1838 1841-yllarinda-sivas-ta-aile-hayati-family-life-in-sivas-between-1839-1841
TRANSCRIPT
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
1839-1841 YILLARINDA SİVAS’TA AİLE HAYATI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
YRD. DOÇ. DR. HÜSEYİN MUŞMAL
HAZIRLAYAN
054202041002
ZEHRA HİZMETLİ
KONYA 2008
I
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER……………….…………….………………………………...I
ÖNSÖZ……………………………………………………………………....IV
KISALTMALAR……………………………………………………………VI
TABLOLAR LİSTESİ……………………………………………………....VII
GİRİŞ………………………..……………….………………………………...1
A. Araştırmanın Amacı, Önemi ve Sınırları….……..…………………………1
B. Araştırmanın Muhtevası ve Metodu………………..………………………2
C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi……….....…………..3
BİRİNCİ BÖLÜM
1839 - 1841 YILLARINDA SİVAS'IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU
I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM……………6
II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU…………………….…15
A. Yeryüzü Şekilleri ………………………………………………………15
B. Tarihi……………………………………………………………………16
C. Yönetimi……………………………………………………….………..23
D. Ekonomisi………………………………………………………….……27
E. Eğitimi…………………………………………………………………...30
II
II. BÖLÜM
SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI
I. SİVAS MAHALLELERİ…………………………………………..……34
II. SİVAS EVLERİ……………………………………………………..….39
III. SİVAS’IN DEMOGRAFİK YAPISI………………………………..…46
A. Müslüman Nüfusu………………………………………………… 47
B. Gayr-i Müslim Nüfusu………………………………………………51
III. BÖLÜM
SİVAS’TA AİLE OLUŞUMU
I. AİLE VE OLUŞUMU………………………………………………………55
A. Nişan…………………………………………………………………….57
B. Evlenme…..…………………………………………………………..….59
II. EVLİLİKTE MEHİR……………………………………………………….62
III. KADINLARIN AİLE İÇİNDEKİ YERİ………………………………… 66
IV. ÇOK EŞLİLİK DURUMU…………………………………………..…….710
V. ÇOCUKLAR VE ÇOCUK SAYISI………………………………………...77
VI. AİLE FERTLERİNİN KULLANDIĞI İSİMLER VE UNVANLAR …….80
VII. KÖLE VE CARİYELER………………………………………………….85
III
IV. BÖLÜM
AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU VE SAHİP OLDUĞU EŞYALAR
I. AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU……………………………………889
II. AİLENİN SAHİP OLDUĞU EŞYALAR…………………………….…93
A. Ev Eşyaları………………………………………………………...…93
B. Tarım Aletleri ve Silahlar……………………………………….......1000
C. Gayr-i Menkuller………………………………………………........1022
D. Giyim Kuşam ve Ziynet Eşyaları………………………………...….10303
1. Kullanılan Kumaşlar………………………………………….…..10303
2. Giyim Kuşam…………………………………………………….10404
3. Ziynet Eşyaları……………………………………………………10606
V. BÖLÜM
AİLE’NİN DAĞILMASI
I. BOŞANMA……………………………………………………….………108
II. VASİ VE VESAYET KURUMU………………………………..….……110
III. AİLEDE ÖLÜMLER……………………….…………………….….…..112
IV. MİRAS PAYLAŞIMI…………………………………………………...114 V. BORÇ VE ALACAKLAR…….………………………………………….116 SONUÇ…………..…………………………………………………..….…...119
BİBLİYOGRAFYA……...…………………………………………..……....124
EKLER ………….………………………………………………..………….137
IV
ÖNSÖZ
1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile hayatı konulu araştırmada Sivas’ta aile
yapısı, belirtilen tarihler kapsamında aydınlatılmaya çalışılmıştır. Konunun
seçiminde bahsedilen yıl aralığının tercih edilmesinde, Tanzimat’ın henüz ilan
edildiği yıllar olması etkili olmuştur. Araştırmamıza kaynak olarak Sivas şer’iye
sicillerinden 20 numaralı defterden yararlanılmıştır. Bu defter içerisinde bulunan
tereke kayıtları Sivas’ta aile yapısını ortaya koyacak veriler sunmaktadır. Aynı
zamanda tereke kayıtlarından başka araştırma konumuzla ilgili yapılmış olan
bilimsel araştırmalardan da yararlanılmıştır.
1839-1841 yıllarında Sivas’ta aile yapısı ele alınırken ilk olarak bu yıllarda
Osmanlı ve Sivas’ın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durum ortaya
konulmuştur. Araştırmanın I. Bölümünü oluşturan bu bölümde, belirtilen yıl
aralığında Sivas’ın tarihi, yönetimi, ekonomisi ve eğitimi ele alınmıştır.
II. Bölümde Sivas’ın fizikî ve demografik yapısı ele alınarak ilk olarak,
Sivas’ta dönemin mahalle ve evleri hakkında açıklamalara yer verilmiştir. Ardından
şehrin demografik yapısı irdelenerek dönemin Müslüman ve gayr-i Müslim nüfusu
hakkında edinilen bilgiler ve verilen tablolarla çeşitli yorumlamalara gidilmiştir.
Ailenin oluşumunun açıklandığı III. Bölümde ise Sivas’ta nişan, evlenme ve mihir
konularına yer verilmiş, çok eşlilik durumunun çocuk sayısı ile ilişkisi ve ailede
çocukların durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Yine aynı bölümde aile
fertlerinin kullandığı isimler ve unvanları belirtilerek ailenin üyesi olarak
V
değerlendirilen köle ve cariyeler, ailedeki konumları ve Sivas’ta cariye sahibi olan
kimselerin maddi durumları göz önünde tutularak değerlendirilmiştir.
Ailenin ekonomik durumunun ele alındığı IV. Bölümde Sivas’ta Müslüman
ve gayr-i Müslimlerin maddi durumları ayrı ayrı ele alınarak tereke kayıtlarından
seçilen örneklerle aydınlatılmaya çalışılmıştır. Fotoğraf örnekleriyle zenginleştirilen
bu bölümde terekelerde karşılaşılan ev eşyaları, tarım aletleri, silahlar, kişilerin
sahip olduğu gayr-i menkuller ele alınmış ailenin giyim kuşamı ve ziynet eşyalarına
yer verilmiştir.
Son bölümde ise ailenin dağılması ele alınarak boşanma, ölüm, miras
paylaşımı ve vasilik kurumu açıklanmaya çalışılmış, borç ve alacak meselelerine
yer verilmiş, nihayet borç alış verişinin sosyal dayanışma ya da ticarî boyutu
belirlenmeye çalışılmıştır.
Araştırmada yardımını ve desteğini benden esirgemeyen danışmanım Yrd.
Doç. Dr. Hüseyin Muşmal’a teşekkürü bir borç bilirim.
Zehra Hizmetli
VI
KISALTMALAR
SŞS Sivas Şer’iye Sicilleri
Haz. Hazırlayan
Bkz. Bakınız
M.S. Milattan Sonra
M. Miladî
H. Hicrî
Nr. Numara
çev. Çeviren
(ed) Editör
S. Sayı
s. Sayfa
vs. ve saire
Yay. Yayımlayan
VII
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları……..……......37 Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları………………………………...……43
Tablo 3: 1839-1841 yıllarında Yüksek Fiyatlı Evler ve Sahipleri..................................... 45
Tablo 4: Seyyahlara Göre Sivas Nüfusu .......................................................................... 48
Tablo 5: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Cinsiyetlerine Göre Tereke Sahipleri ................. 50
Tablo 6: 1831 Nüfus Sayımında Gayr-i Müslimlerin Yoğun Bulunduğu Mahalleler........ 53
Tablo 7: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Sahiplerinin Cinsiyetlerine ve Sosyal
Durumlarına Göre Sınıflandırılması ................................................................................ 61
Tablo 8: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mihir Dağılımı .................................................. 64
Tablo 9: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta En Yüksek Mihir Sahipleri ................................ 65
Tablo 10: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Kadın Tereke Sahiplerinin Medeni
Durumları ....................................................................................................................... 68
Tablo 11: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekesine Göre Zengin Kadınlar .................... 69
Tablo 12: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Kayıtlarına Göre Çok Eşlilerin
Çocuk Sayıları ................................................................................................................ 74
Tablo 13: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Çok Eşli Evlilerin Sosyal Statüleri ................... 75
Tablo 14: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Ailelerin Sahip Oldukları
Çocukların Sayı ve Cinsiyetleri....................................................................................... 78
Tablo 15: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslim Ailelerin Sahip Oldukları
Çocukların Sayısı ve Cinsiyeti ........................................................................................ 79
VIII
Tablo 16: 1839-1841 Yıllarında Sivas Terekelerine Göre Mirasçılar ............................... 81
Tablo 17: 1839–1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Terekelerde Sık Karşılaşılan
İsimler ............................................................................................................................ 83
Tablo 18: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekelerde Geçen Unvanlar ........................... 84
Tablo 19: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslümanların Gelir Durumu.......................... 89
Tablo 20: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslimlerin Gelir Durumu ................... 90
Tablo 21: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mal Varlığı En Çok Olan Müslüman
Terekeleri ....................................................................................................................... 91
1
GİRİŞ
A. Araştırma’nın Amacı, Önemi Ve Sınırları
Araştırmamız, yalnızca bulunduğu bölgenin tarihini yansıtmakla kalmayıp, o
dönem Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu durumu aydınlatması bakımından büyük
önem taşıyan şer’iye sicillerinden, 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinin
değerlendirilmesinden ibarettir. Böylece adı geçen sicilin değerlendirilmesi neticesinde
1839–1841 yıllarında Sivas’ ta aile yapısı ele alınacak ve Sivas’ın bu dönemi Aile
merkezinde aydınlatılmaya çalışılacaktır. Bu vesile ile önemli bir Anadolu şehri olan
Sivas’ta, oluşumu, dağılması ve kadınların aile içindeki yeri gibi özellikler açısından
ailenin niteliğini, çok eşlilik durumu ve çocuk sayıları açısından da niceliğini, yani
Aile yapısını ortaya koyarak, Osmanlı ailesi hakkında yapılan açıklamalara ve
tespitlere katkı sağlanmış olacaktır.
Bu çalışmada, yukarıda ifade edildiği gibi H. 1255–1257, M. 1839–1841
yıllarını kapsayan 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilinden yararlanılmıştır. Özellikle
konumuzla yakından ilgili olduğundan defter içerisinde bulunan çok sayıda tereke
kayıtları kullanılarak, Sivas’ta dönemin aile hayatı ve günlük yaşamı belirlenmeye
çalışılmıştır.
Araştırmamızın içinde bulunduğu zaman dilimi Tanzimat’ın ilk üç yılını
kapsamaktadır. Bu nedenle araştırmamız henüz, Sivas aile hayatında Tanzimat’ın
etkilerinin pek hissedilmediği bir dönemde yaşanan gelişmelerin, şehir hayatına ne
kadar yansıdığını göstermesi açısından da önem taşımaktadır.
2
B. Araştırmanın Muhtevası Ve Metodu
Araştırmamıza 1839–1841 yıllarında Osmanlı’nın ve Sivas’ın sosyal ve
ekonomik durumu ile başlanmıştır. Daha sonra Sivas’ın tarihçesi, demografik yapısı,
yönetimi, mahalle ve evleri hakkında verilen bilgilerle Sivas şehri tanıtılırken, söz
konusu dönem içerisinde Sivas’ta aile kurumunda evlenme, çok eşlilik, çocuk sayısı
gibi konulara yer verilerek Sivas’ta aile oluşumu ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bununla birlikte boşanma ve miras paylaşımı gibi konularla da ailenin dağılması ele
alınmıştır. Bu çerçevede Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi temel yapısı aile
olarak bilinen Sivas toplumunun yaşadığı mekân da araştırılarak, barınma ihtiyacının
nasıl karşılandığı belirlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca sahip olunan eşyaların çeşitliliği ve
sayısı, ailenin zenginliğini ortaya koyduğu kadar sosyal ve kültürel durumunu
yansıttığından, konu bu yönüyle de araştırmamız içerisinde yer almıştır.
Buraya kadar, araştırmamızın amacı hakkında bilgi verilmişti. Bundan sonra, bu
araştırmanın hazırlanması safhasında kullanılan metotlara değinilebilir. Öncelikle, 20
numaralı Sivas şer’iye sicili gözden geçirilerek içinde bulunan tereke kayıtları
günümüz Türkçesine transkript edilmiştir. Bu defterde toplam 123 adet tereke kaydına
rastlanılmıştır. Tereke kayıtları transkript edildikten sonra, ayrı ayrı fişlenerek
konularına göre tasnif edilmiştir. Böylece, tereke sahiplerinin kaç eşli oldukları, çocuk
sayıları, hangi mahallede oturdukları, tereke miktarları, mal varlıkları, borçları,
alacakları ve bu konudaki muhatapları gibi özelliklerinin de tespit edilmesi mümkün
olmuştur. Bu verilerin yardımıyla da çeşitli grafikler oluşturulmuş, böylece, söz
konusu verilerin mukayese edilebilmesine imkân verilmiştir.
3
C. Şer’iye Sicilleri’ nin Araştırmamız Açısından Önemi
Şer’iye sicilleri Osmanlı Devleti’nde çeşitli mahkeme tutanaklarının ve merkezî
hükümetle karşılıklı olarak gerçekleştirilen yazışma suretlerinin kadılar tarafından
kaydedildiği defterlerdir. Şer’iye sicilleri, şer’i mahkemelerde yargı görevini yerine
getiren kadılar tarafından tutulur. Kadılar, insanlar arasında meydana gelen
anlaşmazlıkları şer’i hükümlere göre karara bağlamak için sultanlar veya onların
yetkili kıldığı şahıslar tarafından görevlendirilen, kendilerine hâkim veya hâkim-üş-şer
de denilen kimselerdir1.
Şer’i, hukukî ve idarî yönden önemli vazifeleri olan kadılar, bu geniş vazifeleri
nedeniyle, kendilerine gelen hüküm ve fermanlarla bunlara verilen cevapları, ayrıca
gördükleri çeşitli davalara ilişkin vermiş oldukları hükümleri kaydetmek için sicilleri
tutmuşlardır2. Bu defterlere şer’i mahkemeler tarafından verilen her çeşit ilâm, hüccet
ve şer’i evrak asıllarına uygun olarak kaydedilmektedir3.
Şer’iye Sicillerine kaydedilen her türlü belge belli bir usule göre
düzenlenmiştir. Sakk-ı şer’i usulü denilen bu usulle şer’iye sicilinin belli standartlarda
tutulması sağlanarak bu kayıtların tanzimi meselesi düzenli ve sağlam bir kaideye
oturtulmuştur4. Kadılar bazı hukukî meseleleri bu kayıtlara başvurarak çözdüklerinden
sicil defterlerinin korunmasına5 ve düzenli bir şekilde tutulmasına büyük özen
göstermişlerdir.
1 Ahmet Akgündüz, “İslam Hukukunun Osmanlı Devleti’nde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”,
Türkler, Ankara 2002, X, s. 54. 2 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988, s. 109. 3 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 57. 4 Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 58. 5 M. Akif Aydın, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyet Tarihi, İstanbul 1994, s. 418.
4
Şer’iye sicilleri memleketin çok çeşitli maddi ve kültürel konuları üzerinde
yapılan mahalli araştırmaların birinci derecede kaynaklarıdır6. Bu kaynaklar toplum
hayatının durumunu ve bunun karşısında devletin tavrı ve adlî gidişatının ne durumda
olduğunu görmek bakımından büyük önem taşımaktadır7.
Şer’iye sicilleri Türk tarihi için önemli olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’na
bağlı olan milletler için de çok değerli arşiv malzemelerindendir8. Bugüne kadar
yazılmış olan Osmanlı tarihlerinde görülen yanlışlıkların düzeltilmesi, Osmanlı tarihi
ve teşkilatı hakkında daha doğru ve eksiksiz araştırmalar yapılabilmesinde şer’iye
sicillerinden de faydalanmak mümkündür9.
Osmanlı sosyal hayatının temel kaynaklarından biri olan şer’iye sicillerinin, ait
olduğu dönemde yaşanan hayatın bütün yönlerini göstermesi açısından önemi
büyüktür10. Dolayısıyla bu kayıtlardan eski Türk aile yapısı, nişanlanma, evlenme gibi
müesseselerin nasıl işlediği, kadın ve erkeğin kullanabildiği boşanma hakkının ne
şekilde kullanıldığı gibi konularda önemli bilgilere ulaşılabilir11.
Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve şehircilik tarihi konusundaki
araştırmaları için vazgeçilmez kaynaklardan biri olan şer’iye sicillerinde, mahkeme
kararları, zabıtlar, hüccetler, borç senetleri, emir suretleri, avarız kayıtları, mülk
6 Feyyaz Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma” IX. Türk Tarih Kongresi, Ankara
1988, s. 765. 7 Feridun M. Emecan, “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme” 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te
Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 79. 8 Komisyon, Şer’iye Sicilleri, İstanbul 1988, s. 12; Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 765. 9 Gürkan, “Şer’iye Mahkemeleri”, s. 767. 10 Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz- Ömer Demirel, “Osmanlı Ailesi İle İlgili Şer’iye Sicillerinden Seçilen Örnek
Belgeler”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 849. 11 Komisyon, Şer’iye Sicilleri, s. 13.
5
satışları ve narh fiyatları gibi belgelerin yanında, dağınık olarak tereke kayıtları da
bulunmaktadır12.
Terekeler, Osmanlı ekonomik ve sosyal araştırmalarında mühim
kaynaklardandır. Bu kayıtlar, ölen kimselerin bıraktıkları malların tespit edilip, bu
malların şeriat esasına göre bölünmesini gösteren belgelerdir13. Vefat eden
kimselerden miras kalan mallar, kadı’nın bu işlerle görevli memuru kassam’ın14
önünde sayılır ve bunlar yetkili bilirkişiler aracılığıyla kıymetleri belirlenerek detaylı
muhallefat listeleri düzenlenirdi15.
Tereke kayıtlarında Osmanlı aile yapısı ve ailenin çeşitli yönlerine ışık tutan
pek çok bilgiye ulaşmak mümkündür. Ölenlerin sosyal menşe’leri, medeni halleri, aile
yapıları, mahalleleri, her türlü giyim ve ev eşyası, mutfak takımları, tarla malzemeleri
gibi bilgileri sıralayan tereke kayıtları hem içtimaî hem de iktisadî hayat için zengin
malzemeler taşır. Bununla birlikte bu belgelerde, vefat eden kişinin borçları ve
alacakları da yer alır. Bu yönleriyle de tereke kayıtları pek çok konuda fikir sahibi
olmamıza yarayan veriler sunmaktadır. Bu nedenle de konumuz açısından ayrı bir
öneme sahiptir.
12 Alpay Bizbirlik, “Tereke Defterleri ve Edirne Tereke Defterleri Üzerini Bir Deneme”, Türkler, X, Ankara
2002, s. 731. 13 Serap Yılmaz, “İranlı Ermeni Bir Tüccarın Terekesi ve Ticari Etkinliği Üzerine Düşünceler”, Tarih
İncelemeleri Dergisi, S. VII, İzmir 1992, s. 191. 14 Kassam, sözlükte taksim eden, bölüştüren anlamına gelirken Osmanlı uygulamasında, miras davalarında bizzat
dava mahalline giderek, gerekli tahkikatı yapıp, ihtilaf hakkında bir neticeye vardıktan sonra, davayı hükme
bağlayan ve terekeyi varisler arasında taksim eden şer’i memuru ifade etmektedir. Bkz. Sait Öztürk, “kassam”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIV, İstanbul 2001, s. 579. 15 Bayram Ürekli- Alpay Bizbirlik, “Karaman Valisi Çelik Mehmet Paşa’nın Terekesi” Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, S. 1, Konya 1994, s. 177.
6
I. BÖLÜM
1839–1841 YILLARINDA SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK
DURUMU
I. OSMANLI DEVLETİ’NİN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM
Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyıl’a gelinceye kadar, yaptığı fetihlerden kârlı
çıkarken bu yüzyıldan sonra, arka arkaya yenilgiler almaya başlamış, devletin
merkeziyetçi yapısında farklılıklar oluşmuştu. Osmanlı’nın karşısındaki batı, eskisi
gibi değildi. Osmanlılara nazaran deniz ticareti ve teknoloji açısından belirli bir
üstünlük kazanmıştı. Artık Osmanlı Devleti’nin hasımları da kuvvetliydi. Aynı
zamanda bu hasımlar çıkarları örtüştüğünde birlikte hareket edebiliyorlardı16.
Tımar sisteminin yerini iltizam usulüne bırakması, eyaletlerde merkezî otoriteyi
sarsacak sebepler doğuruyordu. XIX. yüzyılda devletin en önemli sorunlarından birisi
de kuşkusuz bağımsızlık hareketleriydi. Devletten ilk kopmalar bu yüzyılda başladı ve
devam etti. Bu dönemde ordu’nun durumu da yeterli değildi. Yeniçerilerin sayısı savaş
şartlarının değişmesinden dolayı artırılmış, bu artış beraberinde sosyal, siyasal ve
ekonomik bazı sorunları getirmişti17.
Bu dönemde Osmanlı Devletinde üretim ve tüketim esnaf loncalarının
denetimindeyken iç ve dış ticaret devletin denetiminde ve gözetiminde belirli kurallara
göre yapılıyordu18. Ancak ticarî ayrıcalıklar ve genişletilen kapitülasyonların da
16 Bu konuda bilgi için bakınız. Cemal Kafadar, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Geriledi mi?,
İstanbul 2006. 17 Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 1987, s. 106. 18 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s. 6.
7
etkisiyle Osmanlı endüstrisini geliştirme çabaları sonuçsuz kalıyordu.
Osmanlı Devleti XIX. yüzyılda toprak ve nüfus bakımından dünyanın en büyük
devletlerinden birisiydi. Yüzyıla gelininceye kadar büyük badireler atlatmış, haliyle
yıpranmıştı. Dünya, ekonomik, siyasî, askerî pek çok alanda değişim geçirmiş, bu
alanlarda ve özellikle savaş tekniklerinde gittikçe ilerleyen ülkelerle komşu olunmuştu.
Bu nedenle Osmanlı Devleti, gerek teknolojik gelişmeleri gerekse değişen dünya
düzenini yakalama çabası içerisine daha XIX. yüzyıl öncesinde girmişti19.
XVIII. yüzyıl’ın sonlarında dünya politika ve dengelerinde önemli bir takım
değişmeler yaşandı. Rusların, Balkanlar ve Akdeniz Bölgesinde yayılma politikasını
gütmeleri, 1774’te Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca Anlaşması ile sonuçlandı.
Nitekim bu antlaşma ile Ruslar, Karadeniz ve boğazları kullanarak, Akdeniz
Bölgesinde yayılma politikasını harekete geçirmeye başlamışlardır. Zira Rusya, bu
antlaşmayla Osmanlı Devleti’nde serbest ticaret yapma hakkını elde ediyordu. Üstelik
Rusya, bu hakkı sadece kendisi için değil Rus bayrağı altında olmak kaydıyla istediği
yabancılar için de elde etmişti20. Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusya’ya Hıristiyan
tebası üzerinde himaye hakkı tanımıştı. Rusya, bu hakkı kullanarak sürekli Osmanlı
Devletinin iç işlerine müdahale etme fırsatını da yakalamıştır21. Bu antlaşmanın Rus
çarına “padişah” unvanını vermesi ve Rusya’ya dilediği yerde konsolosluk açabilme
hakkının tanınması, Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurma çabasında etkili
19 Osmanlı sanayi gelişimi hakkına bilgi için bakınız. Edward C. Clark, “Osmanlı Sanayi Devrimi”
Tanzimat,Ankara 2006, s. 499-512. 20 Ali İhsan Bağış, “İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Toprak Bütünlüğü Politikası ve Türk
Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 45. 21 Süleyman Kocabaş, Türkiye ve İngiltere, İstanbul 1985, s. 53.
8
olmuştur22. Bu antlaşmanın acı sonuçlarından biri de Kırım’ın ilhak edilmesidir. Rusya
Kırım’ın ilhakıyla Karadeniz’e tam anlamıyla çıkmış, büyük ölçüde genişleme
politikasını gerçekleştirmiştir23.
XVIII. yüzyılın sonlarında meydana gelen Fransız İhtilali, devletler üzerinde
önemli etkiler yaratmış, dünya dengelerini değiştirmiştir. Başlangıçta ihtilalin Osmanlı
toplumuna doğrudan bir etkisinin olmayacağı, bu hareketlerin, Fransa’nın bir iç
sorunu, hatta Osmanlı topraklarına giremeyecek bir Hıristiyan sorunu olarak
düşünülmüştür24.
Osmanlı Devleti çeşitli uluslardan oluşuyordu. Ancak Fransız ihtilal’in yaymış
olduğu milliyetçilik akımı, Osmanlı Devleti’nin millet sistemiyle bağdaşmıyordu25. Bu
nedenle Osmanlı Devleti Avusturya ve Rusya ile savaş halinde olunmasının da
etkisiyle, ihtilale ilgisiz kalmışsa da26 ihtilal sonucunda Avrupa’da yayılan ulusçuluk,
hürriyet, eşitlik, prensipleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı
İmparatorluğu’nu da etkilemeye başladı. Nitekim 4 Şubat 1804’te Sırp İsyanı ve 12
Şubat 1821’de Mora’da Yunan İsyanı, bu fikirlerin etkisiyle ayrılıkçı düşüncelerle
çıkarılan isyanlardı27.
İhtilal’in zararlı etkilerinden korunmak için, uluslar arası zeminde savunma
durumuna geçen Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılın sonlarından başlamak üzere XIX.
yüzyıl boyunca kendi kuvvetine dayanan bir siyasetten uzaklaşarak, devletlerin
22 Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara 1998, s. 15. 23 Bağış, Türk Diplomasisinin Çaresizliği, s. 45. 24 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 110. 25 Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu 1839–1914, Ankara 1996. s. 40. 26 İsmail Soysal, Fransız Diplomasisi Münasebetleri (1789–1802), Ankara1999, s. 101. 27 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, I, Ankara 1985, s. 64.
9
menfaat çatışmalarından istifade etme temeline dayanan, bir denge politikası
izlemiştir28. Bu politikayı izlemekteki amaç ise Avrupa’nın büyük devletleri arasında
çıkar çatışmalarından yararlanarak, devletin siyasal bağımsızlığını ve toprak
bütünlüğünü sürdürmektir.
III. Selim padişah olduktan sonra (6 Nisan 1789) Avusturya ve Rusya ile devam
eden savaşlara, Avusturya ile yapılan Ziştovi (1791) ve Rusya ile yapılan Yaş (1792)
Antlaşmalarıyla son verilmiştir29. Bu dönemde devletin askeri bakımdan zayıflaması,
toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının korunmasında diplomasiyi ön plana
çıkarmıştır. Diplomasinin gerçekleşmesi içinse buna uygun kurumlar geliştirmenin ve
bu konuda uzman kişiler yetiştirmenin önemli olduğu anlaşılmıştır.30
III. Selim, devletin içine düştüğü durumdan kurtarılabileceğine inanıyordu. Bu
nedenle ıslahat girişimlerinde bulundu. Bu dönemde yapılan “Meclis-i Meşveret” adlı
toplantılarda devlet adamları, devletin gidişatı hakkında neler yapılabileceğini dile
getirmişlerdir. Bu görüş ve düşünceler rapor halinde hazırlanarak “Islahat Layihaları”
adıyla padişaha sunulmuştur. Bu raporlar doğrultusunda ve III. Selim’ in önderliğinde
“Nizâm-ı Cedit” denilen bir takım yeniliklere girişilmiştir. III. Selim’in 1789–1807
yıllarını kapsayan padişahlığı, Kabakçı Mustafa İsyanıyla tahttan indirilmesi şeklinde
sonuçlanmıştır31. Osmanlı Devleti, yapılmaya girişilen bu ıslahat girişimleriyle değişen
dünya düzenine ayak uydurmak ve eksik görünen noktalardaki boşlukları doldurmak
28 Gül Akyıldız, “ III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti”
Türkler, XII, Ankara 2002, s. 664. 29 Vakur Versan, “Osmanlı Devletinde Tanzimat’tan Sonra Batı Devletler Hukukunun Benimsenmesi”, Çağdaş
Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 106. 30 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 113. 31 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri , s. 5.
10
için çabalamıştır. Ama getirilmeye çalışılan bu yeni düzen ulema ve bir kısım yönetici
işbirliğiyle, yeniçeriler tarafından durdurulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nda gerçek anlamda reformları başlatan kişinin II.
Mahmut olduğunu söyleyebiliriz. O, reformları gerçekleştirmekle kalmamış, onları
engelleyen unsurları da bertaraf etmeye çalışmıştır. Bu nedenle imparatorluk üzerinde
kalıcı etkileri olmuş, girişilen yenilik hareketleri başarılı sonuçlar doğurmuştur. II.
Mahmut’un reform hareketleri dönemini de aşarak kendisinden sonra da devam
etmiştir. Bilindiği gibi Tanzimat Fermanı’nın ilanı her ne kadar Abdülmecid dönemine
rastlasa da hazırlık safhası II. Mahmud dönemindedir32.
II. Mahmud tahta geçtiği ilk yıl devlet otoritesini sağlamlaştırmak için bazı
önlemler aldı. Bu önlemlerden birisi de ayanlarla imzalanan Sened-i ittifak’tır33.
Bilindiği gibi II. Mahmud tahta bir ihtilal sonucunda çıkmıştı. Bu dönemde Alemdar
Mustafa Paşa ile birlikte Rumeli ve Anadolu âyânları İstanbul’da egemen
konumdaydı34. İşte bu sözleşme âyânları meşrulaştırıp kurumsallaştırırken; aynı
zamanda onları baskı alında tutan bir belge özelliğindeydi35.
Sened-i İttifak’ı XIX. yüzyıl anayasa hareketlerinin bir başlangıç noktası
sayabiliriz. Bu sözleşmenin imzalanmasındaki asıl amaç, merkezî otoriteye kafa tutan
âyân ve valilerin bağlılıklarının yeniden sağlanmasıyken, bu belge padişahın mutlak
32 Enver Ziya Karal, “Gülhane Hatt-ı Hümâyunu’nda Batı’nın Etkisi”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 78. 33 Mehmet Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi 1299-1922, İstanbul 2001, s. 261. 34 Mehmet Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilâtı”, Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 563. 35 Sina Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı Devletinin Uluslararası Durumu”,
Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler, Ankara 1994, s. 8.
11
otoritesine ilk kez hukukî bir sınırlama getirmiştir36. Âyânlar, böylece padişah’ın
mutlak otoritesi karşısında, kendilerinin durumlarını garanti altına almak
istemişlerdir37. Sened-i İttifak, bütün bunların yanında bizlere o dönemde âyânların ne
kadar önemsendiğini de gösterir. Âyânlar artık onlarla aynı masaya oturulacak kadar
güçlenmiştir. Bu nedenle II. Mahmud ilk olarak çağdaş bir ordu kurup, merkezî
otoriteyi güçlendirmek istemiştir.
Sened-i İttifak’ın ardından Sekban-ı Cedid Ocağı kurularak yeniden askerî
ıslahatlara girişildi. Çok geçmeden bu olay yeniçerilerin isyanıyla sonuçlandı.
Alemdar Mustafa Paşa’yı öldüren yeniçeriler saraya yöneldiler. Bunun üzerine, II.
Mahmud sekban-ı cedid’ i dağıtmayı ve ıslahatçıları yok etmeyi kabul etmek zorunda
kalmıştır. Böylece askerî ıslahat XVIII. yüzyıl boyunca gündemden çıkmıştır. II.
Mahmud bu olaydan sonra reform hareketlerinin başarılı olabilmesi için reform
karşıtlarının yok edilmesini ve devlet otoritesini yeniden kurmayı zorunlu görmüştür38.
Bu bakımdan askerî ıslahatların yapılabilmesi için yeniçerilerin kaldırılması
gerekiyordu. Üstelik Yanya Âyânı Tepedelenli Ali Paşa’nın harekatında (1820) ve
Rumların isyanında (1826) yeniçerilerin başarısızlığı gün ışığına çıkmıştı.
Yeniçerilerin dış devletler karşısındaki durumu da hiç iç açıcı değildi. Onların bu
başarısızlıkları karşısında II. Mahmud yeniden askerî bir örgütlenmeye giderek Eşkinci
Ocağını kurdu (1826). Yeniçerilerin çok geçmeden isyan etmesi ocağı kaldırmak için
uygun bir fırsattı39. Bu fırsatı değerlendiren II. Mahmud yeniçeri ocağını kanlı bir
36 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 115. 37 Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara, 2006, s. 86. 38 Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, II, İstanbul, 1999, s. 30. 39 Akşin, “1839’da Osmanlı Ülkesi”, s. 9.
12
hareketle bastırdı.
Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra devlet otoritesi gözle görülür bir
biçimde yeniden kuruldu40. Zaten amaç merkezî hükümetin hâkimiyetini
güçlendirmekti. Böylece âyânlara boyun eğdirilebilecek ve dış tecavüzlere karşı
koyulabilecekti. Bazı âyânlar kendileri açısından tehlikeli olabileceğini
düşündüklerinden modern bir ordunun kurulmasının karşısında olmuşlardı. 1826
yılında âyânların korktukları başlarına geldi ve yıllar öncesinden de denenen fakat
başarısız olunan bir hareket başarıyla sonuçlandı41. Ardından Asâkir-i Mansûre-i
Muhammediyye adında bir ordu kuruldu. Avrupa orduları örnek alınarak kurulan bu
yeni orduda, Prusya subayları görevlendirildi. 42
Osmanlı Devleti Mora’da başlayan ayaklanmayı Mısır valisi Mehmet Ali
Paşa’nın yardımıyla bastırdı. Ancak 1827 yılında bir İngiliz-Rus-Fransız ortak
donanmasının Osmanlı donanmasını Navarin’de yakması, Yunanistan’ı bağımsızlığına
doğru götürdü43. Rusya’nın 1828’de Osmanlı Devletine karşı ilan ettiği savaş
Osmanlının yenilgisi ve Edirne Antlaşması ile sonuçlandı. Bu savaştan toprak
kaybederek ve Tazminat ödemeye mahkûm edilerek çıkılmıştı. Ağır şartlar taşıyan bu
antlaşma ile Yunanistan bağımsızlığına kavuştu. Yunanistan’ın bağımsızlığı Osmanlı
tebası diğer uluslara örnek olmuş, devletten kopmaların bir başlangıcını oluşturmuştur.
