27 mayis İhtİlalİ’nde kalkinma...

167
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI KALKINMA İKTİSADI VE İKTİSADİ BÜYÜME BİLİM DALI 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARI Yüksek Lisans Tezi Zafer ÜLGER İSTANBUL, 2006

Upload: others

Post on 27-Dec-2019

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

KALKINMA İKTİSADI VE İKTİSADİ BÜYÜME

BİLİM DALI

27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA

TARTIŞMALARI

Yüksek Lisans Tezi

Zafer ÜLGER

İSTANBUL, 2006

Page 2: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İKTİSAT ANABİLİM DALI

KALKINMA İKTİSADI VE İKTİSADİ BÜYÜME

BİLİM DALI

27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA

TARTIŞMALARI

Yüksek Lisans Tezi

Zafer ÜLGER

Danışman: PROF.DR. MEHMET TÜRKAY

İSTANBUL, 2006

Page 3: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk
Page 4: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk
Page 5: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

i

İÇİNDEKİLER Sayfa No

İÇİNDEKİLER.................................................................................................... i

KISALTMALAR ................................................................................................ iii

1. GİRİŞ ................................................................................................................1

2. 27 MAYIS’TA DÜNYA ..............................................................................2

2.1 Savaş Sonrası Uzun Dalga ...........................................................................3 2.2 Uluslararası Hegemonya ve İşbölümündeki Değişim .................................5 2.3 Sanayi Birikiminin Yayılması ....................................................................10

3. 27 MAYIS ÖNCESİ TÜRKİYE’DE BİRİKİM REJİMİ ...............15

3.1 1946 Savaş Sonrası Yeni Düzen ..................................................................15 3.2 Büyüme Dönemi .........................................................................................19 3.3 Büyümenin Durması ve Bunalım .................................................................21

4. 27 MAYIS; OLAYLAR VE YÖNETİM ...............................................27

4.1 27 Mayıs Olayları ........................................................................................29 4.2 Genç Subaylar ve Orduda Reform İhtiyacı ...................................................35 4.3 Bölünmüş Bir İktidar ..................................................................................41

5. 27 MAYIS AKTÖRLERİNİN “KALKINMA” KONUSUNDA TUTUMLARI ....................................................................................................57

5.1 27 Mayısçı’ların Konumları ..........................................................................58

Page 6: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

ii

Sayfa No 5.2 Birinci Planda “Kalkınma Programı” ..........................................................67

5.2.1 Kurucu Meclis Tartışmaları ...............................................................73 5.2.2 Reformlar ve Tepkiler .........................................................................79

6. TÜRKİYE’DE KALKINMA SÜRECİNDE DEVLETÇİLİK VE ÖZERKLİK ..................................................................................................86 6.1 Türkiye Tarihinde Devletçiliğe Bakış ...........................................................87 6.2 Özerklik ve Kapitalizm .................................................................................99

6.2.1. Doğu Bloğu Rejimleri ve Özerklik ....................................................101 6.3 27 Mayıs Döneminin Popüler Yayın Organlarında Devletçilik .............105

7. 27 MAYIS’IN GALİBİ: SANAYİCİLER ...........................................111

8. KALKINMANIN KURUMLARI ...........................................................124

8.1 Planlama Tartışmaları ...................................................................................126

8.1.1 Planın Uluslararası Kaynakları ...........................................................128 8.1.2 MBK’da Plan Tartışmaları ..................................................................130

8.2 Kalkınmanın Rejimi: 27 Mayıs Anayasası ..................................................137

8.2.1 Anayasa Mücadelesi ...........................................................................140 8.2.2 27 Mayıs Anayasası .............................................................................142

9. SONUÇ .............................................................................................. 147

KAYNAKÇA .......................................................................................................149

Page 7: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

iii

KISALTMALAR

CHP : Cumhuriyet Halk Partisi

CKMP : Cumhuriyetçi Köylü ve Millet Partisi

DP : Demokrat Parti

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı

MBK : Milli Birlik Komitesi

MGK : Milli Güvenlik Kurulu

OYAK : Ordu Yardımlaşma Kurumu

TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi

TOBB : Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

YPK : Yüksek Planlama Kurulu

Page 8: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

GİRİŞ

Türkiye’de 1950’nin ortalarından, yaklaşık 1963 yılına kadar süren bir

resesyonun sonucunda, “tarımsal üretim” ve ona bağlı ihracat sermayesi ağırlıklı bir

ekonomiden, “sanayi sermayesi” ve sanayicilerin, üretimin merkezinde olduğu bir

ekonomiye geçmiştir. Bu geçiş dönemi için, “Ulusal koşullarda” yaşanan bunalım,

genel uluslararası bir bunalım ve yapılanma süreciyle iç içe geçmiş, iç ve dış etkiler

birlikte işlemiştir” diyebiliriz. Tezde “sanayi birikiminin” egemen olacağı böylesi bir

geçiş döneminin ekonomik ve siyasal dinamiklerine odaklanılıyor. “Sanayiye dayalı

“ulusal bir kalkınma” modeli” ve ona bağlı kurumların oluştuğu 27 Mayıs İhtilali’nin de

dahil olduğu bu dönemde, “ekonomik dönüşüm”’ün neden ve sonuçları anlaşılmaya

çalışılıyor. Amacımızın, üretim sürecindeki farklı aktörlerin siyasal müdahaleleriyle bu

dönemde oluşacak olan “sanayi merkezli bir birikim modelinin kurumları arasındaki

ilişkiyi analiz etmek olduğu söylenebilir. Bu amaçla, bu dönemin içindeki, farklı

ekonomik programların ve birikim süreci içinde farklı aktörlerin talepleri ve

mücadelelerine de yer veriliyor.

Bu dönemde, özellikle 27 Mayıs dönemi boyunca meydana gelen siyasi

olaylara da geniş ölçüde yer veriyoruz. Böylesi olağandışı bir geçiş döneminin

dinamiklerinin bilinmesi, bu dönemde oluşturulacak olan ithal-ikameci dönemin

kurumlarıyla, “siyasal müdahaleler” arasındaki ilişkilere de ışık tutacaktır.

Dönem içindeki gazeteleri, dönemin popüler dergilerini bu dönemin Kurucu

Meclis ve Milli Birlik Komite toplantı tutanakları tez için incelendi. Çalışmanın

malzemesi, daha çok kütüphane ve arşiv ağırlıklı oldu.

Ele alınan dönemde, geleceğe dönük bir projeksiyon yaparken bile daha çok

1980’lere kadar olan sürece dönük bir karşılaştırma yapıldı. Çünkü, 27 Mayıs Türkiye

için, ithal ikameci bir dönemin resmi başlangıcıydı, bitişi 1980’lerde olacaktı.

Page 9: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

2

2. 27 MAYIS‘TA DÜNYA

27 Mayıs Türkiye’ye özgü bir hareket olmaktan çok dünya çapında gerçekleşen

bir değişim ve dönüşümün tekil olmayan bir halkasıdır. 27 Mayıs 1960’da gerçekleşen

yarı askeri, yarı isyan niteliğini taşıyan bir müdahale ve bunun yarattığı sonuçları dünya

çapında bir toplumsal dönüşüme, bağlayan halkaları bulabilmek için, 1950’lerin

sonunda dünyada yaşanan ekonomik ve siyasal dönüşüm belirleyicidir.

27 Mayıs 1960’da, 1946’da Türkiye’de çok partili sisteme geçildikten sonra,

Cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi yaşanacaktı. Ve neredeyse, 3 yıl boyunca

Türkiye olağanüstü bir dönem ve yönetimden geçecekti. Bu dönemde, Milli Birlik

Komitesi adıyla ihtilalci subaylar askeri bir meclis oluşturmuşlar ve yürütmeyi de

sivillerden oluşan bir hükümete devretmiş ya da devretmek zorunda kalmıştır.

Toplumsal olarak da, aydınlar arasında da tabanı olan bu hareket, çok partili sistemde

yer alan, iki parti Cumhuriyet Halk Partisi ve iktidarda yer alan Demokrat Parti

arasındaki mücadelenin bir kitle çatışmasına dönmeye başladığı, ekonomik krizin

sertleştiği, o zamana kadar görülmemiş bir üniversite hareketinin, bir olağanüstü hal

uygulamalarının ürünüydü. 1950’lerin sonu, savaş sonrası uluslararası ekonomi ve

birikim açısından yeni bir döneme işaret ediyordu. Bu dönem, “sanayi birikiminin”

dünya çapında yayılmasına sahne olacak bir toplumsal ve ekonomik bunalım dönemi

olarak adlandırılabilir.

27 Mayıs hareketi’ni “Küresel” ölçekte başlayan bir üçüncü dünya devrimler

zincirinin parçası olarak değerlendirmek, bazı olguları birleştirmemizi sağlayabilecektir.

Siyasal olayları, özgünlüğünden soyutlayıp, uluslararası bir siyasal hareketlenmenin

parçası olarak okumak mümkün olabilir mi? Elimizde, bunun için önemli bir kavram

var; “Dünya Ekonomisi” kavramı. Ülkeler çapında gerçekleşen siyasal gelişmelerde,

ekonomik etmenler önemli bir rol oynuyorsa bu olaylar da bir dünya ekonomisinde

meydana gelen benzer kırılmaların parçasıdır diyebiliriz. 27 Mayıs, Kore Konjonktürü

yükselişi denen bir sürecin dünya çapında bereketi tükenirken geldi. Bu süreç öyle

görünüyor ki ABD’nin yoğun askeri harcamalarıyla ve uluslararası imarın hızı altında

gidiyordu. Ve görünen odur ki bu sürecin bitişi, özellikle tarımla yaşayan çevre ya da o

dönemki adıyla Üçüncü Dünyanın üzerinde dramatik değişimlere yol açtı.

Page 10: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

3

Nihayet olaylar bölümünde işleyeceğimiz gibi, 27 Mayıs üzerinde de özellikle,

1958 Irak ve 1960 Kore olaylarının yarattığı etkiyi, iktidarın korkularını arttırdığı,

muhalefetin de sertleşmesine yarayan keskin bir toplumsal siyasal bir bunalım

döneminin içinde güçlü harekete geçirici semboller olmuştu Irak ve Kore’de olanlar. Bu

motif olmanın dışında, Irak ve Kore’nin de, ABD bloğunun parçası olarak benzer

ekonomik ve toplumsal koşullar altında gözüküyorlar. Kore Savaşı’nın yarattığı satın

alma gücü, 1950’lerin ortasında tükenirken, bu toplumların hepsinin de bir bunalım

ortamına girdiklerine dair güçlü işaretler var. İşin açıklanması gereken tarafı, 1950’lerin

ortasının Doğu bloğu ülkeleri açısından benzer bir bağımsızlaşma dönemi olması. Güçlü

toplumsal hareketleri, toplumsal ekonomik değişimlerin önemli işaretleri olarak

nitelemek mümkün. 1950’lerin ortasından itibaren büyüyen dünya ekonomisi, önemli

bir etki alanı bırakarak ilk küçük düşüşünü yaşıyor ve bu düşüşün sonucu, 1970’lerin

ortasına kadar sürecek olana, “Sanayinin ve sanayi birikiminin” egemen olduğu bir

döneme girecekti “dünya”. Doğuda da Batı bloğunda da, 1970’lerin ortasına kadar her

iki blokta da dev gibi sanayiler yükseldi, tarlanın sarısı ve yeşili kalktı kasabaların ve

şehirlerin üstünden, sanayinin çelik kızıltısı ve kömürün karasının, yoksul kentlerin

üzerinde zafer anıtları olarak görüldüğü bir döneme girecekti “Dünya”.

2.1 Savaş Sonrası Uzun Dalga

İkinci Dünya savaşı sonrası, 20-25 yıl boyunca ekonomik gelişme canlı ve

sürekli olacak, bu canlılık yerini 1970’lerde yerini büyük bir durgunluğa ve krize

bırakacaktı. Magdoff’a göre “Kapitalizmin özünde durgunluk eğilimi vardır. Kuşkusuz

bu üretici güçler ve istihdamdaki uzun dönemdeki gidişin, güçlü büyüme yönünde

olduğunu yadsımak değildir.” Anlatılmak istenen bu yükselişin bir yandan bolluk ve

çöküntü dalgalarının, öte yandan birbirini izleyen daha da uzun süreli fiyat artışı ve

durgunluk dönemleri sonucu ortaya çıktığıdır. Bu evreler çapraşık biçimde birbirine

ilintilidir. Ekonomik çöküntüler, bolluk döneminde yaratılan çelişkilerle çarpıklıkların

sonucudur ve genellikle yeni bir yükselme için zemini hazırlarlar. Ne var ki, bu

yükselmenin gücü, içinde gerçekleştiği tarihsel aşamadan kaynaklanan özel uyarıların

bulunup bulunmadığına bağlıdır. Uyarılar güçlüyseler, ekonomiyi daha da yükseklere

Page 11: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

4

sürükleyebilirler. Yok eğer cansızsalar, çöküntüden çıkış yavaş ve sarsak olacaktır. İşte

bu durumda durgunluk eğilimi ağır basar. (Magdoff, 1983, s.118-119)

Magdoff’a göre “Uzun süren büyüme dalgalarının özellikle hızlı ve sürekli

olanları, aşağıdaki etmenlerden biri ya da birkaçı ile başlatılır: “1) Büyük çapta kapital

yatırımını uyaracak çapta önemli yenilikler, yeni tür altyapı ve nüfusun yer değiştirmesi

vs. 2) Uç illerde kapitalist gelişmelerle yeni pazarların açılması ki ya sömürgeci

yayılmanın ya da nüfuz edinmenin sonucudur. 3) Savaşa hazırlık için askersel sanayinin

genişletilmesi 4) Savaş sonrasında sanayinin yeniden kuruluşu 2. Dünya Savaşı sonunda

bütün bu etmenler bir araya gelmişti. ABD Hegemonyası da böyle bir zeminin üstüne

yükseliyordu. Bütün bu olguların kısa zamanda bir araya gelmesi kapitalizmin

tarihindeki en uzun canlılık döneminin itici gücünü sağladı. (Magdoff, 1983, s.19)

Savaş; fabrikaları, çiftlikleri, demiryollarını, güç üretim merkezlerini ve

kentlerde geniş bölümleri yakıp yıkmıştı. Batı Avrupa’da ve Japonya’da savaş yıkığı

alanlarının yeniden yapımı, işgücü ve sermaye yatırımlarının yoğun biçimde işe

koyulmasını gerektiriyordu. ABD’de ise uyarı başka türdendi. Savaş sırasında savaşa

yatırım amacıyla otomobil yapımı ve konut yapımına izin vermemişti. Dayanıklı

tüketim mallarının yokluğu ve savaş sırasında ücret/fiyat denetimi uygulamasıyla

borçlar ödendi, işçiler para biriktirdi ve kapitalistler karlarını kolay paraya dönüşecek

biçimde bir köşeye yığdılar. Geri bıraktırılmış istemle bunu gerçekleştirecek hazır

paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk dalgasının itici gücünü oluşturdu.

