tÜrk dİlİ araŞtirmalari yilliÖiisamveri.org/pdfdrg/d00128/1971/1971_levendas.pdf ·...
TRANSCRIPT
TÜRK DİL K URUMU YA YINLA RI-SA Y I : 338
TÜRK DİLİ ARAŞTIRMALARI YILLIÖI
B EL L E T E N
ı 9 7 ı
Müdür
AgAh Sırrı Levend
Yazı Kurulu Üyeleri
A. Caferoğlu, Hasan Eren
ANKARA üNIVERSITESi BASIMEVi-1971
İSLAIVIİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI
AcA.n SıRRı LEVEND
Tanrı:
Tanrı, bütün geni~liğiyle toplumu kavrayan dini hayat içinde, düşün
celeri ve duygulan bir noktada birleştirir. İslam inancına göre Tanrı birdir. "Celal ve Cemal" sahibidir. "Ezeli ve ebedi" dir. Yani ondan öncesi yoktur. Ondan sonra da olmayacaktır. "Zaman ve mekan" ile ilgisi yoktur. "Rabbü'l-alemiu", "Haliku'l-kainat", "M:.üsebbihü'l-esbab" ve "lılet-i ula" odur, bütün kudret ondadır. "O" anlamına gelen "Hu" zamiriyle Tanrı'ya işaret edilir. "Sure-i İhlas" da ve daha başka surelerde böyle geçer.
İnsanlar Tanrı'yı ancak sıfatlarıyle tanıyabilirler; yarattığı eserlerle onun büyüklüğünü anlayabHirler. Tanrı'nın sıfatları ilciye ayrılır: "Selbi", sıfatlar, "Sübuti" sıfatlar. Selbi sıfatlar: "Kıdem", öncesi olmamak; "baka", sonrası olmamak; "vahdaniyyet", bir olıııak; "şeriki ve naziri" bulunmamak, ortağı ve benzeri olmamak; "hadis" olan şeylere aykırı olıııak, yaratıkların hiç birine heıızememek; "kıyam binefsilıi", varlığı için başkasına muhtaç olmamak.
Sübuti Sıfatlar: "İlim", "hayat", "semi' ","hasar", "irade", "kelam ve tekvin"dir. "Tekvin" sıfatından başka· bütün öteki sıfatlarla karşıtlan Tanrı hakkında "caiz ve miiınkin" değildir.
Tanrı'nın ayrıca isimleri de vardır. Bunlara "Esma-i lıahiyye", "Esma-i H üsna" derler. Bunlar türlü yönden ayrılabilir. Viicud'u gösterir: Şey, ve zat gibi. Vücud'un niteliğini gösterir: Kadim, Ezell, Ebedi, Daim gibi, gerçek sıfatları gösterir: Alim, Kadir, Hay, Semi', Basir, gibi. "İzafi" sıfatları gösterir: Evvel, .Alıır, Zahir, Batın gibi. Selbi sıfatları gösterir: Kuddus, Selam gibi. "Ef'al"ı gösterir: Ralık ve Rezzak gibi.
Esrna-i H üsna, Lfıtfu ve Kalm belirttiklerine göre de ayrılabilir : Rabman, Rahim, M:.üheynıin, Gaffar, Vahhab, Kerim, Vasi', Mectd gibi sıfatlar, Cemal suretinde tecelll eden lutuf ve ihsan edici sıfatlardır. Cehhar, Kahhar, Kiibız, Müntekim gibi sıfatlar da Celal suretinde tecelli eden kalıır sıfatlarıdır.
160 AGAH SIRRI LEVEl\'"0
Peygamber:
Peygamberler, insanlara doğru yolu göstermek içiu Tanrı tarafından görevlendirilen birer habercidir. Onlar da Tanrı'nın birer kuludur; aucak seç~i ve sevdiği kullarıdır. Peygamberlerin ilki Adem'dir. A.dem'den sonra türlii tarihlerde birçok peygamberler gelip geçmiş, hepsi de Tanrı'nın buyruklarını kullarına bildirerek ümmetierini dine çağırmıştır. Hz. Muhammet son peygamberdir; kıyamete dek başka peygamber gelmeyecektir. O Tanrı' nın "habib"idir. Müslümanlar "kelime-i şahadet"i tekrarlamakla bu inançlarını belirtmiş olurlar.
demekten ibaret olan bu "kelime-i şahadet"le Tann'dan başka Tanrı olmadığı, Muhaınmet'in Tanrı'nın kulu ve peygamberi olduğu "ıkrar" edilmiş ' olur.
Buna göre Müsliimanlıkta ilk konu Tanrı'nın birliği (vahdaniyyet-i tıalıiyye) ve Muhammet'in peygambcrliği (risalct-i Muhammediyye} olmuş
oluyor ki, hiç kuşkusuz asıllann aslı "vahdaniyyet-i İliihiyye"dir. "Nübüvvet-i Muhammcdiyye" ise ancak bir araçtır.
Ehl-i Siinııet:
Kur'an'la hadisin gösterdiği yola "şeriat", şeriatın hükümlerine uyanlara da "chl-i sünnet ve cemaat" derler. "Ehl-i sünnet", fıkıhda, keliimda türlü fırkalara ve mezheplere ayrılmışlardır. "Ehl-i sünııet" fıkıhda dört mezhebe ayrılır:
1) İmam-ı a'zam Ebu Hanife (ö. H. 150=M. 767)'nin kurduğu Hanefiyye mezhebi,
2) İmam-ı Miilik (ö.H. 179= 1'1. 795)'nin l-urduğu Miilikiyye mezhebi,
3) İmam-ı Şafii (ö.H. 204= M. 819)'nin kurduğu Şafiiyye mezhebi,
4) İmam-ı Hanhel (ö.H. 24l=M. 855)'nin kurduğu Hanbeliyye mezhebi.
Bu mezheplerİlı dördü de haktır. Bunlar esas inançta değil, anlayışta ve yöntemde birbirlerinden ayrılırlar.
"Ehl-i sünııet"in dayandığı şer'1 bilimler dörttür: Kitap, sünnet, kıyas-ı fukaha, icmii'-ı ümmct. Kitap Kur'an'dır; siinnct, Peygamber'in hadi~leri ve davranışlarıyle gösterdiği yold.ur; kıyas·ı fukahii, fakibierin karşılaştık
lan benzerleriyle kıyaslayarak ve bu konuda verilen hükümleri gözönünde
İSLM1t EDEBlYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 161
tutarak karar vermeleridir; icma'·ı ümmet ise, ictilıat sahib olan fakihlerin, herhangi bir hüküm üzerinde birleşmiş olmalarıdır.
EW-i bid'at:
EW-i bid'at, ehl-i sünnete karşı olan, Peygamber'in getirdiği hükümleri kendi düşüncelerine uydurmaya çalışan kimselcrdir. İlk chl·i hid'at Sıffin Savaşı sonunda ortaya çıkan Haricilerdir. Bunlar Halife Osman'ı ve Ali'yi "tekfir"e dek giderler.
III. Halife Osman zamanmda Abdullah b. Seba, Ali'ye aşırı sevgi esa· sına dayanan ve onu Tanrılık aşamasına yükselten savlarla ortaya çıktı. Böylece ayrılığın ilk temeli olan Rafızllik başlamış, ehl-i sünnet karşısında Batıııi·
lik yer almış oldu. Batıniler Kur'an ve hadisin "zahiri" anlamından başka "batmi" yani gizli anlamı olduğunu söylerler. Kur'an'daki iiyetlerle hadisleri diledikleri yolda yorumlayarak savlarma birer dayanak bulmaya çalışırlar. Kendilerine Biitmi denilmesi bundandır.
Halife Osman'ın şehit edilmesinden soııra onun yerine geçen Ali'nin halifeliğini, Şam valisi olan Muaviye kabul etmeyince, davayı kılıçla çözümIemekten başka çare kalmadı. İki ordu Sıffin'de karşılaştı. Çarpışmada Mua· viye ordusu yenilince, Kur'an hükümlerine dayanılarak davanın hakem yoluyle çözümlenmesi ileri sürüldü. Ali ordusunda bu öneriyi kabul edenler de etmeyenler de oldu. Kabul etmeyenler çekildiler. Kabul edenlerin bir hö· lüğü de, hakem kararının Ali aleyhine çıktığını görünce ondan ayrılarak ötekilere katıldılar. Bunlar saftan çıktıklan için "Harici" adını almışlardır. Ali, halifeHğini tannuayan ve kendini t ekfir eden Hiiricilere saldırarak çoğunu kılıçtan geçinniş ise de, kendine bağlı olanlar azaldığından, Muaviye ile yeniden karşılaşmayatak KUfe'ye cekilmiş, bir süre sonra da şehit edilmiştir.
H ariciler, halifelik ve imamlık sorunu üzerinde önemle dururlar. Onlara göre, imamlıkla halifelik yahtız bir kabilenin hakkı olamaz; hangi kahileden olursa olsuu adalet le iş görecek kişi halife seçilir.
Ali taraflısı olanlara "şia" denilir ki yardımcılar demektir. Şiiler halifelikle imamhğı birbirinden ayırırlar. Onlara göre imarnın Kureyş kabilesin· den olması şarttır. İmam halife, halife de imaın olmayabilir. Nitekim Ebu Bekir , Ömer ve Osman halifedir ama imam değildir. Ali ile oğlu H asan hem halife hem imamdır. Hüseyin ise yalnız imamdır. Bu konuda şiiler ken~i aralarında da anlaşamaınışlardır.
162 AGAH SlRRI LEVEND
Ali'nin küçük oğlu Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi, Alevileri büsbütün çileden çıkardığı gibi, Alevi olmayanlar arasında da büyük üzüntüler yarattı.
Biitıniliğin Yayılması:
İslam topluluğuna giren kavimlerin hepsi de, yeni dini aynı iuançla can· dan benimsemiş değildi. Hele Müslümauhğl kılıç zoruyle kabul eden İran ve Horasan bölgelerindeki halk arasında fırsat kollayanlar vardı. Haricilerin düşünceleri bu bölgelerde kolayca yayılma olanağını buldu. Bir yandan yer yer ayaklanmalar meydana çıkarken, öte yandan İslamlığın esasını bozmağa çalışan kişilerin propagandalan, Biitıniliğin yayılmasına, birtakım fırkaların, mezheplerin, tarikatlarİn ortaya çıkmasına yol açtı. Batiniler, Kur'an'daki birçok hüküınlerin ancak "te'vil" yoluyle anlaşılabileceğini söylerler.
B-atınilere, doğru yoldan saptıkları için "Melahide" denilir. Batmlliğe, türlü inançları dolaysıyle başka başka adlar da verilmiştir. Örneğin dinin haram ettiği şeyleri mübah saydıkları için ''İbiihiyye", Tanrı'nm bir ruh olarak "hulul" yoluyle Ali'ye ve çocuklarına geçeceğine inandıkları için "HulUliyye", yedi imam kabul ettikleriİıden "Seh'iyye", Ca'ferü's-Sadık'ın oğlu
İsmail'in yedinci olduğunu kabul etmelerinden "İsmailiyye" adını almışlardır. Bunlar kurueniarına göre de adlar alırlar: "Karmatiyye, Meymuniyye, Nasırıyye, Babekiyye, Balıaiyye, Babaiyye" gibi. H . Vl=M. XII. yüzyıllar· dan sonra, dini fırkalar yavaş yavaş genişlemiş, gittikçe çoğalıp yayılarak İslam ülkelerinin birçok yerleri "zaviye"ler ve tekkelerle dolmuştur. Bu hareketirl. gelişmesi kolay olmamıştır. Tarikat sahiplerinin düşünceleri şeriatçı· ların inançlarıyle çeliştikçe, bu düşünceler şiddetle karşılanmıştır. Onlar da mezheplerini gizlemek, düşüncelerini işaretler ve mecazlada saklamak zorun· da kalmışlardır.
