yÖnetİŞİm ÇerÇevesİnde sİvİl toplum kuruluŞlarinin...
TRANSCRIPT
T. C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ANABİLİM DALI
YÖNETİŞİM ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ DEĞİŞEN ROLÜ VE SİVİL
TOPLUM KURULUŞLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME: ISPARTA İLİ ÖRNEĞİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Mücahit AVCI
Tez Danışmanı: Doç. Dr. Hüseyin GÜL
ISPARTA, 2007
i
ÖZET
YÖNETİŞİM ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ DEĞİŞEN ROLÜ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ÜZERİNE BİR
İNCELEME: ISPARTA İLİ ÖRNEĞİ
Mücahit AVCI
Süleyman Demirel Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü
Yüksek Lisans Tezi, VI+115 sayfa, Ağustos 2007
Danışman: Doç. Dr. Hüseyin GÜL
Dünya küreselleşerek bilgi toplumuna geçerken, sanayi toplumunun ulus
devletler dünyasının temsili demokrasi anlayışı da beklentileri karşılamakta yetersiz
kalıyor ve anlamını yeniden tanımlıyor. Demokrasi içerisinde karşılıklı etkilenme,
diyalog ve müzakere etme kavramları ön plana çıkmakta ve bu nedenle günümüz
demokrasisi müzakere eden ya da diyalojik demokrasi olarak da adlandırılmaktadır.
Değişen demokrasi tanımının içeriğine paralel olarak, demokraside alınan kararların
meşruiyet temelleri de değişmiş ve artık yönetişim anlayışıyla uyum çerçevesinde ve
müzakereci yöntemlerle karar alınması beklenmektedir. Bu çerçevede günümüz
demokrasisinin önemli aktörleri haline gelen STK’ların gelişmişliği, demokrasilerin
gücünü ve gelişmişliğini gösteren önemli bir faktör olarak düşünülmektedir.
Diğer taraftan, dünyada yaşlıların bakımı, kimsesiz çocukların korunması,
özürlülerin eğitimi, yoksullara yardım gibi sosyal hizmet alanlarında öncülük yapan
sivil toplum kuruluşları modern toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olmuşlar ve artık
günümüz toplumlarında kamusal otoritenin eksik kaldığı eğitim, sağlık, sosyal
hizmetler, çevre, kırsal-kentsel kalkınma gibi değişik alanlarda önemli işlevler
üstlenmeye başlamışlardır. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının yönetişim
çerçevesinde durumlarının incelenmesi ve sorgulanması önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yönetişim, Sivil Toplum, Sivil Toplum Kuruluşları
ii
ABSTRACT
CHANGİNG ROLES OF NGO’S RELATED WİTH THE CONCEPT OF GOVERNANCE: A SAMPLE ON NGO’S IN ISPARTA
Mücahit AVCI
Süleyman Demirel University, Department of Public Administration
MPA, VI+115 pages, August 2007
Supervising Professor: Assoc. Prof. Dr. Hüseyin GÜL
While the world has become globalized and transformed more into an
information society, representative democracy that developed in the nation state of
industrial society falls short of meeting the needs of today’s societies. Thus, the
meaning of democracy has changed. Mutual interaction, dialog and negotiation have
become important concepts and mechanisms in today’s understanding of democracy,
which is called as dialogic, deliberative democracy. In accordance with the
redefinition of the meaning of democracy, the legitimacy of decisions made in a
democracy has changed and now requires that decisions be made in the process of
governence. In this perspective, the strength of NGO’s as the important actors in
today’s democracies is seen to display how developed and strong a democracy is.
Playing a leading role in social service fields in the world such as looking
after aged people, protecting alone children and providing education for disabled
people, NGO’s have become the indispensable part of modern social life. NGO’s
have begun to play important roles in the fields where public administration is
inefficient such as education, healhtcare, social services, environment, rural-urban
development. Thus, it is important to evaluate and question the role of NGO’s in the
process of governance.
Key Words: Governance, Civil Society, Non-Governmental Organizations
iii
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................................. i
ABSTRACT................................................................................................................. ii
İÇİNDEKİLER ...........................................................................................................iii
KISALTMALAR ......................................................................................................... v
TABLOLAR LİSTESİ................................................................................................ vi
GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................... 4
GELENEKSEL KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞINDAN YENİ KAMU YÖNETİMİ
ANLAYIŞINA............................................................................................................. 4
1.1. Geleneksel Kamu Yönetimi Anlayışı................................................................ 4 1.2. Geleneksel Kamu Yönetimi Anlayışında Dönüşümü Gerekli Kılan Nedenler. 5
1.2.1. Bilişim Teknolojilerinin Kamu Yönetimi Anlayışına Etkisi ..................... 6 1.2.2. Küreselleşmenin Kamu Yönetimi Anlayışına Etkisi ................................. 7 1.2.3. Refah Devletinin Krizi ............................................................................... 7 1.2.4. Piyasacılığın Öne Çıkması ......................................................................... 8 1.2.5. Üretim Yapısındaki Değişmeler................................................................. 8
1.3. Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar.......................................................... 9 1.3.1. Post-bürokratik Yaklaşım .......................................................................... 9 1.3.2 Sistem Yaklaşımı ...................................................................................... 10 1.3.3. Yeni Kamu Yönetimi Yaklaşımı.............................................................. 10 1.3.4. Yönetişim ................................................................................................. 11
1.4. YÖNETİŞİM................................................................................................... 12 1.4.1. Yönetişim Kavramı .................................................................................. 12 1.4.2. Tarihsel Arka Planı .................................................................................. 13 1.4.3. Yönetişim İlkeleri..................................................................................... 14
İKİNCİ BÖLÜM........................................................................................................ 17
YÖNETİŞİM ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI..................... 17
2.1 Sivil Toplum Kavramı ..................................................................................... 17 2.1.1 Sivil Toplum Kavramının Tarihsel ve Düşünsel Temelleri ...................... 19 2.1.2 Modern Sivil Toplum Kavramı................................................................. 24 2.1.3 Çağdaş Sivil Toplum Kuramları ............................................................... 26
2.2 Sivil Toplum Kuruluşları ................................................................................. 28 2.2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Kavramsal Çerçevesi ................................. 28 2.2.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri .................................................. 29
iv
2.2.3. Sivil Toplum Kuruluşlarının İşlevleri ...................................................... 29 2.2.4 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları........................................................ 33 2.2.4.1 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Gelişimi................................. 33 2.2.4.2. Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşlarının Sorunları ........................... 35 2.2.4.2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Altyapıdan Kaynaklanan Sorunları ..... 37 2.2.4.2.2. Devletle Olan İlişkileri ve Sorunları .................................................. 38 2.2.4.2.3. Örgüt içi İlişkilerdeki Sorunları ......................................................... 38 2.2.4.2.4. Birbirleri, Toplum ve Medya ile İlişkileri ve Sorun Alanları ............ 39 2.2.4.3 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarıyla İlgili Bazı İstatistiksel Veriler39
2.3. Yönetişim Çerçevesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Değişen Rolü ............ 43 2.3.1 Baskı Unsuru Olmaktan Ortaklığa ............................................................ 43 2.3.2. Neoliberal Dönemde Sivil Toplum Kuruluşları: Üçüncü Sektör ............. 45 2.3.2.1. Yönetimin Paydaşı Olarak Sivil Toplum Kuruluşları........................... 47 2.3.2.2. Türkiye’de Yönetimin Paydaşı Olarak Sivil Toplum Kuruluşları ........ 48
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ................................................................................................... 56
VERİ ANALİZİ VE BULGULAR ............................................................................ 56
3.1 Araştırmanın Amacı ......................................................................................... 56 3.2 Araştırmanın Kapsamı ve Örneklem Seçimi............................................. 57 3.3. Araştırmanın Yöntemi..................................................................................... 61 3.4. Tanımlayıcı İstatistiksel Analizler .................................................................. 62
3.4.1. Araştırma Örneklemindeki Kuruluşlarla İlgili Demografik Veriler ........ 62 3.4.2. Araştırma Örneklemindeki STK Yöneticileri İle İlgili Demografik Veriler............................................................................................................................ 65 3.4.3. Yönetişim Kavramı STK Yöneticilerince Nasıl Algılanıyor? ................. 70 3.4.4. Yönetişime İlişkin Temel İlkelere Bakış ................................................. 72 3.4.5. Görüşülen STK Yöneticilerinin Özel Sektöre Yaklaşımları .................... 79 3.4.6. Araştırmaya Katılanların Hizmet Sunum Süreçlerinde Kamu-STK İlişkisine Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı .................................................. 82
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME............................................................................. 86
KAYNAKÇA............................................................................................................. 94
EKLER................................................................................................................. 103 EK.1.TABLOLAR ............................................................................................... 103 EK.2 ANKETLER VE DERİNLEMESİNE GÖRÜŞME FORMU .................... 112 ÖZGEÇMİŞ ......................................................................................................... 115
v
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
BM Birleşmiş Milletler
Bkz. Bakınız
BBK Büyükşehir Belediyesi Kanunu
Çev. Çeviren
Der. Derleyen
IMF Uluslararası Para Fonu
KYTK Kamu Yönetimi Temel Kanunu
md. Madde
s. Sayfa
STK Sivil Toplum Kuruluşu
TKY Toplam Kalite Yönetimi
TODAİE Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
YKİ Yeni Kamu İşletmeciliği
vi
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 3.1: Isparta’da Saptanan Toplam STK’lar ve Çalışma Açısından Değerlendirilmeye Alınan STK’lar İçinde Örneklemin Dağılımı 65 Tablo 3.2: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Türlerine Göre Dağılımı 67
Tablo 3.3: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Kuruluş Yıllarına Göre Dağılımı 68 Tablo 3.4: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Faaliyet Alanlarına Göre Dağılımı 68 Tablo 3.5: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Üye Sayılarına Göre Dağılımı 69 Tablo 3.6: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Aktif Üye Sayılarına Göre Dağılımı 70 Tablo 3.7: Araştırma Örneklemindekilerin Cinsiyete Göre Dağılımı 70 Tablo 3.8: Araştırma Örneklemindekilerin Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı 71 Tablo 3.9: Araştırma Örneklemindekilerin Eğitim Durumlarına Göre Dağılımı 71 Tablo 3.10: Araştırma Örneklemindekilerin Gelir Düzeylerine Göre Dağılımı 72 Tablo 3.11: Araştırma Örneklemindekilerin Gelir Türlerine Göre Dağılımı 73 Tablo 3.12: Araştırma Örneklemindekilerin Mesleklerine Göre Dağılımı 73 Tablo 3.13: Araştırmaya Örneklemindekilerin Kuruluşlarındaki Üyelik Sürelerine Göre Dağılımı 74 Tablo 3.14: Araştırma Örneklemindekilerin Kuruluşlarındaki Çalışma Türlerine Göre Dağılımı 74 Tablo 3.15: Araştırma Örneklemindekilerin Yönetişim Kavramını Tanımlamalarına Göre Dağılımı 75
Tablo 3.16: Araştırmaya Katılanların Yönetişim Kavramının İfade Ettiği Anlamlara Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı 76 Tablo 3.17: Araştırmaya Katılanların Yönetişim İlkelerinin Uygulamalarına Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı 77 Tablo 3.18: Araştırmaya Katılanların Özel Sektöre İlişkin Tutumlarına Göre Dağılımı 83
1
GİRİŞ
Kamu yönetiminin yapısında ve işleyişinde yakın zamanlara kadar
egemenliğini koruyan geleneksel kamu yönetimi anlayışı; sürekli artan bütçe açıkları
ve dış borç yükünün yanı sıra, bilgi çağının gerektirdiği değişim ve gelişme ihtiyacı,
küreselleşmenin tüm sistemleri ve yapıları altüst eden etkileri ve nihayetinde ulus-
devlet anlayışındaki, demokrasi ve insan hakları anlayışındaki değişmeler, refah
devletinin yaşadığı krize karşın piyasanın artan gücü ve üretim yapısındaki
değişmeler, geleneksel yönetim anlayışının bu değişimler ve ihtiyaçlar karşısındaki
yetersizliğinden dolayı kaçınılmaz bir şekilde dönüşüme uğramıştır. Büyüyen yapısı
ve çeşitlenen işlevleri ile kırtasiyeciliğin ve ek finansman ihtiyacının sürekli arttığı,
hantallığı ve koordinasyonsuzluğu nedeniyle karşılaşılan sorunları çözmedeki
yetersizliği, kendine özgü bu sorunların yanı sıra, geleneksel kamu yönetiminin
geliştiği ortamda ve düşünme kalıplarında meydana gelen değişmeler, 21. yüzyıla
geçerken kamu yönetiminde köklü bir paradigma değişimini gündeme getirmiştir.
Kamu yönetimindeki bu değişim sürecinde genel olarak işletmelerde uygulanan
yönetim tekniklerini kamuya uyarlamayı temel alan birçok yaklaşım ortaya çıkmıştır.
Geleneksel kamu yönetiminin maruz kaldığı sıkıntıları aşmak için kamu
hizmetlerinin rekabet ortamında piyasa benzeri mekanizmalarla yürütülmesi,
merkeziyetçi ve hiyerarşik yönetim yapısının desentralize edilmesi, esnek
örgütlenme ve yönetim, yönetime yeni aktörlerin katılması, prosedürlerden çok
sonuca önem verilmesi, performans ölçümü ve yönetimine önem verilmesi, etkinlik
ve verimliliğin temel alınması, kaliteye vurgu, müşteri odaklılık ve güçlendirilmiş
sonuçlara dayalı hesap verme sorumluluğu gibi temel özellikleri bünyesine katan
yeni kamu yönetimi yaklaşımları; devletin küçültülmesini, sınırlanmasını, yetkilerin
ve karar alma mekanizmalarının merkezden yerele ve sivil topluma aktarılmasını
savunmaktadır.
2
İşte bu yeni süreçte, kamu sektöründe etkinliğin sağlanması ve yönetsel
boyutta şeffaf ve denetime açık bir kamu hizmeti sunma mekanizmasının kurulması
için geleneksel karar alma süreçlerine vatandaşların özel sektörün ve sivil toplumun
da dahil edildiği, kamu kurumları arasında etkileşimin arttığı bir model olarak
yönetişim yaklaşımı geliştirilmiştir. Bu yaklaşım çerçevesinde gerçekleştirilmek
istenenler ise sivil toplumun geliştirilmesi, merkezden yerele yetki devrinin
sağlanması ve devletin gücünün toplumla, özel sektörle ve gönüllü kuruluşlar adı da
verilen hükümet dışı örgütlenmeler ile paylaşımı ve kamusal karar alma süreçlerine
bu aktörlerin daha aktif ve geniş katılımının sağlanmasıdır.
Kapsamlı bir ifadeyle, devletin doğrudan denetimi altında olan alanların
dışında, ekonomik ilişkilerin baskısından bağımsız olarak gönüllü olarak oluşturulan
kurum ve etkinlikler alanı olarak tanımlanan modern sivil toplum; dünyada yaşlıların
bakımı, kimsesiz çocukların korunması, özürlülerin eğitimi gibi sosyal hizmet
alanlarında öncülük yaparak modern toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olmuşlar ve
artık günümüz toplumlarında kamusal otoritenin eksik kaldığı eğitim, sağlık, sosyal
hizmetler, çevre, kırsal-kentsel kalkınma gibi değişik alanlarda önemli işlevler
üstlenmeye başlamışlardır. Kendilerine atfedilen önem kadar oldukça da tartışmalı
bir konu haline gelen sivil toplum kuruluşlarının anlam haritasının analizi bu
bakımdan önem taşımaktadır.
Yönetişim çerçevesinde sivil toplum kuruluşlarının değişen rolünü
inceleyeceğimiz bu çalışmada, öncelikli olarak geleneksel kamu yönetimi
anlayışından yeni kamu yönetimi anlayışına doğru olan dönüşüm ele alınacaktır. Bu
çerçevede geleneksel kamu yönetimi anlayışının temel özellikleri, dönüşümün temel
dinamikleri ve geleneksel kamu yönetimi anlayışına bir tepki ve alternatif olarak
ortaya çıkan yeni yaklaşımlar, özellikle de, yönetişim yaklaşımı üzerinde
durulacaktır. Yönetişim Çerçevesinde Sivil Toplum Kuruluşları başlıklı ikinci
bölümde öncelikli olarak sivil toplum kavramının tanımı, siyasal düşünce tarihindeki
farklı anlamları ve içerikleri, günümüz toplumsal ortamında sivil topluma yüklenen
anlamlar ortaya konulmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının tanımlanması, özellikleri
ve işlevleri ile ele alınıldıktan sonra yeni yönetim anlayışının STK’lara bakışı ve
STK’ların üstlendikleri yeni roller üzerinde durulmaktadır. Neoliberal düşünce ve
yönetişim yaklaşımı doğrultusunda STK’lara yüklenen yeni misyon yine bu bölümde
3
değerlendirilmektedir. Üçüncü bölümde, Isparta’daki STK yöneticilerinin yönetişim
sürecine karşı tutumlarını ölçmek üzere yapılan anket ve derinlemesine görüşme
çalışmalarının verileri analiz edilmekte ve bulgular ortaya konmaktadır. Çalışmanın
dördüncü ve son bölümünde ise sonuç ve önerilere yer verilmektedir.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
GELENEKSEL KAMU YÖNETİMİ ANLAYIŞINDAN YENİ KAMU
YÖNETİMİ ANLAYIŞINA
1.1. Geleneksel Kamu Yönetimi Anlayışı
Kamu yönetiminin yapısında ve işleyişinde yakın zamanlara kadar
egemenliğini koruyan geleneksel kamu yönetimi anlayışının kökleri ABD ve
İngiltere gibi ülkelerde yapılan kamu yönetimi reformlarına, Weber, Wilson ve
Taylor gibi yazarların çalışmalarına dayanmaktadır. Geleneksel kamu yönetimi
anlayışının ortaya çıkması ile ilgili ilk reform hareketi; İngiltere kamu yönetiminde
personel seçimi ve görevlendirmelerinde kayırmacılık ve patronaj ilişkiler yerine
liyakat sistemini öneren 1854 tarihli Northcote-Trevalyan Raporudur. Amerika’da
yoğun bir şekilde tartışılan bu rapor; geleneksel kamu yönetimi anlayışının başlangıç
evresindeki diğer bir reform hareketi olması açısından oldukça önemli bir yeri olan
Pendleton Sözleşmesi’nin oluşumunda etkili olmuştur. Literatürde Pendleton Yasası
olarak da geçen ve 1883 yılında yapılan Sözleşme ile genel olarak Northcote-
Trevalyan Raporu’nda benimsenen kamu yönetiminde liyakat ilkesi benimsenmiştir.
19. yüzyılda gerçekleşen bu reformlarla birlikte başlayan geleneksel kamu yönetimi
anlayışının teorik temelleri 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında Max Weber,
Woodrow Wilson ve Frederick Winslow Taylor tarafından atılmıştır (Sözen, 2005:
18). Woodrow Wilson 1887 yılında yazdığı Yönetimin İncelenmesi başlıklı makalesi
ile yönetimin siyasal yozlaşmanın olumsuz etkilerinden korunması amacıyla
siyaset/yönetim ayrımını öngörmüştür. Wilson’a göre, kamu politikalarını
belirlenmesinde siyasal açıdan sorumlu olanlar rol almalı iken, uygulama safhasında
yönetim alanında uzman ve tarafsız kamu görevlileri etkili olmalılardır. Kamu
yönetiminde siyaset ve yönetim ayrışmasının temel bir unsur olarak ortaya
5
çıkmasının en önemli sonucu, kamu yönetiminin işleyişinde siyasi konulara nazaran
yönetim bilimi ilkelerinin egemen olması gerektiği görüşünün ön plana çıkmasıdır
(Sözen, 2005: 18). Böylelikle Taylor’un ‘bilimsel yönetim’ ilkeleri kendine
uygulama alanı bulmuştur. 1911 yılında yayınlanan ‘Bilimsel Yönetimin İlkeleri’
başlıklı kitabıyla Taylor, iş verimini arttırmak amacıyla kurallara bağlı, tanımlanmış
sistematik bir yönetim önermiştir. Diğer taraftan, Almanya’da Wilson ve Taylor ile
benzer amaçlar taşıyan farklı bir yöntemle hiyerarşik kontrol düşüncesini temel alan
Weber, yeni bir anlayış gündeme getirmiştir (Özer, 2005: 51). Geleneksel kamu
yönetimi anlayışını 1980’lere gelinceye kadar geniş ölçüde etkisi altına alan
Weber’in kavramsallaştırdığı bürokrasi modeli; kamu yönetiminde tarafsızlığı,
verimliliği ve etkinliği sağlamak amacıyla ayrıntılı kuralları, biçimselliği, kişisel
olmayan yönetsel ilişkileri, katı hiyerarşiyi ve kariyeri esas alan merkeziyetçi
nitelikler taşımaktadır (Eryılmaz, 2002: 23).
19. yüzyılda gerçekleşen reformlarla başlayan Wilson, Taylor ve Weber
tarafından şekillenen geleneksel kamu yönetimi anlayışının dayandığı temel unsurları
dört grupta toplamak mümkündür:
1. Geleneksel kamu yönetimi Weber tarafından kuramlaştırılan bürokrasi
modeline göre örgütlenmiştir.
2. Devlet kamusal mal ve hizmet üretim ve dağıtımında bürokrasi vasıtasıyla
doğrudan sorumluluk almıştır. Refah devleti anlayışının da etkisiyle devletin sosyal
ve ekonomik alanda işlevleri çeşitlenmiş(Bilgiç, 2003: 28) ve bürokrasi büyümüştür.
3. Kamu yönetiminde siyasal yozlaşmadan korunmak ve denetimi sağlamak
için siyaset ve yönetim konularının birbirinden ayrılması ilkesi benimsenmiştir.
4. Kamu yönetimi ‘kamu yararı’, ‘tarafsızlık’, ‘eşitlik’, ‘kamusal sorumluluk’
gibi kendine özgü ilkelere sahip olması nedeniyle özel sektör yönetiminden farklıdır
(Eryılmaz, 2002: 13).
1.2. Geleneksel Kamu Yönetimi Anlayışında Dönüşümü Gerekli Kılan Nedenler
Geleneksel kamu yönetimi anlayışının küreselleşme süreci ve bilgi
teknolojilerinin toplumsal, ekonomik ve siyasi hayatta yarattığı değişim ve
6
dönüşüme ayak uyduramaması, ortaya çıkan yeni sorunları çözmekteki yetersizliği
geleneksel kamu yönetimi anlayışındaki dönüşümü zorunlu kılan nedenlerden bir
tanesidir. Kamu hizmetlerinin sunumunda kamu sektörünün verimsiz, etkisiz,
gereğinden fazla bürokratik, duyarsız ve hantal olarak algılanması geleneksel kamu
yönetimini yeni yönetim yaklaşımları doğrultusunda yeniden yapılanmaya
zorlamıştır (Saran, 2004: 114; Sözen, 2005: 31-36; Türköne, 2005: 467-468).
Diğer taraftan sürekli artan bütçe açıkları ve dış borç yükünün yanı sıra bilgi
çağının gerektirdiği değişim ve gelişme ihtiyacı, küreselleşmenin tüm sistemleri ve
yapıları altüst eden etkileri ve nihayetinde ulus-devlet anlayışındaki, demokrasi ve
insan hakları anlayışındaki değişmeler, refah devletinin yaşadığı krize karşın
piyasanın artan gücü ve üretim yapısındaki değişmeler, geleneksel yönetim
anlayışının bu değişimler ve ihtiyaçlar karşısındaki yetersizliği geleneksel kamu
yönetimi anlayışındaki dönüşümü gerekli kılmıştır.
1970’lerde ABD’de ortaya çıkan Yeni Kamu Yönetimi Hareketi de klasik
kamu yönetimini aşırı verimlilik, tasarruf ve etkinlik vurgusundan dolayı
eleştirmiştir. Bu ilkelerin yetersiz olduğunu vurgulamıştır. Bu ilkelerin yanında,
kamu yönetiminin toplumsal adaleti ve eşitliği sağlamak görevinin de olduğunu
vurgulamıştır. Ancak 1980’lerden itibaren gelişen ve işletmeciliği temel alan yeni
kamu yönetimi yaklaşımları ile bu yaklaşımın vurguladığı toplumsal adalet ve eşitlik
kaygıları geri plana itilmiştir (Özgür, 2003: 183-224).
1.2.1. Bilişim Teknolojilerinin Kamu Yönetimi Anlayışına Etkisi
20. yüzyılın son çeyreğinde inanılmaz bir şekilde gelişen bilişim teknolojileri
ekonomiden siyasete kadar birçok alanda olduğu gibi geleneksel kamu yönetimi için
de dönüşümü kaçınılmaz kılmıştır. Katı kurallarla şekillenmiş, hiyerarşik ve
uzmanlaşmaya dayalı bir yapıya sahip olan geleneksel bürokrasi değişen şartlar
karşısında verimsiz ve etkisiz kalmış (Dinçer ve Yılmaz, 2003: 22) yerini yeni
karmaşık teknolojileri kullanan, özel bilgi ve deneyimlerini işlerine katan bireylerin
yatay ilişkilerle esnek bir yapıda bulunduğu yeni örgüt tipine bırakmıştır (Al, 2002:
86-87). Bilgisayarların yanında icat edilen yeni iletişim aygıtlarının hayatımıza
girmesiyle kişiler ve toplumlar arası zaman ve mekan sınırları azalmıştır. Bununla
7
beraber söz konusu teknolojilerle elde edilen bilginin işlenmesi, kullanılması,
saklanması ve aktarılmasındaki hız ve kolaylıklar geleneksel hizmet yöntemlerini
değiştirmiştir. Özellikle internet, kişiler ve yönetim arasında kesintisiz,
sürekli,doğrudan, etkin ve kolay bir ilişkinin oluşmasında önemli bir araç olarak
görülmektedir. Devletin internet teknolojilerini daha yaygın bir şekilde kullanması
ile beraber kamu hizmetlerinin toplumun tüm kesimlerine eşit, daha etkin ve daha
ucuz olarak sunulması öngörülmektedir (Ergun, 2004:138).
1.2.2. Küreselleşmenin Kamu Yönetimi Anlayışına Etkisi
Çok yönlü toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasal boyutları olan küreselleşme,
tüm yapı ve sistemleri etkilediği gibi geleneksel kamu yönetimini de derinden
etkilemiş ve değişime zorlamıştır (Saran, 2004: 112). Küreselleşmeyi 1970’li yıllarda
dünya ekonomisinin içine girdiği kriz koşulları, kapitalist ekonominin durgunluk
göstermesi ve nihayetinde sermayenin birikimini arttırmak için küresel piyasalara
ulaşma çabası olarak tanımlayan Farazmand’a göre (1996: 13) özgürlük, bireycilik,
serbest girişim ve çoğulcu demokrasi gibi kavramlarla karakterize edilen kavramın
devlet ve kamu yönetiminin politik ekonomisine ilişkin öngördüğü en önemli şey
devletin ekonomiye müdahale etmemesi ve serbest piyasanın sağlıklı işleyişini
sağlaması olmuştur. Ekonomik alanda ulusal ekonomilerin serbestlik temelinde
dünya ekonomileri ile bütünleşmesini öngören kavram; siyasal alanda demokrasi ve
insan haklarına vurgu yaparken, ulus devletin de yeniden yapılandırılarak
yetkilerinin sınırlandırılmasını önermektedir (Aktel, 2003: 66-69, 283). Ulus devletin
egemenlik haklarını uluslar arası ve ulusüstü kuruluşlarla ve yerel yönetimlerle
paylaşmak zorunda kaldığı küreselleşme sürecinde (Moggach, 2002: 10; Türköne,
2005: 468) yeni siyaset devlet merkezli olmaktan toplum ve birey merkezli olmaya
dönüşmekte (Duran, 2005:192) demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü
insanlığın ortak üstün değerleri haline gelmektedir (Al, 2002:102).
1.2.3. Refah Devletinin Krizi
1929 bunalımı sonrası ortaya çıkan ve 1940-1970 yılları arasında etkin
şekilde uygulanan Keynesci refah devleti anlayışı devlete yeni görev ve
8
sorumluluklar atfetmiştir. Daha fazla görev ve sorumluluk üstlenen refah devleti,
hızlı ve sürekli bir biçimde artan ve çeşitlenen sosyal refah hizmetlerine olan talepler
karşısında sahip olduğu sınırlı kaynaklarla yeterli olamadığı için borçlanmak zorunda
kalmıştır. Sınırlı kaynaklara karşın artan kamu harcamaları bir sorun olarak büyürken
hizmet maliyetlerinin fazla oluşu da hizmetlerin karşılanmasında etkinlik, verimlilik
gibi sorunları ön plana çıkarmıştır. Bir yandan 1970’lerdeki petrol krizlerini takip
eden ağır ekonomik bunalımın , diğer yandan ise refah devleti anlayışını sorgulayan
ve reddeden yeni sağ ideolojinin de etkisiyle devletin ekonomik ve sosyal hayattaki
rolü 1980’li ve 1990’lı yıllarda yeniden tartışılmaya ve tanımlanmaya başlamıştır.
(Eryılmaz, 2000: 22; Saran, 2004: 119; Sallan Gül, 2004: 34-38; Türköne, 2005: 467;
Ömürgönülşen, 2003: 3, Özer, 2005: 205)
1.2.4. Piyasacılığın Öne Çıkması
Geleneksel kamu yönetimi anlayışında yaşanan dönüşümün nedenlerinden bir
tanesi de yeni liberal tezlerin rağbet görmesi ve kendi doğal dinamikleriyle işleyen
serbest piyasanın sosyal, ekonomik ve siyasi sorunların giderilmesinde refah
devletinden daha işlevsel olduğu kanısına varılmasıdır. Piyasanın mal ve hizmet
üretim ve dağıtımından özgürlüklerin sağlanmasına kadar birçok alanda ‘baskıcı’,
‘hantal’, ‘verimsiz’ ve ‘tekelci’ olarak nitelenen devletten daha üstün görüldüğü yeni
liberal tezler doğrultusunda devlet asli fonksiyonlarına çekilerek küçültülmeli ve
yeniden yapılandırılmalıdır. (Giddens, 2000: 24-25; Yılmaz, 2003: 43-45).
1.2.5. Üretim Yapısındaki Değişmeler
Geleneksel kamu yönetimi anlayışının değişmesinde özel sektör yönetim
anlayışındaki yeniliklerin önemli bir etkisi olmuştur. Teknoloji alanındaki gelişmeler
ve küreselleşme süreci ile ortaya çıkan büyük rekabetle değişime zorlanan özel
sektör, katı kurallara bağlı, hiyerarşik fordist üretim tarzını terk edip üretim
süreçlerinde çalışana inisiyatif tanıyan, esnekliğe sahip olan, kalite odaklı post-
fordist üretim tarzını benimsemiştir. Kalite, müşteri odaklılık ve yenilik gibi konular
üzerinde yoğunlaşan özel sektördeki bu yeni paradigma kamu yönetimini de
etkilemiş (Al, 2002: 123-129) ve esas olarak piyasa değerlerine dayalı olan Stratejik
9
Planlama, Toplam Kalite Yönetimi, Performans Yönetimi gibi yönetim
yaklaşımlarının kamu yönetiminde de uygulanması gündeme gelmiştir (Saran, 2004:
7)
1.3. Kamu Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar
Büyüyen yapısı ve çeşitlenen işlevleri ile kırtasiyeciliğin ve ek finansman
ihtiyacının sürekli arttığı, hantallığı ve koordinasyonsuzluğu nedeniyle karşılaşılan
sorunları çözmedeki yetersizliği, kendine özgü bu sorunların yanı sıra, geleneksel
kamu yönetiminin geliştiği ortamda ve düşünme kalıplarında meydana gelen
değişmeler, 21. yüzyıla geçerken kamu yönetiminde köklü bir paradigma değişimini
gündeme getirmiştir (Dinçer ve Yılmaz, 2003: 19). Kamu yönetimindeki bu değişim
sürecinde genel olarak işletmelerde uygulanan yönetim tekniklerini kamuya
uyarlamayı temel alan birçok yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bunlardan en yaygın
olanları; Post-bürokratik Yaklaşım, Toplam Kalite Yönetimi, Yeni Kamu Yönetimi
Yaklaşımı (Yeni Kamu İşletmeciliği Yaklaşımı) ve Yönetişim Yaklaşımı’dır.
1.3.1. Post-bürokratik Yaklaşım
Geleneksel bürokratik örgütlenmenin ilke ve değerlerinin değişen örgütsel
yaşam koşulları için yetersiz görülmesi ile gündeme gelen post-bürokratik yaklaşım,
klasik bürokrasiye tepki ve alternatif olarak gelişmiştir. Hızla gelişen teknoloji ve
küreselleşme ile değişen çevresel koşullara ayak uydurma, geleneksel yönetim
anlayışının çözüm üretme kapasitesinin düşmesi, demokratikleşme ve katılımcı
yönetim yönündeki istek ve eğilimleri, hizmet kullanıcıların artan memnuniyetsizliği,
kamu ve özel sektör arasındaki farkların azalması, karmaşıklaşan ilişkiler ve örgüt
içi-örgütler arası hizmet ilişkisinin artması, örgütlenme tarzını geleneksel bürokratik
örgütlenmeden post-bürokratik örgütlenmeye doğru bir evrime zorlayan nedenler
olmuştur (Ateş, 2003: 58,64).
Post-bürokratik örgütlenme klasik örgütlenmeden birçok noktada farklılık
göstermektedir. Post-bürokratik yaklaşım; resmi emir komuta zinciri ile iletişim
yerine diyalogu, ikna etmeye ve güvene dayalı iletişimi, bilgiyi gizlemek yerine
10
paylaşımı, katı kurallar yerine daha esnek ve genel kuralları, kıdeme göre değil
objektif performans standartlarına göre değerlendirmeleri, resmi görev tanımları
yerine örgüt amacına uygun bir entegrasyon oluşturmayı, resmi yazılı kurallar yerine
ilkelere dayalı örgütsel davranış biçimini, örgüt içi ve dışı karşılıklı ilişkinin
artmasını benimsemektedir (Çevik, 2004: 92-93; Özer, 2005: 432,435).