Avrupa ve Japonya’da özel otomobil kullanımının yaygınlaşmasıyla yeni bir büyüme

kaynağı ortaya çıktı. Otomobillerin sayısındaki hızlı artış, yol yapımına giden

yatırımları ve kent dışına kaçan nüfusun gereksindiklerini sağlayacak konut ve işyeri

yapımı ile diğer hizmetlere olan istemi canlandırdı. (Itoh, 1983, s. 158)

ABD Hükümeti, savaş sonrası kapitalist dünyada, Avrupa ve Japonya’nın

kapitalist yeniden kuruluşlarına yardım programları, azgelişmiş ülkelere gelişme

yardımları, askeri müttefikleri ve üsleri korumak ve anti-sosyalist savaşları

sürdürebilmek için askeri harcamalar biçiminde muazzam fonlar dağıttı. Marshall

Planında Amerikan yardımının toplam tutarı 1946-52 arasında 35,9 milyar dolara erişti,

ABD Hükümeti’nin 1952-1960 arasındaki dış harcamaları, askeri yardımlar

Page 12: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

5

çıkarıldığında bile, 41, 5 milyar dolardı. Dünya Savaşından sonra, Avrupa ülkeleri ve

Japonya’nın ekonomik yönden yeniden kuruluşu ve büyümesi, birbirini izleyen dolar

sağanağıyla iyice kolaylaştırıldı. ABD dışındaki ülkeler, Keynesçi enflasyonal

politikayı uygularken, doların temel uluslararası döviz olduğu İMF sisteminde döviz

kurlarını sabit tutarak döviz rezervlerini kolayca temin edebiliyorlardı. Dolar fonlarının

siyasi-askeri harcanışı aynı zamanda savaş sonrasında üretken kapasitesini son derece

arttırmış olan Amerikan Mali sermayesi için, sermaye fazlasını uluslar arası ilişkilerde

kullanabilmesini sağlaması açısından da elverişliydi. (Itoh, 1983, s. 158)

Bir diğer neden savaş sanayinin yarattığı sonuçlarla ilgiliydi. Savaş

gereklerinin yarattığı teknik yenilikler, yüksek hızlı jet uçakları, iletişim araçlarındaki

gelişmeler, bilgisayarlar, değişik türde elektronik araç ve aygıtlar gibi yeni ürünlerin

sanayinin temelini atmaya başladı. ABD Kore Savaşı ile başlayan dev bir savaş

makinesi kurup yaşatmak işine kendini adadı. Bunun sonucu ise askersel gerecin

yığınsal üretimini yapan ve geniş ölçüde sivil üretimle bütünleşmiş yeni bir askersel

sanayinin yaratılmasıdır. Üstelik ABD’nin Kore Savaşı sırasındaki askersel satın

almaları Batı Almanya ve Japon Ekonomilerinin hızla büyümesinin belirleyici itkesi

oldu. (Itoh, 1983, s. 158)

2.2 Uluslararası Hegemonya ve İşbölümündeki Değişim

Magdoff’a göre “Kapitalist dünya üzerinde hegemonyanın ABD’nce ele

geçirilmesi hem savaş yıkığı ileri sanayi ülkelerinde bir ölçüde oturmuşluk sağladı hem

ekonomik büyümeyi kalaylaştıran ve finanse eden uluslar arası kuruluşların

kurulmasına yol açtı. Marshall Planı ve onu izleyen ekonomik yardım akımı ABD’ne

bağlı ülkeler ve uydular yaratma işini destekledi ve ABD ve diğerlerinin çokuluslu

ortaklık ve bankalarına yeni iş olanakları açtı.” (Magdoff, 1983, s.119-120)

Bu uluslararası hegemonyanın diğer kutbunda ise Rus Bloğu vardır. (Itoh,

1983, s. 158) Ruslarda savaş sonrası Naziler’den ellerine kalan rejimlerde kendi

hegemonik bloğunun kurumlaşmalarını ve işbölümlerini gerçekleştirmektedir.

Toplumsal devrimden ya da uzun süreli kurtuluş savaşlarından çıkan azınlık büyük

ihtimalle Sovyet Modelini benimseyecekti. Bu nedenle, teoride dünya giderek partilerin

Page 13: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

6

yarıştığı parlamenter cumhuriyet olarak gösterilen şeyle, artı, tek bir partinin rehberliği

altında yönetilen “bir demokratik halk cumhuriyetleri” azınlığı ile dolduruldu.

(Hobsbawm, 2003, s.422) Sovyet sistemini model alan siyasal sistemler, merkezi olarak

planlanan komuta ekonomisini işleterek, devlet iktidarını tekelleştiren güçlü biçimde

hiyerarşik ve otoriter bir tek partiyi temel aldılar. (Hobsbawm, 2003, s.454) Planlama

yada ağır sanayi sosyalizmin başlıca ölçütü haline geldi. (Hobsbawm, 2003, s.457)

Rusya’nın yayılmasının en önemli özelliği de ağır sanayinin ve onun ideolojisinin

yayılması şeklinde olacaktı. Batı Bloğunda nasıl Amerikan ağır sermayesi kendi etki

alanında, sonuç olarak “sanayi birikimini” dünya çapında yayılmasına yol açan temel

bir aktör olduysa, Rusya’da kendi bölgesinde sanayi birikiminin yayılmasının eşitsiz

ama bileşik bir ilişkide olsa da kendi etki alanı içinde ve “bağlantısızlarla” kurduğu

ilişkilerde sanayinin yayılmasına ön ayak oluyordu. Almanya’nın Rus İşgal Bölgesinde,

Rus Devleti tüm sanayinin üçte birini derhal mülkiyetine geçirdi. Bunların sahibi SAG

adıyla bilinen Sovyet Anonim Şirketleridir. Cliff’e göre “SAG’ların önemi çok

büyüktür.” Geniş ölçekli işletmelerin hemen tümü onların elindedir. 1950’de her SAG

ortalama 2400 işçi istihdam ediyordu, buna karşılık LEB’ler (Demokratik Alman

Cumhuriyetinin sahip olduğu işletmeler) 139-146 işçi ve özel işletmeler yaklaşık 10 işçi

çalıştırıyordu. Ağır sanayinin tümünü kontrol etmektedir SAG’lar. Romanya,

Macaristan ve Bulgaristan’da Rusya’nın %50’sine sahip olduğu tamamen kendilerinin

kontrolünde karma şirketler kurmuşlardı. Örneğin bu şirketlerden biri Romanya’nın

zengin petrol yataklarını kontrol eder; diğerleri, yani çelik, metal, kömür madenciliği,

traktör üretimi, taşımacılık, hava taşımacılığı, kereste, kimya, inşaat malzemesi ve doğal

gaz şirketleri, Romanya sanayinin, ulaştırmacılığın, bankacılık ve sigortacılığın

yarısından çok fazlasını oluştururlar. Ruslarla, Doğu Avrupa’nın bu mübadelesi adil bir

mübadele olmamıştı. Bütün işçiler yerli olmasına rağmen, karma şirketlerin karlarının

yarısını Ruslar alıyordu. Ağır sanayinin ise kurulduğu bölgede diğer kaynakları kendine

çeken bir merkezileşmesi olduğu düşünülürse, Doğu Avrupa ekonomileri Rus

bürokrasisinin etkisindeydi. (Cliff, 1990, s.203)

Halliday’a göre, 1946 yılı “Savaş sonrası yeni dengelerin oluşturulduğu bir

dönemin başlangıcı olarak önemli bir yıldır” Savaş sonrası devrimlerin ilk dalgası,

ikinci dünya savaşı ve onun bitişiyle iç içe geçer. Savaş sırsında varolan devletlerin

Page 14: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

7

zayıflaması, Nazilere karşı verilen savaşta, komünist ve anti-emperyalist hareketlerin

güçlenmesi önemli etkendi. Sovyetlerin müdahalesiyle, yukarıdan aşağı değiştirilen

rejimler dışında, Doğu Avrupa’da Yugoslavya ve Arnavutluk’ta bu dönem emperyal

devletlerin denetiminden çıktı. Buna Uzak Doğu’da, Çin, Kore ve Hindi-Çin’den

yükselen devrimler dalgası eşlik etti. 1953 ve 1954’te sırasıyla Kore ve Vietnam

ateşkeslerine kadar üçüncü dünya devrimlerinin ilk dalgası kendini tüketir. Görünüşteki

bu durgunluk ortamında, bir yanda bir dizi devlet 1950’lerin ortalarından itibaren

bağımsızlıklarını kazanırken, metropolitan ülkelerde de-kolonizasyon işini üstlendiler.

(Halliday, 1985, s.113-114)

İkinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan düzinelerce sömürge sonrası devlet

eski emperyal ve endüstriyel dünyaya bağımlı olan bölgelerin büyük kısmıyla birlikte

üçüncü dünya olarak anıldı. Gelişmiş kapitalist ülkeler “birinci dünya”, Sovyet Bloğu

altında, kendisine komünist diyen ülkelerse ikinci dünya ismini alacaktı. (Hobsbawm,

2003, s.434)

“Sömürgesizleştirme ve devrim” yeryüzünün siyasal hayatını demokratik

biçimde dönüştürdü. Asya’da uluslararası alanda resmi olarak tanınan bağımsız

devletlerin sayısı 5 kat arttı. Afrika’da 1939’da 1 tane olan bağımsız devletlerin sayısı

neredeyse elliye çıkmıştı. Latin Amerika ülkelerinde de bir düzine ülke

sömürgesizleştirme sürecine eklendi. (Hobsbawm, 2003, s.419)

Savaşın hemen arkasından bu uluslararası isyan dalgasına karşı soğuk savaşın

şiddetlendiği görülüyor. İki kutup da, “kendi egemenlik alanlarının dışında bir üçüncü

dünya istememektedir.” Halliday’a göre; “ABD ve SSCB, gerek kendi toplumlarında,

gerekse kendi ittifak sistemlerinde muhalefeti daha sıkı biçimde denetlerken, bir yandan

da sertleşmeyi arttırma yollarını araştırdılar.” (Halliday, 1985, s.27) Nihayet, savaş

sonrası Stalin Türkiye’yi bir tercih yapmaya zorlamıştır. 1945’te ödün almadan dostluk

anlaşmasını imzalamayı reddetmiş, Türk hükümeti, ABD ile daha yakın ilişkiler

aramaya başlamış ve Truman doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde askeri ve

ekonomik yardım almıştı. (Ahmad, 1996,s.389) Gevgilli, “soğuk savaş” için “uluslar

arası gerilim içinde, iki kutuplu dünyayı toparlayan bir süreç işlevini” görecektir derken,

Page 15: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

8

iki kutup arasındaki bu kontrollü rekabetin, 3.dünya ve alternatif muhalefet hareketleri

açısından disipline edici yönüne işaret etmektedir. (Gevgilli, 1987, s.45)

Yeni ulus devletler ve 3.dünyacı ulusal bağımsızlıkçı özlemlere karşı ABD-

Sovyet Bloğu, savaşa dönüşmeyecek kontrollü bir rekabet içindedir. Türkay bu rekabeti

şöyle yorumluyordu;

“Soğuk Savaş, sistem içi çelişkileri tali kılan, her iki sistemin mümkün en geniş

denetlemeye dönül stratejileriyle karşı karşıya geldikleri bir süreç olmuştur. Söz konusu

karşı karşıya gelme ise büyük oranda yeni siyasal olarak bağımsızlığını kazanmış eski

sömürge/yeni ulus devletlerin üzerinden gerçekleşmekteydi. Soğuk Savaşın bu rekabeti

söz konusu ülkeleri konjonktürel olarak önemli kılmıştı.” (Türkay, 2002,s.78)

Savaş sonrası emperyal devletlerin denetiminden çıkma isteği, “Doğu

Bloğunda” da ortaya çıkmış görünüyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Rusya’ya karşı

milli mücadele, Doğu Avrupa’da yeni yaratılan Rus sömürgelerine kaydı. Cliff’e göre

“En önemli an, Yugoslavya’nın Kremlin’e karşı başarılı isyanıydı. Avrupa’da Titoculuk

ulusal kalkınmacı kurtuluş akımlarının 3.dünyada modeli olmuştu.” (Cliff, 1990, s.208)

Yugoslav günlük gazetesi Borba’nın 31 Mart 1949 tarihli yazısı çeliğin temel

bileşenlerinden biri olan ve üretimi Yugoslavya’ya 500 bin dinara gelen 1 ton

molibdenin Rus bloğuna yakınken, 45 bin dinara satıldığını belirtir. Rusya

Romanya’dan 0,5 dolara satın aldığı tütünü Batı Avrupa’ya 1,5-2 dolara satıyordu.

(Cliff, 1990, s.202) Sovyet etki alanındaki bağımsızlık isteklerinin ekonomik bir temeli

vardı.

“Üçüncü dünyacı”, ulusal kalkınmacı hareketlerin ikinci tepe noktası ise

1958’li yıllarda yaşanacaktır. 1950’lerin sonları ve 1960’ların başlarında, Latin

Amerika, Ortadoğu ve Afrika’da ikinci bir isyan dalgası patlak verir. Bu dönemin en

dikkate değer iki zaferi 1959 Küba devrimi ile 1962’de Cezayir’in bağımsızlığı olmak

üzere bu dönem Üçüncü Dünyanın birçok yerinde önemli karışıklıkların yaşandığı bir

dönemdir. Ortadoğu’da 1962 Kuzey Yemen Devrimi, 3.dünyanın sembollerinden

Mısırlı Nasır gücünü arttırırken, 1958’de Irak Haşimi monarşisinin yıkılması,

Amerika’nın Ortadoğu’daki belkemiği Bağdat Paktı’nı yerinden oynatıyordu. Afrika’da

Page 16: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

9

bu dalgadan bağımsız değildi, Belçika Kongo’sunda Zaire’nin milliyetçi liderleri

Lumumba’nın yönetiminde, Temmuz 1960’da bağımsızlığını kazanıyordu. (Halliday,

1985, 113-114)

Kapitalizmin tarihindeki uzun yükselme evresi yani 1970’lerin ortasına kadar

getirilen Hobsbawm’ın “Altın Yıllar” adını verdiği bu uzun büyüme tarihi kendi içinde,

kesintisiz bir büyümeye ve uyumlu bir siyasal barışa yol açmamış görünüyor. 1958’deki

üçüncü dünya isyan dalgasının yayılma tarihi nedensiz gözükmüyor. Yükselen uzun

dalganın içinde, Amerikan Sanayisi Sermayesinin aşırı birikiminden kaynaklanan bir

değerlenme olgusu var. Savaş sonrası ilk büyüme dalgasının ivmesi yavaşlıyor.

Yine de, siyasi-askeri harcamalarla yaratılan böyle büyük boyutlardaki efektif

talep bile, savaş sırasında ve sonrasında Amerikan Mali sermayesince oluşturulan sabit

sermaye fazlasının, sınai donanım alanında yeni yatırımlar üzerindeki kısıtlamalarını

ortadan kaldırmadı. Bu yüzden ABD donanım yatırımları, 1950’lerin sonlarından

itibaren duraklama eğilimine girdi. Böylece 1960’larda, ABD tarihinde, gerçek sınai

yatırımda böyle bir düşme eğilimini yansıtan büyük çapta bir birleşme hareketi yer aldı.

(Itoh, 1983, s. 158)

Kapasite kullanma ve işsizlik oranlarına baktığımızda Amerikan

Ekonomisinde, 1950 yılının kapasite kullanım oranı 100 kabul edildiğinde, 1953’te 98

olan oran, 1954’te önemli bir düşüşle 87 olmuş, 1958 yılında ise 76’ya düşmüştür.

İşsizlik ise, 1951’de %3 olan işsizlik oranı, 1958’de %6,8 düzeyine çıkıyordu. (Baran

ve Sweezy, 1970, s.299) Net ve doğrudan dışarıya akan yatırım sermayesine

bakıldığında ise, 1950’den 1955’e kadar 700 milyon dolarında seyreden dış yardımlar

1956’da 1.859 ve 1957 yıllarında ise 2.058 milyon dolara fırlar. (Baran ve Sweezy,

1970, s.130)

Eralp’e göre “Uluslararası sermayenin özellikle ABD kökenli “sermayenin

değersizleşme sorunu ile karşı karşıya geldiği süreçte az gelişmiş olarak nitelenen

ülkelerde ödemeler dengesi krizi ile açığa çıkan sanayi sermayesi biçimine

geçilmemişlik durumu” söz konusudur. (Eralp,1980, s.620) Değersizleşme sürecinin

tıkanması sonucunda ortaya çıkan ikinci bir sonuç, ulusal ekonomilerin büyük ödemeler

Page 17: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

10

dengesi açıkları vermesidir. Savran’a göre; “Ödemeler açığı, temelde, ülke

sermayesinin dünya pazarında rekabet kapasitesinin sınırlılığından doğar. Bu durumda,

dünya piyasasına göre düşük üretkenlikte çalışan sermayelerin değersizleşmesi,

kapitalist birikimin temel bir eğilimidir. Ancak devlet müdahalesi bu değersizleşmeyi

bir süre için engelleyebilir. Ama bunun maliyeti, ulusal ekonominin dış dünyaya karşı

büyük açık vermesidir.” (Savran, 1988, s.59) Dünya ekonomisinin çevresindeki ülkeler

bu aşırı değerlenme sorununu, ödemeler dengesi sorunu olarak yaşamaktadır.

