osman gazİ neden ÖldÜ
DESCRIPTION
osman gazi neden öldü?TRANSCRIPT
GÖRKEM SAYLAM1 1BİYO-ITE, GÖRKEM SAYLAM BİYOGARAJ ve ESKİŞEHİR FATİH FEN LİSESİ
MAKALE ADI: OSMAN GAZİ NEDEN ÖLDÜ?
MAKALE YAZARI: GÖRKEM SAYLAM
MAKALE TÜRÜ: DERLEME MAKALE
MAKALE YAZIM TARİHİ: 29.06.2014
MAKALE YAYINLANMA TARİHİ: 09.07.2014
TARİH
1
OSMAN GAZİ NEDEN ÖLDÜ?
ÖZET
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı olan Osman Gazi son yıllarını gut hastalığı
ile boğuşmakla geçirmiştir. Yaşından ve hastalığından dolayı 1326 yılında kalbi daha fazla
dayanamamış ve kalp yetmezliğinden hayata gözlerini yummuştur. Osman Gazi kalp
yetmezliğinden ölen ilk ve tek Osmanlı padişahıdır. İşte bizde bu çalışmamızda kalp
yetmezliğini anlatacağız.
ABSTRACT
The founder and first ruler of the Ottoman Empire Osman Gazi last years spent trying
with gout. Years of age and because of ill health, his heart was more based in 1326 and
Nepela heart failure. Osman Gazi is the first and the only Ottoman Sultan who died of heart
failure. Here we will describe in this study, heart insufficiency.
2
Osman Bey, Osman Gazi, I. Osman El Gazi ya
da Ataman Bey (Osmanlı Türkçesi: ثمان اک ع ,ب
Osman Bey) mahlasıyla Fahrüddin veya
Osmancık (1258, Söğüt – 1 Ağustos 1326,
Bursa) Osmanlı Beyliği ve Osmanlı
Hanedanı'nın kurucusu ve beyliğin ilk
padişahıdır.
1299 yılında Anadolu Selçuklu Devletinin
uçbeyi olmaktan çıkıp bağımsızlığını ilan
etmiştir. Moğol istilalarından kaçan
Müslümanların, beyliğine sığınması ile siyasi ve
askeri gücü artmıştır. Çöküş döneminde
bulunan Doğu Roma İmparatorluğu'ndaki
karışıklıkların da etkisiyle kısa sürede Anadolu
ve Doğu Roma'nın hakimi durumuna gelmiştir.
Öldüğü zaman beylik, Eskişehir ile Bursa
arasındaki topraklarda hüküm sürüyor ve
Doğu Roma İmparatorluğu'na ait İznik ve
Bursa'yı abluka altında tutuyordu.
İLK YILLARI
Osman Bey (bazı kaynaklara göre Orhun Bey),
1258 yılında Söğüt'te doğdu.
Yaşamının erken dönemleri hakkında güvenilir
kayıtlar yoktur. Osman Bey'in soyuna ve
boyuna ait bilgiler gelenekseldir ve en eskisi
ölümünden 100 yıl sonra yazılmıştır. Bu eserler
arasında en eskiden başlayarak Ahmedî (ö.
1414), Dâstân ve Tevarih-i Mûlûk-i Âl-i
Osman', Şükrullah (ö. 1464), Behçetu't-Tevarih
ve Âşıkpaşazâde (ö. 1481), Tevarih-i Âl-i
Osman adlı eserler isimlendirilebilir.
Dönemine ait tüm çağdaş eserler büyük
ölçüde 1422 ya da hemen sonrasında
tarihlendirilen ve artık mevcut olmayan (ama
özgün bir metinden türemiş oldukları iddia
edilmektedir. Bazı tarihçilere göre, Osman
Gazi'nin yaşam ve savaşları tarihsellikten çok,
masalsı destansı bir örtüntü içinde, halk
söylentileri, ermişlik öyküleri ve mitolojik
lejantlarla renklendirilmiştir.
Babası Ertuğrul Gazi (bazı kaynaklara göre
Erdoğdu Bey) Batı Anadolu’da Söğüt] Ovası ile
Domaniç Yaylasında yaşayan Oğuz Türkleri'nin
Bozok boyunun Kayı kolundan olan büyük
kalabalık bir obaya başkanlık etmekte idi.
Osman Gazi onun küçük oğlu idi. Tarihçi İbni
Kemal (ö. 1534) Tevarih-i Al-i Osman adlı
eserinde Ertuğrul Bey'in Anadolu'ya (Rum'a)
geldiğinde iki oğlu bulunduğunu, Söğüt'te
göçebe yaşamının sürdürürken 1254'de (hicri
652'de) "aslan yapılı ay yüzlü" küçük oğlu
Osman'ın doğduğunu bildirir. Halk
söylentilerine göre annesi (ya da babaannesi),
Hayma Ana'dır.
Yine tarihçi İbni Kemal, Osman'ın gençliğinde
"yiğitler arasına girdiğini" ve "vurmada
tutmada ve durmada ve oturmada herkesi
kendini uydurduğunu" belirtir ve kardeşlerden
en küçüğü olmakla beraber "şimşir (kılıç) ve
tedbirle cümlesinden evvel olduğunu" bildirir.
Bu anlatımın Oğuz destanınin temalarına
benzer şekilde işlenmiş olduğu barizdir.
3
1281 yılında 23 yaşında iken Kayı Boyu'ndan
Ömer Bey'in kızı Malhun Hatun ile evlendi. Bu
evlilikten daha sonra Osmanlı Devleti'nin
başına geçecek olan Orhan Gazi doğdu.
Daha sonra Şeyh Edebali'nin kızı Bala Hatun ile
evlendi. Bu evlilikten de Alaeddin Bey dünyaya
geldi.
BEYLİĞİ ELE GEÇİRME ÇABALARI
1281 yılında babası Ertuğrul Bey 90 yaşlarında
iken ölmüştür.
Birçok tarihcinin anlaştığı görüşe göre, Kayı
aşireti beyliği için beylik görevi değişmesi
barışçıl olmamış ve beylik görevini üzerine
alabilmek için Osman Gazi yakınları ile "taht
mücadelesi" yapmıştır. Bu mücadelenin kimle
yapıldığı ve nasıl geliştiği tartışmalı olup
değişik tarihçiler değişik anlatımlarda
bulunmaktadırlar.
Bu anlatımlardan çokca sayıda taraflısı olan
birisine göre, Osman Gazi amcası Dündar Gazi
ile beylik için çatışmaya girişmiştir. Bu
anlatıma gőre Dündar Bey Kayı boyunun ileri
gelen ulusları tarafından tutulmakta ve
aşiretin genç yiğitleri ise Osman Bey'i
desteklemekteydi. Bu çatışmanın ne kadar
sürdüğü ne türlü devam ettiği
bilinmemektedir. Fakat çatışma sonunda
Osman Bey galip gelmiş ve düşmana karşı
yapılan akınlara karşı çıktığı bahanesi verilerek
yaşlı Dündar Bey'i bir ok atımı ile öldürmüştür.
Bundan sonra Osman Bey Oğuz töresine uygun
olarak Kayı Aşiretine baş ve buğ olmuştur.
Alternatif bir anlatım olan Hacı Bektaş'ın
"Vilayetname" eserinde ise Osman'ın beyliğe
geçme anlatımı değişiktir. Kayı boyu aşireti
Sultanönü ve civarına yerleştikten sonra önce
amcası Aydoğmuş ve sonra babası Erdoğdu
(Ertuğrul) Bey beyliklerinden daha sonra da
küçük amcası Gündüz Alp Kayı beyi olmuştur.
Osman Gazi bu sırada çevresindeki aşiret
yiğitleri ile yerel Bizanslı Yarhisar, Bilecik,
İnegöl, İznik yörelerine akınlar düzenlemeye
başlamıştır. Bizanslı Bursa Tekfuru Konya'da
bulunan Selçuklu sultanı III. Alaeddin
Keykubad'a elçiler gönderip bu akınlardan
şikayet etmiştir. Selçuklu Sultanı ise Gündüz
Alp'a haber göndererek akınları düzenleyen
yeğeni Osman Bey'i yola getirmesini istemiştir.
Gündüz Alp Osman Beyi yakalayarak yiğitleri
ile birlikte Konya'ya III. Alaeddin Keykubad'a
göndermiştir.
Ancak Selçuklu Sultanı Osman Gazi'yi beğenip
el ve onay alması için onu Sultan Karahöyük'te
bulunan Hacı Bektaş Veli'ye yollamıştır. Hacı
Bektaş Osman'ı büyük bir misafirperverlikle
karşılaşmış, ve tekbirle kendi tülbentini onun
başına dolayıp sanki ona taç giydirmiştir.