1.3.2 Sistem Yaklaşımı
David Easton tarafından kavramsallaştırılan ve daha sonra yaygın olarak
kullanılan sistem yaklaşımının temel tezi bütün ile parçalar arasındaki ilişkilerin daha
iyi kavranmasının yönetimde etkinlik ve verimliliği arttıracağıdır. Bütünü oluşturan
parçalar arasındaki ilişkilere ve çevresel unsurlarla etkileşime önem vermesinden
dolayı sistem yaklaşımının kamu yönetimi gibi çok çeşitli birimlerden oluşan bir
yapıyı bütünlük içerisinde görmesi ve dolayısıyla birimler arası karmaşık ilişki ve
etkileşimlerinin analizi, etkin ve verimli işbölümü açısından önemli yararlar
sağlayacağı öngörülmektedir (Aydın, 2004: 84-85). Sistem yaklaşımı açısından
önemli olanın bütünü oluşturan unsurların işlevsel olarak bir araya gelmesi olduğu
için, sistem bütün olarak varlık kazandığı alt sistemleri ya da unsurları ile karmaşık
etkileşim ve bağımlılık ilişkisi içerisinde görülmektedir. İşte bu noktada, sistem
yaklaşımının bu karmaşık sistemler ve alt sistemler arasındaki işlevlerin
anlaşılmasında faydalı olduğu söylenmektedir (Ergun, 2004: 86 )
1.3.3. Yeni Kamu Yönetimi Yaklaşımı
Amerika’da Hükümetin Yeniden Keşfi (Reinventing Government),
İngiltere’de Gelecek Adımlar Acente Reformu (Next Steps Agencies Reform) ve
Kanada’da Vision 2000 gibi farklı isimlerle uygulamaya konan fakat esasta aynı
temel savlarda bulunan (Kutlu, 2004: 45-46) Yeni Kamu Yönetimi yaklaşımı (Yeni
Kamu İşletmeciliği Yaklaşımı) geleneksel yönetim anlayışının, merkeziyetçi,
hiyerarşik, kuralcı ve şekilci yapısını eleştirerek 1980’lerden itibaren ekonomik,
sosyal ve idari yapıyı yönlendirmiş ve dönüşüme uğratmıştır.
11
Küçük ama etkin ve verimli bir devlet ve hizmetlerde etkinlik, verimlilik,
yönetişim, yönetime katılma, yönetimde açıklık, esneklik, pazar ekonomisi gibi
amaçlar taşıyan (Bilgiç, 2003: 27) Yeni Kamu Yönetimi yaklaşımı, devletçi,
bürokratik, merkeziyetçi ve hiyerarşik özellikler taşıyan kamu yönetimi anlayışını;
piyasa eğilimli, daha az bürokratik, esnek, ademi-idari merkeziyetçi, girişimci ve
yenilikçi gibi nitelikleri olan kamu işletmeciliği anlayışı paralelinde ele almaktadır.
(Ömürgönülşen, 2003: 17)
Geleneksel yönetim anlayışına tepki ve alternatif olarak ortaya çıkan Yeni
Kamu Yönetimi yaklaşımı piyasayı bir model olarak alıp kamunun rolünü yeniden
tanımlamaktadır. Kamu hizmetlerinin rekabet ortamında piyasa benzeri
mekanizmalarla yürütülmesi, merkeziyetçi ve hiyerarşik yönetim yapısının
desentralize edilmesi, esnek örgütlenme ve yönetim, yönetime yeni aktörlerin
katılması, prosedürlerden çok sonuca önem verilmesi, performans ölçümü ve
yönetimine önem verilmesi, etkinlik ve verimliliğin temel alınması, kaliteye vurgu,
müşteri odaklılık ve güçlendirilmiş sonuçlara dayalı hesap verme sorumluluğu yeni
kamu yönetiminin temel özellikleri olarak değerlendirilmektedir. (Bilgiç, 2003: 35-
36; Duran, 2005: 203-204; Gül, 1999: 19-21; Kapucu, 2003: 283-286; Sözen, 2005:
63-67; Ömürgönülşen, 2003: 22-24).
1.3.4. Yönetişim
Yeni Kamu Yönetimi yaklaşımının bir evresi olarak da değerlendirilen
yönetişim yaklaşımı temel olarak kamu yönetimini, özel sektör ve sivil toplum
kuruluşlarını içine alan karşılıklı etkileşimli bir yönetim sistemini ifade etmek için
kullanılmaktadır.
Çalışmamız sivil toplum kuruluşlarının yönetişim yaklaşımı çerçevesinde
değişen rollerini konu aldığı için yönetişim kavramına, tarihsel arka planına ve
yönetişim ilkelerine ayrı olarak değinmek faydalı olacaktır.
12
1.4. YÖNETİŞİM
1.4.1. Yönetişim Kavramı
1980’li yıllarda Latin Amerika’da belirginleşen demokratikleşme dalgasıyla
ve bu dalganın 1990’lı yıllarla birlikte Afrika’da yayılmasıyla gelişimini arttıran
yönetişim kavramı (Yüksel, 2000:153 alıntılayan Özer, 2005:306), IMF, Dünya
Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün yanı sıra Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği
Teşkilatı (OECD), Birleşmiş Milletler’in bazı kuruluşları (örneğin UNDP) ve Avrupa
Birliği kurumlarının resmi söylemleri arasında yer almaktadır. Ancak, yönetişimin
bir söylem olarak yükselmesinde ve yaygınlaşmasında en önemli rolü Dünya
Bankası oynamaktadır. Birbirinden farklı birçok disiplinde ekonomik, yönetsel,
siyasal, ekolojik yönetişim olarak farklı alanlarda kullanılan (Staedler, 2001
alıntılayan Çukurçayır, 2005:218) yönetişim kavramı bugünkü anlamıyla ilk kez
Dünya Bankası’nın Sub-Saharan Africa:From Crisis to Sustainable Growth adlı
1989 tarihli Raporunda kullanılmıştır (Güzelsarı, 2004: 96). Literatürde “yönetişim”
(governance) ya da diğer bir yaygın kullanımıyla “iyi yönetişim” (good governance)
olarak geçen kavram, sözlüklerde ve geleneksel kullanımıyla yönetim kavramı ile eş
anlamlı olarak anılsa da teorik olarak üzerine yeni anlamlar yüklenmektedir (Timur,
2004: 174). Bu bağlamda yönetim kavramı devlet merkezli yönetim yapısını
betimlemekteyken yönetişim kavramı daha kapsamlı bir içerikle merkezi yönetimin
birincil olmaktan çıkıp diğer aktörlerle etkileşim içerisinde olduğu bir süreci
tanımlamaktadır (Rhodes,1996: 660, alıntılayan Coşkun, 2003: 39-40). Diğer bir
deyişle, yönetim kavramının dayandığı ilke ve varsayımların yıpranması sonucu yeni
kavramlara yönelim kaçınılmaz olmuş ve yeni uygulamalar bu kavramın içini
doldurmaya başlamıştır. Yönetişim ile bir yandan yönlendirme gücüne sahip,
hükümet dışı aktörleri de içeren esnek bir yapılaşma kastedilirken; demokratiklik,
açıklık, hesap verme, çoğulculuk, kararların ilgililere en yakın yerde üretilmesi gibi
ilkelere de işaret edilmiş olmaktadır. (Yıldırım, 2004: 194). Yine yönetişim ile,
yönetilenler yönetim sürecine dahil edilip kamusal sorumluluk ve denetim anlayışı
genişletilmiş “sorumluluğun ve yetkilerin dengesi sivil topluma doğru kaymış
merkezi yönetim tek yönetim öğesi olmaktan uzaklaşmıştır (Aktel, 2003: 163 ).
13
1.4.2. Tarihsel Arka Planı
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 1970’lere kadar uzanan dönemde “altın
çağı”nı yaşayan dünya kapitalizmi, 1970’lerden itibaren bir yandan çevre ülkelere
olan Amerikan yardımlarının azalması, artan petrol fiyatları ve akabindeki borç
krizleriyle diğer yandan “merkez ülkelerde” düşen kâr oranlarıyla birlikte ekonomik
ve toplumsal dengeleri derinden sarsan yeni bir bunalıma girmiştir (Keyder, 2004: 9-
14). 70’lerin başlarında birçok ülkede yaşanan enflasyon krizleri , yüksek kamu
harcamaları ve düşük büyüme eğilimleri mevcut sosyal refah devleti anlayışının
sorgulanmasının ve dönüştürülmesinin nedenleri olarak görülmüş ve alternatif olarak
yeni liberal politikalar sunulmuştur (Sallan Gül, 2004: 36). Böylece, gelişmiş
kapitalist ülkelerde Keynesci ekonomik politikalar ve refah devleti anlayışı,
azgelişmiş ülkelerde ise ulusal kalkınmacı devlet politikaları ve bunları uygulayan
kurumlar tasfiye edilmiş; ve neo-liberalizm, dünya çapında hakim söylem olarak
ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda,1980’ler sonrası dünyanın birçok ülkesinde gerek
gelişmiş gerekse azgelişmiş kapitalist ülkelerde kamu yönetimi alanında köklü
reform uygulamaları ‘kamu işletmeciliği’ yaklaşımı çerçevesinde
gündemleşmiştir”(Güzelsarı, 2004: 99).
1980’lerde kamu işletmeciliği yaklaşımı çerçevesinde kamu yönetimi
alanında devletin işlevlerinin sınırlandırılması üzerine olan tartışmalar 1990
sonrasında devletin kurumsal yapısını da içine alarak devletin piyasa yönelimli
olarak farklı bir rol üstlenmesini öngörmüştür. Sistem boyutunda; geleneksel karar
alma süreçlerine özel sektörün yanı sıra sivil toplumun da dahil edildiği, yönetsel
boyutta da; şeffaf ve denetime açık bir kamu hizmeti sunma mekanizmasının
kurulmasının beklendiği nokta ‘yönetişim modeli’ olarak sunulmaktadır. Bu model
çerçevesinde gerçekleştirilmek istenenler kamu sektöründe etkinliğin sağlanması,
rekabetin ve piyasaların desteklenmesi ve özel teşebbüs için uygun ortamın
yaratılması için devlet içinde girişimciliğin geliştirilmesi; kamu kuruluşlarının
özelleştirilmesi; kamu personel sayısının azaltılarak kamu hizmetlerinde reforma
gidilmesi; bütçenin kontrol edilmesi; idarenin ademi-merkezileşmesi ve devletin
dışındaki aktörlerin daha fazla kullanılması” (Williams ve Young, 1994: 87,
alıntılayan Güzelsarı, 2004: 126) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların
gerçekleşebilmesi için ise sivil toplumun geliştirilmesi, merkezden yerele yetki
14
devrinin sağlanması ve devletin rolünün kamu, özel, gönüllü kuruluşlar adı da verilen
hükümet dışı örgütlenmeler ile paylaşımı sağlanmalıdır.
1.4.3. Yönetişim İlkeleri
Literatürde iyi yönetişimin birbirini tamamlayan ve birlikte anlam kazanan
başlıca ilkeleri şöyle sıralanabilir:
1.4.3.1. Şeffaflık
Yönetişimde açıklık veya şeffaflık; hizmet yürütülenlere karşı gösterilen
duyarlılığı, onlara karşı bilgi, belge ve diğer verilerin açıklanmasını ifade etmek için
kullanılmaktadır. Serbest bilgi akışının sağlanması ile mümkün olabilen şeffaflık,
usullerin, kurumların ve bilgilerin ihtiyacı olanlar için kolaylıkla erişilebilir olması
ile gerçekleşecektir (Maliye Bak., 2003:VIII). Yönetişimin denetlenebilirlik veya
hesap sorulabilirlik ilkelerinin de ön şartı olan şeffaflık; verimliliği düşüren,
güvenirliliği azaltan ve kamu yönetiminin eşitlik ilkesini de ortadan kaldıran rüşvet
ve yolsuzluğun da panzehiri hükmündedir. (Yıldırım, 2004: 222-223). Bu bağlamda
bilgi edinme hak ve özgürlüğü şeffaflığın hukuki alt yapısını oluştururken, elektronik
devlet uygulamaları yönetimde kapalılığı aşmada araçsal imkan olarak
görülmektedir.
1.4.3.2. Hesap verebilirlik
Yönetişimin temel ilkelerinden olup yalnız idari kuruluşların değil, aynı
zamanda özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının da halka ve ilgili kurumlara karşı
hesap verebilir olmasını da içermektedir (Palabıyık, 2003: 234). Görevlilerin yetki ve
sorumluluklarının kullanılmasında, hizmet kullananlara karşı cevap verebilir
olmasını, eleştiri ve talepleri dikkate alarak hareket etmelerini, başarısızlık
durumunda sorumluluk alma gerekliliğini ortaya koymaktadır (Özer, 2005: 331).
Yönetimde şeffaflığın ve katılımın sağlanması hesap verilebilir bir yönetim
anlayışının gerçekleşmesi açısından son derece önemlidir.
15
1.4.3.3. Katılım
Yönetişimde katılım, karar verme süreçlerine doğrudan katılım veya halkın
çıkarlarını temsil eden sivil toplum kurumları aracılığıyla vatandaşların isteklerini
duyurabilmeleri anlamına gelmektedir. Katılım haberdar edilmeyi ve örgütlenmiş
olmayı gerektirir. Bunun için; örgütlenme, ifade özgürlüğü ve örgütlü sivil toplum
lüzumludur. Vatandaşlık bilinci ve örgütlenme kültürünün yerleşmemiş olması,
katılımın niteliğini zayıflatmaktadır.(Yıldırım, 2004: 216-217)
1.4.3.4. Eşitlik ve Adalet
İnsanların kendilerini güvende hissettikleri ve ayrıştırılmış olarak
görmedikleri ortamlar yönetişimin uygulanabilirliği açısından kritik öneme sahiptir.
Yönetime katılımda ve kamu hizmetlerine erişimde tüm kurum ve süreçlerin birer
paydaş olarak sorumluluk duyarak tüm ilgililere hizmet etmek için çaba içerisinde
olmasını gerekli kılmak için eşit ve adil politikaların yürütülmesi ve güvenlik
ortamının sağlanması esastır. Eşitlik ve adalet açısından yönetişim anlayışı,
işlemlerde taraf tutmamayı zorunlu kılan açık yasal bir çerçeveyi, etkin, etkili,
bağımsız ve tarafsız yargı denetimini gerektirmektedir.
1.4.3.5. Etkin yönetim
Yönetişim, amaçlarına ulaşmak için kaynakların verimli kullanılmasını
sağlayacak sonuçların üretilmesi gerekmektedir. Bu anlamda etkin yönetişim,
küreselleşme ve sürdürülebilir kalkınmanın gerektirdiği değişime ayak uydurmak
için devlet, özel sektör ve STK’larının yönetimde birlikte rol almalarını öngören
geniş bir bakış açısını temsil etmektedir (Özer, 2005: 332; Palabıyık, 2003: 235).
1.4.3.6. Uzlaşma
Karmaşık, farklılaşmış, dinamik kurum ve yapıları amaçlarına ulaştırmada
kullanılan bir süreç olan yönetişim ancak devlet-piyasa, devlet-toplum, toplum-birey
gibi karşıtlık ifade eden kavramlar arasında karşıtlığın ötesinde birlikteliğin,
bağımlılığın vurgulanması ve bunların temsil ettikleri çıkarlar arasındaki farklılığın
giderilmesi ve neticesinde uyum ve koordinasyonun sağlanması ile
gerçekleşmektedir (Yıldırım, 2004: 230-231; Palabıyık, 2003: 235).
16
Bu ilkeler çerçevesinden bakıldığında devletin kendi içinde de kademeleri
arasında, devletle sivil toplumu oluşturan kesimler açısından da yeni bir toplumsal iş
bölümü öngörülmektedir. Böylelikle eşitler arası bir ilişki çerçevesinde, emir verme
ve itaat etme biçiminde değil iş birliği içerisinde, birlikte plânlama, birlikte
projelendirme ve birlikte uygulamanın gerçekleşeceği öngörülmektedir. Gizliliğe ve
bilgilerin saklı olması esasına bağlı olmayan bu yeni tarz açıklığa, saydamlığa
dayalıdır. Bilginin topluma sunulduğu ve diğer paydaşlarla birlikte toplumun diğer
kesimleriyle birlikte bilgiyi açık bir şekilde paylaşmasının yanında devletin
kendisinin her an hesap verebilir durumda olmasıdır. Kararların tek başına alınıp tek
başına uygulandığı bir durum değil, diğer paydaşlarla birlikte alınıp uygulandığı bir
durumdur. Dolayısıyla her safhada bir katılımcılık, yönetişim kavramının olmazsa
olmaz boyutlarından, biridir. Özünde devlet ve bireyin yeni bir ilişki türünün olduğu
yönetişim, toplumdaki bireylere ve katılmacı bireylere, toplumun önünde bulunan
sivil toplum kuruluşlarına sorumluluk üstlenmesi gerekli kılan bir kavramdır
(Göymen, 2006: 7).
17
İKİNCİ BÖLÜM
YÖNETİŞİM ÇERÇEVESİNDE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
Yönetişim çerçevesinde sivil toplum kuruluşlarının değişen rollerinin analiz
edilmesi için öncelikle sivil toplum kuruluşlarının tanımlanması, özelliklerinin ve
işlevlerinin ortaya konulması gerekmektedir. Bunun için de öncelikli olarak sivil
toplum kavramının tanımlanması ve siyasal düşünce tarihindeki farklı anlamları ve
içeriklerinin incelenmesi ve günümüz toplumsal ortamında sivil topluma yüklenen
anlamların ortaya konulması gerekmektedir.
2.1 Sivil Toplum Kavramı
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak 1980’li yıllarda yaşanan gelişmelerle
Türkiye’de de tartışılmaya başlanan, özellikle bu dönemin başında kurulan askeri
yönetim nedeniyle yanlış bir şekilde askeri (üniformalı) olmayan anlamında
kullanılmaya başlanan sivil terimi (Duman, 2004: 347), Latince’de, ‘civil=zivil’
nitelemesi ile ‘civitas’ yani ‘medine’den gelmekte ve ‘medeni’ terimi ile
karşılanmaktadır. Sivil toplum kavramının tarihsel süreç içerisinde farklı toplumlarda
yaşanan farklı gelişmelere paralel olarak çeşitli biçimlerde tanımlandığı ve henüz
basit bir tanıma sahip olmadığı görülmektedir. Toplumsal koşullardaki değişmeler
sivil toplum kavramının içerdiği öğelerin de değişmesine neden olmaktadır.
Toplumsal koşulların değişmesiyle beraber ortaya çıkan yeni toplumsal gruplar,
kendileriyle ilgili sorunları kamusal tartışmaya taşıyarak sivil toplum içerisinde yer
almaktadır (Avcı, 2000: 41-42). Böylece sivil toplumun içeriğine yeni anlamlar ve
yeni öğeler eklenmektedir.
18
Basit bir anlatımla “sivil toplum”, gönüllü örgütlenmeler çerçevesinde, kendi
özel kapasitelerinin elverdiği ve gerektirdiği biçimde bir araya gelen toplumsal
ilişkilerdir. Yani özgür bireylerin gönüllü birlikteliğidir. Devlet aygıtından açıkça
ayrık bir yapıyı ifade eder (Tester, 1992: 8). Tester, daha karmaşık olarak ise sivil
toplumun toplumsal, insancıl ve kişisel (özel) yaşamın ayrıksı gerekliliklerinin ve
olasılıklarının hayal edilmesi olarak anlaşılabileceğini belirtir (1992: 11).
Sivil toplum kavramının ilk bakışta belli ve düzenli bir yapıya sahip örgütlü
bir toplumu (Bolay, 1997: 8) ifade ettiği söylenebilir. Ancak bazı yazarlar sivil
toplumu onu oluşturan kurumların toplamından ibaret saymanın, onun normatif
boyutunu göz ardı etmek anlamına geleceğini savunmaktadır (Sarıbay, 1998: 100).
Esas olan bu kurumların varlığı değil, belirli davranış ve değer kodlarının şekil
verdiği bir kültürel zeminin varlığıdır. Cohen ve Arato (1992)‘da aynı şekilde
günümüz söyleminde sivil toplumun normatif bir kavram olduğunu, bir özerk gruplar
ve birlikler çoğulluğu; kamusal kültür ve iletişim kurumları; bireysel tercihlerin ve
yönelimlerin mahremiyeti; çoğulluğu, mahremiyeti ve kamusallığı devletten, hatta
ekonomiden ayıran genel haklar sistemi olduğunu ifade etmektedirler (Alıntılayan,
Thernborn, 1999: 61).
Sivil toplum, toplumun devlet kurumları dışında, kendi kendini
yönlendirmesini, bireylerin devletten izin almadan toplumsal ilişkiler ve etkinlikler
gerçekleştirebilmesini, özgürce bir araya gelip kendi amaç ve çıkarlarını izleyip
bunları gerçekleştirebilmelerini ifade etmektedir (Akpınar, 2004: 176). Bu anlamda,
Diamond (1994) sivil toplumu “gönüllü, kendi kendini yaratan, (büyük ölçüde) kendi
yaşamını kendisi sağlayan, devletten özerk ve hukuksal bir düzenle ya da ortak
değerler kümesiyle sınırlı olan örgütlü toplumsal yaşam alanı” (Alıntılayan,
Özbudun, 1999: 112) olarak tanımlamıştır.
Walzer’e göre sivil toplum, özgür iradeye bağlı olarak kurulmuş
organizasyonların ve bir dizi ilişkiler ağının meydana getirdiği bir alandır. Bu alan
ailenin, inancın, ilgilerin ve ideolojilerin şekillendirdiği bir alandır (Alıntılayan,
Young, www.oxfordscholarship.com: 157).
En geniş anlamıyla kavramın, toplumdaki çeşitli grupların sınıf, etnik yapı,
cinsiyet, din, ortak çıkar ve milliyet gibi toplumsal temeller etrafında rahatça
19
örgütlenerek ekonomi, eğitim, sağlık, sanat, ticaret, spor vb. alanlarda siyasi yapıyı
ve toplumun tamamını şiddete başvurmadan etkilemek için faaliyet gösterdikleri
alana işaret ettiği (Neziroğlu, 1997: 303) söylenebilir. Bu alan, insanların gönüllü ve
rızalarına dayalı katıldıkları, hukuk sistemiyle teminat altına alınmış, farklılıkları
güvence altına almak için yaratılmış bir medeni ortaklık (Sunar, 1992: 11) alanıdır.
2.1.1 Sivil Toplum Kavramının Tarihsel ve Düşünsel Temelleri
Sivil toplum kavramı; genel kullanıma sahip olduğu Eski Yunan dünyası bir
tarafa bırakılırsa modern dünyada kazandığı anlam itibariyle esas olarak Batı’da 12.
yy. ile 19.yy. arasında yaşanan değişim ve dönüşümlerin bir sonucu, kentsel bir
gelişmenin ürünü olarak orta sınıfa kentsel yaşamda sağlanan birtakım sivil
özgürlükler temelinde ortaya çıkmış, merkezi otoriteden özerk kurumların şahsında
Ortaçağ’ın sonlarına doğru biçimlemeye başlamış batılı bir kavramdır ve belli bir
tarihsel ve sosyo-ekonomik yerleşimde gelişip olgunlaşmıştır (Duman, 2004:348).
Sivil topluma kavramsal ve tarihsel süreç içerisinde altı temel anlam yüklendiği
söylenebilir (Muukkonen, 2000: 1):
1. Antik Yunan’da siyasal olarak aktif yurttaşların alanını içeren anlamı
2. Ortaçağda kent sistemi olan “burg”lar etrafında şekillenen yeni özerk
alanları içeren anlamı
3. 17. ve 18. yüzyılların liberalizm anlayışına bağlı anlamı
4. Sivil toplumu özgürleştirici yaklaşımlar
5. F. Hegel ve onun takipçileri olan K. Marks ve A. Gramsci’nin
yükledikleri anlam
6. Kavramın modern kullanımı
Antik Yunan’da sivil toplum kavramıyla ilgili olarak karşımıza ilk
Aristoteles çıkmaktadır (Atayer vd., 2004: 28). Aristoteles’te kavram, bütün toplum
kesimlerini içine alan ve onlara egemen olan toplum, yani “polis” anlamındaki
“koinonia politike” (Dursun, 1996: 229) olarak ifadesini bulmuştur. Platon ise, birliği
vurgulayarak sivil toplumun bireysel ilginin üzerine inşa edilemeyeceğini ileri
20
sürmüştür. Ona göre devlet sadece bireysel arzuları olmayan, mutluluğu, adaleti ve
sivilliği garanti edebilen insanlar tarafından idare edilmelidir. Çiçero’ya göre ise sivil
toplum, hukukun ve adaletin ilkeleri etrafında şekillenen bir politik sistemdir. Antik
çağda sivil toplumun karşıtı barbarlık olarak görülmüştür (Muukkonen, 2000: 2).
Kısacası, Aristoteles’in polis kavramından başlayarak Çiçero’nun ‘societas civilis’
fikrine kadar gelen kavram Antik Yunan’da, devletle veya siyasal toplumla eş
anlamlı olarak kullanılmıştır (Azaklı, 1997: 224).
Orta çağ boyunca Hıristiyan toplumunda sivil toplum kavramının
tanımlanmasında ‘iyi yaşam‘ kavramı merkezi bir rol oynamıştır. Bununla beraber,
kilise doğuştan gelen günahın doktrinini vurgulamış ve devleti insanlığın kötü
doğasının bir sonucu olarak görmüştür. Sadece kilisenin rehberliği altında devlet bu
günahı düzeltmede bir rol üstlenebilirdi. Ortaçağ’da tartışmaların çoğu devletin
kiliseye bağımlılığı veya bağımsızlığı sorusuna odaklanmış durumdaydı
(Muukkonen, 2000: 2).
Augustine, devletin barışı sürdürmeye ihtiyacı olduğunu gördü. Ancak, barış
şiddete ve korkuya dayandırılmıştı. Bu durum, ‘dünyevi şehir’in ‘tanrının şehiri’ne
dönüşünceye kadar gidecek geçici bir olguydu. Pope Gelasius, Luther’in
doktrininden daha önce iki unsurlu bir teori geliştirmiştir. Ruhsal yani dini olan ve
dünyevi yani dini olmayan iki Avrupalı gücü dikkate almıştır. Bu iki güç kendi
alanlarına sahiptir ve kendi alanlarında liderliklerini yasallaştırmışlardır. Bu iki alan
topluma hizmet etmekteydi. Bununla beraber, kilise bu ayırıma meydan okumuştur.
Bu ayrım yüzyıllar boyunca politik filozoflar tarafından standart gündem olarak
işlenmiştir. Aynı şekilde John Ehrenberg de merkezi olanla merkezi olmayan
ayırımına önem vermiştir. Bu ayırımlar, yüzyıllar boyunca sivil toplum teorilerinin
içerisinde incelenen temel sorulardan olmuştur. Alman orijinli ‘Bürgerliche
Gesellschaft’ kavramı sivil toplum için başka bir kökleşmiş kavram olarak
görülmektedir. Bunun anlamı “kale/şehir toplumu”dur. İngilizce’de bu kavram
“burjuva (kentsoylu) toplumu” olarak karşılık bulmuştur ve ortaçağ şehir sistemini
ifade etmiştir (Muukkonen, 2000: 3-4). Ancak günümüzde “cemaat” yada “topluluk”
kavramına eş görülmektedir.
21
17. yüzyıldan itibaren batıda, siyasal değerler üzerinde yapılan yoğun
tartışmalar ve arayışların uzantısı olarak sivil toplum kavramına ilişkin değişik
argümanların geliştiği görülmüştür. Bu dönemde, toplum-devlet ilişkisiyle ilgili
temel argümanlar geliştiren sözleşmeci düşünürler: T. Hobbes, J. Locke, ve J. J.
Rousseau sivil toplum kavramını Aristoteles ile aynı çizgide ancak, siyasal otoriteyi
ortaya çıkaran kamusal alan anlamında kullanmışlardır (Çaha, 1997: 28).
Bu düşünürlere göre sözleşme öncesinde tabi durumda bulunulduğu için,
bireylerin kendi aralarındaki ve siyasal otoriteyle olan ilişkilerini düzenleyen normlar
doğal hukuka dayanmaktaydı. Bireyler arasındaki sözleşmeden sonra, doğal haldeki
toplumdan koparak sivil toplum yani başka bir deyişle medeni toplum oluşturuldu.
Sivil toplum yani medeni toplum; ilişkilerin hukuksal normlara göre işlediği,
geleneksel toplumdaki aile merkezli özel alana karşı çıkmış kamusal alan merkezli
siyasal alanı ifade etmektedir (Çaha, 1997: 29).
Thomas Hobbes’e göre devletle sivil toplum eş anlamlıdır ve dini kurumlarda
dahi olmak üzere tüm sivil toplum unsurları devletin çatısı altında toplanmaktadır.
(Akalı, 1990: 119) Rousseau’da Hobbes gibi liberal temalardan hareket ederek
mutlakiyetçi bir yapıya yönelmiştir. Rousseau’ya göre bireyler barış içinde yaşamak
ve özel mülkiyetlerini koruyabilmek için, rızalarına dayalı yaptıkları sözleşme gereği
“özel” ve “farklı” iradelerini, kuşatıcı ve kapsayıcı olan “genel irade”ye devrederler.
Rousseau, genel irade oluştuktan sonra bunun taşıyıcısı haline gelen bireylerin özel
çıkar, inisiyatif ve kimliğe dayalı teşebbüslerine karşı tavır takınır. Çünkü, özel
inisiyatif ve uzantısı durumlar bireyi rasyonel egoizme yöneltir ve farklı taraflara
çekerek ayrı düşürür. Bu nedenle kamusal alandaki farklılıklar ve ayrılıklar mutlak
bir harmoniye dönüşmelidir. Kısacası, hem Hobbes hem de Rousseau’da sivil toplum
Batı’nın kamusal alanda meydana getirdiği medeni topluma tekabül etmektedir. Sivil
toplumun karşıtı öteki insanların doğal halde yaşadıkları mal ve can güvenliklerinin
olmadığı sivil olmayan toplumdur (Çaha, 2003: 28-29).
Diğer sözleşmeci düşünür John Locke ise, Hobbes ve Rousseau’nun
görüşlerinden biraz ayrılarak sivil toplumu despotların hükümdarlığına karşı bir
görüş olarak öne sürmüştür (Maga, 2001: 8). Locke devleti sınırlandırmayı gündeme
getirmiş, insanın doğal halde iyi olduğunu, ancak bazı hallerde ceza vermeyi
22
düzenlemek ya da aşırı cezalandırmayı önlemek için bireylerin sözleşme ile devleti
meydana getirdiğini ileri sürmüştür. Ona göre devletin sözleşmeyle verilen alanlar
hariç birey üzerinde etkisi yoktur. Devletin neyin iyi neyin kötü olduğunu bireylere
söyleme hakkı yoktur ve yetkilerini aşmaması gerekmektedir (Yılmaz, 1997: 87).
Locke böylece, devleti yapay bir kurum haline indirgemiş ve toplum-devlet
ayrılığının kalıcı tohumlarını ekmiştir, ancak O da sivil toplum kavramını siyasal
toplumla özdeş manada kullanmıştır (Doğan, 2002: 69).
Mutlak devlet biçiminin sivil toplumu yutucu davranışlarına karşı sivil
toplumu özgürleştirici yaklaşımlar ise ilk defa on sekizinci yüzyılda ortaya çıkmıştır.
Bu yaklaşımlarla Sivil toplum alanı, despotik politik yapılara karşı savunularak
genişletilmeye çalışılmıştır. Bu özellikleriyle, on sekizinci yüzyıldaki özgürleştirici
yaklaşımlar, küresel dönemin somut sivil toplum politikalarının ortaya çıkmasının
öncülüğünü temsil etmektedir. Bu çerçevede Ferguson, Paine ve Tocqueville’nin
yaklaşımları önem taşımaktadır. Ferguson’a göre despotizme bürünen politik toplum,
bireyleri pasifleştirir, vatandaşları kendi haklarından mahrum bırakır ve bunu
sağlamak için de geniş bir bürokratik düzenden yararlanır. Korku, güç ve militarizmi
kullanarak kamusal alan üzerindeki her çeşit tartışmayı engelleyerek tekil
kamusallığa neden olur (Kean, 1988: 47-83). Tocqueville, modern politik tahayyülün
mutlakiyetçi devlet yaklaşımının sivil toplum üzerinde egemenleşmesine dikkat
çekerek eleştirilerde bulunur. Ona göre modern devlet, hiçbir tarihsel dönemde
rastlanmayacak düzeyde baskıcı bir politik tutum ortaya koymaktadır. Devlet
despotizmi modern politik paradigmanın ürünü olarak ortaya çıkıp sivil toplum
üzerinde mutlak ve düzenli bir iktidarı temsil etmektedir. Bu egemenlik tarzı, sivil
toplum içindeki bireylerin yaşam alanını yok ederek köleleştirici rol oynamaktadır.
Modern devletin bu despotik egemenliği, geleneksel devletin zincire vurma gibi
yöntemleri yerine, medenîleştirme adına mükemmel denetim tekniklerini
kullanmaktadır. Burada yurttaşlar bağımlı, pasif, güvensiz vs. nesnelere dönüşürler
(Kean, 1988: 47- 83). Thomas Paine de paralel yaklaşımları savunarak, sivil
toplumun gelişmesi çerçevesinde politik topluma önemli eleştirilerde bulunmaktadır.
Öncelikle devletin sivil toplum lehine sınırlandırılması gerektiğini iddia eder. Çünkü
ona göre modern devlet, aşırılaşmış bir yönetim biçimidir. Burada her şey yönetim
23
meselesi hâline getirildiğinden, bireyleri sivil toplumun doğal dünyasından kopararak
bir birine yabancılaştırmaktadır.
Sonuçta on sekizinci yüzyıl siyasal düşünürleri, politik toplumu eleştirerek
sivil toplum söyleminin gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Nitekim
bunun sonucunda, sivil toplumun gelişmesine katkı sağlayan liberal demokrasiler
kurulmaya başlamıştır. Bu entelektüel yaklaşımlar, soğuk savaş sonrası dönemde de
yeniden gündeme gelerek sivil toplum aracılığıyla demokratikleşme arayışını
tetiklemiştir (Yıldırım, 2005: 63-64).