1954-58 arası Türkiye’nin uluslararası ekonomik ilişkilerde değişim, dönüşüm

ve ekonomik bunalım yıllarıdır. 1929 Krizi sonrası olduğu gibi uluslararası ticaretini

“ikili kliring” anlaşmalarıyla gerçekleştirecektir. “İkili Kliring Anlaşmaları” uluslararası

ekonomik bir bunalım ve eski kurumsal yapılardaki bunalımı gösterirken,

bağımsızlaşma isteğinin de zeminini göstermektedir. 1954’ten sonra yükselişe geçen

“Bağlantısızlar” ve “milliyetçi üçüncü dünya” için zemin hazırdır. 1954-1958 arası,

çevrenin Batı’yla olan ekonomik ilişkilerin zayıfladığı, alternatif yeni ülkelerin üçüncü

dünyanın dış ticaretine katıldığı bu süreç, böylesi bir bağımsızlaşma özleminin

doğmasına katkıda bulunmuştu. 1954-1958 döneminde, Türkiye’nin merkez Batı bloğu

ülkeleri dışında ikili ticaret anlaşmaları 1954-58 devresi, kendisinden önceki ve sonraki

devreden de fazla olacaktır. (TTOSOTBB Rapor, 1962, s.74) 1953-1958 arası

demirperde ülkelerine yapılan ithalat ve ihracat üç katına varmıştır. (TTOSOTBB

Rapor, 1962, s.81) Tarımsal ürünlerin ihracının düşüşü ve uluslar arası sermaye

birikiminin savaş sonrası ilk düşüşü olan bu durum dünyada yeni bir üçüncü dünyacı

dalganın sarmasına yol açmış gözüküyor.

Olguların gösterdiği, 1954’e kadar olan süreçte, uluslararası işbölümü,

merkezle-çevre arasında tam bir dönüşüme yol açmamıştı. Savaş öncesi merkezle çevre

arasında olan işbölümü hala geniş ölçüde geçerli görünüyor. Çevrenin tarım ürünleri

ihracına; dolayısıyla bir ticaret ve toprak sermayesine dayalı olduğu, merkez ülkelerin

de de çevreye sanayi mamulleri üretmeye başladığı uluslararası birikim ilişkileri

(Buharin, 1996, s.6) 1950’lerin ortasından itibaren dönüşüme uğramış görünüyor. Savaş

Sonrasından merkezdeki yeniden inşa ve askeri harcamaların yarattığı bir ortamda

yükselen bir tarımsal ürün talebi eski uluslararası işbölümü ve ona bağlı sınıfsal yapıları

Page 18: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

11

çevre ülkelerin önemli kısmında ayakta tuttuğu anlaşılıyor. Kore Savaşı sonrası

merkezdeki sermayenin aşırı değerlenmesiyle açığa çıkan süreçte ise bu dönem,

Doğudan Batıya bir çok ülkeyi ekonomik ve toplumsal bir bunalıma sürüklemiş ve

çevrenin tarımsal ihraca dönük yapısını değişmeye zorladığını söyleyebiliriz. Çevrenin

yani üçüncü dünyanın isteği ve isyanı Merkezin sanayisi, refahı ve bağımsızlığıdır.

Onunla paralel olarak da Amerikan, Avrupa çokuluslu sanayi sermayesinin yayılma

isteğiyle çakışan, çevrede yer alan sanayi burjuvazisine dönüşmek isteyen birikimlerinin

oluşması ya da devlet bürokrasilerinin bir ulusal sanayi kurma isteğidir söz konusu olan.

1958 sonrası özellikle dünya işbölümünün savaştan kalan, merkez-çevre ilişkisini tarım,

hammadde ile sanayi mamulleri arasında mübadelede bulunan eski işbölümü dünya

çapında değişmiş görünüyor.

2.3 Sanayi Birikiminin Yayılması

ABD çokulusluları ülke dışındaki yan şirketlerini 1950’de 7.500’den, 1966’da

23 binin üzerine çıktı. Giderek başka ülkeler de benzer yolu izlediler. Örneğin Alman

Şirketi Hoechst, altısı dışında hepsi 1950’den sonra olmak üzere, 45 ülkede 117 fabrika

kurdu ya da kurulmuş olanlarla birleşti. (Hobsbawm, 2003, s.340)

Yeni bir işbölümü eskisinin altını oydu. Alman Firması Wolkswagen, Arjantin,

Brezilya, Kanada, Ekvator, Mısır, Yugoslavya, Güney Afrika’da genellikle 1960’ların

ortasından sonra araba fabrikaları kurdu. Yeni üçüncü dünya endüstrileri sadece

genişleyen yerel piyasalara değil, dünya piyasasına da açıldılar. Bunu hem bütünüyle

yerli sanayi tarafından üretilen ihraç kalemleriyle, hem de ulus ötesi bir imalat sürecinin

parçası haline gelerek yapabiliyorlardı. (Hobsbawm, 2003, s.342)

1958’de 27 Mayıs’ın da parçası olduğu, 3.dünyanın isyan dalgası, ulusal

bağımsızlık ve sanayi için yola çıkarken, hem Amerikan Sanayi birikimi, hem de

Sovyet sanayi birikimi bu eski işbölümüne; yani toprak sahipleri ve ihracatçı ticaret

burjuvazisi bloğuna karşı, etki alanında yeni müttefikler talep etmektedir. Gerek

Mısır’da Nasır’ın devrimi aktif bir kamulaştırmayla olsun, gerekse de 27 Mayıs ihtilali

ulusal bir kalkınma ve sanayileşme için toprak sahiplerinin güçlerini kırabilmiştir.

Trimberger’e göre “Nasır, toprak dağıtmamakla kalmamış, özel sermayenin

Page 19: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

12

sanayileşme konusunda yeteneksizliğini fark ettiğinde geniş ölçüde devletleştirmelere

gitmiştir.” 1954 yılında iktidara gelen Nasır ve bürokratları, özel sermayeye aktarılan

maddi ve manevi teşviklerin sınai yatırımları atağa kaldıramadığı anlaşıldıktan sonradır

ki, 1962’de Nasır tüm bankaları, sigorta, şirketlerini ve ağır sanayiyi millileştirdi. 1963

itibarıyla tüm kamu sektörünün %82’si kamunundu. (Trimberger, 2003, s.199)

Merkezdeki sanayi, çevreye yayılmak isterken çevrede de kendisiyle ortaklık

yapabilecek düzeyde merkezileşmiş sermayeler talep etmektedir.

1914’te, Latin Amerika dışında askeri yönetim altında olan uluslar arası

egemen bir devlet yoktu. Yüzyılın ikinci yarısında silahlı adamlar siyasete daha çok

müdahale etmeye başladılar. Çünkü yerküre artık, çoğu yeni olan ve bu nedenle

geleneksel bir meşruluktan yoksun olan iki yüz kadar devletle doluydu ve bunların çoğu

etkin hükümetlerden çok siyasal karışıklık üretmesi muhtemelen siyasal sistemlerle

yüklüydü. (Hobsbawm, 2003, s.423-424) Hobsbawm’a göre, “Özetle askeri siyaset,

sıradan siyasetin yokluğu nedeniyle açılan boşluğu doldurma eğilimindeydi. Bu,

siyasetin özel bir alameti değil, kuşatıcı istikrarsızlık ve güvensizliğin bir işleyişiydi.”

Ne var ki, giderek bütün Ortadoğu’yu kapladı. Çünkü, yerkürenin bu eski kısmında,

yeni uluslararası işbölümünün gereklerini yerine getiren, istikrarlı, işlevsel ve etkin

devletleri gerektiren siyasetleri pek azı izleyebilmişti. Bu nedenle iddialı devletler, ister

merkezi olarak planlanmış Sovyet modeli ister ithal-ikamecilikle olsun sistemli

sanayileşmeyle tarımsal geriliğe son vermek istediler. Her ikisi de farklı biçimlerde

“devlet eylemine” ve “devlet denetimine” dayanıyordu. (Hobsbawm, 2003, s.425-426)

Üçüncü dünya hareketleri çoğunlukla sanayicilerin gücünü arttıracak biçimde

sonuç vermiştir. Halliday’a göre “Üçüncü dünya sanayicilerinin artan gücü en fazla

askeri değişimlerin temsil ettiği yaygın bir güç kaybının işaretleri sayılır.” (Halliday,

1985, s.112) Yeni uluslararası işbölümünü eski pre-kapitalist yapılarla karşılayan, çevre

uluslarda sanayi burjuvazisinin ekonomik ve siyasal olarak eski yapıyı kıramadıkları

rejimlerde, askeri rejimler üçüncü dünya sanayicilerine uygun bir zemin sağlamış

görünüyor.

1958 sonrası, her iki blokta da 1970’lerin ortasına kadar sürecek ağır sanayi

birikiminin yaygınlaşması ve ulusal ekonomilerin doğuda da, batıda da hızlı

Page 20: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

13

büyümesine tanıklık edecektir. Sanayi üzerindeki bu devlet mülkiyeti ve karma

ekonomiler kural haline gelecekti. Hiç özel sektörün olmadığı ulusal ekonomiler vardı

ama devletin geniş bir müdahalesinin olmadığı bir ulusal ekonomi kalmayacaktı bu

dönemde.

Sanayileşmiş dünya, dünyanın her yanına yayılıyordu. Sovyet etki alanında,

Bulgaristan ve Romanya gibi tamamen tarımsal ülkeler muazzam sanayi sektörleri

geliştirdiler. Üçüncü dünya’da “yeni sanayileşen ülkelerin en büyük gelişimi Altın

çağdan sonra gerçekleşti. Ancak her yerde, çeşitli ülkelerden yaptıkları ithalatı finanse

etmek için öncelikle tarıma bağlı ülkelerin sayısı keskin bir düşüş gösterdi. 1980’lerin

sonunda sadece 15 devlet ithalatlarının yarısını ya da daha fazlasını tarım ürünleri

ihracatıyla ödüyordu. (Hobsbawm, 2003, s.319) Dünya Ekonomisi böylece patlamayı

andıran bir oranda büyüyordu. Dünya çapında mamul mal çıktısı erken 1950’ler ile

erken 1970’ler arasında dört kat ve daha önemlisi dünya çapında imal edilmiş ürün

ticareti 10 kat arttı. (Hobsbawm, 2003, s319) Ekonomik Büyüme, Batı ve Doğu

ekonomilerinde de artıyordu. 1950’lerde SSCB’nin büyüme oranı herhangi bir Batılı

ülkesinden daha hızlıydı ve Doğu Avrupa ekonomileri neredeyse aynı ölçüde hızlı

büyüyordu. .(Hobsbawm, 2003, s317) Dünya mamul ticareti 1953’ten sonraki 20 yıl

içinde 10 kat arttı. 19.yy’dan beri dünya ticaretinin yarıya yakınını oluşturan imalatçılar,

şimdi %60’ı geçecek şekilde boy attılar. (Hobsbawm, 2003, s.329)

Üretken sanayi birikiminin yayılması, bir yandan yeni sanayileşen ülkelerde

eski tarımsal yapıların kırılması ve işgücünün serbest hale gelmesi süreciyle kaçınılmaz

olarak birleşmiş, bu değişimi dramatik bir şekilde hızlandırmıştı. Kırların çözülüşü ve

emek gücünün metalaşmasının arttığı bir süreçte gelişen sanayi birikimi köyden, şehre,

3.dünyadan Batının zengin metropollerine bir göç dalgasıyla ilerleyecekti. Altın çağın

büyük ekonomik ısınması sadece önceki işsizlerin emeğiyle değil, iç göçün, kırdan

kente, çiftçilikten ve yoksul bölgelerden daha zengin bölgelere muazzam bir dalgayla

ateşlendi. İtalya’da yüz binlerce köylü, sanayi şehirlerine akın ettiler, Doğu Avrupa’nın

sanayileşmesi esas olarak bir kitlesel göç sürecine döndü. 1970’lerin başından beri 7,5

milyon kişi gelişmiş sanayi ülkelerine göç etmişti. (Hobsbawm, 2003, s.338)

Page 21: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

14

Köylülerin oranı Suriye ve Kolombiya’da 1950-70 arası, Brezilya ve

Meksika’da 1960-80 arası yarı yarıya azaldı. İran’da 1955’te %55’ten, 1980’lerin

ortasında %29’a düştü. (Hobsbawm, 2003, s.355) Bir ya da iki istisna dışında, gelişmiş

sanayi ülkeleri de kendilerini dünya piyasası için başlıca tarımsal mal üreticilerine

dönüştürdü ve bunu çiftçilikle uğraşan nüfuslarını azaltarak, tarımcı başına sermaye

yoğunluğunu olağanüstü arttırarak yaptılar. (Hobsbawm, 2003, s.357)

Yine bu dönemde, orta ve yüksek öğretime olan talep olağanüstü arttı.

Sayılardaki patlama özellikle üniversite eğitiminde çok büyük oldu.1960 ile 1980

arasında, Avrupa’da gelişmiş öğretim kurumlarına bağlı öğrencilerin sayısı en tipik

ülkede üçe ya da dörde katlandı. Bu artış gelişmiş kapitalist ülkelerle sınırlı değildi.

1960’larda sayıları artan bağımsızlığına kavuşmuş eski sömürgeler için üniversite bir

bağımsızlık sembolü oldu. Plancılar ve hükümetler için modern ekonominin

geçmiştekinden daha fazla yönetici, teknik uzman ve öğretmen gerektirdiği açıktı.

Bunların giderek ve büyük tecrit edilmiş kampüslerde ya da üniversite kentlerinde

toplanmaları, hem kültür hem de siyaset alanında yeni bir faktördü. 1960’ların açığa

çıkardığı gibi bunlar siyasal ve toplumsal hoşnutsuzluğa ulusal hatta uluslar arası bir

ifade kazandırmakta etkili oldular. Dünyadaki büyük ekonomik ısınma, beyaz yakalılar,

orta sınıflar ve vasıflı işçilerin çocuklarına tam gün eğitim imkanı sağladı. (Hobsbawm,

2003, s.360-3)

Sanayi birikimi, dünya çapında yükselirken onun önündeki işgücü ve kaynak

ihtiyacı da tarımdaki eski yapıları kırmaya dönük reform programlarını popülerleştirir. .

Doğu Avrupa’daki Sovyet Bloğu ülkelerde, 1949’dan sonra Çin’de, Japonya’da,

Tayvan ve Kore’de toprak reformları gerçekleştirildi. 1952 Mısır İhtilali yolunu izleyen,

Irak, Suriye ve Cezayir’de Mısır’ı takip ederek, toprak reformunu gerçekleştirdi. Tarım

ülkelerinde bu genel siyaset sloganı, büyük tarım işletmelerinin bölünmesinden,

köylülere ve topraksız emekçilere toprak dağıtılmasından, feodal ayrıcalık ve köleliğin

kaldırılmasına; toprak kiralarının azaltılmasından, toprağın devrimci yöntemlerle

ulusallaştırılması ve kolektifleştirilmesine kadar akla gelebilecek her şeyi kapsıyordu.

Toprak reformu, uygulandığı her yerde olmasa dahi, Mısır, Japonya ve Tayvan’da

Page 22: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

15

görüldüğü gibi o zamana kadar engellenen, üretken potansiyelin büyük kısmını açığa

çıkartmayı başarmıştı. (Hobsbawm, 2003, s.432)

1970’lerde gözlemciler, “yeni bir uluslararası işbölümü”ne dikkat çekmeye

başladılar. Dünya piyasası için üretim yapan endüstriler, bunları önceden tekelleştirmiş

olan ilk kuşak sanayi ekonomilerinden dünyanın öteki kesimlerine kitle halinde

aktarıyorlardı. Bu kısmen firmaların kendi üretim ya da donanımların bir kısmını ya da

tamamını eki endüstriyel dünyadan İkinci ve Üçüncü dünyalara bilinçli olarak transfer

etmelerinin ürünüdür. (Hobsbawm, 2003, s.440)

Page 23: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

16

3. 27 MAYIS ÖNCESİ TÜRKİYE’DE BİRİKİM REJİMİ

Bu bölümde tarih olarak, 2. Dünya Savaşından sonrası alınıyor. Burada kısaca

yapmaya çalıştığımız şey birikim rejiminin motoru sayılabilecek kesimlerde yer alan ve

ekonomi yönetimini üstüne alan sınıfların ve Devletin, 27 Mayıs öncesi durumunu

inceleme çabasıdır. Bu, 1960 olaylarına yol açan sürecin ulusal ve uluslar arası

dinamiklerini, farklılaşma ve gelişme eğilimlerine dair ipuçları sunacaktır.

1958 sonrası ekonomik ve toplusal bunalıma dönüşen ekonomideki resesyon

hangi güçlerin ürünüydü ve birikim sürecinde nasıl bir değişimi zorluyordu bu süreç?

