tÜrkİye selÇuklularinda sosyal bİr zÜmre:...
TRANSCRIPT
TÜRKİYE SELÇUKLULARINDA SOSYAL BİR ZÜMRE: RİNDLER
İsmail ÇİFTCİOĞLU Öz
Bu araştırma, Ortaçağ İslam dünyasında daha çok yağmacı ve düzen bozucu yönleriyle
tanınan rindlerin, mekân ve süreç itibarıyla Türkiye Selçukluları ayağını ele almaktadır.
Dönemin kronik ve menâkıbnâmelerinden hareketle hazırlanan araştırmada evvela bu
zümrenin menşei ve Anadolu’da zuhuru üzerinde durulmakta; ardından yapısı, hayat
tarzı, Ahiler ve Mevlevîlerle olan ilişkilerine değinilmektedir. Son olarak da dönemin
siyasî ve askerî hadiselerindeki rollerine dair bilgiler verilmektedir. Rindlerin, özellikle
Moğol hâkimiyeti döneminde öne çıktıkları, kaba kuvvet ve cesaretleri nedeniyle devlet
adamları arasındaki iktidar mücadelelerinde sık sık askerî güç olarak kullanıldıkları
dikkat çeker. Diğer taraftan bu zümrenin, yağmacılık ve bağlandıkları kimselerin
yardımları ile geçimini sürdürdüğü, genellikle çıkarlarına göre hareket ettiği,
bozgunculuğundan dolayı toplum tarafından dışlandığı, bazı Ahi liderleri tarafından
sevk ve idare edilmekle birlikte Ahiliğin temel felsefesine uzak olduğu görülür.
Anahtar Kelimeler
Türkiye Selçukluları, Rind, Runûd, Evbaş, Ahi, Fityân
A SOCIAL COMMUNITY IN TURKISH SELJUKS: THE RINDS
Abstract
This study deals with the Turkish Seljukian branch of the rinds who were mostly known for their
looter and peace disturber characteristics in the Medieval Islam world in terms of place and process.
The research, upon the chronicles and menakibnames of the period, first introduces the origin of the
community and how they appeared in Anatolia and then mentions about their structure, life style
and their relations with Ahis and Mevlevis. Finally, it gives information about their roles in the
political and military cases of the period. It draws attention that the rinds became prominent
especially during the Mongol rule and, because of their brute force and courage, they were often
used as military power in power struggles of statesmen. On the other hand, it is also seen that this
community lived on looting and patronage of those they committed themselves to, acted upon their
best interest, were alienated by the society due to their disturbing peace and stood aloof from the
basic philosophy of the Ahis although they were conducted by certain Ahi leaders.
Doç. Dr., Dumlupınar Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü Öğretim Üyesi, Kütahya/Türkiye.
ismail.ciftcioglu@dpü.edu.tr
TARİHİN PEŞİNDE ‐ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ‐ Yıl: 2015, Sayı: 14
Sayfa: 239‐255
THE PURSUIT OF HISTORY ‐INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY AND SOCIAL RESEARCH‐
Year: 2015, Issue: 14
Page: 239‐255
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 240
Keywords
Turkish Seljukian, Rind, Runûd, Evbaş, Ahi, Fityân
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 241
GİRİŞ
Rind terimi Ortaçağ İslâm kaynaklarında daha ziyade serseri, başıboş
ayak takımı anlamında kullanılmıştır. Farsça kökenli olan kelimenin bu
dildeki çoğulu rindân, Arapçada ise runûddur. Abbasiler döneminde
fütüvvet anlayışının henüz sufi nitelikler taşımadığı devrede “fityân”,
“ayyâr”, “rind” ve “şâtır” olarak adlandırılan bir takım sosyal zümreler
mevcut idi (Ocak, 1996: 261). Bazı araştırmalarda (Çağatay, 1981: 9) bu tür
teşekküllerin, sözü edilen dönemde Türkistan ve Horasan bölgelerinden
getirilen Türk esirlerden oluşan askerî birliklerin imtiyazlı bir duruma
geçmelerine karşı, halk tarafından gösterilen bir tepkinin sonucunda ortaya
çıktığı ileri sürülür. Bekâr delikanlılardan oluşan ve fütüvvet ehlinden
sayılan (Gölpınarlı, 2011: 55; Taeschner, 1953‐54: 18) bu grupların isimleri
kaynaklarda çoğunlukla yan yana veyahut birbirlerinin yerine
kullanılmıştır. Bunlar, daha çok işi gücü olmayan ayak takımından oluşan
sert, saldırgan, yağmacı ve düzen bozucu yönleriyle tanınan topluluklardı.
İktidarın güçlü olduğu zamanlarda geri plana çekilir, fakat zayıfladığı
dönemlerde siyasî otoriteye ve toplumsal düzene karşı çıkarlardı (Özcan,
1991: 4; Ocak, 1996: 261). Menfi tutumlarından dolayı toplum tarafından da
dışlanan bu gruplar, fütüvvetin esasını teşkil eden “kerem”, “mürüvvet” ve
“cömertlik” gibi erdemlerden uzak bir anlayışa sahiptiler. Bunlar,
delikanlılıkları ve cesaretleri nedeniyle fütüvvet ehli olarak nitelendirilmiş
olsalar da fütüvvetin prensiplerine samimiyetle bağlı bulunan gerçek fityân
gruplarıyla aynı vasıflara haiz değillerdi (Muallim Cevdet, 2008: 56‐57;
Cahen, 2000: 166‐167).
Bulundukları yere ve zamana göre farklı isimlerle tanınan bu zümreler,
XI. yüzyıldan itibaren Büyük Selçuklu topraklarında “rind” adıyla anılmaya
başlamışlardır. Bu gruplara aynı isim ve benzeri vasıflarla XII. yüzyılda
Harezmşahlar idaresindeki bazı şehirlerde de rastlanmaktadır (Köprülü,
1993: 283). Hasan‐ı Rumlu’nun eserinde (2006: 39, 58, 387‐388, 397‐398, 443,
568) XV. yüzyılda Timurlu, Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde
ortaya çıkan siyasî ve askerî gelişmeler nakledilirken “runûd” ve “evbaş”1
diye anılan bu taifenin serseri ve ayak takımı olduğu ifade edilir. Daha
ziyade şehirlerde yaşayan ve sıkı sık kavgalara karışan bu zümrenin
hırsızlık ve yağmalama olaylarına katıldığı; ellerinde kılıç, kalkan, yay ve ok
ile sabahlara kadar mahalle, sokak ve çarşılarda dolaştığı ve bu durumdan
rahatsız olan halkın yöneticilere zaman zaman şikâyette bulunduğu
belirtilir.
1 Bazı araştırmalarda evbaşın, ganimetlerden pay almak maksadıyla savaş zamanlarında orduyu takip ettiği belirtilir
(Bkz. Erkan Göksu, Türkiye Selçuklularında Ordu, TTK Yayınları, Ankara 2010, s. 229).
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 242
Rindler, Türkiye Selçuklu Devleti’nde bilhassa Kösedağ bozgunundan
(1243) devletin yıkılışına kadarki (1308) süreçte cereyan eden siyasî ve askerî
hadiselere karışmak suretiyle kendilerinden sıkça söz ettirmişlerdir.
