tkpninsesi_11

4
TKP’nin Sesi 22 Ekim’deki yüzlerce gözaltının diyeti “Dersim’de çok acılar çekildi” denince ödenmiş sayılır mı? 25 Kasım 2011 “İkinci Cumhuriyet’in ‘muhtaç kadın’ı yaratılırken: Gericiliğin son kurbanı N.Ç.” başlığıyla 20 Kasım 2011 Pazar günü Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde düzenlenen panelde TKP MK üyesi Zehra Güner, Avukat Yelda Koçak, Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Zeynep Beşpınar konuşmacı olarak yer aldı. Panelin ardından forum bölümü gerçekleştirildi. Çocuklara yönelik istismarın kadına yönelik şiddetin önemli bir parçası olarak değerlendirdiği toplantıda, N.Ç. davası ekseninde kadınlara yönelik olarak artan şiddet ve baskıların siyasi ve ideolojik zemini sor- gulanırken, İkinci Cumhuriyet’in yaratmaya çalıştığı yeni kadın kimliğini reddetmenin yolunun sosyalizm mücadelesinden geçtiği vurgulandı. TKP olumsuz gelişmelerin yaşandığı ülkemizde solun gücünü sıçratabileceğini ısrarla söylüyor. İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz gerici bir rejimin kurulduğu, düzen içi muhalefetin rejime uyarlandığı ve bütün muhalif güçlerin baskı altına alınmaya çalışıldığı doğru. Ama bu tablo sosyalist solun tükenmesi değil çok önemli mevzilere sıçramasına açılabilir. Bu tablodan komünist hareketimizin hamle yapması pekala çıkartılabilir. TKP genel üye toplantılarından yayın standlarına, yaygın bildiri dağıtımlarından kitle toplantısına uzanan bir çalışma planıyla örgütlenme atağına kalkıyor. Dostlarını parti saflarına çağırıyor! ‘İşgalci’ AKP de olsa her zaman kaybeder Dünyamızın kapitalizm çağına girmesinden bu yana üçüncü büyük krizi yaşaması, basit bir benzetme yoluyla olası bir istikameti ortaya koyuyor. İki kriz de, ertelendikçe sorunları biriktirmiş ve insanlığın tepesine birer dünya savaşı olarak dönmüşlerdi. Bölgemizdeki gelişmeler ve AKP hükümetinin Türkiye’den yayılmacı bir yeni-Osmanlı türetme gayreti yine aynı istikameti gösteriyor. AKP bölgesel iktidar için ille de savaş istiyor. Emperyalist ülkelerse hegemonya alanlarını tam kontrolleri altında olmayan doğu coğrafyasına doğru genişletiyorlar. “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü sünepelik olarak gören AKP’nin yayılmacılığı sınır komşusuna başkalarının müdahalesini seyredemez. Başbakan bunu alenen dile getiriyor. Bunlar birleşince ortaya çıkıyor ki, aslında Suriye komplosu daha büyük hedefler öncesi bir alıştırma olabilir. Emperyalizmin bu işi yapacak müslüman bir taşeron varken elini ateşe sokmamayı tercih etmesi de mantıklı görünüyor. Bir dizi batılı devlet yöneticisi Türkiye’yi pohpohlamayı iş edinmiş durumda. Geriye bölgenin diğer taşeron olmaya meraklı gerici rejimleri kalıyor. Irak’ı işgal ederken Amerikan modeli orta boy emperyalistleri bir uluslararası “koalisyon”da birleştirmişti. Belki AKP de bu örneği izleyecektir. Kısa vadeli gelişmeler baskıcı AKP rejiminin Suriye’ye atacağı taşla çok kuş vurmayı amaçladığını da gösteriyor. Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, yoksulluğu, krizi, hatta depremi unutturma imkanı, muhalifleri baskılamak için yeni bir gerekçe, şovenizmi yükseltmek... Kuşkusuz büyük güçlerin ve yüzde ellinin desteğini almış, üstelik pervasız bir hükümeti engellemek kolay iş değil. Ancak AKP’nin ve savaşın karşıtları yalnızca bu işin kolaylığına zorluğuna bakamazlar. Bir kere, bu gelişmenin karşısında gerçekleri söylemekten vazgeçmemek bizim için biricik seçenektir. Komünistler ve solun onur duygusunun kılavuzluğundan sapmazlar. Öte yandan, bu gelişme AKP penceresinden bakıldığında pek kazançlı olacağa benzese de, riskleri çok yüksek bir gelişme olacaktır. Kimse halkımızı ateşe atanların yine halka hesap vermeyebileceğini düşünmesin. “İşgalciler her zaman kaybeder” sözü doğrudur. Bizim işimiz hesap gününü yakınlaştırmaktır. Dostlarımız, Parti Saflarına! Kadın ve Ülke toplantıları başladı

Upload: tkpnin-sesi

Post on 07-Mar-2016

219 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Kadın ve Ülke toplantıları başladı 22 Ekim’deki yüzlerce gözaltının diyeti “Dersim’de çok acılar çekildi” denince ödenmiş sayılır mı? 25 Kasım 2011

TRANSCRIPT

TKP’nin Sesi22 Ekim’deki yüzlerce gözaltının diyeti “Dersim’de çok acılar çekildi” denince ödenmiş sayılır mı?