Bu bölümde bu süreci anlamak için 1946 savaş sonuyla başlayacağız. 1946’da gelişen

siyasal, uluslar arası olaylara kısaca değindikten sonra, çeşitli sınıfların özellikle de

hakim sınıfların, birikim süreci üzerindeki yerlerini çözümlemeye çalışacağız. 1946

sonrasındaki bölümü önce 1953’lerde nefesi tükenen ekonomik büyüme ve ondan

sonrası olarak iki ayrı bölümde inceliyoruz.

3.1 1946 Savaş Sonrası Yeni Düzen

Türkiye’de İkinci Dünya savaşından galip çıkan sınıflar ticaret ve toprak

sermayesiydi. 2. Dünya Savaşı sonrası hem ülke içindeki, hem de dünya pazarındaki

ekonomik koşullar, tarımsal üretime dayalı tüccar sermayesinin genişlemesine çok

elverişliydi. İç ticaret hadleri 1944’e kadar giderek tarım lehine döndü. 1939’da 75,3

olan endeks, 1943’te 136,7’ye çıkıyordu. (Yıldızoğlu ve Margulies, 1990, s.296) Gıda

maddelerine ve hammaddelere olan dış talebin artmasıyla Türkiye’nin ihraç ürünlerinin

fiyatı yükselince, bunların üreticileri ve ihracatçıları beklenmedik kazançlar sağladılar

1940’ta 111 milyon TL olan ihracat geliri, sonraki 3 yıl boyunca, sırasıyla 123,165 ve

257 milyon TL’ye çıktı. (Yerasimos, 1980, s.706) İçerideki darlıklar hükümetin

seferberlik harcamalarından kaynaklanan enflasyonla birleşince, karaborsa ve

spekülasyon yoğunlaştı. Böylece, hem kentteki, hem de köydeki tüccar sermayesi,

savaştan ekonomik olarak son derece güçlenmiş olarak çıktı. Hem büyük kentlerdeki dış

ticaret aracılarının, hem de temel yiyecek maddesi pazarlarında spekülasyon yapan

taşralıların hem de ticari tarımın yerel düzeydeki önde gelenlerinin ticaret karları önemli

biçimde artmıştı. Savaş sona erdiğinde, tüccar sermayesinin üreticiyle ilişkide olan

Page 24: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

17

köy/taşra bileşeni de, özellikle dış ticaretle ilişkisi olan kent bileşeni de çok

genişlemişti. (Yıldızoğlu ve Marguilles, 1990, s.296)

Ticaret ve toprak sermayesinin bu büyüyüşü ve toplumun farklılaşmasının

yükünü büyük oranda alt sınıflar karşılamıştı.. Enflasyondan en çok zarar gören

guruplar, işçiler, sivil ve asker bürokratlar ve tarımdaki küçük üreticiler ve köylülerdi.

İmalat sanayinde ücretler %40’lara varan oranda düşmüştü. Kamuda çalışan memurların

vergilenmemiş gelirleri ise, 1935’te GSMH içindeki payları %5,5’tan, 1943-45’te

%2,6’ya düştü, üstelik aynı dönemde sayıları1,5 kattan fazla artmıştı bu memurların

sayısı. Emekli ve dul maaşlarındaki düşüş ise dehşet vericiydi. Emeklilere yapılan

ödeme 1938 fiyatlarıyla, 1420 TL’den 1945’te 274 TL’ye inmişti. (Tezel, 1982, s.234-

235)

1946’da dünya savaşının bitimi olan tarih, Türkiye açısından ekonomik ve

siyasi olarak oldukça önemli ve çalkantılı bir tarih olacaktır. Uluslararası olarak kurulan

yeni dengelere uyarlanma çabası ve tek partili bir sistemden, çok partililiğe geçiş bu

dönemde olacaktır. Bu dönemde etkili olan “dış dinamik” ise, savaşın bitişiyle kurulan

yeni düzendir. Savaşının bitiminin hemen ardından Amerika ve Rusya’da savaş sonrası

dağılan düzeni, iki bloğun etrafında bir araya gelmeye zorladıkları bir dönemdir. Bu

dönemde Amerika ve Rusya’nın karşısındaki zorluk, anti-faşist savaştan miras kalmış

anti-sömürgeci direniş yapılarından gelir. Gevgilli, “soğuk savaş” için “uluslar arası

gerilim içinde, iki kutuplu dünyayı toparlayan bir süreç işlevini” görecektir” der.

(Gevgilli, 1987, s.45) İnönü Hükümeti Soğuk Savaşın bu gerilimlerini de kendi içinde

sertçe yaşamış, çözümü Amerikan Bloğuna ve onun kurumlarına dahil olmakta

bulmuştur.

Bu yeni uyum çabası içte de uygulanacak ekonomi politikalar konusunda da

hükümetin önceliklerini yeniden belirlemek zorunda bırakmıştı. CHP bu dönemde

ekonomi ve politika uygulamalarında yalpalamaktadır. Önce Kadrocu bir Ekiple

1946’da sanayi ağırlıklı bir plan olan “Harp Sonrası Kalkınma Planını” hazırlar CHP

hükümeti. Türkiye’nin 1930’lardaki Sanayi planlarının uzantısı olarak hazırlanan plan,

sanayi ağırlıklı devlet sektörüne ve iç kaynaklara öncelik veriyordu. (Tekeli ve İlkin,

1981, s.24) hemen arkasından bu plan rafa kaldırılacaktır.1946 Planını uygulanamamış

Page 25: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

18

bir plan olarak kalır. 1946 Planının uygulanamamasının en önemli nedeni ise, savaş

döneminde hazırlanan planın, İMF’ye girmeye hazırlanan Türkiye’nin yeni

önceliklerine uymamasıdır. 1947’de hazırlanan yeni plan, ihracatı teşvik eden, sanayi

yerine tarıma, kamu yerine özel sektöre, finansmanda ise iç kaynaklar yerine dış

kaynaklara ağırlık veren özelliktedir. (Gülalp, 1987, s.48) Vaner Planı olarak da anılan

1947 planı esas olarak, Marshall yardım programına dahil olmak için hazırlanmıştır.

(Tekeli ve İlkin, 1981, s.8-10)

Aynı şey, parti içinde de gözüküyor, parti içinde “devletçiliği” ve tek parti

iktidarını savunan Recep Peker’in başbakan olması CHP’lilerin devlet denetiminde

radikal bir reform politikasından yana olduğu izlenimini verirken, Peker Hükümeti’nin

ilk kararı ise İMF programını uygulayarak devalüasyon yapmak oldu. (Ahmad, 1996,

s.33-34) Ahmad bu dönemde parti içinde toplumsal ve ekonomik reformları yukarıdan

ve tek partiyle gerçekleştirilebileceğine inananların muhalefetinin çok partili hayata

geçilirken etkili olduğunu belirtir. (Ahmad, 1996, s.23)

Türkiye üzerindeki dış baskılar ise ABD’nin hemen savaş sonrası yıllarda

izlediği ve çevre ülkelerde açık liberal ekonomilere dayalı Amerikan yanlısı rejimler

kurulmasını amaçlayan dış politikadan kaynaklanıyordu. Amerikan görüşü, Türkiye’nin

önce savaş sonrası inşa döneminde Avrupa’yı besleyecek, daha genelde ise Batı’nın

mamül mal ihracatı için bir Pazar oluşturacak tarım ürünü, özellikle de tahıl satan bir

ülke konumuna gelmesini öngörüyordu. Ancak Amerikan görüşüne uygun politikaların

benimsenmesindeki isteklilik sadece dış baskıyla açıklanamaz. Amerikan yaklaşımının

içerideki sınıflar dengesi tarafından belirlenen ve dayatılan ekonomik bakış açısına denk

düşmesi aynı derecede önemlidir. Hem Amerikan yaklaşımı hem de içerideki

gelişmeler, tarımsal üretim ve ihracata dayanan liberal bir dış ticaret rejimine uygundu.

Somut politikalar açısından bu, tarıma dayalı bir kalkınma modeliydi ve temelde tarım

sektöründeki toplam üretimi arttırmayı amaçlayan bir dizi önlemin uygulanması

demekti. Bu amaca yönelik çeşitli devlet politikaları uygulamaya kondu ve bu

politikalar, tarımsal üretimin hızla ticarileşmesine yol açtı. Bütünsel etki açısından en

önemli politika, makineleşmenin devlet tarafından etkin biçimde teşvik edilmesiydi.

Tarım makinelerinin, özellikle de traktörün kullanılmaya başlanması, ekilen alan,

Page 26: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

19

toplam üretim ve iç göçte büyük artışlara yol açtı. Devlet, fiyat politikası ve satış

kooperatifleri teşvikiyle, artan üretimin pazara sunulmasını teşvik etti. Devletin üretim

ve bölüşüm sürecine müdahalesi, tarımda sermaye birikimini teşvik eden kredi

politikalarıyla tamamlanıyordu. (Margulies ve Yıldızoğlu, 1990, s.295-7)

Bu dönemde, ekonomide liberal ve dışa dönük uygulamalar olarak görülen

ekonomi politikaların çoğunluğu CHP tarafından 1946 yılı içinde hayata geçirilecekti.

1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, yine de siyasi ve ekonomik düzeyde bu değişim

ve açılmayla özleştirilecektir. 1950 seçimlerinde Demokratlar büyük şehirlerin oylarını

toplarken, CHP’nin güçlü olduğu yerler ise ağaların güçlü olduğu yerlerdi Demokrat

Parti 1950’de en fazla oyları gelişmiş kentlerde, en düşük oyları ise ağalığın geçerli

olduğu Doğu illerinden alacaktı. (Özbudun, 1975, s.40)

1946’da Demokrat Parti hareketi için Perinçek, “Liberal temalarla, tek parti

yönetimine ve özellikle devlet bürokrasisine karşı halkın giderek artan hoşnutsuzluğunu

arkasına almış, tüm sınıflara ekonomik gelişme vaat ederek büyük bir halk desteği

sağlamıştır” diyecekti. (Atay, 1998, s.76) 1946 yılı da iktidarla muhalefet arasındaki

rekabetin şiddetlendiği, toplumsal ve sosyal olarak yeni bir dönüşüm sürecini de

beraberinde başlatır. CHP, basını sansürcü uygulamalarla kısıtlamaya çalışırken,

Demokrat parti muhalefetin sözcülüğünü alıyor, bu dönem Türk basınının Hürriyet’ten,

Milliyet’e birçok gazetesinin doğumuna tanık oluyordu. (Gevgilli, 1987, s.47) CHP

savaş dönemi içinde uyguladığı politikalarla bütün sınıfları kendinden soğutmuştur.

“Ticaret sermayesinin” savaş boyunca birikiminin artmasına rağmen bu dönemde,

CHP’ye karşı “Demokrat Parti” hareketine desteğini verir. CHP’nin toplumsal olarak

yıpranmışlığı ve parti içindeki, “özerk devletçi” kanatlar, tüccar ve toprak sahiplerinin

Demokrat Parti hareketini desteklemesinde etkili olmuş görünüyor. 1946 Seçimleri,

“Demokratları” umut haline getirmiş, toplumsal hoşnutsuzluk kendine bulduğu

kanallardan çıkmaya başlamıştır.

Demokrat Parti dönemde belirgin değişikliklerden biri, meclisin bileşimi

olacaktı. Orta sınıflar ve serbest meslek sahiplerinin meclisteki oranı, “tüccar”larla

birlikte hızlı artacaktı. Serbest meslek sahiplerinin 1939-43 arasında meclisteki

oranı%27’den, 1950’de %45’e yükselecek, bu dönemde tüccarlar da temsil oranlarını,

Page 27: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

20

%10’dan, %17’ye çıkaracaklardı. Aynı dönemde asker, memur ve öğretmenler

grubunun oranı da %47’den, %22’ye düşecektir. (Özbudun, 1975, s.42). Bu dönemde

toprak sahipleri, tüccarlar, serbest meslek sahipleri, avukatlar, yani önceki hükümetler

döneminde olmayan yeni bir bileşim oluşur. 1950 sonrası seçimlerde. Daha önceki

bürokrasi üzerinde, askeriye ve mülkiye oranı azalır.

3.2 Büyüme Dönemi

2.Dünya Savaşı’nı izleyen yılların liberal dış ticaret rejimi çerçevesinde “iç

kaynaklara dayanarak ve devlet eliyle genişleme siyaseti terkedilmiş, görevi AID; BİRD

gibi uluslar arası örgüt kredilerini Türkiye’de özel sanayiye dağıtmak olan TSKB

(Türkiye Sınai Kalkınma Bankası) kurulmuştur. Uluslararası sermaye, yine ticari

sermayenin yerli dayanaklarını temel alarak mallarını Türkiye’nin en uzak köşelerine

kadar dağıtmaya başlamıştır. “Acenteler” ya da “temsilcilikler” yoluyla işleyen bu

sistem sayesinde, örneğin uluslar arası petrol şirketleri, Anadolu kasabalarına kadar

uzanan benzin petrol istasyon ağları kurar. (Şeni, 1978, s.46)

Demokratlar 1950’de göreve geldiklerinde, önceki devirlerin birçok dış ticaret

kısıtlamalarını kaldırdılar, ancak devletin ekonomik faaliyetlerini önemli ölçüde

azaltmadılar. Demokratlar, önceliği demiryolları ve çelik fabrikaları yerine, tarımsal

ürünleri şehirlere ve dış pazarlara gönderecek bir karayolu şebekesi ile yeni toprakları

tarıma kazandıracak, Baraj ve sulama kanallarına verdiler. ABD dış yardımı da tarım

makineleri ithalatını sağlar. (Rusto,1989, s.71-72)

Tarım ve imalat sanayinden, büyüme hızı GSMH’nin büyümesinden yüksek

olan kesimi büyümenin motor gücü kabul edersek, 1947-53 yılları tarım sektörünün

büyümeye öncülük ettiği bir dönemdir. Tarım sektörünün ortalama yıllık büyüme hızı

1947-49 yıllarında %10’un üzerinde, 1950-53 yıllarında ise %12’nin üzerinde

gerçekleşmiş; böylece bu 7 yıllık sürede tarımsal üretim %100’ün üzerinde artış

göstermiştir. Olağanüstü iç ve dış koşulların ortadan kalktığı 1954 ve sonrasındaysa ise,

tarımsal üretimin ortalama yıllık büyüme hızı %2 dolaylarında kalmıştır. (Pamuk,

1987,s.52)

Page 28: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

21

Göker’e göre; “Öne çıkan kapitalist fraksiyon tarımsal üreticilerdi”. Dönemin

en güçlü çiftçileri pamuk ve tütün üreticileriydi, yerel parti teşkilatları üzerinden

birçoğunun bürokrasi ile de doğrudan bağlantıları vardı. Başlıca iki düzenleme de

tarımsal üreticileri koopte ediyordu. Birincisi, çiftçiler girdilerini alırken, kur farkına ek

olarak girdi fiyatlarını sübvanse eden kamu kuruluşlarının araya girmesinden

faydalanıyorlardı. İkincisi ise, TMO çiftçilerden tarımsal ürünleri piyasa fiyatları

üzerinden satın alıyordu. Daha az kaynaklara sahip üreticiler, sübvansiyonlardan daha

az faydalanmaktaydılar. (Göker, 2006, s.120)

Bu yıllar aynı zamanda bir sanayi sermayesinin oluşması için gerekli bir ulusal

pazarın oluşmasını emek-gücü dahil olmak üzere “metalaşmanın” yaygınlaşmasını

sağlamıştır. Tarıma makine girmesiyle beraber atıl kalan bir işgücü köylerden kentlere

akmaya başlamıştır. 1950-53 arası ekonomi hızla büyümüştür. Bu yıllarda karayollarını

yaygınlaştırma politikası, tarımdaki makineleşmenin ve toprak kullanımının da

hızlanmasıyla beraber ortaya çıkan emek fazlası ile birleşince, yetersiz toprak sahibi ve

işsiz köylü kitlelerin gelir elde edebilmek için kente göçleri başlamıştır. Yolculuk

etmenin kolaylaşması, emek akışkanlığını arttırmış, büyük kentlerin emek piyasaları

birdenbire genişlemeye başlamıştır. Büyük kentlerin civarında kurulmaya başlayan

çeşitli ölçekteki sanayi tesislerine emek arz eden bu niteliksiz işçi kitlesi iktisadi

büyümeyi hızlandırmıştır. Alınan dış borcun da devreye girmesiyle ekonomik

büyümede büyük bir sıçrama ortaya çıkmıştır. Böylece DP’nin ilk iktidar yılları İkinci

Dünya Savaşıyla tam bir tezat oluşturmuştur. (Kalaycıoğlu, 1998, s.40)

Bu gelişmelerin, eski feodal üretim ilişkileriyle bir arada yürüdüğü bölgelerde

değişimin sonuçları şiddetlidir. 1950’ler boyunca tarihinde görülmedik hareketliliği ve

canlılığı yaşayan Doğu tarımında da toprakta toplulaşma ve topraksız köylü oranı arttı.

