toplumsal gerçeklikisamveri.org/pdfdrg/d00064/1998_1-2/1998_1-2_dogue.pdfprof.dr.doğu ergil...
TRANSCRIPT
II.GÜN ll. OTURUM DE~IŞIM SÜRECINDE POLITIKANIN INANÇ-BILIM ILIŞKISINE ETKISI
TEBLIÖLER
inanç-Bilim ilişkisi ve Toplumsal Gerçeklik
Insan, hem inanan hem düşünen bir varlıktır. Düşünce ile inancın, sosyal ve do~al gerçekliklerle çelişir ve çalışır olması; ne inancın (manevi de~erlerin ve iç huzurun) sürekliliğini sa~layabilir, ne de insanın, içinde yaşadı~ı sosyal ve do~al ortama uyumlu olmasına imkan verir. O halde inançla bilimin, önünde sonunda gerek birey gerekse toplum yaşamında(makul) bir yerde kesişebilmeleri ya da kendi özgün alanlarında birbirleriyle çatışmadan varolabilmeleri, insanların ihtiyaçlarına yan ıt
verebilmeleri açısından önemlidir. Bu 'makul' ü .ya da uzlaşmayı sa~layan insandır, giderek yaşamdır. Insanlar tek başlarına yaşamadıkları için gerek bilim, gerekse inanç, sosyalleşmeyi ve sosyal dayanışmayı sağlayan araçlar/alanlaY ölaiak-hayati önemdedir: ' Biri;··anlamayı,
maddi dünyayı düzenlemeyi ve yönetmeyi mümkün kılar. Di~eri, bilimin cevap veremedi~i sorulara yanıtlar arayıp insanın iç huzurunun ve ahlaki ölçülerin oluşumunu sa~layarak toplumsal dayanışmaya katkıda bulunur. Bu, bir birlik de~il. birlikteliktir. Tıpkı, nitelik farkiarına ra~men ruh ve bedenin süreli beraberli~i gibi...Her ikisini de iş- . !evsel birliktefiğe yöneiten toplu yaşamdır ve her toplum ahenk ve dayanışma içerisindedir.
Tarihsel kronolojiyi izlersek, toplumsal dayanışmanın üç düzlemde sa~li:mdı~ını görürüz. Bu düzlemler aynı zamanda toplumsal evrimin aşamaları olarak da düşünülebilir.
1. Kan Bağı: Daha çok klan ve kabile düzeyindeki toplumsal örgütlenme aşamasında işlevseldir.
2. Diniinanç Bağı: Ulus öncesi, çok kavimli (soylu) veya feodal düzenlerde kültürel-siyasal 'parçalılı~ı·
aşmak arayışları aşamasında işlevseldir.
Prof.Dr.Doğu ERGiL
A.Ü.Siyasa/Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi
3. Milliyetçilik: Inanç ve soy farklılıklarını aşıp laik si
yasal birlikler kurma aşamasında işlevseld ir.
Bu aşamalara, milliyetçili~i de aşan, ama kalıcı ola
mayan sosyalizm deneyi de 'küçük harfl~rle'· eKlenebilir.
Son olarak listeye, her gün biraz daha somutlaşan, fakat
yakın gelecekte henüz ulus-devletlerin eritmesi bek
lenmeyen Avrupa Topluluğu gibi devletler-üstü ör
gütlenmeleri de ilave etmek gerekir. Söz konusu ör
gütlenme sürecinde
bir Avrupalılık duygusunun ve kimli~inin doğmakta ol
du~ u gözle görülür bir gerçekliktir. Bütün bu dayanışma
türleri, kendilerine has ideolojiler de yaratarak her dö
nemde sosyal alanı etkilemiş ve düzenlemişlerdir.
Başka bir kavramsallaştırmanın terimleri ile söy
lendiğinde metafizik, teokratik ve seküler yaşam tarz
Iarına eş düşen(tekabül eden) toplumsal-siyasal gelişme
aşamalarında, sekülerleşmeye doğru bir evrim olduğu
gözlenebilir. Her üç aşama veya dayanışma biçimi ara
sında net bir kopuş yoksa da sosyal evrimin yönü se
külerleşme doğrultusunda olmuştur. Yani günlük hayatın
siyasal tanzimi, giderek din kurallarından ve ku
rumlarından ayrışmıştır.