Kovuşturma ve baskı yüzünden merkezde tutunamayan mezheplerin sahipleri , en uygun çevreyi uzaklarda, daha çok Horasan ve İran ülkelerinde buluyorlardı. Hele Anadolu XII ve XIII. yüzyıllarda türlü tarikatlarm yayılması için çok elverişli bir çevre idi. Bir yandan Moğol yayılmasıyle birlikte Haçlı seferlerinin verdiği yorgunluk, öte yandan Selçuklulann, kendiler ini saran iç ve dış düşmaularla çarpışmak zorunda kalmaları, Anadoluyu bir savaş meydanı haline getirmiştir. Halk derin bir umutsuzluk içinde yaşa· maktan bıkmış, ölümü isteyecek hale gelınişti. İşte türlü inançları yayınağa çalışan din! fırkalar ve tarikatlar, halkın bu durumundan yararlanmışlar, yer yer açtıkları zaviye ve tekkclere halkı toplamışlardır.
İSLA1ıiİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 163
Ehl-i tasavvuf:
E shab ve tabi)n, tasavvufu "Hak ve hidayet" yolu olarak kabul etmiş·
lerdir. Tasavvufun esası, ilerleme ve yücelme yollarını, mal ve mülk tutkun· luğunu bir yana bırakarak dünya nimetlerinden geçmek, "zühd ve takva" ile bir köşeye çekiHp Hak'ka doğrularak "ibadet ve t aat" içinde vakit geçirmektir. Bunlara "sufiyye", "mutasavvıfa" denilir. Bunlar kendilerine özgü "vecd ve hal''lerle tanındılar.
Şeriat ehliyle tasavvuf ehli için amaç birdir, "tevhit"dir. Her ikisi de aynı amaca iki yoldan gitmiş oluyorlar ki, buna " t arik" denir. Şeriat ehlinin tuttuğu yol, "fikir ve nazar" tarikidir. Bu yol için amaç akıldır. Bu da ya tümden cüz'e varmak (istidlal , deduction) ile ya da cüz'den tüme erişmek
(istikra, induction) ile olur.
Tasavvuf ehlinin yolu ise, " tasfiye" ya da "zevk ve şühud" tarikidir. Bu yoldan gidenler, "nefs-i emmare" yi yenmeye, kendini beğenme, iki yüzlülük, kıskançlık, öfke, mal ve makam tutkunluğu gibi kötü şeylerden ken· dini t emizlerneye çalışırlar. Kalbi "tevhid"in nuruyle ve dünya ilgilerini kesmekle tasfiye ederler.
Tasavvufta yüksek bir yol daha vardır ki, "zat-ı ehadiyyet"e "seyr ü seyahat1" tarik idir. Bu yol için araç aşktır. Bu yoldan gidenler ötekilere göre ülkülerine daha çabuk erişirler. Bunlar Tanrı düşüncesiyle kendilerinden geçmiş kimsler (elıl-i cezbe)dir; kendilerini ölmüş sayarak (mevt-i iradi) dün
yadan ilgil~rini keserler.
Kimi kez kalbi t asfiyeden sonra ruhun "alem-i Kuds"e tutkunluğu ile bir bilim daha meydana çıkar ki, bu da "mükaşefe"dir. Bilimin son aşaması, yani " ilm-i hakikat" budur.
Arpa Emini-zade Sami (Ö.H. 1147=M. 1733) tasavvufdaki bu " ilm-i hakikat"in aşamalarını şöyle anlatıyor.
Güşeyle meratibde nedür <ilm-i },ıa~il~at
Erbab-ı şühüd· eylediler böyle rivayet
Olmışdı o Mal,ıbüb-ı sera-perde-i larayb Içla~-ı niJı:,ab-ı l,ıarem-i gayb-ı hüviyyet
' Burada seyr, bir hükümden bir hale ve bir halden başka bir hale geçiştir ki manevidir.
164.
Yaradılış:
AGAH SIRRI LEVEND
Bi~~at idüp şive-i agaz-ı te'ayyün Ayine-nüma oldı cemiil-i a}.ı.adiyyet
Esmii vü şıfat ile ~uhür eyledi a'yan Çün itdi düvüm mertebede cilve ma}.ı.abbet
Erva}.ı.-ı besa'itde ki oldı mütecelli Ta'yln idemez anı ser-engüst-i işaret
Düşdikde meraya-yı mi§aliyyeye 'aksi Şa}.ı.rii-yı te\).ayyülde göründi nice şüret
Bu mertcheden şoiira semiiviit ü 'aniişır İtdise meviilid ile tertib-i şehadet
İnsan olup ünmii?;ec-i kül ~at ü şıfiita
Pes ma~har-ı tam oldı bu cümle }.ı.azarata
Oldı \ıat-ı . mecmü'a-i pişiini-i insan I;Iükm-i (bale~a 'Allahü 'ala şiireti Ra}.ı.man)
Ba~ dide-i 'ibretle o ayine-i piike Olsun dir iseii pertev-i ta}.ı.~il!: nümiiyan
'Arif isen ey talib-i I;Ia~ sen seni aiila Gencine-i mabfiye ma}:ıaldür dil-i viran
Bil geldüğiiii mülk-i vücuda ne içündür Sa'yit olasın piidişeh-i kişver-i 'ırfan
Tanrı, varlığını ve ululuğunu hildinnek için evreni yoktan var etmiştir. Bütün varlıklar ve yaratıklar onun eseridir; olaylar onda ·son bulacaktır. Ancak o yarattıklarının hiç birine benzemez. Su, toprak, hava ve ateşten ibaret olan "anasır-ı erbaa" meydana gelince, önce bitkiler görUlmeye baş
lamış, sonra hayvanlar en sonra insanlar vücut bulmuştur. İlk insan Adem'dir. Adem'le Havva'nın birleşmesinden insan kuşakları türemiştir.
İnsan yaratıkların en seçkinidir; "eşref-i malılukat"tır. İnsanların alın yazısı "levh-ı mahfuz" da yazılıdır. Tanrı herkesin nasibini kendi yeteneğine ve h_akkettiğine göre ayırmıştır. Her kapı kapanabilir; ama Tanrı'nın acıma ve bağışlama kapısı kapanmaz.
lSLAMİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 165
Evren bir "kitab-ı hikmet"tir; yazarı Tanrı'dır. Bu a·lem ibretle hakıla
cak bir levhadır; tükenmez bir hazinedir. Tanrı biribirine karşıt olan varlıklarla bu alemi doldurmuştur.
Taşlıcalı Yahya (Ö.H. 990=1\L 1582) Gülşen-i Envar adlı mesnevisinde "ehl-i sünnet" anlayışı içinde yaradılışı şöyle anlatıyor:
Da)Ji yoğiken bu zemin ü zamlin J:Iazret-i J:Ia~ var idi anca~ hemlin
Görmez idi kimseler encüm yüzin Açmamış idi da)Ji 'alem gözin
Yoğidi hem nün-ı nigün-ı cihan Ya'ni do~uz dii'ire-i iismiiıı
Sabit ü seyyareye mihr-i Vedüd Zerre gibi virmemiş idi vücüd
Seede-i şükr itmemiş idi cihal Levl;ıa ~alem yazmamış idi mi~iil
Bitmemiş idi gicenün sünhüli Hem ~amerün liilesi milırün güli
Cevher-i ciina beden-i ins ü elin Olmamış idi daQ.i biir-ı girlin
Gii'ih idi noJı:.ta-i rüy-ı zemin Adem ü Havva vü mekan ü mekin
'Aş~ u ma'şü)ı:. ile 'ış~-ı Vedüd 'Aynı ile bulmamış idi vücüd
Olsa idi gamze-i elinlin 'ami Dil ne hilürdi elem-i 'alemi
Nev'-i heşer hem melek-i mul;ıteşem
Şeyn-i şeyiitin ile çekmezdi gam
İtmez idi iil ile ehl-i zaliil Fikre varup rii gibi eğri l)ayiil
Gelmemiş idi yüze . mülk-i cihan Olmış idi hal;ır-ı 'ademde nihiin
166 AGAH SlRRI LEVEND
I):.ıldı eeliii ü 'a~amet i~tizii
'Alemi J.ıal~eyliye Ma'hüd o1a
'Ayn-ı 'ademden a~a ab-ı J.ıayat
Zinde ola emri ile kii'iniit
I):.udret eli Ademi mevcüd ide J:Ii~met ile siicid ü mescüd ide
Cismi ~ılısmını 'ıyiin eyliye 'ilmin ana genc-i nihan eyliye
Ademe esmiisını ta'lhn ide '1Im ile tekrim ide ta'~im ide
I):.ullarını kendüye müştii}ı; ide I):.apusmı Ka'he-i 'uşşalı; ide
tlavf u recii ile ~amu 'aş~iin
Eyliyeler nale vü iili ü figiin
Mürşid-i kamilleri fazılları
Vaşıl ide kendüye }ı;iihilleri
Nür-ı Mul}ammed yaradıldı hemiin. ;ıiihir ola başladı andan cihan
~Idi ~Uhür eyledi derya-yı cüd Buldı talazlar gihi 'alem vücüd
Lev.l;ı.a Jı;alem yazdı l,ı.at-ı müşk-biir
;ıulmet ü nür oldı me'an aşikar
Encüm ile virdi göke zih ü fcr }$:ıldı hu to~uz taha}ı;ı bir güher
}$:adre irişdi felek-i hiesiis Giydi n.ücüm ile mücevher lihiis
Dağlar ile toğdı feza-yı cihan Ah-ı J:ı.ayiit ile şulandı hemiin
I):.udret eli yazdı hilüp .l;ı.ikmetin.
Adem'üii evvel elif-i Jı:iimetin
İSLAMİ EDEBİY ATlN ESASLARI VE KAYNAKLARI
Çekdi anun ~Fadd-i bülendi 'alem Geldi melekler na:ı;arına o dem
Cümleye emreyledi Rabbü'l-Vedüd Dal gibi Adem'e lpldı sücüd
IJayH 'inad itdi ol 'ulvi-mizac Gönline geldi 'adem-i il;ı.tiyac
Sürdi melekler anı der-gahdan Kendüni düreyledi Allah'dan
Eyledi cumhüra mul).alif işi Anlamadı ol zarar-ı fabişi
Virdi keramet na~arın Adem'e Geldi şeref Adem ile 'aleme
J:ialet-i esma ile ol Şah-ı cüd Bildi nedür sırr-ı sera-yı vücüd
Adem olur ma~har-ı 'ilm ü kemal Niteki enhiira vücüd-ı cihal
Doldı beni Adem ile her taraf Rüy-ı cihan buldı bu yüzden şeref
TASAVVUF
167
Tasavvuf ehline göre, Tanrı'dan başka varlık yoktur. .Jı1 )11 ~.J>:-_,..ll bu ana düşünceyi belirtmek için söylenmiştir. Tanrı tek varlıktır. "Vücud-ı mutlak" odur; ezeli ve ebedi kudret ondadır. Evrende var olarak gördüğü
müz eşyanın gerçek ve ayrı bir varlığı yoktur. Hepsi de Tanrı'nın birer "te· celli" sidir. Tanrı evreni yoktan var etmek isteyince, önce "nur-ı Muhammedi''yi yaratmış, ondan cihan meydana gelmeye başlamış, ilahi cömertlik denizi dalgalanarak evren vücud bulmuş, dokuz felek kurulmuş, gök yıldızlarla döşenmiş, ışık ve karanlık belirmiştir.
"Kemal" ve "Cemal" sahibi olan Tanrı kendini görmek ve göstermek
istemiş, bu istek varlıklarm meydana gelmesinin nedeni olmuştur. Şu beyitler bu inançla yaz~lmıştır:
168 AGAH SIRRI LEVEND
Kendü ~üsnüfi }:ıüblar şeklinde peyda eyledüfi Çeşm-i 'aşı~dan dönüp şofira temaşii eyledüfi
Çüuki sen ayine-i kevue tecella eyledüfi Öz cemalüfi çeşm-i 'aşı~dan temaşii eyledüfi
Herşey, kendine karşıt olanlar karşılaşınca belli olur. "Vücud-ı mutlak" ın karşıtı "adem-i mutlak"tır. İşte "Vücud-ı mutlak", "adem-i mutlak" ile karşılaşınca varlıklar tecelli etmiştir.