Hegel ise sivil toplumu ihtiyaçlar ve öz-çıkarların çatışma alanı şeklinde
tanımlamış ve ‘bürgerliche gesellschaft’ (burjuva toplumu) olarak ifade etmiştir
(Sarıbay, 2003: 15). Sivil toplum ve devlet arasında en kapsamlı ayrımı Hegel
yapmıştır. Hegel’de bu ayrım siyasal bir etiğin yansıması durumundadır. Etik
yaşamda ona göre, aile, sivil toplum ve devlet olmak üzere üç ana bölüm vardır. Aile
yaşamında hakim normlar; karşılıklı sevgi, saygı, fedakarlık, itaat, birliktelik ve ortak
duygu ve düşünce iken sivil toplumda etik; çatışma, rekabet, hırs gibi bireylerin öz
çıkarlarına dönük normlar etrafında şekillenmektedir (Çaha, 2003: 29-30). Hegel’e
göre sivil toplum sözleşmeyle gelişmez ve özgürlüklerin teminatı değildir sadece,
gelenek ve görenekler uyarınca bireylerin özgür birlikteliğinden ibarettir. Tarihsel
gelişme içerisinde modern toplumda olgunlaşan sivil toplum; pazar ekonomisi,
sosyal sınıflar, ekonomik şirketler, bireyler ve devlete bağımlı olmayan her türlü
kurum ve kuruluşu kapsamaktadır (Sunar, 2004: 113).
Marks, sivil toplumu Hegel’in görüşlerinin tam tersi bir şekilde tanımlamıştır.
Hegel’in devleti her şeyi kuşatan bir varlık olarak görmesini şiddetle eleştirmiştir.
Hegel’in aksine sivil toplumu siyasal hayatı kapsayan bir alan olarak tanımlamıştır.
Din, devlet, aile, kanun, ahlak, bilim vs. gibi insan faaliyetlerinin hepsi üretim
biçimine göre şekillenmektedir ve sivil toplum 18. yüzyılın Avrupa’sında burjuvazi
ile gelişmiştir (Çaha, 2003: 37). Marksa göre, sivil toplum alt yapı alanıdır ve önceki
tüm tarihsel aşamalarda mevcut üretici güçler tarafından belirlenen ve sonuçta
karşılık olarak bunları belirleyen ilişkilerin biçimi sivil toplumdur (Bostancı, 1997:
184). Kısacası, Marks sivil toplumu üretimin yapıldığı ve sınıfsal mücadelenin ortaya
çıktığı yani, ekonomik ilişkilerin tümünü kapsayan alan olarak görmüştür. Bu alan
24
üretim biçimine göre farklılaşmaktadır ancak, varlık sebebi ise kapitalizmdir (Çaha,
2003: 38).
Gramsci ise, sivil toplumu politika alanı gibi üst yapı unsuru olarak gören
(Aktay, 2003: 52) ve sivil toplum tartışmalarına önemli katkılar sağlayan bir
düşünürdür. Marksist kuramın izleyicilerinden olan Gramsci’nin sivil toplumla ilgili
görüşlerinin temelinde Marks’ın değil Hegel’in anlayışı etkili olmuştur. O’na göre
sivil toplum devlet ile ekonomik alan arasında yer alan özel çıkarların alanıdır.
Gramsci’ye göre toplumdaki hakim sınıflar sadece yasal düzenlemeler yaparak değil,
ayrıca sivil toplumdaki ahlaki değerlerin ve geleneklerin yardımıyla da diğer sınıfları
üretim süreçlerinin gereklerine boyun eğmeye zorlayacaktır. Hakim sınıfın
ideolojisinin toplumsal katta kabul görmesi ve yeniden üretilmesini ifade eden
‘hegomanya’ burada uygulanmaktadır. Sonuç olarak, Gramsci’ye göre sivil toplum,
sınıfların iktidar için mücadele ettiği ve hegomanyanın işlevini yerine getirdiği bir
alandır (Biber, 2004: 159-160).
2.1.2 Modern Sivil Toplum Kavramı
Sivil toplum kavramının modern anlamda görünümü incelendiğinde öncelikle
‘ideolojik toplum’dan farklı olduğu görülecektir. İdeolojik toplum, toplumsal
farklılığı ve renkliliği engelleyen, devletin önderliğinde aynı ideoloji altında hareket
ettirilen, devletin yüce varlığıyla bütünleşmiş organik bir yapıyı ifade etmektedir.
Sivil toplum bunun aksine, bireylerin zorlamaya maruz kalmadan özgür iradeyle
kendi aralarında anlaşarak oluşturdukları ortak yaşama alanını ifade etmektedir
(Çaha, 2003: 24).
Günümüzde sivil toplumun devletle olan ilişkilerine gelince, devlet dışı bir
alan olduğu kabul edilmektedir (Tester, 1992: 8). Ancak bundan, devlet-sivil toplum
zıtlaşması anlaşılmamalıdır. Çünkü, sivil toplumun devletten kopuk olması söz
konusu olamaz. Sivil toplum devlet birbirine anayasa ve birinin diğerine karşı hak ve
yükümlülüklerine vurgu yapan yasalar ve gelenekler yoluyla bağlıdırlar. Devlet sivil
toplumun değişik alan ya da bölgelerinin özerkliğinin sınırlarını belirleyen yasalar
çıkarır. Ayrıca, bu özerk alanlarda sivil toplumun hareketlerine devletin müdahalesi
25
olamayacağından dolayı, sivil toplum, devletin hareket alanını sınırlamış olur (Shills,
1991: 4).
Devlet aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının ve onların üyesi olan
vatandaşların özgürlüklerini güvence altına alır. Onların örgütlenme, toplanma,
eğitim ve çalışma özgürlüklerini kullanabilmeleri için uygun ortamlar
oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra, küçük ve zayıf grupların geniş ve güçlü olanlara
karşı korunması işlevini yerine getirir. Çünkü, sivil toplumun eşit olmayan güçlerle
ilişkisine ancak devlet radikal olarak el koyabilmektedir (Diamond, 1994: 15).
O halde, sivil toplum devletten özerk ama kopmamış bir alandır. Sivil
toplumun öngördüğü devlet sınırlı erk sahibi devlettir. Bu haliyle devlet, sivil
toplumun özgürlüklerini koruyan yasaların uygulanmasında etkin olmanın ötesinde,
kendisi de yasalara bağlıdır. Bu yolla sivil toplum, devlet gücünü sınırlamak yanında,
hukuk devleti zeminine bağlı bir devlet otoritesinin oluşumuna da katkı sağlar.
Ancak, sivil toplumun bu işlevini yerine getirmesi bağımsız bir yargının varlığıyla
mümkündür (Shills, 1991: 9).
Sivil toplum, yalnızca devletin dışında kalmayıp aynı zamanda geniş anlamda
siyasal toplumun da dışındadır. Bu bağlamda, siyasi partiler sivil toplumun unsuru
değildir, siyasal toplumun bir unsurudur. Sivil toplum içindeki kurumlar, partilere
yabancı olabilirler; ama partiler tarafından etki altına alınılırlarsa yada onların
hegomanyası altına girerlerse, devletle toplum arasında arabulucu vasıflarını yitirir
ve demokrasi tesisi işlevlerini yerine getirme güçlerini büyük ölçüde kaybederler.
Sivil toplum menfaatlerin temsili, uzlaştırılması ve açıklanması için siyasi partilerin
dışında bir kanal yaratmaktadır. Bu işlev, özellikle geleneksel olarak dışta bırakılmış
gruplar için (örneğin, kadınlar, etkin ve dinsel azınlıklar gibi) resmi politikaların
karar mekanizmalarına yakınlaşabilmeleri bakımından önemlidir (Diamond, 1994:
8).
Sivil toplum aynı zamanda ekonomik toplumu içine alan, ancak ondan daha
geniş ve karmaşık bir organizasyonlar bütünüdür. Sivil toplum, partilerin, siyasi
organizasyonların ve siyası kamu alanlarının oluşturduğu “siyasi toplum” dan
ayrılmakla kalmamakta, üretim, dağıtım ve toplama kurumları, şirketler
kooperatifler, aracı kurumlar, konseyler vb.den oluşan “ekonomik toplum”dan çok
26
daha geniş bir toplumsal alana yayılmaktadır. Bu nedenle, sivil toplum, ekonomik,
siyasi ve resmi alan dışında kalan kültürel davranış türlerini içine alan bir faaliyet
alanıdır (Diamond, 1994: 12).
Modern sivil toplum üç önemli boyut içermektedir. Birincisi yasallıktır
çünkü, özel hukuk, sivil-siyasal-toplumsal eşitlik ve haklara dayanmaktadır. İkincisi
çoğulculuktur çünkü, özerk, kendi kendini oluşturan gönüllü birlikleri
kapsamaktadır. Nihayet üçüncüsü kamusallıktır çünkü, iletişim alanları, kamu
katılımı, siyasal iradenin ve toplumsal normların doğuşunu, çatışmasını ve bunlara
ilişkin düşüncelerin ifade edilmesini içermektedir (Tosun, 2001: 59-60).
2.1.3 Çağdaş Sivil Toplum Kuramları
Sivil toplum tartışmaları temelde devletle toplum arasında karşıtlık
varsayımından hareket etmektedir. Bu anlamda toplumsal ilişkilerin devlet tarafından
mı yoksa toplumu tarafından mı düzenleneceği sorununa odaklanılmaktadır. Batı
siyaset literatüründe, bu sorunu dikkate alan üç temel sivil toplum kuramından
bahsedilebilir. Bunlar; çoğulcu sivil toplum, asgari devletçi sivil toplum ve katılımcı
sivil toplum kuramlarıdır.
2.1.3.1. Çoğulcu Sivil Toplum Kuramı:
Bu kurama göre, toplumda devletin dışında çıkar ve baskı grupları da söz
konusudur ve siyasal yaşamda parlamento ve hükümetin dışında bu çıkar ve baskı
gruplarının söz hakkı olması olumdur. Bu yaklaşım, devletten ayrı bir toplum
alanının varlığını tanırken devletin faaliyetlerinin asgariye indirilmesi yerine sivil
toplumun kurumsal yapıyı etkileyerek bu faaliyetleri yönlendirmesini savunmaktadır.
Bu yaklaşımın, devletin temel hak ve özgürlükler açısından yeterince sınırlandırıldığı
ABD’de ortaya atıldığı ve baskı ve çıkar gruplarının güçleri oranında devleti
etkilemesiyle devlet toplum dengesinin kurulmaya çalışıldığı görülmektedir. Çoğulcu
sivil toplum oluşumu için çıkar ve baskı gruplarının devletten tamamen ayrı ve aktif
olmaları gerekmektedir (Nişancı, 2003: 135-140).
27
2.1.3.2. Asgari Devletçi Sivil Toplum Kuramı:
Devleti en aza indirgemeyi hedefleyen sivil toplum kuramıdır. Bu kuram,
devletin yapay kurallar koymasını ve toplumsal yaşamın doğal ve kendiliğinden
meydana gelen düzenini engellememesini sağlamaya çalışmaktadır. Burada
kendiliğinden düzen sivil toplumla aynı manaya gelmektedir ve devlette bu düzenin
işleyişini sağlayan örgütlenme olmaktadır. Bu yaklaşım Hayek’in düşüncelerine
dayanarak, hükümetin toplumu biçimlendirme ve bireyin davranışına karar verme
pozisyonunda olmaması gerektiği ve çıkar gruplarına yarar sağlama imkanının
sınırlanması gereği üzerine durmaktadır. Ayrıca bu özgür toplum içerisinde devletin
bir çok organizasyondan bir tanesi olduğuna vurgu yapılmaktadır (Nişancı, 2003:
140-142, Önal, 2000: 11).
2.1.3.3. Katılımcı Sivil Toplum Kuramı:
Bu yaklaşım katılımcı demokrasi düşüncesinin bir ürünüdür ve devlet ile sivil
toplumun iç içeliğine dayanmaktadır. Devlet ve devletin toplum üzerindeki yetkisine
karşı çıkmak yerine bu ilişkiyi demokratikleştirmeye çalışmaktadır. Halkın siyasal
faaliyetlerde daha katılımcı olması sağlanmaya çalışılmaktadır (Nişancı, 2003: 140,
Yılmaz, 1997: 89-90).
2.1.3.4. Toplulukçuluk Yaklaşımı
Bu yaklaşım 1970’lerden sonra gündeme gelmiştir, çünkü bu yıllarda sosyal
liberalizmin biçimlendirdiği devlet, demokrasi, piyasa ve toplum anlayışı yaygın
eleştiri almaya başlamıştır. Ayrıca yeni muhafazakar hareketin gelişmesinin ve
postmodern yaklaşımların da etkisi olmuştur. Toplulukçuluk düşüncesini savunanlar,
liberalizmin evrensellik, mükemmeliyetçilik ve tarafsızlık iddialarını eleştirerek
hakların, doğrunun ya da iyinin önüne konmasına karşı çıkmışlardır. Sosyal
liberalizmin ‘hak sahibi bireyinin’, kapitalist sistemin nesne ya da tüketici bireyinin
ve kapitalist toplumun atomize olmuş bireyinin yerine topluluk üyesi ‘özne’ bireyi
koymuşlardır. “Genel olarak toplulukçuluk, bireysel özgürlük ile topluluk yararı
çizgisinde topluluk yararına ve bireyin topluluğa karşı sorumluluklarına daha yakın
duran bir yaklaşımdır” (Gül, Sallan Gül ve Okçu, 2004: 321).
28
2.2 Sivil Toplum Kuruluşları
Sivil toplumun tanımı ve tarihsel gelişimi incelendikten sonra sivil toplum
kuruluşlarının tanımlanması ve özellikleri, türleri ve işlevlerine değinilecektir.
2.2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Kavramsal Çerçevesi
Sivil toplum kuruluşları kavramının ulusal ve uluslar arası alanda birbirinden
farklı anlamları çağrıştıran birçok terimle ifade edilmeye çalışıldığı bilinmektedir.
Hükümet Dışı Kuruluşlar (Non-Governmental Organizations NGO’s), Üçüncü
Sektör Kuruluşları (Third Sector Organizations), Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlar
(Nonprofit Organizations), Gönüllü Kuruluşlar (Voluntary Organizations), Bağımsız
Sektör Kuruluşları (Independent Sector Or-ganizations), Hayır Kuruluşları
(Charities-Philanthropic Organizations), Tabana Dayalı Orga-nizasyonlar (Grass-
Roots Organizations), Enciomsu Örgütler (QUANGO), Seçilmiş ya da Ye-rel
Kurullar (Elected or Local Councils, Commisions), Girişimler, Platformlar, Vatandaş
Eylemleri, Semt Girişimleri (Initiations, Platforms, Citizen Actions, Neighborhood
Initives) (Şahin, 2004: 242) bunlardan en yaygın olarak kullanılanlarıdır. Bunlardan
kar amacı gütmeyen kuruluşlar terimi için kamu ve özel sektörden farklılıkları
vurgulanmış ve devletten bağımsız, biçimsel yapılara sahip, kara yönelik olmayan,
kendi kendini yönetebilen, gönüllü çalışmayı ve bağışları içeren ve dini ve politik
boyutları olmayan organizasyonlar olarak tanımlanmışlardır (Zimmemann, 1999:
501-502). Sivil toplum kuruluşlarının özellikle devlet etkisi ve yönlendirmesinin
dışında yapılanması ve faaliyet göstermesine vurgu yapan Hükümet Dışı Kuruluşlar
terimi ise, Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi’nde de sivil toplum kuruluşlarını ifade
etmek üzere kullanıldığı için uluslararası literatürde yaygınlık kazanmıştır
(Pekküçükşen, 2004: 75). İlk defa 1970’lerin sonlarına doğru Fransa’da kullanılan
‘Üçüncü Sektör’ terimi piyasaya yada devlete atfedilemeyecek olan bütün
örgütlenmeler ve ‘hizmet sektörünün bir türü’ olarak tanımlamıştır (Priller, 2001:
301). Bunların dışında; Bağımsız Sektör Kuruluşları terimi kar amacı gütmeyen
sektörün büyük bir parçasını ifade etmek için kullanılırken (www.media.wiley.com,)
Girişimler, Platformlar, Vatandaş Eylemleri, Semt Girişimleri’ terimleri, genellikle
29
yasal bir dayanağı ve çerçevesi olmayan sivil toplum kuruluşları faaliyetlerini
anlatmışlar, Enciomsu Örgütler de, özel nitelikli olmakla birlikte kısmen yada
tamamen merkezi devletçe finanse edilen kuruluşlar olarak kullanılmışlardır. Sivil
toplum kuruluşlarını karşılamak için kullanılan bu terimlerde idealize edilmiş sivil
toplumun unsurlarının herhangi bir unsurunun ön plana çıkmış olduğunu ve bu
açıdan kapsamlı bir ifadeyle sivil toplumun; devletin doğrudan denetimi altında olan
alanların dışında, ekonomik ilişkilerin baskısından bağımsız olarak gönüllü olarak
oluşturulan kurum ve etkinlikler alanı ifade ettiğini hatırlamak gerekmektedir
(Duman, 2004: 357).
2.2.2. Sivil Toplum Kuruluşlarının Özellikleri
İlgili literatürde sivil toplum kuruluşlarına atfedilmiş özelliklerden genel
olarak ortak kullanıma sahip olanları; sivil toplum kuruluşlarının kurumsallaşma
gerekliliğini anlatan örgütlülük, sivil toplum kuruluşlarına rızaya dayalı katılımı esas
alan gönüllülük, sivil toplum kuruluşlarının toplumsal iyiye katkıda bulunmaları
gerekliliğini anlatan kamu yararı gözetme ilkesi, sivil toplum kuruluşlarının idari ve
ekonomik olarak devletten ayrı olmaları gerekliliğini anlatan özerklik, gelir getirici
faaliyetleri amaç edinmemeyi ifade eden kar amacı gütmeme ilkesi, toplumdaki diğer
gruplarla eşit düzeyde demokratik ilişkiler kurmayı karşılayan yatay ilişkilerin ön
plana çıkması ilkesi, özel alan dışında hem sivil hem de siyasal toplumu ilgilendiren
yaşam düzlemi olarak bir kamu alanına sahip olma özelliği ve belli bir konuda
uzmanlaşma ilkesi olarak sayılabilir.
2.2.3. Sivil Toplum Kuruluşlarının İşlevleri
Modern toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olan STK’lar, günümüz
toplumlarında kamusal otoritenin eksik kaldığı eğitim, sağlık, sosyal hizmetler,
çevre, kırsal-kentsel kalkınma gibi değişik alanlarda önemli işlevler
üstlenmektedirler. Bununla birlikte dünyada yaşlıların bakımı, kimsesiz çocukların
korunması, özürlülerin eğitimi gibi sosyal hizmet alanlarında öncülük sivil toplum
kuruluşlarına aittir. Sivil toplum kuruluşlarının işlevleri (tüm sosyal kurumlarda
olduğu gibi) zaman içerisinde değişen şartlara göre farklılaşabilecektir. Diğer
30
taraftan, demokratik yapıya sahip ülkelerde özel sektör kuruluşlarının ve kamu
sektörü kuruluşlarının işlevselliğinin zayıfladığı alanlarda sivil toplum kuruluşlarının
işlevler yüklendiği ve canlandığı görülmektedir. Bu durum ise ülkelerin kendine has
yapılarına göre sahip oldukları sivil toplum kuruluşlarının işlevlerinde farklılaşmaları
ortaya çıkarmaktadır (Yıldırım, 2004: 72-74).
Sivil toplum kuruluşlarının yerine getirdiği görevler, yaptıkları hizmetler ve
üstlendikleri işlevler genel olarak; sosyo-ekonomik, siyasal, kültürel ve bireysel
olmak üzere dört ana başlık altında toplanabilmektedir (Yıldırım, 2004: 75).
i. Sosyo-Ekonomik İşlevler: Sivil toplum kuruluşları doğrudan yada dolaylı
olarak rekabetin artmasına ve ekonomik büyümeye katkıda bulunmaktadırlar.
Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin sunumu, yerel ekonomik
gelişmenin desteklenmesi, sosyal ve ekonomik açıdan dışlanan birey ve grupların
toplumla bütünleşmesinin sağlanması şeklinde doğrudan katkıları söz konusudur.
Diğer taraftan, dolaylı olarak da toplumun, rekabet ve ekonomik büyümeye dönük
tutumunu olumlu yönde etkileyebilirler (Alagöz vd., 2004: 47).
Sivil toplum kuruluşları yoksullukla mücadele konusunda da etkili bir işleve
sahip görünmektedirler. Devletler artık, yoksul vatandaşlarına ulaşabilmek için sivil
toplum kuruluşlarının potansiyelini kabul etmektedirler. İstihdam meydana getirme,
temel sosyal hizmetlerin tedariki gibi bir çok konuda devlet sivil toplum kuruluşu
işbirliği söz konusudur. Bu kuruluşların yoksulluk içerisinde yaşayan insanların
kendi ihtiyaçlarını ifade etmede tek başına yeterli olmasa da en iyi araç konumunda
oldukları söylenebilir.
ii. Siyasal İşlevler: Sivil toplum kuruluşlarının bir başka işlevi de
katılımcıların düşüncelerini, eylemlerini ve değerlerini demokratik yönden
biçimlendirmeleri ve buna bağlı olarak sivil toplumun temel öznesi olan “aktif
yurttaş” ile siyasal partilerin demokratikleşmesinden yönetimin şeffaflaşmasına,
insan haklarından yasal reformların takipçiliğine kadar pek çok konuda doğrudan
etkinlik göstermeleridir (Tosun, 2000: 54). Sivil toplum kuruluşları bunu yaparken,
doğrudan görüşme, rapor sunma, kulis yapma, imza toplama, bildiri yayınlama,
toplantılar düzenleme ve kitle iletişim araçlarıyla tanıtım yapma gibi ikna, oy
31
vermeyeceklerini bildirmek gibi korkutma, miting ve gösteri düzenlemek gibi
aleyhte kampanya düzenleme vb. diğer yöntemleri kullanarak siyasal iktidarı
etkilemeye çalışırlar (Anbarlı, 2004: 285-287).
Katılım, üretim ve geliştirme platformları olan dernek, vakıf ve enstitü gibi
sivil toplum kuruluşları, araştırma, teori ve projeleri siyasi platforma ileterek bilgiye
dayalı siyasete hizmet etmektedirler. İhtiyaç duyulduğunda siyasi uygulamaları
dolaylı denetime tabi tutarak toplumun istemediği uygulamalar konusunda kamuoyu
oluşturup baskı unsuru haline de gelebilmektedirler (Yıldırım, 2004: 76).
iii. Kültürel İşlevler: Sivil toplum kuruluşları bünyesinde gerçekleşen
ilişkilerle, karşılıklı tutum ve davranışlarla birbirlerini etkilemekte ve bu ilişkiler
belirli bir süre içerisinde gelişerek süreklilik kazanmaktadır. Karşılıklı etkileşimle
birlikte gelişen aidiyet ve biz duygusuyla kültürel dokular örülmeye başlamaktadır.
Aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının etik değerlerin taşıyıcıları olmaları da
beklenmektedir (Yıldırım, 2004: 87-88).
Şenatalar (2001, 13-14) sivil toplum kuruluşlarının iki farklı işlevinde söz
etmektedir. Ekonomik gelişmişlik düzeyi düşük ve demokrasisi zayıf olan ülkelerde
sivil toplum kuruluşları hem demokratikleşme hem de ekonomik ve sosyal
gelişmeyle ilgili işlevler taşımaktadır. Esas faaliyet alanları eğitim yada sağlık
olabilir ama demokratikleşmeyle de ilgili faaliyetler yapmalarına ihtiyaç vardır.
Gelişmiş ekonomilerde ve daha ileri demokrasilerde bu demokratikleşme işlevleri
birinci derecede önem taşımaktadır.
Sivil toplum kuruluşları vurgulandığı üzere iki durumda da demokratikleşme
konusunda toplumsal bir kültür meydana gelmesinde önemli roller üstlenecektir.
Çoğulcu bir toplumsal yapının oluşmasında ve çoğulculuk kültürünün toplumsal
dokuya nüfuz etmesinde demokratik sivil toplum kuruluşlarının işleyiş ve örgütsel
yapılarının, ayrıca diğer örgütlerle uyumlu çalışmaları çok olumlu katkılar
sağlamaktadır (Yıldırım, 2004: 86-87).
Günümüzde değişim ve rekabet temel unsurlar durumundadır. Bu değişim ve
rekabet döneminde, çoğu zaman sadece değişime uyum yetmemekte, toplumun aynı
zamanda kendi kültürel varlıklarına uygun yeni yaklaşım ve tarzlar geliştirip,
32
dönüşüm sürecine girmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Siyasal toplumun sahip olduğu
resmi yaklaşım ve kurallar, gayri resmilik taşıyan kültürel yapıya nüfuz
edememektedir. Sivil toplum kuruluşları ise aksine, toplumun sorunlarının
giderilmesinde kültürel dinamikler içerisinden süzdükleri yeni ve daha etkili metotlar
ve teknikler geliştirebilmektedirler (Yıldırım, 2004: 87).
iv. Bireysel İşlevler: Yıldırım (2004, 88-89)’a göre, Yaratıcılık günümüz
koşullarında toplumsal gelişmenin temel taşlarından biridir. Tüm toplumu etkileyen
yaratıcı davranışları yalnızca bilimdeki ilerlemelerde çalışmalarda aramak yeterli
değildir. Kendi insanları arasında yaratıcı potansiyeli olanları seçmesini,
geliştirmesini ve desteklemesini en iyi bilen milletler, diğerleri yanında çok daha
avantajlı duruma sahip olabilirler. Kalkınmış toplumlar bu potansiyeli olan insanları
seçme, yetiştirme ve desteklemede sivil toplum kuruluşlarından çok iyi
yararlanmaktadırlar. Sivil toplum kuruluşları baskıcılığı, düşünce ve örgütlenme
kısıtlamalarını azaltarak yada ortadan kaldırarak bireysel yaratıcılığa uygun bir
sosyal ortam hazırlamaktadır.
STK’lar, bireylerin manevi ihtiyaçlarının karşılanmasında da önemli bir
varlık ve gelişme nedeni olarak görülmelidir. Bu sektörde çalışanlar ve bu sektörün
faaliyetlerinden yararlananlar, yaşam kalitesinde artış olduğunu ifade etmektedir. Bu
kuruluşlar insanlara anlamlı bir sosyal yaşam sunmaktadır. Önemine inandıkları bir
sebep uğrunda gönüllü kuruluşlar gönüllü olarak parasını ve zamanını ayırabilen
insanlarda sorumluluk duygusu gelişmektedir (Öner, www.stgp.org., 3).
Diğer taraftan STK’lar sayesinde bireyler işbölümü yapma, sevgi, hemcinsine
yakın olma, dayanışma, grup içinde benlik ve kendine saygı duygularını
gerçekleştirme, takdir edilme, belirli bir statü ve değer atfedilme, saygı, güven vb.
ihtiyaçlarını tatmin imkanına kavuşmaktadırlar. Toplumsal sorunlarla ilgilenmede
kendine güvenmeyen birey, STK’nın sağladığı daha enerjik, verimli ve yaratıcı bir
ortamla sorun çözme konusunda yüksek bir motivasyona kavuşmaktadır (Yıldırım,
2004, 91-92).
33
2.2.4 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları
Bu kısımda, Osmanlı Devleti’nin son dönemleri de dikkate alınarak
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının gelişimi incelenecektir.
2.2.4.1 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarının Gelişimi
Bir vakıf imparatorluğu olarak da bilinen Osmanlı Devleti’nde sivil
oluşumlar olarak vakıflar; toprakların imar edilmesinden, açların ve yoksulların
doyurulmasına ve giydirilmesine kadar her alanda etkinlikler göstererek ciddi işlevler
görmüşlerdir. Modern anlamda birer sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirilmeyen
bu oluşumlar modern anlamda sosyal güvenliğin oluşmasında, toplum içinde
fakirlerin, açların, yolda kalmışların, yetimlerin, kimsesizlerin barındırılması,
giydirilmesi ve doyurulmasında devletin hizmet görmediği alanlarda hizmetler
üstlenmede önemli görevler başarmışlardır (Uslu, 1997: 317-317).
19. yüzyılın başlarından itibaren ön plana çıkan batıya açılma eğilimi ile ilk
kez 1847’de Osmanlı’da bireysel girişim örneği olarak vatandaşların ‘arz-ı hal’
(dilekçe) yazarak hükümete bizzat başvurabilmesi, temsili hükümet fikrinin kabul
edilerek hem yerel, hem de imparatorluk çapında yasama organlarının hayata
geçirilmesi, 2. Meşrutiyetle siyasi partilerin kurulması, 19. yüzyıl sonlarına doğru
özellikle yer altı örgütleri olarak ortaya çıkan siyasi dernekler vb. gelişmeler sivil
toplum kuruluşlarının örgütlenmesini ve gelişmesini hazırlamıştır (Kalaycıoğlu,
1998: 114-115).
1860’lı yıllar yalnızca genel anlamda dernekleşme açısından değil basın,
kamuoyu, siyasal muhalefet, yönetimin yeniden yapılanması gibi konular açısından
yeni bir başlangıçtır. Kırım Savaşı’nın hemen arkasından 13 Şubat 1856 tarihinde
müttefik devletlerin hekimleri, “İstanbul Tıp Derneği” adıyla bir dernek
kurmuşlardır. Daha sonra padişahtan alınan irade ile bu dernek “Cemiyet-i Tıbbiyeyi
Şahane” adını almışlardır. Bir süre sonra “Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye” ilk
Müslüman Türk derneği ve etkinlikleri günümüzde de sürdüren “Cemiyet-i
Tedrisiye-i İslamiye” (Daruşşafaka) padişahtan izin alınarak kurulmuşlardır (Önal,
2000: 37). 1901 tarihli Fransız dernekler kanunundan esinlenerek 16 Ağustos 1909
tarihinde Cemiyetler Kanunu çıkarılmış ve dernek türünde örgütlenmeler kanuni bir
34
temele kavuşturulmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra henüz Cemiyetler
Kanun’u çıkmadan, onlarca dernek kurulmuştur (Önal, 2000: 38).
Cumhuriyet’in kurulmasından günümüze gelen süreçte sivil toplum
kuruluşlarıyla ilgili gelişim sürecini üç ayrı tarihsel dönemde ele alabiliriz. Bunlar:
1923-1950 yılları arasındaki tek partili siyasi yapının olduğu dönem, 1950-1980 çok
partili siyasi hayata geçiş ve sonrası dönem ve nihayetinde 1980’den sonraki
dönemdir.
1923-1930’lı yıllarda, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşma amacıyla
yürütülen inşa edici politikalar ve daha sonraki süreçteki parti-devlet bütünleşmesi
neticesinde devletçi elitin öngörmediği alternatif hiçbir sosyal oluşumun devam
etmesi söz konusu olmamıştır (Çaha, 1999: 77-78).
1950 yılında başlayan çok partili dönem tek parti dönemindeki yasaklanmış
durumda olan sivil toplum unsurlarının tekrar sahneye çıktığı görülmektedir. Gün
yüzüne çıkan sivil toplum unsurlarının başında dini gruplar, işveren kesimi işçi
sendikaları, köylü gruplar, farklılaşan medya gibi unsurlar gelmekteydi. Bu dönemde
meydana gelen üç askeri darbeye rağmen sivil toplum etkinlikleri kesintilerle devam
etmiştir (Çaha, 1999: 78).
1980’den sonraki dönemde ise, ülkemizde ağırlıklı olarak gündeme sokulan
iki kavramdan birisi sivil toplum diğeri ise liberalizm olmuştur. Merkez sağdaki
partilerin programları ve politikalarında dikkati devletten topluma kaydırması,
özelleştirme, yetki devri, belediyelere fon aktarımı, pazar ekonomisinin ön plana
çıkması gibi konular sivil toplum cephesine kazanımlar getirmiştir. Devlete yüklenen
fonksiyonların adalet, savunma ve güvenlik gibi alanlarla sınırlı kalması düşüncesi
bu dönemde yaygın olarak tartışılmaya başladı. Hava kirliliği, sağlık, turizm, çevre,
insan hakları, dini haklar, etnik haklar ve kadın hakları gibi toplumun belirli
gruplarını ilgilendiren spesifik konular üzerinde tartışılmaya ve bu konularla ilgili
talepler etrafında siyaset yapılmaya başlandı. Bu kavramların çoğu, devlet katında
değil, toplum katında ve toplumsal gruplar tarafından gündeme getirilmiştir.
Konuların her birini savunan bir sosyal grup gelişmiş ve kendi alanında devlet
üzerinde etkin olmaya, devletten bir takım haklar koparmaya ve devlet politikalarını
etkilemeye başlamıştır (Çaha, 1999: 79-80).
35
2.2.4.2. Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşlarının Sorunları
STK’larının önündeki en büyük engellerden biri olan yasalardan kaynaklanan
sorunlar Avrupa Birliği ile uyum çalışmaları neticesinde büyük oranda giderilmiştir.
1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren Yeni Medeni Kanun ve 23 Kasım 2004’de yürürlüğe
giren Yeni Dernekler Kanunu ile STK’lar açısından yasak ve kısıtlayıcı hükümler
büyük oranda kaldırılmıştır. Fakat Türkiye’de STK’ların karşı karşıya olduğu
sorunlar sadece mevzuat kaynaklı olanlar değildir. Türkiye'de sivil toplumun
niteliksel olarak gelişimi ve nihayetinde Sivil Toplum Kuruluşları (STK)’nın daha
etkin bir kapasiteyle katılımcı ve çoğulcu demokrasinin yaygınlaşmasına hizmet
edebilmeleri için çalışmalar yapan, sivil toplum alanında aktif rol alan gönüllülerin
oluşturduğu Sivil Toplum Geliştirme Merkezi Derneği’nin (STGM), Yaşama Dair
Vakfa hazırlattığı Ekim 2005 tarihli “Sivil Toplum Kuruluşları: İhtiyaçlar ve
Sınırlılıklar” başlıklı raporu Türkiye’deki STK’ların mevcut durumunu, ihtiyaç ve
beklentilerini konu almıştır. STK’larının yöneticileri, temsilcileri, üyeleri ve
gönüllüleri ile yapılmış olan kapsamlı bire bir görüşmeler ve odak grup toplantıları
yoluyla elde edilen verilere dayanan rapor ekseninde Türkiye’de STK’larının
karşılaştığı sorunları şu şekilde sınıflandırabiliriz:
A. Altyapı sorunları;
• Ekonomik yetersizlik ve kaynak yaratamama
• İdari eksiklik ve yetersizlik
• Nitelikli ve yetkin insan kaynağının eksikliği
• Kurumsallaşma düzeyinin düşüklüğü ve kurum kültürünün sınırlılığı
• Yazılı kültürün, arşivlemenin, dokümantasyonun ve raporlamanın eksikliği
B. Gönüllü Ağlar / Kadrolar / Üyeler;
• Üyelerin ve gönüllülerin “sorumluluk” eksikliği
• Nitelik sahibi yetkin kadroların ve üyelerin eksikliği
• STK’ların kendi içlerinde ve birbirleri arasında etkin iletişim ve sosyal
• ağların eksikliği
36
• STK’ların ya gereğinden az profesyonel nitelikler taşıması ya da tersine
gereğinden öte profesyonelleşme eğilimleri taşıması.