MILLIYETÇILIK VE KRIZI
Bir toplumun gelişme düzeyi, onun sosyal da
yanışma araçlarını ve toplum hayatını tanzim tarzını
büyük ölçüde belirler. Söz konusu 'tarz'dan kasıt, siyasal
ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, ClLT: 11, SAYI1-2, 1998 93
.. --- . .
kurumlar ve ço~unlukça benimsenen siyaset felsefesidir (egemen ideolojidir). Metafizik, teokratik veya seküler evrim çizgisinde milliyetçilik, dayanışma ideolojilerinden sonuncusuna eş düşer. Bir muhayyel (varoldu~u hayal edilen) toplumun düşünsel-duygusal 'imar planı ' olan milliyetçili~in kapsayıcı olması, seküler olmasını gerektirir. Bu nedenle, etnik ve dinsel nitelikleri a~ır basan bir milliyetçilik, toplumsal gelişmenin ileri aşamalara ulaşamadı~ını göstermekle kalmaz, bu en soyut dayanışma tarzının taksim ideolojisinin kendisinden öncekileri, yar
dıma ça~ırdı~ını işaret eder. Seküler (inanç ve soy bağından özerkleşmiş oldu~u için kavrayıcı) olması gereken milliyetçilik, kan ve din bağını ne kadar a~ırlıkla içinde barındırırsa, siyaset, yönetim ve hukuk alanında o kadar çok gerilimler, çelişkiler ortaya çıkar. Özellikle 'lktidar,laik bir temele dayanacak mı? Dayanmayacak mı?' sorusu hep gündemde kalır.
Milliyetçilik, her zaman ulus-devleti kurmak ve/veya sürdürmekle başarılı olmayabilir. Uluslaşma süreciniri tamamlanamaması veya kesintiye uğraması; bir istila söz konusu değilse genellikle ulus-devletin popüler beklentileri karşılamadaki başarısıziiğı yüzündendir. Durum böyleyse, di~er dayanışma tarzlarının taksim ideolojilerinin sırasıyla iktidarın yardımına ça~ırılması olağandır. Ancak bu durum, toplumda ve siyasette derin çelişkilere yol açmakta gecikmez. Siyasal klancılık ile dinsel cemaatleşme, ulus olma bilincinde derin yaralar açabilir; uluslaşma sürecini kesintiye uğratabilir. Kendisinin esas olarak bir soy ve inanç kümesinin bir üyesi olarak tanımlayan ve davrananlar (gelenekçiler) ile tüm
TEBLI<3LER : PROF.DA.D0<3U ERGIL
sunuldu~u bir piyasadır. Ekonomik rekabetin önlenmesi, verimliliğin düşmesine, kalitenin bozulmasına neden olan bir tekelciliğe yol açar. Siyasette rekabetin önlenmesi ise ço~ulculuğun, uzlaşmanın, yaratıcılığın ve özgürlüklerin sınırlanması sonucunu do~urur. Siyasal tekelcilik, soy, din veya bir siyasal ideolojinin egemenliğine dayanan yönetim tarzını zorla gerçekleştirmektedir.
Kamu yönetiminde, kamu alanında var olan sosyal (sınıfsal ve etnik), dinsel farklılıklar yanında, siyasal eğilim çeşitlili~ini reddedip tekilci bir tercihte bulunmak iki sonuç verir: 1. Otoriter bir yönetim tarzı oluşturur; 2. Temsil edilmeyen, inkar edilen (ayrımcılığa uğrayan)
veya · baskı gören kümeler ile ayrıcalıklara kavuşturulanlar arasında uyum sağlanamaz. Kamu alanı
istikrara kavuşamaz, sürekli huzursuzluklar ve gerilimlerle dalgalanır.