Bu süreç, kırdan kente göçü hızlandırdı ve ücretli emek kullanımını hareketlendirdi.

Gerek tarıma makinenin girişi, gerekse de toprakların ağalarca zaptı ya da miras yoluyla

küçülünce ağaya satılması gibi faktörlerin etkisiyle 1950’lerden, 1960’lara topraksız

aile oranı, 1950 başında %6 iken, 1960’larda %31’e çıktı. Diyarbakır ve Urfa gibi

yerlerde topraksızlar %50 gibi bir orandaydı. (Sönmez, 1995, s.144)

Page 29: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

22

Emek-gücü “metalaşırken”, kırlar da çözülmekte, şehirler yeniden

biçimlenmeye başlar bu dönemde. 1950’li yıllarda artan kentleşme ile beraber gelişen

diğer bir olgu da gecekonduların hızla artmasıdır. 1950’li yıllardan sonra artan

gecekondu sayısı 1960-1970 yılları arasında yüksek hızda seyretmiştir. 1955’de 50.000

olan gecekondu sayısı 1960’da 240.000’e, 1965’de 430.000’e ve 1970’de 600.000’e

çıkmıştır. Aynı şekilde gecekondu nüfusu da aynı oranda artmıştır. Gecekondu

nüfusunun kentsel nüfus içindeki oranı da gittikçe yükselmiştir. Bu oran 1955’de %4,7

iken 1960’da %16,4; 1965’de %22.9 ve 1970’de %23,6 olarak oldukça hızlı bir yükseliş

yaşamıştır. (Tuna, 2004, s.51-52) 1950’lerde Türkiye tarımında yaşanan makineleşme

sonucu işsiz kalan ortakçı ve yarıcılardan bir bölümü kentlere kasabalara, kentlere aktı.

Örneğin, İstanbullu olmayan sakinlerin oranı 1950’de il nüfusunun %35’iyken, 1966’da

%45’e, 1975’de %75’e yükselecekti. 1950’de 1milyon 166 bin olan İstanbul nüfusu

1960’da 1 milyon 882 bin kişiye çıkacaktı. Artan nüfusu emebilecek bir sanayi

yapısının olamaması büyük bir yedek işgücü doğmasına yol açmış, bu da işgücü

piyasasında ucuz emek kullanan sermayedarlar lehine bir gelişmeye neden olmuştur.

Öte yandan 1963’e değin Türkiye genelinde olduğu gibi İstanbul’da grevli, toplu

sözleşmeli sendikal hakların olmaması, ekonomik ve sosyal hakların düşük düzeyde

kalmasına ve dolayısıyla sermaye lehine gelişmesine, birikimin hızlanmasına yol

açmıştır. (Sönmez, 1990, s.45) Bu dönemde işçilerin ilk büyük sendikası Türk-İş 31

Temmuz 1952 tarihinde kuruldu. Henüz grev hakkına sahip olamasa da 1960’a kadar

sendikalar büyümesini işçi sınıfının artışını yansıtacak biçimde 1 milyona yükseldi.

(Çeçen, 1973, s.38)

Kısa süren altın yıllarda, ticaret ve toprak sermayesine dayalı bu egemenlik,

herkes için yükselen gelirler getirirken, bu egemenlik toplumsal olarak

sorgulanmayacaktı. Bu aynı zamanda toprağın ulusal ekonomide oynadığı rolün parçası

olarak, toprağa dayalı bir sanayileşme isteğinin egemen olduğu bir dönemdir. Tarıma

dayalı bir büyüme ve kalkınma modeli 1940’lar ve 1950’lerin “popüler özlemidir”.

(Boran’dan aktaran Ercan ve Tuna, 2006, s.153) Köye giren Amerikan traktörleri ikili

bir duygu yaratmıştı. Hem toprağın bağrındaki güçleri güçlerin makineyle nasıl

arttırılacağını göstermiş, hem de o vakte kadar boşa gitmiş ve halen gitmekte olan

tarımdaki verimsiz emeği açığa çıkarmıştı.

Page 30: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

23

3.3 Büyümenin Durması ve Bunalım

1954’e geldiğinde ise büyümenin ilk dalgası durur. Savaş sonrası ilk yapılanma

ve Kore Savaşının arttırdığı tarımsal ürün talebi, düşmeye fiyatları inmeye başladı.1954

yılında yapılan dış yardım 1950’dekinin 1/50’sine düşer. TMO’nun 1953 ile 1955

arasında tarıma verdiği kredilerde yarıdan fazla düşüş olur. 1953 yılında 1 milyar 109

milyon olan ihracat, 1955 yılında 877 milyon TL’ye düşüyordu. Hükümet dış açığı

kapatmak için tarımda makinelerin ve sanayi için gerekli olan maddelerin ithalatını

kısıtlamak zorunda kalmıştı. Kişi başı gelir, 1953’te 556 TL’den, 1954 yılında 490

TL’ye düşer. Kişi başı buğday tüketimi ise 1951 yılında 166kg iken, 1955 yılında

135kg’ya düşer. Enflasyon her türlü yoldan hızlanır. 1954’ten, 1958’e kadar para

oylumundaki artış %120’dir. Bu dönemde, bütçe açığı toplam gelirlerin 1/3’üne

ulaşmıştır. (Yerasimos, 1980, s.738) 1954-62 alt dönemi, tarıma ve dış ticarete ağırlık

veren modelin sürüklendiği bunalım koşullarında, KİT’leri kullanan ancak özel sektör

denetiminde ilerleyen ithal ikamesinin fiilen başladığı yıllardır. Tarımdaki durgunluğun

yanı sıra imalat sanayindeki büyüme, 1960’larla karşılaştırıldığında sınırlı kalmıştır.

GSMH’nin ortalama büyüme hızı %4’ün üzerine çıkmamıştır. 1954-62 yılları, 1978-

83’ün durgunluk yıllarından sonra İkinci Dünya Savaşı sonrasında büyüme hızının en

düşük olduğu alt dönemi oluşturmaktadır. (Pamuk, 1987,s.52)

Toprak sermayesi özellikle büyük olanları ve ihracatçı tüccar, iki tür basınç

altındaydı. Savaş sonrası ilk yapılanma sürecinin yavaşlamasında da genişlemesinde

olduğu gibi Batı merkezli bir yavaşlama göze çarpıyordu. Ve 1946’dan, 1954’e kadar,

Türkiye’yi uluslar arası ekonomiye bağlayan Marshall Planı ve 1947 Vaner Planı, 1954

sonrası süreci taşıyamaz hale geldi. 1954’ten, 1958’e kadar Türkiye ikili kliring ticaret

anlaşmalarıyla iş yapacaktı. (TTOSOTTB, 1962, s.74) Bu durum savaşın arkasından

oluşturulan Batı bloğu ve “düzenleyici kurumların” krizine işaret ediyordu.

Bu dönemde, savaş öncesi yapılaşmayı sürdürmek, çevre ülkelerin ticaret ve

toprak sermayesi üzerinden dünya işbölümüne bağlanmanın sınırlarına gelmiş

görünüyor. ABD’de bu dönemdeki veriler bir kar oranı düşüş eğilimini veriyor. (Baran

ve Sweezy, 1970, s.130) Merkezdeki sanayi sermayesi değersizleşme sorunu

yaşamaktadır ve çözüm olarak kendi çeperine taşmak istemektedir. Bunu yaparken de

Page 31: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

24

ulusal ekonomilerin içinde birikimin geldiği aşamaya özgü bir sınıfsal koalisyonu talep

etmektedir. Bu anlamıyla artık o dış değil, içeride ortaklıkları ve müttefik sınıfları olan,

genel siyaset üzerinde etkili lobiler kurabilen içyapının parçası olmuştur. 1954’ten

sonraki süreçte ise uluslararası değişen yeni koşullar karşısında, uluslararası sermaye

de sanayi sermayesi olarak, içeride yeni sınıfsal ittifaklar kurmaya çalışacaktır. 1954’ten

itibaren, hükümetin ödemeler sorunuyla beraber dış ticarette uygulamaya başladığı

korumacı politikalarla birleşen bir süreçte yabancı firmalar Türkiye’ye ihracat yapmak

yerine, Türkiye’de doğrudan yatırımlara yöneldiler. Bunu da Türk girişimlerle ortaklık

kurarak yapmayı tercih ettiler. Daha önce yabancı firmaların distribütörlüğünü üstlenen

bazı yerli tüccarlarda dış ticarette meydana gelen sıkıntılarla beraber sanayiye

yöneldiler. Böylece, ithal kısıtlamalarının olumsuz etkilerinden kaçınmak için, daha

önce ithal ettikleri ürünün, yerli üretimine geçen ticaret burjuvazisi sanayi burjuvazine

dönüşme yönünde adım attılar. Ancak yerli girişimciler “yönetim bilgisi becerisi” ve

“teknoloji bilgisi”nden yoksun olduğu için öncelikle distribütörlüğünü yaptıkları

yabancı firmalara ortaklık teklifi götürmeyi tercih ediyorlardı. Kurulan ortaklıklar

yoluyla teknolojili avantaja, yönetim becerisine sahip olan Türk girişimcileri diğer

rakiplerine göre daha avantajlı konuma geldiler. Bir diğer önemli nokta da bu dönemde,

bu dönemde, yabancı firmalarla ortaklık yoluyla sanayiye geçen bu kesimlerin, bu

yabancı firmaların ürettiği ürünlerin satıcılığını elde etmek için çaba göstermesidir. Bu

dönemde yabancı sermaye, “özel sermayenin” birikim sürecinde önemli katkılarda

bulunmuştur. (Dumludağ, 2003, s.257-258)

Meta şeklindeki sermayenin, uluslararası dağıtım alanını taban olarak alıp

birken iç ticari sermayenin üretime dönüşmesi 1960 yıllarında hızlandı, yaygınlaştı. Bu

dönüşüm, devletin teşvik kanunlarının himayesinde ve genellikle bir metanın üretim

sürecindeki son kısımların, son üretim faaliyetlerinin Türkiye’ye ithal edilmesiyle

gerçekleşti. (Şeni, 1978, s.50)

Liberal bir retoriğe rağmen Menderes Hükümeti sıklıkla yüksek değerli kur

oranları ve ithalat kısıtlamaları gibi içe dönük siyasa araçları kullanır. Türkiye’de 1954-

1958 arasında giren dış yardımların kullanımında iç Pazar için üreten tüketim malları

sanayi kayrılmış, 1950’lerin ortasından itibaren İthal İkameci Sanayileşme (İİS)

stratejileri, ithalat lisansları ve niceliksel kısıtlamalar gibi araçlarla artan dış açıkları

Page 32: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

25

kapamada kullanılmıştı. Dışarıdan alınan ve yurtiçinde üretilen mallar arasında fiyat

uygunluğu sağlamak için 1956’da kurulan ithal malları Fiyat Tespit komitesi, 1957’de

ithalat vergilerine yapılan zamlar ve 1958’de ithalatçılardan istenen depozito tutarında

yapılan %20’lik artış gibi uygulamalar ile kontroller sıkılaştırılır. (Göker, 2006,s.118)

Yine de Menderes Hükümetinin sanayiye karşı teşviki, sistematik ve tutarlı bir

şekilde olmamıştır. 1958-60 döneminde, Menderes Hükümeti “ödemeler açıklarını”

kapamak için uyguladığı 1958 İMF programıyla da, “tarım ihracına” yani toprak

sahipleri ve tüccar koalisyonunu sürdürmeye çalışmış, bunun sınırlarıyla da kısa

zamanda karşılaşıldı denilebilir. Gerçekten de, bu dönemde 1954’ten, 1958’e kadar

düzenli olarak büyüyen sanayi gelirlerinin, 1958 İMF istikrar programından sonra

gerilediği, ticaret ve toprak gelirlerinin ise arttığı görülüyor. 1958 programının

uygulamaları, Demokrat Parti hükümetinin son döneminde, torak sahipleri lehine

uygulanmış gözüküyor rakamlardan; 1953’te %10,4 olan MG içindeki sanayi payı

1957’e kadar düzenli olarak yükselerek %11,7’e gelirken, 1958 ve 1959’da sırasıyla

%10,9 ve %10,8’e iner. Ziraatta ise 1953’den 1957’ye kadar, %50,6’dan %44,7’e kadar

düzenli azalma varken, 1958’de %46,9 ya yükselir. Aynı şey ticaret sektöründe de

gözleniyor. 1953’ten 1957’ye kadar, %10,4’ten, %9,7’ye inerken, 1958’de artış gösterir.

%9,9’a ve ertesi yıl, %10,4’e çıkacaktır. (TTOSOTTB, 1962, s.10) En kalabalık

ihracatçı tüccar grubunu barındıran İst. Ticaret Odasının istikrar paketini desteklemesi

de, 1958 programını eski hakim güçlerin kendileri lehine kullanmaya çalıştıklarını

gösteriyordu. (Göker, 2006, s.120) Reformun ekonomi üzerindeki etkileri güçlü oldu.

1959-61 arasındaki GSYH büyümesi, 1956-58 arasındaki %5,6’lık orana kıyasla %4

geriledi.1959’da ihracat önceki yıla kıyasla %43,1 arttı ama bundan sonra 1962’ye

kadar 354 milyon dolar seviyesini aşamadı. (Göker, 2006, s.121)

İktisadi faaliyetteki genel yavaşlama, 1957-58 bunalımı ve Ağustos 1958

istikrar tedbirleriyle birleştiğinde bu politika yeni gelişmekte olan sanayi sermayesine

büyük bir darbe vuracaktır. (Savran, 1987, s.137-138)

Page 33: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

26

Savran’a göre;

“DP, izlediği kredi politikası, ithalatta genel olarak benimsediği liberasyon

ilkesi (bu ilke zaman zaman döviz kıtlığı nedeniyle çiğnenecektir), sanayiye (60’lı

yıllarda sistematik hale gelecek olan) özel teşvik önlemleri uygulamaktan kaçınışı,

ekonominin bütününün sanayi çıkarlarını temel alan bir planlama yoluyla

düzenlenmesine karşı direnişi vb. dolayısıyla, sanayi sermayesinin çıkarlarını, sınıfın

öteki dilimlerinin çıkarlarının önüne almaktan uzak durmuştur.” (Savran, 1987, s.137)

Gerçekten de, özellikle yabancı sermayelerle ortaklık yapabilecek büyüklükte

olan sanayiciler, maddi birikim ve servetleriyle orantılı olarak Odalar Yönetimi ve

meclisinde temsil edilmemekten, hegemonya kuramamaktan rahatsızlardı. Sanayici

Sabancı, otuz yıllık oda geçmişinde sadece bir kez meclise seçilmiştir. Koç, ancak 27

Mayıs’ın arkasından askerlerin atamasıyla Odalarda başkanlık yapmıştır. Bu dönemde

“Odaların” döviz tahsis yetkisini de elinde tuttuğunu düşünürsek, bu temsil sorununun,

kaynaklar için mücadele olduğunu düşünebiliriz. (Sönmez, 1987, s.168) Büyük Sanayi

burjuvazisinin “planlama örgütü” gibi merkezi bir yapıyı talep etmesinin altında da bu

temsil ve kaynak sorunu vardı.

Page 34: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

27

4. 27 MAYIS; OLAYLAR VE YÖNETİM

Bu bölümde, 27 Mayıs sürecindeki olayları ve onun hemen arkasından gelen

yönetimin genel özellikleri saptanmaya çalışılacak. Böylece, “ithal ikameci” bir sürecin

kurumlarını DPT’yi Anayasaya yerleştirecek, bir banka-sanayi burjuvazisi ve birikim

yaratma konusunda bir dönüm noktası olacak bu sürecin bazı özellikleri çözümlenmeye

çalışılacak.

27 Mayıs 1960 müdahalesi, 1958’den beri toplumsal ve siyasal bir bunalıma

dönüşmüş, iç ve dış uluslararası bir bunalım ve yeniden yapılanmanın parçasıydı.