Şair şöyle diyor:
Yar kendin görrneğe ayine Icad eylemiş
Şüret-i Icad-ı 'iilemden bu ma'nidür garaz
Bu "adem-i mutlak"m da başlı haşma bir varlığı yoktur. Ancak bir ayna gibidir. Tecelliye yol vermek üzere geçici bir an için belireı~ bir hayalden başka bir şey değildir. Demek ki, varlıklar "Vücud-ı mutlak"m "adem-i mutlak" ile karşılaşmasından tecelli etmiştir. Aynada beliren, nasıl bir gölge ise, dünyadaki varlıklarm da gerçek bir niteliği bulunmaması, bir gölge, bir hayal olması çok doğaldır. Tanrı bir an için tecelli etmemeyi dilese, bütün bu gördüğümüz varlık bir anda ortadan kalkar. Şu heyider bu inançla kaleme alınmıştır:
Tal)~I~ olınsa na~ş-ı temaı:ıil-i ka'iniit Ya b viih ü yii bayiii ü yebüd bir fesanedür
Şüretde na~ar eylerisen sen ile hen var Amma ki l;talş:I~atda ne sen var u ne hen var
Bunlara var denilmesi mecaz yoluyledir; Tecelliye "mazhar" oldukları
içindir, yoksa başlı başına varlıkları yoktur.
· Zaman meydana gelmeden önce, Tanrı görünmeyen alem (alem-i kitman)da gizli (meknuz) idi. Tanrı şöyle huyuruyor
Anlamı: "Ben gizli bir hazine idim; istedim ki bilineyim ve bilinmek için şu halkı yarattım" (hadis-i kudsi).
~ 0 .)~~:;.; o ;s '4:1 , J .J.l.~ o 0-1 "'t::;., ~ı-) 1' ~ ,1 ~/;:i c...J ı
İSLAMI EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARt 169
Anlamı: "Onun emri, bir şeyi irade buyurduğu vakıt, ol, der; o da olur" (Yasin suresi, 79. ayet).
Peygahmer , "Tanrı alemi yaratmadan önce nerede idi?" sorusuna "ama" da idi cevabını vermiştir.
Buna "ama" denilmesi, belki Tanrı'dan ayrı hiç bir kişinin bu gerçeği
göremeyeceğindendir.
Nabi şöyle diyor:
Zihi mebde' ki bireng·i 'amiidan eylemiş taşvir
R ezaran çilıre-i reııgin heziiran dicle-i binli
Eşyanın meydana gelmeden önce "ilm-i İlahi"de belirli olan suretine "a'yan-ı sabite" derler. Bunlar türlü yetenekte oldukları için tecelli anında, Tanrı'nın "esma ve sıfat"ı her birinde kendi yeteneğine göre meydana çıkar. Varlıkların çokluğu ve başka başka görünmesi bundandır. Yoksa "Vücud-ı Hakiki" birdir.
Saınl'den:
N ahi' den:
Val)ueti seyridemez al;ıvel nigiih·ı iştibiih
Resti-i eşya-yı günii-gün bir güya iki
TelJ.iilüf şüretii mani' degüldür va}?.deı-i aşla
Olur bir şalidan sürl:J. u sefid ü biir-ı gül pcydii
Muallim Naci'den:
Allah ki mücid-i cihandır
Her türlü ııi~iibdan 'ıyandır
Keııretde heziir renge girmiş
Her ma?>hara başl;:a rcng vermiş
Tecellinin nasıl meydana geldiğini Tanrı'dan başka kimse bilmez. Ancak alem, tecellinin meydana gelmesiyle var (hadis), hemen aslına dönmesiyle yok (fani)'tur. Ama bu tecelliler o denli hızlı ve süreklidir ki iki tecelli arasmda hiç ayrılık duyulmaz, Böyle sürüp gitmekle biz görülenleri var sanırız.
110 AGAI! SIRRI LEVEN'D
Tecelliler, türlü evrelerden geçerek amaca varır. Bu evrelere "hazret" derler ki mertche demektir. Sufller beş mertebe kabul ederler ı.
1) Hazret-i Gayb-ı Mutlak'dır. Buna "alem-i lateayyün", "alem-i ıtlak", "ama-yı mutlak", "hakikat-ı hakayık", "gaybü'l-guyub" da derler. Bu makam "a'yan-ı sabite ve hakayık-ı ilmiyye" alemidir.
2) Alem-i ceberut'tur. Buna "teayyün-i evvel", "tecelli-i evvel", "akl-ı evvel", "hakikat·ı Muhammediyye", "ruh-ı izafi", "ruh-ı külli", "gayb-ı
muzaf", "kitab-ı mübiıı" de derler.
3) Alem-i melekut'tur. Bıma "alem-i misal", "alem-i hayal", "teayyün-i ~ani", '"'sidretü'l-münteha", "berz"ah-ı sugra", "alem-i tafdil" de derler.
4) Alem-i şahadet'tir. Buna "alem-i mülk", "alem-i llasut", "alem-i his", "alem-i anasır", "alem-i eflak ü encüm", "alem-i mevalid" de derler.
5) Alem-i insan-ı kamil'dir. Bu, öteki dört hazreiiıı hepsini kapsar. Son mertche olduğu için bütün mertebelerin sırrı ve her alemin özeti onda bulullUr. İnsan, "arsa-i ilm" den ayrıldığından beri her mertcheden geçmiş ve hepsinden birer emanet almıştır.
İnsan "nüsha-i esrar-ı İlahi"dir. Çünkü bütün "esma ve sıfat-ı 1Iahiyye" öteki varlıklarda ayrıntılı ama dağınık bulunduğu halde, insanda özet halinde, toplu olarak bulunmaktadır. Mevlana şöyle diyor:
"Evrendeki her varlığın timsali insanda da vardır" anlamına gelir. Bunun içindir ki
J ~ .....
"kendini bilen Tanrı'sını bilir" denilmiştir.
Bargiih-ı cenab-ı Mevla'yı
Arama asmanda kendüfie gel
. ..
Burada "kendine gel" hem hatırlatmadır, hem de "kendini tanı" anlamına kullanılmıştır.
1 Bu mertebenin sıraları türiii tasavvuf kitaplarında değişir.
İSLAMI EDEBİYATm ESASLARI VE KAYNAKLARI
Bir beyit:
Bil kendüiii Allah'ufiı bilmekse muradufi Kim nefsini 'arifse odur 'arif-i billah
Taşlıcalı Yahya dan:
Mü'min olan mü'mine mir'iitdur Revzen-i envar-ı keriimiitdur
Şeyh Sezai'den:
Ademi ma'nide mir'iit eyleyenler ~iihirii
Seyrider Allalı'ı l)all~da ]Jal~ı da Allah'da
Bu son beyit ı.:r-Jtl ü"\.J ... if jll hadisine işarettir. Mü'min,
hibü'l-iman anlamına Tanrı'nın da_ bir adıdır. Mevlana şöyle diyor:
JJ~ ,Ö LS;Jl ).r1 ·~ 1..5\
J _; ,ö c..S'> u Jl?; ~ .ı.;_if ı.> J
, ~ri.? .):ı .ı.~5 .)p; ~ _; j cJJ~
J_; 45" c..S'>IJ>-~ ~ ~~ :ıJ>- .J:ı
171
« ' va·
Anlamı: Sen ki ilahi sırların nüshasısın; sen ki Tanrı güzelliğinin aynasısın; alemde var olan her şey senin dışında değildir; isteyeceğin her şeyi ken
dinden iste.
İnsanın aziz olması gönlü nedeniyledir. Gönül Tanrı'nın Kabe'sidir, her şeyi orada aramalıdır.
~ble-gah-ı Kibriya'duı· yıJ:-ma ~albin kimsenüfi
Seyyid Nesimi'den:
Çünki bildün mü'mini.iii ~albinde bir Allah var
Niçün 'izzet itmedün ol beyte kim Allah var
Her ne var adernde var adernden iste I;Iak'~ı sen Olma İblis-i şa~I iidemde sırru'llah var
İnsanın nefsi iyiliğe de kötülüğe de elverişlidir. Bunun için nefsi eğitmek gerekir. Nefs, kendi haline bırakılınca kötülüğe sü~üklenir. Eğitilmeye baş· layınca, önce kınama (Ievvame) aşamasına, sonra sırasıyle iyiyi kötüyü iç-
172 AGAE SIRRI LEVEND
ten sezme (mülhime}, durgunluğa erme (mutmainne}, Tanrı'dan hoşnutluk (raziye), Tanrı'nm insandan hoşnutluğu (marzıye) aşamasına yükselir. "Mar· ziye"nin üstünde "safiye" aşaması, onun da üstünde "makam-ı Mahmud" vardır.
"Mutmainne" aşaması evliyanın ilk basamağıdır. İnsan ne.fsi bu aşama· da ruhun rengini taşır, erdemleşir. "Raziye" ve "marzıye" aşamasında kalp, Tanrı sevgisi ve saygısından başka (masiva} herşeyden hoşalır. Son iki aşama "kamillik" ve "mürşitlik" aşamasıdır. "Safiye" aşaması, "kutupluk", "gavs·ı a'zamlık", kuthü'l-aktahlık", peygamberlik aşamasıdır. "Makam-ı Mahmud" ise, ahır zaman peygamberi olan Hz. Muhammed'in aşamasıdır.
Şeriatin gereklerini yerine getiren insana tarikat kapısı açılır. Tarikatın gereklerini yerine getiren insana gerçeklik kapısı açılır. Gerçeğin gereklerİıli yerine getiren insana "ma'rifet" kapısı açılır. Gittikçe yol incelir, yük ağır· laşır, insan olgun bir hale gelir.'
Hakikat ve ma'rifet aşamasında insan varlığı Tanrı varlığında erir,'kayholur. "Fena fi'llah", "baka hi'llah" budur. İnsan için bu aşamada Tanrı'nın iradesinden ve kudretiııden başka bir irade ve kudret düşiinülmez. Bunun içindir ki veliler, Tanrı'nın sıfatlarına "mazhar" oldukça, Tanrı'nın görüşüy
le görür, Tanrı'nın duyuşuyle duyar, Tanrı'nın diliyle söyler, Tanrı'nın kud· retiyle. yürürler.
"Kutuhluk", "Kuthü'l-irşadlık", "gavs-ı a'zamlık", Kuthü'l-aktahlık",
manevi tasarruf makamlarıdır. Üçler, yediler, kırklar diye anılan veliler de Jm manevi makaınlardadırlar.
Velüik aşamasına erişebilmek için, çokça ibadette bulunmak Tanrı'dan gayrı her şeye yüz çevirmek, yalııız Tanrı'ya doğrulmak, gönlü ve düşünceyi ona bağlamak gerekir. Bu da ancak uğraşmakla ve bir "mürşid-i kamil"e kapılaıımakla olur.
İsmail Hakkı'dan:
Menzil-i ma~üda irmek salike asan olur Ger mulı:addem pir-i irşad ile şoJ:ıbet var ise
~amek8ni Hüseyin'den:
İki • alem sevgisin Jı:alhümden i\)riiç eyleyüp Mürşid-i kimilden ayrugm feramüş eyledüm
fsLAMI EDEBlYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARİ 173
İslamda Tasavvuf:
İslam mutasavvıflarına göre tasavvufun amacı insanları iç temizliğinc, gönül rahatlığına, sonunda da kurtuluş (salah)'a kavuşturmaktır. Bu da Tanrı'yı çok "zikir" ile elde edilir. Geleneğe göre, Peygamber eshahından bir topluluğa .ıiıl ~~ .ll ':J "kelime-i tevhid"inin hep birlikte tekrarlatarak zikrettirnıiştir. Yine geleneğe göre, Peygamber, Medine'ye hicreti sırasın· da Hıra mağarasında gözler ini yumdurarak Tanrı'yı gizlice zikretmesini Ebu Bekir' e, başka · bir zamanda da yine gözlerini yumdurarak Tanrı'yı açıktan zikretmesini Ali'ye "telkin" etmiştir.