Dönemin kaynaklarında topluma verdikleri zararlar nedeniyle tahkir edici
ifadelerle anılan ve yarım asrı aşkın bir süre gündemde kalan bu zümrenin
kimliği, hayat felsefesi, dönemin diğer sosyal teşekkülleriyle ilişkisi ve
askerî gücünün mahiyetine dair hususlar yeterince incelenmiş değildir. Hâli
hazırdaki çalışmalarda bunların ya Selçuklu tarihinin seyri içinde vuku
bulan iktidar mücadeleleri sırasındaki faaliyetleri üzerinde durulmuş ya da
Ahilerle olan ilişkileri hakkında kısa ve genel bilgiler verilmiştir. Bu
araştırma ile konu ilk defa müstakil olarak geniş bir perspektiften ele
alınmaktadır.
I. RİND ZÜMRESİNİN ANADOLU’DA ZUHURU
Rindlerin Anadolu’da ne zaman zuhur ettiği kesin olarak bilinmemekle
birlikte diğer fityân gruplarıyla beraber XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl
başlarında İran ve Irak taraflarından geldikleri anlaşılmaktadır. Nitekim İbn
Bibi’deki bir kayıt “fityân” adıyla anılan zümrenin XII. yüzyıl sonlarında
Konya’da mevcut olduğunu göstermektedir. Müellifin ifadesine göre Sultan
Rükneddin Süleyman Şah (1196‐1204) ile kardeşi I. Gıyâseddin Keyhüsrev
(1204‐1211) arasındaki saltanat mücadelesinde Konya Ahileri ve fityân
reisleri daha önceden kendisini destekleyeceklerine söz verdikleri
Gıyâseddin tarafını tutmuşlardır. Ayrıca Ahiler Rükneddin’in, kardeşine
verdiği ahidnâmenin yazılışı sırasında ileri gelen emîrler ve devlet
görevlileri ile birlikte şahitlikte bulunmuşlardır (İbn Bibi, 1996, I: 52‐53).
Burada, Ahilerle birlikte zikredilen “fityân” tabiri ile rindler yerine, Ahi
teşkilatına bağlı delikanlıların kastedildiği anlaşılmaktadır. Çünkü İbn Bibi,
bundan sonraki hadiseler hakkında bilgi verirken menfi hareketleriyle öne
çıkan runûd için genellikle tahkir edici ifadeler kullandığı halde, Ahiler ve
fityânın ileri gelenleri hakkında bu tür sıfatlara yer vermez ve daha ziyade
mutedil bir dili tercih eder. Fakat eserinin bir yerinde bunların fitne ve
karışıklığın kaynağı olduğunu, bununla beraber bazı durumlarda kavgaları
yatıştırmak için kendilerinden yardım istendiğini söylemekten de geri
durmaz (1996, II: 99). Diğer taraftan müellif, rindler için “evbâş‐ı fityân”
yani “fityânların serserileri” tabirini kullanmak suretiyle (1996, I: 374) de bir
bakıma bu iki grup arasındaki farkı ima eder.
İbn Bibi’nin, fityânın adını ilk defa andığı tarihlerde rindlerden de
bahsetmemesi elbette bu zümrenin sözü edilen dönemde Anadolu’da
mevcut olmadığı anlamına gelmez. Zira yukarıda da işaret edildiği üzere
bunların çok daha önceleri Abbasilerde ve XI. yüzyıldan itibaren de Büyük
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 243
Selçuklu topraklarında varlığı bilinmektedir. Diğer taraftan bu grupların
bilhassa devlet otoritesinin zafiyete uğradığı zamanlarda ortalıkta
belirdikleri de gözden uzak tutulmamalıdır. Şu halde bunların Anadolu’da
siyasî istikrarın hâkim olduğu dönemlerde ortaya çıkmamaları ve bu
yüzden de kaynakların kendilerinden söz etmemeleri gayet tabiîdir.
Nitekim Moğol hâkimiyeti döneminde bu zümreden sıkça bahsedilmesi
tesadüf değildir.
İbn Bibi, “evbaş‐ı fityân” ifadesinin yanında çeşitli vesilelerle “evbâş”,
“runûd”, “evbâş‐ı runûd”, “reziller” veya “serseriler” diye zikrettiği (1996,
II: 92‐93, 102, 146, 148, 205) rindlerin adını ilk defa Sultan İzzeddin
Keykâvus dönemi (1211‐1220) olaylarından bahsederken kullanır. Niğde
runûdunun, ismi anılan hükümdar ile taht mücadelesine girişen Alâeddin
Keykubâd’ın (1220‐1237) hizmetinden ayrıldıktan sonra bir ara bu şehirde
ikamet eden Pervane Zahireddin İli’nin hizmetçileri ve adamlarına sert
davranıp onları rahatsız ettiğini ve pervanenin bunların küstahça
davranışlarına karşı tepki gösterdiğini belirtir (1996, I: 139). Müellif, devrin
diğer kaynakları gibi bu zümreden Moğol hâkimiyeti devresinde daha sık
söz eder. Çünkü rindler bu dönemde devlet otoritesinin zayıflamasıyla
birlikte ortaya çıkan siyasî mücadelelerde önemli bir güç olarak
kullanılmışlar ve özellikle Konya’da karışıklıklar çıkarıp yağmalama
olaylarına katılmışlardır. Bu yüzden devrin kaynakları bu hadiseleri
naklederken tabiî olarak onların adını sık sık anmak durumunda
kalmışlardır.
II. YAPISI VE HAYAT TARZI
Bekâr ve gürbüz delikanlılardan oluşan rind zümresinin, nasıl bir
yapıya sahip olduğu ve hangi prensiplere göre faaliyet gösterdiği tam
olarak anlaşılamamaktadır. İbn Bibi, başkent Konya’da bunların başında
“serveran‐ı runûd” adında liderlerinin olduğunu belirtir. Ancak bu kayda
bakarak rindlerin yalnızca bir liderin emrinde bulunduğunu ve onun adına
çalıştığını söylemek doğru değildir. Genellikle çıkarlarına göre hareket eden
bu taife, kendilerine kim yaklaşmayı bilirse ona bağlanmış ve onun adına
faaliyetlerde bulunmuştur (Küçükdağ, 2005: 3). Bazı devlet adamları ve Ahi
ileri gelenleri, onların bu zaafından yararlanarak kaba kuvvet gerektiğinde
kendilerini sevk ve idare etmişlerdir. Eflâkî (1987, II: 57‐58, 133‐134, 175,
230), Konya’daki rindlerin Ahi Ahmed Şah, Ahi Ahmed, Ahi Mustafa ve
Şeyh Begi (Ahi Begi) gibi Ahi ileri gelenleri tarafından idare edildiklerini
söyler.