1958’den itibaren, üçüncü dünyada yükselen kitlesel bir hoşnutsuzluk dalgası

Türkiye’yi de içine almış gözüküyor. 1958’den itibaren, CHP ile DP arasındaki

mücadele sertleşmiş, kitlesel çatışmalara dönüşmeye başlamıştır. Bunun üzerine

eklenen bir aydın ve üniversite hareketi de, Demokrat Parti hükümetine karşı gelişmişti.

Dolayısıyla, askerlerin müdahalesi, böylesi bir hükümet karşıtı gösterilerin parçası

olmuştur. 1958’den sonra yükselen hoşnutsuzluk, 2. Dünya savaş sonrası yükseliş

koşullarının durmasına, artık toplumu ve üretimi kapsama yeteneğini yitirmiş hakim

toprak ve ticaret sermayesine karşı tepkinin ifadesi olarak değerlendirilebilir. Merkez-

çevre arasında eski uluslararası işbölümü dağılırken ve sanayi birikimi dünya ölçeğinde

yayılma dürtüsündeyken, toprak sahipleri güçlerini yitirirken, bunun yarattığı bunalım

ve yeniden yapılanma da, aynı zamanda siyasal-toplumsal bunalıma neden olmuştur.

27 Mayıs sürecinde, bu ekonomik-siyasal bunalıma eşlik eden, ordunun bu

bunalım içinde önemli bir rol oynamasını sağlayan özel bir durumda söz konusudur.

Ordunun içinde, 1950’lerin ortasından beri gündemde olup, sürekli ertelenen reformlar

söz konusudur. Savaş sonrası Türkiye’nin katıldığı askeri bloktan aldıkları yardım ve

yeni ekipmanlar, “ordu”nun yapısı içinde bir farklılaşma ve değişimi zorunlu kılmıştı.

Savaşa girmeyen, Türkiye Ordusu’nun hantal yapısı, savaşı kazanan ABD askeri

programlarının etkisiyle değişmişti. Askeriye içinde yabancı ülkelerde uzmanlık ve

mühendislik dersleri alan yeni bir subaylar kuşağı, eski kıdeme dayanan hantal yapıya

karşı daha teknokrat, yeteneğe bağlı bir terfi sistemi istiyorlardı. Bu kuşak çok uzun

zamandır ordu içinde bir reform programının peşindedir. Bu reform, subayların

yükselmesini engelleyen, eski Prusya askerlik anlayışının temsilcisi olarak gördükleri

Page 35: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

28

generalleri ve subayları eleyip, ordunun hantal yapısını değiştirmeliydi. 27 mayıs’ta

Demokrat Parti iktidarını devirip, iktidarı ele geçiren bir bütün olarak ordu değil, reform

peşinde bu genç orta düzey subaylardı. Aksine, ihtilal aynı zamanda ordu içinde

yapılmıştı. İhtilal yönetiminin ilk uygulamalarından biri de, 235 generalin ordudan

çıkarılması olacaktı. “Orduda Reform” bölümünde ordu yapısı içinde bu farklılaşmaya

değinilecektir.

27 Mayıs üzerinde yapılan yerli çalışmalarda, bu genç subaylara bir değinme

var. Ama bir bütün olarak “orduda reform” ihtiyacı ve bunun yarattığı sonuçlara ilişkin

bir değerlendirme yok. Ama 27 Mayıs’ın olgularını açıklama konusunda bu sorunun

önemli bir yer tuttuğu görülür. Bu durum, 27 Mayıs’ı kendisinden sonra gelecek 12

Mart ve 12 Eylül müdahalelerinden farklılaştıracaktı. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12

Eylül’den farklı olarak askeri hiyerarşinin içinde gerçekleşmedi. Nihayet, 27 Mayıs’tan

sonra kurulan ilk hükümet ve yönetim, ordu içinde generallerle, orta rütbeli subaylar

arasında “bölünmüşlükle” hareket edeceklerdi.

Bu bölünmeyi sağlayan koşulların basitçe şu ya da bu kişi değil de, ordudaki

değişim ihtiyacını zorlayan faktörler olduğunu düşünmek daha akla uygundur. Yani 27

Mayıs askeri müdahalesine özgünlüğünü veren subayların kendi generallerinden

bağımsız hareket etmesini sağlayacak koşullar da, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’nı

kazanan hegemonik Amerika askeri-sınai örgütlenmesiyle karşı karşıya gelmesiyle

oluşmuştur. Savaş sonrası gelişen bir uluslararası sanayi sermayesi, nasıl ülkedeki

sınıflar dengesini, ülke içi “sanayi birikimi” doğurmak için zorluyorsa, Amerikan

askeri-sınai kompleksi de, orduların eski yapılarını modernleştirme yönünde bir basınç

yapıyordu denilebilir. Orduların donanım yapısı da ülke içindeki sanayinin durumu da,

bir düzeyiyle, “sanayi birikiminin” dünya çapında geldiği aşamayı yansıtmaktadır.

Bu son noktaya ilişkin bir gözlem belirtirsek, 27 Mayıs bu anlamıyla

kendinden sonra gelecek askeri müdahalelere değil, kendisinden önce gelen 1908

devrimine daha benzer. 1908’de de Osmanlı’yı saran ekonomik ve toplumsal bunalımda

,ordu içinden Jön Türk’ler çıkacaklardır. Bütün gelişimini bir tarafa bırakırsak, 1908’de,

1960 gibi, önemli gündemi ordu içinde reformlar olup, 1908’e de damgasını vuran,

paşalarla reform yanlısı subayların mücadelesi olacaktı. Ve ikisinin sonuçları da, eski

Page 36: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

29

hakim sınıfların egemenliğini sarsar. 1908 Gayri-Müslimlerin egemenliğini, 27 Mayıs

ise, toprak sahiplerininkini. Burada hem gözlem, hem de bir soru olarak, şunu söylemek

istiyorum; ordudaki bu reform ihtiyacı Türkiye’de neyin ifadesidir ve bu benzerlik nasıl

mümkün olmaktadır? Bu dönemlerde, uluslararası ekonomik-siyasal kırılmalar ve

yeniden yapılanma süreçleri nasıl ülke içi sermaye bileşenlerinin üzerinde bir etki

yapıyorsa, benzer bir etkiyi de“savunma sanayi” ve askeri yapı içinde yaptığını

söylemek mümkün gözüküyor.

“Bölünmüş Yönetim” bölümünde de, bu bölünmenin, ülkenin yönetimi

konusundaki sonuçları üzerinde duracağız. Bu subayların hakim gruplardan özerk

müdahalesi ekonomi yönetiminde de baş gösterecekti. Subayların büyük sermaye karşıtı

reformcu uygulamaları, tepki uyandıracak, siyasal, askeri üst bürokrasi ve büyük

sermaye’nin işbirliğiyle, bu kesimler kontrollü bir şekilde tasfiye edileceklerdi. Bu

süreç kolay olmayacak, ordunun ve devlet aygıtlarının bölünmesi ve otorite boşluğu

1963’e kadar sürecekti.

4.1 27 Mayıs Olayları

1958 güzünden itibaren DP iktidarı yeni ve daha şiddetli bir baskı dönemi

başlattı. İktisadi bunalımın sonucu olarak istikrar önlemleri, ve ağır bir devalüasyon

fiyatları fırlatmış halkı perişan etmişti. Öte yandan 1957 seçimlerinde CHP yükselişe

geçmiş, çoğunluk dizgesine rağmen meclise kalabalık bir milletvekili grubu sokmayı

başarmıştı. İktisadi durumun kötülüğü hesaba katılırsa bundan sonraki seçimleri CHP

tarafından kazanılması muhtemeldi. (Akşin,s.218,2002)

Akşin’e göre; “1958’den sonra iktidardaki DP’yle muhalefetteki CHP

arasındaki siyasi kapışmanın arttığını ve hükümetin baskıcı önlemleri giderek

arttırdığını” görüyoruz. Baskının artışında dönüm noktalarından biri Irak’ta 14 Temmuz

1958’de gerçekleşen askeri ihtilalin olduğu, DP iktidarında bu durumun darbe ya da

devrim korkularını arttırdığı yaygın yorumlar arasındadır. (Akşin,s.219,2002)

Irak’ta askeri bir ihtilal olmuştu. Kral ve kadın kıyafetleri içinde kaçmağa

çalışan Nuri Said öldürülmüştü. 15 Temmuz’da Ankara’da Bağdat Paktının yapılacağı

toplantı için gelenler arasında ihtilal haberi endişeli tepkiler yarattı. Irak'taki ihtilal

Page 37: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

30

ABD'de de şok etkisi yarattı. New York Times gazetesi bir hafta boyunca ilk 10

sayfasını sadece o olaya ayırdı. Başkan Dwight Eisenhower ihtilali, "Kore Savaşı'ndan

bu yana en ağır kriz" diye niteledi. Hemen ertesi gün 20 bin Amerikan deniz piyadesi

Lübnan'a inmeye başladı. Bir gün sonra da 6.600 İngiliz paraşütçüsü Ürdün'e ulaştı.

Ardından ihtilalin Ortadoğu'ya yayılmasını önlemek için ABD'nin doğrudan

müdahalesini, hatta savaş ilan etmesini öngören ‘Eisenhower doktrini’ açıklandı.

(Sabah, 23 Nisan 2005)

İhtilalin üstelik Bağdat Paktı toplantısının olduğu gün yapılması tesadüf gibi

gözükmüyor. Nuri Said, Menderes’le birlikte, Sovyetleri Ortadoğu’dan uzak tutmak için

kurulan Bağdat Paktının en önemli üyesiydi. 1955’in Ocak ayının başında, Adnan

Menderes’in Irak’ı ziyareti sırasında kuruluşu ilan edilmişti. Bağdat Paktı ise

1950’lerin sonunda Altın yıllarını yaşayan sömürge karşıtı Arap milliyetçiliğinin ve

Bağlantısızların Ortadoğu’daki kahramanı Nasırında öfkesinin hedefi durumundaydı.

Irak, resmen Bağdat Paktından ayrıldı ve Bağdat Radyosu, Irak’ın emperyalizmle olan

son bağının da koparılmış olduğunu söyledi. (Cumhuriyet’ten aktaran Ahmad, 1976,

s.193) Bu olayla birlikte Bağdat Paktı ve dolayısıyla Menderes’in Ortadoğu politikası

da iflas etmiş oluyordu. Menderes’in bu olaya tepkisi aşırıydı. Daha sonraları Yassıda

davaları sırasında açığa vurulan bilgilere göre, Menderes Irak’a askeri bir müdahalede

bulunmaya karar vermişti ve Amerika ile ısrarlı tartışmalardan sonra bundan

vazgeçmişti. (Toker’den aktaran Ahmad, 1976, s.181) Türk Hükümeti 20 temmuz

1958’de seferberlik için ihtiyati tedbirlerin alındığını ve 22-45 yaş arsındaki erkeklerin

askerliğe çağrıldığını bildiriyordu. Irak’a askeri müdahale kararı bir meydan okumadan

öteye geçmemişti ama bu tarihten, 27 Mayıs’a kadar, ihtilal tehdidi muhalefetle iktidar

arasında en ateşli ve popüler suçlamalarından biri olur.

Balıkesir’de yaptığı konuşmada Menderes muhalefeti, halkı Irak’tan örnek

almaya ve zor kullanıp komplo düzenleyerek hükümeti devirmeyi kışkırtmakla suçladı

ve darağaçlarını hatırlattı. (Aydemir’den aktaran Ahmad, 1976, s.377-8)

Yine Akhisar’da yaptığı başka bir konuşmada Menderes, “Memleketi

ihtilallere, kardeş kavgalarına sürüklememek için katı azim sahibiyiz. Böyle bir hareketi

Page 38: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

31

katiyetle ve azami süratle kahretmeğe hazırız.” diyordu. (Basın’dan aktaran Ahmad,

1976, s.184)

1958’in sonu böyle bir havayla başlamıştı. Bu hava içeride, siyasi mücadelenin

keskinleşmesi ve tabana yayılması olarak kendini gösteriyordu. CHP ve İnönü’nün her

mitingi engellemeler, polis ya da DP’lilerin baskısıyla karşılaşmağa başlamıştı.

“Çankırı’da İnönü’yü karşılamağa gelen halk, kuvvet zoruyla dağıtılır.” (Basın’dan

aktaran Ahmad, 1976, s.186) “Uşak’ta halkı dağıtmak için polis gözyaşı bombası

kullanır.” “Uşak valisi İnönü’den kendi evinde kalmasını ister ama İnönü kabul etmez.”

“İnönü ve beraberindekiler, sayıları bine yaklaşan bir kalabalığın saldırısına uğrarlar.”

“Atılan bir taşla İnönü yaralanır.” Uşak olayları, CHP-DP ilişkilerinde Türkiye’nin iç

siyasasında önemli bir rol oynar. Cumhuriyet gazetesinin, 52 gezide ve 6120 kişi

arasında hazırladığı bir ankette, Uşak olayları, 1959’un en önemli iç olayı olarak

nitelendirilir. (Basından aktaran Ahmad, 1976, s.194) İnönü, İzmir’de Atatürk’ün

annesinin kabrini ziyaret etti. İzmir Valisi Kemal Hadımlı CHP kongresinin

toplanmasını ve her çeşit spor faaliyetlerini yasakladı. (Basın’dan aktaran Ahmad, 1976,

s.195)

Olanlar, DP’nin içinde de bir çatlak yaratır. Demokrat Parti Muhalifleri

olanlara karşı seslerini yükseltmeye başlar. DP Ankara il Kongresinde, hükümet hayli

eleştirilir, özellikle zamlar konusunun idaresizlikten meydana geldiği ileri sürüldü. Bazı

demokratlar Uşak olayını ele alarak hükümetin zor kullandığını söyledi. (Basından

aktaran Ahmad, 1976, s.196)

İnönü ise geri adım atmaz, iktidara karşı saldırısını yoğunlaştırır. “İhtilalle

iktidara gelmek ihtimalini bize isnat etmek Başbakan’ın ilk günden beri adedidir. Bu hal

baskı idaresi kurmak hevesinin mantıki neticesidir. Baskı idaresi kurmak isteyenler,

kendilerini doğal olarak daima ihtilal tehdidi altında görürler” diyordu. (Basından

aktaran Ahmad, 1976, s. 205)

Siyasi havanın gerginliği 1960 Nisanına geldiğinde ise olağanüstü artmıştı. 18

Nisan Sabahı Ankara’da, meclisin o gün öğleden sonraki oturumunun önemli bir

oturum olacağı haberi yayılmıştı. O günkü oturumun gündeminde, CHP ile basının bir

Page 39: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

32

bölümünün faaliyetleri hakkında soruşturma açacak bir Tahkikat komisyonu kurulması

için iki DP’linin verdiği önerge yer alıyordu. Oturum İnönü’nün teklifin diktaya

götürücü ve Anayasaya aykırı olduğunu belirten sert bir konuşmasıyla açıldı. Ardından,

DP milletvekillerinde Samet Ağaoğlu, İnönü’nün Kurtuluş Savaşından bu yana işlediği

suçları sayan bir konuşma yaptı. Kürsüye gelen İnönü ise 27 Mayıs’ın en çok hatırlanan

konuşmalarından birini yaptı.”Eğer bu yolda devam ederseniz, sizi ben bile kurtaramam

“dedi. Ve o gün tahkikat komisyonu kuruldu. Komisyon kurulur kurulmaz memlekette

bütün siyasal faaliyeti ve soruşturmasıyla ilgili her türlü yayını yasaklayan bir karar aldı

Bununla birlikte, Tahkikat komisyonuna geniş yetkiler veren kanun 27 Nisan’da

çıkacaktı. Soruşturmaları aksatacak her türlü yayının yasaklanması; bu yasağa uymayan

gazetelerin süresiz olarak kapatılması, soruşturmalar için gereken her türlü dokümana el

konulması; komisyonun durdurulmasını gerekli gördüğü her türlü siyasal faaliyetin

yasaklanması; bu yasaklardan herhangi birine uymayan bir kişiye, seri muhakeme

usulüyle altı aydan 3 yıla kadar hapis cezası vermek; ve kazai, cezai ve adli kanunların

işleyişini durdurmak. (Weiker, 1967, s;24-25)

