zerger mahİr baranselİ raif Ö - wordpress.com · 2019. 3. 12. · halkın değerlerine karşı...
TRANSCRIPT
1
2
3
ZERGER MAHİR BARANSELİ VE ŞİİRLERİ
Raif Özben
yazı kültürü
4
ZERGER MAHİR BARANSELİ VE ŞİİRLERİ
Raif Özben
Yazı Kültürü
Yerel Süreli Yayın
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Sedat Şanver ÖĞE
Yönetim Yeri: Atatürk Mahallesi, 927 sokak No. 4/ 1
Bornova/ İZMİR
0.507.801 22 37
ISSN: 2146-5290-23
BASKI ÖNCESİ HAZIRLIK
YAZI KÜLTÜRÜ YAYINCILIK
BASKI
BASSARAY MATBAASI
SANAT CADDESİ NO: 1/5 ÇAMDİBİ İŞ MERKEZİ
ÇAMDİBİ/ İZMİR
0.232.457 71 48
BASKI TARİHİ
Nisan 2018
5
Mahir’in
Annesi Sevgili Leyli Baranseli teyzemizin aziz anısına,
Eşi Nejla Baranseli kardeşimize,
Biricik kızı Sevgili Ebru Selcan Baranseli’ye,
Biricik oğlu Sevgili Kafkas Baranseli’ye,
ve
Can dostumuz Sadık Müftahi’ye
6
7
ÖNSÖZ
1974’te, genç ve en verimli çağında, bir kaza sonucu
aramızdan ayrılan Z. Mahir Baranseli, kendisi için ne yapsam
yetersiz kalacak bir dostumdur. Bu, sağlığında böyleydi,
sonrasında da böyle oldu ve böyle de olagidecektir.
Ne var ki yaşamın türlü koşulları, bizi, böylesi bir
konuda bile kimi zaman engelliyor, kimi zaman sınırlıyor, kimi
zaman ise çaresiz bırakabiliyor.
Bir dostun yitirilmesi, insanlığın geleceğinin yitirilmesi
kadar acı veren bir durumdur. Çünkü dostlukta çıkar yoktur,
sömürü yoktur, yalan yoktur, ikiyüzlülük yoktur. Bu bağlamda
dostluk, insanlığın en gelişmiş geleceğinin simgesel
yaşantısıdır. En güzel bir ütopyanın gerçekleşebilme olanağını
somutlaştırır. Eğer bu türden duygu ve düşüncelerle
yaşanmıyorsa, yaşanan şey, dostluk değildir.
Ne mutlu bana ve bizlere ki, Mahir Baranseli gibi
böylesi bir dostumuz vardır. Bu nedenle de onu yaşatmayı,
çeşitli biçimlerde sürdürüyoruz. Kendisiyle anılarımızda, eylem
ve etkinliklerimizde dost söyleşilerinde sürekli karşılaşıyoruz;
birlikte yaşıyoruz.
Onun için ve onunla ilgili yaptıklarımız, ne ölçüde
yeterli ya da yetersiz olursa olsun, bunlar; kendisiyle yaşamak
anlamına geliyorsa, bu, bizleri daha da ötelere götürebilecek
demektir.
Yarım yüzyıl kadar önce, galiba Azra Erhat’ta, “ölüm
insana totalliğini sağlar” gibisinden bir söz okumuştum. Evet,
öyledir. Çünkü ölmüşsek, eylem ve etkinliklerimizin sınırları
bitmiştir. Eskilerden gelen bir deyimle felek defterimizi
dürmüştür. Ama bu totalliğin zenginliği, insanlık mirasına
eklendiğinde, sözü edilen kimse o totalliği de aşabilir.
8
Bu bağlamda Mahir Baranseli de anılması, yaşatılması
gereken insanlardan biridir.
Anılıyor. Yaşatılıyor. Sürekli yanımızda oluyor.
Böylece sevgiyle geleceklere taşınıyor.
Bu kitapçık da sözü edilen anma ve yaşatma
çabalarına bir katkı sağlamak duygusuyla hazırlanmıştır.
Böyle bir duyguyla işe başlansa da, elden geldiğince nesnel
bir tutumla kaleme alınmaya çalışılmıştır. Ancak, Baranseli’yi
yitirdiğimiz günlerde yazılanların, duygusallıktan genelde
kurtulamayışını okurun takdirine bırakmaktan başka, elden bir
şey gelmiyor.
Burada Mahir’in şiirlerini bir kitapta toplayarak bizleri
daha bir güdüleyen kızımız sevgili Ebru Selcan Baranseli’ye,
can dostumuz sevgili Sadık Müftahi’ye; bana Baranseli
ailesiyle ilgili bilgiler veren ve Ebru ile iletişime geçebilmeme
olanak sağlayan dostumuz sevgili İsmail Talınlı’ya, yazıların
kitaplaştırılması aşamasında yardımlarını gördüğüm değerli
şair sevgili Sedat Şanver’e yürekten teşekkürü bir borç
bilirim..
Raif Özben
İzmir, 01.04.2018
9
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ 7
İÇİNDEKİLER 9
GENEL ÇİZGİLERİYLE YAŞAMÖYKÜSÜ 11
YAPITLARI 15
ŞİİRLERİ 17
ŞİİRLERİNDE İMGE 22
ŞİİRLERİNDE BİÇİMSEL ÖZELLİKLER 26
Z. MAHİR BARANSELİ’YLE İLGİLİ TANIKLIKLARIM 29
MERHABA MAHİR BİN YILLIK MİHAİL MERHABA 31
BİRKAÇ GECE SÖZÜ 34
MAHİR’LE (…) NELER KONUŞABİLİRDİK 47
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER 55
DÖRTLÜKLER 57
GAZEL 66
YEŞİL GÖZLÜ ŞEHRİN İLK GECESİ 67
VATANDAŞ MAHMUT 69
HİKÂYE 70
YEDİNCİ DURAĞIN KADINI 72
MESUDE 74
DİPNOTLAR 76
ALINTILAR KAYNAKÇASI 77
GENEL KAYNAKÇA 78
10
11
GENEL ÇİZGİLERİYLE YAŞAMÖYKÜSÜ
Z. Mahir Baranseli, 1945’te Kars’ın Göle ilçesinin
Küçük Buğatepe köyünde doğdu. Çağlayan köyünden Hacı
kızı Leylî Hanım’ın ve Buğatepeli Hacı Kâzım Zergeroğlu
Kasım Baranseli Bey’in tek oğludur. Kars’ta memurluk yapan
babası, 1953’te bir yangının kurbanı oldu. Aile bunun acısı ve
yoksunluğu içinde, yaşamını sürdürdü. Mahir; ablası Aysel ve
kız kardeşleri Safiye, Mükerrem, Muhterem ile anneleri Leylî
Hanım’ın sevgi dolu, dikkatli ve özenli anne sorumluluğu
altında büyüdü.
Kars Gazi Paşa İlkokulundan başarılı bir öğrenci
olarak mezun oldu. Orta öğrenimini, devlet yatılı sınavını
kazanarak, Susuz Kâzım Karabekir İlk öğretmen Okulunda
tamamladı.
1961’de Kars Halefoğlu Köyü İlkokulunda öğretmen
olarak göreve başladı. Artık, aile sorunları yanında, yurt
sorunlarıyla da karşı karşıyaydı. 1962’de aynı görevi Kümbetli
köyünde yürütürken, fahri olarak halk eğitimi etkinliklerine
katılmaya; edebiyat ve folklorla da ilgilenmeye başladı.
Halkın değerlerine karşı gittikçe artan bir susuzluk
duyuyordu. Okumaları, çalışmaları, incelemeleri, tartışmaları
çoğalırken çeşitli dergilerde de yazıları çıkıyordu. Bu yıllardaki
çalışmaları arasında, Kars Halkevi yayını olan Karseli
dergisinin çıkarılması da vardı.
1964’te Trabzon Fatih Eğitim Enstitüsü Edebiyat
Bölümü giriş sınavlarını kazandı. Bu okul dönemi yaşantısı
da onun kültürel etkinlik yıllarıydı. Rahmetli Rasim Şimşek
hocamız, Baranseli’nin bu konudaki yeteneğini daha ilk
günlerde fark edince, Mahir’e de kültürel etkinlikler içinde
görevler vermiş, ben Trabzon Erkek Öğretmen Okulu son sınıf
12
öğrencisiyken, kendisiyle tanışmamı özellikle istemişti. Sayın
Ahmet Gürsoy, Sayın Sait Aydemir, Sayın İrfan Yılmaz gibi eşi
bulunmaz öğretmenlerimiz, okul yıllarında, derslerde bizlere
kazandırdıkları yanında, ders dışı kültürel-eğitsel etkinliklerde
de kişiliğimizi gittikçe geliştirme bilinci uyandırdılar.
Mahir Baranseli; 1966’da Kars Merkez Atatürk
Ortaokulu Türkçe öğretmenliğini sürdürürken kentin çeşitli
kültürel etkinliklerine öncülük ediyor, Doktor Budak Demiral’ın
başkanlığını yaptığı Kars Halkevinde üyeliğini oldukça etkin bir
biçimde sürdürüyordu. Ulusal bayramların programlanmasında
ve bu programların halka sunumunda görevler alıyordu.
Rahmetli Yaşar Gürsoy’la birlikte, Batıdaki kentlere
atandığımız halde, Mahir orada diye, biz de Kars’a atanan iki
öğretmen adayı bulup onlarla değişim yaptık. Mahir’e Kars’a
gelmekte olduğumuzu bildirdik. Kaloriferi olmadığından,
büyük bir gaz tenekesi içinde kâğıt ve odun yakılarak ısıtılan
bir otobüsle Erzurum’a vardık. Oradan trenle Kars’a ulaştık.
Mahir bizi bir hayli beklemiş olmalı ki, “ulan inekler, nerde
kaldınız” diyerek gülümsedi. Sarılıp birbirimizi öptük.
Kars Alpaslan Lisesi’ne gittik. Akşamları, yatılı
öğrencilerin okul pansiyonunda nöbet tutmak karşılığında,
pansiyonda yatıp kalkmaya başladık.
Yaşar, bir süre sonra ailesini getirip pansiyondan
ayrılmıştı. Bense yanımda okusunlar diye kardeşlerimden
önce Orhan’ı, bir yıl sonra da rahmetli Birhan’ı çağırıp
pansiyona yerleştirmiştim. Daha sonraları Askeran ailesinin
boş duran bir evine taşındık. Sağ olsun, ablamız Mevlude de
gelip bize yardımcı olmuştu.
Mahir, bu yoğun çalışmaları sürdüre giderken, Kars
Halk Eğitim Başkanlığına atandı. İlk sırada Sadık Müftahi
olmak üzere, İsmail Talınlı ve Yaşar Ören, gibi çok sevdiği
arkadaşları da Kars’taydı. Onlarla tanışınca da kendileriyle
içten arkadaşlıklar kurduk.
13
Kars’a gittiğimiz yıl (1967), Eğitim Enstitüsünde
öğrenciyken Mahir’le sözünü edip tasarladığımız Göze adlı
derginin çıkarılışına koyulduk. Doğal olarak, yazı kadrosunda
da yer aldık. Bu arada, geçici bir süre Kars’ta bulunan, o
zamanların genç, şimdilerin duayen sanatçısı, Eray Canberk
de bize katılmıştı. Canberk o yıllarda İstanbul’a çıkarılan Yeni
Gerçek dergisi çevresindendi. Ta Yelken dergisinden beri
kendisini şair ve yazar olarak biliyorduk. Eşi Fatma Hanım,
Alpaslan Lisesinde kimya öğretmeniydi. Okulun
öğretmenlerinden kimilerinin dergiye abone olmasını
sağlamıştı. Onun aracılığıyla Eray Canberk’le de tanışmıştık.
Attilâ İlhan bu dergi için “Yeni Gerçekçilerin Güz Taaruzu”
başlıklı bir yazı yazmıştı Varlık’ta. Yazık ki o dergi de uzun
ömürlü olmadı.
Bizim Mahir’le Kars’ta çıkardığımız Göze, dört
sayfalıktı. Biz, Candide’in ünlü “bahçemizi ekelim” belgisine
uygun olarak, olduğumuz yeri yeşertmek istiyorduk. Ama
olanaksızlıklar nedeniyle, Göze ancak 11 sayı yaşatılabildi.
Türk Folklor Araştırmaları, Hisar, Karseli, Göze, Kıyı
gibi dergilerde yazıları çıkan Baranseli, 1968’de Halk Eğitim
Başkanlığına atandı. Artık yeni, resmî ama kendine çok uygun
bir göreve başlamıştı.
Bu görevinde de olağanüstü bir çabayla çalışıyordu.
Halk Eğitim Başkanlığının etkinliklerini ilçelerde açtırdığı
merkez müdürlükleriyle genişletmişti. Böylece de halk eğitim
başkanlığını ve merkez müdürlüklerini, Kars merkezinin ve
ilçelerinin güçlü birer eğitim kurumuna dönüştürmüştü.
Başarısı salt Kars sınırlarında değil, ülke çapında da kendini
gösteriyordu. Millî Eğitim Bakanlığı bu başarıyı MEB Tebliğler
Dergisi’nde yayımlanan bir takdirname ile ödüllendirdi.