Dönemin kaynakları (Eflâkî, 1987, II: 57‐58, 181‐182, 208; İbn Bibi, 1996,
I: 139; Aksarayî, 2000: 248) rindlerin daha ziyade Konya, Akşehir, Sivas,
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 244
Niğde, Aksaray ve Kayseri gibi yerleşim merkezlerinde yaşadıklarını haber
vermektedir. Sayıları hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla birlikte
Eflâkî’deki bir kayıttan bazı ipuçları elde etmek mümkündür. Müellif (1987,
II: 57‐58), “Konya dârü’l‐mülkünün fütüvvetdârlarının başı” olarak
zikrettiği Ahi Ahmed Şah’ın elinin altında binlerce asker ve rind
bulunduğunu belirtmektedir. Anonim Selçuknâme’de (1952: 65) ise, bu
zatın kardeşinin cenazesine Konya halkından on beş bin kişinin katıldığı
kaydedilir. Bazı araştırmacılar (Baykara, 1985: 132‐133) bu kayıtlara
dayanarak yalnızca Konya’da iki‐üç bin civarında rind olabileceğini ifade
ederler ki, bunu makul bir tahmin olarak kabul etmek mümkündür.
Genellikle şehrin kenar mahallelerinde oturdukları tahmin edilen
rindlerin zaviyelerde kaldıklarını yine Eflâkî’deki (1986, I: 101) bir rivayetten
anlıyoruz. Müellife göre “Sultanü’l ulemâ” lakabıyla bilinen Bahâeddin
Veled, Konya’ya geldiğinde dönemin hükümdarı Alâeddin Keykubâd,
sarayın holünde yer hazırlatarak onu misafir etmek istemiştir. Ancak
Bahâeddin Veled: “İmamlara medrese, şeyhlere hânkah, emîrlere saray,
tüccarlara han, başıboş gezenlere zaviyeler, gariplere kervansaraylar
uygundur” cevabını vererek bu daveti kabul etmemiş ve Altunapa
Medresesi’ne inmiştir. Burada “başıboş gezenler” tabiriyle kastedilen taife
rindler olmalıdır. Bunların, sur dışında bulunan ve belirli düşünceye
mensup tanınmış şahsiyetlerin adeta karargâhı hâline gelen hânkahlarla da
yakın ilgileri bulunuyordu. Hatta bazı hânkahlar runûd liderlerinin nüfuz
sahalarına göre tanınmakta idi. Nitekim Ahi Ahmed, Hüsameddin
Çelebi’nin, kendi nüfuz sahasındaki Ziyaeddin Vezir Hânkahı’na şeyh tayin
edilmesine karşı çıkmıştır (Eflâkî, 1987, II: 133; Baykara, 1985: 132).
Şehrin silahlı, başıbozuk zümreleri olarak tanınan (Gölpınarlı, 1999:150)
rindlerin, Ahiler gibi belirli bir işi ve mesleği yoktu. Bazı araştırmalarda
(Baykara, 1985, 132), bunların genç olmalarından dolayı beden gücünü
gerektiren işlerde çalışmış olabilecekleri belirtilmekte ise de bu pek
mümkün görünmemektedir. Çünkü rindlerin esas geçim kaynağı
kendilerini sevk ve idare eden kişilerin takdir ettiği gelirler ile kargaşa ve
çatışma ortamlarında yağma ve hırsızlıktan elde ettikleri ganimetlerdi.
Kaynaklarda (Hasan b. ‘Abdi’l‐Mu’min el‐Hoyî, 1963: 29‐30), göreve
başlayacak olan bazı valilerden runûd ve evbaşı çalışmaya teşvik
etmelerinin istendiği belirtilmektedir. Bu karar, sözü edilen zümrelerin
yağmacılık da dâhil, her türlü fenalık ve zararlarını ortadan kaldırmak,
dolayısıyla halkın rahata kavuşmasını sağlamak amacıyla çıkarılmıştır
(Turan, 1988: 177). Bazı araştırmacılar (Akdağ, 1995, I: 42‐43), esnaf teşkilatı
içinde geçinemeyen veya iş bulamayan gençlerin, işçi babaların ve şeyhlerin
tesiriyle rindliğe meylettikleri görüşündedir. Burada, işi gücü olmayan
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 245
gençlerin rind zümresine dâhil oldukları doğru olmakla birlikte bunların,
işçi babalar ve şeyhlerin telkinleriyle rindliğe geçtikleri gerçeği
yansıtmamaktadır. Zira böyle bir eğilim Ahiliğin temel prensiplerine
uymamaktadır.
Rindlerin en belirgin özelliklerinden biri kuşkusuz asilikleri ve
zorbalıklarıydı. Onların bu hareketleriyle ilgili olarak dönemin
kaynaklarında pek çok hadise nakledilir. Eflâkî’de (1987, II: 57‐58, 133, 174‐
175, 230) Mevlevîlere yakın olan rind liderlerinden övgüyle bahsedilirken
muhalefette bulunanlar hakkında “zindanlık”, “zorba” ve “küstah”
şeklinde tahkir edici sözler kullanılır. İbn Bibi (1996, II: 92, 102, 148) ve
Anonim Selçuknâme’de (1952: 33, 50, 59‐60) “ayak takımı” ve “bozguncu”
olarak zikredilen rindlerin, müdahil oldukları hadiseler esnasında
sergiledikleri saldırgan, yağmacı ve “edepsiz” davranışlarına dair menfi
ifadelere yer verilir. Ebû Bekr İbnü’l‐Zeki’de (1972: 36) ise, Cimri
kuvvetlerinin bozguna uğratılması vesilesiyle Sultan III. Gıyâseddin
Keyhüsrev’e yazıldığı tahmin edilen bir tebrik mektubunda: “Halkın pek
çok para, mal ve değerli eşyalarının dinsiz ve zalim olan evbâş‐ı bî‐bâk
erâzil‐i etrâkın ellerinde mahvolduğu, onların, zulüm kurtlarını ve azgın
köpekleri fitne ve fesat ovasına salıverdikleri, bu nedenle iki yolcu ya da iki
arkadaşın bir yolda buluşmalarının mümkün olmadığı” zikredilir. Burada
“evbâş‐ı bî‐bâk” tabiriyle kastedilen kuşkusuz gözü kara ve bozguncu taife
olan rindlerdir. Devlete içten bağlılıkları söz konusu olmayan ve en kritik
zamanlarda karışıklık çıkararak yönetimi zor durumda bırakan bu zümre,
cesaret ve saldırganlığından ötürü yeri geldiğinde Selçuklu sultanları ve
devlet adamları tarafından taht mücadeleleri sırasında rakiplerini bertaraf
etmede kullanılmışlardır (Küçükdağ, 2005: 3).
Başıboş, kayıtsız ve “serserice” bir hayat tarzını benimseyen rindlerin,
her şeyi mubah görecek kadar laubali oldukları da anlaşılmaktadır
(Gölpınarlı, 1983: 81). Mevlevî kaynakları, “kalleşlik” ve “düşkünlükle”
özdeşleştirdiği bu zümrenin, eğlence hayatına ilgisiz kalmadığına işaret
ederler (Mevlâna, 1994: 104; Mevlâna, 2007, IV: 422; Sultan Veled, 1941: 63,
599) Mevlevî halifelerinden Sultan Veled’e (ö. 1312) göre rindler, Ramazan
aylarında oruçtan uzak durmakta ve meyhanelere uğrayıp batyalardan
şarap içmektedirler. Rindlerin bu hayat tarzı aslında Selçuklu dönemi
Anadolu’sunda ortaya çıkmış bir tercih değildir. Yukarıda da değinildiği
gibi, Abbasiler zamanında fütüvvet anlayışının sufi nitelikler taşımadığı
devrede de bu zümrelerin hayat felsefesi bundan farklı değildi. Benzeri
anlayış İslâm dünyasının diğer bölgelerindeki rind ve ayyâr zümreleri için
de söz konusuydu.