Osman Konya'ya dönerken Hacı Bektaş onunla
Sultan'a hitap eden Osman'ı öven bir mektup
da göndermiştir. Selçuklu Sultanı bu mektubu
okuduktan sona "buna yüce bir mansıp
veresuz" dediği bildirilir. Osman Gazi
Sultanönü ucunun merkezi olan Söğüt'e
döndükten sonra Selçuklu Sultanı ayrıca "altun
başlı sancak" ve "tablhane (mehter)" gönderip
onu ödüllendirmiştir. Bu öykü Vilayetname
4
yanında Yazıcizade'nin Selçukname adlı
eserinde de tekrar edilmektedir. Birçok tarihçi
bu ödüllendirmeyi uçbeyliğine istiklâl verilmesi
olarak kabul etmektedir. Hacı Bektaş
Vilayetname eseri Gündüz Alp ile Osman
arasındaki ilişkilerein sonradan ne olduğunu
kapsamamaktadır. Birkaç tarihçi Osman Bey ile
kardeşi Gündüz Alp'ın arasında çatışma olduğu
ve bu çatışma sonunda Gündüz Alp'ın
öldürülerek Osman Bey'in uçbeyi olduğunu
kabul etmektedir. Fakat diğer bazı tarihçiler
ise Gündüz Alp'ın bey olmasını ve Osman Bey
ile Gündüz Alp mücadelesini tümüyle hiç
olmamış gibi bir kenara bırakmaktadırlar. Yine
bazı tarihçiler Gündüz Alp'ın "Domaniç
Muharebesi"'nde şehit olduğunu bildirirler. Bu
tarih karmaşasında bazı tarihçiler ise Osman
Bey ile Dündar Bey'in mücadelesinin
olmadığını ve bu mücadele anlatımının Osman
Bey-Gündüz Alp mücadelesine atıf ettiğini
kabul ederler.
BİTİNYA BÖLGESİNDE BİZANS YEREL GÜÇLERİ
İLE MÜCADELE İLE GENİŞLEME
Osman Gazi 1280'lerden 1300'e kadar uzayan
yaklaşık 20 yıllık Osmanlı devletinin doğuş
süreci evresinde toplumsal düzeni çok karışık
Bitinya bölgesinde (yani günümüzdeki Bursa-
Bilecik-İznik yörelerinde) sanını korumak ve
ufak uçbeyliğini güçlendirmek için bir dizi yerel
çatışmalar yapmıştır. Bu çatışmalarda gaza
yoldaşı olan Samsa Çavuş,, Konur Alp,
Akçakoca, Aygüt Alp, Gazi Abdurahman gibi
diğer "alp" beyler ve bunların idaresindeki
akıncı birliklerden destek alıp faydalanmıştır.
Osman Gazi'ye dinsel ve moral desteği ise
Ahiler vermiştir. Özellikle Osman Bey'in Bala
Hatun adlı kızıyla evlendiği kayınbabası
Eskişehir ahılerinin İtburnu şeyhi olan Şeyh
Edabalı devamlı danışmanlık ve destek
sağlamıştır.
Osman Gazi ilkin 1283'de İnegöl tekfuru Nikola
ile yaptığı "Ermenibeli Muharebesi"'de yenik
düşmüştür. Bu muharebede kardeşi
Saruhan'ın oğlu olan yeğeni Bay Hoca şehit
olmuştur. 1284'de Osman Bey 300 kişilik bir
güçle İnegöl yakınlarındaki Emirdağı
eteklerinde bulunan "Kulaca Hisar"'a bir gece
baskını düzenlemiş ve bu kaleyi eline
geçirmiştir. Bu Osmanlıların ilk kale fethidir.
[3][9] 1286'de ise Osman Bey ile Bizanslı
İnegöl Tekfuru ile Karacahisar (Malachiya)
Tekfuru'nın birleşik yerel kuvvetleri arasında
Ekizce mevkiinde "Domaniç Muharebesi"
yapılmıştır. Osman Bey bu muharebeyi de
kazanmıştır ama kardeşi Saruhan (bazı
kaynaklara göre Gündüz Alp) bu muharebede
şehit olmuştur. Bu galibiyet sonunda
Karacahisar Osman Bey eline geçmiştir.
Bundan sonra Osman Gazi, müteffikleri ile
birlikte akınlar yapma stratejisini uygulamaya
başlamıştır. Mudurnu yakınlarında yerleşik
Samsa Çavuş ve kardeşi Satılmış ve
Harmankaya (Priminos) Tekfuru Köse Mihal
güçleri ile birlikte Sakarya Nehri vadisinde
Sorkun, Taraklı Yenicesi ve Göynük taraflarına
akınlar yapmışlardır.
1298-1299 yıllarında Osman Gazi'nin
yükselişinden rahatsız olan ve tehlikeyi
önceden sezen Bilecik (Belekona) Tekfuru,
Yarhisar tekfurunun kızı ile evlendireceği
oğlunun düğününe Osman Gazi’yi de çağırarak
ona pusu kurup öldürmeyi amaçlamıştır. Fakat
Osman Gazi’nin dostu olan ve Bilecik Tekfuru
ile aralarından düşmanlık bulunan
Harmankaya Tekfuru, bu tuzağı Osman Gazi’ye
haber vererek onun tuzağa düşmesini
engellemiş ve oyun içinde oyun diye
adlandırılan bir taktikle bu kenti almıştır. Bu
"oyun içinde oyun" taktiğine göre Osman Gazi
kırk yiğitine kadın giysileri giydirek (tarihçinin
anlatımı ile "bir nice gaziları da baş bezleriyle
avrat donuna koyup) Bilecik kalesine sokmuş
ve diğer taraftan keçelere bürünerek öküz
sürüsü içinde kaleye gelip kapılardan giren
yiğitler de bunlara destek sağlayarak Bilecik
5
kalesini eline geçirmiştir. Bu anlatım Osmanlı
tarihçilerin Osman Bey dönemi için anlattıkları
masalsı mitlerin ilkelerinden olmuştur. Aynı
kampanyada Osman Bey Yarhisar'dan çıkan
yola çıkan düğün alayı koruyucu güçlerini
"Çakır Pınarı" mevkininde alt etmiştir. Bu gelin
alayında bulunan Yarhisar tekfurunun kızı olan
Holofira (Nilüfer Hatun) adlı gelin ise Türklerin
eline geçerek Osman Gazi’nin oğlu Orhan
Bey’le evlenmiştir. Bu çatışmalar sonunda
Bilecik tekfuru öldürülmüş; Bilecik ve Yarhisar
kaleleri Osman Bey eline geçmiştir.
Aynı dönemde (1298-1299 yıllarında) Turgut
Alp İnegöl kalesinin kuşatmış ve bu kalenin de
|Osmanlı beyliği eline geçemesini sağlamıştır.
BEYLİĞİN KURULMASI VE FETİHLER
Osman Gazi'nin hangi tarihte, ileride Osmanlı
Devleti olacak üçbeyliğini kurduğu tarihçiler
arasında tartışmalıdır. Kulaca Hisar ve
Karacahisar kalelerini fetihleri takiben 1299
yılında İnegöl'ü alması Osmanlı Devleti'nin
kuruluşu olarak kabul edilir. Birçok tarihçi
1299 yılında Anadolu Selçuklular Devleti'nin
yıkılışı ile Osman Gazi'nin, Anadolu’nun diğer
Türk beylikleri arasında istiklâlini ilan ederek,
Osmanlı Devleti’ni kurduğunu kabul ederler.
Diğer tarihçiler 1299'da Anadolu Selçuklu
Sultanı II. Gıyaseddin Mesud'in Osman Gazi'ye
tabl ve bayrak göndermiş olduğunu ve bu tabl
ve bayrak ödülleri ile üç beyliğine sembolik
olarak istiklâl verdiğini iddia ederler.
Bir ipekçilik ve demircilik merkezi olan Bilecik
kalesinin eline geçmesi ile Osman Gazi'nin
yetmiş yıllık hayatının üçüncü evresine girmiş
olduğu tarihçilerce kabul edilir. Bu hayatının
bu evresinde de savaşlar önemli roller
oynarlar.
Bu evrede ilk başarı Köprühisar'ın beylik
güçleri eline geçirilmesi ile başlamıştır. Bu
dönemde hedef önemli bir Bizans şehri olan
ve Üçüncü Haçlı Seferi'nde Latin Haçlılerin ele
geçirdikleri Konstantinopolis'e karşı Doğu
Roma/Bizans İmparatorluğu direniş merkezi
olan ve 1261'de tekrar Konstantinopolis'i eline
geçirip imparatorluk kuran ve o zamanlar hâlâ
imparatorluk tahtında bulunan Palaiologos
Hanedanı'nın merkezi sayılan İznik idi. İznik
Gölü'nün doğusunda bulunan İznik şehrine
karşı olmak üzere golün batı kısmına 1301'de
Türkmen nüfuslu Yenişehir, Bursa
kurulmuştur. Osman Bey Yenişehir'i beylik
merkezi yapmıştır.
