sty-kağıthane gazetesi

16
Eyüp İstanbul 2010 Avrupa Kültür Baş- kenti Ajansı’nın katkılarıyla ve Habertürk’ün ana sponsorluğunda gerçekleşen Genç Hayat Vakfı’nın “Sokağımdan Tarih Yazıyorum” adlı sözlü tarih projesi, İstanbul’un on il- çesindeki otuz ortaöğretim kurumun- da eğitim gören bin lise öğrencisini kapsamaktadır. Proje bu öğrencilerin kendi kimliklerini, aidiyetlerini ve farklılıklarını İstanbul, İstanbul’un bir kent olarak dönüşümleri, mahal- leler ve semtler, İstanbul’da günde- lik hayat ve yaşayanların hikayeleri üzerinden anlamaları; İstanbul’un dünya ve Avrupa kültür ve tarihi ile bağlantılarını beraber araştırmaları ve keşfetmeleri için hazırlanmış bir sözlü tarih ve kent kültürü/tarihi pro- jesidir. Tarih denilen olgunun sadece sa- vaşlardan ve antlaşmalardan ibaret olmadığına, bunun yanında kişisel tanıklıkların da var olduğuna inanan Sokağımdan Tarih Yazıyorum proje- si, İstanbul’daki son 50 yıllık değişim ve dönüşümü sıradan insanların ya- şamöyküleri üzerinden anlamak için lise ve üniversite öğrencileriyle bera- ber saha çalışmaları gerçekleştirmek- tedir. Öncelikle, proje kapsamında lise- li öğrencilere rehberlik edecek olan üniversite öğrencileri Tarih Vakfı tarafından hazırlanan ve uygulanan sözlü tarih/yerel tarih konulu eğitim- lere katılmakta; eğitimin ardından ise liseli öğrencilerle birlikte önce sözlü tarih atölyeleri ve daha sonra da saha çalışmalarını gerçekleştirmekteler. Elinizde tuttuğunuz bu gazete, Soka- ğımdan Tarih Yazıyorum projesinin bir ürünüdür ve Kağıthane’de ger- çekleştirilen çalışmalardan meydana gelişmiştir. Gazeteyi hayata geçiren kişiler ise, İstanbul’daki çeşitli üni- versitelerde okuyan üniversite öğ- rencileri ve Kağıthane’teki Profilo Anadolu Teknik Lisesi, İTO Anado- lu Ticaret Meslek Lisesi, Cengizhan Anadolu Lisesi ve Gültepe Lisesi öğ- rencileridir. Gazetede okuyacağınız yaşamöykü- leri, öğrencilerin gerçekleştirmiş ol- duğu röportajlardan yine kendileri- nin hazırladıkları şekilde birer kesit olarak sunulmuştur. Röportajların tamamını okumak için Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin web si- tesine girmeniz yeterli olacaktır. Beyoğlu, Fatih, Eyüp ve Kağıthane gazetelerinin ardından diğer ilçe- lerde yapılacak çalışmaları içeren gazeteler de yakında sizlerle bulu- şacak. Projeyle ilgili detaylı bilgi almak için Genç Hayat Vakfı’nın internet sitesini ve projenin web sitesini zi- yaret edebilirsiniz. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere, keyifli okumalar… Uğur Elhan & Pınar Eriç • “Zincirlikuyu’dan bura- ya kimse geçemezdi” »3 • “Yazın iki film birden oynatırdık. Üç bin kişi gelirdi.” »3 • “Kağıthane’nin iki üni- versite mezunu, sıra dışı berberi: İbrahim Varlık” »4 • “Görüyorsunuz tele- vizyonda. Kâğıthane iyi olmuş, benim karnım doymadıktan sonra neye yarar?” »5 • “Bir gün dedik: hadi denize gidelim! Deniz?: Akan dere!” »6 • “Kimse yoktu buralar- da, in cin top oynuyordu” »7 • “Eski Kağıthane’yi ara- mıyor değilim” »10 • Mir-i Ahur (İmrahor) Kasrı »10 • “Anadolu’dan, Kağıtha- ne Talatpaşa’ya yolculuk” »11 • “İlçemiz Beyoğlu, na- hiyemiz Şişli, köy de Kağıthane’dir. Ehliyetim- de aynen böyle yazar…” »12 • “Kâğıthane yemyeşil bir ağaçlıktı, gezmeye doya- mazdın” »13 • Sokağımdan Tarih Yazı- yorum... »14 • İstanbul 2010 Eğitim Yönetmenliği »14 • İstanbul 2010 Gönüllü Programı »15 Tarihlerin kenti İstanbul... İletişim [email protected] [email protected] İnternet Adresi www.sokagimdantarihyaziyorum.org www.genchayat.org Sokağımdan Tarih Yazıyorum Kağıthane Gazetesi Genç Hayat Vakfı’nın sözlü tarih projesi... Sayı: 04

Upload: sty-ghv

Post on 09-Apr-2016

266 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın katkılarıyla ve Habertürk'ün ana sponsorluğundan gerçekleşen Genç Hayat Vakfı'nın Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin Kağıthane Gazetesi

TRANSCRIPT

Page 1: STY-Kağıthane Gazetesi

Eyüp

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Baş-kenti Ajansı’nın katkılarıyla ve Habertürk’ün ana sponsorluğunda gerçekleşen Genç Hayat Vakfı’nın “Sokağımdan Tarih Yazıyorum” adlı sözlü tarih projesi, İstanbul’un on il-çesindeki otuz ortaöğretim kurumun-da eğitim gören bin lise öğrencisini kapsamaktadır. Proje bu öğrencilerin kendi kimliklerini, aidiyetlerini ve farklılıklarını İstanbul, İstanbul’un bir kent olarak dönüşümleri, mahal-leler ve semtler, İstanbul’da günde-lik hayat ve yaşayanların hikayeleri üzerinden anlamaları; İstanbul’un dünya ve Avrupa kültür ve tarihi ile bağlantılarını beraber araştırmaları ve keşfetmeleri için hazırlanmış bir sözlü tarih ve kent kültürü/tarihi pro-jesidir.

Tarih denilen olgunun sadece sa-vaşlardan ve antlaşmalardan ibaret olmadığına, bunun yanında kişisel tanıklıkların da var olduğuna inanan Sokağımdan Tarih Yazıyorum proje-si, İstanbul’daki son 50 yıllık değişim ve dönüşümü sıradan insanların ya-şamöyküleri üzerinden anlamak için lise ve üniversite öğrencileriyle bera-ber saha çalışmaları gerçekleştirmek-tedir.

Öncelikle, proje kapsamında lise-li öğrencilere rehberlik edecek olan üniversite öğrencileri Tarih Vakfı tarafından hazırlanan ve uygulanan sözlü tarih/yerel tarih konulu eğitim-lere katılmakta; eğitimin ardından ise

liseli öğrencilerle birlikte önce sözlü tarih atölyeleri ve daha sonra da saha çalışmalarını gerçekleştirmekteler.

Elinizde tuttuğunuz bu gazete, Soka-ğımdan Tarih Yazıyorum projesinin bir ürünüdür ve Kağıthane’de ger-çekleştirilen çalışmalardan meydana gelişmiştir. Gazeteyi hayata geçiren kişiler ise, İstanbul’daki çeşitli üni-versitelerde okuyan üniversite öğ-rencileri ve Kağıthane’teki Profilo Anadolu Teknik Lisesi, İTO Anado-lu Ticaret Meslek Lisesi, Cengizhan Anadolu Lisesi ve Gültepe Lisesi öğ-rencileridir.

Gazetede okuyacağınız yaşamöykü-leri, öğrencilerin gerçekleştirmiş ol-duğu röportajlardan yine kendileri-nin hazırladıkları şekilde birer kesit olarak sunulmuştur. Röportajların tamamını okumak için Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesinin web si-tesine girmeniz yeterli olacaktır.

Beyoğlu, Fatih, Eyüp ve Kağıthane gazetelerinin ardından diğer ilçe-lerde yapılacak çalışmaları içeren gazeteler de yakında sizlerle bulu-şacak.

Projeyle ilgili detaylı bilgi almak için Genç Hayat Vakfı’nın internet sitesini ve projenin web sitesini zi-yaret edebilirsiniz.

Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere, keyifli okumalar…

Uğur Elhan & Pınar Eriç

• “Zincirlikuyu’dan bura-

ya kimse geçemezdi” »3

• “Yazın iki film birden

oynatırdık. Üç bin kişi

gelirdi.” »3

• “Kağıthane’nin iki üni-

versite mezunu, sıra dışı

berberi: İbrahim Varlık”

»4

• “Görüyorsunuz tele-

vizyonda. Kâğıthane iyi

olmuş, benim karnım

doymadıktan sonra neye

yarar?” »5

• “Bir gün dedik: hadi denize gidelim! Deniz?:

Akan dere!” »6

• “Kimse yoktu buralar-

da, in cin top oynuyordu”

»7

• “Eski Kağıthane’yi ara-

mıyor değilim” »10

• Mir-i Ahur (İmrahor)

Kasrı »10

• “Anadolu’dan, Kağıtha-

ne Talatpaşa’ya yolculuk”

»11

• “İlçemiz Beyoğlu, na-

hiyemiz Şişli, köy de

Kağıthane’dir. Ehliyetim-

de aynen böyle yazar…”

»12

• “Kâğıthane yemyeşil bir

ağaçlıktı, gezmeye doya-

mazdın” »13

• Sokağımdan Tarih Yazı-

yorum... »14

• İstanbul 2010 Eğitim

Yönetmenliği »14

• İstanbul 2010 Gönüllü

Programı »15

Tarihlerin kenti İstanbul...

İletiş[email protected]@genchayat.org

İnternet Adresiwww.sokagimdantarihyaziyorum.org

www.genchayat.org

Sokağımdan Tarih YazıyorumKağıthane Gazetesi

Genç Hayat Vakfı’nın sözlü tarih projesi...

Sayı: 04

Page 2: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

012

İmtiyaz Sahibi: Genç Hayat Vakfı adına Adil Candan Günek

Yayın Yönetmeni: Uğur Gülderer

Sorumlu Müdür: Uğur Elhan

Grafik Tasarım: Eray Sayraç, Mehmet Güzel

Yönetim Yeri: Genç Hayat VakfıKoru Mah. Boğaziçi Cad. Demircan Apt. No. 19/15-16 İstinye - İstanbulTel. 0212 277 53 23 Faks. 0212 323 42 89

Basıldığı Yer: Ciner Matbaası

Matbaacının Adı: Habertürk Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.Tepeören Köyü, Kurugöl Mevkii, Akfırat - Tuzla Tel. 0216 581 82 00

Projenin Amacı: Ergenlerde sivil toplum, sosyal sorumluluk, gönüllü-lük bilincinin oluşturulması ve geliş-tirilmesi ile sosyal, kültürel ve spor etkinliklerinin insan gelişimine kat-kısının ve öneminin anlaşılması.

Proje Uygulama Yöntemi: Eğitim-öğretim yılının birinci dönemi kap-samında ergenlere temel iletişim be-cerileri aktarılmakla birlikte; ikinci dönem uygulamasında ise yardım-laşma, hizmet, sosyal sorumluluk modüllerinin aktarımı ile öğrenciler bu konularda bilgilendirilmektedir. Ardından sivil toplum ve sosyal hiz-met alanında uygulama yapan öğ-renciler, öğrendiklerini yaşayarak pekiştirmektedirler.

HAY Projesi kapsamında uygulama yapan tüm okullara, öğretmenlerine ve öğrencilerine Genç Hayat Vakfı olarak teşekkür ederiz.

Proje uygulamamız önümüzdeki eği-tim-öğretim yılında da devem ede-cektir.

HAY Projesi kapsamında uygulama yapılan okullar;

• Bala Hatun İ.Ö.O

• Hürriyet İ.Ö.O.

• Recaizade Ekrem İ.Ö.O.

• Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi

• Güner Akın Lisesi

• Hasköy İ.Ö.O

• Melahat Öztoprak İ.Ö.O.

• Esenler Çok Programlı Lisesi

• Aksoy İ.Ö.O

[email protected],[email protected] .

Bir sene önce yeni bir proje uygula-manın heyecanıyla çıktık yola. Yol-culuk sırasında yüzlerce öğrenci, onlarca, öğretmen ve gönüllü katıl-dı yolculuğumuza. Onların heyeca-nıyla daha da büyüdü heyecanımız. Çabamız sevinçlerle örtüştü, büyü-dü. İstanbul’un beş farklı ilçesinden (Sarıyer, Fatih, Beyoğlu, Sultangazi, Esenler), dokuz okul, 1170 öğrenci, 31 öğretmen, dört proje danışmanı ve gönüllü üniversiteli öğrencilerle yürüttük projemizi.

Okullarda HAY Projesi kapsamın-da öğrenciler, 2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı’nın birinci dönemi kendilerini ve çevrelerini tanıma konusunda farkındalık kazanmaları

ve temel iletişim becerilerini edin-meleri konusunda eğitim aldılar. İkici dönem ise sosyal sorumluluk, gönüllülük, yardımlaşama ve proje yazma konularında eğitim alan öğ-renciler, kendi projelerini geliştir-diler ve uyguladılar. Bu kapsamda onlarca farklı proje, onlarca farklı hedef kitle ile buluştu. Görme en-gelli çocuklara, huzurevlerinde kal-makta olan yaşlılara, şehit ve gazi ailelerine yönelik projeler ile çevre düzenleme, okulların spor salonu, konferans salonu ve anasınıflarını geliştirme, okullarda sosyal etkin-likler düzenleme ve bunu geleneksel hale getirme projeleri HAY Projesi kapsamında oluşturulan ve uygula-nan projelerden sadece bazıları.

Hayata Dair Bir Keşif: HAYHAY projesi sivil toplum ve sosyal sorumluluk bilincinin geliştiği toplumsal bir dönüşüm sağlamayı hedefliyor...

Genç Hayat Vakfı tarafından yürü-tülmekte olan Doğru İletişim Pro-jesi, 11-18 yaş grubu ergenlerde ve onların ebeveynlerinde farklılıklar-la bir arada yaşama kültürünün ve bilincinin gelişmesi ve onlara temel iletişim becerilerinin kazandırılma-sı amacıyla oluşturulmuştur. Ergen ve ebeveynlerde davranış değişimi elde edilmesiyle aileden başlaya-rak, toplumda sağlıklı ilişkilerin oluşturulması yönünde bir dinamik sağlanmaktadır. Proje uygulamala-rıyla ergenlerin kendilerini ve ‘öte-ki’ diye nitelendirdiklerini tanıma ve ‘biz’ olabilme konularında be-cerileri artırılırken; ebeveynlere de çocuklarını bu dönemde daha çok destekleyebilmeleri için bilgi ve be-ceri aktarımında bulunulmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı ile Genç Hayat Vakfı’nın yaptığı protokol doğrultusunda ilköğretim ve orta-öğretim kurumları ile belediyelerin

gençlik, kültür ve toplum merkez-leri, sosyal hizmetlerin ilgili bö-lümleri, ergenlerle ve ebeveynlerle çalışan sivil toplum kuruluşların-da uygulanan Doğru İletişim Pro-jesi, bu senenin Mayıs ve Haziran aylarında ağırlıklı olarak Fatih İlçesi’nde uygulandı. Uygulama kapsamında verilen seminerlerin ardından, ergenler ve ebeveynler gruplar halinde eğitimler aldılar. Eğitimlerde empati kurma, etkin dinleme, ben dili-sen dili, çatışma çözme ve kendini ifade etme be-ceriler ile farklılıklarla bir arada yaşama konularında bilgilerini ve becerilerini geliştirdiler.

Doğru İletişim Projesi kendini ge-liştirerek ve yenileyerek önümüzde-ki süreçte de ergenlerle ve ebeveyn-lerle buluşmaya devam edecektir.

[email protected],[email protected] .

Doğru İletişim Projesi

Gençlerde kendilerini tanıma ve farklı olana saygı arttıkça, toplumda kutuplaşma ve şiddet azalacak, demokrasinin değerleri içselleştirilip yaşama geçirilecektir

Gençler için yeni bir şeyler söylemek lazım…

Türkiye’de 11-18 yaş aralığında yaklaşık 14 milyon genç vardır. Bu gençlerin 6,5 milyonu Milli Eği-tim Bakanlığı’na bağlı okullarda eğitim görmektedir. Bu rakamlar Avrupa’da ortalama bir ülkenin nüfusu kadardır. Genç nüfusumuz bizim en önemli ve işlenmesi ge-reken değerimizdir. Ancak günü-müzde artık “Gençler için yeni bir şeyler söylemek gerekmektedir.” Bugünün küçüğü, yarının büyüğü denilen genç bugününü de yaşama-yı hak etmektedir. Vakıf kuruluş ge-rekçelerimizde, vizyon ve misyonu-muzda ve gerçekleştirdiğimiz tüm projelerde görüleceği gibi gençleri şimdi ve burada hayata katmak için çalışıyoruz. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır.

Toplumların en önemli değeri olan insan kaynağının ergenlik gibi bir döneminde desteklenmesi, bireyin hayatı boyunca sürecek olumlu sonuçlar yaratacaktır. Genç Ha-yat Vakfı olarak amacımız; etkileri doğrudan topluma da yansıyacak bu olumlu sonuçların alınması için çalışmaktır. Gençlerin tehlikelere karşı korun-masının yanı sıra kişisel olarak ken-dilerini tanımalarına, potansiyelle-rinin ortaya çıkmasına ve önlerinin açılmasına imkân vermek gerek-mek-tedir. Odak noktamız hiçbir ayrım gözetmeksizin genç insandır.

İnsana yapılan yatırımın toplumları geliştirip yücelttiğine inanmaktayız. Vakfımız gençlerle yapılacak tüm eğitim çalışmalarının belirlenen he-defler doğrultusunda gerçekleşmesi için kurulmuştur. Kendini tanıyıp becerilerinin farkında olan gençli-ğin kendi sorumluluklarını taşıması kolaylaşmaktadır. Kendini tanıyan gencin “ötekini” algılayışı da de-ğişmektedir. Farklılıklardan sinerji elde etmek kolaylaşmakta, genç-ler sosyal hayatta ihtiyaçları olan pratik deneyimler edinmektedirler.

Gençlerle temas halinde olan ve on-ların yetiştirilmesinde rol oynayan ebeveyn, öğretmen, polis, yargı bi-rimleri gibi kişi ve kurumlar eğitim çalışmaları ile desteklenmek-tedir. Gençlerle ilgili devlette ve tüm top-lumda farkındalık yaratma çalışma-larına devam edilecektir. Vizyonumuz

Türkiye’de 11–18 yaş grubundaki gençlerin, özgüvenli, eleştirel dü-şünme ve farklılıklarla bir arada yaşama becerisine sahip, insan hak-larına saygılı bireyler olarak yetiş-meleri sonucu demokrasi ve insan haklarının yerleştiği, farklılıkların-dan sinerji yaratabiilen, iletişim kültürünün hakim olduğu bir top-lumsal dönüşümü gerçekleştirmek.

Misyonumuz

Ruhsal ve fiziksel değişimlerin en yoğun yaşandığı 11–18 yaş arası dönemde gençlerin:

•Kendini tanımada

•Ötekini tanımada

•Farklılıklarla bir arada yaşamada

•Potansiyelini açığa çıkarmada

•Ailesine, cemiyete, ülkesine karşı sorumluluklarının farkındalığını kazanmada

•İnsan hakları ve demokrasinin iç-sel- leşmesinde

•İletişim ve empati kültürünün yer-leşmesinde

Çeşitli programlar ve aktiviteler geliştirmek, farkındalık ve bi-linç oluşturmak, bu dönüşümün devam-lılığını sağlamak için politikalar üretilmesine bir sivil toplum kuru-luşu olarak destek vermektir.

Gençlerle beraber, gençler için, Genç Hayat Vakfı.

Kendimizle, Ailemizle, Çevremizle...

HAY Projesiyle Onlarca Yeni Proje Sahada!

Page 3: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

Trabzon’ da doğan, bugün Cengiz-han Anadolu Lisesi’nde güvenlik görevlisi olarak yaşamına devam eden Yusuf Ziya Koca’yla Gülte-pe Bacadibi’ndeki evinde görüştük. İstanbul’a 1963 senesinde taşınan ve 35 senedir de Kâğıthane’de yaşayan Yusuf Bey, geldiği günden bu yana Kâğıthane’de gördüklerini ve yaşa-dıklarını bizimle paylaştı. Bizi evinde ağırlayan Yusuf Amca, yıllardır ika-met ettiği Kâğıthane’yi anlatırken, bizler de yaşadığımız semti daha iyi tanıma fırsatını yakaladık...

Kâğıthane...

Biz buraya geldiğimizde kimseyi ta-nımıyorduk, akrabalardan başka. Benim Kâğıthane’de akrabalarım vardı, köylülerim vardı, onların ya-nına geldim ben. Onlar da hala bu-radalar. Ben Trabzon’dan buraya geldim çünkü kısmet burasıymış. Daha sonra yavaş yavaş diğer insan-larla ilişkilerimiz gelişti, komşuluk ettik. Arkada bir domuz çiftliği var-dı. Türkler besliyordu. O zamanlar İstanbul’da Yahudiler, gayrimüslim-ler vardı ya, onlara satıyorlardı. Er-meniler ve Rumlar çok vardı. Ama onlar genellikle Beyoğlu civarında oturuyorlardı. Şimdi buralarda tanı-dığım gayrimüslim yok. Hiç görme-dim. Geldiğimizde buralarda genel-de Sivas, Tokat, Trabzon, Samsun ve Rize civarından çok insan vardı,

hala da var. Yani genellikle Karade-niz bölgesinden… Öyle olunca da hastalıkta, düğünde, dernekte daha sıkı ilişkiler oluyor. Yardımlaşmalar, ziyaretler derken komşuluk da iyiden iyiye gelişiyor. Ayrıca semt hala göç alıyor. Tam kestiremiyorsun nereden olduklarını ama ne İzmirli ne Mani-salı, ne de Antalyalı gördüm buralar-da. Olsa bile yüz kişide bir ya da iki kişi. Ama dediğim gibi, bu insanla-rın arasında problemler yaşanmıyor. Semt huzurlu yani... Bazen hırsızlık oluyor. Ama şu ana kadar bu mahal-lede kapkaç yapılmış veyahut cinayet işlenmiş, bir gasp yapılmış filan duy-madım ama hırsızlık oluyor. Bu her yerde oluyor. Yalnız Kâğıthane’de değil.

Geliri fazla olmayan insan, normal yaşantı sürdüren insan, Kâğıthane’de yaşayacak insandır. İşçisi, emeklisi olur... Bürokrat oturmaz burada me-sela. Eskiden burası daha sessizdi. Bu kadar bir kalabalık yoktu. Tabii bu

yüzden gecekondulaşmalar da oldu. Ama o zamanlar da işte elektriğimiz, suyumuz, yolumuz yoktu. Yani es-kiye kıyaslayınca daha iyiyiz. Ancak doğayı bozdular. Epey yeşilliğimiz, ağaçlarımız vardı. Şimdi yok.

Çünkü benim karnım burada doy-du, çocuklarım burada doğdu, oku-du, büyüdü, evlendi...