Ama yaşam bazen de ağır acılar yüklüyordu insanlara.
Bunlardan birini, tertemiz bir insan olan Yaşar Ören’in
Trabzon’da öğrenciyken, bilinmeyen bir nedenle, kendi
arkadaşı tarafından katledilişinde yaşadık. Galiba beraber
14
kaldığı arkadaşı, ağır bir psikopatolojik vakaydı. Mahir,
hiçbirimize haber vermeden, o belâlı kış gününde, Kop ve
Zigana dağlarının geçit vermezliğini bile bile, bir kamyonetle
tek başına yola koyulmuş, arkadaşımızı alıp Kars’a getirmişti.
Bizimse, o Kars’a döndükten sonra haberimiz olmuştu bundan.
Yeni Doğu gazetesini çıkaranlardan Fikri Durgun’dan durumu
öğrenince donakalmıştık. Ne var ki Mahir, arkadaşlık söz
konusu olunca, elinden gelen her türlü özveriye hazır bir
insandı. Trabzon’a ulaşınca cezaevine gidip ilgililere katili
görmek istediğini söylemiş; isteği kabul edilmişti. Ama
görebildiği, yalnızca yere bakan, hiçbir şeyle ilgilenmez
görünen birisiydi.
Yaşar Ören uğurlandıktan bir süre sonra, hayat
normalleşmeye başladı. Her zamanki gibi, kimilerine acı
çektirerek, kimilerine mutluluk bahşederek.
Mahir ve bizler de her insan gibi, bir süre sonra Yaşar
olmadan ama acısıyla hayata alışmaya çalıştık. İster istemez,
günlük yaşama dönülmüştü. Mahir de şiirler, yazılar hatta
romanlar yazmayı, bunları süreli yayınlarda yayımlatmayı
kesintisiz denebilecek bir süreklilikte sürdürme çabasındaydı.
1970’te kızı Ebru Selcan doğdu. Bu, Baranseli’ye
inanılmaz bir coşku ve mutluluk kazandırdı.
Çok başarılı bir halk eğitim başkanlığını, folklor ve
halk edebiyatı araştırmacılığını, sanat ve düşünce alanındaki
çeşitli çalışmalarını yorgunluk nedir bilmeden, yılmadan
sürdürürken, 15 Ocak 1974 gününe hazırlanan bir gecede
geçirdiği kaza, onu yaşamdan koparıp aldı.
Ama o; yokluğunun verdiği acıya karşın, kızı Ebru
Selcan, kaza gecesi doğan oğlu Kafkas, ailesi, dostları,
arkadaşları, Kars’a ve ülkeye yaptığı hizmetleri, ortaya
koyduğu yapıtlarıyla, sürekli aramızda kaldı.
15
YAPITLARI
Zerger Mahir Baranseli; basılmış kitaplarının yanı sıra
başka birçok ürün vermiştir. Bunlar, gazete ve dergi
sayfalarında kalmış fıkra-makale türü yazılar; şiir, roman,
araştırma ve derleme gibi değişik alanlarda yaptığı
çalışmalardır. Örneğin Ankara’nın Taşına Bak adlı toplumsal
yergisi, Kars Mânileri, Kars’ta Halk Türküleri/Nanaylar, Kars’ta
Deyimler ve Atasözleri, Kars’ta Karagöz, Kars’ta Mahallî
Gelenek-görenekler, Kars’ta Halk Edebiyatı ve Kars’ta Halk
Ozanları gibi derleme ve incelemeleri; Beşinci Çakal Yokuşu
adlı, çocukluk yılları yaşantılarıyla ilgili gözlem ve
izlenimlerine dayanılarak oluşturulmuş ve Yeşil Göle
gazetesinde tefrika edilmeye başlanan romanı (tefrikanın
tamamlanıp tamamlanmadığını bilmiyorum; çünkü o sıralarda
Kars’tan ayrılmıştım); ayrıca, Kaça kaç adlı bir başka roman
denemesi, yapıt adı olarak kayda geçirilmiş bilgilerdir. Kaça
kaç adlı kitabın da yalnızca adını biliyorum.
Şiirleri ve yayımlanmış kimi ürünleri dışında,
kalanların hiçbirine ben ulaşamadım. Ondan bende kalan biri
bloknot ikisi defter, kendi el yazması üç kaynağın içindeki
şiirleri Kıyı dergisinde yayımlattım. Kıyı’nın bu şiirlerin yer
aldığı sayılarının Baranseli ailesine ulaştığını, yayın
yönetmenimiz ve rahmetli ağabeyimiz, sevgili Ahmet Selim
Teymur’a Mahir’in eşi Nejlâ’nın yazdığı teşekkür mektubundan
anımsayabiliyorum. Yıllar sonra da şiirlerin fotokopilerini alarak
asıllarını –bunlar onlarda kalmalı, düşüncesiyle- ailesine
postaladım.
Mahir Baranseli, yazdığı yapıtların ancak birkaçını
sağlığında yayımlayabilmiştir. Bunlar; Aşk ve Kurt adlı ilk şiir
kitabı, Kağızmanlı Recep Hıfzı adlı halk edebiyatı incelemesi,
16
Doğunun Kurtarıcısı Kâzım Karabekir adlı tarihsel metin,
Günlere Şiirler adlı antoloji çalışması olmak üzere dört kitaptır.
Aşk ve Kurt; şairin çocukluk, öksüzlük, yoksunluk, aile
sevgisi, baba özlemi, Tanrı gazabı… türünden duygularla
oluşturulmuş ilk şiirlerini toplayan bir kitaptır. Yapıt 1964’te
Kars’ta kendisi tarafından yayımlanmıştır.
Kağızmanlı Hıfzı; ünlü halk şairi Hıfzı’nın yaşamı ve
yapıtları üstüne yazılmış ilk ve aranılan kaynak yapıtlardandır.
Bu yapıtını da Kars’ta kendisi bastırmıştır.
Doğunun Kurtarıcısı Kâzım Karabekir; Karabekir
Paşa’nın yaşamı, kişiliği üstüne Baranseli’nin verdiği bilgileri,
paşaya ait iki şiiri, paşa için yazılmış bir şiiri ve paşayla ilgili
konuşmaları kapsayan bir kitaptır.
Günlere Şiirler; Baranseli’nin meslek yaşantısı
boyunca, belirli anma günleri ve haftaları için pek çok şair
tarafından yazılmış binlerce şiirden, ayıklayarak oluşturduğu
bir antolojidir. Bu antoloji, hem öğretmenlerin hem öğrencilerin
yararlanabilecekleri seçkin bir kaynaktır. Kitap 1970’te
Ankara’da basılmıştır. MEB Tebliğler Dergisi, bu kitabın orta
dereceli okullarda kaynak olarak kullanılmasını, önermiştir.
Anılan bu çalışmalar yanında, onun, gün ışığına çıkarılması ve
üzerinde durulması gereken çok sayıda şiiri de vardır.
17
ŞİİRLERİ
Baranseli bizlere, gençlik yıllarında yayımlanmış Aşk
ve Kurt adlı ilk yapıtındaki ürünler dışında, oylumlu bir kitap
oluşturabilecek başka şiirler de bıraktı. Bunlar, özgür koşuk
biçiminde kaleme alınmış şiirler ve rubaî geleneğinin devamı
sayılabilecek ama ölçü (vezin) kalıplarına bağlanılmadan
oluşturulmuş dörtlüklerdir. Bu şiirlerin büyük bir bölümü,
dostumuz Sadık Müftahi’nin özverisi ve kızı Ebru Selcan
Baranseli’nin ince beğenili tasarımıyla, Şiirler başlığı altında,
2018’de bir kitapta toplanmıştır.
Mahir Baranseli, yaşamın sıradan, günlük ilişkilerinde
bile, şiirle yaşayan bir insandı. Hatta karşılaştığı yaşantısal
durumlara-kendi yazdıkları bir yana- belleğindeki şiirlerle de
karşılıklar bulurdu. Şiirle yaşaması, aynı zamanda, kendisinin
de şiir yaratma serüveni içinde olması demekti. Ama Mahir;
bilge dost, Arap ve Fars dilleri uzmanı rahmetli Dr. Faris
İbrahim Hariri’nin kimi duyarlı insanlar için söylediği; “şiir
yazmamış olsa dahi şair” denebilecek çok duyarlı bir insandı.
Her sanat yapıtında olduğu gibi şiirde de, anlatılan,
onun özündeki patetik (duyarlı ve dokunaklı) maya ile içeriğe
dönüşür. Yani genel olarak sanat yapıtlarında olduğu gibi
şiirde de üzerinde durulan sorun, sezdirilmeye çalışılan
duygusal yaşantı ya da şairi vazgeçilmez biçimde içten
zorlayan devindirici herhangi bir güce, “konu” ya da “tema” …
diye adlandırılan öğelere, şiirin içeriği denemez. Bir sanat
yapıtında -doğal olarak şiirde de- içerik; konu ya da tema
(durum, olay, duygu, düşünce…) türünden hammaddelerin
şiirin - ve bütün sanatsal yaratı ürünlerinin- biçimsel öğelerinde
18
özel bir anlamsal evren olarak kendini gösteren yeni ve
patetik niteliğidir.
Mahir Baranseli’nin şiirlerinde, şairin kendine özgü
duyarlı yaşantısından kaynaklanan güçlü bir patetizm vardır.
Bunu anlamak için, onun herhangi bir şiirine göz atmak
yeterlidir. Örneğin “Sazsız” mahlâsı (takma adı)yla yazdığı ve
yakın dostumuz Sadık Müftahi’ye ironik bir dille adadığı
aşağıdaki dörtlükte bu dokunaklı hava görülebilir:
-Vefasız dost Sadık’a-
Gözden ırağın dost gönülden ıraklığıdır âhımız
Bilirdin Tanrı değil bizim dostluktur penahımız
Sen ki şu ifrit dünyayı tanıdın söyle ey dost
Yoksa dünyada bulunmak ve dostluk mudur günahımız1
Bu dörtlükte onun rubaî geleneğine -ölçü hariç- bağlı
bir tutum içinde olduğu görülmektedir ve şair bunu bilinçli
olarak yeğlemiştir. Çünkü Baranseli, geleneği - hem divan hem
halk şiiri geleneklerini- kimi zaman belirgin karakterleriyle
kullanarak, kimi zaman da alıntılayarak şiirinde işlevli duruma
getirmeyi severdi.
Bu bağlamda, şiirlerinden kimilerinin başına
mânilerden epigraflar yerleştirdiği görülür. Örneğin “Sonsuz Bir
Ağıda Ek” adlı şiirinin başına yerel söylenişiyle Kars
yöresinden
Derde kerem
Garg olup derde Kerem
Goşmuşam gam kotanı
Derd üste dert ekerem2
mânisini alıntılamıştır.
Bu türden alıntılamaları bile o, farklı biçimde
yapabilirdi. Sözgelimi “Ilık Deniz” adlı şiirinde, onun bir
Trabzon yöresi mânisini böldüğü ve yarısını metnin içine,
19
yarısını sonuna koyduğu görülüyor. Şairin amacı, bu
uygulama biçimini, şiirin içeriğini dile getiren diğer anlatım
öğeleriyle bütünleştirmektir:
En güzel gözlerimizi
Bırakıp geldik o sahilde
Kayalardan gecelerin böğrüne
Çıngıldayıp uçtu bir çığlık
Ve herkes uyandı
Ve çıkıp geldik
“Çamdan geçtim pelite
Kız perilerin yite”
Ay deniz ve toprak
Tuttular hasreti koşarak
Bir Havva tasviri içinde
Gidiyordun, gözlerin ellerimdeydi
Hep o şarkıyı söylermiş
O şehir kudurarak
“Gerekli olduğu için sevdiler
Çektim bir ah gibi bakiremi”
Ay deniz ve toprak
Örer bir hasreti ağlayarak
“Annen seni vermiyor
Benim gibi yiğite” 3
Burada şairin, dizeleri tırnak içinde verilen, çok sevdiği
bir kentin yöresinden seçtiği mâniyi bölerek şiire yerleştirmesi,
ayrılık ve kavuşamama duygularını bütünleyip pekiştiren bir
biçimsel deneme uygulamasıdır.
Aynı zamanda bir halk edebiyatı araştırmacısı olan
şair, halk kültürünü büyük bir kaynak olarak görüyor ve
sanatında da bundan yararlanmak gerektiğini düşünüyordu.
20
Bu yararlanma düşüncesi, uyak düzeni, ölçü gibi alışılmış
kalıplara ve ritmik düzenlere dönme eğilimi ile değil;
duygu/duyarlık yaşantıları, evrensel bakış açıları, şiirsel
yapılandırmanın çeşitlendirilmesi ve Türkçenin kullanım
olanaklarıyla ilgiliydi. Şairin bu tür uygulamaları, geleneğe
körü körüne bağlı olmadığını, onu çağdaş şiirin bir öğesi
durumuna getirerek kullandığını da ortaya koyuyordu.
Bu anlayışa bağlı olarak Baranseli, şiirin lirik
niteliklerle varlık bulmasını önemsiyordu. Çünkü lirizm, şiirde
şiirselliği sağlayan, dokunaklılığı güçlendiren başlıca
niteliklerden biri; ayrıca da içtenliğin ve içten gelen coşkunun
bir sonucuydu. Mahir Baranseli’nin başka şiirlerini okuyanlar,
bu şiirlerde de burada sözü edilen nitelikleri görebilirler.