Tarihçi Mehmet Nesri'nin 1500'lerde kalem
aldığı tarihe göre [10]aynı yıl Osman Bey adına
ilk hutbe Şeyh Edebali'nin müritlerinden olan
Karamanlı Dursun Fakih tarafından
Karacahisar'da bir kiliseden çevrilmiş olan
camide verilmiştir.
Osman Bey beyliği arazisini Oğuz türesine
uyarak yakın akraba ve silah arkadaşların
"dirlik" olarak vermiştir. Böylece Eskişehir
kardeşi Gündüz Bey'e, Karacahisar oğlu Orhan
Bey'e, Yarhisar Hasan Alp'e ve İnegöl Turgut
Alp'e verilmiştir.
BİZANS MERKEZİ GÜÇLERİ İLE MÜCADELELER
Osman Gazi'nin ve "Alp"'ler komutanlıkları
altındaki uçbeylik akıncı orduları 1299'a kadar
yerel Bizans silahlı milis güçleri ile
çatışmışlardı. Bizans imparatoru II. Andronikos
Palaiologos'un imparatorluk döneminin çok
kuşkulu bir sırasında Türkmen beyliklerinin
6
imparatorluğuna olan tehdidini anlamıştı. O yıl
ortak imparator olan Mikail komutasında
bulunan bir merkezi Bizans ordusu günümüz
Germencik kasabası yakında bulunan
"Menderes Magnesia"sı mevkinde bir
Türkmen ordusuna yenilip Bizans komutanı
esir olamaktan komutasını bırakıp kaçarak zor
kurtulmuştur.
Bundan birkaç hafta sonra 17 Temmuz
1302'de Bizans Bursa valisi Orhaneli (Atranos),
Kite, Kestel tekfurlarının yerel Bizans
kuvvetleri ile Konstantinopolis'den gemilerle
gönderilen ve Yalakova'da sahile çıkan çoğu
Alan kaviminden paralı askerlerinden oluşan
bir karışık düzenli merkezi Bizans birliği Osman
Bey'in eline geçirdiği İznik şehrini geri almak
hedefiyle (günümüzde Yalova yakınlarında
bulunan) Yalakova adı verilen düzlükte
ilerlemekte idiler. Hedefleri İznik yönünden
gelecek Türk tehdidine karşı kıyıya inen
Yalakdere vadisinden geçen yolu tıkamak ve
sonra bu vadiden ilerleyerek İznik'i geri
almaktı. Komutanları 2.000 askerlik merkezi
Bizans birliği "Heteriarkos (Muhafız Komutanı)
Muzalon" idi. Osman Bey kuvvetleri ise Bizans
güçlerinin karaya çıktığı haberini almışlardi ve
Bizanslıların Yalakdere'den güneye ilerleyip
İznik'e gitmelerini önleyip onları durdurma
hedefini seçmişlerdi. Osman Bey
komutasındanki 5000 kişilik karışık Türkmen
piyade ve süvari birliği Yalakdere içinden
sahile Yalakdova'ya hızla indiler ve saldırıya
geçtiler. Bizanslı komutan Muzalon bunu
beklemiyordu ve Osman Bey'in birliği ile
karşılaşması, onların ani saldırısı bir baskın
havası yaratmıştı. İki ordu böylece İzmit
Körfezi’nin güney kıyılarındaki kıyı ovasıyla,
İznik’ten gelen kara yolunun kıyı ovasıyla
birleştiği bir noktada bir muharebeye giriştiler.
Bizans paralı askerlerinden olan Alanlar bir
karşı saldırı düzenleyip Bizans mılıs ve merkezi
piyade birliklerinin geri çekilip mümkünse
yeniden toplanmalarına fırsat verdiler. Şiddetli
bir mücadele olmakla beraber yaya yerel ve
merkezi Bizans askerleri fazla dayanma güçleri
olmadı ve toplanıp karşı saldırıya
geçeceklerine paniğe kapılıp düzensiz olarak
geri çekilmeye başladılar. Böylece sayıca da
üstün olan Osman Bey ordusu bu muharebeyi
galip bitirdi. Sonuçta, yerel Bizans orduları
panik halinde ama pek fazla zayiat vermeden
Bizanslılar elinde bulunan İzmit (Nicomedia)
şehrine kaçmayı başardılar. Merkezi Bizans
düzenli birlikleri ise paralı askerler olan
Alanlar’ın koruması ile hâlen kıyıda bulunan
gemilere binip Konstantinopolis'e kaçtılar.
Tarihçi Halil İnalcık 2009'da verdiği bir
konuşmada Osmanlı beyliğinin devlet niteliğini
1302 yılında Yalova yakınlarında merkezi
Bizans ordu güçleri ile yapılan Bafeus
Muharebesi'ndeki Osman Bey'in
galibiyetinden sonrası kazandığını iddia
etmektedir.
Bu muharebenin yapıldığı mevkii günümüzdeki
Yalova iline bağlı Hersek Köyü
topraklarındadır. Bu muharebeye günün
Bizanslı tarihçisi olan Yorgi Pachymeres yazdığı
kronolojik tarihinde Yalakdere içindeki Bizans
karakolu olan Bafeus/Çobankale'ye atıfla
"Bafeus Muharebesi" adını vermektedir. Bazı
Türkçe tarihçiler de bu muharebeyi
Yalakderesi vadisinde bulunan küçük Bizans
karakol merkezi olan Bapheus'un Türk ismi
olarak "Çobankale Muharebesi" adını verirler.
Fakat diğer bazı tarihçiler, özellikle 19. ve 20.
yy başlarından Osmanlı tarihi yazanlar, başta
Joseph von Hammer-Purgstall ve Ahmet Refik
Altınay olmak uzere isim karışıklığı içindedirler
ve bu muharebeye "Koyunhisar Muharebesi"
adını vermektedirler.
Bu muharebede Osmanlı tarafında Osman
Bey'in yeğeni olan Aydoğdu'nun şehit olduğu
belitrtilmektedir. Bafeus Savaşı, düzenli
7
merkezi Bizanslı ordusu ile Osmanlı uçbeyliği
ordusu arasındaki yapılan ilk savaştır.
Bu muharebeden sonra Marmara Denizi'nin
güney kıyılarına Osman Bey'in ordularının
hücumuna açık kaldı. O yıl Kite Hisarı, Orhaneli
(Atranos) ve Ulubat Gölü içinde bulunan Alyos
adası Osmanlı;lar eline geçti. Kite Hisarı'nın
Rum komutanı direnişe geçmişti ve kale
Osmanlılara eline geçince Aydoğdu'nun öcünü
almak için öldürüldü. Osman Bey'in ordusu ta
Ege Denizi'nde Edremit'e kadar gitme imkânı
bulunduğunu Bizans Imparatoru da anlamıştı.
Osmanlı güçleri bu bölgede bulunan
müstahkem mevkileri almaktan ziyade etrafta
bulunan ziraat arazizini işleyen köylere ve
köylülere akın yapmayı tercih etmişti. Bu kırsal
güney Marmara bölgesinde panik yaratmış ve
Rum köylülerinin göçe başlamalarına neden
olmuştur. Günün Bizanslı tarihçisi Yorgi
Pachymeres Bizans kırsal arazilerinden
yaşayan köylülerin başlattıkları büyük göçü ve
bu göç hareketinin ortaya çıkardığı zorlukları
kitabında anlatmıştır.
Bafeus Muhaberesi sonucundan sonra Bizans
Imparatoru Osmanlıları ve diğer Türkmen
beyliklerini Batı Anadolu'dan atmak hedefiyle
çok daha rizikolu politika uygulamaya karar
vermiştir. Akdeniz'de çapulcuğu, eşkıyalığı ve
korsanlığı ile ün yapmış Roger de Flor'u ve
onun komutası altında bulunan paralı askerler
birliği olan Katalan Bölüğü'nün Sicilya'da
kontratı bitince Anadolu'ya gelmek için teklifi
kabul etmiş ve onları Konstantinopolis'e davet
etmiştir. Çoğu Katalonyalılardan oluştuğu için
Katalan Bölüğü adını alan bir paralı askerler
birliğinin askerleri ve yanlarında bulunan
aileleri ile 1 Eylül 1302 de 31 kadırga ve
yardımcı yük gemileri ile Haliç'e gelmiştir. Bu
birliğin, yarısı ağır zırhlı süvari olan 2.500 kişilik
paralı askerden oluştuğu bildirilmektedir.
Bizans İmparatoru II. Andronikos Palaiologos
Katalan Bölüğü'nü kendine daha bağlamak için
kızını birlik komutanı Roger de Flor ile
evlendirmiştir.