Doğu Akdeniz’de Mora elden çıkarken, Fransa’nın Cezayir’i işgaliyle (1830) batı
40 Stefan Yerasimos, “Tanzimat’ın Kent Reformları Üzerine”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 368. 41 Kemal H. Karpat, “Osmanlı Tarihinin Dönemleri: Yapısal Bir Karşılaştırmalı Yaklaşım”, Osmanlı Geriledi
mi, İstanbul 2006, s. 245. 42 Maksudoğlu, Osmanlı Tarihi, s. 265. 43 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara 1978, s. 19.
13
Akdeniz’de de Cezayir elden çıkmıştır44.
1831 yılında en önemli eyaletlerden biri olan Mısır’da Mehmet Ali Paşa isyanı
söz konusuydu. Kütahya’ya kadar ilerleyen isyancı kuvvetler büyük başarılar elde
ettiler45. Mehmet Ali Paşa’nın bağımsızlık isteği ve bu amaçla uluslar arası
girişimlerde bulunması Osmanlı Devletini İngiltere’ye yaklaştırdı. 1839’da İngiltere
ile yapılan Balta Limanı Antlaşması bu yakınlaşmadan kaynaklandı46. Mısır sorunu,
Osmanlı ordusunun Mehmet Ali Paşa’ya Nizip’te yenilmesinin ardından II.
Mahmud’un ölümünden sonra geçici olarak çözümlenebildi. Neticede Mısır’a yarı
bağımsızlık verildi47.
Ayrılıkçı isyanların ve devletten kopmaların yaşandığı bu dönemde, devletin bir
iç sorunu olan Mehmet Ali Paşa İsyanı, Avrupa devletlerinin desteğiyle
çözümlenebilmişti. Rusya’nın Akdeniz’deki çıkarları doğrultusunda Osmanlı
Devleti’nin yanında olması, İngiltere ve Fransa’nın doğu Akdeniz’deki çıkarlarını
tehlikeye sokmuştu. Bu nedenle yaptıkları yardımda amaç, yine kendi çıkarlarına
hizmet etmekti. Nihayet 1840 yılında Londra’da yapılan bir konferansla Mısır sorunu
devletlerin çıkarlarına uygun bir şekilde noktalanmıştır.
II. Mahmut, yoğun iç ve dış sorunların yaşandığı bu dönemde askerlik alanında
çeşitli düzeyde okullar açmış, donanma ve diğer askerî sınıflarda önemli iyileştirme
çalışmaları yapmıştır. II. Mahmut döneminde yapılan geniş kapsamlı yenilikler Yunan
isyanı ve Mısır meselesi gibi devleti uzun süre uğraştıran sıkıntılı bir zamanda
44 Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, s. 118. 45 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5. 46 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006, s. 54. 47 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s.5.
14
gerçekleşmiştir48. Ayrıca askerî reformların yanı sıra, idare ve eğitim alanında da
düzenlemelere gidilmiştir. Hükümet şurası, Adliye İşleri Yüksek Kurulu, Askerî Şura
Dairesi bu dönemde oluşturulan idarî meclislerdir. Bunların yanı sıra modern eğitim
kurumları da açılarak Avrupa’ya eğitim için öğrenci ve subay da gönderilmiştir49.
Pek çok sıkıntının yaşandığı bu dönemde ülke yönetiminde merkezileşmeye de
gidilmiş yeni yönetin anlayışının gerektirdiği uzman memurlar ve uzman kurumlar
birbiri ardına kurulmaya başlamıştır50.
Yukarıda ifade edildiği gibi Tanzimat dönemi, II. Mahmud’un 1826’da
başlattığı yenilik hareketlerinin bir devamı niteliğindedir51. Tanzimat fermanında
hâkim olan düşünce Müslümanlarla gayrimüslimler arasında tam bir eşitlik
sağlamaktır. Tanzimatçılara göre, bu eşitlik sayesinde imparatorluğa bağlı bütün teba
birbirine kaynaşarak hep beraber imparatorluğun devamı için hizmet edeceklerdi52.
Osmanlı temel müesseselerinin batı modeline bürünmesi ve batıyı örnek alarak
imparatorluğu kurtarma gayreti, Tanzimat hareketinin temelini teşkil etmiştir53. Bu
durum kendi öz değerlerinden kopuk, batılı modellerin taklidi şeklinde ortaya
çıkmıştır. Ancak Ferman’ın getirdiği yeniliklerin uygulanması 1840-1856 yılları
arasındaki sürede büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Ne var ki, bu dönemde yapılan
48 Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 564. 49 Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İstanbul 1998, s. 184. 50 Seyittanlıoğlu, “Yenileşme Dönemi”, s. 565. 51 Musa Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, LII, Ankara 1988, s. 601. 52 Halil İnalcık, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat Değişim Süresinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 29. 53 Mehmet Aydın, “Tanzimatla Aranan Hüviyet”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu,
Ankara 1994, s. 15.
15
düzenlemelere tepkiler de doğmuştur54. Bu çerçevede Osmanlı Devletinin batılılaşma
çabaları değişim isteyenler için modası geçmiş olarak değerlendirilirken, geleneksel
değerlere ve yaşama şekline yapılan saldırılara direnen bir kısım halkla da
yabancılaşmasına neden olmuştur55.
Tanzimat’ın ardından yapılan düzenlemeler imparatorluğun bütününde aynı
anda başlatılmamıştır. Önce hükümet merkezine yakın yörelerde başlamış, daha sonra
uzak yörelerde uygulamaya geçilmiştir. Uygulama sırasında da yenilikleri benimsemiş
ve uygulayabilecek bir kadro oluşturulmaması, insanların yüzyıllardan beri
sürdürdükleri alışkanlıklarını değiştirmenin oldukça güç olmasından dolayı sıkıntılar
yaşanmıştır56.
II. SİVAS’IN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU
A. Yeryüzü Şekilleri
Sivas şehri, İç Anadolu’nun kuzeydoğu kısmını oluşturan yukarı Kızılırmak
havzasında yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan bir şehirdir57. Doğu Anadolu ve
Karadeniz Bölgesinde de toprakları bulunan şehrin bir bölümü Kızılırmak, bir bölümü
Yeşilırmak ve bir bölümü de Fırat havzasına girer. Ortalama yükseltisi 1000 metrenin
üstünde olan şehirde dağlar, dağlar arasında uzanan vadiler, çukurlarda oluşmuş ovalar
ve yüksek platolar başlıca yeryüzü şekillerini oluşturur58. Diğer taraftan Sivas şehri,
54 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü
Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 296. 55 Kafadar, “Gerileme Meselesi”, s. 144. 56 Çadırcı, Tanzimat’ın uygulanmasında Güçlükler, 296. 57 İlhan Erdem, “Türkiye Selçuklu-İlhanlı İlişkilerinde Sivas”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum
Bildirileri, Sivas 2006, s. 65. 58 Zeki Ekmekçioğlu (ed. ), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Ankara 1998, s. 17.
16
Türkiye’nin en uzun akarsuyu olan Kızılırmak’ın kaynak alanı durumundadır. 59
Kızılırmak Vadisine dik yamaçlar ile Merâkum Yaylası arasından gelen Mısmıl Irmak
ve Murdar Irmak, şehrin güneyinde Kızıl Irmağa dökülür60.
Sivas’ın iklimi ve bitki örtüsü, bulunduğu coğrafyanın şartlarına göre
şekillenmiştir. Sert bir kara iklimine sahip olan Sivas’ın, baharı gayet kısa, az yağışlı,
kışları çok soğuk ve kar yağışlıdır61. Kar bu şehrin özelliğidir. Bu şehirde yılın on iki
ayında beş ay kar görmek mümkündür.
Anadolu’nun doğudaki kilit kapısı olan ve tarihte büyük ticaret yollarının
üzerinde bulunmasının verdiği avantajıyla, önemli bir şehir olma niteliğini koruyan
Sivas, zaman zaman bu bölgede kurulan devletlere başkentlik de yapmış ayrıca bu
devletlerin stratejik ve ticarî açıdan en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir62
B. Tarihi
Sivas şehri, tarihin ilk dönemlerinden beri daima önemli bir yerleşim merkezi
olmuş, zamanımıza kadar burada pek çok medeniyetler ve devletler hâkimiyetlerini
sürdürmüşlerdir. Önemli yolların kavşak noktasında bulunmasının yanı sıra,
hayvancılık ve azda olsa tarım endüstrisi açısından insanlara uygun bir ortam sağlayan
şehir, Bizans döneminden itibaren siyasî bir öneme de sahip olmuştur63.
59 Ekmekçioğlu (ed), Sivas, s. 20. 60 Besim Darkot, “Sivas”, İslam Ansiklopedisi, X, s. 579. 61 Ömer Demirel, Osmanlı Vakıf-Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara
2000, s. 9. 62 Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006; Enver Konukçu, “Moğol Noyanları Kayılar ve Sivas”,
Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006; Abdurrahim Tufantoz, “Selçuklular Çağında
Sivas’ın Stratejik ve Ekonomik Önemi”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006. 63 İlhan Erdem, Selçuklu- İlhanlı, s. 65.
17
Tarihi süreçte, Sivas şehrinin bulunduğu bölge hakkında çeşitli bilgiler
verilmektedir. Araştırmacılar bu şehrin tarihini daha çok Anadolu’nun büyük bir
bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde incelemeyi uygun görmüşlerdir. Söz
konusu dönemde bu şehrin ilk sahiplerinin Hititler olduğu ifade edilir64. Dönemin
seyyahlarından Adrıen dupre Sivas şehri için “Kapadokya’nın Sebaste’si dir” demekte,
ve eski isminin “cabira” (kabira) olduğunu ifade etmektedir65. Önceleri Kabira,
Megolopolis, Diospolis, Talaurs ve Karana gibi isimlerle anılan şehir, Sivas adını ise,
Roma İmparatoru Ogüst’e sadakat ifade etmek üzere eski Yunancada Ogüst’ün şehri
anlamına gelen Sebast’tan aldığı kabul edilmektedir66. Sebast şehri uzun müddet Roma
idaresinde kalmış, sonradan Bizans idaresine geçmiştir. Şehrin önemli ticaret yolları
üzerinde bulunması, Bizans döneminde mühim bir vilayet merkezi olmasını da
sağlamıştır. Sivas, önceleri serbest bir vilayetken M.S. VIII. yüzyılda “Tem’a” yani,
askeri bir valilik merkezi oldu. Zira bu yüzyılda Bizanslılar Anadolu’yu “Tem’a”
adıyla bir takım eyaletlere ayırmışlardı. Sivas da bu tem’alardan birinin merkeziydi67.
Bizans Devleti’nin uçlardaki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte uzun süre
mahalli prenslikler tarafından yönetilen şehir, VII. yüzyılın başlarında Sasani
Orduları’nın işgaline uğramıştır68. Bu işgalden sonra ise Malatya, Sivas ve Amasya’ya
kadar uzanan Emevi Ordularının akınlarına şahit olmuştur. Hatta bu akınlardan sonra
64 İsmail Hakkı Uzunçarşılı- Rıdvan Nafiz, Sivas Şehri, Haz. Recep Toparlı, Erzurum 1992, s. 4. 65 Adrıen Dupre’den nakleden Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001, s. 51. 66 Hakkı Acun, “Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik Değerleri”, Vakıflar Dergisi, S.XX,
Ankara 1988, s. 183. 67 Kadri Erdil, Sivas Rehberi, Sivas 1953, s. 22. 68 Acun, Sivas ve Çevresi, s. 184.
18
Emevi Ordusunun komutanlarından biri olan Abdulvehhab Gazi69 Sivas yönetiminde
bulunduğu süre içerisinde şehrin imarı ve kalkınması ile halkın Müslüman olması
konusunda çalışmıştır70. Ancak Emeviler’in yaptığı bu işgaller sürekli olmamıştır.
Netice de Bizanslılar Sivas’ı tekrar ele geçirmeyi başararak XI. yüzyılın ortalarına
kadar hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir71.
Türklerin Sivas’a hâkim olmaları Malazgirt Zaferi’nden sonradır. Bu zaferin
ardından danişmendiler yönetimindeki Türkler, başta Niksar ve Sivas olmak üzere
Kayseri, Kastamonu ve Malatya arasındaki memleketleri bir Türk vatanı haline
getirmeye çalışmışlardır72. Öyle ki, Sivas Danişmentli Devleti’nin Anadolu’da
Bizans’tan ele geçirdiği ilk büyük şehir olmuştur73. II. Kılıç Arslan’ın hâkimiyetlerine
son verene kadar Danişmendiler sahip oldukları bölgelerde Türk yapı sanatının
Anadolu’daki ilk örneklerini vermişler, pek çok mimari eserler meydana
getirmişlerdir. Battal Gazi Mescidi, Yağıbasan Hangâhı, Zahirü’d-din İli Hanı adlı
mimari eserlerin yanında bugün hâlâ varlığını sürdüren Sivas Ulu Camii74 bizlere
Danişmendiler’in bıraktığı onların izlerini taşıyan muhteşem bir eserdir75.
69 Abdulvehhab Gazi, Sivas’ta şehir merkezinin doğusunda, Akkaya Tepesi üzerinde, yukarı tekke adıyla bilinen
yerde türbesi bulunan ve Anadolu’nun büyük velilerinden sayılan bir şahsiyettir. Doğum tarihi bilinmemektedir.
Emeviler döneminde Bizans içerisine yapılan akınlarda bulunduğu, Sivas’ta iki yıla yakın emir olarak kaldığı,
Bizanslıların Sivas’ı tekrar almaları üzerine yapılan bir savaşta (731) Sivas civarında şehit düştüğü
bilinmektedir. Bkz. İbrahim Yasak, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas 2004. 70 Muammer Tokat- Erdoğan Dursun, Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Sivas’ta Eğitim, Sivas 1998, s. 4. 71 Uzunçarşılı-R. Nafiz, Sivas Şehri, s. 11. 72 Oğuz Ceylan, Sur ve Kaleleri İle Tarihte Sivas, Sivas 1988, s. 16. 73 Hüseyin Kayhan, “Danişmendli- Bizans İlişkileri”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas
2006, s. 97. 74 Evliya Çelebi, seyahatnamesinde, Ulu Caminin Kılınçarslan tarafından yapıldığını yazmıştır. Bazı mahalli
rivayetlere göre ise bu eser Alaeddin Keykubat döneminin eseridir. Bir takım kaynaklarda Evliya Çelebi’nin
görüşü teyit edilmişse de, tarihi tam olarak bilinmeyen bu yapının XII. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş
19
Kılıç Arslan’ın Sivas, Niksar ve Tokat’ı ele geçirmesi ile Sivas’ın en parlak
dönemi başlamıştır. Sivas ve yöresini ele geçiren Selçuklular, buranın coğrafi ve
stratejik imkânlarından yararlanarak daha da güçlendiler. Bu dönemde uluslar arası
ticaret ilişkileri içinde önemli bir istasyon olan Sivas, bir vilayet merkezi haline
geldi76.
Alaeddin Keykubat dönemi (1219–1237) gerek ilim, gerekse bayındırlık
yönünden çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemdi77. Bu dönemde Sivas şehri, daha da
büyüyüp gelişerek uluslar arası kozmopolit bir şehir haline geldi.
Selçuklu Devleti’nin istikrarını bozan gelişme 1240 yılında çıkan ve
Anadolu’nun büyük bir bölümünü etkileyen Babai İsyanı idi. Ardından 1243 yılında
Kösedağ Yenilgisi ile başlayan Moğol istilası, Selçukluları her açıdan olumsuz
etkiledi78. Savaşın ardından Moğollar tarafından üç gün süreyle yağma edilen Sivas
Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi İlhanlıların tayin ettiği valiler tarafından
yönetilmeye başlandı79. Böylece Sivas’a büyük bir kültür merkezi olma özelliğini
kazandıran Selçuklu dönemi sona ermiş oluyordu. Selçuklu dönemi sona ermişse de,
olabileceği, dolayısıyla Danişmentli dönemine ait olduğu bazı uzmanlar tarafından savunulmaktadır. Bkz.
Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s.69. Adı geçen eserin fotoğrafı için Resim 1’e bkz. 75Muharrem Kesik, “Danişmendliler Zamanında Sivas (1071–1175)”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum
Bildirileri, Sivas 2006, s. 119. 76 Erdem, “Selçuklu-İlhanlı”, s. 71. 77 Ekmekçioğlu, Sivas, s. 32. 78 Erdem , “Selçuklu-İlhanlı”, s. 74. 79 Bahattin Dartma, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti: Şihabuddin es- Sivasi”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 223.
20
Selçuklular arkalarında Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Buriciye Medresesi
adıyla bu gün bile tarihe tanıklık eden ilim merkezlerini bırakmışlardır80.
Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Sivas şehri İlhanlıların
gönderdiği valiler tarafından yönetilmiştir. Bu valilerden biri olan Anadolu Genel
Valisi Emir Eratna, cesareti, adaleti ve akıllı siyasetiyle Sivas’ta siyasî bir otorite
haline gelmiş ve giderek Sivas’a kesin olarak hâkim olmuştur81.
1327-1381 yılları arasında hüküm süren Eratnalılar İlhanlılar’ın varisi
olmalarından dolayı Anadolu Selçuklu topraklarının büyük bir kısmına sahip
olmuşlardır. Kurucusunun ölümünden sonra gitgide zayıflayan devlet, Naib
Burhaneddin Ahmed tarafından yıkılmıştır82.
Sivas’ta Osmanlı hâkimiyetine kadarki geçen sürede Eratnalı bir vezir olan
Kadı Burhaddin Ahmet’i görüyoruz. Kadı Burhaneddin, Eratna Beyliğinin zayıflaması
ile idareyi ele alarak kendi adıyla anılan bir devlet kurmuştur83. 1381’de Sivas’a hâkim
olan Kadı Burhaneddin, kısa bir süre sonra Anadolu’da baş gösteren Timur tehlikesi
ile karşı karşıya kalmıştır84. Kadı Burhaneddin 1398 yılında Akkoyunlu beyi Kara
yülük Osman üzerine açtığı bir seferde öldürülünce, hükümet erkanı şehri Akkoyunlu
beyine değilde Yıldırım Bayezıd’e teslim etmişlerdir. Buradaki ilk Osmanlı hâkimiyeti
80 Sivas’ta Selçuklu eserlerinin fotoğrafları için Resim 2, 3, 4 ve 9’a bkz. 81 Göde, “Eratmalılar Devrin”, s. 39. 82Göde, “Eretnalılar Devri”, s. 44; Eratna Devleti’nden günümüze kadar gelen mimari eser Sivas’ta Dabaz
Tekkesi olarak bilinen Güdük Minare’dir. Bu yapının fotoğrafı için Resim 5’e bakınız. 83 Bilal Kemikli, “Şiir ve İktidar: Hükümdar Şair Kadı Burhaneddin Örneğinde Bir İnceleme” Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 234. 84 Mustafa Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, Sivas Kongresi IV. Uluslar arası Sempozyumu, Ankara
2005, s. 2.
21
ise çok kısa sürmüş ve Timur’un Sivas’ı kuşatmasıyla son bulmuştur85. Timur Sivas’ı
zapt ettikten sonra şehri yağmalamış halkına da büyük zulümlerde bulunmuştur.
Dilden dile anlatılan Timur’un zalimliği bu gün bile unutulmayacak kadar şiddetli
olmuştur. Evliya Çelebi Timur’un şehirde öldürdüğü insanlar hakkında şunları
anlatmıştır: “Sivas halkı ve binlerce çocuk boyunlarına Kur’an takarak Timur’u
karşılamaya çıkmışlarsa da demir yürekli nursuz adam bunları ayakları altında perişan
etmiştir. Burada yedi gün kalarak yetmiş bin bilgin ve halkı kılıçtan geçirmiştir. Bu
şekilde kaleyi dahi harap etmiştir.”86
Timur’un Sivas şehrini zaptı, yönetimin değişmesinin yanında demografik,
ekonomik ve fiziki açıdan tam bir yıkım olmuştur. Şehir ölen ve göçenlerden dolayı
önemli bir nüfus kaybına uğramıştır87. Şehrin zaptı sırasında burada bulunan ticarî
mekânların çoğu büyük ölçüde tahrip edilmiştir. En çok zarar gören ise şehrin fizikî
yapısı olmuştur88.
Kadı Burhaneddin’in damadı olduğu düşünülen Mezid Bey, 28 Temmuz 1402
Ankara bozgununun ardından Sivas’ı ele geçirerek burada beylik kurmuştur. Mezid
Bey, Çelebi Mehmet’in üzerine gönderdiği Bayezıd Paşa’ya yenilmiş ve teslim
olmuştur. Mezid Bey’in affedilip Sivas’a vali olarak atanmasıyla Sivas ikinci defa
Osmanlı hâkimiyetine girmiştir89.
85 Darkot, “Sivas”, s. 572. 86 Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul 1993, III-IV, s. 155. 87 Ömer Demirel, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri -
Makaleler- Sivas 2006, s. 17. 88 Demirel, “Sivas’ın Zaptı”, s. 18. 89 Öztürk, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, s. 3.
22
Sivas Akkoyunlu tehlikesi belirene kadar Osmanlı şehzadelerinin oturduğu
sancak merkezlerinden birisi olmuştur. 1472’de Akkoyunlu Ordusunun Timur’un
Sivas’a yaptığına benzer bir hareketle şehri yağmalaması karşısında Fatih Sultan
Mehmet harekete geçmiş, 1473’te Akkoyunlulara karşı Otlukbeli Zaferini kazanmıştır.
Bu seferin hazırlıklarının Sivas’ta yapılmış olması Sivaslılar üzerinde büyük bir
memnuniyete de sebep olmuştur 90.
1533 ve 1548 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman İran Seferine giderken, 1634
yılında ise IV. Murat Revan Seferine giderken Sivas’ta konaklamışlardır. Bu durum
Sivas’ın doğu seferlerinde bir üs olarak kullanıldığını göstermektedir91.
XVII. yüzyılda gerek Celali İsyanları ve gerekse merkezî otoritenin zayıflaması
yüzünden karışıklıklar yaşanmış, yerel güçlerle merkez arasında meydana gelen
çatışmalardan şehir çok zarar görmüştür92. Osmanlı yönetimi zamanında “Rûmiye’i
suğra” veya “Eyalet’i Rum” adları ile anılan bir Beylerbeyilik merkezi ve paşa sancağı
olan Sivas, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının doğal bir sonucu olarak, ekonomik,
sosyal ve kültürel yönden eski canlılığını ve zenginliğini kaybetmeye başlamıştır93.
Sivas’ın Kurtuluş Savaşı yıllarında da Türkiye tarihi açısından önemli bir yeri
vardır. Sivas, Anadolu’nun kalbi olma özelliğini kurtuluş mücadelesinde de göstermiş,
4 Eylül 1919’da burada toplanan Sivas Kongresiyle Cumhuriyet’in temellerinin
atıldığı yer olma şerefine nail olmuştur.
90 Ömer Demirel, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri ve Esnaf Teşkilatı, Sivas 1998, s. 10. 91 Ekmekçioğlu, Sivas, s. 34. 92 Acun, “ Sivas ve Çevresi”, s. 185. 93 Ceylan, Tarihte Sivas, s. 21.
23
C. Yönetimi
Osmanlı Devleti, idarî bakımdan merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere iki esas
yapıdan oluşuyordu. Osmanlı taşra teşkilatında idarî sistemin en üstünde “eyalet” ve
eyaletlere bağlı “sancaklar” bulunmaktaydı. Sancaklar da “kaza” ve “nahiye” gibi alt
idarî birimlere ayrılmışlardı94.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan sonra ilk olarak Rumeli ve Anadolu
eyaletleri oluşturulmuştu. XIV. yüzyılın sonlarında ise Rumiye eyaleti kuruldu.
Amasya Canik, Çorum, Karahisar-ı Şarkî bölgeleri de bu eyalete dâhil edildi95. XV.
yüzyılın ilk yarısında eyalet merkezi Amasya idi. XVI. yüzyıldan itibaren Sivas,
Eyalet-i Rum’un “ paşa sancağı” olarak görülmektedir. Ayni-Ali Efendi’nin H.1018
(M.1602) tarihli eserinde eyaleti meydana getiren sancaklar ise Amasya, Tokat,
Bozok, Canik, Çorum, Divriği ve Arapkir olarak belirtilmektedir96. XVI. yüzyılda
Eyalet-i Rum’a Trabzon ve Malatya sancakları dâhil edilmişse de yüzyılın sonlarında
Malatya Dulkadir Eyaleti’ne bağlanmış, Trabzon ise müstakil bir eyalet haline gelmiş,
Karahisar-ı Şarkî, Kemah ve Bayburt kazaları ise Erzurum Eyaletine bağlanmıştır.
XVIII. yüzyılın sonlarında Eyalet-i Rum’da “kaza” olarak geçen yerleşim
birimleri şöyle sıralanmaktadır:
“Sivas, Yıldızeli, Tokat, Şarpare, Niksar, Karakaya, Erak, Sonusa, Taşabad,
Zile, Karahisar-ı Behramşah, Hüseyinabad, İnallu-ballu, Kazabad, Turhal, Sivasili,
94 Adnan Gürbüz, “XV-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde İdari ve Ekonomik Yapı”, Vakıflar Dergisi, S. 26,
Ankara 1997, s. 87. 95 Saim Savaş, “18. Asrın sonlarında Sivas’ta İdari Durum Asayiş ve Ahlak”, Revak, Sivas 1991, s. 40. 96 Aynî Ali Efendi, Osmanlı İmparatorluğunda Eyalet Taksimatı, Toprak Dağıtımı ve Bunların Malî Güçleri,
çev. Hâdiye Tuncer, Ankara 1964, s. 32.
24
Gelmüfad (Gelmügat), Yakacık, Artukabat, Tibeğlü, Çepni-Çongar, Amasya, Çorum,
Canik (Samsun), Bozok, Divriği, Arapkir, Türkmanah-ı Yeniil ve Mamalu”97.
Osmanlı Devlet’inde taşrada idarî, askerî ve hukukî teşkilatlanmayı sağlamak
için beylerbeyi ve kadı görevlendiriliyordu. Devletin yürütme gücünü temsil eden
görevliler eyaletlerde “beylerbeyi”, sancaklarda “sancakbeyi” idi. Yargı gücünü ise
“kadı” temsil ediyordu98. Osmanlı Devleti’nde yargı yetkisi kadıya, verilen hükmün
uygulanma yetkisi ise ehl-i örfe aitti. Kadılarla, beylerbeyi, sancak beyi gibi ehl-i örf
arasındaki ilişki, bir astlık-üstlük ilişkisi değildi. Bunlar, aralarında işbirliği olmakla
beraber birbirlerinden bağımsız çalışan birer kamu görevlisiydiler99.
Tanzimat öncesinde şehir idaresi adeta kadı’ların tekelindeydi. Kadı bir şehrin
her türlü mülkî, beledî ve adlî işlerinden sorumlu olan memurdu. Kadı, Osmanlı taşra
teşkilatında, Tanzimat’tan önce, birçok hükümet işini ve belediye vazifelerini gören,
zabıtaya amirlik eden, bütün bunlarla birlikte adaleti tatbik eden bir memurdu100.
Osmanlı taşra teşkilatının diğer önemli görevlisi ise önceden bahsedilen “Beylerbeyi”
idi. Beylerbeyi daha çok yürütmeden sorumluydu. Önceleri sancağa gönderilen
yöneticiye “Sancakbeyi”, eyalete gönderilene ise “beylerbeyi” denilmekteydi.
Beylerbeyi’nin görev alanı “Beylerbeyilik” iken, zamanla “vilayet” ardından “eyalet”
olarak adlandırılmıştı. Bu çerçevede Beylerbeyine de zamanla “vali” denilmeye
başlanmıştır101.
97 Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”, s.40. 98 Gürbüz, “XV-XVI Yüzyıllarda Sivas”, s. 91. 99 Hasan Tahsin Fendoğlu, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının Bağımsızlığı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999,
s. 458. 100 Osman Ergin, Türkiyede Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul 1936, s. 77. 101 Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001, s. 33.
25
Eyaletin merkezi olan sancağa atanan sancakbeyi/vali, hem görevlendirildiği
sancağın hem de tüm eyaletin yöneticisi konumundaydı. Bölgeden ordu için gerekli
olan askeri hazır bulundurmak, bunlarla ilgili her türlü problemle ilgilenmek, halkının
asayiş ve güvenliğini sağlamak gibi sorumluluklara sahipti102.
Tanzimat’ın ilânı sıralarında atandıkları eyalet merkezinde oturan valiler
kendilerine bağlı sancaklara da mütesellimlerini göndermişlerdir103. Ayrıca kendileri
seferde olduklarında, eyalet ve sancakların yönetimi yine “mütesellimler” tarafından
yapılmıştır. Mütesellimler ise, genellikle bölgelerinde nüfuzlu ailelerden
atanmaktaydı104. Eyalet yönetiminde “mutasarrıf” ve “muhassıl” adlı yöneticiler de
bulunmaktadır. Bunlar özel durumun ortaya çıkardığı geçici kurumlardır. Mutasarrıf,
vali ile aynı yetkilere sahiptir. Vezir rütbesini alan kimselere valilik görevi bazı
nedenlerle verilmeyince, bu kişilere geçimlerini sağlamaları amacıyla birkaç sancağın
yönetimi verilmiştir. Tanzimat’ın ilânından önce azda olsa karşılaşılan “muhassıllar”
ise eyalet ve sancağın hem valiliğini yapan hem de hâsılatını toplayan kimseler olarak
adlandırılmaktadır105. Bunların yanında şehrin alaybeyi, yeniçeri serdarı, kale
görevlileri, kadı naibi, müftüsü, nakıbü’l-eşraf kaymakamı ve şehir emini gibi
görevlileri de bulunmaktadır106.
102 Hayri Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapısı (XVII. Y. Y. İlk
Yarısı), Ankara 2001, s. 25. 103 Musa Çadırcı, “Tanzimat’ın İlânı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826-1839)”, Belleten, LI, Ankara 1988,
s. 1222. 104 Saim Savaş araştırmasında XVIII. Yüzyılın sonlarında Sivas’ı idare eden mütesellimlerin genellikle
Zaralızade, Sarızade ve Kenanzade ailelerine mensup olduğunu belirtiyor. Savaş, “18. Asrın Sonlarında Sivas”,
s. 42. 105 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1227. 106 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 25.
26
Tanzimat reformlarına kadar Osmanlı taşra idaresinin ana birimi sancak iken
reformlar sonrasında eyaletlerin yerini vilayet teşkilatı almıştır. Sivas, Tanzimat’tan
sonra vilâyet statüsüne geçmiş Amasya, Çorum, Şebinkarahisar, Tokat sancaklarını da
bünyesinde barındırmaya devam etmiştir107.
XVI. yüzyılın ikinci yarısından, Tanzimat’ın ilânına kadar varlığını sürdüren
mütesellimler, sancakları ya bir vali ya da devlet hazineleri adına yöneten memurlar
olarak karşımıza çıkmaktadır108. Sivas II. Mahmud döneminde Mukataat Hazinesi’nce
atanan görevliler tarafından yönetilirdi. Sivas’ın vali, mutasarrıf ve mütesellimleri
Mukataat Hazinesi tarafından padişaha öneriliyor ve böylece atamaları yapılıyordu109.
Tımar sisteminin giderek değişikliğe uğraması, iltizam ve mukataa usulünün
yaygınlaşması, Tanzimat öncesi en küçük yönetim birimi diyebileceğimiz
“voyvodalık” kurumunun gelişme ve yayılmasına neden olmuştur. Voyvodalar,
bölgelerinin vergilerini bizzat toplayarak hazineye veya ilgiliye ödemekle yükümlü
ayrıca bazı askeri görevleri de olan kimselerdir110.
Osmanlı şehir toplumunda devlet ile reaya arasında, hem ahalinin temsilcisi,
hem de emirlerinin reayaya ulaşmasında ve uygulanmasında resmî görevlilerin
yardımcısı olan ayanlar vardır111. Ayrıca imamla birlikte ihtiyar heyetini teşkil eden,
107 Bayram Kodaman, “XX. Yüzyıl Başında Sivas Vilâyeti (1901)”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat
Sempozyumu, Ankara 1987, s. 170. 108 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1231. 109 Çadırcı, “Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri”, s. 15. 110 Çadırcı, “Türkiye’de Yönetim 1826-1839”, s. 1233. 111 Özer Ergenç, “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. Türk
Tarih Kongresi, II, Ankara 1981, s. 1269.
27
halk tarafından seçilen mahalle mümessilleri hüviyetinde olan muhtarlara da 1834
yılından itibaren rastlanmaktadır112.
D. Ekonomisi
Önemli ticaret yollarının üzerinde yer alan Sivas şehri, bu özelliğini çok eski
tarihlerden beri korumuştur. Bu ticaret yollarının birinin kuzey-güney, diğerinin ise
doğu-batı doğrultusunda, Anadolu’yu bir baştın bir başa kat ederek uzanması, Sivas’ın
ticaret ağını fazlasıyla genişletmiştir. Bu özelliği ile Sivas’ın, kuzeyde ve güneyde
önemli liman ve ticaret şehirlerini, batıda İstanbul, İzmir ve bu şehirler aracılığıyla
Avrupa’nın önemli merkezlerini birbirine bağlayan güzergâh üzerinde bulunduğu
görülmektedir113.