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 246
III. AHİLER VE MEVLEVÎLERLE İLİŞKİLERİ
Sultanlar ve devlet adamlarının askerî güç olarak yararlandıkları
rindler, kaba kuvvet gerektiren durumlarda bazı Ahi ileri gelenleri
tarafından da sevk ve idare edilmişlerdir. Bunların Konya’daki en nüfuzlu
liderleri Ahi Ahmed Şah idi. Emrinde binlerce rind ve asker topluluğu
bulunan bu zatın halk nazarında da büyük itibarı vardı. Claude Cahen
(1986: 596), Konya rindlerinin Ahi Ahmed Şah’tan sonra Ahi Mustafa’ya
bağlanmış olabileceğini belirtmekte ise de bu mümkün görünmemektedir.
Çünkü Eflâkî’de (1987, II: 133‐134, 174‐175, 230‐231), Ahi Ahmed Şah’ın yanı
sıra, onun çağdaşı olan Ahi Ahmed de runûd liderlerinden biri olarak
gösterilmektedir. Müellif, aynı şekilde Ahi Mustafa ve Şeyh (Ahi) Begi’ni de
Sultan Veled ve oğlu Ulu Ârif Çelebi zamanının runûd liderleri arasında
zikreder. Dolayısıyla bu örneklerden Konya’daki rindlerin sadece bir liderin
emri altında bulunmadığı anlaşılmaktadır.
İbn Bibi (1996, II: 205), Konya’daki bazı rindlerin Cimri hadisesi
sırasında Ahilerle birlikte hareket ettiğini belirtir. Buna göre Selçuklu
ordusu Karamanoğlu Mehmed Bey ve Cimri’nin kuvvetleri karşısında
tutunamayıp dağılınca, Türkmenler Konya Kalesi’nin At Pazarı ve Çaşnigir
kapılarını ateşe vermiş, bu esnada Ahi ve rindlerden bir grup da çer çöp
taşımak suretiyle onlara yardım etmiştir2. Ancak bu hadiseye bakarak
rindlerle Ahilerin her zaman beraber hareket ettiklerini söylemek mümkün
değildir. Nitekim Sivas’ta rindlerin sebep olduğu bir kargaşa şehrin Ahileri
tarafından tasvip edilmemiş ve derhal yatıştırılmıştır (Eflâkî, 1987, II:181‐
182; Muallim Cevdet, 2008: 197). Nerede ne yapacağı belli olmayan rindler,
yeri geldiğinde bazı Ahi liderlerini katletmekten geri durmamıştır. Meselâ
Aksaray’da buna dair bir olay yaşanmıştır. Bu şehrin ileri gelenlerinden
olup Moğolların Anadolu valisi İrencin’in de desteğini alan Şengitoğlu
adındaki bir zat, yörenin tanınmış şahsiyetlerinden Ali Paşa ile kardeşi Ahi
Ahmed’e iftirada bulunmuş, ardından da bu iki kardeşi rindlere
öldürtmüştür (Aksarayî, 2000: 247‐248; Küçükdağ, 2005: 3).
Ahi ileri gelenlerinin, kaba kuvvet ve cesaretlerinden dolayı rindlerle
ilişki kurup onları sevk ve idare etmeleri veya bazı rindlerin Ahiliğe
meyletmiş olmaları, kuşkusuz bu zümrenin bütünüyle Ahi teşkilatına
mensup olduğunu göstermez. Nitekim İbn Battûta (2004, I: 404), Ahi’nin
tanımını yaparken “sanatının ve zanaatının erbabını toplayan ve işi
olmayan genç bekârları da bir araya getiren adamdır. Fütüvvet denen şey
de budur” der. Burada ismini anmamakla birlikte “işi olmayan genç
2 Yazıcızâde Ali’nin eserinin bir nüshasında Türkmenlere yardım edenlerin “bir bölük yaren” olduğu belirtilir (Bkz.
Tevârîh-i Âl-i Selçuk, haz: Abdullah Bakır, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2009, s. 828, not: 1622).
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 247
bekârlar” tabiriyle rindleri işaret ettiği anlaşılan seyyah, fityânı tarif ederken
de “…Ertesi sabah işlerine giderek ikindiden sonra, elde ettikleri kazançlarla
önderin (Ahinin) yanına dönerler. Onlara fityân deniliyor” ifadelerine yer
verir. Claude Cahen (1986: 600) gibi araştırmacılar da Ahilerin rindlerle
bağlarının bulunduğunu ancak bunun, bütün rindlerin Ahiliğe mensup
olduğu anlamına gelmeyeceğine dikkat çeker. Şu halde, el emeğiyle
geçinmeyi, yardımlaşmayı ve başkalarına karşı hoşgörülü davranmayı
prensip haline getiren Ahi teşkilatına bağlı fityânlarla; haydutluk ve
bozgunculuğu ile tanınan ve toplum tarafından dışlanan rindleri, anlayış ve
tutum bakımından birbirine yakın kabul etmek mümkün değildir. Kaldı ki
Ahiler, devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde ortaya çıkan iktidar
mücadelelerinde, istisnai durumlar dışında her zaman meşru yönetimin
yanında yer almışlardır. Nitekim II. İzzeddin Keykâvusun saltanatı
sırasında isyana teşebbüs eden Pervâne Ebûbekir’in ısrarına rağmen Konya
Ahi ve fityânlarının: “Sizin onunla aranıza giren ayrılık tozundan dolayı
Sultana karşı ayaklanmaya kalkışamayız ve efendimizin nimetlerine
nankörlük edemeyiz” diyerek kendisine yardım etmeyi reddetmeleri (İbn
Bibi, 1996, II: 98‐99; Turan, 1993: 461‐462) de bunu teyit etmektedir. Oysa
kargaşa ortamından nemalanan ve bu yüzden yönetimi zor durumda
bırakan rindlerin böyle bir tutumu söz konusu olmamıştır.