Ne var ki şairin dörtlüklerinden uzun ve soluklu
şiirlerine kadar yazdığı kimi ürünlerde, birtakım didaktik
öğelere yer verdiği de görülür. Bunlar da çoğu kez,
alımlayıcının duygu ve düşünce dünyasını sarsıcı ayrıntılar
ve bu bağlamda şiirselliğe katkı sağlayan öğelerdir. Örneğin
“Sonsuz Bir Ağıda Ek” adlı şiirinin sonunda böyle bir didaktik
ayrıntı gözleniyor:
Gurbet türküleri aslında
Dünyanın bir bölümüne sahip çıkanındır
Çizgiler benim
Eğil
Avuçlarıma bak4
parçasında ilk iki dize, bir bakıma öğretici karakter taşır. Şair
kendi bakış açısıyla, gurbet türkülerinin kimlere ait olduğunu
anlatan bir bildirimde bulunuyor. Ayrıca, seslendiği kimseden
ise, avuçlarındaki çizgileri bir falcı gibi okumasını istemekte,
belki de seslendiğinin orada bir aşkı okuyacağını sezdirme
dileğindedir. Bu anlamsal bütünlük içinde, ilk iki dizedeki
bildirim, hem özel bir bakış açısı taşıdığından hem sonraki üç
21
dizenin anlamsal hazırlığını oluşturduğundan, bu öğretici
niteliğiyle dahi bir imge değeri de kazanmaktadır.
Şairin uzun, soluklu şiirlerinde bile, içeriği sıkı
dokumalar altından sezdiren bir tutumu var. Bu bakış, onun
şiire derinden duyduğu sevgiyi hatta saygıyı da ortaya koyar.
Yazık ki bu sevgi ve saygıyla yazmaya başladığı şiirlerinin
yolu, çok erken kesildi.
22
ŞİİRLERİNDE İMGE
Yalın anlatımla oluşturulmuş bu şiirlerde imgeler; özel
bakış açılarında, çeşitli duygusal yaşantı durumlarının dile
getirilişinde, süsten arındırılmış görüntülemelerde, karşıtlayıcı
ve tersinlemeli dilsel kullanımlarda… şiirin içeriksel evreninin
sezdirilip yaşatılmasına yarayan, zorlamasız öğeler olarak
ortaya çıkar.
Bir şiirde imgeler; şiirsel içeriğin dokusunu oluşturan
görüntülemelerde; bunlar içinde yer alan benzetmeler,
alegoriler, simgesel öğeler, özgün bakış açısı olan düşünsel
ayrıntılarda kendilerini gösterir.
Şiirde, düzyazıdaki gibi bir üslup aramak doğru
değildir. Bu bağlamda, üsluptaki akıcılığa dayanmak,
alışılmış söz sanatlarına başvurmak, klâsik biçim kalıplarını
kullanmak, kısacası düzyazıyla ilgili pek çok niteliksel öğe, şiir
için genelde geçersizdir. Çünkü şiirde sözcükler, Jean Paul
Sartre’ın bu konuda söylediklerinden5 de yararlanılarak
denebilir ki, içeriği gösteren (duyumsatan, sezdiren) yoğun bir
derişmeyle hatta kendileri olmaktan bile çıkarak bir arada
bulunurlar. Yani bir şiirin yaratılış serüveninde sözcükler, itişe
kakışa kendilerine yer bulur. Bu sırada kimileri ayıklanır,
kimileri de şiirin ayrılmaz bir öğesi olur. Şiirin dili de imgesel
niteliklerin bu derişim çabasından doğar. Yani imge
betimleyici bir süs değil, anlamı sezdiren ya da duyumsatan
etkileyici, çarpıcı bir dilsel yaratıcılıktır. Niteleyen (renk,
biçim…) sözcükleriyle de, düşünsel ama şairine özgü bakış
açılarıyla da oluşabilir.
Şiirle düzyazı ya da didaktik, basit bir koşuk
arasındaki en temel ayrılık da bu noktadan başlar. Düzyazı ve
didaktik koşuk dendiğinde ilk akla gelen ayrım, şiirde
23
sözcüklerin “derişik”, ötekilerde “seyreltik” bir biçimde
kullanılmasıdır. Bir şiirin değeri; kullandığı sözcüklerin sessel
ve içeriksel uyumluluğu kadar, bir düzyazıda ya da basit
koşuklarda kullanılabilecek kimi sözcüklerin içeriksel iletiyi
bozmadan kullanımdan çıkarılması ve imgeleri içeriği imleten
(belirten ya da sezdiren) yoğun anlatımlı çarpıcılığıyla ölçülür.
Yani şiir kullandığı sözcükler kadar kullanmadığı sözcüklerle
de ortaya çıkar. Baranseli de bunun bilincindedir kuşkusuz.
O; divan ve halk şiirini, günümüz Türk şiirini, hatta
çeviri şiirleri bile, dikkatle okuyan bir araştırmacıydı. Bu
bağlamda yazdığı şiirlerin kimilerini bekletir ve üstlerinde
çalışırdı. Ama her şair gibi bir çırpıda yazıp ortaya çıkardığı
güzel şiirleri de vardır.
Baranseli, şiirlerinde imgeyi, yalın anlatımlı
görüntülemelerde, kendine özgü bakış açılarında, kimi kez de
alışılmış söz sanatlarında, ortaya koyardı. İmge onun şiirinde,
bir süs olarak değil, içeriği duyumsatan çarpıcı bir öğedir.
Örneğin, aşağıdaki dörtlük, yalın anlatımlı bir görüntüleme
imgesidir:
Kız gözlerini ve saçlarını
Yavaş yavaş ve sırayla aynaya yerleştirdi
Ellerini döşünden beline gezdirdi istekle
Dudaklarını yaladı, öpülmeye hazırdı.6
Şu iki dizede ise imge, şairin bakış açısıyla
oluşmaktadır:
Gurbet türküleri aslında
Dünyanın bir bölümüne sahip çıkanındır7
Aşağıdaki dizelerde “zebaniler” sözcüğüyle ortaya
konan eğretilemeyi, süsleme etkisi bırakmayacak biçimde
kullandığı görülüyor:
24
Bir gün zebaniler oturmuştu hatırlıyor musun
Korkmuştum, kaçamazdım, ne yapmalıydım8
Kimi zaman da günlük bir yaşam içinde, yıllar sonra
ise, o şarabı ve içildiği yeri bilenlerde “anıştırma” olarak
alımlanacak ayrıntılara yer verir:
Açılsın kanlı güller gibi şaraplar elde
Gönülde günahıyla otursun sâkî
Sazsız bir adın geçse Yeşil’de
Ölsem de Akşam’ın kalacak bâkî 9
Bu dörtlükteki “Yeşil”, Trabzon Meydan Parkı
karşısındaki kafa çekerek söyleştiğimiz “Yeşilyurt”
restoranıdır. “Akşam” ise, o yıllarda Trabzon’da çok satılan ve
tadına tutkun olduğumuz bir şarabın adı.
Yeşilyurt’ta içmek, “Akşam” adlı şarabı orada ya da bir
başka yerde yudumlamak, önemli alışkanlıklarımızdan biriydi.
Artık üçü de aramızda olmayan Mahir Baranseli, Ali
Yahyaoğlu, Yaşar Gürsoy; anılarda bana, bu şarabı da
anımsatıyorlar. Her biri bir başka uzaklıkta yaşayan pek çok
sevgili arkadaşım, bu dörtlüğü okurlarsa, kim bilir neler neler
anımsayacaklardır!
Dörtlükte “kanlı gül” sözündeki eğretileme, “şarabın
kanlı güller gibi açılması“ sözünde benzetme, “sâkînin
gönülde günahıyla oturması “ sözünde tersinleme, “Yeşil” ve
“Akşam” sözcüklerinde yer alan anıştırma ve aktarım
sanatlarında, anlatımı süsleme amacı olduğu söylenemez.
Şöyle de denebilir: O, bunları şiirde yapay bir süsleme
yaratmak için kullanmaz. Aksine bunlar, burada kullanılışları
bağlamında, doğal bir dille ortaya konmuş anlatım öğeleridir.
Kısacası, Mahir Baranseli, imgeyi süste değil, yalın
anlatımlarla dile yüklediği yoğunluklarda ortaya koyan bir
25
sanatçıdır.
Biçimsel yönden bakıldığında, onun, rubaî geleneğine
çağdaş bir içerik yükleme eğilimiyle yaklaştığı da söylenebilir.
Hatta bu alanda yaptıklarına, gerek ölçü gerekse içerik
yönünden, rubaî yerine dörtlük demek daha uygundur.
Zaten o, genelde, geleneksel biçimlerle fazlasıyla
ilgilenir. Bu, onun hem araştırmacılığına hem de geleneksel
biçimlere çağdaş bir içerik kazandırma çabasına bağlıdır.
Yani, Baranseli, içeriğin ortaya konmasında işlevi olan eski
biçimsel denemelere de açık bir şairdir. Ama şiirin içeriksel
doğasına uygun görünmeyen zorlamalara başvurmaz.
26
ŞİİRLERİNDE BİÇİMSEL ÖZELLİKLER
Baranseli’nin yaşamının ve yaratma serüveninin çok
erken sonlanması, şairliğinin geleceğini de etkiledi kuşkusuz.
Onun dörtlüklerinden uzun soluklu olanlarına kadar, çeşitli
şiirlerinin gözlenmesinden, çok değişik biçim denemelerine
girebileceği anlaşılmaktadır.
Hatta “deneyci şair” görüntüsü verebilecek ölçüde yaratılarını
çeşitlendirebilme olasılığının çok yüksek olduğu da öne
sürülebilir.
Ama artık bu konuda söylenecekler, ancak tahminî
düzlemde bir anlam taşır. Şu da var ki onun özünde, böyle bir
gizilgüç (potansiyel) taşıdığı gerçeği de bize bıraktığı çeşitli
şiirlerinden ve tanıklıklarımızda anımsanagelen ama tümü
elimizde bulunmayan kimi çalışmalarından anlaşılmaktadır.
Örneğin yayımlanmış olan “Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi”10 “
Hikâye”11 “Göz ll”12, “Yedinci Durağın Kadını”13, “Vatandaş
Mahmut”14 gibi şiirler, şairin çeşitli denemelere eğilimli
olduğunu ortaya koyan örneklerdendir.
Klâsik uyak örgüsüyle yazdığı dörtlükleri de dahil,
onun şiirlerinde , birçok zaman bir iç-ses bulunduğu
görülüyor. Öreğin o; “Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi”nden
alınan:
Şu köşedeki tek katlı evde
Bir kadın çatır çatır çatlıyordu15
dizelerinde, anlatımda sözün gelişi ve içerik ile bağıntılı olarak,
/e/ ve /a/ ünlüleriyle asonansa, /ç/ ünsüzüyle aliterasyona
başvurmuştur. Yani, özgür koşuk biçiminde yazdığı şiirlerde,
iç-ses uyumlarından da yararlandığı olur.
27
Anılan bu sessel düzen bağlamında döner uyak
(redif)lar da kullanabilir:
Almadık felekten murat, sevdik ya yeter Cici Can
Bülbülün şarkısı gamdır, olursa öter Cici Can
Zaten beter dünyamızda bin beter olduk
Gün gelir Sazsız ölür acısı biter Cici Can 16
dörtlüğünde (üçüncü dize sonundaki “beter” sözcüğünden
sonra gelen sesler hariç) diğer dizelerin sonundaki (yet-er, öt-
er, bit-er) örneklerindeki /e/ve /r/ sesleri, aynı görevli eki
oluşturduklarından, aynı anlamla yinelenen “cici can” sözüyle
redife katılır. Bunlardan önceki /t/ ünsüzü ise dörtlüğün
uyaklarını oluşturur.
Baranseli, klâsik koşuk biçimlerini (nazım şekillerini)
şiir başlığı yaparken bile, bu koşuk biçimlerine ait ana kuralları
önemsemeden ama içeriksel öğeleri o koşuk biçimine uygun
şiirler de yazabilirdi. Şairin kitaptaki “Gazel”17 adlı çarpıcı şiiri,
buna örnek gösterilebilir.
Kısacası Mahir Baranseli, alıntılamalardan biçim ve
seslere kadar, kullandığı her öğeyi, şiirin içeriğiyle geçişimli
(yani içeriğin biçim, biçimin içerik olarak görünebileceği) öğeler
olarak ortaya koyma çabasında bir şairdir. Ama klâsik biçimleri
kullanmış bütün şairlerde, bunun daha çok ses ve ritim
öğeleriyle sağlanmaya çalışıldığı, burada hatırlanmalıdır.
Baranseli’nin klâsik formdaki şiirleri okunurken bu gerçekliğin
bilinmesi, örneğin yukarıdaki dörtlüğün de buna göre inşat
edilmesi (uzokumayla, yani estetik bir sesletmeyle okunması)
gerekir.
Baranseli’nin ürünleri, dostumuz sevgili Sadık
Müftahi’nin özverili çabaları, kızımız sevgili Ebru Selcan
Baranseli’nin ince beğenili, çarpıcı tasarımı ile Şiirler18 adlı bir
kitapta toplanıp yayımlanmıştır. Yapıtın baş sayfalarında,
çocukları Ebru Selcan ve Kafkas Baranseli’nin; dostları Sadık
28
Müftahi, İsmail Talınlı ve Raif Özben’in şairle ilgili yazılarına da
yer verilmiştir.