C. Devletle Olan ilişkiler
• Particilik ve patronaj ilişkileri
• Devletin önyargıları ve cesaret kırıcılığı
• Yerel ve merkezi hükümet kuruluşları arasındaki farklılıklar
D. Sivil Toplum Kuruluşlarının Örgüt içi ilişkileri
• Kişisel çatışmalar
• İletişim aksaklıkları
• Politik mücadeleler ve anlaşmazlıklar
• Bilgi ve bilgi aktarımındaki eksiklikler
• Süreklilik sorunu
• Üyeler arsında sosyal ve kişisel ilişkilerin zayıflığı
• Gönüllülerin yönlendirilmememsi
• Kurumsal ve idari süreçlerin düzensizliği
E. Sivil Toplum Kuruluşlarının Birbirleriyle Olan ilişkileri
• Diğer STK’lar ile etkin ortaklık ve ağ kurma eksikliği
• Demokratik kültür eksikliği
• Benmerkezcilik ve kariyerizm eğilimleri
• STK’lar arasındaki rekabetin olumsuz etkileri
F. Hedef Gruplarla Ve Toplumla İlişkiler
• Tanıtım faaliyetlerinin yetersizliği
• İletişim kanallarının ve mekanizmalarının olmaması
• STK’ların hiyerarşik örgütsel yapısı
• Hedef grupların ilgisizliği ve önyargıları
• İletişim araçları geliştirememe
37
• Uzun vadeli amaçlar gütmek ve sonuç yönelimli stratejik planlama yerine
gündelik, dar ve kısa vadeli politikalara öncelik verme
• Yerel ve ulusal medya gibi dış araçları kullanma yeteneğinde eksiklik
• Hedef grupların ve genel olarak toplumun STK’ların ana stratejilerinin ve
kararlarının desteklenip desteklenmediğine dair bilgi edinme ve etkileşim
kurma mekanizmalarının eksikligi
G. Medyayla Olan İlişkiler
• Medyanın bağımlı yapısı
• Olayların medya tarafından popüler kılınarak, şaşırtıcı ve eğlendirici hale
getirilip vurgulanması ve böylelikle basitleştirilmesi,
• STK’ların, temsil ettikleri sorunlar yerine kendi kuruluşlarının medyada yer
almasından memnun olması
H. Sivil Toplum Kuruluşlarının “Sivil Toplum” Kavramsallaştırmaları
• Sivil toplumun, sivil toplum kuruluşları ile özdeşleştirilmesi
• Kurulusun kendisinin, sivil toplumun sorunlarının ve çıkarlarının önüne
geçmesi
• Lobi faaliyetlerine yönelik olumsuz bakış, lobi faaliyetlerini, haksız talepleri
haklı çıkarma girişimi olarak algılamak
2.2.4.2.1. Sivil Toplum Kuruluşlarının Altyapıdan Kaynaklanan Sorunları
Türkiye’deki STK’ların karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlarından
birtanesi şüphesiz ekonomik yetersizlik ve kaynak yaratamama sorunudur. STK’ların
önemli bir kısmı temel giderlerini karşılamakta bile güçlükler yaşamaktadırlar.
Ekonomik yetersizliğe ek ve bununla ilişkili olarak ikinci önemli altyapı sorunu
teknik yetersizlik olarak görünmektedir. Pek çok STK faks makinesi, bilgisayar,
yazıcı, internet erişimi, toplantı masası, toplantı salonu, görsel, işitsel sistemler ve ses
sistemleri gibi ekipmanlardan yoksundur. Altyapı konusunda diğer önemli sorun ise
daha iyi örgütlenmeyi, idari işlerin düzgün biçimde yürütülmesini ve daha önemlisi
yeni faaliyetler ve projeler geliştirmeyi sağlayacak entelektüel ve teknik donanıma
38
sahip nitelikli insan kaynağının eksikliğidir. Diğer alt yapısal eksikliklerle beraber
kurumsal kültür ve yazılı kültürün eksikliği de STK’ların kurumsal varlığını devam
ettirebilmelerinin önündeki en önemli engellerdir.
2.2.4.2.2. Devletle Olan İlişkileri ve Sorunları
Son yıllarda özellikle AB uyum çalışmaları bağlamında getirilen yeni
düzenlemelerle hareket alanı genişleyen Türkiye’deki STK’lar için devlete karşı
özerkliklerini koruyabilecekleri bağımsız bir sivil çevrenin oluşumu henüz tam
olarak gerçekleşmemiştir. Devlet-sivil toplum ilişkilerinin demokratikleşmesi
açısından devlet ve hükümet organlarının STK’lara aynı mesafede yaklaşan bir
algılamaya sahip olması ve devlet-sivil toplum arası karşılıklı güvene dayalı bir
ilişkinin kurulması zorunludur.
2.2.4.2.3. Örgüt içi İlişkilerdeki Sorunları
STK’larda üyelerin kişisel istek ve beklentilerinin STK amaçları ile çatışması
Türkiye’deki STK’ların örgüt içi sorunlarından en önemli olanlarındandır. Örgüt içi
tartışmacı demokratik kültür eksikliği, üyeleri örgüt ile ilgili alınan karar
mekanizmasının dışında bırakırken, STK’larda yöneticilik yapmak da prestijin yanı
sıra ekonomik, politik birçok kişisel fayda olanağı sunan zemin olarak algılanmıştır.
Pek çok STK’da kuruluşun ilgili birimleri ve üyeler arasında etkili bir iletişim ağının
kurulamaması yüzünden üyeler örgüt gündeminden ve faaliyetlerinden uzak
kalmışlardır. Görev dağılımının dengeli bir biçimde yapılmaması ve eski ve yeni
yönetimler arasında iletişim eksiklikleri sivil toplum kuruluşlarındaki süreklilik
sorununu ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan bazı STK’lar asıl amaçları ve hedefleri
dışında olan pek çok faaliyet organize etmekle gereğinden fazla ilgilenmektedir. Bu
durumda enerji bu eğlence faaliyetleri için harcanmakta ve etkinliklerin kendisi
kuruluşun ana hedefi haline gelmektedir.
39
2.2.4.2.4. Birbirleri, Toplum ve Medya ile İlişkileri ve Sorun Alanları
Türkiye’de STK’lar arası mevcut ilişkiler genel olarak kurumsal yapılara
bağlı olmaktan ziyade STK’ların yöneticilerinin kişisel ilişkilerine dayanmaktadır.
STK’ların pek çoğu sivil toplum alanında gerçekleşen faaliyetlerden, yaşanan
gelişmelerden habersiz olarak kendi sınırlı dünyalarında yaşamaktadırlar. Aynı
alanda faaliyet gösteren STK’lar bile karşılaştıkları ortak sorunlara karşı işbirliği
yapmayı başaramamaktadırlar. Demokratik kültür eksikliği; bazı istisnai kadın, çevre
ve insan hakları örgütlerinin gerçekleştirdiği ittifaklar ve kimi konjonktürel olaylar
dışında Türkiye’deki STK’lar arası hakim olan bu zayıf ilişkilerin altında yatan temel
neden olarak gösterilmektedir.
STK’ların kendilerini, amaçlarını ve faaliyetlerini sunma konusunda başarılı
olamayışları, gönüllülerin ve hedef grupların taleplerinin ve önerilerinin genellikle
göz önünde tutulmayışı, hedef grupların STK’ların faaliyetlerine katılma
konusundaki ilgisizlikleri, STK yönetiminde stratejik planlama yerine gündelik, dar
kapsamlı ve kısa vadeli politikaların yer alması STK’larının hedef gruplarla ve
toplumla iyi organize edilmiş bir ilişki kurmasının önündeki engellere yol açan temel
sorunlar olarak sayılabilir.
STK medya ilişkileri bağlamında; medyanın bağımlı yapısı, olayların medya
tarafından popüler kılınarak şaşırtıcı ve eğlendirici hale getirilerek hafifsenmesi,
STK’ların temsil ettikleri sorunlar yerine kendi kuruluşlarının medyada yer
almasından memnun olması, STK’ların medya ile etkin ilişkiler geliştirmesinin
önündeki temel neden ve engeller olarak değerlendirilmektedir.
2.2.4.3 Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşlarıyla İlgili Bazı İstatistiksel Veriler
1980 ve 1990’larda Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarında sayısal olarak
ciddi anlamda bir artış gözlenmiştir. 1938 yılında 205 dernek mevcut iken 1961
Anayasa’sı sonrası bu sayı 41.000’i geçmiştir. 1983’te bu sayı 53.706’ya ulaşmıştır.
1991 yılına gelindiğinde 45.950 dernek 3,5 milyon üyesiyle faaliyet gösterir duruma
gelmiştir (Aktel, 2003: 178). İçişleri Bakanlığı Dernekler Masası’nda 77.012 dernek
Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı 4200 vakıf ve diğer ağlardan yaklaşık 10.000
kuruluş baz alınırsa, ülkemizde her STK’ya 753 kişi düşmektedir. (2000 nüfus
40
sayımı resmi verisi olarak 67,8 milyon baz alınmıştır.) Bir başka deyişle, her 1000
kişiye 1,3 STK düşmektedir. Yine Tarih Vakfı tarafından 1996 yılında yapılan bir
araştırmaya göre, bu oran STK başına 968 kişi idi. Nüfus artışı da dikkate alınınca
ülkemizdeki STK örgütlülüğünün yaygınlaşmakta olduğu kolayca görülmektedir.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarına yönelik araştırma ve çalışmalar az
olmakla birlikte son dönemde Türkiye Çevre Vakfı tarafından Avrupa Birliği ile
işbirliği yapılarak hazırlanan ve yayımlanan dernek ve vakıf rehberi yaklaşık 600
sivil toplum kuruluşunu tanıtmaktadır. Yapılan uygulama ve proje sonuçlarına göre
ankete cevap veren kuruluşların 399’u vakıf ve dernek şeklindeki kuruluşlardır. Bu
kuruluşların birinci öncelikli ele aldıkları konu “eğitim”, daha sonra ise sırayla
“çevre”, “kültür”, “sağlık” ve en az işaretlenen ise “gençlik” ve “kadın” konularıdır.
Bu kuruluşlar sırasıyla eğitim, kamuoyunu aydınlatma, burs verme, hayır işleri,
sosyal yardım, sağlık, hastane işletmesi, üniversiteye destek, kütüphanecilik, festival
organizasyonu, aile planlaması, mülteciler, tüketici şikayetleri vb. alanlarda
çalışmalar yapmaktadırlar. Araştırma bulgularında; kurulan sivil toplum
kuruluşlarının çoğunluğunun 1980 sonrasına ait olduğu belirtilirken, bu kuruluşların
en önemli sorunlarının yeterli finans bulamama, yer-mekan, araç-gereç yetersizliği
ve bürokrasi olduğu ortaya çıkmaktadır (Aktel, 2003: 179).
1997 yılında Friedrich Ebert Vakfı’nın mali desteğinde hazırlanan
“Türkiye’de Önde Gelen STK” çalışması neticesinde 1996 yılı verilerine göre bazı
sonuçlara ulaşılmıştır (Boratav, 2001: 313). Türkiye genelinde 64.808 adet sivil
toplum kuruluşunun 60.724’ü dernek, 2.424’ü vakıf, 210’u sendika, 1.080’i oda,
293’ü kooperatif, 61’i yurttaş girişimi, 19’u kültür amaçlı ticari kuruluştur. Bu sayı
içerisinden 1.804 adet kuruluş Türkiye’nin önde gelen sivil toplum kuruluşları olarak
belirlenmiştir. Genel olarak büyük illerde yoğunlaşan 1804 sivil toplum
kuruluşundan 698 tanesi İstanbul (yüzde 38.7), 477’si Ankara (yüzde 26.4) ve 195
tanesi İzmir’de (yüzde 10.8) faaliyet göstermektedir.Kuruluş tarihlerine bakıldığında,
32 tanesi (yüzde 1.8) 1863-1923 yılları arasında, 202 tanesi (yüzde 11.2) 1924-1960
yılları arasında, 362 tanesi (yüzde 20.1) 1961-1980 dönemi içerinde ve 1208 tanesi
(yüzde 67) ise 1981-1996 dönemi içerisinde faaliyete başlamıştır. Son dönemdeki
oranın yüksek olmasının nedeninin 1980’den sonra derneklerin yeniden kurulmasına
yönelik yasal düzenlemeler olduğu belirtilmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının
41
kuruluş amaçları on beş farklı gruba ayrılmıştır. 1804 sivil toplum kuruluşu temel
alındığında, 238 tanesinde (yüzde 13.2) kültürel, 113 tanesinde (yüzde 6.3) sanatsal,
33 tanesinde (yüzde 1.8) dinsel, 44 tanesinde (yüzde 2.4) politik, 212 tanesinde
(yüzde 11.8) sağlık, 178 tanesinde (yüzde 9.9) çevre, 247 tanesinde (yüzde 13.7)
eğitim, 241 tanesinde (yüzde 13.4) ekonomi, 409 tanesinde (yüzde 22.7) dayanışma,
88 tanesinde (yüzde 4.9) bilimsel, 110 tanesinde (yüzde 6.1) spor ve hobi, 110
tanesinde (yüzde 6.1) kadın ve çocuk üzerine, 88 tanesinde 110 tanesinde (yüzde 4.9)
konut, 53 tanesinde (yüzde 2.9) iletişim amaçlı faaliyetlerin gerçekleştiği ortaya
çıkmıştır. 1804 sivil toplum kuruluşunun yüzde 40.4’ünün yurtdışındaki sivil toplum
kuruluşları ile ilişkilerinin olduğu ortaya çıkmıştır. 1804 sivil toplum kuruluşunda
gönüllü çalışan sayısı ortalamaları, derneklerde 89, vakıflarda 50, odalarda 57,
kooperatiflerde 23, yurttaş girişimlerinde 80 olarak verilmiştir. Tam zamanlı olarak
çalışan sayısının ortalaması ise, derneklerde 5, vakıflarda 7, sendikalarda 29,
odalarda 18, kooperatifler 94, yurttaş girişimlerinde ise 0 olarak verilmektedir. Aynı
grup içerisinde yarı zamanlı çalışanların ortalaması ise, derneklerde 1, vakıflarda 1,
sendikalarda 7, odalarda 2, kooperatiflerde 0, yurttaş girişimlerinde ise 0
verilmektedir. Proje esaslı çalışanların ortalaması ise, derneklerde 0, vakıflarda 2,
sendika ve odalarda 0, kooperatiflerde 2, yurttaş girişimlerinde 2 olarak verilmiştir.
Ücretli ortalama çalışan sayısı ise, derneklerde 8, vakıflarda 12, sendikalarda 38,
odalarda 20, kooperatiflerde 97, yurttaş girişimlerinde ise 2 olarak verilmektedir.
Önde gelen 1.804 sivil toplum kuruluşunun 1.757 tanesinde (yüzde 97.4) iletişim,
885 tanesinde (yüzde 49.1) bilgi işlem, 325 tanesinde (yüzde 18.0) televizyon ve
video, 46 tanesinde (yüzde 2.6) görsel ve işitsel donanım, 137 tanesinde (yüzde 7.6)
sunuş, 429 tanesinde de (yüzde 23.8) yazım-çoğaltım teknik donanımı mevcuttur.
Önde gelen sivil toplum kuruluşlarının yüzde 75.3’ü aidat yoluyla, yüzde 72.2’si
bağış yoluyla, yüzde 11.4’ü iştirak yoluyla, yüzde 13.9’u gayrimenkul yoluyla, yüzde
29.5’i mali yatırım yoluyla, yüzde 20.3’ü yayın yoluyla, yüzde 9.7’si proje yoluyla,
yüzde 18.5’i piyango ve konser yoluyla, yüzde 16.5’i kurs, eğitim yoluyla gelir elde
etmektedir.
STK rehberi güncelleme projesi bilgi formu’ndan edinilen bilgilere göre
(www.stkrehberi.org); rehberde yer alan 3.178 kuruluş, merkezlerinin bulunduğu
illere göre gruplandığında, bunlardan 686’sının (yüzde 22) İstanbul’da, 480’inin
42
(yüzde 15) Ankara’da, 264’ünün (yüzde 8) İzmir’de, geri kalan 1.748’inin (yüzde
55) de diğer illerde olduğu görülmektedir. 1996 Rehberi ile kıyaslandığında,
yukarıdaki yüzdelerin sırasıyla İstanbul’da yüzde 39, Ankara’da yüzde 25, İzmir’de
yüzde 11, diğer illerde yüzde 25 olduğunu anımsarsak, bu kez rehberin ağırlıklı
olarak üç büyük ilin dışına çıktığı söylenebilir. Bu kuruluşlardan 1.763’ü (yüzde 55)
dernek, 490’ı (yüzde 15) vakıf, 43’ü (yüzde 1) sendika, 389’u (yüzde 12) meslek
odası, 217’si (yüzde 7) kooperatif, 104’ü (yüzde 3) sanayi ya da ticaret odası, 30’u
(yüzde 1) inisiyatif-platform benzeri yurttaş girişimleridir. Yurt çapındaki 3178
kuruluştan 422 tanesi (yüzde 12) mahalli, 1541 tanesi (yüzde 43) il bazında, 451
tanesi (yüzde 13) bölgesel, 908 tanesi (yüzde 25) ulusal, 247 tanesi (yüzde 7)
uluslararası aktivitede bulunduklarını beyan etmişlerdir. 1996 Rehberi verileriyle
kıyaslandığında, yerel ölçekte çalışan kuruluş sayısında (537 adet - yüzde 31) ve
uluslararası ölçekte çalışan kuruluş sayısında (13 adet - yüzde 1) artış görülmektedir.
Bilgi veren kuruluşların 434 tanesinin kuruluş tarihi 1960 öncesi, 188 tanesinin
kuruluşu 1961-1970 arası, 201 tanesinin kuruluşu 1971-1980 arası, 398 tanesinin
kuruluşu 1981-1990 arası, 581 tanesinin kuruluşu 1991-1996 arası, 365 tanesinin
kuruluşu 1996-1999 arası, 120 tanesinin kuruluşu da 2000 yılı sonrasıdır. Yine
kuruluşların yönetim kurullarında yüzde 12,4 oranında kadın yönetim kurulu üyeleri
ve yüzde 16,8 oranında kadın başkanlar görev yapmaktadır.Yönetim kurullarındaki
üyelerin eğitimleri dikkate alındığında, üniversite ve yüksekokul mezunu olanların
ağırlığı göze çarpmaktadır. Bu oran derneklerde yüzde 57,4, vakıflarda yüzde 73,9,
sendikalarda yüzde 44,9, meslek odalarında yüzde 50,4, kooperatiflerde yüzde 33,5,
sanayi ve ticaret odalarında yüzde 41,9, sivil platformlarda yüzde 79’dur.
Örgütlenme biçimine bakıldığında 3.178 kuruluşun 683 tanesinin (yüzde 21,5)
şubeleri, 356 tanesinin (yüzde 11,2) temsilciliği, 190 tanesinin de (yüzde 6) irtibat
büroları bulunmaktadır. Şubeleşme en çok yüzde 45,2 oranla sendikalarda,
temsilcilikler ise yüzde 41.9 oranla yine en çok sendikalarda görülmektedir. 191
dernek, 34 vakıf, 67 sendika, 26 meslek odası, 11 sanayi ve ticaret odası
yurtdışındaki benzer kuruluşlara üye iken; 171 dernek, 69 vakıf, 21 sendika, 18
meslek odası yurtdışı kuruluşlar ile işbirliği yapmaktadır. 1996 verileriyle
kıyaslandığında, yurtdışı üyelik ya da işbirliğinde artış görülmemektedir. 1996 yılı
verilerinde toplam kuruluşların 454 tanesi (yüzde 26) yurtdışı ile ilişki içindeyken
43
günümüzde 329 tanesi (yüzde 10,3) ilişki içindedir. 3178 kuruluşun 1.315 tanesi
(yüzde 41,5) yayın çıkarmaktadır. 370 kuruluş (184 dernek, 43 vakıf, 6 sendika, 53
meslek odası, 31 kooperatif, 12 sanayi ve ticaret odası, 41 diğer tür kuruluş) gazete
yayımlarken; 617 kuruluş (271 dernek, 83 vakıf, 2 sendika, 108 meslek odası, 90
kooperatif, 25 sanayi ve ticaret odası, 38 diğer tür kuruluş) dergi yayımlamaktadır.
Gazete, dergi, bülten ve benzeri türlerle beraber kuruluşlar toplam 2.543 adet süreli
yayın çıkarmaktadırlar. 1996 verilerinde toplam 722 yayın olduğu dikkate alınırsa,
kuruluşların yayın aktivitelerinde oldukça büyük bir yoğunlaşma görülmektedir.
2.543 adet süreli yayının 8 tanesi günlük, 27 tanesi haftalık, 12 tanesi iki haftalık,
364 tanesi aylık, 148 tanesi iki aylık, 316 tanesi üç aylık, 30 tanesi dört aylık, 81
tanesi 6 aylık, 143 tanesi de yıllıktır. Bilgi veren kuruluşların 3.059 tanesi telefon,
2.317 tanesi faks, 1.742 tanesi (yüzde 54,8) elektronik haberleşme yolunu
kullanmakta ve 1.258 tanesinin (yüzde 39,5) web sitesi bulunmaktadır. 1996
verilerinde elektronik posta kullanan kuruluş sayısı yalnızca 59 (yüzde 3) iken,
şimdiki oran teknolojinin kullanımının ne boyutta yaygınlaştığını göstermek
açısından dikkat çekicidir. 772 kuruluşun sosyal tesis ve işletmeye sahip olduğu
tespit edilmiştir. Bunlardan 342 tanesinin (yüzde 10,7) sosyal tesisi, 344 tanesinin
(yüzde 10,8) ticari işletmesi ve 86 tanesinin de (yüzde 2,7) işletme tesisi vardır.
Sahip olunan ticari işletmeler genellikle lokal (86 tane), eğitim merkezi (18 tane),
kafe (11 tane), yayın işletmesi (17 tane), lokanta (14 tane), sağlık tesisi (9 tane), okul
(9 tane), yurt (7 tane) ve diğerleri olarak sıralanmaktadır. Sahip olunan sosyal tesisler
ise lokal (134 tane), eğitim merkezi (32 tane) dinlenme tesisi (22 tane), çayevi (12
tane), kitaplık (29 tane), kültür tesisi (18 tane), misafirhane (22 tane), spor tesisi (18
tane), gösteri salonu (49 tane) ve diğerleri olarak sıralanmaktadır.
2.3. Yönetişim Çerçevesinde Sivil Toplum Kuruluşlarının Değişen Rolü
2.3.1 Baskı Unsuru Olmaktan Ortaklığa
1970’lerin ikinci yansırından itibaren soğuk savaşın son bulması ile birlikte
tek kutuplu yeni dünya konjonktürünün oluşması ve dünya ekonomisinin krize
girmesi sonucu Keynesci yaklaşım yerine dünya gündemine oturan neoliberal
yaklaşım; özellikle 1970'li yıllara kadar otorite karşısında baskı unsuru olma
44
işlevlerini etkin bir şekilde gerçekleştiren STK’lar için yeni bir sürecin başlangıcı
olmuştur. Bu süreçte STK'lann baskı grubu olma rolünden önemli ölçüde
uzaklaşması söz konusu olmuştur. 1970'li yılların konjonktürel özelliklerinin de
yardımıyla daha çok sınıf mücadelelerini önceleyen ve baskı grubu olarak etkili
olmaya çalışan bazı STK'lar özellikle 1990'lı yıllardan itibaren farklı bir bakış
açısıyla ele alınmaktadır. Bu bağlamda örneğin sürdürülebilir insanca kalkınmanın,
bireylerin kaynaklar ve karar verme süreci üzerinde etkili olacak şekilde
bilinçlenip demokratik kurumları güçlendirmeleriyle, diğer bir deyişle sivil
toplumun oluşturulmasıyla mümkün olabileceği düşüncesine ulaşılmıştır.
Bireylerin kendilerini etkileyen kararlara katılımını sağlamak üzere STK'ların
devlet ile iş birliği yapmasına ihtiyaç duyulduğu vurgulanmaktadır (Farrington,
1993: 67).
STK'larının kamusal hizmetlerin üretilmesinde oynayacakları rollere geniş
yer veren ve bu kuruluşların gücünü dile getiren belgeler 1990'lı yıllarda ivme
kazanmıştır. Örneğin Paris Şartı'nda STK'lara ilişkin hükümler ile STK'lann,
toplumsal grupların ve bireylerin Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Komisyonu
(AGİK) amaçlarının gerçekleştirilmesinde oynadıkları önemli rol
vurgulanmaktadır (AGİK, 1997: 5). Dünya Çevre Zirvesi'nin uygulama planı
olan Gündem 21 'de de benzer bir biçimde, STK'lara, "Etkin Grupların
Rollerinin Güçlendirilmesi" başlığı altında yer vererek; sürekli ve dengeli
kalkınma için katılımcı demokrasinin gerekliliği ve bu bağlamda STK'lann hayati
öneme sahip oldukları vurgulanmıştır. Benzer şekilde artık birçok uluslar arası
platformlarda günümüzde, STK'ların uluslararası düzeyde yoksulluk, eşitsiz
kalkınma, tükenen kaynaklar ve çevre sorunları başta olmak üzere pek çok
problemin çözümünde, ekonomi politikalarının belirlenmesinde eskisine göre
daha güçlü olduklarını ve uluslararası kuruluşlar, hükümetler ve özel sektör ile iş
birliği içinde global yönetimde yer almaları gerektiğini vurgulamaktadır (Acı,
2005: 29).
45
2.3.2. Neoliberal Dönemde Sivil Toplum Kuruluşları: Üçüncü Sektör
Neoliberal yaklaşımlar ve bu yaklaşımlar doğrultusunda geliştirilen yeni
devlet anlayışının hâkim olmaya başladığı tarihsel süreç içerisinde STK'ların yeri
ve işlevlerindeki dönüşüme ilişkin değerlendirmeler üçüncü sektör kavramına
dayandırılmaktadır. Çünkü üçüncü sektör kavramı, söz konusu konjonktürde
STK'lann işlevlerindeki bu dönüşümün nedenlerini anlamak için anahtar
kavramdır ( Acı,2005:30). Bu durumun iki temel gerekçesi vardır. Bunlardan ilki,
sosyal devlet anlayışının yerini neoliberal yaklaşımların minimal devlet anlayışına
terketmesi sonucu kamusal alanda ortaya çıkan boşluğun üçüncü sektör aracılığı ile
dolduracağı iddiasıdır. İkincisi ise neoliberal yaklaşımların geliştirdikleri ve üçüncü
sektörün de katılımını gerektiren yönetişim anlayışının gerekçeleriyle ilgilidir.
Üçüncü sektör kavramı üzerinde tam bir uzlaşma bulunduğu söylenememekle bir-
likte, özellikle ABD başta olmak üzere uluslararası çevreler tarafından sıkça kulla-
nılan kavram, ulusal düzeyde birinci ve ikinci sektörleri etkilemek üzere bireylerin
mal varlığını, dinamizmini, etkinliğini ve yaratıcılığım gönüllü olarak kamusal
alana yönlendiren bağımsız vatandaşlar sektörü olarak tanımlanmaktadır. Burada
sözü edilen birinci sektör genel veya katma bütçeler ile belediyeler ve diğer kamu
bütçelerine bağlı kamu hizmetlerini yerine getiren kamu sektörünü, ikinci sektör
ise ekonomik gücün temelini oluşturan kâr amacı güden özel sektörü temsil
etmektedir. Üçüncü sektör ise bireylerin gönüllü olarak, kamusal alanı oluşturan
temel sosyal hizmetlerin gerçekleştirilmesine katılımım sağlayan vakıf, dernek,
sivil inisiyatifler gibi STK'lardan oluşmaktadır. Üçüncü sektörü, günümüz
ekonomilerinin en önemli unsuru olarak gören değerlendirmelere göre,
neoliberal yaklaşımların çizdiği devlet anlayışı doğrultusunda kamusal alanda
üçüncü sektör, birinci ve ikinci sektöre göre daha önemli rol oynamaktadır. Buna
gerekçe olarak birinci sektörün siyasal iktidar, ikinci sektörün kâr amaçlı olmasına
karşılık üçüncü sektörün kamusal alana gönüllü katılım amaçlı olması gösteril-
mektedir. Çünkü üçüncü sektör, kamu ve özel sektörler arasında uyum
sağlanmasına çalışır, toplumda ortak çıkarları olan insanları bir araya getirip kamusal
alanda, dolayısıyla kamu sektörü üzerinde daha etkili olmak üzere örgütleyerek
bilinçli ve duyarlı bir kamuoyunun yaratılmasına katkıda bulunur.
46
Bu bağlamda son yıllarda özellikle başta ABD olmak üzere uluslararası
çevrelerin, kamu sektörünün yetersiz kaldığı, etkin bir biçimde üretemediği
ancak gerek piyasanın ihtiyaçlarını karşılamak gerekse sosyal devlet anlayışının
terkedilmesi ile oluşan boşluğu doldurmak için yerine getirilmesi zorunlu olan
eğitim, sağlık gibi temel sosyal hizmetlerin gerçekleştirilmesinde üçüncü sektör
ile birlikte çalıştığı görülmektedir. Sosyoekonomik amaçlara ulaşmak için kamu
sektörü ile üçüncü sektör arasında yeni bir ortaklığı zorunlu kılan ve kamusal
hizmetler olarak kabul edilen yoksulların beslenmesi, temel sağlık hizmetlerinin
herkese ulaşması, genç nüfusun eğitimi, barınma sorununun çözümü ve çevre
konusunda acil önceliklerin giderilmesi meseleleri özellikle Dünya Bankası başta
olmak üzere uluslararası kuruluşların yaklaşık son yirmi beş yıldır sürekli
gündemde tuttukları konulardır. Bu bağlamda, son yıllarda uluslararası çevreler,
sosyal devlet anlayışının terkedilmesi ile oluşan boşluğu üçüncü sektörün
dolduracağı ileri sürülmektedir (Nelson, 1995: 70). Bu çerçevede özellikle sosyal
yardım ve hizmetlerin sunumunda STK’ların rolleri artmıştır. Türkiye’de de bu
dönüşüme ayak uydurmak için ciddi reformlar gerçekleştirilmiştir (Gül vd.,
2007:247). Aynı değerlendirmelere göre temel sosyal hizmetlerin
gerçekleştirilmesi sorununun, özel sektör için de öncelik taşıyan konular arasında
olduğu düşünülmektedir. Bu anlayışa göre kâr amacı güden özel sektör, kamusal
alanda doğrudan üretici olarak yer almaz, bu sahaya yönelik faaliyetlerini üçüncü
sektör aracılığıyla yapar. Dolayısıyla bu anlamda üçüncü sektör, özel sektörü
kamusal alanda örgütleyen sektör olarak da tanımlanmaktadır. Bu şekilde,
gönüllülük ve kar amacı gütmeden faaliyet gösteren STK’lar yerini özellikle 20.
yy.’ın son çeyreğinde profesyonel kadrolarla karlı alanlarda özel sektörün
örgütlediği kuruluşlara bırakmaya başlamıştır. Bu kuruluşlar için de artık amaç
kamu yararı değil kuruluş faydası olmuştur. Kuruluş faaliyetlerinin finansmanı
için yapılan faaliyetler yerine artık bizzat kar etmek önem taşımaktadır.
Özellikle 1990'lı yıllardan itibaren, eğitime yönelik harcamaların teknolojik
ilerlemeye yol açarak kârlılık, dolayısıyla iktisadî büyüme üzerinde olumlu
sonuçlar yaratması, özel sektörün, başta eğitim olmak üzere üçüncü sektör
faaliyetlerine önem vermesine yol açmıştır. Bu bağlamda özel sektörün, kendi çı-
karının da gereği olarak, genç nüfusa piyasa için en geçerli eğitimi vermek,
47
piyasanın değişen koşullan içinde eğitimin içeriğinde ve yöntemlerinde hızlı ve
sürekli değişiklikler yapmak, çalışanlarına yaşam boyu hizmet içi eğitim imkânı
sağlamak zorunda olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşe göre uluslararası
rekabette eğitim, stratejik bir önem ve öncelik kazanmaktadır. Bu nedenle özel
sektör firmalarının, eğitim alanını, kamu görevi sayarak yalnızca kamu sektörünün
tekeline bırakmamaları gerekmektedir (Robinson, 1997: 67). Kamu kesimi
açısından ise eğitim, sağlık gibi temel sosyal hizmetlerin gerçekleştirilmesinde özel
sektörün vergilendirilme yoluna gidilmesi yerine özel sektörün üçüncü sektör
aracılığıyla bu hizmetleri yerine getirmesi yolu tercih edilmektedir. Bu bağlamda
kâr amacı güden özel sektörün eğitim sektörüne çekilebilmesi için teşvik edilmesi
gerektiği, bu amaçla özel kesime kâr amacı güttüğü alanlar için verilen teşviklerden
daha fazlasının vergi muafiyetleri şeklinde kâr amacı gütmeyen üçüncü sektör yani
kamusal alanlar için verilmesi gerektiği ileri sürülmektedir ( Roelofs, 1995: 18
alıntılayan Acı, 2005: 31). Bu bağlamda gelişmiş ülkelere bakıldığında, pek çok
eğitim kurumunun, hastanenin ve diğer sosyal kurumların özel sektörün
örgütlediği STK'ların desteği altında çalıştıkları görülmektedir.
2.3.2.1. Yönetimin Paydaşı Olarak Sivil Toplum Kuruluşları
STK'lann yeri ve işlevlerindeki dönüşümle ilgili olarak üçüncü sektörü
anahtar kavram olarak gören değerlendirmelere göre bu durum, neoliberal
yaklaşımların yönetişim anlayışı ile ilgili gerekçelere de dayandırılmaktadır. Bu
gerekçeler içinde en göze çarpanı, özellikle Dünya Bankası ve BM başta olmak
üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar tarafindan üçüncü sektörün kamu sektörü ve
özel sektörle birlikte yönetimde sorumluluğu paylaşacak aday kurumlar olarak
gündeme getirilmeleriyle ilişkilidir. Bu bağlamda iyi yönetimin başarısı ise kamu
sektörü, özel sektör ve STK'ların katılımcı ve çoğulcu bir toplum yapısı içinde
birlikte hareket ettiği bir yönetim yapısının varlığı ile ilişkilendirilmektedir.
