruluşlar tarafından yapılan araştırmalarda bile olumsuzluğa rastlanmadığı vurgulanmalıdır.
Sonuç ve Öneriler
Daha uzun süre tartışılacağı tahmin edilen bu konu-yu bitirmek için birçok objektif her bilim insanının üzerinde durduğu öneriler aşağıda sıralanmıştır;
1. GDO’ların toksik etkilerini belirlemek için sıçanlarda yapılan 90 günlük subkronik besleme çalışmaları yetersizdir ve daha uzun süreli yedirme denemelerine (en az 3 nesil süren) gereksinim vardır.
2. Toksisite testlerinde daha fazla hayvan kullanılmalıdır.
3. GDO’ların toksisite testleri, ilaçlara uygulanan toksisite testleriyle uyumlu olmalıdır. Hatta genetiği değiştirilmiş gıdalar her insan ve hayvan tarafından tüketilebileceği için ilaçlardan daha ciddi bir şekilde test edilmeli ve mutagenik ve kanserojenik etkileri net bir
şekilde ortaya konulmalıdır.
Kaynaklar1. Agodi, A. ve ark. (2006). Detection of genetically
modifieed DNA sequences in milk from The Italian market.
International Jurnal of Hygiene and Environmental Health, 209: 81-88.
2. Büyüktuncer, Z. ve ark. (2011). Genetik modifiye besinlerin olası allerji riskleri. Hacettepe Tıp Dergisi, 42:115-122
3. Dona, A. ve Arvanitoyannis, I.S. (2009). Health Risks of Genetically Modified Foods. Critical Reviews in Food Science and Nutrition, 49:164–175.
4. Ergin, I. Ve Karababa, A.O. (2011). Genetiği değiştirilmiş organizmalar: Sağlığa zararlarını kanıtlamak neden zor? Sorunlar ve riskin ipuçları. Türkiye Halk Sağlığı Dergisi 9(2): 113-122.
5. Filazi, A. (2012). Mutfağımızdaki Düşman: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar. Performans Gazetesi No. 157 ve Ruminant No. 1. Ocak 2012 sayıları.
6. Filazi, A. ve İnce, S. (2006): Genetiği değiştirilmiş organizmalar. Veteriner Hekimler Derneği Dergisi, 77:21-28.
7. Rhee, G. S. Ve ark. (2005). Multigeneration reproductive and developmental toxicity study of bar gene inserted into genetically modified potato on rats. Journal of Environmental and Science Health, Part A, 68:2263–76.
8. Seralini, G. E. ve ark. (2007). New analysis of a rat feeding study with a genetically modified maize reveals signs of hepatorenal toxicity. Archives of Environmental Contamination and Toxicology, 52(4): 596-602.
9. Singh, A. K. Ve ark. (2006). Allergenicity assessment of transgenic mustard (Brassica juncea) expressing bacterial codA gene. Allergy. 61:491–7.
Biyoteknolo j ide Son Nokta; Genet iğ i Değiş t i r i lmiş Organizmalar
MEKTUP ANKARA10 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Özet
Işınlama işlemi gama ışınları, elektron demetleri ve x- ışınları kullanılarak polimerlerde yapı değişikliği (çapraz bağlama) oluşturmak suretiyle, polimerleri güçlendiren ileri teknoloji bir işlemdir. Gıda ışın-lama işlemi, gıdada dekontaminasyonun sağlanması ve raf ömrünün uzatılması amacı ile, radyoaktif kay-naklar ve elektron demetleri Co60 ve Cs137 kullanıla-rak elde edilen iyonize enerjinin gıdaya uygulanması olarak tanımlanabilir.
Kanatlı eti, yüksek rutubet içermesi, kanatlı kesim prosesinde çapraz kontaminasyon riskinin çok fazla olması, özellikle de Salmonella, Listeria ve Camp-ylobacter türleri gibi pek çok önemli gıda patojeni açısından halk sağlığını tehdit etmektedir. Kanatlı etine ışınlama uygulaması ile mikrobiyolojik yön-den güvenirliklerinin sağlanması, kısmen de kalite-lerinin korunması ve raf ömürlerinin uzatılması esas alınmaktadır. Bu amaçla; taze veya dondurulmuş kanatlı eti, kırmızı et ve et ürünleri için; patojen mikroorganizmaların kontaminasyon düzeyini azalt-maya yönelik 7 kGy, ürünün raf ömrünü uzatmak ve paraziter kaynaklı enfestasyonların kontrolü için 3 kGy’lik ışınlama dozu uygulanması önerilmektedir.
Gıda kaynaklı hastalık ve zehirlenmelere karşı ge-leneksel yöntemlerin her zaman yeterli olmaması, kimyasalların kullanımının zararları; Işınlama uygu-lamalarının yağlar, proteinler ve vitaminler üzerinde oluşturduğu etkiye rağmen, diğer kalite koruma yön-temlerine kıyasla daha faydalı olduğunun anlaşılma-sı, tüketiciyi ışınlanan gıdalara yöneltmektedir.
Bu derleme çalışması, ışınlama yöntemleri, ışınlama uygulamaları üzerine etkili faktörler, kanatlı etinde ışınlamanın mikroorganizmalar üzerine etkisi, Işınla-manın oluşturduğu kimyasal değişiklikler ve tüketi-cilerin ışınlamaya bakış açısı yönünden bilgi vermek-tedir.
Anahtar Kelimeler: Işınlama, Kanatlı eti, Kontami-nasyon
Giriş
Gıda ışınlama işlemi; gıdalarda bozulmaya sebep olan mikroorganizmalar ve biyokimyasal olayların miktar ve faaliyetlerinin engellenmesi, azaltılması, yok edilmesi, gıdaların raf ömürlerinin uzatılması, olgunlaşma süresinin kontrolü veya müteakip işlem-lerdeki istenen değişiklikleri sağlamak amacıyla, uygun teknolojik ve hijyenik koşullarda uygulanan işlemlerin bütünüdür (20). Işınlama uygulamaları, teknolojik amacına ve uygulanan doza göre radu-rizasyon, radisidasyon ve radappertizasyon olmak üzere 3’e ayrılır. Radurizasyon, bozulmaya neden olan mikroorganizmaların sayısının azaltılmasını ve gıdaların buzdolabındaki raf ömrünün uzatılmasını hedefler. 1 kGy’e yaklaşan doz uygulaması ile bozul-
KANATLI ETİ ÜZERİNE IŞINLAMANIN ETKİLERİ Sevda PEHLİVANLAR ÖNEN
Yrd.Doç.Dr., Mustafa Kemal Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Besin Hijyeni ve Teknolojisi Anabilim Dalı – HATAY
E.mail: [email protected]
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
Yem
cobb-vantress.com
Cobb, düşük yoğunluktaki yemlerden en iyi şekilde yararlanarak maliyetlerin aşağıya çekilmesini sağlar.
Cobb, paranızın parmaklarınızın arasından akıp gitmesine engel olur.
Eğer en önemli maliyet kaynağı ise;
MEKTUP ANKARA 11Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
maya neden olan mikroorganizmalar inaktive edilir-ken, ışınlamaya dirençli ve metabolik olarak yavaş türler (Moraxella, laktik asit bakterileri ve mayalar) canlı kalır. Soğuk depolama süresince, ışınlanma so-nucunda canlı kalan mikroorganizmalar, ışınlanma-mışlara göre daha yavaş gelişir ve buna bağlı olarak bu ürünlerin raf ömrü 3-4 misli daha uzundur (4). Radisidasyon, spor oluşturmayan canlı patojen mik-roorganizmalar ve parazitlerin sayısını azaltmak için yapılan işlemdir. Böylece hijyenik kalite artırılmış, belirli patojenlerin oluşturduğu sağlık riski ortadan kaldırılmış ve bozulmaya neden olan mikroorga-nizmaların sayısı azaltılarak da gıdaların raf ömrü uzatılmış olur (1,15,17,24). Bu amaçla, genelde 2.5 kGy ile 5 kGy arasındaki ışınlama dozu uygulanmak-tadır. Radappertizasyon, gıdada bulunan mikroorga-nizmaların çok azını yaşayabilir durumda kılan veya tamamen yok etmek için gerekli olan dozun gıdaya uygulanması işlemidir. Bu uygulamada özellikle rad-yasyona dirençli bakteri sporlarının kontrolü amaç-lanmaktadır. Radappertizasyon için gerekli ışınlama dozu ışınlamaya en dirençli mikroorganizma baz alı-narak hesaplanır. Asitliği ve tuz konsantrasyonu dü-şük olan gıdalarda Clostridium botulinum Tip A spor-ları hedef alınır. Güvenli radappertizasyon prosesi için bu sporlar hedef alındığında desimal indirgeme düzeyi 12 D’dir ve bu indirgenme 45-50 kGy ile sağ-lanmaktadır. Bu işlem özellikle bağışıklık sistemi ile sorunları olan hastaların diyetlerinde uygulanmakta-dır (15,17,24).
İyonize ışınların bakterileri öldürebildiği ve gıdalarda bozulma nedeni olan bakterilerin de öldürülmesinde kullanılabileceği uzun yıllardan beri bilinmektedir. Bununla birlikte gıdaların ışınlanarak muhafazası, ancak iyonize ışın üretebilen ve yapay olarak radyo-aktif hale getirilmiş Co60 ve Cs137 gibi maddelerin bu amaçla kullanılabileceğinin anlaşılmasından sonra mümkün olmuştur (2).
Gıdalar ışınlamanın dozuna bağlı olarak tüm mik-roorganizmaları öldüren (sterilizasyon) veya pastö-rizasyon gibi mikroorganizmaların çoğunu yok eden fakat hepsini yok edemeyen yöntemlerle muhafaza edilirler (44).
Işınlama işlemi ilk defa 1920’li yıllarda domuz etin-de parazitlerin (trichinella spiralis) elimine edilmesi için uygulanmıştır (5). Gıda ışınlama prensiplerinin
belirlenmesine 1940’larda başlanmış (4). Işınlama konusunda ilk patent Fransa’da alınmış ve 1958’de ABD’de ışınlama kaynakları gıda katkı maddesi ola-rak kabul edilmiştir (47). Ancak asıl gelişme, konu ile ilgili en yetkili kuruluş olan FAO/IAEA/WHO Ortak Eksperler Komitesi; çok sayıda araştırma sonucunu dikkate alarak; 1980’de gıda ışınlamada en yüksek dozu 10 kGy olarak saptamış ve bu dozun istenmeyen hiçbir biyolojik, nutrisyonel ve kimyasal etki yapma-dığını, toksik olmadığını açıklamıştır. 1983 yılında ışınlamanın FAO /WHO Kodex Alimantorius’a girmesi ve gıda ışınlama tesislerinin kodekste tanımlanması ile ticari boyuta erişmiştir ( 33).