Ahilerden başka rindlerle ilişkileri bulunan bir başka kesim de
Mevlevîlerdir. Eflâkî’nin anlatımlarına göre bu ilişkiler runûd liderlerinin,
yani Ahi ileri gelenlerinin Mevlevîlere olan yaklaşımlarına göre
şekillenmiştir. Yukarıda da işaret edildiği gibi Mevlevîler kendilerine
yakınlık gösteren ve muhalefette bulunmayan runûd liderleriyle iyi ilişkiler
kurmuşlar, fakat tersi yönde tavır sergileyenlere karşı da tepki gösterip
onları dışlamışlardır. Dostane ilişkiler kurdukları runûd liderlerinin başında
ise Ahi Ahmed Şah gelmektedir. Eflâkî’de “yiğitlik ve cömertliğin (fetâların)
sultanı ve zamanın az yetiştirdiği kişilerden olan Ahi Ahmed Şah” diye
övülen bu zat, Konya’da İlhanlı hükümdarı Keyhatu’nun (1291‐1295)
huzuruna çıkarak onu şehri almaktan vazgeçirmiştir. Ahmed Şah, bu
görüşmeden sonra Moğol hükümdarının isteği üzerine kendisini yanına
alarak Konya’nın diğer ileri gelenleriyle birlikte “şehrimizin şeyhi” ve
“âriflerin sultanı” diye övdüğü Sultan Veled’i ziyarete gitmiştir. Keyhatu bu
görüşme sırasında Mevlevî halifesine içtenlikle bağlanıp onun müridi
olmuş, ardından da birlikte Mevlâna’nın türbesini ziyaret etmişlerdir
(Eflâkî, 1987, II: 57‐59; Derviş Mahmûd‐ı Mesnevîhan, 2007: 226‐227).
Mevlevîlerin, yakınlık kurdukları bir diğer runûd lideri de Şeyh Begi olarak
da bilinen Ahi Begi’dir. Eflâkî’nin, “fityânın örneği, zarif arkadaş ve kerim
dost” diye methettiği ve Konya rindlerinin uluları, aynı zamanda sultanlar
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 248
ve meliklerin nedimleri arasında gösterdiği bu zat, Sultan Veled ve onun
oğlu Ulu Ârif Çelebi’ye bağlılığı ile biliniyordu. Sultan Veled, oğlu ile
arasına soğukluk girince ondan yardım istemiş, bu isteği severek kabul
eden Ahi Begi de baba ile oğlunu barıştırmıştır (Eflâkî, 1987, II: 230‐231).
Mevlevîlerin, kendilerine karşı muhalif hareketlerinden ötürü
dışladıkları runûd liderlerinden biri Eflâkî’nin “anud” (inatçı) olarak
zikrettiği Ahi Ahmed, diğeri de Ahi Sıddık’ın oğlu Ahi Mustafa’dır. Ahi
Ahmed ile Mevlevîler arasındaki soğukluğun temeli bu zatın Mevlevîlikle
özdeşleşmiş olan semâ ve musikiye karşı tavır almasına dayanır. Onun, bu
düşüncesini çevresinde açıktan dile getirmesi, özellikle de Hânkah‐ı Ziyâ’da
Hüsameddin Çelebi adına düzenlenen şeyhlik merasimindeki muhalefeti,
aradaki gerginliği iyice arttırmıştır. Eflâkî, bu tören sırasındaki tutumundan
dolayı Ahi Ahmed’i “zamanın zorbalarından ve zindanlık rindlerin
başlarından” biri olarak nitelendirir. Onun, “yaratılışındaki bağnazlık, kin
ve garezinden dolayı” Hüsameddin Çelebi’nin posta oturmasını
istemediğini, bu yüzden de toplantı sırasında Çelebi’nin yere serilen
seccadesini toplayıp şeyliğini tanımadığını belirtir. Ortalığın karışması
üzerine ise, bazı Ahi ileri gelenlerinin kılıç ve bıçaklarına sarıldığını;
Mevlevî müritleri arasında bulunan emîrlerin “küstah rindleri” öldürmek
için üzerlerine yürüdüğünü söyler. Eflâkî, Ahi Ahmed’in buradaki
muhalefetini onun kin ve garezine bağlasa da bu tavrın aslında sözü edilen
şahsın kendi nüfuz sahasına müdahale edilmesinden kaynaklandığı
anlaşılmaktadır. Ahi Ahmed’in, Mevlevîlere olan muhalif tutumu bundan
sonra da devam etmiştir. Nitekim o, Konya’da bir cenazenin defni sırasında
caiz olmadığı gerekçesiyle guyendelerin gazel okumasına izin vermemiş, bu
durum Sultan Veled’in tepkisine neden olmuştur. Kendisinin, bu
hareketlerinden dolayı Mevlevîler tarafından dışlanması üzerine,
rindlerinin çoğu Mevlevîliğe meyletmişlerdir. Oğlu Ahi Ali de Sultan
Veled’in seçkin müritleri arasına katılmıştır (Eflâkî, 1986, I: 230; 1987, II: 133‐
135, 166; Derviş Mahmûd‐ı Mesnevîhan, 2007: 150, 280).
Mevlevîlerle anlaşmazlığa düşen Ahi Mustafa ise, aslında delikanlılık
zamanına kadar bu çevrelerle iyi ilişkiler içinde idi. Hatta ona Mustafa
adını, babası Ahi Sıddık’ın ricası üzerine Mevlâna koymuştu. Ancak o,
makam ve mansıp sahibi olup çevresi genişleyince değişmeye başlamış,
emrinde bulunan rindlerle Konya ahalisini sindirmiştir. Bu durumdan
rahatsız olan halk da Sultan Veled’e giderek Ahi Mustafa’yı şikâyet etmiştir.
Sultan Veled, bu Ahi’ye babacan bir tavırla nasihatte bulunmuş fakat bir
sonuç elde edememiştir. Üstelik onun: “Biz bu işin tedbirini
Hüdavendigârımızdan daha iyi biliyoruz. O iş, büyüklük ve zorbalık
yapmadan kolayca elde edilmiyor. Siz bu işlere karışmayın. Sizin irfan
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 249
âleminiz başka, bizimki başka bir şeydir” cevabı, kendisini kızdırmıştır. Ahi
Mustafa, Mevlevîlere olan muhalif tavrını Sultan Veled ve oğlu Ulu Ârif
Çelebi’nin katıldığı bir semâ sırasında da göstermiştir. O, semâ’ın geç vakte
kadar uzaması üzerine sıkılmış ve “bundan sonra Mevlevîleri semâ’a
çağırmamalı, çünkü kimseye hiç rahat vermiyorlar” diyerek Mevlevîleri
eleştirmiştir. Bu sözler karşısında üzülen Ârif Çelebi, birkaç gün sonra
guyendeler ve halktan oluşan kalabalık bir toplulukla Ahi Mustafa’nın
evine giderek çeşmenin lülesini tutmuş, ardından sofanın başköşesindeki
halıyı ters çevirip kandilin yağını dökmüştür. Bütün bunlar karşısında
rindler ayakta kalakalmışlar, Ahi Mustafa ise gizlendiği yerden olanları
seyretmiştir. Bu hadiseden sonra bir daha Ahi Mustafa’nın evinde semâ
yapılmamıştır. Bu arada askerleriyle Konya’ya giren Karamanoğlu Yahşi
Bey (ö. 1315), rindleriyle birlikte onu öldürtmüştür (1307)3. Ulu Ârif Çelebi,
Ahi Mustafa’nın ölümünden büyük üzüntü duymuş ve ağlamıştır. Bu
olaydan ibret alan rindler ise, Mevlevîliğe intisap etmişlerdir (Eflâkî, 1987, II:
173‐175; Derviş Mahmûd‐ı Mesnevîhan, 2007: 293‐294).