İslam tasavvufu Kıır'an'a ve Peygamber'in sünnetine dayaıur. Bu ko· nuda ayetlerden ve hadislerden de bazı örnekler verilir:
Anlamı: "Haberiniz olsun ki kalpler Tanrı'yı zikreımekle yatışır ve ra· hata kavuşur" (R'ad suresi, 28. ayet).
Anlamı: "Beni zikreilin ki, ben de sizi zikredeyim" (Bakara suresi, 152. ayet).
Anlamı: "Tanrı'yı çok zikrediniz ki felah bulasınız" (Enfal suresi, 45. ayet).
Hadisler arasında da şwılar anılabilir:
"Taıırı'yı zikredeule etmeyen, diri ile ölüye benzer" (Sahıh-i Buhari, c. VII, s. 168).
"Taıırı'nın 99 ismi vardır. Kim onları ezberler ve sayarsa cennete girer" (Termizi, c. XIII, s. 34-42).
"Zikrin en erdemiisi La İlahe illa'llah, duanın en crdenılisi El hamdü li'llah'dır" (Sünen-i lbnü Mace, c. II, s. 420).
Mutasavvuflar, daha birçok ayet ve hadis göstererek onlardan hüküm· ler çıkarır~ar:
174 AGAH SIRRI LEVEND
Bu ayet Bedir gazvcsinde nazil olmuştur. Anlamı: "Siz onlan öldürmediniz, Tanrı öldürdü. Ya 1\1uhammed, onların yüzlerine toprak atıp gözlerini kör eden Tann'du" (Enfak suresi, 16. ayet). Bu gazvede Peygamber Tanrı'dan yardım istedi. Cibril gelip Peygamber'e: "Bir avuç toprak alıp diişman tarafına at" dedi. Peygamber de onun dediği gibi yaparak kafirlerin yüzlerine toprak serpti. Bunun üzerine H.firler bozguna uğradılar. İşte bu ayetin nazil olmasıımı nedeni budur.
Anlamı: "Ne varsa hepsi geçicidir; kalan ancak Celal sahibi olan Tanrı' nın kendisidir" (Rahman suresi, 26. ayet).
Anlamı: "İlk ve son, zahir ve batm odur" (Hadid suresi, 3. ayet).
TARİKATLAR:
Tasavvuf, birçok tarikatların meydana gelınesine yol açmıştır. Melamiyye, Kadiriyye, Rıfaiyye, Mevleviyye, Nakşbendiyye, Şazeliyye, Salahiyye, Nazenin vb. Bütün tarikatların ortak esası "zikir"dir. Zikriu de çeşitleri vardır: "Lisani, cebri, kalbi, sırri, hafi, hafiyyü'l-hafl" olur. Tevlıicl belirli kez tekrarlandıktan sonra "Allah" adı, bundan sonra da Tanrı'nın öteki adları ve sıfatları sırasıyle tekrarlauır:
Her nefe.sde ~ikr-i l;Ia~ tevfil~-ı Ral}man'dur bize Ayet-i "~ikre'n ke~ire'n" emr-i l):ur'iiu'dur bize
Bu zikir, tek ya da t oplu olduğuna göre başka başka yolda yapılır. Her tarikatın ayrı zikir biçimi olduğu gibi, her birinin de ayrı "evrad" ve "mukabele"leri vardır. H er gün okunan evrad, tarikatın pirleri ve şeyhleri tarafından düzenlenir. Tarikata bağlı olanlar bu evradı belirli zamanlarda okurlar ve bunu sürdürmeyi görev bilirler. Tarikatlardan her birinin kendine özgü "ayin"i "erkan ve adab"ı, "evrad"ı olduğu gibi, lıer birinin özel kılığı, zaviyesi ve kabul töreni vardır.
İSLAMI EDEBİYATIN ESASLARI VE KA YNAKLARl i75
1\felamilik:
Melamilik ayrı bir tarikat olmayıp bir neşe ve bir haldır; amaca varmak için, bir yol, bir gidiştir. Melamilerin özel kılıkiarı ve zaviyeleri olmadığı gibi, ayinleri, kabul törenleri, tövbe ve zikir "tclkin"leri de yoktur. Onlarda ancak kalbl zikir vardır; ibadetleri de gizlidir. Ncfsi antmak ve doğruluk Mclamilikte esastır.
H er tarikatta, müridin tarikata girmesinde ayrı bir "teslik" tarzı olduğu halde, Melamilerde bu da yoktur. Bütün tarikatlarda "salik" nefsi yenmek için uzun bir didinme evresi geçtikten sonra "vahdetin sırrı"na erer. Artıle İlahl neşveye kavuşmuştur; her şeyi hoş görür. O zaman bütün kayıtlardan kurtulmuş olduğunu duyar ve onları küçümserneye başlar. Melamiler "ri· yazet ve mücahede" evresini geçirmeden bu hale ererler.
Saydığımız tarikatların hepsinin ayrı yolları, gidişleri, davranışları,
tör enleri vardır. Yalnız Şazeliyye, Salahiyye, Niizeoin tarikatlarmda "müşa
hede-i Hak"tan başlanır. Yani sahibinden esere gidilir. Muhyiddin·i Arabi' nin kabul ettiği yöntem budur. İmam-ı Gaziili'nin yöntemi de eserden sahibine geçmiştir. Yani önce nefsini tanımaktan işe başlamaktır:
, -=: .... """ --- ·-- ,,.. ,, ,.. _, .... ~ .J ~ J...&- ..LA.. i ~-.4.i ~ J_ç. c.)-'"
1\fevlevilik:
Melamilikten e tkilenen Mevlevilikte de "esma" yoktur. Yalnız "Allah" adı ve "sema'" vardır. Mevleviler bu sema' ile coşarlar. Mcvlevilcrde dervişlik
için "ikrar" verip binbir gün çileyi t amamlamak gerekir. Mosiki ve raks mev· leviliktc büyük bir yer tutar. "Sema'" Mevlevilerin raksı, "sikke" külahı "ney ve kudum"da başlıca musiki aletleridir:
Yayabaşızade 'den
Şahidi'den :
~uru efsane şanur şüfi şada-yı na yı Neyle salik idi gör sikke-i Mevlana'yı
'futdı afalp şadii-yı ney ile şev~ u scmii' Şöyle kim ra~sa getiirdi felek·i minayı
Ka'betü'l-'uşşa~ olupdur bii~ah-ı mevlevi Tiic·ı 'izzet ser-firiizıdur külah-ı mevlevl
176 AGAH SIRRI LEVEND
Esrar Dede'den:
Bir beyit:
Gören şanur ki şafiidan sema'-1 rih iderem Döner döner ba~aram küy-i yara ah idcrem
Semac-ı mevlev I gösterdi bende §emme vechu'llah Ben ol miJ:Lraba döndükçc bu 'alem dönse çevrilmem
"Şemme vechu'llah" Kur'an'dan alınmıştır.
Anlamı: Maşrık ve magrih, yani yeryüzünün hepsi Allah'ındır. Siz bu· lunduğunuz her yerde yüzünüzü Mescid·i Haram'a çevirirseniz, Allah'ın
emrettiği kıhleye dönmüş olursunuz. Alim olan Allah'ın ralımcti geniştir
(Dakara suresi, 115. ayet).
Mevle~iliğin esası olan "sema"' ve "devran"ın doğru olup olmadığı İshtm aleminde başlıca tartışma konularındau biri olmuş, "sema'" ve "devran-ı sufiyye"nin "caiz" olup olmadığı hakkında birçok eserler kaleme alıı\mıştır 1 •
Bütün bu tarikatlar, Türk edebiyatında, bu edebiyatın tekke şiiri bölümünde geniş yankılar uyandırınıştır. Hele her tarikatın yöntemini, "erkan, adab, cvrad ve mukabele"lerini anlatan eserler önemle yer tutar. Ayrıca, her tarikatın kendi "sülUk yoln"nu bildiren tarikat·namclerlc, kurucu· ları ve şeyheleri için yazılmış menakıh mecmuaları da vardır.
Rıfai tarikatının ayinlerinde şeyhler, kızgın şişleri vücudun türlü yerlerine saplarlar ; çıplak ayakla ateşe basarak yürürler. Şu beyider rıfai ta· rikatının özelliklerini gösterir:
Bu yolda her kim virür ise varı
Keşfitdürür Allah aiia esrarı
Bulur nar içinde ol gül'i~arı
Niir bize gül-ziirdur biz Rıfiiiyüz
1 Bu konu için bkz., Aglıh Sırrı Levend, Aşık Paşa'ya Atfedilen !ki R isalc, TDA Y, Ankara 1955, ayn basını. TDK yayını.
İSLAMI EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI
Şu beyitlerle Halvetiliği anlatır:
'fari~-ı l;Ialvetiyye berzal}ı bir rurfa vadidür . O vadiden da)Ji ta~ ıp~ ideyüm saiia icmala l;Ia~.il.d-ziide Şey]J 'O!lmiin ile ço~ ~alvet itdüm ben Yidi yıl bir mezar içre çekerdüm ?;ikr ile esma
177
. Oğlen Şeyh İbrahim
Şu beyit de Kadiriliği bildirir:
Hurufilik:
l}.iidiriyüz dönerüz 'ış~ ile devniiniyüz Mest-i şürfde-ser-i neşve-i Geylani'yüz
Hersekli Arif Hikmet
H urufilik, esas hakımından tasavvuf sistemine dayanır. Tasavvufda olduğtı gibi ancak "Vücud-ı mutlak" vardır. "Kemal-i mutlak" ve "Cemal-i mutlak" odur. Tanrı kendini görmek ve göstermek isteyince, önce "kelam" suretinde tecelli etmiş ve harflerle belirmiştir.
Bu harfler, yalnız kclamın değil, bütün vaı-lıklarm aslıdır. Eşyanın eevheri "harf"dir. Herşey cisim haliııc gelmiş bii kelam hükmündedir. Ezeli
kudret, kemalini ve cemalini iıısan yüzünde göstermiştir. İnsan yüzüxıde bütün varlıkların esası olan 28 harf bulunabilir.
Örneğiıı, dişler 28'dir; "menazil-i kamer" de 28'dir. Eğer ı eksik ya da ı fazla çıkarsa "nokta-i tahte'l-ba", 2 çıkarsa "hal ve mahal",3 çıkarsa ''mevali:d-i selilse", 4 çıkarsa "anasır-ı erbaa", 5 çıkarsa "havas-ı hams" gibi şey
ler katmak ya da çıkarmak sure1iyle tamamlanır.
İnsanın yüzünde 4 kirpik, 2 kaş bir de saç vardır ki, bunlar ana tüylerdir; 7'dir. Sonradan biten 2 yanaktaki sakal, 2 burundaki kıl, 2 yandaki bıyık bir de çenedeki sakal ki, bu da baba tüylerdir; 7'dir. İki7,14. eder. Bunu "hal ve mahal" bakımından 2 ile çarpınea 28 ol ur.
İşte Hurufiliğiıı esası budur. Kurucusu da Fazlu'llah-ı Nairni-i Est erabadi (Ö.H. 796= 1\:L 1393)'dir. Fazlu'llah, Arap alfabesindeki 28 harfe, Fars
alfabesinde '-t ' [. ' j ' 6 harflerini de katarak harflerin sayısını 32'ye
çıkarmıştır.
Fazul'llah, yansını Farsça yarısını Esterubat lehçesiyle kaleme aldığı Cavidarı-ı Kebir adlı eserinde hurufiliğin esaslarını açıklamıştır. Fazlu'llah'ın
178 AGAH SIRRI LEVEND
halifeleri, şeyhlerinin Tanrı'lığma inımmışlardır. Kendi de Cavidan'ında şöyle söyler:
L ~~lk_? c3~l
\.;.>. jl \.) l..b- .)~\ ~
Anlamı: Eğer sen Adem isen ve Hakkı istersen gel, Tanrı'nın sırlarını Tanrı'dan işit.