Roger de Flor ve Katalan Bölüğü önce
Cenevizlilere karşı Konstantinopolis'te gözdağı
vermiş ve Kapıdağ yarımadasındaki önemli
Kzykus şehrini kuşatmaya almış olan Karesi
Beyliği güçlerine karşı kendi gemileri ile
gönderilmiş ve bu Türkmen ordusunu büyük
bir yenilgiye uğratmıştır. Bu muharebede
Katalan Bölüğü ağır süvari hücumları ve ok
işlemeyen zırhları ile çok ün yapmıştır. Sonra
Roger de Flor Alaşehir'e geçmiş ve kaleyi
kuşatmaya alan Karamanoğulları Beyliği
güçlerini büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Sonra
devamlı ganimet toplayarak Toroslarda Gülek
Boğazı'na kadar ordusu ile yürümüș; oradan
geri dönerek Katalan Bölüğü'nün
ganimetlerinin toplanıp saklandığı Alaşehir'e
gelmiş ve burada iken gemilerle Avrupa'dan
yeni asker desteği gelmiștir. Katalan Bölüğü ve
Roger de Flor önce karadan Konstantinopolis'e
geri gelmiş; IX. Mikhail Palaiologos'a destek
için Edirne'ye gitmiş ve 1305'de Edirne'de bir
komploya kurban giderek öldürülmüştür.
Katalan Bölüğü ve Roger de Flor Osmanlı
güçleri ile doğrudan muharebeye girmemekle
beraber, Katalan Bölüğü'nün diğer Anadolu
Beylikleri ordularına karşı 3 değişik büyük
muharebede üstün galibiyet kazandığı ve
giriştiği çok sayıda küçük çarpışmaları da hiçbir
zaman yenilgiye uğramadan galip bitirdiği
Bizans tarihçileri tarafından bildirilmektedir.
Yine Bizans tarihçilerine göre Roger de Flor ve
Katalonya Bölüğü'nün bu yenilmezlik ünü
dolayısı ile Osmanlı beyliğinin güney
Marmara'da fetihlerinin gelişmesi çok
yavaşlamıştır.
1308'de tekrar başlayan fetih akınlarıyla ilk
olarak İznik-İzmit yolu üzerindeki stratejik
Karahisar (Trikokıya) ele geçirildi. 1313'de
Osman Bey'e büyük yardımları dokunan Bizans
Harmankaya Tekfuru olan Mihail Köşes
8
Müslüman olarak Köse Mihal adını aldı ve fetih
akınlarına katılmaya başladı. 1313-1315
döneminde Sakarya Nehri vadisinde bulunan
Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve, Gölpazarı ve
Leblebici kaleleri ele geçirildi.
Bu fetihlerden Osmanlı beyliğinin daha
genişlemesini sağlamak için bu yörede en
büyük Bizans şehri olan Bursa'nın ele
geçirilmesi gerekmekteydi. Osman Bey
döneminde emrinde bulunan askeri güçler bu
şehrin büyük kalesini ele geçirmek
yeteneğinde değildiler. Bu nedenle Osman Bey
Bursa'yı abluka almayı tercih etti. Zaten Bursa
uzaktan üç yanından Osmanlı beylik arazileri
ile çevrili hale gelmişti. Bu şehrin daha yakın
ablukaya alınması için iki küçük "havale hisarı"
yaptırdı ve bu hisarların komutanlığını Osman
Bey yeğeni Aktimur ile kölesi olan Balancık'a
verdi.
SON YILLARI VE ÖLÜMÜ
Osman Gazi son yıllarında yaşının ilerlemesi ve
"damla illeti" yani gut hastalığı yüzünden
tarihçilerin bildirdiklerine göre, beylik idaresini
oğlu olan Orhan Bey'e bırakmıştı. Ancak
Osman Bey'in ne zaman ölüp, Orhan Bey'in ne
zaman beylik idaresini tümüyle eline aldığı
tartışmalıdır. 1320'den sonraki olayların
tarihçilerce anlatımlarında Osman Bey'in ismi
geçmemektedir. 15. yy Osmanlı tarihçilerinden
Ruhi Çelebi 1481 tarıhine kadar getirdiği
Tevarih-i Âli Osman adlı tarih eserinde Osman
Bey'in 1320'de öldüğünü bildirmektedir. II.
Mehmet ve II. Beyazid döneminde yaşayıp
1502'ye kadar olanları inceleyen Oruç Bey'in
"Tevarih-i Âli Osman" adlı tarih eserinde ise
Osman Bey'in ölüm tarihi 1327 olarak
verilmektedir. Diğer tarihçiler Osman Bey'in
ölümünü bu iki üç tarih arasında
vermektedirler. Modern tarihçi Necdet
Sakaoğlu
"1320'den sonraki olaylarda Osman Bey'in adı
geçmezken, oğlu Orhan'ın 1324'de bey
olduğunu kanıtlayan belgelerden söz edilir"
deyip Osman Bey'in ölümünün 1324'de
olduğunu ileri sürmektedir.
Osman Bey'in ölüm yerinin nerede olduğu da
tartışmalıdır. Büyük olasılıkla Söğüt'te
ölmüştür. Bazı tarihçiler Bursa'nın onun
ölümünden önce Osmanlı Devleti eline
geçtiğini kabul ederek, Bursa'da öldüğünü
iddia ederler. Ancak Bursa'nın Orhan Gazi
tarafından kendi beyliği döneminin başında
fethedildiği üzerinde Osmanlı tarihçilerinin
çoğu hemfikirdirler. Osman Gazi'nin önce
Söğüt'te babası Ertuğrul'un türbesine
gömüldüğü ve Bursa'nın fethinden sonra
buradan alınıp Bursa kalesinde Osmaniye
Meydanı'nda bulunan Gümüşlü Kümbet'e (Aya
Elia) gömüldüğü kabul edilmektedir.
Osman Gazi, babası Ertuğrul Gazi'den yaklaşık
4.800 km2 olarak devraldığı Osmanlı toprağını
oğlu Orhan Gazi'ye 16.000 km2 olarak
devrettiği hesaplanmıştır.
YENİLİKLER
İlk Osmanlı Parası 1324'de Osman Gazi
tarafından bastırıldı. Bu para bakırdan
oluşuyordu. Adı sikke idi.
9
AİLESİ
Eşleri
Malhun Hatun - Kayı Boyu'ndan Ömer Bey'in
kızı, Orhan Gazi'nin annesi.
Bala Hatun - Şeyh Edebali'nin kızı, Şehzade
Alaeddin'in annesi.
Erkek çocukları
Orhan Bey
Pazarlı Bey
Çoban Bey
Hamid Bey
Alaaddin Bey
Melik Bey
Savcı Bey
Kız çocukları
Fatma Hatun
ŞEYH EDEBALİ’DEN OSMAN GAZİ’YE
NASİHAT…
“Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık
sana... Güceniklik bize; gönül almak sana..
Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize,
yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler,
çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize;
adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum
bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek
bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize;
uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek
sana..
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah
Teala yardımcın olsun. Beyliğini mübarek
kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını
parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü
taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve
kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim
gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize
va’dedilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı
temizlemeliyiz.
Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama
bunları nerede ve nasıl kullanacağını
bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur
gidersin.. Öfken ve nefsin bir olup aklını
mağlup eder. Bunun için daima sabırlı,
sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok
önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir.
Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut
yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç
da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi
irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her
zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri
tutan da bu irfandır.
İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam
ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin
gördüğü gibi büyük değildir. Bütün
fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak
senin fazilet ve adaletinle gün ışığına
çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket,
büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını
10
kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere
dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma!
Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere
sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın
zedelenir...
Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime,
zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken,
itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte
yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette
değildir.
Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki
atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz,
pervasız, kahraman, gözüpek) derler.
En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman,
insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın
kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve
kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir.
Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine
kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur.
Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında
devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında
bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar..
(Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.)
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay
kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca
laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür.
Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez.
Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..
Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi
yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri
sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür,
semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin
değil, bırakmayanın ardından ağlamalı...
Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.
Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam.
Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat
bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele
kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey
memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca
bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye
hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..
Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını
bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına
kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu
bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır.
Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez.
Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen,
geleceğini de bilemez.
Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam
basasın.
Nereden geldiğini unutma ki, nereye
gideceğini unutmayasın...”
ŞEYH EDEBALİ (1206-1326)
ŞEYH EDEBALİ KİMDİR?
Şeyh Edebali (Şeyh Adabalı veya Şeyh Atası)[1]
يخ (1326 - 1206) ش ي اده ال Osmanlı ,ب
Devleti'nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam
ilahiyatçısı-din bilgini, Ahi şeyhi, Osman
Gazi'nin kayınbabası ve hocası, bir anlamda da
11
sonradan imparatorluk olacak Osmanlı
Devleti'nin fikir babasıdır.