Farklılıkların bağdaştırılması, toplumsal taleplerin karşılanması, özgürlük ve sorumlulukların yönetilmesi, siyasal evrimin ileri aşamalarında biraz daha kolaylaşır. Çünkü yurftaşlık hukuku, herkesi eşitçe kavrar hale gelir. Ama, belirli siyasal (sonradan ulusal) sınırlar içinde kan ve inanç bağı çerçevesinde kurulan sosyal dayanışma, birçok kümeyi dışarıda bıraktı~ından milliyetçilik kadar kavrayıcı olmamıştır. Yakın tarih incelendiğinde, ulus (çuluğ)un, soy ve inanç mensubiyetinden bağımsız olarak tüm yurttaşları eşitçe kavramadığı takdirde amaçladığı siyasal birliği gerçekleştiremediği de görülür.
Diğer yandan, ulusal devlet, ulus oluşturma aşa
masında verdiği sözleri 'makul' bir süre içinde gerçekleştirmek zorundadır. Bu makul süre, fedakarlığı
inanç ve ·soy kümelerine- eşit mesafede durmayı. yurt-- kabul etmiş-olan bir-kuşağın yaşam süresini aşabilir. taşlığın ve toplumsal düzenin esası olarak görenler (modernler) arasında kamu alanında derin krizler, sür
tüşmeler yaşanabilir. Yaşanmaktadır da ...
Diğer yandan, bu birbirlerinden farklı toplumsal dayanışma ve yönetim anlayışlarının, düzeni ve iktidarı
farklı meşrulaştırma tarzları/de~erleri vardır. Söz konusu tarzların birbirinden ayrışmamış ve geleneksel değerlerin ve refleksierin silikleşmemiş olduğu toplumlarda birbiriyle çarpışan değer sistemlerinin büyük dip-dalgalara yol açması olasıdır. Bugünkü Cezayir, bu durumun en iyi örne~idir. Türkiye, daha hafif olmakla birlikte aynı sarsıntıları hissetmektedir.
Siyaset bir rekabettir. Piyasalarda geÇerli olan ekonomik rekabet, siyasette de geçerlidir. Nasıl ki, satılacak malı ve hizmeti olan, onu piyasaya sunarsa, siyaset de,
düşüncelerin, tekliflerin, program ve projelerin, onları
sunan kadroların inandırıcılı~ı ile birlikte halk beğenisine
94
Ama ikinci kuşağın kendi yaşam süresi içinde inandırıcı iyileştirmeler görmemesi durumunda başlataeağı itirazlar, üçüncü kuşakta düzene tam bir karşı çıkışa dönüşebilir.
Ulusçuluğun (milliyetçiliğin) bir daya(i .şma ve motivasyon kaynağı olabilmesi için, ulusal d~vletin başarılı olması gerekir. Başarının ölçüsü, kuruluş aşamasında
ulusa verilen 'sizi gelişmiş, müreffeh, itibarlı, özgür ve
adaletle yönetil_en bir toplum yapacağız' sözünün yerine getirilmesidir.
DINI N S lY AS ETE DAVET EDILMESI
Her topluma göre değişen 'makul süre' içinde, merkezi otoritenin (ulusal devletin) vaatlerini yerine ge
tirmedeki başarısı, ulusçuluğun refah, dayanışma ve is
tikrar sağlama (kısaca ulus oluşturma) konusundaki
JOURNAL OF ISLAM lC RESEAACH VOL: 11, NO 1-2, 1998
I
\ :
II.GÜN ll. OTURUM DEGIŞIM SÜRECINDE POLITIKANIN INANÇ-BILIM ILIŞKISINE ETKISI
başarısının da ölçüsü olmuştur. Olmaktadır ... Ekşiyen liklerinin çoQul niteli!)i, hem kültilral farklılıklardan so-
toplumsal beklentiler, merkezi otoriteye ve onun temsil
etti!)i yönetim biçimine ve siyasal ideolojiye karşı tepkiye
yol açar. Merkezi otoritenin siyasal-ideolojik referansları
büyük ölçüde redde.dilir. Ne var ki, toplumsal yaşamın ve
dayanışmanın süreklili!)i ihtiyacı da karşılanmalıdır. O
halde bunun için yeni referanslar motivasyonlar gerekir. . EQer ulusçuluk bunu sa!)layamıyorsa sosyal da
yanışma ihtiyacı, dinsel hatta soysal (kan baM re
feranslara bile başvurma gere!)ini do!)urabilir. Krizdeki
Islam ülkelerinde birinci türde ,Yugoslavya ve SSCB'nin
da!)ılması sonrasında ikinci türde toplu.msal dayanışma
arayışları görülmüştür.