Geldiğim yerle buranın kültürü ara-sında çok büyük bir fark var. Çok değişik. Yemeğinden tut, yaşamına kadar değişik her şey. Mesela ben gelmişim Karadeniz’den, o gelmiş Sivas’tan. Aynı yerde yaşıyoruz. Ka-radenizli neyle coşar? Kemençeyle, tulumla coşar. Sivaslı öyle değil, o davul zurnayla coşar. Konuşmamız, yediklerimiz farklı, kısaca kültür farkı var. O yüzden buraya adapte olmak biraz zaman aldı. Onun ha-ricinde de geldiğimizde yaşadığımız sorun, suyumuzun elektriğimizin kısıtlı olmasıydı. Vesait yoktu. Aşa-ğı yukarı saatte bir otobüs vardı o zamanlar. Şimdi öyle değil. Şimdi 15 dakikada bir geliyor, istediğin yere gidiyorsun. Bunlar yerel yönetimden kaynaklanıyordu, ama bir de zaten genel olarak ülke de fakirdi yani. Belediye de fakirdi sonuçta. Çarpık kentleşme vardı. Gelen evi yığıyordu. Ama sonra gecekonduları yıkıp bina yaptılar. 1995-1996 arası vesaitler buraya doğru artmaya başladı. Bil-hassa da 2002’den sonra iyice artış oldu. Mesela metronun buraya çok yakın olması burayı çok değerlen-dirdi. Etraftaki çoğu yapı gecekondu iken bina oldu, çoğaldı. Nüfus da çoğaldı tabii haliyle. Bir rahatsızlık verecek durumu yok aslında ama burası çok kalabalık oldu. Araba-lar çok fazla var. Karışıklığa sebep oluyor. Ama yine de geldiğime çok

memnunum. Çünkü benim karnım burada doydu, çocuklarım burada doğdu, okudu, büyüdü, evlendi. Bu kalabalık da Kâğıthane’nin içinden geçen dereyi iyice pisletti. Yirmi sene evvel iyi akıyordu. Şimdi öyle değil. Zincirlikuyu’dan buraya kimse geçe-mezdi. Yol yoktu çünkü.

Sen eğlenmek istediğinde ne yapa-caksın? Doğru Beyoğlu’na...

Şimdi burada şöyle bir kültür var. İki muhabbet için kalkıp kahveye gidiyorsun. Orada insanlarla mu-habbet ediyoruz. Erkeklerle. Evler-de de kadınlar gün yapıyor. Öyle görüşüyorlar. Ayda bir de evlerde toplanıp görüşmeler oluyor. Yemek veriliyor, mevlit okutuluyor. Yani insanlar sürekli ilişki içerisindeler burada. Bilhassa hastalıkta mese-la… Bir şey oldu mu komşu hemen koşar gelir, biz de ona gideriz. Ço-cuklar içinse burada vakit geçirebile-cek yerler yok. Geldiğimde de yoktu. Zincirlikuyu’da ufak bir park yeri var ama çocuklar sokakta oynuyor yine. Şu Kâğıthane çevresinde park yok. Olsa bile ya elli metrekare ya yüz metrekare. Zincirlikuyu’ya giderdi çocuklar orada top oynardı, orada-ki parkta eğlenirlerdi. Sen eğlenmek istediğinde ne yapacaksın? Doğru Beyoğlu’na sinemaya… Başka yapa-cağın bir şey yok burada. Tamam, konserler, eğlenceler oluyor ama me-sela gidecek bir sinemamız yok bu-ralarda. Gerçi Kâğıthane merkezde yeni yeni başladı bir şeyler, duydu-ğuma göre. Şehir Tiyatrosu var şimdi Kâğıthane’de. Tabii eskiden bunlar yoktu. Eskiden Beyoğlu’na tiyatro-ya sinemaya giderdik. Ben tiyatro hastasıyım. 80’lerden sonra epey ti-yatroya gittim. Ama sonra bıraktım. O eski sahneler yok artık. O eski sa-

natçılar da yok. Mesela Beyoğlu’nda Alkazar Tiyatrosu vardı. Başka da vardı da, hatırlamıyorum. Yani kı-sacası, eğlenmeye bir tek Beyoğlu’na gidebilirdik. Bazen de pavyonlara gi-derdik. E, başka n’apıcan? Gideceğin yer yok!

İnsanların ekonomisi düzeldi, sos-yal faaliyetleri gelişti

Eskiden siyasi olaylar oldu burada. Seksen ihtilali olmadan burada siyasi olaylar çok olurdu. Sağ sol olayları vardı; sağcı solcuyu solcu sağcıyı… Mesela bir gün, gece saat üçte fa-lan eve geldim; gazinoda çalışırken, Bacadibi’nden, Eczacıbaşı’ndan eve indiğim zaman orada bombalar patladı. Hemen hemen on tane ara-ba yok oldu, gazetelerde haberlerde falan geçti. Kahveler darma duman, evlerin camı falan kırıldı. Yani o zaman sağ sol olayları vardı. Fakat şimdi yok. Ülkücüler vardı o za-manlar çok. Günümüze gelince tabii durum değişti. İnsanların ekonomisi düzeldi, sosyal faaliyetleri gelişti.

Ben buranın kadınlarını erkeklerden daha çok beğeniyorum. Yani bura-da kadınlar erkeklere nazaran daha özenli, daha modern, daha güzel gi-yiniyorlar. Yoldan geçen bir hanıma bakıyorum, bir de erkeğe. Hanımlar gayet güzel giyimli. Erkek öyle değil. Sakallı, saçlı, ayakkabısı boyasız… Hanımlar yüzde seksen erkeklerden daha kibar ve bakımlı. Bu hemen he-men eskiden de böyleydi. Bir de me-sela eskiden kadın erkek ilişkileri ya-dırganırdı ama şimdi öyle değil. Çok şey değişti. Kadınlar istediği kursa da yazılabiliyorlar, istediği yere de gidebiliyorlar. Eskiden ayıplarlardı. Göndermezlerdi hanımlarını, kızları-nı. Şimdi değişti ama bunlar...

“Zincirlikuyu’dan buraya kimse geçemezdi”

3

Ezgi Hindistan (21)Kıvanç Gürsoy (15)Songül Şahin (14)Özge Türker (14)İsmail Uludağ (15)Cansu Dingil (14)

Röportaj

Yusuf Ziya KOcA / Güvenlik görevlisi

Rıza Özcan 1956 yılında İstanbul’da doğar. Önce Beyoğlu’nda sonra-sında ise 4. Levent’te yaşar. Oku-lu henüz 3. sınıftayken bırakır ve Kâğıthane, Çeliktepe’deki babasına ait olan sinemada makinistlik yap-maya başlar. İnşaat, ticaret, siyaset vb. pek çok işle meşgul olur. Bizler de onunla Kâğıthane’deki değişimler üzerine konuştuk.

Rahmetli babam da altı sefer evlen-miş; beş hanımından çocuk var. Biz on yedi kardeşiz. Ben de erkeklerin en büyüğüyüm. Çocukluğum hep ça-lışmakla geçti. Oyun oynamadık hiç. Kaçtığımız zaman müsait zamanlar-da, sinema başlamadan bir iki saat maç yapıyorduk. Kâğıthane’de o za-man çok boş yer vardı. Ya da bizim mesela yazlık sinemamız vardı. Ora-nın üstündeki sıraları kışın çekiyor-duk, boş alan çıkıyordu 650 - 700 metre, orada top oynardık.

Sadece Çeliktepe’de üç tane sinema vardı

O zamanlar tek yer sinemaydı. Sade-ce Çeliktepe’de üç tane sinema var-dı. Biri bizimdi zaten yazlık, kışlık. Kâğıthane’nin toplamında ne vardı? Ben yaptığım için o işi bilirim. Altı yedi tane sinema vardı, herkes si-

nemaya giderdi, tabii, düşün saat sekizde! Yazın iki film birden oyna-tırdık. Üç bin kişi gelirdi. Düşün ki Kâğıthane’de bir tek sinema vardı eğlence olarak ve başka hiçbir şey yoktu. Hafta sonları sabah 8 buçuk, 9’da kalkıyorduk. Saat 10’da matine başlıyordu. O çocuklar mocuklar. Allah... bir görsen şu sokaklar ana baba günü olurdu. O zaman televiz-yon falan yoktu tabii.

Gece 2’lere kadar çalışırdık işte ama diğer çocuklar o kadar rahat çıka-mazlardı. Hele de darbe zamanı. İzin vermezdi aileler. Hem o zamanlar aileyle iletişimler de böyle değildi. Hele babamla hiç ilişkim yoktu. İlk aşkımı da babam yüzünden alama-dım mesela. Bir gün kar yağmıştı işte yetmişli yıllar. Burada köşede bir kız gördüm âşık oldum. Sonra evlenmek istedim. Babamın da bazı kıstasla-rı vardı, ona uymadı. Evlenemedik. O da böyle metroya biner gibi öyle

gitti ve bir daha da göremedim. Son-ra Trabzon’dan aldım eşimi, görücü usulü. Memlekete, Rize’ye de tek o zaman gittim. Düğün yapmadık biz. Nikâhımız Kâğıthane Nikâh Dairesi’nde kıyıldı. O zamanlar böyle değildi orası, harabe gibiydi. Hiçbir şey yoktu. Sağında solunda karakol falan vardı. Askeriyenin yer-leri vardı. Çok harabe gibiydi, şimdi Kâğıthane, oralar güzel oldu. O gör-düğünüz düğün şeyleri, kültür saray-ları, on beş sene önce falan yapıldı. O zaman Arif Çalman vardı belediye başkanı.

On beş sene önce altyapı hiç yoktu. Dereler ıslah edilmemişti. O zaman Refah Partisi vardı Kâğıthane’de. Ben de meclis üyesiydim. Arif Bey’in on iki yıl belediye başkanlı-ğı yaptığı o dönemde dereler ıslah edildi, Kâğıthane Kâğıthane oldu. Bu belediye de iyi çalışıyor şimdi. Kâğıthane’nin bizim zamanımızda on altı mahallesi vardı, biz görev-deyken. Şimdi tahmin ediyorum yir-mi bir mahallesi var. Seminerlerdi, şuydu buydu Kâğıthane gerçekten iyi yolda. Bir de merkez oldu burası. Kıymeti arttı. Özellikle de metrodan sonra. Böyle olunca insanlar evlerine bakmaya falan da başladılar. Binala-rını boyuyorlar mesela. Artık beto-narme tabii evler. Eskiden yığmaydı, tuğlaydı daha çok. Beton olanlar bile aletsiz yapılırdı. Biz mesela apartma-nımızı kendimiz yaptık. Taşımayla yaptık. Zaten eskiden evler bahçeliy-di, üçte ikisi öyleydi yani. Hala var bazı yerlerde. Kendi yeşilliklerini, bazı sebzelerini yetiştirip belki bazıla-rını da satıyorlardı. Kalanlar mahalle bakkalından… Yoktu o zaman böyle gökdelenler, marketler. O zamanlar

zaten bu mahallelerde konfeksiyon, bakkal falan vardı. Sinemacılıkla mağazacılık iyi kazandırıyordu bir de. Biz sinemayı tam 80’de kapadık. Anarşi ortamı sinemayı perişan etti. O arada televizyonlar da çoğalınca tabii... Koca binayı stüdyoya çevir-dik. Sonra stüdyoyu da sattık 5 sene evvel. Market oldu şimdi.

İnsanlar birbirinden alışveriş bile yapmıyordu

Darbe zamanında Kâğıthane perişan-dı. Neden? Çünkü mesela benim bu mahallede altı-yedi tane arkadaşım öldü. Sağ-sol çatışmasında. Burası genelde solcuydu. Üç-beş MHP’li vardı filan. Biz o zaman, yalan yok bizde MHP’liydik. Hatta rahmetli babamı da vurdular ayağından bu-rada. Çatışma oldu filan. Darbenin olmasıyla bir gecede her şey bitti, herkes kardeş oldu. Ne kadar güzel oldu. Bak insanlar kaynaştı. Bak çok önemli bir şey söylüyorum. Vallahi bak insanlar kaynaştı. Niye? Mesela burada alevi kesim çoktu. İnsanlar alışveriş bile yapmıyordu. Sünni kim

ona gidiyordu. Alevi kim ona gidi-yordu. Böyle şey olur mu ne kadar ayıp bir şey. İnsanlık ayıbı diye görü-yorum ben. Benim mesela çok alevi arkadaşım var. Ben hiç ayrım yapmı-yorum. Ama o zaman şartlar öyleydi. Mesela babamı niye vurdular? Bizim dükkâna gelmiş 4 kişi, hani bir ara yaptılar ya dükkânları boykot edin kapatın diye. Geldiler “Dükkânı ka-patın”. Ya kardeşim sen kimsin, dev-let misin, nesin? Biz kapatmadık. Bir de münakaşa çıktı. Bunları karakola teslim ettik. Ondan sonra tabii taktı-lar bize. İşte bir gece baskın yaptılar. Böylece bir çatışma oldu. Babam da vuruldu, yaralandı. İyi ki de ihtilal olmuş yani. Ben öyle diyorum yani, kesinlikle. Karşı değilim yani. Çünkü o zaman burada konu komşu birbiri-ne nasıl düşman biliyor musun? Çok kötü günlerdi.

Kâğıthane darbeden sonra da siyasi ve dini çeşitliliğini ko-ruyor.

Tabii Kâğıthane darbeden sonra da siyasi ve dini çeşitliliğini koruyor. Hala oldukça fazla dini cemiyet var. Gerçi gayrimüslimler diğer ilçelerde-ki kadar çok yok. Ben Beyoğlu’ndan hatırlıyorum. Beyoğlu’nda Rumlar mesela yılbaşlarında evlerindeki ta-bak çanakları atarlardı camlardan. Kâğıthane’de bunu yapacak kalaba-lık yoktu yani. Farklılıklara rağmen komşuluk iyidir burada. Bak mesela babam buraya 50’lerde gelmiş. Tabii bir hemşeri geldi mi diğerleri durur mu! Rize’den bir sürü eş dost da gel-miş. Herkes sever sayar birbirini. Ha bir de hafta iki üç düğün olur bura-da.

Gözde Karahan (18)Cansu Fırat (14) A. Huzeyfe Karakoç (15)Özlem Kuzucu (15)A.Burak Yartaşı (15)Gizem Yazgan (14)

Röportaj

Rıza ÖZcAn / Eski makinist

“Yazın iki film birden oynatırdık. Üç bin kişi gelirdi.”

Page 4: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

014

Adım İbrahim Varlık, Balıkesir Gönen doğumluyum, uzun yıllar önce gelip Kağıthane semtine yer-leştim, Kağıthane semtinde esnaf-lık yapmaktayım, esnaflığın yanın-da kariyerimin daha da gelişmesi için dışarıdan ortaokulu bitirdim, liseyi bitirdim. İstanbul Üniversi-tesi İktisat Fakültesi mezunuyum, Marmara Üniversitesi İşletme mezunuyum, hala Anadolu Üni-versitesi Halkla İlişkiler Bölümü öğrencisiyim, son sınıf, şu anda Bahçeşehir Üniversitesi’nde “Lider-lik Semineri”ne devam ediyorum, 3 çocuk babasıyım…

O zaman bayan kuaförü almıştık, saçları birayla ıslatıyorduk

Küçüklüğümde yapmak istediğim meslek, avukatlık mesleğiydi ama maalesef ailemin imkanları buna el vermediği için avukat olamadım. Ben 6 yaşındayken Balıkesir Gönen ilçesinde sabah erkenden kalkardım. Sabah namazıyla simit satardım. Gi-derdim fırına sıcak simit alırdım üs-telik de aynı bulunduğumuz ilçeden ziyade köylere giderdim, 5 kilometre 6 kilometre 7 kilometre giderdim. O zaman kimsede para yok, para da alamıyorsun, simidi veriyorsun ev-den yumurta alıyorsun. Yumurtaları topluyorum getiriyorum, pazarda satıyorum, aynı zamanda gidip pa-zarda gazoz satıyorum, o zaman yazlık sinemalarda gazoz satıyorum, ondan sonra pazara gidiyorum işte geliyor bir yaşlı teyze ‘aman çocu-ğum bende fide var fide’ Ne fidesi? Domates fidesi, biber fidesi, patlıcan fidesi... hadi onları götürüp satıyo-rum. Bizim çocukluğumuzda yağ, tuz, şeker, gaz en önemli gereksi-nim bunlardı çünkü elektrik yoktu. Onun için mutlaka gaz almak lazım, şeker almak lazımdı, o zaman pan-car şekeri veya şeker olmadığı za-man pekmez kullanıyordu halkımız, yağ almak lazımdı yemek yapacak anamız tabii. Bunları yapardık, Gö-nen ilçesinde ilkokulu bitirdim ama ilkokulu bitirdiğim zaman hemen orada berber çıraklığına başladım, ondan sonra bir süre orada kaldım. Akabinde hemen İstanbul’a geldim, benim amcam vardı İstanbul itfai-ye müdürüydü kendisi o zaman… Önce kulüp başkanı sonra müdür oldu, onun yanına geldim. Onun çocuklarıyla beraber birlikte kalı-yordum, ben Eyüp’ten kalkıyordum o zaman minibüsle erkenden Şişli’ye gidiyordum, Şişli’de çalışıyordum, daha sonra Kağıthane’ye gelip yer-leştim. Burada işte esnaflığa başla-dım, 15 yaşında dükkan açtık. Çok korkardım birisi gelip 2 tokat ata-cak ‘ver kasadaki parayı diyecek’ diye, çünkü kendimi koruyamıyo-rum ki dükkanı nasıl koruyacağım. Ama böyle güçlü kuvvetli insanlara çay söylüyorum ‘aman ağabey gel şurada otur, aman birisi bana do-kunmasın’ diye. Böyle bir pozisyo-num var, ondan sonra 1970’li yıl-larda asker oldum. İstanbul Harbiye Ordu Evi’nde askerliğimi yaptım, o günkü komutanlar bifiil Harbiye Ordu Evi’ne gelirlerdi, onların sa-çını keserdim, heves ettim eşlerinin saçını yapardım oradaki kuaförde, bayan kuaföründe… Harbiye ordu Evi şefiydim ben, orada mesela etra-fımda 74 tane asker vardı. Harbiye Ordu Evi’nin müdürü bir albay var, ondan sonra ben geliyorum şeftim, düğün salonları tüm müzisyenler, o günkü şarkıcılar gelip orada, dü-ğün salonunda şarkı söylüyorlar. Düğün sahibi geliyor diyor ki ‘ben ekstradan bir sanatçı istiyorum’,

‘kimi istiyorsun?’ Ogün Koç’u, Erol Büyükburç’u işte. O zamanki sanat-çılardan Başar Tamer ondan son-ra Yıldırım Gürses tüm sanatçıları oraya davet ederdik ekstradan. As-kerlikten sonra kadın berberliğine heves ettik. Kağıthane’de ilk kadın berberini ben açtım, ilk erkek kua-förünü ben getirdim Kağıthane’ye, kadın berberliğini bildiğim için hem kadın berberliğini hem erkek ber-berliğini harmanlayıp farklı bir şey yarattım, ondan sonra herkes akın akın bana gelirdi o zaman. Kağıtha-ne bir değişim içerisinde, acaba bu adam ne yapıyor? Nasıl yapıyor? O zaman bayan kuaför almıştık, saçla-rı birayla ıslatıyor, mizanpire maki-nelerimiz var, saç kurutma var onun içerisine koyuyoruz, bu file çorapla-rı takıyoruz saçlar bozulmasın diye. O saçları yapıyor, bir de fön çeki-yor, herkes böyle imreniyor ‘yahu nasıl yapıyor da millet böyle kuyruk oluyordu orada’ diyorlar. Tabii bu yenilik 10 yıl devam etti.

Hakikaten öğrenmenin yaşı yok

1980’li yıllarda gittim baktım he-men dükkanı biraz büyüttüm ve onun yarısını bu defa şey yaptım, video kulüp yaptım. Video o za-man, böyle siyah beyaz televizyon-lardan renkli televizyonlara geçi-yoruz, renkli televizyona geçerken o zaman video kulüpler yeni yeni, kimse bilmiyor tabii ve İstanbul’da ilk stüdyoyu açan şu an Sibel Can’ın kayınpederi Selçuk Ural, o Etiler’e açtı ikincisini de Serdar Gökhan Beşiktaş’ta açtı. Üçüncüyü İbrahim

Varlık Kağıthane’ye açtı. İbrahim Varlık bunu geliştirdi. O zaman Amerika’da filmler oynuyor Sylves-ter Stallone’nin filmleri oynuyor hemen kopyası bize geliyor, biz üre-tiyoruz. Millete, piyasaya sürüyoruz ve o zaman telif yasası çıkmamıştı ve Varlık Stüdyosu’nu kurdum. Bir sürü kaset üretiyoruz. Bütün piya-sada çok güzel geliştik ondan sonra inşaat sektörüne geçtik, müteahhit-lik yaptım. Bir sürü inşaatlar yaptım sağda solda etrafta, sonraki yıllarda

baktık ki her şey para kazanmak demek değil, eksiklerimizi giderme-miz lazım. Ne yapmak lazım? Çok daha iyi konuşmak lazımdı, hitabet sanatını bilmek lazımdı, diksiyonu düzeltmek lazımdı. Bu defa başla-dım dışarıdan ortaokulu bitirdim. Okmeydanı’nda Cevdet Şamikoğlu Ortaokulu var, onu bitirdim, on-dan sonra dışarıdan Görkem Akşam Lisesi’ni bitirdim, Aksaray’da, Ana-dolu Üniversitesi’ne girdik, halkla ilişkiler bölümü, İstanbul Üniversi-tesi İktisat Fakültesi’ni bitirdim, iş-letmeyi. Kağıthane’de ilk Kağıthane gazetesini burada zamanında ben çı-kardım, burada Mehmet Emin Sun-gur vardı eski Şişli belediye başkanı, Fatma Girik’ten de önce, biz onunla beraber “Gecekondu” diye bir gaze-te çıkardık, çünkü gecekondu vardı, varoş insanlar vardı. Hala devam ediyor kariyerim ama şimdi öğreni-yorum ki hakikaten öğrenmenin yaşı yok... Ben askerlik yaptığım dönem-de gençlik olayları vardı. Öğrenciler yürüyor ondan sonra okumak iste-miyorlar falan yürüyüş yapıyorlar. Allah rahmet eylesin İsmet İnönü vardı, onun bir kelimesi benim çok hoşuma gitti, dedi ki ‘Yahu ne bi-çim gençlik bu’ dedi ‘böyle genç-lik mi olur?’, ‘Ben’ dedi ‘bakın kaç yaşındayım’ 80 küsur yaşındaydı o zaman. ‘Ben’ dedi ‘hala günde 5-6 tane gazete okurum efendim birkaç tane mecmua okurum kitap okurum hala bu yaşta okurum…’ Demek ki okumanın yaşı yok, İslamiyet’te de böyle Peygamberimiz ne diyor ‘ilim Çin’de de olsa gidin alın...’ Öyle de-ğil mi? Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Olmaz, değil mi? İnsanın dü-nüyle bugünü eşit ise o insan kayıp-tadır… Demek bu bir felsefe, demek ki insanlar her gün kendisini düne göre yenilemeli... Ben hala şu anda İstanbul Gazeteciler yönetim kurulu yedek üyesiyim, aynı zamanda Gez-ginler Kulübü yönetim kurulunda-yım. Birkaç tane musiki derneğinde yöneticiyim, korolara gidiyorum işte musiki, bu akşam Beyoğlu Mu-siki Derneği konseri var oraya da-vetliyim. Aylık bir dergi çıkarıyo-rum “Anı” diye bir dergi. 30 küsur senedir bu derginin de genel yayın yönetmeniyim. Efendim gazetelere yazılar yazıyorum... 80’in üzerinde ülke gezdim, Türkiye’de gezip gör-mediğim yer kalmadı, onun için her güne göre kendini geliştirmek lazım. Uzun zaman tiyatro yaptım. Mesela çocuk tiyatrolarında oynadım. Be-

nim ustalarıma çok büyük saygım vardır. Üstün Asutay’lar, bilmem bilir misiniz? Üstün Asutay’lar on-dan sonra, Selahattin Taşdöğen’ler, Erkan Taşdöğen’ler ondan sonra Doğu Erkan’lar böyle bir ekiple ti-yatro yaptık, hatta bu hevesim o çocuk tiyatroları oynadığım Türk Ticaret Bankası çocuk oyunlarında tekrar depreşti. Geçen yıl Altuni-zade Kültür Merkezi’nden Gülşen Atik diye Nejat Uygur’un yönetmeni bir arkadaşım telefon etti. ‘Oynar

mısın?’ dedi, orada da bir şey oyna-dık yeni orta oyun oynadık, orada da bir bacı rolünü oynadım: ‘Arap Bacı’. Gittim Kuştepe’den çingene-lerden bir şeyler aldım onların böyle şalvarını aldım, elbisesini, kıyafetini aldım, götürdüm bir güzel yıkattım, temizlettim, orada bir zenci kadın rolü oynadım.