DP tarafından hazırlanan ve CHP hakkında meclis soruşturması açılması

istenen önergede özetle, CHP’nin hücre örgütü kurarak yıkıcı ve yasadışı faaliyetlerde

bulunduğu, ihtilal yöntemlerine başvurduğu, orduyu siyasete karıştırdığı, üyelerini

silahlandırdığı, halkı yasaları çiğnemeye ve hükümete karşı kışkırttığı ileri

sürülmekteydi. Cem Eroğul’a göre “yıldırma kurulu” diye adlandırılabilecek bu

komisyon un yetkilerini düzenleyen yasa “DP diktotaryasına hukuksal zemin sağlamak

için oluşturulmuştu.” Eroğul’a göre yapılmak istenen “CHP’nin kapatılması ve

seçimlere öyle gidilmesiydi.” Dolayısıyla böyle bir rejimin kurulması yalnız hukuksal

anlamda değil, işlevsel olarak da bir rejim darbesi özelliğini taşıyordu. (Atay, 1998,

s.85-86)

Tahkikat Komisyonunun kurulduğu günün ertesi günü, İnönü resmi bir

ziyafette bulundu ve ondan sonra da İnönü halk arasında bir daha görülmedi. 27

Mayıs’a kadar olan muhalefeti artık üniversite üzerine alıyordu. Sahne şimdi

üniversitenindi. Taylak Ankara’daki eylemleri şöyle anlatıyordu;

Page 40: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

33

“19 Nisan 1960, Komisyonun kurulduğu ertesi gün, günlerce için için

kaynayan kazan, ilk lavlarını Ankara’nın Atatürk bulvarına, hem de Kızılay’ın göbeğine

boşaltıveriyordu. bir şeyler bekleniyordu. Açık olarak kimse neyi ve kimi ve neleri

beklediğini bilmeden sisli bir bekleyiş içindeydi. Gençlik bir alev gibi, Atatürk bulvarına

boşaltılırken, yalnız Ankaralıların değil, beklide bütün yurdun gözleri bu bulvara ve

orada cereyan edilen olaylara çevriliyordu. Çünkü bulvar bir arena gibi gövde

gösterilerinin yapıldığı yer olmuştu. ( Taylak, 1969, s.275)

Gösteriler genellikle akşam sat 17.00 ile 19.00 arasında başlıyordu. Her akşam

o saatlerde polisler ve askerler, trafiğin en sıkışık olduğu saatlerde herhangi bir

köşeden,”hürriyet, hürriyet, Menderes istifa! Diye hep bir ağızdan bağırarak çıkacak

olan nümayişçileri karşılamak için caddelerde kol geziyorlardı. Polisler ve askerler

caddeleri kordon altına alıyor, ara sıra göz yaşartıcı bomba kullanıyor, birkaç öğrenci

tutuklanıyor ve sokaklarda, evlerin balkonlarından, pencerelerden olayları seyreden

kalabalık akşam yemeğine gitmek üzere dağılıyorlardı. (Taylak, 1969, s.275)

Bu arada Kore’de 13 Nisan 1960’da başlayıp 27 Nisan’da Cumhurbaşkanının

istifasıyla sonuçlanan olaylar muhalefete yeni bir ilham kaynağı daha verecekti. Sansür

kısıtlamaları nedeniyle Türkiye’deki eylemleri veremeyen haber yapamayan gazeteciler,

Cumhurbaşkanı devrildikten sonra bile Kore’deki eylemlerin haberlerini vermeye

devam edecekti. (Zürcher, 1999, s;350)

İstanbul’da ise eylemlerin merkezi Beyazıt’tır. 28 Nisan 1960. I. sınıf

amfisinde kurulan Tahkikat Komisyonu'na gönderme yapıp, ''Hukukun bittiği yerde

hukuk okunmaz'' diyerek ateşli bir konuşma yapan hukuk öğrencisi rahmetli Nuri

Yazıcı kürsüden iniyor, binlerce öğrenci yürüyerek orta bahçeye çıkıyor. (Coşkun,

2004) 27-28 Mart günü kitlesel öğrenci eylemleri gerçekleşir. Tam bir arbede yaşanır.

Polis öğrencilerin üzerine ateş açar, bir öğrenci ölür, yaralananlar olur. Hukuk fakültesi

ve profesörler, daha sonra 27 Mayıs ihtilalinden sonra oldukları gibi eylemlerin popüler

figürleridir. Rektör Sıdık Sami Onar, polis tarafından tartaklanmış görüntüsüyle

hafızalara düşer. Anayasanın tahkikat komisyonuyla ihlal edildiği ve hükümetin

meşruluğunu yitirdiği, ortak duygudur. “Hürriyet, hürriyet” sloganları, öğrencilerin en

çok tekrarladıkları sloganlardır. (Taylak, 1969, s.277)

Page 41: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

34

Basına konulan sansürde kulaktan kulağa ölü ve yaralı sayısını arttırmaktan ve

isyanın boyutunu arttırmaktan başka bir işe yaramaz. Ertesi gün Ankara Üniversitesine

sıçrar olaylar. Ankara Sıkıyönetim Komutanı General Namık Argüç, daha sonra MBK

üyesi olan Vehbi Ersü’ye ateş açma emrini uygulamadığı için tutuklatır. Hükümet

olayları bitirebilmek için üniversiteleri bir ay süreyle kapatır. (Weiker, Türk Devrimi,

s.27) İstanbul'daki bütün öğrenciler, gemilere ve trenlere bindirilerek ailelerinin yanına

gönderilir. Ama gösteriler İstanbul ve Ankara'da 26 Mayıs'a kadar kesilmeden sürer.

Ama bu da olayları bitirmez. Hükümet, muhalefet karşısında geri adım atmaz.

Daha ağır sıkıyönetim yasaları yürürlüğe konur. Ankara Örfi İdare Kumandanlığı 25

nolu bir bildiri yayınlar. Şehir içinde ve bilumum ana caddeler ve meydanlar üzerinde

beş kişiden fazla guruplaşmalar ve dolaşmalar yasaklanır. Otobüs ve sinema önlerinde

dizilişler bir kişiden fazla olamayacaktır hükmü getirilir. Her türlü lokanta ve kafede

saat beşten sonra halka içki servisi yasaklanır. Saat 20.00 ile 05.00 arası sokağa çıkma

yasağı konur. Kanunsuz gösterilerde silah kullanma serbestisi gelir. (Cumhuriyet, 23

Mayıs 1960, s.5)

Menderes Mayıs ortasında memleketi ve seçim bölgesi olan Ege’de gezintiye

çıktı. İzmir’de büyük bir kalabalığa hitaben konuşan Başbakan, ‘seçimlerin çok yakın

olduğunu’ söyledi, Daha sonra İstanbul’da aynı şeyleri tekrarladı. Weiker’e göre

“Ülkedeki elektrikli hava, seçimlerin dürüst olsa bile düzen içinde geçeceği ümidini

vermekten uzaktı; ayrıca 1957 tecrübesine dayanarak seçimlerin dürüst olacağını

düşünenler birkaç kişiden ibaretti, bu birkaç kişide gergin havayı yumuşatmıyordu.”

(Weiker, 1967, s. 31)

İstanbul ve Ankara’daki eylemlerin nefesleri tükenirken, 21 Mayıs’ta bu sefer

Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşü gelir. Bu gerçekten de 27 Mayıs’a geçiş sahnesinin

son karesidir. Öyle bir kare ki, o günden sonra bir daha görülemeyecek olan bir

durumdur; komutanlarını yanında sürükleyen genç Harp Okulu öğrencileri. Komutanları

Sıtkı Ulay, Güven Park’ı geçip, Yeni Meclise yaklaştıklarında şöyle der; “Çocuklar ben

zamanı gelince sizin elinize silah verip, başınıza geçeceğim dememiş miydim? Şimdi

beni niye müşkül durumda bıraktınız? Sizden komutanınız ve büyüğünüz olarak

dağılmanızı istiyorum.” (Taylak, 1969, s;308)

Page 42: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

35

27 Mayıs günü askeri ihtilal 4 saat içinde tamamlanır. Stratejik noktalar ele

geçirilir, Cumhurbaşkanı, Başbakan, kabine üyeleri “muhafaza” altına alındılar,

vilayetler orda bulunan garnizon kumandanlarının emrine verildi. Akşam saat 16.00’da

Ankara’da sıkıyönetim kaldırıldı ve şehir şenliklerle kutladı ihtilali. Aynı şekilde

İstanbul’da da kutlamalar yaşandı. Ülkenin geri kalan yerlerinde heyecan fazla olmadı.

(Weiker, 1967, s.32) Küçük şehirler ve kır kayıtsız gözüküyordu.

4.2 Genç Subaylar ve Orduda Reform İhtiyacı

Peki, kimdi bu ihtilali gerçekleştiren subaylar? İhtilal subaylarından Binbaşı

Orhan Erkanlı “ Bu isimler memlekette ilk anlarda hayret ve şaşkınlık yarattı, herkes bir

sürü general, yüksek rütbeli subay beklerken, karşılarına yüzbaşılar, binbaşılar, yarbay

ve albaylar çıktı.” (Erkanlı, 1973, s.22) diyecektir.

Daha sonra Milli Birlik Komitesi oluşturacak olan 38 kişilik askeri komitenin

içinde sadece beş kişi tuğgeneral ve daha yüksek rütbedendi. Geri kalan 33 üye ise

yüzbaşı, binbaşı, yarbay ve albaylardan oluşuyordu. (Hale, s.112,1996)

Gerçekten de ihtilalin çekirdek kadrosu özellikle bu genç ve orta düzeyde

subaylar kadrosundan oluşuyordu. Kamuoyunda görünürdeki lider Orgeneral Cemal

Gürsel’di. Komitede yer almayan ama 1955’ten beri ihtilalin hazırlık kadrosunda olan

Dündar Seyhan ihtilalcilerin Gürsel’le ilişkisini şöyle tarif eder;

“Gürsel, Silahlı kuvvetlerin çok sevdiği ve saydığı ve erkekçe tavırları

yüzünden kendisine “aga” takma ismini verdiği bir generaldi. İhtilal evvelsinde, ihtilal

hazırlığından haberdar edilmişti ama kimlerin ne şekilde çalışmakta olduğunu ve ihtilal

teşkilatının nerelere kadar uzanıp, neyi kontrol etmekte bulunduğunu pek bilmezdi.

Ayrıca ihtilale takaddüm eden günlerde kendisiyle temasta bulunan ihtilalcilerin karşı

koymalarına aldırmayarak, izin almakta direnmiş, iş başında kalarak teşkilata sahip

olacağı yerde selameti İzmir’e gitmekte aramıştı. Ayrılmasıyla ihtilal bir süre

gecikmişti. Hatta ihtilalciler bu yüzden Madanoğlu’nu arayıp bulmak gibi bir

talihsizliğe sürüklenmişti. Bunlara rağmen 27 Mayıs sabahı, kendisi büyük kumandan

olarak aranmış getirilerek ihtilal hareketinin lideri ilan edilmişti. Silahlı kuvvetler

Page 43: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

36

Başkumandanı, Milli Birlik Komitesi Başkanı, Başbakan ve Devlet Başkanı idi.”

(Seyhan, 1966, s.87)

Seyhan’a göre “Generaller, darbenin hazırlıklarına en son katılmış ve darbenin

fiili hazırlığı içinde yer almamışlardı”. (Seyhan, 1966, s.87) Hale’a göre, “Göreli olarak

alt rütbeli subaylar hareketi başlatmıştı. Ordunun geri kalan kısmını kendileriyle birlikte

sürüklemek için birkaç üst rütbeli komutanı da saflarına katmak zorunda kalmışlardı.

Ne var ki generaller ordunun hiyerarşik komuta yapısına ciddi zararlar verebilecek

herhangi bir iktidar dağılımından kaçınmaya istekliydiler.” (Hale,s.107,1994) Göreli

olarak alt rütbeli subayların iktidarı generallerle paylaşmasına izin vermenin, ordunun

profesyonel askeri işlevlerini yerine getirmesi isteniyorsa her ordunun gereksinim

duyduğu otorite piramidini bozacağından endişe ediyorlardı. İzmir’den Ankara’ya

dönüşünden hemen sonra Gürsel, görünüşe göre yeni bir anayasa oluşturacak, seçimleri

yapıp iktidarı kazanan partiye devredecek geçici bir askeri rejimden fazlasını

tasarlamıyordu. Madanoğlu’nun da bu görüşte olduğu anlaşılıyor. Sonraki haftalarda iki

general, işlerinin umduklarından çok daha fazla uzayacağını fark edeceklerdi.

(Hale,s.107,1994)

Emir-komuta zincirindeki bu bölünme ve genç subayların generallerinden

bağımsız örgütlenmeleri, 27 Mayıs’la başlamış bir olgu olarak gözükmüyor. Bu

gurupların oluşumu konusunda ayrıntılı bir bilgiye burada giremeyeceğiz. Bunun sebebi

hem bu örgütlenmelerin tarihlerinin anlatımındaki detaylara boğulmamak hem de bizi

bu bölümde ilgilendiren şeyin bu bölünmenin başlangıcı değil sonuçları olmasıdır. Ama

görünen o ki bu örgütlenmelerin 1955’ten itibaren mantar gibi artması ve birbirinden

farklı çeşitli grupların ihtilal planları yaptığı kaynayan bir kazana dönüşmüş gözüküyor

ordu. Ve bütün bu grupların üzerlerinde anlaştığı nokta ordu içindeki reformların

aciliyetiydi. Bunun için kritik noktalara inandıkları kimselerin geçmelerini

sağlayacaklar, sonra politik olayları yakından takip edip, gerektiğinde müdahalede

bulunmak üzere hazırlıklı olacaklardı. (İpekçi, 1965, s.34) İhtilal başarıyla

gerçekleşirse, ordu reformundan hariç, uygulanacak ekonomi politikalar konusunda ise

herhangi bir anlaşma yoktu. (İpekçi, 1965, s.124) “Reformların gerekliliği”, Türkiye’de

Page 44: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

37

Ordu yapısının, İkinci Dünya Savaşı ve sonraki dönemde yaşadığı farklılaşma süreci

içinde şekillenmektedir.

1940’ların sonlarında Türk Ordusu, Birinci Dünya savaşından önce kalma

Prusya doktrinlerine göre yönetilen ve örgütlenen, büyük çapta insan gücüne dayanan

bir orduydu. (700 bin kişi) Acemi erler, astsubaylar ve subaylar arasında derin

uçurumlar mevcuttu. (Hale, 1994, s.91) 1948’in Türk ordusu, donanım ve

örgütlenmeleriyle, 1920’lerdekinden çok az farklıydı. 2.dünya savaşı sırasındaki kimi

rasgele yeni donanımlara karşın, taşıma işlerinin çoğunluğu hala atlarla yapılıyordu.

Çok az tank vardı ve silahların büyük çoğunluğu 1.Dünya savaşından kalmaydı. Eğitim

çağdışıydı; hem acemi askerlerin hem de astsubayların yaşam koşulları berbattı. Hale’a

göre “Fevzi Çakmak’ın uzun süren “Genelkurmay Başbakanlığı” yenilenmeyi ve

girişkenliği engellemişti. Nerdeyse her zaman terfiler yetenekten çok kıdeme göre

yapıldı ve bunun sonucunda da ordunun üst kademeleri aşırı şişti ve modern savaş

sanatında fiilen hiçbir eğitimi olmayan insanlarla doldu. Ordudaki bu yavanlık, devletin

sivil kollarında hızlı bir değişimle çakıştı.” (Hale, 1994, s.91); Lerner ve Robinson’a

göre “askeri hiyerarşi dondu; sivil hiyerarşi açılıp yenilenmeye yol verdi.” (aktaran

Hale, 1994, s.91)

“Gelişmenin donması” savaşın hemen sonrasında değişecek, Amerikan askeri

yardımları ve ekipmanı, ordu kadrolarını ve yapısını da baştanbaşa değiştirecekti. Hem

önemli bir değişim gözleniyordu, hem de bu değişimi karşılama yeteneği kalmamış eski

yapının zayıflıklarını da ortaya koyuyordu bu süreç. 1940’larda, Ordunun teknik donatım

düzeyi çok düşük olduğu için özel vasıflara sahip çok sayıda kişiye gerek yoktu.

