tasavvur

117
tasvirlerden mürekkep bir her ayın ‘yirmibir'inde yayınlanan www.tasavvur.org' adresli sanal mekânın matbû halidir.

Upload: burak-tabas

Post on 21-Mar-2016

246 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

tasavvur.org un bilmem kaç sayılık matbû hâli

TRANSCRIPT

Page 1: tasavvur

t a s v i r l e r d e n m ü r e k k e p

b i r

her ayın‘yirmibir'inde yayınlanan

‘www.tasavvur.org'adresli sanal mekânın

matbû halidir.

Page 2: tasavvur

tasavvur | birmart 2008

yayın editörleri :yahya kurtkayabünyamin kasap

yayın kurulu :burak tabaş, hasan şen,tarkan tek, m. taceddin kutay,bünyamin kasap, yahya kurtkaya

tasarım-dizgi :burak tabaş

fotoğraflar :islam şensöz

reklam-tanıtım :ihyanur bağce, tarkan tek

tashih :tasavvur

son okuma :halil bacacımuharrem ballı

e-mektup :[email protected]

sanal mekân :www.tasavvur.org

basım :ravza yayınları

büyük reşit paşa cad. no: 22/42vezneciler - eminönü / istanbul+90 212 5284617www.ravzayayinlari.com

iletişim adresleri :kreitnergasse 4-61160 vienna / austria

zafer mh. çalışlar sk. no: 14-1yenibosna - bahçelievler / istanbul

yalnız bırakmayanlar :ali çiçek, kemal bulut,mehmet kandemir, elif zehra aydın,ayşe serra dilek, ayşe nur çelikdemir,hatice zühâl, ibrahim gülle, 'yenilgi’tâifesi, halil ibrahim doğan

‘tasavvur’lar,tasavvur edenlerin

insiyatifinde vesorumluluğundadır.

Page 3: tasavvur

es’selâm!

insan, tasavvur eden bir varlıktır. tasavvur etmek, deniz kıyısında tek başına kalmışbir çocuğun, ceplerine doldurduğu çakıl taşlarını denize atarken, sahildeki taşlarınbitmesini değil de cebindeki taşların bitmesini düşünüp, denizdeki sonsuz suya rağ-men yanaklarındaki damlalarla ‘ben de varım!’ demesinin hayat hâlidir.

hayat hâli olmak bir şeyin, aynı çocuğun deniz soğuğunu alnına alıp da içinden ısın-masıdır. saçlarını savuran rüzgârın içine dolmasıdır. suya yaslanırken güneş olan,içinden aydınlanmasıdır.

ve nefes... kararırken vakit ve su, biterken sonsuzu denizin ve vururken kıyısınadenizin balıklar; çocuğun, gözyaşlarından denizler yapıp balığı hayata döndürmeyegayret etmesidir! nefes almak; yaşıyor olmaktır!

aralık ikibinaltı idi vakit. dünya’nın viyana mekânından ‘söz kervanı’ kurup yola çıktıtasavvur. önce, sanal bir mekân olan ‘tasavvur.org’ adresinden ‘yirmibir günde bir’biriken hâli arz etmeye çalıştı. bu gürültülü dünyada, serseri çığlıkların ayyuka çıktığıvakitte, hâli arz etmenin, hâli ‘güzel’ arz etmenin önemine inandı. iş yapmadanziyâde, işi sağlam ve güzel yapmanın daha efdâl olacağını bildi. bu bilgi, büyüdübüyüdü ve bunu şuur edinen birçok kimseye kadar ulaştı.

sonra, buluşma vakti, her ayın ‘yirmibiri’ olarak değişti. vakit değişirken, tasavvurda gelişti, büyüdü, güzelleşti, sağlamlaştı. buna inanırken, bir bahar çadırı kurup daiçerisinde ‘yaşamacılık’ oynamayı asla düşünmedi. hayatın gerçek yanında var olmayagayret etti. hâdiselerin edebî kelâma akseden güzel taraflarını terennüm ederken;hadiselerin edebî kelâma aksetmesi gereken ‘acı’ yanlarını da bildi. hayata karşı du-yarlı bir duruşla durmanın elzem olduğuna inandı.

mütefekkir diyor: “dergi, hür tefekkürün kalesi. belki serseri; ama taze ve sıcak birtefekkür. kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlartopluluğunun. bir neslin vasiyetnâmesidir dergi; daha doğrusu mesajı. kapanan herdergi, kaybedilen bir savaş, hezimet veya intihar.”

tasavvur öyle geniştir ki; temellük edemediği şeyleri insanın kılar. güneş benimdirdiyebilirsiniz; güneşten tam istifâdeniz kimsenin istifâdesine mânî olmadığı içinkimse tekzip edemez sizi. fakat tüm gücünü edebiyata teksif etmiş bir dehâ da olsa,kişinin edebiyat benimdir demesi edebe münâsip olmasa gerektir. bakî’nin şehrindengelen, goethe’nin dilinin konuşulduğu bir şehirden, dünyanın kalbi olan şehre değenfikrimiz, sesimiz ve dahi sözümüz ulaşır başka bir tasavvur ehline, dünyanın herhangibir yerinde mukîm. zaman, mekân, hâl, sayı önemli değildir. kemmîyet keyfiyetmuhabbeti...

bahar geldi zamana. mevsimlerin de fikirler gibi birbirine karıştığı bir zaman içre;baharın esas anlamının uzağında olduğumuzun bilincindeyiz. yine de baharı, allah’ın‘rahmetimden ümit kesmeyin!’ buyurmasına ilişkin olarak bir ‘dua aralığı’ olarakbiliyoruz. hoş gelsin bahar! bu ilk matbu ‘tasavvur’a renk getirsin. şuura güneş, geceyesabah getirsin. insana ses, hayata tepki getirsin. tasavvur etmenin kaçınılmaz gerçek-liğini anlayıp, itikadî yanında güneş’e sarılmaya vesile olsun. bildirsin ki: insan zin-danda da olsa tasavvur eder; meğer meşrikte, meğer magribde…

ves’selâm!

Page 4: tasavvur

| genel muhtevâ

nefes 5 | fikir 38 | insan'a dair 68 | dilmaç 78 | kırâathâne 94

Page 5: tasavvur

nefes |

beyaz, tasavvur ve niyet mirat bârân 7 |

vavla nun arasında m. taceddin kutay 8 |

hafî elif zehra aydın 9 |

tekrir sümeyye betül 10 |

ağırdan aldı tarih mehmet şâmil 11 |

özlemin reçetesi kaç dirhem hasan şen 12 |

iri gül sebahattin şentürk 14 |

makâm elif naime arslanoğlu 15 |

acı kahve yasin çetin 16 |

nâkıs suretim osman gürsoy 18 |

tiryâki gibi mehmet türkmen 19 |

sıfırın doğumu şeyma konak 20 |

yaşarken sonbaharı yılmaz topal 22 |

üç şiir kemal bulut 23 |

üç el ağıt mehmet fatih k. 24 |

kayıp yusuf dursun 25 |

mevsim, tahassür ve efendim yahya kurtkaya 26 |

serçe kuşu ısıtan esra kurtkaya 28 |

14 ersin dursun 29 |

kış söylencesi eda aktaş 30 |

sükût âsmân gûn 31 |

bir sükût rüyâsı bilal can 32 |

buğulu camda görünenler melike beşer 34 |

akisler bünyamin kasap | 35

hâl bu ki; ... burak tabaş 36 |

5

Page 6: tasavvur
Page 7: tasavvur

beyaz, tasavvur ve niyet | mirat bârân

düş taşıyan kervanın ipekten kanadındakırıldı küle döndü kumun kalbi cam gibipas tutan tasavvur’u bestelerken bir siyâh

kalbine göçüverdi beyaz niyet sahibialnı ak tuttu vakit dinlendi oldu sabah!

dedi kırık kelime bana masal anlatırcamda kalan elimden sızan rengin deriniveremli bir çiçektir dudakları intizâr

hüzün bahislerinde büker kirpiklerini!bir köşesinde dehrin makâm arar sesi zâr

hangi kervan dar geldi söyle nedir acıtankırık tırnaklarında asılırken bu masalhadi bitmeden kumlar o’na duâ edelim

bu hicret bâri olsun niyetiyle hem visâlbir tasavvur süresi içe doğru gidelim!

...

7

tasavvur

Page 8: tasavvur

vavla nun arasında | m. taceddin kutay

dokuz doğurmuş on başlıdev kartallar ülkesindesüt içmek gibi râhibe memesindenbu garip haletlerde bâri sen anla benitârif dediğin ne kadar kifâyetsizdirterkipler ne kadar başkatahminler ne kadar isâbetsizdirhazzolunmamış aşkagezegen misâli yan yanayız oysabirbirimizden bîhabertabure misâli dip dibeyiz sessizkıç kıça aynı safta kıblesizbu mâbedler içinde bâri sen anla benisen dön benimle aynı kıbleyeaynı ikonaları sen öp benimle

lügatsiz şehirlerde, tabirsiz lîsanlarlakâf dağının ardında en müşkil insanlaraaçılmadık bahislerde seni terviç edişimhep senin günâhındırbu nefiylere tehammül hep senin içinvav, re hürmetine yahut nun aşkı içinbu hitâm-i kemâlde bâri sen anla beni

amentüsüzdüm evvel, tehammülüm çoktumeziyetti yokluğunda aşkı istikmal etmek,eshâr rüzgârlarına selâm emânet etmek,her mütebessim çehreye yabanca dudak bükmek

müşkilpesent fıtratların üzerinden akardım,içlerine yağardım dağdaki oyuklarınağlasan iniltini ta fizandan duyardımhülâsâm, ben seni filhakîka sevmiştimlâkin takat bitince sevgi kalp oluk akçedilde söz biter elbet, tende nefes bitince

ne devlet bulsam seni son deminde mecâlinbir ömür aradığım o seyyal çingeneyirûhum râhına düştü bu maksat binâberinmüşterek dillerde iki sevgili,müşterek hallerde refîk-i hayat,müşterek makâmda şarkı söyleyip,müşterek günleri kutlayacak,bir sen kaldın diye benî beşerdebilârehber rûhum râhına düştübu eyyâm-ı garipte bâri sen anla beni.

...

8

tasavvur

Page 9: tasavvur

hafî | elif zehra aydın

kalbin haritasını ser ahşap tahtaların üstüne de, kuşbakışı / azâmet şahikası yön tayinet askerlerine.. hayretle ikrar edersin ki senden gayrı ne düşman vardır, ne sendenbîhaber tedarik edilmiş levâzımat. adına ‘cihâd-ı kübrâ’ dedikleri bu sa’y; sırtınısenelerdir dayadığın mefhumlarla cenkten ibarettir…

-aynanın sırrı nedir?-camın arkasına çekilir ki onun varlığı, sırrıyla mûkimdir.-ya sır çekilirse?-ayna olmaz.-ayna olmazsa?-aksolmaz.-kâlb nedir?-tecellîgâhtır ki ilâhi nûr onda zuhûr bulur.-aks için ne gerekir?-sır.-ayîne-i kalbin sırrı nedir?-cehâletim bahr-i bîpâyândır. yanlış kişiye suâl edersin.-ayîne-i kalbin sırrı çekilirse?-aksolmaz.-tecelli sükûn bulmaz!.. sır çekilse de tecelli devam etse?-şüphesiz ki o’nun bana bildirdiği dışında bir bilgim yoktur.-tecelli saydam kalbe nüfûz etse?..-bilmediğim bir şeyi söylemekten yine o’na sığınırım.-kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. eğer o günahından tevbeedip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. eğer tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederseo siyah nokta artar ve kalbi istilâ eder....günâh kalbe sır mıdır?-o, her şeyi hakkıyla bilendir… hüküm ve hikmet sahibidir.-ayîne-i kalbin sırrı günah mıdır?-…-günah olmasa?..-şüphesiz ki o’nun bana bildirdiği dışında bir bilgim yoktur-âh!.. hallâc’ın feryâdı.. tecelli saydam kalbe nüfûz etse..-yeter !-sır da kalksa.. ayna da.. nefs sicimlerinden azâd olsan?..-yeter, yeter!.. belindeki zünnâr mıdır, yoksa hikmet kuşağı mı?!-ya senin sırrın nedir? her isabet edene musîbet gözüyle bakmaya devam et.. tâ kafanbir kayaya isâbet edende!

“nitekim, ne gören ile görmeyen bir olur;ne de aydınlık ile zifiri karanlık..ne (serinletici) gölge ile yakıcı sıcak;ve ne de yaşayan ile (kalben) ölmüş bulunan.“ (fâtır sûresi; 19-22)

9

tasavvur

Page 10: tasavvur

tekrir | sümeyye betül

ne kaçtığın deniz ne yakın tufanuzak değil kayalıklara git ve gördamarında serumlar sancı çoğaltsınsöyledi atalar dini bu katliam sanaya şahsından tekil ihtilâller kılacaksınya bildiğin çoğulları saf saf yık ve geçama geç, uçurum bir tek adımla başlar

kavmimin ihânetini güç belâ hatırladım kitevekkül birleşmezse ellerimden sen yetiş!okyanus taşındım mekândan işaretin gibidiyorum deniz yutar mı bir an dönersemtaşındım, bu bağdaşa ikâmet çek yüreğimiokyanus! taşındım diyorum nefsim diyorumdiyor: putları reddet; idealleri koru!*

şimdi bize taş atana gemi mi yakalımnuh’u unutup yağmuru kutsarken tanrılarsanat diye asacaklar gökdelenlere bileklerimiziboş bakışlara râm utanç bize ey peygambertahammülü sabra maya tutmayan şehirlerdeyine de tufan damarlarımızda terkipte

*aliya izzet begoviç

...

10

tasavvur

Page 11: tasavvur

ağırdan aldı tarih | mehmet şâmil

yüzünü öfke yuttu gülüşleriminbuzdan alevler verdim soluduğum nefesehayat bir çocukken kabzaların ucundakırıldı dalları ağaçlarımınyuva bildi kalbimi en zengin hamleağırdan aldı tarihvuruldum bir çırpıda

ey yağmurun ritmiyle ağlayan çocuk yüzlülerruhumun dehlizinde kaybolan acılarımgök/yüzümdeki sâlâsöyleyinnedir bahanesi toprakta kanınbir kar tanesi gibi yığılan yüreğime

kuşları yaklaşmıştı teker teker ölümünruhumu kapısında buldum secdeninbaşlayınca bir harften yangını kelimeninağırdan aldı tarihöpüldüm bir çırpıda

yankısı suya vuran gölgelere baktıkçadamarımda dolaşan hüznüydüm bekleyişinkavruldum ateşiyle bir kum tanesi gibiiçimdeki sahranın ayak izlerindeyken

ne yana bakar şimdiavucumda sır gibi eriyen güneşlerim

/ başımda ulu çınar/ ardımda gül derenim

ağırdan aldı tarihgömüldüm bir çırpıda

...

11

tasavvur

Page 12: tasavvur

özlemin reçetesi kaç dirhem | hasan şen

ruhun işgal altındayken ,kaç metre bez sarar seni?

ı. gün

giden sensin;kalan benden bana ne…

ıı. gün

üzerimdeki yorgan ıslanmış. balıklar tatlı sulara kaçıyor. yanaklarım bulgur bulguryağmuru arşınlıyor. eriyorum… yeni depremler şekillendirmekte üstüme yok. yıkıkbinalar, toz bulutları, henüz ölmüş birileri, henüz ölmemiş birilileri ve…… ve can kur-taranların hepsi uzakta. iki yoldaş, iki sırdaş, iki candaş, iki… ellerimi sıkı tut-malıyım! ellerimi sıkıca…

neyleyim hasretsizliğini senin/az lira bile etmezanahtarsız kelepçe ellerin/bırakmam-bırakamamdenizler içine alır beni

dakikalar tik tak geçiyor. geleceğim onların gözlerinin önünden... büyücü değiller.kâhin değiller, ileri görüşlü belki!.. yoruluyorum…

bir sesi bu kadar çok özlerkenhüzünlenmemek elde mi?

ııı. gün

ateş sobasından kaçmış. ben barut olmaktan bir türlü çıkamamışım… nerdesin!nerdesin? biliyorum benlesin… yorgunum sadece…yoruldum her gün farklı bir şeyeyorulmaktan. hele sen benimle ve benden uzaktayken…

ıv. gün

kelimeler. ki şimdi ateş halkalarıdır. uçarlar göçmen kuşlar gibi sessiz ve izbırakarak… canım yanıyor! canım yanıyor da bir türlü canavar olamıyorum… gitdemeli miyim? bütün gülleri bir tabutun içine koyup, git demeli miyim?..

v. gün

ibibikler ötmedi. horozlar bu işi yerine getirmiş olabilir, olmaya da… betondan düş-lerin sığınağıdır buralar. çiçekler taştan oymalı desendir. insanlar ruhunu pazaraçıkarmış heykel. ötmedi ibibikler. sen de gelmedin. gecenin omurgasını parçalayanbir yıldız olarak kaldın…

gecenin omurgasını parçalayan iki hülyaydık biztam sabah olacak derken uyanıvermişiz

12

tasavvur

Page 13: tasavvur

vı. gün

yalnızlık arkadaşım olmaktan sıkılmış, yalnız kalmak istiyor… sorular ve tekrar tekrarsorular. niye mesela?

tuz bağlamak yar(ay)a aşık saltanatıdırkanım akmıyordamarlarım buruş buruş

yeni masallar dinlemeliyim. içinde geleceğin olmadığı, günümüze dair masallar…

vıı. gün

bugün bayram günü. yenilerimi giyip de çıkmalıyım sokaklara. kısa pantolon, elmaşekeri ve hilâl şeklinde saçlarım. sevgi kokan her eli öpmeliyim. ceplerim liralarladolmalı. bugün bayram günü. yenilenmeliyim…

ne olmuş kimse elini uzatmamışsa. elbiselerim eskiyse, kimsesizse. hiç olmamışsa kısapantolonum. ne olmuş çıkamamışsam sokaklara, dolmamışsa ceplerim, elma şekerimikuşlar yemişse ve saçlarım hala karışıksa…

bugün bayram günü. sevinmeliyim…

nerdesiniçimi dağlıyor sesin

bugün bayram günü. gül/me/li/yim. nefes vermeliyim. nefes…

vııı. gün

dişimi çekmediler. ipimi çekmediler(!) çektiler dar ağacı üstünden brandayı. şimdihangi rüzgâr sürükler iskemleleri? künyesine ne yazılır ayrılığın?...

canımdan öteye cansındenizleri bırakarakbu karaya varmalısın

ağlama gözlerim. sen bu nakaratı bilmezsin. sus! sus ve bekle…

son. gün

gelecek –olan– sensin;kapanan kapılardan bana ne…

...

13

tasavvur

Page 14: tasavvur

iri gül | sebahattin şentürk

aynı hava, aynı iklim, aynı su,verimler değişik, mahsul sayısız.gül avı... kurulmuş güzele pusu,avcıda tasa yok, şikâr kaygısız,aynı bahçe, aynı toprak, aynı su!

kiminin üstünde feyiz buğusu,ıtırları tüter gider göklere.kimileri gül’ün beyaz kuğusu,nazarları dalar gider köklere,aynı bahçe, aynı toprak, aynı su!

iri gülde olmaz nefs uğultusu,arınır, arınır, saf olur gider.iri gülün cennet tüter kokusu,ezel onda, ebet bağrına siner,aynı bahçe, aynı toprak, aynı su!

damarına çöktü günah tortusu,cehennem çekiyor iki yakanı.ezer bir gün seni ruh burkuntusu,tek şifa damlası iri gül kanı,aynı bahçe, aynı toprak, aynı su!

görmedin mi iri gülde doğrusu!gönülden bağlan ki geç hezeyanı.ebedî kör elbet şeytan uğrusu,tebliğ nedir anla, kavra beyânı,aynı bahçe, aynı toprak, aynı su!

...

14

tasavvur

Page 15: tasavvur

makâm | elif naime arslanoğlu

çizgi çizgiyim bağrındakanarım her âh okunuşumdapişmek bu dayanmak ne ola ki yanında?

acziyetim kapılışımdacâha düştüm dergâhındageçit yokparlayan zifirdi,yakamoz yakamoz avuçlarımda

neydi yüreğinin makâmı;çalamadığımve vuramadığım teline;sazımın mihrâbı

dokunmak ve titretmek teliniser-hoş eden benliğimibir bûselik ve bir muhayyerkürdî

bir defa daha şimdi; son defavur telimeokut pul pul biriktirdiklerimi

bağrındakiler gibiboğazıma durup aklıma vuranlar gibiçizgi çizgi, ince incevur telime; adım gibi

...

15

tasavvur

Page 16: tasavvur

acı kahve | yasin çetin

hep kaval olsun isterdi düğününde çalan. halay çekilmesin, huzur bulunsun. davulunsesi kime hangi mesafede hoş geliyorsa da oturduğu cam kenarına hiç de hoş gelmiyordu.hoş, gelinliği de hoş değildi, gelin olması da, bundan sonraki her şey gibi... çeyiz merakıyoktu; ama olaydı saklı tutardı el emeğini. hele ki bu düğünde olaydı hepsini yakardı,kendi gibi. o nasıl yandıysa havlu kenarı da yanardı, elbezleri de, yemeniler, patikler,çarşaflar da düşerdi bir bir aynı ataş’ın içine. ‘a’, çünkü şive böyle çıkartıyordu alevinismini ağızdan. ‘a’ çünkü azaltmıyordu acının şiddetini hiçbir yumuşama.

halay başını çeken yorulmuyordu ki dursun şu debelenme. ortamcı çocuk herkesioyuna davet ediyordu. kimse kalkmayınca kendi oynuyordu, yorulmuştu ama dur-muyordu… çocuğun yorgun yüzüyle etrafı neşelendirmesi, belki de tanımadıklarınındüğününde halay çekmek zorunda oluşu tuba’ya tebessüm ettirdi. ne acayipti birdüğünde zoraki halay çekmek, ne acayip işti zoraki bir düğünde halay çekenleri izle-mek.

bugünün ikinci tebessümüydü o an yüzünde duran. ilk’i ana’sınaydı evden çıkarken.tebessüm ki; ağlasa daha az üzülecekti ana’sı. tebessüm ki; tüm ağlayanları utandırdıgözyaşlarından. o tebessüme karşılık görümcesi güldü ona. aynı acıyla.

kardeşten sonra kardeş olmuştu ona. en az onun ki kadar acı dökülmüştü yüzündentebessüm. o da nefret etmişti bu kararı alanlardan, o da hiç haz etmezdi davullardan.şayet olacaksa onun da bir düğünü, o da oturacaksa bir odada telli-duvaklı, kemanolsun isterdi. televizyonda görmüştü de pek beğenmişti sesini. hayallerinde hiçdüşürmezdi omzundan. ilk o zaman nefret etmişti omzunu ağrıtan su bidonlarından...tuba’nın yanına gidiyordu.

kapı çaldı. gözlerinden habersizdi tuba. aynaya baktı önce ağlamış mıyım diye. esmada üzgündü, biliyordu. onu daha çok acıtmak istemiyordu. yüzüne halaydakilere ben-zer bir ifâde taktı. kapıyı açtı.

ikisi de birbirine gülümsüyordu. ikisi de gülümsemelerinin ardını görebiliyordu. dahafazla kandırmadan kendilerini asıl yüzlerini döktüler. kaç adet gerekiyorsa döktülergözyaşlarını. âdet yerini bulmadan doğu’da hiçbir şey olmuyordu nitekim. sadeceağlıyorlardı. kim, kimi nasıl teselli edecekti ki… odaya giren davul seslerini bastırmakiçin arttırdılar hıçkırıklarını, ancak ölüm tamir edebilirdi iç kırıklıklarını. tuba dabiliyordu tamirciyi, azrail’i düşünüyordu ağlarken…

duvağına gözyaşlarını silerken esma da arkasını dönmüştü. o da siliyordu gözyaşlarınıkoluna. aslında utandıkları çaresizlikleriydi… tuba, esma’dan eve gitmesini istedi,evdeki bütün kıyafetlerini toplamasını söyleyecekti tuba’nın annesine. evvela birkahve rica etti. esma ayağa kalkarak neden eşyalarının toplanmasını istediğini sordu.‘belki atarım, belki yakarım. acele etmene gerek yok.’ cevabını aldı. tuba’nın kaderineteslim olmamasına bir şekilde isyan etmesine belirsiz sevinmişti. ilk önce kahve ya-pacaktı. ‘nasıl olsun kahve’ dedi. ‘çok yap, herkese yetsin, acı olsun/bırad talbe’ dedituba.

(acı kahve; acı sözün, olayın, aslında acı olanın ardından verilirdi. içteki acının asılacı olduğu, kahvenin ardından içilen suyla acının geçebileceği; ama tek bir suharicinde hiçbir suyun içteki acıyı götüremeyeceği mesajını veriyordu.

16

tasavvur

Page 17: tasavvur

ancak bir su-bir su götürebilirdi- acıyı bedenden alır; başkalarına nakşederdi… ölümden sonrakibanyo suyu.)

ortamcı çocuk yorulmuş, davulcu ve zurnacıyla demleniyordu. zaten kimse kalkmazdıkurt dökmeye artık. vakit geç olmuştu.

aşiretin büyükleri kalkmak üzereydi. ev’e doğru yürüyorlardı, önden hanımlar haberverecekti gelin’e. odanın kapısı açılmıyordu. gelinin ahaliye yaptığı bir şakaydıaslında bu, ‘âdet’tendi. kapıyı açmak için para istemesi gerekiyordu. gülüşmelerbaşladı, erkekler de ordaydı. derken kahveler geldi. kahve, görülmezdi aslında düğün-lerde; şerbet içilirdi. gelinin ne isteyeceği konuşuluyordu. büyüklerden biri “fazla is-temesin de… zaten bir sürü masraf yapıldı düğüne.” dedi. esma tubagillerdendönmüştü o sıra; fakat tuba’yı görememişti gülüşenlerin arasında. kapı da kilitliydi.adet’le falan uğraşmazdı tuba, istemediği bir düğünde bir de milleti mi eğlendirecekti.mutfaktan odanın anahtarını aldı esma, kapıyı açtı. kapattı ve dışarıya doğru koştu.

çocuklardan biri odaya girdi ve ağlamaya başladı. “gelin kendini asmış-gelin kendiniasmış!” diye bağırmaya başladı. kahveler döküldü, odaya koştu herkes. kimse konuş-muyordu, kimse hiçbir şey yapmıyordu, ağlamıyorlardı da. düğünde ağlamak olmazdıçünkü, adet böyleydi… zoraki düğünde ölmek de adettendi… doğu’da bir çok şey adetüzerineydi…

tuba’nın gelinliği şimdi yakışmıştı yüzüne. istenmeyen bir düğünde. kefenin renginede soluk bir yüz yakışırdı.. başı öndeydi yine, artık bilinçli değildi hiçbir şeye, önemiyoktu davul sesinin, gözlerine bakmazdı ağlamış mıyım diye, ağlamak da yoktu artık…

avluda biri feryat ediyordu. esma’ydı. yere bir şeyler döküyordu söve söve. “alın, alınişte tuba’nın asıl istediği budur, alın bu ateşte sizde yanın, alın da törenizi başınızaçalın, alın bu ateşi yakın, alın bu ateşi, alın bu ateşi yakın!..” iki elini başına bağladı,ağlıyordu. tuba’ya değil çaresizliğine yanıyordu. tek yapabileceği kıyafetlerini yak-maktı. tuba’nın dediği gibi ya atacaktı -ki az gelirdi- ya da yakacaktı ve öyle yaptı.

o ateş’i onlar yakmıştı ama esma’nın kararıydı.o ateş esma’nın kararıydı ama tuba yakmıştı.avlu da yanan ateş bu düğüne bir takıydı…acı kahve acı olanın lafıydı.

...