25 Kasım 2011

“İkinci Cumhuriyet’in ‘muhtaç kadın’ı yaratılırken: Gericiliğin son kurbanı N.Ç.” başlığıyla 20 Kasım 2011 Pazar günü Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde düzenlenen panelde TKP MK üyesi Zehra Güner, Avukat Yelda Koçak, Marmara Üniversitesi Öğretim Görevlisi Zeynep Beşpınar konuşmacı olarak yer aldı. Panelin ardından forum bölümü gerçekleştirildi. Çocuklara yönelik istismarın kadına yönelik şiddetin önemli bir parçası olarak değerlendirdiği toplantıda, N.Ç. davası ekseninde kadınlara yönelik olarak artan şiddet ve baskıların siyasi ve ideolojik zemini sor-gulanırken, İkinci Cumhuriyet’in yaratmaya çalıştığı yeni kadın kimliğini reddetmenin yolunun sosyalizm mücadelesinden geçtiği vurgulandı.

TKP olumsuz gelişmelerin yaşandığı ülkemizde solun gücünü sıçratabileceğini ısrarla söylüyor. İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz gerici bir rejimin kurulduğu, düzen içi muhalefetin rejime uyarlandığı ve bütün muhalif güçlerin baskı altına alınmaya çalışıldığı doğru. Ama bu tablo sosyalist solun tükenmesi değil çok önemli mevzilere sıçramasına açılabilir. Bu tablodan komünist hareketimizin hamle yapması pekala çıkartılabilir. TKP genel üye toplantılarından yayın standlarına, yaygın bildiri dağıtımlarından kitle toplantısına uzanan bir çalışma planıyla örgütlenme atağına kalkıyor. Dostlarını parti saflarına çağırıyor!

‘İşgalci’ AKP de olsa her zaman kaybeder

Dünyamızın kapitalizm çağına girmesinden bu yana üçüncü büyük krizi yaşaması, basit bir benzetme yoluyla olası bir istikameti ortaya koyuyor. İki kriz de, ertelendikçe sorunları biriktirmiş ve insanlığın tepesine birer dünya savaşı olarak dönmüşlerdi.Bölgemizdeki gelişmeler ve AKP hükümetinin Türkiye’den yayılmacı bir yeni-Osmanlı türetme gayreti yine aynı istikameti gösteriyor. AKP bölgesel iktidar için ille de savaş istiyor. Emperyalist ülkelerse hegemonya alanlarını tam kontrolleri altında olmayan doğu coğrafyasına doğru genişletiyorlar. “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü sünepelik olarak gören AKP’nin yayılmacılığı sınır komşusuna başkalarının müdahalesini seyredemez. Başbakan bunu alenen dile getiriyor. Bunlar birleşince ortaya çıkıyor ki, aslında Suriye komplosu daha büyük hedefler öncesi bir alıştırma olabilir.Emperyalizmin bu işi yapacak müslüman bir taşeron varken elini ateşe sokmamayı tercih etmesi de mantıklı görünüyor. Bir dizi batılı devlet yöneticisi Türkiye’yi pohpohlamayı iş edinmiş durumda. Geriye bölgenin diğer taşeron olmaya meraklı gerici rejimleri kalıyor. Irak’ı işgal ederken Amerikan modeli orta boy emperyalistleri bir uluslararası “koalisyon”da birleştirmişti. Belki AKP de bu örneği izleyecektir. Kısa vadeli gelişmeler baskıcı AKP rejiminin Suriye’ye atacağı taşla çok kuş vurmayı amaçladığını da gösteriyor. Kürt düşmanlığı, Alevi düşmanlığı, yoksulluğu, krizi, hatta depremi unutturma imkanı, muhalifleri baskılamak için yeni bir gerekçe, şovenizmi yükseltmek...Kuşkusuz büyük güçlerin ve yüzde ellinin desteğini almış, üstelik pervasız bir hükümeti engellemek kolay iş değil. Ancak AKP’nin ve savaşın karşıtları yalnızca bu işin kolaylığına zorluğuna bakamazlar. Bir kere, bu gelişmenin karşısında gerçekleri söylemekten vazgeçmemek bizim için biricik seçenektir. Komünistler ve solun onur duygusunun kılavuzluğundan sapmazlar.Öte yandan, bu gelişme AKP penceresinden bakıldığında pek kazançlı olacağa benzese de, riskleri çok yüksek bir gelişme olacaktır. Kimse halkımızı ateşe atanların yine halka hesap vermeyebileceğini düşünmesin. “İşgalciler her zaman kaybeder” sözü doğrudur. Bizim işimiz hesap gününü yakınlaştırmaktır.