Sivas şehir merkezinin genel ekonomik yapısında ticaret, küçük el zanaatları ve
ziraat önemli bir yer tutmaktadır. XV. ve XVI. yüzyıllarda ticaret ve tarımın yanı sıra
boyahane ve tuzla gelirleri de şehir ekonomisi üzerinde oldukça etkilidir114.
Diğer Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi Sivas şehrinde de, şehrin iskân
bölgesini oluşturan mahalleler ile iş sahası durumundaki ticaret ve sanayi bölgeleri,
bazı istisnalar dışında, birbirinden ayrıdırlar115. Şehirde ticaret ve sanayi bölgeleri;
kentin asıl kapalı alış veriş merkezi özelliğindeki, büyük tüccarların bulunduğu, transit
ticarete konu olan malların alınıp satıldığı “Bedestenler”116, bedesten’in çevresinde
112 Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1986, s. 228. 113 Muhiddin Tuş, “XIX. Asır Ortaların Doğru Sivas’ın İktisadî Yapısı”, Revak, Sivas 1995, s. 40. 114 Galip Eken, “Tanzimat Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı Bilgiler”, Revak, Sivas
1999, s. 17. 115 Ömer Demirel, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Şehir Ekonomisi (Sivas Örneği)”, Osmanlı, III, Ankara 1999, s. 504. 116 Halime Doğru, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Görüntüsü, Eskişehir 1995, s.
116.
28
geceleme yeri ve ticaret yapılan konaklama yerleri niteliğindeki “Hanlar”117, genel
olarak zanaat ürünlerinin üretim ve alışverişinin yapıldığı üstü kapalı pazar
özelliğindeki “Çarşılar”118 ve pazaryerleridir. Ayrıca debbağhâneler, tahmishâneler,
boyahâneler, değirmenler, mumhâneler de sanayi ve ticarî özellikler gösteren
yapılardır119.
Ömer Demirel XIX. yüzyılda Sivas çarşılarında toplam 26 çarşı, 4 pazar, 14
han, 2 debbağhâne, 3 mumhâne, 5 boyahâne ve 82 değirmen, ayrıca bu çarşılarda 932
civarında da dükkân olduğunu belirtmiştir120. Bu yüzyılda Sivas, ticarî şehir özelliğini
kısmen korumaktadır. Sivas üzerinde hâlâ devam etmekte olan transit ticarette, Sivaslı
tüccarlarla birlikte Beyrutlu, Ankaralı ve İstanbullu tüccarlara da rastlanmaktadır.
Genel olarak Sivas’ın ticarî dengesini sağlayan gelir kaynaklarını ise şöyle
sıralayabiliriz:
a. Sivaslı tüccarların elde ettikleri gelir
b. Devlet personeline hizmetleri karşılığında ödenen ücret
c. Çıkarılan madenlerden elde edilen gelir
d. Geniş bir araziye sahip olması nedeniyle, ziraattan elde ettiği ihtiyaç fazlası
ürünlerin geliridir.
Sivas şehrinde arazi ve iklim, ziraat ve hayvancılık için elverişli olduğundan en
çok hububat ekimi yapılıyordu. İhtiyaç fazlası olan hububat İstanbul veya kuraklık
117 Doğru, Osmanlı Kentleri, s. 117. 118 Demirel, “ Şehir Ekonomisi ”, s. 504. 119 Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s.504. 120 Demirel, “Şehir Ekonomisi”, s. 506.
29
yıllarında yeterli üretim yapılamayan bölgelere gönderiliyordu121. Zaten Osmanlı
şehirlerinde halk kitlelerinin ihtiyaç duyduğu en önemli yiyecek maddesi hububattı.
Bu nedenle yöneticiler hububat iaşesi konusuna büyük bir önem vermiş ve bu konuda
gerekli gördüklerinde her türlü tedbiri almışlardır122.
Osmanlı şehirlerinde, halkın ihtiyaçlarını giderecek her türlü malı üreten esnaf
grupları vardı. Sivas esnafının %46’sı mal üretimi yapmaktaydı. Bunlar aynı zamanda
alım-satım ile de uğraşıyorlardı. Bu üretim faaliyetlerine rağmen birçok hammadde ve
mamul mal Sivas dışından getiriliyordu. Gıda, dokuma, deri, maden ve küçük el
ürünleri, Sivas içinde üretilen mal çeşitleri arasında yer almaktaydı. Uzun kış
mevsimleri ve sahip olduğu sert iklim Sivas’ta zirai üretimi olumsuz yönde
etkilemekteydi123. Sivas’ta hayvancılık ise ailelerin kendi ihtiyaçlarını karşılamaya
yönelik olarak yapılıyordu. İncelediğimiz terekelerde, kişilerin malları arasında,
hayvan sahibi olanların az olması, çoğunlukla az sayıda inek, koyun, davar ve keçi
beslemeleri, kendi süt, yoğurt, peynir gibi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hayvan
besledikleri tezini desteklemektedir.
Sivas’ta pek çok malın üretimi yapılmasına rağmen, üretim miktarı şehir
ihtiyacının tamamına cevap verememiştir. Şehir ihtiyacının karşılanabilmesi için şehir
dışından eşya ve erzak getirilerek, problem giderilmeye çalışılmıştır. İncelediğimiz
tereke kayıtlarında Anadolu’dan: İslambol, Diyarbakır, Erzurum, Zile, Kütahya,
Karahisar, Kayseri, Tokat, Trabzon; Arap yarımadasından: Haleb, Şam, Trablus,
121 Tuş, “Sivas’ın İktisadî Yapısı”, s. 42. 122 Ahmet Uzun, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, III, S.
6, İstanbul 2005, s. 213. 123 Demirel, Sivas Şehri, s. 92.
30
Bağdat, Hama; Asya’dan: Acem, Tebriz; Rumeliden: Selanik ve Osmanlı haricinden:
Amelikan, İngiliz, Fransız menşe’li mallara rastlanılmıştır.
II. Mahmud döneminde Sivas’ta pek çok mesleki dalda üretim yapılıyorsa da
genel bir iktisadi kriz söz konusuydu. Hammadde kıtlığı, satışlarda narhın düşük
olması, vergi artışları ve özellikle de dışardan gelen yabancı malların imparatorluğu
istilası ile bu dönemde Sivas esnaf gruplarında hızlı bir çöküş başlamıştır124.
E. Eğitimi
İnsan kültürünün yeni nesillere aktarıldığı yegâne sistem olan eğitim, toplumun
kendini savunma mekanizmasıdır. Bir toplum eğitimle, hem kendini koruyacak yeni
nesiller hazırlar, hem de kendini geliştirecek bir ortam yaratır. Bu yüzden eğitim, her
toplumda ilk ele alınan, temel müesseseler arasında yer almaktadır125. Anadolu ve
Büyük Selçuklu devletleri gibi, Osmanlı Devleti de eğitimin bir devletin
yükselmesinde ve geri kalmasında önemli bir etkiye sahip olduğunun idrakine vararak,
eğitim ve öğretime gereği kadar önem vermişlerdir. Devlet yöneticilerini yetiştirmek
üzere okullar kurmuş, halk için sıbyan mektepleri ve medreseler tesis etmiştir126.
Mektepler; padişahlar, valide sultanlar, büyük devlet adamları, zenginler ve
diğer hayır sahipleri tarafından yaptırılır, kurucuları tarafından bağışlanan vakıflarla,
çocuklardan alınan haftalıklarla ve halkın yardımıyla desteklenirdi. Hemen hemen her
camide yapılmış olduğundan ve genellikle de camisiz köy ve mahalle
124 Demirel, Sivas Şehri, s. 105. 125 Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 148. 126 Ömer Demirel, “1876–1909 Yıllarında Sivas’ta Egitim”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas
2006, s. 160.
31
bulunmadığından mekteplerin yaygın bir öğretim verdiğini söyleyebiliriz127. Ömer
Demirel ilkokul düzeyi eğitim öğretim veren mekteplerin Sivas’ta bilinen ilk örneğinin
1514 tarihli Kerimçavuşzâdeler’in mektebi olduğunu ve bu mektepten itibaren 1850
tarihine kadar 34 mektep ismine rastladığını ifade etmiştir128. Evliya Çelebi Sivas’ta
140 adet mektebin bulunduğunu ve kırkının vakfının kuvvetli olduğunu belirtmiştir129.
Bir eğitim merkezi olan medreselerde eğitimin yanı sıra birer mescit, türbe,
çeşme, kütüphane ve bir dönem için dârü’z-ziyafe adlı bölümlere sahip olup,
medreselerin buna göre fonksiyonları farklılık gösterirdi130. Evliya Çelebi,
seyahatnamesinde Sivas’ta Hamam, Aşağıhisar, Hasanpaşa Medreselerinin varlığından
söz etmişse de131 günümüze kadar gelebilen 4 medrese vardır. Bunlar: Gökmedrese,
Çifteminare, Şifaiye ve Buruciye medreseleridir.
Gökmedrese 1271 yılında yaptırılmıştır. İki minaresindeki mavi çinilerden
dolayı Gökmedrese olarak bilinir. Zengin ve fonksiyonel bir medresedir. Osmanlı
dönemi içerisinde en fazla talebe sayısına sahip olan bu medrese bulunduğu mahalleye
kendi ismini de vermiştir132. Uzun yıllar büyük tahribe uğramış olan bu eser şimdilerde
restore edilmektedir133. Çifteminare yine 1271 yılında Dârü’l-Hadis olarak
yapılmıştır134. 1217–1218 yıllarında, Sultan I. İzzeddin Keykavus tarafından yapılan
127 Cahit Yalçın Bilim, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734–1876), Eskişehir 2002, s. 2. 128 Demirel, Sivas Şehri, s. 46. 129 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159. 130 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 152. 131 Evliya Çelebi, Seyahatname, s. 159. 132 Demirel, Sivas Şehri, s. 45. 133 Gökmedrese’nin fotoğrafı için Resim 14’e bkz. 134 Demirel, Sivas Şehri, s. 45. Çifte Minare’nin fotoğrafı için Resim 3 ve 4’e bkz.
32
Şifahiye Medresesi ise Anadolu’nun en büyük şifahanesidir135. İlmiye medresesi
olarak yapılan Buruciye Medresesi ise yine 1271 yılında Gıyaseddin Keyhüsrev
zamanında yaptırılmıştır136.
Mektep ve medreselerin dışında eğitim öğretim yeri olarak camileri ve
zaviyeleri de sayabiliriz. Camilerde halkın namaz dışındaki bazı ibadet ve eğitimleri de
gerçekleştirilmektedir. Buralarda devletin halkı kendi istekleri yönünde eğitmesi ve
kendine bağlaması yönünden vaizlerin halka yaptıkları nasihatler halk eğitimini
etkilemiştir137. Zaviyeler de önemli ölçüde halk kitlelerini etkilemiş halk eğitimine
katkı sağlamışlardır. Ayrıca zaviye şeyhleri okul eğitimini destekledikleri gibi çok
sayıda kitap telif etmişlerdir. Bu da zaviyelerin eğitim faaliyetlerinin farklı bir yönünü
gösterir138.
Verilen eğitim hizmetlerinden biri de cami, medrese ve zaviye bünyelerinde ya
da başlı başına bir müessese olarak ayrı yerlerde inşa edilen kütüphanelerdir. Numan
Efendi Kütüphanesi, Hayri Efendi, Süleyman Paşa ve Ömer Efendi kitap vakıfları
Sivas şehrinde kurulan nadir kitap vakıflarıdır139.
Birçok yönüyle bir medeniyet beşiği olan Sivas, geçmişinden miras kalan
mimarî eserleriyle, eskiden beri kültüre verdiği değeri göstermektedir. Çünkü
şimdilerde maalesef yıkık dökük olsa da bizlere kalan bu mimari eserlerin çoğu,
dönemlerinde eğitim yuvaları olmuşlardır. Sivas’ı gezerken bir kültür eseri görmemek
135 Acun, “Sivas ve Çevresi”, s. 186. 136 Erdil, Sivas Rehberi, s. 27. Buruciye Medresesi’nin fotoğrafı için Resim 2’ye bkz. 137 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 146. 138 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 150. 139 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 154.
33
mümkün değildir. Çifte Minare’nin hemen karşısında Şifahiye’yi, Buruciye
Medresesi’ni görürsünüz. Türk tarihinde büyük önem taşıyan, kongre binası ise bu üç
mimari eserin karşısında bulunmaktadır.
34
II. BÖLÜM
SİVAS’TA FİZİKİ VE DEMOGRAFİK YAPI
I. SİVAS MAHALLELERİ
Osmanlı şehirlerinde mahalle genel olarak birbirini tanıyan, belirli ölçüde
birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyo-kültürel, ekonomik, dinî ve hatta siyasî
dayanışma içinde bulunan kişilerin oluşturduğu topluluğun yaşadığı bölgedir. Her bir
mahalle şehri/bütünü oluşturan bir parçadır. Başka bir deyişle mahalle, aynı mescide
ibadet eden cemaatin aileleriyle birlikte yerleştikleri alandır140.
Mahalleler eski Osmanlı idaresinde mülkî, beledî ve adli teşkilatın ilk
basamağını oluştururdu. Nahiyeler mahallelerden önce, kazalar da nahiyelerden önce
gelirdi. Kazaları kadılar, nahiyeleri naibler, mahalleleri de imamlar idare ederdi141.
Mahallenin hem dinî hem sosyal yöneticisi olan imamlar, XIX. yüzyılın ikinci yarısına
gelene kadar bu vasfı korumuşlardır. Halkın toplandığı yer olan camiler, onların
yönlendirilmesinde ve uyarılmasında etkili bir mekândı142. İmamların cemaatlerine beş
vakit namaz kıldırmak ve ölenler için gerekli dîni hizmetleri yapmanın yanında başka
sorumlulukları da vardı. Mahalleyi ilgilendiren bütün işlerle yakından ilgilenirlerdi.
İmamlar halkın birbiriyle olan küçük anlaşmazlıklarının çözümünden, mahallelerin
güvenliği, temizliği ve düzeninden sorumlu tutulurlardı143.
140 Ömer Demirel, “Osmanlı Dönemi Sivas Şehrinde Sur, Saray, Mahalleler ve Sosyo-Kültürel Eserler”, Osmanlı
Dönemi Sivas Şehri -Makaleler-, Sivas 2006, s. 41. 141 Ergin, Türkiyede Şehircilik, s. 103. 142 Doğan Kuban, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, ? 1995, s. 186. Sivas’ta bulunan tarihî camilerle
ilgili örnek fotoğraflar için ekler bölümüne bkz. 143 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s. 40.
35
1839–1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı Şer’iye Sicili kayıtlarında
incelediğimiz terekeler içerisinde mahallelerin farklı nitelikleri nedeniyle
adlandırıldıkları görülür. Mahallelerin adlandırılmasında esnaf isimleri, çarşı ve pazar
isimleri, cami, mescit, medrese, zaviye, imaret isimleri, derviş, şeyh, hoca isimleri gibi
nitelikler etkili olmuştur. Ancak, çoğunlukla medrese, zaviye ve cami ismini aldıkları
anlaşılmaktadır. Sivas mahallelerinden Şeyh Çoban, Tokmak, Sarı Şeyh, Ali Baba ve
Abdulvehhab Gazi mahalleleri zaviyelerin isimleriyle adlandırılmıştır. Bu durum
isimlendirmelerde dîni motifin kullanıldığını gösterdiği gibi aynı zamanda zaviyelerin
dîni ve sosyal hayattaki fonksiyonlarını göstermekte ayrıca bunların bölgenin imar ve
iskânında oynadıkları rolü ortaya koymaktadır144.
Cami’-i Kebir Mahallesi adını Ulu Camiden almıştır. Bu mahalle Kale-i Atik’in
güneyinde, çarşılara birleşik merkezi bir yerdedir145. Sivas’ın ilk mahallerinden olan
“Mescid-i Hoca Hüseyin” Cumhuriyet dönemine kadar gelmiş ve Demircilerardı
Mahallesi ile birleşerek zamanımıza kadar varlığını sürdürmüştür146.
XVI. yüzyıldan beri varlığı bilinen ve Cumhuriyet dönemine kadar varlığını
sürdüren mahallelerden birisi de Ganem Mahallesidir. Bu mahalleyi, muhtemelen
Sivas civarında bulunan Ganem Köyü’nden gelenler kurmuştur147. Günümüzde Ganem
Mahallesi, Billur Mahallesi sınırlarında kalmıştır. Bir mescit etrafında oluşun Billur
Mahallesi ise tahminen 1500–1501 yılında kurulmuş olabilir148.
144 Saim Savas, “Sivas Zaviyeleri”, Toplumsal Tarih, V, S. 28, İstanbul 1996, s. 55. 145 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 41. 146 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 24. 147 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 28. 148 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 42.
36
1553–1554 tarihlerinde kuruduğu muhtemel olan Veled Bey Mahallesi, Paşa
Hamamı yakınında yer almaktadır. Bu mahalle Cumhuriyet dönemine kadar varlığını
ve ismini korumuştur149.
Bu dönemde Üryan-ı Müslim adıyla anılan mahalle günümüzde Murdar Irmak
yanında olmasından dolayı Sularbaşı Mahallesi adını almıştır150. Murdar Irmak
boyunda bulunan diğer mahallelerden biri de Kösedere-i Zımmi Mahallesidir. Bu
mahalle. şehrin kuzeyinde bulunan en dış mahallelerden birisidir151.
Kösedere-i Zımmi Mahallesi ile birlikte Murdar Irmak boyunda bulunan diğer
mahalle Kösedere-i Müslim mahallesidir. Bunlarla birlikte şehrin kuzey-batı yönünde
bulunan Ece, Kurt Mescidi Mahalleleri en dış mahalle özelliğini gösterirler. Merkeze
yakın, şehrin kuzeyine doğru Bahtiyar Bostan Mahallesi ve onun ilerisinde Gökçe
Bostanı Mahallesi günümüzde de ismini korumuştur.
Bu dönemde ismi geçen Ferhat Bostanı, Keçi Bula, Hacı Veli şehrin kuzeydoğu
yönünde bulunmaktadır152. Ferhat Bostanı, Hamurkesen ve Keçibula Mahalleleri,
Cumhuriyet’in başlarından itibaren birleşerek Ferhat Bostanı adıyla günümüze kadar
gelmiştir153. Osman Paşa Mahallesi, 1703 tarihinden itibaren kaynaklarda cami ve
mektep olarak geçmekte, bu mahalle Kale-i Cedid, Veled Bey ile Örtülüpınar
Mahalleleri arasında bulunmaktadır 154. Aşağıda Osmanlı döneminde Sivas şehrinde
149 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 32. 150 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 43. 151 Demirel, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına Dair Bazı Tespitler”, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 217. 152 Demirel, “Sur, Saray, Mahalle”, s. 46. 153 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 44. 154 Demirel, Vakıf-Şehir, s. 45.
37
bulunan ve tereke kayıtlarından tespit edilen mahalle isimlerine bir tablo halinde yer
verilecektir155.
Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle Adları
Çavuşbaşı
Bahtiyar Bostan
Hoca Hüsam
Osman Paşa
Kurtmescidi
Kal’a-i Atîk
Kal’a-i Cedîd
Oğlançavuş
Köhnecivan
Hacı Zâhid
Klavuz
Kırcuk
Zilkar
Ağcabölge
Uryan-ı Müslim
Uryan-ı Zımmi
Kayseriye Kapusu
Keçibula
Kösedere-i Zımmi
Mümezgin
Temürcilerardı
Zaviye Alibabadan
Câmi’-i Kebir
Ganem
Gök Medrese
Küçükbengiler
Gökçebostan
Küçükminâre
Şems-i Firuş
Hamam Ardı
Tokmak Kapu
Hacı Veli
Hacı Mahmut
Hoca Ali Çavuş
Hacı Mehmet
Paşabey
Hamırkesen
Hoca Mahmut
Şeyh Çoban
Değirmen
Ferhat Bostan
Ece
Baldızbazarı
Şah Hüseyin
İmaret
Örtülüpınar
Abdulkerim
Veledbey
Sarı Şeyh
Billur
Karbad
Bab-ı kayseriye
Abdulvehhabgazi
Kaleardı
155 Sivas’ta bulunan mahallelerle ilgili örnek fotoğraflar için Resim 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20’ye bkz.
38
Tablo 1’den anlaşılacağı gibi 1839-1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı şer’iye
siciline göre, Sivas’ta 54 farklı mahalle ismine rastlanılmıştır.
İncelediğimiz tereke kayıtlarında 16’sı ev sahibi olmak üzere 24 adet gayr-i
Müslim terekesine rastlanılmıştır. Evler 14 farklı mahalleye dağılmıştır. Gayr-i
Müslimlerin Müslümanlarla aynı mahallede yaşamalarından, birbirleriyle komşuluk
yaptıkları anlaşılmaktadır. Hatta incelediğimiz şer’iye sicilinden şehirde yer alan bir
çok mahallede Müslim ve gayr-i Müslimlerin birbirilerinden ev alıp sattıkları
anlaşılmaktadır. Bu da gayr-i Müslimlerin istediği mahallede mülk edinebilme
özgürlüklerini ispatladığı gibi Müslümanlarla Hıristiyanların karşılıklı olumlu ilişkiler
kurduklarını gösterir156.
XIX. yüzyılın başlarına kadar imamla birlikte mahalle ileri gelenlerinin de
mahalle halkı adına hareket ettikleri, mahalleyi ilgilendiren konularda bunların da
etkin oldukları görülmektedir. Yani muhtarlık örgütlenmesi öncesinde mahallede
imamla birlikte küthüda, ihtiyar adlarıyla anılan temsilciler de bulunmaktaydı157.
II. Mahmud döneminde özellikle taşradan göçü önlemek amacıyla, mahalle
düzeyinde yeni bir örgütleme gereği duyularak, ilk kez 1829’da İstanbul
mahallelerinde muhtarlık örgütü kurulmuştur. Bu örgüt köy ve kent mahallelerinde
1833-1836 arasında faaliyete geçmiştir158. Ardından Tanzimat ile ele alınan reform
hareketleri toplumun sosyal yapısında birçok değişiklik meydana getirmiş, iskân
156 SŞS, Nr. 20, s. 83-1, 92-1, 129-2, 132-2, 146-2, 162-1. 157 Musa Çadırcı, “Anadolu Kentlerinde Mahalle (Osmanlı Dönemi), Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve
Yerleşme, İstanbul ?, s. 258. 158 Çadırcı, “Mahalle”, s. 260.
39
birimlerindeki eski mahalle düzeni yerini, mahalleyi idare edecek resmî kuruluşlara
bırakmıştır159.
II. SİVAS EVLERİ
Ev, insanın her türlü fizyolojik, sosyolojik, estetik ve ekonomik ihtiyaçlarının
karşılandığı güvenliğinin sağlandığı bir korunak, ihtiyaç duyduğu bir yapıdır. Türk
toplumunda ev, vatan ve devlet gibi kutsal bir kavramdır. Çünkü bu kutsal kavramların
çekirdeği ailedir. Aile’nin yaşam yeri olan evlerde ise gelenek görenekler, edinilmiş
olan ahlâki değerler yaşatılır ve nesilden nesile aktarılır. Vatanı, milleti oluşturan
aileler sonraki nesilleri ilk burada sosyalleştirir ve topluma kazandırır. İşte evlerin
oluşmasında dini, ekonomik ve sosyal endişelerin olması taşıdığı büyük önemden
kaynaklanır160.
Osmanlı ev mimarisinde en çok Orta Asya, Orta Doğu, İslam ve Anadolu
gelenekleri etkili olmuştur. Bunların yanında coğrafi mekân, malzeme, ekonomik güç,
mimari bilgi ve ustalık gibi bazı etkenlerde Osmanlı evinin şekillenmesinde önemli rol
oynamışlardır. Tüm bu özelliklerin etkisiyle Anadolu evlerinde çeşitlilik arz eden bir
yapı ortaya çıkmıştır161. Diyebiliriz ki bu çeşitlilikte imparatorluğun etnik yapısı da
etkili olmuştur. Özellikle kırsal kökenli etnik grupların oluşturduğu ev tipinde önemli
ölçüde çeşitlilik söz konusudur. Belirli bir bölgede oturan grupların, aynı etnik
topluluğa ait olmaları ile inşa ettikleri konut tipleri arasında bir uyum varsa da, her
159 Kemal Ahmet Arû, “Osmanlı-Türk Kentlerinin Genel Karakteristikleri Üzerin Görüşler”, Tarihten Günümüze
Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s. 332. 160 Haşim Karpuz, Erzurum Evleri, Ankara 1984, s. 9. 161 Ömer Demirel- Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz, “Osmanlı Anadolu Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”,
Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 703.
40
etnik grup aynı bölgede veya imparatorluğun bütün topraklarında birbirlerinin
kullandığı tarz ve tiplerden yararlanmıştır. Çünkü halklar öylesine kuvvetli ve derin
karışmıştır ki her etnik grup için çoğunluğu oluşturdukları bir bölge varsa da her bir
kentte bütün etnik gruplar beraberce varlıklarını sürdürmüşlerdir162. Bu da hayatın
içinde olmanın gereği birbirlerinden etkilenmelerini sağlamış ve birçok etkenle birlikte
kent evlerinin çeşitlenmesine katkı sağlamıştır.
Osmanlı şehirlerinde sokak ya da caddeler, ev şehir bağlantısını sağlayan
unsulardır. Burada iki tür sokaktan bahsedebiliriz. Birisi herkesin kullanabileceği iki
tarafı açık yol anlamına gelen tarîk-i âmm, diğeri sokak sakinlerinin kullanımına açık
tarîk-i hass yani çıkmaz sokaklardır163. Mahremiyetin ve korunmanın bütün
avantajlarına sahip olan çıkmaz sokakların amacı, alanı, sokak sakinlerinin en fazla
yarar sağlayabilecekleri şekilde özelleştirmektir164.
Osmanlı evinin konumunda bir nevi dinî imar planı diyebileceğimiz kıble
faktörü etkilidir. Müslüman Türk ailesi için çok önemli olan bu durum evlerin bir yöne
uyum göstermelerini gerektirmiştir165. Sivas’ta evlerin yönünü etkileyen diğer bir
faktör de iklimidir. Burada evler sahip olduğu sert iklimi kırmak için cepheleri güneye
yönelik olarak yapılmıştır166.
162 Maurice M. Cerası, Osmanlı Kenti Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve
Mimarisi, çev. Aslı Ataöv, İstanbul 2001, s. 25. 163 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 704. 164 Paul Dumont, François Georgeon (ed), Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, çev. Ali Berktay, İstanbul
1999. s. 13. 165 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s.704. 166 Burhan Bilget, Sivas Evleri, Ankara 1993, s. 53.
41
Osmanlı evlerine dışardan bakıldığında yüksek duvarlarla kuşatıldığı görülür.
Evlerde barınabilmek için; ahır işleri, tezek yapımı, bahçe temizliği, erişte, pekmez,
etlik, bulgur gibi işlerin yapılması gerekirdi. Bütün bu işlerde kadına düşen pay büyük
olduğundan, evleri kuşatan yüksek duvarlar, birazda kadınlara serbestçe çalışabileceği,
kapalı bir ortam hazırlama amacı taşıyordu167. Bu duvarlardan bahçeye ya da avluya
geçilirdi. Avlu ve bahçe Osmanlı ailesinin yoğun olarak kullandığı mekânlardandı.
Avlunun bir uzantısı olan ahır, samanlık ve ambar gibi elemanlar evin zemin katında
bulunurdu168. Böylece kış aylarında evleri ısıtmak daha kolay olurdu169.
Mobilyasız olan odalarda her türlü kullanma ve yaşama ihtiyacı duvara bağlı
veya gömülü mobilya ile gideriliyordu. Evlerde her türlü yaşama ihtiyacı aynı odada
temin edilirdi. Bir odada yemek yenilir, oturulur, abdest alınır, namaz kılınır, yatılırdı.
Odaya pabuçla girilmez dışarının pisliği içeriye getirilmezdi170. Evin asıl odası
“tabhane” yani başoda’ydı. Ziyaretçiler buraya davet edilir, özellikle kışın ev sakinleri
için oturma odası olurdu171. Odanın bir duvarı ocak duvarıydı. Ocak hem ısıtıcı hem de
havalandırıcı görevi görüyordu. Ocak duvar hücre ve dolaplarla zenginleştirilmişti.
Öyle ki Türk evinde ocak, yuva ile özdeşleşecek kadar önemliydi172.
Buraya kadar Sivas evlerinin genel özellikleri hakkında bilgiler verilmiştir. Bu
genel girişten sonra, gerek bu bilgileri teyit etmek ve gerekse inceleme dönemimizde
167 Necdet Sakaoğlu, Divriği’de Ev Mimarisi, İstanbul 1978, s. 16. 168 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s.704. 169 Galip Eken, “XVIII. Yüzyıl Ortalarında Antep’te Aile”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 6, Konya 2000,
s. 479. 170 Sedat Hattı Eldem, Türk Evi Osmanlı Dönemi, ? 1987, s. 15. 171 Suraiya Faroqhi, “Şehir Evinin Fiziki Şekli”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s.
1152. 172 Cengiz Bektaş, Türk Evi, İstanbul 1996, s. 108.
42
evlerin özelliklerinin ne olduğunu tespit edebilmek için bazı değerlendirmeler
yapılacaktır. Ancak öncelikle tereke kayıtlarından hareketle Sivas’ta, bulundukları
mahalle ve fiyatlarına göre evlerin farklı niteliklerini gösteren bir tabloya yer verilecek
ve değerlendirmeler söz konusu tabloya istinaden yapılacaktır.
43
Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları
0-500 kuruş
500-1000 kuruş
1000-5000 kuruş
5000-… kuruş
Kösedere-i Müslim Tokmakkapı Hoca Ali Çavuş Hoca Mahmut
Billur Bahtiyar Bostan Paşabey Hamırkesen
Ganem Demirciler Ardı Ağcabölge(5) Uryan-ı Müslim
Ece Abdulvehhabgazi Uryan-ı Müslim(3) Demirciler Ardı
Hoca Hüssam Abdülkerim Çavuşbaşı(4) Cami-i Kebir
Kayseriye Kapusu Kale Ardı Kayseriye Kapusu(2) Veled Bey
Klavuz Keçibula Bahtiyar Bostan
Ganem Küçük Minare Baldır Pazarı
Cami-i Kebir Mümezgin Küçük Minare
İmaret Veledbey Abdulkerim
Ece Şems-i Firuş
Şems-i Firuş Billur
Ali Baba Hamam Ardı(2)
Gök Medrese Sarı Şeyh
Karbad
Bab-ı Kayseriye(2)
Bahtiyarbostan
Kösedere Zımmi(3)
Ece
Cami-i Kebir(4)
Şah Hüseyin
Hacı Mehmet
Hacı Veli
Küçük Bengiler(2)
Örtülü Pınar
Gökçe Bostan
44
Yukarıdaki tabloda terekelerde geçen evlerin Sivas’ta hangi mahallede ve hangi
fiyat aralığında olduğu gösterilmiştir. Mahallelerin bazılarında birden fazla eve
rastlandığından mahalle isimlerinin yanlarındaki sayılar o mahallede o fiyat aralığında
bulunan ev sayısını gösterir. Tabloya göre, evlerin çoğu 1000–5000 kuruş arasındadır.
Değeri 500 kuruşun altında olan 6 ev, 5000 kuruş ve üzerinde olan 11 ev vardır.
Evlerin çoğunun değeri 1000–5000 veya 500–1000 kuruş arasındadır. Bu durum,
Sivas’ta, 500 ila 5000 kuruş arasındaki evlerin genelin %77’sini teşkil etiği ve şehir
halkının daha çok mütevazi evlerde oturduğunu göstermektedir.
Terekelerde sadece iki yerde mülk-ü menzil’in konak olduğu belirtilmiştir.
Konakların biri Uryan-ı Müslim diğeri Hamırkesen mahallesindedir. Anlaşılan, bu
mahallelerde mütevazı evlerle konaklar bir arada yer almaktadır173. Terekelerde
diğerlerine göre bazı evlerin çok pahalı olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda, bu konuda
bir tablaya yer verilecektir.
173 Sivas evleri ve konakları hakkında örnek fotoğraflar için Resim 21, 22, 23 ve 25’e bkz.
45
Tablo 3: 1839-1841 yıllarında Yüksek Fiyatlı Evler ve Sahipleri
Sayfa No
Mahallesi
İsim
Ev Fiyatı (kuruş)
Toplam Tereke (kuruş)
28-2
Cami-i Kebir
El-Hac Mehmet Ağa bin Halil Ağa
8500
1255, 5
62-1
Baldızbazarı
Ali Ağa bin Abdullah
10 000
20562, 5
140-1
Hamırkesen
Ayvazzade Kerimesi Fatıma binti Ömer Ağa
8000
23 800
146-1
Uryan-ı Müslim
Zaralızade Es-Seyyid Lütfullah Paşa İbn-i Osman
Bey
25 000
32 072
Görüldüğü gibi yüksek fiyatlı evlere sahip olanlardan ikisi “Ağa” ünvanına
sahiptir. Diğer ikisi ünlü ailelerden iken, aynı zamanda bunlardan biri de “Es-seyyid”
unvanına sahiptir. İlk tereke sahibinin borçları ve giderlerinden dolayı terekesinden
yalnızca 1255,5 kuruş kalmıştır. Diğer tereke sahiplerinden birinin “Ayvazzâde”
ailesinden bir kadın olması dikkat çekicidir. En son tereke sahibi ise “Zaralızâde”
ailesindendir174.