Türkiyede’ de 1999 yılında çıkartılan “Gıda Işınlama-sı Yönetmeliği” ile Gıda ışınlaması başlamıştır. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu yetkililerinin birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda Gıda Işınlama Yönetmeliği 6 Kasım 1999 tarih ve 23868 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikteki bazı maddeler Avrupa Birliği’ne uyum yasaları çerçevesinde revize edilerek, ilk değişik 15 Ekim 2002 tarih ve 24907 sayılı Resmi Gazete’de, ikinci değişiklik ise 19 Aralık 2003 tarih ve 25321 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 25321 sayı-lı ve 19.12.2003 tarihli Gıda ışınlama yönetmeliğine
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA12 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
göre belirlenmiştir. İlgili dozlar uluslararası stan-dartlardan uyarlanmıştır. Türkiye’de halen 2 tane gıda ışınlama tesisi bulunmaktadır (4).
Işınlama Yöntemleri
Gıda ışınlama işlemlerinde gamma ışınları, beta ışın-ları, ultraviyole ışınları ve x-ışınları olarak 4 farklı ışınlama yöntemi kullanılır. Ancak günümüzde en yaygın kullanılanı gama ışınlama yöntemidir.
1. Gamma ışınları: Gıdaların muhafazasında en yay-gın kullanılan iyonize ışın, gamma ışınlarıdır. Gamma ışınları yüksek enerjili, elektromanyetik ışınlar olup dalga boyları kısadır. Gamma ışınlarının üretiminde Co60 veya Cs137 ışın kaynağı olarak kullanılmaktadır. Uygulandıkları gıdalara radyoaktif özellik vermezler. Nüfuz etme özellikleri fazladır. Kalınlığı 20 cm olan su tabakasından geçirilirse aktiviteleri %50 oranında azalır. Paketlenmiş gıdaların ışınlanmasında da kul-lanılabilirler. Patates, soğan, sarımsak gibi bitkisel ürünlerde çimlenmeyi önlemek, baharat ve hubu-batta böcekleri öldürmek amacıyla kullanılabildiği gibi, meyvelerin küfler tarafından bozulmalarına karşı korunması amacıyla da kullanılabilir. Ayrıca gıdaların muhafazasında kullanılabilen ışınların en ucuzudur ( 2).
Geleneksel yöntemlerin uygulandığı teknikler, duyu-sal kalitede değişikliğe neden olmamasına rağmen, patojenik bakterilerin gıdalara kontaminasyonuna karşı yetersiz kalmaktadırlar. Buna rağmen gamma ışınları istenilen hedefe ulaşmayı başarmışlardır (35).
2. Beta Işınları:Beta ışınları, bir elektrik alanında, elektron hızlandırıcı düzenlerde,gerekli enerji veril-miş olan elektronlardır. Beta ışınların yararlanılabi-lir maksimal sızma derinliği yaklaşık 5 cm kadardır. Bu nedenle gıdaların yüzey ışınlamalarında kullanılır (2).
3. Ultraviyole Işınları (UV): Ultraviyole (UV) ışınları elektromanyetik ışınlar olup, oldukça düşük enerjili ışınlardır. Birçok ülkede, UV ışınlarının içme suyu, meyve ve sebzelerin yüzey mikrofloralarının azaltıl-maları amacıyla kullanılmasına izin verilmektedir. UV ışınlarının gıdaların muhafazasında yaygın olarak kullanılmamasının nedeni derinliğine nüfuz edeme-mesidir. Bu nedenle yalnızca yüzey sterilizasyonuna elverişlidir (2).
4. X- Işınları (Röntgen ışınları): X ışınlarının, hızlan-dırılmış elektronlardan farklı olarak nüfuz yetenek-leri çok fazladır. Gıda endüstrisinde kullanılan rönt-gen ışını jeneratörleri tıpta kullanılan jeneratörlere benzerler (2).
Işınlama Uygulamaları Üzerine Etkili Faktör-ler
Işınlama uygulamalarında mikrobiyal hücrelerin ya-şaması, hücrelerin dayanıklılığına ve kendilerini onarabilmelerine, ışınlamanın dozuna, pH’ ya, sıcak-lığa, gıdaların içerisinde bulunduğu atmosfer koşul-larına ve gıdaların kimyasal kompozisyonuna bağlıdır (16,42). Canlı hücre sayısını azaltmak ve depolama boyunca gelişimi kontrol etmek için ışınlama uygula-maları ile diğer koruma yöntemleri birlikte kullanıl-maktadır (36).
Ingram ve Farkas (1977), ışınlama ile mikroorganiz-maların direnci arasındaki ilişkiyi belirlemişlerdir. Işınlamaya karşı en duyarlı hücreler bakterilerin ve-jatatif formudur (42). Virüsler ve bakteri sporları ise ışınlamaya karşı en dirençli olanlardır (43).
Genelde ortamın kompleksliği arttıkça, sudan oluşan serbest radikaller için ortamdaki diğer bileşenlerin
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
305393_BASF_NUT_Im-AZ_feed_230x315_TR_02.indd 1 24.03.2010 11:09:37 Uhr
MEKTUP ANKARA14 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
rekabeti artmakta, ışınlama ile oluşan moleküller aktive olmakta ve bu durum mikroorganizmalar için koruyucu etki oluşturmaktadır. Kompleks yapıya sa-hip gıdalardaki bakteriyel hücrelerin radyasyona di-rençliliğini veya duyarlılığını tahmin etmek ise müm-kün olmamaktadır (12,14,24).
Işınlanacak ürünün bulunduğu sıcaklık derecesi mik-roorganizmaların radyasyona karşı direncini etki-lemektedir. 45 ºC’nin üzerinde sıcaklık uygulaması bakterilerin vejetatif formları için sinerjik olarak radyasyonun öldürücü etkisini artırmaktadır. Bu du-rum tümüyle DNA’nın kendini yenileme yeteneği ile ilişkilidir ve gelişme sıcaklığının üzerindeki değerler-de bu mekanizma inaktive olmaktadır (19,24).
Mikroorganizmalar üzerinde ışınlamanın öldürücü etkisi oksijen varlığında artmaktadır. Nemli şartlar-da ve oksijen yokluğunda genellikle radyasyona di-rençlilik 2-4 kat artarken, kuru şartlarda ve oksijen yokluğunda 8-17 kat artmaktadır (17,24).
Işınlamanın mikroorganizmalar üzerindeki öldürücü özelliğini etkileyen diğer bir faktör de hedef hücre-nin içerisinde bulunduğu atmosfer koşullarıdır. Bazı bakterilerin vejetatif hücreleri O2 varlığında ışınla-maya karşı daha hassastır. Çeşitli atmosfer koşulla-rında ışınlama ile Lactobacilli’nin direncinin değiş-tiği hava , vakum veya N2 ile karşılaştırıldığında en düşük D10 değerinin %100 CO2 altında elde edildiği belirtilmiştir (27).
Kanatlı Etinde Işınlamanın Mikroorganizmalar Üzerine Etkisi
Kanatlı etinin ışınlamasındaki amaç ürünün raf öm-rünün uzatılmasıdır. Bu uygulama ile soğuk muha-faza koşullarında bu etlerin kısmen mikrobiyolojik yönden güvenirliklerinin sağlanması, kısmen de kali-telerinin korunması esas alınmaktadır. Fakat uygula-ma esnasında kullanılacak ışınlama dozunun amaca uygun olarak belirlenmesi oldukça önemlidir ( 4).
Işınlamanın hücre üzerinde direk ve indirek olmak üzere iki etki şekli söz konusudur. Direk etkisi; mik-roorganizmaların genetik materyaline zarar vererek, yaşamsal fonksiyonlarını inaktive etmesiyle göster-mektedir. Canlı hücrede radyasyon sonrası oluşan genetik hasar, hücre bölünmesi sırasında DNA sen-tezini inhibe ederek çoğalmayı engeller ve hücre-
deki birçok yaşamsal faaliyeti sonlandırır. Işınlama DNA’da pürin, pirimidin ve deoksiriboz şekerine kim-yasal olarak zarar verirken, fizikokimyasal zararları ile de fosfodiester bağlarında tek veya çift iplikçik kırılmalarına neden olmaktadır. İndirek etkisini ise; özellikle radyasyonun etkisi ile su molekülünden bir elektron ayrılması ve su ile oluşan radyolitik ürünler olan serbest radikaller ve genetik materyal arasında gerçekleşen reaksiyonlar oluşturmaktadır (5,14,17,18,24).
Kanatlı eti 1980’li yıllardan sonra tüketimi artan ve sevilerek tüketilen bir ürün haline gelmiştir. Orta-lama kanatlı eti % 68 ile 75 arasında rutubet içerir. Bu da mikroorganizmalar için uygun üreme ortamı sağlar. Modern kanatlı üretim hattında her aşamada Salmonella türleri ile kontaminasyon meydana ge-lebilir. Yumurtadan çıkmayı takiben, çevresel koşul-lar, personel, yem, su ve diğer portörler ile bulaşma meydana gelebildiği gibi kesimhanede de çapraz bu-laşma olabilir. Kesim prosesine bakıldığında; haşla-ma tankı, tüy yolma, iç organ çıkartma ve soğutma tankları, kritik kontrol noktalarıdır. Bunlar, sadece Salmonella ile değil diğer gıda kökenli patojenler ile de bulaşmaya neden olmaktadırlar. Işınlama işlemi, tesis için başlangıçta büyük yük olmasına rağmen,
Pulmotil AC hakkında daha fazla bilgi için lütfen bizi arayın.
www.elanco.com
*Kullanmadan önce lütfen prospektüsü okuyunuz.1 Elanco tarafından yürütülen pazar araştırması sonuçları; Şubat 2006.2Abd El-Aziz, et.al, Tavuklarda enrofloxacin’in farmakokinetik değerlendirmesi. British Poultry Science, 38:164-168, 1997.3 Warren et.al, Tavuklarda tilmikosinin oral yolla uygulanmasını takiben akciğer ve hava kesesi konsantrasyonları. Journ. Vet. Pharm. and Ther., 20(supl.1):181-218, 1997.4Scorneaux, B. and Shryock, T. Tavuk fagositlerinde tilmikosinin hücre içi birikimi, dağılımı ve efluksu. Poultry Science, 77(10):1510-1521, 1998.5Elanco denemeleri, T5DTL9901 & T5DJD9901. Data mevcuttur.Pulmotil is a trademark for Elanco’s brand of tilmicosin.Elanco, Pulmotil and the diagonal color bar are trademarks of Eli Lilly and Company.© 2006 Elanco Animal Health. All rights reserved. (PO0626)
Beşeri üretim standartları garantisinde kalite, güvenilirlik ve sağaltıcı etki
Yüksek ürün safiyeti, potensi ve stabilitesi sağlayan “tek süreçli sıvı
formülasyon üretimi”
Ürünü 3 yıla kadar UV ışını, oksidasyon ve neme bağlı degradasyondan koruyan
orijinal ambalaj*
Ekonomik kayıpları durduran hızlı ve uzun klinik etkinlik2,3
Enfeksiyonla mücadele eden makrofaj ve heterofiller içinde yüksek
konsantrasyon4
Solunum yolu enfeksiyonlarındaki gücü ile klinik etkinlik ve performans arasında
denge sağlar5
Neden Pulmotil®AC, Mikoplazma ile mücadelede “1 numaralı” ürün.