Dinin, daha do!)rusu inanç(inananlar) birliQinin
,toplumsal -siyasal dayanışmanın ideolojik temelini oluş
turması ,tarihsel kronoloji açısından bir geri dönüş iz
lenimi veriyor. Yüzeysel bir bakış ile bu do!)rudur da.
Ancak dinin; adil,büyü!)ün küçüQü ezmediği, soy ay
rımına önem vermeyen , ( hiç olmazsa Tanrı önünde )
eşitlikçi, (dogmatik özelliği nedeniyle) hızlı, kontrolsüz
değişime direnen dingin/duraQan bir düzeni çaQrıştırdıQı
unutulmamalıdır.
Bu niteliklere sahip bir düzen;bunalımdaki birey ve
'tutunamayan' toplumsal kesiller için olduğu kadar, gün
lük hayatın pratiğinde modemleştiği halde ,daha otur
mayan yeni ahlaki değerlere karşı eski ahlaki/manevi
değerleri korumayı seçen birey ve kümeler için oldukça
caziptir. Bu nedenle onların, dini, daha modern bir si
yasal ideoloji, toplumsal dayanışma referansı olan ulus
Çulüğa -=her örnekte olmasa da- yardıma veya (onun ye
rine ) göreve çağlrmaları şaşırtıcı değildir. Modem
ça!)da, modern ideolojik araçlarla sağlanamayan ulus
laşmanın içine girdiği dayanışma krizini, daha geleneksel
referanslarla aşmaya çalışmak, geriye dönüşten çok, ge
lenekçiliQe (veya geleneklere) sığınmak olarak yo
rumlanabilir. Ama neresinden bakılırsa bakılsın, bu olgu,
bir sosyal-siyasal bunalımın göstergesi, bir tarihsel ko
pukluğun yeya süreksizliğin delilidir.
Dinsel referanslar da tek tip degildir. 'Muhayyel bir si
yasal toplum' olarak nitelenen ulus gibi, aynı dinden olan
toplulukların içinde de çok sayıda cemaat (mezhep ve ta
rikat veya kült) vardır. Bu nedenle dinsel referanslar tekil,
benzer ve bütünsel değildir. Olamazlar da... Şu halde,
toplumsal dayanışma ideolojisi olarak 'yardıma' çağırılan
dinin, ulus-devlet aşamasında, cemaat referanslarıyla
geri gelmesi, pek derde deva olmayabilir. Cemaat kim-
yutlanmış laik uluslaşma projesi ile hem de inanç çe
şitliliklerini görmeye ve toplumu bir dindarfar birli!)i olarak
algılayan (tek tipçi) siyasal bütünleşme projeleri ile
çelişecektir. Her iki durumda da uluslaşma sürecinin
krize girmesi kaçınılmazdır. (Uiuslaşma projesinin ke
·sintiye u!)ratan iki temel olgu daha saptamak mümkün:
1. Ulusçuluk (milliyetçilik), etnik kökene in-
dirgendi!)inde, dışlayıcı olabiliyor ve bir çok soy kümesini
'öteki' leştiriyor.
2. Ulus-devlet, temel işlevlerini görmekte, ça!)a ayak
.uydurmarcta ve ulusun ihtiyaçlarını karşılamakla zafiyete
düşerse; önce bir yönetim sonrada meşruiyet krizi do
ğuyor.
Ulus-devletin zafiyeti yüzünden kesintiye uQrayan
uluslaşma sürecinde motivasyonu saQiayan, milliyetçiliği
takviye etmek üzere çaQırılan dinin de ideolojik zafiyete
sahip olmadıQı kısa sürede anlaşılıyor. Din, gelişen eko
nomik işbölümünOn ve çeşitlenen toplumsal ör
gütlenmenin etkisiyle pek çok cema~ti de siyaset sah
nesine taşıyor. Oysa çoğulculuk, ne otoriter ve .tek tipçi
(i.ıniformist) bir devlete, ne de aynı niteliklere sahip bir
dinsel yapılanmaya tahammül gösterebilir. Göstermiyor
da ... Iran'ın son on yılları, bu durumun tipik örne!:jidir.