Dostlarımız, Parti Saflarına!Kadın ve Ülke toplantıları başladı

TKP’nin Sesi

Suriye, AKP iktidarının dış politikasında “pilot çalışma alanı” haline gelmiştir.Pilot çalışma alanının özelliği, kapsamlı kurguların test edildiği ilk ölçek olmasıdır. Testin sonuçlarına göre ölçek büyütülür ve kurgu daha geniş alanlarda uygulamaya konulur. Suriye, AKP’nin dış politikasında pilot alan seçilmiştir; çünkü hem Libya’ya, Mısır’a göre Türkiye’nin çok daha yakının-dadır, hem de bu ülke İran gibi “büyük lokma” değildir…AKP açısından, Osmanlı-İslam geleneğine Cumhuriyet modernliğinin mi katılacağı-nın yoksa tersine Cumhuriyet modernliği-nin Osmanlı-İslam tonlarıyla mı bezenece-ğinin bölgedeki diğer ülkelere göre o kadar

fazla önem taşımadığı bir ülkedir…Suriye, bir yandan İsrail’i teskin ve hoşnut ederken diğer yandan İran ve Rusya gibi ülkelerin tepki derecelerinin kestirilmesi açısından da ideal bir konumdadır…AKP liderlerinin ikide bir dedikleri gibi, Suriye’nin petrol zengini olmaması, gerek bu ülkenin insanlarına gerekse batılı güçlere ihtiyatla yaklaşan diğer Arap-İslam unsurlara “ben onlara benzemem, başkayım” mesajı verilmesi açısından iyi bir fırsat oluşturmaktadır…“870 kilometrelik sınır” da iyi bir girizgâh sayılabilir; ondan sonra 500 küsur kilo-metrelik sınırla İran gelmektedir…Nihayet, “Türkiye bölge için bir model olabilir” genellemesi, Suriye söz konusu olduğunda ABD’nin ağzından “bu işi Türkiye’ye bıraktık” açıklığına ve somutlu-ğuna dönüşmüştür…Suriye, bu nedenlerle AKP dış politikası-nın pilot çalışma alanı olmuştur. ***Ancak, her tür pilot çalışmanın bir süresi, zaman sınırı vardır. Türkiye’nin de, elinde verilen Suriye oyuncağıyla yıllar boyu hoşnutlukla oyna-

yıp avunacağı düşünülemez. Burada da bir “kırılma noktasının”, test sonuçlarının belirli yönlere işaret edecek olgunluğa ulaştığı bir evrenin gelip çatması gerekir. Bu nokta, müdahale ve savaş mıdır? Müdahale ve savaşsa, Türkiye burada tek başına mı rol alacak, yoksa “uluslararası topluluğu” göreve mi davet edecektir? Bu sorunun yanıtı, batılı ülkelerin için-den çıkamadıkları ekonomik krizden Suriye’deki muhalefetin performansına, İran’ın tutumundan bir “bölge sorunu” olarak Kürt sorununun alabileceği yeni boyutlara, bu arada Irak’taki dengelere ve ABD’nin bu ülkedeki varlığına kadar pek çok etmene bağlıdır. Ancak, bu belirsizliklere karşın şurası aşağı yukarı kesindir: AKP dış politikası, Suriye ile oynamaktan memnun, bu fırsatı tepe tepe kullanmakta ısrarlı olsa bile, bu ülkeye tek başına bir müdahaleyi göze alabilecek kadar temkinsiz de değildir ve böyle bir müdahalenin risklerini üzerine almak istemeyecektir. Sonuçta, yukarıdaki etmenlere göre süreç belirli bir kıvama gelirse dostlarına “gelin bu işi birlikte yapalım” diyecektir. ***AKP’nin Suriye’deki durumu daha geniş ölçeklere hitap için bir basamak olarak nasıl kullandığının en son ve çarpıcı örneklerinden biri geçenlerde İstanbul’da