17

tasavvur

Page 18: tasavvur

nâkıs suretim | osman gürsoy-gonca kelebeğe-

yalın ayaklı şehirgez(dir) beni..yol kesen köprüler/kurulur gözlerimin üstüne

gül dağımdan kopan beyaz/âhıma bedelrengini biliyorsun ölümün/mahremi senin tenindedüşler tasviri bir hece ve yaz

tecrübesiyim aşkınipi çeken teselli..bir tasma boynumda ölümkendini hayâlime sarkalpten isa gibi geleyimihânetin arzından yükseleyim semâyasinelere sapladığın tebessüm/hâlâ sıcak yüzümde, kalbime akar

nasıl kıyılırsa bir nikâhöyle kıy bana/anla(t) sırrımıçatlasın mâdem yangınlı bağrımsana sûret verildiyse ezelden/kime aşığım

bin leylâ geziniyor yüzündegözümle bakıyor mecnûn!kalbimi okşadıkça sıcacık bir el/sinkayboluyorum

tayfasız gemisiyim tûfanıngüvercin avucumda/müjde yaprağısustum hemen/herkese-yokluk göründü!

eller âmâsesim karanlık mı?insanı resmeden kalemsiliyor beni

aynaları yankılagonca kelebeği bulyalın ayaklı şiirgez beni...

18

tasavvur

Page 19: tasavvur

tiryâki gibi | mehmet türkmen

anılar tanığıdır geçmiş/im/inucuz sızılardan değil bukemiklerimin terini sil

beyaz üniformamla beklerkenışınsız odamda sabahıadın dakikayla erirkengözyaşlarım dökülür küllüğemıknatısın hangi kutbusun

geceden kalma cilvenle gelsen de ilk günyıpratan bir yolculuksun pazartesi

güneş şehrin yüzüne doğarkengözüm/d/e batar

'hayat kaldığı yerde...yoksun gibi' tavır alamamtiryâki gibiyim

...

19

tasavvur

Page 20: tasavvur

sıfırın doğumu | şeyma konak

- anne, bugün okulda rasyonel davranmayı öğrendim. ne yapıyorsun? temizlik mi?e hadi kolay gelsin, benim işim var.

rasyonel çocuk odasına gitti ve gayet akılcı bir seçimle boş zaman ile çalışma arasın-daki bağıntıdan kendi çıkarına olan fayda ne ise o yönde bir girişimde bulundu.çocuk evde paralarını sayarken bulunmadı tabiî ki...

sadece ve sadece kendine odaklanan bu insan modeli kendi kuyusunda boğuldu.bir yusuf olmalıydı kuyudan çıkabilmek için... yusuf olmadan girse bile o karanlığa...ve keşfetmedi, uydurdu “kendi çıkarıma olanı yaparsam mutlu olurum!” denksizliğini.bu uyum kendi içindeki sese göre dengeliydi, mutlak bir sese göre değil.

denge çok bilinmeyenli bir denklemde sadece bir değişkene bağlı olarak kurulabilirmiydi?

- anne, ne yapalım senin görevin bu; benimkisi de bu. herkes kendi bacağından...

- biz koyun değiliz yavrum, insanız...

- !!!

- peki o zaman nasıl mutlu olabiliriz anne? ben gibiler denklemde bir dengesizlikolursa ve sen gibiler denklemi eşitlemeye çalışırken? herkes kendini kurtarmamalımı?

20

tasavvur

Page 21: tasavvur

- denklem bir bütündür, çözüm bulunamaz ise hepimiz muammâ oluruz evlâdım. onedenle sen kendi değerini denkleme göre düzenleyeceksin ve unutma ki her denklem,daha üst kanunlar ile sabittir. bu kanunlara tâbi olunca birbiri ile bağlantılı tümsorulara cevap yolu açılacak. sonra çözmek hem herkese hem de sana bağlı. bazensadece bir bağımlı değişken olmadan tüm denklem çözülemez. sen o esas çözüm yolunubulmalısın. sonunda senin ve tüm değişkenlerin değeri bütün denklemin sonucudeğerince artacak. yavrum, sadece bir değişken olarak kalmamalısın artık. eğerkendini bütün çözümün bağlı olduğu biri olarak görürsen hepimizin sonunudüşünürsün.

- ama anne ben...

- ben değil, biz...

- ya bizden bir ‘ben’ çıkıp da benim gibi kuyuya düşerse anne? denklem onun yüzün-den bozulursa bunu kim düzeltecek? herkes aynı hataya düşerse herkes sadece ken-dini kurtarırsa anne, ya sadece biz kalırsak çözümsüz?

- yavrum nereye gidersen git, denklemin dışına çıkamazsın, o bulduğun geçici değerherhangi bir çözüm değildir, çünkü onun doğru çıktığı bir küme yoktur bu âlemde...yanlış değerler ile yanlış sonuçlara gidersin. söyler misin taşların kuşlara bağlıolduğu bir âlemde sen seni nasıl benden âzâde düşünebilirsin? sen bana bağımlı birdeğişkendin. seni rasyonel büyütmedim. öğrendiğin matematiği ait olduğu kanun-lara göre sınamadan, sağlama yapmadan kabullenme... yoksa hayatın alt küme bileolamamış bir ‘boşküme’ olarak kalabilir.

- anne, ben aslında bir hiçim.

-buldun evlâdım...

- ...

...

21

tasavvur

Page 22: tasavvur

yaşarken sonbaharı | yılmaz topal

sonbahar dem biriktiriyorsevdiğim dudaklarınasıra yapraklarserviler içre

ebâbiller ıssız hükümranlarıâli âlibitimsiz mevsimlere uçarlaraşklara uçarlarâşüfte çılgın

bir mûsîki duyulurserin ve mâhuryel eser yakar ol saçları mahîninduman tüter topraktansel olur dağ taş götürür

iner ol tepelerden bir yavru ceylanişveleri çalımları sana muvâzî

bir şubat aldanışına durur çiçekler-bin belâdan arta kalmış adamım-

yılan çıplaklığına soyunur ağaçlartüm suskunluğum yankır korularda

geceyim ben bir buğu gibiyükselmişim topraktansonbaharı yaşıyorum

...

22

tasavvur

Page 23: tasavvur

üç şiir: | kemal bulut

yalnızlık

yalnızlık su gibidirakar,akar,birikir bir kuytuda.

umut

gittiğin yöne bakıpher geçeni sana benzetmekten,yalvarırcasına dön demektenbaşka ne gelir ki elden.

korku

karanlıktan değil,yalnızlıktan

vekorkarımumudumun tükenmesinden.

...

23

tasavvur

Page 24: tasavvur

üç el ağıt | mehmet fatih k.

- ve anneler dizdövme rekortmenidirler tüm şefkatler adına -cafer turaç

g.

davran dilinin kemiğine, bıraktığımız yerden sivrilsin söz dizimleri. kalk ki gön-dere çekilmiş birer isyan olsun soluğumuzun ritimleri. mevsimlerden memleket,iklimlerden genç ölümler devşiren sistemli zamanların hesap tutmaz çarklarınıünlemlerle durdurmanın patika yollarında ismimizi kodlayıp alınların çatına, ikikaş arasına seferler düzenlemeliydik. kanı yerde kalmış yüreklerin hesabagelmez kaderlerinde nice ovalar gördük de, sol yanımıza düşen dağlardan in-cindiğimiz zamanlara iki kelâm etmenin o reddedilmez kanamasına şahit tutul-duk, gereğince.

b.

hangi bakışa asmalı yasımızı ki ayaklanmasın her biri bir mermi soğukluğundaölümü kıskanan yanlarımız. namlu dediğin bir zehir, içimize çöreklenen. ölümkusan dillerden sakınmanın son raddesinde, göz yaşlarında boğdurulmuş an-nelere iflâh olmaz karanfiller gönderin! yazıklanmış yanlarımız basılsın tütün-lerle, bin acı tadında gölgelenen yüzlere göz hizasından kalbe doğru yol alan birkardeşlik coğrafyasının yer altı zenginlikleri işlensin, yerin üzerinde yaşayabilsindiye alınlarında topraklarının topografik yapısını canlandıran çocuklar! ve teksoru saplanmakla kalmaz kalbe, incitir mevsimlerden yontulmuş memleketleri:gelecek zamanlarda yer altı zenginlikleri listesinde ilk sıralara yükselecek miölü(m)lerimiz?

r.

notalar kâr etmez ağıtlara; ölüm, sus payıdır hayatın.es.

...

24

tasavvur

Page 25: tasavvur

kayıp | yusuf dursun

1.kayıp bir ses çıkıyor kemandanşarkımda yalnızca senin ismine yer verdimbiliyorumkeman kadargüzeldeğilsesim

seni sevmediğimi söyledimeskidi işte aşk daaşk eskir mi deme!hayat bu, yalnızlık içresu vermeyen ve çoğalanünsüz bir kelime…

aşk, eflâtun bir kuş lâkinberaberliğimiz buraya kadarmış.suç ortağım, yalnızlıkkristal kerpetenim…

yalnızlıkbir, seni ilk gördüğüm yeriki, seni ilk gördüğüm yerüç, seni ilk gördüğüm yer…

2.ferhaaaaaatyak benibu eski erkekliğimiterledim gece koşumdaöyle çalkalandımöyle eskidim

şiriiiiinvaktimiz kısatart buğumusev benidokun banaterk et beni…

...

25

tasavvur

Page 26: tasavvur

mevsim, tahassür ve efendim | yahya kurtkaya

-birinci gazel-

bir damla kucağında ateş söner efendimbağıştır kelâm güne akşam döner efendim

parmağımdan yorgunluk şiir emziren âh’ınmihrâbına dökülsün teker teker efendim

çöl kırığı mecâlken hasret büyütür dünyasadağında gül bile acı çeker efendim

çatlamak şöyle dursun sağında melâliminbuz kesip hicrân olur öyle gider efendim

lâl makamına meyyâl bilse garîb hâlinimahzûn renkli vechinde sürûr eder efendim

mümkünse çoğalayım nisan altında imlâsırrımı öpüverdi oldu miğfer efendim

hurûfat kervanında heyhat nâkıstır gâye!tekmil nazar kapında eşya nefer efendim

makbûl niyâz bahsinde tebessüm kirpiklerimyükselir mâbedine eşref iner efendim

arz-ı hâlim ne cüret âciz kelâm ve dilimandıkça mesrûr olup derdim diner efendim

26

tasavvur

Page 27: tasavvur

-ikinci gazel-

kervan suda eğleşti rüzgâr poyraz efendimçöl nihâyet eyledi zaman mecaz efendim

şiltesinde ağaran dervişâna gül gerekecrin bahis anında bize niyaz efendim

tırnağımla kazıdım içerime melâlikirpiklerim aczine derman biraz efendim

tasvir için zülâli ar gerek hurûfâtanazar buyrun o vakit size iyâz efendim

dökülür yaprak yaprak zamanın taneleriesridikçe sükûnet ‘kabuldür’ yaz efendim

sözümüz kadar yazık düştüğümüz karanlıkışık sizden vurmalı biraz beyaz efendim

efendim, hicâb olsun gayrı hâlet afâkiteskin olayım sözle zaman araz efendim

-son beyt-

bir kapı aralandı geldik dünyâ efendimsizden gayrı ne varsa bildik hülyâ efendim

...

27

tasavvur

Page 28: tasavvur

serçe kuşu ısıtan | esra kurtkaya

en çok mavisini yitirmiş göklerde uçardın sen. beyaz kar üzerinde kan izleri... vurulupdüşmeler avucunun çizgilerine işlenmiş diye düşünürdün. oysa yağmura dönmedin senhiç yüzünü. içini yıkamadın bir akşamüstü hüznün usulca kalbine bıraktığı yalnızlıkla.

ben göklerden çaldığım ateşi unuttum bu şehrin tenhâlarında. seninle karşılaş-madığım bir köşe başında kaldı kalbime ait ne varsa. içimin sancısını kaybettim. arkasokakların birinde ağır ağır düştü bir duvardan sevdânın gölgesi. acı çizikler bıraktıhayat gözlerimde. vuruldu sevda. kızıl bir aşk kokusu ve bıçaklanan gülüşlerim. tenimisızlattı bu hazin son.

yokuşu çok; inişi yok bir yol bu. yerde kalanları sayma; her dönemeçte birilerinibırakıyorum ardımda. ikindide gidenin dönüşü yetişmiyor güne. kör alacalardatanıyamam ki yüzleri. sebepsizim, neresinden tutayım yaşamın?..

hadi küs bana! umarsız gülüşünle dağıt beni. toz duman içinde yıkılan binalarınenkazında kalan kırık bir çerçeve; üzerinde gülüşünü taşımayan fotoğraf. hadi küsbana! gürültülü bir sükût olsun günlerden arda kalan. oysa deli taylar koşardı bumevsimde içimde. ben seversem kuru dallarla su yürürdü. zemheride üşümezdi hiçbirserçe.

şimdi kırılganım, uçurum kenarlarından korkular çalıyorum. yüksek yerlerden düşüyo-rum düşlerimde. karabasanların getirdiği bir sabahı ayakta alkışlıyorum. uyanmak is-temiyorum uykularımdan. o çok tanıdık tenhâ hissedişler dolacak içime. uyurmuşgibi yapsam da dışarıda gün alabildiğine hükmünü sürmeye başlamış bile. bu ıssızlık,bu kimsesizlik nöbeti. yağmur, bir kelime düşür ellerime. sabahın ilkinde hüznün buen koyusu nereden? ‘gitmeler...’ dedi ‘içimde ağrıyan bir yer, gitmeler…‘

gözlerimi aynalardan uzak tutmaya çalışıyorum artık. kendime yakalanmaktan korkuyo-rum en çok. suç üstü yapılmaya müsâit bir yaşamım olunca kendimden kaçak yaşıyo-rum. oysa ben biliyorum serçe kuş üşümelerinin kanımı donduran soğuğunu. saçlarımtutuşuyor zemheride. avuç içlerim hala yağmura dönük… ben kalbimi seviyorum.

...

28

tasavvur

Page 29: tasavvur

14 | ersin dursun

s

lösemili çocuklar bırakır dünya,avucuna vicdanımın: sıfır negatifkırmızı bültenler sesimdesesimde radyo programlarıçareye beton döker doktorlar.ondört dua çıkar,şarjöründen yüreğiminki bilirim bir tek rahman verir.tekbir!rahman!

ö

öyle duyulur ki haberin karası,şaşar şaşar şaşarım.ondört öfke doldururbir filistin bebesişarjörüne yumruğumunki bilirim emirdir buğz,öfkediröfke ateşateş kurşun

a

biter "elim sende" oyunugün kaçar.gece ebesabaha kadarve yalnızlık yarave yalnızlık acıve yalnızlık yarasaaşk yara/sayıkılır kaşlarımın arasındaki ciddiyet ülkesiboşanır ondört yağmurşarjöründen gözleriminki bilirim oynaşmak yokluğunlayüzyıllık hazinegökkuşağı dibinde

dua,öfkeve gözyaşı.ondört eylülyıldızkentte

...

29

tasavvur

Page 30: tasavvur

kış söylencesi | eda aktaş

kar yağsa, çizsem bir sevgili kardanayak izlerim süslese saçlarını şehringidip gelse mevsimler, her dilin tarlasında kış tohumuyutkunsam ve geçse bu vecâ, sana dönük bir yan bulsam evimdeseccâdem yeşil deniz, ellerim menevişeyâr! beni kış oku, beni yâr kış anla

şimdi bu gördüğüm beklenmedik bir durumihtimaller geride kaldı, yaşasın ‘geliyorum’ demeden gelen kazayaraya astar ipekten m’olur leylim leylimdağlar başın duman alır, kışta kalır mevsim sen’sizaçıkta kalmış düşlerim titriyor bakbir yanımda fırat, bir yanım üşengeçkalkıp da iki güzel kelam yazamıyorum sana kuşların dilindenbana şans dile, mavi çaldım yazımasararmış resimleri bir araya topladım,baktım sana bir de toz ve hatıranın avucundanmevsim kış olursa kardan sevgilim olurgülüyorlar bana, kardan sevgili mi olur?sevgili dediğin bir acı masal, kendini kayba vuran değil mi?kar da gidiyor, dönünce devran, sevgili dearadaki fark ne öyleyse?

kar yağacak ve kalbime kardan bir sevgili vereceğimsana dağların neden bu kadar söze değmişliğini anlatacağım,mastar’ın eteğinde, tutuşmuş cümlelerle.üstüne kar koklarım, hıncımı heceler güneş perdendenöfkenin kanallarından sana bir hat çekerimihanet dersin, sırtımda hâin bir bıçakvurdun gittin bir haziran, gözünün kara sürmesine bulandım

ömürlük sevgilere göz dikmem, ben kardan sevgililer isterimterk edilmek ansızın, zamanın âhirindebüyüyen yaralarıma seni okudum, ne çâreyağmur yağdı, sel eğildi iklimimegökte kuşak sen oldun, yerde cemre gözlerinkar yağsın, mevsimsiz, âniden, yinevarsın kara olsun bir yüzüm, kardan sevgililer isterim/her haliyle sana benzeyen/

...

30

tasavvur

Page 31: tasavvur

sükût | âsmân gûn

her hissedilen dillendirilebilseydi,şiirler kaleme gelmez,türküler yürek yakmazdı..ancak yüreğinin içine aldığın görüro anlatamadığını..onun için de sükût kâfi olsa gerek..

sesler vardı.. çok renkli bir ebru gibi, çok sesli bir kalabalık gibi.. aklının içinde dörtbaşlı canavarlar vardı.. ellerine yapışan, her yapacağına engel olan sanki..

sesler vardı, yabancı gibi gelse de en yükseği kendi sesi.. düşüncesine haykırankalbinin, yüreğini azarlayan fikirlerinin sesleri.. ve sorular soruyordu durmaksızınve ağlıyordu şimdi damla, damla, damla.. sesleri mi döküyordu gözlerinden.. yoksataşları mı gövdesinden..

ve kalktı, âniden, hem düşünerek hem hissederek; ama beklemeden.. tasalanmadanüşümekten, korkmadan ıslanmaktan, kaygı duymadan meraklardan, attı adımlarınıdamla damla; ama peşi sıra, sekmeden.. bakmadan adımlarının çiğneyeceği yolun so-nuna, sadece bastığı taşları sayarak; çünkü yürümeye çıkmıştı, koşmaya.. dönmeyiaklına koymayarak.. dönmemeyi de düşünmeyerek.. sadece adımları vardı bazenyorgun bazen de güçlü yumruklar gibi arzın bünyesine..

esen sert soğuk yüzünü çizmiş, yakmış, yaralamıştı; rüzgâra karşı yürüdüğü belliydi..

hızlandı, hırslandı, karar vermekten kaçtı, seslendi, çağırdı, bağırdı, baktı, bakmak-tan kaçındı, nefret etti, gördü, korktu, ürktü, sevmedi, istemedi, düşünmedi,vazgeçmedi, kabullenmedi, sustu, yatıştı, yürüdü, yürüdü..

tûfandan çıkan nûh’un gemisi gibiydi; çetin bir yol, fırtınadan kurtarılmış b i r k a çş e y ..

yol bitmez ya, yolculuk bitmişti.. aynı mekânına döndü aynı olmayan kendi. ama değilmiydi ki mekân önemsizdi. şimdiye kadar gittiği her yere şimdi yollara döktüklerinisırtlanıp getirmemiş miydi?.. üstelik de yükünün ağırlığından bile anlayamadan netaşıdığını bunca zamandır.. anladı.. terk etti.. kızmadı kendine, şimdiye kadarkihiçbir hatasına, yanılgısına, şüphesine, kızgınlığına kızmadı, sustu bunun yerine..

sırt üstü uzandığında yüksekten bıraktığı başı yastığa düşerken gözlerini huzur-âvergibi yanıp süzülen muma dikti, duruldu.. bir nefes huzur çekti içine.. yine sustu..

... ... ...

neden sonra garip bir sızı hissetti yüzünde, ince bir sızı..çiziklerin derinlikleri yanıyordu…

...

31

tasavvur

Page 32: tasavvur

bir sükût rüyâsı | bilal can

ı.

bir ölünün cesedine gömülürsek eğermorgların adresini ezbere bilenlerbozacak rüyâmızı

…/sus işte kaldırım taşlarınabir tarafı denizdir oysa rüyâlarınhangi geceden kaçmışsamtut ve oturt ocağınaharâmîler talân etmeden

kesik nöbetler sarar çorağımınöbetleşe yağmurların sevincindeellerime dokunan yeminlerinhaddi vardır gözlerinde sevdiğimbırak ölgünce yaşasın sesimsusmak susmak değildir kisevincin olmadan.

ıı.

…/düş atacağım birazdan. saracak terennümıslak seyirlerin ardında mahpushane çökecekduvarları bir isyânın haddidir…/su iştehayat ver, gözlerinin menbâıdır denizler

korkulu rüyâların adına iliştiryalnızlığın heyetine ‘tam yalnızlık’ dedirtenaheste sükûtumu açtır kucak dolusu sevgilereanlağına değsin sevdiğim… daha da beterim

sözlerinde kaç harâmî yerleştikaç günün sabrına iliştirdin yetimlerihangi mahrumiyette yittin sevdiğimhasret ocaklarından gurbete düşerkenkaçıncı sessizliğim oturdu kulaklarına

32

tasavvur

Page 33: tasavvur

ııı.

…/bilmelisin… sus biraz, kalabalıklar kaçarkenaydınlığın meşâlesini hangi gün taşıyacaktutsak güvercinlerin mâteminde, yokluğun kadariçime kim dinletecek intizar yangınlarınıdokun sevdiğim, kaçamak bakışlarını otağımayerleşkesini yapıp kurulsun hasretinerakkas kesilsin ateşine düşen pervane

ne dem, müstehak işve, naz yapmaateşin içinden çıkmış bir dumanımsevdiğim ve de sen, gezinirken serinliğimdeiçimin bayramında kaç pâre topkaçıncı sirtoda şen, nakaratında gizem

mahşer edecek, gün tanzim ederekebede gidecek.

ıv.

…/s… biraz yaklaşsın, içimin harında grizusu biraz neşe ve getir ocağımabaharın şarkısında sengönlüme kement at sıcaklığıkıştır, mahrum bırakma ateşimerhametinle inkişâftanıt kendini âleme.

seyrinde suluğuma erdir sevdiğimvuslat olsa, firâkında anlat kendini.

...

33

tasavvur

Page 34: tasavvur

buğulu camda görünenler | melike beşer

modern hayat avuntularının bizioyaladıkça oyaladığı bir çağdatütsüler, is mürekkepleri ve hokkalarlakutsal bir gövdeyi yeniden diriltmek istiyorum.

geçip giden zamanı kovalamak istemiyorumki üzerimden bir sel gibi akıp gitsin,gökleri delen bir minâreninkazandığı zafer kalsın alnımda.

bir ezan sesi gelsin kulağımaardından zaman geriye aksın hızla,ve kendimi bulayım bitmez tükenmez birtılsımın tam ortasında.

fânî dünyadan bâkî kalsın dediğimbir bebeğin annesinin koynunda bulduğu,huzur ve sükûnet gibiişte öylesine mâsumca…

...

34

tasavvur

Page 35: tasavvur

akisler | bünyamin kasap

burası büyük şehir, baş şehir. aksi ki modern bir şehir. şükür ki metropol değil.etrafda tedbirli insanlar dolaşıyor. cüzzamlı gibi, sağa sola bakmıyor. kendinden korkaninsan, aynada dönüp kendine bakamadığı gibi başkalarına da bakamıyor. her taraftaherkes!

kalalabalık... insan olanın başı dönüyor. sokakta insanlar eylem hazırlığındaki birörgüt gibi aynı yöne hızlı ve uygun adım... ilk hefef otobüs. otobüste bir uğultu. hâlbu ki konuşan yok! motor sessiz, yeni dönem, teknolojik. ama yine bir uğultu. bitmezbir uğultu. hiçbir sesin bastıramayacağı kadar bas, tiz, her tondan bir uğultu...

bir kafe. köşedeki masa. masanın dayandığı duvarda asılı lamba; sarı, loş bir ışık.sigara dumanları. yalnız insanlar; biranın sıkı dostları ve tabii tütünün...

geceye doğru, sokakta, hava havada, müziğin ritmine uyarak, uygun adım, biraz datitreyerek yürümek şehri tâ dibinden solumak demektir... hânendesi kayıp bir ekip,sazları akort tutmayan; pamuk ipliğiyle bağlı müzisyenleri.

tanrım! ne garip bir senfoni var gözlerinde, karşıma çıkıp boş bakan insanların...

...

her an yaratmakta olan her an da bir ‘şey’ sunmakta.insan kendine ancak hüzünler icat edebilen meczub bir mûcid. bu böyle!

herkes gibi olup hiç kimse gibi yaşamak hayatı. cam fanus içinde dış dünyayı seyreyle-mek. birileri buna fildişi kule de diyor. asıl sancı burda başlıyor.

insan, susabildiği ama yüreğini açabildiği kadar insan!:-yüreğimizi açabildiğimiz kadar gerçeğiz!-öyleyse gerçek değiliz.-gafil! biz zaten hiç’iz, unuttun mu?- ...

...

bir günahtan arınmak için secdeye kapanıp bir damla gözyaşı akıtabilmek için rabb’eyalvaran bir çocuğun, sabah ‘ezan’ının sesine çizdiği ve ötelerde bir yerlere yolladığıhüznün, çocuğun yüreğindeki aksidir tüm bunlar: yânî; bu harfler! her harfin herkıvırımında ellerinin titrekliği vardır.

tüm sahteliklerinden ve dahî gerçekliklerinden sıyrılmış hâlde bahşedilen bir dost.lâl dil çözülür, çözülür de genişler yürek...kafiîdir!

...

35

tasavvur

Page 36: tasavvur

hâl bu ki; ... | burak tabaş

ne öldüm,ne dirildim,ne sevebildim...hâl bu ki; geçmişti saatlerim.

geçmiş miydi saatlerim?..geçen tek şey saatlerim miydi?..

mezarlar...bir güzel zâtın iki gülüşü.göz bile kırpmıyordu artık.ne idi mânâsı?bilemedim.

mânâsızlığının nedeni aldırmazlığım mıydı?..aldırmazlığımın nedeni mânasızlığı mıydı?..

şüpheye düştüm sonra.duvar oldum,lâl oldum,âmâ oldum.

nefesim boyunca kendimi mânasızlaştırmışım meğer.ne hâlde yaradan’dan ötürü güzelliğim var ise eğer?..

‘bezm-i elest’den sözümüz vardı bir kere.peki, şimdi nerede?..

sabrın bana...nefes alıyorum.şükrüm sana...evet yaşıyorum.

ama uğruna;ne ölüyorum,ne diriliyorum,ne de sevebiliyorum...hâl bu ki; geçiyor saatlerim.

...

36

tasavvur

Page 37: tasavvur

37

tasavvur

Page 38: tasavvur

fikir |

Kelime Taşlarımız Var Bayım! Yahya Kurtkaya 40 |

Mart Kedisi Hacı Kalfa 41 |

Religia M. Taceddin Kutay 44 |

Lisân-ı Cedîd ve Müceddidlik Telakkisi Elif Zehra Aydın 46 |

Yazmak Yaşatmaktır M.Nihat Malkoç 48 |

‘Üçüncü göz’ün yitimi! Muhammed Nur Anbarlı 50 |

İslam Düşüncesinin Gerilemesi ve Sebepleri Salih Aydın 51 |

Televizyon Apışkanlığı Yasin Çetin 54 |

Gaye: Yaradılış Gereği Güzel Ölmek Burak Tabaş 55 |

Allah Aşkı ve Sevgisi Sebahattin Şentürk 56 |

Kavmiyyetçilik Süleyman Boynukara 58 |

İlkelin Dini Abbas Yolcu 60 |

Doğu ve Batı Bağlamında Merkez Konumu Halil İbrahim Doğan 63 |

Müslümanın Tarih Tasavvuru Emrah İstek 65 |

Kaplumbağalar da Uçar Ömer Beyoğlu 66 |

38

tasavvur

Page 39: tasavvur

39

Page 40: tasavvur

Kelime Taşlarımız Var Bayım! | Yahya Kurtkaya

Biz, kelimelerden kurduğumuz bir devrânda yaşarken; birileri, kelimelerini soyduğubir meyve gibi algılıyor hayatı! Oysa biz, kelimelerin kalbinde aradığımız birhakîkatin en sağlam yanından yamalıyız hayata! Hayat bize, kirpik uçlarımızdanbağlı! Bizim kirpiklerimiz kaldırır dünyanın tüm ağırlığını bayım!!!