Fazlu'llah'm halifelerinden olup sonradan ona karşı çıkarak "ilm-i nokta" adında yeni bir bilim kuran Mahmud-ı Seneani de Cavidan-ı Sagir adlı bir kitap yazmıştır.
Hurufiliğin de kendine özgü bir edebiyatı vardır. Bu edebiyat, Nesimi, Misali, Refii, Penahi ve Arşi gibi hurufiliğe büyük bir inançla bağlanmış şairlerin, gerek hurufiliğin esaslarını yaymak amacıyle yazdıkları öğretici manzumelerde, bu inançla meydana getirdikleri şiirlerde, gerek bu hurufiliğe ait sonu gelmeyen "te'vil"lerle dolu yazılardan toplanmıştır. Bu manzumeler birçok terinıler, işaretler ve renıizlerle doludur.
Arşi' den :
Keliim·ı ziit idüm kiin emri Irad olmadan evvel Bu bak ü biid ü iib ü ateş icad olmadan evvel
Gezcrdüm ü~yiiz altmış menzili gün gibi şeb ta riiz Bu efliik-i zümürrüd-fiim bünyad olmadan evvel
Bana bildirmiş idi sırr-ı esmiinuii beyanın hep Melii'ik zümresine Adem üstiid olmadan evvel
Birinci beyitte evren meydana gelmeden önce "kelam-ı nefs idim, yani henüz harf olarak belirmeıniştim" diyor. "Hak, bad, ah, ateş", "anasır-ı erbaa" denilen dört esastır ki, bu da dört harfin işaretidir.
İkinci bcyitte 360 menzilden bahsetmckle, 360 derecelik bir daireyi, bir devri belirtiyor.
Üçüncü beyitle, Tanrı her şeyin adını Adem Peygambcr'e öğretmişti. Melekler Adcm'e secdc ettiler. Adem onlara üstat oldı, diyor.
Huruftlik, birçok tarikat sahipleri üzerinde etki yapmıştır. Hiç hurufi olmayan şairler bile manzumelerinde lıurufilik ile ilgili kelimeler ve terimler
lSLAJ\lİ EDE BiYATlN ESASLARI VE KAYNAKLARI 179
hulundurmuşlardır. Gerçi bütün tasavvuflar "esrar-ı huruf"a, harfleriıı ve noktanın erdemine inanırlar. Ama birçok t arikat sahipleri bu derecede kalmamışlar, hurufiliğin r cmizlerini ve terimlerini henimseyerek eserlerinde kullanmışlardır.
Halvetiyye tarikatının 1\1ısmyye kolunun kurucusu Mısri Niyazi (Ö.H. 1105:-M. 1693) bir manzumesinde şöyle diyor.
Aç gözin Dil-diira ha~ r ef'ola vechüiiden n~iih
ıuımeti sürdi çı~ardı ara yirden iiftah
Otuz iki !}arfi hildük dört kitiibuii aşlıdur
Şafı,a-i veebuiide yazılmış l.camu hHrtiyiih
Mekteh-i 'ırfiina gir ol.cı bu 'ilmi'ıii aşlını
Gör ki nice dereolupdur bu 'ilimde dört ki tiib
H er ne ol.cursaü çuıı otuz ikiden )]iili degül Yüzinüii meLnini şerl.:Jider o~unan faşl u bab
Mevlevi Yusuf-ı Sinecak (Ö.H . 953= M. 1546)'in bir manzumesinden:
Rublaruii l;ıırzuıda ?-ahir olalı si vü d{l }Ja~
Ademe t a1Hm olan esma bilindi bhıo~at
istivii-y ı veeh-i adernden ' uhür iden bilür Kim ne yüzden ta olupdur ümmet-i Al_ımed Yasa~
Ferişteoğlu, Aşk-name'sinde "ümmet-i vasat" deyimini şöyle açıklıyor:
"İbrahim aleyhisselam saçını .iki' pare eyledi. Muhammed Sallalahü eleyhi vesellem dahi gel üp, dedem sünnet.idür, diyü iki pare eyleyüp istiva sırrını
gösterdi. Cemi'-i eşya istiva üzerine mahluktur1 ı~:ıı 'j ~~ J J-lt~ ~ .Jıl \.ı \ Sırrına dahi Muhammed ümmeti irişd.i. Anunçün üm~eti vasat oİdı" (En'aU: suresi, 95. ayet).
Mevlevi Semai Mehmet Dede (Ö.H. 936= 1\1. 1529)'niıı bir manzumesi.ıı
den:
SI vü dd l~arfden nişandur dişlerüii
Dört kilaha çfln beyandur dişlerüii
ı Anlamı: Allah Lane ve çekirdekleri yarar ve onlardan ot ve ağaç bit.irjr .
180
Bektaşilik:
AGAH SIRRI LEVEND
Gevher içre ger niliandur dişlerü.i'i
I;la~ bilür bat m·i dehandur dişleriiii
Her d'll kevnüi'i van çün destüi'idedür Bist ü hcştüii çarı çün dcstüiidedür
Gam·güsaruii zan ç6.n destüüdedür Muş~afa'nuii garı çün destüiidedür
Hurufilik, asıl Anadolu'da yayılmış bulunan Bektaşilik, Babailik, Ahl· lik, Abdallık, Kızılbaşlık, Kalendermk, Hayderilik gibi Batıni tarikatlar üzerinde etki yapıruştır.
Bektaşiliktc "Allah-Muhammed-Ali" üçlemesi vardır. Bektaşilere göre, "sırr-ı hüviyyet" doğrudan doğruya Muhammed'den Ali'ye geçmiştir. Bu bakımdan Ali, Bektaşi şairlerinin en zengin bir esin kaynağıdır. Al-i Ah.a'ya ve onun on iki imamma sevgi ile Yezid'e lanet, Ali'ye olan övgüyü izler. Buna "tevclla" ve "tcberra" derler.
Bektaşiliğin zengin bir edebiyatı vardır. Bütün Batıni tarikatların ina· nışlaruıı kapsayan bu edebiyatın "Gülhankler"le "Tcrceman"lar önemli yer
tutar. Bekteşi ayinlerinde çırağ uyandırıldıktan sonra okunan bir t erccman:
Allah Allah
Çün çıriig·ı fa]}rı uyardan ij:uda'nuii 'ı.Ş~na
Seyyidü'l-kcvneyn :ijatmü'l·enhiyanuii 'ış]f.ına
Sa~I-i kev§cr 'Aliyyü'l·Murtaia'nuii 'ış~na
Hem I;ladice Fatıma ij.ayrü'n·nisa'nuii 'ış~a
Oniki şadr·ı velayet pişvii'nuii 'ış~na
Çardch ma'şüm·ı piik Al·i 'Aba'nuii 'ış~a
J::lzret·i lj:ünkar-ı ~u~b-ı cvliya'nuii 'ış~ına
l;Iaşre dek yansun ya~sun billah anuii ış~a
"Ehl-i beyt"e saygı ve sevgi her tarikatta vardır.
İsmail Ma'şuki'den:
Gel ey şüfi bizi men'eyleme 'ış~ u tevelladan Mal,ı.abbetdür czelde ~met olan bize Mevlii'dan
İSLAMt EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 181
On iki imaını övmek ve Yezid ile arkadaşlarına lanet, bütün hiitmi ta· rikatlarda vardır.
Seyyid Nesimi'den:
Can u dilden Muş~afa vu Murtaza medda~ııyem
Hem bu oniki imiima söylereın ınedh ü §ena Küri--i Şimr ü Yezid ü küri-i Mervan-ı }).ar 1
Muş!afa'nufi. l;ı.azretine ben ].oluram iltica ]Jii.nedan·ı 1\iuş!afii'yı sevmeyen mel'üna uş
O~tıram canına bll;ı.ad la'net anuii dii'ima
Tevella ve t eberra deyimlerine başka manzumelcrde de rastlanır. Mevlevi Fasih Ahmet Dede'deu:
Tevellasın tehcrrasın bilen 'uşşii~a 'ış~ olsun '.farl~atde budur erkan buna illa vü Iii olmaz
Bektaşi edebiyatında daha birçok deyimler ve terimler vardır. Örneğin, "Akyazılı, kızıldeli, kırklar şerbeti, erenler demi" gibi deyimler içkiden kina· yedir.
Bektaşilikte, birçok batıni tarikatlarda olduğu gibi "Tenasüh", "huh11 ve ittihad" inancı yer tutar. Tenasuh ruhun sırasıyle bir cisimden başka ci· simlcre geçmesidir. Hulul ve ittihadı İsmail Hakkı Tuhfetü'l·Ataiyye adlı eserinde şöyle açıklıyor:
"Pes süfl-i sünni odur ki, l}ulül i'ti~iid i tmiye, ya'ni Allalıü Ta'iila, su :?arfa 1;mlül gibi kimsenüfi cesedine l;ı.ulül itmemişdür. Zira bu i'ti~iid üzre olma~ Naşriiniyyctdür. Bu itti,4iid dalJi i't~iid itmiye ya'ni J:Ia~ Ta'iiliinuii bir nesne ile müttehid oldugı yo~tur. Zlrii o nesneyi l.)al~itmezden evvel ne
vechile ganiyy-i bizz;iit ise ' t)($"' _qç. C.~ 't)';ı• -, ve%ınca yine ol ğınii-
yı tiim üzerindedür ve val~det tlidükleri keşretüii zeviilidür. Yo~sa Rab ile 'abd ün ittil;ı.adı dcgüldür."
Bektaşiliğin kurucusu, X IIJ. yüzyılda Selçuklulardan Il. Gıyaseddin
K eyhusrev zamanında Anadolu'da Babililer ayaklanmasını hazırlayan Baba İshak'ın müridi Hacı Bektaş-ı Veli' dir. Bektaştler, sonradan şeriata yeni bir biçim vermiş olan Balım Sultan (Ö.H. 992= M. l516)'ı ikinci kurucu sa· yar lar.
' Kurl: körlük, burada karşın anlamına. Şiınr, Yezid, .M:ervan, Kerbela'da Hüseyin'in ölümüne meydan verenler.
182 AGAH SIRRI LEVEND
Tasavvufun Edebiyattaki Yankıları:
Tasavvuf inancı, düşünce ve sanat alanında geniş bir esin kaynağı olmuş ve yi.izyıllarca diişi.inürler bunu açıklamağa çalışmışlar, şairler de bu düşünce ve duyguları belirtmişlerdir.
Eski edebiyatımııda tasavvufi deyişin büyük bir değeri vardır. Edebi sanatlara tutkun olan şairler, bütün düşünce ve duyguları birer sembolle belirten tasavvuftan çok faydalanınışlıırdır.
Tasavvufi deyişin en güzel örneklerine tekke şiirlerinde Tastlanır. Türlü taTikatlara bağlı "arif" şairler, bu inançları bu yolda ustaca belirtmi~lerdir. Bunlardan kimisi tarikatların yöntemlerini ve yollarını gösteren öğretici manzumelerdir. Büyük bir bölümii de ilahi bir neşve içinde yazılmış lirik, k imi kez de kalendorce şiirlerdir.
Divan şairleri de tasavvufun etkisi altında kalrruşlardır. Bunlardan Sami gibi bu inanca gönülden bağlı olanlar, bu etkiyi büyük bir içtenlikle eserlerinde belirtmişlerdir. Ötekiler ise, ancak bulundukları devrin modasına uyarak tasavvufi düşüncelerden esin almakla yetinmişlerdir.
Bu yoldaki manzumelerde rastladığımız "Şalıid-i ezel", "Saki·i bezm-i elest", "Anka-yı lamekan", "Hicab·ı a'zam", "Sırru'l-esrar", "Kenz·i mahfi", "Gaybu'l·guyuh", "Hakikatü'l-hakayık", "Noktatü'l·gayh", ".Mahbuhi.il'aşıkin", "Müsebbibü'l·esbab" gibi deyimler hep Tanrı'ya işarettir.