Aslen Karamanlı'dır. Karaman'da başladığı
tahsilini Şam'da tamamlamıştır. Tefsir, hadis
ve özellikle İslam hukukunda uzmanlaşmıştır.
Mevlânâ Celaleddin-i Rumi ve Hacı Bektaş-ı
Veli gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde
bulunmuştur. Tasavvuf yoluna girdiği, Baba
İlyas halifelerinin ileri gelenlerinden olduğu
belirtilmektedir. Doğum tarihi kesin
olmamakla beraber, 1206 yıllarında doğduğu
tahmin edilmektedir.
Alim, faal, varlıklı, çevresi için örnek teşkil
eden bir kişi olan Şeyh Edebali, Eskişehir
yakınlarında o zamanki adıyla İtburnu denilen
köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede
öğrenci yetiştirir ve halkı aydınlatırdı. Bilecik'te
bir dergah yaptırmış, Osman Gazi'yi de birçok
defa burada misafir etmiştir.
Rivayete göre, Osman Gazi'nin dergahta
bulunduğu bir gece, rüyasında Şeyh
Edebali'nin göğsünden bir ayın çıkıp kendi
göğsüne girdiğini ve göğsünden bir büyük ağaç
bitip dallarının alemi kapladığını, altından
birçok nehirlerin çıkıp insanların bu sulardan
geçtiklerini görmüştü. Sabah olup rüyayı
anlatınca, Şeyh Edebali rüyayı şöyle tabir
etmiştir:
"Sen, Ertuğrul Gazi oğlu Osman, babandan
sonra bey olacaksın. Kızım Malhun Hatun ile
evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur
budur. Sizin soyunuzdan nice padişahlar
gelecek ve nice devletleri bir çatı altında
toplayacaklar, Allah nice insanın İslam'a
kavuşmasına senin soyunu vesile edecektir."
Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla
devam edecek olan bir imparatorluğun
temelleri Osman Gazi ile atılır ve bunun ilk
müjdecisi Şeyh Edebali olur.
1326'da 120 yaşlarında Bilecik'te vefat etmiş,
dergâhının zikir odasına gömülmüştür.
Bilecik'de ve Eskişehir'de adına türbeler
yapılmıştır. Vefatından bir ay sonra kızı, dört
ay sonra da damadı Osman Gazi vefat etmiştir.
ŞEYH EDEBALİ TÜRBESİ-BİLECİK
BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ
“CahiI iIe dost oIma: iIim biImez, irfan biImez,
söz biImez; üzüIürsün.”
“UkaIayIa dost oIma: çok konuşur, boş
konuşur, kem konuşur; üzüIürsün.“
“Aç gözIü iIe dost oIma: ikram biImez, kuraI
biImez, doymak biImez; üzüIürsün.”
12
Osmanlı Devleti’nin kurucusu ve ilk
hükümdarı olan Osman Gazi son yıllarını gut
hastalığı ile boğuşmakla geçirmiştir. Yaşından
ve hastalığından dolayı 1326 yılında kalbi daha
fazla dayanamamış ve kalp yetmezliğinden
hayata gözlerini yummuştur. Osman Gazi kalp
yetmezliğinden ölen ilk ve tek Osmanlı
padişahıdır.
KALP
Kalp veya yürek (Arapça: لب :kalb; Latince ق
cor ; Yunanca: Καρδιά = kardia), kalp kası
olarak bilinen özel bir tip çizgili kastan
oluşmuş, içi boş, kendiliğinden kasılma
özelliğine sahip kuvvetli bir pompadır.
Temel görevi kanı vücuda pompalamak olan
kalp, Metabolizma faaliyetleri sonucunda
oluşan artık ürünlerin de vücuttan
uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi,
asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve
enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine
taşınması gibi görevleri yapar.
Kalp bu sistem içerisinde motor görevi yapar.
Kalp insanda dakikada 60-80 çarpma arasında
değişen bir hızla dakikada 5-35 litre arası,
günlük ise 9000 litre kanı vücuda pompalar.
Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm
insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere,
hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda
pompalar. Normal bir kadında ortalama
ağırlığı 200-280 gram, yetişkin bir erkekte ise
250-390 gram ağırlığındadır. Her kişinin kalbi
kendi yumruğu büyüklüğündedir.
1. Sağ atrium (Atrium dextra),
2. Sol atrium (Atrium sinistrum),
3. Superior vena kava (Vena cava superior),
4. Aort,
5. Pulmoner arter,
6. Pulmoner ven,
7. Mitral kapak,
8. Aort kapağı,
9. Sol ventrikül,
10. Sağ ventrikül,
11. Inferior vena kava (Vena cava inferior),
12. Triküspit kapak,
13. Pulmoner kapak
KALP YETMEZLİĞİ
13
Kalp, Göğüs boşluğunda, 2 Akciğer arasında,
Sternum'un arkasında, Diyafram kası üzerinde
ve 4. 5. ve 6. 'Costae'ların arka yüzünde, üçte
ikisi orta çizginin solunda, üçte biri ise sağında
yer almaktadır.
Elimizi göğsümüzün sol tarafına
koyduğumuzda, kalbimizden gelen sesin
nedeni kulakçık ile karıncık arasındaki
kapakçıkların açılıp kapanmasıdır.
Başlıca 4 kalp sesi vardır; bunların ilk ikisi
hissedilir veya steteskop vasıtasıyla
duyulabilirken, 3. ve 4. sesler ancak EKG (ECG)
cihazında duyulabilir. 1. kalp sesi atriyo-
ventriküler kapakların sesi iken, 2. kalp sesi
aorta ve arteria pulmonalis'teki kapakların
çıkardığı sestir. 1. ve 2. kalp sesi arasındaki
süre ventrüküler sistoldür (kalbin kasılması). 2.
kalp sesi ile 1. kalp sesi arasındakü süre ise
ventriküler diastol (kalbin gevşemesi)
evresidir.
KALBİN ODACIKLARI
Kalbin içerisinde 4 adet odacık bulunmaktadır.
Bunlar;
Sağ kulakçık(atrium dexter)
Sol kulakçık(atrium sinister)
Sağ karıncık(ventriculus dexter)
Sol karıncık(ventriculus sinister)'dan
oluşmaktadır.
Kalbin sağ ve sol kısımları septum aracılığıyla
birbirinden tamamen ayrılmaktadır. Kalp, içi boş
dört bölmeden oluşmaktadır. Sağ kalp, sağ
kulakçık ve sağ karıncıkdan oluşmakta olup
burada oksijen bakımından fakir olan venöz kan
bulunmaktadır. Sol kalp ise sol kulakçık ve sol
karıncıkdan oluşmuş olup içerisinde oksijen
bakımından zengin olan arterial kanı bulundurur.
Ayrıca sol karıncığın pompalama görevinden
dolayı duvar yapısı diğer boşluklara göre oldukça
gelişmiştir.
KALBİN KAPAKLARI
Kalpte iki adet atrioventriküler kapak, iki adet de
büyük damar kapakları (semilunar kapak) olmak
üzere 4 kapakçık bulunmaktadır. Kulakçıklar ile
karıncıklar arasında ve karıncıklar ile buradan
çıkan damarlar arasında kapaklar bulunur.
Kapakçıklar, kanın tek yönlü akmasını yani geriye
dönüşünü engellemeye yarar. Kapaklar, kanın
karıncıklara tek yönlü girişini sağlarken aynı
zamanda tek yönlü çıkışını da sağlarlar.
Triküspid kapak: Sağ kulakçık ile sağ karıncık
arasında bulunur.
Pulmoner kapak: Sağ karıncık ile pulmoner arter
(akciğer arteri) arasındaki sağ karıncıkdan
pompalanan kanın geri dönüşünü engelleyen üç
adet yarım ay şeklindeki kapaklardır.
Mitral kapak: Sol karıncık ve sol kulakçık arasında
bulunur.
Aort kapağı: Sol karıncık ile aort arasında
bulunur. Bu kapaklar sol karıncıkdan
pompalanan kanın geri dönüşünü engeller.
Kalbin atışının üç boyutlu ultrasonografide
görünümü
14
DİASTOLTİK EVRE
SİSTOLİK EVRE
KALBİN DAMARLARI
Kalbin içerisi her ne kadar kan ile dolu olsada,
içerisindeki kanla değil, aort damarından ayrılan
sağ ve sol kalp atardamarlarından
beslenmektedir. Başta iki ana dal hâlinde olan bu
arterler daha sonra kollara ve dallara ayrılıp kalbi
beslerler.