Ne derler hani meyve veren ağaç taş-lanır değil mi? Tırnağın varsa kaşı-nırsın yani bu tür şeylerin değil mi? Özellikleri sende bir özellik olmasa zaten kimse seni eleştirmez. Kimse seninle konuşmaz kimse sana önem vermez, o zaman önemini artırabil-mek için ne yapacaksın, bilgi dağar-cığını genişleteceksin…

Benim çocukluğumda Kağıthane Meydanı’nda yolun karşısına geçebil-mek için takriben bir buçuk saat beklemek la-zımdı, çünkü beşyüz tane manda geçiyordu...

Benim çocukluğumda Kağıthane bir köydü

Benim çocukluğumda Kağıtha-ne bir köydü, nasıldı Kâğıthane İstanbul’un kileriydi deposuydu, ambarıydı. Kağıthane’de ki bütün İstanbul haline buradan lahana, pırasa, domates, biber, patlıcan aklınıza ne geliyorsa tüm sebzeler giderdi. Kahvaltılık süt işleri falan yine Kağıthane’den giderdi. Ben çok daha önceleri Kağıthane’deki kişi-lerden duyduğuma göre, Kağıthane halkı sırtında odun taşıyarak Şişli Camisi’nin orada odun pazarı var-mış, orada odun satarlarmış. Yine benim çocukluğumda Kağıthane Meydanı’nda yolun karşısına geçe-bilmek için takriben bir buçuk saat beklemek lazımdı, çünkü ‘Ne için diyeceksiniz?’ 500 tane manda sü-rüsü geçiyordu ve mandalar çok ağır hareket ediyorlardı. Hatta ‘Mandıra Sokak’ diye bir sokağımız da var-dır, Kağıthane’de şu andaki Sadabat Tiyatrosu’nun önündeki o bölümde beklerdik ki mandalar geçsin biz de öyle geçelim diye. O zaman mezbaha da vardı. Kağıthane, Alibeyköy, Süt-lüce mezbahaları, Avrupa yakasında 3 tane mezbaha vardı. Anadolu‘dan gelen hayvanların kesimi burada

yapılırdı. Hayvanlar buradan kaçar esnafların dükkânına girer, camını kırar, hatta benim dükkanım yol ke-narıydı o zaman, Atatürk heykelinin hemen arkası, büyük bir manda gel-di bir çarptı şöyle, içeri girdi, benim yan tarafımda bir ayakkabıcı dükka-nı vardı, onun büyük aynaları vardı, hayvan kendini görünce arkadaşı zannetmiş, dükkana girmiş, müş-teriler tezgah altından çıkarıldı. Şu anda Sadabat Parkı denen yerde eski Levazım Okulu vardı, askeri birlik,

yedek subaylar mezuniyet törenle-rinde eğlence düzenlerdi. O günün assolistleri Zeki Müren’ler, Muzaf-fer Akgün’ler, Rıza Akbayram’lar, Nuri Sesigüzel’ler, Ahmet Sezgin’ler okula gelip konser verirlerdi. Şu anki Kâğıthane Karakolu’nun tam karşısında bulunan yerde bir çay bahçesi vardı, gazino vardı.

Sosyal dayanışma varmış Osmanlı zamanında

Kağıthane’nin ilk kuruluş aşaması olarak, Kağıthane arazisi, Kanu-ni Sultan Süleyman’ın Süt Kardeşi Daye Hatun’a vakfedilmiş. Kanuni Sultan Süleyman ve dolayısıyla vak-fettiği için o hanım efendi de Allah rahmet eylesin, bu Kağıthane’de ki ‘Sadabat Daye Hatun Camisi’ni kuruyor ve o vakıfta şöyle bir şey. Kağıthane’de yetişen tüm gençlerin sünnetleri ve evlenmeleri, o düğün masrafları buradaki bu çayırlardan toplanan, biçilen çayırdaki otlar satılacak ve arazilerdeki ekinler sa-tılacak, onlardan gelen gelirle kar-şılanacak, yani Kağıthane’de çok güzel bir sosyal dayanışma varmış Osmanlı zamanında… Eskiden Top-kapı Sarayı’nda ki o zamanki padi-şahın kızları, sevda çekiyorlar ama kavuşamıyorlar, kız hasta oluyor, o zaman ince hastalık şimdi verem derler, rengi soluyor, halsiz, bitkin oluyor. Genç kızları tedavisi için Kâğıthane’ye gönderirlermiş, bura-nın havası çok iyi geliyor, 5-6 ay bu-rada kalıyor kızlar sağlığına kavuşu-yor. Lale bahçeleri Kâğıthane’de Şair Nedim’in tüm şiirleri, dizeleri bura-da Kâğıthane’de... Şöyle lale bahçe-leri içerisinde rengârenk Dünya’da hiç görülmemiş, Avrupa’da bulun-mayan siyah lale dahi Kâğıthane’de var. O kadar gelişmiş ki Lale dev-rinde... Lale bahçelerinde o zamanın padişahların yakınları, işte akraba-ları onlar kaplumbağaların üzerine mum dikiyorlar, Lale bahçesinin içe-risine salıyorlar, o kaplumbağalarla rengârenk renk cümbüşü oluşuyor. Kâğıthane deresi o zaman tertemiz, pırıl pırıl... Çocukluğumda buranın yaşlıları anlatıyordu, topluca sün-net törenleri yapılıyor ve padişah da Kâğıthane köyünü ziyarete ge-liyor, o zaman sandallarla geliyor. O zamanki çocuklar toplanıyorlar ‘padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa’ diye bağırıyorlar, padişah da çok mutlu oluyor ve çıkarıyor kese-sini onlara torbayla küçük mecidiye altını atıyor. Anlatanlar da işte biz çocuğuz diyor o zamanlar, hemen atlarlarmış derenin kenarına, düşü-yor tabii mecidiyeler, çocuklar da onları almak için yuvarlanırken fa-lan dereye düşüyorlar. Çok komik olaylar yaşanıyor.

Kağıthane otobüs durağının yerin-de tren istasyonu varmış

Kağıthane çok enteresan bir yerdir, ama günümüzdeki Kağıthane çok farklı... Günümüzdeki Kâğıthane 2 tane çevre yolunun tam ortasında, çok değerli, çok güzel bir yer. En çok yeşili olan bir yer. Hiçbir ilçede Kağıthane’de olduğu kadar kişi başı-na yeşil alan düşmez. Kâğıthane’nin özelliği, Belgrad, Fatih ormanları-na çok yakın olması ve dolayısıyla Karadeniz’e çok yakın olması. Ve de zamanında Kâğıthane’de, mevcut şu anda bulunan otobüs durağının bulunduğu yerde, tren istasyonunun olduğu... Hatta bunun gün yüzüne çıkışı, bizim bilgilerimizi aktararak Kâğıthane Belediyesi bunu kitap ha-line getirdi. Orada Enver Paşa Tren İstasyonu vardı. O tren istasyonu burada Karaburun-Çiftalan tarafı-na gidiyor, Karadeniz’in kenarına, oradan efendim kömür yükleniyor, o kömürler geliyor, Silahtarağa’da-

İlker Arslan (24)Bahar Gürsakal (15)Burcu Duran (15)Zelişan Gündoğdu (15)

Röportaj “Kağıthane’nin iki üniversite mezunu, sıra dışı berberi: İbrahim Varlık”

İbrahim VARlıK/ Esnaf

Page 5: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

5

ki santrale geliyor, o kömür orada yakılıyor ama zamanla bu tren is-tasyonu önemi kaybediyor, yok olu-yor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ın ver-diği söze göre Kağıthane’deki o eski tren istasyonu, o eski nostaljik va-gonlar getirilecek ve yine burada bir tren istasyonu kurulacak, buradan Karaburun’a lokanta. Yani o loko-motiflerin içerisinde yemek yenile-cek, herkes yemek yiyecek, ormanın içerisinde aynı zamanda doğal hay-vanat bahçesi. Bakın Kemerburgaz’ı geçince orası böyle hayvanat bahçe-si, hayvanlar böyle rahat gezecekler, sen de trenle onların arasından ge-çeceksin, yemeğini yiyeceksin, içkini içeceksin keyifle...

Kağıthane Türkiye’nin Hollywood’u, Bollywood’u...

Kağıthane İstanbul’a çok yakın ama İstanbul’a tezat teşkil edebilecek bir Anadolu köyü havasındaydı. Sonra da yavaş yavaş gelişmeyle, 60’tan sonra gecekondu furyasıyla Kağıt-hane köyü bu sefer köylükten çıktı, azman bir kasaba havasına girdi, gecekondulaşma ve 60’tan sonra Kağıthane sanayi bölgesi ilan edildi. Tüm fabrikalar Kağıthane’ye gel-di, tüm sanayiler... Neden? Çünkü Kağıthane deresinin kenarına o pis atıklarını verebiliyorlardı. Kağıtha-ne gecekondulaşmada İstanbul’un 1 numaralı ilçesi haline geldi. Sonra belde oldu, daha sonra ilçe. Şişli ad-liyesi Kağıthane’deydi. Böyle hare-ketli dönemler yaşandı, adliyesi kay-makamlığı vergi dairesi falan, şimdi günümüzde ilçe hudutlarının dışına taştı bunlar... Kağıthane Türkiye’nin Hollywood’u, Bollywood’u... neden diyeceksiniz. Hemen şu Garanti Ban-kasının alt kısmında sinema filmleri-nin yapıldığı o günkü şehir tiyatrosu oyuncuları Agah Ün, Hadi Ün ve o ailenin babası Kazım paşanın beldesi Kağıthane’ydi. Şu meydandaki Yapı Kredi dahil, onlara aitti. Burası or-

manlık bir alandı, şuraya benim geç-mem mümkün değildi, yılanlar fa-lan, aklına ne geliyorsa her şey vardı burada. Onun için çok doğal film platosuydu burası. Hatta eskiden o bahsettiğim yıllarda ‘Vurun Kahpe-ye’ gibi filmler hep burada çekilmiş-ti. Hatta yıllar sonra Cahide Sonku bir anısında ‘bütün hayalim para ka-zanıp biriktirip Kağıthane’de stüdyo kurabilmek’ demişti, yani Kağıthane böyle bir yerdi... Hadi Ün var, Agah Ün var bahsettiğim, hala onların ço-cukları devam ediyor şehir tiyatro-sunda. Mesela, Hadi Ün, Agah Ün şehir tiyatrosunda oyuncu ve yönet-menlerdi. ‘Kağıthane’de bu çalışma devam ediyor mu?’ derseniz... Göç ettiler, öteki dünyaya göç ettiler, ço-luğu çocuğu torunları kaldı, ama şu anda günümüzde mesela bir sürü sa-natçı var burada oturuyorlar. Ayşen Gruda’lar, bilmem Nuri Alço’lar, şak şuka Tarık Mengüç’ler falan... Kağıthane onun için günümüzde çok farklı bir şey oldu...

Kağıthane’de Hıdrellez şenlikleri çok güzeldi. Tüm İstanbul buraya gelip hıdrellez şenliklerine katılır-dı. Tüm oyunlar burada oynanırdı. Yeşil alan olduğu için, İstanbul’daki insanlar gelip burada piknik yapar-dı, Kağıthane deresinin kenarında… Kağıthane deresi bugünkü gibi değil, o zaman çok berrak, pırıl pırıl sular akıyor, balıklar bol... Öyle bir yerdi. Onun için Kağıthane’deki o zaman-ki insanlar, daha çok böyle şehir özentisi. Biz buradan mesela Şişli’ye giderdik işte, o zaman Site Sineması yeni açılmış, yeni yeni gece kulüple-ri, son duraklar şunlar bunlar, on-lara heves eder toplanırdık, oralara giderdik. Kağıthane’nin bahsettiğim gibi dünü çok da güzeldi, çünkü, işte burayı bir bahçe düşünün, Osmanlı sarayındaki insanlar sıkılıyor, buna-lıyor, geliyor burada bahçede piknik yapıyor, eğleniyorlar, mutlu oluyor-lar ama değişim tabii, zaman içeri-sinde değişime uğradı bunlar… Ne

oldu? Yavaş yavaş gecekondulaşma, Kağıthane deresine fabrikaların pis atık sularını vermesi... bu değişime Kağıthane ayak uyduramadı. Ama günümüzdeki Kağıthane düne göre o değişimi kısa zamanda yakaladı. Nasıl yakaladı? Şu gördüğümüz me-sela Kağıthane Deresi. Yeni yapılan ihaleyle önümüzdeki sene boğazdan gelecek su irsale hattı ile büyük bin-lik borularla Ayazağa köyünden bu-raya gelecek ve dolayısıyla buradan bir sirkülasyonla Haliç temizlene-cek. Çok enteresan bir şey Kağıtha-ne ve bir önceki belediye başkanının daha güzel bir fikri vardı, Celal Al-tınay kulakları çınlasın, o yine Nur-tepe ile Fikirtepe arasına teleferik kurmayı istiyordu. Hatta İsviçre’den mühendisler geldi, ölçümler yapıldı günlerce... Teleferik... Nurtepe’den bineceksin, efendim Hürriyet Tepe-si yani Şişli’nin girişine ineceksin... Ne kadar güzel, hoş bir şey... Şim-di günümüzde Kağıthane’de mesela metrolar yapılıyor, ulaşım alanları genişledi, bir sürü şirketin ilgi alanı oldu, çünkü iki tane otoyolun tam ortası, cazibe merkezi oldu...

Kağıthane bence keşfedilmeyen bir değer

Yani buradan Şişli 3 km, Taksim 6 km, Mecidiyeköy 3 km... Bu kadar yakın merkezi bir yer, hiçbir yerde bulunmaz, oksijeni bol, doğası bol, Kağıthane bence keşfedilmeyen bir değer, daha tam anlamıyla değeri bilinmiyor bana göre...Yani asıl o değeri bilinse çok daha farklı şeyler olur, tabii zaman içerisinde keşke olmasa! Keşke olmasa! Bu haliyle kalsın, mesela örneğin şuraya yeni bir stad yapıldı, şu Kağıthane hudu-dundan ileri, nedir Aslantepe diye. Kağıthane’de, şimdi oradan geçer-ken benim içim cız ediyor, niye cız ediyor? Çünkü orası orman yani tam o Ayazağa köyünün ormanının baş-langıç yeri ve oradaki o insanların yaptığı tezahürat, o arabaların maça

gelirken çıkaracağı egzoz kokuları... orada ne bir böcek kalacak, ne bir kelebek kalacak, ne bir kuş kalacak, ne bir kurbağa kalacak! Öyle değil mi? Doğayı kirleteceğiz... Yani bizim amacımız doğayı kirletmemek, bun-dan 5 ay önce Sirilanka’ya gittim, Hindistan’a gittim ondan sonra... Oradaki insanları gördüm. Oradaki insanlar Budist, Buda’ya tapıyorlar, ama hiçkimse bir tane bir çöp bırak-mıyor, o küçücük çocuklar geliyor Buda heykeline ne yapıyor? Min-net ve şükran borcunu sunabilmek için en güzel kıyafetlerini giyiyor, geliyor ve bakıyorum pencereme mesela, kaldığım otelin penceresi-ne, maymunlar geliyor, camı böyle tıklatıyorlar, bir şey istiyor senden, muz istiyor, meyve istiyor. Filler ona keza rahat rahat geziyor, böyle çıkı-yorsun dışarı, aa filler geziyor, tavus kuşları, insan imreniyor ama biz maalesef Türkiye’mizde katlediyo-ruz, doğanın kıymetini bilemiyoruz. Yine yaptığım yurtdışı gezilerinde de insanları gördüm, oradaki gençliği, herkeste bir altyapı var ama bizim gençliğimizde altyapı oluşmamış, yani bizim insanlarımız tüketmeye çok alıştırılmış, her şeyi tüketiyor-lar, her şeyi tüketiyorlar, mesela pet şişeler kullanılıyor, doğayı kirletiyo-ruz, nereye gitsen pislikten geçilmi-yor, yani ben bunları sevmiyorum, keşke bunlar olmasa…

Herkesin ayağında bluejean olmasa

Keşke gençliğimiz daha bilinçli olsa, çok daha okumaya hevesli olsa, de-ğil mi? Herkesin ayağında bir blu-ejean pantolon olmasa, değil mi? Güzel güzel biz pamuklu kumaşları-mızı giysek, değil mi? Eskiden kese kâğıtları vardı, biz alışveriş ettiğimiz zaman, öğretmenlerimiz derdi ki ‘oğlum, çocuğum bak kitap ve dergi almaya paranız yetmiyor ama bak-kaldan alışveriş yaptığınız zaman veyahut işte pazardan alışveriş etti-ğiniz zaman, alın o kese kâğıtlarını’,

o kese kağıtları, eski okunmuş ga-zete kağıtlarından yapılırdı eskiden şimdiki gibi sarı kağıtlar gibi değil, onu hamurla yapıştırırlardı evlerde. O kağıdı hemen alırsın gazete alma-ya paran yok gücün yok ama o ga-zeteyi okursun günceli takip edersin, o zaman radyo yok televizyon yok, yani okuma alışkanlığı sonra, daha sonra bizim Tommiks’lerimiz Tek-sas’larımız vardı, neydi çizgi roman-lar ama o kadar serüven ki heye-can... insan sıkı sıkı takip ediyordu. Dolayısıyla yıllar sonra benim üni-versitede hocam, ah bir baktım bir gün derse Tommiks, Teksas, Zagor alıp gelmiş. Hocam dedi ki ‘İbrahim bey bu Tommiks Teksas’taki, mese-la kahramanlar, cezaevinden kaça-bilmek için tünel kazıyorlar, o tünel günümüzdeki kanalizasyonla ilgili... günümüz onlara borçlu…’ Yani o kanalizasyon kazımı tüneller, met-rolar falan o günkü okunan o çizgi roman kahramanlarından, yani o bilgileri onlardan biz alıyoruz, çok enteresan bir şey, değil mi? Bunlar insanın ufkunu açıyor bence, genç-lerin çok okuması lazım çok düşün-mesi lazım ve telefonlarla daha az konuşması lazım. Çok okuyacak ve çok hayal kuracaksın, ne kadar çok hayal kurarsan o zaman yaşamın daha da renklenir, değil mi? Ufkun açılır. Ama biz maalesef bilgisayarın başında durmadan aaa onunla çetle-şelim, bununla çetleşelim, ne oluyor zamanı boşu boşuna öldürüyoruz, aslında Amerikan emperyalizminin de yapmak istediği bu: hep bizim gençlerimizin beyinlerini satın alı-yorlar, değil mi? İşte böyle oyunlarla moyunlarla zaman tüketiyoruz, ama benim siz gençlere tavsiyem mutlaka çok okuyun, çok okuyun, Osmanlı tarihini çok araştırın, yani bizim geç-mişimizin geleceğimize ışık tutması lazım, yani sizlerden beklentimiz bu, inşallah çok daha başarılı olacaksı-nız, çünkü ben sizin gözlerinizdeki o pırıl pırıl o ışığı görüyorum…

İzzet Kazım Kapıcıoğlu 1940 yı-lında Karabük’te doğmuş. Çeşitli işlerde çalışmış, zorluklarla mü-cadele etmekle geçmiş ömrü… Ai-lesinin kökeni Karabük, Ovacık, Kışlapazarı. Kağıthane’ye 1960’ta yerleşmiş.

Para azdı ama hiç olmazsa tadı-mız vardı

Doğum yerim Çankırı’ydı o za-manlar, şimdi Karabük oldu. Her gün hususlar değişiyor, biz de değişiyoruz. Şimdiye kadar çalış-

tık, çabaladık, çoluğu çocuğu aç koymadık. Fabrika’da çalıştım, santral memurluğu yaptım, her tarafa gittim yani. Çalıştım gece-gündüz… Kâğıthane muhitinde… Yaşımız 75. Geldiğimizde yata-cak yatak bulamazdık. Girecek ev bulamazdık. Yaşam bu. Buradan yokuşu çıkardım, yukarıdan da aşağı indirirdim briketi sırtımla. Gördüğün o ev, beş bin liraya çık-tı. Şimdi beş bine ne veriyorlar? Burayı üç bin liradan aldım metre-sini. Ben ilkokul mezunuydum gel-dim. İşe giderdim, işten gelirdim evimin temelinde çalışırdım. Usta çalıştırsan para istiyor. Karnımı doyuramıyordum ki zaten; şimdi daha kötü oldu. İnşaat bulduysam

inşaatta çalıştım. Yani çoluk ço-cuk aç kalmasın. Buralar orman-dı. Kavak biterdi, ekin biterdi. Ekerlerdi. Göçmenler çevirdi yani. 1960’tan sonra böyle oldu. O za-man millet fakir idi. Birbirine bağ-lı idi. Şimdi o durumu tutmuyor. Zaman değişti. İnsanlar da değişti. Eskiden ayrım yoktu. Şimdi ayrım koydular. Sen kel ben kör… Eski-den millet bağlıydı birbirine. İnan ki ben bu siyaseti asker ocağında öğrendim. İnanıyor musun? Parti nedir bilmezdim, bu durum devle-tin hatası. Değişti, her şey değişti. Güç yettiremiyor çünkü… Sporu asker ocağında yaptım. Memleket-te spor diye bir şey yoktu eskiden. Şu anda spor işi falan her şey ser-

best… Her şey vardı. Ama millet fakir idi. Bulup yiyemezdi, bulup giyemezdi. Ama şimdi var, yok diye bir şey yok. O zaman kızlar oğlanı görünce kaçardı, oğlan kızı gördü müydü kaçardı. Ama şimdi kızlar kaçmıyor, oğlan da kaçmı-yor değil mi? İnan ki ben evlendi-ğim güne kadar hiç kimseye yan gözle bakmadım. Şimdi öyle değil. Biz buraya geldik, komşu birbirine gider gelir, oturur bir bardak çayı-nı içerdi. Ama şimdi o yok. Aynı binada oturuyor, ismini bilmez. Eski durum olsun ben dünyaya yeni geldim derim. Para azdı ama hiç olmazsa tadımız vardı.