IV. SİYASÎ VE ASKERÎ HÂDİSELERE KARIŞMALARI
Yukarıda da değinildiği gibi, Selçuklu devlet yönetiminin güçlü olduğu
dönemlerde fazla öne çıkmadığı görülen rindler, özellikle Kösedağ
yenilgisinden sonra adından sık sık söz ettirmeye başlamışlardır. Zira bu
tarihten itibaren devlet otoritesinin zafiyete uğrayıp Moğol tahakkümünün
giderek artması, iktidar mücadelelerini de beraberinde getirmiş ve dönemin
devlet adamları muarızlarını bertaraf etmek için bu zümrenin kaba
kuvvetinden yararlanma yoluna gitmişlerdir. XIII. yüzyıl sonlarına kadar
devam eden bu süreçte rindler, kimi zaman çatışmalarda boy göstermiş,
kimi zaman da kargaşa ortamlarını fırsat bilerek hırsızlık, yağma ve
kundaklama hadiselerine karışıp etrafa korku salmışlardır.
Kösedağ yenilgisi sonrasında rindlerin adı ilk defa II. İzzeddin
Keykavus’un saltanatı (1246‐1249) sırasında geçer. Dönemin devlet
adamlarından Pervane Fahreddin Ebûbekir ve Emîr‐i dâd Nusret; Vezir
Şemseddin Muhammed İsfahânî’nin izniyle, Melikü’l‐ümerâ Şemseddin
Hasoğuz ile Atabeğ Esededdin Ruzbeh’i öldürtmek maksadıyla çeşitli
vaatlerde bulundukları Akşehir ve Ilgın beldelerinin rindleriyle anlaşırlar.
Plana göre rindler vezirin sarayının etrafında bulunan gulâmhânelere ve
hücrelere gizlice yerleştirilir ve onlara vezir İsfahânî’nin kılıcının adı olan
“kuzu” parolası verilince harekete geçmeleri ve sözü edilen emîrleri
3 İbrahim Hakkı Konyalı, Karamanoğlu Yahşi Bey’in, Ahi Mustafa ve rindlerini öldürttükten sonra Konya Kalesi’nin
Çaşnigir kapısına astırdığını belirtir (Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Burak Matbaası, Ankara 1997, s. 146).
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 250
öldürmeleri söylenir. Şemseddin Hasoğuz ile Esededdin Ruzbeh, vezirin
sarayından içeri girince Emîr Nusret kapıyı sıkıca kapatır ve “kuzu”
parolasını verir. Bunun üzerine rindler saklandıkları yerlerden çıkarak
Şemseddin İsfahânî’nin önünde iki emîri kılıç darbeleriyle öldürürler.
Cesetler, Sultanın sarayının kapısında merasim için yapılmış olan ahşap
köşke asılarak halka teşhir edilir. Emir Nusret’in talimatıyla, öldürülen
emîrlerin evlerine giden rindler, onların ve bazı suçsuz kimselerin mallarını
ve eşyalarını yağmalarlar (İbn Bibi, 1996, II: 89‐94; Anonim Selçuknâme,
1952: 33; Turan, 1993: 460‐461). Bu hadiseden sonra rindler, yol muhafızları
ve diğer bozguncularla birlikte Şemseddin İsfahânî ile arası açılan ancak
daha sonra yapılan anlaşmaya razı olan Şerefeddin Erzincanî’yi Sultana
karşı isyan etmesi için kışkırtırlar. Askerleriyle Niksar taraflarına gelen
Erzincanî, burada vezirin gönderdiği kuvvetlere yenilir ve kısa bir süre
sonra da öldürülür (İbn Bibi, 1996, II: 100‐102).
Selçuklu ordusunun 1256 yılında Sultan Hanı civarında Moğollara karşı
savaştığı sırada, başkent Konya’da hükümet yetkililerinin ve askerin
bulunmamasını fırsat bilen rindler şehirde karışıklık çıkarmışlardır. Onların
bu hareketini Sultan Hanı’ndaki bozgundan kaçarak Konya’ya gelen
Üstadü’ddâr4 Nizmeddin Ali b. İlalmış yatıştırmıştır. Şehirde sükûneti
sağlayan Nizameddin Ali, Moğol komutanlarına verilecek hediyeleri
hazırlatmış ve halkı Moğol askerlerinin ihtiyaçlarının karşılanması için
fedakârlığa davet etmiştir (İbn Bibi, 1996, II: 148; Turan, 1993: 480‐481).
Daha evvel de ifade edildiği üzere rindlerden bir grup, Cimri lakabıyla
bilinen Alâeddin (Gıyâseddin) Siyavuş ile Karamanoğlu Mehmed Bey’in’in
Konya’ya hücumu sırasında bazı Ahilerle beraber Türkmenlerin yanında
yer almış, kalenin Atpazarı ve Çaşnigir kapılarının ateşe verilmesi sırasında
onlara yardımcı olmuşlardı. Şehre hâkim olan ve etrafı talan eden
Türkmenler, Alâeddin Siyavuş’u Filobad köşkünden getirerek
Devlethâne’de saltanat makamına oturttular. İğdiş başı Fahreddin Bey ile
runûd liderlerinden Ahi Ahmed Şah ve ona bağlı Ahiler, yeni sultana
bağlılıklarını bildirdiler (İbn Bibi, 1996, II: 205, 209; Aksarayî, 2000: 96‐97;
Turan, 1993: 561). Ancak çok geçmeden Selçuklu ve Moğol kuvvetlerinin
Konya’ya doğru yönelmeleri ve Karamoğlu Mehmed Bey ile Cimri’nin
şehre girme teşebbüsleri karşısında; İğdiş başı Fahreddin Bey, Ahi Ahmed
Şah, Ahi Ahmed ve diğer Ahiler gerekli hazırlıkları yaparak Karamanlıların
içeri girmelerine izin vermediler (İbn Bibi, 1996, II: 212‐213; Anonim
Selçuknâme, 1952: 40; Turan, 1993: 566‐567).
4 Hazinenin geliri ile vergilerin belirli bir miktarını saraydaki fırın, mutfak ve ahırın harcamaları; maiyyetindekilerin
masrafları için kullanan görevlidir (Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 170).
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 251
Konya rindleri, Sultan Hanı savaşı sırasında yaptıkları gibi, bu defa da
Sultan II. Mesud’un saltanatında şehrin boşalmasını fırsat bilerek kargaşa
çıkardılar. Anonim Selçuknâme’ye (1952: 50‐51) göre, ismi anılan
hükümdar, kardeşi Rükneddin Geyûmers’i Eşrefoğlu Süleyman Bey’in (ö.