yapılan “Afrika Müslüman Ülke ve Toplu-lukları Dini Liderler Zirvesi”nde sergilen-miştir. Bu toplantıda konuşma yapan Erdoğan, beklendiği gibi Suriye ve Esad’la uğraş-manın ötesinde, Türkiye’nin dışarıya bakan yüzüne yeni renkler de katmıştır. Erdoğan’ın konuşmasının içeriği, hitap ettiği katılımcıların dini liderler olması gerçeğinin de ötesinde bir dinselliktedir. İktidar, rejim, siyaset, ülke yönetimi, dün-ya dengeleri, bölgedeki durum vb adına gündem ve sorun olarak ortada ne varsa hepsi “Müslüman kardeşliği” bağlamında ele alınmıştır. Erdoğan, konuşmasını dinleyen katılım-cıların o sıradaki onaylayıcı ve hayranlık dolu yüz ifadelerini daha sonra izlemişse mutlaka “işte bu dünyanın lideri benim” demiştir. Sonuçta, AKP’nin dış politikada “monşer” çizgisine son verdiği söylenebilse bile, bu politikanın bela getirme olasılığı açısından 1914’teki İttihatçı politikalardan daha risksiz, 1930’lardaki tek parti dış politi-kalarından daha az kaypak, 1950’lerin başında Kore’ye asker gönderenlerinkin-den daha kişilikli olduğunu söylemek mümkün değildir. Oyuncak Suriye de olsa, hem kaypak hem kişiliksiz, ama bu arada riskli politika, politika değildir.

TKP Genel Merkezi Karanfil Sk. No: 58 Kat: 3 Kızılay ANKARA Tel: 0312 417 29 68 www.tkp.org.trBaskı: Kayhan Matbaacılık Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 244 Zeytinburnu İst.

Daha büyük ölçek öncesi alıştırmalar...AKP dış politikası, Suriye ile oynamaktan memnun, bu fırsatı tepe tepe kullanmakta ısrarlı olsa bile, bu ülkeye tek başına bir müdahaleyi göze alabilecek kadar temkinsiz de değildir ve böyle bir müdahalenin risklerini üzerine almak istemeyecektir.

AKP Dış Politikasının Pilot Çalışma Alanı Suriye

Dersim olayları bir kere daha tartışma gündemine taşındı. Bu kez bir CHP milletvekilinin Dersim isyanının vahşi biçimde bastırılmasının sorumluları arasına Atatürk’ü de katmasıyla başladı. Kimi CHP’lilerin buna tepkisi ve AKP’nin ana muhalefe-tin içine yönelik politika yapmasıyla sürdü...Dersim, Cumhuriyet’in ilk dönem Kürt isyanlarının sonuncusu. Mustafa Kemal’in ölümünden kısa süre önce yaşanan hareketin, dönemin diğer örnekleriyle aynı kategoriye girdiğini söyleyebiliriz. Kürt isyanları sosyal taban olarak yoksul köylü kitlelerine dayanmış, yoksulların halkçı tepkileri dinsel ideolojilerle harmanlanmış ve geleneksel yerel egemenlerin önderliğinde bir harekete dönüşmüştür. Burjuva devriminin doruk noktası olan Cumhuriyet’in kitlesel isyanları gericiliğe, şeyhlere teslim etmiş olması kaçınılmaz bir kader değildi. Kemalist önderlik padişahlığın yerine geçirdiği,

tartışmasız biçimde bir tarihsel ilerleme olan cumhuriyet rejimini halk kitleleriyle ve bu arada Kürt yoksuluyla buluşturmaktan geri durmuş, halkı siyasal sürecin dışında tutmaya öncelik vermiştir. Feodal egemenlerin kitlelere önderlik edebilmeleri-nin gerisinde bu vardır.İsyanlar içinde Kürtlerin kendi kimliklerini geliş-tirdikleri doğrudur. Feodal önderlik altında ulusal kimliğin gelişmesinin ise ciddi kısıtları vardır. Zaten her isyan aşiret temelli kalmış, birkaç veya bir dizi aşiretin ittifakıyla gerçekleşmiş, “ulusal” karakter kazanamamıştır. Dersim isyanında da Alevi-Zaza yanı öne çıkar.Sol, Kürt isyanlarının kim tarafından olursa olsun vahşice bastırılmasına hep karşı durmuştur. İkinci olarak, sol, feodal sınıfsal karaktere sempati beslemek durumunda değildir. Üç: Bugün İkinci Cumhuriyetçilik her şeyi istismar edip aynı sepete atıyor. Bu satırlar yazılırken

yüzlerce kişiyi gözaltına alan AKP’nin Kürtlere Kemalist dönemde uygulanan baskıları samimi biçimde eleştirmesi mümkün müdür? Dört: Kimilerinin geçmişle yüzleşmek adına AKP’nin dolmuşuna bindiği de görülmektedir. Bunlar gerçeklerin ortaya çıkmasından çok gerici rejimin güçlenmesine katkıda bulunmuş olacaklardır. Beş: Atatürk’ün yıpratılmasına karşı çıkmak adına kazılmak istenen siperse solcu işi sayılamaz. Kaldı ki böyle bir savunma hattı isyanlarda kitlelerin katledildiği açık bir gerçekken çok zayıf kalmaya mahkumdur. Bu hengamede Atatürk’ün ne derece işin içinde olduğu bir detaydır. Bu zayıf savunma hattı olsa olsa şovenizmin işine yarayacaktır. Son olarak, İkinci Cumhuriyete karşı mücade-lede AKP’nin tuzaklarına düşmemek gerekir. Ancak bu tuzaklardan sakınmak için, alternatifi Birinci Cumhuriyete dönüşte değil, sosyalizmde aramak gerekir.