174 Zaralızâde aile mensuplarının genellikle ehl-i örf olarak görev yaptıkları bilinir. Zaralızâde ailesinden Osman
Paşa ilk olmak üzere Mehmed Paşa, Feyzullah Paşa, Recep Paşa, Lütfullah Paşa valilik ve mütesellemlik veya
Muhassıllık görevi yapmışlardır. Ömer Demirel, “Sivas Şehri Vakıf Kurucularına Dair”, Osmanlı Dönemi Sivas
Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 140-146.
46
III. SİVAS’IN DEMOGRAFİK YAPISI
Toplumların sosyal ve ekonomik durumlarının izah edilebilmesinde çeşitli
faktörlerden yararlanılabilir. Bu çerçevede toplumu oluşturan nüfusun özelliklerinin
bilinmesi de önem arz etmektedir. Bu nedenle toplum bilimleriyle uğraşanlar için
demografik veriler önemli kaynaklardır. Gerek sosyoloji ve gerekse tarih araştırmaları
ile uğraşanlar için en büyük sorun, olayları birçok yönden ele alırken bunları
oluşturanların sayısal ve yapısal durumlarını saptama güçlüğüdür175.
Nüfus, çok eskiden beri, gerek askerî ve gerekse malî konulardan dolayı
üzerinde önemle durulan, verdiği sayısal değerlerden yararlanılarak çıkarımlar
yapılabilen, halkın niceliksel yönünü sergileyen verilerdir. Bu nedenle sahip olunan
nüfusun miktarını tespit etmek amacıyla dönemin şartlarına ve ihtiyaçlarına göre
tahrirler yapılmıştır. Eski dönemlere ait tahrirleri değerlendirmek üzere “tarihi
demografi” diye bir ilim dalı da oluşmuştur. Osmanlı Devleti de bu ihtiyacı hissederek
fethedilen bölgede ilk olarak, nüfus ve arazi tahriri yapmıştır. Bu tahrirler XVII.
yüzyıla kadar periyodik denilebilecek nitelikte devam etmiş daha sonraki dönemlerde
yapılmamıştır. Bu tahrirlere, her ne kadar yapıldığı döneme ait bilgiler veriyorsa da,
günümüz anlayışına uygun nüfus sayımı demek mümkün değildir176.
Osmanlı Devletinde modern anlamda ilk nüfus sayımı II. Mahmud döneminde
yeniçeri ocağı’nın kaldırılmasıyla 1826–1828 yılları arasında yapılmıştır. Genel bir
nüfus sayımı için bir nevi tecrübe olan bu sayım Rusya’ya karşı girişilen harp
dolayısıyla sonuçsuz kalmıştır. Bu harbin Edirne Antlaşmasıyla sonuçlanmasının
175 Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri, s. 44. 176 Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 119.
47
ardından 1831 yılında Osmanlı hükümeti yeni bir sayıma girişmiştir177. Bu sayımda
amaç, yeniçeri ordusunun kaldırılmasından sonra, yeni bir ordu kurulması maksadıyla,
vergi kaynaklarının bulunması ve askerlik yapabilecek kişi sayısının tespit
edilmesidir178. Tanzimat’tan sonra yapılan sayımlarda ise, getirilen mâli yeniliklerin
ardından toplumun sahip olduğu gelir düzeyinin belirlenmesi ve bunun sonucunda
alınacak vergilerin tespit edilmesi amacı güdülmüştür179.
A. Müslüman Nüfus
Rum Eyaleti’nin merkezi olan Sivas, tarihin çok eski devirlerinden itibaren
önemli bir yerleşim alanı olmuştur. XV. ve XVI. yüzyıllarda şehir nüfusunda gayr-i
Müslimler çoğunluktadır. Nitekim 1454–1455 yıllarında Sivas’ta 216 Müslüman hane
varken 351 Gayr-i Müslim hane bulunmaktadır. Gerek Müslüman gerekse gayr-ı
Müslim hane miktarında zamanla bir artış gerçekleşmiştir. Ancak bu artış Müslüman
hane sayısında gayr-i Müslimlere oranla daha hızlıdır. 1519 ve 1520 yıllarında
Müslüman hane sayısı 333 iken, gayr-i Müslim hane sayısı ise bu rakamın nerdeyse üç
katı, yani 994’tür. 1553–1554 yıllarına gelindiğinde Müslüman nüfusu üç buçuk kat
artarak 1149 hane olmuştur. Gayr-i Müslim hane sayısındaki artış ise 236 ile toplam
1230 hanedir. Zamanla gözle görülür bir şekilde Müslüman hane sayısında hızlı bir
artış söz konusuyken, gayr-i Müslim hane sayısındaki artış daha yavaştır. Zaten
ilerleyen yıllarda Müslüman hane sayısındaki artışın devam etmesiyle birlikte nüfus,
Müslümanlar lehine gelişecektir180.
177 Enver Ziya Karal, Osmanlı İmparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı, Ankara 1997, s. 8. 178 Karal, İlk Nüfus Sayımı, s. 11. 179 Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, s. 120. 180Saim Savaş, Bir Tekkenin Dini ve Sosyal Tarihi Sivas Ali Baba Zaviyesi, İstanbul 1992, s. 24.
48
Tanzimat dönemine gelene kadar, belirli yıllarda Sivas’a gelen seyyahların
verdiği bilgilerden faydalanarak Sivas nüfusu hakkında fikir edinilebilir. Biz de Adnan
Mahiroğulları’nın eserinden yararlanarak farklı yıllarda seyyahların Sivas nüfusu
hakkında verdiği şu bilgilere ulaşıyoruz181.
Tablo 4: Seyyahlara Göre Sivas Nüfusu
Tarih Seyyah Belirtilen Nüfus
1826 Victor Fontanier 40000
1827 Felix Lebaujour 50000
1835 Baptistin Poujoulat 15000 üzeri
1838 Eugene Bore 40000
1839 W. F. Ainsworth 16000
1851 A. D. Mordtmann 50000
Görüldüğü gibi seyyahların verdiği bu rakamlar değişiklik arzetmektedir.
Seyyahlar Sivas’a farklı yıllarda gelmişlerse de geldikleri yıllar birbirlerine yakındır.
Eugene Bore isimli seyyah 1838 yılında Sivas’ın nüfusunu 40000 olarak göstermiş,
hemen bir yıl sonra W. F. Ainsworth adlı başka bir seyyah nüfusu, 16000 olarak
göstermiştir. Belki bu durum göç ya da başka nedenlerle açıklanabilirse de daha çok
verilen değerlerin subjektif olduğunu hissettiriyor.
1830–1831 yıllarında yapılan ilk nüfus sayımının verileri daha güvenilir
sonuçlara götürebilir. Yapılan bu ilk nüfus sayımında Sivas’ta Veli Paşazade Selim
181Mahiroğulları, Seyahatnamelere Göre Sivas, s. 60–88.
49
Sırrı Bey görevlendirilmiştir. Buna göre Sivas Livası’nın nüfusu 97253 Müslüman,
18537 gayr-i Müslim, toplam 115790 kişidir182. Bu yönüyle Sivas 1831 yılında
Anadolu’da büyük ve bölgesel ana merkezlerden birisidir183. Diğer taraftan XIX.
yüzyılın sonlarında Müslüman nüfus 442509, gayr-i Müslim nüfus ise 93165 kişidir184.
XX. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise nüfus daha da çok artarak 1220250 kişiye
ulaşmıştır. Bunların 214250’si gayr-ı Müslimdir185.
Buraya kadar Sivas’ta bulunan Müslüman ve gayr-i Müslimlerin nüfusları
hakkında bilgi verilmiştir. İnceleme dönemimizin daha iyi anlaşılabilmesi için
Müslüman ve gayr-i Müslim nüfusun tereke kayıtlarına ne oranda yansıdığı hakkında
bir tablo oluşturulmuştur. Aşağıda söz konusu tabloya yer verilecektir.
182 Karal, İlk Nüfus Sayımı, s. 215. 183 Suraiya Foraqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Emine Sonnur Özcan, Ankara 2006, s. 48. 184 Fikri Karaman “Sivas ve Salnâmeler Üzerine”, Revak, Sivas 2002, s. 115. 185 Kodoman, “Sivas Vilayeti (1901)”, s. 179.
50
Tablo 5: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Cinsiyetlerine Göre Tereke
Sahipleri
İncelediğimiz 123 adet terekeden 99’u Müslümanlara ait olup toplam
tereke miktarının %80,4’ünü teşkil eder. Geriye kalan 24 tereke gayr-ı Müslim terekesi
olup %19,51 oranındadır. Tereke sahiplerinin %87,8’i erkek, %12,19’u kadındır.
Dikkat çekici noktalardan biri de gayr-i Müslim kadın terekesine rastlanmamasıdır.
Bazı zımmi terekelerinde, terekede gösterilen eş ya da çocuklardan yani varislerden
ölenler de olmuş ve terekede bu durum da belirtilmiştir. Büyük çoğunlukla bu kişilerin
mal varlıkları sıralanmayıp sadece ölümlerine değinilmiştir. Bu durum hem zımmi
terekeleri hem de Müslüman terekeleri için geçerlidir. Zımmi kadın terekesi yoksa da
varis ölümlerinde görülmektedir. Terekeler içerisinde bu durumda olan ve mal
varlıkları da sıralanan iki zımmi kadın da vardır186.
186 SŞS, Nr. 20, s. 55-1, 114-3
Tereke Sahipleri
Müslüman
%
Gayr-i
Müslim
%
Erkek 84 68,2 24 19,51
Kadın 15 12,19 _ _
Toplam 99 80,4 24 19,51
51
B. Gayr-i Müslim Nüfus
Osmanlı aile yaşamında farklılıklar dini ve etnik olmaktan çok bölgesel ve
coğrafidir. Osmanlı devletinde milletler uzun yıllar boyunca aynı coğrafyayı
paylaşmışlardır. Böylece oluşan tarihî-kültürel dokuda, imparatorluğun her dinden
halkları, aile yaşamları, âdetleri ile birbirine paralellik göstermiştir. Böylece “Osmanlı
Ailesi” terimine dini ve etnik unsur gözetilmeksizin Osmanlı olanlar dâhil olmuştur187.
Bu durumu, incelediğimiz belgelerde açıkça görebiliyoruz. Gayr-i Müslim olan aileler
ile Müslüman aileler aynı mahallelerde, aynı tarz evlerde yaşıyor, aynı eşyaları
kullanıyordu. Birbirileriyle komşuluk ediyor, borç alışverişinde bulunuyordu. Çünkü
her ne kadar etnik ve dinî yapıları farklı olsa da aynı hayatı paylaşıyor, beraberce
Osmanlı Devleti’nin tebasını oluşturuyorlardı.
Kayıtlarda gayr-i Müslimleri Müslümanlardan ayırmak için zımmi sıfatı
kullanılmıştır. Müslümanlardan ölenler için fevt, gayr-ı Müslimlerden ölenler içinse
hâlik tâbiri kullanılmıştır. Miras paylaşımı konusunda Müslümanlara tanınan hakların
hepsi zımmilere de tanınmıştır. Öldükten sonra tıpkı Müslümanlar gibi zımmilerin
malları da yakınlarına paylaştırılmıştır. Bu duruma dair örnekleri miras paylaşımı için
mahkemeye başvuran zımmi terekelerinde görmekteyiz188.
Gayr-ı Müslimler sosyal yaşamlarında İslam hukukuna uygun muameleye tâbi
tutulmuşlardır. Nikâh, boşanma, nafaka gibi hallerin çözümünde şer’i mahkemelere
başvurmuş ve kanun-i şer’i üzere işlem görmüşlerdir189.
187 İlber Ortaylı, Osmanlı Tolumunda Aile, İstanbul 2006, s. 2. 188 SŞS, Nr. 20, s. 18-1, 35-1, 55-1, 143-1, 158-2. 189 Mehmet İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi, Ankara 2001, s. 131.
52
Osmanlı kentlerinin ekonomik yaşamında önemli rolleri olan gayr-i Müslimler
ticaret ve her türlü el sanatı ile uğraşmışlardır. Zamanla kendilerine tanınan
ayrıcalıklar artırıldıkça dil, kültür, din ve milliyetlerini yitirmeden Osmanlı sınırları
içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir190. Gayr-i Müslimler Müslümanlarla her türlü
sosyal ilişkide bulunmuşlardır. İncelediğimiz sicil defterinde böylesi kayıtlara
fazlasıyla rastlanılmaktadır Uryan-ı zımmi Mahallesi’nden Osman bin Ali adlı kişinin
mülkü menzilini Keşiş Agob veled Agob adlı zımmiye sattığını gösteren belge bu
kayıtlara bir örnektir191.
XV. ve XVI. yüzyıllarda şehir nüfusunda gayr-ı Müslimlerin yoğunlukta
olduğunu daha önce ifade etmiştik. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Müslüman nüfusunda
hızlı bir artış olmuş, gayr-ı Müslim nüfus oranı hızla düşmüştür. 1827 ve 1831
yıllarında yapılan nüfus sayımlarında gayr-i Müslim hanelerin Müslüman hanelerden
az olduğu görülmüştür. İlk sayımda 1830 Müslüman hanesine karşılık 1804;
ikincisinde 2005 Müslüman hanesine karşılık 1842 gayr-i Müslim hanesi olduğu
görülmüştür. Bu sayımlarda askerî grup hariç tutulduğundan bu farkın daha da fazla
olduğu anlaşılır192.
Sivas’ta gayr-i Müslim nüfusu yoğun olan Zilkâr Mahallesi Cumhuriyet
dönemine kadar ismini korumuştur. Bu mahalle önemli sayıda gayr-ı müslim nüfusa
sahip iken 1827–1831 yıllarında tamamen Müslüman nüfusun barındığı bir mahalle
hüviyetini kazanmıştır. Bazar Mahallesi de XIX. yüzyılda büyük çoğunluğu gayr-ı
190 Doğru, Osmanlı Kentleri , s. 221. 191 SŞS, Nr. 20, s. 129-2. 192 Demirel, Sivas Şehri, s. 63.
53
Müslim olan bir mahalle halindedir193. Aşağıda 1832 yılında Sivas’ta yaşayan gayr-i
Müslimlerin nüfusları hakkında bir tablo verilecektir. Bu tablodan gayr-i Müslimlerin
Sivas Mahallerinde dağılışı görülebilir.
Tablo 6: 1831 Nüfus Sayımında Gayr-i Müslimlerin Yoğun Bulunduğu
Mahalleler; 194
Mahalleler Hane Sayısı
Hoca İmam 58
Cami-i Kebir 72
Bazar 178
Köhne Civan 49
Sarı Şeyh 42
Üryan-ı Müslim 64
Üryan-ı Zımmi 119
Kösedere-i Zımmi 97
Akdeğirmen 105
Kilise 143
Ağcabölge 80
Ece 129
Örtülüpınar 87
Baldır bazarı 96
Küçük Bengiler 98
Küçük Minare 23
Temürciler Ardı 110
Bâb-ı Kayseriye 79
Bu nüfus sayımında gayr-i Müslim nüfusun çoğunluğunu Ermeniler
oluşturmuştur195. Ermenilerden sonra ise Rumlar gelmektedir. Gayr-i Müslim nüfusun
193 Demirel, Vakıf Şehir, s. 26. 194 Ömer Demirel, “ Sosyo-Ekonomik Açıdan Osmanlı Dönemi Sivas Ermenileri”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri
-Makaleler-, Sivas 2006, s. 185.
54
çoğunluğunu oluşturanların milliyetleri konusunda daha sonraki kayıtlardan edinilen
bilgiler de bunu doğrulamaktadır196.
195 Demirel, “Sivas Ermenileri”, s. 184. 196 Kodoman, “Sivas Vilayeti (1901)”, s. 179.
55
III. BÖLÜM
SİVAS’TA AİLE OLUŞUMU
I. AİLE VE OLUŞUMU
Aile, evlilik neticesinde ortaya çıkan ve akrabalık ilişkisiyle birbirlerine
bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluktur197. Fertlerin bir araya gelmesiyle aile,
ailelerin bir araya gelmesiyle de toplumlar oluşur. Toplumların ekonomi, siyaset,
eğitim, din gibi temel kurumlarının yanında en temel öğelerinden biri de ailedir. Her
toplumun kendi gelenekleri, görenekleri, örfleri, âdetleri, ekonomileri, dinî inanç ve
değerleri ailenin oluşumu ve biçimlenişi üzerinde etkili olmuştur198.
İnsanlığın başlangıcından itibaren var olan aile, toplumun varlığının devam
etmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Ekonomik hayata yön veren, sosyal ve siyasî
hayatı düzenleyen, dinî ve kültürel fonksiyonlar icra eden ailenin en önemli görevi
insanların varlığı ve yeni nesillerin teşekkülü hususundadır199.
Tüm toplumlarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde toplumun temelini aile
oluşturur. Aile; anne, baba, çocuklardan, bazen torunlardan meydana gelebiliyordu.
Sadece eşlerden oluşan ailelere rastlanmakla birlikte, hala, dayı, teyze ve onların
çocuklarının da dahil olduğu geniş ve büyük ailelere de tesadüf edilmekteydi.
Aralarında kan bağı bulunmayan, ama aile ile birlikte yaşayan köleler de bu kurum
içerisinde sayılmaktadır. Osmanlı toplumunda gerek erkek ve gerekse kadın köleler
197 Mehmet Akif Aydın, “Aile”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, s. 196. 198 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 31. 199 Ömer Demirel, “Osmanlılarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişim Sürecinde Türk Ailesi, I,
Ankara 1992, s. 97.
56
aile bireylerinden kabul edilir ve onlar arasında yer alırdı. Ayrıca kimlikleri bağlı
bulundukları aile ile beraber açıklanırdı200.
Osmanlı’da aile kurumuna yönelik uygulamalar İslam aile hukuku çerçevesinde
tayin edilirdi. Bu nedenle Osmanlı aile hukukunu İslam aile hukukundan bağımsız
olarak düşünmek mümkün değildir. Aslında İslam aile hukuku Hanefî mezhebine bağlı
olan Osmanlılarda titiz bir uygulama alanı bulmuştur. Kadı ve müftülere ait belgelerde
özellikle XVI. yüzyıldan itibaren hüküm ve fetvanın Hanefî mezhebinin en sahih
görüşlerine göre verileceği belirtilmiştir201.
Osmanlı ailesinin kaç kişiden meydana geldiği konusunda henüz ortak bir
kanaat oluşmamıştır. Bununla beraber geleneksel şehir ve köylerde “geniş aile” daha
işlevseldir. Ailenin üretimi, yıllık tüketim stoklarının hazırlanması, kırsal alandaki iş
bölümü, ailenin güvenliğinin sağlanması bakımından büyük ailenin tercih edilmesi
mümkündür202. Ayrıca Osmanlı ailesinde anne ve babanın, evlatları tarafından bakım
ve barındırılması, dini bir vecibe olmasının yanında yaygın bir kültürdü203. Geniş
ailede gelirler tek elde toplanır, harcamalar tek elden yapılırdı. Toplumda aile
üyelerinin aileden kaynaklanan bir saygınlığı vardı. Geniş ailede bireylerin eğitim,
korunma, dini, eğlenme ve dinlenme ihtiyaçlarını aile karşılardı. Geniş ailenin bu
özelliklerine karşılık çekirdek aile daha sınırlıdır204. Bütün bunların yanında
incelediğimiz terekelerin çoğunda tereke sahiplerinin evlerinin olması, kişilerin
200 İbrahim Güler, “Sinop’ta Medeni Durum”, Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 3, İstanbul (Mart 2001), s. 23. 201 Mehmet Akif Aydın, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul 1996, s. 158. 202 Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 4. 203 Ömer Demirel, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, Belleten, LIV, S. 211, Ankara
1990, s. 953. 204 Faruk Kocacık, Sivas’ta Kentsel Aile, Sivas 1997, s. 6.
57
ebeveynlerinden farklı evlere sahip olduklarını dolayısıyla bir arada bulunmadıklarını
düşündürse de tüm ölümlerin şer’iye sicillerine yansımadığı göz ardı edilmemelidir.
Terekeleri inceleyen Ömer Demirel ve İbrahim Güler Osmanlı ailesinin geniş aile
olmadığını belirtmişlerdir205.
Osmanlı ailesinin önemli ölçüde değişmesi Tanzimat ile başlayan süreç
içerisinde olmuştur. Bu süreçte özellikle tarım ve eğitim alanında görülen yapısal
değişmeler, tüm dünyada yaşanan haberleşme ve teknolojik devrim, klasik aile
yapısını değişmeye zorlamıştır206.
A. Nişan
Nişan erkeğin kadına evlilik teklif etmesi, muayyen bir mihir üzerinde
anlaşmaları ve karşılıklı rızanın meydana gelmesi sadece akdin bulunmamasıdır. Nişan
bir evlilik değil bir evlilik vaadidir ve bu evlilik vaadinde İslami kurallara
uyulmaktadır. Aynı soydan veya sütten dolayı nikâh düşmeyen akrabayla, evli ya da
iddet bekleyen kadınla ayrıca başkasının istediği kadınla ki bu kadın teklifi kabul
etmişse, nişan teklifi yapılamazdı207. Evlilik öncesi bir hazırlık dönemi olan Nişan,
evliliğin sağlam temeller üzerine oturtulması için bir tedbir mahiyetindeydi. Çünkü
nişanın bozulması boşanmaya nispetle daha hafif bir hadiseydi208.
205 Demirel, “Demografi Aile”, s. 113; Güler, “Sinop’ta Medeni Durum”, s. 23. 206 Kocacık, Sivas’ta Aile, s. 9. 207 Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İstanbul 2001, s. 296. 208 Karaman, İslam Hukuku, s. 298.
58
Sivas’ta nişan öncesinde kız bakma, nişan yapılacak kızın belirlenmesi, dünür
gitme aşamaları tamamlanırdı. Ardından nişan töreni yapılırdı209. Sivas’ta eski nişan
törenlerini Vehbi Aşkun şöyle anlatıyor: 210
“Nişanın adı ‘şerbet içme’ dir. Söz kesildikten sonra derhal nişan hazırlıkları
başlar. Erkek tarafından büyük bir kalabalık kız evine giderler. ‘Peşkir Sallama’ tabir
edilen nişan çağrısına erkeğin en yakın tanıdıkları ile yakın akraba ve komşuları iştirak
ederler. Şekerleme, lokum ve kahveden başka özel bardaklarla şerbetler gelir. Ve
bütün konuklar büyük bir neşe içinde şerbetlerini içer, duasını yapar bu suretle nişan
törenini yapmış bulunurlar. ”
Nişan dönemi eğer kurban bayramına rastlarsa, oğlan tarafından bir koç
süslenerek hediyelerle, bayramdan bir hafta evvel kız evine gönderilirdi211.
Nişanlılık dönemi kızın yaşça küçük olması ya da kız tarafının hazırlığı
tamamlayamaması gibi nedenlerle uzayabilirdi212. Nişandan en az 15 gün sonra düğün
başlar, bunu ‘okuyucu’ adlı kişiler ilan ederdi213.
Nişan ve evlenme, vefat, tedavisi mümkün olmayan bir hastalığın ortaya
çıkması gibi nedenlerle sona erdirilebilirdi. Ayrıca tek tarafın bozmak istemesi ile de
bozulabilirdi. Nişan erkek ya da kız tarafından bozulduğu takdirde duruma göre maddi
ve manevi tazminat ya da verilen hediye ve mihrin iadesi istenebilirdi214. Hanefi
mezhebine göre verilen hediyeler nişan bozulduğunda aynen iade edilirdi. Maliki
209 Kadir Üredi, “Eskiden Sivas’ta Düğün Gelenekleri”, Revak Sivas, 1998, s. 62. 210 Vehbi Cem Aşkun, Sivas Folklorü I-II, Sivas 2006, s. 34. 211 Üredi, “Sivas’ta Düğün”, s. 64. 212 Aşgun, Sivas Folklorü, s. 39. 213 Aşgun, Sivas Folklorü, s. 40.
59
mezhebine göre ise hediye veren nişanı bozan taraf ise hediyeyi geri alamaz, hediyeyi
alan nişanı bozmuşsa iade eder veya öderdi215.
B. Evlenme
Yukarıda ifade edildiği gibi Osmanlı Devleti toplumunun temelini aile
oluşturur. Ailenin temeli ise yapılan evliliklerle atılır. Osmanlı toplumundaki
evliliklerde, Şer’i hukuk hâkim ve geçerli olmakla birlikte, kimi durumlarda örfi
davranış biçimlerinin de uygulandığı bilinmektedir216.
İslamî yönden evliliğin dayandığı prensipler Osmanlı toplumu için büyük önem
taşır. Öncelikle evliliğin gayesi aileye huzur ve saadet, cemiyete de iyi bir nesil temin
etmektir. Evlilik medeni bir akit olmakla birlikte şenliklerle kutlanılabilecek sevinç ve
neşeyle karşılanan bir kurumdur. Çünkü cemiyetler böylece çoğalır. Zenginlik ve
kuvvet kazanır. Hukuken ailenin oluşabilmesi için karı ve koca adaylarının kendi
özgür iradeleriyle kıydıracakları bir nikâha ihtiyaç vardır. Hanefi mezhebine göre
yetişkin erkek ve kadınlar kendi rızaları olmaksızın evlendirilemezler. Bu şekilde
kıyılmış bir nikâhın taraflar üzerinde bir etkisi olmadığı gibi hukukî bir geçerliliği de
yoktur. Çünkü sahih bir nikâh olma özelliğini yitirmiş olur. Sahih bir nikâh ise
taraflardan birinin evlilik teklifinde bulunması, diğerinin bu teklifi kabul etmesiyle
olur. Ayrıca nikâhta iki Müslüman erkek şahidin veya bir Müslüman erkek ile iki
Müslüman kadın şahitlerin hazır bulunması şarttır. Şahitlerin bulunmaması ya da
hepsinin kadın olması, bir gayr-ı Müslim şahit olması gibi nikâhın şartlarının biri eksik
214 Karaman, İslâm Hukuku, s. 297. 215 Hamza Aktan, “İslâm Aile Hukuku”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 398. 216 İbrahim Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile: Sinop Örneği”, Türkler, XIV, Ankara 2002, s. 29.
60
olursa nikâh sahih olmaz217. Şahitlerin bulunmasındaki amaç, bu birleşmenin gizli bir
şey olmayıp meşrû bir evlenme olduğunu bildirmek ve tarafların haklarını
korumaktır218.
Önceleri Osmanlı devletinde kadınların, kendi iradeleriyle bizzat nikâh
merasimine katılarak veya vekil aracılığıyla kendilerini temsil ettirerek, velilerinin
rızası aranmaksızın evlenebilirlerdi. Bu durum 1544 tarihinden itibaren değişikliğe
uğradı. Artık ancak velilerinin izniyle evlenebileceklerdi. Bu tarihten sonra kadılar
XX. yüzyıla kadar nikâhta velilerin iznini aramışlarsa da Kanuni devrinden itibaren bu
izin olmadan akdedilen nikâhların feshine gidilmemiştir219.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren nikâh akitleri ya bizzat kadılar ya da
kadıların verdiği izinname ile yetkili kılınan din adamları tarafından yapılmıştır220.
Kadıdan izin alınmadan kıyılan nikâhlara rastlanmazken, Tanzimat’a kadar bazı idarî-
kazai düzenlemelerle kadıdan izin alınmadan nikâh kıyılmamasını ve böylece evlenme
akitlerinin devletin kontrolü altında kıyılmasının teminine çalışılmıştır221.
Osmanlı toplumunda ayrı dinden gruplar arasında evlenme çok azdı. Müslüman
erkek gayr-i Müslim bir kadınla evlenebilmekteydi. Fakat gayr-i Müslim cemaatler
böylesi gelişmeleri önlemekteydiler222. Osmanlı Devleti içinde dil, din ve gelenek
yönünden tamamen serbest yaşayan zımmiler aile hukuku ile ilgili bazı konuları, kendi
cemaatleri arasında hallederken bazılarının çözümü için şer’iye mahkemelerine
217 Aktan, “İslam Aile Hukuku”, s. 398. 218 H. Mehmet Soysaldı, Kur’an ve Sünnet’e Göre Evlenme ve Boşanma, İstanbul 1999, s. 21. 219 Gül Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 366. 220 Aydın, İslâm ve Osmanlı, s. 162. 221 Aydın, İslâm ve Osmanlı, s. 165. 222 Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 63.
61
başvurabiliyorlardı. Kendi dinlerine göre evlenip boşanabilen zımmilere devlet, aile
hukuku ile ilgili konularda herhangi bir müdahalede bulunmuyordu223.
İncelediğimiz terekelerde Müslüman ve gayr-ı Müslimleri cinsiyetlerine göre
evli, dul ve bekâr şeklinde sınıflandırarak tabloda gösterebiliriz.
Tablo 7: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Sahiplerinin Cinsiyetlerine
ve Sosyal Durumlarına Göre Sınıflandırılması
Evli Dul Bekâr
Erkek Kadın Erkek Kadın Erkek Kadın
Müslüman 66 11 7 3 10 1
Gayr-ı
Müslim
21 _ 2 _ 2 _
Toplam 87 11 9 3 12 1
Yukarıdaki grafiği oluştururken terekesinde eşleri olanlar evli olarak; eşleri ve
çocukları olmayanlar bekâr olarak gösterilmiştir. Varisleri arasında çocukları olup
eşleri olmayanlar dul olarak kabul edilmiştir. Buna göre toplam 123 tereke içerisinde
13 bekâr 110 evlenmiş kişi vardır. Toplam terekeler içerisinde evlenme olayını
gerçekleştirenlerin bekârlara oranı % 89, 4’tür. Bekârların oranı ise % 10, 56 olarak
tespit edilmiştir.
223 Rıfat Özdemir, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”, Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe
Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 107.
62
II. EVLİLİKTE MİHİR
Mihir, evlenirken erkeğin kadına verdiği veya vaat ettiği para veya değerli olan
mallardır. Mihir doğrudan doğruya kadının malıdır ve istediği şekilde tasarruf edebilir.
Hediye şeklinde olan mihir kadının bedeli değil bir ömrü birlikte paylaşmanın bir
anlamda sembolik alametidir224. Mihrin nikâh sırasında peşinin ödenen kısmına ise
mihr-i müeccel denilmektedir225. Mihr-i müeccelin verildiğini zevcenin mahkemede
tasdik etmesi gerektiği gibi aynı zamanda mihrinden vazgeçtiğini mahkeme önünde
beyan ederek kaydettirmesi de gerekirdi226. Mihir miktarının tespit edilmesi de önemli
bir konudur. Bazı fıkıhçılar mihir miktarını en az on dirhem olarak göstermişlerdir.
Asgari olarak yirmi, kırk, elli dirhemi kabul edenler de vardır. 227
İslam hukuku mihrin mutlak surette kadının hakkı olduğunu ve bu parada kadın
dışında ne eş ne de baba, abi gibi akrabanın hakkı olduğunu savunmuş ve kesin
kurallara bağlamış, günün şartlarına, ailenin zengin veya fakir oluşlarına göre değişen
belirli bir paranın kıza verilmesini şart koşmuştur228. Kur’an-ı Kerim’de mihir
hakkındaki ayetler de İslam hukukunda mihrin önemini göstermektedir. 229
İslamiyet öncesinde de mihir tarzı uygulamalara rastlanılmıştır. Moğollarda
“kalın” olarak bilinen uygulama Orta Asya Türklerinde de aynen uygulanmıştır.
Cahiliye dönemi Arap toplumunda mihir adıyla uygulanmışsa da farklı özellik
224 Said Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1995, s. 220. 225 İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicilleri, s. 30. 226 İlber Ortaylı, “Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk
Ailesi, II, Ankara 1992, s. 459. 227 Karaman, İslâm Hukuku, s. 338. 228 Özdemir, Tokat’ta Aile, s. 108.
63
göstermiştir230. İslamiyet öncesi Arap toplumlarında kadın, herhangi bir eşya gibi
düşünüldüğünden, mihir, bir satış akdi gibi görünse de bu dönemde mihrin menşei ve
fonksiyonları farklı şekilde izah edilebilmektedir. Bu toplumlarda kadınla evlenmek
isteyen erkeğin kadının babasına veya sahibine, onun hizmetlerinden mahrumiyetine
karşılık, belirli bir bedel ödemesi gerekirdi231. Mihir, İslam hukuku ile birlikte kadın
lehine düzenlemeler getirilerek kadına verilen değeri simgelemiştir.
XIV. ve XVII. yüzyıllarda Orta Anadolu Bölgesinde namzetlik akçesi ya da
mihir adıyla kız tarafına para ödeniyordu. Bu para iktisadi bir tazminat görüntüsünde
bir işgücünün kız evinden alınması karşılığında veriliyordu. Zirai geleneksel
toplumların çoğunda görüldüğü gibi bu âdetin nedeni iktisadidir232.
Osmanlı toplumunda mihir miktarları belirli dönem ve bölgelere göre
farklılıklar göstermiştir. Mihir miktarının fazla olması evlenmeyi güçleştirdiğinden
Osmanlı Devleti özellikle Tanzimat Dönem’inde sık sık bu konuya müdahale etmiştir.
Fakir, orta halli ve zenginler için farklı miktarlarda mihir belirlenmişse de buna riayet
edildiğini söylemek zordur233.
İncelediğimiz terekelerde mihir, vefat eden kadın ise, terekesi içerisinde alacak
olarak, eğer vefat eden erkek ise terekeden eşine ödenmesi gereken borç olarak
kaydedilmektedir. Toplam 123 tereke sahibinin 52 adedinin terekesinde mihire
229 “Kadınlara mihirlerini gönül hoşluğuyla verin…” Nisa suresi 4. Ayet (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini
Kur’an Dili, II, İstanbul ?, s. 496. 230 Mehmet Akif Arıcan, Tanzimat Dönemi’nde Amasya’da Aile, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2002,
s. 15. 231 Halil Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya 1988, s. 226. 232 Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 55. 233 Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 127.