Aşık, maşuk, hüsün, şive, mey, şarap, şahid, hum, hum-hane, harabat, cam, saki, humar, mug, mugbeçe, mestl, küfür, kafir, mutrip, saz, nale, özel anlam taşıyan l<elimelerdir. Kamet, zülf, gisu, muy, turre, ebru, zeban, de· han, zegan, dest, said, bazu, hal, ruh gibi kelimeler başka başka yorumlanır.
Bahar, t8bistan, zemisten, bustan, gül-zar, serv, sebze, reyhan, ehr, baran gibi kelimelerin çeşitli anlamları vardır.
M:utasavvıflarm kullandıkları ter imierin birçoğunu, Hafız divanını şerheden K onevi M:ehmed Vehbi (Ö.H. l 244=M. 1828) kilabının önsözünde açıklamıştır. Aynı kelimeleri başka türlü yorumlayıp açıklayanlar da vardır.
Şeyh Elvan-ı Şirazi'nin Gülşen-i Ra;; çevirisinden:
Ne dimekdür bu elfa~ u 'ibarat Şcrab ü şlihid ü şem' ü )Jarabiit
J):.adeJ:ıdiir sa~ id ür meclisdlll'nr mey Rübiib ü 'üd ü şeştar ü def ü ney
İSLAMI EDEB1YATIN ESASLARI VE KAYNAKLARl
Bularufi her birinüii vir cevabın
B:atiisın gider ü göster şavibın
~ulal.< uranlar işbu ıştıli~a
Teveccüh eylemez oldı şali.Qa
YelHer ra~mete'n li'l'ilemlndür Emin-i evvelin ü ibıdndür
Mul;ıal.<J:-i]ı:de mecizi l)il olmaz Bular pür- fitnc . vü pür- il olmaz
Güneş göster cihinı rüşen eyle Bu oddan oJ:.<a şudan cevşen eylc
Su'iilüm iJı.ıra irdi tamam it Buyrugıl şurı cevabında kerame t
183
Cevab oldur ki şarab, şem', şahid didükleri, bu halk gördügi, bildügi degüldür. Bular ıstılahdır. Yerlü yerinde gelicek beyan oluna.
Şarib ü şem'ü şahiddür şetiret
Bularelur 'ayn-ı ma'niye işiret
Bu ma'niyi çnı:i i~hir itdi Mevlii Ki her şüretde eyliye tccella
Şuyın ser~öşlugına biide dirler Dabi her şem'a nür-ı sade dirler
ij:aJ:.<~atdür bu söz yalan elegüldür Ki şiihid kimseden pinhan elegüldür
Şaraba di zücic ü şcm'a mışbiil)
Nedür şiihid şu'a-'ı nür- ı ervli~ı
Göründi bir şerer şihid yüzinden Hemiin dem giteli Müsii kendüzinden
Çü doldı ı;lal.< niellisı birle sem'i Şecer oldı hernin dem anda şem'i
İbrahim Şahidi (Ö.H. 957=M. l550)'ııin Gülşen-i Vahdet adlı escrinden:
Şüret- i ma.Qbübda olan nulf.üş
};Cıldılar mestiine 'ayş ü nüş u cüş
184 AGAH SIRRI LEVEND
Zülf ii ru\} cbrü dehen ğaç çeşm ü \}al Cem' olup ~dı hular göş ~Il ü ~al
Her birinden bir muva.J.ıJ:ıiddür muriid Kim garaz tcmşHüdr ey })öş-nihiid
Lik rutJdan ~at-ı l:Ia~ ma~üddur
Bunlar ana varid ol mevrüddur
l:Ia~'durur robdan muriid ey ehl-i riiz Naz ide ol ideler bunlar niyiiz
Zülf-i dilherden muriid 'iişı~durur
Rul;ı aiia 'A~rii vü ol Va~'durur
Ziilıid-i 'arif durur }Jatdan muriid Miirşid-i kamil durur fev~a'l-'ihiid
:ijiilden abdiil-ı 'uryiindur muriid Kim olupdur ~and-i tev.J.ıtd ana zad
Liiubiili vii teriiş ü b iniyaz Ana olmışdur .J.ıa~d~at her mecaz
Çeşmden mest·i }Jariibiiti durur Ana lakin mestlik ~ati durur
Kim bum-ı va.J.ıdetdcn ol rüz-ı elest Nüşidüp olmış durur şeydi vü mest
Şol muva.J.ı.J.ıid oldı ebrüdan muriid K'ola mir-i memleket çün Key~ubiid
Hem dehen den ~uçb-ı 'alemdür murad Kim veliiyet ba.J.ırma oldur meviid
l:Iakim oldur 'alem-i gayba hemlin Nesne yo~dur aiia ma}J.fi vii nihan
Cürcani Seyyid Şerif Ali b. Muhammed (Ö.H. 816=M. 1413)'in Ta'rifat adlı escrinde de tasavvuf terimleri yer alır. Escre Kemalpaşazade (Ö.H. 940=1\i. 1533) tarafından yararlı bilgiler eklendiği gibi, kitap A.hdülaziz Mec· di tarafından da Türkçeye çevrilmişlir1 • Bu çeviride yer alan maddelerden hirkaçı:
1 Abdülaziz Mecdi'nin çevirisi basılmaınıştır. Yazması dıı kitaplı"klarda yoktur. Bu örnekler, rahmetli Fobri Bilge'nin kitaplığındaki yazma nüshadan, 30 yıl önce alııunıştır.
İSLAMİ EDEBİYATIN ESAStARI VE KAYNAKLARİ 185
İsm-i A'zem: Cemi'-i Esmayı cami' olan isimdir. Bazı ulema İsın-i A' zam "Allah" lafzıdır demişler.
Kutbiyyet-i kübra: Kutbü'l-aktab mertebesidir. Peygamber'in batıni
nühüvveti olan veliiyeı-i Muhammediyyeden ibarettir.
Gavs: İltica zamanına ait olarak kutba verilen isimdir. Başk_a vakit kut·
ba gavs denmcz.
İmaman: Gavsın, yani kutbuu biri sağında ve diğeri solunda olan _iki şahısdau ibarettir. Sağda bulunan zatın nazarı melekutadır. Bu zat kutbnu aynasıdır. Solda bulunan zatın nazarı ise mülkedir. Bu da kutbun mir'atıdır. Bu zat sağındakine nazaran makamı daha yüksektir. Kutbnu vefatında
halifesi olur.
Evtad: Dört adernden ibarettir. Bunlarnı menlizili şark, garp, şimal,
cenuptan ibaret olan alemin erkan-ı erbaasıdır.
Nüceba: Kırklardan ibarettir. Bunlar halka isabeti mukadder olan me·
sılibi yüklenmekle meşguldürler.
Nukaba : Batııı ism-i eelHi kendilerinde tahakkuk ederek keşf·i kuluba kadir ve vii.euh-ı serairdeu setair açılarak hafayayı istihraca mazhar olan zevat-ı aliyedir. Üç yüz kişidir.
İnsan-ı Kamil: Avalim-i İlahiyyeyi ve külli ve cüz'i olarak avaliın-i kevniyyeyi muhit olan zattır.
Tahir: Evamir-i İlahiyyeyc muhalefetden Cenab-ı Hak'km hıfzettiği
ademdir.
Tahirü'z-Zahir: Cenab·ı Hak'km maasiden hıfzettiği ademdir.
Tahirü'l-Batuı: Cenab-ı Hakkın vesavis ve hevacisden lıifzettiği adem· dir.
Tahirii's-Sır: Cenab-ı Hal-tan bir lalıza gafil olmayan kimsedir.
Tahirü's-Sırrı ve'l-alaniyye: İki tarafa riayetinirı vüs'atine mebni hem hukuk-ı Hakka, hem hukuk-ı halka tamatmyle hürmetkar olan zattır.
Şecere: Cism-i külli heykclini tedbir ve tcdvir cdeı\ insan-ı kamildir.
Sefer: Zikir ve fikir ile Hakka teveccühe başladığı zaman kalbin seyr-i ma'nevisinden ibarettir.
Sevad: Hak'kın Hak'da müstetir olmasından ibarettir. Sahıv: Arifin gayhubet·i hısdcn sonra tekrar hısse rücuudur.
186 AGAH SlRRİ LEVEND
Mevt: Ehl-i Hak ıstılahıoda heva-yı nefsi kam' ve izaledir. Mevt-i Ahmer: Nefse muhalefettir. Mevt-i Ebyaz: Açlıktır.
Mevt-i Ahdar: Eski ve yamalı giymektir. Kanaaıle maişetin yeşillenmesi veeh-i tesmiycdir.
i\'levt-i Esved: Halkın ezasına sabr u tehammüldür.
Yakut-ı Hamra: Nefs-i külliden ibarettir. Veeh-i t esmiye, nuraoıy
yetin cisme taaluk zulme ti ilc imtizacıdır. Cisimden ayrı olan akıl böyle değildir. Nur-ı mahz olduğundan ona "dürr-i beyza" denir.
}$:.abe Kavseyu: Daire-i vücutda ibda', iade, nüzul, uruc, faaliyyet, kahiliyet gibi beyne'l-esına mevcut olan, tekabül itibarıyle esma ve sıfata ait bulunan, kurh-ı esmaiden ibarettir (bu kurb-ı sıfati olup kurb-ı zati değildir).
İttisal den.iJen terneyyüzün hakasıyle birlikte Hak ile ittilıaddan ibarettir. Bu makamın fevkında yalnız "ev edna" makamı vardır. Bu son mertebe ayn-ı cemi'deki ahadiyyet-i zatiyyeden ibarettir. Abd ile Hak arasındaki terneyyüz ve i' tihari olan ikilik zail olduğundan bu makama "ev edna" denmiştir. Vahdiyyetle ahadiyyetin i ttihad-ı zatisi makamıdır. Bu makamk--urb-ı
zatidir.
Hu: Hak'tan başkası için şuhuduna imkan olmayan gaybdır. Buna "kiinh" tabir olunur.
KAYNAKLAR
Kur'an:
Kur'an, Cibril-i Emin aracıyle birer "vahy" olarak Hz. Muhammed'e parça parça 23 yılda "nizil" olınuş Hakkın kitabıdır. İnanılınası gereken bütün gerçekler, uyulınasmda dünya ve ahiret mutluluğu bulunan bütün esaslar, Hakkııı kitabında yer almaktadır.
Ku.r'an'da Tanrı'nın "zat''ı dünyanın yaradılışı, insanlar, melekler, cinler , kıyamet günü, cennet ve cehennem hakkında bilgiler ve haberler vardır. Eski peygamberler ve birçok tarihsel kıssalar da yer almaktadır.
Kur'an'a göre, Yahudilikle Hınstiyanlık, İslamlığın doğmasıyle birlikte hükümden kalkmış birer hak din olduğu gibi, Davud'un Mezarnir'i, Musa'nın Tevraı'ı, İsa'nın lncil'i , Tanrı tarafından bu peygamberlere "vahy" suretinde "nazil" olınuş "semavi" birer kitaptır. Ama bugün, kutsal kitap adını taşıyan bu kitaplar Allah'dan indirilen metin değildir.
İSLAMI EDEBtYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI
<.>..Ö~~ l~X ıJ~lJ~; J ·~J~~,l-~:j 'JJ ~~~~~,~'ıı.JJ,~ 'J
"...\:> ıj • ;~:;ı ,ı j C::;l ,ı j · r~~J ,ı , J j.t ı ~ C;J ,ı , J)' ı
187
hadisi bunu belirtmiş oluyor ki. "kitap ebiini tastik de, t ekzip de etmeyin; deyin ki, biz size ve bize gönderilmiş olana inandık; bizim Allahımız ve sizin Allalımız birdir." demektir.
Kur'an'daki ayetlerin kimisi daha önceki ayetlerdeki eınh·leri hüküm· süz bırakır. Hükümsüz kalan ayetlere "mensulı", bu ayetlerin hükümsüz kaldığuu bildireniere de "nasıh" dcnilir.