Gerçekten de bugün dünyanın ulaştığı ekonomik ge
lişme ve çeşitlilik, sosyal ve kültürel çoğulculuk ve hu
kuksal evrensellik çağında . ne laik, ne d.e dinsel ulus
çuluk tek tip (uniform), tek kültürel referanslı (kimlikli)
otoriter bir merkeziyetçili!)e olanak tanıyor. Bunun aksi
yönündeki beyhude çabalar, rejimi daha baskıcı kılıyor
ve toplumda ayrımlar ve gerginlikler yaratarak amacına
ihanet ediyor.
Dinsel açıdan cemaalleşme ile yetersiz ve baskıcı
(tek tipleştirici) ulus devletin indirgemeci milliyetçiliği, iki
kaçınılmaz sonuç doğurmuştur:
1. Uluslaşma sürecinde meydana gelen tıkanmayle
dayanışma duygusu aşınan toplumlarda ufalanma ve ay
rışma görülmüştür. Birbirine kapalı, hatta tahammülsüz
grup ve cemaatler ortaya çıkmış ve siyasal birlik ruhu ör
selenmiştir.
2. Birbirine karşı(t) duran ve içine kapanan ce
maatler ve gruplar siyasal birliğinibütünleşmenin gereği
olan ortak zemini büyük ölçüde yitirmişlerdir. Ortak
de!)er ve çıkar anlayışından uzaklaşan kümeler ,kendile
ri için varlık ve çıkar savaşını verirken toplumsal da-
ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T: 11, SAYI 1-2, 1998 95
yanışmayım örseler hale gelmişlerdir. Bugün adına çe
teleşme dedi~imiz olguyla cemaatfeşme, paralel sü
reçlerdir.
V ABANCILAŞAN DEVLET
Bir yandan, halka hep mesafeli ve .onun taleplerine
büyük ölçüde duyarsız kalmış olan merkezi otorite, hik
metinden ve hizm~tinden sual edilemeyen bir güç olarak
halka tabancılaşmıştır. Yeterince denetlenmedi~i için
yozlaşmıştır. Di~er yandan, devletin kavrayıcılı~ından,
koruyuculu~undan ve hukuka ba~lı disiplininden uzakta
varlık ve dirlik mücadelesi veren toplumsal ' kümeler ken
dilerine sa~lanmayan güvenli~i. adaleti, e~itimi ve geliri
kendi başlarına ve kendileri için sa~lamaya kalk
mışlardır. Bu süreç, ideolojik ve kültürel alandaki ufa
lanmayı ve cemaatleşmeyi oldu~u kadar, ekonomik çe
teleşmeyi ve mafyalaşmayı da beslemiştir. Kendilerini
jüzenden dışlanmış, devletin ilgisinden . ve ko
·umasından yoksun, marjinalleşmiş olarak gören gruplar, .
>iyasal alanda tutunmak, ekonomik alanda etkin olmak,
<ültürel alanda 'kurtarılmış bölgeler' oluşturmak için
<amu oyunu parçalamışlardır. Sosyal bilim yazımında
yeniden-kabileleşmedir' denen bu olgu, Türkiye'de de
ıözlenmektedir. Bu durum uluslaşma süreciyle veya ulus
ılma olgusuyla çelişir niteliktedir.
Uluslaşma sürecimizin son yıllarda kesintiye u~
amasının ipuçları yine kendi tarihimizde bulunabilir.
·oplumumuz; Rönesans'ı, Reform'u, Sanayi Devrimi'ni
·aşamamıştır. Ama, Reform'u ve Rönesans'ı yaşayan
TEBLI~LER : PROF.DR.DO~U ERGIL
yormama kolaycılı~ına yol açmıştır. Hayat mücadelesi;
anlamak, tasarlamak ve üretmekten ziyade, edinmek,
ço~altmak, işletmek ve tüketmek do~rultusunda şe
killenmiştir. Oysa benzemek isteyip de benzeme çabası
göstermedi~imiz Batı toplumlarında tasartamak ve üret
mek çabası, yaratıcılığı, bilimselli~i,çalışma disiplinini, iş
birli~ini ve bunu sa~layacak hukuku (uzlaşarak kural
koymak ve ona uymak gelene~ini) do~urmuştur. Edin
mek, eldekini üretmeden ço~altmak ve tüketmek üzere
kurulu bir düzen ve onu yaşatan davranış tarzı ise faz
laca maddeci; dayanışmacı olmaktan çok çatışmacıdır.