29
Z. MAHİR BARANSELİ’YLE İLGİLİ TANIKLIKLARIM
30
31
MERHABA MAHİR
BİN YILLIK MİHAİL MERHABA
Bana sessizliği bağışlayan ölümsüz bir dosta
Sysiphe’i (Sysiphos’u) hatırla. Tanrıların gizini açığa
vurdu diye cezalandırıldı hani. Büyük bir kayayı hep bir dağın
tepesine çıkarır, taş yeniden aşağı yuvarlanır ve Sysiphos taşı
yukarı çıkarıp orada durdurdukça mutlu olacağına inanır. Ve
sürüp gider bu çaba. Tanrılar onu sonsuza dek bu cezaya
çarptırmıştır çünkü.
Seninle çok konuştuğumuz Camus; bu “uyumsuz
oyun” içindeki insanı, anlamsız, saçma bir dünya içinde gene
de intihara “Hayır!” çeken insanı anlatırken, hepimizi ne güzel
veriyormuş değil mi?
Biz de çoğu zaman böyle avunmadık mı? Sysiphos
taştan da onu cezalandıranlardan da daha anlamlıdır demedik
mi? Çoğu zaman sınırlarına dayanamadığımız, onları
yıkmak istediğimiz bir dünya içinde olduğumuzu
duyumsadığımızdan, hatırlar mısın, bütün ayrılıklarımızı bir
yana itip bir araya gelirdik. Bu dünyada, nerede bir insan ve
onuna ilgili bir şey görsek, ona koşardık.
Ve çoğu zaman kimseyle el ele verememek, ne
kadar acı oluyordu. O duygusal anları, şiirleri, şarkıları ve
hiçbir zaman uyuşukluk düzlemine inmeyen o kendinden
geçmeleri bizlere bırakıp gittin.
Biliyorum, gene beni anlamayacaklar. Sen de her
fırsatta bunu söylerdin insanlara. Şimdi senin yerine ben
söylüyorum. İçinde acı çektiğimiz bu günlerde, dostluğunun
bana (benim duyumsadıklarımı duyumsayan herkese)
bağışladığı bir güçle yine o Malraux duyarlığı yakaladı beni.
32
Ne diyordu onun ölmek üzere olan başkişisi Perken! İşte, ben
de ona benzer biçimde ama sessizlik içinde ölüme kafa
tutuyorum galiba. “Ölüm yok” diyorum, bizi bırakmış olan
Mahir var ancak.”
Seni kaybettiğimiz haberi, Kemal’le - hani bizim Kemal
Güngören’le- bir akşam yemeğine oturmamızı bile zehir etti
bize. Üzüntümüzün fotoğrafını bir şipşakçı önümüze bıraktı.
Bu, pisliğini zaman zaman ve türlü biçimlerde
yüreğimize dayatan bir dünyaydı.
Bütün boğuntuları o eşsiz gülüşünle karşılayabilirdin
sen. Ama şimdi biz, aynı şeyi biraz zor yapacağız. Yapacağız
Mahir.
Sen karlı dağlar fasıllarındaki duyarlığı iyi bildiğin için,
en yakın yoldan halkınla ilişkilere yöneldin. Bunu ne çok
tartışırdık seninle ve ne iyi anlardık birbirimizi. Ve ne çok mutlu
olmaya çalışırdık. Ama kaya hep dibe yuvarlanırdı.
Gene de dünyaya, hayata, başkaları için yaşamak
zorunluluğunu duydukça anlamı daha bir insancıllaşan
dünyaya “saçma” diyemiyorum. Baksana, o kadar tez geri
geldin ki… Bir türkü, bir şiir, bir söz, bir tartışma, bir kavga, bir
dost… derken hep seninle karşılaşıyorum.
Oysa Kars’ta seni bulamayacağım diye korkunç şeyler
yaşadım yollarda.
Herkes hizmetlerini söyleyip yazıyor. Gene tersliğim
tuttu Mahirciğim. Onlar bunları yazıp söylemek zorundadırlar.
Onların yaptığını yapmayacağım. Ben dostluğunu
söyleyeceğim senin, diyorum. Çünkü sen becerilerini,
yeteneklerini, olanaklarını ve olanaksızlıklarını “insan”la
birleştirmesini bilen, az rastlanır biriydin. Ben bunu
yapabilenlerle çok az karşılaştım.
Dostluğumuzun temeli de senin bu insanca niteliklerin
değil miydi? Galiba yazacak durumda değilim. Zaten sen
benim yazmadıklarımı en iyi anlayanlardan belki de ilkisin
Mahir.
33
Dünyayı, politikayı, ölümü durduran bin yıllık dost ,
merhaba!
Biz dünyanın kalleş gizini açığa vurdukça, İstrati’nin
Mihail’i kalacak ve acı çekip duracağız değil mi? 19
34
BİRKAÇ GECE SÖZÜ
Her şey bıraktığı gibi kalmayacak kuşkusuz.
“Öldüğümüze göre hayata inanmak mı gerekir, inanmamak
mı?” diye sorsaydınız, gözlerini umuda dönüştüren bir ışıkla ve
o davudî, devinen sesiyle “İnanmak!” der keser atardı. Öyleydi
işte. Anlayın diye size çok şey bırakırdı.
Sevdiklerimizle konuşurken, bazen sözü keseriz.
Karşımızdakinin tamamlamasına bırakırız. Yaşamında böylesi
bir tavır geliştirmeyen insan, yalnız bile kalamaz. Yüreksizdir,
yiğitlikten bir iz aramayın böyle birinde. Kimseyi sevemez o
insan, kimseyle bir savaşa katılamaz yürekten. Bütün
hokkabazlıkları biçimsel olan, başkalarına bir şeyler
veremeyen bu insanın bayağı varlık koşulu, çıkarcılığıyla
belirlenir.
Ama Mahir keser atardı. Sözleriniz bitmeden,
“anlıyorum” derdi. Bir şeyi hemen yakalamış gibi, “evet,
anlıyorum” derdi.
İnsan ona, bitmemiş şiirlerini, tamamlanmamış
yazılarını, kendisini coşturan derin gizlerini kendisiymiş gibi,
söyleyebilirdi.
Tanıdığınız birini soyutlamalar içinde idealize etmek
kolaydır. Oysa herkesin kendisine göre birini anlatmaya
çalışması, anlatacağı insana haksızlık etmeğe başlaması gibi
gelmiştir bana hep. Çünkü anlatacağınız insan, böyle bir
durumda, “nerde benim etim kemiğim, dimağımla seçtiğim
yaşama biçimi” diye karşınıza dikilebilir, sizi göklerde
uçurduğunuz insana karşı bir kez daha hesaplaşmaya
çağırabilir.
Ve Mahir için eğer bir şeyler yazabiliyorsanız,
içinizdeki diyalogların sizi sürekli olarak hırpaladığını kabul
35
etmek zorundasınız. En azından onunla neler yaşadığınızı
isteyecektir sizden. Saptayıcı plânda da kalsanız, Mahir
oralarda bile kendisini belli edecektir insanlara.
Kimi zaman masalarda oturur, ceplerimizden defterler
çıkarır, ayrı duyarlık dünyalarına doğru çeker giderdik. Ve
oralardan geri dönmeden, birbirimize “beni dinlesene be”
gibilerden çıkışmazdık.
Sonra yazdıklarımızı kimi kez birbirimize okur, kimi kez
de okumadan yırtar atardık.
Mahir, silahsızlanmaya geçmiş durgun dünyalarda
bile, benim paradoksallığım olacağını söyler, bu durumumdan
yakınır, bana kızardı. Sonra da “gadaşım be, başka türlüsünün
olması da imkânsız galiba” derdi. Çünkü aslında dünya durgun
değildi. “Değer” sanılanlarda bile yanılmak söz konusuydu.
Kötümserliği dünyamıza sokmaz, iyimserliğiyse,
birçok zaman benimsemezdik. Yaşamak iyimserlikten çok
önemli, çok büyüktü. Biz bu düşünceyi geliştirmeliydik. Belki
birbirimize hiç sözünü etmediğimiz hâlde, öylesi oldu.
Apayrı yerlerde aynı şeylerin yaşandığı çok
görülmüştür. Ama her görüleni herkes yaşamıyordu. Bu
sözlerin sonunu, soru biçimine sokardı Mahir: Acaba eksik
olan tek şey bu muydu? Olduğu gibi kabullenmeyi kendisine
yediremediği şu dünyada, hayat onun için biçimlendirilmesi
güç bir şiir gibiydi.
Bir açıkoturum dönüşü, Güngören Otelinin kafesinde
oturmuştuk. Masanın üzerine içinde notlarım olan bir defteri
bırakmıştım. “Ne var ne yok şunda. Bir bakalım” diyerek
defterin sayfalarını çeviriyordu . Karıştırırken, bir ara: ”gadaşım
yahu” demişti, ne güzel şiir bu böyle” Başka şeylere dalmıştım.
“Ne” dedim, “hangi şiir?” Sonunu okudu şiirin:
farz edin ki birimiz en az gece öldürebilir
bu sizin yüreğinizse bizim ölmediğimiz
36
“Ha, Issız Tegazzül” dedim onun adı, daha
tamamlanmadı, kusurları çok.
“Gadaşım yahu” dedi yeniden ve çok duygulu bir
sesle. Sonra sustu. Bira içti. Sigara çekti.
Bir gazelleme gibi duruyorduk hayatın bir yerinde.
Kavgaları, dostlukları bırakıp gidenlerden söz ettik. O
işlenmemiş şiiri nerelere kadar yorumlamış olabileceğini şimdi
daha iyi sezer gibiyim.
Biz her zaman çoğalmaya sığmayan, kimi zaman
aradan çekilen insanlardık demek ki.
Aylardır, çok sevdiğimiz bir arkadaşın ölümü gelip
yakalıyordu onu. Hiç kış günü çok sevdiğin bir insanın
tabutunu Trabzon’dan taksiye koyup Kars’a getirmenin acısını
ve olağandışılığını düşünebiliyor musun?” diye sorardı.
Buraya eklenen “olağandışılık” Mahir’i bilmeyenlere
uzak bir sözdür. İşte tam bu son cümledeki “olağandışılık”
sözcüğü gibi bir şeyler bulur, acılardan sapmaya başlardık.
Birçok zaman böyle olurdu bu.
Kurtarıcılığına kaderlenip kalmadığı sanat, insanın bin
bir durumuyla çoğaldığı bu yerlerde, onun için yine de
vazgeçilmez bir güç oluyordu.
Birkaç yıl önce, kırtasiyecilikten usandığını belli eden
bir çalışma saati bitiminde, “Ah!..” dedi, “Şimdi fasıllar
çalsa!…”
Başını arkaya yasladı. Konuşmuyordu.
“Mahir” dedim, “ akşama gidelim, bir arkadaşta epeyce
fasıl plâk var.”
Birden dirildi. Gözleri ağzı, yüzü, elleri… bütünüyle
güldü.
“Deme be!” dedi.
“Evet” dedim.
Nelerin olduğunu sordu. Rast, mâhur, nişâbürek
kürdilihicazkâr, uşşak, hüseyni… deyip bir sürü fasıl saydım.
37
“Ulan kırk yılda bir işe yaradın” deyip takıldı bana.
Toparlanmamı, gitmekte olduğumuzu, önce eve uğrayıp sonra
beni bulacağını söyledi.
Ve o gece uzun süre fasıl dinledik.
Şaşılacak şey. Bir süredir bağlarımız zayıflamış,
kopmuş gibiydi. Çünkü çok çalışıyordu, ilçeden ilçeye
koşuşturup duruyordu. Böyle sandığımız halde, dünyalara
değişilmez bir içtenlikle karşı karşıya oturuyorduk. İnsanı
özünden uzaklaştıran kimi zorunlu ilişkiler için lânetli, küfürlü
sözler kullandık bir ara.
“Önemli değil” dedim.
“Bizim için olmuyormuş demek ki.” dedi.
Toplumun çoğu kez bir bağışı gibi gözüken bu
ilişkilerin kırılıp geçileceğini, bıraktığımız yerden daha iyi
başlama olasılığını konuşmaya başladık. Yüz yüze bakıp
gülerken gelişiyorduk belki de.
Sonra Attilâ İlhan’ın yeni yayımlanmış, Yasak
Sevişmek adlı kitabına geçtik. Gelenekten yararlanma
konusunda sanatçılarımızın tutumundan söz ettik. Coşkuyla
yayımına başlayıp yürütemediğimiz Göze adlı dergiyi
konuştuk. Belki yanlışlarımız varsa onları düzeltebilecek,
eksiklerimizi tamamlayabilecek başka çok şey öğrenebilecek,
çok şey söyleyebilecek kadar zaman geçmişti aradan. Sanatın
Türkçesi adına neler neler söylemeye hazırlamıştık kendimizi.
Bu arada küçük Ebru Selcan, yanımıza bir gelip bir
gidiyor, onunla ilgilenmemizi istiyordu. İstediği de oluyordu
zorunlu olarak. Bu gidip gelmelere karşın, diyaloglarımız da
sürüp gidiyordu. Bir süre sonra Ebru da artık gelmez oldu.