Başka bir deyişle bu yönetim anlayışında kamusal alanda yönetimde etkinliğin
sağlanabilmesi için kamu kesimi dışında toplumun tüm kesimlerinin bu
alana katılımının gerçekleştirilmesi gerekmektedir.Bu bağlamda kamusal
alanda yönetimin esas aldığı temel sosyal hizmetlerin bölgeler arasında
48
dengeli kalkınma ve sosyal adalet ile fırsat eşitliği ilkelerine uygun olarak
yerine getirilebilmesinin, katılımcı demokrasinin güçlendirilebilmesinin
artık sadece kamu kesiminin görevi olmadığı, özel sektörün ve STK'lar
aracılığıyla bireylerin doğrudan katılımlarından oluşan üçüncü bir sektörün
varlığı ile mümkün olabileceği ileri sürülmektedir (Fowler, 1996: 25).
2.3.2.2. Türkiye’de Yönetimin Paydaşı Olarak Sivil Toplum Kuruluşları
Yönetişim yaklaşımı ile merkezi yönetimin yetki ve otoritesini sivil toplum
örgütleri, yerel birimler ve özel sektörle paylaştığı, devletin otorite ve yaptırım
uygulamalarının olmadığı, paydaş aktörlerin etkileşim içerisinde olduğu şeffaf, hesap
verebilir, sorumlu, hukukun üstünlüğü ilkelerine dayalı katılımcı bir kamu yönetimi
anlayışı öngörülmektedir. Fakat Türk kamu yönetiminin genel olarak aşırı
merkeziyetçi ve seçkinci bir yapıya sahip olduğu da genel kabuldür. Bu yapı Osmanlı
zamanında yetki bakımından yerel olanın merkeze mutlak bağımlılığı şeklindeydi.
19.yy savunma amaçlı reformları da yine bu paralelde merkezin güçlendirilmesi
amacını taşımaktadır. Cumhuriyet döneminde de bu özelliğini koruyan Türk kamu
yönetiminde 1950 sonrası çok partili sisteme geçişle ve daha sonraki hızlı kentleşme
sürecinde merkez-yerel ilişkileri yeniden değerlendirilse de merkezin yerel
üzerindeki vesayeti devam etmiştir.
Avrupa ülkelerinde kamu yönetimi alanında 1980’li yıllarda yapılan
reformlara, Türkiye’de son yıllardaki akademik ve siyasal tartışmalara, AB üyeliğine
hazırlık sürecinde Katılım Ortaklığı Belgesi ve Ulusal Program kapsamında
gerçekleştirilen yasal düzenlemelere ve belli ölçüde uygulamaya bakıldığında
katılımcı ve saydam bir yönetimin gerekliliği birçok kesim tarafından
dillendirilmekte ve bu açıdan özellikle 1990 sonrası yönetişim bir model olarak
tartışılmakta ve yönetişim anlayışının önemli yansımaları görülmektedir. Yerel
düzeyde "sürdürülebilir kalkınma"ya yönelik katılımcı eylem planlaması süreci
niteliğindeki Yerel Gündem 21 de dünyada ve Türkiye'de sergilediği özellikleriyle,
21. yüzyılın demokratik "yerel yönetişim" anlayışını ifade etmektedir. Genel olarak,
Yerel Gündem 21 Programı kapsamında oluşturulan başlıca yerel yönetişim
mekanizmaları; kent konseyleri, çalışma grupları, kadın ve gençlik meclisleri,
49
mahalle ölçekli katılımcı yapılar ve özel ilgi grupları kapsamındaki çocuklar, yaşlılar
ve engelliler platformlarından oluşmaktadır(www.la21turkey.net).Yerel yönetimlerin
meclislerinde kurulacak ihtisas komisyonu toplantılarına, kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, gündemdeki konularla ilgili sivil
toplum kurumlarının temsilcilerinin katılabilmesi ve görüş bildirebilmesi, yerel
yönetimlerin bu birimlere hizmet gördürebilmesi, halkın hizmetlerin sağlanmasına
gönüllü katılımının sağlanması ortaklaşa yönetim anlayışının türk kamu yönetimi
anlayışına yerleşmeye başladığını gösteren örneklerdir (Tekeli, 2007: 54). Örnek
olarak, İstanbul’da düzenlenen Habitat 2 konferansına sunulan Türkiye Ulusal
Raporunda ve Eylem Planında yönetişim modeli önerilmektedir. Bu bağlamda yerel
düzeyde çeşitli mesleki, profesyonel, gönüllü kuruluşların sayı ve etkinliklerinin
arttığı ve kent düzeyinde yönetimde söz sahibi olmak istedikleri bilinmektedir. Bu
çerçevede yönetişim yaklaşımı doğrultusunda yerel düzeyde bazı uygulamalar
bulunmaktadır: Bursa ve İzmir Belediyelerinde olduğu gibi bazı belediyelerde “kent
meclisleri”,”dayanışma konseyi”,”kent platformu” gibi isimler altında katılımcılığı
özendiren, bilgi akışını hızlandıran, saydamlığı amaçlayan yapıların oluştuğu
gözlemlenmektedir.
Bu bağlamda 2007-2013 dönemi için hazırlanmış Dokuzuncu Kalkınma Planı
Stratejisinin “temel ilkeler” bölümünde de; rekabetçi bir piyasa, etkin bir kamu
yönetimi ve demokratik bir sivil toplum gelişme sürecinde birbirini tamamlayan
kurumlar olarak işlev göreceği öngörülmektedir. Ayrıca beşeri gelişme ve sosyal
dayanışmanın güçlendirilmesi için sosyal ve ekonomik politikaların kültür
politikalarıyla birbirlerini desteklemeleri ve bu politikaların hayata geçirilmesinde
yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının etkin katılımı sağlanacağı
belirtilmiştir.Yine Dokuzuncu Kalkınma Planı Stratejisi içerisinde bölgesel
gelişmenin sağlanması için; yerel kamu, özel ve sivil toplum kuruluşları arasındaki
işbirliği ve ortaklıkların destekleneceği, işbirliği ağlarının oluşturulması ve bu ağlar
vasıtasıyla iyi uygulama örnekleri başta olmak üzere bilgi alışverişinin özendirileceği
taahhüt edilmiştir.
İyi yönetişimin yerleşmesi açısından yeterli olarak görülmeyecek bu gibi
oluşumların olumlu gelişmeler olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer
taraftan AB’ye aday ülke olmanın zorlamasıyla yeniden gündeme gelen AKP
50
hükümeti tarafından hazırlanan kamu yönetimi reform tasarısını da yönetişimi esas
alan bir tasarı olduğu gerçeğiyle bu bağlamda olumlu olarak değerlendirilebilecek
muhtemel gelişmeler arasında saymak gerekmektedir. Tasarıdaki yönetişim; sivil
toplum kuruluşlarının ve özel sektörün, karar almadan denetime kadar yönetimin her
aşamasına katılmasını ve dolayısıyla katılımcı yönetimi öngören bir kavramdır.
(Özer, 2005: 312) Yani, sivil toplumla devletin çeşitli kademelerinin iş birliğini
kolaylaştıracak nitelikler taşıyan bir yerinden yönetim mantığı vardır. Kamu
yönetimindeki temel yaklaşım eğer amaçlandığı biçimde uygulanabilirse; devletle
birey ve devlet ile toplum arasındaki ilişkilerin niteliğini değiştirecek olan bir öze
sahip olarak görünmektedir (Coşkun,2003:2). Fakat diğer taraftan; yeterli toplumsal
katılımın, etkileşimin ve uzlaşmanın sağlanması ile hazırlanmadığı öne sürülen
tasarı; (Gül, 2005: 48) yönetişim yaklaşımı çerçevesinde düzenlenen katılımcılık
ilkesi ile öngörüldüğü gibi demokratik nitelikte olmayan, sadece özel sektör ve sivil
toplum kuruluşlarının katılımının olduğu ve doğrudan halkın katılımını öngören
mekanizmalar öngörmediği gerekçeleriyle de eleştirilmektedir (Gül ve Özgür, 2004:
192).
Türkiye’de, AB’ye uyum kapsamında hazırlanan 5227 sayılı Kamu Yönetimi
Temel Kanunu’nda (KYTK) yerel yönetimlere ve STK’lara ilişkin düzenlemelere yer
verilmekte, katılımcı, saydam hesap verebilen, hizmetten yararlananların ihtiyaçlarını
dikkate alan hükümlerin yanı sıra özellikle kamu politikalarının belirlenmesinde
STK’ların görüşlerinin alınması gerekliliği önemle vurgulanmaktadır (Coşkun, 2004:
150-152). Bu çerçevede gerçekleştirilen yasal düzenlemelerde yer alan, STK- kamu
yönetimi ilişkileri ile ilgili hükümlerden bazıları şunlardır:
2.3.2.2.1. 5216 sayılı Büyükşeşir Belediye Kanunu Kapsamındaki Düzenlemeler
Sağlık merkezleri, hastaneler, gezici sağlık üniteleri ile yetişkinler, yaşlılar,
engelliler, kadınlar, gençler ve çocuklara yönelik her türlü sosyal ve kültürel
hizmetleri yürütmek, geliştirmek ve bu amaçla sosyal tesisler kurmak, meslek ve
beceri kazandırma kursları açmak, işletmek veya işlettirmek, bu hizmetleri
yürütürken üniversiteler, yüksek okullar, meslek liseleri, kamu kuruluşları ve sivil
51
toplum örgütleri ile işbirliği yapmak büyükşehir belediyelerinin görevleri arasında
sayılmıştır (md. 7/v).
Büyükşehir belediyeleri için de ihtisas komisyonları kurulması öngörülmüş
ve bu komisyonlara sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin de oy hakkı olmaksızın
katılabilecekleri ve görüş bildirebilecekleri belirtilmiştir (md. 15).
Kamu yararı görülen konularda yurt içi ve yurt dışı kamu sektörü, özel sektör
ve sivil toplum örgütleriyle birlikte yapılan ortak hizmetler ve diğer proje giderleri
büyükşehir belediyelerini giderleri arasında gösterilmiştir (md. 24/n).
2.3.2.2.2. 5227 sayılı KYTK Kapsamındaki Düzenlemeler
Kanunda kamu kurum ve kuruluşlarının, toplumsal hayatı yakından
ilgilendiren temel kararların alınmasında ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarının ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerinden yararlanacakları ve bu
suretle hem katılımın sağlanması hem de toplumsal ihtiyaç ve taleplere en uygun
kararların alınmasın mümkün olacağı belirtilmektedir (md.5/f).
Özellikle 1980’li yıllardan itibaren dünyada meydana gelen gelişmelerin
devletin rolünde önemli değişimlere neden olduğu, bu süreçte devletin doğrudan
hizmet üretmekten ziyade hizmetin üretilmesini kolaylaştırıcı önlemleri alan ve
düzenlemeleri yapan konuma çekildiği; devlet eliyle yürütülen bazı hizmetlerin
mahalli idareler, sivil toplum örgütleri ve özel sektör tarafından yerine getirilmeye
başlandığı belirtilerek, “Kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektör, kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütleri arasında iletişim ve
işbirliğini sağlayıcı mekanizmalar oluşturmak, hizmet ve işlev kapasitelerini
geliştirmek” merkezi idarenin genel yetkileri arasında sayılmaktadır (md. 6/d).
Yeni kamu yönetimi anlayışı doğrultusunda, Avrupa Yerel Yönetimler
Özerklik Şartına da uygun olarak, kamu hizmetlerinin en yakın yerde en uygun
yöntemle ve yönetim birimi tarafından yürütülmesi için “kamu hizmetlerinin daha
etkili ve verimli olarak yerine getirilebilmesi amacıyla, merkezi idare ile mahalli
idareler, kendilerine ait hizmetlerden kanunlarda öngörülenleri, ilgileri itibariyle
üniversitelere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, hizmet birliklerine,
özel sektöre ve alanında uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerine gördürebilir…”
52
denilmektedir (md. 11). Bu düzenleme ile kamu hizmetlerinin yürütülüş biçiminin
çeşitlendirilerek zenginleştirildiği ifade edilmektedir.
Stratejik yönetim kapsamında “strateji geliştirme kurulları”nın kurulması
öngörülmektedir. Kurum ve kuruluşların strateji ve politikaları, kurum içi ve kurum
dışı ilgili tüm tarafları kapsayacak bir yaklaşım içinde iyi yönetişim ilkeleri
doğrultusunda oluşturularak, bu kurullarda konu ile ilgili bilim adamları, uzman
kişiler, kamu kurumu niteliğindeki meslek teşekkülleri ve sivil toplum örgütlerinin
temsilcilerinin görüşlerinden yararlanılacağı belirtilmektedir (md. 27).
2.3.2.2.3. 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu Kapsamındaki Düzenlemeler
İl özel idareleri için de ihtisas komisyonları oluşturularak; bu komisyonlara
kaymakamların, ildeki kamu kuruluşlarının amirlerinin, ildeki kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşlarının, üniversite ve sendikaların, gündemdeki konularla
ilgili köy ve mahalle muhtarlarının ve sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin, oy
hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların görüşüldüğü
ihtisas komisyonu toplantılarına katılmaları ve görüş bildirmeleri öngörülmüştür
(md. 16).
Valilerin mahalli idareler genel seçimlerinden itibaren altı ay içinde;
kalkınma plan ve programları ile varsa bölge planına uygun olarak stratejik plan
hazırlamaları, stratejik planın varsa üniversiteler ve meslek odaları ile konuyla ilgili
sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak hazırlanması öngörülmektedir (md. 31).
Yine yurt içi ve yurt dışı kamu ve özel kesim ile sivil toplum örgütleriyle
birlikte yapılan ortak hizmetler ve diğer proje giderleri il özel idaresinin giderleri
arasında sayılmaktadır (md. 43/l).
İl özel idarelerinin, il genel meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya
uygun olarak görev ve sorumluluk alanlarına giren konularda; Kamu kurumu
niteliğindeki meslek kuruluşları, dernekler, vakıflar ve meslek odaları ile ortak
hizmet projeleri gerçekleştirebilecekleri belirtilmektedir (md. 64/c).
53
2.3.2.2.4. 5393 sayılı Belediye Kanunu Kapsamındaki Düzenlemeler
Kanunda hemşehrilerin belediye kararlarına katılmaları ve hizmetlerden
yararlanmalarına ilişkin yeni esaslar benimsenmiştir. Buna göre “Belediye,
hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin
korunması konusunda gerekli çalışmaları yapar. Bu çalışmalarda üniversitelerin,
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum
kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemler alır” denilmektedir
(md. 13).
İhtisas komisyonları vasıtasıyla kararların tartışılarak alınması, kararların
mecliste görüşülmeden önce komisyonlarda olgunlaştırılması ve ilgili sivil toplum
örgütlerinin görüşlerinin alınması amacıyla “mahalle muhtarları ve ildeki kamu
kuruluşlarının amirleri ile ildeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları,
üniversiteler, sendikalar ve gündemdeki konularla ilgili sivil toplum örgütlerinin
temsilcileri, oy hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların
görüşüldüğü ihtisas komisyonu toplantılarına katılabilir ve görüş bildirebilir” (md.
24).
Yeni kamu yönetimi doğrultusunda belediyelerin “stratejik plan”
hazırlamaları öngörülmektedir. Kentlerin altyapı, ulaşım, çevre gibi temel hizmetler
açısından uzun vadeli olarak planlanması ve çalışma programlarının bu programlara
göre yapılması amaçlanmaktadır. Stratejik planların, beldede bulunan üniversitelerin,
meslek odalarının ve konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri de alınarak
hazırlanması ve böylece kentlerin geleceği hakkında halkın söz sahibi olması
hedeflenmektedir (md. 41).
Belediyelerin giderleri konusunda yapılan düzenleme ile idari ve mali
özerkliği zedelemeyecek şekilde esneklik sağlandığı belirtilerek “yurt içi ve yurt dışı
kamu-özel kesim-sivil toplum örgütleriyle birlikte yapılan ortak hizmetler ve proje
giderleri” belediyelerin giderleri arasında sayılmıştır (md. 60/d).
Kentte yaşayanlar arasında hemşehrilik bilinci, kent vizyonunun
geliştirilmesi, kent hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye
54
duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap
verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirebilmek amacıyla sivil bir
danışma forumu ve mekanizması olan kent konseylerine ilgili sivil toplum
örgütlerinin de katılması öngörülmektedir (md. 76).
2.3.2.2.5. 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun Kapsamındaki Düzenlemeler
Kanunda ulusal kalkınma planı ve programlarda öngörülen ilke ve
politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini
sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak üzere
oluşturulacak kalkınma ajanslarında kamu kesimi, özel kesim ve STK’lar arasındaki
işbirliğinin geliştirilmesinin amaçlandığı belirtilmektedir (md. 1).
Bölgede kamu kesimi, özel kesim ve STK’lar tarafından yürütülen ve bölge
plan ve programları açısından önemli görülen diğer projeleri izlemek (md. 5/d) ile,
Bölgesel gelişme hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik olarak; kamu kesimi,
özel kesim ve STK’lar arasındaki işbirliğini geliştirmek (md. 5/e) ajansın görev ve
yetkileri arasında sayılmaktadır.
Bölgesel gelişme hedefine yönelik olarak; bölgedeki kamu kurum ve
kuruluşları, özel kesim, STK’lar, üniversiteler ve yerel yönetimler arasında işbirliğini
geliştirmek ve ajansı yönlendirmek üzere kalkınma kurulu oluşturulacağı belirtilerek,
bu kurula kamu kurum ve kuruluşları ile özel kesim ve STK’ların gönderecekleri
temsilcilerin sayısı ve görev süresi gibi hususların kuruluş kararnamesiyle
düzenleneceği ifade edilmektedir (md. 8).
Ajansın karar organı olan yönetim kuruluna kalkınma kurulu tarafından özel
kesim ve/veya STK’lardan seçilecek üç temsilcinin de katılması öngörülmektedir
(md. 10).
Yukarıda özetlenen bu yasal düzenlemeler genel olarak değerlendirildiğinde,
ortak proje ve hizmetlerin üretilmesi konusunda yerel yönetimlerle sivil toplum
kuruluşları arasında yakın ilişki ve işbirliğinin kurulmasının hedeflendiği
görülmektedir. Fakat STK-kamu işbirliğinin niteliği, şekilleri ve mekanizmalarının
somut tanımlarının kanun ve yönetmeliklerde bulunmaması yada tutarlı bir şekilde
belirtilmemesi eleştiri konusu olmaktadır. Türkiye’de yakın zamanda hazırlanan
55
kanun ve yönetmelikler STK-Kamu işbirliği konusunda olumlu sinyaller vermesine
karşın STK-kamu işbirliği/ortaklığı konusunda somut kriterlerin olmaması nedeniyle
kamu otoriteleri ortaklık konusunda subjektif karar verebildiklerinden, kapasite ve
temsile odaklanan somut kriterler geliştirilmelidir. İnsan Hakları Danışma Kurulu
(İHDK), Toplumsal Bakım ve Çocuk Korumaya İlişkin Toplum Merkezleri gibi
uygulamalar göstermektedir ki ortaklıklar çoğunlukla devlet tarafından
oluşturulmakta ve yönetilmektedir; tek taraflı bir süreç işlemektedir. Türkiye’de
STK’ların kamu politikalarına etkisi düşük düzeyde olmaktadır. Bu açıdan STK’ları
politika yapma süreçlerine dahil edecek prosedürler geliştirilirken, kapasitelerini
arttıracak eylemlerde de bulunmak gerekmektedir. Kamu politikası oluşturma
sürecinde yer alabilen STK’ların da genel olarak “örgütlü” ve “etkili” olanlar olduğu
genel kabuldür. Bu açıdan geniş halk kitlelerini temsilen daha fazla sayıda STK’nın
temsil kapasitesine ulaşması önem taşımaktadır. Bunlara rağmen devletin diğer
ortaklar yanında STK’ları da iyi yönetişim çerçevesinde karar süreçlerine katma
yönündeki uygulamaları genelde olumlu karşılanmaktadır. Çünkü yerel yönetimlerin
ve sivil toplum örgütlerinin kamu politikaları oluşturma sürecine katılımları
vatandaşlara götürülecek hizmetlerin kalitesini ve etkinliğini artıracaktır.
56
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VERİ ANALİZİ VE BULGULAR
3.1 Araştırmanın Amacı
STK’lar neoliberal anlayış doğrultusunda artık günümüz toplumlarında
kamusal otoritenin eksik kaldığı eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, çevre, kırsal-kentsel
kalkınma gibi değişik alanlarda önemli işlevler üstlenmeye başlamışlardır. Dünyada
yaşlıların bakımı, kimsesiz çocukların korunması, özürlülerin eğitimi, yoksullara
yardım gibi sosyal hizmet alanlarında öncülük yapan STK’lar böylelikle modern
toplumsal yaşamın vazgeçilmezi olmuşlardır. Diğer taraftan özellikle 1990 sonrası
neoliberal yaklaşımların geliştirdiği yönetişim anlayışı çerçevesinde STK’ların ka-
mu sektörü ve özel sektörle birlikte yönetimde sorumluluğu paylaşacak kurumlar
olarak daha fazla gündeme getirilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte iyi yöne-
timin başarısı; kamu sektörü, özel sektör ve STK'ların katılımcı ve çoğulcu bir
toplum yapısı içinde birlikte hareket ettiği bir yönetim yapısının varlığı ile
ilişkilendirilmeye başlamıştır.
Bu gelişmeler temelinde araştırma yerel düzeyde kamusal politika
oluşturma sürecinde STK’ların durumunu irdelemektedir. Araştırmanın amacı,
Isparta ili merkez ilçesindeki STK yöneticilerinin teori ve pratikte yönetişim
sürecine karşı tutumlarının ölçülmesidir. Bu temel amaç kapsamında;
yönetişim ilkelerine yönelik tutumlar ve yönetişim unsurları olarak STK, kamu
ve özel sektör ilişkisine yönelik tutumların tespit edilmesi ve özellikle yerel
düzeyde yönetişimin ne ölçüde uygulandığının ya da uygulanabileceğinin
sorgulanmasıdır.
57
3.2 Araştırmanın Kapsamı ve Örneklem Seçimi
Araştırmanın özellikle yönetişim açısından Isparta ili düzeyinde etkili
olma amacı olan STK’larla yapılması planlanmıştır. Araştırmanın evrenini
Isparta ili merkez ilçesindeki tüm STK yöneticileri oluşturmuştur.
Derneklerle ilgili listelerin oluşturulması için Isparta Valiliği İl
Dernekler Müdürlüğü arşivinde 2006 yılı Haziran-Temmuz aylarını kapsayan
iki aylık süreçte çalışılmış ve dernek kütük defterlerinden derneklerin çeşidi,
adı, adresi, kuruluş tarihi, faaliyet alanı ve durumlarının yer aldığı listeler
oluşturulmuştur. Derneklerle ilgili bu listelerde Cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren Isparta ili sınırları içerisinde kurulmuş 1.751 adet dernek yer
almaktadır. Temmuz 2006 itibariyle bunlardan 1.043 tanesi yasal
yükümlülüklerini yerine getirmemek, illegal faaliyetlerde bulunmak, acz
durumuna düşmek gibi çeşitli nedenlerle fesh olmuşlardır. Aktif olan
derneklerden de 394 tanesi Isparta Merkez ilçesi sınırları dışında diğer
ilçelerde kurulmuş ve faaliyet göstermektedir. Isparta Merkez İlçe sınırları
dahilinde kurulmuş ve halen aktif olan 314 adet dernek mevcuttur. Yönetişim
çerçevesinde STK’larının ele alındığı çalışmamızda yönetişim kavramının
içeriği gereği kamu ve özel sektör ile etkileşim amacı, söylemi ve kapasitesi
olan STK’ların ele alınması çalışmamızın amacına ulaşması açısından önem
taşımıştır. Ancak, belli bazı spesifik hedefler doğrultusunda genele hitap
etmeyen mahalle okul dernekleri, cami dernekleri gibi kuruluşların yönetişim
açısından değerlendirilmesi, Isparta Merkez genelini hedef grup olarak seçen
etkileşim amacı olan derneklere kıyasla çalışma açısından daha az önemdedir.
Bu nedenle, açıdan Isparta Merkez İlçesinde aktif olan 314 dernekten
yönetişim açısından değerlendirilebilir olan 49 adet dernek bulunduğu
saptanmıştır.
Vakıflarla ilgili listelerin oluşturulması için Ocak 2007’de Antalya
Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne müracaat
edilerek ilgili vakıfların kuruluş tarihli, adresli ve amaçlarının yazılı olduğu
listeler edinilmiştir. Bu listeye göre Isparta’da kurulmuş ve faal olan vakıf
sayısı 27’dir. Bunlardan 16 tanesi Isparta Merkez İlçesi dışındaki ilçelerde
58
kurulmuş ve faaliyet göstermektedir. Isparta Merkez İlçesinde kurulmuş ve
faal olan 11 vakıftan 7 tanesi derneklerle ilgili değindiğimiz kriterler açısından
çalışmamız açısından değerlendirilebilir bulunmuştur.
Isparta’da faaliyet gösteren Meslek Odası Başlanlıklarının listesi Isparta
Valiliği’nin web sitesinden edinilmiştir. Mayıs 2007 tarihli listeye göre
Isparta’da faaliyet gösteren oda sayısı 13’tür ve bu 13 odanın tamamı çalışma
açısından değerlendirilebilir bulunmuştur.
Isparta’daki sendikaların tam listesine ulaşabileceğimiz resmi bir
kaynak bulamadığımız için, sendikalar için gerekli liste Isparta Merkez
İlçesinde faal olan konfederasyon temsilciliklerine tek tek müracaat edilerek
edinilmiştir. Isparta’da Nisan 2007 tarihi itibariyle örgütlü olan 4
konfederasyona (Memur-sen, Kamu-sen, Kesk, Türk-iş) bağlı yaklaşık 35
sendika şubesi bulunduğu saptanmıştır. Bu 35 sendikanın da tamamı çalışma
için değerlendirilebilir bulunmuştur. Çalışmamız dahilinde her bir
konfederasyona bağlı sendikalardan aşağıda açıkladığımız gruplandırma
mantığı ile mesleki dayanışma, eğitim, sağlık ve çevre gruplarından 4’er tane
olmak üzere 16 tanesi ile görüşülmesi hedeflenmiştir.
Çeşitli alanlarda faaliyet gösteren STK’ların alan çalışmamızda yeterli
derecede temsil edilebilmesi açısından şu şekilde bir gruplandırmaya
gidilmiştir:
• Sosyal hizmet ve sosyal dayanışma alanlarında faaliyet gösteren
STK’lar
• Eğitim alanında faaliyet gösteren STK’lar
• Çevre ve tarım alanlarında faaliyet gösteren STK’lar
• Sağlık, kültür, gençlik ve spor alanlarında faaliyet gösteren STK’lar
• Mesleki dayanışma alanında faaliyet gösteren STK’lar
59
Dernek, vakıf, sendika ve odalar arasından seçilen STK’lar faaliyet
alanlarına göre gruplara dağıtıldığında; sosyal hizmet ve sosyal dayanışma
alanlarında faaliyet gösteren, 12 dernek, 4 vakıf; eğitim alanında faaliyet
gösteren, 14 dernek, 2 vakıf, 4 sendika; çevre ve tarım alanlarında faaliyet
gösteren, 3 dernek, 4 sendika, 1 oda ve 1 vakıf; sağlık, kültür, gençlik ve spor
alanlarında faaliyet gösteren, 12 dernek, 4 sendika ve 3 oda; mesleki
dayanışma alanında faaliyet gösteren, 8 dernek, 4 sendika ve 3 oda
bulunmaktadır.
Örneklem belirlenen alanlarda faaliyet gösteren STK’larda görev yapan
40 STK yöneticisinden oluşmaktadır. Faaliyet alanlarına göre gruplandırılan
STK’lardan grup içi her bir tür için dengeli temsilin sağlanması açısından
toplam 5 adeti aşanlar için yarısı, 5 adetin altında kalanlar içinse tamamı olmak
üzere bir örneklem kriteri konulmuştur. Örneğin, sosyal hizmet ve sosyal
dayanışma alanlarında faaliyet gösteren 12 dernek ve 4 vakıftan derneklerin
yarısı olan 6 adet dernek ve vakıfların tamamı ile görüşmek hedeflendi. 2007
yılı Mart ve Nisan aylarını kapsayan iki aylık süreçte yapılan yüzyüze
görüşmelerde; STK yöneticisinin hasta olması, şehir dışında olması, STK ile
ilgilenecek kişilerin adreslerinde bulunamaması gibi nedenlerden ötürü bazı
grup içi STK’larda çalışma için hedeflenen sayıya ulaşılamamıştır. Görüşmeler
sonucunda toplam 40 STK yöneticisi ile görüşülmüştür. Çalışmada görüşülen
STK’ların Isparta İli Merkez İlçesinde bulunan tüm STK’lar içerisindeki
temsili açısından karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır:
60
Tablo 3.1: Isparta’da Saptanan Toplam STK’lar ve Çalışma Açısından Değerlendirilmeye Alınan STK’lar İçinde Örneklemin Dağılımı
Isparta’daki toplam aktif STK sayısı
(Evren)
Çalışılabilir Evren
Örneklemin Çalışılabilir Evrene Oranı
Örneklem Sayısı
Örneklemin Evrene
Oranı
Dernek 314 49 yüzde 48,97 24 yüzde 7,64
Vakıf 11 7 yüzde 42,85 3 yüzde 27,27
Sendika 35 16 yüzde 43,75 7 yüzde 20
Oda 13 13 yüzde 46,15 6 yüzde 46,15
Toplam 373 85 yüzde 47,05 40 yüzde 10,72
Isparta ili Merkez İlçesi sınırları dahilinde kurulmuş ve faaliyet gösteren tüm
STK’lar içerisinde görüşme yapılan STK’ların oranı yüzde 10,72’dir. Genel
içerisinde azımsanmayacak kadar yüksek olan bu oran dernek dışındaki diğer STK
türlerinde yüzde 20 ve üzerindedir. Genel oranın vakıf, sendika ve odalara kıyasla
düşük olmasının sebebi bizim çalışma kapsamına almadığımız fakat toplam dernek
sayısı içerisinde yer alan çok sayıda okul, mahalle ve cami dernekleri gibi
kuruluşların yer almasıdır.
Yönetişim mantığı çerçevesinde kamu politikası karar mekanizmasına dahil
olmak, özel sektörle etkileşim içerisinde olmak açısından kapasiteye ilişkin
sınırlılıklar bir tarafa STK’ların en azından uzmanlaştıkları alanlara ilişkin genele
hitap eden söylemlerinin, amaçlarının, politikalarının olması gerekmektedir. Bu
bağlamda, yönetişim açısından değerlendirmek için seçeceğimiz STK’ları belirlemek
için öncelikle alanlarıyla ilgili Isparta ilinde proje ve faaliyetleriyle biliniyor olma
koşulunu aradık. Bunun dışında Isparta Merkez İlçesinde kurulmuş ve faal olan
STK’larla ilgili edindiğimiz listelerden bunların güttükleri amaçları doğrultusunda
da yönetişim açısından öncelikli değerlendirilmesi gerekenleri ayıkladık. Örnek
olarak çalışmamızda Isparta halkı eğitimini yayma ve geliştirmeyi amaç eden bir
dernek, gülistan mahallesi okul yaptırma derneğine tercih edilmiştir.
61
Bu çerçevede Isparta Merkez İlçesinde çalışma için değerlendirilebilir
bulunan STK’lar arasında görüşme yapılanlar oransal olarak yüzde 47,05’e takabül
etmektedir.Yani yönetişim açısından değerlendirilebilir bulunan STK’ların neredeyse
yarısıyla görüşülmüştür. Her bir dernek türü için de görüşülenlerin oranı en düşük
vakıflarda (yüzde 42,85) olmak üzere her birisinde yüzde 40’ın üzerinde oldukça
yüksek oransal bir değerdedir.
3.3. Araştırmanın Yöntemi
Araştırmanın yanıt aradığı sorular hakkında veri toplayabilmek için
örneklemde yer alan STK yöneticilerine anket uygulanmış ve derinlemesine
görüşmeler yapılmıştır. Görüşülecek STK ve yöneticisi hakkında bilgi edinmek için
de ayrıca bir anket uygulanmıştır.
İlk anket formu görüşülecek STK yöneticisinin bireysel özelliklerini ve temsil
ettiği kuruluşun kurumsal özelliklerini ortaya çıkaracak 12 demografik sorudan
oluşmaktadır. Bu bölümdeki görüşülenin bireysel özelliklerini tespit etmeye yönelik
sorular; cinsiyet, yaş, eğitim durumu, gelir, gelir türü, meslek, kuruluştaki üyelik
süresi, kuruluşta ücretli çalışan olup olmadığına yönelik sorulardan oluşmaktadır.
Kuruluşla ilgili sorular da kuruluş türü, faaliyet alanı, gönüllü üye sayısı ve aktif olan
gönüllü sayısını tespit etmeye yönelik sorulardan ibarettir. Kapalı ve açık uçlu
sorulardan oluşan bu bölümdeki açık uçlu sorulara verilen cevaplar kapalı uçlu hale
getirilerek diğer kapalı uçlu sorulara verilen cevaplarla SPSS programına işlenmiştir.
İkinci anket formunda görüşülen STK yöneticilerinin yönetişim kavramının
ilkelerine ve unsurları olan devlet, özel sektör ve STK ile bunlar arasındaki ilişkilere
yönelik tutumlarını ölçmek üzere 5’li Likert (0- Fikrim yok, 1- Kesinlikle
katılmıyorum, 2- Katılmıyorum, 3- Kısmen katılıyorum, 4- Katılıyorum, 5-
Kesinlikle katılıyorum) ölçeği’ne dayalı 12 adet soru yer almıştır.
Derinlemesine görüşme formunda ise, görüşülen STK yöneticilerinin
yönetişim kavramından ne anladığına, kurumlarını temsilen yönetişim sürecindeki
rollerine, eğitim, sağlık ve sosyal hizmet alanlarında devlet ile beraber STK’ların ne
tür işlevlerinin olabileceğine yönelik açık uçlu sorular yer almıştır. Yine, 2. anket
formunda sorulan soruları tamamlayıcı ve açıklayıcı olması açısından devlet-STK-
62
özel sektör ilişkisine yönelik açık uçlu sorulara da derinlemesine görüşme formunda
yer verilmiştir.