1
Elanco Hayvan SağlığıLilly İlaç Tic. Ltd. Şti.0216 554 00 00
pulmotil 12x8cm.indd 1 5/3/11 2:48:18 PM
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA16 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
ilerleyen aşamalarda çapraz bullaşmanın engellen-
mesi ve raf ömrünün uzaması ile tüketici tercihine
neden olacak ve ekonomik kazanç getirecektir. Bu
amaçla, ışınlamanın hava soğutmayı takiben 1 kGy
düzeyinde uygulanması hem tüketici kabul edilebi-
lirliğini hem de ürün kalitesini sağlayacaktır. Işın-
lanmanın depolama ömrünü uzatmakla birlikte Sal-
monella gibi belirli patojen bakterilerin sayısını da
azalttığı belirtilmektedir. Ortalama olarak 7 kGy’i
geçmeyen doz uygulaması raf ömrünü uzatmakta ve
patojen mikroorganizmaların inaktivasyonu sağlan-
maktadır (13).
Gıdalar ile insanlara geçen patojenlerin sayısı yak-
laşık 200 kadardır. Başta Salmonella spp., Camp-
ylobacter jejuni, Listeria monocytogenes ve E. coli
O157:H7 olmak üzere insan sağlığını önemli ölçüde
tehdit etmektedirler. Buna karşın, bu hastalıkla-
rın bir yandan ekonomik kayıp olarak görülmesi,
öte yandan bunların bireysel ya da salgınlar sonu-
cu ölümlere neden olması, gıda kaynaklı patojenler
üzerinde yoğun indirgeme ve inaktivasyon program-
larının uygulanmasına yol açmıştır (24,53,54).
Kanatlı karkaslarından Salmonella ve Listeria mo-
nocytogenes inaktivasyonu için önerilen ışınlama uy-
gulamaları Campylobacter için de yeterli olmakta-
dır. Kanatlı etinde C. jejuni (3 suş), C. coli (3 suş), C.
fetus (1 suş) ve C. lari (1 suş)’nun ışınlama duyarlılı-
ğı incelenmiş, D10 değerleri 0.12’den 0.25 kGy’e ka-
dar değişmiş ve farklı Campylobacter spp. arasında
ve aynı türün suşları içinde de radyasyon duyarlılığı
değişkenlik göstermiştir. Elde edilen değerler, ben-
zer koşullarda ışınlanan Campylobacter spp.’lerin
Salmonella ve L. monocytogenes’e göre radyasyona
karşı daha duyarlı olduğunu göstermiştir (48).
Thayer, farklı dozlar uygulanarak, ışınlama ile önem-
li bazı patojenlerin inaktivasyonu sağlandığını, 5.0
kGy doz uygulaması ile organları yeni çıkarılmış ta-
vukta Salmonella sayısında 10 logaritma birimi azal-
ma olduğunu, 3.0 kGy doz uygulaması ile güvenilir
bir etki elde edildiğini, bu ışınlama dozunda Camp-
ylobacter jejuni, Escherichia coli O157:H7, Staph-
ylococcus aureus, Salmonella spp., Listeria monocy-
togenes ve Aeromonas hydrophila gibi çoğu enterik
patojenin belirgin olarak azaltılabilir ya da inaktive
edilebilir olduğunu bildirmiştir (57). Enterobacteri-
aceae familyasına 1.0 kGy ışınlama dozu uygulaması
ile mikroorganizmaların sayısında 10 logaritma bi-
rimi azalma olurken, 2.5 kGy ışınlama dozu ile 25
logaritma birimi azalma sağlamaktadır. Soğutulmuş
taze kanatlı etinde 1.5-2.5 kGy, donmuş kanatlı etin-
de ise 3-5 kGy arasındaki ışınlamanın bu familyaya
ait bakterilerin inaktivasyonunda etkili olduğu gös-
terilmiştir (13).
Düşük doz ışınlama uygulaması Salmonella inakti-
vasyonu için oldukça etkilidir ve ürünün tazeliğinin
korunmasında da fayda sağlamaktadır. Taze tavuk
karkaslarının, parçalarının veya kemiği uzaklaştırıl-
mış tavuk etinin 2.5 kGy’de ışınlanması genelde çok
düşük düzeylerde (1’den 30 hücre/100 g) bulunan
doğal Salmonella kontaminasyonunun inaktivasyo-
nunda yeterli olmaktadır. Dondurulmuş tavukta Sal-
monella inaktivasyonu için 2.5 kGy’den daha yüksek
dozlar gereklidir. Test edilen değişik Salmonella
serotipleri için geniş D10 değeri aralığı mevcuttur;
en yüksek değer 22 0C’de Salmonella Oranienberg
için 0.72 kGy’dir. Bu nedenle, 2.5 kGy’e en dirençli
Salmonella serotipi 4 logaritma birimi ve sık rastla-
nan serotipler (D10 değerleri 0.3’den 0.4 kGy’e) ise
6 logaritma biriminden daha yüksek düzeyde azal-
maktadır. 2.5 kGy Campylobacter jejuni ve Yersi-
nia enterocolitica gibi diğer bakteriyel patojenlerin
inaktivasyonu için de yeterli olmaktadır. Radaperti-
zasyon uygulaması ise (-30 ºC’da yaklaşık 45.0 kGy
veya daha yüksek dozda) enzimleri inaktive edilmiş
tavuk etinin raf ömrünü oda sıcaklığı koşullarında
depolamada yıl bazında uzatmaktadır (52).
Izgaralık piliçlerde ve butlarda, Salmonella sayısına
elektron demetlerinin etkisinin incelenmesi ile ilgili
olarak yapılan bir çalışmada, ızgaralık piliç göğüs ve
but parçalarının, 100, 200, 300, 400, 500 ve 600 krad
değişen dozlarda ışınlanması, 100 krad kadar düşük
doz uygulamalarının Salmonella’yı inaktive edebildi-
ğini göstermiştir (28).
Elektron demetlerinin ticari tavuk göğüs etinde Sal-
monella Typhimurium ve psikrotrof bakterilerin ge-
lişimi üzerine etkisi ile ilgili olarak yapılan bir çalış-
mada, Salmonella ile kontamine edilen ve 1.0, 2.0
veya 3.0 kGy’de ışınlanan tavuk göğüslerinde doğru-
dan dökme yöntemi ile saptama da, Salmonella’da 4
logaritma birimi azalma olduğunu göstermiştir. İnkü-
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA 17Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
basyon yöntemlerinin psikrotrof organizmaların geri
kazanımı üzerine etkisinin belirlenmesi için psikrot-
rof sayımlar 7 ºC’da 10 gün ve 25 ºC’da 5 gün olarak
gerçekleştirilmiştir (51).
Et ve et ürünlerinde 10 kGy’dan daha düşük
dozlar patojen ve bozulma yapan bakterilerin
(L.monocytogenes, S.typhimurium E.coli O157:H7
ve Y.enterocolitica) gelişimini kontrol etmek için
kullanılmaktadır (40,42,58).
Thayer ve arkadaşları, kemiksiz tavuk etinde, Ba-
cillus cereus’un vejetatif formu ve endosporlarının
(beş enteretoksik ve bir emetik izolatının) gama rad-
yasyon dirençliliğini araştırmışlardır. B. cereus ATCC
33018 için D10 değerleri
logaritmik faz hücreleri,
durgun faz hücreleri ve en-
dosporlar için 5 ºC’da sıra-
sıyla 0.184, 0.431 ve 2.56
kGy’dir. Işınlama sırasında
oksijen varlığı ya da yok-
luğu vejetatif hücrelerin
veya endosporların rad-
yasyon dirençliliğini belir-
gin olarak etkilememiştir.
Işınlama sıcaklığı (-20’den
+20 ºC’ye) durgun fazda-
ki vejetatif hücrelerin ve
belirli bir seviyeye kadar
sporların radyasyon di-
rençliliğini etkilememiştir.
Impedans çalışmaları can-
lı kalan vejetatif hücrele-
rin ciddi hasar gördüğünü
göstermiştir. Altı suşa ait
endosporların karışımının
radyasyon dirençliliği 1.91
kGy olarak belirlenmiştir
(56).
İyonlaştırıcı radyasyon ay-
rıca kanatlı eti ve ürünle-
rinde E. coli O157:H7’nin
azaltılması için de etkili
bir yöntemdir. Ancak, bak-
terilerin radyasyon duyar-
lılığının çeşitli faktörlere
bağlı olması nedeniyle, verilerin değerlendirilmesin-
de birinci seviye azalma kinetiği ve Weibull model-
leri kıyaslanmıştır. Nutrient Broth’da patojenik ol-
mayan E. coli DSM 498 kültürlerine 1.0 kGy ışınlama
dozu uygulandıktan sonra 3-4 desimal birim azalma-
lar gözlenmiştir (D10 = 0.27 kGy). Ancak aynı kültür,
hindi kıymasına aşılandığında D10 değerlerinin (D10 =
0.47 kGy) daha yüksek olduğu belirlenmiştir ( 39).
Lacroix ve Chiasson, tavuk göğsünde karvakrol, ti-
mol, trans-sinalmaldehit (Tc) ve tetrasodyum pi-
rofosfat (Tp)’ın Escherichia coli ve Salmonella
Typhi’nin radyasyon duyarlılığına etkisini belirle-
mişlerdir. Aktif bileşiklerin E. coli’ye etkinliği timol,
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA18 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Tp ve karvakrol için sırasıyla % 32, % 10, % 3 ve %
0’dır. S. Typhi için tavuk göğsündeki etkinliği Tc, Tp,
karvakrol ve timol için sırasıyla % 47, % 19, % 17 ve
% 11’dir. D10 değerleri aktif bileşikler kullanılmadı-
ğında, E. coli için 0.145 ve S. Typhi için 0.64 iken,
Tc kullanıldığında E. coli için 0.098 ve S. Typhi için
0.341’dir. Modifiye atmosfer paketleme ortamında
ve Tc varlığında D10 değerleri E. coli için 0.046 ve S.
Typhi için 0.110 olarak bulunmuştur (34).
Tavuk göğsü ve butları paketlenerek 0.0, 1.0, 2.0,
3.0, 4.0 kGy’de ışınlanmıştır. 1.0 kGy ışınlama ko-
liform bakteri sayısını 104 kob/g, E. coli sayısını ise
103 kob/g’ a indirgemiştir. Tavuk etinin raf ömrü bü-
yük oranda kesim sırasında ürünün kontaminasyonu-
na neden olan mikroorganizma sayısına bağlı olduğu
saptanmıştır (6).
Çiğ yada dondurulmuş et ve tavuk etinde patojen
mikroorganizmaları yok etmek ve bozulmayı önle-
mek amaçlı gerekli ışınlama dozu; 1-7 kGy (orta doz)
arasındaki ışınlama dozudur. Gıda gruplarında belirli
teknolojik amaçlara göre uygulanmasına izin verilen
gıda ışınlamaları, taze veya dondurulmuş kanatlı eti,
kırmızı et ve et ürünleri için ışın dozları; patojen
mikroorganizmaların kontaminasyon düzeyini azalt-
maya yönelik 7 kGy, ürünün raf ömrünü uzatmak ve
paraziter kaynaklı enfestasyonların kontrolü için 3
kGy ışınlama dozu olarak bildirilmektedir (20).