Büyük bir olasılıkla bizi rahatsız edebilir düşüncesiyle bir
direktif almıştı annelerden. Çünkü anne de babaanne de
çocukcağızı geleneksel aile görgüsüne bağlı olarak eğitme
eğilimindeydiler. Bizim söyleşimizse, Kars –Trabzon
uzaklığının etkisiyle süregidiyordu.
38
Derken bir hicaz şarkı okudu. Ülfet etsem yâr ile
ağyâre ne diye başlarken, gerilere, bir yerlere doğru
gidiyorduk.
Kendimizi sürekli yargılamak zorunda kaldığımız bir
dünya karmaşasında, kurduğumuz insanca ilişki, suçları dahi
ortadan kaldıracak kadar güzelleşebiliyorsa, o zaman gerçek
insanlığını, sağda solda gezdirdiği vücudunda, nevrotik bir
bozukluk gibi taşıyan insanları anlamaya fırsatınız olmuş
demektir. Nerede yaşadığınızı bilmeye başlar, mutlu
olursunuz. Başkalarıyla bir şeyler paylaştığınızı anlar, mutlu
olursunuz.
“Hayret“ diyor plâkların sahibi arkadaş (Kadir Süzer
Gölcü) için, “ben bu arkadaşı yalnızca futbolcu sanırdım.
Keşke daha önce selâmdan öte tanışabilseydik.”
Ve kapıda, gece içinde vedalaşır gibi ayrılıyoruz.
Sonra ben düşünüyorum: Sesini duyuyorum:
”Mânilerin temlerine bağlı şiir çalışmalarım var” diyor,
“okuyayım mı sana?”
“Oku” diyorum. Örnekler okuyor. Konuşuyoruz.
Mahir, toplumu nasıl bir dille yaşıyorsa, o dile bağlı;
toplumu hangi duyarlığa ulaşmışsa o duyarlığa vurgun
yaşadığını belli ederdi. “Ben” derdi, “ halkımın duyarlığı içinde
bir insan getirmek isterim. Onun için, folklorsuz edemiyorum.
Halkla ilgili her şeyi çok seviyorum. Bütün çalışmalarımı halk
edebiyatı alanında verebilirim.”
Onun şiir çalışmaları, bu duyarlığın en önemli
görünüşlerinden biri oluyordu hayatında.
Halk edebiyatı konusunda düzensiz, sorumsuzca
yapılmış çalışmaları bulup çıkarır:
“Şuna bak” derdi “Ne sorumsuz insanlar.” “Adam
“mâniler” deyip derliyor, ”destanlar” deyip bir kitap düzenliyor,
ne yaptığını, niçin yaptığını bilmiyor. Oysa insan, yeni bir
39
şeyler getirmeden, bir şeyler bildiğini bile söylememeli. Değil
mi ama gadaşım yahu!
Hıfzı ile ilgili yeni çalışma ve düşüncelerinden gene bir
kitap bastıracağını söylemişti daha geçenlerde.
“Sahiden” diyerek atıldım, bunu senden daha iyi
başaracak birini bilmiyorum Türkiye’de. Yüzüme baktı. “Olacak
gadaşım.” dedi.
İçimden Kağızmanlı Recep Hıfzı’nın yeni baskısını
vitrinlerde düzenlemeye başladım.
“Yaşamak!” diyordu ya; yazarak, yaratarak yaşamak
… dendiğinde Mahir’e güvenim hiç bırakmadı beni. Neye
yöneldiğini bilmesi, bunda çok ölçülü ve çok dikkatli olması da
etkiliyordu bu güveni.
“Senin yaşadığın gibi yaşanmaz bu dünyada” derdi
bana.
İzlenimci yaşantıda ve yaratıda fazla takılıp kalmaya
kesinlikle karşıydım ben. Buna rağmen nasıl böyle dağınık
yaşıyordum, bunu sorardı.
“Karışma bana” derdim.
O zaman bana kızardı:
“Saça başa, surata, biçime bak be, serserilikle
insanlığı birbirine karıştırıyorsun.” diye çıkışır, az sonra da
gülmeye başlardı.
“Ah!” derdi, “başına bir çorap örebilsem (sözü evlenme
işine getiriyor gibi olurdu), seni bir düzene sokabilsem!”
O yıllarda evlilik benim için, gerçekten “başa örülmüş
çorap”tı. Aile ziyaretlerindeki “sus pus olmuş”, iyice
efendileşmiş oturup kalkmalarıma karşın, evlenmeyi aklımın
ucundan bile geçirmiyordum.
Kars’tan ayrılıktan bir süre sonra, içimden Kars’a
gitmek geldi. Kış falan demeden oraya ulaştım. Arkadaşlarımla
yiyip içtim, oturup kalktım. Bu dost söyleşileri beni çok mutlu
kıldı. Ama meyhanelerde gözümden yaşlar döküldüğü de oldu.
40
Bir gün Manolya Pastanesine girerken, pastane sahibi
Faho (Fahrettin Dağhan), ancak “iri” denebilecek bir sesle
kapıda bana takıldı:
“Raif, bu soğuk şehirde, bu kış günü işin ne? Yok yok,
bu işte bir bit yeniği var.” diye söyleniyordu. Bereket, biraz
sonra Sadık gelip beni bu “bit yeniği” imasından kurtardı.
Mahir’le son günümüzde evlerinde uzun süre
oturmuş, çok az şey konuşmuştuk.
Ayrı kentlerdeydik. Gene yarıda bıraktıklarımızı
söyleyip derin bir üzüntüyle başını öne eğiyordu. Bense
sevdiklerimin yorgunluğuyla güç belâ ayaktaydım. Kafamda
gene ölçüsüzlük vardı. Bir şeyler salık verdi bana. İnsan
içindeki dünyayı ve yalnızlığını bir dostuna aktaramayacak
kadar yorgun ve yabancı olmamalıydı. Bu kadarına akıl
erdirebildiğim için kalktım. Oysa evden çıkarken bile yanımda
olsun istiyordum; konuşmasak da olur, diye düşünüyordum.
Mahir gece geldi. Lokantanın birinde buldu beni.
Masada başka arkadaşlar da vardı. Hep gülmeye çalıştım.
Başka neler yaptığımı anımsamıyorum. Üstelik yarınki
Erzurum otobüsüyle buradan ayrılacaktım.
Sabah onu kalkmakta olan otobüsün yanına koşarken
gördüm. Yanına Kadir de eklenmişti. Kar üstlerine lapa lapa
yağarken bana el salladılar. İki elimle karşılık verdim. Bu kadar
diri bir sabah içinde, arkadaşlar olmasa, belki ölü gibi
gidebilirdi insan. O, dışımdan pitoreks ve dostlukla dolu,
içimden “ciğer delen” görünüm, hâlâ gözlerimde canlanıp
durur.
Mahir’le nasıl olsa karşılaşabilir, dostluğumuzu
yaşayabilirdik. Ama ben, kendim ne olacaktım.
Trabzon’a Kanunî Ortaokulu’na atandım. Çok kısa bir
süre sonra, Affan Kitapçıoğlu Lisesine geçtim. Günün birinde,
Kars Alpaslan Lisesi’nde de müdürlük yapmış olan okul
müdürü rahmetli Kemal Urhan, beni çağırdı. “Git bak” dedi,
“bahçede kim var?”
41
Hemen koştum. Resmî araba içinde Mahir. Sevinçten
havalara uçtum. Arabadan indi. Birbirimize sarıldık. Hiç vakti
olmadığını, Ordu-Samsun dolaylarında seminerlere
katılacağını, sonra da Kars’a, Trabzon’a uğrayamadan
döneceğini söyledi. Yaptığı kaçamak, grubun zamanından
çalınmış bir ziyaret gibi görünüyordu. Arabada başkaları
bekliyordu. Ayaküstü biraz konuştuktan sonra ayrıldı.
O kış, Trabzonlu birtakım insanlar, daha doğrusu
arkadaş yerine koyduklarımdan kimileri, beş para etmez bazı
konularda beni, hayal kırıklığına uğrattı. İnsanlardan buz gibi
soğumuştum. Yüreğimden ve gözlerimin önünden Karslılar ve
Kars’taki dostlarım gelip geçiyordu: Mahir Baranseli, Sadık
Müftahi, Kadir Süzer Gölcü, Yalçın Çapan, Ali Çakar, Mevlut
Behiç (Cello Mevlut), Tuncay Işık (Pekos), Yücel Şimşekoğlu
(Cello Mevlut’un yeğeni), İsmail Talınlı, Abdurrahman
Bayraktar (Abdo), Abdurrahman Coşkun (Aboş), plâkçı Attilâ
Mete, İsmail Bayraktar, Aziz Kaygusuz, Fahrettin Dağhan
(Manolya pastanesi sahibi Faho) Cengiz Katoğlu, ve diğer
dostlar, arkadaşlar; Ensar Akdemir, Cemal Akdemir, Temel
Burhanoğlu gibi abi olarak andığım hemşehriler …
Derken Trabzon-İstanbul… Çılgınlıkları bile
benimseyemeyecek bir durumdayken, Fatih’te oturan
teyzemlerden çıkıp Vatan Caddesi’ne geçtim. İçimde tuhaf
duygular vardı. Sanki teyzem yanımdaymış gibi onunla
konuşuyordum: “Teyze, buradan ayrılmam gerekiyor. Çünkü
bir dostum intihar etti.” Sonra da; ”Ne saçmalıklar geçiyor
içimden!” diyerek, tuhaf bir duyguyla sinirlendim.
Biraz yürüdükten sonra, kendime geldim. Bayezıt’ta,
üniversite girişi karşısında, Karslı Nizam’ın işlettiği bir kulüp
vardı. Oraya girdim. Kemal Güngören dostumuz da oradaydı.
Mahir’i ve yanındaki Yakup’u kazada yitirdiğimiz haberini bana
alıştıra alıştıra söylediler. Kafam durmuş, elim ayağım kopmuş
gibi oldum.
Ölüm…
42
Mahir’in ölüm haberi…
Bütün duyularımı yitirmek üzere olduğumu anlayacak
dostlar arıyorum. Birkaç gün ne Mahir var ne ben varım.
Görüyorum/ Görmüyorum. Gülüyorum/ Gülmüyorum.
Ağlıyorum/ Ağlamıyorum…
Hadi şimdi yollar boyu kendine soru sor. “Nasıl olur”
diye bağır. Tıkan, bağır, durul. Sevgiyle Mahir’e sor: “Mahir,
nasıl olur. Hadi yürü, hadi git. Mahir’i ara. “Kendine gel” diyor
bir ses. “Sersem herif, bunları herkes yaşar!”
Sanrı ha? Bu sokaklarda, bu masalarda, bu evde;
burada, burada yarıda kalmış her şeyin içinde sanrı. Sanrı ha.
Ulan sanrı be!...
İşte, Mahir’i arıyorum. Yaşı yetmişleri geçmiş görünen
biriyle oturuyor. Ona “Emi kaç yıldır içersin?“ diye soruyor.
“Min yıldır.” diyor karşısındaki akşamcı Süleyman Emmi
(Gödekli). Harika bir insan, eşi bulunmaz bir rint. Çok önemli
bir serveti rintlik yolunda harcamış olağandışı bir insan. Rast,
mahur, bayati, nişaburek, uşşak, hüseynî… şarkılara bayılırdı.
Şarkıların okunuşuna, bir el jestiyle bizi de katardı bazen.
Divan şiirinden, özellikle de Fuzulî’den gazeller okurdu. “Adın
batsın Fuzulî, adın batsın Fuzulî!..” diyerek sevgiyle ilenç
yağdırırdı bu şaire.
Bir gün İstiklâlimilli Caddesindeki bir ocakta çay
içerken kalkıp yürüyoruz. Evlerine gidiyoruz. Orada Sezai
Karakoç’un “Köpük” şiirini inceliyoruz. Geleceğin tehlikeli
mitlerini kuran bir şairi niçin sevebildiğimizi düşünüyoruz.
Sonunda, büyük sanatçı geleceği engelleyemez, diyoruz,
bunu yaparken de ona katkıda bulunur. Şiirin bulunduğu kitabı
kapatıyoruz. Daha bir gün dolmadan özlediğimiz bir arkadaşı
görelim diyoruz. Gülerek çıkıyoruz evden…
Hayır, bu kadar ayrıntıyla açılmamalı her şey. Hayır
olmamalı. Belleğime küfredeceğim. Şarkıların sonu gelmiyor.
Yollar boyu gidiyoruz. Kentlerde, otobüslerde geceler… Gülten
43
Akın’dan şiirler. Şiirler… Usdışı zorlanmaların yarattığı sayısız
Mahir. Ne çok insan, ne çok Mahir…
Kendisine kalamayacağı belliydi. Onunla olmak
önemliydi. Bütün dostlar bunu bilmeli. Nasıl sırtınızı
döneceksiniz dünyadaki ilişkilere. Suçlarınızı, gizlerinizi
kendinizmiş gibi teslim edeceğiniz dostlarınızla nasıl yan yana
kalacaksınız. Neyi seçeceksiniz. Seçin bakalım.
Dünyada yalnızlığı yenme umuduna inana inana
savaşırken, dostlarınızı yolcu etmesini de başaracaksınız.