Anketler ve derinlemesine görüşme formu öncelikle 5 adet akademik
çevreden ve 5 adette STK’larla ilgili pratik hayattan 10 kişi üzerine örnek uygulama
yapılarak bu kişilerin önerileri doğrultusunda gerekli değişiklikler yapılarak çalışma
metni son halini almıştır.
3.4. Tanımlayıcı İstatistiksel Analizler
3.4.1. Araştırma Örneklemindeki Kuruluşlarla İlgili Demografik Veriler
Araştırmaya katılan kuruluşlarla ilgili Anket 1’de yer alan demografik
sorulara verilen cevapların analiz sonuçları aşağıdaki gibidir:
Tablo 3.2: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Türlerine Göre Dağılımı
Araştırmaya 24 adet (yüzde 60) dernek, 3 adet (yüzde 7,5) vakıf, 7 adet
(yüzde 17,5) sendika ve 6 (yüzde 15) adet oda olmak üzere 40 adet STK katılmıştır.
Bunlardan 20 tanesi (yüzde 50) konfederasyon, birlik veya vakıf ve dernek
merkezleri çatısı altında Isparta Merkez İlçesi’nde şube olarak kurulmuş ve faaliyet
göstermektedir.
Türü
Frekans Yüzde
Vakıf
3 7,5
Dernek
24 60
Oda
6 15
Sendika
7 17,5
TOPLAM
40 100,0
63
Tablo 3.3: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Kuruluş Yıllarına Göre Dağılımı
Kuruluş Yılı Frekans Yüzde
1980 öncesi 10 25
1980-1989 arası 4 10
1990-1999 arası 13 32,5
2000 ve sonrası 13 32,5
TOPLAM 40 100
Araştırmaya katılan 40 STK’nın 10 tanesi (yüzde 25) 1980 öncesi, 4 tanesi
(yüzde 10) 1980 ile 1989 arası, 13 tanesi (yüzde 32,5) 1990 ile 1999 arası, 13 tanesi
(yüzde 32,5) de 2000 yılı ve sonrasında kurulmuştur. 1980-89 arası kurulan STK
sayısının diğerlerine kıyasla az oluşu, 12 Eylül askeri darbesi sonrasında yönetimi ele
geçiren askerin devlet dışı her tür oluşuma karşı yürüttüğü katı politikalarla
açıklanabilir. Diğer taraftan, bu veriler 1990 sonrasında kurulan STK sayısının
arttığını ve bu artışın 2000’li yıllarda da çoğalarak devam ettiğini göstermektedir.
64
Tablo 3.4: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Faaliyet Alanlarına Göre Dağılımı
Faaliyet Alanı Frekans Yüzde
Sosyal hizmet ve sosyal dayanışma
8 20
Eğitim 10 25
Çevre ve tarım 4 10
Sağlık, kültür, gençlik ve spor
10 25
Mesleki dayanışma 8 20
TOPLAM 40 100
Bu kuruluşlar faaliyet alanlarına göre gruplandırıldığında; 8 STK (yüzde 20)
sosyal hizmet ve sosyal dayanışma alanlarında, 10 STK (yüzde 25) eğitim
alanında, 4 STK (yüzde 10) çevre ve tarım alanlarında, 10 STK (yüzde 25)
sağlık, kültür, gençlik ve spor alanlarında, 8 STK (yüzde 20) mesleki
dayanışma alanında yer almaktadır.
Tablo 3.5: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Üye Sayılarına Göre Dağılımı
Kayıtlı Üye Sayısı
Frekans
Yüzde
0-49
13
32,5
50-249
14
35
250-999
6
15
1000 ve üstü
7
17,5
TOPLAM
40
100
Araştırmaya katılan kuruluşların kayıtlı üye sayılarının dağılımı şu şekildedir:
50 kişinin altında olan 13 kuruluş (yüzde 32,5), 50 ile 249 kişi arası 14 kuruluş
65
(yüzde 35), 250 ile 999 kişi arası 6 kuruluş (yüzde 15), 1000 kişi ve üstü 7 kuruluş
(yüzde 17,5). Meslek odaları ve sendikal örgütlenmelerdeki üye sayılarının özellikle
yerelde örgütlenen dernek ve vakıflara kıyasla fazla oluşu kayıtlı üye sayısı 250 ve
üstünde olan grubun meslek odaları ve sendikalardan oluştuğunu göstermektedir.
Diğer taraftan birer STK türü olarak özellikle dernek ve vakıflara üyeliğin sınırlı
oluşu Türkiye’de STK’lara olan gönüllü katılımın sınırlı olduğu bilgisi ile de
örtüşmektedir.
Tablo 3.6: Araştırma Örneklemindeki Kuruluşların Aktif Üye Sayılarına Göre
Dağılımı
Bu kuruluşların faaliyetlerinde aktif olarak yer alan üye sayı dağılımı ise; 25
kişiden az 16 kuruluş (yüzde 40), 25 ile 49 kişi arası 8 kuruluş (yüzde 20), 50 ile 99
kişi arası 6 kuruluş (yüzde 15), 100 kişi ve üstü için 10 kuruluş (yüzde 25)
şeklindedir. Aktif olan üye sayısı 50 kişi ve üstü olan grubu yine genel olarak
sendikalar ve meslek odaları oluşturmaktadır. Dernek ve vakıflarda faaliyetlerde
aktif olarak yer alanların sayısı genel olarak 25’in de altına düşmektedir. Hatta
dernek ve vakıflar için belirtilen aktif gönüllüleri sayısı genel olarak 7’yi geçmeyen
yönetim kurulları oluşturmaktadır.
3.4.2. Araştırma Örneklemindeki STK Yöneticileri İle İlgili Demografik Veriler
Araştırmaya katılan STK yöneticileriyle ilgili Anket 1’de yer alan demografik
sorulara verilen cevaplar analiz edildiğinde aşağıdaki bulgular elde edilmiştir:
Aktif Üye Sayısı
Frekans
Yüzde
0-24
16
40,0
25-49
8
20,0
50-99
6
15,0
100 ve üstü
10
25,0
TOPLAM
40
100,0
66
Tablo 3.7: Araştırma Örneklemindekilerin Cinsiyete Göre Dağılımı
Cinsiyet
Frekans Yüzde
Kadın
3
7,5
Erkek
37
92,5
TOPLAM
40
100,0
Araştırmaya katılan STK yöneticilerinin yüzde 92,5 (37 kişi) gibi büyük bir
çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır. Toplam içerisinde kadın STK yöneticileri
yüzde 7,5’ luk (3 kişi) küçük bir paya sahiptir. Türkiye’de devlet ve özel sektörde
üst düzey çalışan kadın oranı olan yüzde 7 (www.ka-der.org.tr) ile neredeyse eşdeğer
olan araştırmamıza katılan kadın STK yöneticilerinin oranı Türkiye’de STK
yöneticiliği yapan kadınların genel içerisindeki oranı (yüzde 20’nin altı) ile de
örtüşmektedir (www.stkrehberi.org.tr).
Tablo 3.8: Araştırma Örneklemindekilerin Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı
Yaş Aralıkları
Frekans
Yüzde
25-34 yaş
5 12,5
35-44 yaş
11 27,5
45-54 yaş
11 27,5
55 ve üstü yaş
13 32,5
TOPLAM
40 100,0
Araştırmaya katılan STK yöneticileri, orta yaş ve üzeri gruplar içerisinde
yaklaşık olarak eşit oranda dağılmıştır. Orta yaş altı grup diğerlerine kıyasla az
sayıda kalmıştır.
67
Tablo 3.9: Araştırma Örneklemindekilerin Eğitim Durumlarına Göre Dağılımı Eğitim Durumu
Frekans Yüzde
İlköğretim
3 7,5
Lise
8 20,0
Lisans
19 47,5
Yüksek lisans
10 25,0
TOPLAM
40 100,0
Eğitim açısından, lisans mezunları diğer eğitim gruplarına kıyasla sayıca daha
fazla iken toplam içerisinde de yüzde 47,5 (19 kişi) ile yarıya yakın bir oran almıştır.
İlköğretim ve lise mezunları dışındaki eğitim gruplarının toplam oranının bütün
içerisinde yüzde 69,5’luk (29 kişi) bir orana ulaşmış olması, anket yapılan STK
yöneticilerinin genel olarak eğitimli kişilerden oluştuğunu göstermektedir.
Türkiye’de STK yöneticilerinin yaklaşık yüzde 59’luk bir oranla genel olarak
üniversite ve yüksekokul mezunlarından oluştuğunu gösteren Tarih Vakfı’nın STK
Rehberi çalışması da bu bulguları desteklemektedir (www.tarihvakfi.org.tr)
Tablo 3.10: Araştırma Örneklemindekilerin Gelir Düzeylerine Göre Dağılımı
Gelir Düzeyi
Frekans Yüzde
500 YTL'den az
1 2,5
501-1000 YTL arası
9 22,5
1001-1500 YTL arası
11 27,5
1501-2000 YTL arası
5 12,5
2001 YTL ve üstü
14 35,0
TOPLAM
40 100,0
Araştırmaya katılan STK yöneticilerinin gelir düzeyleri incelendiğinde
dikkate değer olan, geliri 2001 YTL ve üstü olan grubun toplam içerisinde diğer
eğitim gruplarına nazaran yüzde 35’lik (14 kişi) fazla bir orana sahipken en alt gelir
68
grubunun yüzde 2,5 luk (1 kişi) küçük bir orana sahip olmasıdır. Geliri 1000 YTL
üstü olan orta ve ortanın üstü gelir grubu, tüm STK yöneticileri içerisinde yüzde
75’lik ( 30 kişi) bir paya sahiptir.
Tablo 3.11: Araştırma Örneklemindekilerin Gelir Türlerine Göre Dağılımı Gelir Türü
Frekans Yüzde
Kamu sektöründe ücretli
24 60,0
Özel sektörde ücretli
9 22,5
Sermaye geliri-faiz
1 2,5
Ticaret geliri-kar
6 15,0
TOPLAM
40 100,0
Araştırmaya katılan STK yöneticilerinin büyük çoğunluğu yüzde 60’lık
oranla (24 kişi) gelirlerini kamu sektöründe ücretli olarak çalışarak elde etmektedir.
Özel sektörde ücretli olarak çalışan grup toplam içerisinde yüzde 22,5’luk (9 kişi) bir
orana sahipken, ticaret geliri elde edenler yüzde 15’lik (6 kişi) bir pay almıştır.
Sermaye geliri olan kesimse yüzde 2,5’luk (1 kişi) küçük bir payla temsil edilmiştir.
Tablo 3.12: Araştırma Örneklemindekilerin Mesleklerine Göre Dağılımı Meslek
Frekans Yüzde
Memur
10 25,0
Serbest Meslek
18 45,0
İşçi
1 2,5
Emekli
10 25,0
Ev Hanımı
1 2,5
TOPLAM
40 100,0
69
Araştırmaya katılan STK yöneticileri içerisinde serbest meslek grubu yüzde
45’luk (18 kişi) bir oranla en büyük paya sahip iken, işçi ve ev hanımı kesimi yüzde
2,5’arlık (1’er kişi) oranlarla en küçük dilimi oluşturmaktadır.
Tablo 3.13: Araştırmaya Örneklemindekilerin Kuruluşlarındaki Üyelik Sürelerine Göre Dağılımı
Üyelik Süresi
Frekans Yüzde
1-5 yıl
4 10,0
5-10 yıl
19 47,5
10-20 yıl
10 25,0
20 ve üstü yıl
7 17,5
TOPLAM
40 100,0
Araştırmaya katılan STK yöneticilerinin yüzde 90’lık (36 kişi) bir oranla
büyük bir çoğunluğu yöneticisi olduğu kuruluşa 5 yılı aşkın bir süredir üyedir.
Yöneticisi olduğu kuruluşta 5 yıl ve daha az süredir üye olanların (4 kişi) yarısının
temsil ettikleri kuruluşların da kurulmaları henüz 5 yılı tamamlamamıştır.
Tablo 3.14: Araştırma Örneklemindekilerin Kuruluşlarındaki Çalışma Türlerine Göre Dağılımı
Gelir Türü
Frekans Yüzde
Ücretli
5 12,5
Ücretli Olmayan
35 87,5
TOPLAM
40 100,0
Ankete katılan STK yöneticileri içerisinde kuruluşundan ücret almayan grup
yüzde 87,5’lik (35 kişi) bir oranla en büyük paya sahip iken, ücret alan kesim yüzde
12,5’luk (5 kişi) bir oran ile en küçük dilimi oluşturmaktadır. Yöneticisi olduğu
kuruluştan ücret alan grubu sendika ve odalarda yöneticilik yapanların bir kısmı
oluşturmaktadır.
70
Ankete katılan STK yöneticilerinin Anket 2 ve Derinlemesine Görüşme
Formu’nda yer alan sorulara verdikleri cevaplar doğrultusunda Isparta’daki STK
yöneticilerinin yönetişim kavramı ve ilkelerine yönelik tutumları, yönetişim
sürecinin STK’larla birlikte esas unsurları olan devlet ve özel sektöre ilişkin
tutumları ve yönetişim sürecinde bunlarla olan mevcut ilişkinin boyutları ve bu
bağlamda yönetişim sürecinde Isparta’daki STK’ların yönetişim sürecindeki
pozisyonları analiz edilecektir.
3.4.3. Yönetişim Kavramı STK Yöneticilerince Nasıl Algılanıyor?
Araştırmaya katılan STK yöneticilerinin yönetişim kavramı ile ilgili
algılamalarını ortaya çıkarmak için Derinlemesine Görüşme Formu ve Anket 2’de
yer alan sorulara verilen cevaplar analiz edildiğinde aşağıdaki bulgular elde
edilmiştir:
Tablo 3.15: Araştırma Örneklemindekilerin Yönetişim Kavramını
Tanımlamalarına Göre Dağılımı Yönetişim Tanımlamaları
Frekans Yüzde
Fikrim yok
23
57,5
Yönetmek, idare etmek
5
12,5
Kurum içi demokratik yönetim
2
5
Karşılıklı etkileşim halinde yönetim… (Devlet-STK)
10
25
TOPLAM
40
100
Derinlemesine Görüşme Formu’nda yer alan ilk soruya (Genel anlamda
yönetişim kavramından ne anlıyorsunuz?) verilen cevaplar gruplandırıldığında
yönetişim kavramını; klasik anlamda yönetim ve idare etmek olarak olarak
tanımlayan 5 kişi (yüzde 12,5), kurum içi demokratik yönetim olarak tanımlayan 2
kişi (yüzde 5), yönetişim kavramını daha önce hiç duymadığını veya kavram
hakkında bir fikrinin olmadığını söyleyen 23 kişi (yüzde 57,5) ve kavramı Devlet-
STK arasında karşılıklı etkileşim halinde yönetim, STK ile kamu yöneticileri
71
arasında ortak karar verme, toplumsal duyarlılığı gösteren yönetim, yönetim
yeteneklerinin devlet ve STK ile organize halde ortaya konması, yönetimin halkla
bütünleşmesi, yönetenler ile yönetilenlerin işbirliği içerisinde olması, sorumluluk
paylaşımı ve birlikte yönetmek gibi gerçek anlamı bağlamında esas olarak birbirini
tamamlayan ifadelerle tanımlayan 10 kişi (yüzde 25) bulunmaktadır. Yönetişim
kavramını gerçek anlamı bağlamında çeşitli ifadelerle tanımlayan yüzde 25’lik
kesim bir tarafa bırakılırsa, kavramı daha önce hiç duymadığını veya kavram
hakkında bir fikrinin olmadığını söyleyen 23 kişi (yüzde 57,5) ile kavramı gerçek
anlamı dışında tanımlayan 7 kişi’nin (yüzde 17,5) toplamının genel içerisinde yüzde
75’e (30 kişi) ulaşması Isparta’daki STK yöneticilerinin genelinin yönetişim
kavramına oldukça yabancı olduğunu göstermektedir.
Tablo 3.16: Araştırmaya Katılanların Yönetişim Kavramının İfade Ettiği Anlamlara Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı
Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle Katılmıyorum
2.Katılmıyorum 3.Kısmen Katılıyorum
4.Katılıyorum 5. Kesinlikle Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde 1 -
- 1 2,5 - - - - 20 50 19 47,5
2 -
- - - 3 7,5 2 5 19 47,5 16 40
Çalışma çerçevesinde uygulanan Anket 2’de Isparta’daki STK yöneticilerinin
yönetişim kavramının ifade ettiği anlamlara yönelik tutumlarını ölçmek için yer alan
2 ifadeye ne ölçüde katıldıkları belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu çerçevede “Kamu yöneticilerinin STK’larla hizmet sunum süreçlerinde,
komisyonlarda, projelerde işbirliği yapması hizmet sunum kalitesini ve etkinliğini
arttırır” şeklinde formüle edilen ifadeye verilen cevapların ağırlıklı ortalaması
4,400’dür. Frekans ve yüzdelere bakıldığında “4-Katılıyorum” ve “5-Kesinlikle
katılıyorum” şıkları en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Görüşülen STK
yöneticilerinin tamamına yakını olan 39 kişi (yüzde 97,5), kamu yöneticilerinin
STK’larla hizmet sunum süreçlerinde, komisyonlarda, projelerde işbirliği yapmasının
hizmet sunum kalitesini ve etkinliğini arttırdığını düşünmektedir.
Anket 2’de yer alan “Kamu görevlilerinin eylemlerinden sorumlu olmaları
açısından denetim mekanizmalarına özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin
72
katılımının gerekli olduğuna inanıyorum” şeklindeki ifadeye de görüşmecilerin ne
ölçüde katılıp katılmadığı ölçülmeye çalışılmıştır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 4,200’dür. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “4-Katılıyorum” ve “5-Kesinlikle katılıyorum” şıkları yine en
yoğun olarak tercih edilenlerdir. Kısmen katıldığını belirten 2 kişi (yüzde 5) ile
birlikte görüşülen STK yöneticilerinin tamamına yakını olan 37 kişi (yüzde 92,5),
kamu görevlilerinin eylemlerinden sorumlu olmaları açısından denetim
mekanizmalarına özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin katılımının gerekli
olduğuna inanmaktadır.
Bu iki soruya verilen cevapların dağılımı göstermektedir ki görüşülen STK
yöneticilerinin tamamına yakını yönetişim kavramının ifade ettiği anlamalara yönelik
olumlu tutumlara sahiptir.
3.4.4. Yönetişime İlişkin Temel İlkelere Bakış
Görüşülen STK yöneticilerine uygulanan Anket 2’de yönetişim aşısından
önemli görülen eşitlik, adalet, katılım, şeffalık ve hesap verebilirlik ilkelerine yönelik
sorular yer almıştır. Bu sorulara verilen cevaplar analiz edildiğinde aşağıdaki
bulgular elde edilmiştir:
73
Tablo 3.17: Araştırmaya Katılanların Yönetişim İlkelerinin Uygulamalarına Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı
Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle Katılmıyorum
2.Katılmıyorum 3.Kısmen Katılıyorum
4.Katılıyorum 5. Kesinlikle Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde 3 3
7,5 8 20 12 30 9 22,5 5 12,5 3 7,5
4 4
10 1 2,5 8 20 5 12,5 12 30 10 25
5 -
- 4 10 12 30 6 15 13 32,5 5 12,5
6 -
- 4 10 22 55 6 15 7 17,6 1 2,5
7 1
2,5 10 25 15 37,5 6 15 7 17,5 1 2,5
8 -
- 5 12,5 13 32,5 8 20 8 20 2 5
9 3
7,5
13 32,5 9 22,5 8 20 3 7,5 4 10
10
3 7,5 14 35 8 20 12 30 2 5 1 2,5
Anket 2 ve Derinlemesine Görüşme Formu’nda Isparta’daki STK
yöneticilerinin yönetişim ilkelerinin uygulamalarına yönelik tutumlarını ölçmek için
yer alan sorular ve bu sorulara verilen cevapların dağılımı şu şekilde olmuştur:
3.4.4.1 Eşitlik ve Adalet İlkelerine Bakış
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 3.sü şu idi: “Devlet
görevlileri her Sivil Toplum Kuruluşu’na eşit muamele etmektedir ifadesine ne
derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK yöneticilerinin
yönetişimin ilkelerinden olan eşitlik ilkesinin uygulamada ne derece
gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 2,5405’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “2-Katılmıyorum”, “3-Kısmen katılıyorum” ve “1-Kesinlikle
katılmıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Devletin her
STK’ya eşit davranmadığını düşünen STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 20
74
kişidir (yüzde 50). Fikir belirtmeyen 3 kişi (yüzde 7,5) ve bu fikre kısmen katılan 9
kişi (yüzde 22,5) de göz önünde bulundurulduğunda devlet görevlilerinin her STK’ya
eşit davrandığını düşünen STK yöneticisi sadece 8 kişidir (yüzde 20).
Bu oransal tablo, Isparta’daki STK yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden
olan eşitlik ve adalet ilkelerinin uygulamada gereğince gerçekleştirilmediğine ilişkin
yargılarını ortaya koymaktadır. Kişilerin ve kuruluşların ancak kendilerini
ayrıştırılmış olarak görmedikleri ve güvende hissettikleri ortamlarda yönetişim
sürecindeki aktörlerin birer paydaş olarak sorumluluk duyarak etkin ve etkili bir
yönetişimin gerçekleşmesi için mücadele edebildikleri düşünüldüğünde yönetişimin
asli unsurlarından bir tanesi olarak STK’ların kendilerine devlet tarafından eşit
davranılmadığını düşündükleri bir ortamda yönetişimin zaafiyet göstermesi
muhtemeldir.
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 4.sü şu idi: “Genellikle
mevcut hükümete yakın olan STK’lara karşı kayırmacılık yapılmaktadır ifadesine ne
derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK yöneticilerinin
yönetişimin ilkelerinden olan eşitlik ve adalet ilkelerinin uygulamada ne derece hayat
bulup bulmadığına ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 3,6111’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “4-Katılıyorum”, “5-Kesinlikle katılıyorum” ve “2-
Katılmıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Genellikle
mevcut hükümete yakın olan STK’lara karşı kayırmacılık yapıldığını düşünen STK
yöneticisi görüşülenler içerisinde 22 kişidir (yüzde 55). Fikir belirtmeyen 4 kişi
(yüzde 10) ve bu fikre kısmen katılan 5 kişi (yüzde 12,5) de göz önünde
bulundurulduğunda bu fikre katılmayan sadece 9 kişidir (yüzde 22,5).
Devlet görevlilerinin STK’lara karşı eşit davranıp davranmadığına ilişkin
sorulan soruya verilen cevapların dağılımına benzerlik gösteren bu soruya verilen
cevapların dağılımı da göstermektedir ki Isparta’daki görüşülen STK yöneticilerinin
geneli, devlet-STK ilişkilerinde iktidarla olan yakın ilişkilerin bazı STK’ları
diğerlerinden ayırdığını düşünmektedir. Bu bağlamda, yönetişimin gerçekleşmesi
açısından eşitlik ve adalet ilkelerinin gerçekleşmesi ne kadar kritik bir öneme
75
sahipse, STK yöneticilerinin kendilerini siyasi kayırmacılığım hakim olduğu bir
çevrede hissetmesi de yönetişim sürecinin işlerliğini o derece engellemektedir.
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 5.si şu idi: “Türkiye’de
genel anlamda bağımsız ve tarafsız bir yargı denetiminin işlediğine inanıyorum
ifadesine ne derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK
yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden olan adalet ilkesinin uygulamada ne derece
gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 2,8750’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “4-Katılıyorum” ve “2-Katılmıyorum” şıkları en yoğun
olarak tercih edilenlerdir. Türkiye’de genel anlamda bağımsız ve tarafsız bir yargı
denetiminin işlediğine inanan STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 18 kişi (yüzde
45) iken inanmayanların sayısı 16’dır (yüzde 40). Bu fikre kısmen katılan 6 kişi
(yüzde 15) bu fikre katılanlara dahil edilse de Türkiye’de bağımsız ve tarafsız bir
yargı denetiminin var olduğuna inananlar ve inanmayanların oranı görüşülen STK
yöneticileri içerisinde yaklaşık olarak aynıdır. Yönetişim sürecinde eşitlik ve adaletin
gerçekleşmesi açısından bağımsız ve tarafsız bir yargı denetiminin kritik önemi
düşünüldüğünde Türkiye’de bağımsız ve tarafsız bir yargı denetiminin var olmadığı
fikrinin görüşülen STK yöneticilerinin yaklaşık olarak yarıya yakınınca taraf bulması
düşündürücüdür. Zira adalet mekanizmasının iyi işlemediğinin düşünüldüğü bir
ortam da yönetişim sürecinin işlerliği açısından sorundur.
3.4.4.2 Katılım İlkesine Bakış
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 6.sı şu idi:
“Kuruluşumuzun yerel düzeyde kamu politikaları oluşturma sürecine katılım
olanaklarını yeterli bulmaktayım ifadesine ne derece katılıyorsunuz?” Bu soru ile
amaçlanan görüşülen STK yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden olan katılım
ilkesinin uygulamada ne derece gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya
koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 2,4750’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “2-Katılmıyorum” şıkkı en yoğun olarak tercih edilendir.
Kuruluşunun yerel düzeyde kamu politikaları oluşturma sürecine katılım olanaklarını
76
yeterli bulan STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 8 kişidir (yüzde 20). Katılım
olanaklarını kısmen yeterli bulan 6 kişi (yüzde 15) ile birlikte katılım olanaklarını
yetersiz bulanların toplamı 32 kişi (yüzde 80) ile genel içerisinde çoğunluğu temsil
etmektedir.
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 7.si şu idi:
“Kuruluşumuzun katılımının istendiği yerel düzeyde kamu politikası oluşturma için
karar verme ya da danışma toplantıları yeterli sıklıkta düzenlenmektedir ifadesine ne
derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK yöneticilerinin
yönetişimin ilkelerinden olan katılım ilkesinin uygulamada ne derece
gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır. Bu soruya verilen
cevapların ağırlıklı ortalaması 2,3077’dir. Frekans ve yüzdelere bakıldığında “2-
Katılmıyorum” ve “1-Kesinlikle katılmıyorum” şıkları en yoğun olarak tercih
edilenlerdir. Kuruluşunun katılımının istendiği yerel düzeyde kamu politikası
oluşturma için karar verme ya da danışma toplantılarının yeterli sıklıkta
düzenlendiğini düşünen STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 8 kişidir (yüzde 20).
Fikir belirtmeyen 1 kişi (yüzde 2,5) bulunmaktadır. Toplantıların kısmen yeterli
sıklıkta düzenlendiğini düşünen 6 kişi (yüzde 15) ile birlikte yetersiz bulanların
toplamı 31 kişi (yüzde 77,5) ile çoğunluğu oluşturmaktadır.
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 8.si şu idi:
“Kuruluşumuzun yerel düzeyde kamu politikası oluşturma sürecine katılımını yeterli
bulmaktayım ifadesine ne derece katılıyorsunuz?” Bu soru ile amaçlanan görüşülen
STK yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden olan katılım ilkesinin uygulamada ne
derece gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır. Bu soruya verilen
cevapların ağırlıklı ortalaması 2,6500’dir. Frekans ve yüzdelere bakıldığında “2-
Katılmıyorum” şıkkı en yoğun olarak tercih edilendir. Kuruluşunun yerel düzeyde
kamu politika oluşturma sürecine katılımını yeterli bulan STK yöneticisi
görüşülenler içerisinde 10 kişidir (yüzde 25). Katılımlarını kısmen yeterli bulan 8
kişi (yüzde 20) ile birlikte toplamda 30 kişi (yüzde 75) kuruluşunun yerel düzeyde
kamu politika oluşturma sürecine katılımının yeterli olmadığını düşünmektedir.
Yöneticilerle yapılan Derinlemesine Görüşme Formu’nda yer alan sorulardan
2.si şu idi: “Sizin STK olarak kamu politikası oluşturma sürecinde bir rolünüz
77
olduğunu düşünüyor musunuz?” Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK
yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden olan katılım ilkesinin uygulamada ne derece
gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Kamu politikası oluşturma sürecine katılım olanağının olmadığını ifade eden
20 STK yöneticisi (yüzde 50) ve katılım olanaklarını yeterli bulmayan 12 STK
yöneticisi (yüzde 30) ile birlikte görüşülenler içerisinde toplam 32 STK yöneticisi
(yüzde 80) kamu politikası oluşturma sürecine katılım olanaklarını yeterli
bulmamaktadır.
Kamu politikası oluşturma sürecine katılım olanaklarını yetersiz bulan STK
yöneticileri genel olarak kamu yöneticilerinin kendilerine ilgisiz olduklarını yada
göstermelik olarak katılım olanağı sunduklarını belirtmişlerdir. Zaman zaman kurul
ve komisyonlarda görev aldıklarını belirten bu STK yöneticileri buralarda alınan
kararların da uygulanmadığını ifade etmişlerdir. Diğer taraftan kamu politikası
oluşturma sürecine katılım olanaklarını yeterli bulan STK yöneticileri kendi
alanlarında kamu ile birlikte çalışıp bazı alanlarda onları yönlendirebildiklerini
belirtmişlerdir.
Yönetişimin gerçekleşmesi açısından çok önemli bir konuma sahip olan
katılım ilkesiyle ilgili sorulan sorulara verilen cevapların dağılımı göstermektedir ki
Isparta’da görüşülen STK yöneticilerinin büyük bir çoğunluğu yönetime katılma
olanaklarını yeterli bulmamaktadır. STK yöneticilerinin genelinin de ifade ettikleri
şekliyle yönetime katılmaları açısından yeterli mekanizmalar da yeterli
bulunmamakta ve buna paralel olarak temsil ettikleri kuruluşlarla yönetime
katılımları da yeterli derece de gerçekleşmemektedir. Karar verme süreçlerine
doğrudan katılım bir tarafa halkın çıkarlarını temsil eden STK’lar için katılım
mekanizmalarının yeterli olmaması yönetişimin uygulanabilirliğinin önündeki en
büyük engellerden bir tanesini oluşturmaktadır.
78
3.4.4.3 Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik İlkelerine Bakış
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 9.su şu idi: “Kamu
yönetiminde yerel düzeyde hesap verebilir bir yönetim anlayışının olduğuna
inanıyorum ifadesine ne derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen
STK yöneticilerinin yönetişimin ilkelerinden olan hesap verebilirlik ilkesinin
uygulamada ne derece gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 2,4672’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “1-Kesinlikle katılmıyorum”, “2-Katılmıyorum” ve “3-
Kısmen katılıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Kamu
yönetiminde yerel düzeyde hesap verebilir bir yönetim anlayışının olduğuna inanan
STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 7 kişidir (yüzde 17,5). Fikir belirtmeyen 3 kişi
(yüzde 7,5) vardır. Hesap verebilir bir yönetim anlayışının olduğuna kısmen katılan 8
kişi (yüzde 20) dışında bu fikre katılmayanlar 22 kişi (yüzde 55) ile genel içerisinde
çoğunluğu temsil etmektedir.
Yöneticilerle yapılan Anket 2’de yer alan sorulardan 10.su şu idi: “Kamu
politikaları oluşturma süreci yerel düzeyde şeffaf bir şekilde işlemektedir ifadesine
ne derece katılıyorsunuz?”. Bu soru ile amaçlanan görüşülen STK yöneticilerinin
yönetişimin ilkelerinden olan şeffalık ilkesinin uygulamada ne derece
gerçekleştirildiğine ilişkin yargılarını ortaya koymaktadır.
Bu soruya verilen cevapların ağırlıklı ortalaması 2,1351’dir. Frekans ve
yüzdelere bakıldığında “1-Kesinlikle katılmıyorum”, “3-Kısmen katılıyorum” ve “2-
Katılmıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Kamu politikaları
oluşturma sürecinin yerel düzeyde şeffaf bir şekilde işlemekte olduğuna inanan STK
yöneticisi görüşülenler içerisinde 3 kişidir (yüzde 7,5). Yine fikir belirtmeyen 3 kişi
(yüzde 7,5) bulunmaktadır. Kamu politikaları oluşturma sürecinin yerel düzeyde
şeffaf bir şekilde işlemediğini düşünenler bu fikre kısmen katılan 12 kişi (yüzde 30)
dışarıda bırakılsa bile 22 kişi (yüzde 55) ile genelin yarısından fazlasını
oluşturmaktadır.
Görüşülen STK yöneticilerinin çoğunluğuna göre yerel düzeyde ne hizmet
kullananlara karşı hesap verebilir bir yönetim anlayışı egemendir ne de kamu
politikaları oluşturma süreci usullerin, bilgilerin ihtiyacı olanlar için kolaylıkla
79
erişilebilir olduğu şeffaflıktadır. Diğer yönetişim ilkeleri gibi yönetişimin temel
ilkelerinden olan şeffaflık ve hesap verebilirliğin de uygulamada egemen
kılınmaması yönetişim sürecinin önünü tıkamaktadır.
3.4.5. Görüşülen STK Yöneticilerinin Özel Sektöre Yaklaşımları
Anket 2 ve Derinlemesine Görüşme Formunda yer alan Isparta’daki STK
yöneticilerinin yönetişim unsurlarından olan özel sektöre ilişkin tutumlarını ölçmek
için yer alan sorular ve bu sorulara verilen cevapların dağılımı şu şekilde olmuştur:
Tablo 3.18: Araştırmaya Katılanların Özel Sektöre İlişkin Tutumlarına Göre
Dağılımı Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle
Katılmıyorum 2.Katılmıyorum 3.Kısmen
Katılıyorum 4.Katılıyorum 5. Kesinlikle
Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde
17 -
- 1 2,5 3 7,5 13 32,5 14 35 9 22,5
18 -
- 7 17,5 17 42,5 16 40 - - - -
Çalışma çerçevesinde uygulanan Anket 2’de Isparta’daki STK yöneticilerinin
özel sektöre yönelik tutumlarını ölçmek için yer alan ifadelere ne ölçüde katıldıkları
belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu çerçevede “Özel sektör ancak çıkarları söz konusu olduğunda sosyal
sorumluluğuna dikkat eder” şeklinde formüle edilen ifadeye verilen cevapların
ağırlıklı ortalaması 3,6750’dir. Frekans ve yüzdelere bakıldığında “4-Katılıyorum”,
“3-Kısmen katılıyorum” ve “5-Kesinlikle katılıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun
olarak tercih edilenlerdir. “Özel sektörün ancak çıkarları söz konusu olduğunda
sosyal sorumluluğuna dikkat edeceği” gibi keskinlik taşıyan bu ifadeye katıldığını
veya kesinlikle katıldığını ifade eden STK yöneticisi görüşülenler içerisinde 23
kişidir (yüzde 57,5). Özel sektörün sadece çıkarlarını gerçekleştirmeyi amaç
edinmeden de sosyal sorumluluğuna dikkat edebileceğini düşünen bu fikre kısmen
katılan 13 kişi (yüzde 32,5) ile birlikte toplam 17 kişi (42,5) bulunmaktadır.