Söylemleri erittiğimiz bir hâr kavurur kelimelerimizi. Biz, kelimelerimizden bağlıyızdünyaya bayım! Biz, kavlimizde sakladığımız bir hakîkatin mutluluğunu sürüyoruz!Mutluluğumuz sizi ürkütmesin bayım! Biz biliriz en iyisini üzülmenin de sevinmeninde! Biz ki öfkeyi kalbine mûtedil indirmiş bir kavmin çocukları...

Fikrimizin en ince gülüdür kelimelerimiz. Ceplerimizde taşırız bazı da; bazı parmakuçlarımızda biriktiririz kelimelerimizi. Deniz üstü sektirdiğimiz kelimelerimiz varbizim bayım! Diz üstü duruşun şerefinde sükûna erdiğimiz bir inancın kelimetaşları...

Biz, kelâm ve selâm arasındaki bağda büyütürüz kelimelerimizi. İrfanî bir bilginintoprağında, kutsi minerallerin yüreğine kadar işlediği bir bitkidir bizim kelimelerimiz.Kalem bir yaydır bizim için. Kelimelerimiz de oklarımızdır bayım! ‘O insana kalemile öğretti’ hikmetinde sükûn bulur bizim sancımız!

Bizim sancımız kelimelerin rahminde varlık sancısıdır! Bir ömür sürer bu sancı! Biz,bu sancıda kelimeler ile besleriz varlık fikrimizi. Sancının durulması ‘insan’ olmaktırbayım! Biz, kelime ile gıdâlanmış bir annenin rahminden düşen kelime çocuklarıyız!!!Kâküllerimiz değer alnımıza, alnımızdaki hurûfat kokusu bundandır! Biz severizhurûfat kokusunu bayım!

Kelime taşlarımız var bayım! Sadağımız hazır bu savaşta. Biz savaşta yaşamayı kelimedevrânlarında tedris ettik. Rahlemizde manâ kokusu! Seherlere dek harflere râm ol-manın verdiği huzuru siz bulamazsınız bayım çok ışıklı mat bir dünyada! Biz, ke-limelerinden emzirilen bir dünyanın müdâvimleri...

Biz, kelimelerden kurduğumuz bir devranda yaşarken, birileri kelimelerini soyduğubir meyve gibi algılıyor hayatı! Biz, kelimeleri sevdikçe, hayatın da bizi algıladığınaimân ediyoruz! Biz, algılanmadığımız bir hayatı zarar sayarız! Bizim algılanış algımız,rızâdır bayım! Biz, kelimelerimizi boynumuzda bir kolye olsun deyû saklamayız;rızâya ersin diye gireriz kelimelerimizle halvete! Kelimelerimizi severiz bayım!

Kelime taşlarımız var bizim bayım! Isırıyoruz taşları! Dişlerimizden dökülen gül ku-ruları... Biz gülleri seviyoruz bayım, bir de kelimelerimizi. Bir kelimenin devrilmişdiğer bütün kelimeleri ayağa kaldıracağına imân ettiğimizden beri, bu aşkınavlusunda büyütüyoruz sol yanımızı! Sol yanımız yanardağ bizim!

Kelime taşlarımız var bizim bayım! Kelime sarıyoruz yaralarımıza da; kelime alıyoruzkoynumuza geceleri! Her savaşta kelime hâr’lıyoruz da; her gidişte kelime döküyoruzsevdiklerimizin arkasından! Biz bu sevdâdan vazgeçmeyeceğiz bayım! Siz yaşayındurun hayat dediğiniz zanla!

...

40

tasavvur

Page 41: tasavvur

Mart Kedisi | Hacı Kalfa

Soru şöyle:Aydın, herhangi bir …izm’e veya herhangi bir kiliseye tâbi olmayan adamdır, öner-mesi muhkem midir, izâfî mi?

Yâhut; bazılarının iddia ettiği gibi ‘…Kapitalist cemiyet geliştikçe burjuvazi, vazifesiburjuva ideolojilerini olgunlaştırmak olan bir aydın zümre yaratır. Proleter sınıfı daihtilâlci bir ideoloji geliştirecek olan bir aydınlar grubu çıkarır sinesinden…’ Yarata-bilir veya çıkarabilir mi?

Sorunun kısa olanı ise şöyledir:“Aydın kime denir?”

Ansiklopedinin tarifine göre: “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri fikirli, merakındanveya mesleği gereği çeşitli bilgilerle aydınlanmış, münevver kişi...”

Esâsında, böyle mes’elelerle iştigal etmek, fazlaca lükse kaçıyor. Çünkü hayat devametmektedir. Kimi, ‘ekmek parası’ peşindedir, kimi, ‘hanlar, hamamlar inşaa et-menin…’ Artık, meydan yerinde veya cam ekranda cinsî mukârenet ayıp değil; asılayıp, bu ve benzeri sorular sorup, onlara cevap aramak… Dalgaları taşlamak, akıpgiden suları bulandırmak… Tekerleğe takoz olmak, vesaire…

Fakat, insan bu ya, sormadan edemiyor:Ansiklopedinin tarifini yaptığı okumuş, yazmış, görgülü, meraklı kişiler, konuştuklarıana dillerini bilmeli midirler, yoksa bilmeseler de olur mu?

Dilini bilmeyen, bildiği halde kullanmayan veya kullanamayan kültürlü, ileri fikirli,çeşitli bilgilerle donanmış zatlara aydın denilebilir mi?

Bir de ahlâk mes’elesi var, yeni deyişi ile aktöre… (Aktöre galiba birleşik bir kelime.O halde ‘logik’ olarak kara-köre’nin de varlığına bir yerlerde rastlamak gerekir.)

Başka bir soru ise:“Aydın diye vasfedilen (kendisi veya başkaları tarafından) şahsın/şahısların ahlâkauygun konuşmaları, yazıp çizmeleri ve hatta yaşamaları gerekir mi gerekmez mi?”Kısaca, aydınlardan herhangi bir aydın, lüks mekânların birinde; midesinde birikmişyemeklerin üstüne viski yahut (kırmızı, beyaz) şarabını aktarırken, bir başka lüksmekânda tıkınanları (tıkındıkları için) ayıplamak hakkına sahip midir, değil midir? Lüksmekânlarda, hayattan kâm alanları tenkid edebilmek için, damda veya Kastamonu’nunherhangi bir köyünde yaşamış olmak ve lüks mekânların mumlu masalarında ayş-u işretetmemiş olmak, gerekir mi gerekmez mi?

Sorulan sorular, akla Râgıp Paşa’yı getirmektedir, herkesçe bilinen:“Miyân-ı güftu güdâ bed-meniş ihâm eder kubhun, şecâat arz ederken merd-i kıptîsirkatin söyler…” diyen Râgıp Paşa’yı…

Dile gelince;Aydınlığı kendisinden menkûl bir aydın, namlı yapıtlarında ara ara şunları yazmış:“… Denediğim cümlelerle, parantezsiz parantezlerle, dipnotlarla, metin içi eklerle çoksesli bir sunuşa yaklaşmak istedim.”

41

tasavvur

Page 42: tasavvur

“…Türk diline teorik anlatım gücü kazandırma çabalarımı burada da sürdürdüm.Cümleler denedim.”

“…Bir kez ve doğrudan doğruya daktiloya yazıyorum. (Papirüse, deve kemiğine,hurma dalına, ceylan derisine de Ahmet’e, Mehmet’e, Hasan’a, Hüseyin’e deyazmıyor.) Yazdıklarımı bir daha okumuyorum(!..) Bana eleştirilerini bildirenlerineleştirdikleri bölümler dışında daktilo düzeltmesi için bile yazdıklarımı okumak banazor geliyor.”

Önce:‘Daktiloda yazmak’ yerine ‘daktiloya yazmak’ şeklinde bir ifâde biçimi ‘çok sesli birsunuşa yaklaşmak istediğinin’ gerektirdiği ifâde biçimi midir?

Sonra:Bir yazarın, aydının, fikir sahibinin, “Yazdıklarımı okumuyorum.” “…Yazdıklarımıokumak bana zor geliyor.” şeklinde itirafta bulunması; okuyucuyu adam yerine koy-mamak veya yazmak fiilinin, başkalarını aydınlatmaktan ziyâde para ve şöhretkazandırıcı tarafının ön plana çıkartılması manâsına gelmez mi?

Bazı sinema zenaatkârları da rol aldıkları filmleri seyretmezlermiş. Yâni onlar, mes’e-lenin ‘rant’ kısmı ile alâkadar olurlarmış.

Aydın zat, oldukça kalın yapıtlarının birinde, okuyucularına şöyle bir vak’a anlatır:“…Alemdar Mustafa Paşa, Sultan Selim’i Yeni Düzen’e, Nizâm-ı Cedid inanıyor, yeni-liklerini sürdürmesi için Selim’i tekrar tahta çıkarmak üzere ve açıklıkla yazmakgerek, çok büyük bir ustalıkla İstanbul’a sızıyor.”

Diğer bir yerde ise:“…1920 yıllarının başında, 1940 yıllarının ortasında, 1960 ve 1970 yıllarının orta-larında Türkiye dört dalga yaşadı.” diyor.

Hanım romancının ‘iğne vurmak’ şeklinde ifâde ettiği yanlış kullanımı belki haklıolarak tenkid eden aydın zat, (iğne vurmak, halk arasında kullanılmaktadır.) ‘dalgayaşamanın’ doğru bir ifâde olup olmadığını hesaba katmamış görünmektedir. Ayrıca‘1920 yılları’ ifâdesi bazı dilcilere göre ‘tamamen yanlış’ kullanılan bir ifâdedir.Çünkü, mîlattan sonra sadece bir tane 1920 yılı vardır. Veya sadece 1940, 1960, 1970…

“… Aydının yıkım on yıllarında veya dönemlerinde Orhan Veli şiiri piyasasını bu-luyor.” Ve daha pek çok acaib, garaib tümceler...

Kendi diline bu denli ihânet etmek, sonra kalkıp, mart kedisi cinsinden, “Dilimiziyanlış kullanıyorlar; dilimizi bilmiyorlar.” diye feryâd etmek aydın olmanın bir gereğimidir?

Victor Hugo ‘otuz bin sayfada konuşmuş’ kitaba göre.

Binlerce sayfa yazı yazmak (roman, hikâye, hâtıra, deneme, araştırma vs.) düşünebil-menin bir neticesidir elbet. Kabul; ama tuğla gibi kitaplar yazabilmek (bu, ister parakazanmak, ister şöhret kazanmak, ister insanlığın acılarını paylaşmak) maksadı ileyola çıkanların, kendi kendileriyle tenâkuza düşmemeye azamî gayret göstermeleriaktöre (!) gereğidir.

42

tasavvur

Page 43: tasavvur

Böyle bir cümleye şâyet dizgi hâtası yapılmamışsa, ancak zekâsı ortadan aşağı bir ortamektep talebesinin kompozisyon imtihanlarında yazdıkları yazılarda rastlanabilinir.

“Kim neye inanıyor?” belli değil. “Yenilikler sürdürmek isteyen kim?” Allah’amalûm…

Aynı zat, çağdaş bir romancıyı, bir başka kitabında dil bakımından tenkid ederken;romancının kullandığı yanlış ifadelere dipnotlarda işaret ederek:“… Soyundurup, sabahaca, iğne vurmak yazılı Türkçe’de iğne yapılır ve daha sonrakisayfalarda keşifledi, gıcığına giden, oturanları kesti, çaktı anlamak anlamında (çaktı)yazılı Türkçe’de yer almıyor. Latife Tekin’in Türkçe bilmediğine ve Türkçe’yisevmediğini, Türkçe’ye hiç saygısı olmadığını gösteriyor.” demiş.

Ve dip notunun sonunda hazret:“…Türkçe’ye saygı diliyorum.” diye buyurmuş…

Zavallı Türkçe… Zavallı dil…

Türkçe’ye saygı dileyen bir zâtın tenkid ifâdelerini meydana getiren cümlenin, Türkdiline yapılan hakaretlerin en büyüklerinden biri olduğu ortada değil mi?

Her tarafı çarpık biri, Bektâşi’ye gelerek: “Beni düzeltmesi için Allah’a duâ et.” diyericâda bulunmuş. Bektâşi, çarpık adamı bir müddet süzdükten sonra: “Şimdi ben sanane diyeyim?” demiş ve eklemiş: “Sen en iyisi git Allah’a isyan et, belki çarpar, o zamandüzelirsin.”

Aydın zâtın tenkid ettiği hanım romancı, belki Türkçe’yi bilmiyordur. Ancak;“…Türkçe bilmediğine ve Türkçe’yi sevmediğini… gösteriyor.” şeklinde yazılan çarpıkbir cümle, neyi gösteriyor?

Mezkûr zât ya tenkidini yaptığı romancı gibi kendisi de Türkçe’yi bilmiyor; ya biliyor,ama her ne hikmetse yanlış kullanıyor; yahut okuyucu ile dalga geçiyor.

Karanlıkta kalmış zihinleri aydınlatmayı üzerine vâcib addeden zât, başka bir yerde:“Bilim temel eksen ile bundan çıkan ve buraya yönelen seslerden oluşuyor.” Hikmetiile düşündüklerini meydana koyuyor.

‘Bilim’den sonra olması gereken virgül (şâyet dizgide hata yoksa) konulmadığındanmanâ buharlaşmış.

Kitap, anlayana çok şey söylemektedir:

“…Cümle bazen bir çığlıktır, bir şimşek pırıltısıdır, yanar söner. Ama her fikir, birşimşek değildir ki, bocalayışları, arayışları, kendi kendini düzeltişleri, çeşitli tecrü-beleri ile bütün bir arayış… Sonra kendi dillerinden habersiz bir alay hödük, bir alaygogmagog cümleyi yok etmekte, namuslu bir papağanın dahi tekrarlamaya tenezzületmeyeceği garip ve müteneffir bir gıcırtıya, testere gıcırtısına, diş gıcırtısına birdüzine sese… irca etmektedir…”

...

43

tasavvur

Page 44: tasavvur

Religia | M. Taceddin Kutay

Münekkid arkadaşlarımın nazarlarından kaçmamış bir şeydir, ki mâziye müfritânebağlıyım. Bu bağlılık eski eşyaya karşı duyulan bir alâka nev’inden daha ziyâde birşeydir, daha çok şahsî mâziye atıfta bulunur; bir öykünmeden ziyâde bir merbutiyetrengi taşır. Hâsılı, hülâsası dahî can sıkacak kadar uzun bir hasretler silsilesinin hepen son halkası bu tahassür hissidir. Bu latîfe, zamanı mâziye boğmak gibi gaddarâneanlaşılmayacak kadar ulvî bir latîfedir. İnsanın gözünün kıçında olmasını değil;gözünün önünde aynacıklarının, mâzi memleketine açılan pencereciklerinin olmasınıgerektirir. Bu hissin ne derece doğru bir şey olduğu ayrı bir bahis; gerçi hissin yanlışıolmaz; fakat tekâbül ettiği yer bence mühimdir.

İnsanın mâziye meftûn tarafının, onun fıtratına dercedilmiş bir habbeden nemâ-landığı çok zamandır tefekkürümde vardığım bir çıkarsama... “Taleb-i İlâhi bizlerdenacaba nedir?” suâli ile aslında ne kadar da ilintili... ‘Kâl-ü Belâ’ acaba hiç hatırlamayacağımıztarihi bir olay olduğu için mi kitapta zikredilmiş, “Bakın, böyle böyle olmuştu.” diye, yoksao ân-ı mesudâne(mes’ulâne)nin üzerimize hamlettiklerini taşıma vazifesini âsân ede-cek bir fıtrat verdiği insana, fıtratını anlaması için verilmiş bir ipucu mudur buahitleşmenin tahkiyesi? Haddime düşmeyerek Taleb-i İlâhiden anladığımın ahde ve-fâdan başka bir şey olmadığını söyleyebilirim. İrcı’i deyip ‘geri dön’ fermân buyu-ranın ‘dön’den kastı göçmek kadar başka bir şey midir? “Bezm-i Elest’teki ahdinedön.” diye anlasak o emri, kimse bize sövmese gerektir. O söyleşmenin (sözleşmenin)şuûr altındaki tezâhürleri vicdandan başka nedir? Sanırım fıtratımıza işlenmiş olunanmâziyi tahattur lüzûmu aslında o ilk ana mâtuf bir başka şeydir de, biz o tarafını müh-mel bırakıyoruz. İşte bu hengamda, “Acaba fıtratımızda Hakkı ân-ı hazıra kadarmâzide de aramayı iktiza ettiren bir cihaz var mıdır?” sorusu kafamın bir kenarınarabtolunur. Râh-ı hayâtın her iki adımında bir kafamı geriye çevirmemin kaynağıacaba nedir? Ve her mukaddem vakte duyulan hasret, bu ân ile tatmin olamama,bîkarar dünyanın bizlere öze rucû etmememiz mukâbilindeki bir cilvesi midir?

Tüm bunları bir kenara bıraksak dahî kendi vicdânım içre bir taraf görüyorum, kitârifi çok zor, hissettirmesi gayr-ı kâbildir. Ancak ufak ipuçları ile şahsî âlemimepencerecikler açabilirim. El’ân âidiyetlerim içinde en mühim renk olan dindarlığımıher ân tekmil eden şey çocukluk demlerinde zevkettiğim dindarlığın, kafamın birköşesine nakşolunmuş olan dini motiflerin, hâsılı her bir tarafı dindarlık kokan omasûmiyet demlerinin yâdının genzime bıraktığı o kudsî hazlardır. Her yıl Ramazanayı gelir, evet gelen bir başka Ramazan’dır; fakat her yıl çocukluğuma geniş menfezleraçan o mübârek ay, sadece bereketi ile değil; çocukluğumun ramazanlarının tahas-sürü ile dahî dindarlığımı kurtarır, vicdânımı tâzeler ve geçer. Bir yıl ramazangelmese; bir sonraki seneye acaba ben hangi ben olarak girerim; beni o demlere hangivesile vâsıl eder de içimdeki kaleleri sükût etmekten kurtarır? Cevabı Allahça mâlûm;bence meçhûldür.

44

tasavvur

Page 45: tasavvur

Avrupa dillerine din kelimesinin karşılığını kazandıran Latince ‘Religia’ kelimesininne mânâya geldiğini bilmemiz, mâzi ile arayı tutmanın anormal bir şey olmadığınıanlamada bizlere yardımcı olacaktır. ‘Özüne merbût olmak’dan başka bir anlamagelmeyen ‘Religia’ kelimesini Avrupalı, diline ‘din’ diye rabtetmiş. İstikbâle yâhutşimdiye değil de mâziye yapılan bu atıf mezkûr lakırdılardan sonra bence çokmânidardır. Dindarım dediği zaman “Özüme bağlıyım, ahdimi tutuyorum.” lafzını şu-urlu şuursuz kullanan Avrupalılar acaba Bezm-i Elest’ten tamamen bîhaber sayıla-bilirler mi? Bizim derûnumuza onu derceden, onların derûnunu gedik mi bırakmıştır?Neyi hissettiler de böyle isimlendirdiler, Allah bilir.

Laf buraya gelmişken bir ilginç noktayı daha beyân edelim. Zikrettiklerimden sonradindarları mürtecî olarak adlandıranların aslında bir hakikati kıçından da olsa an-ladıkları ironik; ama bence gerçektir. Dindarlık hakîkaten irticâya tekâbül eder;tahkîr olarak kullanan da aslında hakîkati beyân eder. Bir öze müteveccihlik ne ola-cağı meçhûl âtiye maftûniyetten bin kere daha evlâdır vesselam!

Hâsılı: ‘İrcı’i’ derler vakit dolunca, biz de döneriz…

...

45

tasavvur

Page 46: tasavvur

Lisân-ı Cedîd ve Müceddidlik Telakkisi | Elif Zehra Aydın

“İbtidâ sükûnet vardı.” der Ahmet Turan Alkan, Dede Efendi’nin musikîsinden aldığıhazzı târife azmettiği bir yazısında. Ve mûsıkîden meselleme ile şöyle devam eder:“...Bizim musikimizin evvelinde ve âhirinde sükûnet vardı; sessizlikten başka birşeydi; zamanın başlangıcından önceki ve nihâyetinden sonraki iklimi tedâi ettirenbir hâletti ve bu hâlette hayat, musikînin paranteze aldığı husûsî bir macera gibigörünüyordu.”

Mûsıkîyi de kelâmdan bir cüz addedip bir faraziye ortaya atacak olursak; Âdem’inyaratılışından önce arzda sadece sükût vardı: İfâdeden yoksun, dehşet-engiz birsükût..

Sesten yoksunluğun bitişi ile Hz.Âdem’in yaratılması aynı âna tekabül eder. Yanivakt-i bî kelâm arefe ise; ilk insanın yaratılışı curcunalı bir bayramdır ki ses, düzgünartışı engellenemeyen, değişen, dönüşen bir mefhum olur bu hilkatten itibaren.

Bahsi edilen ‘big-bang’vâri bu dil doğuşu, Lafzullah’ta şöyle izâh edilir:Bakara 31: Ve O, Âdem’e her şeyin ismini öğretti, sonra onları meleklerin önünekoydu ve “Dedikleriniz doğruysa haydi bu(şey)lerin isimlerini bana söyleyinbakalım!” dedi.Bakara 32: Onlar: “Sen kudret ve egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin! Senin bizebildirdiğin dışında bir bilgimiz yoktur. Doğrusu yalnız Sensin her şeyi bilen, gerçekhikmet sahibi!” diye cevap verdiler. 33. O: “Ey Âdem bu (şey)lerin isimlerini onlarabildir!” buyurdu. (Âdem) isimleri onlara bildirince [Allah]: “Size, ‘göklerin ve yeringizli gerçekliğini, açıkladıklarınızın ve gizlediklerinizin tümünü yalnız “Ben bilirim.”dememiş miydim?”

“Buradaki Esmâ’dan murâd dil değil, eşyanın duyguları, diğer deyimle o duygulardanoluşan ilmî suretlerdir, diye tefsir edilmiştir. Fakat bunun ilimden çok kelâm, hiç ol-mazsa kelâm-ı nefsî (zata mahsus kelâm) olan zihin olması gerekir. Her ne olursaolsun burada kat'î olan nokta, Hz. Âdem'e -az veya çok- lisan öğretilmiş ve onun ilimve kelâm sıfatlarına mazhar kılınmış olması, kelâm ve dil meselesinin hilafet işindeönemli yerinin bulunmasıdır.” *

Yine bu Ayet’in rehberliğinde lîsan mefhûmunun beşeriyetin ortak bir vasfı olduğunusöyleyebiliriz yâhut nesilden nesile intikal eden bir kod olduğunu. Nitekim ElmalılıHamdi Yazır bu ifâdeyi doğrular nitelikte şöyle der:

“Ve burada, bu öğretimin geçmişinin takdiri ve bizzat Âdem'in kendine özgü sıfatıaçıklanıyor ki, bu sıfat beşer türünün mahiyet ve ilk fıtratı demektir. Zira Âdem butürün ilk ferdidir ve türe ait duyguların aslı ondan miras kalmıştır.” *

Lisanın doğuşu, ortaya çıkışı ve sâir konular hakkında fikir beyân etmektense;Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne doğru garip bir değişim geçiren Türkçe’nin âkı-beti hakkında birkaç şerh düşme niyetinde olan işbu yazı, asıl mecrâsını yukarıdakiizâhatlerden sonra bulacaktır.…

Herkes tarafından malumdur ki kelime; manâdan âzâde harfler sistematiği değildir.Her kelimenin kendisine has anlam ihtiva etmesi haricinde, yanında/yöresinde bulu-nan kelimelere tutunma gibi bir özelliği de mevcut.

46

tasavvur

Page 47: tasavvur

Yani bir kelimeyi tedavülden kaldırmaya çalışmak demek, ağacın bir uzvunu sökmemesâbesindedir. Muvaffak olunursa; ağaç zarar görür, hırpalanır.

Türkçe’nin geçirdiği değişim bu nedenle acıklıdır. ‘Akıl’ yerine ‘us’, ‘mükâfat’ yerine‘ödül’ü benimseyen kişi; sadece hanesinden bir kelime yolculayıp, bir kelime kabul et-mekle kalmamış; zihin melekesindeki bir tuğlayı çıkarmaya çalışırken, koca bir duvarıda yerle yeksân etmiştir. Çünkü Heidegger’in tanımıyla; dil değişince, varlığınmeskeni de değişir. (Bu genelleme “Sprache ist das Haus des Seins” düstûrundançıkarılmıştır.) Bir gecede, konuşulan dile yabancı kalan cemaatin, bir süre sonrakıyafetinin, dinlediği mûsıkînin, mimârisinin değişmesi de bununla alâkalıdır;toplum tarafından mühim sayılan şeylerin ‘mâlâya’nileşmesi’ de (yâhut tam tersi).

Değişim ve yenileme denilince Hz.Peygamberin: “Şüphesiz ki, Allah her yüzyılınbaşında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir.” hadisinianmakta fayda görüyoruz. Lisan-ı cedid hakkında telaşa kapıldığı anlarda müellif buhadis-i şerifi hatırlayıp, her şeyin yolunda olduğunu telkin eder kendine. Yani kideğişimin her hal ü kârda gerçekleşeceğinin ihtarını asırlar evvelinden vermiştirAllah’ın Resulü. Dil değişecek, soyut yahut somut bütün mevcûdat daimî bir kımıl-danma içerisinde olacak (Değişimin illâ tekamül olmasına lüzum yok). Ama mânâsınıyitiren (aslında “manası yitirtilen” yahut “mânâsı yitirtilmeye çalışılan” demek dahamünâsiptir) kelimelere rağmen insan, kendisine bildirilenlerden daima muvazzaf ola-caktır.

Neticede bulutların pamuk olmadığını öğrenen bir çocuğun dünyasındaki dildeğişimiyle, okulun (artık) “mektep” olmadığını öğrenen çocuğun dil değişimiarasında hayli fark vardır. Birindeki anlam değişimine muhabbetle tebessümedilirken, ötekinde istihzânın hakimiyeti hissedilir. Acıdır, gariptir, alâkasızdır ves-selâm..

...

*Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an tefsiri 47

tasavvur

Page 48: tasavvur

Yazmak Yaşatmaktır | M. Nihat Malkoç

Sözlerin, nefes olmaktan çıkıp kalıba dökülmesidir yazmak… Bu anlamda yazı, söz-lerin geleceğe taşınmasını sağlar. Eğer yazı olmasaydı hayat ne kadar da eksik olurdu.Bir düşünün… Orhun Abideleri olmasaydı Göktürklerin yaşayışları ve savaşlarıhakkında bu denli geniş bilgilere sahip olabilir miydik? Çinlilerle olan ilişkiler bukadar teferruatlı bilinebilir miydi? Taşa işlenen bu kıymetli yazılar Türk dilinin ilkyazılı metinleri olarak tarihe geçmiştir. Oysa onlardan evvelki Türk topluluklarınınyaşantıları rivâyetlerden ibarettir. Söz konusu âbideler, sözün bengü taşlarda ebe-dileşmesini sağlamıştır.

İnsan yaşadıkça, nefes aldıkça yazmalıdır. Yazmak nefesle birlikte, yaşamanın enesaslı belirtisidir. Yaşadıklarını içine atanların, yazıya dökmeyenlerin günleri ziyânolmuş demektir. O günler süzgeçte tutunamayan su misalidir. Su süzgeçten nasıl akıpgiderse o günler de ömürden öylece akıp gider, yok olur. Yazılmayan hayatlardan izkalmaz geriye... Yazan insanlar geçen günlerini sözcük kalıplarına koyup dondururlar.Kitap şeklini alan bu buzdan kalıplar okundukça sökülür, gözlerimizde ve gönüllerimizdecanlanırlar.

Yunus’un dediği gibi “Söz uçar yazı kalır.” Sözün harflerle sabitleşmesi günlerinkalıcılığını sağlar. Sözden abideler okuyucuların zihninde yükseldikçe yükselir. Hergün yüzlerce cümle kurar, derdimizi muhataplarımıza anlatırız. Söz tarlası her günekilir, biçilir. Fakat hasat ürünü olarak nitelendirebileceğimiz söz yığınları, kitap say-falarında endâm göstermedikçe kalıcılık sağlayamazlar. Kumdan dağlar gibi şiddetlirüzgârlarla başka tepelere taşınırlar. Her biri bir tepeciğe savrularak bütünlükleribozulur. Havayla beraber atmosfere yükselen sözler belli bir zamandan sonra izinikaybettirir. Aslında onlar da yok olmazlar. Onlar da gök boşluğunun bizler tarafındanbilinmeyen bir yerinde saklanırlar. Bu, bilimin konusu olsa da sözün bir madde olarakda kalıcılığını ispat için dillendirilmesi gereken bir hakikattir. Zira hiçbir şey kaybol-maz bu sonsuz kâinatta… Yokluk yoktur, şekil ve mekân değiştirmek vardır. Sözleri debu kapsam dâhilinde sayabiliriz.