Öyle mi?20
44
45
“Babamla bugün karşılaşsaydınız neler konuşurdunuz?”
Ebru Selcan Baranseli
46
47
MAHİR’LE BUGÜN KARŞILAŞMA OLANAĞI
GERÇEKLEŞEBİLSE NELER KONUŞABİLİRDİK
Karşılaşabilmemizin geçekleşemeyeceği bilindiği için,
gerçekleşme açısından bu soruya yanıt bulmak olanaksız.
Varsayalım ki böyle bir şey oldu. Başkaları adına konuşamam
ama ben bunun sanrıl olanının bile, geçmiş dostlukları kaldığı
yerden sürdürme sevinciyle dolacağını düşünürüm. Çünkü
benim Mahir’le olan dostluğum, içim acıyarak hâlâ süregidiyor.
Eminim ki tersi olsaydı, o da benzer şeyler söylerdi.
Diyelim ki böyle bir karşılaşma bugün gerçekleşmiş
oldu. Çıldıracak ölçüde bir sevinç duyardım anında. Her ne
kadar Mahir’le buralarda, hatta her yerde, birçok zaman
karşılaşıyorum desem de bunun ne anlama geldiği, sanıyorum
herkesçe anlaşılıyor. Şimdi - özellikle tek başıma kaldığımda-
onunla birlikte sevdiğimiz bir şarkıyı, bir şiiri dinlerken,
mırıldanırken ya da okurken; yalnız ya da kalabalık bir yerde
bir şeyler içerken, birileriyle söyleşir ve tartışırken, bir
dostumla gelişigüzel konuşurken, kitaplarım arasında birlikte
aldıklarımızdan birine bir nedenle göz atarken; üzerinde
tartıştığımız kitap, film, resim ve diğer kültür-sanat yapıtlarına
ve herhangi bir konuya nasıl baktığını iyi hatırladığım ya da
hatırlayamadığım zaman, yazdıklarına başvururken, günün
siyasal görünüşünü değerlendirirken; hatta evlerde,
kahvelerde, meyhanelerde kimileriyle bazı konuları
konuşurken… kendisini özlemle anımsadığım çok oluyor.
Sizlerle telefon konuşması yaparken de öyle, herhangi bir
konuda konuşurken de… Ama sanrısal olarak değil, doğrudan
düşünsel ve yaşamsal olarak.
Sanıyorum, dostluğun ölümsüzlüğünü yaratan da
arkadaşlığımızın böylesi pek çok ayrıntıyı içimizde canlı
48
tutmasıdır. Onun için biriyle kimi şeyleri konuşurken Mahir’le
de konuşur gibi olabilirim.
1964-1973 arası, sağ/sol ayrışmaları gittikçe
keskinleşirken, bizler insana esnek (ikiyüzlü değil, neyse o
olarak ve hoşgörüyle) bakmayı, insanlaşma olanaklarını
unutmadan yaklaşmayı yeğledik. O dönemde, karşıt görüşteki
kimi insanlar, birbirleri için kendilerini büyük tehlikelere
atabilecek ölçüde dost olabilirlerdi. Çünkü bize göre görüş bir
özellik, dostluksa insanlaşma göstergesiydi.
Daha sonra, karşıt görüşlülerden pek çoğu, hatta
kardeşler bile, birbirlerini öldürebilir duruma geldi. Belki her
zaman böyleydi de biz farkında değildik. Buna Habil/Kabil
mitosunun evrenselliği de denebilir bir bakıma. Ama biz böyle
bir durumun dışında yaşıyorduk.
Bizim gibiler, dostluksa dostluk, arkadaşlıksa
arkadaşlık, selâmlaşmaysa selâmlaşma… ilişkilerini gereğine
göre sürdürmeyi yeğledik. İlişkilerimizin sınırı ve sınırsızlığı,
belki de ayrımında bile olmadığımız böylesi bir doğallığa
bağlıydı.
Düşüncelerimiz arasındaki bu yakınlıktan ötürü,
birbirimize takılmayı çok severdik. Hatta bu, arkadaşlığımızı
renklendiren özelliklerimizden biriydi. Duygularımızda bir
ağırlık, bir acı varsa onu bile yeğniltirdi. Elbette bütün
bunların çoğu, konuşmalarla gerçekleşirdi. Ama dostlukta, çok
uzaklarda olmak dahi, bu gerçekliği zedeleyemezdi.
Anlattıklarımdan, bugün karşılaşsak neler
konuşacağımızın kimileri çıkarılabilir. Ama ben bunlara
günümüzde ülkenin ve dünyanın siyasal sorunlarını; gelişen
ya da değerini yitiren arkadaşlıkları, yitirdiklerimizi yaşatacak
anıları ve geçip giden o insanlara dair çeşitli özellikleri… dile
getiren konuşmaları da katmak isterim.
O zamanlar ben bekârdım. Darmadağınık, isyankâr
denebilecek bir gençtim. Ne zaman nerede olacağım, bugün
ne iş yapacağım umurumda değildi. Sevgili arkadaşlarımdan
49
Yalçın Çapan bile bana “serseri mayın” sanını takmıştı. Mahir
bana bu dağınıklıktan ötürü çok sitem ederdi. Ama iş
mesleğime gelince, onun gereklerinden kaçmaz, iyi bir
eğitimci olma çabasından geri durmazdım.
Karşılaştığımızda bana bir hayli takılan Mahir’inse,
benim için her yerde övgüyle söz ettiği gelirdi kulağıma. Zaten
hepimiz yapardık bunu birbirimiz için. Ama duyduklarıma
göre, Mahir’in benim olmadığım zamanlarda benden söz
etmesi, çok olumlu ve çok dostçaydı. Gerçi, biri sözünü
etmese de ben Mahir’in benim için böyle konuşacağını
bilirdim. Ayrıca, arkasından kimsenin olumsuz sözler etmesine
izin vermezdim. Çünkü, üstün başarısından ötürü aleyhinde
atıp tutmaya yeltenenler de olurdu.
Bazı özel ilişkilerden, ancak bir dosta anlatılması
gerekenleri de birbirimize anlatabilirdik.
Ceplerimizden kalem, kâğıt ya da bloknotlar genellikle
eksik olmazdı.
Bir yerde oturduğumuzda, duyarlı yaşantılarımızın,
duygunluklarımızın yoğunlaştığı zamanlarda, birden söyleşiyi
keser, konuşmayı bırakıp bir şeyler yazmaya koyulduğumuz
çok olurdu. Sonra da onları birbirimize okuyarak üstlerinde
konuşurduk. Bence bugün de bir arada olsaydık, benzer
şeyleri mutlaka yaşar; bunlar üzerinde, vurgulanması
gereken bir ciddiyetle ve çeşitli boyutlarıyla konuşurduk.
Çünkü önemli özelliklerimizden biri de birbirimizin tanığı olarak
yaşamak ve birbirimize elden geldiğince bir şeyler
verebilmekti.
Ayrıca o aziz dostum, sürekli bir özlemin yarattığı sızı
ve üzüntülerle daima yüreğimde ve yanımda bir yerlerdedir.
Ömrüm boyunca da böyle olacaktır. Onunla da dostluğumuz,
“ölümüne” denebilecek bir dostluktu.
Bugün karşılaşmış olacağımızı varsaysak, nerelerde
kalmışsak oralardan sözü alıp götürürdük. Eski günlerde
olduğu gibi birbirimizle selâmlaşır, uzun zamandır nerelerde
50
olduğumuzu sorar; neler okuduğumuzdan, neler
izlediğimizden söz eder, bunlardan gerekli gördüklerimizi
birbirimize salık verir, sürekli olarak düşünce alışverişlerinde
bulunurduk. Bu konuşmalar sırasında, ironik (tersinlemeli) ya
da humorik (traji-komik) takılmalara başvurmadan edemezdik.
Bunlar, birbirimizi eleştirme amacı taşımazdı. Birbirimizi
yaralamadan, kızdırarak güldürme, neşelendirme inceliğini
hedeflerdi.
Dostluk bu. Kolay mı? Acısı da bizi, insan olduğumuz
için, sürekli hırpalıyor ister istemez. Ama diyebilirim ki bizim
duyarlılığımızdaki insanlar; daha genelinde, sevgiyle
yaşamakta olan herkes, dostlarını toprakta unutarak değil,
onlarla birlikte dünyaya dönerek sürdürürler yaşantılarını.
Acının ağırlığını, bazen de yaşamdan ayrılanların süregiden
dostluğunu anımsayarak ya da duyumsayarak yeğniltirler.
Mahir’le bugün de konuşabilmek; onun ve hepimizin
gelişimine ya da varoluş sürecine bugünkü dünyanın
sağladığı kazanımlar, ayrıca da dayattığı yabancılaşmalar
bağlamları içinde olabilirdi örneğin. Dostluk, arkadaşlık,
insanlık, sanat, edebiyat, kültür… özelinde olanlar dışında,
konuşacağımız en temel olgu ise, bugün değişen toplum ve
dünya olabilirdi. Bu değişimleri, edindiğimiz bilgilere,
yaptığımız gözlemlere dayanarak, betimsel açıklamalarla, kimi
örneklemelerle daha iyi anlama ve anlamlandırma
çabasından kurtulamazdık. Aynı bağlamda, olumlu ya da
olumsuz değerlendirmelere ve çıkarımlara yönelebilirdik.
Bugün de bu türden konuşmalardan uzak durmamız
olanaksızdı.
Peki, ya özel yaşantılarımız? Biz, kimseye
anlatamayacağımız şeyleri birbirimize anlatabilirdik. Bu
konuşmalar; aile içi sorunlar, gençlikte yaşadığımız sıkıntılar,
kayıplar, acılar, aşklar, sevgiler, sevgililer, düşünme ve
yaratma etkinlikleri gibi, hayli değişik alanlar kapsamında
olabilirdi. Bu konularla ilgili pek çok şey –acıklı, gülünç-
51
yönleriyle, söyleşilerimize girebilirdi. Bugün de bunların
devamı olarak konuşacağımız pek çok konu olacaktı elbette.
Yürüdüğümüz bir sokak, dolaştığımız bir kent,
gördüğümüz bir örenyer, iyi düzenlenmiş bir park, alanlardaki
heykeller… kısaca dış dünyada dikkatimizi çeken her şey, bizi
uzun sayılacak söyleşilere bile yöneltir, bunlarla ilgili, olumlu
ya da olumsuz sonuçlara ulaştırabilirdi. Bu tür konuşmalardan
da uzak duramazdık.
Ama bunlardan en hoşlandığım, birtakım esprilere
dayalı olarak birbirimize sataşmamızdı. Birimiz falso yapsaydı,
diğerlerimiz yüzünden o kişi, deyim yerindeyse, hapı yutardı.
Hele o günlerin neşeli teğmeni, Mahir’in teyzesinin oğlu
Sadrettin Temel’den kurtulmak mümkün değildi. Yazık ki o da
artık aramızda değil. Sadrettin’in küçük kardeşi Talat da 1970
sonrası ortaya çıkan ülkeyi birbirine katan, kör-sağır bir teröre
kurban oldu.
Bu genel görünüm altında, bizler, taşıdığımız değerleri
hiçbir zaman yitirmedik ve onların da bizim gibi yitirmeden
aramızda olacağını söyleyebilirim.
Aziz ve sevgili dostum Mahir’in; annesine,
kardeşlerine, eşine, kızı Ebru Selcan’a duyduğu derinden
sevgiye tanık olduğum halde, yaşamdan koptuğu gece
dünyaya gelen oğlu Kafkas’ı göremeden gitmesi de yüreğime
saplanan ve orada kalan başka bir hançer oldu.
İstanbul’daydım o sıralarda. Bayezıt’ta Karslı
Nizam’ın lokalimsi bir yeri vardı. Hemşehrîleri çok gelirdi
oraya. Nizam’ı tanıdığım için ve Karslı dostlara rastlarım diye
ben de uğrardım o lokale. Mahir’in geçirdiği kaza haberini
birkaç gün sonra, arkadaşımız Kemal Güngören’den orada
duydum. Birden bire baştan aşağıya uyuştum. Kemal’le çıkıp
hava almak için, Beyoğlu’na geçtik. “Kubana” adlı restoranda
oturduk. Kemal’den Mahir’in o yere “Gubani” dediğini
öğrendim.
52
Ertesi gün Trabzon’a döndüm. Kışlık giysilerimi alarak
bir valizle Kars’ta Güngören Oteline yerleştim. Sonra
Mahirlerin evine koştum. Hoşbeş, taziye sözleri derken
salonda bir koltuğa çöktüm. Yorgunluktan ve üzüntüden
bayılacak noktaya geldim. Durumu sezen kayınbiraderi
Nizamettin Zerger, beni sokağa çıkardı. Mukadderata boyun
eğmemiz gerektiğinden ama hayatın yerinde durmadığından,
onu kendi aramızda yaşatmaktan başka elimizden bir şey
gelmeyeceğinden… söz ederek, soğuk havada dolaşırken
beni teselli etmeye çalışıyordu.