HAFTANIN SORUSU

Suriye, AKP iktidarının dış politikasında “pilot çalışma alanı” haline gelmiştir.Pilot çalışma alanının özelliği, kapsamlı kurguların test edildiği ilk ölçek olmasıdır. Testin sonuçlarına göre ölçek büyütülür ve kurgu daha geniş alanlarda uygulamaya konulur. Suriye, AKP’nin dış politikasında pilot alan seçilmiştir; çünkü hem Libya’ya, Mısır’a göre Türkiye’nin çok daha yakının-dadır, hem de bu ülke İran gibi “büyük lokma” değildir…AKP açısından, Osmanlı-İslam geleneğine Cumhuriyet modernliğinin mi katılacağı-nın yoksa tersine Cumhuriyet modernliği-nin Osmanlı-İslam tonlarıyla mı bezenece-ğinin bölgedeki diğer ülkelere göre o kadar

fazla önem taşımadığı bir ülkedir…Suriye, bir yandan İsrail’i teskin ve hoşnut ederken diğer yandan İran ve Rusya gibi ülkelerin tepki derecelerinin kestirilmesi açısından da ideal bir konumdadır…AKP liderlerinin ikide bir dedikleri gibi, Suriye’nin petrol zengini olmaması, gerek bu ülkenin insanlarına gerekse batılı güçlere ihtiyatla yaklaşan diğer Arap-İslam unsurlara “ben onlara benzemem, başkayım” mesajı verilmesi açısından iyi bir fırsat oluşturmaktadır…“870 kilometrelik sınır” da iyi bir girizgâh sayılabilir; ondan sonra 500 küsur kilo-metrelik sınırla İran gelmektedir…Nihayet, “Türkiye bölge için bir model olabilir” genellemesi, Suriye söz konusu olduğunda ABD’nin ağzından “bu işi Türkiye’ye bıraktık” açıklığına ve somutlu-ğuna dönüşmüştür…Suriye, bu nedenlerle AKP dış politikası-nın pilot çalışma alanı olmuştur. ***Ancak, her tür pilot çalışmanın bir süresi, zaman sınırı vardır. Türkiye’nin de, elinde verilen Suriye oyuncağıyla yıllar boyu hoşnutlukla oyna-

yıp avunacağı düşünülemez. Burada da bir “kırılma noktasının”, test sonuçlarının belirli yönlere işaret edecek olgunluğa ulaştığı bir evrenin gelip çatması gerekir. Bu nokta, müdahale ve savaş mıdır? Müdahale ve savaşsa, Türkiye burada tek başına mı rol alacak, yoksa “uluslararası topluluğu” göreve mi davet edecektir? Bu sorunun yanıtı, batılı ülkelerin için-den çıkamadıkları ekonomik krizden Suriye’deki muhalefetin performansına, İran’ın tutumundan bir “bölge sorunu” olarak Kürt sorununun alabileceği yeni boyutlara, bu arada Irak’taki dengelere ve ABD’nin bu ülkedeki varlığına kadar pek çok etmene bağlıdır. Ancak, bu belirsizliklere karşın şurası aşağı yukarı kesindir: AKP dış politikası, Suriye ile oynamaktan memnun, bu fırsatı tepe tepe kullanmakta ısrarlı olsa bile, bu ülkeye tek başına bir müdahaleyi göze alabilecek kadar temkinsiz de değildir ve böyle bir müdahalenin risklerini üzerine almak istemeyecektir. Sonuçta, yukarıdaki etmenlere göre süreç belirli bir kıvama gelirse dostlarına “gelin bu işi birlikte yapalım” diyecektir. ***AKP’nin Suriye’deki durumu daha geniş ölçeklere hitap için bir basamak olarak nasıl kullandığının en son ve çarpıcı örneklerinden biri geçenlerde İstanbul’da