Arkalarında onlarca, yüzlerce cilt eser bırakan yazarların bir anlık da olsa hiç yaz-madığını düşünün… Kültür, sanat ve edebiyat hayatımızda ne büyük boşluklar olurdu.Bununla birlikte her biri birer şöhret abidesi olan o söz ustaları sıradan bir insan ol-manın ötesine geçemezlerdi. Adları dudaktan dudağa gezmez, şanları kulaktan kulağaduyulmazdı. Onların adlarını baki kılan hayat dairesi içerisinde yaşadıkları değil,yazdıklarıdır. Yazmak hem yaşamak, hem de yaşatmaktır. Bembeyaz kâğıtlara kalemçalmak, diri kalmak ve diri kılmaktır. Ebedi hayatla kıyaslandığında an mertebesindeolan kısacık ömrünüzün asırlara hükmetmesini ve fani bedeninizin ruh kalıbında ebe-dileşmesini istiyorsanız kalemi ve kâğıdı yanınızdan ve yakınınızdan eksik etmeyin.Yanınızda suyla beraber bir hokka mürekkep de olsun. O siyah nurla bembeyaz hayal-leri bir nakkaş titizliğiyle işleyin.

Amatör olsun, profesyonel olsun bütün yazıcılar, hayata imzasını atmış kişilerdir. On-ların bedenleri bu fâni dünyayı terk etse de adları asırlara hükmeder. Yunus Emreler,Ahmet Yesevîler, Mevlânalar, Karacaoğlanlar yazdıklarıyla geçmişten bugüne gelerekçağları aşıyorlar, gönülleri mekân ediyorlar. Kapkaranlık nurlara kandil oluyorlar.Onların et hükmündeki bedenlerinin aramızdan ayrılması gerçek mânâda kayıp sayıl-maz. Çünkü o asil ruhlar, yaşadıkları süre içerisinde söz adına vereceklerini veriptertemiz ruhlarla dünya denen bu güzergâhtan ukbâ denen ebedî bir güzergâhameyletmişlerdir.

48

tasavvur

Page 49: tasavvur

Onları sıradan insanlardan ayıran, bâki ve diri kılan yedikleri, içtikleri ve dünyadaedindikleri malları değil, Allah için kurdukları dostlukları, infakları ve asırları aşıpgünümüze gelen birbirinden kıymetli anıt eserleridir. Ne mutlu fânilikten bâki birunvan ve örnek bir hayat çıkarabilenlere!...

Yazın dostlar, çalakalem de olsa yazın. Yazdıkça hayatınız renge ve ahengebürünecektir. Yazdıklarınızdan nice zihinler ve yürekler faydalanacaktır. Yazdıkçayaşamanın mânasını idrâk edeceksiniz. Yazdıkça yaşayacak, yazdıkça yaşatacaksınız.

...

49

tasavvur

Page 50: tasavvur

‘Üçüncü göz’ün yitimi! | Muhammed Nur Anbarlı

Bir ezoterik inanışa göre, tarihin hiç bilmediği çok eski zamanlarda insanlar üç gözlüydü.İkisi hâlihâzırda şimdiki durdukları yerde duruyorlardı; üçüncüsü ise tam anlımızınçatında, iki kaşımızın arasında idi.

Söylendiğine göre, simetrik olan iki gözümüz maddi dünyaya dönüktü. Alnımızınçatındaki diğer göz ise manevî dünyaya dönüktü. Sezgiler, algılar, hisler, öteki boyut-lar bu gözümüzle görebildiğimiz dünyalardı. Mevcut boyutumuza ait olanları ise zateniki gözümüzle görüyorduk.

O dönemlerde insanlar, konuşarak iletişmiyorlardı. Sadece bakışmaları yetiyordu..Denir ki; bir bakışla, bugün ciltler dolusu kitapla anlatılamayacak kadar yoğun ve çokşey anlatılabiliyordu...

Ne zamandır ki insan ‘ses’ çıkarmanın ötesine giderek, ‘dil ile ifâde etme’yi, ardındanda ‘konuşma’yı öğrendi... Yavaş yavaş üçüncü gözleri kaybolmaya başladı. İnsanoğlu‘dil’ geliştirdikçe, ‘üçüncü göz’ünü yitirdi.

Günümüzde artık ‘üçüncü göz’, sadece ezoterik merakları olan sınırlı sayıda insanınbildiği bir ‘şey’... İnsanoğlunun dağarcığından tamamen silinip gitti. Çünkü konuşma,belâgat, retorik en ihtişamlı yüzyılını yaşıyor.

...

50

tasavvur

Page 51: tasavvur

İslam Düşüncesinin Gerilemesi ve Sebepleri | Salih Aydın

Medeniyetler bileşik kaplar gibidirler; doluysa hepsi dolu; boşsa hepsi boştur. Her-hangi bir toplumda düşüncenin bir anda gelişmesi söz konusu olmayacağı gibi, biranda da gerilemez. Bu nevi iniş ve çıkışlar sessiz ve yavaş olur. Bir diğer husus da;önemli hiçbir toplumsal vâkıa tek nedenle açıklanamaz. V. Paretto buna basitleştiriciteoriler olarak eleştirir ve haklı olarak bir sosyal değişimde bütün faktörlerinkarşılıklı tesir icrâ ettiklerini söyler.(1) İslam düşüncesi felsefi, kelamî ve tasavvufibütün veçheleriyle kötürümleşmiştir ve bunun sosyo-politik birçok nedenleri bulun-duğu gibi bu çöküşün bireysel anlamda insanın elinde olan ve olmayan yönleri de bu-lunmaktadır. Yani olaya Sünnetullah çerçevesinde bakmak gerektiğini söylemekistiyorum. Çöküşün en temelli nedeni tembelliktir, bu psiko-sosyal yani beşeri birolaydır; Sünnetullah diğer bir anlamda Allah, kulunu tembelliğe mecbur etmez fakatzirvede oluşu yaşayanlar rehâvete kapılırlar. Rehâvete karşı uyanık olanlar da sonucudeğiştiremezler. Uyanıkların gayret ve uyarıları bu kanunu iptal etmez belki sadeceyavaşlatırlar. Çünkü zihin artık çok üretip az tüketme şeklinde değil üretmedentüketme ve selefin mirâsını yeme tarzında çalışır. Ayakları üzerinde durmaya değil;birilerine yaslanmaya ve bir yerlere oturmaya alışır. Hep kolaya kaçar sarp yokuşatırmanmak istemezler. Böylece gece ile günüz gibi bu sosyal kanunlar işler. Gece vegündüz uzun veya kısa olabilir; fakat gece ve gündüz kaçınılmazdır. İyi ki bir tarafkaranlıkken diğer taraf aydınlık olmaktadır. Bu bile ilâhi lütûf olarak bize yeter.

İyi yönde veya kötü yönde olsun toplumsal değişimlerin ilk ve esaslı nedenini kişilerinanlayış kalitelerinde aramak gerekir. Zira kişiler kendi içlerinde olanlarıdeğiştirmedikleri müddetçe istenen yönde toplumsal değişim gerçekleştirilemez. Bunedenle biz bu faktörleri üçe ayırarak işlemeyi düşünüyoruz: Psikolojik faktörler,sosyolojik faktörler ve politik faktörler.

Psikolojik faktörlerin başında tembellik, hazırcılık gibi rûhi hastalıklar, mezhepçilik,particilik gibi zihniyet yanlışları ve farkları zenginlik değil ayrılık ve düşmanlık ne-deni olarak görme, kendi çaba ve gayretini değil geçmişiyle ve ırkıyla övünme vs.sayabiliriz. Problem zihniyet problemidir. Zihin yanlış çalışmaya başlayınca zararlıetkisi ulûhiyet anlayışından tutunda ahlâk, siyaset, ekonomi ve toplumsal hayatınbütün alanlarına sirâyet eder. Artık aynı düzlemdeki bileşik kapların hepsi boşalmayabaşlar. Bütün bunlardan önemlisi kişi özgürlüğünü kaybeder, benliğini yitirir ve ken-dini hep bağımlı yaşamak zorunda hisseder. Kimliğini kurucu unsurlarını kendiözünde değil yabancı unsurlarda arar. Derin bir kompleks hissiyle kendi öz değerlerineyabancılaşır ve derin bir özgüven problemi yaşar.

Sosyal faktörler olarak şunu tespit etmeliyiz ki; çöküşü yaşayan toplumlar yükselişdeğerlerine önem atfetmezler ve böylece o değerlerin yaşamasını zeminini ve ikliminiyok ederler. İlmin önemine ve gücüne inanılmadığı için gerekli ve yeterli bütçe ayrıl-maz ve ayrılan bütçe de yanlış projelere kanalize edilir. Halkın anlayış ve kavrayışseviyesi düşeceği için kaliteli ve değerli kitaplar kulesine çekilir; piyasayı rüyâ tabir-leri, yemek tarifleri, gizli ilimler, düşmanlık eken ama reyting yapan söz dalaşı türükitaplar kaplar. Eğitim kurumları siyasete angaje olurlar. Her tür emanet kendi ehlinedeğil toplumun sıradanları konumunda olan siyasilere tevdi edilirler.

51

tasavvur

Page 52: tasavvur

Siyasi anlayışta zaten psiko-sosyal hayatın bir nevi fotoğrafıdır ve malzemenin rengine ise bina da o renge bürünecektir. Yukarda işaret ettiğimiz ruhi hastalıklarla mus-tarip fertlerden oluşan toplumun siyâsileri bilim ve düşünceyi geliştirecek proje vekurumlara destek olmaları şöyle dursun bir şekilde onları ya yıkacak ya da işlevsizhale getirecek karar ve uygulamalara girerler.

Elbette ki İslâm düşüncesinin gerilemeye başlamasında, Doğu’dan gelen Moğol veBatı’dan gelen Haçlı saldırıları gibi menfi siyâsi olaylar etkilidir. Bu meşum olaylardaki başarısızlıklar imân zayıflığıyla yorumlanmış bütün lüks kavram ve kurumlarıylamedeniyetin taşınması o kadar da gerekli olmayan yük olduğu, Kur’an ve Sünnet’e veo Asr-ı Saadet’teki sâdeliğe dönmek gerektiği düşünülmeye başlanmıştır. Bu zihniyetsapmasında genelde Eşarilik özelde Gazâliciliğin yanlış anlaşılmaya müsait ve zihnitembelliğe itici ara-nedenciliği etkin işlev görmüştür. Aslında Eşariliğin atomizmi de-nilen olayların bölünemez küçük birimleriyle beraber her şeyin nedenini Allah’tagörmek ve Gazâliciliğin okazyonalizmi denilen bütün olayların nedenini yalnızcaAllah’ın irâdesiyle açıklamak, bilimi ve bilimsel çalışmaları anlamsızlaştırmıştır. Zirabu anlayışla her olayın nedeni tek kelimeyle açıklanacaktır. Allah. (cc) Sadece dinadına değil aynı zamanda dindarlık adına artık bütün hata ve başarısızlıklarımızAllah’ın irâdesine bağlanacağı bir kapı aralanmıştır. Artı bu tembelliğin meşruiyetzemini ve başarısızlığın teolojik mazereti olabilecektir. Açlık ve sefaletin sebebi nedir,niçin geri kaldık, kıtlık ve kuraklık vs. bütün bu fiziki ve sosyal alana ait soruların bircevabı bulunmakta: Allah’ın irâdesi.

Aslında Gazâli her şeyi ikincil nedenlerle açıklayan ve asıl nedeni geri plana atanböylece din aleyhine bilimi yeğleyen naif bilimciliğin zararına dikkat çekiyordu. Yağ-murun yağışı bilimcilik adına sadece yoğunlaşmayla, genleşmeyle, ısıyla, buharlaş-mayla dolayısıyla özgül ağırlıkla yer çekimiyle ve rüzgârın gücüyle açıklanamaz.Bütün bunların gerisinde bunların böyle cereyan etmesini ezelî irâde ve kudretiyleisteyen Allah’ı da unutmamak gerekir. Gazâli’nin vurgusu budur. Onun İslâmî an-lamda silkiniş ve uyanış için ön gördüğü proje din ilimlerinin canlandırılmasıdır vedini bakış açısının ön plana alınmasıdır. Bunu için halka aynı kitabı üç kez yazmıştır.Kitabu’l-Erbain, Kimya-yı Saadet ve İhya-yı Ulumiddin adlı kitaplarının felsefesibudur. Yaşadığı yüzyılda bilimsel bakış açısı diyebileceğimiz olayı ve olguları yakınsebepleriyle açıklamada ki aşırılık; olayları ilk nedeniyle açıklamak anlamındaki dinibakış açısını anlamsızlaştırmaya başlamıştır. Mucizeler bilim adına inkâr edilir olmuşdolayısıyla nübüvvet ve şeriat inkâr edilir olmuştur. Gazâli’nin yaptığı sebeple sonuçarasında ki bağı inkâr etmek değildi. O sadece bu bağın zorunlu bir bağ olmadığınısöylemek istiyordu. Dolayısıyla Gazâli haklıydı. Bu haklı davasında o dini siyasi vekişisel bütün güçlerini harekete geçirmişti. İslâm düşüncesine darbeyi vuran, onubilimin önünde engel gören, dinde hüccet kabul edip kalkan gibi kullanan dolayısıylaonun şahsında dini bilimin karsısına koyan Gazâlici zihniyeti. Oysa Allah ve O’nunokunan (Kur’an) ve yaşanan (Peygamber) kelâmından başka hiçbir kimse dinde hüc-cet kabul edilmemeliydi. Çünkü Gazali bir insandı ve zamanının problemlerine göreprojeler üretiyordu. Zaman ve şartların değişmesi hâlinde bu projelerin tarihi ve nos-taljik değerinden başka hiçbir anlamı kalmıyordu. Oysa onu dinde hüccet kabul etmekonun hatalarını ve mahallî çözümlerini evrenselleştirmek demekti.

İşte bana göre İslâm düşüncesini kötürümleştiren en önemli nedenlerden birisi Sünnîdünyanın hemen hemen hepsine sirâyet eden Gazâlciliğin zihniyet sapmasıdır.Gazâli’ye olduğundan fazla değer verilmesi, onun bir beşer olarak zaaflarının ümmeteyansımasına neden olmuştur.

52

tasavvur

Page 53: tasavvur

Onun dur durak bilmeyen fırtınalı kişisel hayat tecrübesi, her hangi bir İslâmîdisiplini beğenen, yücelten ve imrendiren bir hakikat arayışı tecrübesine sahip ol-mayışı, sonuçta tasavvufu yani kişisel dindarlığı adres göstermesi, bütün bunlar dışdüşmanların saldırılarından, içteki yaşanan mezhep çekişmelerinden ve parçalanmışfotoğraf arz eden İslâm dünyasından halinden rahatsız olan müslümanları kendi içdünyalarının imarına çekmiş, post üstünde dindarlık arayan bir ümmet inşa etmiştir.

Zira kelâm ilmi akıllılara yarar sağlamaz, felsefi akıl tek başına yeterli olamaz,Batıniliğin yolunda hiçbir gerçek ve tutar taraf yoktur, fıkıhçıların detayları abartanyıkıcı ve itham edici tartışmaları hiçbir yararı yoktur. Tasavvufi yol ve kişinin kendirûhî terbiyesiyle uğraşması en akıllıcasıdır. Dikkat edilirse Gazâli aslında kendi rûhîhastalıklarına çâre aramaktadır. Benim ilacım budur ve her ilaç her hastaya çareolmaz demektedir.(2) Ümmet sufi yolu her derde devâ zannetmiştir. Bir medeniyetinhayatiyeti için gerekli olan bütün alanda çalışma görevi terkedilmiştir.

Bütün bunlara ilâveten Gazâli’nin İslam filozoflarına ve felsefeyle bir şekilde irtibat-landırılan guruplara din ve siyaset adına hücum etmesi, sadece felsefe ve kelâm çalış-malarını değil aynı zamanda bu zeminde gelişecek olan ilmi araştırma ve buluşlarıda sekteye uğratmıştır. Zira bilimsel bilginin öncesi felsefi derinlik, doğal sonucu iseteknolojik gelişmedir.

Bu ümmet Gazâli’yi yanlış yorumlamıştır. Onun otoritesini aşılmaz görmek bu sonucusağlamıştır. Oysa hiçbir müslüman İslâm’ın hücceti olarak alınamaz. Şia’ya veTa’limiye’ye karşı olan ümmet, Gazâli’yi yanılmaz imam kabul etmiştir. Onun aşılmazotorite şemsiyesi altında Eş’ariliğin cebri anlayışı ve Hanbeliyenin selefçi anlayışıMaturidi ve Ebu Hanife’yi imam kabul edenler arasında bile yayılmıştır. Dolayısıylaonun yanılgıları ve zaafları bütün ümmete sirâyet etmiştir. Özgün İslâmî düşünceyiyavaşlattığı gibi Müslümanların zihinlerinin yanlış çalışmasına da yol açmıştır.Toplumun mâneviyatı için ön gördüğü proje din ilimlerinin canlandırılması, kendirûhî sağlığı için ön gördüğü reçete de tasavvuftu. Birinci proje, ilmi araştırma bolluğuve bilimcilik söz konusu olan o gün için faydalı işlev görebilirdi. İkinci proje ise okonumdaki hastalar için geçerliydi. Artık toplumda selefçilik yayılıyor tekke ve za-viyeler dinamik ve inşacı insan yetiştirmiyordu. Tasavvuf erbâbı ilmi talep etmekyerine miskince Allah katından ilim gelmesini bekliyordu. Diyar diyar gezipPeygamber’in hadislerini tespit ve tahkik etmek yerine; yatakta rüyâ ile bu işi yapıy-orlardı. İstişârenin bir sistem dâhilinde bütün Müslümanları içine alacak şekildeişletilmesi yerine, şeyhten istihare istirham edilerek hayata yön veriliyordu. Zihinyanlış çalışmaya başlayınca artık lokal iyileştirmeler fayda vermez.

...

1-Freyer, Hans, İctimai Nazariyeler Tarihi, çev.Tahir Çağatay, III. Baskı,İkbal Matbaası, s.156,157, Ankara 1977.2-Abdulhalim Mahmut, el-Münkız mine’d-Dalal ve Tasavvufi İncelemeler, s. 115. 53

tasavvur

Page 54: tasavvur

Televizyon Apışkanlığı | Yasin Çetin

Önce Zeki Müren’i göreceklerine sevindi insanlar. Brezilya maçını izleyebileceklerdiartık. Sabaha karşı boks maçlarına çay demliyorlardı. Cenk Koray programda kutuaçıyordu. Hava durumu bile pür dikkat izleniyordu. Yeniydi o zamanlar televizyon veDallas dizisinde Suelın çok güzeldi. Sonra Banu Alkan’la tanıştılar. İşte o zaman apıştıyurdum insanları.

Televizyondaki çok geçişli hızlı hareketlere alışmış çocuklar için kitap okumak sıkıcıgelmeye başladı. Kavga-dövüş filmlerinin yerini alamayan saklambaç, körebe, yakar-top gibi aksiyondan nasibini alamamış oyunlar rafa kaldırıldı. Sokakta hortumlakülâh atmayı tecrübe edememiş çocuklar var ki; en üzücü durum onlarınkidir. Futbolmeraklısı oldu birçoğu ‘iddaa’ kuponu doldurdular. Son zamanlarda da sihirlicadıların dizilerin de insan olmaktan sıkıldılar. Televizyon yüzünden sokağa çıkmadıevde tıkıldılar yurdum çocukları.

Aslında zamâne gençlerimiz için her şey ‘biri bizi gözetliyor’la başladı. Tam o zamanadenk geliyordu asgarî ücretle çalışan birinin milyarlık cep telefonu taşıması. İnsanlarayağına donunu geçirip çıkmaktan utandı sonraları, jöle olmayan da briyantin,briyantin olmayan da jöle muhakkak vardı; olmadı dolapta limon vardı. İşte televizyonlabirlikte başladı burjuva budalalığı ve dahi beyin hamallığı. Dizilerden kişilik seçtiler;kimi ‘aynalı tahir’ oldu kimi ‘memoli’ yurdum gençlerinin.

Ve ‘tarafsız ve doğru haber’ vtr’sinin ardından başlanıyor insanlar kandırılmaya. Hip-noz etkisi yapıyor sanki insanlarda ana haber bültenleri. Halbuki kırpıp kırpıp iste-dikleri hale getiriyor iş bilenler. Dağda gezinenlerden daha etkili çalışıyorlar. Kürdekürt diyen de onlar, ermeniyi düşman eden, kendi ülkesinin olumsuz reklamınıyapan, şehit cenazelerinde bile propaganda yapmaktan çekinmeyen ve bütün bunlarabir yandan kılıf diken de… ve aklıma gelmeyen ya da bu yazıda sansürlenecek nekadar kötü sıfat varsa pek de yakışıyor yurdum medyasına. Aracı olan televizyona.

Ey Türk insanlığı!Kayıtsız şartsız medyaya inanan, magazin programları yüzünden kendi hayatındantiksinen, cinnet haberleriyle yaşamdan soğuyan, yalan haberlerden kaynak-yorumyapan, gözünü futboldan ayırmayan ve her gün futbol yorumu yapan, ...insanlar! Birincive devam-i vâzifenizi unutmayınız.

...

54

tasavvur

Page 55: tasavvur

Gaye: Yaradılış Gereği Güzel Ölmek | Burak Tabaş

...Fikir nedir?.. Zarûrî midir, keyfî midir? “Düşünmek istemiyorum.” ya da “Düşünmeliyim.”cümlelerinden yola çıkarsak, zarûrî olanın insana daha çok şey kattığını söyleyebilirmiyiz?.. Peki götürdüğü şeyler... Meselâ “Düşündükçe yerin dibine giriyorum.” desem...

...Yalnızlık... Ne geleneğimde duydum ne dinimde. Anasız, babasız yaşamak; çocuksuzyaşamak, bana yabancı kelimeler. Hele hele de evi yalnız kurma hayalleri, evlen-meden bir köpek alma fikirleri, alın tersiz bir iş... türünden uydurmaca terimlerle hiçkarşılaşmadım.

Bizde muhabbet vardı, gülmek vardı yüz yüze bakarken. Anaya sormak vardı kararverirken ya da anadan babaya söyletmek. Utangaçlık vardı babaya; evin büyüğüne,evin direğine. Anaya da samimilik vardı sonuna kadar. “Hanımım!” demesi vardı,çocuklar yataklarına gittiğinde...

Kalmadı. Ağlayın arkasından. Geri de gelir mi bilemem... İsteyen var mı ki gelsin?..

...Susamadan su içmiyorsun. Acıkmadan yemiyorsun. Arzu duymadan tatmin olmuyor-sun. Hey bre tembel! Gelmeyince içine bir istek, bir arzu, bir his, bir ihtiyaç yerindenbile kalkmayacak mısın?

...Dükkana girdim, dükkandan çıktım. Velhâsıl düşündüm: Alacaklı var; borçlu var, an-laşmalar var, sözler var, arada imzalar bile var ama para yok. Ne borçlu geliyor, ne dealacaklı borçtan geçiyor. Arada ikinci kez verilen sözler bile eskiyor. Düşün, düşün...Hele hele bir de televizyona seyre dalıp takip edince paradır, ekonomidir, vesâire...Şeytan diyor ki: “La bugün de Allah’tan bekle.” Bismillah de hele! Aç kepengi!

...“Ne, neden sevilir? Nasıl sevilir? Ne zaman sevilir? Ne zamana kadar sevilir?” diyesorsam. Cevap istesem. Gönülde olan ‘ne’ ise, var ise ve yer etmiş ise, cevap verir mi?Sualleri cevaplandırmak gönül işi mi? Peki sâdece akıl işi mi?

“Kalpten akla, akıldan kalbe ince bir çizgi var.” desek; düşünsek...

Ve şimdi diyorum ki: “Aklımın yok olduğunu sanıyorsam; yani kullanamıyorsam,yarım kalmışım. Kalbimin ihtiyacı aklımın ihtiyacından az ise yine yarım kalmışım,yanmışım.”

Ya Rabb! Aklımızın ya da kalbimizin yanılmışlıklarını (acziyetlerini); aklımızın vekalbimizin tasdik edeceği senin doğrularınla karşılaştır. O güzellik her ne ise bizenasip et.

...

55

tasavvur

Page 56: tasavvur

Allah Aşkı ve Sevgisi | Sebahattin Şentürk

Yeryüzünde ve gökyüzünde, buutlar içinde ve buutlar ötesinde hangi varlıkta “rahmet,aşk, muhabbet ve sevda” varsa, biliniyor ki bu Allah’ın Rahman isminin tecellisidir.Bu sıfat; yeri, göğü ve bütün mümkinât âlemini nûra boğacak kadar tecelliyi yalnızSon Resûl’de bulmuştur.

Muhabbetin aslı ve hakikati Allah’ta, O’nun izniyle Son Resûl’de ve zerreler halindede diğer bütün mahlukatta toplanmıştır.

“Sevilenden bir şey gelmeyince seven sevemez.” hükmü içinden bakarsak görürüz ki,muhabbet Allah’tadır ve Allah’tandır. Böyle olunca bütün mahlûkatta ve husûsiyleinsanoğlunda Allah ve Resûl aşkı bir fıtrat olarak ortaya çıkar.

Bütün mevcudat Allah’ı sevmek için yaratıldı; sevmekte bilmek, sevmekte ibadetgizli...

Sevmemek mahlûkat için takat dışı... Mahlûkat sevecek, insan sevecektir!

Kin, nefret, adâvet ve öfkelerin içinde de “gizli bir sevememek ve sevilmemek ıstırabı”yatar.

İnsanoğlu sevmek için yaratıldı. Sevecek, sevecek, sevecektir. Kimi? Tereddütsüz,şeksiz, şüphesiz tek cevap: Allah ve Resûl’ünü...

Ondan sonrası ise sadece mecâzî titreyişlerdir. Mahlûkata düşürülen ışıkpırıltılarıdır; fakat asıl projektör bütün gücüyle Allah ve Resûl’üne perçinlenecektir.

Tasavvuf, Allah’ı sevmenin mektebi, Allah’ı sevmeyi öğrenmenin mektebi...

Bütün oluşlar ve erişlerin iç yüzü, hakikati, özü, kalbi orada... Orası kalbin vatanı...Kalp ise Allah’ın nazargâhı, yani sonsuzluğun ta kendisi, ebediyetin ta kendisi...

Hikmetin başı Allah korkusudur; korku ise haşyet-ürpertidir. Ürperti yalnız kahharolan karşısında değil, ekmel karşısında da duyulur...

“Allah’tan nasıl korkmaz insan, O’nu sever de?”

Ürperti, hakîkat ve güzellik karşısında duyulan korkudur; yani heybet ve ihtişamıninsan gönlünde teşekkül ettirdiği râşedir, titreyiştir.

Her şey aşktan meydana geliyor; âşık olan dağları deliyor, göklerde uçuyor... Allahve Son Resûl aşkı insanda vecd (heyecanın sınır ötesi) hâlini uyandırır ve insanıkemâle erdirir... “Sevende benlik, kibir, miskinlik barınamaz...”

O, devamlı kaynayış ve yükseliş içindedir...

Allah sevgisi insanda riyâ, gıybet, kibir, gurur, haset, kin vs gibi ifrat hücreleriniöldürür; insanda sadakat, hakikat, vecd, güzellik, hikmet vs gibi kemal petekleriniihyâ eder.

Allah sevgisi olmayan insandır ki, belhum adaldır...

56

tasavvur

Page 57: tasavvur

Allah ve Resûl’ünü sevmek için yaratıldın ey insan!..

Bütün mahlûkat, taştan ceylana, zerreden küreye, dâhiden zırdeliye kadar her şeyAllah-Resûl aşkı içinde yüzüyor...