“Görüyorsunuz televizyonda. Kâğıthane iyi olmuş, benim karnım doymadıktan sonra neye yarar?”Dilay Negür (21)

Hatice Naz Eztenli (15) Onur Bakır (15) Damla Alkan (16)

Röportaj

İzzet Kazım KAPıcıOğlU / Fabrika İşçisi

Page 6: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

016

85 yaşındaki Mehmet Sakallı, bir astsubay emeklisi. Sinop’un Boyabat ilçesinin Bürüm Köyü’nde dünyaya gelmiş. Tarımla uğraşan dört çocuk-lu bir ailenin en büyük çocuğu olan Mehmet Sakallı amcamız, ilkokul sonrası tahsilini köyde devam ettire-meyeceğinin farkındaymış. Bir yaz, İstanbul’dan köylerine gelen yenge-sine anlatmış durumu. Çok geçme-den tahsil için İstanbul’a, dayısının yanına çağrıldığını haber veren bir telgrafla başlamış İstanbul macera-sı. ‘İkbal arıyordum!...’ diyor kendi tabiriyle. Mehmet amcayla, 1938’de İstanbul’a geliş hikayesini, dayısıyla beraber Beşiktaş’tan tabanvayla(!) gittikleri Kağıthane şenliklerini, emekli olup yerleştiği ve 48 senedir oturduğu Kağıthane’deki değişimi konuştuk.

Bana sahip çıkın, okumak istiyo-rum, dünyayı öğrenmek istiyorum! dedim…

1925 senesinin 16 Mart’ında Sinop’un Boyabat kasabasının Bü-rüm köyünde doğduğum ifade edilir. Çünkü ben doğarken aklım başım-da değildi. Elimdeki nüfusta öyle. 4 kardeşiz. Hatta biri benden evvel olmuş ve ölmüş. Şimdi ben en büyü-ğü olmuş oluyorum, geride 2 kız 1 erkek kardeşim kalmış oluyor. Onlar da tabii bağla, bahçeyle, bostanla uğraşarak geçimlerini temin etmiş-ler. Efendim, orada köy kasabaya 30 kilometre, şartlarımız ağır. Okul açıldı 3 sene okula devam ettim, bir ara verildi. Bir sene sonra 5. sınıfa kadar devam edildi. 1938 senesinin son ayında memleketi terk ettim. Ne için? Tahsil için. Dayımın hanımı vardı. O İstanbul’dan köye gelirdi, ‘Şehri’ isminde, rahmetli oldu bir kadıncağız. ‘Yenge’ dedim. Dayımın hanımı olduğu için yengem olur. ‘Yenge ben ilkokulu bitiriyorum bana sahip çıkın. Gidecek okulum yok burada. Yoksa burada köylü olarak kalırım karnımı doyuramam bu toprakta. Okumak istiyorum, bir şeyler öğrenmek istiyorum, dünyayı öğrenmek istiyorum!’ dedim. Unut-mamış rahmetli bu söylediklerimi. Ben okulu bitirince telgrafla istediler. Kalkıp geldim ki dayımı tanımıyo-rum daha! Bir iş, bir güç sahibi ola-bilmek için İstanbul’a geldim. Kim vardı İstanbul’da? Annemin kardeşi dayım vardı. Bana sahip çıktı. ‘Gel oğlum’, dedi ‘ben sana yardımcı olu-rum tahsilini yap yapabildiğin kadar. Köyde çoban olma’ dedi. Sevindim, geldim buraya.

Vapurumuz Sinop’tan İnebolu’ya gelince oradan geçemiyor, torpil korkusu var!

Şimdi benim köyüm kasabaya 30 km ve kasabam da Sinop’a 90 km -o zamanda yol yok bugünkü gibi. Yuvarlak olarak söylüyorum. Köy-de hazırlıklar yapıldı benim yiyece-ğim, içeceğim, İstanbul’a getireceğim hediyeler, öteler beriler hazırlandı. Kasabaya indik, nasıl indik: mer-kebin sırtında! Araba yok, belki at var, belki atın sırtında indik. Ora-dan üstü açık kamyonlarla Sinop’a geldik. ‘Tarı’ ismindeki bir vapur geldi yolcu alamadı ilk gece. Çün-kü açıkta demirledi, sahile yaklaşa-mıyor, ancak motorla gidiyorsun, kayıkla gidiyorsun gemiye uluşabil-mek için. Öyle yaptık. Tarı isminde-ki bu ağaç bir gemi idi. Vapurumuz Sinop’tan İnebolu’ya gelince oradan geçemiyor, torpil korkusu var. Ku-zey komşumuzla (Rusya) aramızda bir serinlik var öyle zannediyorum. Bir serinlik vardı. Var olması lazım

ki gece gidemiyor gemi. Benim o za-man tahsilim yok, gazete görmüyo-rum, rivayet olarak işitiyoruz. Yani rivayet demek kaynağı belli olmayan konuşmaların neticesi bu.

Mehmet sen misin?

İstanbul’a geldik, gemi gayet güzel rıhtıma yaklaştı. Karaköy’den Ka-dıköy vapurunun kalktığı iskele var ya, o iskeleyi kastediyorum. Dayım karşıladı. Dayımı tanımıyorum. Her-kes çıktı herkes çıktı, herkes çıktı, tek tük insan kaldı. Bir tanesi birkaç defa hızlı hızlı önümden geçti. Ge-çerken de yüzüme bakıyor. Sonun-cu geçişinde sen kimi bekliyorsun? Dedi. Dayımı bekliyorum dedim. Dayın kim? Süleyman. Mehmet sen misin? dedi. Benim dedim. Gel araba bekliyor aşağıda dedi. Aşağıya indik. Çanta, bavul vardı onları da elimi-ze aldık, arabaya atladık. İtfaiyede memurdu, telefon işlerine bakar-dı, yangınları ihbar ederdi. Ekipleri sevk ederdi. Kiracıydı Beşiktaş’ta. Beşiktaştaki onların oturdukları eve geldik. Şimdi İstanbul’dayız.

İkbal temin edecek bir okul…

Şu anda yandı galiba Ortaköy’deki köprü ayağında bir okul vardı. Ora-ya devam ettim. Orada o sene hasta-landım. Bazı şartlar aleyhimde oldu derken o okul hoşuma gitmedi çün-kü çok kalabalıktı. Şöyle kendi kafa-ma uyan okula gitmeyi istiyordum. Kafama göre bir okula gitmeyi çok düşündüm ama köyde olanlarla sizin aranızda büyük farklar olduğu için aynı emsalsiniz biri köyde biri siz, düşünemezsin nereye gideyim diye, ama nedir ki bana ikbal temin edecek bir okul o benim şansım olacak. İk-bal temin edecek yani ileride yaşamı-ma güzellik verecek bir insan olarak, derken o sene evimize bir misafir gel-di. ‘Bu efendiyi tanımıyorum!’ dedi (benim için). Ben ufağım çünkü kaç yaşında olabilirim: 12-13 yaşında ya da 14-15, her neyse. Bu, yeğen dedi-ler ilkokulu bitirdi, buraya getirdik tahsil yapıyor şu an dediler. Evet orta okuldayım derken ‘ne olacak orada?’ dedi. ‘Ne olcağını bil-miyorum’ dedim ‘okuyoruz şimdi’. ‘İkbali belli olmayan bir şey, orayı bitirirsin takı-lır kalırsın’ dedi. ‘Ben emek-li bir subayım’ dedi. ‘İsmim Halil’ dedi. ‘Kasımpaşa’da askeri okul var’ dedi. ‘Ora-sı astsubay çıkartıyor’ dedi. O zaman astsubay değil ismi başka bir ismi vardı. ‘Oraya yazdırayım seni’ dedi, ‘oranın müdürü benim arkadaşımdır’ dedi. Sevindim. Yani böyle bir karanlıktan insana aydın-lık çıkar da nasıl sevinir ben de öyle sevindim. Belli bir yer çünkü askeriye. Askerliğin nasıl bir yer olduğunu bilmi-yorum ama o kadarını an-layabiliyorum. Çünkü ikbal arıyorum, istikbal arıyorum. Eğer o zaman liseyi bitirmiş olsam üniversite kayıtla-rı istediğiniz gibi yapılıyor. Hangi bölümü istiyorsanız yazın gidin açık. Ben hukuk istiyorum, ben tıp istiyorum, ben iktisat istiyorum, ben diş istiyorum hangisini istersen yazabilirsin. Ben de işte böyle bir başlangıç içerisinde ne olursa ol-sun demek devlet bana okulu bitir-diğimde bir vazife verecek, o vazife üzerinde de bir harçlık verecek ben bununla hayatımı sürdüreceğim, köy hayatını terk edeceğim.

Sandalda, denizin içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa şenlik yapar-dık…

Dayım biraz kafa denk bir adamdı içki içerdi, sarhoşluğu severdi; ben haşa. Onla anlaşamazdık, şimdi

Hıdrellez günlerinde bayram gün-lerinde arife günlerinde Beşiktaş’ta yiyeceği içeceği öteyi beriyi hazır-larlardı, oradan tabanvayla, bilir misiniz tabanvayı, Mecidiyeköy’üne çıkardık. Mecidiyeköy’ü dediğim yer de bir köyden ibaretti, sağda solda devrilmiş ihtiyarlamış dut ağaçları vardı. Köy demek de doğru değil, varsa işte 10-15 tane yamru yumru evler vardı, onları geçerdik, bu sır-tı aştıktan sonra buraları hep bah-çeydi, otlar bele kadar çıkıyordu. Sesler, naralar, öteler beriler, bu naralar dediğimiz sarhoş naraları, zevkler, türküler, şarkılar, oyunlar her şey devam ediyordu. Minderler getirirlerdi. Sofralar getirirlerdi. Ki-misi sırtlarına yüklerler, eşyalarını getirirlerdi. Kağıthane dendiği za-man ben o zaman şenlik yapılan bir bölge olarak hatırlardım. Buralarda tek ev yoktu, şu derenin öbür tara-fında, yani sayısını söyleyeyim yüz kadar bir ev var ise, evlerin hepsi yamru yumru idi. Neden Kağıtha-ne köyü dedikleri bu köydü; gelir-dik, otururduk bir yere herkes gibi.. Buralar Allah’ın dağı, Allah’ın kırı. Bağlık bahçelik ikincisi otluk otun içerisine gömülürdük. Kovalambaç, saklambaç ,top oynardık. Otların arasına saklanırdık. Herkes gelmiş oturmuş, kimisi sarhoş kalkıp oy-nar. Kağıthane’nin deresi buraya ka-dar tertemiz su ile gelirdi, sandallar vardı üzerinde ona giderdin, 5 kuruş verirdin bir tur yapardın. Biz birkaç çocuk birgün dedik, hadi denize gi-delim. Deniz? Akan dere. Haliç’in devamı. Oraya gidelim. Oraya ka-dar geldik. Bizi amca sandala alır-dı. Sandalda denizin içerisinde bir o tarafa bir bu tarafa şenlik yapar-dık. Bir tarafta çingeneler, sarhoşlar, tak tak silahlar. Silah da serbestmiş herhalde. Her şeyi gördük oralarda, ama akşam oldu mu oralarda kuş da kalmaz, insan da. Ben çocukluk he-veslerimi alamadım. Geldim tahsile başladım, kısa süre sonra askerliğe başlayınca çocukluk hevesimi ya-şayamadım. Senede bir aylık izinler olurdu. Anne babanın yanına mı gi-deceksin, eşinin ailesinin yanına mı

gideceksin, yoksa gezip dolaşacak mısın. Hayat çok zor...

notlarının yüksek oluşu seni en iyi bir noktaya getirdi, sıkıntı çekmeye-ceksin!

1938 senesinde geldim diyordum ya, mevsim kış olduğu için hatta 1,5 aylık gecikmeyle okula geldiğim için o sene sınıfı terk ettim. Okumayı kestim, imtahanlara girdim, askeri okula kayıt oldum, imtahanı kazan-dım ve oradan Mersin’e gönderdiler. Harp zamanı 1939 1 Mayıs’ında

askeri okula girdim ve Hitler’in bi-zim sınırımıza kadar gelmesini biraz farklı gördük. Acaba bize de zararı dokunur mu gibilerinden tedirginlik-le askeri okulların hepsi İstanbul’dan ayrıldı, Mersin’e gittik. Mersin’de kalan okul müddetlerimizi gereğin-den fazla bir heves ve ihtimamla 2,5 sene okuduk. Hocalarımız gene aynı şekilde bize yardımcı oldular ve ora-dan mezun olduk. 1942 senesinde okulu bitirdik, tekrar İstanbul’a gel-dik.

Talim için buraya geldik. Piyade atışı. Bize silah verdiler, mermi ver-diler atış yapalım diye. O zamanlar Okmeydanı’nda bina yoktu bir şey yoktu, her yer kırlıktı. İstediğin ka-dar ateş et mermi gittiği yere kadar gidecek. Bina yoktu, insan yoktu. Şöyle bir durum oldu. Tüm hocala-rım beni ayrıcalıklı olarak severlerdi. Çünkü ben burada muvaffak ola-mazsam elimden tutan kimse olabi-lir, mesleksiz kalabilirim, işsiz kala-bilirim korkusu içerisinde kitapları ezberlercesine okurdum. Onun için hocalarım beni göz bebekleri gibi severlerdi ve tüm hocalar kurul top-lantısında Mehmet Sakallı kesinlik-le ağır sınıfa verilmeyecek derlerdi. Ağır sınıf dediği topçusu var, elekti-

rikçisi var, efendim telsizi var, gemide toplarla uğraşanlar var, kaptanlık var. O hafif bir işte kalsın diye birbirlerine tek-rar telkin yapmışlar ve listede ismimin yanına şöyle bir işte kullanılabilir diye not düşmüş-ler. Hocalarımdan bir tanesi bahçede bana rastladığında Mehmet dedi senin çalışmala-rın, notlarının yüksek oluşu, seni en iyi bir noktaya getirdi, sıkıntı çekmeyeceksin haberin olsun dedi. Biz buraya talim için gelince bir amiral birkaç albay her sınıftan var bir su-bay bizi mesleklere ayırıyorlar. Yani bir çuval pirinç getirmiş-sin de şu karadını pilav yapa-lım şu kadarını çorba yapalım şu kadarını tohum yapalım gibi bizi sınıflara ayırıyor-lar. Derken liste açık paşanın elinde, bir albay başını uzattı Mehmet Sakallı kim? Benim dedim efendim. Sen buruya geç dedi. Verem hastalığı ge-çiren varmı var efendim diyen yanıma geldi, zatüre hastalığı geçiren varmı var diyen yanı-ma geldi kulak hastalığı falan

derken 8 kişi sağlık sınıfına ay-rılacak ve fakat 15 kişi oldu. Sen ne hastalığı geçirdin? Ciğer. Peki kal. Sen ne hastalığı geçirdin? zatüre. Sen ne geçirdin? Zatülcent. Peki sen ne geçirdin? Ben geçirmedim efendim. Geç bu tarafa deyip beni yine işsiz-lerin içine soktular. Soktular, ben kadere boyun büküyorum. Hatta öyle bir şey oldu ki eleye eleye 8 kişi olduk. 8 kİşi kaldık sağlık sınıfından ama ben sağlığı istemiyorum kandan korkuyorum. Şundan bundan kor-kuyorum netice ne oldu, bir arkada-şımla Hulusi isminde, öldü şu anda,

onla anlaştık o kaptan olacaktı. Ben sağlık sınıfını sevmiyorum dediğim zaman o da kaptanlığı sevmiyorum dedi. Öyleyse değiştirelim hadi gide-lim kumandana kağıt üzerinde de-ğiştirsin. Kumandanın odasına gittik ikimiz. Biz mesleklerimizi değiştir-mek istiyoruz dedik. Peki dedi onda da liste var ek liste. Adın ne? Turgut bilmem ne. Senin adın ne? Menmet Sakallı. Baktı okudu. Ulan sen deli misin sana okulda ayrıcalık tanımış-lar dedi. Seni sağlık sınıfına bilhassa koymuşlar hafif sınıf diye dedi, çık dışarıya dedi kovdu bizi.

Ondan sonra hastaneye geçtik sağlık sınıfı olarak orada kurs görüyoruz. Yatılı kalıyoruz. Bize bir bina verdi-ler öğlene kadar deniz hastanesinde vazife görüyoruz öğleden sonra geri geliyoruz Beyazıt’ta derslerimizi gö-rüyoruz. Orada yiyip orada içiyoruz, orada yatıp orada kalkıyoruz. Beni sağlık sınıfının içerisinde diş kısmına ayırdılar. Orada diş kısmında tetkik takbikat yaptık derken beni deniz hastanesinin eczanesine tayin ettiler, Ankara’dan gelen bir emirle. Paşa be-nim gitmemi istemiyor hastaneden, çünkü işleri temiz yapıyorum organi-ze ediyorum derken Konca’ya tayin ettiler. Konca İzmit’ten Yalova’ya giderken karşıki dağın ortasındadır. Sahildedir. Sahilin üst tarafındaki tren raylarının orada mayınlarımız var. Türkiye’deki boğazları, sahil-leri koruyan mayınlar oradadır. 9 tane bölük var orada. Sene 1944-45 olabilir. Derken orada vazifeyi ya-parken o zaman hekim yok denecek kadar azdı. Hekimler umumiyetle belirli yerlere verilirdi. Hekim az ol-duğu için biz hekimlik vazifesi de gö-rürdük. Hastaları muayene ederdik ciğerlerinde bir şey var mı yarasın ateşinde ağrısında bir şeyler hisse-dersek hastaneye sevkederdik veya biz iliçlarını kendimiz verirdik.

1946 senesinin son aylarında evlen-dim. Beni himaye eden okutan dayı-mın kızı vardı, emsalimdi o da liseyi bitirmişti benimle beraber. Onunla evlendirdiler. Benim arzum değil. Kendiliğinden, zuhur etmiş bir şey sen önüne geçemiyorsun o arzunun artık çünkü onların senin üzerimde ana baba kadar hakları olduğu için hayır ben sizi tanımıyorum diyemez-sin. İnsansın çünkü. O kadar hizmet verdiler sana, o kadar yardım etti-ler, o kadar alakadar oldular. O yö-nüyle sen onları kıramazsın. Düğün hazırlıklarını yapmışlar onlar, bize sormadan felan, biz akıntıya gidi-yoruz! O sırada da beni Ankara’ya çağırdılar. Beni Gata Hastanesi’ne aldılar. Gata Hastanesi o zaman Cebeci’de idi. Beni karacı olarak al-mak istediler. Okul müdürü ile aram açıldı. Durmam sizin yanınızda de-dim, paşamıza söyledim o da kabul etti, beni dişci olarak doğru Gölcük Hastanesi’ne gönderdiler. Gölcük Hastanesi’nde 4 sene görev yaptım. Yalnızım, sade 2 tane kırık dökük askerim vardı onlar da temizlik ya-parlardı. Ondan sonra Yassı Ada’da 4 sene vazife yaptım. Oradan tekrar Gölcük Deniz Hastahanesi’ne. Göl-cük Hastahanesi’nde vazifem bittik-ten sonra tekrar Ankara’ya merkeze tayin edildim.

Perişan olmuş Kağıthane, perişan olmuş dere, utandım!

8 küsur sene daha çalıştım, baktım 30 senelik hizmetimi doldurmuşum emekliliğimi istedim ve İstanbul’a geldim. Sene 1968. Çünkü beni oku-tanlar burada. Onlara bir defa saygı borçluyum, eşimin de anası babası burada. Sonra İstanbul’u daha çok seviyordum, denizi var, vasıtaları çok. Ankara bana biraz yaban geldi o zaman için, yani soğuk geldi di-yebilirim. Yıldız’da kayınvalidemle oturuyordum. Ben 4. Levent’te 2. katta üç odalı bir daireye talip oldum

Turgut Bekil (26) Birbey Ahmet Keklik (16)Ali Eren (17)

Röportaj “Bir gün dedik: hadi denize gidelim! Deniz?: Akan dere!”

Mehmet SAKALLI / Emekli astsubay

Page 7: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

7

Çoban Amca, 87 yaşında ve 1957’den bu yana Kağıthane’nin Gültepe semtinin demirbaşlarından birisi. At arabacısı olarak çalışmaya başladığı Gültepe’de, bizi Çoban Amca Kahvehanesinde ağırladı ve Gültepe’nin 1957’den bu yana deği-şen yüzünü bizlerle paylaştı...

Hepimiz esnaftık ama esnafımız, çarşımız, dükkanımız yoktu

Adım İ.Ç. ama herkes beni Çoban Amca diye bilir, esasında at araba-cısıyım, ama şöförlüğüm de vardır. Küçük bir kamyonetim vardı halden mal taşırdım. Şimdi ise bu kahveha-nem var. Dünyalar güzeli kraliçem ile evliyim, yedisi erkek biri kız se-kiz çocuğum, 57 tane de torunum var. 1933’te Mecidiyeköy’de dün-yaya geldim. Babam Alibeyköy’de rençberdi, 30 sene rençberlik yaptı, buğday, arpa harmanı döverdi. Ama Mecidiyeköy’de otururduk. Taksim-Şişli-Beyoğlu’nda geçti çocuklu-ğum, Taksimliyim yani. Gültepe’ye 1957 senesinde merhum Adnan Menderes’in istimlak politikasıyla geldim. Merhum, bizim için burayı uygun görmüş. Gültepe’ye ilk ge-lenlerdenim, hatta ilk ben geldim denebilir, kurucularından sayılırım. Buraya geldiğimizde kimse yoktu buralarda, in cin top oynardı. Or-manlık alandı, Mecidiyeköy’deki bu hasır mezarlık dedikleri yer gibi bir fundalıktı. Şu görmüş olduğunuz şimdi eski Büyükdere Caddesi dedik-leri yer, ufak bir yolluk pınarlıktı. Mecidiyeköy’ün kuzusunu, sığırını,

danasını buraya otlatmaya getirir-lerdi. Buraya geldiğimizde hiç kimse, tek bir ev dahi yoktu. Hayat pahalılı-ğı, istimlak derken elimizde görümü-müz tökümümüz yoktu ama yine de çaresine baktık. Evimizi barkımızı kendimiz inşa ettik. Sanayi mahal-lesinde tuğla harmanları vardı, bu tuğla harmanlarından tuğlalar alıp evlerimizi inşa ettik. Daha sonraları istimlak dolayısıyla sağdan soldan gelen, gecekonduları yıkıldığı için buraya yerleşen çok oldu. Hepimiz esnaftık ama esnafımız çarşımız, dükkanımız yoktu.