“ Özel sektör her şartta sosyal sorumluluğuna dikkat eder” şeklinde formüle edilen
ifadeye verilen cevapların ağırlıklı ortalaması ise 2,2250’dir. Frekans ve yüzdelere
80
bakıldığında “2-Katılmıyorum”, “3-Kısmen katılıyorum” ve “1-Kesinlikle
katılmıyorum” şıkları sırasıyla en yoğun olarak tercih edilenlerdir. Özel sektörün her
şartta sosyal sorumluluğuna dikkat ettiğini düşünen STK yöneticisi görüşülenler
içerisinde bulunmamaktadır. “Özel sektörün her şartta sosyal sorumluluğuna dikkat
edeceği” gibi keskinlik taşıyan bu ifadeye katılmadığını veya kesinlikle katılmadığını
ifade eden 24 STK yöneticisi (yüzde 60) bulunmaktadır. Bir önceki soruya verilen
cevapların dağılımını teyit eder bir biçimde özel sektörün şartlı olarak sosyal
sorumluluğuna dikkat edeceğini düşünen 16 kişi (yüzde 40) bulunmaktadır.
İki ifadeye de verilen cevapların dağılımı birlikte değerlendirildiğinde; özel
sektörün sadece gerçekleştirmeyi düşündüğü çıkarlarını göz önünde tutarak sosyal
fayda içerikli faaliyetlerde bulunduğunu düşünen STK yöneticilerinin oranı
görüşülen tüm STK yöneticilerinin yarısından fazlasını (yüzde 60) oluşturduğu
görülmektedir. Özel sektörün çıkarları ile toplumsal faydayı da birlikte
gerçekleştirmeyi amaç edinerek faaliyetlerde bulunabileceğini düşünen STK
yöneticisi oranı toplam içerisinde yaklaşık olarak yüzde 40’dır. Özel sektörün
çıkarları söz konusu olmadan sosyal sorumluluk taşıyarak faaliyetlerde
bulunabileceğini düşünen STK yöneticisi görüşülenler içerisinde yoktur.
Derinlemesine Görüşme Formu’nda yer alan “Sizce STK’ların özel sektörle
işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda bulunacak projeler geliştirmesi mümkün
müdür? STK’ların özel sektörle işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda
bulunacak projeler geliştirmesi mümkün değilse sizce nedeni nedir? STK’ların özel
sektörle işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda bulunacak projeler geliştirmesi
mümkünse ne tür projelerde birlikte olunabilir? Siz STK olarak bu tür projelerde yer
alıyor musunuz?” şeklinde formüle edilen sorulara verilen cevaplar birlikte
değerlendirildiğinde; görüşülen STK yöneticilerinden 36 tanesi (yüzde 90) özel
sektörle işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda bulunacak projeler geliştirmenin
mümkün olacağını ifade etmiştir. Böyle bir işbirliğinin olamayacağını düşünen 4 kişi
(yüzde 10), özel sektörün hiçbir biçimde toplumsal fayda sağlayacak işlerde
bulunmayacağını öne sürmüştür. Öte yandan, özel sektör-STK birlikteliğinin
toplumsal yarar temelinde faaliyet gösterebileceğini düşünenlerin tamamına yakını
bu birliktelikte özel sektörü motive edecek unsurun reklam gibi bir şekilde
yapılanların çıkarlarına hizmet edeceği düşüncesi olduğuna inanmaktadır. Görüşülen
81
STK yöneticilerinin özel sektör-STK işbirliğinde gerçekleştirilecek olan toplumsal
yarara katkıda bulunacak projeler için en çok örnek verdikleri özel sektörün
finansmanlık üstlenerek, STK’larında uzmanlıklarını kullanarak özel sektöre
rehberlik yaptığı projelerdir. Bu bağlamda verilen örnekler içerisinde STK’ların
sosyal içerikli faaliyetlerinin özel sektörün finans desteği ile sağlanması gibi birincil
derecede toplumsal faydayı ilgilendiren örnekler çoğunluğu oluştursa da, özel sektör
çalışanlarının mesleki eğitimi, motive edilmesi gibi birincil derecede özel sektöre
fayda sağlayacak projeler de verilen örneklerin yaklaşık olarak yüzde 30’unu
oluşturacak çoklukta verilmiştir. Halihazırda özel sektörle toplumsal yarara katkıda
bulunacak projeler geliştirdiklerini söyleyen 20 STK yöneticisinin (yüzde 50) temsil
ettikleri kuruluşların yarıdan fazlasını; faaliyetlerini özel sektör desteği olmadan
gerçekleştiremeyecek kuruluşlar oluşturmaktadır.
“Özel sektörün özellikle yerel düzeyde kamu politikası oluşturma sürecine
katılımını nasıl buluyorsunuz?” şeklinde formüle edilen Derinlemesine Görüşme
Formu’nda yer alan soruya karşılık ise görüşülen STK yöneticilerinin tamamı özel
sektörün kamu politikası oluşturma sürecine katılımına olumlu yaklaşmaktadır. Karar
alma süreçlerinde özel sektöre de danışılmasının sorun tespitinde ve daha isabetli
kararların alınmasında faydalı olacağı düşünülmektedir.
Diğer taraftan görüşülen STK yöneticilerinin 8 tanesi (yüzde 20) özel
sektörün Isparta’da kamu politikası oluşturma sürecinde etkili olduğunu belirtirken,
bu konuda fikir belirtmeyen 2 kişi (yüzde 5) dışındakilerin tamamı olan 30 kişi
(yüzde 75) özel sektörün Isparta’da kamu politikası oluşturma sürecinde yeterli
derecede etkili olmadığını ifade etmiştir. Bu süreçte özel sektörün yeterli derecede
etkili olmadığını düşünenlerin bununla ilgili olarak öne sürdükleri gerekçelerin
tamamını; özel sektörün ilgisiz ve yetersiz olması ve bununla birlikte yerel düzeyde
kamu yöneticilerinin özellikle belediye yönetiminin kendi dışındakileri dikkate
almayan tek taraflı tutumları oluşturmaktadır.
82
3.4.6. Araştırmaya Katılanların Hizmet Sunum Süreçlerinde Kamu-STK
İlişkisine Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı
Derinlemesine Görüşme Formunda yer alan Isparta’daki STK yöneticilerinin
hizmet sunum süreçlerinde Kamu-STK ilişkisine yönelik tutumlarını ölçmek için yer
alan sorular ve bu sorulara verilen cevaplar değerlendirildiğinde ise ulaşılan bulgular
şunlar olmuştur: “Sizce kamu kurumlarının yetersiz kaldığı alanlarda STK’lar
öncelikli olarak rol almalı mıdır? Almamalı ise sizce nedeni nedir? Almalı ise sizce
nedeni nedir ve hangi alanlarda yer almalıdır?” şeklinde formüle edilen soruya
karşılık görüşülen STK yöneticilerinden 31 tanesi (yüzde 77,5) kamu kurumlarının
yetersiz kaldığı alanlarda STK’ların öncelikli olarak rol alması gerektiği fikrine
katıldığını ifade ederken 9 tanesi (yüzde 22,5) bu düşünceye karşı çıktığını
belirtmiştir. Kamu kurumların yetersiz kaldığı alanlarda STK’ların öncelikli olarak
rol alması gerektiğini düşünen STK yöneticilerinin geneli devletin aksadığı,
yetemediği alanlarda STK’lara esas olarak devlete rehberlik eden ve destekleyici
olan bir rol biçmektedir. Bu açıdan bu fikre katılan STK yöneticilerinin birçoğu,
STK’ların sosyal hizmet alanları başta olmak üzere, çevre, sağlık gibi alanlarda
aracılık, danışmanlık veya bilinçlendirme faaliyetleri yaparak hizmet sunması
gerektiğini ifade etmişlerdir. Kamu kurumların yetersiz kaldığı alanlarda STK’ların
öncelikli olarak rol alması gerektiği fikrine karşı çıkanlar, bunun iyi bir paylaşım
olmadığını, yetersiz kaldığı bir alanı devlet yapması gerekiyorsa devletin
yapabilmesi için yeterli kılınması gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu bağlamda devletin
asli fonksiyonları olarak eğitim, sağlık gibi temel hizmetleri de yerine getirebilecek
düzeyde güçlü kılınması gerektiği sıkça belirtilmiştir.
“Kamusal otorite ile STK’ların eğitim alanında rol almaları hakkında ne
düşünüyorsunuz?” şeklinde formüle edilen soruya karşılık görüşülen STK
yöneticilerinin tamamı STK’ların eğitim alanında devleti desteklemesi gerektiğini
ifade ederken, 27 STK yöneticisi (yüzde 67,5) kamusal otorite ile birlikte STK’ların
özel eğitim kuruluşlarının da bu alanda yer alması gerektiğini, 11 STK yöneticisi
(yüzde 27,5) eğitimin sadece kamusal otorite eliyle verilmesi gerektiğini, 2 STK
yöneticisi (yüzde 5) de bu konuda fikrinin olmadığını ifade etmiştir. Eğitim alanında
83
devlet ile birlikte STK’ların özel eğitim kuruluşlarının da yer alması gerektiğini
düşünen STK yöneticileri rekabetin yenilik ve daha fazla kalite sağlayacağını ileri
sürmektedirler. Ayrıca, eğitimin devlet ile birlikte özel eğitim kuruluşlarınca da
verilmesinin eğitimde birliği bozacağı ve üniter yapının zamanla bundan zarar
göreceği endişesine de katılmamaktadırlar. Yasaklamanın daha tehlikeli olan yasa
dışılığı doğuracağını belirten STK yöneticileri, devletin temel kuralları koyması ve
etkin demokratik denetimde bulunması ile böyle bir sorunun olmayacağına
inanmaktadırlar. Diğer taraftan eğitimin sadece devlet eliyle verilmesi gerektiğini
düşünen STK yöneticileri özel eğitim kurumlarının fırsat eşitliğini bozacağını, bu
yüzden sosyal devlet ilkesi gereği devletin asli görevi olan eğitimin sadece devlet
tarafından verilmesi gerektiğini öne sürmektedirler. Bunun yanı sıra denetimin
yeterli olamayacağına inanan STK yöneticileri, eğitim alanında devlet ile birlikte
STK’ların özel eğitim kuruluşlarının da yer almasının üniter yapı için tehlike
potansiyeli taşıdığını ifade etmektedirler.
“Kamusal otorite ile STK’ların sağlık alanında rol almaları hakkında ne
düşünüyorsunuz?” şeklinde formüle edilen soruya karşılık görüşülen STK
yöneticileri, STK’lara sağlık alanında esas olarak belli alanlarda önleyici hekimlik,
hasta haklarını arama, psikolojik moral destekli hasta hizmetlerinde yar alma,
gönüllü tarama faaliyetlerinde bulunma ve bu alandaki eksikliklerin ilgili bakanlığa
raporlanarak bir şekilde denetimde bulunma gibi görevler atfetmiştir. Sağlık alanında
devlet ile birlikte STK’ların özel sağlık kuruluşlarının da yer alması gerektiğini
düşünen STK yöneticileri görüşülenler içerisinde 31 kişidir (yüzde 77,5). 2 kişi
(yüzde 5) bu konu hakkında fikir belirtmezken 7 STK yöneticisi (yüzde 17,5) sağlık
hizmetlerinin sadece devlet eliyle verilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Sağlık
hizmetlerinin sadece devlet eliyle verilmesi gerektiğini ifade edenler bunun devletin
asli yükümlülüğü olduğu için zorunlu olduğunu ifade etmişlerdir. Özel sağlık
kuruluşlarında hastanın müşteri olarak görüldüğünü belirten STK yöneticileri bu
alanın da istismara çok açık olduğunu düşünmektedirler. Sağlık hizmetlerinin
verilmesinde özel sağlık kuruluşlarının da yer alması gerektiğini ifade edenler
eğitimde olduğu gibi bunun yenilik ve daha fazla hizmet kalitesi getireceğine
inanmaktadırlar. Bu şekilde düşünen STK yöneticilerinden 5 tanesi (yüzde 16) bunun
kaçınılmaz bir süreç olduğunu ve özel sağlık kuruluşlarının sağlık hizmetlerini
84
devletten çok daha iyi sağlayacağını düşünürken 26 STK yöneticisi (yüzde 84)
devletin yetersiz kalışından dolayı özel sağlık kuruluşlarının da bu alanda yer
almasının rekabet doğuracağı ve neticede devlet tarafından verilen hizmet kalitesinin
de artacağına inanmaktadırlar.
Burada üzerinde dikkatle durulması gereken şey şudur: Gerçek anlamda STK
olmayan fakat özel sektör eliyle eğitim, sağlık gibi kamusal hizmet alanlarında işlev
gören kuruluşların Isparta’da görüşülen STK yöneticilerince de birer STK olarak
algılanıyor olması neoliberal söylemin bir etkisi olarak görülebilir. Diğer taraftan
daha fazla kalitede hizmet beklentisi temel kamusal hizmet alanlarında da özel
sektörü cazip gösterse de devletin bu alanlarda denetim işlevinin yanı sıra bizzat yer
almasının da görüşülenlerce istenmesi neoliberal söylemin Isparta özelinde aksayan
tarafına işaret etmektedir.
“Kamusal otorite ile STK’ların sosyal hizmet alanında rol almaları hakkında
ne düşünüyorsunuz?” şeklinde formüle edilen soruya karşılık görüşülen STK
yöneticilerinin geneli sosyal hizmet alanını STK’ların en etkili olabileceği alan
olarak gördüklerini ifade etmişlerdir. Devletin çok pahalıya mal ediyor olması yada
yetersiz kaldığı öne sürülerek çeşitli alanlarda özellikle STK’lar olarak yardım
kuruluşları, huzurevleri ve yetiştirme yurtları vasıtasıyla bakıma muhtaçlara ve
ihtiyaç sahiplerine hizmet sunarak STK’ların bu alanda çok etkili oldukları görüşülen
STK yöneticilerinin bir çoğu tarafından belirtilmiştir. Yine kültürel faaliyetlerde
bulunarak dayanışma ilişkilerinin geliştirilmesi bu alanda STK’lara en çok atfedilen
sorumluluklardandır.
“Sizce STK’lar hangi alanlarda devletten daha etkin rol oynayabilirler?”
şeklinde formüle edilen soruya karşılık görüşülen STK yöneticilerinden 21 tanesi
(yüzde 52,5) STK’ların kaynak, kapasite gibi sınırlılıklarından dolayı devletten daha
etkin olarak rol almalarının mümkün olmadığını belirtmiştir. 6 STK yöneticisi (yüzde
15) fikir belirtmezken, 13 STK yöneticisi (32,5) devletin çok önemsemediği yada
yetersiz kaldığı alanlarda STK’ların devletten daha etkin bir rol üstlenebileceğini
ifade etmişlerdir. Özellikle sorunların tespiti bağlamında STK’ların devletten daha
etkin olabileceğini düşünen STK yöneticileri sorunlara müdahalede devletin daha
etkin olabileceğini ifade etseler de çevrenin korunması gibi devletin çok da
85
önemsemediğini düşündükleri alanlarda bilinçlendirme faaliyetleri vermek, Deniz
Feneri Derneği örneğinde olduğu gibi ihtiyaç sahiplerine ulaşmak, AKUT örneğinde
olduğu gibi acil müdahale gerektiren durumlarda eylemde bulunmak gibi bazı
alanlarda STK’lara daha etkin rol biçmişlerdir.
86
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Ayrıntılı kurallara, biçimselliğe, kişisel olmayan yönetsel ilişkilere, katı
hiyerarşiye ve kariyere dayalı merkeziyetçi nitelikler taşıyan ve esas olarak Weber
tarafından bürokrasi modeline göre örgütlenen geleneksel kamu yönetimi anlayışının
kamu yönetiminin yapısında ve işleyişindeki mevcut egemenliği özellikle 20. yy.’ın
son çeyreğinde derinden sarsılmış ve nihayetinde geleneksel kamu yönetimi anlayışı
kaçınılmaz olarak dönüşüme uğramıştır. Geleneksel kamu yönetimi anlayışının
küreselleşme süreci ve bilgi teknolojilerinin toplumsal, ekonomik ve siyasi hayatta
yarattığı değişim ve dönüşüme ayak uyduramaması, ortaya çıkan yeni sorunları
çözmekteki yetersizliği ve sürekli artan bütçe açıkları ve dış borç yükünün yanı sıra,
kamu sektörünün hizmet sunumunda verimsiz, etkisiz, gereğinden fazla bürokratik,
duyarsız ve hantal olarak görülmesi, piyasanın mal ve hizmet üretim ve dağıtımından
özgürlüklerin sağlanmasına kadar birçok alanda ‘baskıcı’, ‘hantal’, ‘verimsiz’ olarak
nitelenen devletten daha üstün olduğu inancının yaygınlık kazanması, özel sektör
yönetim anlayışındaki yenilikler geleneksel kamu yönetimi anlayışının kaçınılmaz
olarak dönüşüm geçirmesinin dinamiklerini oluşturmaktadır.
İşte bu süreçte, devletçi, bürokratik, merkeziyetçi ve hiyerarşik özellikler
taşıyan kamu yönetimi anlayışı yerini piyasa eğilimli, daha az bürokratik, esnek
örgütlenmeye dayalı, ademi merkeziyetçi, girişimci ve yenilikçi gibi nitelikleri olan
bünyesinde barındıran yeni kamu yönetimi yaklaşımına bırakmıştır. Kamu
hizmetlerinin rekabet ortamında piyasa benzeri mekanizmalarla yürütülmesi,
merkeziyetçi ve hiyerarşik yönetim yapısının desentralize edilmesi, esnek
örgütlenme ve yönetim, yönetime yeni aktörlerin katılması, prosedürlerden çok
sonuca önem verilmesi, performans ölçümü ve yönetimine önem verilmesi, etkinlik
ve verimliliğin temel alınması, kaliteye vurgu, müşteri odaklılık ve güçlendirilmiş
sonuçlara dayalı hesap verme sorumluluğu gibi özellikler yeni kamu yönetiminin
temel özellikleri olarak değer kazanmıştır.
87
Bu bağlamda merkezi yönetimin birincil olarak sayıldığı yönetim kavramının
dayandığı ilke ve varsayımların yıpranması ile kamu sektöründe etkinliğin
sağlanması ve yönetsel boyutta şeffaf ve denetime açık bir kamu hizmeti sunma
mekanizmasının kurulması için yönetişim yaklaşımına dönüşüm kaçınılmaz
olmuştur. Bu açıdan geleneksel kamu yönetimi modelinde yaşanan değişimi ifade
eden bir kavram olarak yönetişim, devletin yanında diğer toplumsal aktörler olan
özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının, kamu hizmetlerine ilişkin kararların
alınması ve uygulanması süreçlerinde yer aldığı bir “ortaklaşa yönetim” anlayışını
ifade etmektedir. Klasik devletin güç ve yetkiyi kendinde toplama çabasının aksine,
bunun toplumdaki aktörlere dağıtımının öngörüldüğü bu anlayışta, etkin, verimli,
bağımsız, şeffaf, hesap verme/sorumluluk bağının kurulduğu, toplumsal aktörlerin ve
bireylerin mümkün olan her alanda ve biçimde katılımının öngörüldüğü bir yönetim
amacı vardır. Merkezi-hiyerarşik bir yapı içinde üretim yapan, kaynak ve yetkileri
kendinde toplayan bir yönetimden, çok aktörlü, yerinden yönetimci, kendisi
yapmaktan çok toplumdaki aktörleri “yapabilir kılan”, yönlendiren ve kaynakların
yönlendirilmesini kolaylaştıran bir anlayışa geçilmektedir (Tekeli, 1996: 34). Bu
yaklaşım çerçevesinde gerçekleştirilmek istenenler; sivil toplumun geliştirilmesi,
merkezden yerele yetki devrinin sağlanması ve devletin rolünün kamu, özel, gönüllü
kuruluşlar adı da verilen hükümet dışı örgütlenmeler ile paylaşımıdır.
Dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak özellikle 1980’li yıllarda
Türkiye’de de tartışılmaya başlanan sivil toplum kavramı, tarihsel süreç içerisinde
toplumsal koşullardaki değişmelere paralel olarak farklı anlamlar yüklenerek
tanımlanagelmiş ve bu nedenden dolayı literatürde üzerinde uzlaşılmış basit bir
tanımı yapılamamıştır. Kavramsal ve tarihsel süreç içerisinde; Antik Yunan’da
siyasal olarak aktif yurttaşların alanını içeren anlamı, Ortaçağda kent sistemi olan
“burg”lar etrafında şekillenen yeni özerk alanları içeren anlamı, 17. ve 18.
yüzyılların liberalizm anlayışına bağlı anlamı, F. Hegel ve onun takipçileri olan K.
Marks ve A. Gramsci’nin yükledikleri anlamı etrafında incelemeye alınan kavram;
modern kullanımıyla toplumsal anlamda ‘ideolojik toplum’dan farklı olarak
bireylerin özgür iradeyle kendi aralarında anlaşarak oluşturdukları ortak yaşama
alanını, devletle olan ilişkileri bağlamında da devletten özerk ama kopmamış bir
alanı karşılamaktadır. Bu bağlamda çalışmada yer alan; sivil toplum tartışmalarında
88
önemli olan, devlet ile toplum arasındaki ilişki biçimi temelinde ortaya atılan ve bu
ilişkiyi tamamlayıcı ve katılımcı bir değerde ele alan çoğulcu ve katılımcı sivil
toplum kuramları dikkate değerdir.
‘Devletin doğrudan denetimi altında olan alanların dışında, ekonomik
ilişkilerin baskısından bağımsız, gönüllü olarak oluşturulan kurumlar’ olarak
tanımlanan sivil toplum kuruluşu teriminin kavramsal çerçevesinin ele alındığı
kısımda; kavramın ulusal ve uluslararası alanda kullanım şekillerini ve karşılıklarını
ortaya konulduktan sonra genel olarak; sosyo-ekonomik, siyasal, kültürel ve bireysel
olmak üzere dört ana başlık altında sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini ele alındı.
Bu açıdan doğrudan yada dolaylı olarak rekabetin artmasına ve ekonomik büyümeye
katkıda bulunmak, eğitim, sağlık ve sosyal hizmetler gibi kamu hizmetlerinin
sunumu, yerel ekonomik gelişmenin desteklenmesi sivil toplum kuruluşlarının sosyo-
ekonomik işlevleri arasında değerlendirilirken, katılımcıların düşüncelerini,
eylemlerini ve değerlerini demokratik yönden biçimlendirmeleri,
demokratikleşmeye, yönetimin şeffaflaşmasına katkıları siyasal işlevleri, sivil toplum
kuruluşları bünyesinde gerçekleşen ilişkilerle gelişen aidiyet ve biz duygusu, etik
değerlerin taşıyıcıları olmaları, demokratikleşme konusunda toplumsal bir kültür
meydana getirmesi kültürel işlevleri, baskıcılığı, düşünce ve örgütlenme
kısıtlamalarını azaltarak yada ortadan kaldırarak bireysel yaratıcılığa uygun bir
sosyal ortam hazırlaması, dayanışmacı duyguları geliştirerek bireylerin yaşam
kalitelerine katkısı da bireysel işlevleri olarak görülmüştür.
Osmanlı Devleti’nin son dönemleri de dikkate alınarak Türkiye’de sivil
toplum kuruluşlarının toplumsal gelişimlerinin incelendiği bölümde; ilk olarak 19.
yüzyılın başlarından Cumhuriyet dönemine kadar Osmanlı’da batılı anlamda sivil
toplum arayışlarının ve örgütlenmesinin ilk nüvelerinin görüldüğü dönem olarak ele
alındı. Cumhuriyet’in kurulmasından 1950’li yıllara kadarki süreç, tek partili siyasi
yapının gerçekleştirdiği yasal düzenlemelerle sivil toplumun oluşabilmesi için
gerekli ortamı hazırlandığı ve toplumsal yapının bu düzenlemelere ayak uyduracağını
varsaydığı fakat parti-devlet bütünleşmesi neticesinde devlet elitinin ‘alternatif’
oluşumlara karşı toleranssız olduğu dönemdir. 1950-1980 arası çok partili siyasi
hayata geçiş ve sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerini özellikle askeri darbelerle
89
kesintilere uğrayarak devam ettirdiği dönemdir. Son olarak 1980’den sonra dünya
genelinde yaygınlık kazanan neo-liberal düşünüşün Türkiye özelinde de
yansımalarını bulduğu devletin küçültülmesi, yönetimde paydaşlar olarak STK’ların
etki alanlarını arttırdığı ve eylem alanlarını çeşitlendirdiği dönem olarak tarihsel
süreç içerisinde ele alındı. Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili istatistikler
sunulan son kısımda; kurulan sivil toplum kuruluşlarının çoğunluğunun 1980
sonrasına ait olması küreselleşme ve neo-liberal politikalar paralelinde açıklanabilen
gelişmelerken, genel olarak büyük şehirlerde yoğunlaşmaları da doğal olarak
STK’ların kentsel gelişim sürecinin bir parçası olmalarıyla açıklanabilir. Özerk olma
niteliğine bağlı olarak genel olarak aidat ve bağış yoluyla gelir elde eden bu
kuruluşların en önemli sorunlarının yeterli finans bulamama, yer-mekan, araç-gereç
yetersizliği ve bürokrasi olması STK’ların işlevlerini ve etki alanlarını son derece
olumsuz etkilemektedir.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşları köklü bir geçmişe sahip değildir. STK’
ların yeni yeni özerk alanlar edinmeye başladığı söylenebilir. Yönetişim bağlamında
katılımcılığın esas olması göz önünde bulundurulursa Türkiye’de hem devletin bu
kuruluşlara hala kuşkuyla bakıyor oluşu hem de örgütlenme kültürünün zayıf oluşu
katılımın istenilen düzeyde gerçekleştirilemediğini, buna paralel olarak bu
kuruluşların kendilerine özgü, kendi denetimlerinde olan kaynaklara sahip
olmadığını, daha ziyade devletten, yardım almak durumunda olmalarını gösteriyor.
Isparta ili ile birlikte 4 ili kapsayan yoksullukla mücadele konusunu ele alan bir
çalışmada da STK’ların kapasitelerinin yetersiz oluşu, hizmet sunum süreçlerinde
güçlüklerle karşılaştıkları, kamu kuruluşları ve halktan yeterince destek görmedikleri
belirtilmiştir (Gül vd., 2007: 272). Ayrıca yine yönetişim bağlamında özel sektör–
STK ortaklığında STK’ların bahsettiğimiz özelliklerinden ötürü bu kuruluşlarda
ortaklaşa işbirliği yapacak katılımcıların azlığı ve buna bağlı kaynak sıkıntısı
çekiyor olması, STK ların özel sektörün yani sermayenin denetiminde olması
endişesini dile getiriyor. Fakat burada yinelemek gerekiyor ki yönetişim
mekanizmasının tam işlerlik kazanması halinde yani ortaklaşa sorumluluk bilinciyle
katılımcılık ve diğer yükümlülüklerin yerine getirilmesi bu tür endişeleri yok etmese
de azaltacaktır. Ayrıca son dönemde devletle sivil toplum ilişkilerini, olumlu yönde
düzenlemeye dönük gelişmeler yaşanmakta; meselâ dernekler yasasında yapılan
90
değişikliklerle Türkiye’deki çeşitli kesimlerin, sivil toplumun bir araya gelmesini,
örgütlenmesini kolaylaştırıcı bir düzlem oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda
yasalara yansıyan diğer gelişme ise yönetişim kavramının temel mantığı içinde olan
çok önemli bir gelişme sayılan bilgiye erişim yasası; bununla TC vatandaşları devlet
dairelerinden, çok gizli niteliği taşımayan her türlü bilgiyi bedelini ödemek suretiyle
edinmek hakkına sahip oldular. Hatta bu bilgiyi paylaşmayan kuruluşlar ve bunların
yetkilileri için cezaî hükümler var. Yönetişimin ilkeleri olan açıklık, saydamlık,
hesap verebilirlik konuları ile ilgili olarak ve caydırıcı bir nitelik taşıması
bakımından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Son olarak son zamanlarda
açıklık, hızlılık gibi sunumlarla geliştirilen, yönetişimin bir ürünü olan e-devlet
projelerinin yaygınlaşması da kırtasiyeciliği ortadan kaldırıcı olmasa da bile azaltıcı,
ayrıca, devletin müdahalelerini daha etkin kılıcı, başta vergi müdahalesi ve diğer
müdahaleler olmak üzere, bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla e-devlet, devletle bireyin
etkileşimini ve devletin iş görme ve hizmet sunma hızını arttırıcı bir faktör olarak
yönetişimin tam anlamıyla uygulanabilirliği açısından önemlidir.
Çalışma dahilinde üçüncü bölümde yer verilen alan çalışmasında, yerel
düzeyde kamu politikası oluşturma sürecinde Isparta’daki STK’ların durumunu
irdelemek amaç edinilmiştir. Bu doğrultuda, görüşülen STK yöneticileri ve
kuruluşları hakkında bilgi edinmek için demografik sorular içeren bir anket
uygulaması, ayrıca görüşülenlerin yönetişim sürecine karşı tutumlarını ölçmek ve
yönetişim sürecindeki mevcut durumları hakkında bilgi edinmek için ayrı bir anket
uygulaması ve derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Yapılan bu alan çalışması
sonucunda elde edilen bulgular şunlardır:
1. 1990 sonrasında Isparta’da kurulan STK sayısında artış vardır. 2000 yılı ve
sonrasında bu artış hızlanarak devam etmiştir.
2. Isparta’daki STK yöneticilerinin büyük çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır.
3. Isparta’daki STK yöneticileri genel olarak eğitimli kişilerden oluşmaktadır.
4. Isparta’daki STK yöneticileri bir kavram olarak yönetişime yabancıdır.
91
5. Isparta’daki STK yöneticilerinin büyük çoğunluğu yönetişimin ne olduğunu
bilmediğini söylemiş ancak kendilerine açıklanınca yönetişimin ifade ettiği
anlamlara olumlu yaklaşmışlardır.
6. Isparta’daki STK yöneticilerinin geneli kamu yöneticilerinin STK’lara eşit
davranmadığını düşünmektedir.
7. Isparta’daki STK yöneticilerinin geneli mevcut hükümete yakın olan
STK’lara karşı kayırmacılık yapıldığını düşünmektedir.
8. Isparta’daki STK yöneticilerinin geneli yerel düzeyde şeffaf ve hesap
verebilir bir yönetim anlayışının olmadığını düşünmektedir.
9. Isparta’daki STK’lar yönetişim sürecinde aktif olarak yer almak
istemektedirler ancak aktif katılımı sağlayacak mekanizmaların yeterli
olmadığı yönünde yaygın bir görüş vardır.
10. STK’ların kapasitelerine ilişkin sorunlar ve kamu yöneticilerinin STK’lara
karşı olumsuz yaklaşımı Isparta’da STK’ların kamu politikası için karar alma
ve hizmet sunma süreçlerindeki hareket alanlarını sınırlamaktadır.
11. Isparta’daki STK’lar arasında ticari faaliyetlerde bulunan ve ticari işletme
gibi çalışanların bulunduğu da gözlenmiştir.
Bu bulgular göstermektedir ki STK’ların yerel düzeyde kamu politikası
oluşturma sürecine katılımları çok düşüktür. Kamu otoritesi STK’ları yönetişim
sürecine yeteri kadar dahil etmezken STK’ların da kamu otoritesini temsil eden kamu
personeli karşısında güven içinde olmadığı gözlemlenmektedir. Yönetişim ya da iyi
yönetişim anlayışının gerçekleşmesi için, devletin toplumsal aktörlere ve bireye
bakışı, katılımı özendirici, katılım kanallarını artırıcı ve katılım için güven verici
olmalıdır. Vatandaşların, hem bireysel olarak hem de örgütlenerek yönetim
süreçlerine katılımının artırılması için, bireyin devlet otoritesi karşısında kendini
rahat hissetmesinin, idari süreçlere güven duymasının sağlanması gerekmektedir. Bu
açıdan kamu otoriteleri ile toplumsal aktörler ve halk arasında iletişim kurma,
birbirini dinleme ve anlama kültürünün geliştirilmesi gerekmektedir. Herhangi bir
konuda karar alma süreçlerine hangi STK’ların davet edileceği konusunda objektif
ve adil kriterler belirlemek yararlı olabilir. Örneğin, sektör/faaliyet alanı, bunun
92
yanında üye sayısı, kuruluş yılı, ülke genelinde sahip olunan şube/temsilcilik oranı
gibi.
Yönetişim anlayış içerisinde yerel yöneticilerin yönetim stillerinde de önemli
değişiklikler gerekmektedir. Yerelliğin sorunlarına tek başına çözüm üretmeye
çalışarak tüm saygınlığı kendisinde toplamak isteyen buyurucu başkanının yerini,
yöneticisi olduğu yerelliğin ortak aklını harekete geçiren bir lider olan başkan
olmalıdır.
Çağdaş demokrasilerde katılımcı demokratik pratiklerin gelişmesinin en
büyük engeli yönetimlerde kayırmacı eğilimlerin hakim olması ve yolsuzluklara açık
bulunmasıdır. Bu nedenle yönetimler her türlü demokratik hesap verme yöntemlerine
açık olmalıdır.
Yönetişim modelinde, kamu kurum ve kuruluşlarınca yürütülen hizmetlerden
özelleştirilenlerin kamu yararına ve kamu hizmeti kriterlerine uygun olarak yerine
getirilmesini güvenceye almak ve özel sektörün faaliyetlerini denetlemek kamunun
son derece önem taşıyan bir sorumluluğudur. Özel sektörün ve sivil toplum
örgütlerinin denetlenmesi, faaliyetlerinin sosyal sorumluluk ve kamu yararına uygun
olarak yürütülmesinin takip edilmesi, “düzenleyici ve denetleyici” rolü öne çıkan
devletin temel sorumluluğudur. Eğitim, sağlık, sosyal yardımlar, sosyal güvenlik gibi
temel nitelikteki kamu hizmetleri, özel sektör ve sivil toplum örgütleri tarafından da
sağlanabilir olsa da bu hizmetler, tüm vatandaşlara, asgari insani koşullarda ve
bedelsiz olarak kamu kurumları tarafından sağlanmaya devam edilmelidir.