yapılan “Afrika Müslüman Ülke ve Toplu-lukları Dini Liderler Zirvesi”nde sergilen-miştir. Bu toplantıda konuşma yapan Erdoğan, beklendiği gibi Suriye ve Esad’la uğraş-manın ötesinde, Türkiye’nin dışarıya bakan yüzüne yeni renkler de katmıştır. Erdoğan’ın konuşmasının içeriği, hitap ettiği katılımcıların dini liderler olması gerçeğinin de ötesinde bir dinselliktedir. İktidar, rejim, siyaset, ülke yönetimi, dün-ya dengeleri, bölgedeki durum vb adına gündem ve sorun olarak ortada ne varsa hepsi “Müslüman kardeşliği” bağlamında ele alınmıştır. Erdoğan, konuşmasını dinleyen katılım-cıların o sıradaki onaylayıcı ve hayranlık dolu yüz ifadelerini daha sonra izlemişse mutlaka “işte bu dünyanın lideri benim” demiştir. Sonuçta, AKP’nin dış politikada “monşer” çizgisine son verdiği söylenebilse bile, bu politikanın bela getirme olasılığı açısından 1914’teki İttihatçı politikalardan daha risksiz, 1930’lardaki tek parti dış politi-kalarından daha az kaypak, 1950’lerin başında Kore’ye asker gönderenlerinkin-den daha kişilikli olduğunu söylemek mümkün değildir. Oyuncak Suriye de olsa, hem kaypak hem kişiliksiz, ama bu arada riskli politika, politika değildir.

25 Kasım 2011

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı dün katıldığı bir toplantıda açıkça savaş kışkırtıcılığı yaptı. Tayyip Erdoğan’ın birkaç ay önce Libya’ya saldıran Batı-lı ülkelerin şimdi Suriye’ye müdahale etmemele-rini eleştirmesi savaş kışkırtıcılığından başka bir terimle açıklanamaz. Erdoğan Libya’ya saldıran-ların Suriye’deki acıları görmezden geldiğini dile getirmiştir.Türkiye Komünist Partisi, kim dile getirirse getir-sin, savaş çağrılarına hayır demektedir!Erdoğan’ı ve ülkemizin başka yetkili isimlerini komşu Suriye’ye karşı komplo düzenlemekten vazgeçmeye çağırıyoruz. Türkiye Suriye’de Müs-lüman Kardeşler örgütünü çeşitli araçlarla bes-lemektedir. Bu araçlar arasında silah da vardır. Suriye’de meşru bir hükümet bulunuyor ve bu meşru hükümete silahla saldırıda bulunan dinci bir hareketin liderleri defalarca Türkiye’de top-lantı yapmış, silahlı güçlerinin kamp kurmasına izin verilmiş, sözü geçen liderler en son dışişleri bakanı tarafından resmen kabul edilmişlerdir.AKP hükümeti Suriye’deki siyasi iktidara karşı bir komplo yürütmektedir. Bu komplo Suriye’de Türk bayrağı yakıldı diye düzenlenmemiştir. Bu komplo Suriye Kürtlere destek veriyor diye de dü-zenlenmemektedir. Şam’daki mevcut yönetim ile PKK arasında işbirliği yapıldığına dair herhangi bir veri yoktur. Bu komplo Suriye’deki rejimi Amerikan emperyalizmi adına devirmek için tasarlanmıştır.Gelinen noktada başbakan işi savaş kışkırtıcı-lığına kadar vardırmış bulunuyor. Bu savaşın Türkiye halkına ne getireceği bellidir. Savaş kandır. Savaş kuşaklar boyu sürecek düşman-lıklardır. Savaş Suriye’deki mezhep yapısına bağlı olarak Türkiye’de de Sünni-Alevi gerilimi-nin körüklenmesi demektir. Savaş Türkiye’de Kürt muhalefetini şiddetle bastırmak demektir. Savaş Van’daki deprem acısını dindirmek yerine saklamak demektir. Savaş Türkiyeli veya Suriyeli yoksul gençlerin ölmesi demektir.Başbakan savaş kışkırtıcılığını bir daha tekrar etmemelidir.TKP Merkez Komitesi, 18 Kasım 2011

Tayyip Erdoğan, 17 Kasım’da emperyalist ülkelerin Suriye’ye müdahale etmemelerini eleştiren bir konuşmayla Suriye geriliminde bir sınırı daha geçmiş oldu. TKP Merkez Komitesi başbakanın savaş kışkırtıcılığını protesto etti ve hükümeti uyardı.

Savaş kışkırtıcılığına HAYIR! AKP Dış Politikasının Pilot Çalışma Alanı Suriye

Dersim olayları bir kere daha tartışma gündemine taşındı. Bu kez bir CHP milletvekilinin Dersim isyanının vahşi biçimde bastırılmasının sorumluları arasına Atatürk’ü de katmasıyla başladı. Kimi CHP’lilerin buna tepkisi ve AKP’nin ana muhalefe-tin içine yönelik politika yapmasıyla sürdü...Dersim, Cumhuriyet’in ilk dönem Kürt isyanlarının sonuncusu. Mustafa Kemal’in ölümünden kısa süre önce yaşanan hareketin, dönemin diğer örnekleriyle aynı kategoriye girdiğini söyleyebiliriz. Kürt isyanları sosyal taban olarak yoksul köylü kitlelerine dayanmış, yoksulların halkçı tepkileri dinsel ideolojilerle harmanlanmış ve geleneksel yerel egemenlerin önderliğinde bir harekete dönüşmüştür. Burjuva devriminin doruk noktası olan Cumhuriyet’in kitlesel isyanları gericiliğe, şeyhlere teslim etmiş olması kaçınılmaz bir kader değildi. Kemalist önderlik padişahlığın yerine geçirdiği,