64
rastlanmıştır. Aşağıda incelenen terekelerde geçen mihir fiyatlarının dağılımına ilişkin
bir tablo verilecektir.
Tablo 8: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mihir Dağılımı
Tablo 8’e göre En düşük mihir 54 kuruş ile Ece Mahallesi sakini Hüseyin bin
Mustafa’nın terekesinde kaydedilmiştir234. En yüksek mihir ise 500 kuruş ile 4
terekede geçmektedir. Aşağıda söz konusu veriler hakkında değerlendirme yapılarak
terekesinde mihir fiyatı en yüksek olanlar sosyal statülerinin anlaşılması bakımından
bir tablo ile gösterilecektir.
234 SŞS, Nr. 20, s. 87-2.
0-100 kuruş 100-300
kuruş
300-500
kuruş
2 39 11
65
Tablo 9: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta En Yüksek Mihir Sahipleri
Belge No
Mehir
Sahibi
Kocası Mehir
Miktarı
Terekenin
Toplam Geliri
16-1
Fatıma binti
Ali
Emirbalızade
Osman Ağa bin ?
500 kuruş 6248 kuruş
28-2
Asiye binti
El-Hac Ali
Efendi
El-Hac Mehmet
Ağa bin Halil Ağa
500 kuruş 1255, 5 kuruş
62-1 Zeliha binti
Ahmet
Ali Ağa bin
Abdullah
500 kuruş 20562, 5 kuruş
127-1 Aişe binti
Ebubekir
Ali Dede Oğlu
Abdullah bin
Ahmet
500 kuruş 2799, 5 kuruş
Görüldüğü gibi yüksek fiyatlı mihir sahiplerinin bulunduğu terekelerden üçünün
eşi ağa unvanlıdır. 28-2 numaralı terekede ise ağa unvanının yanında iki eş el-Hac
unvanına sahiptir.
16-1 numaralı tereke sahibinin iki eşi vardır. Eşlerinden Fatıma binti Ali’ye
mihir borcu 500 kuruş, diğer eşi Aişe binti el-Hac Mustafa’ya ise 310 kuruş olarak
gösterilmiştir. İncelediğimiz defterde tereke sahiplerinden iki eşli olanların
66
terekelerinde, iki eşine de mihir verildiği görülmüştür235. Bununla birlikte mihrin iki
eşe farklı miktarda verildiği terekeler de mevcuttur236.
En yüksek mihir sahibi terekelerin toplam gelirlerine bakıldığında, en düşük
gelir sahibinin 28-2 numaralı tereke sahibi olduğu görülür. Bu tereke sahibinin borçları
çıkarılmadan önce 14954 kuruşluk terekesi mevcuttur. Borçlarının fazlalığı 13699,5
kuruşluk gelirini götürmüştür.
İncelediğimiz terekelerde mihir fiyatları 54 ile 500 kuruş arasında
değişmektedir. 100 ve 300 kuruş arasında mihir alanlar % 78. 8 ile çoğunluktadır.
Sonuç olarak incelediğimiz terekelerde, mihir fiyatlarında, belirgin farklar
görülmemekle birlikte fiyatlar makul seviyededir denilebilir.
III. KADINLARIN AİLE İÇİNDEKİ YERİ
Osmanlı toplumunda bir kadın ve bir erkeğin evlenmesiyle oluşan ailede, kadın
ve erkeğin belirli rolleri vardı. Osmanlı ailesinde sanıldığının aksine baba otoritesi
sınırlıdır. Babanın erkek evlatlar ve eşleri ve torunlar üzerinde otoritesi vardır. Ama bu
hukukî bir yetki olmayıp ailenin ilişkileri, malî işleri, etrafla olan sorunların çözümü
ve aile bireyleri arasındaki hakemlikten ibaret geleneksel bir görevdir237.
Osmanlıda aile ve evlilikte geleneklerin önemli etkisiyle birlikte, öncelikle
İslam hukuku hükümleri uygulanmaktaydı. Bu nedenle İslam’ın kadını
küçümsemeyip, onların erkekler üzerinde hakları olduğunu savunması, İslam dininin
olduğu kadar Osmanlının da savunduğu düşünceydi. “Cennet anaların ayakları
235 SŞS, Nr. 20, s. 112-1, 143-3, 153-2, 21-1, 93-3. 236 SŞS, Nr. 20, s. 30-1, 104-1. 237 Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 77.
67
altındadır” düsturu Osmanlıda vücut bulmuş, anneliğin mukaddesatı ve anneye
duyulan saygı, Osmanlı toplumunda ve kültüründe daha etkin bir şekilde yer almıştır.
Bu çerçevede toplumda anne, bir kadın olarak değer taşıyordu. Çocuk anneye saygı
duyulan bir ortamda yetiştiğinde, anneye saygıyı özümseyerek gelecek nesillere de
bunu aktarmaktaydı.
Osmanlı toplumunda evlilik kadının şahsiyetini ortadan kaldırmazdı. Kadın,
kendine ait mallar üzerinde kimsenin rızasına ihtiyacı olmaksızın tam bir tasarruf
hakkına sahiptir. Kadının hiçbir hukukî muamelesine kocanın karışmadığı gibi engel
olma hakkı da yoktu. Kadın mallarını bizzat idare edebilir, kocasından başka bir şahsa
bırakabilir ve kocasının rızasını almaksızın serbestçe vakıflar kurabilirdi. Eşler
arasında tam bir mal ayrılığı rejimi kabul edilmişti. Bu rejim çerçevesinde kocanın
eşine verdiği mihir de kadının mal varlığına dâhil olurdu ve ne koca ne de baba
mihirde hak iddia edemezdi238. Nitekim kadının mihrinin kendi terekesinde mal varlığı
olarak, kocasının tereksinde kocanın borcu arasında gösterilmesi bu durumu açıkça
ortaya koymaktadır.
İncelemiş olduğumuz 123 terekenin içerisinde 15 kadın terekesi vardır. Bu
kadın terekelerinin içinde gayr-i Müslim yoktur. Terekelerde bulunan kadınların
medeni durumlarına göre dağılımları şöyledir.
238 Akyılmaz, “Aile Kadın” , s.368.
68
Tablo 10: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Kadın Tereke Sahiplerinin Medeni
Durumları
Tablo 10’ta görüldüğü gibi tereke sahibi olan kadınların sadece biri bekârdır.
Bu durumun toplumda evliliğin yaygın olmasıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim Tablo 7’ye bakıldığında da toplam terekeler içindeki bekâr kişilerin oranının
az olduğunun görünmesi de toplumda evliliğin yaygın olmasıyla açıklanabilir.
Kadın terekelerinin içeriği doğal olarak erkek terekelerinden farklıdır. Nitekim
bu terekelerde daha çok, çiçekli entariler, ipekli şallar, hamam takımları, çiçekli
bohçalar, ipekli bezler göze çarpar. Erkek terekelerindeki silah, tüfek, silahlık,
palaskanın yerini zir kol bağları, yüzükler, küpeler, gerdanlıklar, sim kemerler almıştır.
Ziynet eşyalarının çeşitlerine zengin tereke sahiplerinde rastlıyoruz.
İncelediğimiz kayıtlarda kadın tereke sahiplerinden mal varlığı fazla olanları aşağıda
bir tablo halinde gösterebiliriz.
Evli Bekâr Dul
11 1 3
69
Tablo 11: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekesine Göre Zengin Kadınlar
Tereke No Tereke Sahibi Eşi Toplam Geliri
140-1
Ayvazzade
Kerimesi Fatıma
binti Ömer Ağa
Asakir-i Mersure
Kol Ağalarından
Saadetli Hüseyin
Ağa
13653
37-1
Emine binti
Süley-
man Ağa
Mustafa (önceden
fevt olmuş)
17498
51-2 Şems binti
Hüseyin
İsmail bin Ahmed 6753
76-1
Fatma binti
Veleddin
Musa bin el-Hac
Hüseyin
5576, 5
Emine binti Süleyman Ağa isimli kadın zengin olmakla birlikte mal varlığının
önemli bir kısmı eşinden ve kardeşinden kendisine kalanlardan oluşmaktadır. Ancak
adı geçen kişinin terekesinde ziynet eşyaları özellikle dikkat çekicidir.
Ayvazzâde Kerimesi Fatıma binti Ömer Ağa’nın terekesi ise hem çeşitlilik hem
de gelir bakımından zengindir. Değerli ziynet eşyalarına sahip olduğu gibi Hamırkesen
Mahallesinde bir Konağı, 2000 kuruş değerinde bir cariyesi vardır. Terekenin
giderlerinden sonra dahi, geriye 23800 kuruşluk mal varlığı kalıyor. Bu terekede
ayrıca tereke sahibinin borç verdiği ve borçlu olduğu kişiler de bulunmaktadır. Borç
verdiği kişilerden biri zımmidir. Görüldüğü gibi borç-alacak ilişkisi, kadın tereke
70
sahiplerinde de görülmektedir. Borç verdiği anlaşılan kadınlardan biri de Bahtiyar
Bostan Mahallesi sakini Kerime binti Süleyman’dır239.
Şems binti Hüseyin Efendi’nin terekesi de kadınların vazgeçilmezi olan ziynet
eşyalarından payını almıştır. Yine bu terekede vefat eden kadının bazı kişilerden
alacakları olduğu görülmektedir.
Fatıma binti Veleddin’in terekesinde Hacı Veli Mahallesinde 3000 kuruşluk evi
bulunmaktadır. Terekesinin içinde ve varislerinden olan ve sonradan öldüğü anlaşılan
eşinin terekesi de verilmiştir. Musa Bin El-Hac adındaki eşinin terekesi 23329
kuruştur. Ancak bu terekedeki kayıtların çoğunluğu, Musa bin el-Hac’ın
alacaklarından oluşmaktadır. Nitekim terekedeki kayıtlara göre Musa bin el-Hac’a 66
kişinin borçlu olduğu görülmektedir. Bu durum, adı geçen kişinin niteliği hakkında,
çeşitli ihtimalleri düşündürmektedir.
İncelediğimiz terekelerde mal varlığı en düşük olan kadın, Hamırkesen
Mahallesi sakini, Vahide binti Yusuf’tur. 505,5 kuruşluk terekesi eşi, kızı ve emmi
zadesine paylaştırılmıştır 240.
239 SŞS, Nr. 20, s. 51-1. 240 SŞS, Nr. 20, s. 127-2.
71
IV. ÇOK EŞLİLİK DURUMU
Çok eşlilik eski toplumlardan beri var olan evrensel bir olgudur. Bu olgu
İslamiyet öncesi Türklerde hanımlarının farklı yerlerde oturması şartıyla, sadece
Kırgızlarda görülmüştür241.
Konumuz itibariyle birçok yerde hatırlattığımız gibi yine bu başlık altında da
Osmanlı aile hukukunun, İslam aile hukukunun ilkeleri doğrultusunda oluştuğunu,
ayrıca bu ilkelere ters düşmeyen bazı örf ve adetten kaynaklanan uygulamalara
müsaade edildiğini tekrar hatırlayalım. İslam ilkeleri bir erkeğin aynı anda evli
bulunabileceği eş sayısını belirlemiştir. Buna göre toplumda ancak dörde kadar
evliliğe müsaade edilmiş ve konu bazı şartlara bağlanmıştır242. İslamiyet çok eşliliğe,
kadınlar arasında adaleti sağlayabilme şartıyla, zaruret halinde müsaade etmiştir. Bu
nedenle diğer Müslüman toplumlarında olduğu gibi Osmanlı toplumunda birden fazla
evliliklere rastlanılmaktadır. Ancak Osmanlı toplumuna baktığımızda sanılanın aksine,
bu tür evliliklerin yaygın olmadığı görülür243.
Bu konuda çalışmış olan bazı araştırmacılar çeşitli şehirlerde çok eşlilik oranını
tespit etmişlerdir. Ankara için XVIII. yüzyılda yapılan bir araştırmada çok eşlilik oranı
%12 olarak belirlenmiştir244. Yine aynı yüzyılda Kayseri için bu oran % 8,69 olarak
bulunmuştur245. Tanzimat dönemini konu edinen Amasya için bu oran % 10 olarak
241 Arıcan, Amasya’da Aile, s. 31. 242 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, III, İstanbul ? , s. 95. 243 Said Öztürk, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 375. 244 Demirel, “Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”, s. 951. 245 Muhiddin Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma (1700–1730)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 4, Konya 1999, s. 163.
72
tespit edilmiştir246. XVIII. yüzyılda Sinop şehrinde yapılan bir diğer araştırmada bu
oran % 8,6 değerindedir247. 1756–1856 yıllarını kapsayan Konya için yapılan bir
araştırmada çok eşlilik oran %9,45’tir248.
Görüldüğü gibi değerler birbirine yakındır. XVIII. yüzyılda Antep için yapılan
araştırmada %15 ile değerlerine kıyasla değer biraz yükselse de tek eşlilere oranla
düşük seviyededir249.
İncelediğimiz terekelerde Tablo 7’de görüldüğü gibi 83 Müslüman erkekten
66(%79,5)’sı evli, 7 (% 8,4)’si dul, 10 (% 12)’u da bekârdır. Evli 66 adet Müslüman
erkeğin 53’ü yani % 80,3’ü tek kadınla evlidir. 13 (% 19,7) erkek ise iki eşlidir. İki
eşten fazla eşli erkeğe rastlanılmamıştır.
Çok eşlilik konusunda dikkat çeken hususlardan biri de bu durumun niçin tercih
edildiğidir. Said Öztürk çok eşliliğin nedenlerini şöyle açıklar.
1. Nesebin devamını sağlama ve çocuk sahibi olma isteği
2. Tıbbın bu günkü gelişiminden çok uzak olmasından dolayı gerek kadın
gerekse erkekten kaynaklanan, çocuk sahibi olmayı önleyen hastalıkların önüne
geçilmediğinden erkeğin tek çıkış yolu olması.
3. Erkek çocuğa sahip olma isteği
4. Gazalar sonucu savaşılan ülkelerin ikinci eş olarak alınması
5. Evlilik yaşındaki kadın nüfusunun fazlalığı
246 Arıcan, Amasya’da Aile, s. 34. 247 Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 30. 248 Tuş, “Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya”, s. 138. 249 Eken, “Antep’te Aile”, s. 485.
73
6. Kadının gebelik, doğum ve doğum sonrası sütten kesilmesine kadar erkeğin
karısından çekinmek zorunda kalması durumunun erkeği ikinci bir eşe itmesi
7. Kadınların erkeklere göre daha genç yaşta evlenmesiyle doğum, çocuk
büyütme gibi yüklerin altında yıpranması sonucu güzelliklerini yitirmeler, zevcelik
vazifesini yerine getirememeleri250.
Çok eşlilik konusunda araştırma yapan çoğu araştırmacı, çok eşliliğin çocuk
edinme arzusundan dolayı olduğu konusunda fikir birliğindedirler. Bu durumun
incelediğimiz terekeler için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıda bu durum,
incelediğimiz kayıtlarda geçen çok eşlilerin, çocuk sayısı ve çocukların cinsiyetleri,
büyüklük ve küçüklüklerine göre dağılımını gösteren bir tabloyla ortaya konulmaya
çalışılacaktır.
250 Öztürk, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, s. 376, 377.
74
Tablo 12: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Tereke Kayıtlarına Göre Çok
Eşlilerin Çocuk Sayıları
Kız Çocuk Erkek Çocuk Tereke No
Çocuk sayısı
Sagir Kebir Sagir Kebir
16-1 5 1 3 1
21-1 2 2
30-1 6 2 2 2
93-3 5 1 2 2
99-3 7 3 1 2 1
104-1 3 2 1
105-1 1 1
112-1 3 1 2
143-1 ---
146-1 ---
149-2 1 1
153-2 ---
161-3 2 1 1
Toplam 35 11 4 16 4
Tabloda görüldüğü gibi 3 çocuğun altında çocuk sahibi olan 4 kişi ve iki eşli
olduğu halde hiç çocuğu olmayan 3 kişi var. Çocukların sagîr ve kebir olmaları ve
cinsiyetleri de çok eşliliğin nedenleri konusunda aydınlatıcı olabilir. Çok eşlilerin
75
sahip oldukları toplam çocuk sayısının %77,14’ü sagîrdir. 13 kişiden toplam 4 kişinin
kebir çocuğu vardır. Bu durumda çok eşlilerin çocuk sahibi olamadıklarından dolayı
ikinci bir eşle evlenerek çocuk edinmek istedikleri düşünebilir. Ayrıca çok eşlilik,
sadece kız çocuğa sahip olanların, erkek çocuk edinme arzusundan kaynaklanabilir. Bu
durum çocuk edinme konusunda kadının kusurlu görüldüğünü bu nedenle birden fazla
eş edinildiğini düşündürmektedir.
Birden fazla evliliklerin kimliklerine bakarak toplumu oluşturan sosyal gruplar
arasında çok eşli evliliklerin dağılımını şu şekilde gösterebiliriz.
Tablo 13: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Çok Eşli Evlilerin Sosyal Statüleri
Ağa Seyyid El-Hac Efendi Yok
2 3 2 1 5
Görüldüğü gibi toplumun her kesiminde çok eşli evlilik yapılabilmektedir. Çok
eşlilerin en çoğunu herhangi bir statüsü olmayanlar oluşturmaktadır. Seyyid unvanına
sahip olanlar da ikinci sıradadır.
Çok eşlilikte zenginliğin etkisinin olup olmaması da üzerinde durulması
gereken bir konudur. İncelediğimiz terekelerdeki çok eşlilerin toplam tereke miktarları
değişiklik göstermektedir. En yüksek gelire sahip olan, Uryan-ı Müslim Mahallesi
sakini Zaralızâde Es-seyyid Lütfullah Paşa bin Osman Bey’dir. Osman Bey’in mal
varlığı 32072 kuruştur251. Mal varlığı çok olan diğer bir tereke Uryan-ı Müslim
Mahallesi sakini, Kâtip Abdullah Efendi Bin Mehmet’e aittir. Onun toplam terekesi
11240 kuruştur252. Çok eşlilerin içerisinde rastladığımız en düşük miktardaki tereke ise
251 SŞS, Nr. 20, s. 146-1. 252 SŞS, Nr. 20, s. 21-1.
76
Hacı Mahmut Mahallesi sakini Hüseyin bin Mehmet’in terekesidir. Terekesinde 4
kalem eşyası, 3 kişiden alacağı, eşlerine mihri ve resm-i kısmet dışında 5 kişiye borcu
vardır. Toplam terekesi ise 204,5 kuruştur253. Bunların dışında çok eşli diğer terekeler
1071–6731 kuruş arasında değişmektedir.
Birden fazla eşle evlenmenin, genellikle maddi durumları yüksek olan zümrede
olduğu yolunda yaygın kanaatlerin aksine her kesimde kişilerde bu durum
görülebilmektedir. Ekonomik durumların iyi ya da kötü olması evlilik sayısını
etkilememektedir254. Zaten incelediğimiz terekelerde de bu durum açıkça
görülmektedir.
253 SŞS, Nr. 20, s. 104-1. 254 Demirel, “Demografi Aile”, s. 104.
77
V. ÇOCUKLAR VE ÇOCUK SAYISI
Çocuk hiçbir şey bilmeden geldiği dünyada öğrenmeye ilk olarak ailede başlar.
Bilgiyi, görgüyü, iyiliği, kötülüğü ilk olarak burada öğrenir. Bu nedenle çocuğun
yetişmesinde ailenin rolü büyüktür. Ailenin devam etmesi için temel unsur ise
çocuklardır.
İslam hukukuna göre aile kutsal bir yuvadır ve evlilikteki asıl maksat neslin
bekası anlamına gelen çocuk sahibi olmaktır255. Elbette ki ebeveynlerin tek
sorumluluğu çocuk sahibi olmak değildir. Çocukların her türlü ihtiyacı, yetişmesi
onlara daha ağır sorumluluklar yükler. Bu nedenle kurulan yuvanın mimarı anne ve
baba, sorumlulukları paylaşırlar. Anneler aile içinde çocukların terbiyesi ve
yetişmesinden sorumluyken, babaların vazifesi, çocuğun yiyecek, elbise ve barınma
ihtiyacının karşılanmasıdır256.
Osmanlı toplumunda çocukların, devlet tarafından hukuken himaye ve koruma
altına alındığı bilinmektedir. Kimsesiz kalan çocukların her türlü ihtiyaçlarının
karşılanması ve yetiştirilmesi için şer’iye mahkemeleri tarafından vasiler tayin
edilmiştir. Devlet, kimsesiz veya yetim kalan çocuklara vasi tayin ederek onları, sosyal
ve ekonomik güvencesi altına almış, bunu hukuken ve denetleyici bir şekilde
gerçekleştirmiştir257.
255 Eken, “Antep’te Aile”, s. 487. 256 İpcioğlu, Konya Şeriyye Sicilleri, s. 36. 257 Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 31.
78
Osmanlı toplumunda ailelerin sahip oldukları çocuk miktarı merak edilen bir
konudur. Bu konu, farklı şehirler için yapılan araştırmalarda aydınlatılmaya
çalışılmıştır. Konunun aydınlatılmasında tereke kayıtlarının önemi büyüktür.
Biz de inceleme konumuz olan Sivas ailesinde, ailenin niceliksel özelliklerini
ortaya çıkarabilmek maksadıyla gerek çocuk miktarı gerekse aile başına düşen çocuk
sayısını belirleyebilmek için terekelere müracaat ettik. Ancak, söz konusu
değerlendirmeler, bazı yönleriyle ihtiyatla ele alınmalıdır. Öncelikle bütün terekelerin
mahkemeye intikal ettirilip ettirilmediği meçhuldür. İkinci husus, terekelerde varislerin
arasında sadece yaşayanların kaydedilmiş olmasıdır. Bu durumda, tereke sahibinin
kendisinden önce ölmüş çocukları olabileceği hesaba katılmalıdır. Terekelerde çocuk
sahibi olan aileler, çocuk sayısına ve cinsiyetlerine göre aşağıda bir tablo halinde
gösterilmiştir.
Tablo 14: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Ailelerin Sahip
Oldukları Çocukların Sayı ve Cinsiyetleri
Sahip Olduğu
Çocuk Sayısı
Aile Toplamı Erkek Kadın Toplam
Bir Çocuklu 18 7 11 18
İki Çocuklu 18 17 19 36
Üç Çocuklu 16 22 26 48
Dört Çocuklu 14 37 19 56
Beş Çocuklu 3 9 6 15
Altı Çocuklu 4 8 16 24
Yedi Çocuklu 1 3 4 7
Toplam 73 103 99 204
Yukarıdaki tabloda bahsedilmediği halde, Müslüman terekelerinde, hiç çocuğu
olmayan 16 tereke sahibi vardır. Bunlardan üçü, iki eşlidir. Terekesinde bekâr olan 11
79
Müslüman tereke sahibi vardır. Bunların dışında 18 tereke sahibinin 1 çocuğu, 17
tereke sahibinin iki çocuğu, 16 tereke sahibinin 3 çocuğu, 14 tereke sahibinin 4
çocuğu, 3 tereke sahibinin 5 çocuğu, 4 tereke sahibinin 6 çocuğu, 1 tereke sahibinin ise
7 çocuğu vardır. Buna göre Müslüman ailelerin çoğu 1–4 arasında çocuk sahibidirler.
Bu da toplam aile sayısının %90,41’i demektir. Müslüman ailelerin sahip olduğu
ortalama çocuk sayısı ise 2,79 olarak ortaya çıkmaktadır.
Müslüman terekelerinde eşi olduğu halde çocuğu olmayan 16 tereke sahibi
vardır. Müslüman evli ve dul tereke sahipleri arasında çocuksuz olanlar %18,39
civarındadır. Gayr-ı Müslimlerde bu durum biraz farklılık gösterir.
Tablo 15: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslim Ailelerin Sahip
Oldukları Çocukların Sayısı ve Cinsiyeti
Sahip Olduğu
Çocuk Sayısı
Aile Toplamı Erkek Kadın Toplam
Bir Çocuklu 6 3 3 6
İki Çocuklu 4 4 4 8
Üç Çocuklu 5 9 6 15
Dört Çocuklu 3 4 8 12
Beş Çocuklu 1 5 --- 5
Altı Çocuklu 1 2 4 6
Yedi Çocuklu --- --- --- ---
Sekiz Çocuklu 2 11 5 16
Toplam 22 38 30 68
Tablo 15’e göre, gayr-ı Müslim ailelerin çocuk sayıları ortalama 1–4 arasında
değişmektedir. Ancak Müslüman ailelerde en fazla 7 çocuğa rastlanılırken, gayr-ı
Müslimlerde bu sayı 8’e yükselmiş ve 8 çocuklu iki aile tespit edilmiştir. Gayr-i
Müslimlerin sahip olduğu ortalama çocuk sayısı ise %3,09’ dur.
80
Neticede Müslüman veya gayr-i Müslim olmasına bakılmaksızın terekelerde
kayıtlı toplam 272 çocuğun % 48, 5 (132 adet)’i büyük ve % 51, 4 (140 adet)’ünün de
küçük olduğu görülmektedir.
Kişilerin gelir oranları ile çocuk sayıları arasında bir ilişki olup olmadığına
bakacak olursak, gelir oranı ile çocuk sayısı arasında herhangi bir paralellik ya da
pozitif bir ilişki kurulamadığını söyleyebiliriz. Bilakis, bazı zengin ailelerin diğer
ailelilere göre daha az çocuğu vardır. Geliri 10000 kuruşun üzerinde olan aileler
arasında 1 çocuk sahibi bulunduğu gibi258, 8 çocuk sahibi de bulunmaktadır259. Öte
yandan geliri 10000 kuruşun üzerinde olan Müslüman ailelerde üçten fazla çocuğa
rastlanmazken zımmiler de rastlanılmaktadır. Gayr-iMüslimlerde bulunan 8 çocuklu
iki terekenin de şehir merkezinde olmaması dikkat çekicidir.
VI. AİLE FERTLERİ’NİN KULLANDIĞI İSİMLER VE ÜNVANLAR
Tereke kayıtlarında, tereke sahibinin eşi ve çocuklarından başka varisler
arasında gösterilen ve tereke sahibi ile akraba ilişkisi olan başka kişiler de
bulunmaktadır. Bunların başında, ailenin diğer üyeleri olarak da düşünebileceğimiz
anne ve baba gelir. Nitekim incelediğimiz 99 adet Müslüman terekesinin 11’inde (%
11,11) anne veya baba varisler arasında gösterilirken gayr-i Müslimlerde ise 7 kişinin
terekesinde (%29,16) gösterilmektedir. Görüldüğü gibi Müslüman terekelerinde, anne
ve babasından önce ölen kişilerin oranı gayr-i Müslimlere göre düşüktür.
Terekelerde mirastan pay alanlar arasında kız ve erkek kardeşler de
bulunmaktadır. Miras paylaşımında kardeşlerin mirastan pay almaları eşlerin ve
258 SŞS, Nr. 20, s. 121-3, 141-1. 259 SŞS, Nr. 20, s. 108-3.
81
çocukların mevcudiyetine göre değişiklik gösterir260. Kardeşlerin dışında terekelerde
amcalar, kardeş çocukları, torunlar, amcaoğulları da tespit edilmiştir. Aşağıda
terekelerde, mirasçıların aile içindeki sosyal rollerine göre sayıları verilecektir.
Tablo 16: 1839-1841 Yıllarında Sivas Terekelerine Göre Mirasçılar
Varisler Müslüman Gayr-ı
Müslim
Koca 11 ---
Karı 66 21
Anne 10 5
Baba 4 2
Kız Çocuk 102 30
Erkek Çocuk 102 38
Kız Kardeş 6 1
Erkek Kardeş 8 ---
Diğer 3 ---
Toplam 302 97
Tablo 16’dan anlaşılacağı üzere tereke sahiplerinin varisleri arasında 8 farklı
kişi bulunmaktadır. Kız ve erkek çocukların aynı sayıda çıkmış olması ilgi çekicidir.
“Diğer” grubunda ise, nadiren terekelerde karşılaşılan ümmüzâde ve ümmüzâde
çocukları bulunmaktadır.
260 Arıcan, Amasya’da Aile, s. 25.
82
İncelediğimiz dönemde kişilere verilen isimler de önem taşımaktadır.
Müslüman terekelerinde peygamberlere ya da sahabelere ait isimler göze çarparken,
tereke sahiplerinin çocuklarına kendi babaları ya da annelerinin isimlerini verdikleri de
sık rastlanan bir durumdur.
1839–1841 yıllarında Sivas’ta tereke sahiplerinin ve varislerinin isimlerine
bakıldığında 233 farklı şahıs ismi geçmektedir. Toplam 115 Müslüman isminin 61’i
kadın 54’ü erkek ismidir. Gayr-ı Müslimlerin kullandığı farklı isim sayısı ise 118’dir.
Bunun da 72’si erkek, 46’sı kadındır. 123 terekeden 24 tanesi zımmi olduğuna göre
zımmilerin isimleri Müslümanlara oranla daha çok farklılık göstermektedir.
Müslümanların aynı isimlerde yoğunlaşması dini bir takım özelliklerden kaynaklanır.
Daha önce de ifade edildiği gibi bu durum peygamber ve sahabe isimlerinin
çocuklarına verilmesinin Müslüman aileler için büyük önem taşımasındandır.
Zımmi isimlerindeki farklılık belki zımmi topluluk arasında, gerek milli
bütünlüğün olmaması gerekse aynı din içinde mezhep ayrımının çok kuvvetli
olmasından kaynaklanabileceği gibi, zımmi isimlerinin yazılırken farklı harflerle
yazılabildiğinden dolayı dönemin kâtiplerinin yazımından ya da yanlış okumamızdan
kaynaklanmış da olabilir261.
261 Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri”, s. 168.
83
Tablo 17: 1839–1841 Yıllarında Sivas’ta Müslüman Terekelerde Sık
Karşılaşılan İsimler
Erkek Adet Kadın Adet
Mehmet 58 Fatma 35
Mustafa 34 Ayşe 25
Ali 31 Şerife 19
Ahmet 29 Emine 16
Hüseyin 28 Hatice 14
Ömer 28 Mevlüde 10
Osman 27 Zeynep 8
İbrahim 24 Keziban 5
Hasan 23 Medine 5
Tablo 17’de görüldüğü gibi, Müslüman isimleri arasında en fazla tercih edilen
ismin Mehmet olduğu, bunun yanında, Mustafa ve Ali isimlerinin de çok kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Tabiatıyla bu durum yukarıda birkaç kez ifade ettiğimiz gibi İslam
Dini’nin peygamberi olan Hz. Muhammed’in ve onun halifelerinin isimlerinden
kaynaklandığı çok açıktır. Bu durum kadın isimlerinde de görülmektedir. Nitekim
kadın isimlerinde en fazla Fatma ve Ayşe ismine rastlanılmıştır.
Zımmilerde kadın isimleri erkek isimlerine oranla daha fazla çeşitlilik
göstermektedir. Erkek isimlerinden Karabet, Artin, İshak, Agop, Gabril, Kivyork,
Mikail gibi isimlere, diğer isimlere nazaran daha sık karşılaşılmıştır. Zımmilerde
84
bazılarının çocuklarına Türkçe ya da Türklerle ortak kullanılan Arslan, Elmas, Nazlı,
Meryem isimlerini vermeleri de ayrıca dikkat çekici bir husustur.
Terekelerin bazılarında isimler belirtilirken unvanlarıyla birlikte verilmektedir.
Tereke sahiplerinde ve varislerinde altı ayrı unvana rastlıyoruz. Aşağıda bu unvanlar
bir tablo ile verilecektir.
Tablo 18: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Terekelerde Geçen Unvanlar
el-Hac
Ağa
Seyyid
Efendi
Hafız
Bey
26 26 25 18 5 4
Terekelerde karşılaşılan “El-Hac” ya da “Hacı” unvanı, O kişinin hac vazifesini
yaptığını belirtiyor olmalıdır. El-Hac kadar yaygın olan diğer unvan ise “Ağa”
unvanıdır. Ağa unvanı yüksek askerî sınıfa mensup olanlarda bulunmaktadır. Osmanlı
devlet ricalinin orta tabakasından olanların büyük bir kısmına bu unvan verilmiştir262.
Terekelerde sık karşılaşılan diğer unvan “Es-Seyyid” dir. Seyyidler genel
anlamda peygamber soyundan olan kimselerdir263. Karşılaştığımız 25 seyyid
unvanının isim olarak kullanılanlarının olma ihtimali de vardır. Nitekim Seyyid
unvanının babasında olmadığı halde kendisinde olanların mevcudiyeti bu ihtimali
düşündürüyor264. İncelediğimiz terekeler içinde en zengin tereke seyyid ve ağa
unvanının ikisini birden taşıyan Es-Seyyid Mustafa Ağa İbn-i İbrahim adlı kişiye aittir.
262 Tuş, “Kayseri Tereke Defterleri”, s. 178. 263 Murat Sarıcık, “Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l – Eşrâflık Kurumu”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 385. 264 SŞS, Nr. 20, s. 37-1, 71-1, 89-1.
85
Bu tereke, toplam geliri 86476 kuruşla incelediğimiz terekeler içinde en yüksek
miktara sahiptir.
Terekelerde bazı kişilerin Nazmizâde, Ayvazzâde, Zaralızâde, Emirbalızâde,
Osmanzâde, Ahmetzâde şeklinde aile isimleriyle kaydedilmiş olmaları dikkat çekici
bir husustur. Terekeler içinde 24 kişinin babasının adının “Abdullah” olduğunu
görüyoruz. “Abdullah” adının köle ve devşirmelere, sonradan Müslüman olanlara
verilmesinden dolayı, bu şahısların sonradan İslam dinini seçtikleri veya köle ya da
devşirme oldukları düşünülebilir265.