Tanrı da Kıır'an'da şöyle buyuruyor:
Anlamı: "Ayetlerden kimilcrini neshedersek, ya da lafzını dahi ımuttu· rarak ortadan kaldırırsak ondan dalıa hayırhsını, ya da benzer i.ni göndeririz." (Bakara suresi, 106. ayet)
Kur'an'daki ayetlerden anlamlan açık ve hükümleri kesin olanlara "muhkemat", başka başka anlam verilebilecek yolda "te'vi!"e elverişli bu· lunanlara da "müteşabihat" denilir.
Kıır'aıı'ın ayetleri "nazil" oldukça, peygamber bunları ümmetine tek· rarlamış, yazdırmıştır. Dinleyenler de bunları beliemiş ve ezberlemişlerdir.
Kur'an'ı belleyen "hafız"lara "kura"derler. Kur'an'ı herkesten iyi bellcyen, sahabelerden biri de İbnii Mes'ud (Ö.li.32= M. 652)'dur. Kur'an, peygam· herin daha sağlığında yazılmışsa da, bunlar Ebu Bekir zamanında bir eilt olarak hazırlanmış, Osman zamanında bu nüshadan çoğaltıhnıştır. Kur'an'ın t ertip edilirken ayetlerin peygambere "nazil" olma sırası gözetilmediği gibi, hüküınlerin birbiriyle olan ilgileri de gözönüne ahnmamış, sadece sureler halinde derlcnmiştir.
. Kur'an'ın yaratık (mahluk) olup olmadığı kelamcılarca tartışma konusu olınuşsa da, Allah nasıl yaratık değilse, onun kelamının da yaratık olamayacağı inancına varılmış ve tarlışma ortadan kalkmıştır.
Ayetler, hüküm ve aulamea birbiriyle olan ilgiler ine göre "sure"ler için· de yer alır. Kur'an'da 114 sure vardır. Ayetleri 6600'den çoktur.
!88 AGAH SlRRI LEYEND
Hadis:
Peygamber'in ısözlerinden ve işlerinden bahseden hadisler de, gerek Kur'arı'daki hükümleri açıklaması gerek türlü işlerde tutulacak yolları göstermesi bakımuıdan, Müslümanlar için ikinci kaynaktır.
Peygamberin sağlığında, onun sözleri senet (huccet) olur, onun davranışları örnek tutulur, nasıl davranılacağı bilinmeyen işlerde kendisinden sorulurdu. Peygamber öldükten sonra, vaktiyle onun sohbetinde bulunmuş olan "sahabe"ler peygamberiıı sözlerini anlattılar. Bu sözleri sahabelerden
. işitenlerc "tabi1n", daha sonraları "tahiin" den işitmiş olanlara da "teba'·ı tabiin" (tühba'-ı tabilıı) derler.
Yıllarca bu aktarmalar ve söylentiler devam etti. Hadisin doğru oldu· ğunu belirtmek için anlatanlamı adları ile anılarak kaynağa dek varmak yöntem haline geldi. Sonradan bu hadisler toplandı. Bu konuda birçok eser ler _meydana getirildi.
Tefsir
Aklı başmda olan, İslamın şartlarını ve hükümlerini yerine getirmekle yükümlü bulunan "akıl ve mükellef" her mü'minc "ahkam-ı ilahiyye"yi bilmek farz.dır. Bu hükümlerin ilk kaynağı Kur'an olduğuna göre, Kur'an'ın anlamını bilmek "malini-i latifesiııc ve nikat-ı mezayasııı.a vakıf" olmak geı·ekir. İşte tefsir kitapları bu maksatla kaleme alııı.mıştır.
Tefsirler, ayctlerin "nasih'' ve "mensuh"unu ayetlerin "nazil" olma nedenlerini, kasdedilcn anlamlarııı.ı bildirir; bunların çoğu "sahahe" ve "tabiln"in anlattıklarına dayanır.
llk "miifessir"ler, sahabeden İhnü Mes'ud (Ö.H. 32= M. 652) ile peygamber'in amcasının oğlu İhnü Abbas (Ö.H. 68=M. 687)'dir. llk tefsir İbnü Abbas 'ın dır.
Fıkıh
· Fıkıh, şeriat hükümlerine uygun olarak, dünya işlerinde tutulacak yolları gösterir. Toplum hayatı içinde kişiye düşen görevler, dine, devlete, hüki.imete ve topluma karşı gözönünde tutulacak başlıca ilkeler, devlet ilc kişi arasında karşılıklı hak ve ödevler, kişilerin birbiriyle olan ilişkileri, siyasal ve toplumsal düzen, yönetim, adalet ve ticaret işleri, miras hukuku, ceza yönten1i, fıkhm çerçevesi içine girer. Bunlarııı. her biri, sonradan ayrı yasalara konu olmuş ve hepsi birden İslam hukukunu meydana getirmiştir.
İSLAMİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLAlU 189
"Ef'al-i mükellefin", ya "farz" ve "vacih"dir; yerine getirilmesi gerekir. Ya da "haram" dır; sakınılması emredilmiştir. Kimileri, "mekruh"dur, yapılması suç sayılınasa bile iyi karşılanmaz derler. Kimileri ise "mubah"dır;
işlenip işlenmemesinde hiç sakınca olmadığını söylerler.
Halkın bilmesi gereken bu "emir" ve "nehiy"leri şeriat adamları önceleri K ur'an ve hadise dayanarak "sahabe"lere, sonraları da "tabiin" ve " t e
ha'·i tahiiu'~ ne dayanarak saptamağa çalışmışlardır.
Ancak Kur'an'daki ayetlerin tefsirleriyle, hadisleri açıklamada heliren ayr.ılık , şeriat adamlarını kimi yönlerde aulaşmazlığa götürdüğü gibi, biribirini izleyen ve Kur'an'la hadisin hükümleri dışında kalan yeni olaylar, hakkında hüküm vermek için başka "delil"lerin bulunmasını gerektiriyordu. Bu gibi hallerde fakihlerin kendi başlarına düşünüp ve benzeri olaylarla kıyaslayıp karar vermeleri gerekmekteydi. Bu düşüncede olanlara "elıl-i re'y ve kıyas" derler ki, bunların merkezi Irak'tır ve imamları Ebu Hanife'dir.
Daha çok hadise dayananlara "ehl-i hadis", ya da "elıl-i taklit" derler ki, bunların da merkezi Hicaz'dır. İmamları da İmam-ı Malik'dir İmam-ı Malik, Medine ahalisinin bir işi işlerken kendilerinden önce gelenlere uyduğunu ve onları taklit ettiğini görerek, Medine halkının herhangi bir işteki tutumunu, şeriat "delil" lerinden saymıştır. "Ehl-i taklit" denilmesi bundandır.
İmam-ı Malikin eshiibından İmam-ı Şafii, Hanefi ve Maliki mezheplelerini birleştirerek Şa(ii mezhebini kurmuştur. İmam-ı Şafii'nin cshabmdan olan lmam-ı Hanbel, "kıyas" ve i'ema'-ı ümmet"e pek dayanmaz. Daha
çok hadisden güç alır. Şiilerle en çok savaşan bunlardır.
Ehl-i sünnetin dışında kalan "ehl·i bid'at"ında kendilerine göre fıkılı
ları ve mezhepleri vardır. Bunlar Kur'an'ın ayetlerini diledikleri gibi te'vile kalkışmışlar, sünnet üzerinde tartışmalarda bulunmuşlardır. Sonraları "içt ihad" koşulları ağırlaştığı ve bu koşullara uyan kimseler bulunmadığı için içtihad kapısı kapanmıştır.
Usul-i fıkıh: Şer'i "delil"lerden Kur'an, herkesçe kabul olunan eıı güçlü
delil idi. Sünnete uymak ta da fakililer birleşmişlerdi. Ancak kıyas ile icma'ın şer'i "delil"lerden olup olmadığı tartışma konusu olmakta idi. Bu tarışmalar usul-i fıkılı-ı meydana getirmiştir. H ele içtihad kapısı kapandıktan sonra fıkıhda içtihada dayanan başlıca sorunlardaki ihtilaflar da usul-i fıkıha geçmiş oldu. Böylece "cedel", "münazara" ve "hilafiyyat" da ortaya çıktı. Dört imaının başlıca kaynakları ve aralarındaki ihiilafların nedenleri üzerinde tartışmalar ayrıca bir ilim konusu oldu.
190 AGAH SIRRI LEVEND
Usul-i fıkıh, "delil"lerden hüküm çıkarmak için gereken yolları ve ya· salan, haberlerin nasıl ve ne yolda geldiğini, anlatanların durumunu araştırarak haberin doğruluğuna dayanak bubnağa çalışır. Haberler arasmda ayrılık olunca, hangisini yeğlemck gerektiğini inceliyerek bunların "nasih" ile "mensuh"unu gösterir. Kıyasın koşulları.na, kıyaslaroada benzeyen ile benzetilenin nitelikleri üzerinde durur.
Füru'-i fıkıh: Kıyaslamada kendine henzetilen "makisün aleyh" asıl· dır; benzeyen "makis" ise "fer"'dir. Asılda bulunan nitelikler arasından, şer'i hükme dayanak olacak ortak niteliğin "fer'"de bulunup bulunmadığınuı
belirtilmesi gerekir. Hükmiin uygulanmasma başka engel yoksa, bu nitelik "fer"' de de bulunmalıdır. "Fer"'in çoğulu "füru"'dür. "Fiiril."', asla yüklenen
başlıca sorunian kapsar.
K e Him
İman, kalble "tastik" ve dille "ikrar"dır. Akaidin esası budur:
Allah'a meleklerine, kitaplarına, rJeygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'dan olduğuna inandım, demektir.
Şeriat, bize "müsebbib-i cemi'-i esbab" olan Tanrı'ya imanı enırediyor.
Ancak onun gerçek niteliğini bize bildirmiyor. Bunu bilmek insan aulayışınm üstündedir. Yalnız inanıyoruz ki, Tanrı yaratıklarının hiç birine benzemez, kusursuzdur. Şeriat Tanrı'nın "Alim, Kadir, Mürid, Mukaddir" olduğu
na ve "elba'sü ba'de'l-mevt"e inanınayı da emrediyor.
İşte "akaid-i imaniye"nin esası budur. "İlın-i kelam" bunlardan bah
seder. Kaynağı ise kitap ile sünnettir.
İnsanlar, varlığı ancak beş hassa ile anlarlar. Görüp işitenıediği, dokunamadığı, koklayamadığı , tadamadığı şeyleri yok sanırlar. Oysa gerçek hiç de böyle değildir. Nasıl ki kör, varlıkları göremez; ama görenlerin sözüne inanarak varlığl tasarlar. Bunun gibi, mü'minler alal erdiremedikleri gerçeklerin bulunduğunu bilirler; bu gerçekleri bildiren Iüır'an i]e hadise. ina· nırlar.
İşte ilk fahiklerin kclarndaki sorunları budur. Buna "selefiyye mezhebi" derler. Ebu Hanife'nin el Fıkhu'l-Ekber adlı kitabı kell.hndaki halıisierin ilk
İSLıL'\iİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 191
kaynağıdır. Selcfiyye "sahahe-i tahii"ne bağlıdır. İncelcmede derinliğe dalmak istemezler. Tartışma konusu olacak sorunlar üzerinde ılurmazlar. Ancak Kur'an'ın gösterdiği "akli ve nakli delil"lerle "akaid·i imaniyyc"yi ishat eylemek yolunu tutarlar. Bilemyeeeeklerini itiraf ederler . Yersiz sorulara cevap verıncıneyi yeğlerler.
Tanrı'nın sıfatları kitapta bildirilıni~tir. Tanrı'ya layık olmayan bcn:.:ct· meler yapılamaz. Bu sıfatlar yaratığın sıfatiarına benzemcz. Niteliği aıılaşı· lamaz, değiştirilemez. Bütün "delil" ler Kur'an'da bulunmaktadır.