Gurbetçilerden Gültepe’ye yatırım çok oldu

Önceleri Anadolu’dan İstanbul’a göç edenler buraya gelirdi, gecokondu-larda kalırlardı ama 80 ihtilalinden sonra Gültepe gelişmeye başladı. Çeşitli yerlerden insanlar buralara gelip yerleşmeye, yatırım yapmaya başladılar. Gurbetçiler, buralar ucuz diye biriktirdikleriyle gelip buraya apartmanlar diktiler. Sonra baktılar

buralarda insanlar çoğalıyor, buraya bir fırın lazım, bir manav lazım diye-rekten yatırım yapmaya başladılar, yavaş yavaş gecekondular yıkılmaya yerlerine apartmanlar yükselmeye başladı böylece. Özellikle 90’larda dönüşüm daha hızlı oldu. Eskiden buradan Levent’e kadar yürüdük, sonraları kamyonetimiz oldu, ona doluşup çıkardık Levent’e. Sonra yol yapıldı, hat kuruldu, dolmuş geldi. Şimdi çok şükür otobüs, minibüs, taksi hepsi çalışıyorlar. Belediyemiz de sağolsun her türlü hizmette bulu-nuyor, hiçbir hizmeti esirgemiyor.

Eskiden Hıdrellez’de büyük ateşler yakılırdı

Sonraları Gültepe’ye Türkiye’nin dört bir yanından insan akın etmeye başladı. Hepimiz de güzel geçinir-dik. 3 bayramımız vardı kutladığı-mız, Şeker Bayramı, Kurban Bayra-mı bir de Hızır ile İlyas’ın barıştığı 6 Mayıs’ta kutladığımız Hıdrellez. Gayrimüslim kimse oturmazdı bu-ralarda. Hıdrellez’de Kağıthane’ye, Kağıthane deresinden sandallarla akın akın insanlar gelir, ateşler yakı-lır, kuzular kesilir, oyunlar oynanır, oyun havaları çalınırdı. Askeriyenin bizimle Hıdrellez kutladığına dahi şahit olmuşumdur. Lakin şimdi in-sanlar bu geleneklerini unutuyorlar, eskiden Hıdrellez’de büyük ateşler yakar, üstünden atlardık, zıplardık. Artık bunların esamesi pek okunmaz oldu. Düğünlerimiz bile daha şenlik-li kutlanırdı. O zamanlar bağımız, bahçemiz olduğundan, düğünümüz, sünnetimiz, nişanımız hep sokakta olurdu, çalgısıyla, yemeğiyle birlik-te. Davetli, davetsiz diye ayırmazdık kimseyi. Şimdi düğün salonu çıktı, davetiyesi de ayrı çıktı. Çok güzel şenliklerle, eğlencelerle kutlar, her-kes güler herkes eğlenirdi bizim dü-

ğünlerde. Eskiden yemekler yapılır-dı, hususi düğünler için şimdi onlar da kalktı. Bizim zamanımızda içkiyi mezesiyle koyardık, herkesin sazı ça-lardı. Ben çalgı çalmazdım ama güzel çiftetelli, zeybek, harman dalı oynar-dım. Cenazelerimizde de birlikte olurduk yine, elleri becerikli olan ha-nımlarımız hamur yapar, bu hamu-run içine de helva kavurup koyardı, sonra cenazeye gelenlere dağıtılırdı. Şimdi bu adetler de kalmadı. Bu iş-ler aslında herkesin vazifesidir ama kimileri artık ‘eşikten aldım ben seni andım’ deyip işin içinden çıkıyorlar. Eskiden komşular birbirleriyle mü-nakaşa yaparlardı. Sonra sözü geçen kimse gelir, ‘ayıp’ der, ‘olmaz’ der onları barıştırırdı, şimdiyse kendi ev-ladına sözün geçmez.

En namlı, meşhur güreşçiler en son Kağıthane’de güreş tutardı

Kağıthane, güreşleri ile meş-hurdu, tüm meşhur güreşçiler önce Çatalca’da güreşir en son Kağıthane’ye gelir, burada güreş tutarlardı. Osmanlı zamanında da meşhur, namlı güreşçiler en son Kağıthane’de oynarlarmış. Padişah devrinde bir Koca Yusuf varmış dünya birincisi, rivayete göre bunu gemiye bağlamışlar, barutla gemiyi batırmış. Eskiden cumaları güreşler olurdu, insanlar kadınlı-erkekli yedi-den yetmişe herkes güreşleri izleme-ye gelirdi, karşıdan gelenler vapurla Haliç’e gelir sandallarla Kağıthane deresinden Kağıthane’ye çıkarlardı. Cumaları o yüzden her yer tatil olur-du Kağıthane’de. Güreş izlemek ben-de hastalıktır. Balıkesir’de askerken vazifemi bırakıp, güreş izlemeye gi-der, sonra gelince de vazifemi bırak-tım diye tokatlanırdım ama hastalık işte. Şimdi Hasbahçe’de yapılıyor yine, halen gider izlerim. Bir de at

koşusunu çok severim, İstanbul’da bir Veli Efendi Hipodromu’nda bir de Kağıthane’de yapılırdı. İkisi de hastalık bende, nasılsa şimdi top sevdasında insanlar ben de güreşle at koşusunu öyle severim. Ben an-nemden dünyaya geldim geleli atçı-yım, attan iyi anlarım. Şoförüm ama son model arabam olsa altımda frene basar yine ata binerim... Ayı oyna-tıcılarımız vardı bir de. Keşan’dan gelirlerdi, ayılarını yavruyken alır, burunlarına halka geçirir mahalle mahalle gezer, ayılarını oynatır, para toplarlardı, ben de giderdim izleme-ye. At arabalarıyla gelir, çadırlarda kalırlardı.

Musadutu...

Burada bir Erzincanlı Hüseyin Baba vardı, sinemayı işletirdi. Çok kıy-metli bir adamdı. Ben at arabacısı olduğumdan kömür taşırdım, mal verirdi mal taşırdım, sonra öldü gitti, sinema seyri de kalmadı. Bir de Gül-tepe gazinosu vardı. Eski Büyükdere caddesindeydi. Onun için Gültepe ismi kalmıştı ona. Kır gazinosuydu, etrafında ufak ufak güller vardı, şim-di oralara gökdelenler kuruldu, ha-liyle gazino falan kalmadı. Herkes eşini dostunu, ailesini alır giderdi. Ferah, güzel bir yerdi. Şehir dışında olduğundan havası temizdi. Gazino-nun yakınında çilek tarlaları vardı, lazlar yetiştirirdi, tadına da doyum olmazdı. Şimdi Bursa’dan geliyor bir çilek elma kadar nanay da nanay. Onun dışında Mecidiyeköy’e doğru bir Musa Dayı vardı, çok güzel dut yetiştirirdi. Padişahlar zamanından kalma dut ağaçları vardı. Onun ye-tiştirdiği duta Musadutu denirdi, Mecidiyeköy’ün dutu olurdu ama kalmadı artık. Onlar tarihsel lezzet-lerdi.

Seda Saçak (22)İlhan Genç (17)Ayşegül Kesim (17)

Röportaj

Çoban Amca / Kahveci

“Kimse yoktu buralarda, in cin top oynuyordu”

o zamanlar taksitle ordu veriyor bize bu daireleri. Her ay 50 lira veriyorum. O zaman 60 ihtilali olmadan evvel Men-deres buraları, evleri yıkılanlara vermiş. Kayınvalidem, elimden tutan o kadın, benim için de damadım evimde kiracıydı diye, bir arsa almış. Haberim yok. Ben ziyarete geldiğimde buraya ‘oğlum sana da aldım arsa’ dedi, ben yaptırıyorum dedim, yook buraya geleceksin dedi. Gültepe’yi kastediyor. Canım sıkıldı, münakaşa edecek değildim, hürmetim vardı. Ne oldu? Herkes bakıyorum ça-dır yapıyor, tahtalardan ev yapıyor içe-risine giriyor, kimisi güzel yapıyor, yol yok iz yok, gidecek yer yok, barınacak yer yok, oturacak yer yok, bunları dü-şündükçe kafam bulandı. Perişan olmuş Kağıthane, perişan olmuş dere utandım, nerede o eski güzelliği nerede şimdiki hali nerede diye. Ben burayı (Kağıthane) hiç sevmemiştim, fakat kayınvalidem almış. Gelirken ayaklarım çamura bat-tı, çoraplarım dahi ıslandı, baktım bir de domuz ahırı gördüm yolun üstünde her yeri sarmıştı kokusu ve benzer şey-ler vardı benim bu tarafa gelmek iste-memem için. Derken ben kayınvalideye bu şekilde ben istemiyorum burada arsa dediğim zaman kayınvalide geleceksin buraya dedi böyle sert bir çıkışla, ben oradan ayrıldım, üzerimde resmi elbi-sem var, doğru mesken müdürlüğüne gittim, o zaman Şehzadebaşı’nda idi. Müdürle konuştum, beni sıcak bir şe-kilde karşıladı, ben dedim bana arsa tahsis etmişsiniz teşekkür ederim, ancak ben burada oturmayacağım dedim, o arsayı başkasına verin, dedim. Listeleri getirdiler bana verilen arsayı tespit et-tiler, çıkardılar. Başkasına verdiler. Ben valideye gelip de üzerimdeki arsayı at-tım artık gelmeyeceğim buraya benim ev yapılıyor, ancak ziyarete gelirim sizi dediğimde kayınvalidem fena halde çı-kıştı bana, üzüldü ‘bizden kaçmak mı istiyorsun artık Mehmet!’ dedi ‘kaçmak değil’ dedim ‘burayı sevmedim’ dedim ‘yok’ dedi tekrar gidip müdüre dama-dım böyle böyle arsasını terk etmiş, ben geldim arsayı tekrar istiyorum demiş. Müdür de artık tabii oraları verdiği için

başkasına, gelmiş burada bu yokuşun üzerinde burayı vermiş hem benim ar-zumun üzerine emekli olduğum zaman aldığım paraya el koydular buraya he-men temel attılar hemen şunu yaptılar, hemen bunu yaptılar, derken beni bağ-ladılar yani o şekilde ben buralı oldum, Gültepeli oldum, Kağıthaneli oldum.

Levent’teki ev için orada birikmişlerim vardı, emekli maaşımdan ikramiye gibi bir şey, bir de bize devlet bir para ve-rirdi topladık onları, çıktılar, çıktılar 3-4 daire oldu şimdi burada. Ya-pınca çok sevdiğim Beşiktaş, benim orada çocukluğum geçti çünkü ilk göz ağrısı yer orası, orada gidip kirada oturacaktım buraları kira-ya verip. O zaman işte siz geldiniz bana dediniz ki ‘abi yahu bak su-yun var, efendim yolun var, elekt-riğin var, 120 metre karelik dairen var sen gidip kirada mı oturacaksın Beşiktaş’ta?’ Evet kirada oturaca-ğım, ‘aklına şaşayım’ dediniz. Bu efendi diyor ki ‘sen deli misin, amca bak geniş bir dairen var burada, e şimdi gidiyorsun kiraya, yolun var, otobüsün var minibüsün var şunun var bunun var, düşündük ileride daha güzel olacağı için buralar, biz de o yüzden çakılıp kaldık burada çivi gibi.

Göçle beraber Kağıthane deresinin suyu evlerin harcına karışır..

Kağıthane’de gezecek yer kalma-mıştı bakıyorsun böyle çadırlar dolmuş eften püften binalar yapıl-mış. Fabrika yoktu şimdiki gibi, büyük şehirlere iş aramaya gelenler niçin ge-lirler? Ya bir apartmana kapıcı olayım veyahut da bir atölye varsa veyahut da okulda hademe olmayım diye gelirlerdi. Siz bilmezsiniz geçmişte Anadolu’dan gelenler bu fikirle gelirlerdi. Böyle tesis-ler nerede, fabrikalar nerede, zaten on-lar açılmaya başlandı, Anadolu buraya göçtü. Bugün benim öğretmenim köyü-mü nahiye yapmak isterken kalabalıktı, çünkü bu atölyeler fabrikalar kurulma-

ya başlanınca köy boşaldı İstanbul’a, bugün bir tane ev var kışlık oturacak bir aile oturuyor benim köyümde şimdi, oysaki şimdi orada 500 hane olması la-zımdı. Şöyle söyleyeyim bir Allah’ın da-ğına veyahutta şehirlerden yüzlerce ki-lometre uzakta olan bir kıra nasıl gitmiş iseniz, orayı nasıl görür iseniz buraları da öyle idi. Geldiğimde şu duvara bak-tım duvar değil karşıki binaların olduğu yere. O gariban köylüler kazma kürekle taşları nasıl kırıyorlardı ev yapmak için, yer yapmak için, demek ki insanlarda

memleketi de gözüne gözükmüyor o meyanda. Çünkü daha iyi bir yaşam, çocuklarına daha iyi bir ikbal veyahut da kendisi için daha bir gelirli vasat arı-yorlardı, yer arıyorlardı. Bunları temin etmek için de yaptılar. Çok zor, acırdım garibanlara. Sorardım bazen yanlarına giderdim. İşte hatırlarını sorardım. ‘Yoo biz açız yahu köyde bir şey yok’. Çünkü öyle bir şey ki ben hatırlıyorum bizim köyde senede bir defa iki defa öşürcüler gelirdi. Öşür demek vergi demek. Senin

5 tane keçin var değil mi bu keçilerden vergi alırlardı. Şimdi senin o vergiyi ve-recek gücün yok ne yapıyorsun o beş keçiyi alıyorsun şu dağın arkasına gidi-yorsun beş keçi ile vergiciler gidinceye kadar orada kalıyorsun. Biz o zamanlar dereden su taşıyorduk. Su yoktu, elekt-rik yoktu. Aşağıdaki caminin oradan su taşırdık. Burası yokuş burada su yok. Herkes inşaat yapıyor. İnşaat yaparlar-ken at arabalarına büyük bidonları ko-yarlardı, onlarla getirirlerdi, harç yap-mak için. Merkebinin sırtına iki teneke

atan kimse su taşıyor satmak için. Şu köşede bir ev vardır. Beş altı katlı bir ev vardır, sağda. Orası yalnız bu bir eşekle vayahut atla getirilen bir suyla yapıldı. Onun sahibi o atla getirdiği sulardan kazandığı para ile o binayı yap-tı. Köy boşaldı diyorum ya gel bizim tarafta arsa satıyorum di-yor hemşerisine. Buraya geliyor yerleşiyor daha müsait, gidiyor Ümraniye’ye taşınıyor, gidiyor bilmem İzmir’e, çünkü o zamana göre okuma imkanları var kimisi mühendis oluyor kimisi doktor oluyor kimisi hukukçu oluyor, kendilerine göre bir yaşam tarzı uyduruyorlar.

Mehmet Amca belediye mecli-sinde…

Ancak bu kırk küsur sene be-nim için az bir zaman değildir burada. Bu zamanın içerisinde Kağıthane’de çok değişiklikler oldu. Bir defa ben Kağıthane

meclisinde beş altı sene bulundum. Va-zife yaptık millete, etrafa. O meyanda Kağıthane’nin daha güzelleşmesi için bir şeyler yaptık. İnanır mısınız oradaki geçtiğiniz caddeler, muhakkak geçmiş-sinizdir, geçtiğiniz caddelerin tapuları benim üzerimedir. Ben alıyorum müte-ahhit yapıyor oraları. Kime teslim ede-ceğim diyor bu yolu, kime teslim ede-ceğim bu binayı, heykel yapıyor bilmem ne yapıyor kime teslim edeceğim diyor. İşte bir sıfat verdiler encümen başkanı

diye o vazife ile meşguldüm. Hepsin-de benim imzam vardır. Hatta orada bir heykel var hatta heykelin yanında bir kız çocuğunu kucaklamış. Bunu giydirseydiniz dedim bu Mimar Sinan Üniversitesi’nden gelen bir hoca vardı, heykeli yapmıştı. Efendim böyle olması daha iyi değil mi? Peki öyle olsun de-dim. Ya almasam böyle? Almak mec-bur dedi. Şimdi daha iyi oluyor. Daha iyi oluyor. Şimdi şöyle düşünüyorum. Kızımı evlendirecektim, bir alyans ala-caktım. Ta kapalıçarşıya gitmek zorun-luluğu vardı. Çünkü kuyumcu yoktu. Böyle kıymetli bir şeyi alacak bir muhit değildi. Şu anda bilmiyorum 100 m² içe-risinde 10 tane kuyumcu var. O neden? Halkın artık direnmesin, çoğalmasın-dan ileri geliyor, kazançtan ileri geliyor. Eskiden binalar az olduğu için veya az katlı olduğu için bir komşu geldiği za-man diğer komşular onlara hoşgeldine giderlerdi. Yani oldukça sıcak bir hava vardı. Şimdi bu hava silinmiş durumda aşağı yukarı. Çünkü tam senin karşı-na gelen bir aile yer değiştirdiği zaman sana yabancıdır. Komşuluk ilişkileri kalmadı. Hasta olursun kimsenin ha-beri olmaz. Hatta ölürsün kimsenin ha-beri olmaz. Anca falanca ölmüş, Ahmet ölmüş, Mehmet ölmüş şeklinde olur. Komşuluk ilişkileri yok. Ancak cemiyet olarak bir ilişki var.

Proje hakkında düşündükleri

Şimdi şöyle söyleyeyim. Pırlanta gibi insanlarsınız ama siz bir ‘yok’u araştı-rıyorsunuz. Ama siz belki vardır düşün-cesiyle bir memleketi böyle araştırarak yaşayanlardan işiterek böyle kağıt üs-tüne getirmek ayrı bir mesele. Siz kaybı arıyorsunuz. Araştırma içerisindesiniz. Bu kaybolmasın çünkü her şey geçici herkes gidici. Çürümesin istiyoruz ta-rihimiz. Bizim ortaasyadan gelişimiz o krallarımız o hükümdarlarımız o yok-sulluklarımız bir ev yeri gibi Türkiye’yi kapmışız. Kapmadık büyük bir dün-yamız vardı. Daraldık daraldık. Yatak odamıza kadar indik. Türkiye öyle işte bugün..

Page 8: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

8

Page 9: STY-Kağıthane Gazetesi

9

Kağıthane

Page 10: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

0110

1930 yılında Bursa’da doğan İsmail Eyiz, 1950 Kore Savaşı’ndan sonra geldiği Kâğıthane’yi iyisiyle kötüsüyle bizlerle paylaştı… Belki kahvehanesi-ni göremedik ama sıcacık sohbetiyle köpüklü bir yorgunluk kahvesi ya da soğuk günlerde içleri ısıtan çayını iç-miş kadar olduk…

Yaşım 1930, 80 oluyor. Vilayetim Bursa, kazam Karacabey, köyüm Uluabat. Kardeşlerimden, en ufakları benim. Okula hiç gitmedim. Çocuk-luğumuz… Nasıl denir, köyde işte rençberlikle uğraştık, hayvancılıkla uğraştık. Ufak tefek, yarı yaptık yarı yapmadık, onları bıraktık geldik. Askerliğimi Bandırma’da yaptım. Bandırma’dan sonra Kore Savaşı’na gittik (1950-1951). Orada bir sene kaldık. Beni öldü biliyorlardı, eh sağ salim döndük geldik. Çok şe-hit verdik, çok… Askerden dönünce hemen hemen köyümün hepsi karşı-ladı beni. Aşağı yukarı bir sene köy-de kaldım, sonra İstanbul’a geldim, Kâğıthane’ye…

25 kuruşa çay satıyorduk….İstanbul’da bacanağım vardı, onun vasıtasıyla buraya geldim. Kâğıthane merkeze yerleştim. Hanım, Yaka-cıklıydı. Yakacık’tan Alibeyköy’üne geldiler. Alibeyköy’ünde kayınbirade-rim vardı, kaynanam vardı. Tanıştık işte nasip kısmet. Orada beraber bir zaman hayat sürdürdük. Bizim otur-duğumuz ev iki kattı. Benim kendi evim değil yani, baldızımın evi. Ora-da ikamet ettik biz, ama ondan sonra ayrıldık başka bir eve kiraya çıktık. 52 yaşında kaybettik eşimizi bir daha dünya karanlık oldu gitti. İşte onu da kaybedince her şeyimizi kaybettik de-mektir yani. Ahhh ah be kızım ahhh...

Bizim zamanımızda yoksulluk var-dı, çayı ufak meblağa satıyorduk. 25 kuruşa çay satıyorduk. Bununla ida-

re edip çoluk çocuğu geçindirmeye uğraşıyorduk. Ama bizim şansımız yürümedi başka, biz atıldık kahvecili-ğe, başka mesleğe atılaydık belkim de daha başka türlü olurduk. Sinemaya, tiyatroya hiç gitmedim. Ben hep işten eve, evden işe… 71’de kahvecilikten emekli oldum, Bağkur’dan. Sonra Kâğıthane Spor Kulübü’nün lokalini çalıştırdım. Oğlum hala oranın yöne-timinde.

Benim diyen delikanlı buralara gele-mezdi…

O zaman buralarda bu evler falan yoktu. Şimdi nasıl desem, Kâğıthane o zaman köy olarak anılıyordu. Ulaşım çok zordu burada, o zaman iki tane araba vardı yani dolmuş vardı. Bu-radan çıkardı Kâğıthane’den Şişli’ye giderdi, Şişli’den de o caminin yanın-dan böyle döner gelirdi. Sonra sonra çoğaldı. Bütün buralar çamurdu, be-nim diyen delikanlı buralara, bu bi-nalara gelemezdi o zamanlar… Eski-den hiç çıkmıyorsa, 300 tane hayvan çıkardı mandalar çıkardı. Ağalarındı bunlar, dört kardeşti bu ağalar. Sonra onlar dağıldı, ondan sonra Kâğıthane yavaş yavaş merkezleşti, ondan sonra da belediye oldu, belediyeden sonra,

burası birden bire şey oldu yani... 25–30 sene evvelsi belki buraları böyle oldu. Çam ağaçları vardı burada, çam ağaçlarını kestiler doldu burası. Her yer gecekonduydu, çok sonra yaptılar blokları.

Kürd Hasan

Kâğıthane’nin en kabadayısı Kürd Hasan’dı. Çok meşhurdu o. Bu semt elindeydi. Kâğıthane’de herkese iyi kötü yardım ederdi. Diyelim ki fakir bir kimse evi yok, derdi ki “ağa bizim evimiz yok”. Sen bena söyle derdi. Çünkü orada onun bıçağı keserdi. Be-lediye melediye hiç kimse sokulamaz-dı yanına. Hatta belediye başkanlığı da yaptı bir ara. İyi insandı, hakkını yiyemem. Kulakları çınlasın, sağdır hala. Her zaman İsmail Amca der başka demez… Ama fakir fukaraya çok yardım yaptı burada, kalkın da şu bahçeye bakın (salonun camından bakıyoruz) o gecekonduların hepsici-ğinde emeği vardır.

Komşuluk eskiden daha tatlıydı. Ge-lirlerdi, otururduk, oradan buradan konuşmalar yapardık. Bir arkadaşım var, köylüm, onu söyleyeyim Hacı Arif. Hacı Arif’le görüşüyoruz, birin-ci adada duruyor kendisi, parçacılık üzerine. İyi bir muhterem, çok tatlı bir insandır. Başka zaten gidemiyoz ki bi tarafa. Gece saat 10’dan sonra 11-12’de kahveyi kapıyordum ondan sonra rahatça evimize giderdik çünkü hepimiz bir birimizi tanıyorduk.