Ya sen?

...

57

tasavvur

Page 58: tasavvur

Kavmiyyetçilik | Süleyman Boynukara21. asırda ümmet anlayışını yıkan temel hastalık milliyetçiliktir.

Tarih boyunca emperyalizmin İslâm Ümmeti üzerindeki en büyük fitnesi, hiç şüphesizki kavmiyyetçilik entrikası olmuştur. Müslümanın tek derdi İslâm’dır. Kavmiyyetiesas alan bütün sistemler bâtıldır. Evrensel İslâm kardeşliğini sekteye uğratanmüzmin bir hastalıktır.

İslâm’ı din addeden her müslümanın temel ülküsü İslâm’dır. 21.asrın çağdaş firavun-ları günümüzde artık Lat, Uzza, Hubel vb. putlardan bahsetmiyor. Asrımızın yeni put-ları komünizm, nasyonalizm, kapitalizm, faşizm vb. beşeri ideolojilerdir. Artık, yeniputlar dikiyor asrın putperestleri.

Büyük İslâm şâiri Muhammed İkbal bu konuda ne güzel söylemiş:“Ey azâmetli tevhid servetinin sahibi müslüman, İslâm’dır sana vatan! SenMuhammedî uyruklusun. Ey Muhammedî müslüman, yıkmalısın kavmiyyetçilikputunu. Çünkü biz Hz.İbrâhim’in milletinden, Hz.Muhammed (s.a.v.) ümmetindeniz.

Asırlardan beri ümmet anlayışı içerisinde dünyaya hükmetmiş İslâm âleminin, birlikve beraberliğini nakzetmek için tek uygun yolun kavmiyyetçilik olarak siyonizmmihrakları tarafından seçilmesi, bu hastalığın ümmet açısından ne kadar büyük birtehlike olduğunu ortaya koyma açısından önemli bir ipucudur.

Hz.Âdem'le başlayan insanlık tarihi HAK-BATIL mücâdelesinin tarihi olaraksüregelmiş ve kıyamete kadar bu şekilde devam edecektir. Yeryüzünde bâtılın ilk tem-silcisi ve Allah’a karşı ilk savaşı başlatan hiç şüphesiz ki şeytandır. Dolayısıylayeryüzündeki bütün beşeri sistemlerin kaynağı şeytandır. Bâtıl, tarihi seyir içerisindefarklı isimler altında ortaya çıksa da temelde gâye aynıdır. Allah’ı inkâr, o’nun sis-temini reddederek kendi saçmalıklarını Allah’ın nizâmına tercih etmek, tağûtî doktrin-lerin temel hedefi olmuştur.

Asrımızdaki faşizm anlayışını, sistematik bir düzlemde toplumun gündemine oturtanRoussau’dur. Vatan, millet, sevgi ve bağlılık gibi ifâdeleri ırk esasında şekillendirenkişidir. Bu kavramları, dinin önüne geçirerek İslâm ümmetini parçalamaya yönelikciddi ve tehlikeli bir akımın başmîmârı olmuştur. Aslen yahudi olan bu düşünürünesas hedefi, dünya milletlerini küçük devletlere ayırıp güçlerini zayıflattıktan sonrayeryüzünde siyonizmin hedeflediği yolda ilerlemesini kolaylaştırmaktır.

58

tasavvur

Page 59: tasavvur

1789 Fransız ihtilaliyle fiilen başlayan milliyetçilik hareketi, daha sonra Bismark ön-derliğinde Almanya’da süratle gelişerek Adolf Hitlerle birlikte zirveye tırmandı.İtalya’da da Mussuloni önderliğinde bu hareket şekillendi. Avrupa’dan başlatılan buhareket kısa zamanda bütün dünyayı etkisi altına aldı.

Bu akım, İslâmî hassasiyetini kaybetmiş ve İslâm Ümmeti’ni birarada tutan mukad-des değerleri zayıflamış bir mekanizma oluşturarak, İslâm âlemini paramparça etti.Değişik bölgelere gönderdikleri ajanlarla İslâm toplumlarını birbirine düşman ya-parak sinsi emellerini adım adım tahakkuk ettiler.

Mânevi alt yapıdan yoksun batı, içinde bulunduğu bataklıktan milliyetçilik anlayışı ilekurtulacağını düşünerek, âdeta can simidi gibi sarıldığı milliyetçiliğe müslümanlarında bulaşması, İslâm âleminin sonunu getirdi. İslâm’ın ümmet anlayışı ile dünyada enbüyük medeniyetleri kuran müslümanlar, bu sinsi oyunla mukaddesâtından ve değer-lerinden uzaklaşarak yozlaşma sürecine girdi. En şuurlu, en seçkin İslâm toplumlarınıbile yaralayan bu akım, her geçen gün müslümanlara kan kaybettiriyor. “Muhakkakki müminler kardeştir.” ilâhî prensibini kalbine işlemeyen bir müslümana bulaşanmilliyetçilik virüsü, hiç şüphesiz bir müddet sonra o kalpte tedâvisi mümkün olmayankronikleşmiş bir hastalığa yol açıyor.

Allah’ı Rabb; Hz. Muhammed (s.a.v.)’i önder; Kur’an’ı rehber; dünyayı vatan; tevhidibayrak olarak kabul etmeyen müslümanların Allah’ın vâdettiği zafere kavuşmalarıasla mümkün olamaz. Allah’ın dini, ilâhi sistemin dışındaki bütün beşeri sistemlerireddederek, yalnız ve yalnız Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmakla mümkündür.

...

59

tasavvur

Page 60: tasavvur

İlkelin Dini | Abbas Yolcu

Bahse değer olmayan herhangi bir kitabın yazılış maksadından birisini, bütün değer-lere düşman, tarih öncesi bir yaratık, şöyle izah ediyor: “…Kemalist cumhuriyetçilerinikinci amacı ise, Tevrat’ın bir tekrarı olarak gördükleri Kur’an’da yer alan evrenin veinsanın yaratılmasına ilişkin görüşleri çürütmek ve bilimin verilerini ortaya koymak-tır. Kutsal kitapların eski Babil Efsaneleri’ne kadar uzanan tanrısal açıklamalarınınkarşısına doğa bilimleriyle çıkmaktadırlar. Böylece Cumhuriyet’in yetiştireceği yenikuşaklar, dinin ‘bâtıl fikirlerinden’ kurtularak tarihin, sosyolojinin yasalarını kavraya-caklardır.”

Mezkûr tarih öncesi yaratık, Kemalist cumhuriyetçilerin iddiaları diye ortaya koyduğubu görüşleri aynen paylaşmaktadır, onlarla birlikte… Ve paylaşmak zorundadır. Zira,kendisinde 19. asır pozitivizmini kavrayabilecek ne ilim, ne irfan, ne zeka yoktur.Ancak başkalarını taklide gücü yetebilirdi ve gücü yettiğini yapabilirdi: Mukallitliktekarar kıldı. Ve orada çakıldı, kaldı. Pozitivizmi hâlâ ‘ilim’ zannediyor; herhalde pozi-tivizmin bir ideoloji olduğunu da hiçbir zaman öğrenemeyecek.

Dinî tâbiriyle irtidad ettiği iddia edilen bir başka zat, inkârını ispat gailesiyle yazdığısekiz ciltlik Kur’an Ansiklopedisi için “…İslâm’ın çağdaş yorumlarla yorumlanmasınıve bu yolla dinsel bağnazlıktan uzaklaşmasını ( uzaklaşılmasını veya uzaklaştırıl-masını demek istedi herhalde -çünkü burada dizgi hatası yoksa ansiklopedist zât,Türkçeyi bilmiyor demektir-) sağlamak gibi bir amaçla hazırlamadım.” derken, an-siklopedinin kapağına bakıp te’lif ettiği eserinin yazarı hakkında okuyucunun “Demekki bu herif, müslüman bir herifmiş.” yanılgısına kapılmasına mâni olmak için,“Haberiniz ola! Ben müslüman değilim.” mânâsına, eserini niçin yazmadığını, niçinyazdığından daha önce beyan buyurmuş. Ve devamında bir yarı hakikati ifşâ eylemiş:

“…Bu ansiklopediyi okuyanlar, İslâm’da, kutsal kitabı olan Kur’an’da neler bulun-duğunu çok açık biçimde görecekler; o zaman islamcıların islamı yeniden insan-larımıza devlet ve yaşam biçimi olarak sunarken (İSLAM AKIL DİNİDİR, BİLİMDİNİDİR, ADALET DİNİDİR) gibi propagandaların gerçek olmaktan ne denli uzakolduğunu daha iyi bilip, anlayacaklardır. Ansiklopedi, bu yolla aydınlanmanın gerçek-leşmesine önemli katkı sağlayacaktır.”

Demek ki her iki zâta göre din ile ‘akıl’ ve ‘bilim’ birbirine (birbirlerine) tersdüşmektedir. Onlardan birinin doğruluğu, diğerinin yanlışlığı demektir; birinin tu-tarlılığı demek, diğerinin tutarsızlığı… Ve mâdem ki ‘akıl’ ve ‘bilim’ in verileridoğrudur, öyleyse dinin ve bilhassa Kur’an’ın verileri yanlış ve tutarsızdır.

Mes’eleyi bu kadar temelden alıp, basite indirgeyen zekâlara hayran kalınmaz da neyapılır?

60

tasavvur

Page 61: tasavvur

Fakat, neticede her iki zât da hiç gelişmemiş ve asla gelişemeyecek bir cemiyetin tabiîazasıdırlar. İçinde yaşadıkları cemiyet, diğer bütün cemiyetlerde olduğu gibi fertlerineayna vazifesi görmektedir.

Pozitivist olmak, pozitivist yaşamak, pozitivist kalarak ölmek, kişilerin kendi tercih-leridir. Ve hiç kimseyi uzaktan ve yakından alâkadar etmemelidir. Ancak pozitivistkuşaklar yetiştirmek, pozitivistleri acaba niçin çok alakadar ediyor? Kaldı kikafalarındaki idolleri bir nev’i dipçik darbesiyle yâhut postal tabanıyla başkalarınakabul ettirmeye çalışmanın adına, hiç gelişmemiş ve asla gelişmeyecek olancemiyetlerde ‘aydınlanma’ mı diyorlar?

İslâm’ın, ‘akıl’ ve ‘bilim’ dini olmadığını çok geç anladı zavallı mürted. Ayrıca ömrüdin ilimlerini tahsil etmekle geçmiş bir müfti eskisinin, ‘bilim’ ve ‘bilimsel bilgi’ ilemuârefesinin derecesini keşfetmek de hayli müşkil. Yani soru şudur:“Maktûl müfti eskisi, din ile ilim zıtlığını hangi bilimsellikle fehmetmiştir?”

Pozitivizmin ve bilimselliğin sırtını dayadığı –çok uzağa gitmeye gerek yok- 16. asırmekanizmine 20. asırda karşı koyan Heisenberg yâhut F. Capra’nın ileri sürdüğü yenigörüşleri nakzedecek daha yeni bir görüş ortaya koymadan ‘kral daima haklıdır’doğruluğu ile insan, hangi bilimsel temelin altına şüphesiz, şeksiz imza atabilir? Pozi-tivizm (dini deyişi ile dehrîlik yâhut ilhâd) de peşin hükümleriyle nasslarıyla,kiliseleriyle, tabiata taabbüdüyle zaten bir din değil midir?

Eğer öyleyse mes’eleyi ‘dine karşı din’ olarak ele almakta bir yanlışlık olmasa gerekir.

Osmanlı Padişâhı’nın posterine yumurta atmayı aydınlanmanın vücubiyyetindensayanların peşine takıldıkları, insan tarihinin en aydın(!) politika adamı, “…doğa üstübir varlık bulunmadığını kanıtlarıyla açıkladığını… kabileler arasında çatışmalarsonucu hakim duruma geçen kabilenin, kendi ilahını önce ilahların en büyüğü halinegetirerek, daha sonra diğer kabilelerin ilahlarını temizleyerek, rakipsiz, sınırsız,bölünmez, mutlak ve en üstün iktidarın ideolojik kaynağı yaptığını…” belirttiğini be-lirtiyor, lüzûmsuz basılmış kitaba yazdığı ‘sunuş’ yazısında.

Rasyonalizm de denilen akılcılığın temsilcilerinden hangisi, ‘yokluğun kanıtlarının’varlığını aklın hangi prensibi ile kanıtlamışlar? Yokluğun tarifini yapmaktan âciz olanakla böylesine ağır bir yük yüklemek, akıl ve akılcılıkla ne kadar bağdaşır? Değil miki ‘kanıtlamak’ aklın işidir. Yokluğun en iyi tarifini ancak totoloji yoluyla yapabilenSartre’ı anlamadan, dinlemeden ortaya atılan “Yokluk kanıtlanmıştır!” iddiası ileBabil Efsâneleri arasında herhangi bir fark var mıdır?

Bazıları Kur’an’da ontolojik, bazıları epistemolojik temeller aramak suretiyle ömür-lerini hebâ eder, bazıları da nasslara akılcı temeller ararken kıymetli zamanlarınayazık etmekle meşguller.

Mütefekkir, akıl için ‘insiyaktan daha ahmak bir meleke’ demiştir. Galiba endoğrusunu söylemiştir.

Elbette, ahmaklar için akıl, mühim bir meleke… Çünkü ahmakların akıldan başka ser-mayeleri yoktur.

Capra, “…Eşyanın temel mâhiyeti, ne zaman akılla analiz edilse ortaya çıkan şey,saçma veya paradoksal görünecektir.” demiş.

61

tasavvur

Page 62: tasavvur

Diğer yandan hiç gelişememiş ve asla gelişemeyecek olan cemiyetin, omurgasız tarihöncesi hayvanına inat, Werner Heisenberg, “…Doğunun kadim öğretileri ile ModernKuantum Teorisi’nin felsefî sonuçları arasındaki ilişkilerden daima büyülen-mişimdir.” derken ilmin henüz son sözünü söylemediğini kastediyor olmalıydı.

İnanmak, aklın değil; gönlün işi. Sadece insiyakları ile yaşayanlar, ister istemez bugönül zenginliğinden mahrûm kalacaklardır. Çünkü insiyaklar, sahibini sadece hazlarınpeşinden koşturur ve cehennemin dibine postalar.

...

62

tasavvur

Page 63: tasavvur

Doğu ve Batı Bağlamında Merkez Konumu | Halil İbrahim Doğan

Bir kelime söylendiğinde insanın zihninde o kelimenin medlûlü, dalâlet olunanı can-lanır. Ağaç dediğimizde, hemen zihnimizde kendi oluşturduğumuz, genel olarak birağaç resmi çiziliverir; ya da kitap dediğimizde bizde daha önceden oluşmuş bir kitapresmi hatrımıza gelir. Bunlar bir dilin ortak kabulleri sonucunda zihnimizdemüştereken oluşturduğumuz kodlardır. Biz ‘ağaç’ kelimesi yerine ‘mağaç’, ‘tree’ yada ‘baum’ deseydik ve yâhut ‘kitap’ kelimesi yerine ‘mitap’ deseydik, bunumutâbakatla aynı manâyı taşıyacak şekilde kararlaştırsaydık yine bizim kafamızdaaynı resim şekillenecekti. Bu kadar lâf-ı güzâfdan anlatmak istediğimiz husûs, ke-limelerin değil de medlûllerinin ehemmiyete vâkıf olduklarıdır; fakat medlûllerindeanlaşmamız için bir kelimeye ihtiyaç vardır, bunun unutulmaması gerekir. Peki mu-tabakâta varmışlığımızı bugün her kelime için kullanabilir miyiz? Buradaki kelimeler-den kasıt günlük hayatımızı idâme ettirmek için sarf ettiğimiz kelimelerden ziyâdedüşünsel mâhiyette kullandığımız kelimelerdir. Cevabı nedir; tabiî ki hayır. Bu ‘hayır’sözcüğünü hem kendi topraklarımızda yaşayanlar hem de sâir milletler için söyleye-bileceğimiz gibi hem kendi zamanımızda hem de sâir zamanlarda yaşayanlar arasındada söyleyebiliriz. Onun içindir ki bugün, çoğu kimsenin (aydın mı demeliydim?) kendikafasındaki anlamları birtakım sözcüklere yükleyerek üzerinde söz sarf ettiği veböylece kavram hakkında bir mutabakâta varamadıkları bir vakıa olarak karşımızdadurmaktadır. Doğu ve Batı sözcüklerini de yukarıda bahsi geçen kavramlar zümresinedâhil edebiliriz.

Doğu nedir? Batı nedir? Bu kelimeler sadece coğrafî ayrımlar mıdır? Coğrafî ayrımlarise izâfilik gerektirmez mi? Yoksa konuştuğumuz düşünsel ayrımlar mıdır? Düşünselayrım ne demektir? Bu ayrımın kıstası nedir? Nerenin/kimin doğusunda?Nerenin/kimin batısında? ‘Doğu’ ve ‘Batı’ sözcükleri merkez konumunu gerekli kıl-maz mı? Bizim konumumuz neresidir? Biz kendimizi nerede hissediyoruz? Bizdünyanın neresinde yer alıyoruz? Biz kimiz? vs... Bu sorular husûsen bahsi geçenkavramları ilgilendirdiği gibi umûmen de genel bakış açımızı, duruşumuzu, konumu-muzu ya da kendimizi nerede konumlandırdığımızı göstermektedir.

Başkalarının kavramlarıyla düşünmek:‘Doğu’ ve ‘Batı’ kavramları bulunduğumuz merkezi yer ile alâkandırılabilir. Çin’denbaktığımız zaman ayak bastığımız topraklar batıdadır. Atlantik ötesinden baktığınızzaman doğudasınızdır. Ve bugünkü hâkim bakış olan İngiltere eksenli baktığınızzaman yanı başınızdaki komşunuz Ortadoğu’dur; sizin atayurdunuz Orta Asya’dır;atayurdunuzda tarih boyunca ilişkide olduğunuz Çin Uzak Doğu’dur. Meridyenbaşlangıç noktanız girinviçdir (greenwich). ‘Doğu’ ve ‘Batı’ kavramlarını coğrafî,düşünsel ne şekilde ele alırsanız alın -ki birbirlerinden farklı, bağımsız değildirler-kişinin taşıdığı dünya tasavvurunda, bu kavramların ne şekilde hayat bulduğunu gös-terir. Tabii yukarıda kişi üzerinden söylediklerimizi cemiyet bazında da düşünmekzorundayız.

Doğal olmayan bu ayrımlar insanın tanımlama ihtiyacından hâsıl olmaktadır. İnsantanımlayamadıklarından daima ürkmüştür. Doğası gereği ilişkiye girdiği her nesneyi,olayı tanımlama ihtiyacı hissetmiştir. Coğrafî sınırlarımız genişlediği zaman yeni yer-lere ad koyma, karşılaştığı gruba, kabileye, millete isim bulma gibi... Tanımlanmayanher şey karanlıktır ve insan karanlıktan korkar...

Peki ayak bastığımız, pergelin ayağının konduğu yer olan bu topraklar doğuda mıdır?Hayır. Batıda mıdır? Hayır.

63

tasavvur

Page 64: tasavvur

ABD’deki haritaların tam ortasında Amerika kıtasının yer aldığı, Asya ve Avrupa’nında ikiye ayrılmış şekilde konumlandırıldığını ilk duyduğumda çok şaşırmıştım. Son-radan birkaç kez müşahade etme imkânı bulduğumda anlaşıldı ki bu davranış bilinçlibir duruş sergileme çabasının göstergesiydi. Yukarıda bahsettiğimiz ayak bastığımıztoprakları merkezi konuma yerleştirdiğimiz kaziyesi, ABD’deki gibi bir hüsnü kurun-tunun eseri midir? Hayır! Tarihi sürece baktığınızda tarihe yön verebilecek bütünolayların bu coğrafyada, yâni; Akdeniz Havzası’nda cereyan ettiğine tanık oluruz.Bâbil, Mısır, Yunan, İslâm, Batı (Endülüs’ü hatırınıza getiriniz.) Medeniyetleri’ninburada neşet ettiğini görebilirsiniz. Onun içindir ki sıcak denizlere inme poli-tikalarından tutun da, Atlantik ötesinden gelip buralara yerleşme arzularının hepmerkeze sahip olma düşüncesinin payı olduğunu unutmamak gerekir.İster doğu-batı, meşrik-magrib yada east-west diyelim medlûlleri bir yön işaretindendaha da öte biz ile alakalıdır.

Bundan 200 sene evvel bu topraklarda yaşayan birine “Ortadoğu neresidir?” diyesorulsaydı muhtemelen bizim bugün Orta Asya dediğimiz yeri “Herhalde burası Or-tadoğu dediğiniz yer olmalı.” diye cevap verirdi.

Babanzâde Ahmet Nâim Efendi’nin dediği gibi . “Vazifemiz vâz-ı cedid değil, keşf-ikâdîmdir!”

...

64

tasavvur

Page 65: tasavvur

Müslümanın Tarih Tasavvuru | Emrah İstek

“Ey ahâli! Duydunuz mu?” diyerek başladı Herodot, gezip gördüklerini, duyup işit-tiklerini, Eski Yunan’ın meydanlarında anlatmaya. Kendisi de farkında değildi yaptığıişin tarih olduğunun, ona biçilecek vasfın ‘tarihçi’ olacağının. Karadeniz kıyılarından,Anadolu (Küçük Asya) içlerinden, Pers topraklarından, Firavunlar diyârından geçti.Sultanlarla, prenslerle konuşup; keşişlerle, kahinlerle oturup kalktı ve döndü: “Eyahâli!” diye başladı anlatmaya.

Evet, girizgâhta biraz hikâyeci, biraz abartılı olsa da Herodot’tan bahsettik. An-laşıldığı üzere Antik Yunan’da böyle ‘tarih anlatıcıları’ vardı. Bu insanlar gezipgördükleri her şeyi biraz da üstüne katarak meydanlarda anlatır ve bundan geçim-lerini sağlarlardı. Belki bunun adına ‘tarih tiyatroculuğu’ da denilebilir. Çünkü in-sanlar dinlerken eğleniyorlardı da. Burada Jean Paul’un şu sözü daha çok o dönemehitap ediyor galiba: “Tarih, şimdiye kadar okuduğum en güzel, en zengin, en iyi veen gerçekçi romandır.”

Eski Yunanlar böyle öğrenmişler tarihi. Bu yolla tanımışlar Persler’i, Mısırlılar’ı. Odönemleri biz de onlar gibi biliyoruz. Kimse iddia etmesin farklı olduğunu. Birkaçyeni bulgudan yola çıkarak yürütülen yorumlardan öteye geçmeyen popüler bilgilerdışında yeni bilgi yok.

Bu kadar şeyi anlatmamızdaki gaye şu soruların cevabını verebilmektir: Peki ya biz,nasıl bir tarih tasavvuruna sahip olmalıyız? Neyi, kime hangi maksatla anlatmalıyız?Tarih bilgisinin bize olan faydası nedir ve acep bu bilgiyi aktarmak sırf bilgi olsundiye mi; yoksa güzel hikayeler, kıssalar anlatıp da Herodotlar, Thukydides’ler gibi in-sanları eğlendirmek mi? Tabiî o dönemin şartlarını göz önünde bulundurduğumuzdanbu tarihçileri hafife aldığımız düşünülmemeli.

Her şeyden önce tarih bana göre ‘Bezmi Elest’ten başlar. Biz orada Rabbimiz’e bir sözverdik: Kulluk sözü... Tarih ile uzaktan yakından ilgilenenler şu genel tarih tanımınıbilirler: “Tarih, geçmişte yaşamış insan topluluklarını, yer-zaman göstererek; sebep-sonuç...” Bu tanıma göre tarih, geçmişte yaşayan insanların ne yaptıklarını bir bilgisistematiği içerisinde, şu dönem insanlarına aktarmaktır. Ve sadece dünyevi ilişkilerinbildirilmesinden ibarettir. Bana göre bizim tarihimiz, bizi yaratanla olan ilişkimizlebaşlar. O'na olan kulluk bilincini yerine getirebilmek için O’nun yarattıklarını canlı,cansız bilgisine vakıf olmak ve şu Ayet-i Kerime'de de özellikle belirtildiği gibi ibretalabilmektir tarihin müslüman için tanımı: “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ilegündüzün birbiri ardında gidip gelişinde, akl-ı selim sahipleri için gerçekten açıkibretler vardır.”

İlk tarihçiler, muhakkak peygamberlerdi. Hz. Adem’den Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sav)’e kadar... Çünkü onlar, ‘tarihin her şeyini bilen’den haberleri anlat-tılar. “O (nun konuşması, kendisine) vahyedilenden başkası değildir.” Allah (cc) in-sanlığa sürekli geçmişten kıssalar bildirmektedir. Bu, bir müslümanın tarihbilmesinin ne kadar önemli olduğunun; gerek okuyup ders alması, gerekse okutupders vermesi noktasındaki temel mükellefiyetleri arasına girdiğinin en asli gösterge-sidir.

“Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş kavimlerin başlarına gelenler, size de gelmedencennete gireceğinizi mi sandınız?...”

...

65

tasavvur

Page 66: tasavvur

Kaplumbağalar da Uçar | Ömer Beyoğlu

Efsaneye göre...

Göl kenarında yaşayan bir kaplumbağa sürekli çevresindeki kuşları izler, istediklerizaman uçmalarına, gitmelerine imrenirmiş...

Zamanla bu kuşlarla arkadaş olmuş kaplumbağa ve onlarla hislerini paylaşmış: “Bende gölün diğer tarafına gitmek istiyorum!”

Kendi gidecek olsa bir ömür sürermiş bu gidişi... “Keşke sizin gibi uçabilseydim.”demiş onlara... “Keşke ben de gölün diğer tarafına istediğim vakit gidebilseydim!”

Kuşlar, üzgün kaplumbağanın bu dileğini yerine getirmek istemişler ve “Sen de uça-bilirsin!” demişler ona. “Kaplumbağalar da uçar!”

Bir dal almış iki kuş, niyetleri dalı iki yanından tutup kaplumbağayı karşıya geçirmek-miş.Kaplumbağaya “Tek yapman gereken dalı sıkıca ısırmak.” demişler. Dalı sıkıca ısırmışkaplumbağa da...

Sonra göl üzerinde kuşlar dala ısırarak tutunan kaplumbağa ile birlikte havalan-mışlar, yükseldikçe yükselmişler...

66

tasavvur

Page 67: tasavvur

Bir vakit gittikten sonra ise kaplumbağa korkmuş yükseklerden..!Durumunu unutup, heyecanla bağıracağı bir an çenesi açılmış ve suya düşmüş..!Düşerken düşünmüş “Uçmak benim neyime?” diye...

Suya, yâni ait olduğu yere, kendi yavaş, imkânsız hayatına...

...

Bahman Ghobadi önceki filmi “Sarhoş Atlar Zamanı” ile mest etmişti. Görsellikşahâneydi..!Bir doğu filmiydi ve bütün büyük doğulu yönetmenlerin filmlerinde görülen şiirsellikde fazlasıyla vardı.

Bir ‘kış hikâyesi’ dinler gibi izlemiştik filmi...

“Kaplumbağalar da Uçar” ise yönetmenin son filmi.Görsel olarak önceki filmindeki başarı bu filmde de ziyâdesiyle var.Oyuncular tıpkı ‘Emir Kusturica’ filmlerinde olduğu gibi profesyonel olmayanlardanseçilmiş ama performanslar kusursuz.Hikâyeye giriş, genişletme, verilmek istenen mesaj, makûl ölçülerde ve estetik bir an-latıma sahip.vs, vs, vs...

Ez-cümle genelde doğu filmlerinde olan becerisizlik kaynaklı (bizim anlamamamızdeğil!) yavaş ve kasvetli anlatım bu filmlerde yok..!

Diğer taraftan;İran kürtlerinden olan yönetmenin ikinci filmi de ilk filmi gibi yine Kuzey Irak’tageçiyor. Bu herhalde iyi bildiği bir coğrafya da çalışma isteğinin yanında başka neden-leri de içinde barındıran bir durum..? Tam kestiremiyorum...

Çok ödüllü bir yönetmen olması kuşku uyandırıyor; fakat filmde ‘batıcı bir hümanizm’lebirlikte ‘doğulu bir kadercilik’ de yok değil...

Ne demek bu ?