Işınlamanın Oluşturduğu Kimyasal Değişiklik-ler
Işınlama uygulamalarının yağlar, proteinler ve vi-
taminler üzerinde oluşturduğu etkiye rağmen diğer
kalite koruma yöntemlerine kıyasla daha faydalı
olduğu belirtilmektedir. Etler yapılarındaki fosfoli-
pidlerde bulunan çoklu doymamış yağ asitlerinin ok-
sidasyonundan dolayı oksidatif bozulmaya karşı çok
duyarlıdır (21). Işınlama ette bol miktarda bulunan
suyu iyonize etmektedir. Böylece OH¯ gibi hidratlan-
mış elektron ve H+ gibi gıda bileşenleriyle reaksiyo-
na girebilen serbest radikaller oluşmaktadır. Oluşan
serbest radikaller lipid ve proteinlerin bozulmasına
neden olmaktadır ve bu bozulma sonucunda ışınlan-
mış etlerde istenmeyen tat gelişimi oluşmaktadır
(41,21). Çoklu doymamış yağ asitleri hızla okside
olduğundan, ışınlama esnasında önlem alınması ge-
rekmektedir (41).
Yapılan çalışmalarda salamura uygulamaları ve ışın-
lamanın birlikte kullanımının linoleik asit (C18:2), li-
nolenik asit (C18:3) ve araşidonik asit (C20:4) üzerine
daha iyi koruma etkisine sahip olduğu bulunmuştur
(32). Sülfür içeren amino asitler ve aromatik amino
asitler ışınlama ile oluşan bozulmaya karşı hassastır.
Sülfür içeren amino asitlerden oluşan ürünler metil
veya etil merkaptan, dimetil disülfit, karbonil sülfit
veya hidrojen sülfittir. Oksijensiz ortamda sülfür içe-
ren bileşikler ışınlamaya maruz kaldığında, bol mik-
tarda hidrojen sülfit ve diğer sülfitler oluşmaktadır.
Oksijen varlığında amonyak ve sülfürik asit üretimi
artmaktadır. Işınlamaya en duyarlı amino asitler sis-
tin, metiyonin ve triptofan gibi sülfür içeren amino
asitlerdir (21).
Kanatlı eti ve kıymalarda saptanan en düşük ışınla-
ma dozu 2,5 kGy’dır (25). Tavuk etindeki Salmonel-
la spp.’i tamamen yok edebilmek için 2,5 kGy’dan
daha yüksek dozlara gereksinim duyulmaktadır. Bir
çalışmada kanatlı etleri biberiye ve kekik ekstrakt-
ları ile salamura edilerek etin duyusal özellikleri ve
baharatlara karşı Salmonella spp.’nın hassasiyeti
araştırılmıştır. Havada, vakum altında ve salamu-
ra uygulaması ile kombine edilmiş ışınlanmış tavuk
etlerinin raf ömrünün 3 kGy dozda sırasıyla 10, 11
ve 15 gün olduğu bildirilmiştir. Tüm örneklere 5 kGy
dozunda ışınlama uygulandığında ise örneklerin raf
ömürlerinin 15 günden daha fazla olduğu görülmüş-
tür (38). Diğer bir çalışmada dana köfteleri oksijen
geçirgenliği olan (poliolefin) ve olmayan (polietilen)
materyaller ile paketlendikten sonra 2 kGy dozunda
ışınlamaya tabi tutulmuştur. Örneklerin bir kısmı oda
koşullarında, bir kısmı vakum altında ışınlanıp oda
koşullarında depolanmış, bir kısmı ise vakum altın-
da ışınlanıp vakum altında depolanmıştır. Örnekler 1
veya 7 gün süreyle -25°C’da bekletilmiştir. Bu süre-
lerin sonunda vakum altında ışınlanıp oda koşulların-
da depolanan örneklerin daha gevrek, vakum altında
depolanmış örneklerin daha nemli olduğu gözlenmiş-
tir. Oda koşullarında ışınlanıp depolanmış örneğin ise
damakta en az tat bırakan örnek olduğu belirtilmiş-
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA20 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
tir. Işınlamayı takiben toplam canlı sayısında 3 log
düşüş gözlenmiştir. Dana köftelerinin raf ömrünün
4°C’da 55 güne uzadığı belirtilmiştir (46).
Tüketicilerin Işınlamaya Bakış Açıları
Tüketiciler 1990’lı yılların başına kadar ışınlama
teknolojisiyle ilgili yetersiz bilgiye sahiptiler ve
ışınlamayı radyoaktivite ile karıştırmaktaydılar
(37,49,53). ABD’de 1987’de yapılan bir ankete göre
tüketicilerin %43’ünün ışınlamanın zararlı olduğuna
inandığı saptanmıştır (7). 1995’te yapılan bir an-
kette ise, %72’sinin ışınlamadan haberdar olduğu,
%87,5’inin ışınlama hakkında çok fazla bilgiye sa-
hip olmadığı ortaya çıkmıştır. Gıdaların ışınlanması
konusunda verilen bilgilerin, gıda katkı maddeleri,
pestisit, hormon, hayvansal ilaç kalıntıları ve bak-
teriler konularında verilen bilgilere kıyasla yetersiz
olduğu ifade edilmiştir (47). Resurreccion ve arka-
daşları, 1995 yılında tüketicilerin %45’inin ışınlanmış
gıda satın aldıklarını, %19’unun satın almadığını ve
%36’sının kararsız kaldığını bildirmişlerdir (50).
1995 yılında Kansas’ta yapılan bir çalışmada, ışın-
lanmış kanatlı etleri için fiyat % 10 daha ucuz ol-
duğunda % 60 oranında; fiyat eşit olduğunda % 39
oranında; fiyat % 10 daha fazla olduğunda ise % 30
oranında satış gerçekleşmiştir. Araştırmacılar, gıda
ışınlama hakkında peşin hükümlü olmayan bilgili tü-
keticilerin, ışınlanmış kanatlı et ve ürünlerini satın
alacakları sonucuna varmışlardır. Işınlamanın kısa
bir şekilde tanımlanmasından sonra tüketicilerin %
80’i, ışınlanmamış kanatlı eti ile aynı fiyatta olduğu
zaman ışınlanmış ürünleri tercih etmiştir (9). Işınlan-
mış gıdanın ışınlanmamıştan daha güvenilir olduğunu
düşünen tüketici diğer yöntemlerle muamele edilmiş
gıdalardan daha pahalı olmasına rağmen ışınlanmış
gıdaları tercih etmektedir (11).
Amerika Birleşik Devletlerin de, üreticilerin ta-
lepleri üzerine Kasım 2002’de FDA’ nın yayınladığı
yeni etiketleme yönetmeliğinde ışınlanmış sığır eti
paketlerinde “pastörize edilmiştir” teriminin kul-
lanımına izin verilmiştir. Bu gelişme sığır eti üreti-
cilerinin ışınlama teknolojisine geçmelerine olanak
sağlamıştır (22).
ABD’de 2003 yılında yapılan ankette tüketicilerin
%76’sı ışınlanmış domuz etini, %68 i ise ışınlanmış
kanatlı etini satın almayı tercih ettiklerini ve böy-
lelikle Trichinella ve Salmonella sonucu hastalanma
riskini azaltabileceklerini belirtmişlerdir. Işınlanmış
gıdaları 1993 yılında tüketicilerin %29 u satın almayı
isterken bu oranın 2003 yılında %69 a çıktığı bu anket
sonucunda gözlemlenmiştir (31). Tüketici artık kla-
sik gıda muhafaza yöntemlerinin yetersiz geldiğini,
kimyasal yöntemlerin ise zararlı olduğunu, özellikle
de son yıllarda, gelişmiş ülkeler dahil pek çok ül-
kede önemli sağlık sorunları yaşanması sonucunda
öğrenmiştir (3). ABD’de Hastalık Koruma ve Önleme
Merkezi ışınlama uygulamaları ile 900.000 hastalığın
ve 352 ölüm vakasının önlenebileceğini tahmin ettik-
lerini belirtmişlerdir (8). Işınlanmış gıdanın ışınlan-
mamıştan daha güvenilir olduğunu düşünen tüketici
diğer yöntemlerle muamele edilmiş gıdalardan daha
pahalı olmasına rağmen ışınlanmış gıdaları tercih et-
mektedir (11).
Hashim ve arkadaşları, 1995 yılında, ışınlanmış ta-
vuk etlerinin tüketici tarafından kabulünün araştı-
rıldığı 126 kişinin katıldığı bir market çalışmasında,
uygulanan eğitim programı sonrasında, ışınlanmış
tavuk etlerini satın alan katılımcıların sayısının , %
59.5’tan % 83.3’e yükseldiği görülmüştür. Katılımcı-
ların yaklaşık % 44’ü, ışınlanmış tavuk etine ışınlan-
mamış olan tavuk etiyle aynı fiyatı, yaklaşık % 42’si
ise ışınlanmamış tavuk eti fiyatının % 5 veya daha
fazlasını ödeyebileceklerini belirtmiştir (26).
Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri tarafın-
dan 10.000’den fazla kişiye, Connecticut, Georgia,
Minnesota, Oregon, California, Maryland ve New
York’tan yapılan bir ankette; katılımcıların % 49.5’u
ışınlanmış et ve tavuk etlerini satın almaya istekli ol-
duğunu, % 31.8’i ise böyle bir taleplerinin olmayaca-
ğını bildirmiştir. Katılımcılara ışınlanmış ürünler için
daha fazla para ödeyip ödemeyecekleri sorulduğun-
da ise; % 22.7’si kıyma için, % 24.5’u tavuk eti için
daha fazla para ödeyebileceğini söylemiştir (29).
Türkiye’de Güneş ve Tekin’in 2006 yılında, ışınlan-
mış gıdaların tüketici tarafından kabulü konusunda,
444 kişi ile yaptıkları bir anket çalışmasında, tüke-
ticilerin gıda ışınlama teknolojisi hakkındaki bilgile-
rinin gelişmiş ülkelere kıyasla düşük olduğu (% 29)
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA22 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
tespit edilmiştir. Işınlanmış gıdaların güvenilirliği ko-
nusunda tüketicilerin % 80’inin konuya endişeli yak-
laştığı, % 11’nin güvenilir bulduğu belirtilmiştir. Gıda
ışınlamanın kırmızı et ve tavuk etindeki patojenleri
elemine edebileceğini öğrendikten sonra, ışınlanmış
gıdaları tercih edenlerin oranı % 62’ye yükselmiş-
tir. Işınlanmış ürünlerin fiyatları ile ilgili yaklaşım-
da ise, katılımcıların % 44’ü ışınlanmamış ürünlerle
aynı fiyatta olduğu zaman tercih edeceğini, % 23’ü
ışınlanmış gıdalar için % 5 daha fazla para ödeye-
bileceklerini belirtmiştir. Elde edilen sonuçlara göre
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, tüketicilerin
gıda ışınlama teknolojisi hakkında bilgilerinin sınırlı
olduğu ve bu teknoloji hakkında bilimsel ve güvenilir
bilgilerle eğitilmeleri gerektiği görülmüştür (23).
Kaynaklar:1. Abbas, S.M.N.( 2002). Baharat Mikroflorası Üzerine Işınlama-
nın Etkisi. Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Gıda
Mühendisliği AbD, Doktora Tezi 81s. Ankara.