1302) kızıyla evlendirmek istiyordu. Bunun için şehzadeyi Sinop’tan
getirterek Eşrefoğullarının yönetimindeki Viranşehir’e gönderdi. Kendisi de
sözü edilen yere gitmek için yola çıktı. Ancak Eşrefoğlu, Sultan henüz yolda
iken şehzadeyi yakalatarak hapse attırdı. Bu haberin Konya’da duyulması
üzerine şehirde büyük bir fitne ortaya çıktı. Bunu fırsat bilen rindler, şehrin
boşalmasından da yararlanarak baskınlara giriştiler. Evleri yağmalayıp
halkın huzurunu kaçırdılar. Öyle ki, hiç kimse korkusundan bağına ve
bahçesine dahi gidemedi. Bu arada rindlerden bir grubun şehrin dışındaki
bir evde toplandıklarını öğrenen şıhne (zabıta işlerinden sorumlu askeri
vali) ile sultana bağlı emîrler etrafı çevirdiler. Ardından da evi ateşe
verdiler. Ev sahibi dışarı fırlayıp canını kurtardıysa da rindlerle beraber
karısı ve beşikteki çocuğu yandı (1290). Sultan Mesud’un Konya’ya dönmesi
üzerine şehirdeki kargaşa bastırıldı. Diğer taraftan Karamanoğlu Güneri
Bey’in (ö. 1300), Süleyman Bey’e bir elçi gönderip sultanın kardeşinin
hapiste tutulmasının yanlış olduğunu bildirmesi üzerine Şehzade
Geyûmers, serbest bırakılıp Konya’ya gönderildi (Turan, 1993: 595; Cahen,
1986: 598).
Bu hadiseden birkaç hafta sonra malî konulardaki sert uygulamaları ile
tanınan Moğol veziri Fahreddin Kazvinî Konya’ya geldi. Bu sırada şehirde
bulunan Sultan Mesud ise, bütün rindleri silahlandırıp onların geceleyin
ateş yakıp silah oyunları oynamalarını izledi ve Ahilerle beraber onlara
iltifatlarda bulundu. Kazvinî, şehre gelişi sırasında Sultan’ın Konya halkıyla
birlikte kendisini karşılayacağını ümit etmiş, bu gerçekleşmeyince de canı
sıkılmıştı. Bundan dolayı Sultan Mesud’a: “Anadolu’ya geleli bu kadar
zaman oluyor, hiç bizi sormadın, yalnız bıraktın” diye sitem etti. Sultan ise,
mazur görülmesini isteyerek şehirdeki runûd ve şerir takımının ayaklanma
çıkardığını bu yüzden kendisiyle ilgilenemediğini söyledi. Bu arada Vezirin,
yeni vergiler ve alış veriş konusundaki emirleri şehirde hoşnutsuzluğa
neden oldu. Bunun üzerine Ahi Ahmed Şah, kethüda ve emrindeki
rindlerle birlikte onun huzuruna çıkarak halkın yeni vergiler karşısında
tahammülünün kalmadığını dile getirdi. Vezir ise, Ahmed Şah’a sert
sözlerle karşılık verip Sultan Mesud’un yanına gitmek üzere yola çıktı.
Sarayın kapısına gelince, Argun Han tarafından gönderilen elçiler kendisini
yakalayıp Anadolu vilâyetinin hesabını vermek üzere Hanın yanına
götürdüler (Anonim Selçuknâme, 1952: 51‐53; Turan, 1993: 593‐594; Cahen,
1986: 598).
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 252
Önceleri Moğolların Anadolu valisi iken 1291 yılında hükümdar olan
Keyhatu, Aksaray’da bulunduğu sırada kendisine itaat edip karşılamaları
için Konya’daki emîrlere ve Türklere itibarlı bir elçi göndermişti. Ancak,
şehrin rindleri bu elçiyi zorbalık yaparak öldürdüler. Bu haber Keyhatu’ya
ulaştırılınca, buna fena halde kızdı ve askerlerine Konya’nın üzerine
yürüyüp şehri kuşatmalarını, bütün ahaliyi öldürmelerini, mal ve
mülklerini de yağmalamalarını emretti. Moğol ordusunun Konya’ya
geleceğini öğrenen halk ise, büyük bir korkuya kapıldı ve Mevlâna’nın
türbesine gelerek burada ağlayıp sızlamaya başladı. Nihayet, Keyhatu
kalabalık bir orduyla Konya sahrasına inip şehrin kapılarına dayanınca, Ahi
Ahmed Şah, Moğol hükümdarının huzuruna çıkarak onu şehri
yağmalamaktan caydırdı. Eflâkî (1986, I: 52‐53, 258‐259; 1987, II: 58‐59),
onun, rüyasında Mevlâna’yı gördükten sonra şehri yağmalamaktan
vazgeçerek askerin geri dönmesi için emir verdiğini belirtir.
Keyhatu’nun Anadolu’dan ayrılmasından sonra Moğollara ve onlara
dayanan Selçuklu yönetimine karşı harekete geçen Türkmenler çeşitli
yerlerde ayaklanmalar çıkardılar. Bunu fırsat bilen Konya rindleri, Sultan
Mesud’un kardeşini ayartıp onun yanında yer aldılar. Bir taraftan da şehri
alt üst edip büyük bir kargaşanın yaşanmasına neden oldular. Bu arada
Karamanoğullarının, Beyşehir’i ele geçirip Eşrefoğlu’nu öldürdüklerine dair
haberin Konya‘da duyulması, runûdun “edepsizliğini” daha da arttırdı.
Kargaşa o kadar büyüdü ki, halk Türkmenler ve runûdun korkusundan
kale kapısından dışarı çıkamaz hâle geldi. Halil Bahadır komutasındaki
Karaman kuvvetlerinin Konya’yı kuşatması üzerine rindler, sur kapısından
çıkıp onlara karşı savaştılarsa da kayıplar verdikleri için surlardan tekrar
içeri girerek kapıları kapattılar. Ancak kaleden içeri girmeyi başaran
Karamanlılar, şehri ele geçirip üç gün boyunca yağmaladılar (Anonim
Selçuknâme, 1952: 59‐60; Turan, 1993: 604).
Rindlerin başında bulunan Ahi ileri gelenlerinin XIII. yüzyıl sonlarında
da hâlâ Konya’da belli bir nüfuza sahip olduğu dikkati çeker. Bunlardan
Ahi Ahmed Şah, bir ara Konya’da zulüm yapmaya başlayan Gazan Han’ın
(1295‐1304) elçisine karşı gelmiş ve onu şehirden kovmuştur (1297). Ancak
bu olayın akabinde Gazan Han’a yaranmak isteyen Şarap‐sâlâr, Ahi Ahmed
Şah’ı öldürmüştür. Onun bu ölümü Konya halkını mateme boğmuştur
(Anonim Selçuknâme, 1952: 66‐67; Turan, 1993: 619). Aksarayî’deki (2000:
246‐248) kayıtlara göre rindler, 1305 yılında Anadolu komutanlığına tayin
edilen İrencin Noyan zamanında vuku bulan bazı hadiselerde
kullanılmışlardır. Moğol emîrini kandırarak onun desteğini kazanan
Şengitoğlu adındaki bir müfsit, Aksaray’da Ali Paşa, Ahi Ahmed,
Şerefeddin Hoca Ömer, Hoca Yakut, Hacı Yusuf, Ferhad Tîrbaşı ve Saruca
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 253
Müşrif gibi itibarlı ve zengin kimseleri şehrin rindlerine öldürtmüş ve
servetlerini yağmalatmıştır (Turan, 1993: 636). Diğer taraftan Eflâkî’deki
(1987, II: 181‐182) kayıtlardan 1310’larda Sivas, Konya ve Kayseri rindlerinin
hâlâ şehirlerde çıkan olaylarda müdahil olduklarını öğreniyoruz.