Şöyle: Filmde tıpkı yukardaki hikâye de verilen mesaj gibi aslında o coğrafyanın (vebelki de herkes için diyordur?) insanının mâkus talihinden kurtulmak için çır-pınışının (?)kaplumbağanınki gibi sonuçsuz olacağı mesajı veriliyor, bu duruma da‘kader’ diyor... Kader bu yaşananlar, müzmin tâlih...

Ve bu coğrafya üzerinde yapılan hesapların savaşların da (Irak savaşı bu!) kişiselhırslar ya da geçici iktidarların konjektüre dayalı manyaklıkları olduğu vurgulanıyor.Bu ikinci kısım ‘el-hak’ doğrudur nitekim ..!

...

67

tasavvur

Page 68: tasavvur

insan'a dair |

‘garip’ bir öykü ‘orhan veli’! hasan şen 70 |

hacı ârif bey ayşe serra dilek 72 |

rainer maria rilke bünyamin kasap 74 |

68

tasavvur

Page 69: tasavvur

69

tasavvur

Page 70: tasavvur

‘garip’ bir öykü ‘orhan veli’! | hasan şen

“bir veli pâk-ı nihâle lütfedip rab-bı celîl;verdi bir mahdûm-u mergûb kim misal-i afitâb;nûr-u ahmed pertevinden halk olan orhan'ın hak;ömrün-efzûn eylesin, hem kendin alicenâb.”

aylardan nisan... arılar, yeşermiş çiçeklerin avucuna yenikonmuş, konmamış. yıl 1914. yer medeniyetler şehri, yâni istanbul. mehmet veli’nin büyük oğlu orhan, hayata gözleriniaçıyor. beykoz’da karpuzdan fenerler…

mevsimler dönüyor. cihangir ve beşiktaş gülerek karşılıyor, balonunu gökyüzünekaçıran çocuğu. gözyaşını silmek yine annesine düşüyor. fatma nigâr hanım’a…

emekleme günleri çabucak geçiyor. bir, iki, üç, dört... sonrası beş, altı, yedi… mevsim-ler yeniden dönüyor ilerki zamanlara. horoz şekerini kemirmekten yorulan orhan,kitap kemirmek istiyor artık. seçtiği mekân, galatasaray lisesi... istediği gibi oluyor.çokça kitap kemiriyor yatılı kaldığı okulun duvarlarına karşı. çokça… bir gün nasrettinhoca hınzırca gülüyor ona kitap aralarından. “beni de anlar mısın?” diyor. “beni debir gün yazar mısın?”

yazmak onun için ödev oluyordu artık. hiç bitmeyecek ve hiç silinmeyecek… yaşı 10.

takvim 1925’i gösteriyor. mehmet veli, cumhurbaşkanlığı bando şefi olarak ankara’yaatanıyor. ve başlıyor orhan için gezginlikler, avârelikler! önce ankara gazi okulu’nunbeşinci sınıfı. ve ertesi sene ankara erkek lisesi…

ankara erkek lisesi ve orhan’ın edebiyat yemişlerini -yavaş yavaş- toplama yılları... şi-irler ve diğer yazı türleri... bir günlük değil bir ömürlük dostluğun ilk tohumları...oktay rıfat ve melih cevdet onun artık en yakın arkadaşları... (‘sesimiz’ dergisini çıkarırbu üç arkadaş. ileride çokça hissedilecek bir depremin ilk hareketleridir bunlar.)

lise hayatı bitmiştir. cumhuriyetin dokuzuncu yılı. gezginlik dönemi tekrar başlıyororhan’ın. yeni mekânı, dinle(n)diği şehir istanbul… istanbul üniversitesi edebiyatfakültesi felsefe bölümüne kayıt yaptırır. yine şiirler ve yine karakalem çalışmaları…ve ilk göz ağrısı kitaplar düşmez elinden. bir türlü bitiremez okulunu; ancak, şiiredüşkünlüğünden mi, yoksa melih cevdet’in belçika’da oluşundan mı bilinmez!..takvim, mîlâdi 1935’in sonları…

ne atom bombası,ne londra konferansı;bir elinde cımbız,bir elinde ayna;umurunda mı dünya!

istanbul’u kuşatmaya başlamıştır avârelikleri orhan’ın; şiirleriyse varlık, insan, ses,gençlik gibi dergileri... yıl 1936’ya varmış. bir de garipliğine inat, bir gölge bulmuş!mehmet ali sel…

ve yine gezginlik dönemi. yer doyacağı (!) şehir ankara. ptt genel müdürlüğü’ndememurluk görevi…

70

tasavvur

Page 71: tasavvur

evraklar, efkârlar, allı pullu gemiler, kullanılmış kafiyeler ve diğerleri…

mevsimler yine dönüyor. çiçekler ve arılar kaldığı yerden devam ediyor hayata.yapraklar düşüyor sararmış ve solgun. karlar yağıyor. abdülhak hamit tarhan ölüyor.ve -bu günlerde- melihle orhan aynı kızı seviyor…

dokuzyüzotuzsekiz, dokuzyüzotuzdokuz, dokuzyüzkırk... kırk’ının da kulpu kırıkdeğil!.. orhan; melih cevdet ve oktay rıfat’la yeni âvâreliklerin peşinde...

yıl 1941’e varmış. üç kalemşör iş başında. orhan komutanlığında ‘garip’ adlı şiirkitabını çıkarıyorlar. edebiyatta taş üstünde taş kalmıyor… ‘garip’ diye adlandırılıyor-lar sonralardan…

harbe giden sarı saçlı çocuk!gene böyle güzel dön;dudaklarında deniz kokusu,kirpiklerinde tuz;harbe giden sarı saçlı çocuk!

gelmiştir askerlik günleri orhan’ın. bir kış. derken iki. derken üç… kışlada baharı bek-lerken bitmiştir askerliği. ve dönmüştür yeniden ankara’ya…

tarih 1943’ün hemen ertesi. milli eğitim bakanlığı tercüme bürosu’nda çalışma günleri.azra erhat, oktay rıfat, erol güney ile ortak çevirileri. yeni yazıları ve yeni şiirleri…gezginlikleri, yol türküleri. edirne, istanbul, bolu …….. sonra denizi görmesi gemlik’edoğru…

havalar kötüleşmeye başlamış. bundan olacak ki orhan, mahvolmuş durumda.memuriyetinden istifası ve yeniden gelen âvârelik günleri. yıl 1947… mehmet aliaybar’ın yayımladığı hür ama zincirli hürriyet gazetelerinde eleştirileri, kültür sanatyazıları, çevirileri…

orhan 35 yaşında. aylardan ocak. zemheri, yürekleri dondurdu donduracak. bir ışık,bir kibrit, bir sıcaklık arıyor herkes… derken alev alev, kelime kelime parlıyor orhan’ınkaleminden ‘yaprak’. ve sönmüyor ışığı ikinci haziran’a dek…

haziran geçiyor. istanbul düşüyor yüreğine taze ve berrak. boğaziçi düşüyor… ankara’yıbırakıp istanbul’u mekân ediniyor yeniden… sucular(l)a türkü söylüyor. balık-pazarı’nda canan’ı bekliyor. derken zil zurna, nazlı nazlı, aheste beste yürüyor…

takvim 1950’yi gösteriyor. orhan bir haftalığına ankara’da. 10 kasım gecesinde, yolda,onarım için kazılmış bir çukura düşüyor. ayağında çocukluk izleri… istanbul’adönüyor. daha urumelihisarı’nda otur(a)madan; başlıyor cerrahpaşa hastanesi’ndekimisafirlik günleri(!).. ‘rakı şişesinde balık olsam’ demesinden mi bilinmez, beyin kana-ması geçirdiği geç anlaşılıyor. takvim 14 kasım 1950’yi gösterdiğinde, doğduğu şehirdehayata gözlerini yumuyor…

ölünce biz de iyi adam oluruz

mevsimler bir yerde durup kalıyordu. çiçekler açmıyor. arılar uçmuyordu. yeni mekânırumelihisarı mezarlığı oluyordu. ağlamıyordu…

...

71

tasavvur

Page 72: tasavvur

hacı ârif bey | ayşe serra dilek

“iltimas etmeye yâre varınız yalvarınızkula kul oldum aman kurtarınızetsin azâd beni yâr yalvarınızkula kul oldum beni kurtarınız”

hacı ârif bey... 1831 senesinde, eyyüp’te açmış gözlerini dünyaya. önceleri sadecemehmed ârif olarak bilinirmiş; daha sonraları hacı ârif diye anılır olmuş. yüzü bem-beyaz ve ilk su kadar duruymuş. sesinin yumuşaklığı, eserleri eşsiz güzellikte oku-ması, ‘ol’ emri verildikten sonra ola gelen hacı ârif’e rabb tarafından verilmiş eşsiz birlütûfmuş. öyle güzelmiş ki sesi, ne dinlemeye doyulurmuş ne de dinlerken gözyaşlarıeksik olurmuş. fasıllarda mûsıkî âşıkları hacı ârif’i dinlemeden edemezlermiş. aslındafasıllarda şarkı okunmazmış; ama hacı ârif’in sesini duymadan da faslı sona erdirmekistemezlermiş. o zamanki istanbul’da, hacı ârif’in adını duymayan ve sesinin güzel-liğini bilmeyen kalmamış. şânı dönemin pâdişâhı sultan abdülmecid’e kadar ulaşmış.dinlemiş sultan hacı ârifi ve “bundan sonra mızıkay-ı hümâyûn'da meşk et demiş”.hacı ârif böyle girmiş saraya, henüz onaltı-onyedi yaşlarında…

zaman, çok çabuk akmış; acelesi varmış gibi hızla yol almış. göz açıp kapayıncayakadar yıllar geçmiş. hacı ârif bey, kendini, sarayın câriyelerine mûsıkî dersi verirken,gözleri dillere destan ‘çeşm-i dilber’ adlı çerkez kızının karşısında bulmuş. elde ol-mayan kader ilahî kazaya dönüşmüş ve çeşm-i dilber hacı ârif bey’in yüreğine kazârabir bakışla düşmüş. dilberin bakışları dipsiz ve kör karanlık bir kuyuya hapsolmuş.uğraşmış kuyu sahibi bakışların bendeki mânâsını dile getireyim, ilân-ı aşk edeyim,kör karanlığımı aydınlatayım demiş; ama boşa uğraşmış. anlatamamış derdini. ne dilidönmüş ne de sözcükler kâfi gelmiş. her gün yeni bir gün doğmuş, güneş tepedekiyerini almış; ama kuyunun zifiri karanlığını bir türlü aydınlatamamış. kuyukarardıkça kararmış, derinleştikçe derinleşmiş. derinlik dile gelemeyince, çerkez kızıda bilememiş derin ne kadar derinmiş. “bu hâle tek dermân gözlerin sahibi” demişkuyu sahibi kendi kendine. asıl dermânın gözlerin görmesine kâdir olan olduğunubilirmiş de unutmanın insanoğlunun en korkunç hastalığı; ama bir o kadar da ol-mazsa olmazı olduğunu da unuturmuş. en nihâyetinde o da bir insanmış, bir an içinunutmuş, hatırlayamamış. hatırlamak için gözlerde kalmayıp kuyunun en derinineinmeliymiş; fakat en derine inmek için gözlerden geçmesi gerekirmiş. gözleri geçe-bilmek ise herkese nasip değilmiş...

güneşin doğduğu günlerden, haftanın yedi gününden biriymiş. si ve mi bemol okun-muş, bir de lâ bemol olunca, hacı ârif bey’in yüreği artık kül mü olmuş bilinmez; amakürdilihicazkâr makâmı dilber için yürekten bestelenmiş, sazlarda tellere vurulurolmuş. ilk defa duymuş etraf bu makamı, çok beğenmiş. okunan şarkılar dile getire-bilir gibi olmuş dilberin gözlerinin yüreğindeki manasını. sultâna kadar gitmiş haber.evlendirmiş sultan, çeşm-i dilber ile hacı ârif beyi. ama bir kez olsun çeşm-i dilber’inyüreğine “senin yüreğin de hacı ârif bey için yanar mı?” diye sormamış. sorulmayıncasoru, cevabı veren de olmamış. sorulsa bile verilen cevap ne olurmuş; sultana karşıgelinmez bilinirmiş…

72

tasavvur

Page 73: tasavvur

uğraşmış çeşm-i dilber, yüreğinde hacı ârif bey’in hissettiklerini hissedebilmek için.ama biliyormuş; yüreklere hükmedenin aslında onu taşıyanın değil de yürekleriyaratanın olduğunu. ne yaptıysa olmamış, yüreğindeki tüccârı çıkarıp hacı ârif bey’ionun yerine koyamamış. yüreğine hükmedememiş. kaçmak istemiş; aklı ile yüreğiarasında kalmış. aklının yapma dediğini yapmış ve hacı ârif bey’i geride bırakıpkaçmış. geride kalan hacı ârif bey’e ise dilin anlatmakta âciz kaldığı acıyı anlatmakiçin yedi tane nota kalmış. onu en iyi anlayan ve anlatan onlar olmuş. işin garibi; hacıârif bey nota bilmez saz da çalamazmış, tek bildiği yüreğinin ona söylediği şarkılar-mış…

çeşm-i dilber’in kaçışı çok üzmüş hacı ârif bey’i. bir süre dolaşmış etrafta, yanındaiki küçük çocukla. pâdişah onca yılın hatırına hacı ârif bey’i yeniden aldırmış sarayave tabii o güzel sesi tekrar duymak aşkına. bir daha yanmaz bu gönlüm demiş hacıârif bey; ama gönül bu, en fazla da yanmak için yaratılmış, bir değil dört defa yanmış.her defâsında yakan ateşin büyüklüğü târif edilemeyecek kadar, yaktığı yer ise sâdecebir elin yumruğu kadarmış. fakat bilinmezmiş hangi ateşin en çok yaktığı, yakmasıgerekenin yakıp yakmadığı… allah-u â’lem.

...

73

tasavvur

Page 74: tasavvur

rainer maria rilke | bünyamin kasaprilke’ye bir biyografi denemesi

aylardan aralık, muhtemelen soğuk bir gün... isa’dan sonra binsekizyüzyetmişbeşinciyıl... yer; prag, o dönem avusturya’ya bağlı... annesinin tüm ümitlerini suya düşürerekerkek bir çocuk olarak dünyadaki yerini alır. erkek oluşunu kabullenemeyen annesiona esasen kız ismi olan ’maria’ ile hitap eder. nitekim kafa kâğıdında da bu isim ikinciismi olarak geçer. ama annesi olayı o kadar abartmıştır ki belli bir yaşa gelene kadarrilke’ye kızlara has kıyafetler giydirir...

avusturya’ya bağlı st.pölten’de asker olan babasının isteğiyle askeri okula başlar;hastalıktandır, yarım bırakır. linz’e gider; ticarî akademi okulu’na başlar. sebebimeçhuldur –muhtemelen ticaret hoşuna gitmemiştir- yarıda keser; prag’a geri döner.prag üniversitesi’nde felsefe, sanat ve edebiyat tarihi okur. yarım bırakır; hukukageçer. bu döneminde birçok şiir ve öykü yayınlar. binsekizyüzdoksanyedi yılındavenedik’e gider. burada hayatının insanı lou andreas salomé ile tanışır. eğitiminidevam ettirmek için berlin’e gider. sürekli şehirden şehire geçer. italya ve almanyaarasında gel-gitleri çoktur. binsekizyüzdoksanda prag’a döner ve sonrasında yineayrılır; viyana’ya gider. burada arthur schnitzler ve hugo von hofmannsthal ile tanışır.bindokuzyüzonda paris’e ikinci kez gider; andré gide ile tanışır. burada otobiyografiközelliği olan tek romanı ‘malte laurids brigge'nin notları’ı yayınlar. ertesinde italyaüzerinden mısır’a gider. sonra tekrar italya, almanya üzerinden viyana’ya varır. busefer de sigmund freud ile tanışır. savaş arşivinde yazıcı olarak zorunlu görev yapar.bindokuzonaltı’da stefan zweig ile tanışır. zweig, onu ‘şiiri şiirde arayan bir sanatçı’olarak tarif eder. seyahatlarının ardı arkası kesilmez. bindokuzyüzyirmidört’te sancılıilişkisinin baş kahramanı clara westhoffla tanışır. evlenirler; ama ne beraber olabilir-ler ne de ayrılabilirler. son seyahatı valmont’a olur.

hayatı boyunca hep farklı şehirlerde bulunur. ‘militan yalnızlığım’ dediği yalnızlığınıpaylaşmak istercesine yeni dostluklar arar. tabii ki yalnızlığını paylaşacak kimseyibulamaz ki haberi yoktur ‘yalnızlık paylaşılmaz’ demiştir özdemir asaf.

74

tasavvur

Page 75: tasavvur

bindokuzyüzon ve onbir yılları arasında mısır’a gider. arap-islâm uygarlığı ile tanışır.diğer bütün gezilerden daha çok bu geziden etkilenir. ’muhammed’in yalvarması’isimli şiiri bu gezinin tohumlarındandır.

lou andreas salomé... hayatını şekillendiren, kendisi gibi birçok yazarın ve düşünüründe âşık olduğu tiyatrocu... nietzsche’ye ve freud’a rağmen kendisine evlenme teklifeder; kabul edilmez. ama beraberdirler yine de uzun bir süre, büyük yaş farkına rağ-men. sonu, tabii ki ayrılık... giderken salomé’nin son sözü şu olur: “sana ancak çokgerektiğim zaman, en kötü saatinde arayacaksın beni.”. ayrılıklarından birkaç yılsonra rilke, ona yazdığı mektubunda cevâben şöyle der: “o zaman da hissetmiştim,bugün de biliyorum ki seni kuşatan o sonsuz gerçek, o son derece iyi, büyük veüretici dönemin en önemli olayıydı. beni yüz yerimden aynı anda kavrayan odeğiştirici yaşantı, senin varlığının büyük gerçeğinden doğuyordu. daha önce, oaranan durumsayışlarım sırasında, hiç o kadar duymamıştım hayatı, o kadar inan-mamıştım şimdiye, geleceği o kadar tanımamıştım. sen bütün kuşkuların tamkarşıtıydın; dokunduğun, uzandığın ve gördüğün her şeyin var olduğuna tanıklıkedendin. dünya bulutlu görünüşünden sıyrıldı, zavallı ilk şiirlerimin belirli özelliğiolan o birlikte akış ve çözülüşten kurtuldum; nesneler doğdular, yavaş yavaş vegüçlükle öğrendim her şeyin ne denli yalın olduğunu; ve olgunlaştım, yalın şeylersöylemeyi öğrendim. bütün bunlar, kendimi şekilsizlik içinde yitirme tehlikesiylekarşı karşıya bulunduğum bir sırada seni tanımak mutluluğuna erdiğim için oldu.”

şiir yazmadan yaşamasının mümkün olup olmadığını kendine sorar; ‘hayır’ cevabınıalınca kendisini şiirine adar, ozanca seyyahî bir hayat sürer. ozan olarak yaşamınıdevam ettirip ozanca ölen nadir insanlardandır. amacı insan duyarlılığını, içselliğinibir şair ne kadar yapabilecekse daha fazlasıyla artırmaktır:

“budur benim çabam, bu:adanmak özlem çekerekdolaşmaya günler boyu.güçlenip genişlemek derken,binlerce kök salarakkavramak hayatı derinden-ve ortasından geçerek acınınolgunlaşmak hayatın ta ötesindeta ötesinde zamanın!”

rilke’de ölüm... insanlar ölümü kabullenmek zorundadır, insanın en büyük kavgasınınfânilikle boğuşmak ve onu aşmak kaygısı olduğunu; bilinçsiz olmalarına rağmenölümü umursamayan ve dünyada özgürce yaşayan hayvanların tanrıya ölüm bilincineulaştığını düşünen insanlardan daha yakın olduğunu dile getirir ve bu konuyu derinbir umutsuzlukla işler:

“ölüm büyüktürve biz o’nunuzgülümsemelerle dudaklarımızdayaşamın tam ortasında sanırken kendimiziölüm hıçkırır birden içimizdeta içimizde…”

bilimsel gerçekliği başka her türlü şeye kapalı olarak rehber edinen çeşitli akımlarakarşın güzellik idealini alternatif olarak getiren sembolizm, rilke sayesinde mallarme’ninkoyduğu noktadan daha ileriye ulaşmıştır. herhangi bir objenin fânilik duvarlarınınaşılarak özüne inmeye çalışıldığı ve özündeki bâkilik sırrı anlaşılmaya çalışıldığı sürecekavranabileceğini savunur.

75

tasavvur

Page 76: tasavvur

çok ilginç ve eserlerinin içeriği ile pek de ilgisi olmayan bir özelliği de eserlerini, bil-hassa şiirlerini, ayakta yazmasıdır. bazı –sözümona- otoriteler burun kıvırır kendi-sine ki sebebi almanca’ya diğer şairler kadar hâkim olmayışıdır. lou andreassalomé’ye yazdığı mektuplarında almanca dilbilgisi kurallarını hiç’e sayarak lou’yaithafen kullandığı zamir, sıfat vb. kelimelerin ilk harflerinde büyük harf kullanır.misâl: “Du, Dir, Dein, Dich...”

türkçe’de şiirleri en çok okunan alman edebiyatçılardandır. cahit zarifoğlu’na ilhamvermiştir hatta onu en çok etkileyen batılı şair olmuştur. türkçeye çevrilmiş başlıcaeserleri: “auguste rodin, bana tören, beyaz mutluluk, duino ağıtları, malte lauridsbrigge’nin notları, sancaktar, tanrı’dan öyküler ve saatler kitabı“dır. ‘saatler kitabı’mistik arayışın başlangıcı bağlamında rilke şiirinde en önemli dönüm noktasıdır.

bir dostuna şöyle yazar: “ah kendilerini boşa, olmadık insanlara harcayan bu şairler”.ölürken "bana salomé'yi getirin, beni bir tek o anlar" deyişi bu satırları teyit eder nite-likte...eserlerine dair silinmez imzasını zihnimize atarak uzaklaşır dünyamızdan... aralıkyirmidokuz; yıl bindokuzyüzyirmialtı, yer valmont...

mezar taşına da ölüm’e dâir söylediği şu dizeler kendi isteği üzerine yazılmıştır:"gül, ey saf çelişki,nice gözkapağının altındahiç kimsenin uykusu olmamanınsevinci."

yalnızlık

yalnızlık yağmur gibidir.denizden gecelere yükselir;ıssız, uzak ovalardan,çıkar göğe, ait olduğu yere,oradan çöker şehrin üstüne.

belirsiz saatlerde yağar,sabaha dönünce bütün sokaklarhiçbir şey bulamamış bedenler,umutsuz ve kederli ayrılınca;ve birbirinden nefret eden insanlar,aynı yatağı paylaşmak zorundaysa:

nehirlerle karışıp yalnızlık, akar gider...

(almanca ‘Einsamkeit’ aslından kemal bulut tarafından tercüme edilmiş olup;çeviri, ilk olarak ‘bir nokta dergisi’ temmuz 2007 tarihli 66. sayısında yayınlanmıştır.)

76

tasavvur

Page 77: tasavvur

güz-akşam

aydan esen rüzgâr,ansızın duygulanan ağaçlarve dokunulduğunda düşen bir yaprak...sönükçe bir fenerin aralığındasıkışmış ve kara bir uzak manzarabîkarar şehirde.

(almanca ‘Herbst-Abend’ aslından kemal bulut tarafından tercüme edilmiş olup;çeviri, ilk olarak ‘bir nokta dergisi’ eylül 2007 tarihli 68. sayısında yayınlanmıştır.)

âşıkân

benim pencerem..mûnis bir şekilde uyandım. sankisemada arz-ı endâm ediyorum.ömrümün ihâta hudûdu nedir?ve leyl nerde başlar?her şeyi çepeçevre kuşattığımıtahayyül ediyorumşeffaf bir kristal gibiderin, zifiri, ketum

yıldızları da istivâ ederim,anda dahî kalbim tebellür edersonra belki aşk-ı hakîkîdenbelki aşk-ı mecâzîdenkalkıştığı o cevheri âzâd eder.feleğin tavsifinden berîyim.

ben..ki günbatımınıbaşka bir ruhta tarife azmetmişsalınışıyla rayîhasını yayanve o mâlum çağrıyı duymaktan muhavvefbu sonsuz gök kubbe altındane arıyorum?

(almanca ‘die Liebende’ aslından çeviren elif zehra aydın)

...

77

tasavvur

Page 78: tasavvur

dilmaç |

gece türküsü Johann Wolfgang von Goethe 80 |

hür zihin Johann Wolfgang von Goethe 81 |

23. sone William Shakespeare 82 |

bûse Gotthold Ephraim Lessing 83 |

sis içinde Hermann Hesse 84 |

niyâza niyet James Wright 85 |

bir katre yaş döktü semâ Friedrich Rückert 86 |

fragman Henry Wadsworth Longfellow 87 |

seni seviyorum birader Phil Bosmans 88 |

hayata dair Sir Walter Raleigh 89 |

sükûnet Ernest Radford 90 |

çocuğun şarkısı Algernon Charles Swinburne 91 |

hiçbir şey ölmeyecek Alfred Lord Tennyson 92 |

78

tasavvur

Page 79: tasavvur

79

tasavvur

Page 80: tasavvur

gece türküsü | Johann Wolfgang von Goethe

tüm zirvelerden ötededir ruhtüm ağaç tepelerindebir an soluğunu duyarsınve kuşlar ormanda sükûta râci.sadece bekle, yakındasen de huzura kavuşacaksın.

...

(Almanca ‘Abendlied’ aslından çeviren Elif Zehra Aydın)

80

tasavvur

Page 81: tasavvur

hür zihin | Johann Wolfgang von Goethe

yalnız, atım kâfi bana!siz kalın mekânınızda!ben giderim uzaklara bahtiyâr,başucumda yalnız, yıldızlar...

denizle arza rehber kıldısize bahşettiği yıldızları;her dâim semâya bakın darâm olun diye o’na!

...

(Almanca ‘Freisinn’ aslından çeviren Mehmet Kandemir)

81

tasavvur

Page 82: tasavvur

23. sone | William Shakespeare

acemi bir oyuncu sahnede nasıl beceriksizsekorkudan eli ayağı nasıl dolaşırsanasıl içindeki öfkesi artıp taşarsayüreği gücünden zayıflarsabenim de unutmalarımhep kendime güvensizliğimden işteve aşk oyununun sözlerini deaşkımın gücü öyle âciz göstermiş ki benisevgimin tüm yükü omuzlarıma kalmışâh! izin veren güzel aşk sözlerini bakışlarım anlatsınkonuşan gönlümün sessiz işaretidir onlaronlar, sevgi dilenir ama karşılığını beklergönlün sözü hepsinden daha ziyâdeâh! öğren sessiz aşkın yazdıklarını okumayıaşkın nârin nüktesinin gözleriyle öğren, duymayı…

...

(İngilizce ‘23rd Sonnet’ aslından çeviren Fatma Bülbül)

82

tasavvur

Page 83: tasavvur

bûse | Gotthold Ephraim Lessing

bir bûsecik, minicik bir çocuktan hediyeki öpmek onun melâbegâhıdırve öperken düşünmez bu nedir diyemâdem ki hissetmedi öpmek olmamalıdır

bir bûse bir dostun beni şereflendirdiğibir selâmdan başka nedir ki aslındahakîki öpmeye ait hissettirmediğisoğuk iklimlerden bûse makâmında

bir bûse ki babamdan oğluna gelmiştavsiyedir, nâsih bir bûsedir bu bedîhimâdem oğlunu sevmiş ve medhetmişsevilesi bir şeydir kıymeti bilinesi

bir bûse, vedia kız kardeş sevgisindenne de uzak olmadık şeyler düşündürmeyeo şehvetli sıcak ateşli dürtülerdenhani bir kız görüp de başlarsın düşünmeye

bir bûse bir kadının beni tezyin ettiğihainler görmeye destûr olmayan bûsegüvercin öpücüğün terazide denkliğiişte bu bûsedir hakîki bûse!

...