tartışmasız biçimde bir tarihsel ilerleme olan cumhuriyet rejimini halk kitleleriyle ve bu arada Kürt yoksuluyla buluşturmaktan geri durmuş, halkı siyasal sürecin dışında tutmaya öncelik vermiştir. Feodal egemenlerin kitlelere önderlik edebilmeleri-nin gerisinde bu vardır.İsyanlar içinde Kürtlerin kendi kimliklerini geliş-tirdikleri doğrudur. Feodal önderlik altında ulusal kimliğin gelişmesinin ise ciddi kısıtları vardır. Zaten her isyan aşiret temelli kalmış, birkaç veya bir dizi aşiretin ittifakıyla gerçekleşmiş, “ulusal” karakter kazanamamıştır. Dersim isyanında da Alevi-Zaza yanı öne çıkar.Sol, Kürt isyanlarının kim tarafından olursa olsun vahşice bastırılmasına hep karşı durmuştur. İkinci olarak, sol, feodal sınıfsal karaktere sempati beslemek durumunda değildir. Üç: Bugün İkinci Cumhuriyetçilik her şeyi istismar edip aynı sepete atıyor. Bu satırlar yazılırken

yüzlerce kişiyi gözaltına alan AKP’nin Kürtlere Kemalist dönemde uygulanan baskıları samimi biçimde eleştirmesi mümkün müdür? Dört: Kimilerinin geçmişle yüzleşmek adına AKP’nin dolmuşuna bindiği de görülmektedir. Bunlar gerçeklerin ortaya çıkmasından çok gerici rejimin güçlenmesine katkıda bulunmuş olacaklardır. Beş: Atatürk’ün yıpratılmasına karşı çıkmak adına kazılmak istenen siperse solcu işi sayılamaz. Kaldı ki böyle bir savunma hattı isyanlarda kitlelerin katledildiği açık bir gerçekken çok zayıf kalmaya mahkumdur. Bu hengamede Atatürk’ün ne derece işin içinde olduğu bir detaydır. Bu zayıf savunma hattı olsa olsa şovenizmin işine yarayacaktır. Son olarak, İkinci Cumhuriyete karşı mücade-lede AKP’nin tuzaklarına düşmemek gerekir. Ancak bu tuzaklardan sakınmak için, alternatifi Birinci Cumhuriyete dönüşte değil, sosyalizmde aramak gerekir.

Dersim tartışmalarına nasıl yaklaşmalı?

TKP’nin Sesi

“Beyoğlu Kumpanya bir yol arkadaşını kaybetti. Oyuncu arkadaşımız Baran Saltuk henüz 21 yaşında ayrıldı aramızdan. Oysa birlikte sanat yapacağımız, üreteceğimiz nice yıllar vardı önümüzde… Biz biliyoruz ki Baran hiç yorulmazdı, şikâyet etmezdi, gülerdi çok, gülünce gözleri parlardı… o parıltıya sahip çıkacağımıza, yorulmayacağımıza ve şikayet etmeyeceğimize söz veriyoruz. Oyunlarımızda, şarkılarımızda hep beraber olacağız onunla.” Beyoğlu Kumpanya

20 Kasım Pazar günü sabah saatlerine doğru, 21 yaşındaki Baran yoldaşımız, 5. kattaki evlerinin penceresinden düşerek yaşamını yitirdi. Hala kabullenememiş olsak da Baran’ın ölümü aklımıza onun ne derece enerji dolu, mücadele dolu; ama bir o kadar da kısacık bir yaşamı olduğunu getiriyor.Baran, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Deniz Ulaştırma Teknolojisi Bölümü’nü henüz bu yıl bitirmişti. Baran, üniversitenin ikinci yılında Türkiye Komünist Partisi’ne üye oldu. TKP’nin üniversite çalışmalarında görev yapan yoldaşımız üniversitenin yıllarını, hayatını daha dolu yaşa-yarak, daha çok şey öğrenerek ve mücadelesine daha çok katkı koyarak geçirdi. Komünist Parti Üyesi olmanın sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmeliydi, bu nedenle her gün hayatını biraz daha düzenlemeli, her gün daha fazla okumalıy-dı. Neredeyse her hafta yoldaşlarına kendisi için kitap öneri listesi hazırlatır, okuyamadığı zaman-larda da kendisinden şikayet eder dururdu. Tüm planlı olma çabalarının yanında enerjik, deli dolu bir devrimciydi…Bir sene önce kendi çabasıyla, çalmayı ilerlettiği