Ahhh gidi ahhh…

Arnavutlar yaşardı burada, çok eski-lerden beri. Onların tarihi çok eski. Konuşuyorduk, işte kahveye geliyor-lardı. Kahve içerlerdi, çay içerlerdi. Onlar da kalmadı şimdi, onlar da kayboldu gitti. İşlerini düzeltenler taşındı, düzeltemeyenler kaldı. Çoğu zaten vefat etti. Bütün konuştuğum arkadaşlarımın çoğu ebediyete git-tiler. Ahhh gidi ahhh… Bakkalımız, kasabımız, manavımız onlar şimdi yok. Hepsi büyük marketler oldular, yani esnaftan da pek kalan olmadı bir iki tane var yok yani. Toplandık

mı şimdi camiye gidiyoruz camiden geliyoruz o kadar. Kâğıthane’nin yer-lileri vardı burada. En çok bu muhit-te olanlar geliyorlardı kahveme. Çok giden oldu buradan dışarıya. Şimdi her insandan vardır, her memleketten vardır.

Hasbahçe

Çok mesire yerdi Hasbahçe, çok ta-rihi yerdi. Osmanlı burada yaşamış, kaplumbağalar vardı kaplumbağala-rın üzerine mumları koyup da böyle geziyorlardı. Kasımpaşa, Mecidiye-köy, Kurtuluş, Şişli bunların hepsici-ği buraya, Hasbahçe’ye gelirlerdi. Şu geçtiğiniz köprü var ya, kayıklarla o köprüye kadar geliyorlardı. Her ta-raftan gelirlerdi, gayrimüslimler de çok teşebbüs ederlerdi. Onlar bütün yiyeceklerini alırlar, içkilerini alırlar şunu bunu alırlar otururlar orada yer-lerdi. Eğlenirlerdi. Müzikleri de vardı, onlar neşeli insanlar bizim gibi değil ki onlar… Biz de karşıdan bakar, ge-çer giderdik. İşte biz işten güçten ba-şımızı ayıramadık. Gelir az gider çok öyle hayatla mücadele ettik. Ama on-lar da dağılıp gittiler… Mesela kendi aralarında gençler maç yaparlardı Hasbahçe’de. O zaman nerde böyle alafranga şeyler! Şimdi böyle affeder-sin buraya kadar külot, şimdi külotla maç yapılıyor. Şimdi her şey alafran-ga oldu…

…tırnaklarımıza bakardı…

Hastane yoktu. Şimdi şimdi sağlık ocakları var. Acil bir şey olduğu za-man doğru en yakın Şişli’ye giderdik. Ama doktor gelirdi, muayene ederdi, tırnaklarımıza bakardı, giydiğimiz şeylere bakardı. Bir gün arkadaşla-rımın hepsi, İsmail’e bakın dediler, giyimine, tırnaklarına bakın… Dok-torun kulakları çınlasın, çok muhte-rem bir insandı. Günde aşağı yukarı iki tane kahve içerdi, ben götürürdüm kahvesini, çok iyi bir doktordu yani. Gelirken gördüğünüz dereyi geçtiniz ya, aynı o zamanlar da böyle fazla su yoktu. Yaylımlı su geçerdi. Yukardan daha ileri doğru, Ayazağa’nın yan-larında balıklar vardı. Böyle böyle

balıklar çıkardı. Onları tutmaya ge-lirlerdi biz de kahveden fırsat bulduk mu gidiyorduk, bakıyorduk oralara. Şimdi balık nerde? Şimdi oldu müsta-kil belediye…

Merkez’den Sular İdaresi’ne

Şimdiki Kâğıthane daha güzel, inkâr edilmez. Şu anda iyidir. İyi ama be-nim bir yüreğim yanık burada. Allah sizlere gün göstersin bu gidişat biraz kötü. Ama eski Kâğıthane’yi aramı-yor da değilim. Çünkü o zamanları bir saygı bir sevgi vardı. Şimdi kimse kimseyi tanımıyor, hepsi diyelim ki zenginlediler de ondan. O zamanlar insanlar azdı, ne bileyim yok desem yeri vardı. Şimdi var, ama millet lüks yerlere gidiyor. Bir çeşme getirdiler yaptılardı kızın (torununun) okudu-ğu okulda. Onu bilem bozdular, onu bilem hep körlettiler… Ne diyeyim başka ne söyleyeyim… Şu an oturdu-ğum yere geleli bir buçuk sene oldu. Bugüne kadar hep merkezde otur-dum, şimdi oğlum, gelinim, torunla-rımla birlikte burada yaşıyoruz işte. Arada bir kalbimden Bursa geçer. Tabii insanın doğduğu yer özlenilmez mi, sevilmez mi? Köyüm çok tarihi, çok güzel köydür. Bursa’ya giderken solda kalır gelirken sağda kalır. Süt fabrikası var bizim hemen karşımız-da. Havalar ısındı mı gene gideceğim. Şurada iki ay veyahut bir aya kalmaz havalar ısınır, giderim köyüme…

Allah’a yalvarıyoruz. Cenab-ı Allah elbet dualarımız çevirmez. Çok vahim zamandayız. Şu ortama bakın, yetmiş kişi felaketten öldüler, zelzeleden. De-vamlı da söylüyor, İstanbul’da diyor, ama bugün ama yarın İstanbul’un bir kısmı haritadan çıkacak diyor. İsta-tikler (istatistikler) söylüyor, bilim adamları konuşuyor. Bizden geçti gayrı, Allah sizlere gün yüzü göster-sin. Benim beklentimi tahmin edersi-niz, yaşlandık artık, onu bekliyoruz, Allah onun da hayırlısını nasip et-sin…

Sezen Engiz (23)İrem Nur Dönmez (15)Berkcan Ergin (15)

Röportaj

İsmail EYİZ / Kahveci

“Eski Kağıthane’yi aramıyor değilim”

İmrahor Kasrı, saray ahırlarının emiri için kurulan mirî binadır. İlk olarak hangi dönem kurulduğu tartışmalıdır. Fatih Sultan Mehmed’e dayandıran tarihçiler olduğu gibi Kanuni Sultan Süleyman ile başlatanlar da vardır. III. Murad, III. Ahmed, 1. Mahmud, 3. Selim, 2. Mahmud, zamanlarında çeşitli tamirler görmüş, Sultan Abdülaziz ise kasrı yeni baştan yaptırmıştır. Kasır, 2. Abdülhamit tarafından da tamir ettirilmiştir. Eldeki fotoğrafları bu son kasra aittir.Kasır, iki katlı, dik sivri çatılı ve büyük bir binadır. Dış görünüşü rustik karakterdedir, çatı katları ise devrin şale anlayışına göredir. Bununla birlikte plânı, klâsik haç şeklinde sofa ve merdiven tertibi ile köşe odaları sistemine dayanmaktadır.

Her cephenin ortasında küçük bir çıkması vardır. Tavanları, duvarları, kapı ve pencere kanatları çok kıymetli nakış ve tezyinatla süslüdür. Merdiven trabzan korkulukları kristaldendir.Bahçenin parmaklıkları göz alıcıdır. Binanın bir yüzü dereye bir yüzü yola bakmaktadır. Bahçe duvarları takriben 80-90 metre büyüklükte bir kare çevrelemektedir. Bina, bu çevrenin dereye bakan yüzünün ortasında yer almaktadır. Yolun karşı tarafında İstabl-Has denilen saray ahırları (Has ahır) bulunmakta ve daha küçük bir kare teşkil etmektedir. Mir-i Ahur Köşkü, aynı zamanda bir biniş köşkü olduğu için iskelesi mevcuttur. Binişlerde ilk merhaledir. Ekseriya kayıklarla buraya kadar gelinir ve daha ileriye atlar üstünde gidilir. Burada, her sene bahar baş-langıcında yani atların çayıra çıkma mevsiminde padişaha ve saray erkanına ziyafet verilmesi usül gereğidir.

İmrahor Kasrı yıkılmadan önceki yıllarda bulunduğu alan yasak bölge ilan edilir. Bu süre içinde kimi görevliler, binanın büyük renkli taş panolarını, kurnalarını, tavan süslemelerini, çinilerini söküp götürür. 1943’te de Çağlayan Sarayı ile birlikte bir gecede yıktırılır.

Mir-i Ahur (İmrahor) Kasrı

Kaynak: Kağıthane Belediyesi

Page 11: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

11

Cemal Şenol Bey 1962 yılı Kastamo-nu Bozkurt doğumlu bir Kağıthane sakini. 1976 yılından beri Kağıtha-ne Talatpaşa mahallesinde aktif bir yaşam sürdürmekte. 1994’ten 2004 yılına kadar belediye meclis üyeli-ği yapan Cemal Bey bize Kağıthane hakkında ayrıntılı ve bilgilendirici bil-giler verdi, ayrıca kendisi başarılı bir cemiyet ve dernek üyesi.

1962 Kastamonu Bozkurt doğumlu-yum. İstanbul’a 1974 yılında geldim. 1974’te İstanbul’a geldikten sonra 1976 yılında Kağıthane’ye yerleştim. O yıllardan bu yıllara Kağıthane’de yaşıyorum. Tabii ki o günlerde Kağıthane’nin genel yapısı itibariyle özellikle bizim bulunduğumuz Talat-paşa mahallesi gecekondu semtiydi ama bugün gecekondudan kurtul-du, beton binalarla birlikte bir semt mahallesi halini aldı. Annem babam vefat ettiğinden dolayı ve diğer aile mensuplarımız da memlekette oldu-ğu için ben aile reisiyim, Kağıthane Talatpaşa’da oturuyoruz. 1994 yılın-da belediye meclis üyeliğine seçildim. 1999’da ikinci seçimde tekrar bele-diye meclis üyeliğine seçildim. 1994-2004 arası on yıl Kağıthane’de bele-diye meclis üyeliği yaptım. Bu konuda da belki birçok yapılaşmada belediye meclisinin kararlarında bizim de kat-kımız olmuştur. Bugün polis atış po-ligonunun olduğu yere yapılan eğitim kampüsünde de katkımız vardır. Yani birçok alanda katkımız olduğu gibi bu tip yapılarda da katkımız vardır. Kağıthane’nin haklarını genel olarak korumak için her zaman mücadele et-tiğimize inanıyorum. Şu anda meslek olarak, oğullarımın kurmuş olduğu bilgisayar ve kamera sistemleriyle il-gili şirketin başında onlara yardımcı oluyorum, onlara babalık ve ağabey-lik yapmaya çalışıyorum. Cemiyet-çilik anlamındaysa Kastamonulular Dayanışma Derneği’nin teşkilattan sorumlu genel başkan yardımcılığı-nı yapmaktayım. Cemiyetçiliğin her alanında varım. Cemiyette bulunan insanlar hem bulundukları yere hem insanlara hem topluma hizmet etmek için kendini adayan insanlardır. Bura-larda gençlere öğütler veriyoruz, ya-rının geleceği sizlerin elinde diyoruz. Sosyal faaliyetlerde çeşitli çalışmaları-mız var. Sosyal ve kültürel faaliyetin her kademesinde bulunmaya çalışı-yoruz. Lise ve ortaokulu dışarıdan bitirdim. Hayatımı hep çalışarak ge-çirdim.

1500’lerden günümüze…

1500’lü yıllara dayanan bir tarihi olan Kağıthane’nin özellikle 1700’lü ve 1800’lü yıllarda lale devrinde gerçek-ten insanlar Kağıthane’yi mesire alanı olarak kullanmışlar. Özellikle lalele-rin yetiştirildiği bir yer haline gelmiş ve o günün şartlarında insanlar pik-nik yaparken mesire alanlarında san-dallarla birlikte Kağıthane’de sandal sefası sürmüşler. O günün üst düzey yöneticileri padişahları Kağıthane’de saraylar ve köşkler yaptırmışlar. 60’a yakın yapının yaptırıldığı biliniyor. Kağıthane geçmişte ismini kağıt ima-lathanesinin olması sebebiyle almıştır. Bunun yanında atış poligonlarının ol-duğu, baruthanenin olduğu bir alan-da Kağıthane’nin tarihine ışık tut-muştur. Kağıthane’nin coğrafi yapısı Haliç, Alibeyköy, Şişli, Beşiktaş gibi ilçelerin içinde bir mevkide kalıyor. Tarihinde Kağıthane yukarı mahalle, orta mahalle ve aşağı mahalle olmak üzere üç mahalleden oluşmuştur. Daha sonraki yıllarda Çağlayan ve Hürriyet mahallesi eklenmiş, 1960’lı yıllardan sonrada Gültepe, Harman-tepe, Sanayi mahallesi gibi mahalleler

oluşarak günümüze kadar gelmiştir. Kağıthane bugün 19 mahalleye hitap ediyor. Bugüne geldiğimiz zaman bel-ki biraz daha Kağıthane’nin tarihine tanık olacağız çünkü Osmanlı arşivi Kağıthane’ye geliyor. Osmanlı arşi-vinin Kağıthane’ye gelmesiyle ilgili belki sizler ve bizler bu konuda daha da bilgi sahibi olacağız. Kağıthane ge-lişiyor, gelişirken bir tek sıkıntısı var o da, Kağıthane tarihi o kadar eski olmasına rağmen isim noktasında Kağıthane fazla tanıtılamamış, yani bugün Beyoğlu, Şişli, Eminönü gibi ilçelerimizin isimleri daha ön pla-na çıkıyor. Kağıthane’nin ismi de şu anda olduğundan daha ön plana çık-malıdır. Çünkü hem tarihiyle hem de birçok sosyal etkinliğiyle adını duyu-rabilecek bir ilçemiz. Günümüzde ise Kağıthane’deki mevcut il dernekleri sosyal ve kültürel etkinlikler düzen-lemektedirler. Her ay ramazan ayın-da Kağıthane’de bulunan yirmi tane il derneği sosyal etkinlikler yaparak

kültür anlamında birbirlerinin ya-şam tarzını paylaşıyorlar. Bu yapılan etkinlikler tabii ki yeterli değil, eğer uluslararası festivaller yapılırsa Kağıt-hane daha da gündeme gelir. Bugün Kağıthane deyince insanların aklına gerçekten yaşanılır bir kent, bir ilçe gelmesi gerekir çünkü yeşil alanı mü-kemmel potansiyeli yüksek bir ilçe. Fakat yapılaşması günün şartlarına göre bozuk yapılmış ve çarpık bir kentleşme örneği olmuştur. Artık bu-gün kentsel dönüşüm kapsamında bu yapının değişmesi gerekiyor.

Her şey gibi insan ilişkileri de değişti

Bizim ilk geldiğimiz zaman semt bir gecekondu semtiydi, insanlar han-gi evde kimin oturduğunu çok rahat bilebiliyordu, çok rahat arkadaşlık kurabiliyordu. Yeşil alan biraz daha fazlaydı, o günün şartlarında birçok yerde futbol oynanırken bugün fut-bol oynayacak zaman, yer kalmadı. O günlerde mahalle takımları vardı ve daha içten daha samimi maçlar yapılırdı. Bu maçları da mahalle halkı ailecek izlemeye gelirdi. O zamanlar tek kanal vardı TRT 1, binde bir maç yayınlanırdı, herkes statlara gidip maçları izleyemediği için de mahalle maçlarına herkes gelir ve çok güzel vakit geçirilirdi. İnsanlar arasında kaynaşma geçmişte bugünkünden daha iyiydi. Mahalleye çıktığınızda kahveye ya da başka bir arkadaşını-zın dükkanında sohbetler çok daha güzeldi. O zamanlar şimdiki gibi kültür merkezleri yoktu, kahveleri kültür merkezi gibi sayabilirdiniz. Kahveye çıktığınız zaman kimin nere-de oturduğunu nerede yaşadığını bi-lebiliyordun, herkes birbirini tanıyor ve saygı gösteriyordu ama bugünkü bloklaşma yapısında kimse kimseyi tanımıyor. Kağıthane’de son zaman-larda dernekçilik ön plana çıkmıştır. Her köy, her ilçe, hatta vilayet kendi derneğini kurmuştur. Bu konuda da

bir sıkıntı ortaya çıkmıştır, kurulan dernekler sebebiyle her il kendi bün-yesine çekilmiş olduğu için insanlar haliyle kaynaşma ve bütünleşmeden uzaklaştılar ve gruplaşma oluştu.

Salı günleri hep televizyon başınday-dık

Kağıthane’deki komşuluklar çok iyiy-di, o günün şartlarını çok arıyoruz. Birçok yerde televizyon yoktu ve tele-vizyonda tek kanal vardı. Televizyo-nu olanlara misafirliğe gidilirdi veya onlar size gelirdi. Özellikle salı gün-leri televizyonlarda yerli dizi olurdu, o yerli diziyi seyretmek için mutlaka birisine ya misafir gidilirdi, ya misafir gelirdi. Herkes heyecanla Salı günü-nün gelmesini beklerdi. İnsanlar da birbirlerini ağırlamaktan zevk alırdı. Bu tip komşuluk ilişkileri çok daha iyiydi. Tatlı sohbetler, güzel muhab-betler vardı insanların arasında ama şimdi misafir ağırlama adetlerimiz kalmadı, bitti.

Eskiden Örnektepe semtinde bir si-nema vardı hatta yazlık sinemaydı ve çok güzeldi, yazın aileler insanlar hep birlikte giderlerdi. Simdi tabii ki böyle bir şey kalmadı. Şimdiki genç-lerin gittiği kafe tarzı yerler yoktu, kafeler yerine kıraathane gibi yerler vardı gerçi şu anda da buralarda kafe tipi yerlerden yoksunuz yani, o gün yoksun olduğumuz gibi bugün hala daha yoksunuz. Bugün Kağıthane’ye gençler için bir kültür merkezi yapıl-dı ama yeterli değil çünkü nüfus çok arttı. Gençlikle ilgili şimdi artık yöre derneklerinde de faaliyetler yapılıyor. Çeşitli tiyatro oyunları oynatıyoruz. Bu tip çalışmalar sıkça yapılmaya ça-lışılıyor. Geçen ay bir tiyatro oyunu oynadı gençler. Fakat zaman zaman bu kültür merkezini kullanmakta sı-kıntı çekiliyor, istediğimiz gibi rahat kullanamıyoruz. Gençliğe yatırım yapmak adına bu merkezlerde daha sık ve rahat etkinlikler düzenlemeli-yiz. Gerekirse her mahallede bir kül-tür merkezi olmalı.

İnsanlar topraklarından kolay kopa-mıyordu

Kağıthane’de o günün şartlarında ka-dınlar zaten Anadolu’dan tam kop-mamıştı. Belki beyleri kopmuştu ama kadınlar özellikle yazın Anadolu’ya çalışmaya gidiyordu. Yani yazın bağ bahçe yapmak için mutlaka herkes memleketine gidiyordu. İnsanlar top-raklarından tam olarak kopamıyor-du. Bugün Kağıthane’deki kadınlar iş hayatında yerlerini aldılar ve şehir yaşamına adapte oldular. Kadınlar artık sadece ev hanımı değiller. İş dü-zeyinde ailecek çalışmaya başlayan aileler var. O dönemlerde belki bir bayanın çalışması normal karşılanmı-yordu ama bugünün şartlarında ka-dınlarımız rahatlıkla çalışmakta, kız-larımız okumaktadır, bu da olumlu ve güzel bir gelişmedir. Kadın erkek ilişkileri ve kadınların sosyalleşmesi bugün gerçekten daha da güzel olma-ya başladı çünkü kadınlar cemiyetsel anlamda sosyal etkinliklere katılmaya başladılar. Derneklerde bununla ilgili birtakım çalışmalar yapılmaya baş-landı. Örneğin, kadın kolları kurul-du, gençlik kolları kuruldu. Eskiden kadınlar sosyal faaliyete ve etkinliğe önem vermeyebilirlerdi fakat bugün daha aktif bir şekilde yer alıyorlar. Bayramlaşmalar da değişti zamanla

Bugün Kağıthane’de eskiden yaşa-dığımız kültürün, Anadolu’da yaşa-dığımız kültürün aynısını yaşatmak için bir mücadele veriyoruz. Özellikle Kastamonulular’ın ramazan ve kur-ban bayramında bayramlaşma adına pilav etkinlikleri olur. Etli pilav etkin-likleri her yıl Kastamonulular derne-ğimizde ve mahallemizde yapılır. Es-kiden düğün salonları çok yoktu. Boş uygun arazilerde vardı, herkes kendi

bahçesinde Anadolu usulü davullu zurnalı düğününü yapardı. Şimdi dü-ğünler oralardan alındı kültür mer-kezlerine veya kapalı alanlara taşındı. Bayramlaşmalar da değişti zaman-la, eski bayramlaşmalarda en güzel özellik bayram namazından çıktıktan sonra cemaat olarak insanlar sıraya girer, büyük küçük herkes birbirinin elini sıkar öperdi. Şimdi ise bu ade-timiz kaybolmaya başladı. Bu güzel adetimizin kaybolmaya başlamasın-daki nedense, derneksel yapılaşmadan kaynaklanıyor. İnsanlar bayramlaş-ma yapacakları zaman bayram nama-zından sonra kendi öz derneklerine çekiliyor ve orada bayramlaşma yapı-yorlar, kendi yöresine hitap etmeyen insanlarla bayramlaşmayı belki biraz daha geciktiriyorlar. Bu da insanların birbiriyle kaynaşması bakımından bir sıkıntı yaratıyor ama özellikle biz Kastamonulular bunu bu şekilde yaşamıyoruz. Yaptığımız etkinlikleri çevremizdeki dostlarla birlikte yaptı-ğımız için kaynaşma konusunda bir sıkıntımız ya da bir kapalılığımız yok. Böyle özel ve önemli günlerde içimi-ze kapanmıyoruz. Biz Sinoplu’suyla, Giresunlu’suyla, Ordulu’suyla, Sivas-lı’sıyla hiç fark etmeden beraber ya-şıyoruz, etkinliklerimize onları davet ediyoruz onlar da bizi davet ediyor, zaten cemiyetin içinde olan insanlar mutlaka o tür faaliyetlere gitmek zo-runda kalıyor çünkü sürekli bir yer-den ya davet ediliyorsunuz, ya davet ediyorsunuz. Bu anlamda da biz bu şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Bizim isteğimiz bizden sonra gelen nesiller de bunu bu şekilde yaşatsın.

Bir ay boyunca il dernekleri birbirine misafir oluyor. Bu sı-rada gelen misafirlerden örne-ğin; Kars’ın kaşar peynirinden alıyoruz, onlara da Kastamo-nu helvasından ikram ediyo-ruz...