Kalbin arka yüzünü ve sağ karıncığı besleyen; Sağ
Koroner Arter,
Kalbin ön yüzünü sol karıncığı besleyen; Sol Ön
İnen Arter (LAD),
Kalbin sol yanını ve arkasını
besleyen; Sirkumfleks Arter (Cx)
Ayrıca LAD ve Cx arterlerinin dallandığı çok kısa
bir Sol Ana Koroner Arter bulunmaktadır. Bu
damarlar içerisinde en önemlisi LAD, kalbin
neredeyse üçte ikisini besler. Tıkanması
durumunda zarar gören kas kitlesi önemli
düzeyde olduğundan ölüme neden olma durumu
yüksektir, bu nedenle bu damara "Dul bırakan
damar" (widowmaker) adıda verilmektedir. Sağ
koroner arter sinüs düğümüne kan verdiğinden
damar tıkanıklığı gerçekleştiğinde kalpte durma
ve ritim bozuklukları sıkça görülür.
KALBİN TABAKALARI
Kalp 3 tabakadan oluşur. Dıştan içe doğru
perikart, miyokart ve endokart olarak
adlandırılmaktadır. Dışta bulunan "perikart",
kalbi dıştan saran fibro seröz yapıda bir zardır.
Bu zarın arasında sürtünmeyi azaltan bir sıvı
bulunur. Ortada bulunan "miyokart", kalbin kas
tabakasıdır. Kalbin en kalın tabakası burasıdır.
Pompalama görevi yapan karıncıklar,
kulakçıklara göre özellikle sol karıncıkda daha
kalın durumdadır. En iç kısım olan "endokart",
tek katlı epitel hücrelerden oluşmuştur. Kalbin iç
yüzeyini örten bu tabaka, içeriye doğru uzantılar
vererek kalpteki dört kapağın temelini oluşturur.
KALBİN İLETİM SİSTEMİ
Kalbin kasılarak kendisine gelen kanı bir
pompa gibi davranarak vücuda vermesi
elektrik akımları sayesinde kasılması ile
olmaktadır. Kalbin yönetim sisteminde özel
hücre kümeleri, demetleri ve lifleri
15
bulunmaktadır. Uyarı ve ileti sistemi, sinoatrial
düğüm (SA), atrioventriküler düğüm (AV),
atrioventriküler demet (his demeti) ve
purkinje lifleri olmak üzere dört bölümden
oluşmaktadır. Bunlardan ilk ikisi uyarı
sisteminde, diğer ikisi ise ileti sisteminde yer
almaktadır.
Bir kalp atımı, kalbin sağ kulakçığının üst
bölümlerinde bulunan sinoatrial düğümün
elektriksel bir uyarı çıkarmasıyla
başlamaktadır. Bu düğümün özelliği eşit
aralıklarla ve belirli bir hızda (dinlenme
durumunda dakikada ortalama 60-80 kez)
uyarı çıkarmasıdır. Bu bölge kalbin doğal pili
olarak bilinmektedir (pacemaker). Sinüs
düğümünde (Sinoatrial) oluşmuş olan bu uyarı,
kalbin her iki kulakçığı boyunca, yine bu iş için
özelleşmiş iletim yolları ile aşağıya doğru
yayılıp bu uyarı ile birlikte kulakçıklar kasılarak
içlerindeki kanı karıncıklara gönderirler.
Sonrasında uyarı, kulakçıklar ile karıncıklar
arasında bulunan diğer bir özel bölgeye;
atrioventriküler (AV) düğüme gelir. Elektrik
iletisi karıncıklara ulaştırılmadan önce
atrioventriküler düğümde 0.1 saniyelik
gecikme kulakçıkların karıncıklardan önce
kasılmasını sağlar. Böylelikle kulakçıklar ile
karıncıkların aynı anda kasılması engellenir.
Böylece atrioventriküler düğümden geçen
akım, His-Purkinje sistemi ile uyarı tüm
karıncıklara yayılır ve karıncıklar kasıldıklarında
içlerindeki kanı akciğerlere ve aort yoluyla
vücuda pompalarlar. Böylelikle sinüs düğümü
yeniden başka bir uyarı çıkarıp başka bir döngü
başlatır. Sinoatrial düğüm dakikada ne kadar
uyartı çıkartıyorsa (dinlenme durumunda
ortalama 60-80 defa), kulakçıklar ve karıncıklar
o sayıda sistol yaparlar. Bir kalp vuruşu
karıncıkların sistolüdür.
İnsan Kalbi
Açık Kalp Ameliyatı
16
KALP YETMEZLİĞİ
Yaklaşık son 70 yıl içerisinde kalp yetersizliği
(KY) için farklı tanımlamalar yapılmıştır. İlk
tanımlama Thomas Lewis tarafından “Kalbin
muhteviyatının yeterince bo-şalamaması
durumudur” olarak dile getirilirken Paul
Wood, “Kalbin vücudun ihtiyacı için gereken
yeterli dolaşımı sağlayamaması durumudur”
demiştir. İlk değerlendirmelerde daha çok sol
ventrikülün pompa yetersizliği vurgulamış iken
günümüzde KY’nin bir sendrom olduğu ve
hastaların semptom ve fizik bulgularıyla
tanımlanması gerektiği görüşü ön planda
olmaktadır. Kalp yetersizliği ventrikülün doluş
ve/veya ejeksiyon yetisini etkileyen yapısal
veya fonksiyonel değişikliklerin neden olduğu
kompleks bir klinik sendromdur. Aşırı sıvı
birikimine ve/veya düşük kalp debisine bağlı
semptomlar (Tablo-1) genellikle egzersizle
birlikte artmaktadır.
Fizik muayene bulguları ise sol ventrikül doluş
basıncındaki artış, volüm yüklenmesi, düşük
debi, pulmoner hipertansiyon ve
kardiyomegalinin varlığı doğrultusundadır. Sıvı
yüklenmesinin üç önemli bulgusu pulmoner
konjesyon, boyunda venöz dolgunluk ve
periferik ödemdir. Bu tabloda fizik muayene
sırasında
karın sağ kadranında yapılan kompresyon
venöz dönüşünü arttırmak suretiyle juguler
venöz basıncı arttırmaktadır (hepatojuguler
reflü).
Kalp yetersizliğinin tanısında semptomlar ve
klinik özgeçmiş tek başına yeterli
olamamaktadır. Örneğin kalp yetersizliğinin
tanısında tek başına ortopnenin duyarlılığı
%25, nokturnal nefes darlığı %29, boyunda
venöz dolgunluk %32.7 ve hepatomegalinin
tek başına duyarlılığı ancak %16.9 oranında
olmaktadır. Kalp yetersizliğinin tanısı için tipik
semptomlarla birlikte fizik muayene bulguları
ve yapısal veya fonksiyonel bozukluklarının
objektif kanıtları gerekmektedir (Tablo-1).
Kalp yetersizliği tanısıyla tedaviye başlanılan
hastalarda genellikle semptomatik iyileşme
gözlenmelidir. Asemptomatik kalp yetersizliği
hastalarında da mortalite oranı yüksektir.
Prevalansı ise ≥45 yaş grubunda %34 olarak
bildirilmektedir. Dolayısıyla tanıdan sonra
hastalar asemptomatik olsalar bile uygun
tedavi yaklaşımları takip edilmelidir. Diğer
önemli bir nokta ise, kalp yetersizliği tanısı
alan hastalarda mutlaka etiyolojik neden
aranmalıdır. Detaylı anamnez ve fizik muayene
ilk adım olmalıyken ekokardiyografiyle sol
ventrikülün sistolik fonksiyonları, ejeksiyon
fraksiyonu ve diğer yapısal deği-şiklikler
(kapaklar, perikard, sağ ventrikül)
değerlendirilmelidir. Kalp yetersizliğinin
tanısında göğüs grafiği ve elektrokardiyografi
mutlaka yer almalıyken gerektiğinde manyetik
rezonans ve tomografi yöntemleriyle altta
yatan sebebin ciddiyeti ve doğası hakkında
bilgi edinilebilir.
Natriüretik peptidler (BNP ve NTproBNP), sol
ventrikülün volüm ve basınç yükselmesine
karşın salınmaktadır.
Natriüretik peptidler (NP) yaş, cinsiyet, kilo ve
böbrek fonksiyonlarından etkilenmekle birlikte
serumda yükselmesi kalp yetersizliği ve kalp
yetersizliğine neden olabilecek
hemodinamiğin varlığını göstermektedir.
Dolayısıyla NP’ler kalp yetersizliğinin tanısında
(hemodinamik değişikliklerin göstergesi
17
olarak) ve prognoz belirlemesinde tüm
kılavuzların önerdiği bir parametredir.