gitarıyla daha iyi işler yapmaya karar vermiş ve sokak tiyatrosu yapan ve Başbakan tara-fından dava açılan Beyoğlu Kumpanya Tiyatro Topluluğu’na katılmıştı. Haziran seçimlerine doğru ise Baran, İstanbul’un tüm sokaklarında Beyoğlu Kumpanya ile birlikte ‘boyun eğmeyen 500 bin kişi’ arıyordu. Yorulurdu; ancak her seferinde ‘dev-rimci olmak gibisi yok’ derdi en yakınında olanlara. Aynı saflarda dopdolu iki yılı geçirdik yoldaşımızla.Eğer Baran dün aramızdan ayrılmasaydı, okuldan mezun olduktan sonra görev yapmaya başla-dığı Şişli İlçe Örgütü’nün binasında kurulacak kütüphane için babası Rahmi Saltuk ile beraber kitap fuarına gidip, babasından söz aldığı 50 kitabı topluyor olacaktı. Baran, ölümün bitiremeyeceği şeyleri, mücadelesini, yoldaşlarını, inadını ve enerjisini bıraktı geride. Dün Baran’ı kaybetmiş olsak da her bir araya gelişimizde, çalışmaları-mızda, kütüphanemizde, sosyalizm mücadele-sine katılacak her kişide, Baran’ı temsil eden, Baran’ın var etmek için çabaladığı tüm değerlerde yaşatacağız yoldaşımızı. Baran mücadelemizde yaşayacak...İTÜ’den Partili Arkadaşları

Baran Saltuk için Beyoğlu Kumpanya ve İTÜ’li yoldaşları da birer açıklama yayınladılar

TKP üyesi Baran Saltuk 20 Kasım sabaha karşı evinin balko-nundan düştüğü bir kazayla aramızdan ayrıldı. Ozan Rahmi Saltuk’un oğlu olan Baran Beyoğlu Kumpanya üyesiydi, Şişli ilçe-de görev yapıyordu. Okmeydanı Cemevinde düzenlenen törenden sonra Çark Çekiçli bayrağa sarılan tabut parti bayrakları ve alkışlar eşliğinde defnedileceği Ulus Mezarlığına gönderildi. Törene ailesi ve yoldaşlarının yanı sıra aralarında Edip Ak-bayram, Arif Sağ, Sadık Gürbüz, Ali Rıza Binboğa, Ferhat Tunç, Nevzat Metin, Pınar Sağ, Ferhat Tunç, Tolga Çandar, Rıdvan

Budak, Mehmet Sevigen, Hikmet Çetinkaya, Zeki Sezer, Cemal Seymen, Menderes Samancılar, Berhan Şimşek, Aydın Ilgaz, Sönmez Targan ve Gürbüz Çapan’ın da bulunduğu sanatçı, gaze-teci, siyasetçi ve aydınlar katıldı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi üyesi İTÜ’lü öğrenciler de TKP’li arkadaşlarını bu zor günlerinde yalnız bırakmadı.Mezarlıktaki törende bir konuşma yapan TKP Merkez Komite üyesi ve İstanbul İl Başkanı Mehmet Kuzulugil, gencecik, pırıl pı-rıl bir devrimciyi kaybetmenin acısı içinde olduklarını vurguladı. Kuzulugil, TKP Şişli İlçe Örgütü üyesi Baran’ın üniversite yılla-rında TKP saflarına katıldığını ve partili olduğu günden bu yana onurlu ve dik duruşu ile dikkat çektiğini belirterek, “bu onurlu çocuğu onurla yaşatacağız” dedi. Kuzulugil, “Baran eğer yaşıyor olsaydı TKP Şişli İlçe Örgütü’nün yeni oluşturmaya başladığı kü-tüphanesi için kitap almak üzere dün sabah saatlerinde TÜYAP Kitap Fuarı’na gitmiş olacaktı. Ancak bu acı haberi aldık” diye konuştu. Kuzulugil, konuşmasını bitirirken “cenaze törenlerimizi ölülerimizin yaşarken talep ettiği şekilde” düzenleyebileceğimiz bir Türkiye özlemini de dile getirdi. Tören Enternasyonal marşıyla son buldu. Rahmi Saltuk’sa sevgili oğluna Ahmed Arif’in dizele-riyle veda etti: “Barancığım, sanki Ahmed Arif amcan senin için yazmış: Yokluğun cehennemin öbür adıdır / Üşüyorum kapama gözlerini.”

Ne yazık, yola Baran’sız devam ediyoruz

‘Yokluğun cehennemin öbür adıdır / Üşüyorum kapama gözlerini’

25 Kasım 2011