2. Acar, J. ve Cemeroğlu, B.,(1998).Işınlarla Muhafaza. Meyve
Sebze Teknolojisi. Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakül-
tesi Yayınları, Ankara.193- 209
3. Alkan, H. (2003a). Türkiye’de Endüstriyel Gama Işınlaması Uy-gulamaları. http://simad55.tripod.com/kitap2003/19.htm Alkan, H. 2003b. Işınlanmış gıda ürünlerine talep artacaktır. http://www.gamma-pak.com.tr
4. Anonim (2007) . Türkiye Atom Enerjisi Kurumu gıda ışınlama ki-tabı.
5. Anonymous (2005). Facts about food irradiation. http://
www.iaea.org/programmes/nafa/d5/ public/foodirradia-
tion.pdf.
6. Basbayraktar, V., Kozat, P. Halkman, H.B.D., Cetinkaya, N.
(2002). The Microbiological Quality and Shelf life of the Ir-
radiated Chicken Meat. II. Eurasian Conference on Nuclear
Science and Its Application. September 16-19, Almaty, Ka-
zakhstan. 406s.
7. Brady, C. (1987). Irradiation on trial. Food Eng. Int., October,
50-53
8. Brasher, P. (2004). Irradiated ground beef’s popularity isn’t
sizzling. (http://www.dmregister.com/apps/pbcs.dll/article?AID=
/20040615/BUSINESS05/406150343/1029/BUSINESS)
9. Bruhn, C.M., (2001). United States Consumer Choice of Ir-
radiated Food, in Irradiation for Food Safety and Quality,
Loaharanu, P. and Thomas, P. (eds), Technomic Publishing
Company, Pennsylvania, p:169-173.
10. Cleland, M.R. and Pageau, G.M (1987).”Comparisons of X-Ray
and Gamma- Ray Sources for Industrial Irradiation Proces-
ses.”, Nuclear Instruments and Methods in Physics Research
B24/25,pp.967-972,.
11. Crawford, L. M. (1998). Food irradiation’s advantages will
not escape public attention. Food Technol., 52 (1), 55.
12. Davies, R. (1976). The Inactivation of Vegetative Bacterial
Cell by Ionizing Radiation. In “ Inhibition and Inactivation
of Vegetative Microbes. Sayfa: 239-255, Academic Press,
London.
13. Dempster, J.F. (1985). Radiation preservation of meat and
meat products:Review, Meat Science. 12, 61-89
14. Dickson, J. (2001). Radiation Inactivation of Microorganisms.
In “Food Irradiation Principles and Applications”. Sayfa: 23-
32, John Wiley&Sons, New York, USA, 469s.
15. Diehl, J.F. (2001). Achievements in food irradiation during
the 20th century. In “Paisan Loaharanu and Paul Thomas
(Ed.). Irradiation for Food Safety and Quality. Sayfa:1-7,
IAEA. Technomic Publishing Company, Inc., Lancaster, USA,
216s.
16. Farkas, J. (1989). Microbiological safety of irradiated foods.
Int. J. Food Microbiol., 9, 1-15
17. Farkas, J. (1997). Physical Methods of Food Preservation. In
“Michael P.Doyle, Larry R. Beuchat & Thomas J. Montville
(Ed.). Food Microbiology Fundamentals and Frontiers.” Say-
fa: 497-519. ASM Press Washington D.C. 768s.
18. Grant, I.R., Patterson, M.F. (1989). A novel radiation resis-
tant Deinobacter spp. isolated from irradiated pork. Lett.
Appl. Microbiol. 8:21-24
19. Grecz, N., Rowley, D.B., Matsuyama, A. (1983). The action of
radiation on bacteria and viruses. In “E.S.Josephson ve
M.S. Peterson (Ed.). Preservation of Food by Ionizing Radia-
tion, vol.2. CRC Press, Inc., Boca Raton, Fla.
20. Gıda Işınlama Yönetmeliği, 6/11/1999 tarihli ve 23868 sayılı
Resmî Gazete
21. Giroux, M. ve Lacroix, M. (1998). Nutritional adequacy of
irradiated meat: a review. Food Research Int., 31, 257-264
22. Goodsir, G. (2002). Irradition of beef gaining favour in the
US. Meat Int., 12(10),22-25
23. Güneş, G., Tekin, M.D., (2006). Consumer Awareness and Ac-
ceptance of Irradiated Foods: Results of a Survey Conducted
on Turkish Consumers, Food Science and Technology, 39(4):
444-448.
24. Halkman, H.B.D., Kozat, P.(2005). Gıdalarda radyasyon uygu-
lamalarının mikroorganizmalar üzerine etkisi. Gıda Dergisi.
(GTD Yayın Organı)Cilt:30(6)409-416.
25. Hanis, T., Jelen, P., Klir, P., Mnukova, J., Perez, B. ve Pesek,
M. (1989). Poultry meat irradiation. Effect of temperature
on chemical changes and inactivation of microorganisms. J.
Food Prot., 52, 26-29
26. Hashim, I.B., Resurreccion, A.V.A., Mc Watters, K.H., (1995).
Consumer Acceptance of Irradiated Poultry, Poultry Science,
74:1287-1294.
27. Hastings, J. W., Holzapfel, W. H. ve Niemand,J.G. (1986).
Radiation resistance of lactobacilli isolated from radurized
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA 23Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
meat relative to growth and environment. Appl. Environ.
Microbiol., 52, 898-901.
28. Heath, J. L., Owens, S. L., Tesch, S., Hannah, K. W. (1990).
Effects of high-energy electron irradiation of chicken meat
on Salmonella and aerobic plate count, Poult Sci., Jan,
69(1), 150-156
29. ICGFI (1999). Consumer Attitudes and Market Response to
Irradiated Food, International Consultative Group on Food
Irradiation, Vienna.
30. Ingram, M. ve Farkas, J. (1977). Microbiology of foods paste-
urized by ionizing radition. Acta Aliment., 6, 123-185.
31. Johnson, A.M., Reynolds, A.E., Chen, J. Ve Resurreccion,
A.V.A. (2004). Consumer attitutes towards irradiated food:
2003 vs.1993. Food Prot. Trends 24(6). (http://www.foodpro-tection.org/Publications/ ) Abstracts/2004Abstracts/June2004.
htm
32. Kamarei, A. R., Karel, M. ve Wierbicki, E. (1979).Spectral
studies on the role of ionizing radiation in color changes of
rappertized beef. J. Food Sci., 44, 25- 31.
33. Kolsarıcı, N. ve Kırımca, G.,(1995). Radurizasyonun Tavuk Et-
lerinin Duyusal, Kimyasal ve Mikrobiyolojik Kalitesi Üzerine
Etkisi.Gıda 20(2).67-73.
34. Lacroix, M., Chiasson, F. (2004). The influence of MAP condi-
tion and active compounds on the radiosensitization
of Escherichia coli and Salmonella Typhi present in chicken
breast, Radiation Physics and Chemistry, 71, 67–70
35. Lagunas-Solar, M. C.,(1995).Radiation Processing of Foods:An
overview of Scientific Principles and Current Status.Journal
of Food Protection 58(2).186-192
36. Lambert, A. D., Smith, J. P. ve Dodds, K. L. (1991). Shelf life
extension and microbiological safety of fresh meat. review.
Food Microbiol., 8, 267-297.
37. Loaharanu, P. (1994). Status and prospects of irradiation.
Food Technol., 48(5), 121-131.
38. Mahrour, A., Lacroix, M., Nketsa-Tabiri, J., Calderon, N.
ve Lacroix, M. (1998). Antimicrobial properties of natural
substances in irradiated fresh poultry. Radiation Physics and
Chem., 52, 81- 84.
39. Mayer-Miebach, E., Stahl, M.R., Eschrig, U., Deniaud, L., Eh-
lermann, D.A.E., Schuchmann, H.P. (2005). Inactivation of a
non-pathogenic strain of E. coli by ionising radiation, Food
Control, Volume 16, Issue 8 , October, Pages 701-705
40. Mermelstein, N. H. (2000). E-beam-irradiated beef reaches
the market, papaya and gamma- irradiated beef to follow.
Food Technol., 54(7), 88-92.
41. Merritt Jr, C., Angelini, P. ve Graham, R.A. (1978). Effect
of radiation parameters on the formation of radiolysis pro-
ducts in meat and meat substances. J. Agric. Food Chem.,
26, 29-Merritt Jr., C., Angelini, P., Wierbicki, E. Ve Shults, G.
W. (1975). Chemical changes with flavor in irradiated meat.
J. Agric. Food Chem., 23, 1037-1044.
42. Monk, J. D., Beuchat, L. R. ve Doyle, M. P. (1995). Irraditi-
on inactivation of foodborne microorganisms. J. Food Prot.,
58(2), 197-208
43. Moseley, B. E. B. (1984). Radition damage and its repair in
non-sporulating bacteria. “Alınmıştır: The Revival of Injured
Microbes. (ed) Andrew, M. H. E. Russel, A. D. Academic Pres,
London,147-174”.
44. Mountney, G. J. ve Parkhurst, C. R., (1995). Poultry Products
Technology 3rd edition.Food products press.An imprint of
the Hawort press,inc.New York-London.263-267
45. Muhamad, L.J., Ito, H., Watanabe, H., Tamura, N. 1986. Dis-
tribution of microorganisms in spices and their decontamina-
tion by gamma-irradiation. Agril. Biol. Chem. 50 (2); 347-355
46. Murano, P.S., Murano, E.A. ve Olson, D.G. (1998). Irradia-
ted ground beef: sensory and quality changes during storage
under various packaging conditions. J. Food Sci., 63(3), 548-
551.
47. Olson, D. G. (1998). Irradition of food. Food Technol., 52
,1, 56-62
48. Patterson, M. F. (1995). Sensitivity of Campylobacter spp.
to irradiation in poultry meat, Lett. Appl. Microbiol., Jun,
20(6), 338-40
49. Pszcola, D. E. (1990). Food irradiation. Countering the tac-
tics and claims of opponents. Food Technol., 44(6), 92-97.
50. Resurreccion, A.V.A., Galvez, F.C.F., Fletcher, S.M. ve Misra,
S.K. (1995). Consumer attitutes toward irradiated food-re-
sults of a new study. J. Food Protect., 58 (2), 193-196
51. Sarjeant, K. C., Williams, S. K., Hinton, A. J. (2005). The
effect of electron beam irradiation on the survival of Salmo-
nella enterica serovar Typhimurium and psychrotrophic bac-
teria on raw chicken breasts stored at four degrees celsius
for fourteen days, Poult Sci., Jun, 84(6):955-958
52. Singh, H., (1992). Control of Salmonella and other pathoge-
nic and spoilage microorganisms in poultry by
gamma and electron irradiation, AECL. Atomic Energy of Ca-
nada Limited.
53. Topal, Ş. (1996). Gıda Güvenliği ve Kalite Yönetim Sistemle-
ri. TÜBİTAK-MAM Matbaası Gebze, 225s.