Diyastolik Kalp Yetersizliği
Kalp yetersizliği genellikle fonksiyon
bozukluğunun tipine göre sistolik ve diyastolik
olmak üzere iki ana grupta incelenir. Diyastolik
fonksiyon bozukluğu tek başına diyastolik KY
anlamında değildir. Diyastolik disfonksiyon,
ventrikülün (pasif) genişleyebilme özelliğinin,
doluş veya relaksasyonun bozulması
anlamındadır. Diyastolik KY (DKY) veya sol
ventrikül sistolik fonksiyonları korunmuş KY
için kalp yetersizliğinin semptomlarıyla birlikte
ekokardiyografik objektif kanıtların olması
şarttır. Kesin bir EF (ejeksiyon fraksiyonu) sınırı
belirtilmemekle birlikte sol ventrikül
fonksiyonları korunmuş (SVEF>%50) kalp
yetersizliği olarak tanımlanmaktadır. Gerçi pek
çok
Kalp Yetersizliğinin Tanısı, Evreleri ve
Sınıflandırması
1. Kalp yetersizliğinin tipik semptomları
Dispne, halsizlik, yorgunluk, eklemlerde şişlik
2. Muayene bulguları
İstirahat taşikardisi, dar nabız basıncı, periferik
ödem, boyunda venöz dolgunluk, pulmoner
konjesyon, hepatomegali
3. Objektif kanıt
Kardiyomegali, ekokardiyografik bulgular,
üçüncü kalp sesi, Natriüretik peptid düzeyleri
kalp yetersizliği olgusunda sistolik ve diyastolik
fonksiyon bozukluğu bir arada bulunmaktadır.
Sol ventrikül fonksiyonlarının korunduğu
diyastoik KY hastaları sistolik KY’e (SKY) göre
daha yaşlı (ortalama 4 yıl), hipertansif ve daha
çok kadınlardan oluşmaktadır. Mortalite
açısından ise her iki grupta da yüksek
(SKY:%12, DKY:%10) bulunmuştur.
Akut ve Kronik Kalp Yetersizliği
Kalp yetersizliğinin alışıla gelmiş önemli
sınıflamalarından biri de kalp yetersizliğinin
klinik olarak ortaya çıkışına göre akut veya
kronik olarak ayırımıdır.
Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti (ESC) “akut”
kelimesini kimileri hastalığın ciddiyeti, kimileri
ise dekompanze durum, hatta yeni başlayan
kalp yetersizliği olarak değerlendiklerinden
dolayı 2008 yılı kılavuzunda farklı bir
sınıflandırmayı ön görmüştür. Söz konusu yeni
sınıflandırmada yeni başlayan KY ilk kalp
yetersizliği atağını, geçici KY ise belli bir sürede
semptomatik olan ve uzun dönem tedavinin
gerekli olabileceği hastaları (örneğin
toparlanma döneminde olan miyokardit
olgular, iskemiye bağlı ortaya çıkan ve
revaskülarizasyonla düzelen hastalar ve stabil,
kötüleşen veya dekompanze kronik kalp
yetersizliği hastaları) yer almaktadır.
Akut tabloda ani başlayan istirahat ve/veya
egzersizle birlikte nefes darlığı söz konusu iken
kronik durumda periferik ödem ve asit ön
planda olabilmektedir. Zaman içerisinde
pulmoner venöz kapasitenin volüm
yüklenmesine adaptasyon göstermesinden
18
dolayı alveollerdeki sıvı birikimi tüm
akciğerdeki sıvı artışına rağmen azalacaktır.
Sol ve Sağ Kalp Yetersizliği
Kalp boşluklarına göre yapılan sınıflandırmada
özellikle pulmoner veya sistemik konjesyonu,
sıvı birikmesine bağlı pulmoner ödem veya
ayak bileği ödemi vurgulamak istendiğinde
kullanılmaktadır. Sağ ventrikül yetersizliğinin
en sık sebebi sol ventrikül yetersizliğin neden
olduğu pulmoner arter basıncın yükselmesi,
yetersiz böbrek perfüzyonu, su-tuz
retansiyonu ve dolaşımda sıvı birikmesidir.
Yüksek ve Düşük Debili Kalp Yetersizliği
Yüksek debili KY’nin en sık sebepleri anemi,
tirotoksikoz, septisemi, karaciğer yetmezliği,
artriyovenöz şantlar olmaktadır. Yapısal kalp
hasarı olmaksızın kalbin debisine bağlı olarak
çıkan klinik tablolarda semptomlar sebebe
yönelik tedaviyle tamamen düzelebilmektedir.
NYHA Sınıflaması
Hastaların fonksiyonel durumuna göre klinik
tablonun sınıflandırması (New York Kalp
Birliğinin, NYHA) sınıflaması ilk kez 1928
yılında tanımlanmış iken en son 1994 yılında
revize edilmiştir. I’den IV’e kadar hastalar
fiziksel aktivitelerine göre sınıflandırılmaktadır:
Sınıf I- Yüksek düzeyde egzersizle semptomlar
ortaya çıkmaktadır. Hasta ≥7 MET gerektiren
(örn: basketbol) aktiviteleri yapabilir. Sınıf II-
Orta düzeyde egzersizle semptomlar ortaya
çıkmaktadır. Hasta ≤ 5 MET gerektiren
aktiviteleri yapabilir. Sınıf III- Hafif düzeyde
egzersizle semptomlar ortaya çıkmaktadır.
Hasta ≤ 2 MET gerektiren aktiviteleri yapabilir
Sınıf IV- İstirahatta semptomatik Hasta > 2
MET gerektiren aktiviteleri yapamaz NHYA
sınıflaması güçlü bir prognoz göstergesi ve risk
belirleyicisi olmaktadır. Fonksiyonel sınıf
arttıkça hayatta kalma oranı azalmaktadır.
ACC/AHA’nın Kalp Yetersizliği Evrelemesi
Önerilen evreleme sisteminde kalp yetersizliği
hastaların gelişmesi ve progresyonu birlikte
ele alınmaktadır. Kalp yetersizliği hastaları 4
evrede incelenirken ilk 2 evre (A ve B) hastaları
asemptomatik ve kalp yetersizliğinin gelişmesi
için risk taşıyanlardan oluşurken C ve D
evreleri semptomatik kalp yetersizliği
hastalarını kapsamaktadır:
Evre A- Asemptomatik, kalp hasarı yok ancak
kalp yetersizliği için risk faktörleri var (örneğin
hipertansiyon)
19
Evre B- Asemptomatik, yapısal kalp hasarı ve
sol ventrikül fonksiyon bozukluğu var (örneğin
sol ventrikül hipertrofisi, miyokard infarktüsü)
Evre C- Kalp hasarıyla birlikte semptomatik
Evre D- Refrakter ve son dönem kalp
yetersizliği
NHYA sınıflandırmasının hastalığın ciddiyeti ve
mortaliteyle ilişkili olmasına rağmen bazı
sınırlılıkları söz konusudur. Örneğin aynı
yapısal kalp hastalığında olan bir kişi zaman
içerisinde sınıf IV’den sınıf III veya II’ye
gerileyebilmektedir. Dolayısıyla farklı
fonksiyonel sınıflarda, yapısal kalp hastalığın
boyutu bilinmiyorsa eksik değerlendirme ve
tedaviye neden olabilmektedir. Ayrıca
fonksiyonel sınıflandırmanın gözlemciler arası
değişkenliği ve tekrarlanılabilirliği yüksek ve
%50’ye yakın olmaktadır. Kalp yetersizliği
semptomları şiddetinin ilaç değişikliği
yapılmaksızın da değişebileceği veya ventrikül
fonksiyonlarında belirgin bir değişiklik
olmaksızın ilaç tedavisiyle fonksiyonel
kapasitenin değişebilmesi NYHA sınıflamasının
diğer sınırlılıkları arasında yer almaktadır.
Buna karşın yapısal ve fonksiyonel
değişikliklerdeki düzelme çoğu zaman belirgin
semptomatik düzelmeyle birliktelik
göstermektedir.Kalp yetersizliğinin progresif
bir sendrom olduğu göz önüne alınarak
önerilen ACC/AHA evreleme sisteminde
asemptomatik olan evre A ve B hastaları kalp
yetersizliği için risk faktörü taşıyan hasta
grupları arasında yer almaktadır. Örneğin
hipertansiyon, koroner arter hastalığı veya
diyabetik hastalarda sol ventrikül fonksiyon
bozukluğu görülmemesine rağmen evre A’da
sınıflandırılırken evre B hastaları yapısal kalp
hastalığı olan (örneğin sol ventrikül hipertrofisi
veya sol ventrikül fonksiyon bozukluğu) ancak
asemptomatikleri kapsamaktadır.
Yeni evreleme sistemi daha objektif bir
değerlendirme olanağı sağlamasına rağmen
kesinlikle NYHA sınıflaması yerine gelmiş değil
ancak risk ve tedavi yönlendirmesinde
tamamlayıcı bir unsur olmaktadır. NYHA
sınıflamasında evrelere göre bir ilaç tedavisi
söz konusu olmamasına karşın yeni sistemde
her evreye göre tedavi seçenekleri
belirlenmiştir. Evre C grubu için önerilen
tedaviler hasta, NYHA sınıf I olsa bile uygun ve
olması gereken bir tedavi olacaktır.