Bu bağlamda Şenatalar’ın şu tespiti önemlidir: Gelişmekte olan ülkelerde
sosyal devletin sorumluluk alanına giren gelir dağılımındaki ve bölgeler arasındaki
eşitsizliklere, sağlık ve eğitim sorunlarına STK’ların tek başına çözüm getirmesi
beklemek gerçekçi değildir. Bu açıdan devletin rolünün STK’lar tarafından
doldurulmasının olanağı yoktur. Birincil sorumluluk devlette olmak kaydıyla devlet
STK’lara olanak yaratmalı, onlarla ortaklık kurmalı ve yönetişim alanını
genişletmelidir (2001: 15-16).
Kamu politikası oluşturma sürecinde yer alabilen STK’ların da genel olarak
“örgütlü” ve “etkili” olanlar olduğu genel kabuldür. Bu açıdan geniş halk kitlelerini
temsilen daha fazla sayıda STK’nın temsil kapasitesine ulaşması önem taşımaktadır.
93
Kamu otoritesi ortaklık anlayışı içinde STK’ları politika yapma süreçlerine dahil
edecek prosedürler geliştirerek katılım kanallarını açarken kapasitelerini arttıracak
eylemlerde de bulunarak daha etkin ve “yapabilir kılmak” için bina, araç-gereç
tahsisi, uzmanlık, personel desteği, bilgi desteği, vb. gibi yöntemlerle
desteklemelidir.
Gerçek anlamda bir ortaklaşa yönetim modelinin oluşabilmesi için; katılımı,
paylaşmayı, sorumluluk almayı toplumsal kültür biçimi olarak benimsetecek eğitim
anlayışının aileden başlayarak bireyin içinde yer aldığı tüm hayata yansıtılması
gerekmektedir.
Yönetişim aktörleri arasındaki iletişim ve etkileşimi arttırmak için gelişen
teknolojik imkanların daha iyi kullanılması kamu politikalarının daha katılımcı bir
biçimde oluşturulabilmesine katkı sağlayacaktır.
Ortak yarar etrafında bir araya gelme, sorumlulukları paylaşma ve birlikte
üretme kültürünün toplumsal hayatımıza yerleşmesini sağlama konusunda, tüm
toplumsal aktörler gibi medyanın da sosyal sorumluluk alarak gerekli duyarlılığı
göstermesi gerekmektedir. Bir çok kamusal öznenin ortaya çıkmasına olanak veren,
gerçekleştirilecek hizmetlerin karar süreçlerine halkın, sivil toplumlarının
katılımlarının sağlandığı bir toplumda yaşayanların doyumları yüksek olacaktır.
Genel olarak, devletin yanında ya da karşısında, özerk, gönüllü ve kamu
yararını amaçlayan kuruluşlar olarak sivil toplumun öne çıkarılması çabaları
1990’lardan itibaren yaygınlık kazanmıştır. Bunun etkileri Isparta özelinde de
bulunmuştur. Ancak, ideal sivil toplum tanımına uymayacak saptamalarda da
bulunulmuştur. 1980’lerden itibaren yaygınlık kazanan yeni liberalizmin sivil toplum
anlayışını da etkilediği görülmektedir. Soysal devletin küçültülmesi ve görevlerinin
yerelleştirilmesi sürecinde, STK’lar da sosyal devletin sorumluluklarının bazılarını
üstlenmektedirler. Ancak bu süreçte, bu hizmetlerin sivil toplum diye adlandırılan
kuruluşlarca ticari amaçlarla ve kar güdüsüyle yerine getirildiği görülmektedir.
Kısacası, sivil toplumun güçlenmesi ile yeni liberalizmin güçlenmesi birlikte
olmaktadır.
94
KAYNAKÇA
Kitaplar:
ACI, E. Y., Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri STK, Gün izi Yayıncılık, İstanbul,
2005.
AKTEL, M., Küreselleşme ve Türk Kamu Yönetimi, Asil Yayın Dağıtım, Ankara,
2003.
AL, H., Bilgi Toplumu ve Kamu Yönetiminde Paradigma Değişimi, Bilim adamı
Yayınları, Ankara, 2002.
AYDIN, A. H., Türk Kamu Yönetiminde Temel Sorunlar ve Çağdaş
Yaklaşımlar, Gazi Kitabevi, Ankara, 2004.
BAL, H., Kent Sosyolojisi, Fakulte Kitabevi, Isparta, 2002.
BELGE, M., Sivil Toplum Nedir?, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, no: 1, İstanbul Bilgi Üniversitesi STK Eğitim ve Araştırma Birimi, İstanbul, 2003.
ÇAHA, Ö., Aşkın Devletten Sivil Topluma, GENDAŞ A.Ş., İstanbul, 2003.
_____, Ö., Sivil Toplum Aydınlar ve Demokrasi, İz Yayıncılık, İstanbul, 1999.
ÇELİK, H. H., Türkiye’de Kamu Yönetimi Sorunları, Seçkin Yayınları, Ankara,
2004.
ÇULHAOĞLU, M., vd., Sivil Toplum: Devletin Büyümesi, YGS Yayınları,
İstanbul, 2001.
DİNÇER, Ö. ve C. YILMAZ, Değişimin Yönetimi İçin Yönetimde Değişim,
Ankara, 2003.
DOĞAN, İ., Özgürlükçü ve Totaliter Düşünce Geleneğinde Sivil Toplum, Alfa
Basım Yayın, İstanbul, 2002.
95
DUMAN, F., “Sivil Toplum”, Siyaset, Ed. M.TÜRKÖNE, Lotus Yayınevi, İstanbul,
2003.
EDİSYON, Sivil Toplum ve Demokrasi, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005
EDİSYON, Sivil Toplum: Farklı Bakışlar, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005
ERGUN, T., Kamu Yönetimi Kuram Siyasa Uygulama, TODAIE, Ankara, 2004
ERTEN, M., Karşıyaka Kent Meclisi, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul, 2004
ERYILMAZ, B., Kamu Yönetimi, Erkam Matbaası, İstanbul, 2002.
GİDDENS, A., Üçüncü Yol, Birey Yayınları, İstanbul, 2000
KALAYCIOĞLU, E., “Sivil Toplum ve Neopatrimonyal Siyaset”, Küreselleşme,
Sivil Toplum ve İslam, E. F. KEYMAN ve A. Y. SARIBAY (der.), Vadi
Yayınları, Ankara, 111-135, 1998.
KEYMAN, E. F., ve A. Y. SARIBAY, Küreselleşme Sivil Toplum ve İslam, Vadi
Yayınları, Konya, 1998
KUTLU, Ö., Gelişmiş Ülkeler ve Türkiye’de Kamu Reformu ve Yönetimin
Yeniden Düzenlenmesi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2004.
MAGA, İ., “Sivil Toplum Devletin Büyümesidir”, Sivil Toplum: Devletin
Büyümesi, M. ÇULHAOĞLU, K. OKUYAN ve İ. MAGA (der.), YGS
Yayınları, İstanbul, s. 7-17, 2001.
MARDİN, Ş., Türkiye’de Toplum ve Siyaset Malaleler I, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2000
NİŞANCI, Ş., Sivil İtaatsizlik, Okumuş Adam Yayınları, İstanbul, 2003
ÖNAL, B., Sivil Toplum Örgütleri ve Bir Sivil Toplum Örgütü Örneği Mehir
Vakfı, Mehir Vakfı Yayınları, No: 4, Konya, 2000.
ÖZER, M. A., Yeni Kamu Yönetimi: Teoriden Uygulamaya, Platin Yayınları,
Ankara, 2005
ÖZGÜR, H. ve M. KÖSECİK, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar I, Nobel
Yayın, Ankara, 2005
RYFMAN, P., Sivil Toplum Kuruluşları, İletişim Yayınları, İstanbul,2006.
96
SALLAN GÜL, S., Sosyal Devlet Bitti, Yaşasın Piyasa, Etik Yayınları, İstanbul,
2004.
SARAN, U., Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma, Atlas Yayınları, Ankara,
2004
SÖZEN, S., Teori ve Uygulamada Yeni Kamu Yönetimi, Seçkin Yayıncılık,
Ankara, 2005.
TESTER, K., Civil Society, Routledge, London, 1992.
T.C. BAŞBAKANLIK, Kamu Yönetiminde Yeniden Yapılanma: Değişimin
Yönetimi için Yönetimde Değişim, Ankara, 2003
THERNBORN, G., “Sivil Toplumun Ötesi: Demokratik Deneyimler ve Ortadoğu’ya
Uygunlukları”, Sivil Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası, E. ÖZDALGA
ve S. PERSSON (der.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.61-73, 1999.
TOSUN, G. E., Devlet Sivil Toplum İlişkisi, Alfa Basım Yayın, İstanbul, 2001
TOSUN, G. E., İzmir’de Sivil Toplum, Alfa Aktüel Yayınları, Bursa, 2006
TOSUN, Gülgün E., Demokratikleşme Perspektifinden Devlet-Sivil Toplum
İlişkisi (Türkiye Örneği), Alfa Yayınları, İstanbul, 2001.
TÜRKÖNE, M., Siyaset, Lotus Yayınları, Ankara, 2005.
TÜSİAD, Kamu Reformu Araştırması, TÜSİAD, İstanbul, 2002
YILDIRIM, İ., Demokrasi Sivil Toplum Kuruluşları ve Yönetişim, Seçkin
Yayınları, İstanbul, 2004.
YÜCEKÖK, Ahmet N., TURAN, İ., ALKAN, Mehmet Ö., Tanzimattan
Günümüze İstanbul’da Sivil Toplum Kuruluşları, Türkiye Ekonomik ve
Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998.
97
Makaleler
ATEŞ, H., “Postmodern Toplum Devlet ve Kamu Yönetimi”, içinde Kamu
Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar, Seçkin Yayınları, Ankara, s. 303-333,
2003
AKATAY, A. ve SEVİNÇ, İ., “Cumhuriyet’ten Günümüze Sivil Toplum
Kuruluşlarının Gelişim Süreci”, 1. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları
Kongresinde Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
AKPINAR, S., “Sivil Toplum Kuruluşlarında “Sorun Çözme” Konsepti ve Bunun
Entelektüel Sermaye İle Gerçekleştirilmesi”, 1. Ulusal Sivil Toplum
Kuruluşları Kongresinde Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ,
Çanakkale, 2004.
AKTAY, Y., “Sivil Toplum ve Sıkıntıları: Oryantalizm, Şiddet, Vesaire”, Sivil
Toplum Düşünce & Araştırma Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, s. 52-60, 2003.
ALAGÖZ, M., UÇTU, R. ve ALODALI, M. B. F., “Teknolojik Değişimin Maliyeti
Bölgesel Gelişmişlik Farklılıkları ve Sivil toplum Kuruluşlarının Yeniden
Yapılanması”, 1. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresinde Sunulan
Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
ANBARLI, Ş., “Demokratikleşme Perspektifinden Sivil Toplum Kuruluşlarının
Siyasi İktidara Etkileri”, 1. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresinde
Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
ANTALYA, G., “Tüzel Kişilikler ve Bunun İçinde Gönüllü Kuruluşlar”, Sivil
Toplum Kuruluşları ve Yasalar-Etik-Deprem 3 Sempozyum, Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, s. 14-20, İstanbul, 2000.
ATAYER, C., ÖZİLHAN, D. ve ASLAN, Ş., “Sivil Toplum Kuruluşlarında Bilgi
Teknolojileri Kullanımının Örgüt Yapıları ve Performansına Etkileri”, 1.
Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresinde Sunulan Bildiri, 4-6
Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
98
AVCI, G., “Türkiye’de Arayışlara Bir Örnek: İdris Küçükömer”, Türkiye’de Sivil
Toplum Arayışları, Demokrasi Kitaplığı Arayışlar, Tartışmalar ve
Deneyimler Dizisi, Wald Yayınları, İstanbul, s. 33-47, 2000.
AYDIN, M. D., “Kamu Sektöründe Toplam Kalite Yönetimi,” içinde Kamu
Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunları, M. K. ÖKTEM ve U.
ÖMÜRGÖNÜLŞEN (der.), İmaj Yayınevi, Ankara, s. 187-230, 2004.
BİBER, A., “Sivil Toplum Örgütlerinin İşlerlik Kazanması Açısından Halkla İlişkiler
(Türkiye Örneği), 1. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresinde
Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
BİLGİÇ, V., “ Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı”, içinde Kamu Yönetiminde Çağdaş
Yaklaşımlar, Seçkin Yayınları, Ankara, s. 25-39, 2003
_____, V., “Yeni Kamu Yönetimi Anlayışı,” içinde Kamu Yönetiminde Çağdaş
Yaklaşımlar, A. BALCI, A. NOHUTÇU, N. K: ÖZTÜRK ve B. COŞKUN
(der.), Seçkin Yayınevi, Ankara, s. 25-38, 2003.
BOLAY, S. H., “Sivil Toplum ve Manası”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 18, s. 7-8,
1997.
BORATAV, Z., “Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları”, Sivil Toplum Kuruluşları
Körber Vakfı’nın 6. Türk-Alman Sempozyumunda Sunulan Bildiri,
Hamburg, ss.313-314, 2001.
BOSTANCI, N., “Devlet ve Sivil Toplum”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 18, s. 181-
223, 1997.
BULAÇ, A., “Yerel Siyaset ve Demokrasi/ Çoğulculuk/ Sivil Toplum”, Sivil
Toplum İçin Kent, Yerel Siyaset ve Demokrasi Seminerleri, Demokrasi
Kitaplığı, İstanbul, s. 165-178, 1999.
COŞKUN, S., “Kamu Yönetiminde Yönetişim Yaklaşımı”, içinde Kamu
Yönetiminde Çağdaş Yaklaşımlar, Seçkin Yayınları, Ankara, s. 39-57,
2003
99
_____, S., “Kamu Yönetiminde Yönetişim Yaklaşımı,” içinde Kamu Yönetiminde
Çağdaş Yaklaşımlar, A. BALCI, A. NOHUTÇU, N. K: ÖZTÜRK ve B.
COŞKUN (der.), Seçkin Yayınevi, Ankara, s. 39-55, 2003.
_____, S., “Postbürokratik Kamu Yönetimi”, içinde Kamu Yönetiminde Çağdaş
Yaklaşımlar, Seçkin Yayınları, Ankara, s. 57-83, 2003
ÇAHA, Ö., “Bir Kez Daha Sivil Toplum Üzerine”, Sivil Toplum Düşünce &
Araştırma Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, s. 21-28, 2003b.
_____, Ö., “1980 Sonrası Türkiye’sinde Sivil Toplum Arayışları”, Yeni Türkiye, Yıl
3, Sayı 18, 28-64, 1997.
DIAMOND, L., “Toward Democratic Consolidation”, Journal of Democracy,
Vol.5, No.3, s. 4-17, 1994.
DURSUN, D., “Devlet Karşısında Sivil Toplumun Artan Gücü Ve Geleceği Üzerine
Bir Değerlendirme”, Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 6. İstişare
Toplantısında Sunulan Bildiri, 22-23 Haziran, Hak-iş, Ankara, 1996.
ERGUN, T., “Kamu Yönetimi Disiplinin Gelişmesine Kısa Bir Bakış Yeni Arayışlar
ve Gerçekler”, Kamu Yönetimi Disiplini Sempozyum Bildirileri, TODAIE,
Ankara, 1995
GÜL, H., ve H. ÖZGÜR, “Ademi Merkeziyetçilik ve Merkezi Yönetim-Yerel
Yönetim İlişkileri” içinde Çağdaş Kamu Yönetimi II, eds. M. ACAR ve H.
ÖZGÜR, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s. 161-204, 2004.
GÜL, H., “Kamu Yönetiminde Piyasa Temelli Yeni Model Arayışları Ve Türk Kamu
Yönetiminde Toplam Kalite Yönetiminin Uygulanabilirliği” içinde Kamu
Yönetiminde Kalite 2. Ulusal Kongresi, TODAİE, Ankara, s. 15-30, 1999.
GÜL, H., SALLAN GÜL, S. ve MEMİŞOĞLU, D., “Türkiye’de Yoksullukla
Mücadele Politikaları, Kentsel Yoksulluk ve Yerel Yönetişim” içinde Yerel
Yönetimler Üzerine Güncel Yazılar II, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s.
246-284, 2007.
100
GÜL, H., SALLAN GÜL, S. Ve OKÇU “Toplulukçuluk” içinde Çağdaş Kamu
Yönetimi II, eds. M. ACAR ve H. ÖZGÜR, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara,
s. 321-349, 2004.
GÜZELSARI, S., “Yeni Kamu İşletmeciliği ve Yönetişim Yaklaşımı”, içinde Kamu
Yönetimi Gelişimi ve Güncel Sorunlar, , M. K., ÖKTEM ve, U.,
ÖMÜRGÖNÜLŞEN, İmaj Yayınları, Ankara, s. 85-139, 2004
NEZİROĞLU, İ., “Askeri Müdahaleler ve Birey Özürlü Sivil Toplum Örgütleri”,
Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 18, s.303-308, 1997.
OKTAY, E. ve PEKKÜÇÜKŞEN, Ş., “Küreselleşen Dünyada Sivil Toplum Odaklı
Yönetim, Roller, Beklentiler ve İyi Yönetişimin Unsurları”, 1. Ulusal Sivil
Toplum Kuruluşları Kongresinde Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ,
Çanakkale, 2004.
ÖMÜRGÖNÜLŞEN, U., “Kamu Sektörünün Yönetimi Sorununa Yeni Bir
Yaklaşım: Yeni Kamu İşletmeciliği,” içinde Çağdaş Kamu Yönetimi I, eds.
M. ACAR ve H. ÖZGÜR, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s. 3-44, 2003.
ÖZBUDUN, E., “Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokratik Konsodilasyon”, Sivil
Toplum, Demokrasi ve İslam Dünyası, E. ÖZDALGA ve S. PERSSON
(der.), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, s.112-121, 1999.
ÖZGÜR, H., “Yeni Kamu Yönetimi Hareketi” içinde Çağdaş Kamu Yönetimi I,
eds. M. ACAR ve H. ÖZGÜR, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, s. 183-224,
2003.
PLAGEMANN, G., “Sivil Toplum Örgütleri İçin Türkiye’de Hukuki Şartlar”, Devlet
ve Sivil Toplum Bağlamında Halk Katılımcılığı ve Sivil Toplum
Kuruluşları, Konrad adenauer Vakfı, Ankara, ss. 45-59, 2002.
PRILLER, E., “Uluslararası Karşılaştırmada Üçüncü Sektör- Kapsamı ve Etkinlik
Alanları, Sivil Toplumun Geleceği, Körber Vakfı, Hamburg, s. 301-302,
2001.
SARIBAY, Ali Y., “Sivil Toplum: Universitas mı Societas mı?”, Sivil Toplum
Düşünce & Araştırma Dergisi, Yıl:1, Sayı:1, 15-19, 2003.
101
SHILLS, E., “The Virtue of Civil Society”, Government and Opposition, Vol. 26,
No. 1, s. 3-20, 1991.
SUNAR, İ., “Sivil Topluma Geçiş”, Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans
Heyeti, Acar Matbaacılık, İstanbul, s. 9-16, 1992.
SUNAR, L., “Avrupalı Bir Kavram Olarak Sivil’in Oluşumu ve Avrupa Birliğinin
STK’lara Yardımları”, 1. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresinde
Sunulan Bildiri, 4-6 Haziran, ÇOMÜ, Çanakkale, 2004.
ŞENATALAR, B., “STK-Devlet İlişkilerine Kuramsal Bakış”, Avrupa Birliği
Devlet ve STK’lar, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul,
s. 9-16, 2001.
USLU, S., “Türkiye’de Sendikalar sivilliğin Neresinde?”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı
18, s. 317-320, 1997.
WALZER, Michael, “The Civil Society Argument”, Dimensions of Radical Democracy, Pluralism, Citizenship, Community, Edited by Chantal Mouffe, Verso, London, 89–107, 1992.
YILMAZ, A., “Sivil Toplum Demokrasi ve Türkiye”, Yeni Türkiye, Yıl 3, Sayı 18,
s. 86-97, 1997.
ZIMMERMANN, H., “Innovation in Nonprofit Organizations”, Annals of Public
and Cooperative Economics, Vol. 70, No. 4, s. 586-619, 1999.
Internet kaynakları
www.dernekler.gov.tr
www.isparta.gov.tr
www.la21turkey.net
www.mahalli-idareler.gov.tr
stk.bilgi.edu.tr
www.sthrehberi.org
www.stgm.org
www.tarihvakfi.org
www.vgm.gov.tr/
102
MUUKKONEN, M., “Traditio-historical study of the concept ‘Civil Society’”,
Presentation to the Civil society Working Group in Annual Meeting of
Finish Sociologists Turku, 24-25 March, 2000,
<http://cc.joensuu.fi/~muukkone/enframewin.htm, (23.06.2006)
ÖNER, M .A., “Kavram Kargaşası Üçüncü Sektör? = Sivil Toplum”,
www.stgp.org/makaleler/3.sektör, (22.07.2006)
YOUNG,IrisM.,“CivilSocietyandItsLimits”,
http://www.oxfordscholarship.com/oso/private/content/politicalscience/01982
97556/p041.html?q=civil|society#acprof-0198297556-chapter-6,
(10.11.2006)
103
EKLER
EK.1.TABLOLAR
Tablo 1 Araştırmaya Katılan Kuruluşların Türlerine Göre Dağılımı
Tablo 2 Araştırmaya Katılan Kuruluşların Kuruluş Yıllarına Göre Dağılımı
Kuruluş Yılı Frekans Yüzde
1980 öncesi 10 25
1980-1989 arası 4 10
1990-1999 arası 13 32,5
2000 ve sonrası 13 32,5
TOPLAM 40 100
Türü
Frekans Yüzde
Vakıf
3 7,5
Dernek
24 60
Oda
6 15
Sendika
7 17,5
TOPLAM
40 100,0
104
Tablo 3 Araştırmaya Katılan Kuruluşların Faaliyet Alanlarına Göre Dağılımı
Faaliyet Alanı Frekans Yüzde
Sosyal hizmet ve sosyal dayanışma
8 20
Eğitim 10 25
Çevre ve tarım 4 10
Sağlık, kültür, gençlik ve spor
10 25
Mesleki dayanışma 8 20
TOPLAM 40 100
Tablo 4 Araştırmaya Katılan Kuruluşların Üye Sayılarına Göre Dağılımı
Kayıtlı Üye Sayısı Frekans Yüzde
0-49
13 32,5
50-249
14 35
250-999
6 15
1000 ve üstü
7 17,5
TOPLAM
40 100
105
Tablo 5 Araştırmaya Katılan Kuruluşların Aktif Üye Sayılarına Göre Dağılımı Aktif Üye Sayısı Frekans Yüzde
0-24
16
40,0
25-49
8
20,0
50-99
6 15,0
100 ve üstü
10 25,0
TOPLAM
40 100,0
Tablo 6 Araştırmaya Katılanların Cinsiyete Göre Dağılımı
Cinsiyet
Frekans Yüzde
Kadın
3 7,5
Erkek
37 92,5
TOPLAM
40 100,0
Tablo 7 Araştırmaya Katılanların Yaş Aralıklarına Göre Dağılımı
Yaş Aralıkları
Frekans
Yüzde
25-34 yaş
5 12,5
35-44 yaş
11 27,5
45-54 yaş
11 27,5
55 ve üstü yaş
13 32,5
TOPLAM
40 100,0
106
Tablo 8 Araştırmaya Katılanların Eğitim Durumlarına Göre Dağılımı Eğitim Durumu
Frekans Yüzde
İlköğretim
3 7,5
Lise
8 20,0
Lisans
19 47,5
Yüksek lisans
10 25,0
TOPLAM
40 100,0
Tablo 9 Araştırmaya Katılanların Gelir Düzeylerine Göre Dağılımı
Gelir Düzeyi
Frekans Yüzde
500 YTL'den az
1 2,5
501-1000 YTL arası
9 22,5
1001-1500 YTL arası
11 27,5
1501-2000 YTL arası
5 12,5
2001 YTL ve üstü
14 35,0
TOPLAM
40 100,0
Tablo 10 Araştırmaya Katılanların Gelir Türlerine Göre Dağılımı
Gelir Türü
Frekans Yüzde
Kamu sektöründe ücretli
24 60,0
Özel sektörde ücretli
9 22,5
Sermaye geliri-faiz
1 2,5
Ticaret geliri-kar
6 15,0
TOPLAM
40 100,0
107
Tablo 11 Araştırmaya Katılanların Mesleklerine Göre Dağılımı Meslek
Frekans Yüzde
Memur
10 25,0
Serbest Meslek
18 45,0
İşçi
1 2,5
Emekli
10 25,0
Ev Hanımı
1 2,5
TOPLAM
40 100,0
Tablo 12 Araştırmaya Katılanların Kuruluşlarındaki Üyelik Sürelerine Göre Dağılımı
Üyelik Süresi
Frekans Yüzde
1-5 yıl
4 10,0
5-10 yıl
19 47,5
10-20 yıl
10 25,0
20 ve üstü yıl
7 17,5
TOPLAM
40 100,0
Tablo 13 Araştırmaya Katılanların Kuruluşlarındaki Çalışma Türlerine Göre Dağılımı
Gelir Türü
Frekans Yüzde
Ücretli
5 12,5
Ücretli Olmayan
35 87,5
TOPLAM
40 100,0
108
Tablo 14 Araştırmaya Katılanların Yönetişim Kavramını Tanımlamalarına Göre Dağılımı Yönetişim Tanımlamaları
Frekans Yüzde
Fikrim yok
23
57,5
Yönetmek, idare etmek
5
12,5
Kurum içi demokratik yönetim
2
5
Karşılıklı etkileşim halinde yönetim… (Devlet-STK)
10
25
TOPLAM
40
100
Tablo 15 Araştırmaya Katılanların Yönetişim Kavramının İfade Ettiği Anlamlara Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle
Katılmıyorum 2.Katılmıyorum 3.Kısmen
Katılıyorum 4.Katılıyorum 5. Kesinlikle
Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde 12 -
- 1 2,5 - - - - 20 50 19 47,5
15 -
- - - 3 7,5 2 5 19 47,5 16 40
109
Tablo 16 Araştırmaya Katılanların Yönetişim İlkelerinin Uygulamalarına Yönelik Tutumlarına Göre Dağılımı Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle
Katılmıyorum 2.Katılmıyorum 3.Kısmen
Katılıyorum 4.Katılıyorum 5. Kesinlikle
Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde 1 3
7,5 8 20 12 30 9 22,5 5 12,5 3 7,5
4 4
10 1 2,5 8 20 5 12,5 12 30 10 25
8 3
7,5 13 32,5 9 22,5 8 20 3 7,5 4 10
9 -
- 4 10 22 55 6 15 7 17,6 1 2,5
10 -
- 3 7,5 19 47,5 8 20 9 22,5 1 2,5
11 -
- 5 12,5 13 32,5 6 15 14 35 2 5
13 3
7,5
13 32,5 9 22,5 12 30 3 7,5 - -
14
1 2,5 3 7,5 8 20 15 37,5 11 27,5 2 5
16
1 2,5 10 25 15 37,5 6 15 8 20 - -
Tablo 17 Araştırmaya Katılanların Özel Sektöre İlişkin Tutumlarına Göre Dağılımı Cevaplar 0.Fikrim yok 1.Kesinlikle
Katılmıyorum 2.Katılmıyorum 3.Kısmen
Katılıyorum 4.Katılıyorum 5. Kesinlikle
Katılıyorum
Sorular F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde F yüzde 17 -
- 1 2,5 3 7,5 13 32,5 14 35 9 22,5
18 -
- 7 17,5 17 42,5 16 40 - - - -
110
Tablo 18 One-Sample Test
Test Value= 3
95yüzde Confidence Interval of the Difference
t
df Sig. (2-tailed)
Mean Difference
Lower
Upper
ST1 ST2 ST3 ST4 ST5 ST6 ST7 ST8 ST9 ST10 ST11 ST12
1,069
8,894
-2,299
3,051
,670
-3,365
-4,004
-2,211
-5,237
-5,037
4,281
-6,684
38
39
36
35
39
39
38
39
36
37
39
39
,292
,000
,027
,004
,507
,002
,000
,033
,000
,000
,000
,000
,1795
1,2000
-,4595
,6111
,1250
-,5250
-,6923
-,3500
-,8649
-,8446
,6750
-,7750
-,1603
,9271
-,8647
,2045
-,2526
-,8406
-1,0423
-,6702
-1,1998
-1,0725
,3561
-1,0095
,5192
1,4729
-5,42E-02
1,0178
,5026
-,2094
-,3423
-2,98E-02
-,5299
-,5044
,9939
5,513E-02
111
Tablo 19 One-Sample Statistics
N
Mean Std. Deviation
Std. Error Mean
ST1 ST2 ST3 ST4 ST5 ST6 ST7 ST8 ST9 ST10 ST11 ST12
40
40
37
36
40
40
39
40
38
37
40
40
4,4000
4,2000
2,5405
3,6111
3,1250
2,4750
2,3077
2,6500
2,2446
2,1351
3,6750
2,2250
,7442
,8533
1,2155
1,2019
1,1808
,9868
1,0798
1,0013
1,0106
1,0045
,9971
,7334
,1177
,1349
,1998
,2003
,1867
,1560
,1729
,1583
,1596
,1651
,1577
,1160
112
EK.2 ANKETLER VE DERİNLEMESİNE GÖRÜŞME FORMU
ANKET FORMU1
DEMOGRAFİK SORULAR 1. Cinsiyet ( ) Kadın ( ) Erkek 2. Yaş: 3. Eğitim durumu: 4. Gelir ( ) 500 YTL’den az ( ) 501-1000 YTL arası ( ) 1001-1500 YTL arası ( ) 1501-2000 YTL arası ( ) 2001 YTL ve üstü 5. Gelir türü ( ) Kamu sektöründe ücretli ( ) Özel sektörde ücretli ( ) Kira ( ) Sermaye geliri-faiz ( ) Ticaret geliri-kar ( ) Diğer, belirtiniz…………………. 6. Meslek: 7. Kuruluşunuzdaki üyelik süreniz 8. Kuruluşunuzdan ücret almakta mısınız? ( ) Evet ( ) Hayır 9. Kuruluşun türü ( ) Vakıf ( ) Dernek ( ) Oda ( ) Sendika 10.Kuruluşun kuruluş yılı 10. Kuruluşun faaliyet alanı ( ) Sağlık ( ) Eğitim ( )Yardımlaşma ( ) Çevre ( ) Diğer, belirtiniz………. 11. Kuruluşun üyesi olan gönüllü sayısı: 12. Kuruluşta aktif katılımcı olan gönüllü sayısı:
113
ANKET FORMU2 AŞAĞIDAKİ İFADELERE NE DERECE KATILIYORSUNUZ?
Fikrim
yok K
esinlikle K
atılmıyorum
Katılm
ıyorum
Kısm
en K
atılıyorum
Katılıyorum
Kesinlikle
Katılıyorum
1. Kamu yöneticilerinin STK’larla hizmet sunum süreçlerinde, komisyonlarda, projelerde işbirliği yapması hizmet sunum kalitesini ve etkinliğini arttırır.
2. Kamu görevlilerinin eylemlerinden sorumlu olmaları açısından denetim mekanizmalarına özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin katılımının gerekli olduğuna inanıyorum.
3.Devlet görevlileri her Sivil Toplum Kuruluşu’na eşit muamele etmektedir.
4. Genellikle mevcut hükümete yakın olan STK’lara karşı kayırmacılık yapılmaktadır.
5. Türkiye’de genel anlamda bağımsız ve tarafsız bir yargı denetiminin işlediğine inanıyorum.
6. Kuruluşumuzun yerel düzeyde kamu politikaları oluşturma sürecine katılım olanaklarını yeterli bulmaktayım.
7. Kuruluşumuzun katılımının istendiği yerel düzeyde kamu politikası oluşturma için karar verme yada danışma toplantıları yeterli sıklıkta düzenlenmektedir.
8. Kuruluşumuzun yerel düzeyde kamu politika oluşturma sürecine katılımını yeterli bulmaktayım.
9. Kamu yönetiminde yerel düzeyde hesap verebilir bir yönetim anlayışının olduğuna inanıyorum.
10. Kamu politikaları oluşturma süreci yerel düzeyde şeffaf bir şekilde işlemektedir.
11. Özel sektör her şartta sosyal sorumluluğuna dikkat eder..
12. Özel sektör ancak çıkarları söz konusu olduğunda sosyal sorumluluğuna dikkat eder.
114
DERİNLEMESİNE GÖRÜŞME FORMU 1. Genel anlamda, yönetişim kavramından ne anlıyorsunuz? 2. Sizin STK olarak kamu politikası oluşturma sürecinde bir rolünüz olduğunu düşünüyor musunuz? 3. Sizce Sivil Toplum Kuruluşları’nın yönetişim sürecinde yeri ve rolü nedir ve ne olmalıdır? 4. Sizce kamu kurumlarının yetersiz kaldığı alanlarda STK’lar öncelikli olarak rol almalı mıdır? 5. 4. soruya cevabınız evet ise sizce nedeni nedir ve hangi alanlarda yer almalıdır? 6. 4. soruya cevabınız hayır ise sizce nedeni nedir? 7. Kamusal otorite ile STK’ların eğitim alanında rol almaları hakkında ne düşünüyorsunuz? 8. Kamusal otorite ile STK’ların sağlık alanında rol almaları hakkında ne düşünüyorsunuz? 9. Kamusal otorite ile STK’ların sosyal hizmet alanında rol almaları hakkında ne düşünüyorsunuz? 10. Sizce STK’lar hangi alanlarda devletten daha etkin rol oynayabilirler? 11. Sizce STK’ların özel sektörle işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda bulunacak projeler geliştirmesi mümkün müdür? 12. STK’ların özel sektörle işbirliği içerisinde toplumsal yarara katkıda bulunacak projeler geliştirmesi mümkün değilse sizce nedeni nedir? 13. Özel sektörün özellikle yerel düzeyde kamu politikası oluşturma sürecine katılımını nasıl buluyorsunuz? 14. Isparta ili Kent Konseyi’nin yönetişimin gerçekleşmesi açısından gerekli işlevi göreceğine inanıyor musunuz?Niçin?
115
ÖZGEÇMİŞ
Mücahit AVCI 25 Ağustos 1980 yılında Isparta’da dünyaya gelmiştir.
ilköğrenimini ve lise eğitimini Denizli’de tamamladıktan sonra 1999 yılında
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Bölümünü’ne kayıt
yaptırmıştır. 2004 yılında bu bölümden mezun olduktan Süleyman Demirel
Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine başlamıştır.