54. Tunail, N. (2000). Gıda Mikrobiyolojisi ve Uygulamaları, Bö-
lüm 9, 81-103
55. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu( Bölüm 2, mad. 5)
56. Thayer, D. W. and Boyd, G. (1994). Control of enterotoxic
Bacillus cereus on poultry or red meats and in beef gravy by
gamma irradiation, Journal of Food Protection, Vol. 57, no.
9, pp. 758-764
57. Thayer, D. W. (1995). Use of irradiation to kill enteric patho-
gens on meat and poultry, Journal of Food Safety, Vol. 15,
no. 2, pp. 181-192
58. Thayer, D. W. ve Boyd, G. (2001). Effect of irradition tempe-
rature on inactivation of Escherichia coli O157:H7 and Staph-
ylococcus aureus. J. Food Prot., 64(10), 1624-1626.
Kanat l ı E t i Üzer ine Iş ın lamanın Etk i le r i
MEKTUP ANKARA24 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Newcastle hastalığı (Newcastle Diseases, ND) hem evcil hem de yabani kanatlılarda görülen viral bir enfeksiyon olup, kanatlı hayvan yetiştiriciliği yapılan bütün ülkelerde büyük problemler yaratan en tehli-keli hastalıklardan birisidir.
Kanatlıların solunum, sindirim ve sinir sistemlerinde bozukluklar meydana getiren, yüksek derecede bu-laşıcı ve öldürücü bir hastalıktır.
Hastalığın önemi; hızlı yayılımı, enfekte kanatlılar üzerindeki tahrip edici etkileri, sürüde yol açtığı % 100’e ulaşan ölüm oranındandır. Bunun yanısıra has-talık salgınlarının görüldüğü ülkelere çok büyük ti-cari kısıtlamalar ve ambargolar uygulanması sonucu büyük ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Bu neden-le de kanatlılarda kontrol altına alınması gereken en önemli hastalıklardandır.
Yıkıcı doğası nedeni ile ND, Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (Office International des Epizooties-OIE)’nün çok tehlikeli ve hızlı yayılma potansiyeli olan bulaşı-cı hastalıklar listesinde yer almaktadır.
Virüs oldukça geniş bir konakçı spektrumuna sahip-tir. ND virüsleri kanatlıların yanısıra çeşitli hayvan türlerini de enfekte etmektedir. Newcastle hastalı-ğı zoonotik karakterde olup, insanlarda da hastalık oluşturmaktadır
Newcastle hastalığı dünya çapında yaygın olarak görülmektedir. Yüksek patojeniteye sahip olan velo-jenik APMV-1 suşu Asya, Orta Doğu, Afrika, Orta ve Güney Amerika ile Meksika’nın bazı bölgelerinde en-demik olarak bulunmaktadır. Türkiye’de enfeksiyon ilk olarak 1946 yılında görülmüş ve geniş bulaşma-lara neden olmuştur. Hijyen tedbirleri ve sistema-tik aşılamalara rağmen zaman zaman epidemik ka-rakterde hastalık çıkışı olmaktadır. Ülkemizde ticari tavuklarda düzenli aşı programları uygulanmasına rağmen diğer kanatlılar ve köy tavuklarına aşı ya-pılmamaktadır. Bu hayvanlar, ND virüsü ile enfekte olmaları durumunda ticari kanatlı yetiştiriciliği için potansiyel bir risk oluşturmaktadır.
Etiyoloji:
Newcastle hastalığı virüsü, Paramyxoviridae famil-yası, Avulavirus cinsine ait olup, Avian Paramyxovi-ruslar içerisinde yer alır. Avian Paramyxovirusların APMV-1’den APMV-9’a kadar tanımlanan 9 farklı se-rotipi bulunmaktadır. Newcastle hastalığı virüsünün içinde bulunduğu APMV-1 gurubu evcil kanatlılar için en önemli patojenik suşları içerir. Aynı gurup içeri-sinde yer alan, antijenik olarak farklılıklara sahip ve variant virüs olarak tanımlanan “pigeon paramyxovi-rus - PPMV-1”, güvercinlerde ve tavuklarda hastalık oluşturmaktadır. Bununla beraber APMV-2, APMV-3, APMV-6 ve APMV-7’de kanatlılarda hastalık oluştur-maktadır.
Newcastle hastalığı virüsleri (APMV-1), biyolojik özelliklerinde büyük farklılıklar göstermektedirler. Bazı virüsler tavuklarda % 100 ölüme neden olurken, bazıları ise hiçbir klinik belirti oluşturmazlar ve sa-dece gelişen antikorlar ile varlıkları ortaya konula-bilir.
Bu sebeple, Newcastle hastalığı virüsleri tavuklarda hastalık oluşturma güçlerine göre patotip ismi ve-rilen patojenik guruplara ayrılmışlardır. Newcastle hastalığı virüslerinin üç önemli patojenik tipi bulu-nur. Bunlar;
1. Lentojenik suşlar; Hayvanlarda çok hafif veya gizli respiratorik enfeksiyona sebep olur. Yetişkinler-de çok nadir hastalık görülür. Gençlerde ciddi hasta-lık oluşturabilir fakat ölüm oluşturmazlar.
2. Mezojenik suşlar; Orta derecede virülense sahip-tirler. Stres faktörlerinin fazla olduğu ve bağışıklığın yeterli olmadığı durumlarda özellikle solunum yol-larında ve sinir sisteminde etkili olmaktadırlar. Aşı-sız ve immunsupresif hayvanlarda ölüm oluştururlar. Yetişkin tavuklarda ani ve devam eden bir yumurta verim düşüklüğüne sebep olurlar.
3. Velojenik suşlar; Bu gruptaki virüsler yüksek patojeniteye sahip olup oldukça bulaşıcı ve öldürü-cüdür. Asya tipi ya da Ekzotik NDV olarak da adlan-
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND)Yalancı Tavuk VebasıAvian Paramyxovirus-1Enfeksiyonu
Dr. Fetihe Çöven
Bornova Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü Hayvan Hastalıkları-İzmir
E.mail: [email protected]
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
MEKTUP ANKARA 25Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
dırılırlar. Solunum, sindirim ve sinir sistemini etkile-yerek ölümler oluştururlar.
Velojenik suşlar virüsün etkilediği organlara göre kendi aralarında guruplandırılırlar;
a) Viscerotropik velojenik (VVND): Akut lethal en-feksiyon ile karakterize olup, tipik hemorajik ve nekrotik mide-bağırsak lezyonları oluşturur. Bu for-mu tüm yaştaki tavuklar için oldukça patojendir. Sü-rüdeki ölüm oranı %100’e çıkabilir.
Resim1: Bezli mide Resim 2: Bağırsaklarda kanamalar
Resim 3.4: Bağırsakta ülser oluşumu ve kanamalar
Resim 5:Bağırsakta ülser Resim 6: Yumurtalıklarda kanamalar
b) Neurotropik velojenik (NVND): Akut lethal en-feksiyon ile karakterize olup, tüm yaştaki tavuklar-da yüksek oranda ölümlere sebep olur. Genellikle solunum ve sinir sistemine ait semptomlarla karak-terizedir. Genç sürülerde % 90, erişkinlerde % 50’ye varan ölümlere ve yumurta veriminde ani düşmelere neden olur. Bağırsak lezyonları genellikle oluşmaz.
Resim7,8,9 : Sinirsel belirtiler
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
MEKTUP ANKARA26 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü’nün tanımlamasına göre, velojenik (intracerebral patojenite indeksi-IC-PI 0.7 den büyük veya Fusion (F) proteininin bölünme bölgesinde çoklu esansiyel aminoasit bulunan NDV) guruptaki virüslerin oluşturduğu hastalık, Newcast-le hastalığı olarak kabul edilmektedir. Bu guruptaki virüslerin sebep olduğu enfeksiyonlarda kontrol ted-birleri uygulanmak zorundadır. Laboratuvar testleri sonucu Newcastle Hastalığı virüsü tespit edildiğinde hastalık çıkışı yapılarak eradikasyon için gerekli uy-gulamalara başvurulmaktadır.
Hastalığın Bulaşma ve Yayılması:
Newcastle hastalığı tüm dünyada yaygın olarak bu-lunmaktadır. 250’nin üzerinde kuş türünün hastalığa duyarlı olduğu bildirilmiştir. Entansif tavuk yetiştiri-ciliği yapılan bölgelerde hastalığın çıkışı ve yayılışı hızlı ve şiddetli olmaktadır. İşletmelerin ve işletme-lerdeki kümeslerin birbirlerine olan mesafelerinin az oluşu hastalığın yayılışını süratlendirmektedir.
Hastalık etkeni vücuda, solunum sistemi başta olmak üzere sindirim sistemi, deri ve gözden kolayca bula-şabilmektedir. Virüs, gaita, hasta hayvanların burun akıntıları, gözyaşı, aksırık ve öksürük gibi vücut sal-gıları ile çevreye saçılmaktadır. Bu salgılarla kirlen-miş yem, su, ekipman, kıyafetler vb. ile doğrudan temas ile hastalık hassas hayvanlara kolayca bulaşa-bilmektedir.
Hastalığın yayılması için en büyük potansiyel kay-naklar insanlar ve kümes ekipmanlarıdır.
Hastalık çoğunlukla aşılama, gaga kesme ekibi, güb-re ve rendering kamyonları, yem dağıtan personel, yumurta servis personeli, işletme sahibi ve çalışanla-rı tarafından yayılır. Newcastle hastalığı virüsü ver-tikal olarak da bulaşabilir, fakat enfekte embriyolar yumurtadan çıkmadan önce ölürler. Dışkı ile bulaşık yumurta kabukları, kırık ve çatlak yumurtalar kuluç-kadaki civcivleri enfekte edebilir.
Tavuklar, APMV-1 etkenini sadece 1-2 hafta süre ile saçarlar fakat psittasin kuşlar bu virüsü aylarca, bazı türleri ise 1 yıldan daha uzun süre ile saçabilirler.
APMV-1 ile enfekte hayvanlarda virüs karkasın tü-münde mevcuttur. Yırtıcı kuşlarda görülen bazı sal-gınların, enfekte tavuk, güvercin ya da bıldırcın ye-meleri sonucu oluştuğu ortaya konulmuştur. Virüsün enfekte tavukların derilerinde, donma ve üzerindeki ısılarda (1-2oC) 160 gün, kemik iliğinde yaklaşık 200 gün canlı kalabildiği rapor edilmiştir.
Enfekte kümeslere ait altlığın tarım alanlarında kul-lanılması da önemli bir yayılma yoludur. 1984 yılında İngiltere’de Liverpool Limanında depolanan yemle-rin enfekte güvercinlerin dışkıları ile kontamine ol-ması sonucu büyük salgınlar yaşanmış ve bu salgın-ların büyük çoğunluğundan ise “güvercin PMV-1 suşu izole edilmiştir. Bulaşmada yabani kuşlar ve kemir-genlerde önemli rol oynar. Yabani kuşlar özellikle su kuşları lentojenik virüsler için konakçıdır. Son yıllar-da yaşanan bazı salgınlardan izole edilen velojenik suşların düşük patojenik lokal izolatlardan köken al-dığı bildirilmektedir.
Lentojenik ve mezojenik AMPV-1 virüsleri güvercin popülasyonlarında endemik olarak bulunmaktadır. Bu virüslerin kanatlı sürülerine girmesi ve pasajlan-ması sonucu çok daha virulent hale dönebilmektedir.