(Almanca ‘Die Küsse’ aslından çeviren M. Taceddin Kutay)

83

tasavvur

Page 84: tasavvur

sis içinde | Hermann Hesse

garip, sis içinde yürümek!her çalı, her taş münzevigörmüyor hiçbir ağaç bir diğeriniyapayalnız her biri

dostlarımla doluydu bana dünyahayatım henüz aydınlıkkenartık görünmüyor hiçbirisadece sis çöktüğünden ama

aslında karanlığı tatmayanhiç kimse bilge değildirkaçınılmaz ve hafifliktironu her şeyden ayıran

garip, sis içinde yürümek!hayat, münzevi oluş!tanımıyor hiç bir insan bir diğeriniyapayalnız her biri

...

(Almanca ‘Im Nebel’ aslından çeviren Yahya Kurtkaya)

84

tasavvur

Page 85: tasavvur

niyâza niyet | James Wright

bu sefer bıraktım bedenimi ardımsıra, ağlayarakkapkara sancılar içinde.yine devardır dünyada güzel şeyler,alacakaranlık...güzel olan karanlığıdırbir kadının ellerinin,rızkına varan.ruhu bir ağacın, harekete geçeryaprağa dokunurumgözlerimi kaparım, suyu düşlerim...

...

(İngilizce ‘Trying to Pray’ aslından çeviren Bünyamin Kasap)

85

tasavvur

Page 86: tasavvur

bir katre yaş döktü semâ | Friedrich Rückert

ummanda yitip gitsin diyebir katre yaş döktü semâ.su diyârında bir midyehapsetti onu yurduna :gel, benim incim ol vedalgalardan sakın korkmataşıyayım seni içimde.benim neş’em, benim sızımgönlümdeki gözyaşı semânın!en saf ab-ı dîdeni ver ki banabu pâk hâlimle koynuma alayım.

...

(Almanca ‘Der Himmel hat eine Träne geweint’aslından çeviren Mehmet Kandemir)

86

tasavvur

Page 87: tasavvur

fragman | Henry Wadsworth Longfellow

uyan! diril yeniden!vakit geçmekte!ölüm bir adım ötende!kapıdayken melekler, bekleyemezler,yoktur dönüş bir kez bile geriye

uyan! diril yeniden!nasıl ki savaştıkça bilenir mızraksürülmemiş bahçe, ekilmemiş topraken iyi çayırı verir ancak!

(İngilizce ‘A Fragment’ aslından çeviren Semra Altuntaş)

87

tasavvur

Page 88: tasavvur

seni seviyorum birader | Phil Bosmans

bir ikinci daha var mıdır ki sen gibiyektâsın, yegânesin, biricik, bitanesinözsün hem özdensin, tekerrüre gelmezsininanmazsın belkilâkin eşsizsin hemi ezel, hemi ebedve her beşer meğer ki onu sen sevdinfenâ bulur insanî alelâdeliklerive bir nâdir cezbe sudûr eder zâtındanve bir yol fark bulursun onunlanidâ bile edebilirsin hatta:

ey sen, benimçinne hatasızlığın zarurîne mükemmelliğin elzemdiralâ küllihâl severim ben seni

...

(Almanca ‘Mensch, ich hab dich gern’aslından çeviren M. Taceddin Kutay)

88

tasavvur

Page 89: tasavvur

hayata dair | Sir Walter Raleigh

hayat, hırs dolu bir oyundan başka nedir ki?kahkahalarımız bu oyun için bir fon müziği gibi...kılık değiştirdiğimiz soyunma odaları olan ana rahmi,bu kısa komedi için hazırlandığımız yer sanki.cennet, keskin bakışlarıyla oyunu izleyen bir seyirci,oturduğu yerden kusurları düzelten bir bekçi,tıpkı oyun bittiğinde üzerimize kapanan perdeler misâli,mezarlarımız, izimizi süren güneşten kaçtığımız saklanma yeri.yine de hâlâ yürüyoruz, oynuyoruz adımlarımız son istirahatin habercisi,sadece ölürken şaka yapamayacak kadar ciddiyiz, çünkü oyun bitti...

...

(İngilizce ‘On The Life of Man’ aslından çeviren Rızkan Tok)

89

tasavvur

Page 90: tasavvur

sükûnet | Ernest Radford

zihin yoruldu! bir yer var sükûn içinbu arayışı teskin edecektoprağın geniş göğsünde sâkin bir yer!bir yer ki duyulmayacak‘demir pençe’nin gürültüsüâh! bir yer ki:biz orda ırmakların şarkısıdenizin terennümü ile olacağızsükûnet ki hayâlimi tatmin edecekyanıp kavrulan bu tasavvurunmüsekkini olacak!

...

(İngilizce ‘Quiet’ aslından tercüme eden Yahya Kurtkaya)

90

tasavvur

Page 91: tasavvur

çocuğun şarkısı | Algernon Charles Swinburne

zenginlik nedir, söyledeğer mi emeğe, eğlenceyeesirgemeye, vermeye,tutmaya, savurmayabeklemeye, korkmaya?aşk nedir allah aşkınadeğer mi göz yaşına?

toprağın üstünde parlayanölü yapraklar yalandır!saran ormanı,sarı yapraklar ve sonbahargüvercinsiz ağaçlar;servete gönül gerekiraşka yalnız aşk!

...

(İngilizce ‘Child’s Song’ aslından çeviren Semra Altuntaş)

91

tasavvur

Page 92: tasavvur

hiçbir şey ölmeyecek | Alfred Lord Tennyson

ne zaman yorgun düşecek ırmaklar,gözlerim altında akmaktan?ne zaman yorgun düşecek rüzgarlar,

gökyüzünde esmekten?ne zaman yorgun düşecek bulutlar,devrân etmekten?ne zaman yorgun düşecek kalpler,

çarpmaktan?

ve doğa ölür mü hiç!

aslâ, hayır, aslâ;ölmeyecek hiçbir şey;akacak ırmaklar,devrân edecek bulutlar,çarpacak kalplerölmeyecek hiçbir şey...

ölmeyecek hiçbir şeyher şey değişecek

sonsuzluk yolunda.budur dünyanın kışı;sonbaharı ve yazıgeçtiler çok zaman önce.kurudur dünya merkeze gittikçe,ama menbaâdır bu merkez

başka pınarlara-bir pınar zengin ve farklırüzgârları estirir

devrân ede ede,içten içe,oraya buraya

tâ ki havave yerdolana dek hayatla yeniden...

dünya yaratılmadı ki hiç,değişecek; ama yok olmayacak.bırak rüzgârı salınsın

gece ve gündüzher dâim

sonsuza doğru.hiçbir şey doğmadı;ölmeyecek hiçbir şey;her şey değişecek.

...

(İngilizce ‘Nothing Will Die’ aslında çeviren Bünyamin Kasap)

92

tasavvur

Page 93: tasavvur

93

tasavvur

Page 94: tasavvur

kırâathâne |

94

tasavvur

Page 95: tasavvur

95

tasavvur

Page 96: tasavvur

Marifet ve Hikmet | İbn Arabî

İz YayıncılıkÇeviren: Mahmut Kanık

Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Muhyiddin İbn Arabî’nin şeriat ve hakîkâtin bütün meselelerineişaret ettiği en geniş eseridir. Bu büyük eser 1202-1231 seneleri arasında telifedilmiştir ve orjinal nüshası 37 cilttir. Yazıldığı dönemden bu yana -özellikleOsmanlı- tasavvuf düşüncesinin temel taşlarından biri olarak kabul edilmiştir. SadeceSüleymâniye Kütüphanesi’nde yüzden fazla yazma nüshasının bulunması bunun birgöstergesi olarak kabul edilebilir.

Fütûhât’ın bu denli geniş kapsamlı olması bütüncül bir tercümesinin henüz bulun-mayışının en büyük sebebidir. Bu yüzden İbn Arabî üzerine araştırma yapan ilim er-bâbı Fütûhât’ın ancak belirli kısımlarını ele alabilmişlerdir.

‘Marifet ve Hikmet’, Fütûhâtü’l-Mekkiyye’nin 1., 2. ve 3. cüzleriyle 20., 166., 177.,420. bâblarının ve 558. bâbın bir bölümünün tercümesidir. Çeviri, İbn Arabî eserler-ine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Mahmut Kanık’a ait. Marifet ve Hikmet’inmuhtevası Fütûhât’ın sadece Marifet ve Hikmet kısımlarının tercümesinden oluş-muyor. Mahmut Kanık kitabın en başında bir kısmının çevirisini yaptığı bu büyük eserinönsözüne de yer ayırmış. Bununla birlikte, okuyucunun zihnindeki karışıklığı gider-mek adına kitabın en sonuna eklenmiş olan Fütûhât’ın bütün bablarının fihristininyer alması ciddi bir katkı olmuş.

Muhyiddin İbn Arabî Hz. birçok eserinde olduğu gibi Fütûhât’ın belirli kısımlarındada sembolik bir dil kullanmıştır. Okuyucunun her zaman bunun bilincinde olarakeseri incelemesi ve anlaşılmayan bir cümle veya paragrafa rastlanıldığında sıkıl-madan sabırla devamının okunması kişinin kabına göre bu kitaptan alacağı zevk veilmin şartıdır.

96

tasavvur

Page 97: tasavvur

Ben Kur’an’ım ve Sebul-mesâni’yimBen ruhun ruhuyum, kapkaçağın ruhu değilim

Gönlüm bildiklerimin yanında mukîmdirDilim sizin yanınızda olduğu hâlde, onu müşahede ederim

Öyleyse benim cismime doğru yan gözle bakmaMânâlarıyla birlikte say onca nimetleri

Zâtın zâtı denizinde boğul ki göresin acayiplikleriOnun apaçık ortaya serdiği

Ve o sırlar ki müphemlikler olarak gözükenOysa mânâların ruhlarıyla örtülü olan

Öyleyse kim bu işareti anladıysa, saklasın onuYoksa dilinden ötürü öldürürler onu

Tıpkı Hallac gibi, onun için ortaya serince sevgisiYaklaştıkça yaklaşan, hakikat güneşini

Ve ‘Ene Hüve’l-Hakk!’, yani, ‘Ben Hakk’ımZamanla zâtı değişmeyenim.’

...

(Hazırlayan: Ali Çiçek)

97

tasavvur

Page 98: tasavvur

Nefes | Nuriye Akman

Doğan Kitap

Nefes, kelimeleri tümleyen ve tümlerken de yeniden doğan bir roman. Soyut birroman telakkisi demek istiyorken birden ayaklarını yere bastırıyor insanın. Zamanınşimdisinden iktibas ettiği haller, elini kalbine götürmesine vesile oluyor insanın.Soyut ile somut dengesinin kurulduğu bir hikâye alıyor götürüyor sizi bir nefesin son-suz derinliğine.

Nuriye Akman, mesleği ile yoğuruyor sanki romanı. Sanki sorular sorulmuş hayatada cevaplardan müteşekkil bir kitap çıkmış ortaya.

Sanki çift boyutlu bir roman. Genel itibariyle konu, doğumu esnasında annesinikaybeden ‘gârib’ bir çocuğun etrafında geçiyor. Birbirlerini sevip de vuslatı yaşa-mamış olan bir çift kendisine ‘anne’ ve ‘baba’ oluyor. Bu anne ve babanın özelliği isebirinin ebe, diğerinin de gassal oluşu. Ve hayatlarına bir de dilbilimci yabancı birprofesör bir vesile ile müdâhil oluyor.

Çocuğun ‘sırrı’, kendine has bir dil ile konuşuyor olması. Ya da diğer insanlara görekonuşmuyor, bir şeyler geveleyip duruyor olması. Tahmin edemeyeceğiniz dillerdekurulan cümlelerle konuşturuyor Akman çocuğu. Ve böyle bir çocuğa da öyle bir dil-bilimci nasip olması ve aralarında geçen olaylar ziyadesiyle enteresan.

Hikâyenin içene yerleştirilen bir de kedi var ki, onun da olaylara karşı verdiği tepkilerve kendi hayatı aralarda anlatılıyor. Bunun, hikâyeye zamanın farkına vardırmalık vegerçeği bir de başka boyutuyla görebilmelik olarak koyulduğunu hissettiriyor insana.Bir şeyler akıp giderken bir başka bir yerde de başka bir şeyler olabileceğini mim’liyorgibi...

Akman, kahramanların dillerini, kalplerini, ellerini, bakışlarını öyle bir donatmış ki‘bu kadarı da pes yani’ diyebiliyorsunuz. Çok geniş bir bilgi birikimin yanında çok dageniş bir hayal gücüyle müzeyyen bir kitaptır Nefes velhasıl. Okunması şiddetletavsiye olunur.

“Zahirde herkesin bir arkadaşı vardı. Sırrı’ysa yalnızdı. Bâtında ise oğlan çok kala-balıktı, çok meşguldü. Yalınayak yürürken, taşlara, yapraklara basarken, dereninçakıllarıyla oynaşırken her birinin ayaklarına anlattığı hikâyeleri dinliyordu.Gönlü hiç boş kalmıyordu.”

“Siyah kedi okulun direğinde dalgalanan bayrağa baktı. Üstündeki ay-yıldız şıkırşıkır oynuyordu. Hareket edenin onlar mı yoksa rüzgâr mı olduğunu bir türlü an-layamadı.”

...

(Hazırlayan: Yahya Kurtkaya)

98

tasavvur

Page 99: tasavvur

Zengin Hayaller Peşinde | Cahit Zarifoğlu

Beyan Yayıları

“Bir plan yapmalı mı yazar yazmaya başlarken?”

Cevabı yine Zarifoğlu, kendisi veriyor:“Yazdığım hiçbir şey için plan yapmadım ama nedense hep bir planı olmalı yazıla-cakların diye tutturuyorum. Belki yeni yazılanların bir an önce disiplinli olmalarınıistediğimden. Bilemem. Bunları tartışacak birini bulursam, konuşacaklarımızı ak-tarırım.”

“-Ne dersin Rasim, konuşalım mı üzerinde?-Hay hay.”

“Bugün istiyorum ki bir hikâye kotaralım ve bu hikayeyi enine boyuna tartalım. Adı‘hidâyet’ olsun. Beraberce düşünüp yazalım.”

‘Zengin Hayaller Peşinde’ Cahit Zarifoğlu ismini zikrettiğimizde aklımıza gelen roman-larından yâhut hikâye kitaplarından değil. Zarifoğlu’nun sanat, toplum, edebiyat, tiyatro,siyaset ve yazıldığı dönemin güncel konuları üzerine kaleme aldığı denemelerinin vebunun yanı sıra eleştiri yazılarının, kendisinin ölümünden sonra derlenmesiyle oluştu-rulmuş ‘Zengin Hayaller Peşinde’. Kitapta tek tek üzerine düşünülmüş kelimeler ve birkelime üzerine yazılmış farklı konular da var. İspata ihtiyaç lüzûmsuz dahî olsa da bu,Cahit Zarifoğlu’nun paletinde ne çok renk olduğunu gösteriyor.

Kitap okundukça düşünce kuyusu gibi okuyanı içine çekiyor. Çıkmak için yenidüşünceler üretmek zorunda kalan okuyucu, ürettiği düşünceler yenileriyle ayakların-dan usulca tekrar kuyuya bırakıyor, her defasında da kuyunun ayrı rengine boyanıyor.Yani Zarifoğlu’nun kastettiği; okumaya başlarken aynı zamanda düşünmeye de başla-mak aynen böyle bir şey. Cahit Zarifoğlu’nun Mavera’daki etkili sesi bu kitapta okuyu-cudan yankı buluyor.

Kitabın kendisini okuyanla konuşur bir havada seyrediyor olması da birinci sebep.Zarifoğlu’nun düşüncelerinden faydalanmak için açmışsınızdır sayfayı ama o sizeaniden bir soru sorabilir, fikrinizi talep eder.

“Öyle bir şair-şiir tanımı bulalım ki tek dizesi bulunmayan bir şairi de yazılmamışve şairi bulunmayan şiiri de kapsamına alsın.” Çünkü ona göre eleştiri bu şekildeyapılmalıdır. Öyle ya, istişare ekmeğimizin mayası diye boşuna dememiştir Üstad.Yazı dahî olsa da…

“Ortadaki eserin başına toplanmış, yazarı da dâhil birkaç kişi, islamî bir sıcaklıkiçerisinde, dikkatli bir topluluk önünde görüşmekte, istişare etmektedirler.”

“Galiba yola bir duvar ördük. Ve onu önümüzü göremeyecek kadar yükselttik. Zira,her şeyde, her zerrede yaratıcıyı hatırlatan pırıltıların, şiirin ana damarına, özünesahip olduğunu anlatmaya kalkacak ve zorlanacaktır.”

“Onlara ilk hamlede, bildikleri kelimeleri, şimdiye kadar aşinası olmadıkları şekildekullanmayı öğret.

99

tasavvur

Page 100: tasavvur

Sen aşk deyince, bilsinler ki artık o şimdiye kadar bildikleri değildir. Sen görev deyinceellerindeki görev demetleri buruşsun. Başlarının üzerinde ilâhî nazarın bir tek anbile eksik olmadığını yaşamaya başlayarak, gerçek bir sorumlulukla belleri ikiyekatlansın. İşlerinde nedâmetin güçlü alevi yanmaya başlasın. Ve tevbe sancaklarıaçılsın.”

Kendi tâbiriyle yakındığı ‘geniş düşünüp büyük yazılamıyor.’ İfâdesini şöyledeğiştiriyorum:Üstad Zarifoğlu bu kitapta geniş düşünüp büyük yazmıştır…

Son olarak:“...tefekkür edersek, hayret verici güzelliklerin, oluşların kalbi rikkatte getiricigerçeklerin, her an, her yerde bulunduğunu, her saniye ortaya çıktığını görebile-ceğiz. Yemek, içmek, giyinmek, ibadet etmek, vakit öldürmek için bütün günümüzüdolduran ve bizi bizden alan her şeye, bütün teferruatlara rağmen, hayretmakamının sırrını sezer gibi olacağız.”

“Eser ortaya atılmış bir soru olsun...”

Bu açık bir davettir; o halde buyrun çözmeye…

...

(Hazırlayan: Hatice Kübra Soyhan)

100

tasavvur

Page 101: tasavvur

İslam'da Şehir ve Mimari | Turgut Cansever

Timaş Yayınları

“Turgut Cansever, kuşkusuz kelimenin dar anlamıyla bir ‘yazar’ (ercit) değil. Yaniyazı yazmak, yazdığı yazının zevkine varmak için yazan bir insan değil. Yazı yaz-mak düşüncelerini açıklamakta bir amaç ona göre.” *

‘İslam’da Şehir ve Mimari’ Cansever’in çeşitli sempozyum ve konferanslarındakitebliğlerinden oluşuyor. Mimarlık ve sanat alanında yetkinliği herkes tarafındankabul gören Cansever, bu eserinde “Neden İslâm Mimarisi?” sorusuna cevap arayan-lara derin muhayyilesi ile tatmin edici açılımlar sunuyor: “İslam mimarisi bir ‘irade’yahut ‘kudret’ sembolü değildir. Başka bir deyişle bir fetiş (şirk) nesnesi halinegelmemiştir..., makineyi, verimliliği, konforu, tekniği, malzemeyi insanı kurtaracaktemel ilgi alanları zannetme, ve öze erişim amacıyla başvurulan epistemolojiye dayalırasyonalizm ve deneycilik yönündeki fetişistik yaklaşımları reddeder.”

“...Kararların ürünü olarak yalnızca maddi, teknolojik ve biyososyal varlık düzey-leriyle sınırlı olan bir bina, teknolojik muvaffakiyetlerin bir ürünü olmaktan öteyegeçemez ve bir mimari eser hüviyetini kazanamaz. Çünkü mimari varlığın bütünyönlerini kucaklayan bir disiplindir... Mimari beşeri çevrenin bütünüyle yani var-lığın bütünüyle alakalı problemleri çözen bir sanattır.”

Eserde, İslam Mimarisi’nin üslûp özelliklerine değinilmiş olmasının yanında; yazar,çeşitli mimari akımlar ile İslam Mimarisi’ni mukayese etmek sûreti ile İslamkültürünün özünden beslenen çeşitli ve değişik mimarî formların ancak Tevhid veonu tesis eden genetik temelin anlaşılması halinde kavranabileceğini belirtiyor:“...zira İslam’daki tezyinîlik, aşkın (transcendental) kozmolojik idrakin objektif var-lık üzerine, inşa edilen dünya üzerine yansımasıdır... İlave alabilen kümülatif birliğioluşturan aşkın, tezyini tektonikler İslam mimarisi ve sanatının üslûp özellik-leridir.”

“Renkli, aydınlık ve ümitvar ifadesiyle İslami tezyinilik, İslam'daki Rahman, Kadir-iMutlak, her yerde hazır ve nazır ve herşeyi bilen (Alim) Allah telakkisinin yansımasıolan zevkli bir niteliğe sahiptir. Bu zevkli niteliğiyle İslami tezyinîlik benzersiz bir ilahigüzellik ve sükun duygusu geliştirmiştir çağlar boyunca; bunun insanlık tarihindebaşka bir örneği de yoktur.”

101

tasavvur

Page 102: tasavvur

Kitabın ‘İmam Buhari Türbesi Restorasyonu Çevresindeki Düşünceler’ bölümü,Cansever'in savunuculuğunu yaptığı İslami Mimari görüşünün pratikte yansı-malarının nasıl olması gerektiği konusunda somut bir fikir ortaya koyuyor. Cansevereserin ilerleyen bölümlerinde Türk Sanatı ve Türk İslam Mimarisi, mimarlık mi-rasımız ve kültürümüzün geleceği, Türk Evi ve konut sorunu ve mesken mimarisialanlarındaki ufuk açıcı tespitleriyle, okuyucular için temel teşkil edecek entellektüelbirikimin yanı sıra ‘Geleceğimiz Mimarisi’nin nasıl olması konusunda sahip olunmasıgereken anlayışa da öncülük ediyor

“Kendine özel bir düşünme sistematiğini yine kendine özel bir sesle dile getirenTurgut Cansever, Türkiye'nin yetiştirdiği ender düşünür-sanatçılardan birisi. ‘SanatGüneşi’ teranelerinin giderek ayyuka çıktığı sanatın şarkıcılıkla eşitlendiği bir or-tamda has sanatın ve saf düşüncenin ayak seslerini duymak için Turgut Cansever'ekulak vermenin yeterli olacağı kanaatindeyim.” *

...

(Hazırlayan: Zeynep Şeyma Ünal)

*Mustafa Armağan, Kubbeyi Yere Koymamak, Önsöz

102

tasavvur

Page 103: tasavvur

Afrikalı Leo | Amin Maalouf

Yapı Kredi YayınlarıÇeviren: Sevim Raşa

Öncelikle; yazarın, Lübnan doğumlu olduğunu, sonradan Paris’e yerleşip gazetecilikyaptığını ve şimdi de vaktinin çoğunu yazmaya ayırdığını belirtmek isterim.

Kitabın, kültürleri, dinleri konuşmasından, tartışmasından, konuşturmasından, an-latmasından dolayı ortaya konan renkliliği, bir zenginlik. Ve araya eklenen, kısa tu-tulmuş, değişik, bir sürü macera dolu sayfa, sürekli, “Bu kitabın satırlarını atlamadansonunu getirmeliyim.” dedirtiyor. Bir aileden başka bir aileye, bir yaşayış biçimindenbir başkasına, bir beylikten bir imparatorluğa, maceradan başka bir maceraya sürük-lüyor sayfalar sizi. Kitap bittikten sonra “Aslında yaşadıkları genel hatlarıyla hepaynı; zorluklar karşındaki tavır ve davranış, başa gelenler, değişik zamanlarda evlilik-ler, ticaret yöntemi, olaylardan sıyrılışı...” diyebilirsiniz ama bunu kesinlikle kitabıokurken fark etmiyorsunuz.

Kitap dört bölümden -kitabın deyimiyle dört kitaptan- ibaret.

Birinci kitapta -Granada Kitabı- Hasan ibn Muhammed el-Vezzan ez-Zeyyati olarakGranada’da dünyaya gelir kahramanımız. Ve kendisine anlatılanları okuyucuya ak-tarır çoğunlukla. Müslüman bir ailede, müslüman bir çocuk olarak yetiştirilir. Aileyaşantısından, Granada’nın Kastilyalılar tarafından işgâline, köyün imamınındirenişe çağırmasından ailesi ile birlikte göç edişine kadar ki olayları konu alıyor.

İkinci kitap -Fas kitabı-, Fas’a yerleşmelerini ve gelişen olayları konu alıyor.Granada’lıların Büyük Türk diye adlandırdıkları Osmanlı’dan beklentilerinden, en iyiarkadaşı Gelincik Harun ile beraber okula gidişine; kız kardeşinin, haksız kazançsağlayan bir tüccarla, bir ticaret dolayısıyla evlenmesine isyânından, dayısıyla birliktekervanla ilk yolculuk edişine; ilk evliliğinden, dayısının vefâtı üzerine, yerine getirilmesigereken elçilik vazifesini sürdürmesine, ikinci evliliğinden, ilk varsıllığına (zenginlik)kadarki zaman dilimini anlatıyor.

Üçüncü kitap’ta -Kahire Kitabı- ise veba olayları ile tanışmasından, ticaretine; üçüncüevliliğinden, Osmanlı’ya karşı tutumunun değişmesine; kaçırılmasından, bir köle gibisatılışına tanık oluyorsunuz.

Dördüncü ve son bölüm olan Roma Kitabı’nda ise papanın elini öpüşünden, hıristiyan-lık öğrenimine; Luther yanlılarıyla ilk tanışmasından, Roma adına Osmanlı’ya karşıelçi oluşuna; Giovanni Leone de Medici adını almasından, Afrika’ya geri dönüşünekadarki olaylar anlatılıyor.

Genel itibâriyle sürükleyici, etkileyici ve şaşırtıcı bir roman. Okuyup da beğenmeye-ceğiniz bölümler olabilir; ama bir roman olduğu için fazla üzerinde durmanın gerek-siz ve yersiz olacağına inanıyorum.

...

(Hazırlayan: Burak Tabaş)

103

tasavvur

Page 104: tasavvur

Aşkın Halleri | Hüseyin Su

Hece Yayınları

“Sen hiç kalbini bir taş gibi göğsüne bağlayıp da kendini suya salıverdin mi?”

“Hüseyin Su, değişik sebeplerle aşk yaralısı, mağduru ya da talihsizi tiplerin ilginçkişiliklerini hikâyeleştirmeyi seviyor. Aşka, sevgiliye doymayışın, kırılganlıkların,sızıların, bir ömür boyu süren aşk cezbelerinin hikâyeleri bunlar. Yalnız buradaonun ayrıcalıklı bir tutumu var. Aşk acılarının ve ayrılıkların terbiye ettiği kişilerkendilerini kapıp koyuvermiş, dağıtmış ya da çok olumsuz davranışlar içine girmişbohem tipler değillerdir. Yazar, bu temayı olumsuz boyutuyla değil bilakis olumlusonuçlarıyla irdelemeye çalışıyor. Bu tür aşk vurgunu tipleri biz genellikle yaşadık-larından, görüp geçirdiklerinden ders almasını bilen, yaşantılarından felsefe ürete-bilen, hikmetli cümleler kurarak çevresinde üstün ve saygın bir kişilik sergileyenkişiler olarak görüyoruz. Bunlar âvam arasında ârif, havas arasında ise bilge kişi-likleriyle karşımıza çıkıyor ki bu yazarın özgün bir yaklaşım tarzını ortayakoyuyor.” *

Bir öyküyü okurken, yazarı işinin ehliyse eğer, öyküdeki şahıslar birer bireretrafımızda beliriverir. Hatta bazen, o derece canlanırlar ki kitabı bırakıp bir kenara,onlarla sohbet edesiniz gelebilir. ‘Hüseyin Su Öyküleri’ böylesi öykülerden…

‘Aşkın Halleri’ beş ayrı aşk öyküsü. Öyküler, bizi yalnızca aşk kavramını değil, genelanlamda kavramlarımızı, kabullerimizi, bakış açımızı yeniden düşünmeye, sorgula-maya teşvik ediyor.