Otel’de kendi başıma düşünürken Mahir’in büyük
emek verdiği Karseli dergisinin birkaç sayısını birleştirerek
Mahir için bir özel sayı hazırlamayı düşündüm. Ortak
dostumuz sevgili Sadık Müftahi hep yanımda oldu. Derginin
sahibi Akay Beşmart, sorumlu müdürü Mustafa Turan’dı. Bu
dilek olumlu karşılandı. Mahir’i çok severlerdi. 1974 Ocak
sonlarında, derginin 110-111-112-113-114’ üncü sayılarını
birleştirerek kapağına, siyah iri harflerle Mahir Baranseli’nin
Anısına sözünü koyduk. Kitaptaki yazılardan birer ilginç cümle
alarak yanlarına yazarlarının adlarını büyük harflerle belirttik.
Bu kapak kompozisyonunun altına da yine iri siyah harflerle
Özel Sayı sözünü yazdık.
Böylece onu, öncelikle, Karseli dergisiyle yaşatmayı
denedik.
Bugün karşılaşsaydık, her şeyden önce, karşılaşma
coşkusuyla kucaklaşırdık. Yakınlarımızın, ortak
tanıdıklarımızın ne âlemde olduklarını öğrenirdik birbirimizden.
Kısa zamanla sınırlı, gelgeç bir karşılaşma değilse, Karseli
üzerine olduğu gibi, birlikte çıkardığımız Göze üzerine de pek
çok şey konuşurduk, günümüzde çıkan dergileri de enine
boyuna söyleşilerimize katabilirdik. “Bugün yeni bir dergi
çıkarabilir miyiz ya da Göze’yi daha görkemli biçimde
çıkarmamız olası mıdır?” türünden sorular üstünden giderek
bugünkü dergiler, bugünkü edebiyat ve sanat konularına
53
geçebilirdik. Ayrıca aile yaşamından çocuk sevgisine; genel
eğitim sorunlarından, eğitimin ülkedeki genel durumuna ….
pek çok konuda, onunla çeşitli açılardan söyleşi ve
tartışmalarımız olabilirdi.
Şiir ve şairler, öykü ve öykücüler, roman ve
romancılar, oyun metinleri ve oyun yazarları, deneme ve
denemeciler, eleştiri ve eleştirmenler hatta gazete yazıları ve
gazete yazarları … bir kültür literatürü bağlamında ilgimizi
çeken her şeyi, konuşmalarımız kapsamına alabilirdik.
Özel sorunlarımız varsa onları irdeler, onlarla ilgili
çözümler üretmeye çalışabilirdik. Eş dosttan, çoluk çocuktan,
ailelerimizin ahvalinden; neleri araştırıp neler yazdığımızdan,
her iki anlamıyla kalanlardan, gidenlerden… kısaca aklımıza
gelen pek çok şeyden söz edebilirdik.
Ama şimdi, aramızdan ayrılışının yarım yüzyıla
yaklaştığı şu günlerde, dostluğunu yaşatırken, aklıma, daha
önce de yazdığım gibi, Malraux’nun bir kahramanından
esinlenerek; “ölüm yok, aramızdan ayrılan Mahir var” diye
haykırasım geliyor.
Bugün de tümüyle aynı değilse dahi, kimileri aynı,
kimileri ise bunlara yakın olan şeyleri konuşabileceğimiz
Mahir21.
54
55
ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
56
57
1
Gecede gezinen duru su kimin
Üreğime ahar kara gözlerin
Yumanda ahretten bin sual olur
Bahanda yandırır nâra gözlerin22
58
2
Hüznün taburunu alır, bir hüzzam bağlar geceler
Ömrümün tek gerçeğini , acımı sağlar geceler
Bilir vefa âşıktadır, duyar ağır ağrımı
Oturup yaşlı gözümü an be an ağlar geceler23
59
3
Sadık’a
İşret, cilâ-yi âdemdir ebediyen sönmez
Aşk yeniden her yavruyla doğan melek ölmez
İnsan, ister ukul ister cahil olsun, insansa Zerger
Aşk u işretle ucalır daim, vallahi gömülmez 24
60
4
Ölüm korkusuyla andığım gerçek
Lâkin ben yaşamaktan da yoruldum
Bu dünyanın zehr-i marın içerek
Boşlukta gül gibi soldum ve soldum25
61
5
Evet, kurusun bütün gülleri bütün bahçelerin
Çöldeki yılan gibi insanlar soluklansın
Madem Sazsız’a yok beklenilen demlerin
Ey munis ve ifrit saadet kahrolasın26
62
6
Bir gün dememiştir Tanrı bana ”yürü kulum”
Bunun’çin acı ezberlenen mahzun bir okulum
Ne kadar çırpındım, yalvardım durdum
Lâkin olmadı bir vuslata varmadı yolum27
63
7
Mübarek diye senli geçen günlere derim
Sevmek, hep sevmek, daima sevmek kaderim
Ger ki ulvî bir âha verdim sayende gönlümü
Eğer sevmek de olmasa pek âdi kalırdı kaderim28
64
8
Sen ağla gözlerimde sabah olmasın
Gam-keder insanındır “âh” almasın
Harcansın varımız aşk için cici
Yalnız bu yolda ayrılık mubah olmasın29
65
9
Kör talihi kim yitirmiş ben bulayım
Dünya inlemeye hazır keman oldukça yayım
Bari bırakın kendi hâline garip Sazsız’ı
Çukurumda âh ü vahımla ağlayayım30
66
GAZEL
Bu sefil şehirde bir aşağı bir yukarı
Mutluluk arayıp durduk kahrolsun yaşamağı
Boşuna el açmışız fahişe maviliğe
Acısı düğümlenmiş boğazımıza akşamları kör dilencinin
Suçlu sokaklarda bir şişe alkolle uzadı koca aşk
En güzel yerlerini rüsva ettik âleme kadınların
Ağıt döktürdük cenazede bir katil mermisiyle kopup
Cümle kavgalarımız boğazdan geçti, sonunda namuslu
olmuşuz
Bir sen varsın diye Allah’a inanmışız kız
Boşuna inanmak doyurmamış karnımızı 31
67
YEŞİL GÖZLÜ ŞEHRİN İLK GECESİ
Gara gözler
Sürmeli gara gözler
Gemim deryada galdı
Kaptanım kara gözler
Şu köşedeki tek katlı eski evde
Bir kadın çatır çatır çatlıyordu
Soğuk bir ter akıyordu gözlerine, yanıyordu
Birazdan yüreğinde düğümlenen gülücükle
Bir çocuk ağlaması öpüşecekti
Sanki sırasıydı dünyaya gelmenin
Sahife : 117, Cilt: 15, Hane 60/A
Kız gözlerini ve saçlarını
Yavaş yavaş ve sırayla aynaya yerleştirdi
Ellerini döşünden beline gezdirdi istekle
Dudaklarını yaladı, öpülmeye hazırdı
Nur Sinemasında Matmazel Brigitte’in
Mısırlı Robert Hossein’le son herzesi
Nur Sinemasındaki 70 model arabalı
Mister Suat’la sevda oturumu
Sen evdeydin eminim
Eminim gözlerin yine bilmeceydi
Döne döne deniyordum kızlığını
Bir soba, bin nasihat, bir yavaş soluk
Akşam gazetelerinde cinayet haberleri
Yine her şeye karşı her şeyin yanında
Kocaman bir sen
Yalnız başına eminim
Eminim yine boş, yine sıkkın sebepsiz
68
Birden bir gecikmiş el düğmelerde
Radyolarda bir çığlık birden duyuyoruz
“Dikkat dikkat”
Bu sarsıcı bir çağırmadır
Ben o şehirde bulunuyorum
Ve zaten bunu anlatmak istiyorum
“Dikkat dikkat
Marmara açıklarında
Serseri bir mayın dolaşıyor
Arkana yaslanıyorsun eminim
Eminim bir ara gözlerini yumuyorsun
“Dikkat dikkat
Marmara açıklarında
Serseri bir mayın dolaşıyor”
Çocuk dünyanın ilk gününde
Dinsel bir ağlamayı başlatıyor ağlıyor
Kız Nur sinemasında gözlerine
70 model bir hüzün oturtuyor
Kayıklar takalar yitiyor birden
Sahilde Nuh’un gemisi bitiyor
Ben o şehirde bulunuyorum
Ve zaten bunu anlatmak istiyorum
Garip sokaklarda garip sorular
Biraz ayışığı biraz gece ve ben
Ellerimi bulamıyorum gözlerimi bulamıyorum
Dokunsan ağlayacağım doluyum
“Dikkat dikkat
Marmara açıklarında
Serseri bir mayın dolaşıyor32
69
VATANDAŞ MAHMUT
Çağlayan’dan kör Mahmut
Yaşar bir Urartu
Yorulmadan
Sabah, akşam, öğle
Ot, saman, kara saban
Kadından ve yataktan
Çağlayan’da bir kümbet
Kervan türküleri getirir
Selçuklu’dan
Bakar kör Mahmut hep bakar
Evliya mıdır? Enbiya mıdır?
Nedir Yaradan?
Dünyamız uçsuz bucaksız
Erzurum’dan Kars’tan
Ha bir de Almanya’dan
Çağlayan’dan kör Mahmut
Yaşar bir Urartu
Yılmadan
Kars’ta vali binasında kötülükler…
Bin kere iyi tanır Mahmut’u
Kör Mahmut’tan 33
70
HİKÂYE
Sene dağlar
Senet verem sene dağlar
Tutaydım yâr elinnen
Çıhaydım sene dağlar
Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu
Tekmil balıkçı küfrediyordu kudurmuş dalgalara
Bir sönüyor bir yanıyordu mendirekte beyaz ışık
Hiçbir gemi girmiyordu bu limana, hiçbir gemi çıkmıyordu
Sahil polisinin motoru uyuşuk bir it gibi bağlıydı esniyordu
Gözlerimiz gök ve deniz karışımı bir karanlıkta kayboluyordu
Sözü sevmeye getiriyordum ikide bir hatırlıyor musun?
Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu
Senin gözlerinden dakikada bir dünya geçiyordu ve bir dünya
siliniyordu
Suçlu olduğunu biliyordun, gözlerini kaçırıyordun hatırlıyor
musun?