“Efendi”, “Hafız” unvanları, o kişilerin ilimle uğraştıklarını belirtmektedir.
Yine “Derviş” unvanı da ilim ehline verilen unvanlardandır ve terekelerimiz içinde bir
kişi bu unvana sahip bulunmaktadır266.
VII. KÖLE VE CARİYELER
İslamî tanımlamada aile içerisindeki hizmetçiler anlamına gelen köleler, içinde
yer aldıkları aile ile sıhhî ve kan bağı yolu ile bir akrabalığı bulunmamasına rağmen
aynı çatı altında ailenin üyeleri sıfatına sahiptiler267. Aileye dışarıdan katılan bu üyeler,
diğer hizmetçiler gibi ev içi çalışmalarında aile üyelerine hizmet edip onlarla
arkadaşça ilişkiler kurabiliyorlardı. Bu durumun nedenleri, köle ve cariyelerle
efendileri arasında kurulan münasebetler üzerinde İslami değerlerin etkili olması,
265 Arıcan, Amasya’da Aile, s. 66. 266 SŞS, Nr. 20, s. 145-3 267 Demirel, “Demografi Aile”, s. 112.
86
ayrıca onların ailenin bir ferdi gibi hizmet görmesinden dolayı bir yakınlaşma
oluşması şeklinde açıklanabilir268.
İslam hukukuna göre köle ve cariyeler, sahiplerinin insafına teslim edilmeyerek,
onlar için belli kurallar getirilmiştir. Köleyi bir mal veya eşya değil de insan olarak
değerlendiren İslam hukuku, köleye, köleliği devam ettiği sürece ailenin diğer fertleri
gibi muamele gösterilmesinden yanadır269. İslâm’a göre hürriyet her insanın tabiî ve
dokunulmaz hakkı olarak görülmektedir. Nitekim İslam dini, savaş sırasında
Müslümanların eline esir düşerek köle olanların kötü muamelelere uğramamaları için
bir çok hüküm getirmiştir270.
Aile ile bütünleşen köleler belli şartlar dâhilinde mirasçı olabiliyorlardı. Çocuk
sahibi olması durumunda cariyeler, eş statüsüne kavuşuyorlardı271. Azad edilen erkek
kölelerde mensup olduğu aile içerisindeki kadınlarla evlenebilmekteydiler272.
İncelediğimiz terekeler arasında sadece iki terekede cariyeye rastlanılmıştır. Bu
durum ailelerin ekonomik gücüyle alâkalı gibi görünmektedir. Cariye sahibi
olanlardan biri en zengin terekeye sahip olan Es-Seyyid Mustafa Ağa İbn-i İbrahim
adlı kişidir. Sahip olduğu cariyenin değeri ise 3500 kuruştur273. Diğer cariyeye bir
kadın terekesinde rastlıyoruz. Ayvazzâde Kerimesi Fatma binti Ömer Ağa adlı kişiye
268 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 104. 269 Yusuf Küçakdağ, Lale Devri’nde Konya, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi), Konya 1989, s. 99. 270 İzzet Sak, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimleri
Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1987, s. 6. 271 Sahibinden hamile kalan cariye, efendisi hayatta kaldıkça cariye olarak kalır, efendisinin ölümüyle de
efendisinden hamile kaldığını iki şahitle ispat etmesi veya mirasçıların ikrarıyla cariye, hürriyetine kavuşurdu. (
Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 199). 272 Demirel, “Demografi Aile”, 112. 273 SŞS, Nr. 20, s. 36-2.
87
ait bu terekenin toplam geliri ise 23800 kuruş değerindedir. 2000 kuruş değer biçilen
bir cariyesi vardır. Bu toplam gelirden vasiyetleri çıkarılırken cariyenin değerinde 800
kuruşluk bir düşme olduğu ve asıl değerinin 1200 kuruş olduğu kaydedilmiştir274.
Ailelerin bir nevi hizmetlisi görevinde olan cariye ve erkek köle anlamına gelen
gulam’ın dışında, zengin ailelere hizmet etmek için verilen çocuklar da vardı. Mehmet
Bin Derviş Ömer adlı kişinin 12 yaşındaki kızını Osman Paşa Mahallesi’nde ikamet
eden, Ahmet Ağa’nın haremine hizmet etmesi için vermesi, bu konuya uygun bir
örnektir. Şer’iye mahkemelerine başvuran baba 6–7 gündür kayıp olduğunu öğrendiği
çocuğunun bulunmasını istemektedir275.
Köleler herhangi bir karşılık beklemeksizin sadece Allah rızası için azad
edilebileceği gibi276 “Mükatebe” yoluyla yani belli bir süre hizmet etmek koşuluyla da
azad edilebiliyorlardı277.
Bir başka azaldık şekli ise sahibinin ölümüne bağlı olarak yapılan tedbir yoluyla
azaldıktı. Bu durumda köle sahibi, yaşadığı sürece kölesinin hizmetinden yararlanır,
kiraya verebilirdi. Sahibi ölünce köle azaldık kazanırdı. Tedbir’in başka bir şekli de
şart koşularak yapılan muallâk tedbirdi. Sahibinin köleye “Sen şu işi yaparsan azatsın”
demesi ve kölenin o işi sahibi hayattayken yapması durumunda azat olmasıydı. Yine
köle sahibinin “Sen yarından itibaren azatsın”, “Bu hastalığından kurtulursam azatsın”
274 SŞS, Nr. 20, s. 140-1. 275 SŞS, Nr. 20, s. 137-2. 276 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 191. 277 Hüseyin Muşmal, XII. Yüzyılın İlk Yarısında Konya’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, (Selçuk Üniversitesi
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2000, s. 78.
88
gibi şartlara bağlı olarak yapılan azatlık da tedbir’ e giriyordu ve şartlar olduğu
takdirde köle azal edilmiş oluyordu278.
Azat edilme şekillerinden biri de kitabete kesmektir. Kitabet kölenin belli bir
bedel karşılığı hürriyetini satın alması için sahibiyle yaptığı bir anlaşmadır. Kitabete
bağlanan köle, kitabet süresi içinde çalışarak, ticaret yaparak borcunu ödemeye
çalışırdı. Parayı kazanması sırasında sahiplerinin yanlarında kalma mecburiyetleri de
yoktu279.
Azat edilen kölelere azat edildiklerine dair “Itakname” veriliyordu. Bu belge
kölenin hürriyetinin ispatında büyük önem taşıyordu. Özellikle yer değiştirecek ya da
ticaret yapmak için başka yerlere gidecekse yolda kaçkın köle (abd-i âbık) zannıyla
tevkif edilmemesi için azad edilen kölenin ıtaknamesini üzerinde taşıması gerekiyordu.
Aksi takdirde hürriyetini ispat için günlerce hapis yatabilir, hatta tekrar köle olarak
satılabilirdi280.
Kölelik müessesesinin kaldırılması konusunda ise ilk defa Abdülmecid
zamanında kararlaştırılarak, köle ticaretinin engellenmesi hususunda bazı valiliklere
emirler verilmiştir. Hatta köle ticaretinde ısrar edenlerin şiddetle cezalandırılmasına
ilişkin fermanlar gönderilmiştir. 1847 yılında köle ticareti yasaklanarak köle pazarları
kapatılsa da köle alım-satımı 1908 yılına kadar devam etmiştir281.
278 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 192. 279 Muşmal, Konya’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, s. 80. 280 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 195. 281 Sak, Kölelik Müessesesi, s. 13.
89
IV. BÖLÜM
AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU VE SAHİP OLDUĞU EŞYALAR
I. AİLE’NİN EKONOMİK DURUMU
Toplumun temelini teşkil eden aileyi pek çok yönden ele aldığımız gibi
ekonomik yönden de irdelememiz gerekir. Ailenin ekonomik durumunu terekelerden
izleyerek sağlıklı bilgiler elde etmemiz mümkündür. Çünkü terekelerde, vefat eden
kişinin hayattayken kazanmış oldukları bütün malları ve servetleri kaydedilmiştir.
Böylece, bu kayıtlar kullanılmak suretiyle ailenin ekonomik durumu hakkında bilgilere
ulaşılabilmektedir.
Sivas tereke kayıtları incelendiğinde, şehirde yaşayan ailelerin, ekonomik
durumları hakkında bazı tespitler yapılabilmektedir. Bu tespitler ışığında, bazı aileler
ekonomik yönden diğerlerine göre iyi durumda iken, bazı ailelerin ise daha az gelire
ve ekonomik güce sahip oldukları söylenebilir. Söz konusu tespitlerin daha iyi
anlaşılabilmesi için aşağıda tereke kayıtlarından istifade edilerek hazırlanmış bir
tabloya yer verilecektir. Müslüman ve gayr-ı Müslimlerin ekonomik özellikleri
hakkındaki veriler ayrı tablolara yansıtılmıştır.
Tablo 19: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Müslümanların Gelir Durumu
0-500
Kuruş
500-1000
Kuruş
1000-5000
Kuruş
5000-…
Kuruş
9 14 53 23
90
1000 kuruşun altında mal varlığına sahip olanlar değerlendirmelerimizde en alt
seviyedeki gelir grubunu teşkil edecektir. Buna göre Müslümanların % 23,23’ünün bu
gruba girdiği görülür. 1000–5000 kuruş arasında mal varlığı olanları orta halli olarak
nitelendirilebilir. Bu çerçevede Müslüman ailelerin % 53,53’ü orta hallidir diyebiliriz.
5000 ve üstünde mal varlığı olan tereke sahipleri de zenginler olarak sınıflandırılabilir.
Şu halde bu gurubun oranı da % 23,23 olarak ortaya çıkmaktadır Buna göre Sivas’ta
yaşayan ahalinin büyük çoğunluğu orta halli olarak değerlendirebileceğimiz ekonomik
güce sahiptir. Aşağıda gayr-i Müslimlerin ekonomik durumu hakkında bir tabloya yer
verilecektir.
Tablo 20: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Gayr-ı Müslimlerin Gelir Durumu
0-500
Kuruş
500-1000
Kuruş
1000-5000
Kuruş
5000-…
Kuruş
3 3 11 7
Tablo 20’de gayr-i Müslimler için ortaya konulan veriler üzerinden yukarıdaki
gruplandırma geçerli kılınırsa, gayr-i Müslimlerin Müslümanlara nazaran ekonomik
açıdan daha iyi durumda olduğu görülür. Bununla birlikte orta halli şeklinde
sınıflandırdığımız grup gayr-i Müslimlerde de fakir ve zenginlerden fazladır. Buna
göre gayr-ı Müslimlerde mal varlığı 1000 kuruşun altında olanlar; % 25, 1000–5000
kuruş arasında olanlar; %44, 5000 kuruş ve üstünde olanlar; % 29, 16’dır.
91
Aşağıda Müslümanlar arasında ekonomik durumun ayrıntılarının tespiti
yapılabilmesi için, dikkat çekici özellikte gelire ve ekonomik güce sahip olanlar
hakkında bir tabloya yer verilecektir.
Tablo 21: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Mal Varlığı En Çok Olan
Müslüman Terekeleri
Tereke
No
Tereke Sahibi Gelir Miktarı
36-2
Es-seyyid Mustafa Ağa
İbn-i İbrahim
86476
89-1
Tatar Ağası Ali Ağa bin
İbrahim
53995
117-2 Nazmizâde Es-seyyid
El-Hac Hasan Ağa bin
Mehmet Efendi
33072
146-1 Zaralızade Es-seyyid
Lütfullah Paşa bin
Osman Bey
32072
140-1
Ayvazzâde Kerimesi
Fatıma binti Ömer Ağa
21980
Terekelerindeki mal varlığı açısından zengin olarak nitelendirilebilecek olan
tereke sahipleri Tablo 21’de görüldüğü gibi “Es-seyyid” ya da “Ağa” unvanını
taşımaktadır. Zengin kişilere ait terekelerde “derzimmet” olduğu belirtilerek çok
92
sayıda isim sıralanmıştır. Anlaşılan zengin tereke sahipleri çok sayıda kişiye borç
vermişlerdir.
Müslüman zengin terekelerinden birisi de Ayvazzâde kerimesi Fatıma binti
Ömer Ağa adlı bir kadına ait olanıdır. Bu terekelerde göze çarpan ziynet eşyaları vefat
eden kişinin sosyal statüsü hakkında bir fikir vermektedir. Yine varlıklı bir kadının
olan Emine binti Süleyman’ın terekesinde, 17498 kuruşluk mal varlığının oluşmasında
sahip olduğu ziynet eşyalarının yanında kendinden önce vefat eden eşi ve kardeşinden
kalanlar da bir yekûn teşkil etmektedir282.
Gayr-ı Müslimlerden en zengin tereke sahibinin gelir miktarı 17316 kuruşla
Balik Veled Ohannes’tir. Bu kişinin terekesinde bol miktarda bez topları, yastık
topları, İngiliz şalı topları gibi eşyalar bulunmaktadır. Bu terekenin ilgi çekici bir
özelliği de toplam 278 kişinin tereke sahibine borcunun olmasıdır. Bu kişinin
borçlularının genelde kadın olmasına ve terekesinde bulunan eşyalara bakılırsa kumaş
ve bez topları satan bir esnaf olduğunu düşünebiliriz283. Yine terekesinde bez topları
bulunan Gürün kasabasından tüccar olduğu belirtilen Ragob Veled Serkez adlı
zımminin gelir miktarı 10658 kuruştur284. Bu örneklere göre Sivas’ta seyyar bir
şekilde, köyleri ve kasabaları gezmek suretiyle ticaret yapan bazı gayr-i Müslimlerin
olduğu da net bir şekilde anlaşılmaktadır.
Mal varlığı bakımından zengin terekeler olduğu gibi mal varlığı düşük olan
terekeler de mevcuttur. Hatta gelirinin tamamının borçlarına ancak karşılık geldiği
terekeler de vardır. Böylesi bir tereke, bir kahvehanede halik olan ve terekesinde üç
282 SŞS. Nr. 20, s. 37-1. 283 SŞS. Nr. 20, s. 121-3.
93
dört kalem eşya bulunan, Karabet Veled Manuk adlı zımmidir. Mirasçıları olmayan
zımminin bütün geliri resm-i kısmet, delâliye, memura hizmet, kahveciye, hekime
verilen meblağ şeklinde paylaştırılmıştır285.
Bazı terekelerde tespit ettiğimiz inek, öküz, keçi, koyun gibi hayvanların
adedine bakıldığında Sivas’ta hayvancılığın ailenin kendi ihtiyacını ancak karşılamak
maksadıyla yapıldığı anlaşılır. Sivas halkı belli ki süt, peynir, yoğurt gibi ihtiyacını
karşılamak için inek, koyun, keçi gibi bazı havyanlar beslemekteydi. Bu yönüyle Sivas
şehrinin Orta Anadolu’daki diğer Osmanlı kentleriyle benzerlik gösterdiği
söylenebilir. Bu şehirlerde insanlar ticarî ve sınaî faaliyetlerle meşgul olsalar dahi,
kendi ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla ziraî faaliyetlerde de bulunmuşlardır.
Demirciler Ardı Mahallesi sakini Altunoğlu Seyyid Osman Efendi bin
Mustafa’nın terekesinde ise 5 adet arı kovanı tespit edilmiştir. Bu da Sivas şehir
merkezinde az da olsa arıcılık yapıldığını göstermektedir286.
II. AİLENİN SAHİP OLDUĞU EŞYALAR
A. Ev Eşyaları
Ev eşyaları kişinin sosyal yaşantısını yansıtan unsurlardır. Öyle ki terekelerde
kayıtlı eşyalar bizlere ailenin, eşyaları ve ev düzeni hakkında bir fikir verebilir. Ayrıca
o kişinin kültürü, sosyal çevresi, gelir seviyesi gibi konularda bir kanaat oluşturabilir.
Bu eşyalara dair listeler incelendiğinde, hemen hemen herkesin asgari ihtiyaçlarını
karşılamak maksadıyla kullandığı bazı ev eşyaları bulunurken, bazı ailelerin ise gelir
284 SŞS. Nr. 20, s. 139-1. 285 SŞS. Nr. 20, s. 159-2. 286 SŞS, Nr. 20, s. 153-3.
94
durumuna göre daha lüks olarak nitelendirebileceğimiz eşyalara da sahip oldukları
düşünülebilir. Kişilerin eşyaları göz önüne alınarak yapılan değerlendirmeler
neticesinde bir şehrin hatta devletin sosyal yaşantısı tasvir edilebilir.
Eşyaların niteliği ve niceliği, kişinin veya ailenin, sosyal, ekonomik ve kültürel
durumunu yansıtmakla birlikte, aynı zamanda hayat tarzını da ortaya koyar. Bu
eşyaların çeşitlilik arz eden görünümünü tereke kayıtlarından kolaylıkla görebiliriz.
Tereke kayıtlarında tereke sahibinin bütün eşyalarının, fiyatı ve taşıdıkları
özellikleriyle dökümünün yapılması ev eşyaları hakkında önemli bilgiler sunar. Ayrıca
bu kayıtlar, kadın, erkek, Müslüman, gayr-i Müslim, zengin, fakir gibi Osmanlı
toplumunun farklı kesimlerine ait ailelerin eşyaları hakkında fikir edinmemizi
sağlaması açısından önem taşır287.
Ev eşyalarından sergiler, Osmanlı evinin özellikle kilimiyle ünlü Sivas şehrinin
vazgeçilmezi haline gelmiştir. Osmanlı evlerine ayakkabı ile girilmediğinden her evin
sergili olduğunu söyleyebiliriz. İncelediğimiz terekelerde de bunu görmek
mümkündür. Birçok terekede halı, kilim, minder, makat şiltesi, çul, halı döşemesi
adıyla ev sergilerinin adı geçmektedir. Ayrıca çoğu terekede rastladığımız halı’nın;
yan halısı, köhne halı, beyaz halı, kırmızı beyaz halı, çadır yan halısı, orta halı, çit halı
gibi özellikte olanlarının olması Türklerdeki halıcılık ve dokumacılık sektörünün
zenginliğini ve bu sergileri kullananların zevkini ortaya koyar.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, kilimin Sivas’ta çok ayrı bir yeri vardır. Sivas
kilimine dair yazılan bir makalede kilim şöyle anlatılır:288 “Onlardaki renk cümbüşü,
287 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 706. 288 S. Elikaraoğlu, “Kilime Özenti”, Su Dergisi, S. 4, Sivas 1961, s.16.
95
renk armonisi; müzik gibi, şiir gibidir. Anadolu’nun sarı sıcağı ile kırmızı kaderlerini
bir arada görür, Ayşe’nin, Fatma’nın aşklarını onlarda yaşarsınız… Şekillerdeki
incelik, geometrik güzellikler, şaşmaz bir saat gibidir. Ana tema etrafında meydana
getirilen motifler, işlemeler onlara apayrı bir güzellik, bir renk verir. Onlardaki tema
hiç bitmez. Binlerce, on binlerce motif, coşkun ve fıkır fıkır oynaşan renklerin yan
yana kaynaşışı… Nakışların yerli yerine konuşu, kabartmalarla gölgelerin meydana
getirilişi… Anladım senin sanat değerin parayla ölçülmez.”
Yukarıdaki ifadeleri teyit edecek nitelikte bazı bilgilere de ulaşabilmekteyiz
Nitekim terekelerde rastladığımız kadarıyla kilimin; köhne kilim, orta kilim, yan
kilimi, kırmızı kilim, sağîr kilim, boz kilim, çadır nakışlı kilim, güllü kilim, kırmızı
nakışlı kilim, devetüyü kilim gibi özellikte olanları vardır. Kilime de neredeyse her
terekede rastlamakla beraber, kilimin çeşitlerinin en fazla bulunduğu tereke sahibi
Ayvazzâde Kerimesi Fatıma binti Ömer Ağa’dır289. Bu durum kişinin zenginliğini
göstermekle birlikte, kilime olan ilgisinden de kaynaklanmış olabilir.
Ev sergilerinden minderler ve yastıklar günümüzdeki sandalye ve koltukların
görevini yerine getirmektedir. Minderler sergiler üzerine konulur, yaslanmak amacıyla
da yastıklar kullanılırdı. İçleri yün, çaput ve kuş tüyü olan, yüzleri çit, dimi gibi
kumaşlarla kaplanan minder ve yastıklar kullanıldıkları yere göre köşe minderi, köşe
yastığı adını almaktaydılar290.
289 SŞS, Nr. 20, s. 140-1. 290 Demirel, Sivas Şehri, s. 74-75. Ev sergilerinden halı, kilim minder ve yastıkların örnek fotoğrafları için Resim
25 ve 26’ya bkz.
96
İnsanların geceleri yatıp uyumak için kullandığı yastık, yorgan, döşek istisnalar
olsa da291 hemen hemen her terekede bulunmaktadır. Terekelerde yastığın; çit yüzlü,
sagîr, dimi yüzlü, şilte, derunları çaput, Sivaskârı, yüz yastığı gibi özelliklerde olanları
vardır. Yorganlar; çit, çit yüzlü, köhne, alaca yüzlü, mitil, sagîr, çarşaflı çit gibi
özellileriyle ifade edilmişlerdir. Son olarak döşekler de; çit yüzlü, sagîr şilte, köhne
şilte, köhne çiçekli, tire, alaca gibi özelliklere sahiptirler.
Osmanlı ailesinde yatak takımları gündüzleri ortalıkta bulunmazdı. Geceleri
serilerek kullanılan yataklar gündüzleri toplanarak yüklüklerde muhafaza edilirdi292.
Müslümanlar tarafından namaz kılmak amacıyla kullanılan seccadeler, çeşit itibariyle
terekelerde; sagîr, kebir, halı, kilim, zile, çadır halı seccadesi gibi adlarla geçmiştir.
Müslümanların ibadet amacıyla kullandığı seccadelerin gayr-i Müslim terekelerinden
bazılarında da geçmiş olması293 Ömer Demirel’in belirttiği gibi Osmanlı evinde
seccadenin sergi amacıyla da kullanıldığını düşündürmektedir294. Aynı zamanda gayr-i
Müslimlerin, günlük hayatta Müslümanlarla iyi ilişkiler içerisinde olmalarından
dolayı, evlerine gelen Müslüman misafirler için seccade bulundurduklarını düşünmek
de mümkündür.
Osmanlı evine geceyi gündüz etmeye yarayan şamdan, fenar, kandiller
bulunurdu. Şamdanların ve fenarların kebir ya da köhne olanları, kandillerin kebir,
cam olanları vardı. Yine ocağı tüttüren ocaklar da evin aydınlatılmasında
kullanılabiliyorlardı. Ocakların diğer kullanım alanları yemek yapmak ve ısınmaktı.
291 SŞS, Nr. 20, s. 17-3, 17-2. 292 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 710. 293 SŞS, Nr. 20, s. 79-1, 141-1. 294 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 710.
97
Terekelerde ocakla ilgili ocak demiri, maşa ve mangallara rastlıyoruz. Daha çok
ısınmakta kullanılan mangalların Erzurumkârî, nühas ve köhne olanları vardır295.
Eski evlerimizin mangallarını Müjgan Üçer şöyle anlatır:296
“Mangal, eski evlerimizin süsü olduğu kadar baharın serin günlerinde içimizi de
ısıtırdı. Kışın bile odalara, ocaktan ateş alınarak mangallar konup, ısınıldığı gibi,
yemek bile pişirilebilirdi. Eski büyükler mangal ateşinde pişen yemeğin ve kahvenin
daha lezzetli olduğunu söylerdi. Mangallar evin yakışığı idiler…
Tereke kayıtlarında temizlikte kullanılan eşyalardan hamam tası, hamam takımı,
sabun, sabun kalıbı, su tası, havlu, peşkir, abdest leğeni, leğence, el leğeni gibi eşyalar
bulunmaktadır297. Bu eşyalar Osmanlı toplumunda bedeni temizliğe önem verildiğini
göstermesi açısından dikkate değerdir. Bununla birlikte Osmanlı evinde bedeni
temizlik için hamamlar ve bunun dışında odalarda yer alan, bazen üzerinde yatak ve
yorganların muhafaza edildiği, aynı zamanda hamamlık olan “yüklük”
kullanılmaktadır298.
Yemekler “evâne-i nühas” denilen bakır kaplarda yapılıyordu. Bakır kaplara
hemen her terekede rastlanılması halkın bakır eşya kullanımına itibar etmesiyle
ilgilidir. Bu nedenle Sivas dâhil bazı merkezlerde bakır atölyeleri kurulmuştu. Bu
295 Osmanlı evinde kullanılan aydınlatıcılar ve mangalın örnek fotoğrafları için Resim 27’ye bkz. 296 Müjgan Üçer, Anamın Aşı Tandırın Başı Sivas Mutfağı, İstanbul 2006, s. 354. 297 Temizlikte kullanılan eşyaların ve hamam takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 29’a bkz. 298 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 714.
98
atölyelerde bakır, toplumun sosyal ihtiyacını karşılayacak şekilde
biçimlendiriliyordu299.
Tereke sahipleri arasında Kütahyakârı tabak ve tasları bulunan kişiler de
vardır300. Bu kişilerin gelirlerine bakıldığında bunların toplam geliri 10000 kuruş’un
üzerinde olduğu görülür. Öyle anlaşılıyor ki bu gün bile ününü koruyan Kütahyakârı
tabaklar o dönemde ancak gelir düzeyi yüksek kimselerin mutfaklarına girebiliyordu.
Kütahyakârı tabaklar dışında takım olduğu anlaşılan ve adetleri fazla olan tabak, sahan
ve tasları bulunan bir kişinin terekesinde yıldızlı kahvaltı tabağı, yıldızlı sahan, yıldızlı
Suriye tasları da vardır301.
Terekelerde gıda maddelerinin isimlerine de rastlamak mümkündür. Bu
çerçevede revgan, don yağı, dakik, bulgur, yarma, hınta, tuz gibi yiyecekler ailenin
yemekte kullandıkları malzemeleri hakkında da bilgi edinilebilmektedir. Bir kişinin
terekesinde 15 batman pirinç bulunmaktadır302. Ayrıca bazı terekelerde yiyeceklerin
dövülmesi ve öğütülmesinde kullanılan havan ve dibek gibi aletler de bulunmaktadır.
Kahve, Türk dünyasında çok erken zamanlarda kabul görmüş etrafında bir
kültür ortamı oluşturmuştur. Misafire kahve ikram etmek adeta ailenin refahının ve
misafire olan saygınlığın bir ifadesi olarak algılanmıştır303. İncelenen terekelerde
kahve ile ilgili; fincan, zarf ( sarı, sim ), kahve ibriği, kahve değirmeni, kahve tavası,
kahve kutusu, kahve güğümü gibi eşyalara da sık sık rastlanılmıştır. Osman Bin İslam
299 Emine Karpuz, “Anadolu Mutfaklarında Kullanılan Bakır Kaplar ve Osmanlı Dönemi Örnekleri”, Türkler,
XII, Ankara 2002, s. 426. Bakır kapların örnek fotoğrafları için Resim 30 ve 31’e bkz. 300 SŞS, Nr. 20, s. 21-1,62-1,108-3. 301 SŞS, Nr. 20, s. 146-1. 302 SŞS, Nr. 20, s. 89-1. 303 Cengiz Yıldız, “Türk Kültür Tarihinde Kahve ve Kahvehane”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 636.
99
adlı kişinin terekesi bu açıdan dikkat çekicidir. Zira terekesinde 5381 kuruş değerinde
55 batman kahve bulunmaktadır. Paşa hanında fevt olan kişinin kahve satan bir tüccar
olduğu anlaşılmaktadır304.
Tereke kayıtlarında duhan, duhan çubuğu ve duhan tablası da sıkça
geçmektedir. Tütün içimi ile ilgili bu terimlerle birlikte, tütünün farklı bir şekilde
içimine sağlayan nargile’nin geçtiği terekeler de bulunmaktadır305. Diğer taraftan
ortamın güzel kokmasını sağlayan “Buhurdan ve gülabdan’ın306 yanı sıra bazı
terekelerde enfiye kutusuna da rastlanılmıştır.
Terekelerinde kitap bulunan tereke sahipleri de vardır. İncelenen terekelerde
yedisinde kitaba rastlanılmıştır. Bunlardın ikisi gayr-ı Müslimdir. Bunlar arasında
Tatar Ağası Ali Ağa bin İbrahim’in 330 kuruş değerinde Mushaf-ı Şerif (Kur’an-ı
Kerim)’i vardır. Bu terekede çok çeşitli kitaplar bulunmasa da sahip olduğu değerin,
diğer terekelerdeki kitapların fiyatının toplamından daha fazla olduğu
görülmektedir307. En çok kitap ise Es-seyyid Koca Mustafa Ağa bin Ali’nin
terekesindedir. Bu kişinin 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitaplarının arasında En’âm-ı
Şerif, El-Hayat, Ali Paşa Risalesi gibi kitaplarda bulunmaktadır. Bunların değeri
toplam 75 kuruştur308. Diğer terekelerden birinde 150 kuruş değerinde Kelâm-ı
Kadim309, diğerinde de 30 kuruş değerinde Vehbi Tahfesi, Tabirnâme, Delâil-i Şerif
304 SŞS, Nr. 20, s. 133-1. Kahve takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 32’ye bkz. 305 SŞS, Nr. 20, s. 72-2, 45-3, 89-1. Nargile ve tütün içiminde kullanılan ağızlıkların örnek fotoğrafları için
Resim 33’e bkz. 306 Gülabdan’ın örnek fotoğrafı için Resim 34’e bkz. 307 SŞS, Nr. 20, s. 89-1. 308 SŞS, Nr. 20, s. 105-1. 309 SŞS, Nr. 20, s. 81-1.
100
adlı kitaplar da bulunmaktadır310. Başka bir terekede de 8 kuruş değerinde bir En’âm-ı
Şerif bulunmaktadır311. Zımmilerin terekesinde ise Ermeni Kitabı adıyla bir kitap
dikkat çekmektedir. Bu kitap bir terekede 50 kuruş312, diğerinde 10 kuruş
değerindedir313. Terekesinde yazı yazmak için kullanılan makas, kalemtıraş, divit gibi
araçlarının bulunduğu kişilere de rastlanmaktadır. Hatta zımmi birinin terekesinde 300
kuruş değerinde sim divit bulunmaktadır314.
Bunların dışında terekelerde; mektup mumu, çekmece, cicim315, heybe, sanduka
(selvi), sacayağı, pencere perdesi, kapı perdesi, kutu316, (yıldızlı sim, maden, sagîr
çekmeceli, sakal tarağı (ağaç, zir, sim ), tespih (mercanlı) gibi eşyalar da yer
almaktadır.
B. Tarım Aletleri ve Silahlar
Tarım, insanoğlunun yaradılışından itibaren temel geçim kaynağını sağlayan
ana uğraşlardan biridir. Tarımın Türklerde ayrı bir önemi vardır. Göçebe Türkler
tarımla uğraşmaya başladıklarında yerleşmek lüzumu hissetmiş ve o andan itibaren
kalıcı eserler bırakmaya başlamışlardır. Tarıma verilen önem giderek artmış ama
verimliliği artırabilmek için iklim şartlarıyla mücadele etmek de gerekmiştir.
Sivas’ta tarım, iklimin olumsuzluklarından epeyce etkilenir. Şehir topraklarının
oldukça engebeli olması ve yörede karasal iklimin hüküm sürmesi tarımda verimliliği
310 SŞS, Nr. 20, s. 128-2. 311 SŞS, Nr. 20, s. 149-2. 312 SŞS, Nr. 20, s. 79-1. 313 SŞS, Nr. 20, s. 158-2. 314 SŞS, Nr. 20, s. 141-1.Kitaplar ve yazı takımlarının örnek fotoğrafları için Resim 36’ya bkz. 315 Cicim’in örnek fotoğrafları için Resim 26’ya bkz. 316 Kutu’nun örnek fotoğrafları için Resim 35’e bkz.
101
ve ürün çeşitliliğini olumsuz yönde etkilemiştir317. Bu gün bile bu durumun değiştiğini
söylemek güçtür.
İncelediğimiz dönemde kullanılan tarım aletlerinin günümüzde hâlâ
kullanılmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Tarım teknolojisi gelişmiş olsa da alım
gücünün olmaması başta olmak üzere bazı sebepler eski usullerde tarımın devam
etmesine neden olmaktadır. İnceleme dönemimize ait bazı terekelerde tırpan, orak,
tırmık, saban demiri gibi tarım aletlerine rastlıyoruz. Bununla birlikte inceleme
dönemimizde tarımda hayvan gücünden yararlanıldığı da bilinmektedir. Öküzü olan
tereke sahiplerinin terekelerine bakıldığında çoğunlukla 2 adet öküze sahip oldukları
görülmektedir. Çift öküzü şeklinde kaydedildiğine göre bunlar tarlaların sürülmesinde
kullanılıyorlardı. Bu şekilde öküzlerin yanında atların da tarımda kullanıldığını
söyleyebiliriz.
Terekelerin çoğunda, gerek ateşli gerekse delici silahlara rastlanılmıştır. Silahlar
terekelerde şu şekilde geçmektedir: Piştov, filinta tüfenk, hakkaki filinta tüfenk,
Sivaskârı köhne kılıç, tabanca çift, köhne silah, köhne filinta tüfenk, sagîr tüfenk, kılıç,
kara takım tabanca çift, karahisari tabanca gibi. Silahla ilgili olarak silahlık, köhne
silahlık, çadır silah abası gibi eşyalar da terekelerde geçmektedir318.