“Babaannemin söylediklerini dinleyip, onun yaşadıklarını düşündüğümde, sevgiminsevgi olup olmadığından kuşku duyardım. Tutkum bir çember gibi sürekli daralıyordueşimin çevresinde. Bu çemberin içinde tutuyordum onu. Peki yıllarca konuşmadığıhalde, üstelik bir başka kadınla da evli olduğu halde dedemi çeke çeke getiren nasılbir şeydi dersiniz? Hayır hayır, böyle olmamalıydı. Benimki gibi yani. Hissediyor-dum, zaman zaman nefes alamayacak hale geliyordu eşim. Babaannem nasıldayanıyordu dedemin evliliğine? Hâlbuki bir denizin med ve cezri gibiydiler ikisi.Evet, her zaman öyleydiler. Bense eşimin bir kadına imrendiğini hissetsem, ürperiyor-dum. Kalbimin kırıklarını hiç kimse toplayamazdı kesinlikle. Davranışlarımın, söz-lerimin insanî boyutları aştığını gören babaannem, bütün bunları bir de sevgiyleaçıklamama dudak büküyor; “Üstüne çıkıp tepindiğin yer yeşersin, üstelik de oradagül bitsin istiyorsun sen.” diye acırcasına gülümsüyordu bana.”

104

tasavvur

Page 105: tasavvur

Bu karşılaştırmaların yanında bilgece yapılmış genel tespitlere de rastlıyoruz:“Hayat fotoğrafımızın düzgün çıkması için kaderin karşısında teslimiyet pozuyla dur-mak gerekiyordu. İnsan en güzel fotoğraflarını böyle verdiği halde, yine de her de-fâsında ince iğnenin deliğinden geçiriyoruz kendimizi.”

“Biz böyleyiz işte, düşlerimizle süslediğimiz dümdüz bir yol isteriz önümüzde.Sonra da o yola gözlerimizi diker, kulağımızı tutar dinleriz bütün gün.”

Hüseyin Su öykülerini okurken, düşünmeden edemiyorum: Nasıl bir gözlemdir ki bu,böyle güzel resmettirmiş!

Sanırım, öykü yazarları için özel bir uyaran olmalı:“Dikkat, öykü yazarıdır!” gibi…

...

(Hazırlayan: Zeynep Şanlı)

*Hüseyin Su Kitabı, Hazırlayanlar : Kemal Aykut, Ömer Lekesiz. Syf,12

105

tasavvur

Page 106: tasavvur

Kayıp Atlar Haritası | Şaban Abak

Ebabil Yayınları

“/ o ki onu kaybetmek bile bir şeref bazenbir zamanlar bulmuştum, ne mutlu bana! /”

Yıllanmış bir çağrının yıllara yayılmış yankısı. “Gelin gülle başlayalım şiire atalarauyarak.” Bu çağrıya kulak verenler ve dahî ağzıyla söyleyip kalemiyle mühürleyenlerbildik: Cahit Koytak, Necat Çavuş, Ebubekir Eroğlu, Şaban Abak ve diğerleri… Herbiri hâlâ işlemekte ustadan miras kalan o yankıdan iplerle diriliş gergefini!

Şaban Abak, iş bu yankı ipleriyle bir harita işlemiş: Kayıp Atlar Haritası... Kitabınkahramanı Durmuşoğlu Duran, ilk koşulu yerine getirmiş görünüyor. Aramanın şi-irine ustaya bir saygı geçişi halinde kaybettiği atının adıyla başlıyor: Gülşâh!

“nasıl yetişilir sana ki aşkla koşuyorsunkalbi dahi yaya bir yolcuyum ben”

İlk şiirleri ‘keder sarhoşluğuyla umut coşkunluğu dalgalanışı içinde’ söyleyen duran,Gülşâh’ını ararken uğradığı harita düzlemlerinde artık uğrak umutlar olmasalar daDuran’a kapılar aralayan ışıltıları gördükçe ‘yaya’ bir söylemden ‘atlı’ bir şahlanışgüzellemesine meyletmekte.

İlk durak ‘atının şeceresini sayarak eşkâlini verdiği’ Palandöken Dağları’na seslenmerıhtımıdır. Bir iz yoktur. Allahuekber Dağları’ndan aşar iken, ‘sarığının arasında kat-merli bir gül bulunan Zât’tan Gülşâh’ı sorması ‘Meded Şeyhim’ nidâsıyladır. Susku-nun cevabının âhirinde “/at mı istemeli himmet mi/” ibre şaşkınlığıyla çıkarhuzurdan. Ankara’ya uğrar yolu, Hacı Bayram Velî türbesine. Söz kılıcı keskindir: “Veputlar yayadır atlı da olsa”. Tuna’ya sorar, bir sırra ulaşmak için bir kadem olsun diyeTuna kıyısında Türkçe koşan at’tır Gülşâh!

Anadolu’ya dönen Duran’ın Akşehir’e varması, ardından Kadir Gecesi’nde hilâli gözleyen-lerle beraber olması, görünen her şeyde Gülşâh’ının izlerini görmesi umuda kapı aralar.

Kayıp Atlar Haritası’nın ilk cildi sona ererken, şâir ileri cilt(ler)de sanki bu ördüğüharitanın yaralarını yamayacak bir bir. O harita ki hâlâ ‘atlar’ın tutsaklığının pran-galarla tastiklendiği bir coğrafya bilgisinden gayrı bir acı değil! İkinci cilde bir açıkkapı aslında kitabın sonuna konulan:

“batıklar, kayıp atlarülkesinin dürülmüş haritasınıbir sûr gibi üfleyenbediüzzaman”

...

(Hazırlayan: Mehmet Fatih K.)

106

tasavvur

Page 107: tasavvur

İslam Sosyolojisi | Dr. Ali Şeriati

Birleşik YayıncılıkÇeviren: Kenan Sökmen

Şehit Ali Şeriati’nin başucu kitabı olacak eserlerinden yalnızca birisidir ‘İslam Sosyolojisi’.

Şeriati, İslam Sosyolojisi hakkındaki görüşlerinin bir kısmını bu eserinde toplamıştır.Konferanslarından oluşan bu kitapta, İslam ve Din Sosyolojisi, insan-bilim, muvahhiddünya görüşü, Tarih Felsefesi, sosyolojinin diyalektiği, ideal toplum ve ideal insangibi birçok konuda Kur’an’a dayalı görüşler geliştirmiştir.

O, her şeyden önce, sosyolojiye bir dil meselesi olarak yaklaşmaktadır. Şeriati’ninçalışma alanı din sosyolojisi olduğu için, Kur’an’ın ve İslam’ın terminolojisindenyararlanıp, İslam’a dayalı bir din sosyolojisi geliştirmeye çalışmıştır. Bunun için deönce din sosyolojisinin dilini İslamileştirmekle işe başlamıştır.

Şeriati, mevcut gerçeklerin çözümlenebilmesinin yabancı dillerdeki karşılıklarındançok, daha zengin ve anlamlı olan kendi felsefemizin, edebiyatımızın, dinimizin vekültürümüzün kavramlarına dönmekle mümkün olacağını düşünmektedir.

Batı sosyolojisinin basmakalıp kavramlarını dilimize çevirip tekrar etmek bize hiçbirşey kazandırmaz. Zira bu kavramların, bizim çağdaş hayatımızla hiçbir ilişkisi yoktur.Biz kendi toplumumuzda ortaya çıkıp biçimlenen, kendi toplumsal yapımızınniteliğine, kendi mânevî yapımıza, kendi toplumsal davranış kalıplarımıza, kenditoplumsal gerçeklerimize denk düşen değerleri, ilişkileri ve bireylerimizin bütün budeğerlere, ilişkilere gösterdikleri psikolojik tepkileri incelemeliyiz. (1998:34)

Ona göre bir sosyolog, sosyolojide tarafsızlık düşüncesinin hiçbir zaman olmayacağınıbilmeli ve sadece bir toplum gözetleyicisi olarak kalmamalıdır.

Şeriati’nin hicrete verdiği anlam ise bambaşkadır. Hicretin felsefî ve sosyal açıdançok derin bir kavram olduğunu belirtmiş ve hicretin tanımını da şöyle yapmıştır:“Tarihte bildiğimiz yirmi yedi medeniyetin hepsi, bir hicretten sonra ortaya çık-mışlardır. Bunun bir tek istisnası bile yoktur. Bir başka deyişle, ilkel bir topluluğun,yaşadığı yurdu bırakıp bir başka yere göçmeden medenileşebildiğini gösteren birörnek yoktur.” (1998:45)

Şeriati, Tarih ve Sosyoloji açısından büyük önem taşıyan hicret konusunu Kur’an’ınhicretten söz eden, geçici ve yaygın hicret emreden ayetlerinin üslûbundançıkardığından bahseder.

Şeriati’ye göre bir insan hakkında bilgi edinmenin iki temel yöntemi vardır: Birincisi,onun düşünce ve inançlarını araştırmak; ikincisi ise bastan sona biyografisini incele-mek.

Şeriati, İslam’ı anlamanın yolunu da şöyle tarif etmektedir: Birincisi Kur’an’ı İslam’ınilmî ve edebî ürünlerinin icmâali gibi ele alıp incelemek; ikincisi de İslam Tarihi’ni,Hz. Peygamber (sav)’in görevini yerine getirmeye başlamasından günümüze kadarolup bitenlerin yekûnü gibi ele alıp incelemektir. (1998:67)

Ona göre İslam’ı öğrenip anlamak için tipoloji yöntemini kullanmalıyız.

107

tasavvur

Page 108: tasavvur

Pek çok sosyoloğun etkin yöntem dediği bu yöntemde konular tiplerine göresınıflandırılır ve bu temel üzerinde birbiriyle karşılaştırılır.

Şeriati, İslam’ın insana verdiği değeri “İnsana bir soyluluk verip; onu faziletlerindenhaberdar eder.” cümlesiyle özetlemektedir.

Bir dini anlayabilmemiz için o dinin tanrı anlayışına, kitabına, peygamberine veyetiştirdiği örnek insanlara bakmamız gerektiğini söyler. (1998: 86)

Yine Şeriati’ye göre tevhide inanan birçok insan vardır. Buna karşılık “Ben tevhidibir dünya görüşü olarak benimsiyorum.” der ve tevhidi şöyle anlar: “Bütün varlıktaevrensel bir vahdet olduğunu gösteren özel bir dünya görüşünü temsil eder.” (1998:90)

Şeriati’ye göre her toplumda, her çağda düşünce ve mâneviyat kargaşasının, dengesizliğininsürüp gitmesinin nedeni ‘kâbil’in toplum, yönetim, ‘din’, ahlâk ve dünya görüşününevrenselleşmesidir. Ve ona göre toplum ‘kâbil kutbu’ ve ‘hâbil kutbu’ olmak üzere iki yapılıbir kutuptadır. (1998:106)

Şeriati kitabının son kısmında ideal toplumu ümmet olarak tanımlayıp, ümmeti deortak bir inancı, ortak bir amacı paylaşan insanların bu ortak amaçlarına doğru bir-likte yürümek niyetiyle, ahenkli bir biçimde bir araya geldikleri toplum olduğunusöyler. (1998: 123)

Şeriati, bilim adamını aydın sorumluluğunu da üstlenmiş bir ahlâk adamı olarakgörmek ister. Bu onun ideal insan tanımıyla da uyumludur. Ona göre ideal insanınüç özelliği vardır: Doğruluk, iyilik ve güzellik. Bir başka deyişle bilgi, ahlak ve sanat.O, Allah'ın halifesidir. (1998:128)

Şeriati’nin İslamî bakış açısı ve düşüncesiyle kendi toplumunu incelerken pozitivistve marksist sosyolojiye itibar etmemiş; tarihî ve dinî yöntemleri uygulayarak Çağdaşİslam Sosyolojisine yeni boyutlar katmıştır. Şeriati, sosyolojiyi hep muvahhid dünyagörüşü açısından incelemiş ve düşüncesinin kaynağı da Kur’an olmuştur.

...

(Hazırlayan: Tarkan Tek)

108

tasavvur

Page 109: tasavvur

Mahrem | Elif Şafak

Metis Yayınları

“Kırk yamalı tek iplikli kisvesi gibiydiayna kırıklarındaki aksi

İpliği çekince dağılacaktı, dağıldığında bile bir aradaydıGelişigüzel saçılmıştı

gelişigüzelliğinde bir nizam vardı.Sonsuzdu zaman, sınırsızdı mekânÖyleyse bu kalıpta niçin sıkışıp kalmıştı?Makas aldı veİsmiyle mühürlenmiş hikâyeyi kırptı;

kırpıkları zamanlara ve mekânlara saçtı.

Bir başka zamanda,çok çok sonra ya da pek yakında,

Ve bir başka çok mekanda,Bir daha dönmek üzere bu dünyaya

hemen şimdi yok olmalıydı.”

Elif Şafak üslûbu: ‘nev-i şahsına münhâsır’

Mahrem, üçüncü romanıdır yazarın. Üçüncü aşmışlığıdır klişeleşmiş roman an-layışını. Hapsetmeden kelime içlerine anlamı, sonsuz zaman ve sınırsız mekânmikyâsında, hudutsuz mânâ açılımlarıyla döker içinde biriktirdiklerini. Yuğar motifve desenlerle rengi de tutkallayıp parçalanmışlıkları en ummadık yerinden sunarokuyucusuna ‘âlem’ diye. Her kitabında, ayrı gibi görünen aynı âlemler mahfuzdurElif Şafak’ın, kurgusu tanımlanamaz zekâ ürünüdür. Değiştikçe gözlem, özlemdeğiştikçe gelişen söylem tadını barındırır romanları gözbebeğinde.

Sonu yok dolambaçlı bir labirent gibidir Mahrem. Her cümle grift bir bilmece, herçevrilen sayfa cevabı aranan soru gibidir. Sanki tüm cevaplar en son sayfada vücutbulacakmış gibidir de göz kırpar aheste gelme diye. Halbuki roman bittiği yerdebaşlayacaktır. İşte tam bitti dediğimiz o anda sondan başa roman yeniden okuyasıgelir insanın. Sanki eksik kalan bir şeyler vardır; didik didik edilesidir…

Roman; tüm unsurlarının dillendirildiği, her dillenişin bir görmekten ibâret olduğu,konusu itibâriyle kelime oyunlarının sık sık karşımıza çıktığı ve hatta aynı kelimeöbeklerinin yer yer sanki hâfıza dikkatini ölçüyormuşçasına yinelendiği bir daireselhalka...

“çocukluğun arka bahçesi vişne eksisi tadındadır. hatırlamak, bayramlık elbiselerdeleke bırakır. oysa her şeyi unutmak kabildir. iyidir unutmak, göz temizliğidir.

109

tasavvur

Page 110: tasavvur

insan unutunca ve unuttukça, bir kedi gibi kendi kabahatinin üzerini örtebilir. yeterki hafıza ususun. ne zaman mevsimlerden kış, olanca beyazlığına rağmen kara diyeanılacak kadar zorlu geçse, yakacak bulmak için kömürlüğe inmek gerekir. kömür-lüğün çıraları, odunları ve kömürleri, hatıralardan mürekkeptir. kolay tutuşur hatıraçıraları; onlar tutuştukça, hâfızanın kim bilir hangi vakitte, kim bilir nerede donakalmışdamarlarına kan yürür. çıralardan çıkan kesif duman göz yaşartır gerçi ama iyidirağlamak. ağladıkça temizlenir gözbebeği, arınır. ağladıkça, kireç, katran ve balçık;çalı çırpı börtü böcek ve toz toprak akıtır. akıttığı kömür tozları, savatlanmış yollarçizer gümüşi teninin üzerinde. geceyi andırır. ve ne büyük bir tesellidir gece, nasıl dagüzeldir. güzelliğini nakşeder karanlığa, tıpkı bir simkeş gibi sırma tellerini çeke çeke.çocukluğun arka bahçesi vişne ekşisi tadındadır. tadına bakanın dişleri kamaşır.”

Genel olarak konu, en çok görünen ve gören iki tip insanın hikâye içre hikâye esrârıile müzeyyen öyküleridir. Bu öyküde bir giz vardır. Beklenir. Mahrem, aşikârolduğunda hikâyeleri, olayları ve hatta kelimeleri dahî birbirine öyle bağlar ki yazar,başından sonuna kadar ördüğünüz ağ bir anda düğüm düğüm bulaşır. Aslında hiç varolmamış ‘bir’ bitmeyen ‘iki’dedir sobelendiği ‘üç’ün. Efsûnu rakamlarında mahremöykülerin bütünüdür sır.

“oysa her şeyi unutmak kabil değildir. göz dedikleri şu hayatta tekmil gördükleriniunutmayı becerebilir de, görüldüğünü bir türlü çıkaramaz aklından. şahitler olmasageçmişini unutabilir insan.şahitler varsa iş değişir. çünkü onların her bakışı bir itham, varlıkları unutmaya en-geldir.bu yüzden işte, bir türlü sayamıyordu birden üçe. bir'i bir kenara kaldırmıştı, iki'yi birkenara. habire savruluyordu ikisinin arasında; eksiliyordu, toplamlarına vara-madıkça.”

Bir de ‘nazar sözlüğü’ barındırır roman bağrında. Her kelimenin kapısı görmeye vegörülmeye açılır. Mahremin teyididir tanımlar. Sadece sözlük Elif Şafak’ın kitabı yaz-madan nasıl bir ön çalışma yaptığının göstergesi, birikiminin yansıtıcısıdır.

“ay çiçeği: ay çiçeği güneşe aşık olunca, gülmekten kırılmış bütün bitkiler. ‘güneşgökyüzündeki tahtından bir an bile ayrılmaz. kudretli ve ulaşılmazdır. sen kim, o kim.vazgeç bu sevdadan,' demişler hep bir ağızdan. ay çiçeği sesini çıkarmamış. sevdalıgözlerini dikmiş güneşe; bakmış bakmış bakmış.uzun müddet hiçbir şeyin farkına varmayan güneş, nihayet bir gün, ay çiçeğininbakışlarını hissetmiş üzerinde. önce geçici bir heves sanmış ama zamanla yanıldığınıanlamış. ay çiçeği öyle inatçıymış ki, güneş tahtını nereye taşıdıysa, yılmadan usan-madan o yöne çevirmiş başını.derken bir öğleden sonra, artık bu takipten bıkan güneş sapsarı gazabıyla kavurmuşay çiçeğini. daha ay çiçeğinin üzerinde simsiyah duman tüterken, insanlar akın et-mişler olay mahaline. 'yaşasın!' demiş içlerinden biri. 'şimdi ne güzel çitleriz bu aşkı.’aynı gece televizyonun karşısında acıklı bir aşk filmine gözyaşı dökerken, çitlemişlerayçekirdeklerini.”

Sineye damlayan bir kitap. Ama ne kan ne yağ ne gözyaşı ne de su gibi. Bunlardanziyâde bir mum gibi. Damladığı yerde öylece kalıyor ve dönemedikçe bağrından kop-tuğu sıcaklığa kaskatı kesiliyor.

“merak ediyorum arka bahçelerde sırlanmış sırlar, işlenmiş kabahatler, yarım kalmışsatırlar kaydediliyor mu satır satır, kelime kelime?

110

tasavvur

Page 111: tasavvur

bilmek istiyorum bir mahremiyeti var mı insanoğlu-insankızının, insan olmanın? arasıra da olsa, gözlerden kaçabileceğimiz, görülmekten kurtulabileceğimiz gececil biran, karanlık bir nokta kadid bir boşluk, belirsiz bir yırtık, ufacık bir çatlak, önemsizbir kaçak... hani sanki, bit ısırmış, kene yapışmış, tırtıl kemirmiş, sülük emmiş, güveyemiş, gökten düşen üç elmanın birinden kurt çıkıvermiş kadar küçük, küçücük birmahremiyet var mı bu seyirlik dünyada.”

...

(Hazırlayan: Hatice Zühâl)

111

tasavvur

Page 112: tasavvur

Derviş Hüneri | Nuri Pakdil

Edebiyat Dergisi Yayınları

İlk kez 1997 yılında basılmış Derviş Hüneri. Fakat kaleme alınış tarihi daha eski... 26Temmuz-30 Aralık 1983 tarihleri arasında, ne deneme ne şiir ne günlük tarzındayazılmış bir eser. Kitap, yazarın gün gün tuttuğu notlardan oluşuyor. Zaman aralığınınkısa oluşuna aldanmamak gerek; her günü, her gecesi, her saniyesi o kadar İstanbul,o kadar Nuri Pakdil ki ince bir kitap olmasına rağmen uzun bir zaman diliminde oku-nan bir kitap oluyor…

İstanbul’u anlatan, daha doğru bir ifâde ile anlatmaya çalışan her türde eser ortayakonulmuştur şu zamana kadar; şiirler, romanlar, denemeler vs… İstanbul’u anlata-bilmek mümkün mü bilmiyorum; ama İstanbul’u yaşayan bir adam gördüm kitabın ilksayfasından son sayfasına kadar. İstanbul’a dair en ufak bir tasvir yok kitapta,İstanbul’un anlattıkları, anımsattıkları Pakdil’in derviş haliyle satırlara dökülmüş;sokaklar, caddeler, vapurlar, Erenköy, Süleymâniye, Sultan Ahmet, Viyana, Kudüs,Filistin, Bağdat, Abdülhamit, Hz. Ebubekir, Mehmed Geylânî,… ve tabiî baştan sonakadar Nuri Pakdil; İstanbul’da gördükleriyle, hissettikleriyle, yaşadıklarıyla vekendiyle…

Kim istemez ki İstanbul’da yaşamayı, İstanbul’u böyle yaşamayı…Bir de ‘can’ isterse, İstanbul’da yaşanmaz mı?

Kitaptan birkaç alıntı; İstanbul’a ve Pakdil’e dâir:

“Yaslandım Üsküdar Alanına.1453 koluma girdi, vapura bindirdi.Burun buruna geliyorum Süleymâniye ile -ki Eminönün’nün kalabalığı bileayıramıyor bizi- iskeleden Mısır Çarşısı’na değin derin bir söyleşi.Taşa taş.”

“Sıcak bir salep: gibi: Feneryolu’nda- önümde hep Akdeniz’in Filistin kıyıları- ÖZSUTALEBİ”

“Minyatür kibarlıklar(dı) uygarlığımız(dı) : gözyaşımı koyacak yer olmayıncaçıkarmadım artık: kalabalıktı: iskele: beklerken.”

“Filistin’i biraz daha sıkıştırdım derime.Başkan Abdülhamid’in marangozhanesine inip çivi çakışı geliyor aklıma.”

“İnsanın, içinden kurduğu cümlelerin ağırlığını omuzlarında hissettiği vakitleri iyiyaşaması gerekiyor. İçimiz: büyük şansımızdır çünkü”

Kitaba ve yazara dâir söylenebilecek son söz, Pakdil’in kendi ifâdeleri ile:“Dilimin döndüğü kadar sustum…”

...

(Hazırlayan: Ayşe Serra Dilek)

112

tasavvur

Page 113: tasavvur

Modern Dünyada Müslümanlar | Abdurrahman Arslan

İletişim Yayınları

Abdurrahman Arslan, sosyologların müslüman olanlarından bir za’t. Birçokları gibipek fazla tanınmıyor, tanınmayınca okunmuyor; ama kâfî derecede biliniyor.Muhammed İkbal, İbn Haldun, Bediüzzaman, Muhyiddin Arabi’den gelen bir mirasınson temsilcilerinden. Fikir arkadaşlarından birisi Ali Bulaç. Bindokuzyüzdoksanüçyılında, dergi-kitap formatında Bilgi ve Hikmet’i çıkarmaya başlıyor.Savunulan birçok şeyden en mühimi: Sanıldığının aksine geri kalmışlığın sebebiİslâm değil! Kitapta şöyle geçer: “Müslümanlar bütün tarihleri boyunca hiç düşün-medikleri bir şeyi yapmaya kalkarak, mağlubiyetin sebebini hep kendilerinde bu-lurken, bu kez başka yerde arayacaklar. Ve ilk defa mağlubiyetin sebebini kendidışlarında; yani dinlerinde görecek, dinlerini tartışma konusu yaparak onu suçlaya-caklardır. Bunun modernitenin ilk ve büyük sersemletici sonuçlarında biri olduğunuvurgulamak gerekmektedir.”

‘Modern Dünyada Müslümanlar’ doksanlı yıllarda Bilgi ve Hikmet, Birikim, Gelecek,Köprü, İlim ve Sanat, Umran gibi dergilerde yayınlanmış makalelerin toparlanmasıile oluşturulmuş, sıkıntılı bir zamanın ertesinde yayınlanmış bir kitap....

Modernizm ne ile yaşar? Akılla... Akıl, şüphe yok ki Batılı insana kadim Grek’tenkalmış bir miras. Ve yine şüphe yok ki; modernizmin tohumu atan da onu sulayıpgeliştiren de yine bu ‘akıl’ olgusu idi. Aydınlanma, Tanzimat, Cumhuriyet... Akılfuryası dalgalanıp devam ededuruyor. Karanlığı doğuran ne hazindir ki ‘Aydınlanma’oluyor.

113

tasavvur

Page 114: tasavvur

Kitabın bir bölümünde yeni bir gelecekten ziyâde eskiye dönerek geleceği keşfetmek-ten bahseder. Modernizme bir cevap vererek gelecek kurmak gerekse, za’t’ın cevabıgayet sarih:“Modernizm’e cevap gerekecekse; Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v) yaşayarakbize örnek olduğu o yalın ve ‘fakir’ hayatına talip olarak işe başlayabiliriz. Şüpheyok ki, böyle bir hayatın ödenmesi gereken ‘bedeli’ çok yüksek olacaktır. Fakat yenibir gelecek için ödenmesi gereken ‘pahalı’ bir bedel kadar tabiî ne olabilir ki!”

Günümüz İslâmcılık düşüncesine de sair eleştiriler sunar. Misalleri çokçadır: İslâmcıpartiler, modern müfredatlı İmam- Hatip okulları ve çeşitli kolejler, manasındanarındırılarak mankenlere podyum kıyafeti olan ‘tekbir’ markalı giysiler, plajlarda boygösteren yanmaz-yapışmaz ve dahi su geçirmez şer’i mayolar, radyolarda hidayettenuzaklaşanlar için istek yapılan yeşile boyanan pop şarkıları, Kur’an’ı Kerim ve İstiklalMarşı ile açılan televizyonlar, vs, vs, vs... konuya dair kitaptan alıntı:“... moda tesettüre bürünerek podyumlarda arz-ı endam ederken; yaşlı yeryüzününbütün bir ömrü boyunca Yesrib varoşlarında ancak bir kez şahit olacağı o görkemlikarşılamanın nağmeleri, ‘tala’el Bedru’, mankenler için fon müziği olmaktan kurtu-lamayacaktır... israf için üretim krizine yakalanmış ekonomide, Allah’ın büyük-lüğüne vurgu yapan ‘tekbir’ kelimesi içerik anlamını terk ederek patentlenecek veticari mülkiyetin ‘metaı’ haline gelecektir. Öte yandan İslâm, Müslümanlar’a bireğlenme ve dinlenme kültürü ‘sunmadığı’ halde; metropolden başlayarak denizkıyılarına uzanan modern hayat biçimlerinin özellikle denize dönük kültürü ve buhayatın mevcut kurgusu gözardı edilerek, HakikiŞeriatMayo yapılıp denize sokul-maya başlanır.”Durum budur ve acıdır!

Abdurrahman Arslan, modern dünyada hikmeti arayan bir bilge’dir. Ehemmiyetleokunması gereken eseri Modern Dünyada Müslümanlar’dır. Böyledir!

...

(Hazırlayan: Bünyamin Kasap)

114

tasavvur

Page 115: tasavvur

115

tasavvur

Page 116: tasavvur

116

tasavvur

ravzayayınları

büyük reşit paşa cad. no: 22/42vezneciler - eminönü / istanbul

+90 212 5284617www.ravzayayinlari.com

Page 117: tasavvur

117

tasavvur

Bizim KitabeviSchellhammergasse 101160 Viyana/AvusturyaTel: 0043 699 128 13 446

Aziziye KitabeviPreysinggasse 271150 Viyana/AvusturyaTel&Faks: 0043 1 990 83 53

Anadolu KitabeviGudrunstrasse 1151100 Viyana/AvusturyaTel: 0043 1 602 02 296

Şükrü Gülle

Ahmet Kurtkaya

Yusuf Kara

Nadire Kara

Şevket Tabaş

Haydar Kasap

Vahit ToyİHH Avusturya Temsilcisi

Mustafa KasadarRavza Yayınları Sahibi

k a t k ı l a r ı n d a n d o l a y ı

t e ş e k k ü r e d e r i z