Sineklerin virüsü bulaştırması konusu henüz tam olarak bilinmemektedir çünkü insektlerin bir sürüyü enfekte edecek ölçüde virüsü taşıyabileceği kesinlik kazanmamıştır.
Enfeksiyon yılın herhangi bir zamanında şekillenebil-mesine rağmen, genellikle ilkbahar ve sonbahar pik mevsimlerdir. Ayrıca güvercinlerde yarış sezonu ve yumurtacı tavuklarda yumurtlama dönemlerinde de hastalık pike çıkabilir.
Klinik bulgular ve lezyonlar
Hastalığın inkübasyon süresi virüsün virulansına ve popülasyonun hassasiyetine bağlı olarak 2-15 gün arasında değişir. Tavuklarda velojenik izolatlarla en-feksiyonda bu süre genellikle 2-6 gün arasındadır.
Klinik belirtiler virusun patojenitesi ve etkilenen ka-natlı türüne bağlı olarak çeşitlilik gösterir.
Lentojenik suşlar tavuklarda öksürük, aksırık, so-lunum güçlüğü ile karakterize belirtiler gösteren genellikle subklinik enfeksiyon ya da hafif solunum sistemi hastalığına sebep olur. Mezojenik suşlar akut solunum sistemi bozuklukları ve sinirsel semptomlar oluştururlar fakat ölüm oranı genellikle düşüktür. Bununla beraber eğer sürüde diğer patojenlerle bir-likte bir koenfeksiyon durumu söz konusu olduğunda lentojenik ya da mezojenik suşlar da çok daha şid-detli klinik belirtiler oluşturabilir.
Velojenik suşlar tavuklarda oldukça ciddi ve çoğun-lukla ölümle sonuçlanan hastalıklara sebep olurlar. Klinik belirtiler oldukça çeşitlidir. Çoğu hayvan letar-jik ve iştahsızdır, tüylerde kabarıklık şekillenir. Er-
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
www.akpilic.com.tr
sağlık ve neşe verir...
tavuk suyuna çorba,
MEKTUP ANKARA28 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
ken belirti olarak konjonktivada kızarıklık ve ödem görülebilir. Bazı tavuklarda sulu yeşil ya da beyaz ishal, solunum sistemi ile ilgili problemler, baş ve boyun bölgesinde ödem şekillenebilir.
Resim 10,11: Solunum güçlüğü
Tremorlar, titrentili spazmlar, kanat / bacaklarda felç ya da kas kasılmaları, tortikollis ve kendi et-rafında dönme ile karakterize sinirsel belirtiler gö-rülebilir. Sinirsel belirtiler diğer belirtilerle birlikte ortaya çıkabilir fakat genel olarak hastalığın ileri dö-nemlerinde görülür.
Resim 12, 13: sinirsel belirtiler
Yumurta üretimi aniden düşer ve şekilsiz, sulu yu-murta albumini, renkte anomali, pürüzlü ve ince kabuklu yumurta üretimi görülebilir. Nekropside ab-dominal boşlukta ovaryum artıkları ve yumurta sarısı bulunabilir ve peritonite yol açabilir. Bazı durumlar-da hiçbir klinik belirti oluşmadan ani ölümler yaygın olarak görülür. Hastalık sırasında iki hafta boyunca canlı kalan tavuklar genellikle yaşamını sürdürür fa-kat virus bu hayvanlarda kalıcı sinirsel hasar ve/veya kalıcı bir yumurta verim düşüklüğü oluşturabilir. Aşılı sürülerde semptomlar daha az şiddette olabilir.
Diğer kanatlı türlerinde de benzeri klinik belirtiler görülür, bununla beraber bazı türlerde sinirsel ya da respiratorik belirtilerden biri hakim olabilir. ND hin-dilerde tavuklara göre genellikle daha hafiftir fakat bazı suşlar ciddi hastalık oluşturabilir.
Av kuşlarında, özellikle de sülünlerde bazen şiddetli klinik belirtiler görülebilir. Beç tavukları (İran) ba-zen etkilenebilmelerine rağmen velojenik suşları subklinik olarak taşıyabilirler.
Psittasin kuşlarda Newcastle hastalığı akut, subakut, kronik veya hiçbir klinik belirti göstermeksizin şekil-lenebilir. Klinik belirtiler oldukça değişkendir, solu-num ve/veya sinirsel belirtiler ile aynı zamanda ishal ve ani ölümlere neden olabilir.
Devekuşu ve emularda solunum sistemine ait belirti-ler daha hakimdir. Çoğunlukla bu kuşlar hastalıktan tavuklara nazaran daha az etkilenirler.
Güvercin ve kumrularda genellikle ishal, aşırı susa-ma, konjonktivit, ve sinirsel belirtiler görülür.
Yırtıcı kuşlarda sinirsel belirti olarak özellikle, pen-çelerde kasılmalar ve uçma eyleminde koordinas-yonsuzluk hakimdir. Ani ölümler oluşabilir. Kaz ve ör-dekler genellikle çoğu suşla subklinik olarak enfekte olur.
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
MEKTUP ANKARA 29Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
Su kuşlarında solunum sistemine ait problemler na-dir olarak ortaya çıkabilir. Karabatak kolonilerinde Newcastle hastalığı genellikle sinirsel belirtilerle karakterizedir ve hastalık çoğunlukla yavrularla sı-nırlıdır. Etkilenen kuşlarda zayıflama, bir ya da her iki ayakta ve/veya kanatlarda felç ya da kasılmalar, koordinasyon bozukluğu, tremorlar ve /veya başta düşme görülebilir.
Tanı
1. Klinik Tanı:
Hastalığın riskli olması bakımından teşhiste çok dik-katli ve hızlı olunmalıdır. Ayrıca klinik teşhis çalış-malarında hastalığın diğer bazı bakteriyel, viral ve toksikasyon bulguları ile karışabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Özellikle Marek, Avian influenza A, Tavuk kolerası, CRD, Pullorum hastalığı, Psittakozis, Çiçek (difterik formu), Enfeksiyöz Bronşitis, EDS-76, Encephalomyelitis gibi hastalıklarla karışabilmekte-dir.
Yetersiz yem, su yada kötü havalandırma gibi yöne-tim problemleride teşhiste dikkate alınmalıdır.
Nekropside; Solunum sistemi bulguları önemli yer tutar. Tracheada ve bronşlarda yangısal reaksiyonla-ra rastlanılabilir. Sindirim sisteminde bezli midede kassel mide sınırına yakın alanlarda yaygın kanama-lar gözlenebilir. Ayrıca bağırsaklarda nekrotik kana-malar gözlenebilmektedir.
2. Laboratuvar Tanı:
Serolojik Tanı: Hastalığın serolojik tanısında Hema-gutinasyon Inhibisyon testi (HI) ve ELISA tekniği en yaygın olarak kullanılanlarıdır. Virüsün tavuk eritro-sitlerini aglütine etme özelliğinden yararlanılarak hastalığın teşhisinde ve yapılan aşıların koruyuculuk düzeylerinin belirlenmesinde HI testi kullanmakta-dır. Bu test ile hem hastalığın belirlenebilmesi hem-de aşı yapılan sürülerde aşı titresinin tayini sağlana-bilmektedir.
ELISA tekniği fazla sayıda serum örneğini aynı za-manda ve kısa sürede sonuçlandırması ve sonuçla-rın kantitatif olarak ortaya konulması bakımından önemlidir. Özellikle sürü taramalarında aşı titreleri-nin belirlenmesinde tercih edilebilmektedir.
Virüs izolasyonu: Hastalığın teşhisinde altın standart
test olarak kabul edilmektedir. Bu teknik ile virüsün ortaya konulması daha sonrada HI ile tiplendirilmesi yapılır.
Son zamanlarda, RT-PCR, nükleotid sıralaması gibi moleküler tanı yöntemleri geliştirilmiştir.
Virusun patojenitesinin laboratuvar değerlendiril-mesi, embriyolu yumurtalarda ortalama ölüm zama-nı (mean death time=MDT) ile yapılırken, bir günlük civcivlerde intracerebral patojenik indeks (ICPI) ve altı haftalık SPF civcivlerde intravenöz patojenik in-dekse (IVPI) göre yapılır.
Bu tip patojenite testleri ve diğer moleküler testler belirgin viral profillerin ortaya çıkarılmasına ve avi-rulent ve virulent suşlar arasında ayırım yapılmasına olanak sağlar.
Tedavi:
Newcastle hastalığının tedavisi yoktur. Olaya karış-mış olan ikincil bakteriyel enfeksiyonları önlemek amacıyla geniş spektrumlu antibiyotikler kullanılabi-lir. Newcastle hastalığı için birçok ülkede imha poli-tikası uygulanmaktadır.
Newcastle hastalığına karşı canlı ve inaktif aşılar kullanılarak yapılan aşılama, tek güvenilir kontrol yöntemidir. Aşılama sonucu oluşan bağışıklık, has-talığın sebep olacağı ciddi tahribatın etkisini azaltır fakat virusun çoğalması ve saçımı düşük düzeyde de olsa devam eder. Etkili aşılama programları bölgesel şartlara bağlıdır. Her duruma uyabilecek tek bir aşı-lama programı yoktur.
Hastalıktan korunmada sistematik aşı programlarına uyulması tek başına etkili değildir. Hijyen tedbirle-rinin tam olarak uygulanması, bakım ve beslenmeye itina gösterilmesi de gerekmektedir.
Hastalıktan Korunma ve Mücadele:
Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE)’nün Bildirimi Zo-runlu Hastalıkları listesinde alan Newcastle Hastalığı ülkemizde de ihbarı mecburi hastalıklar arasındadır.
Hastalığın yayılımı bölgesel olduğu gibi bölgeler, ülkeler ve hatta kıtalar arasında da gözlenebilmek-tedir. Bu nedenle koruma programları uluslararası, ulusal ve işletme düzeyinde uygulanmalıdır.
Mücadelede aşılama stratejileri ve biyogüvenlik ön-
MEKTUP ANKARA30 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
lemlerinin alınması önemlidir. Aşılamalarda farklı özellikte aşılar kullanılmaktadır. Yüksek etkili, uy-gun olarak stoklanmış ve lokal şartları da göz önünde bulundurarak seçilmiş olan aşılarla aşı programları uygulanmalı ve aşı uygulamalarından sonra sürünün bağışıklık durumu dikkatle takip edilmelidir. Aşı uy-gulamalarında hayvanların bağışıklık sistemlerinin kuvvetlendirilmesi aşıya destek olacak önemli bir husustur.
Sıkı biyogüvenlik uygulamaları Newcastle hastalığı-nın işletmelere bulaşmasını engelleyen en önemli etkendir. Ticari kanatlı işletmelerinde çalışanların evlerinde kesinlikle hiçbir tür kanatlı hayvan yetiş-tirmemeleri, işletme dışında mümkün olduğunca ka-natlılarla temastan kaçınmaları gerekir. İşletmeler-de sıkı biyogüvenlik tedbirleri dikkatle uygulanmalı, insekt ve rodent mücadelesi yapılmalıdır. Mümkünse çalışanlar işletmeye girmeden önce duş alıp, kümes-te özel çalışma kıyafetleri kullanmalıdır. Her çiftlik için tek yaş gurubu yetiştirme ve sürüler arası de-zenfeksiyon da önemle uygulanması gerekli tedbir-lerdendir.