Terekelerde bulunan ateşli ya da kesici silahların bazen zevkli birer sanat
eserine dönüştükleri simli, hâreli, kakmalı olmalarından anlayabiliriz.319 İncelediğimiz
317 Adnan Mahiroğulları, “Seyahatnâmelere göre Osmanlılar Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı”,
Revak, Sivas 1995, s. 104. 318 Silah çeşitleri ve silahlığın örnek fotoğrafları için Resim 37’ye bkz. 319 Yavuz Cezar, “Bir Âyanın Muhalefatı”, Belleten, S. 161, Ankara 1977, s. 63.
102
terekelerde de sim bilerzikli tüfenk ve sim bilerzikli kılıç’a rastlanılmıştır320.
Terekesinde silah bulunanların içinde gayr-ı Müslimler de bulunmaktadır321.
C. Gayr-i Menkuller
Tereke sahiplerinin bazılarının gelirlerini oluşturan mallar arasında, çeşitli
taşınmaz mallar da bulunmaktadır. Gayr-i Menkul mallar adıyla tanımlanan bu
malların bazen terekede bulunan diğer eşyalara nazaran daha büyük bir paya sahip
olduğu görülür.
Terekelerde en sık rastladığımız gayr-i menkul mal “mülk-ü menzil” adıyla
kaydedilmiş olan evlerdir. Konak, oda, havlu, bağ, bahçe, bostan, samanlık,
kahvehane, han da mülk hissesi karşılaştığımız diğer gayr-i menkullerdir.
Önceden de bahsettiğimiz gibi incelediğimiz terekelerde çoğu kişi mülk-ü
menzil sahibidir. Tereke sahipleri, fiyatları ve mahalleleri farklılık gösteren evlerden
en çok 1000–5000 kuruş değerleri arasında evlere sahiptirler. Diğer taraftan konak
sahibi olan iki kişi vardır. Konak sahibi olmak zenginlik gerektirdiğinden bu tereke
sahipleri de varlıklı insanlar olmalıdır322.
Çeşitli gayr-i menkulleri bulunan Nazmizâde Es-seyyid El-Hac Hasan Ağa bin
Mehmet Efendi’nin aynı zamanda Börekçi dükkânından 24 sehimde 9 sehim hisse,
kahvehaneden de 40 sehimde 5 sehim hissesi vardır323. Buradan anlaşıldığına göre bazı
gayr-i menkuller üzerinde ortak mülkiyet söz konusudur. Bir başka örnekte gayr-i
menkul çeşitliliğinin fazla olduğu tereke sahibi Zaralızâde Es-seyyid Lütfullah Paşa
320 SŞS, Nr. 20, s. 76-1, 89-1. 321 SŞS, Nr. 20, s. 141-1. 322 SŞS, Nr. 20, s. 140-1, 146-1.
103
bin Osman Bey’dir. Bu kişinin Taşhan’da ve bezirci tarlasında mülkü vardır. Aynı
zamanda 25 000 kuruş değerinde bir konağa sahiptir324.
D. Giyim Kuşam ve Ziynet Eşyaları
1. Kullanılan Kumaşlar
Kumaş, pamuk, yün, ipek gibi maddelerden makinede dokunmuş her türlü
dokuma ürünüdür. Kumaşlardaki çeşitlilik insanların mevsimlere göre giyinme arzusu
ve süslenme gibi isteklerinden ortaya çıkmıştır. Osmanlı sosyal hayatında bu çeşitliliği
en geniş anlamda görebiliriz. Çünkü Osmanlı toplumunda kumaşın ayrı bir yeri
vardır325.
Osmanlılar Selçuklulardan devraldıkları kültür mirasını, Anadolu’da karşılaştığı
farklı uygarlıklardan gelen etkileri kendi benliğinde eriterek oluşturduğu sentez
sonunda, kendisine has bir Türk sanatı üslubu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle ileri
düzeyde bir dokumacılık bilgisine sahiptir326.
Dokumacılığı, bitkisel kökenli olanlar, pamuklular ile hayvansal kökenli olan;
yünlü ve ipekliler olarak hammaddesine göre çeşitlendirebiliriz. Osmanlı
kaynaklarında pamuk, “pembe” olarak geçer327. Tereke kayıtlarında keten bezi,
dülbent, dimi gibi bez türlerine rastlıyoruz. Dimi, sık dokulu kaba bez diye
tanımlanırken, adı geçen bez türlerinin geneli pamuk veya ketenden dokunmuştur328.
323 SŞS, Nr. 20, s. 117-2. 324 SŞS, Nr. 20, s. 146-1. 325 Ömer Özkan, Divriği Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, İstanbul 2007, s. 565. 326 Fikri Salman, “Osmanlı Dönemi Türk Kumaş Sanatı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 410. 327 Hülya Tezcan, “Osmanlı Dokumacılığı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 404. 328 Bahaeddin Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar Üzerine Bir Tahlil Denemesi”, II. Milletlerarası Türk
Folklor Kongresi Bildirileri, V, Ankara 1983, s. 273.
104
Terekelerde elbise ya da cübbe gibi giysiler kaydedilirken hangi tür kumaştan
yapıldığı belirtilmiştir. Buna göre giysiler, değirmi, saten bezi, altıparmak, kemha,
kutnu, çit, şal, çuka, ipekli, atlas, boğasi, pike, selimiye, bürümcük, alaca şeklinde
dokumaları da belirtilerek kaydedilmiştir.
Bunlardan alaca; kırmızı zemin üzerine sarı çubuklu pamuktan dokunmuş
olanıdır. Altıparmak ise alaca’nın bir çeşidi olup, sarı, siyah, beyaz, mavi, yeşil ve mor
altı ayrı renkte çubukları bulunan kumaş türüdür. Çuka ve Selimiye, pamuklu
dokumalardan, bürümcük ise ham ipeğe keten ipliği katılarak dokunan bir kumaştır329.
Atlas, çoğunlukla kadın giyiminde kullanılan, ipekten dokunan parlak bir
kumaştır. Genellikle düz renklidir. Nakışlı olan çeşitleri de vardır330. Boğasi dokuması,
seyrek olan ve kaput bezini andıran ince pamuklu kumaştır. Birçok çeşidi olan boğasi
kaftan, kapama, zıbın gibi giyecek ve döşemelik olarak kullanılırdı331. Diğer taraftan
Kemha, altın ve gümüş tellerle nakışlı elbiselik ipekli bir kumaştır. Çoğunlukla kuşak,
sarık, omuz ve boyun için kullanılan şal ise özellikle İran ve Hindistan’da dokunan
elbiselik yünlü kumaşlardı332.
2. Giyim Kuşam
Giysilerin kumaş türlerine bakıldığında erkek ve kadınların çok çeşitli kumaş
türlerinden giysilere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Giysi çeşitliliğinde ise Sivas’a
Anadolu dışından getirilen giyim eşyaları etkili olmaktadır. Nitekim incelediğimiz
kayıtlarda geçen giysi türlerinin getirildiği yerle birlikte kaydedilmesi, Sivas’a
329 Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar”, s. 274. 330 Özkan, Osmanlı Toplum Hayatı , s. 566. 331 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 719.
105
Anadolu’nun bazı şehirlerinden ve Anadolu dışından da giysiler geldiğini teyit
etmektedir. Anadolu’dan Diyarbakır, Ankara, İstanbul’dan gelirken Anadolu dışından,
İngiltere, Amerika, Şam, Hama gibi yerlerden geliyordu.
Terekelerde çok sayıda kadın, erkek, Müslüman ve gayr-i Müslim elbiselerini
de belirleyebiliyoruz. Bunlardan kadın baş giyecekleri arasında çoğunlukla dülbend,
çevre, değirmi, yemeni’ye rastlanılmıştır. Dülbent ince beyaz bir bez türüdür. Bu bez
türünden dört köşe, kare şeklinde kesilenine de değirmi denir333.
Erkek baş giyecekleri arasında fes, takye, sarık, çevre, başlık, kavuk gibi
başlıkları sayabiliriz. Bunlardan takye, tek başına da kullanıldığı gibi kavuk, sarık ve
fesin altına, başın terini emerek başlığın kirlenmesini önlemek amacıyla da
kullanılmaktadır334. Kavuklar üzerine mutlaka sarık, dülbent, destar denilen kumaşlar
sarılarak kullanılırdı335.
Diz kapaklara kadar gelen don, içlik ve iç gömlek başlıca iç çamaşırlar
arasındandır. Bu iç çamaşırlar hem kadınlar hem de erkekler tarafından
kullanılmaktadır.
Kadın ve erkeklerin ortak kullandığı kıyafetlerin başında entari gelir. Entariler;
Saten bezi, altıparmak, Diyarbakırkârı, köhne, kutnu, çit, beyaz, Sivâsi, Şamkârı, atlas,
pike, Selimiyekârı gibi özelliklerde idi. Belden yukarıya giyilen gömlekler de hem
kadın hem de erkek giysileriydi. Gömleklerin ipeklisi, bez ve bürümcük olanları vardı.
Elbiselerin altına giyilen şalvarların siyah, çit ve alaca olanları vardı. Bu şekildeki
332 Özkan, Osmanlı Toplum Hayatı , s. 573-574. 333 Yediyıldız, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar” , s. 274. 334 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 719.
106
giysilerden biri de pantolondu. Şalvarların içine sokulan mintanların kadife olanları
vardı. Mintanların üzerine cepkenler, hırka ve kaftanlar giyilirdi.
Pardesü gibi giysilerden cübbeler, kırmızı ve çuka özelliklerinde olabiliyorlardı.
Bu giysilerden biri de kürklerdi. Kürk herkesin sahip olabileceği bir şey olmadığından
terekelerde sınırlı miktarda bulunduğu görülmektedir. Nitekim kürk sahibi olan tereke
sahiplerinin gelirlerinin yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Kürklerin; çit yüzlü, acem,
sarı yüzlü ve çuka olanlarına rastlıyoruz336.
Kayıtlarda bunlardan başka ayaklar için kadın ve erkeklerin giydiği çorap,
pabuç, çizme gibi giyecekler de yer almıştır. Ayrıca bele sarmak için kullanılan kuşak
çeşitleri arasında Trablus ve şal olanları en sık rastlanılanlarıdır. Genellikle belden
aşağı giyilen don, çakşır, şalvar ve pantol gibi giyecekleri tutturmak için de uçkur
kullanılırdı337.
c. Ziynet Eşyaları
Osmanlı döneminde, gümüş ve altın üzerine vurulan damgalar İstanbul, Sivas
ve Van illerinin adını taşırdı. Kuyumculuk, Sivas’ta çok gelişmiş olan bir sanattı. Bu
sanatla altına, gümüşe şekil verilen Sivas’ta gümüşün en incesi üretilirdi. Telkârı
tarzında yaptıkları gümüşlerle, kemerler, bilezikler, fincan zarfları ve tabakları,
broşları, yaka çiçeklerini, ağızlık gibi şeyleri süslerlerdi338.
Genellikle kadınların kullandıkları ziynet eşyalarına, doğal olarak kadın
terekelerinde rastlıyoruz. Kadın terekelerinde envai çeşidine rastladığımız ziynet
335 Demirel, “Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, s. 720. 336 SŞS, Nr. 20, s. 62-1, 141-1. 337 Giysilerin örnek fotoğrafları için Resim 40’a bkz.
107
eşyaları arasında; zir yüzük, zir kol bağı, incili küpe, sim bilezik, saç bağı, sim kol
bağı, sim küpe, sim dolama, mercanlı kol düğmesi, zir incili küpe, sim kemer, zir
mühür, sim sürme sayılabilir. Bunlardan kadın terekelerinde hemen hepsinde
rastlanılanı ise zir incili küpedir. Gayr-i Müslim terekelerinde ise bunlardan farklı
olarak kendi dinlerini simgeleyen sim haç’a rastlanılmıştır339.
Terekelerde rastladığımız saatler; İngilizkârı, sim zarflı, sim mahfazalı,
Fransızkârı gibi özellikler taşımaktadır. En çok da İngilizkârı olanlarına rastlanılmıştır.
Toplam terekeler içerisinde saat sahibi olanların az olmakla birlikte genellikle geliri
yüksek olan kişiler de bulunması dikkat çekicidir340.
338 Müjgan Üçer, “Sivas’ta Kuyumculuk”, Revak, Sivas 1997, s. 73. 339 SŞS, Nr. 20, s. 74-1. Ziynet eşyalarının örnek fotoğrafları için Resim 38’e bkz. 340 Saatlerin örnek fotoğrafları için Resim 39’a bkz.
108
V. BÖLÜM
AİLE’NİN DAĞILMASI
I. BOŞANMA
Evlilikle birlikte eşler bazı sorumlulukları üzerlerine alırlar. Artık eşlerin
belirli statülerinin gereği olarak yerine getirmeleri gereken bazı rolleri vardır. Eğer
eşler kendilerinden beklenen rolü başarıyla karşılayabiliyorlarsa, birbirlerine karşı
olumlu ilişkileri devam edecek ve aile işlevselliğini devam ettirecektir. Eşlerin
birbirlerine karşı olan rol beklentilerini karşılayamadıkları durumlarda ise
uyumsuzluklar meydana gelecektir. Bu durumda evlilik işlevini sağlıklı ve huzurlu bir
şekilde yerine getiremeyeceğinden boşanma yoluna gidilecektir. Aslında böylesi bir
durumda boşanmanın tercih edilmesi, hem eşler hem de toplum açısından evliliğin
sürdürülmesinden daha faydalı görülse de, boşanmanın bir toplumda fazlaca ortaya
çıkmasının toplum yapısında eksikliklere neden olacağı da bilinmektedir341.
İslâm’da aile, ömür boyu sürdürmek niyetiyle kurulmuş olmalıdır. Bir süre
sonra ayrılmak şartıyla yapılmış olan evlilikler geçerli değildir. Evlilikte süreklilik
esas olmakla birlikte boşanmanın gerçekleştiği durumlar da vardır342.
İslam hukukunda üç tür boşanmadan bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi,
kocanın tek taraflı bir irade beyanıyla karısını boşamasıdır. Buna terim olarak “talâk”
adı verilir. Kocanın talak için mahkeme kararına ihtiyacı yoktur. Karısına boşanma
isteği sözlerle beyan etmesi yeterlidir343. Fakat boşanmayı gerçekleştiren koca iddet
341 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri , s. 106. 342 Aktan, “İslam Aile Hukuku”, s. 408.
109
nafakasını ve kadının mihr-i müeccelini ödemek zorundadır. Sebepsiz boşanmalar
dinen hoş görülmese de koca, talâk için bir sebep ileri sürmek zorunda da değildir344.
Osmanlı hukukunda koca, karısını şartlı talâk ile de boşayabilirdi. Şartlı talâkta
boşanma, ileri sürülen şartın gerçekleşmesine bağlıydı. Talâk yetkisine esas itibariyle
koca sahipken, nikâh anında veya daha sonra karısına bu yetkiyi verirse, kadın bu
yetkiyle boşanma hakkını kullanabilirdi. Boşama hakkını kadına vermek anlamına
gelen bu duruma “tefviz-i talâk” denirdi345.
İslam hukukunda boşanmanın bir başka çeşidi de muhâla’a yoluyla ayrılmadır.
Bu ayrılıkta kadın, genellikle mihir alacağı karşılığında ya da her hangi bir mal
karşılığında kocasını ayrılmaya razı ederdi346. Osmanlı ailesinde muhâla genellikle;
eşler arasındaki geçimsizlik, kocanın başka bir yere gitmeye karar vermesi, gittiği
yerden gelmemesi veya sefer-i hümâyuna gitmesi gibi sebeplerle yapılırdı347.
Mahkeme kararıyla boşanma anlamına gelen tefrik ise kadına boşanma
konusunda en fazla esnekliği tanıyan metottur. Kadın; kocanın iktidarsızlığı veya bazı
hastalıklarının olması, kocanın gaipliği, nafaka mükellefiyetini yerine getirmemesi,
şiddetli geçimsizlik ve fena muamele gibi sebeplerle mahkemeye başvurarak evliliğin
sona erdirilmesini isteyebilirdi. Burada kadı uygun görürse evlilik sona erebilirdi.
343 Aydın, İslam ve Osmanlı Hukuku, s. 168. 344 Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 369. 345 Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 369. 346 İzzet Sak- Alaaddin Aköz, “Osmanlı Toplumunda Evliliğin Karşılıklı Anlaşma ile Sona Erdirilmesi:
Muhâla’a ( 18. Yüzyıl Konya Şer’iye Sicillerine Göre)”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, Konya 2004, s.
92. 347 Sak-Aköz, “Muhâla’a”, s. 97.
110
Tefrikte kocanın rızasının olması aranmazdı. Kadının mehir ve iddet nafakasından
vazgeçmek zorunluluğu yoktu348.
Kadınlar mihr-i müecceli karşılığı kocalarından ayrıldığı gibi kocanın doğrudan
boşanmış olduğu kadınlar da vardı. Böylesi kadınların ayakta kalabilmesi, bu sıkıntılı
dönemi atlatması ve yeni bir aile hayatına kavuşmasında mihir kurumu alt bir aile
kurumu olarak işlevini yerine getirmiştir349.
II. VASİ VE VESAYET KURUMU
Tereke kayıtlarında mirasçılar arasında hukukî korumaya ihtiyaç duyan küçük
veya doğmamış çocuklar varsa vasi tayin edilirdi. Aynı şekilde terekenin taksimi
sırasında orada hazır bulunmayan ve gâib olanlar için de vasi tayin edilirdi350. Vesayet
kurumu ise haklarını kullanma ehliyeti bulunmayan ya da noksan olan bir kişinin
mallarını koruma, işletme ve tasarruf etme hakkının başka bir kimseye tanınmasıdır351.
Vasilerde aranan özellikler ise dürüst, ehliyetli, dindar ve vasilik işlerini
yapmaya muktedir kimseler olmasıydı. Devlet vasi olacak kişiyi seçerken bu
özellikleri taşımasına dikkat ediyor, öncelikle çocuğun kendi ailesinden ve
yakınlarından, yakını yoksa dışarıdan güvenilir insanlar olmasına özen gösteriyordu.
Böylece devlet çocukların güvence altında yetişmesini sağlamayı amaçlıyordu352.
Vasi tayininde, ölen kimse küçüklerin annesi ise ve babaları da hayatta ise
mahkeme tarafından bir vasi tayinine gerek yoktur. Çocukların babası vasi olarak
348 Akyılmaz, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, s. 370. 349 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 128. 350 Mehmet Akif Aydın, “Eyüp Şeriye Sicillerinden 184, 185, 188 No’lu Defterlerin Hukukî Tahlili”, 18. Yüzyıl
Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 65. 351 Erten, Konya Şer’iyye Sicilleri, s. 128.
111
çocukların haklarını koruma görevini üstlenmektedir. Ancak baba vasi olma
özelliklerine sahip değilse mahkeme tarafından vasi tayinine gidilebilir. Eğer ölen
anne değilde baba ise önceden baba tarafından bir vasi tayin edilmediği takdirde
mahkeme vasi olarak çocuğun en yakın akrabasını tayin etmektedir353.
Vasiler, çocukların mallarını onlara zarar verici bir tasarrufta bulunmadan idare
etmek mecburiyetindeydiler. Çocuğun adına mal bağışlama ya da aleyhte tasarrufta
bulunamazlardı. Kişiler vasileri olduğu çocukların taşınmaz mallarının satışında
kadı’nın iznini almak zorundaydılar354.
Vasilik görevi verilen kişiler devlet tarafından denetleniyordu. Bu görevin
suiistimal edilmemesi için vasilerin görev ve sorumluluklarını yerine getirip
getirmedikleri denetleniyordu. Bunu mahkemece tayin edilen nazırlar yapıyordu.
Mahkeme çocukları büyütüp beslemek, yedirip giydirmek, terbiye etmek, babanın
çocuklarına bıraktığı terekeyi koruyup tasarruf etmek amacıyla vasi; vasi ve çocuklar
üzerine de nazır tayin ediliyordu355.
Vasi tayin edilen kimselere, görevlerini lâyıkıyla yerine getirmeleri için
mahkeme tarafından günlük olarak para veriliyordu. Ayrıca devlet sadece dünyaya
gelmiş çocukları değil henüz doğmamış fakat babası ölmüş çocuklar için de vasi
belirliyordu. Vesayet kurumu Osmanlı toplumunda gayr-i Müslimler için de
geçerliydi. Mahkemeler gayr-i Müslimlerin çocuklarının korunması, himaye edilmesi,
352 Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 31. 353 Aydın, “Eyüp Şeriye Sicilleri”, s. 65-66. 354 Aydın, “Eyüp Şeriye Sicilleri”, s. 66. 355 Özdemir, “Tokat’ta Aile”, s. 124.
112
işlerinin görülmesi, miras mallarının korunması için Müslümanlarda olduğu gibi, en
yakınlarından olan kimseleri çocuklara vasi olarak tayin etmişlerdir356.
III. AİLEDE ÖLÜMLER
Doğum gibi ölüm de tabiî bir hadisedir. İnsan da her canlı gibi doğar, büyür ve
ölür. Bir didinme ve çabalama yeri olan dünya ölümle son bulur357. Ölüm dünya
üzerindeki tüm dinlerde kutsal bir olay olarak görülmüştür. Özellikle ilahî dinler ölüm
olayını öteki âleme atılan bir adım olarak görmüşlerdir. Bu anlayış ölümle ilgili pek
çok âdetin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı
toplumundaki ölüm düşüncesi ve onun kültürel boyutu daha çok İslâm dininden
beslenmiştir358.
Ölenin bir vasiyeti varsa buna çok önem verilirdi. Çünkü bu, ölenin sağlardan
istediği son arzudur. Tereke sahiplerinin techiz ve tekfin, eşine mihir borcu, resm-i
kısmet ve kaydiyesi gibi giderlerinin ardından kalan terekesi içinden vasiyetleri
düşülmüştür. Bunun ardından kalan tereke varislere paylaştırılmıştır. İncelenen
kayıtlarda bu şekilde vasiyet bırakan tereke sahipleri de bulunmaktadır359.
Terekelerin çoğunda techiz ve tekfin için yapılan harcamaların kaydedildiği
görülmektedir. Vefat eden kişinin gömülme masrafı anlamına gelen techiz ve tekfin,
tereke sahibinin giderleri bölümünde borçlarıyla birlikte kaydedilir. Erkek
terekelerinde bu durum değişmezken kadın terekelerinde farklılıklar görülür.
356 Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 32. 357 Aşkun, Sivas Folklorü, s. 238. 358 Ömer Özkan, Divan Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı, İstanbul 2007, s. 433.
113
Genellikle kadın terekelerinde bu masraf, kendi giderlerinden değil de, eşine düşen
hisseden kesilmektedir. Nitekim inceleme dönemimizde Ayvazâde Kerimesi Fatıma
binti Ömer Ağa’nın 313 kuruşluk techiz tekfin masrafı gâib eşinin hissesinden şer’en
zevcinden alınması gerektiği belirtilerek düşülmüştür360. Kadınların techiz ve tekfin
masraflarının kocalarına ait olduğu bazı kaynaklarda belirtilmiştir361. Bununla beraber
eşleri sağ olduğu halde defin masrafının kendi borçları kısmında yer alan tereke
örnekleri de bulunmaktadır362.
Terekelerin bazılarında tereke sahiplerinin aslen nereli oldukları ve nerede vefat
ettiklerine ilişkin bilgilerde verilmektedir. İncelediğimiz kadarıyla kayıtlar arasında
Diyarbakır’da vefat ettiği kaydedilen dört adet tereke bulunmaktadır363. Diğer bir
terekede ise tereke sahibinin Trablus’ta fevt olduğu bildirilmiştir364.
Kayıtlar arasında aslen başka şehirden olup da Sivas’ta vefat edenler de
bulunmaktadır. Sivas’ın Hafik Kazası’nın Yarhisar Köyü’nde halîk olan Manuk Keşiş
Veled İshak adlı zımmi’nin aslen Erzincanlı olduğu belirtilmiştir365. Ragob Veled
Serkez adlı zımminin ise aslen Gürünlü bir tüccar olduğu ve Sivas’ta Küçük Han’da
ikamet ederken halîk olduğu belirtilmiştir366. Bir diğer kayıtta ise, mirasçıları olmadığı
kaydedilen Ahmet adlı kişinin aslen Muş eyaletinden olduğu ve Sivas’ta zabıta askeri
359 SŞS, Nr. 20, s. 127-2. 360 SŞS, Nr. 20, s. 140-1. 361 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 95. 362 SŞS, Nr. 20, s. 127-2. 363 SŞS, Nr. 20, s. 17-3, 17-1, 36-2, 45-2. 364 SŞS, Nr. 20, s. 83-3. 365 SŞS, Nr. 20, s. 74-1. 366 SŞS, Nr. 20, s. 139-1.
114
olduğu kaydedilmiştir367. Sivas’ta hâlik olduğu belirtilen başka bir kişi ise aslen
Ankaralı olan bir zımmiye aittir368. Ayrıca kayıtlar içerisinde, Hatice binti Ali’nin eşi
Seyyid Osman Ağa’nın Hacda iken vefat ettiği belirtilmiştir369.
Bunların dışında ölen kimselerin kahvehanede iken fevt olduğunun belirtildiği
terekeler de bulunmaktadır370. Han’da ölümlerde han isimlerinin verildiği gibi bazen
de kahvehanedeki vakalarda kahvehane isminin verildiği de görülmektedir.
IV. MİRAS PAYLAŞIMI
Tereke, terk etmek, bırakmak anlamlarındaki fiilden türeyen Arapça bir
kelimedir. Kişi öldüğünde sahip olduğu bütün varlıklarını terk ettiğinden, Osmanlı
hukukunda ölen kişinin geride bıraktığı bütün varlığına tereke denmektedir. Miras
kelimesi de Arapça olup, ölen kişinin bıraktıklarının kanunen yaşayan ve hak eden aile
üyelerinin her birine düşen payları anlamına gelmektedir. Görüldüğü gibi Osmanlı
hukukunda kullanılan tereke ve miras kavramları içerik olarak birbiriyle ilişkilidir. Bu
ilişki çerçevesinde öncelikle tereke tespit edilerek maddi değeri saptanmakta ardından
her bir hak sahibine düşen miras belirlenmektedir371.
Vefat eden kişinin terekesi sıralandıktan sonra terekeden öncelikle techiz ve
tekfin masrafının ardından, tereke sahibinin olan borçlarının çıkarıldığını ve daha
sonra vasiyetlerin yerine getirildiğini daha önce belirtmiştik. Bütün bu aşamalardan
sonra sıra terekeden kalan miktarın varisler arasında paylaşılmasına gelir.
367 SŞS, Nr. 20, s. 157-2. 368 SŞS, Nr. 20, s. 141-1. 369 SŞS, Nr. 20, s. 94-1. 370 SŞS, Nr. 20, s. 21-1. 371 Güler, “XVIII. Yüzyılda Aile”, s. 34.
115
Terekenin varisler arasında taksim edilmesi İslam Miras Hukuku içinde belli
kaidelere göre yapılırdı. Mirasa hak kazanma derece dereceydi. Buna göre birinci
derecede mirasa hak kazanan grup Ashâbu’l- Ferâiz adı verilen gruptur. Bu grupta yer
alanlar şunlardır; Koca (zevc), karı (zevce), baba (eb), dede (cedd-i sahih), ana bir
kardeşler (evlâdu’l-umm, benu’l- ahyâf), kız (bint, sulbiyye), oğlunun kızı (bintu’l-ibn,
ibniyye), ana-baba bir kız kardeşler (ahavât lehüma), baba bir kız kardeş (uht li’l- eb),
ana (umm), nine (cedde)372.
Neseb bakımından asabe olan hısımlar ise ölüye baba tarafından hısım olup,
Ashâb-ı Ferâiz hisselerini aldıktan sonra geriye kalan terekeye hak sahibi olan ve
birinci dereceden mirasçı yoksa bütün terekeye sahip olanlardır. Bunlar üç kısma
ayrılır373. İlki Binefsihi Asabedir. Bunlar Ölen ile aralarında kadın girmeyen erkek
hısımlardır. Mesela; oğul, oğlun oğlu, baba, babanın babası, baba tarafından erkek
kardeşler, bunların erkek çocukları, amcalar ve erkek çocukları gösterilebilir374.
İkincisi Bigayrihi Asabe’dir. Bunlar yalnız başlarına bulununca asabe olmayıp, ashâb-ı
ferâizden olan hısımlardır. Bunlar dört kısım kadındır ve ancak erkek kardeşleriyle
beraber bulununca asabe olmaktadır375. Mesela; oğul ile beraber oğul kızları, oğul ile
beraber kızlar, ana- baba bir erkek kardeşlerle beraber, ana- baba kız kardeşler, baba
bir erkek kardeşlerle baba bir kız kardeşlerdir376. Sonuncusu ise, Ma’a gayrihi
372 Karaman, İslâm Hukuku, s. 441-459. 373 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 99. 374 Karaman, İslam Hukuku, s. 462. 375 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri s. 99. 376 Karaman, İslâm Hukuku, s. 464.
116
asabe’dir. Bunlar da ana baba bir kız kardeşler, kızlar veya oğul kızları ile beraber
bulunmasıyla olur377.
Eğer bu mirasçılardan hiçbirisi olmazsa miras; azad sebebiyle asabe olanlara,
Red yoluyla mirasçı olan ashâb-ı ferâize, zevi’l-erham denilen kan hısımlarına,
mukaveleli vârislere, nesebi muristen başkasına ikrar yoluyla nisbet edilen hısımlara
ve kendisine üçte birden fazla vasiyet edilen kimselere verilirdi. Son olarak da vefat
eden kişinin hiç mirasçısı bulunmadığı ya da bulunup da mirastan geriye bir miktar
kalırsa terekenin tamamı ya da geriye kalan kısım beytülmale teslim edilirdi378.
V. BORÇ VE ALACAKLAR
Osmanlı toplumunda borç- alacak ilişkileri sosyal, dinî ve iktisadî hayatın bir
neticesi olarak çeşitli şekillerde meydana gelmiştir. Bu ilişkilerin izlenmesi Osmanlı
toplumuyla ilgili bazı konularda fikir edinmemizi sağlayabilir. Borç ve alacak
ilişkilerinin izlenmesinde ise tereke kayıtlarından faydalanabiliriz. Zira bu kayıtlarda
vefat eden kişilerin borç ve alacakları oldukça titiz bir şekilde tutulmuştur. Yüzlerce
alacağı olan kişiler bile itinayla kaydedilmiştir. Öyle ki 1 kuruşluk alacakların bile
kaydedildiği terekelerde borç- alacak ilişkisini izlemek mümkündür379.
Öncelikle incelediğimiz terekelerde, Müslüman erkeklerin çoğunda eşlerine
olan mihir borcunun yer aldığını belirtmek gerekir. Bunun dışında tereke sahiplerinin
içinde borçlu olanlar fazla olmamakla birlikte, borçlu olanların da önemli ölçüde
377 Karaman, İslâm Hukuku, s. 465. 378 Öztürk, İstanbul Tereke Defterleri, s. 100-101. 379 Ömer Demirel, “Borç- Alacak İlişkileri Açısından Kayseri’li Gayr-ı Müslim Tüccar ve Esnafı”, Prof. Dr.
Ramazan Şeşen’e Armağan, İstanbul 2005, s. 191.
117
borçlanmadıkları anlaşılmaktadır380. Terekesinde en fazla borcu olduğu tespit edilen
Hurşit Mehmet bin Abdullah’ın 11 kişiye borçlu olduğu kaydedilmiştir. Toplam borcu
2159 kuruştur. Adı geçen kişinin bezzaz’a ve terziye olan borçlarının dışında 1100
kuruş evinden kaynaklanan gideri kaydedilmiştir381.
İncelediğimiz kayıtlarda çoğu tereke sahibinin ise alacaklı olduğu anlaşılır.
Alacaklı olanlardan biri Nazmizâde Es-Seyyid el-Hac Hasan Ağa bin Mehmed
Efendi’dir. Bu tereke sahibine 45 kişi borçlu olmakla birlikte alacaklarını toplamı
19840 kuruştur382. 45 kişinin kendisine borçlu olduğu bir diğer tereke sahibi de Kara
Ahmetzâde Çırağı Es-Seyyid Mehmed bin Hasan adlı kişidir. Bu kişinin toplam
alacağı ise 3700 kuruştur383.
Daha önce gayr-i Müslimlerin gelir durumları açıklanırken bahsedilse de borç
ve alacak konusuyla yeniden ele alacağımız bir diğer tereke sahipleri de Balik veled
Ohannes ve Kivyork veled Karabet adlı zımmilerdir. Balik veled Ohannes adlı
zımminin terekesinde 278 kişiden alacağının bulunduğu kaydedilmiştir. Toplam 11458
kuruş tutarında olan alacaklarının arasında 1 kuruşluk borcu olanların bile kaydedildiği
görülür. Terekesindeki eşyalar arasında çok sayıda bez topları bulunmasından dolayı
bu kişinin esnaf olması muhtemeldir. Borçlu olan kişilerin çoğunun kadın olması
edinilen bu fikri pekiştirmektedir384. Terekesinde bez topları bulunan Kivyork veled
Karabet adlı kişininse tüccar olduğu düşünülebilir. Nitekim tereke sahibine 25 kişi
borçlu olarak kaydedilmiştir. Aynı zamanda bu borçlular belirtilirken farklı karye
380 SŞS, Nr. 20, s. 133-1. 381 SŞS, Nr. 20, s. 50-1. 382 SŞS, Nr. 20, s.117-2. 383 SŞS, Nr. 20, s. 74-2.
118
isimleri ile birlikte yer almıştır. Kivyork veled Karabet’in tereke kayıtları içerisinde
Müslüman isimlerine de rastlanılmaktadır. Hatta bu isimler arasında imam olduğu
belirtilen bir kişi bile vardır385. Öte yandan Müslüman kişilerin borçluları arasında da
zımmi kişiler bulunmaktadır386. Anlaşılan o ki Müslümanlarla zımmiler arasında hem
sosyal dayanışma hem de ticarî açıdan borç alışverişi söz konusudur.