Varlık "hıidis"dir; sonradan meydana gelmiştir. Her var olana bir var edici gerektir. Varlıkta görülen düzen bunun bir yaratıcısı olduğunu göste· rir. Kur'ar~'daki "müteşahih" ayetler üzerine sonradau ihtilaflar çıktı. "Nakli deliller"'den başka birtakım "akli deliller"le de isbat yoluna gidildi. Bu tartış· malar "elıl-i sünnet''in karşısına bir de "ehl· i hid'at", ya da "ehl· i i'tizal" çıkarmış oldu.
Bu konuda ilk eseri yazan el Gazzalü'l· Basri Ebu Hazife V asıl h. Ata (Ö.H. l8l= M. 797)'dır. Böylece ehl-i sünnet'in "ilm-i tevhid"inc, ya da "Fıkılı-ı Ekher"ine karşı "ilm-i kelam", "ehl·i bid'at"ın bilimi olarak ortaya çıkmıştır.
Sonradan İbnü Kü!Hlhi'l·Basri (Ö.H. 24l = M. 855}, "mu'tezile"nin ıtı.es· leğine hüeum ederek mütekeliınin'in " ilm-i kelam"ına yol açmış oldu. İhnü Küllıibi'l-Basri'nin t emsil ettiği mezhep "ehl·i sünnet-i amme"dir. "Elıl-i
sünnet-i hassa" mezhebini t emsil edenler de İmam Ahmed h. Hanhel ile iç· tihad sahibi öteki imamlardır.
Mu'tezilcden Ehü'l-Hüzcyl ilc İbrahimü'n·Nezzam, felsefe ve kclarn yöntemlerini birleştirerek "ilm-i kelim"a yeni bir biçim vermişlerdir ki, hun· lar da "elıl·i hid'at" mezhebini t emsil ederler.
El Kindi Ebu Yusuf Yakub h. I shak ile de "mcşaiyye" felsefesi kurul· muştur.
Mütekelliınin arasmda "ehl·i sünnet" olduğu gibi "ehl-i hid'at da var· dır. "Ehl·i sünnet" olan mütekellimin başlıca "Matüridiyye" ve "Eş'ariyye" fırkalarına ayrılır. Bunlardan ilkinin kurucusu Matürid! Ebu Mansur (Ö.H. 333=1\L 944), ikincisinin ise Eş'ari Ebu'I-Hasan Ali b. l smaili'l-Basr i (Ö. H. 330=M. 94l}'dir.
Matüridi'nin Fıkh·ı Ekber Şerhi ile Eş'ari'nin El lbane'si kelam ilmi için Ebu Hanife'nin Fıkh·ı Ekber' inden sonra esaslı birer kaynak olmuştur.
192 AGAH SIRRI LEVEND
El Kindi ile başlayan İslam felsefesi, Farabi ve İbnü Sina ile büsbütün kurulmuş oldu, Bu felsefe İlın-i kclama karşıttı. Kelamla felsefe metafizik sorunlarmda uyuşamıyordu. Ebu Bekri'l-Bakliini (Ö.H. 403=M. 1012), "mukaddimat-ı akliyye"yi öne sürerek ilm-i kclarnı gerçekleştirdi. Cuveyni Ebu'IMaali (Ö.H. 4.78=M. 1085)'de daha çok genişletti. Cüveyni Ebu'l-Maali'nin Eş Şami/'i ilc El !rşad'ı sonradan gelenler için birer kaynak oldu.
Mütekaddimin denilen eskilerin ilm-i keli'im'ı, Gazali (Ö.H. ~05=M. ll ll) ilc yeni bir evreye girmiş oldu. Gazali ilc başlayan ilm-ikelam müteahhlriıı'in ilm-i kelamıdır.
Gazali mantığı ve felsefeyi de ilm-i kclilm'ın sınırları içine alarak ilm-i kclarnı genişletti.
Gazali ile başlayan nıüteahlıiriıı'in ilm -i kelamı, Razi Fahrü'd-diıı Muhammed (Ö.H. 606= 1\1. 1209) ve Anıidi Seyfü'd-diıı (Ö.R. 63l= M. 1233) ilc genişlemiş, Beyzavi Nasıru'd-din Abdullah (Ö.H. 685= M. 1286) ile de olgunluğa crişmiştir. Böylece ilm-i kelam İslam aleminde felsefeyi durdurmuş ve onun yerine geçmiştir.
KsHimm başlıca sormlları:
İlm-i kelam, Tanrı'nın "zat", "sıfat" ve "ef'al"ini şeriatın çizdiği esas
lara göre inceleyerek "uluhiyyet"i bir sistem içinde ispata çalışır.
Mütekaddimiıı Tanrılık bahsini ispata çalışırken yeni birçok tartışma
konularını ortaya atmıştı. Miitcahhirin de bunlara başka bahisler ekledi.
İlm-i kelamııı, daha geniş bir deyimle İslam felsefesinin başlıca sorunları arasında "vücut ve adcın", " hudus ve kıdcm", "illet -i Ula", "vücut ve zat", "nefy ü isLat", "teaddüd-i kudema", "hakayık-ı eşya" "madde ve ruh" "mebde' ve mead", "kaza ve kader", "hayr ve şer", "irade-i cüz'iyye", "cevher ve araz", "cevher-i ferd", "cüz'-i layetecezza", "heyula ve suret", "hala ve melii" gibi bahisler önemle yer alır.
Dini cdcbiyatta çok geçen ve biraz açıklanması gereken hahisler üzerin
de durahm: ·
Hakayık-ı eşya: Felsefede ilk önemli sorun "hakayık-ı eşya" hahsidir . Yani evrende var olarak gördüğümiiz eşya gerçek varlığa sahip midir? Yoksa biz mi onları var göriiyoruz.
Şeriatçılar eşyanın gerçek varlığına inanırlar. Bunların hiç olmazsa birç~ğunu insan . bilgisinin kavrayabileceğiııi söylerler. Bunun tersini iddia edenler de vardır. Bunlar üç smıfdır: "iııdiy'ye", "it\adiyyc", "laedriyye".
İSLı\Mİ EDEBİYATIN ESASLARI VE KAYNAKLARI 193
İndiyye, eşyanın gerçek varlığı bizim anlayışıııııza ve inancunızn bağ
lıdır. Bir şeyin "cevher" olduğuna inanırsak "cevher", "araz" olduğuna ina
nırsak "araz"dır derler.
İnadiyye, eşyanın gerçek varlığım toptan inkar ederler. Bunlara göre
"hakayık-ı eşya" adı verilen şeyler büsbütün kurun tu ve hayaldir.
Laedriyye ise, bir şeyin gerçekten var olup olmadığına bizim bilgimiz
erişmez, derler. Her şeyden, ve kendi varlıklarındau da şüphe ederler. Hatta
şüphelerinde hile "sahib-i şekk ü reyb" olduklarını söylerler.
Hudus ve kıdenı: Hudus sonradan meydana gclm~k, kıdem de öncesi
olmamaktır. Tanrı kadimdir. Her şeyin başlangıcıdır: ".illet-i Ula"dır. Vücu
du hiç bir sebep ve illete muhtaç değildir. Evren ise hadisdir; sonradau olma
dır. Varlığı, onu meydana getiren hir nedene muhtaçdır.
Teaddüd-i kudema : Allah'ın birliğine inananlar için kadim birden çok
olamaz; "kadimler teaddüd" edemez.
Teselsül: Teselsül, ilın-i keliimda illetierin biribiri ardınca devamı demektir. Oysa bütün_ illetleriıı, en sonunda kadim olan bir "illet-i Ula" ya vararak
teselsülün kesilınesi gerekir.
Hala ve mela: Hala, hirhiriyle bitişik olan iki cismin arasındaki boşluk
tur. Eskiler "mekan"ı açıklarken, "buud" ve "hala" yani uzaklık ve boşluk hakkında türlü düşünceler ileri sürmüşlerdir. Mütekellimine göre, iki cismin arasındaki boşluk, maddenin hareketine elverişli ve maddeden ayrı soyut
bir uzaklık (bu'd-ı mücerred)'tır. Bu uzaklık bir kuruntu (feriig-ı mevhum)
dur; ancak cisme zarf olabilir. İçinde cisim bulunan boşluğa "hayyız", cisim
olınayan boşluğa "hala" derler. Cisiıııler.in "cüz'-i ferd"lerden meydana gel
diğilli kabul etmiş oldukları için, cüzü'lerin hareketini müınl•ün kılmak üzere
"hala"nm varlığına nanırlar.
"lşrakıyyuu"a göre buud vardır; maddeden ayrı ve "ıneftur"dur. Yani
yarılıp bir cismi içine alabilecek bir varlıktır.
"Meşaiyyun" ise cisim olmadan buud olamayacağını kabul ettiiderin
den "hala" yani cisirnsiz bir boşluk olamaz derler.
Eskiler, arz merkez olmak üzere sırasıyle biribirinin üstünde dokuz feleğiıı
bulunduğunu kabul etmişlerdir. Dokuzuncu felek "ınuhaddid-i cihat"dır. Hepsinin üstünde olan ve öteki felekleri kaplayan·-bu feleğe "felek-i atlas" derler.
Meşaiyyuna göre büti.iıı buudlar burada sona erer. Artık felek-i atlasın
ötesinde huud yoktur. Buradaki hala bir kuruııtudur; "nefy-i sırf", "adem-i ınahz" dır. Eğer "felek-i a'zaın"ın ötesinde bir buud olsa-cisimsiz buud ola-
194 AGAH SIRRI LEVEND
mayacağından • "mela"mn yani başka varlıkların ve feleklerin de bulun· ması gerekir. Mela düşüncesi ise, fezada harekete engel olacağından mümkün değildir. O halde "lahala ve Iamela" deyip ikisini de inkar etmekten başka çare yoktur.
Hey&la ve suretı Heyula, biçimi olmayan şeydir; ama bütün suretler var olmak için kendine muhtaçtır. Madde ile heyula arasında fark yoktur, ikisi de aynı anlama gelir. Ama buradaki madde, gözle görülüp elle tutulan
madde değil, helki onun var olmasına imkan veren ''ilk madde" demektir. Suret ise onun biçimidir. Suret hey&liidan, heyula da suretten aynlmaz. İkisi birden asıl maddeyi meydana getirir.
Cevher ve araz: Cevher başlıbaşına bir varlığa sahiptir. Araz ise belire· bilriıek için başka bir varlığa muhtaçtır. Örneğin, taş başlıbaşına bir varlık, bir cevherdir. Oysa taşın rengi taşın var olmasma bağlıdır. O halde kırmızı taş dediğimiz zaman, taşın kendi cevher, rengi de araz olmuş olur.
"Cevher-i ferd", "cüz'-i ferd", "cüz'-i layeteeezza" parçalanması mümkün olmayan eevlıerler, varlıklar demektir.
Bunların hepsi, eski edebiyatımıida birer mazmuna esas olarak geçer.
Akait ve İbadet
Fıkhıu esası "ahkam·ı şer'iyye ve ameliyye", kclamın esası da "akaid-i diniyye"dir. Buradaki akait ibadet değil, iman ve itikadm esaslarıdır; dinin yöntemlerini ve kurallarını bildirir. Sonradan ibadet balıisierini kapsayan eseriere de akaid adı verilmiştir.
İbadet, şeriatİn önemli bir hölümüdür. Her "akil ve balig", yani şeriatça görevini yapmakla yükümlü sayılan her Müslüman, "kelime-i şahadet" ge· tirerek bunlara inandığım söyledikten ve göıılüyle de doğruladıktan sonra, temizlik, ahdest, namaz, niyaz, zekat, oruç ve haccın koşullarını ve yöntemlerini öğrenecektir. Fıkhıu, dini sorunlarla ilgili ibadet bölümü işte bu konu· ları ele alır.
Bu konularla ilgili eski ana kitaplar da, İslam dininin esaslarını belirten kaynaklar arasında yer alır.