V. SONUÇ
Ortaçağ İslam dünyasının sosyal zümrelerinden olan rindler,
kaynaklarda genellikle menfi yönlerinden bahsedilen bir topluluk olarak
dikkati çeker. Türkiye Selçuklularında XII. yüzyıl sonları ile XIII. yüzyıl
başlarında zuhur ettiği anlaşılan ve Moğol hâkimiyeti döneminde adından
sık sık söz ettiren bu zümre, şehirlerde yaşayan ve ayak takımı olarak da
tanınan bekâr delikanlılardan meydana gelmekteydi. Bunların belli bir
mesleği olmadığından geçimlerini daha ziyade kendilerini sevk ve idare
eden kimselerin takdir ettiği gelirler ile kargaşa ortamlarında hırsızlık ve
yağmadan elde ettikleri ganimetlerden sağlamışlardır. Asilik ve zorbalıkları
ile tanınan ve bu yüzden de toplum tarafından dışlanan rindler; başıboş,
kayıtsız ve serserice bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Devlete içten
bağlılıkları söz konusu olmadığından, en hassas zamanlarda yönetimi zor
durumda bırakmaktan geri durmamış, sertlikleri ve haydutlukları ile
özellikle Konya halkı arasında büyük korku salmışlardır.
Rindler, kaba kuvvet gerektiren durumlarda bazı Ahi liderleri
tarafından sevk ve idare edilmişlerdir. İçlerinden bazılarının Ahiliğe
meyletmiş olması onların bütünüyle bu teşkilata bağlı bulunduklarını
göstermez. Mevlevîlerle de ilişkilerde bulunan bu zümre, başlarında
bulunan liderlerinin tutumlarına göre söz konusu çevrelerle bazen iyi
geçinmiş, kimi zaman da onlara karşı muhalif bir tavır içinde olmuştur.
Rindlerin, siyasî ve askerî hadiselerdeki etkinliği Moğol hâkimiyeti
devresinde artmıştır. Dönemin bazı sultan ve devlet adamları onları vurucu,
kırıcı özellikleri nedeniyle siyasî mücadelelerde askerî güç olarak
kullanmışlardır. Rindler, genellikle çıkarlarına göre hareket ettiklerinden
kendilerine yaklaşmayı bilen kimselerin yanında yer almışlardır.
Kaynaklarda XIV. yüzyıl başlarında ortaya çıkan hadiseler sırasında
kendilerinden hâlâ söz edilmesi, bunların devletin yıkılışına kadar varlığını
devam ettirdiğini göstermektedir.
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 254
KAYNAKÇA
‐Abu Bakr İbn al‐Zaki, Ravzat al‐Kuttab va Hadikat al‐Albab, (yay. Ali Sevim), TTK
Yayınları, Ankara 1972.
‐Ahmed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri, I‐II, (çev. Tahsin Yazıcı), Remzi Kitabevi, İstanbul
1986‐1987.
‐Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, I, Cem Yayınevi, İstanbul 1995.
‐Anonim Selçuknâme, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi, III, (yay. Feridun Nafiz Uzluk),
Ankara 1952.
‐Baykara, Tuncer, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, Ankara 1985.
‐Cahen, Claude, İslâmiyet I, Doğuşundan Osmanlı Devleti’nin Kuruluşuna Kadar, (çev. Esat
Nermi Erendor), Bilgi Yayınevi, Ankara 2000.
‐Cahen, Claude, “İlk Ahiler Hakkında”, (çev. Mürsel Öztürk), Belleten, L/197 (1986), ss.
591‐601.
‐Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, SÜ Yayınları, Konya 1981.
‐Derviş Mahmûd‐ı Mesnevîhan, Sevâkıb‐ı Menâkıb, (haz. Hüseyin Ayan vd.) Rûmî
Yayınları, Konya 2007.
‐Göksu, Erkan, Türkiye Selçuklularında Ordu, TTK Basımevi, Ankara 2010.
‐Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul
1983.
‐Gölpınarlı, Abdülbâki, Mevlânâ Celâleddin, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1999.
‐Gölpınarlı, Abdülbâki, İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilâtı, İstanbul Ticaret Odası
Yayınları, İstanbul 2011.
‐Hasan‐ı Rumlu, Ahsenü’t‐Tevârîh, (çev. Mürsel Öztürk), TTK Yayınları, Ankara 2006.
‐Hasan b. ‘Abdi’l‐Mü’min el‐Hoyî, Gunyetu’l‐Kâtib ve Munyetu’t‐Tâlib Rusûmu’r‐Resâ’il ve
Nucûmu’l‐Fazâ’il, (yay. A. Sadık Erzi), AÜİF Yayınları, Ankara 1963.
‐İbn Battûta, Seyahatnâme, I, (çeviri, inceleme ve notlar: A. Sait Aykut), Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul 2004.
‐İbn Bibi, El‐Evâmirü’l‐Ala’iyefi’l‐Umuri’l‐Ala’iye, I‐II, (haz. Mürsel Öztürk), Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.
‐Kerîmüddin Mahmud‐i Aksarayî, Müsâmeretü’l Ahbâr, (çev. Mürsel Öztürk), TTK
Yayınları, Ankara 2000.
‐Konyalı, İbrahim Hakkı, Âbideleri ve Kitabeleri ile Konya Tarihi, Burak Matbaası, Ankara
1997.
‐Köprülü, Mehmed Fuad, “Hârizmşâhlar”, İA, V/1 (1993), ss. 265‐296.
‐Küçükdağ, Yusuf, Türk Tasavvuf Araştırmaları, Çizgi Kitabevi, Konya 2005.
‐Merçil, Erdoğan, Müslüman‐Türk Devletleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara 1991.
‐Mevlâna Celâleddin Rûmî, Rubailer, (çev. M. Nuri Gençosman), MEB Yayınları, İstanbul
1994.
‐Mevlâna Celâleddin Rûmî, Mesnevî‐i Şerîf, IV, (trc. ve şerh: Ahmed Avni Konuk; yayına
hazırlayanlar: Osman Türer vd.), Kitabevi, İstanbul 2007.
‐Muallim Cevdet, İslâm Fütüvveti ve Türk Ahiliği: İbn‐i Battuta’ya Zeyl, (çev. Cezair Yarar),
İşaret Yayınları, İstanbul 2008.
‐Ocak, Ahmet Yaşar, “Fütüvvet ‐tarih‐”, DİA, XIII (1996), ss. 261‐263.
‐Özcan, Abdülkadir, “Ayyar”, DİA, IV (1991), s. 296.
‐Sultan Veled, Divan, (yay. F. Nafiz Uzluk), Uzluk Basımevi, Ankara 1941.
‐Taeschner, Franz, “İslâm Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilâtı)”, (çev. Fikret Işıltan),
İFM, XV/1‐4’den ayrı basım (1953‐54), ss. 3‐32.
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 255
‐Turan, Osman, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, TTK Yayınları, Ankara 1988.
‐Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye, Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1993.
‐Yazıcızâde Ali, Tevârîh‐i Âl‐i Selçuk, (haz. Abdullah Bakır), Çamlıca Basım Yayın, İstanbul
2009.
7/14 • ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİHİN PEŞİNDE • 256