Kıt kaynaklar için verilen kıyasıya bir mücadele, kaynak
yaratmak, ço~altmak ve adilee bölüştürmek do~
rultusunda şekillenebilecek bir siyaset tarzını da en
gellemiştir, engellemektedir. ..
Bu konuda din, bir umut sunmaktadır. Ama, bu
nalıma neden olan/yasaklayıcı yönetim tarzını ve üret
kenli~i düşük ekonômik sistemi dönüştürme projeleri
içermedi~inden günlük yaşamı belirlemekte etkisi fazla
veya sürekli olamamaktadır. Yine de toplumsal da
yanışmayı besleyen ve ahlaki tercihleri yönlendiren kay
naklardan biri olma niteli~ini sürdürmektedir. Bunu da
genellikle, inananları birbirine yaklaştıracak manevi me
kanları -camileri- yaratarak veya kullanarak ger
çekleştirmiştir, gerçekleştirmektedir.
Kentlilik ile yurttaşlılık aynı kökenden geldi~i dü
şünülürse, sivil toplumun siyasal, düşünsel, estetik ve
d~~gus~l ortaklı~!nın dokund~ğu kent 'm_~y_Qan' larımızın
küçük, küçük oldu~u kadar da az sayıda olması çar-:ıplumların yanı başında yaşamaktadır ve Sanayi Dev- · pıcıdır. E~er resmi kurumların dışında toplumun da imi'nin yel açtı~ı teknolojik devrimin, hatta sanayi son
:ısı (bilgi) Toplumu (nu)n tüm ürünlerini kullanmaktadır.
Türk Toplumu, hem yanı başında hem dışında ol
u~u Batı dünyası ile ilişkilerini derinlemesine tahlil et
lemiştir. !rününü kullandı~ı teknolojiyi üretmek kaygısını
ek taşımamıştır. O teknolojinin belirli bir ~ültürel de~er
istemiyle olan organik baQını görmezden gelmiştir. Bu
edenle, teknolojinin oluşumundaki kültür-teknik (fen ola
ık adlandırılmıştır) ilintisini dikkate almamış, onları net
ir biçimde ayrılabilir sanmıştır. Birini (fenni) alıp diğerini
:ültürü)dışarıda bırakmanın bir yanılgı oldu~unu hep
:ıklamıştır (Özellikle de kendisinden saklamıştır).
Toplumumuzun bu içe dönük bakış açısı, dünyanın
mdimizden ba~ımsız varlı~ı ve evrimi konusunda kafa
kendi insiyatifiyle temasa geçip siyasi-ticari-kültürel or
taklı~ı konusunda iman tazeli~i · sosyal mekanlar olan
meydanlar yoksa, yurttaşlar alternatif ortak m' Jkanlar
arayıp bulacaklardır. Nitekim camiler, rejim/sistem kri
zinin toplum ruhunda meydana getirdi~i büyük çö
küntünün oldu~u(tedavi edildi~i) mekanlar olarak son yıl
larda yeni bir işlev. kazanmışlardır. Artık sadece bir
ibadet mekanı de~il. biır meşvelet ve siyaset oluşturma
ÇOGUL: Çok sayıda olma durumu
ÇOGULCULUK: Çok sayıda olma, durumun sosyal olarak tanınması (tescili} ve siyasal olarak yönetim anlayışına ve uygulamasına yansıtılması. Örne§in, ÇoQulcu demokrasi; toplumda varolan tüm SQsyal, kültürel ve soysal (etnik) kümelerin eşit temsiline ve siyasete (karar ve denetim sürecine) katılmalarına olanak veren siyasettarzı
JOURNAL OF ISLAMI C RESEARCH VOL: 11, NO 1-2, 1998
I
t 'l "
ı
1 { . . ~
1
II.GÜN IL OTURUM DEGIŞIM SÜREÇINDE POLITIKANIN INANÇ-BILIM ILIŞKISINE ETKISI
alanı da olmuşlardır. 'IRTICAAAA!' diye bağırmamızın al
t!nda yatan gerçekleri bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Oysa, sivil (örgütlenmiş,yurttaşlar hukukunu ve ahlak