Anadolu’yu Kağıthane’ye taşıyoruz

Kağıthane’nin nüfus oranında genelde Sivaslılar birincidir, ikinci Kastamo-nulular gelir, üçüncü Ordu, Giresun, Erzincan beşinci altıncı sıraya gelirler. Bu dostlarımızla biz gerçekten iyi kay-naşıyoruz bunun en büyük meyvesini de ramazan ayında alıyoruz, Allah’ın mübarek ayında. Ramazan ayında Kağıthane’de bulunan yirminin üze-rinde il derneği kendi yaşam tarzını, kendi kültürünü, kendi sanatını ora-da sergileme fırsatı buluyor, stantlar açılıyor. Bir ay boyunca il dernekle-ri birbirine misafir oluyor. Bu sırada gelen misafirlerden örneğin; Kars’ın kaşar peynirinden alıyoruz, onlara da Kastamonu helvasından ikram ediyo-ruz. Bu tip karşılıklı ikramlar, sosyal ve kültürel etkileşimler yaşıyoruz. Bu yaşam tarzımızı her ramazan ayında Kağıthane’de sürdürmeye çalışıyoruz. Ramazan ayında gelip mutlaka gö-rülmeli ve yaşanmalı. Anadolu tam anlamıyla Kağıthane’ye taşınıyor. Kağıthane’ye özel bizim dönemimiz-de hıdrellezler yapılıyordu ve hala devam ediyor. Hıdrellez kutlamaları Kağıthane’de güzel ve orijinalliği bo-zulmadan yaşanmaya devam ediyor. Tarihimizden gelen ata sporumuz

cirit Kağıthane’de devam ediyor. Bu-nun dışında şenlikler çerçevesinde yağlı güreşler yapılıyor. Bu güzel et-kinlikler her yıl haziran ayında aktif olarak devam ediyor.

Kağıthane’nin merkezinde tarihi bir cami vardır. 1400’lü ya da 1500’lü yıllarda yapılmıştır. Onun hemen ya-nında sübyan mektebi bulunmakta-dır. Bu sübyan mektebi bakım ve ona-rım çalışması görmektedir. Şu anda Profilo Lisesi’nin olduğu yerde bir iki saray vardır. Bu saraylar da onarım altındadır ve kaymakamlık binası olacaktır. Levazım okulunun olduğu yerde de Sadaabat Camisi vardır. Ta-rihinde genelde hep padişahlara veya devletin ileri gelenlerine yani devlete hizmet edenlere Kağıthane’nin civa-rında, Haliç bölgesinden Kağıthane tarafına doğru bir uçtan bir uca, yüz ya da yüz elli tane saray, köşk ya da konuk evi yapılmış. Bugün tabii ki birçoğu yok olmuş, günümüze kadar ayakta kalamamış. Sayabileceğimiz beş altı tane eser kalmıştır. Bu eserler arasında çeşmeler, merkez camisi, Sa-daabat Camisi ya da sübyan mektebi bulunmaktadır.

Kağıthane yedi tepeden oluşuyor, bu tepeler çarpık yapılaşma sonucu varoş tepeler halini almıştır ne yazık ki. Diğer büyük sıkıntı ise Kağıtha-ne E5 ile E6 yolları arasında sıkışıp kaldığından dolayı, trafiğin yoğun olduğu saatlerde insanlar bu yollar-dan kaçıp Kağıthane’ye giriyorlar. Bu da Kağıthane’de yoğun bir trafik problemi yaşanmasına neden oluyor. Bu sebeple Kağıthane’nin en büyük sıkıntılardan birisi trafik problemidir. Ayrıca ulaşımda da bazı eksiklikler bulunduğundan dolayı insanlar sıkın-tı yaşamaktadır. Semt çok güzel bir konumda, İstanbul’un merkezinde bulunmakta fakat çarpık kentleşme semtin dışarıdan görünümünü estetik olarak olumsuz etkilemektedir. Bu ne-denle bazı konularda değişim olması

gerekiyor. Böylesine güzel İstanbul’un göbeğinde bir bölgenin, beton yığın-lardan kurtulması gerekiyor. Kentsel dönüşüm çerçevesinde yeşil alanların açılıp insanlara nefes alacak yerlerin oluşturulması gerekiyor. Gençlerimiz ve çocuklarımız için parklar, oynaya-cak alanlar açılmalıdır. Yeşil alanla-rın açılması ve spor komplekslerinin yapılması Kağıthane için önemli bir ihtiyaçtır. Kağıthane’nin kendine has en önemli özelliklerinden bir tanesi, semtin tarihinin eskiye dayanması, Osmanlı’dan kalma mirasının olması-dır. İkincisi sosyal etkinlik alanlarının çeşitli olmasıdır. Kağıthane’de dü-zenlenen sosyal etkinlikler gerçekten güzel ve görülmeye değerdir. Bunla-rın başında da tarihimizde önemli bir yeri olan cirit oyunları ve yağlı güreş-ler gelmektedir. Geçmişin bahar ayla-rında etkinlikler nasıl düzenleniyorsa bugün de aynısı hatta daha fazlası ya-pılmaya çalışılmaktadır. Özellikle Ni-san ayından sonra Kağıthane’nin has bahçelerinde, ağaçların altında insan-lar mangallarını yakmış pikniklerini yapıyor olacaklardır. Kağıthane’de sosyal faaliyetler özelliklerini kaybet-meden devam ediyor. Bunlara kültü-rel ve sanatsal etkinlikler de eklendiği zaman ilçe gerçekten farklı bir konum kazanıyor.

Tankut Özsoy (25)Saadet Nur Lale (16) Semih Aşçı (17)

Röportaj

Cemal Şenol / Serbest meslek

“Anadolu’dan, Kağıthane Talatpaşa’ya yolculuk”

Page 12: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

0112

Sezai Kula 1 Eylül 1941 Kağıthane doğumlu. Doğma büyüme Kağıt-haneli olduğu için hayatının yüz-de doksanını burada geçirmiş. Asıl mesleği muhasebecilik olan Sezai Amca 35 sene esnaf odası başkan-lığı, 1977-1980 yılları arasında Kağıthane Belediye meclis üyeliği, 1994-1999 yılları arasında İstan-bul İl Genel Meclis üyeliği, aynı dönemde Recep Tayyip Erdoğan’ın esnaf danışmanlığı ondan sonra da Ali Müfit Gürtuna’nın esnaf danış-manlığını yapmış. Çalışmayı çok seven ve hayatı boyunca bu zev-kinden vazgeçmeyen Sezai Amca bütün bu dolu dolu yaşadığı iş ya-şantısının yanında 1958’den beri spor kulübünde 13 sene başkanlık, genel sekreterlik ve veznedarlık gö-revini yürütmüş ve halen spor ku-lübündeki çalışma hayatı devam etmektedir. Kağıthane’nin köy ol-duğu dönemlerden bu günlere na-sıl geldiğini, nasıl değişip geliştiği-ni anılarıyla harmanlayıp bizlerle paylaştı...

İlçemiz Beyoğlu, nahiyemiz Şişli, köy de Kağıthane’dir. Ehliyetimde aynen böyle yazar…

1 eylül 1941 İstanbul Kağıthane do-ğumluyum. Evliyim ve iki cocuğum, iki tane de torunum var. Doğma büyüme Kağıthaneli olduğum için

hayatımın yüzde doksanı burada geçti. Çocukluğumuz şimdiki ço-cuklara anlattığımız şekilde anlar-larsa yontma taş devrinde yaşanan bir hayattır ama çok güzel hayat ge-çirdik. Kağıthanemiz Türkiye’nin o zaman en iyi köylerindendi. İlçemiz Beyoğlu, nahiyemiz Şişli, köy de Kağıthane’dir, ehliyetimde aynen öyle yazar. Sonra Şişli, daha sonra Kağıthane kaza oldu sonra da be-lediye oldular. Dedelerim, babamın dedeleri Bulgaristan’dan göç oldu-ğunda buraya yerleşmişler ve tüm Rumeli’nin insanlarının bir kısmı hemen hemen Kağıthane’ye gelmiş-ler ama Kağıthane’nin kuruluşunu onlar yapmamış. Kuruluşu daha önce yapılmış çünkü burada Daye Hatun Cami var, o cami 1400’lerde var olan bir yapı. Onun için bizim-kiler belki de 200-250 sene evvel gelmişler buraya ve yerleşmişler. Dedemler ikizmiş -Hasan ve Hüse-yin- çiftçilik yaparlarmış. Hüseyin ikinci cihan harbinde şehit olmuş. Ailem çiftçilik yapardı. Anne ta-rafım Karadenizli, baba tarafım Rumelili. Babam Sular İdaresi’nde makinistlik yapardı.

Bizim çocukluğumuzda o zaman

elektrik yoktu, küçük bir evimiz vardı, bir odada toplanırdık, kışın bir soba yanardı ben bir lamba al-tında ders çalışırdım. Kardeşlerim diğer küçük odada soğukta yatar-lardı. Fakirdik ama mutluyduk, kimseye muhtaç olmadık. Şimdiki gibi oniki ay her zaman domates bi-ber yoktu, onların bir mevsimi var-dı. Domates, biber, patlıcan, bakla bahara doğru nisandan sonra çı-kardı. Onlar evimize geldiği zaman yeni bir şey keşfedilmiş gibi annem onların yemeğini yapardı yerdik. Kışın pırasa, ıspanak, lahana öyle bir çeşit vardı şimdiki gibi hepsi yoktu. Şu anki gibi marketler yoktu. Biz bakkala giderdik bakkaldan öte beri alırdık, deftere yazdırırdık. Ba-bamız maaşını aldıktan sonra gelir ödemeyi yapardı. Çocukluğumuzda Hasbahçe vardı şimdi İstanbul Bü-yükşehir Belediyesi’nin yaptığı bü-yük organizasyonların olduğu yer, çocukluğumuz orada geçerdi. Cu-martesi pazar orada maçlar olurdu. Biz bazen lastik ayakkabıyla bazen yalın ayak oralara gider 5 kuruşa su satardık. Şişli ortaokuluna gi-derken Kağıthane’de bir ilkokul, Şişli Bomonti’de bir tane ortaokul, Beyoğlu’nda da bir tane lise vardı: Atatürk Erkek Lisesi. Tabii ki o zaman büyük liseler de vardı, Ga-latasaray Lisesi gibi… 1960 sene-sinde mezun oldum. Gençliğimizde televizyon yoktu. 1960’dan sonra babamın aldığı küçük bir radyo vardı, eve sonradan getirilen elekt-rikle radyoyu çalıştırıp şarkı, haber dinlerdik... Güzel günlerim geçti…

Kanun-i Sultan Süleyman’ın dai-yesi

Kağıthane bir bayır üzerine ku-rulmuştur ve birçok tarihi yapı-ları da vardır. Daye Hatun camii, 1700’lerden lale devrinden kalma Sadabat cami, yeni restore edilen ve kütüphane olacak olan tarihi bir yapı, imar edilen karakolumuz ve eskiden varolan birçok çeşme ve kasır, fakat şu an bunlar yok. Daye Hatun camii Kanuni Sultan Süleyman’ın daiyesi, yani ona ba-kan süt verenin adına yaptırılmış-tır. Onun hemen yanında sübyan mektebi, karşısında tarihi karakol, daha ileride de zabit mektebi vardı. Şimdi o okul Profile Lisesi’nin ya-nına yapılıyor, orası kaymakamlık olacak, emniyet gelecek... Kağıt-hane’mizde güzel bir mimari du-rum devam ediyor. Yeni bir proje de Menderes’in 1950-60 dönem-leri arasındaki bir projesi: Kemik Hastanesi’nin oradan büyük kanal-larla yol açılacak, deniz bağlana-cak. Şimdi Cendere Vadisi projesi var, Hasbahçe, Kasımpaşa’ya giden yollar burasını çok güzel yaptı her taraf yeşil oldu. Fiyatlar mesela,

bir daire burada 100 bin liraysa 250 bin lira oldu. Burası tamamen bir merkez oluyor. Yukarıda da Avrupa’nın en büyük Adalet Sarayı yapılıyor. Bizim burada yatırları-mız da var. Harpte üç tane kendi-ni gösteren yatırımız var ben gör-medim ama bunu yaşayanlar var. Yatırlardan bir tanesi okulun yan tarafında, diğeri arka sokakta biri de aşağı mahallede. Yatır dediğimiz harpte şehit olmuş olanlar... Her akşam yatsı zamanında iki tanesi-ne ibrik bir de havlu konulurmuş, sabah geldiklerinde ibrik boş, hav-lu da ıslak olurmuş. Yani öyle bir yatırımız var, burada bekleyenler var ama şimdi ne olduğunu bilmi-yorum. O zaman bize anlatırlardı.

Buradakiler bayırlara çıkarlar, la-bada toplar yemek yaparlardı

Eskiden Kağıthane’mize tabanvay, yani yaya ulaşımı vardı. Yalnız bir veya iki tane eski 1952-53 model ya da 1938 model taksi vardı. Dol-muş yaparlardı. Parası olan onunla giderdi. Bir de at arabalarıyla ula-şım sağlanırdı burada; çiftçilik ol-duğu için sebzeler at arabalarıyla Eminönü’ndeki hale giderdi, daha sonra bu taşıma Rusya’dan gelen gaz kamyonlarıyla oldu. Zengin olan o arabaları alıp onunla gider-di. Toplu ulaşım yoktu. Daha son-ra 1968’de Kağıthane Belediyesi iki tane küçük otobüs aldı, Şişli’ye ulaşım onlarla olmaya başladı. Şiş-li camiinin yanında orada otobüs durağı vardı, oradan da İstiklal’e giden tramvaya binilirdi. 1712-1730 arasında Patrona Halil isyanı bizim burada oldu .Güzel toprak-lar bizim topraklar, yalnız eski tat yok, hiçbir yerde yok, her şey ka-rıştı; eski domates domates değil, eski salatalık salatalık değil, tatları yok. Eskiden Kağıthane’nin tabii güzelliği çok güzeldi, yemyeşildi. O zamanlar sular idaresi dediğim yerde sadece gaz ve kömür vardı başka bir şey yoktu. Benim annem ve buradakiler bayırlara çıkıp laba-da toplarlar yemek yaparlardı. Bu başka bir lezzet verirdi. Yakacak olarak da kadınlarla, abilerle tepe-lere giderdik funda kökü toplardık, onları getirir yakardık. Bazen abi-ler tepeden aşağı bağladığı at ara-balarıyla gönderirdi. Burada gaz ocağını ilk alanlar zengin insan-lardı. Gaz ocağı almak ne demek, su ısıtıcaksın, yemek yapacaksın... Bunun yanında tel dolaplar vardı, buzdolabı yerine kullanılan. Ye-mekler bir günlük yapılır tencere-den hemen kaplara sonra da tel do-labına konulurdu, hava alıp gitsin diye… Bir günde yemekler yenilir tekrar yemek yapılırdı. Bir kasabı-mız vardı, kasap dükkanı da yok-tu o zamanlar, o caminin musalla taşlarının orada etler dışarıda ağa-ca asılır, sinek gelmesin diye de tel dolapların içine konulurdu. O etler günlük giderdi, tıpkı evde yapılan yemekler gibi. Güzeldi gençliğimiz, tek kaptan yemek yerdik, öyle her-kese kap yoktu, daldırdın mı kaşığı onun bereketi daha başka olurdu. Meydanlık alanda kuka saklam-baç oynardık

Biz çocuktuk, Karaburun vardır Terkos tarafında çok güzel bir kıyı köyüdür. Şimdi epey büyüdü. Biz-de okullar 23 nisanda tatil olurdu. 23 nisanda piyes yapardık. Ben de piyeslerde rol alırdım. Gençliğimde 1961-1962’de Kağıthane’de genç-lerle beraber ilk defa tiyatro kur-

dum. Piyes yazdım, piyes oynadım ve bu piyesi spor kulubünde 1 lira girişle oynadık, buradan topladı-ğım 100-200 lirayla forma ayakka-bı alırdım. Bu piyesi Karaburun’a

götürürdüm orada tabii tiyatro yok, televizyon yok orada oynar-dık. Onlar bizi beklerdi, Terkosa giderdik sahne kurardık bahçelere, kahvelere... Babamız fakirdi ama okuttu bizi. Sabah okula giderdik, 3’ten sonra okullar tatildi. Ondan sonra otururduk oyun oynardık: Çelikçomak, birdirbir, saklam-baç… Hava kararınca yemek ye-dikten sonra kuka saklambacı diye bir oyun vardı, meydanlık alanda onu oynardık. Bir konserve kutu-su bulurduk, onu bizim evin oraya koyardık üçer dörder kişi takım olurduk. Bu takımdan ebe olanlar biz kukayı atıp o düşene kadar bizi kovalayamazlardı. Ebe bizi gece dağlarda bayırlarda arardı. Bir ar-kadaşım vardı o kadar korkardı ki, o eve gidermiş bizim haberimiz yok, biz de onu arardık. Maçlar olurdu pazar günleri, maçlara gi-dip büyük abilerimizi seyrederdik. Biz büyüdük aynı şeyleri yaptık. Yalnız son zamanlarda 1965’lerde o zaman bahçe sinemaları çıkmıştı, yazlık sinemalar. Millet akşamları, mesela, bu binanın olduğu yerde si-nema olurdu 1 lira girişle sinemaya girerdi. Saat 8’de en aşağı iki film oynardı. 11’de çıkarlardı. Eğlence-miz son zamanlarda yazlık bahçe sinemalarıydı ama 1960’tan son-ra televizyon geldi. Televizyon bir alemdir. Kime televizyon geldiyse herkes o akşam orada, televizyonda sinema gibi o eve dolardı kapıların diplerine kadar millet, kimi ayakta, kimi yerde istikal marşına kadar her şeyi seyrederdik. Şimdi artık kimsenin baktığı yok.

Hasbahçe’de kağlumbağaların üzerine koyulan mumlar

Belediye’nin üst kısmında Kağıt-

hane İlkokulu vardır, o okul ya-pılmadan evvel orada otuz küsür köşk varmış. Ben hatırlamıyorum ama 1938 yangınıyla o köşkler yanmış, şimdi onun yerine okul yapıldı. Diğer yerlerde bahçe, alan duruyor. Çocukluğumuz, Hasbah-çe vardır şimdiki İstanbul Büyük-şehir Belediyesi’nin büyük orga-nizasyonları gerçekleştirdiği yer, orada geçerdi. Sadabatımız, Has-bahçemiz çok güzeldi, hıdrellezler olurdu. Hıdrellez günü orada bü-yük panayırlar kurulurdu. Herkes, hemen hemen İstanbul’un bütün ahalisi oraya gelirdi bir de karşıda Göksu’ya giderlerdi. Sandallar şim-diki belediye binasının oraya kadar gelirdi bir de Haliç’te bir şelalemiz vardı. Biz çocukken iner herkesi seyrederdik. Cambazlar, sirk olur-du fakat bizim bildiğimiz sirk de-ğil, salıncaklar olurdu neler yoktu ki... Tüm insanlar sabahtan akşama kadar evde yemeklerini zeytinyağlı-larını, dolmalarını hazırlar, bizden büyük olanlar rakılarını alırlar hem içerler hem eğlenirlerdi. Çocuklar kendi aralarında oyun oynarlardı. Hıdrellez mayısta başlardı şimdi Kağıthane Belediyesi onu daha pro-fesyonel olarak Hasbahçe’de spor sahasının yanında yapıyor. Haya-tımız güzel geçti. Ben hatırlarım, lale devrinin canlandırılmasını bili-yorsunuz, lale devri burada olmuş-tur; Hasbahçe’de kaplumbağların üzerine koyulan mumlarla kaplum-bağaların yürüyüşleriyle orada bir güzellik olurdu. Benim bildiğim kadarıyla altmış sene evvel aynı şeyi yaşatırlardı. Bunun yanında deremiz çok temizdi. Biz çocukken o derede yüzerdik ama asit yüzün-den, altyapı yapılsa da, yüzülecek bir yeri kalmadı. Bir de komşumuz Ayazağa’da evvelden su taşardı, sandallarla adam kurtarılırdı…

Biz bayramları beklerdik, çocuk-ken el öpüp para almak için...

Benim babam Hafız Ahmet’tir. Babam boş zamanlarında Kuran-ı Kerim’i okur, onu tercüme eder ve içtiatlarına bakardı. Babaannem de öyleydi. Biz evde namazı, orucu, zekatı biliyoruz, biz böyle yetiş-tik. Biz farklı cemaat, din hiç öyle bir şey bilmezdik. Biz bayramları beklerdik çocukken el öpüp para almak için. Şimdi bazı ufaklıklar herkesi gelip öpüyor, biz onu ya-pamazdık. Ben pazarlık ederdim ‘bak elini öpmeye gelicem, mendil istemem 25 kuruşumu isterim’ diye pazarlık ederdim. Öyle para top-lardık annemiz de verirdi. Öyle bü-yük bir para da toplamazdık. Şimdi millet bayramı tatile gitmek için bekliyor. Bizim zamanımızda öyle bir şey yoktu. Bayramda büyükle-rimiz herkesin mendilini, çorabını, başörtüsünü hazırlardı. Çocuklara

Ilgın Yücel (24)Naime Taşoluk (16)Ali Sinan Güler (16)Uğurcan Yeşil (16)

Röportaj “İlçemiz Beyoğlu, nahiyemiz Şişli, köy de Kağıthane’dir. Ehliyetimde aynen böyle yazar…”

Sezai KUlA / Muhasebeci

Page 13: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

13

para, çok yabancı gelenlere de şeker, çikolata hazırlardı. Bazen para yet-mez şeker, çikolata hazır olurdu. O bayramlar epey sürerdi, herkes gelir giderdi. Şimdiki gibi kapıdan gelip el öpmek yoktu ya da telefonlara me-saj bırakmak diye bir şey yoktu. Mu-hakkak bire bir el öpülür, bire bir el öptürülürdü, bu çok güzel bir şeydi. Şimdiki bayramlar gibi değil. Kurban bayramı olduğu zaman başka, bam-başka bir alemdi. Herkes, biz iki gün evvel alırdık koçumuzu, koyardık onu beslerdik, öperdik, severdik... konu-şurdum ben. Ahh eski bayramlar di-yorlar ya direkler arası gibi eğlencedir o... Direkler arası Beyazıt’ta vezneci-lerde 30 ramazan eğlence yeriydi ora-sı. Ben sonuna tiytarolara, sinemla-ra yetiştim. Sinemalar vardı beş film tekmili birden, sabah girerdik akşama çıkardık. Bir de Taksim’de Alkazar sineması vardır, o da öyleydi. Film-ler başlardı ‘Bay Tekin Uzayda’ diye, öyle daha yeni filmler yoktu. Orada-ki eğlenceydi, o direkler arası... Ba-zen diyorum ‘yarabbi beni biraz daha geç gönderseydin’ ama 41 senesinden bu seneye kadar yaşadığım yıllar-da en güzellikleri, en iyileri yaşadım. Bir Zeki Müren, bir Tanju Okan, bir Hamiyet Yüceses, bir Safiye Ayla, bir

Orhan Boran... neler yoktu ki bizim dönemimizde... O kadar güzellikler vardı ki onlar yok artık. Ben arabada radyo dinlerken, Zeki Müren’i dinler-ken ağlıyorum yarabbim bu sesi nasıl verdi diye. Zeki Müren vasıta, o ses onun değil, o rabbimin gönderdiği bir ses. Bu güzelliği yaşayan bilir, o kadar güzeldir ki...