Caz saati yaklaşınca pistte bırakıp kaçmak istiyordun
Bu parkta çaylar içmiştik, çünkü hiçbir şey konuşmamıştık
Ama destanlar anlatmıştık, dalmıştık, kaybolmuştuk
Ben ilk gördüğümde bu deniz bereketti ve tozu üstünde
şiirlerdi
Bir sönüyor bir yanıyordu mendirekte beyaz ışık
Ben ilk gördüğümde sen şımartılmış bir aile çocuğuydun
Tutulmuş ve azat edilmiş hırslı bir tutsaktın o günlerde
Sonra denizi yeni görüyordum, martıdan hoşlanıyor, seni
seviyordum
Yüreğim bir gün çatlamıştı sıcak, sana koşmuştum
Ondan sonra devam edeceğimiz bu parka gelmiştik hatırlıyor
musun
71
Hatırlıyor musun seni ilk önce dalgın dalgın ağlarken
bulmuştum
Bin bir dereden su getirerek sadece seni sevdiğimi
söylemiştim
Bir çizgiler gelip geçmişti gözlerinden, bir kızarmıştın
Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu
Akşam kırmızısını çözmek istemiyordu üstümüzden,
burkuluyordu
Şef garson bir tuhaf bakıyordu yüzümüze hatırlıyor musun
Bir gün rahatsız olduğunu söylemiştin bu adamın
gülüşlerinden
Ama benim içim ürperiyordu, kabuğuma sığmıyordum
Tek gidişimde seni soruyordu dalgın şef kabuğuma
sığmıyordum
Azerî şarkıyı sen seviyordun, ben kahroluyordum
“İlk bahar geldi durnalar geldi birce sen gelip çıhmadın”
Dalgın şef devamlı koyuyordu bu plâğı kabuğuma
sığmıyordum
Bir gün zebaniler oturmuştu hatırlıyor musun
Korkmuştum, kaçamazdım, ne yapmalıydım
Sonra denizi yeni görüyordum, martıdan hoşlanıyor, seni
seviyordum
Deniz soğuk bir çarşaf gibiydi başım dönüyordu
Kocaman ve ablak suratlı binalar üstüme varıyordu
Caddeler, sokaklar, parklar bir bir kilitleniyordu
Sen o demir kapıların ardına geçiyordun hatırlıyor musun
Bir dağlı çocuk körfezin pis sularında boğulmuştu
Sinema afişlerinde aynı, plâklarda, işportacılarda aynı
Öküzler gibi bağırıyordu bir türkücü Nur sinemasında
“Ölümden çok beter çektim ayrılık34
72
YEDİNCİ DURAĞIN KADINI
Dağ başında gezerem
Tabağa gül dizerem
Men ki bele gözelem
Niye yarsız gezerem
Devamlı olarak gülerdi
yakışırdı da
Dudaklarıyla gönlünü alır eline
yavaşça
Yürüdü bir zaman soluksuz
parıltılı
Tükürülecek bir babaydı babası
tükürmüştü
Şansına, kadınlığına, varoluşuna
Berbat ağlamıştı, zaten berbattı ağlarken
Elini tutuyordu ya dışarının “Allah” diyordu
Böylece yedinci durak gönlünü çeliyordu
Gülü mutlu olduğunu anlatmak için gezdiriyordu
Meryem’i ve İsa’yı tanıdığı için
bazen mutluydu
Otobüsler ellerinden geçiyordu
gözlerinden geçiyordu
Birisi olsun istiyordu daima
oturup bir banka
73
Konuşsun konuşsun konuşsun yorulsun
biraz dinlensin
Alsın alsın bir otobüs
alıp başını gitsin
Otobüsler, insanlar, ses, unutmak, bağırmak
ve hatırlamak
Yedinci durak yediveren gülü
Bir kadının yüreğini parmakla bağlaması
Dertli, konuşkan olur, daima konuşması
Ve en önemlisi, en çok olanı
Kadınlığını kadınlığı için boğması35
74
MESUDE
Göy bağlar
Göy bahçalar göy bağlar
Gözellere edettti
Ağ bulağa göy bağlar
Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude
Telâşlarıma, avunmalarıma, umutlarıma paydos
Artık seçiyorum akla karayı şu kahır pahasına
Yıkıyorum işte nâmına kurduğum şu masal dünyasını
Kaderimi yaşıyorum Mesude, kendi kaderimi
Kahroluyorum
Haşmetli bir kumandanmışım meğer, dünyayı dar gören
Şimdi şu ezik havada kayboluyorum, yenilmişim
Beni gururum ve sevgim yıkıyor daha çok
Rahat ol sırça köşkünde ve bir ‘oh’ de ki
Acımı kovabilesin, dudakların yine mes’ut şarkılar söylesin
Bu insanlar, bu gerçek ve ben varmışım demek
Artık pembe tül kalkıyor, bütün yüzleri görüyorum
Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude
Ne dağ masallarından eser kaldı ne dağ evimizden
Ömür boyu söylemek için bestelediğim şu şarkıyı asıyorum
Günlerin neler getirmeyeceğini biliyorum, bir düşün
Şu hükümlerimden, fermanlarımdan, dünyalarımdan
Kandırıp kandırıp içtiğim şu vefalı gecelerden
Hain çıkmış çok eski bir dostum, ben utanıyorum
Sen bütün bunları bilmedin, ama hiç bilmedin
Ceylânlar gözlerinden ışık içtiler, bilmedin
Tanrılar kahrettiler, mermerde, sevenleri
Ama kendileri kana kana sevdiler, bilmedin
75
Gece, dünyanın güneş çizgisinden kaymasıdır sandın
Ama gecelerin ne özlemler yüklenen bir dost olduğunu
bilmedin
Sen gözlerini, var oluşunu, sen kendini, ne olduğunu bilmedin
Ve sana rağmen bulunursam şu dünyada ve ben olursam
Çaresiz seni rüyalarda ve masallarda kalıplayıp seveceğimi
bilmedin
Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude
Sen hiçbir zaman dağ evimizde olmayacaksın
Sen hiçbir zaman kardan kaçan bir kuş yavrusu gibi ürkek
Şu sevmekten aldığım sıcaklığıma varmayacaksın
Çakal sesleri hiçbir zaman bilmem kaçıncı sesi olmayacak
şarkımızın
Yavan ekmeğimizi paylaşmayacağız, samanlık seyran değil
Sen hiçbir zaman gurubu göğsümde dinleyip
Renk renk çizmeyeceksin şafakta tablomuzu
Sen hiçbir zaman ama hiçbir zaman Mesude
Bin bir masalın ve rüyanın bezediği o dağ kızı olmayacaksın
Artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude
Derken kalabalık bir şehrin
Neonlarla süslü vitrinlerinde buluyorum seni
Seni Neş’e Apartmanının beşinci katında candan bir hanım
Cici çocuklarını ve kibar beyini ağırlayan
Gerçek seni buluyorum
Seni nezih bir aile gazinosunda, seni uygar bir oturumda
Gündüzleri mutena semtlerin çarşılarında alışverişte
Geceleri kokteyl partilerde, şeref çaylarında buluyorum
Seni, senin oluşturduğun geçerli zamane dünyanda buluyorum
Ve artık bırakıyorum rüyalarımı Mesude
Alnımı gerçeğin soğuk avucunda buluyorum
Sayende kahroluyorum36
76
DİPNOTLAR
1Baranseli, M. (1970). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. Kıyı. S. 9, ss. 8-9. Ocak. 2Sazsız /Baranseli, Z. M. (1974). Dörtlükler. Karseli Mahir Baranseli’nin
Anısına Özel Sayı. S. 110-114, s. (numarasız). 3Baranseli, Z. M. (1974). Ilık
Deniz. age. 4Baranseli, M. (1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 5Sartre, Jean Paul (1967). Edebiyat Nedir. (çev.) Bertan Onaran, de Yayınevi,
İstanbul. s. 18. 6Baranseli, M.(1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 7Baranseli, M. (1974). Sonsuz Bir Ağıda Ek. age. 8Baranseli, M. (1974). Hikâye age. 9Baranseli, M. (1974). Dörtlükler. age. 10Baranseli, M. (1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 11Baransali, M.( 1974). Hikâye. age. 12Baranseli, M. (1974) Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 13Baranseli, M, (1974). Dörtlükler, age. 14Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler. İstanbul. s.11. 15Baranseli, Z. M. ( 1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 16Sazsız/ Baranseli, M. (1974). Dörtlükler. age. s.(numarasız). 17Baranseli, Z. M. (2018). Gazel. Şiirler. İstanbul. s.46. 18Baranseli, Z. M. (2018). Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli. İstanbul. 19 Özben, R. (1974). Merhaba Mahir Bin Yıllık Mihail Merhaba. Yeni Doğu
Gazetesi (Kars). S. 1531 20Özben, R. (1974) Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına
Özel Sayı. S. 110-114, s.(numarasız). 21Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Karşılaşma Olanağı Gerçekleşebilse Neler
Konuşabilirdik. Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler,ss 8-9 22Baranseli, Z. M. (1974).1. Dörtlük age. numarasız 23Baranseli, Z. M. ( 1974).2. Dörtlük age. numarasız 24Baranseli, Z. M. (1974). 3. Dörtlük age. numarasız 25Baranseli, Z. M. (1974). 4. Dörtlük age. numarasız 26Baranseli, Z. M. (1974). 5. Dörtlük age. numarasız 27Baranseli, Z. M. (1974). 6. Dörtlük age. numarasız 28Baranseli, Z. M. (1974). 7. Dörtlük age. numarasız 29Baranseli, Z. M. (1974). 8. Dörtlük age. numarasız 30Baranseli, Z. M. (1974). 9. Dörtlük age. numarasız 31Baranseli, Z. M. (2018). Gazel. Şiirler. İstanbul. s.46. 32Baranseli, M. (1974) Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. age. 33Baranseli, Z. M. (2018). Vatandaş Mahmut. Şiirler. İstanbul. s.41. 34Baranseli, Z. M. (2018). Hikâye. age. s. 30-31. 35Baranseli, Z. M. (2018). Yedinci Durağın Kadını age. s. 26-27. 36Baranseli, Z. M. (2018). Mesude. age. s. 20-21.
77
ALINTILAR KAYNAKÇASI
Baranseli, Z. M. (1974). Ilık Deniz. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel
Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada).
Baranseli, M. (1974). Yeşil Gözlü Şehrin İlk Gecesi. Karseli Mahir
Baranseli’nin Anısına Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada ).
Baranseli, M.(1974). Hikâye. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına Özel Sayı.
S. 110-114 (beş sayı bir arada ).
Baranseli, Z. M.(2018). Şiirler. (haz.) Ebru Selcan Baranseli ve Sadık Müftahi.
İstanbul.
Baranseli, Z.M. (2018), Yedinci Durağın Kadını. Şiirler. (haz.) Ebru Selcan
Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul.
Özben, R.(1974). Merhaba Mahir Bin Yıllık Mihail. Merhaba. Yeni Doğu
gazetesi(Kars), S. 1531.
Özben, R. (1974). Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli’nin Anısına
Özel Sayı. S. 110-114 (beş sayı bir arada ).
Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Neler Konuşabilirdik. Z. Mahir Baranaseli.
Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul.
Sartre, J. P. (1967). Edebiyat Nedir. (çev.) Bertan Onaran, de Yayınevi,
İstanbul
78
ZERGER MAHİR BARANSELİ İLE İLGİLİ GENEL KAYNAKÇA
Aküzüm, Y. A. (1974). Mahir’e. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-
114, Ocak.
Alp, C. (1974). Mahir’in Ardından. Karseli Mahir Baraneli Özel Sayısı .S.110-
114, Ocak.
Aydın, A. (1974). Halk Eğitimci Sembolü Olarak Mahir Baranseli. Karseli Mahir
Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak.
Baranseli, E. (2018).Önyazı (başlıksız). Z. Mahir Baraseli. Şiirler. stanbul.
Baranseli, K. (2018). Önyazı (başlıksız). Z. Mahir Baranseli. Şiirler. İstanbul.
Beşmart, A. (1974). Fikir Adamı. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-
114, Ocak.
Cebeci,T. (1974). Hayır!... Sen Ölemezdin. Yeni Doğu gazetesi (Kars). S.
1524, 17 Ocak.
Cebeci, E. E.(1974). Ülkü ve Dava Adamlarının Kaderi. Yeni Doğu gazetesi
(Kars). S. 1528, 22 Ocak.
Dizdaroğlu, H. (1974). Bir Mektup. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı.
S.110-114, Ocak.
Doster, Dr. B. (1974). Bir Mahir Vardı. Karseli Mahir Baranseli Özel
Sayısı.S.110-114, Ocak.
Doster, N. (1974). Mahir İçin. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114,
Ocak.
Ergül, İ. (1974). Halk Eğitimi ve Mahir. Karseli. Mahir Baransel Özel Sayısı.
S.110-114, Ocak.
Ergün, İ. (1974). Alışamamak. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114,
Ocak.
Ilıca, Y. (1974). Z. Mahir Baranseli’ye. Karseli Mahir Baransel Özel Sayısı.
S.110- 114, Ocak.
Kalender, E. 1974). Örnek Yönetici Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baransel
Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Karseli dergisi ( 1974). Bir Yaşamöyküsü. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı.
S. 110-114, Ocak.
Karseli dergisi ( 1974). Türkçe Sanat Önerisi. Karseli Mahir Baranseli Özel
Sayısı. S. 110- 114, Ocak.
Karseli dargisi (1974). Mahir Baranseli ve Eserleri. Karseli Mahir Baranseli
Özel Sayısı. S.110-114, Ocak.
Kaya, S. (1974). “Bir Öğretmen Kozasını Örüyor”du. Karseli Mahir Baranseli
Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Kılıç, O.(1974). Eğitim Görüşleri ve M. Baranseli. Karseli Mahir Baranseli
Özel Sayısı. S.110-114, Ocak.
Laçin, R. (1974). Genç Ölüm. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-
114, Ocak.
79
Müftahi, S. (1974). Mahir ve Arkadaşlık. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı.
S. 110-114, Ocak.
Müftahi, S. (2018). Gadeş (önyazı. Z. Mahir Baranseli. Şiirler, İstanbul.
Oktay, A. (1974). Anılardan. Karseli. Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114.
Ocak.
Oktay, A. (1974). Aşk ve Kurt. Karseli. Mahir Baranseli Özel Saysı. S.110-114.
Ocak.
Özben, R. (1974). Birkaç Gece Sözü. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.
110-114, Ocak.
Özben, R. (1974). Merhaba Mahir/ Bin Yıllık Mihail Merhaba. Yenidoğu
gazetesi (Kars) S. 1531. 25 Ocak.
Özben, R. (2017). Zerger Mahir Baranseli’nin Şiirleri. Kıyı. S. 307, Mayıs-
Haziran.
Özben, R. (2018). Mahir’le Bugün Neler Konuşabilirdik. Z. Mahir Baranaseli.
Şiirler. (haz.) Ebru Baranseli ve Sadık Müftahi. İstanbul.
Özkiper, A. H./ Kars Valisi, (1974). Mahir Baranseli’nin Ardından. Karseli
Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114, Ocak
Öztürk, T.(1974). Arkadaşım Mahir Baranseli. Karseli.Mahir Baranseli -Özel
Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Talınlı, İ. (1974). Mazide Kalan Günler ve Baranseli. Karseli Mahir Baranseli
Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Talınlı, İ.( 2018). Kadim Dostum. Z. Mahir Baranseli. Şiiirler. age. İstanbul.
Temel, T. (1974). Ne Büyük Acı. Karseli.Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110--
114, Ocak.
Taşlıova, Ş. (1974). Karslı Halk Ozanlarının Dert Ortağı Mahir Baranseli.
Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Serçek, Ş. (1974). Bir İnsan Olarak Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel
Sayısı S.110-114. Ocak.
Seyhan, S. S. (1974). Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı. S.110-114,
Ocak.
Yeni Doğu gazetesi (Kars/1974). Baranseli ve Ötegen’i Kaybettik. S. 1524, 17
Ocak.
Yiğit, M. K. (1974). Örnek İnsan Mahir Baranseli. Karseli Mahir Baranseli Özel
Sayısı. S. 110-114, Ocak.
Zergeroğlu, H. (1974). Mahir’i Kaybettik. Karseli.Mahir Baranseli Özel Sayısı.
S. 110-114, Ocak.
Zergeroğlu, M. (1974). Zerger Mahir. Karseli Mahir Baranseli Özel Sayısı.
S.110-114, Ocak.
80
İzmir, Nisan 2018