Hastalık etkeninin çevre koşullarına karşı dirençlili-ği, bulaşma ve yayılmasının kolay oluşu (rüzgar, ya-bani kuşlar, kümesten çıkan hava, kümes çalışanları, araç ve gereçler) hastalıktan korunma ve mücadele-yi güçleştirmektedir.
Tüm kanatlı yetiştiricileri tarafından bilinmesi gere-ken temel husus, hastalığın öneminin ve ciddiyetinin bilincinde olmak ve ülke genelinde sağlıklı bir üreti-min devamlılığı için hastalık görüldüğünde eradikas-yon çalışmalarına tam işbirliği ile katılmaktır.
Bu hastalığın ekonomik yıkıcı doğası nedeniyle, New-castle Hastalığı yönünden herhangi bir şüpheli vaka derhal yetkililere bildirilmelidir. Hastalığın tanı ve teyidinin yapıldığı süre içerisinde, tüm şüpheli hay-vanlar yetkililer tarafından karantinaya alınmalıdır.
Virulent Newcastle Hastalığı tespiti durumunda, has-talığın görüldüğü yerlerde bulunan kanatlıların itlafı gerekir. Salgınlar ancak karantina, hareket kontrolü, enfekte sürünün ve enfeksiyona maruz kanatlıların itlafı, karkasların uygun olarak imhası ve daha sonra işletmenin tamamen temizlenmesi, etkili dezenfek-tanlar kullanılarak uygun bir şekilde dezenfeksiyonu ile eradike edilebilir. Temizlik ve dezenfeksiyonu ta-
kiben, ilgili Yönetmelik hükümlerine göre kümesle-rin uygun bir süre boş bırakılması gereklidir.
Newcastle Hastalığının güvercinlerde ve diğer yaba-ni kuşlarda da görülmesi, hastalığın epidemiyolojisi açısından büyük önem taşımaktadır.
Ülkemizde ND köy tavukları ve güvercinlerde ende-mik olarak görülmektedir. Genellikle kırsal kesimde evlerde az sayıda da olsa tavuk beslendiğinden, ka-natlı popülasyonunun dağınık olan bu halkasını kont-rol etmek çok güçtür.
Özellikle son yıllarda yaygın olarak yapılan güvercin yetiştiriciliğinde de gerekli aşılama ve biyogüvenlik tedbirleri tam olarak uygulanmamaktadır Güvercin yetiştiriciliği genellikle hobi tarzında olduğundan bunlarda şekillenen hastalık olguları üzerinde pek durulmamakta ve dolayısıyla da hastalık sebebi tam olarak araştırılmamaktadır.
Güvercin yetiştiriciliğinde genellikle gösteri ve ya-rışlar nedeni ile çeşitli yerlerden gelen hayvanlar bir arada toplanmakta ve bu esnada hastalık alışverişi olmaktadır. Daha sonra virusu almış olan bu hayvan-lar gittikleri yerlere etkeni taşıyarak geniş çapta bu-laşmalara yol açmaktadırlar. Bu nedenle de zaman zaman hastalık problemlerinde artışlar görülmekte-dir. Özellikle sağlıklı görünümde olan kuşlardan New-castle hastalığı virüsünün izole edilmesi, bu kuşların yoğun olarak kanatlı yetiştiriciliği yapılan bölgelerde enfeksiyonun rezervuarı olarak görev yaptıkları ve hastalığın yayılışında önemli bir rol oynadıkları gö-rülmektedir.
Aşılama ile büyük ölçüde kontrol altında tutulan Newcastle Hastalığının, yabani kanatlılarda bulun-ması hastalık riskinin tavukçuluk endüstrisinde her an var olduğunu göstermektedir.
Halk Sağlığı:
Newcastle Hastalığı zoonotik karakterde olup, ve-lojenik Newcastle virusu insanları enfekte edebilir. Virüs, göz konjuktivasında tipik olarak yangı olu-şumuna sebep olur. İyileşme hızlıdır, virus göz yaşı akıntıları ile 4-7 gün süre ile saçılır. Konjonktivit ve grip infeksiyonu olan kümes çalışanları bu dönem-de virüsü saçma riski nedeniyle kanatlı kümeslerine girmemeli ve kanatlı türleri ile direk ya da indirek temastan kaçınmalıdırlar.
NEWCASTLE HASTALIĞI (ND) Ya lancı Tavuk Vebası Av ian Paramyxov i rus-1 Enfeks iyonu
MEKTUP ANKARA 31Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
www.evonik.com/[email protected]
Daha azı ile yetinmeyin Onlarca yılın tecrübesine dayanan, 100 % güvenilir ve kaliteli Metiyonin kaynağını isteyin. Karlılığınızı arttırın.
Siz neyi seçeceğinizi bilirsiniz.
Daha fazla bilgi için yandaki kodu telefonunuzun QR okuyucusu ile taratınız.
12-01-082 AZ Would you be happy with less, Eifelturm und Pyramiden, 21x29,7cm, tuerkisch.indd 2 24.02.12 15:12
MEKTUP ANKARA32 Yıl: 2012 Cilt: 10 Sayı: 1
Başyazı
GDO konusunda tartışmalar popülist yaklaşımlar
içinde olanların medyada sıklıkla yer almasıyla sür-
mektedir. Oysa tümüyle bilim insanlarından oluşan
Biyogüvenlik Kurulu ve Komiteler ülkemizce onay-
lanan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinde ve ilgili yö-
netmeliklerde esas alınan Biyogüvenlik Kartagena
Protokolünde üzerinde önemle durulan insan, hay-
van ve çevre sağlığına, biyoçeşitliliğe ve gıda güven-
liğine azami düzeyde özen göstererek ithal edilecek
her bir GDO’lu ürünü tek tek ele almakta ayrıntılı
incelemeler yapmaktadır. Ancak hiçbir tereddüde
yer kalmayacak bir bilimsel güven noktasına ulaşıl-
dığında hayvan yemi olacak GDO’lu mısır ve soya it-
haline izin verilmektedir. Alınan kararlar ayrıca web
sayfasında yayımlanarak tüm kamu oyunun bilgisine
sunulmaktadır
Dernek Yönetimimiz 2011 yılında Tavukçuluk sektö-
rünün içinde olduğu ulusal ve uluslar arası toplan-
tılardan Antalya’da Uluslar arası Beyaz et kongresi,
Çeşme/İzmir’deAvrupa Federasyonu 18. Kanatlı Hay-
van Besleme Sempozyum, İstanbul’da Sağlıklı Tavuk
Bilgi Platformu ve Kızılcahamam/Ankara’da yapılan
Hayvancılık Kongresi’ne, İzmir Vet. Hek. Odasının
düzenlediği Veteriner Halk Sağlığı Çalıştayı’na da-
vetli olarak katılmış, bu toplantılarda konuşmacı ve
oturum başkanlıkları görevlerini üstlenmişdir.
VİV 2011 Tavukçuluk ve İhtisas Fuarı için İstanbul’a
davet edilen Derneğimiz burada her zaman olduğu
gibi stand açmak suretiyle katılmış ve bu uluslar ara-
sı fuarda sektörle buluşmuştur. VTD’nin yayın organı
olan “Mektup Ankara” dergimiz 2011’de 4 sayı olarak
zamanında yayımlanmıştır. Dergimiz içerik ve baskı
kalitesi olarak kalitesini sürdürmekte olup, sektörü
yakından ilgilendiren bilimsel makaleler ilgiyle iz-
lenmektedir.
Önemle duyurulur, Derneğimiz bilişim çalışmalarına
da hız vermiş olup sosyal paylaşım sitelerinden Fa-
cebook ve Twitter’da da yeralmıştır. Sayfalarımıza
facebook.com/tavder ve twitter.com/tavder adres-
lerinden ulaşabilirsiniz.
Tavukçuluk da tabiatıyla yem, toplam maliyetin
2/3’ünü oluşturması nedeniyle büyük önem taşı-
maktadır. Kanatlı karma yemlerinin üretiminde iki
temel yem ham maddesine mutlak gereksinme du-
yulmaktadır. Bunlardan ilki olan mısır üretimi ümit
verici bir parametrede yükselmekte olup yıllık re-
kolte 4 milyon tonun üzerine çıkmıştır. Önemli olan
üreticinin malına alıcı garantisi bulmasıdır. İkincisi
olan ve neredeyse tamamına yakınını ithal ettiğimiz
soya üretimini artırma yolunda da önemli adımlar
atılmaktadır. Soya üretimi için pirinç üretiminde ol-
duğu gibi ithalatçı firmalara içerde üretilen soyayı
öncelikle satın alma yükümlülüğü getirilmektedir. Bu
tabiatıyla soya üreten çiftçinin malına garanti alıcı
bulması demek olacaktır ki bu politikanın da önü-
müzdeki yıllarda soya üretimini ciddi düzeylerde ar-
tıracağı anlamına gelmektedir. Ayrıca bu politikalar
TMO’ya bir alım mecburiyeti getirmeyecek, dolayı-
sıyla da hazineden bir desteleme ödemesinde bu-
lunulmayacaktır. Dolayısıyla da bu politikaların uy-
gulanması sırasında ekonomi ve maliyeden sorumlu
bakanlıkların desteğinin alınmasında da bir tereddüt
yaşanmayacaktır.
İçinde bulunduğumuz yılda da tavukçuluk sektörü-
nün büyüyeceği öngörülmektedir. Dikkat edilmesi
gereken en önemli konu ihracatımızın kesintiye uğ-
ramamasıdır. Aksi takdirde artan üretim dışarı veri-
lemeyip iç tüketime sunulursa, bir diğer ifade ile arz
talebin önüne geçerse, fiyatların maliyetin de altına
düşmesi kaçınılmazdır ki sektörün bu mali yükü kal-
dırması mümkün olmaz.
Daha sağlıklı, daha başarılı bir üretim yılı olması di-
leği ile saygılar sunarım.
LOHMANN
İNFEKSİYÖZ BRONŞİTİSE KARŞI İLK GÜN AŞISI
Nobilis® IB MA5 The prime primer
İnfeksiyöz bronşitisin ekonomik etkilerine bakıldığında ,broylerlerde solunum sistemi problemlerine bağlı olarakdüşük büyüme performansı ve ölümler, yumurtacı ve damızlıklarda ise yumurta veriminde kayıplarla ortaya çıktığı görülmektedir.
İlk gün Nobilis IB Ma5 ile aşılayın ve faydalarını görün.
PM11_0048C
MSD Hayvan SağlığıIntervet Veteriner İlaçları Paz. ve Tic. Ltd. Sti Şişli Ayazağa No:3 Çelik İş Merkezi B Blok Ayazağa / IstanbulÜcretsiz Ürün Danışma Hattı: 0 800 219 90 10www.msd-hayvan-sagligi.com
PM11_0048C.indd 1 15-11-11 11:48
www.enfeksiyoz-bronsitis.com
DİĞER AŞI
NOBİLİS® IB MA5