Düğün çorbası, pilav, zerde

Biz çocukken bir diğer eğlencemiz de meydan düğünleriydi. Sabah başlar, hemen hemen 2 gece sürerdi. Orada masalar kurulurdu. Düğün evinde, erkeğin evinde de masalar kurulurdu. Gündüz iki gün yemekler konulur, yemek verilir misafirlere, düğüne ge-lenler de karınlarını doyururdu. Bir de gece bunun çalgılı, çengili eğlenmesi vardı. İçki muhakkak vardı, onların ayrı mezeleri olurdu. Biz çocuklar onları seyrederdik. Sabahlara kadar oyunlar olurdu. Bazen kavga çıkardı içki olduğu zaman masalar havalarda uçardı. Yemekleri, Hanife hanım tey-ze vardı, o yapardı. Düğün yemeği en aşağı bin kişiye yapılırdı. Düğün çor-bası, pilav, zerde... onlar bitti sonra anneme kaldı bu iş, annem yapardı düğün yemeklerini. Meydan düğünleri

kalktı, ondan sonra azar azar düğün salonları açıldı millet yenilik diye ora-ya gitmeye başladı yavaş yavaş. Şimdi düğün salonlarda oluyor. Bazıları da, nikah salonumuz var, gidiyor orada yüzük takıyor. Bir de bizim burada her sene sünnet düğünü olurdu. Muh-tarlık her sene sünnet düğünü yapar-dı. Bu ağaçlıklı olan yerde ben sünnet oldum ama bir kişi değil, en aşağı yüz kişi… Çadırlarla yerler yapılırdı, her-kes gelirdi bir tek Zeki Müren gelme-di. En son Muzaffer Akgün gelmişti. 1965’te bu bitti artık biraz mali zen-ginlik olduğu için kimisi tek, kimisi iki kişi yapıyor. Komşusu aç yatan bizden değildi

Komşuluklarımız o kadar güzeldi ki muhakkak her gece birbirine gidilir-di. Ben 12-13 yaşına geldiğim zaman bile anneme ben de geleceğim derdim, hanımların içine giderdim. Bazen an-nem bir gecede iki komşuluk da ya-pardı. Gündüz hanımlar işlerini bitirir kapı önlerine ufak ufak sandalyeleri koyarlar orada muhabbet ederlerdi. Kimisi örgü yapar, kimisi oya yapar hem onu yaparlar hem de konuşur-lardı. Komşuluklar böyleydi. Kimse kimseden rahatsız değildi. O kadar

güzel komşuluklar vardı ki komşusu aç yatan bizden değil diyen peygam-ber efendimizin sözünü tatbik eder gibiydi. Komşuyu aç bırakmazlardı. Herkes herkesle konuşurdu. Kimsenin kimseye kötü gözle bakacağı bir du-rum yoktu. Kardeş, abla, yenge, enişte gibi bakılırdı. Bizde hanımlar çalış-mazdı. Bizde biliyorsunuz fakirin nesi olur çocuğu çok olur, onlar çocuklara bakarlardı. Yalnız bir Münevver abla-mız vardı. O evinde terzilik yapardı. Herkesin getirdiğini dikerdi, ne verir-sen 5 lira, 10 lira… Kağıthane’de çalı-şan kadın yoktu. O zamanlar burada hiçbir şey yoktu ki… Yukarıda ve aşa-ğıda birer tane bakkal vardı, yukarıda kahvehane yoktu, aşağıda iki üç tane vardı, bir de kasabımız vardı…

Fener yenildiği zaman fenerin tabutu yapılırdı

Eskiden farklılık yoktu ama şu anda var. Eskiden ancak ocak başkanlığı olurdu, o Halk Parti, Demokrat Parti zamanında... o zaman farklılık olurdu. O zaman bizim burada değil ama baş-ka yerlerde Anadolu’da ayrılık gayrı-lık vardı. Halk partililerin gittiği kah-ve başka, Demokrat partililerin gittiği başkaydı... Hatta öyle ileri gitmişler

ki camileri bile zamanında ayırmışlar ama bizde öyle bir şey yoktu. Biz çok ufak bir aileydik. Partizanlık vardı ama öyle ağır değildi. Burada bir de futbolla alakalı çok güzel şeyler olur-du. Bizim abilerimiz Fener yenildiği zaman Fenerin tabutunu yaparlardı, önde bir imam arkada biz giderdik. Galatasaray yenildiği zaman onlar Galatasaray bayrağıyla tabut yapar-lardı, öyle güzellikler vardı... Bunların yanında burada hemşeri kavramı yok-tu. Kağıthane’ye sonradan yerleşen-ler, yerlileri olmayanlar oluşturdu bu kavramı. Mesela ben Bayburtlu’yum, çamurdan olsun Bayburtlu olsun di-yorlar. Sonra da dernekler kuruldu: İs-tanbul-Bayburt, İstanbul-Gümüşhane gibi… Bunun dışında Kağıthane’miz-de farklı din mensubu arkadaşlarımız yoktu. Alevi arkadaşlarımız vardı ama onlar da müslüman olduğu için farklı din olarak saymıyoruz. Yukarıda da onlara ait cemevi bulunuyor. Eskiden Kağıthane’de 100 hane varsa şimdi 500 bin nufüs yaşıyor. Yani 100 hane-de 300 kişi yaşıyordu şimdi oldu 500 bin bütün dağlar, bayırlar doldu. O yüzden eskiden farklılıklar yoktu ama 500 bin nüfus içinde farklı din mensu-bu insanlar yaşıyor olabilir.

Mehmet Önerli Bey, 1944 yılında Trakya’da, Saray’ın Çerkezköy ka-zasında doğmuş. İstanbul’a 1950 senesinde gelmiş. Kâğıthane’de 33 sene bir fabrikanın satın alma mü-dürlüğünü yapmış. Bugün hayat ar-kadaşı Cahide Hanım ile emekliliğin keyfini yıllardır beraber oturdukları bu şirin evde sürmekteler

Okumak için geldik, maalesef oku-yamadık

Abimin vasıtasıyla geldik Kâğıthane’ye ve yerleştik. Annem babam Trakya’daydı. Benim abim, 1960 senesinden 1985 senesine ka-dar tek muhtardı Kâğıthane’de. Okumak için geldik, maalesef oku-yamadık. Araba falan aldık, şoför-lük elzem geldi bana. 65 senedir buradayım, Kâğıthane’deyim, hiç-bir yere gitmedim. 5-6 yaşların-dayken, okula giderken, ufakken hep boş arasaydı buralar… Burada zaten hep top koştururduk, mis-ket oynardık, kovalamaca oynar-dık, ne bileyim kaydırak oynar-dık, burası köydü; biz geziyorduk, Hasbahçe’ye gidiyorduk, oyun oy-nuyorduk, kayıklara bakıyorduk. Öyle günlerimizi geçiriyorduk. Ço-cukluk arkadaşlarımızın tabii çoğu öldü… Çok sevdiğim bir abla vardı. Gidiyorum onlar bana bakıyordu, şimdi Nişantaşı’ndan bir abla gel-di, hanımdı tabii, sosyeteydi, ben de ufak çocuktum, onlara su taşırdım; eskiden çeşme falan yoktu. Onlarda otururduk, onun elinden tutardım, gezdirirdi beni, çok severdim şimdi kendi de hacı.

Semte ilk geldiğimizde herkes bir-birini tanıyordu

Semte ilk geldiğimizde herkes bir-birini tanıyordu, hiç bu kadar ka-labalık yoktu; hemşerilerimiz vardı, çok sık görüşürdük, yaşlandığımız için eskisi kadar görüşemiyoruz, gi-demiyoruz yani. Hemşerilerimizle dayanışma içerisindeyiz. Her konu-da birbirimize derdimizi anlatırız. Semte akrabalarım da benim gibi ufakken yerleşti. Onlar da büyüdü-ler, evlendiler. Yeğenlerim… Bay-ramda gelirler, biz gideriz. Eskiden bir komşuya gidiyorsun, anlatıyor-

sun, ne bileyim bir yardımlaşma var; ama şu an böyle bir yardımlaş-ma yok. Yok yani, arkadaşlarımızla samimiydik, imkan dâhilinde yok-sullara yardım edilirdi. İş yok diye kestiler yardımı.

Bizim zamanımızda yeni yeni yeti-şiyordu moda. Ama ben böyle bir şeye girmezdim; ben öyle uzun saç falan sevmezdim, öyle dans grup-larına gitmezdim, normal bir ya-şantımız vardı… Kıyafet… O dö-nemde benim eşimde gördüğünüz gibi başörtü, manto vardı… Partiye

üye olmadım ben, partiye üye ol-mak için teşvik ediyorlardı ama... Ben evden işe, işten eve, hiçbiriyle ilgilenemedik, semti koruma ve gü-zelleştirme dernekleri de vardı, ama benim herhangi bir ilişkim olmadığı için sadece şu dernek şunu yapmış, bu dernek bunu yapmış, onları du-yuyordum.

Kağıthane yemyeşil bir ağaçlıktı

Dere billur gibi tertemiz, gözya-şı gibi temiz akıyordu; parayı at parayı bulursun, tahta köprü var-dı. Tahta köprüden geçerdik biz. Halıcıoğlu’ndan, Eyüp’ten kayık-lar gelirdi. Kâğıthane yemyeşil bir ağaçlıktı, yani gezmeye doyamaz-dın, anladın mı? Çocukluğumuzda laleler vardı, ta aşağıda askeriyenin

olduğu yerde, mesela buralarda, bahçeler vardı, domates biber yeti-şirdi. Çok az fabrika vardı. Yazın toplu sünnetler oluyordu böyle, tüm sanatçılar geliyordu yani… Sırf Ka-ğıthane değil, tüm çevre ilçelerden, illerden insanlar geliyorlardı eğlen-ceye, o çok keyifli oluyordu, çok gü-zel oluyordu, hani cazip geliyordu. Hıdrellez oluyordu sonra tabii… Ağaçlık olduğu için… Yani alabildi-ğine böyle ulu ulu çınar ağaçları… Hani, hiçbir tane yok şimdi. İşte, o 1980 senesinden sonra bir yağmur yağdı dere taşmıştı, ama hangi sene olduğunu hatırlamıyorum ben. O ağaçları o taşan derenin suyu çürüt-tü. İşte bu şimdiki Profilo okulunun oradaki tüm ağaçlar böyle kurudu, sonra belediye tek tek kesti o ağaç-ları. Böyle alan oldu, sünnet düğü-nü yapılan. Hasbahçe’nin ağaçları da kurudu. O su bir hafta kalmıştı, o zaman helikopterle bu aşağıda benzincinin orada, eskici vardı. O eskicinin insanlarını helikopter böy-le geldi aldı o zaman ama kaç sene oldu bilmiyorum unuttum şimdi. Öyle yani çok güzeldi, keyifliydi. Hıdrellez oluyordu o ağaçlıklarda bu şeylerde, mesela, o günün sa-natçıları Muzaffer Akgün, zaten Muzaffer Akgün geliyor dediler mi tamam; Nezihat Bayram, Adnan Şenses, o zamanın ünlüleri kimse mutlaka gelirlerdi. Çok güzel olur-du, keyifli olurdu, güzeldi yani o zaman öyle güzeldi. Yani tenhalıktı, şimdiki gibi böyle kimse… O zaman herkes birbirini tanıyordu, herkes birbirine söylüyordu işte şu sanatçı gelecek, haydi gece oraya. O zaman böyle güzeldi. Karakol var, yazlık sinema vardı. Burada karakol vardı o zamanlar, Kâğıthane’nin en meş-hur karakolu, bir tane karakol var-dı, Maslak’taki jandarma karakolu da bu karakola bağlıydı. Bu kara-kolun arkasında da yazlık sinema vardı, tüm millet o yazlık sinemaya giderdi. Günün filmleri neyse, Hül-ya Koçyiğit, Tarık Akan, izlerdik. Çarşamba, cumartesi, hafta sonları giderdik. Normal kıyafetlerimizi gi-yerdik, yok öyle süslenelim püsle-nelim… Gayet normal gidiyorduk. Gezici tiyatrolar yeni yeni türediler, sağ olsun belediye… Ama sinema köyde bir tane vardı. Köydü burası,

Şişli’ye yürüyerek çıkıyorduk, yalı-nayak çıkıyorduk, gidiyorduk. Öyle araba maraba yoktu, bahçelere gi-derdik; domates toplardık dalından, o kadar güzeldi ki hep buralar bah-çelikti, hayvanlar vardı.

Bizim çocukluğumuzda istihkâm okulu vardı, sübyan okulu var-dı, Sadabad Camisi… Şimdi onu restore ettiler, ondan sonra tarihi cami var, Taya Hatun Camisi, biz de oraya monte edilmiş bir yazı var, Taya Hatun’un kabristanı… Ben bilmediğim için okuyamıyo-rum, Meşhur Kazım Ünlü’nün köş-kü… Çok eski bir hastane varmış, ben görmedim onu. Hamidiye suyu vardı, Kağıthane’de terkos Hami-diye, Hamidiye’de su basarlardı, Ayazağa’ya giderken. Eski ekmek fırınları vardı. Ha! çöp atmak için, at arabaları vardı, katırlar çöpleri topluyordu. Mezba vardı, mezba hayvanları kesiyordu, bizim çocuk-luğumuzda buzdolabı falan yoktu,

nerde… İnsanlar fakirdi, koyunu kesiyordu, dükkana koyduğu za-man sinekler koyuna yapışmasın diye sinekleri devamlı kağıtla şey yapıyorlardı, uçuşturuyolardı, ne-rede o zaman buzdolabı falan, hiç-bir şey yoktu… Hepimiz fakirdik. Yalan söylemenin gereği yok, şimdi Allaha şükür çok iyi…

Burada ekseriyetle Sivaslılar var-dı, Tokatlılar, Gümüşhaneliler. 70’lerde, 80’lerde burası daha çok göç aldı. Tunceli, Erzincan, Bitlis, Diyarbakır, var oğlu var… Hiçbir tane ev yoktu bu bayırlarda, bakın bu binalar sonradan yapılan bina-lardır; Nurtepe, Güzeltepe… Hep bunlar sonradan oldu. Yakın bir zamana kadar semtte cemevi dahi yoktu. Nurtepe’de şimdi cemevi var. Kâğıthane küçük bir yerdi. Biz büyüdükçe fabrikaların sayısı da arttı. Çocukluğumda çok az fabrika vardı, tabii 5-6 tane fabrika vardı. Fabrikalar çoğaldı; yağ fabrikaları, mermer fabrikaları çoğunluktay-dı. Ondan sonra, tekstil fabrikaları vardı, onlar konfeksiyona dönüştü.

Aziz İstanbul

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!/Görmediğim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer/Ömrüm ol-dukça gönül tahtıma keyfince ku-rul/ Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer”

Benim için de İstanbul, Yahya kemal‘in dediği gibi ‘sade bir semti-ni sevmek bile bir ömre değer’

Hümeyra Bişgin (24)Esma Gür (16)

Röportaj

Mehmet ÖnERlİ / Emekli

“Kâğıthane yemyeşil bir ağaçlıktı, gezmeye doyamazdın”

Page 14: STY-Kağıthane Gazetesi

Kağıthane

0114

İstanbul 2010 Eğitim Yönetmenliği

Bir İstanbul MasalıProje, öğrencilerin ilk çağdan günümüze İstanbul’un tarihsel gelişimini masal, hikâye ve öykü aracılığı ile Türkçe, İngilizce ve Almanca olarak anlatmalarını, anlatılan masalların geçtiği tarihi İstanbul kentinin mekânlarının bugüne kadar olan farklılıklarını fotoğraf-lar ile ifade etmeyi amaçlamaktadır.

Müzik Nasıl KonuşurProje; çocuklara çok sesli Klasik Batı Müziği’ni tanıtmak ve sevdirmek, çocukların sanata karşı olan hassasiyetini arttırmak ve sanata yaklaştırmak, bakış açılarını değiş-tirmek gibi amaçlara hizmet etmektedir.

Evimiz İstanbulProje kapsamında geliştirilen beş faklı modül ile eğitim parkı, öğrenim birimi, ateş bö-ceği, okul çalışmaları ve kültür tırı ile 57.136 çocuk, 903 gönüllü ve 3.000 öğretmene eğitim verilerek, İstanbul’a dair çalışmalar yapılacaktır.

Kayıttayız İstanbulBir yıl boyunca İstanbul’un 12 farklı semtindeki devlet ve özel okullarda bulunan liseli öğrencilerle bulundukları bölgelerin tarihi, coğrafyası veya sosyal yaşamını konu alan 12 kısa film çekilecek.

Atıf Yılmaz StüdyosuAtıf Yılmaz Derneği ve Küçükçekmece Belediyesi’nin ortaklaşa gerçekleştireceği bir eğitim ve stüdyo projesidir. Proje kapsamında, sinema alanında yetenekli gençlere sek-törün önde gelen isimleri tarafından eğitimler verilecektir.

2010 OkullardaProje; Müzik, Gösteri ve Sahne Sanatları, Görsel Sanatlar ve Edebiyat alanlarında öğ-retmenlerin ve öğrencilerin üretici olarak İstanbul 2010 sürecine katılmalarını, dolayı-sıyla sürdürülebilir kültür tüketicilerinin ve sanatı talep eden kitlenin sayısının artırıl-masını amaçlamaktadır.

Sokağımdan Tarih Yazıyorum projesi İstanbul'u keşfetmeye devam ediyor!

Proje kapsamında yapılan saha çalışmaları tamam-lanmak üzere. Gönüllüler Kağıthane, Şişli, Maltepe, Tuzla, Beykoz ve Sarıyer'de de saha çalışmalarına çıktılar ve elde ettikleri deneyimleri, hikayeleri kayda geçirmeye devam ediyorlar. Önümüzdeki günlerde bu ilçelerin gazetelerini de sizlerle paylaşmış olacağız. Yaptığımız röportajları gazetelerin yanı sıra projenin web sitesinden de takip edebilirsiniz. Gazetelere ulaş-mak için proje ekibiyle iletişime geçebilirsiniz.

www.sokagimdantarihyaziyorum.orgHabertürk

Page 15: STY-Kağıthane Gazetesi

01

Kağıthane

15

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecinde İstanbulluların daha etkin rol almasını sağlamak ve 2010 kapsamında yürütülen etkinliklerinin ihti-yaç duyduğu gönüllülerin koordinasyonunu yapmak amacıyla Ağustos 2009 tarihinde çalışmalarına başladı. Gönüllülüğü toplumsal katılımın bir aracı olarak gören program dahil olmak isteyen bütün İstanbullulara açık. Gönüllü olarak; sergi, konferans, konser gibi İstanbul 2010 etkinliklerinin organizasyonunda, bu etkinliklerin duyurulması icin tanıtım aktivitelerin-de veya İstanbul’da yaşayan imkanı kısıtlı kişi ve grupların bu etkinliklere erişimi için çalışabilirisniz. Ayrıca planlanmış etkinliklerin yanısıra Gönüllü Programında kendi fikirlerinizi de hayata geçirmeniz mümkün. Gönüllü olursanız; tekrarı olmayacak Avrupa Kültür Başkenti organizas-yonunun mutfağında yer alacak ve tüm sürecin heyecanını daha yakından hissedebileceksiniz. Bunun yanında gönüllülere yönelik eğitim, gezi ve diğer sosyal etkinliklerle hem yeni şeyler öğrenip hem de yeni İstanbullular ve yeni mekanlar tanıyabileceksiniz.

“Enerjimiz İstanbul’dan” İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllüle-rini Arıyor

2010 yılı hızla yaklaşırken, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı bünyesinde yapılan çalışmalar hızla devam ediyor. Gerçekleşen etkinlikler ve program için www.istanbul2010.org adresine göz atabilirsiniz. 2010 Avru-pa Kültür Başkenti Gönüllü Programı; yapılan etkinliklerde, İstanbulluların daha etkin rol alması ve ihtiyaç duyulan alanların Gönüllüler tarafından des-teklenmesini sağlamak amacıyla Ağustos 2009 tarihinde Gönüllü programını duyurdu.

5580 İstanbullu gönüllü olduGönüllülüğü toplumsal katılımın bir aracı olarak gören 2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllü Programı, dahil olmak isteyen 7’den 70’e bütün İstanbul-luları ajansa bekliyor.

Eylül 2009’dan bugüne düzenlenen 114 adet iki saatlik tanışma toplantıları sonrasında Gönüllü Ekibine katılan İstanbullular bugüne kadar toplam 1448 birim iş (kişi x saat) yaptı.

266 saha ziyaretiFarklı arka planları olan İstanbullulara ulaşabilmek için Ağustos 2009’dan bugüne sivil toplum kuruluşları, belediyeler, üniversiteler, liseler ve şirketleri kapsayan saha ziyaretleri düzenledi.

Neler Yapıyor?2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllüleri; sergi, konferans, konser gibi İs-tanbul 2010 etkinliklerinin organizasyonunda, bu etkinliklerin duyurulması için tanıtım aktivitelerinde veya İstanbul’da yaşayan imkanı kısıtlı kişi ve grupların bu etkinliklere erişimi için çalışıyor. Ayrıca planlanmış etkinlikle-rin yanısıra Gönüllülere kendi fikirlerini de hayata geçirme şansı tanınıyor.

“Enerjimiz İstanbul'dan”2010 Avrupa Kültür Başkenti Gönüllüleri, tekrarı olmayacak Avrupa Kültür Başkenti organizasyonunun mutfağında yer alacak ve tüm sürecin heyecanını daha yakından hissedebilecek. Bunun yanı sıra Gönüllüler; eğitim, gezi ve diğer sosyal etkinliklerden yararlanma fırsatına sahip olacak. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı İstanbulluları bu enerjiye ortak olmaya çağı-rıyor.

Ben de Gönüllü Olmak İstiyorumHer Çarşamba 15:00-17:00 ve her Cumartesi 12:00-14:00 saatleri arasında düzenlenen tanışma toplantılarına katılabilirsiniz. İstiklal Cad. No:131 Atlas Pasajı Beyoğlu adresindeki İstanbul 2010 ofisine bekliyoruz.

Detaylı bilgi ve basvuru icin:[email protected]/gonulluhttp://2010gonullu.blogspot.com

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkentiİstiklal Cad. Atlas Pasajı No: 131Beyoğlu / İstanbul0 212 377 0273

Page 16: STY-Kağıthane Gazetesi

Sokağımdan Tarih Yazıyorum Projesi

Gönüllüleri

Gözde KarahanCansu FıratAhmet Huzeyfe KarakoçÖzlem KuzucuAhmet Burak YartaşıGizem Yazgan

Dilay NegürHatice Naz EztenliOnur BakırDamla Alkan

Ezgi HindistanKıvanç GürsoySongül ŞahinÖzge Türkerİsmail UludağCansu Dingil

Seda Saçakİlhan GençAyşegül Kesim

Ilgın YücelNaime TaşolukAli Sinan GülerUğurcan Yeşil

Hülya MeteKübra Gül Dilek Ilğın Aynur Erisk Yunus Kızılay

Turgut BekilBirbey Ahmet Keklik Ali Eren

Tankut ÖzsoySaadet Nur Lale Semih Aşçı

Hümeyra BişginEsma Gür

İlker ArslanBahar GürsakalBurcu DuranZelişan Gündoğdu

Sezen Engizİrem Nur DönmezBerkcan Ergin