Killip Sınıflandırması
Akut miyokard infarktüs sonrası 250 hastanın
incelendiği bir çalışmanın ışığında
benimsenilen Killip sınıflandırmasında
miyokardiyal hasarın derecesine göre 4 evre
tanımlanmıştır. Killip I’den IV’de doğru
mortalite artmaktadır (Tablo-2)
Killip kullanılışlı bir sınıflandırma olmasına
karşın sınıf II ve III’ün ayırımı her zaman çok
kolay olamamaktadır. Ayrıca akciğerde
konjesyona bakılmaksızın tüm karidyojenik şok
hastaları sınıf IV’te yer almaktadır. Halbuki
konjesiyonun olup olmaması prognozu
etkileyebilmektedir.
Forester Sınıflandırması
Akut miyokard infarktüs sonrası hastalar Killiip
sınıflandırmasına göre daha ayrıntılı olarak
klinik (periferik hipoperfüzyon: filiform nabız,
soğuk cilt, periferik siyanoz, hipotansiyon,
taşikardi, konfüzyon oligüri) ve hemodinamik
(doku perfüzyonü: kardiyak indeks 2.2l/dk/m2
ve pulmoner konjesyon: PCWP>18 mmHg)
bulgularına göre sınırları kesin çizgilerle
ayrılmış 4 grupta incelenmektedir. Sınıf I’de
20
pulmoner konjesyon veya periferik
hipoperfüzyonu olmayanlar, sınıf IV’de her
ikisinin birlikte görüldüğü hastalar, sınıf II’de
periferik hipoperfüzyon olmadan pulmoner
konjesyon ve sınıf III’de ise pulmoner
konjesyon olmaksızın periferik hiperperfüzyon
olan hastalar yer almaktadır. Sınıf I’den IV’e
doğru mortalite sırayla %2.2, %10.1, %22.4 ve
%55.5 olmaktadır. Forester sınıflamasında sınıf
II (pulmoner ödem-yaş, ekstremiteler sıcak)
diüretik ve vazodilatör tedavi, hipovelemi-kuru
ve eksremitelerin soğuk olduğu sınıf III’te sıvı
yüklenmesi ve kardiyojenik şok sınıfında ise
(sınıf IV) ise pozitif inotropikler ilaçlar ve
vazopresörler önerilmektedir.
Kalp Yetersizliğinin Etiyolojisi
Kalp yetersizliği için risk faktörleri Tablo-3’te
özetlenmiştir. Söz konusu faktörlerin rolü ise
SKY ve DKY arasında farklılık
gösterebilmektedir.
Kalp yetersizliğinin prevalansı ise yaşla birlikte
artmaktadır. Prevalans oranı 50-60 yaş
arasında %0.8 iken >80 yaş grubunda
erkeklerde %0.66 ve kadınlarda %0.79’a
yükselmektedir.22 Sistolik ve diyastolik KY
sıklığı açısından da oranların birbirine benzer
olduğu rapor edilmektedir.
Kalp Yetersizliğinde Tanısal Testler
Kalp yetersizliğinin tanısında Framingham, 23
Boston, 24 Duke 25 gibi algoritmalar
tanımlanmıştır. Ancak genellikle fizik muayene
bulgularının ön planda olduğu bu gibi
algoritmalarda laboratuar ve ekokardiyografik
değerlendirmeler dikkate alınmamıştır.
Elektrokardiyografi
Kalp yetersizliğine özgü bir EKG bulgusu söz
konusu değildir. Ancak KY’nin etiyolojisinde rol
oynayan durumlara bağlı EKG bulguları
(örneğin sol ventrikül hipertrofisi, miyokard
infarktüsü) sıklıkla KY hastaların
değerlendirmesinde göze çarpmaktadır.
Göğüs Grafisi
Tanıda göğüs X-ray grafisi önemlidir. Göğüs
grafisinde pulmoner ödem, kardiyomegali,
kerley B çizgileri, plevral effüzyon, kapak
ve/veya doğumsal hastalıklarına bağlı
değişiklikler değerlendirilmelidir. Alvoeler
ödem, interstisyel ödem ve pulmoner venöz
basınç artışına bağlı sefalizasyonun (geyik
boynuzu) varlığında tanısal özgüllük >%90
olmaktadır.
Laboratuar Testler
Tam kan sayımı, serum elektrolitleri, karaciğer
fonksiyon testleri ve açlık kan şekeri mutlaka
değerlendirilmelidir. İlk kez beyinde tespit
edilmesine rağmen kalpte de bulunan beyin
natriüretik peptid (Brain natriuretic peptide,
BNP) ve N-terminal pro-BNP (NT-pro-BNP)
düzeylerindeki artış KY kuşkusu olanlarda
değerlendirilebilir.
Plazma BNP >400 pg/ml ve NT-proBNP >2000
pg/ml değerleri hem sistolik hem de diyastolik
21
kalp yetersizliği için tanısal değeri
bulunmaktadır. Ventrikülerdeki gerilime bağlı
olarak plazmada yükselen natriüretik
peptidlerin değerleri ayrıca prognozla da
doğrudan ilişkilidir. Natriüretik peptidlerin
tanıdaki duyarlılığı (BNP <100-400 pg/ml ve
NT-proBNP< 400 pg/ml) özgüllüklerine göre
daha fazla iken plazmadaki düzeyleri yaş,
cinsiyet, böbrek fonksiyonları ve obeziteden
etkilenmektedir. Kalp yetersizliğinde ayrıca
miyokardiyal yüklenme ve/veya hücre
ölümüne bağlı olarak akut koroner sendrom
olmaksızın troponin düzeyi
yükselebilmektedir.
Ekokardiyografi
Hastanın yakınmaları, fizik muayene, göğüs
grafisi yanı sıra tanıda mutlaka
ekokardiyografik veriler değerlendirmelidir.
Kalp boşluklarının çapları, hacimleri, sistolik ve
diyastolik fonksiyonlar, ejeksiyon fraksiyonu,
duvar hareketleri, perikard yaprakları ve
kapakların durumu ekokardiyografik olarak
tüm kalp yetersizliği düşünülen hastalarda
incelenmelidir. Ekokardiyografik veriler ayrıca
hastanın prognozu hakkında da bilgi
verebilmektedir.
Stres Ekokardiyografi yöntemi ise ventrikülün
fonksiyonları yanı sıra canlı doku araştırması
açısından önem taşımaktadır. Sol dilatasyonu
veya dal bloğu varlığında duyarlılığı
azalmaktadır.
Kalp Kateterizasyonu ve Koroner Anjiyografi
Sağ kalp kateterizasyonu ventriküler doluş
basıncı, vasküler direnç ve kardiyak debi
hakkında bilgi vermektedir. Koroner
anjiyografi ise anjina pektoris veya koroner
arter hastalığı için güçlü risk faktörleri olanlar
ve akut koroner sendrom sonrası kardiyojenik
şok tablosunda olanlarda tedavi statejisini
belirlemek için önerilmektedir.
Endomiyokardiyal Biyopsi
Kalp yetersizliğinin tanısında rutin uygulanılan
bir test değildir. Genellikle sağ ventrikülden
olmak üzere özel miyokard hastalıkların
(infiltratif olanlar: amiloid, sakoidoz,
hemokromatoz, eozinofilik miyokardit ve
restriktif kardiyomiyopati) tanısında
miyokardiyal biyopsi bulguları tanıya destek
sağlamaktadır.
Diğer Yöntemler
Magnetik resenans yöntemiyle, ventrikül
fonksiyonları, volümleri, kitlesi, miyokardın
kalınlığı ve duvar hareketleri yanı sıra
miyokardiyal trombüs veya kitle, kapaklar,
perikard ve doğumsal defektler, inflamasyon
veya infiltrasyon değerlendirilmesi
yapılabilmektedir. Dispnesi olan ve kesin tanı
konulamayan hastalarda pulmoner fonksiyon
testleri ve egzersiz testi sırasında maksimal
oksijen tüketiminin değerlendirmesi önerilen
testler arasında yer almaktadır. Aritmi veya
senkobu olan hastalarda EKG holterinin
değerlendirmesi önem taşımaktadır. Kalp hızı,
atriyal ve ventriküler aritmilerin
değerlendirmesi prognozu ve tedaviyi
yönlendirmeye ışık tutmaktadır.
22
Gördüğünüz gibi ilk Osmanlı padişahı Osman
Gazi’nin geçirdiği ve ölümüne sebep olan
rahatsızlık günümüzde çok gelişmiş
yöntemlerle tedavi edilebiliyor. Kim bilir belki
o günde bugünkü yöntemler ve teknoloji
olsaydı Osman Gazi kaç yıl daha hüküm sürüp
kaç kale daha fethedecekti…