yasalarını kendi iradesiyle oluşturmuş olan laik) top
lumun, ortak kararlarını alabileceği ve kararlılığını ser
gileyebileceği ortak mekanları o1malıdır. Kent meydanları
gibi... Gerçekten de büyük çaplı düşünmenin bu dü
şünceleri açığa vurmanın toplum yaşamında olduğu
kadar yönetirnde ve denetimde de ortak olunduğu duy
gusunun sergilendiği kent meydanları Türkiyemiz'de ya
çok azdır, ya da çok dardır. Acaba halkın iradesini be
lirtebileceği bu ortak meydanlara, otoriter yönetimlerin
pek tahammülü mü yoktur, yoksa ortak iradesini be
lirtecek olgunluğa varmamış bir toplumun , talep ve es
tetik eksikliği mi söz konusudur? Bu sorulara 'evet' veya
teransiarı 'batılı' olan modern kesitlerle aralarında derin
bir tay kırığının oluşmasına neden oluyor. Geleneksel
toplum cemaatleştikçe içinde varolan farklılıklar, cemaaV
tarikat çoğunluğunu ortaya çıkarıyor. Sivil toplum bek
lenmedik bir yerde ve biçimde kendini gösteriyor. Ama,
cemaatler ekseninde parçalı/ufalanmış olduğundan, ye
terli güce kavu.şması, çağı kavraması ve onunla bü
tünleşmesi çok zor görünüyor. Yaşamın dinsel ilkeleri/
ifadeleri indirgenmiş günlük yorumu, ortak siyasal il
kelerin, ortak iradenin bütünleştirici karakterinden yok
sun olduğundan, aşağıdan yukarı bir demokratik dü
zenin oluşması güçleşiyor. Her dinsel cemaat, her laik
küme kenc;li değerlerine ve sosyo-ekonomik konumuna
dayalı bir yaşam ve düzen yorumu yapıyor. Bunu di
ğerlerine dayatma eğilimi gösterdiği zamansa ortak bir
siyaset (veya siyasal ortaklık) anlayışının oluşmasının
'hayır' diye kestirme ve yalın yanıtlar vermek zor. Ancak . önünü kesiyor.
Türkiye Toplumu'nun kendisini (n) nasıl yönet(il)eceği ko- Devletin hala tek tipçi (uniformist) kültür anlayışını nusunda oydaşmaya (konsensüze) dayalı bir asgari
müşterekler listesi üzerinde uzlaşabildiğini söylemek
hala zor. Bunu yapmadığı sürece, toplumsal ufalanr'na
ve siyasal çatışma durumlarından kurtulması, fark
lılıklarını ve değişimi yönetmesi mümkün değil. Tür
kiye'nin önündeki en zorlu sorun da bu ...
Modern anlamda örgütlenmekte geç kalan toplumun
camileri referans yapması, onu bir anlamda cami ce
maati haline getiriyor. Kentlerde, modern toplumun yanı
sıra bir geleneksel toplum dokusunun oluşması, re-
sürdürmesi, dinsel tercihler arasında(laik olduğunu iddia
etse de) taraf tutması, bürokrasi kadar siyasi partilerin
de otoriter ve merkeziyetçi oluşu, demokrasinin yu
karıdan aşağıya inmesini engelliyor. Bu da toplumun de
mokratik örgütlenmesini, seçkin öncülüğünden mahrum
kılıyor. Otoriter bir devlet teşkilatı ile (bunun neden ol
duğu) ufalanmış, cemaatleşmiş bir toplumun belirl ediği
siyaset alanından , ~emokrasinin inşasına yatkın bir kül
türün şaşırtıcı değil ama, hedeflediğimiz çağdaş yaşam
düzeyi açısından vahim bir sapma!. ..
ISLAMi ARAŞTIRMALAR DERGISI, CIL T : 11, SAYI 1-2, 1998 97 i.