Tereke kayıtlarında görülen borçlanma miktarının fazlalığının tefecilikten
kaynaklandığı düşünülebilirse de borçların içeriğine bakıldığında farklı tahminlerde
bulunmak mümkündür. Terekelerde bulunan borçlar arasında mihir borcu, karı-koca,
evlatlar, kardeşler veya diğer akrabalar arasındaki borçlar, ya da günlük ihtiyaçlardan
kaynaklanan, hamam, terzi, bakkal borçlarını tefecilik olarak nitelendiremeyiz. Ancak
borçlular arasında farklı esnaf isimleri ile adları geçen kimselerin yüklü miktarda borç
almış olmaları tefecilik fikrini desteklemektedir. Borç verme olayının yaygın alması
ise şehirde ve Osmanlı genelinde para vakıfları için verilen % 10-15 faiz fetvasının
yaygın olarak uygulanmasına dayandırılabilir387.
384 SŞS, Nr. 20, s. 121-3. 385 SŞS, Nr. 20, s. 158-1. 386 SŞS, Nr. 20, s. 117-2.
387 Ömer Demirel, “Kuruluşundan Günümüze Çeşitli Yönleriyle Bir Osmanlı Mahallesi: Sivas Küçük Minare
Mahallesi”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 34.
119
SONUÇ
Bu çalışmada Tanzimat’ın ilk yıllarında, Sivas’ta aile hayatı üzerine
değerlendirmelerde bulunulmuştur. Değerlendirmelerin tutarlı bir şekilde
yapılabilmesi için aileden önce şehir tanıtılarak nasıl bir coğrafyada, hangi şartlar
altında aileyi araştırıyoruz? sorusu cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla bir
Osmanlı şehri olan Sivas, doğal olarak bağlı bulunduğu devletle ilişkili olacağından,
öncelikle araştırılan dönemin şartları ele alınmıştır.
Fizikî ve demografik yapı, hiç kuşkusuz aileyi etkileyen unsurlardandır. Ailenin
mekânı evler, mahalleler hakkında fikir sahibi olunmadan aileyi açıklamaya çalışmak
araştırmada bir takım eksikliklere neden olabilir. Bu nedenle ailenin zamanının çoğunu
geçirdiği evler ve evlerin bulunduğu mahallelerin işlevleri ve özellikleri hakkında da
bilgi sahibi olunmalıdır. Bu doğrultuda 1839–1841 yıllarında Sivas’ta bulunan
mahalleleri incelediğimiz şer’iye sicilinden belirlenmeye çalışılmıştır. Buna göre
araştırma döneminde Sivas’ta 54 farklı mahalle adı geçmektedir. Mahalle adları
terekelere kişilerin sahip oldukları evleri aracılığıyla kaydedilmiştir. Tereke
sahiplerinin evleri farklı mahallelere dağılırken fiyatları da farklılık göstermektedir. Ev
sahibi olan gayr-i Müslim ve Müslümanların aynı mahallelerde oturdukları
anlaşılmaktadır. Bu da bize Osmanlı toplumunda bir arada yaşamanın doğal sonucu
olarak, din ve milliyet ayrımı gözetmeksizin insanların, komşuluk ilişkisi
çerçevesinde, dostça münasebetler geliştirdiklerini düşündürmektedir.
XV. ve XVI. yüzyıllarda Sivas şehrinde gayr-i Müslim nüfusu çoğunluktayken
giderek Müslümanların nüfusunda gayr-i Müslimlere oranla hızlı bir artış
120
gerçekleşmiştir. 1827 ve 1831 yıllarında yapılan nüfus sayımlarında Müslüman
hanelerin gayr-i Müslim hanelerden çoğunlukta olduğu görülmektedir.
Osmanlı ailesinin, kırsal alanda yaşamanın bir gereği olarak geniş aile
olabileceği mümkünse de terekelerin çoğunda tereke sahiplerinin ev sahibi oldukları
anlaşılır. Bu durum, kişilerin ebeveynlerinden farklı evlerde yaşadıklarını, dolayısıyla
geniş aile olmadıklarını düşündürse de tüm ölümlerin şer’iye sicillerine yansımadığını
unutmamakta fayda vardır.
Osmanlı toplumunda mihir miktarı, çeşitli yıllara ve bölgelere göre farklılık
göstermektedir. İncelediğimiz kayıtlara göre Sivas’ta mihir miktarı 54 kuruş ile 500
kuruş arasında değişmektedir. Anlaşıldığı üzere mihir fiyatlarının gelir seviyesinin iyi
olmasıyla ilişkilidir. Kayıtlarımıza göre Sivas’ta ortalama 100 ila 300 kuruş arasında
mihir alanlar %78,8 ile çoğunlukta görülmektedir. Bununla birlikte incelediğimiz
dönemde 500 kuruşun üstünde mihir sahibinin olmaması, Sivas’ta mihir fiyatlarında
belirgin farklar görülmediğini ve fiyatların makul seviyede olduğunu gösterebilir.
İslâmiyet’in çok eşliliğe müsaade etmesiyle ilişkili olarak, diğer Müslüman
toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı toplumunda da çok eşlilik görülmektedir.
Araştırmalara konu olan ise çok eşliliğin Osmanlı toplumunda yaygınlığı, niçin tercih
edildiği, maddi durum ve sosyal statüyle ilişkili olup olmadığıdır. Bu konuda Ankara,
Kayseri, Amasya, Sinop, Konya ve Antep şehirlerinde yapılan araştırmalara göre çok
eşlilik %8,6 ila %15 arasında değerler almaktadır. Araştırmamızın temel
kaynaklarından olan tereke kayıtlarına göre 1839–1841 yıllarında Sivas’ta çok eşlilik
oranı %19,7 ile diğer şehirlerden fazla görünmektedir. Bu oranın fazla olmasında
çocuk sahibi olma isteğinin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim 66 adet Müslüman
121
erkeğin 13’ü iki eşlidir ve bu iki eşlilerden 4’ünün hiç erkek çocuğu yoktur. Hatta
3’ünün de hiç çocuğu bulunmamaktadır. 13 kişinin toplam 35 çocuğu varken bu
çocuklardan 27’sinin küçük 8’i büyük olduğu belirtilmiştir. Tereke sahipleri öldükleri
halde küçük çocuklarının fazla olması çocuk sahibi olamadıklarından, ilerleyen
yaşlarda ikinci bir evliliği tercih ettiklerini düşündürmektedir. Diğer taraftan
incelediğimiz kayıtlara göre Sivas’ta çok eşliliğin sosyal statü ve zenginlik seviyesiyle
ilişkisi görünmemektedir.
Osmanlı toplumunda ailelerin sahip oldukları çocuk miktarı da merak edilen bir
konudur. İncelenen terekelere göre 1839–1841 yıllarında Sivas’ta hem Müslüman hem
de gayr-i Müslim ailelerin çoğu 1-4 arasında çocuk sahibidir. Buna karşılık Müslüman
aileler en fazla 7 çocuk sahibi iken, gayr-i Müslim aileler en fazla 8 çocuk sahibidir.
Gayr-i Müslim ailelerin ortalama çocuk sayısı da Müslüman ailelerden fazladır.
Nitekim Müslüman ailelerde ortalama çocuk sayısı %2,79 iken, gayr-i Müslimlerde bu
oran %3.09’dur. Ayrıca ailelerin sahip olduğu çocuk sayısı ile gelir durumu arasında
da bir ilişki kurulamamıştır.
İncelediğimiz dönemde Müslüman erkek isimleri arasında en fazla Mehmet
Mustafa ve Ali bulunurken, Müslüman kadın isimleri arasında Fatma, Ayşe, Şerife’nin
yaygın olduğu görülmektedir. Zımmilerde ise kadın isimleri erkek isimlerine oranla
daha fazla çeşitlilik göstermekte, erkek isimlerinden de en çok Agop, Gabril, Kivyork,
Artin, Karabet gibi isimlerin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Müslüman terekelerin
bazılarında isimler ile birlikte unvanlar da yer almaktadır. Terekelerde en çok el-Hac,
ağa, seyyid, efendi, hafız, bey unvanlarından el-Hac, ağa ve seyyid unvanları ile
karşılaşılmıştır. Unvan sahibi olan kişilerin diğerlerine nazaran gelir seviyelerinin
122
yüksek olduğu göze çarpar. Es-Seyyid ve ağa unvanını taşıyan bir kişinin cariye’si
bulunmaktadır.
Terekeler içinde iki kişide cariye’ye rastlanılmış olup, cariye sahibi olan diğer
kişinin ise babasının ağa unvanıyla kaydedildiği görülmektedir. Neticede unvan sahibi
olmak gelir seviyesinin yüksek olması ile ilişkiliyken, aynı zamanda cariye sahibi
olmakla, sahip olunan servetin ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Sivas’ta incelenen dönemde kişilerin mal varlığına bakıldığında hem Müslüman
hem de gayr-i Müslimler’in çoğunlukla 1000–5000 kuruş arasında mal varlığı olduğu
ortaya çıkmaktadır. 1000 kuruş’un altında mal varlığı olanlar fakir, 5000 kuruşun
üzerinde mal varlığı olanlar zengin olarak değerlendirilirse, şehirde çoğu kişinin mal
varlığı bakımından orta halli olduklarını düşünmek mümkündür.
İncelenen tereke kayıtlarında, ailenin sahip olduğu eşyalar hakkında kişinin
eşyalarının dökümü yapılmasından dolayı, geniş ölçüde bilgi sahibi olmak
mümkündür. Kişilerin kullandıkları ev sergileri, yatak yorgan ve döşemeleri,
kandilleri, mangalları, hamam takımları, mutfak malzemeleri, kahve takımları gibi pek
çok eşyanın farklı özellikleriyle birlikte listelendiği bu kayıtlarda o dönemde
kullanılan eşyalar hakkında ayrıntılı bir şekilde bilgi edinilebilmektedir. Yine bu
kayıtlarda vefat eden kişinin sahip olduğu kitaplar da kaydedildiğinden, kültür ve
okuma seviyesi hakkında fikir edinmek mümkündür. Ancak bu yönde kesin bir kanaat
hasıl olmamıştır.
Eşyaları arasında tarım aletleri bulunanlar muhtemelen tarımla uğraşmaktadır.
Yine terekeleri içinde silah sahibi olan kişiler de bulunmaktadır. Bu kayıtlarda
silahların gerek ateşli gerekse delici olanları farklı özellikleriyle sıralanmıştır. Kayıtlar
123
arasında ev sahibi olanlar fazla ise de az da olsa ev dışında gayr-i menkul sahibi
olanlarda bulunmaktadır.
Tereke kayıtlarında giyim eşyaları da sıralanmaktadır. Giyim eşyaları
kaydedilirken gerek renkleri gerekse kullanılan kumaşlar da belirtilmiş, bu nedenle
hem kullanılan giysiler hakkında hem de dönemin dokumacılığı hakkında bilgi
edinebilmek mümkün olmuştur. Bu çerçevede ziynet eşyaları ve saatler maddi geliri
yüksek olan kişilerin terekelerinde bulunurken, bunlardan ziynet eşyalarının çeşitlerine
çoğunlukla kadın terekelerinde karşılaşılmıştır.
Kurulan aile boşanma ile isteğe bağlı bir şekilde dağılma aşamasına girerken,
vuku bulan ölümlerle de mecburi olarak dağılabilmektedir. Her iki durumda da sahip
olunan çocukların haklarının korunması için vasi tayin edilmektedir. Bu durum sadece
Müslüman çocukları için değil gayr-i Müslim çocukları için de geçerlidir. Kişinin
ölümünden sonra sıra terekesinin paylaşılmasına gelmektedir. Varsa terekesinden
vasiyetleri ve borçları çıkarılmaktadır. Ölümle son bulan hayatta, kişinin varislerine
paylaştırılan mal varlığından son harcama ise son yolculuğuna defnedilme masrafı
anlamına gelen techiz ve tekfin’dir.
124
BİBLİYOGRAFYA
Arşiv Kaynakları
Şer’iye Sicilleri: 20 Numaralı Sivas Şer’iye Sicilleri
Diğer Kaynaklar
ACUN, Hakkı, “Sivas ve Çevresi Tarihi Eserlerinin Listesi ve Turistik
Değerleri”, Vakıflar Dergisi, S. 20, Ankara 1988, s. 183-219.
AKGÜNDÜZ, Ahmet, “ İslam Hukukunun Osmanlı Devleti”nde Tatbiki:
Şer”iye Mahkemeleri ve Şer”iye Sicilleri”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 54-68.
AKŞİN, Sina, “1839’da Osmanlı Ülkesinde İdeolojik Ortam ve Osmanlı
Devletinin Uluslararası Durumu”, Mustafa Reşit Paşa ve Dönemi Semineri Bildiriler,
Ankara 1994, s. 5-12.
AKTAN, Hamza, “İslâm Aile Hukuku”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde
Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 397-433.
AKTAŞ, Ümit, Osmanlı Çağı ve Sonrası, İstanbul 1998, s. 176-184.
AKYILMAZ, Gül, “III. Selim’in Dış Politika Anlayışı ve Diplomasi Reformu
Çerçevesinde Batılılaşma Siyaseti”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 660-670.
___________, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın”, Türkler, X, Ankara 2002, s.
365-374.
ARICAN, Mehmet Akif, Tanzimat Dönemi’nde Amasya’da Aile, (Cumhuriyet
Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sivas 2002.
125
ARÛ, Kemal Ahmet, “Osmanlı-Türk Kentlerinin Genel Karakteristikleri
Üzerine Görüşler”, Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s.
329-334.
AŞKUN, Vehbi Cem, Sivas Folklorü I-II, Sivas 2006.
AYDIN, M. Akif, “Aile”,Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul
1989, s. 196-200.
_______, “Osmanlıda Hukuk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyet Tarihi, İstanbul
1994, s. 375-441.
_______, İslâm ve Osmanlı Hukuku Araştırmaları, İstanbul 1996.
_______, “Eyüp Şeriye Sicillerinden 184, 185, 188 No’lu Defterlerin Hukuki
Tahlili”, 18. Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp’te Sosyal Yaşam, İstanbul 1998, s. 65-
72.
AYDIN, Mehmet, “Tanzimat’la Aranan Hüviyet”, Tanzimat’ın 150. Yıldönümü
Uluslararası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 15-19.
AYNÎ ALİ EFENDİ, Osmanlı İmparatorluğunda Eyâlet Taksimatı, Toprak
Dağıtımı ve Bunların Mali Güçleri, çev. Hâdiye Tuncer, Ankara 1964.
BAĞIŞ, Ali İhsan, “İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Toprak
Bütünlüğü Politikası ve Türk Diplomasisinin Çaresizliği”, Çağdaş Türk Diplomasisi:
200 Yıllık Süreç, Ankara 1999, s. 45-53.
______, Osmanlı Ticaretinde Gayri Müslimler, Ankara 1998.
BEKTAŞ, Cengiz; Türk Evi, İstanbul 1996.
126
BİLGET, Burhan, Sivas Evleri, Ankara 1993.
BİLİM, Cahit Yalçın, Türkiye’de Çağdaş Eğitim Tarihi (1734-1876), Eskişehir
2002.
BİZBİRLİK, Alpay, "Tereke Defterleri ve Edirne Tereke Defterleri Üzerine Bir
Deneme", Türkler, X, Ankara 2002, s. 731-735.
BOZKURT, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu
1839-1914, Ankara 1996.
C. CLARK, Edward, “Osmanlı Sanayi Devrimi”, Tanzimat, Ankara 2006, s.
499-512.
CERASI, Maurice M., Osmanlı Kenti Osmanlı İnparatorlu’nda 18. ve 19.
Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve Mimarisi, çev. Aslı Ataöv, İstanbul 2001.
CEYLAN, Oğuz, Sur ve Kaleleri İle Tarihte Sivas, Sivas 1988.
CEZAR, Yavuz, “Bir Âyanın Muhalefatı”, Belleten, S. 161, Ankara 1977, s. 41-
78.
CİN, Halil, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Konya 1988.
ÇADIRCI, Musa, “Anadolu Kentlerinde Mahalle (Osmanlı Dönemi)” Tarihten
Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme, İstanbul ?, s. 257-262.
________, “Tanzimat Döneminde Türkiye’de Yönetim”, Belleten, LII, Ankara
1988, 601-625.
________, “Tanzimat’ın Uygulanmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler”,
Tanzimat’ın 150. Yıldönümü Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 1994, s. 295-299.
127
________, “Tanzimat’ın İlânı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1926-1839)”,
Belleten, LI, Ankara 1988, s. 1215-1240.
________, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik
Yapılar, Ankara 1991.
DARKOT, Besim, “Sivas”, Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi, X,
İstanbul 1989, s. 569-577.
DARTMA, Bahattin, “Beylikler Devrinin Mümtaz ve Mütevazi Bir Şahsiyeti:
Şihabuddin es-Sivasi”, Selçuklular Dönemi Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006,
s. 222-233.
DEMİREL, Ömer- Muhiddin Tuş- Adnan Gürbüz, “Osmanlı Anadolu Ailesinde
Ev, Eşya ve Giyim Kuşam”, Sosyo Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara
1992, s. 703-755.
_________, Adnan Gürbüz, Muhiddin Tuş; “Osmanlılarda Ailenin Demografik
Yapısı”, Sosyo-Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, I, Ankara 1992, s. 97-161.
__________, “1700-1730 Tarihlerinde Ankara’da Ailenin Niceliksel Yapısı”,
Belleten, LIV, S. 211, Ankara 1990, s. 945-961.
__________, “1876-1909 Yıllarında Sivas’ta Eğitim”, Osmanlı Dönemi Sivas
Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 160-167.
__________, “Osmanlı Dönemi Sivas Şehrinde Sur, Saray, Mahalleler ve
Sosyo-Kültürel Eserler”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 37-
65.
128
__________, “Sivas Mevlevîhânesi ve Mevlevî Şeyhlerinin Sosyal Hayatlarına
Dair Bazı Tespitler”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Konya 1996, s. 217-224.
__________, “Sivas Şehri Vakıf Kurucularına Dair”, Osmanlı Dönemi Sivas
Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 140-146.
__________, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalanması”, Osmanlı
Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 13-21.
__________, “Sosyo- Ekonomik Açıdan Osmanlı Dönemi Sivas Ermenileri”
Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-, Sivas 2006, s. 182-190.
__________, “XIX. Yüzyıl Osmanlı Şehir Ekonomisi (Sivas Örneği)”,
Osmanlı, III, Ankara 1999, s. 504-521.
__________, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri ve Esnaf Teşkilatı, Sivas 1998.
_________, Osmanlı Şehir-Vakıf İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında
Vakıfların Rolü, Ankara 2000.
_________, “Borç-Alacak İlişkileri Açısından Kayseri’li Gayr-ı Müslim Tüccar
ve Esnafı”, Prof. Dr. Ramazan Şeşen’e Armağan, İstanbul 2005, s. 189-197.
_________, “Kuruluşundan Günümüze Çeşitli Yönleriyle Bir Osmanlı
Mahallesi: Sivas Küçük Minare Mahallesi”, Osmanlı Dönemi Sivas Şehri –Makaleler-,
Sivas 2006, s. 22-36.
DOĞRU, Halime, XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Kentlerinin Sosyal ve
Ekonomik Görüntüsü, Eskişehir 1995.
129
DUMONT, Paul, François Georgeon (ed), Modernleşme Sürecinde Osmanlı
Kentleri, çev. Ali Berktay, İstanbul 1999.
EKEN, Galip, “ XVIII. Yüzyıl Ortalarında Antep’te Aile”, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi”, S. 6, Konya 2000, s. 477-490.
______, “Tanzimat Döneminde Sivas’ın Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bazı
Bilgiler”, Revak, Sivas 1999, s. 14-27.
EKMEKÇİOĞLU, Zeki (ed. ), Cumhuriyetimizin 75. Yılında Sivas, Sivas 1998.
ELDEM, Sedat Hakkı, Türk Evi Osmanlı Dönemi, ? 1987.
ELİKARAOĞLU, S.,“Kilime Özenti”, Su Dergisi, S. 4, Sivas 1961.
EMECAN, Feridun M., “Osmanlılarda Devlet, Toplum ve Mahkeme”, 18.
Yüzyıl Kadı Sicilleri Işığında Eyüp”te Sosyal Yaşam, İstanbul 1988, s. 73-81.
ERDEM, İlhan, “Türkiye Selçuklu- İlhanlı İlişkilerinde Sivas”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 65-82.
ERDİL, Kadri, Sivas Rehberi, Sivas 1953.
ERGENÇ, Özer, “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği
Üzerinde Bazı Düşünceler”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1981, s. 1265-1274.
ERGİN, Osman, Türkiyede Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul 1936.
ERTEN, Hayri, Konya Şer’iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve
Kültürel Yapısı (XVIII. Y. Y. İlk Yarısı), Ankara 2001.
EVLİYA ÇELEBİ, Seyahatname, III-IV, İstanbul 1993.
130
FAROQHİ, Suraiya, “Şehir Evinin Fiziki Şekli”, Sosyo-Kültürel Değişme
Sürecinde Türk Ailesi, Ankara 1992, s. 1151-1178.
_________, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Hatice Sonnur Özcan,
Ankara 2006.
FENDOĞLU, HASAN TAHSİN, “Osmanlı’da Kadılık Kurumu ve Yargının
Bağımsızlığı”, Osmanlı, VI, Ankara 1999, s. 453-469.
GÖDE, Kemal, “Eratnalılar Devrinde (1327-1381) Sivas”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 39-45.
GÜLER, İbrahim, “Sinop’ta Medeni Durum”, Tarih ve Düşünce Dergisi, S. 3,
(Mart 2001), s. 22-28.
______, “XVIII. Yüzyılda Aile: Sinop Örneği”, Tükler, XIV, Ankara 2002, s.
28-40.
GÜRBÜZ, Adnan, “XV-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehıinde İdari ve Ekonomik
Yapı”, Vakıflar Dergisi, S. 26, Ankara 1997, s. 87-95.
GÜRKAN, Feyyaz, “ Şer”i ye Mahkemeleri Sicilleri Üzerinde Bir Araştırma”
IX. Türk Tarih Kongresi, II, Ankara 1988, s. 765-769.
İNALCIK, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Tanzimat
Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 83-100.
_________, “Tanzimat Nedir?”, Tanzimat Değişim Sürecinde Osmanlı
İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 13-35.
131
İPCİOĞLU, Mehmet, Konya Şeriyye Sicillerine Göre Osmanlı Ailesi, Ankara
2001.
KAFADAR, Cemal, “Osmanlı Tarihinde Gerileme Meselesi”, Osmanlı Geriledi
mi?, İstanbul 2006, s. 101-164.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı İmparatorluğunda İlk Nüfus Sayımı 1831,
Ankara 1997.
_______, “Gülhane Hattı Hümâyunu’nda Batı’nın Etkisi”, Tanzimat Değişim
Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 65-82.
KARAMAN, Fikri, “Sivas ve Sâlnâmeler Üzerine”, Revak, Sivas 2002, s. 113-
118.
KARAMAN. Hayreddin, Mukayeseli İslâm Hukuku, I, İstanbul 2001.
KARPAT, H. Kemal, “Osmanlı Tarihinin Dönemleri: Yapısal Bir
Karşılaştırmalı Yaklaşım”, Osmanlı Geriledi mi?, İstanbul 2006, s. 225-252.
KARPUZ, Emine, “Anadolu Mutfaklarında Kullanılan Bakır Kaplar ve
Osmanlı Dönemi Örnekleri”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 425-432.
KARPUZ, Haşim, Erzurum Evleri, Ankara 1984.
KAYHAN, Hüseyin, “Danişmendli- Bizans İlişkileri” Selçuklular Döneminde
Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 97-107.
KEMİKLİ, Bilal, “Şiir ve İktidar: Hükümdar Şair Kadı Burhaneddin Örneğinde
Bir İnceleme”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s.
234-246.
132
KESİK, Muharrem, “Danişmendliler Zamanında Sivas (1071-1175)”,
Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyum Bildirileri, Sivas 2006, s. 108-120.
KOCABAŞ, Süleyman, Türkiye ve İngiltere, İstanbul 1985.
KOCACIK, Faruk, Sivas’ta Kentsel Aile, Sivas 1997.
KODAMAN, Bayram, “XX. Yüzyıl Başında Sivas Vilâyeti (1901)”, Türk
Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 170-183.
KOMİSYON, Şer”iye Sicilleri, İstanbul 1988.
KONUKÇU, Enver, “Moğol Noyanları Kayılar ve Sivas”, Selçuklular
Döneminde Sivas Sempozyumu Bildirileri, Sivas 2006, s. 52-64.
KUBAN, Doğan, Türk ve İslam Sanatı Üzerine Denemeler, ? 1995.
KÜÇÜKDAĞ, Yusuf, Lale Devri’nde Konya, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış
Doktora Tezi), Konya 1989.
KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara 1978.
MAHİROĞULLARI, Adnan, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001.
_________________, “Seyahatnâmelere göre Osmanlılar Döneminde Sivas’ın
Sosyo-Ekonomik Yapısı”, Revak, Sivas 1995, s. 104-109.
MAKSUTOĞLU, Mehmet, Osmanlı Tarihi 1299-1922, İstanbul 2001.
MANTRAN, Robert, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Server Tanilli, II,
İstanbul 1999.
MUŞMAL, Hüseyin, XII. Yüzyılın İlk Yarısında Konya’da Sosyal ve Ekonomik
Hayat, (Selçuk Üniversitesi Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2000.
133
ORTAYLI, İlber, “Osmanlı Aile Hukukunda Gelenek, Şeriat ve Örf”, Sosyo-
Kültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi, II, Ankara 1992, s. 456-467.
_________, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006.
_________, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul 2006.
ÖZDEMİR, Rıfat, “Tokat’ta Ailenin Sosyo-Ekonomik Yapısı (1771-1810)”,
Türk Tarihinde ve Türk Kültüründe Tokat Sempozyumu, Ankara 1987, s. 81-144.
ÖZKAN, Ömer, Divriği Şiirinin Penceresinden Osmanlı Toplum Hayatı,
İstanbul 2007.
ÖZTÜRK, Mustafa, “Osmanlılar Döneminde Sivas”, Sivas Kongresi IV.
Uluslar arası Sempozyumu, Ankara 2005, s. 1-15.
ÖZTÜRK, Said, “Osmanlı’da Çok Evlilik”, Türkler, X, Ankara 2002, s. 375-
384.
________, İstanbul Tereke Defterleri (Sosyo-Ekonomik Tahlil), İstanbul 1995.
________, “Kassâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, XXIV,
İstanbul 2001.
PAZARCI, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri, I, Ankara 1985.
SAK, İzzet-Alaaddin Aköz, “Osmanlı Toplumunda Evliliğin Karşılıklı Anlaşma
İle Sona Erdirilmesi: Muhâla’a (18. Yüzyıl Konya Şer’iye Sicillerine Göre)”, Türkiyat
Araştırmaları Dergisi, S. 15, Konya 2004, s. 91-140.
____, İzzet, 16. ve 17. Yüzyıllarda Konya’da Kölelik Müessesesi, (Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 1987.
134
SAKAOĞLU, Necdet, Divriği’de Ev Mimarisi, İstanbul 1978.
SALMAN, Fikri, “Osmanlı Dönemi Türk Kumaş Sanatı”, Türkler, XII, Ankara
2002, s. 410-415.
SANDER, Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, Ankara 1987.
SARICIK, Murat, “Osmanlı Devleti’nde Nakîbü’l – Eşrâflık Kurumu”, Türkler,
X, Ankara 2002, s. 385-393.
SAVAŞ, Saim, “18. Asrın Sonlarında Sivas’ta İdari Durum Asayiş ve Ahlak”,
Revak, Sivas 1991, s. 40-52.
________, “Sivas Zaviyeleri”, Toplumsal Tarih, V, S. 28, İstanbul 1996, s. 52-
57.
________, Bir Tekkenin Dini ve Sosyal Tarihi Sivas Ali Baba Zaviyesi, İstanbul
1992.
SERTOĞLU, Midhat, Osmanlı Tarih Lûgatı, İstanbul 1886.
SEYİTTANLIOĞLU, Mehmet; “Yenileşme Dönemi Osmanlı Devlet Teşkilâtı”,
Türkler, XIII, Ankara 2002, s. 561-576.
SOYSAL, İsmail, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri
(1789-1802), Ankara 1999.
SOYSALDI, H. Mehmet, Kur’an ve Sünnet’e Göre Evlenme ve Boşanma,
İstanbul 1999.
TEZCAN, Hülya, “Osmanlı Dokumacılığı”, Türkler, XII, Ankara 2002, s. 404-
409.
135
TOKAT, Muammer- Erdoğan Dursun, Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Sivas’ta
Eğitim, Sivas 1998.
TUFANTOZ, Abdurrahim, “Selçuklular Çağında Sivas’ın Stratejik ve
Ekonomik Önemi”, Selçuklular Döneminde Sivas Sempozyumu Bildiriler, Sivas 2006,
s. 141-155.
TUŞ, Muhiddin, “Kayseri Tereke Defterleri Üzerine Bir Araştırma (1700-
1730)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 4, Konya 1999, s.
157-191.
____, “XIX. Asır Ortalarına Doğru Sivas’ın İktisadî Yapısı”, Revak, Sivas
1995, s. 40-45.
____, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya 2001.
____, Adnan Gürbüz-Ömer Demirel; “ Osmanlı Ailesi İle İlgili Şer”iye
Sicillerinden Seçilen Örmek Belgeler”, Sosyo- Kültürel Değişme Sürecinde Türk
Ailesi, Ankara 1992, s. 849-875.
UZUN, Ahmet, “Osmanlı Devleti’nde Şehir Ekonomisi ve İaşe”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, III, S. 6, İstanbul 2005, s. 211-235.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı- Rıdvan Nafiz: Sivas Şehri, Haz. Recep Toparlı,
Erzurum 1992.
_____________, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Ankara 1988.
ÜÇER, Müjgan, “Sivas’ta Kuyumculuk”, Revak, Sivas 1997, s. 73-76.
136
______, Anamın Aşı Tandırın Başı Sivas Mutfağı, İstanbul 2006.
ÜREDİ, Kadir, “Eskiden Sivas’ta Düğün Gelenekleri”, Revak, Sivas 1998, s.
64-67.
ÜREKLİ, Bayram-Alpay Bizbirlik, “Karaman Valisi Çelik Mehmet Paşa”nın
Terekesi” Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 1, Konya (Kasım 1994), s. 175-220.
VERSAN, Versan, “Osmanlı Devletinde Tanzimattan Sonra Batı Devletler
Hukukunun Benimsenmesi”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara
1999, s. 105-112.
YASAK, İbrahim, Sivas Yatırları ve Abdulvehhab Gazi Hazretleri, Sivas 2004.
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II-III, İstanbul ?.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin, “Samsun’da Kullanılan Eşyalar Üzerine Bir Tahlil
Denemesi”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V, Ankara 1983, s.
271-284.
YERASİMOS, Stefan, “Tanzimat’ın Kent Reformları Üzerine”, Tanzimat
Değişim Sürecinde Osmanlı İmparatorluğu, Ankara 2006, s. 365-380.
YILDIZ, Cengiz, “Türk Kültür Tarihinde Kahve ve Kahvehane”, Türkler, X,
Ankara 2002, s. 635-639.
YILMAZ, Serap, "İranlı Ermeni Bir Tüccarın Terekesi ve Ticarî Etkinliği
Üzerine Düşünceler", Tarih İncelemeleri Dergisi, S. VII, İzmir 1992, s. 191-213.
137
EKLER
138
Resim 1: Ulu Cami Resim 2: Buruciye Medresesi
Resim 3: Çifte Minare ve Kale Cami
139
Resim 4: Çifte Minare Resim 5: Güdük Minare
Resim 6: Zincirli Cami
140
Resim 7: Meydan Cami Resim 8: Behram Paşa Hanı
Resim 9: Ahi Emir Ahmed Bin Zelne’l- Hac
141
Resim 10: Taş Han
Resim 11: Kurşunlu Hamamı
142
Resim 12: Çay Hamamı Sokağı (1927)
Resim 13: Baldırbazarı Mahallesi (1927)
143
Resim 14: Gökmedrese Mahallesi (1932)
Resim 15: İmaret Mahallesi (1963)
144
Resim 16: Nalbantlarbaşı Mahallesi (1928)
Resim 17: Nalbantlarbaşı Mahallesi ve Ziyabey Kütüphanesi (1927)
145
Resim 18: Çayhamamı Sokağından Görüntüler
146
Resim 19: Atatürk Caddesi ve Paşa Cami Mevki 1924
Resim 20: Atatürk Caddesi ve Paşa Cami Mevki 2008
147
Resim 21: Kangal Ağası Konağı
Resim 22: Osman Ağa Konağı
148
Resim 23: Abdi Ağa Konağı
149
Resim 24: Sivas Evleri
150
151
Resim 25: Ev Sergileri
152
153
154
Resim 26: Cicim ve Minderler
155
156
Resim 27: Aydınlatıcılar
157
158
Resim 28: Semaverler ve Mangal
159
Resim 29: Hamam Takımları
160
Resim 30: Bakır Kaplar
161
Resim 31: Bakır Kaplar
162
Resim 32: Vazolar ve Kahve Takımları
163
Resim 33: Nargile ve Ağızlıklar
164
Resim 34: Gülabdan
Resim 35: Kutular
165
Resim 36: Kitaplar ve Yazı Takımları
166
Resim 37: Silahlar
167
Resim 38: Ziynet Eşyaları
168
Resim 39: Saatler
169
Resim 40: Giysiler