1950’lerde her şey değişime uğradı. İki milyar doların üstünde askeri yardım parası, Türk

ordusunun modernleştirilmesine, savaş ve taşıma gereçleriyle donatılmasına harcandı ve

Amerikan ekipleri personelin eğitiminde yardımcı oldu. 1952 başlarında, Amerika’nın

sağladığı askeri araçların yüzde 40-50’sinin bakım yetersizliği nedeniyle hizmet dışı

kaldığı belirtiliyordu. Daha iyi bir eğitim ve bu donanımı kullananların daha hızlı terfisi

olmadan yeni donanım faydasızdı. ABD’li askeri yetkililer, askeri eğitim sisteminde

köklü bir reformu öne çıkardılar. (Hale, 1996, s.91-2)

Page 45: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

38

Amerikan askeri yardım ve değişim programları, aynı zamanda savaş dönemi

içinde gerçekleşen askeri-sınai yapının gelişkinlik ve ihtiyaçlarını taşıyordu. Birinci

Dünya Savaşından beri, bilimsel-teknolojik araştırma ve geliştirme(AR_GE) büyük iş

dünyasının bütünsel bir parçası haline gelmiş, hayli yoğunlaşmış niteliğinden ötürü,

kolaylıkla askeri amaçlar için devlet fonlarından yararlanmaktadır. Mandel’e göre

“Belli bir ulus-devletin sınai ve askeri ihtiyaçlarının bütünlemesi de kendi payına sınai

gelişmeye hız vermektedir.” (Mandel, 1995, s.75)

Yine savaş dönemi içinde, ordu ve savaş sanayinin düzeyini yansıtan yeni sınıf

ve tabakaların doğduğu ve önem kazandığı bir dönem olacaktır bu dönem. Çağdaş

orduların doğaları, çapları ve karmaşıklıkları göz önüne alınırsa, bilimsel-teknolojik

yeniliklerin savaştaki fiili kullanımı, kendi başına bilimsel buluşun etkililiği kadar

önemli, hatta belki de daha çok planlama ve üretime dayanıyordu. Bu nedenle Mandel’e

göre “İkinci Dünya Savaşı bir sihirbazlar savaşından çok, bir idareciler ve planlamacılar

savaşıydı. Keitel, Eisenhower, hatta Stalin bir stratejistten daha çok idarecilerdi.”

(Mandel, 1995, s.108) Dünya çapındaki bu değişimlerin sonucu Türkiye’deki ordu

yapısını da etkileyecek, orduların içinde yeni bir mühendis, idareci, planlamacı kuşak -

27 Mayıs’ta planlamacıları koordine eden Şinasi Orel’de askerdi- eski komutanlarından

farklılaşarak yeni bir yapılanma istemeye başlayacaklardı.

Diğer birçok teknik konuların dışında, kara kuvvetlerinde uçaksavarlar,

sinyaller, tıp, askeri yönetim, taşıma ve mühendislik konularında, deniz kuvvetlerinde

deniz üstü ve denizaltı savaşları konusunda ve hava kuvvetlerinde, radyo havacılığı ve

meteoroloji konusunda özel eğitim veren yeni kurumlar açıldı. Ordunun toplam

büyüklüğü 700 binden 400 bine indirildi; subaylar ve astsubaylar eğitim için yurtdışına

gönderildiler. Terfileri salt kıdemden çok eğitim ve yeteneğin kanıtlanmasına bağlı hale

getirmek amacıyla Genelkurmayda yeni bir personel bölümü kuruldu Silahlı kuvvetlerin

zirvesindeki komuta yapısı, bugüne kadar korunan bir modele uygun olarak değiştirildi.

Genelkurmay başkanlığının hemen altında dört kuvvet komutanlığı oluşturuldu: Kara,

deniz, hava ve jandarma komutanlıkları. Orduda eski müfettişlikler kaldırıldı; yerlerine

coğrafi olarak konuşlandırılmış dört ordu kuruldu-İstanbul’da üstlenen birinci ordu,

Page 46: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

39

Konya’da üstlenmiş (şimdi Malatya’da) ikinci ordu, Erzurum’da (şimdi Erzincan’da)

üslenen üçüncü ordu, Dördüncü ya da Ege ordusu. (Hale, 1996, s.92)

Orduda reform ihtiyacı 1950’lerin başından beri gündemde olan bir konudur.

Görünen bu gündem siyasal iktidarlar için, “ateşten gömlek” olmuş ve sonuçlarına

varmamıştır. Gerçekten, reformun öncelikli amacı olan, hantal yapıyı kırmak,

hiyerarşinin üstünde bir generaller kuşağını görevden almayı gerektiriyordu. Böyle bir

reformun, siyasal sonuçları kestirilemeyebilirdi. Kasım 1952’de Milli Savunma

Bakanlığı’na atandıktan sonra Seyfi Kurtbek, güçlü bir reform taraftarı olarak ortaya

çıktı. Ertesi baharda, üst düzey subay tayfasının tamamen temizlenmesini ve daha esnek

bir terfi politikasını öngören kapsamlı bir reform programı hazırladı. Başlangıçta hem

Bayar hem Menderes bu önerileri memnuniyetle karşıladılar. Ne var ki çok geçmeden

Kurtbek hakkında, Enver Paşa’nın 1914’te yaptığı gibi, orduyu temizleyip, Savunma

Bakanlığını atlama tahtası olarak kullanacağı söylentileri yayılmaya başladı. Hale’a

göre, “Menderes’in işleri tehlikeye düşüren generallerin olası tepkisini tahmin edip

onların hışmını üzerine çekmemeye kara vermiş olması da olasıdır.” Kurtbek Temmuz

1953’te görevinden istifaya zorlanarak reform programı rafa kaldırıldı. (Hale, 1996

s.92-93)

İhtilalci subaylardan Erkanlı ise bu reform ihtiyacı için şöyle diyecektir;

“Rütbe enflasyonu almış yürümüştü. Her kademede lüzumundan fazla general

ve üst subay vardı. Bu şişkinlik hem gençlerin önünü tıkıyor, genç kabiliyetler işbaşına

gelemiyordu; hem de verimlilik düşüyordu. İstiklal Harbinden bu yana harp görmeyen

Türk ordusunu, eski ekolün mensubu kumanda heyetiyle çağdaş ve modern bir ordu

haline getirmek imkansızdı”. (Erkanlı, 1973,s.23)

Türkiye’nin modern tarihinde önemli bir dönüm noktası olan 1908 devriminin

aktörlerinden İttihatçı subayların da öncelikli talebi “ordunun yapısında değişim

isteğiydi. Ve iktidarda en önce orduda eski paşaları atarak ve ordunun yapısında önemli

değişiklikler gerçekleştirdi. 1908’de de ordu içindeki emir-komuta sistemi alt üst olup

bu durum 1908 olaylarına damgasını vuran bir süreç olacaktı. (Hale, 1996, s.58)

1908’in de, 1960’ında sonuçları yalnız askeri alanda değil, toplumsal ve ekonomik

Page 47: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

40

alanlarda da önemli sonuçları olacaktı. Hale’da 1960 ihtilalcilerini, 1908 reformcu

askerlerine bağlayan şeyin, ordunun yapısındaki değişim ihtiyacının ve buna bağlı

olarak gelişen bir otorite bunalımı ve radikalleşmeden bahseder. Orduda değişim

ihtiyacı çoğalıp, yeni subay kuşakları farklılaştıkça, eski kuşak komutanlarla ve

örgütlenmelerle çatışmaları da artıyor, isyancılaşıyorlardı;

“Reformların gerçekleşmemesi, alt rütbeli subayların faaliyetlerini

yoğunlaştırdı ve sonunda hükümetin devrilmesine yol açtı. Otoriter ve muhafazakar

komutanlarının hakimiyetinden rahatsızlık duyan öfkeli ve sabırsız bir kuşaktılar.

19.yüzyıldaki öncelleri gibi o günün genç subayları da askeri eğitim sistemindeki

reformlarla farklılaşıp radikalleştiler. 1. Dünya Savaşından bu yana ilk kez Batı

ordularındaki meslektaşlarıyla düzenli ilişki içindeydiler. Yabancı komutanların orta

düzey subaylara, Prusya tarzı hiyerarşik otorite geleneğinin devam ettiği Türkiye’de

izin verilenden daha fazla bireysel alan tanıdıklarını ve diğer Nato ordularındaki ücret

ve yaşam koşullarının kendilerinden çok daha iyi olduğunu görmeleri kaçınılmazdı.

Mesleklerinin ilk günlerinde ülkenin en uzak ve yoksul kesimlerinde çalışmışlardı.

Köylülüğün ilkel yaşam tarzı kendilerini sarsmış ve siyasi liberalizmin ülkedeki

sorunları halledemeyeceğine inandırmıştı. Bu subaylar bazen, daha radikal ve otoriter

seçeneğe-sağ mı sol mu olduğu çoğunlukla açık değildi- gerek olduğuna inanır oldular”

(Hale,s.93, 1996)

Yerasimos da 1960 ihtilalcilerinin toplumsal ruh hallerini tarif ederken, 1908

subaylarıyla karşılaştıracaktır;

“1960 Hükümet Darbesini gerçekleştiren subaylar, toplumsal sınıflarla ve

ülkenin ekonomik gerçekleriyle olan ilişkileri konusunda, 1919 ulusçularından çok,

1908’in Jön Türklerine yaklaşırlar. Sömürülen sınıflar arasında kendilerine bir destek

aramamak ve halk için yalnızca soyut bazı, insancıl ve koruyucu niyetler beslemekle

kendilerinden öncekilerin yanlışlarını yinelerken, egemen sınıflar ve hatta küçük

burjuvazi karşısındaki tutumlarını da açıklığa kavuşturmayı beceremezle. Sorunların

çözümünde, “hakem durumundaki ordu” hayaline saplanıp kalarak kendilerinin her

türlü kavganın dışında ve üstünde olduğuna inanmayı sürdürürler. Aynı biçimde

müdahale etmeyi gerekli gördükleri durum da onların gözünde hukukiliğini ve yasallık

Page 48: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

41

niteliğini yitirmiş bozuk bir düzendir. İktidardaki eski kadro, demokratik kurumları

yolundan saptırmış ve kendi özel çıkarları uğruna anayasayı ihlal etmiştir. Dolayısıyla

iki önlem gerekli duruma gelmektedir: ilki suçluların tutuklanması ve cezalandırılması.

Bu iş hukuki kuralara uygun bir dava çerçevesi içinde yapılacaktır. İkinci önlem ise

kötüye kullanılan kurumlara eski işlerlikleri kazandırılacaktı. Bu da yapısıyla,

boşluklarının “ihlale” bir daha olanak vermeyecek biçimde doldurulacağı ileri sürülen

bir anayasanın kabul edilmesi yoluyla olacaktır.” (Yerasimos, 1980, s.758)

4.3 Bölünmüş Bir İktidar

Askeri bürokrasideki bu değişim ihtiyacı da, genç subayların ihtilal içindeki

öncü rolleriyle birlikte, komuta sistemindeki bu bölünmeyi arttırmış gözüküyor.

Nihayet ihtilalin izleyeceği rota genç subaylarla generaller arasındaki bu rütbe

farklılaşmasının etkili olduğu bir bölünme yaratacaktı.

Bu bölünmeyi tarif etmek için en çok kullanılan kavramlar radikallerle,

ılımlılar olacaktı. En özet anlatımıyla “Ilımlılar” denilen kanat başında generallerin

bulunduğu ve iktidarı hızla siyasi partilere bırakmak isteyen grubu, “Radikaller” ise

iktidarı bazı “reformları” gerçekleştirmeden bırakmak istemeyen grubu ifade etmek için

kullanılacaktı. (Ahmad, s.167,1996)

Tabi bu ihtilali gerçekleştiren bütün orta düzeyde subayların “radikaller”

grubunda yer aldığını söylemiyoruz. Onların arasında da ılımlılar vardı. Ama

generallerin hepsi ılımlılar grubunda olacaktı. İhtilalin yönetiminde bu birliktelik 14

Kasım’da “radikallerin” önemlice bir kısmının ihtilal yönetiminden tasfiyesine kadar

sürecekti.

Gürsel’in Ankara’ya gelmesiyle ilk bölünme su yüzüne çıkar. Gürsel, sivil bir

hükümet atayarak subayları kışlalarına göndermeye çalışır. Subayların ise yıllardır

örgütlediği ve hazırlanmasında başrolü oynadıkları ihtilali bu kadar kolay bırakmaya

niyetleri yoktur. Milli Birlik Komitesi adını verdikleri bir örgütlenmeyle bu hükümetin

yanı başında kalmaya ısrarlıdırlar. Seyhan’a göre, “Gürsel çaresiz uzlaşmak zorunda

kalır.” (Seyhan, 1966, s.81)

Page 49: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

42

Yeni rejimin halletmesi gereken önemli sorunlar vardır. Her şeyden önce onun

yasal ve hukuksal konumu ne olacaktır? İhtilalin 27 Mayıs günü yayınlanan ilk bildirisi

kendisini reformlar gerçekleştirecek ihtilalci bir hükümetten çok, partilerin yarattığı

çatışmayı çözecek tarafsız bir hakem, bir seçim hükümeti olarak tarif eder;

“Muhterem vatandaşlar…Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son

müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk

Silahlı Kuvvetleri Memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekete silahlı kuvvetlerimiz,

partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir

idarenin hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi

seçimi kazanana devir ve teslim etmek üzere kurulmuştur.” (Aktaran Ahmad,

1996,s.163)

Bu bildiriyle beraber yeni bir anayasa hazırlanması için İstanbul

Üniversitesinden 27 Mayıs’ın kahramanlarından Sıdık Sami Onar’ın başında olduğu bir

komisyon görevlendirilir. Radikallerin önemli sözcülerinden Erkanlı bu süreci şöyle

anlatır.

“Bir süredir müşavirimiz olan profesörler, bir kanun çıkararak komiteye

hukuki ve resmi bir statü vermeye, devletin yeni düzenini kanunla sınırlamaya, bizi ikna

etmeye çalışıyorlardı. Komite ismen belli olduktan sonra böyle bir kanunun çıkarılması

imkan dahiline girmişti. 14 Haziran tarihinde bir sayılı kanunu yayınladık ve bu kanunu

imza eden kişiler olarak 38 subayın ismi de açıklandı.” (Erkanlı, s.22,1973)

14 Haziran tarihinde bir sayılı kanun yayınlanır;

“Birinci Bölüm: Genel Hükümler.

İktidar partisi idarecileri tarafından, Anayasanın çiğnenmesi, Türk Milleti’nin

bütün fert ve insanlık hak ve hürriyetlerinin ve masuniyetlerinin ortadan kaldırılması,

muhalefet murakabesi işlemez hale getirilerek tek parti diktatoryası kurulmak suretiyle

Türkiye Büyük Millet Meclisi fiilen bir parti grubuna düşürülmüş ve meşruluğunu

kaybetmişti. Ordu dahili hizmet Kanunu’nun 34.maddesiyle Türk Yurdunu ve Teşkilat-ı

Esasiye Kanunu ile tayin edilmiş olan Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak vazifesi

Page 50: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

43

kendisine verilmiş olan Türk Ordusu vatandaşı birbirine düşürmek suretiyle Türk

vatanını ve milli varlığı tehlikeye koymuş olan eski iktidara karşı bu mukaddes kanuni

vazifesini yerine getirmek ve hukuk devletini yeniden kurmak için, Türk Milleti adına

harekete geçerek, milleti temsil vasfını kaybetmiş olan meclisi dağıtıp, iktidarı geçici

olarak Milli Birlik Komitesi’ne emanet etmiştir.” (Cumhuriyet, 14 Haziran 1960, s.5)

Birinci bölümün içeriği 27 Mayıs’ın ilk bildirisinden bambaşka bir tondadır.

İlk bildiri kendisine hakemlik rolü değişmiş, ihtilal kendisinin DP’nin tek parti

diktatörlüğüne karşı tarif eder ve ihtilale hukuk devletini yeniden kurma rolü verir.

Birinci madde ise MBK ve hükümetin yasal konumlarıyla ilgilidir;

“Madde 1- Milli Birlik Komitesi, yeni anayasa ve seçim kanunu demokratik

usullere uygun olarak kabul edilip, buna göre en kısa zamanda yapılacak genel

seçimlerle yeniden kurulacak olan TBMM’ne iktidarı devredeceği tarihe kadar Türk

Milleti adına hakimiyet hakkını kullanır. TBMM’nin Teşkilat-ı Esasiye kanununa göre

sahip olduğu bütün hak ve yetkiler bu süre içinde MBK’ya aittir.” (Cumhuriyet, 14

Haziran 1960, s.5) 3 ve 4.madde ise MBK ve Hükümet arasındaki ilişkiyi açıklar;

“3. madde-MBK yasama yetkisini doğrudan doğruya kendisi ve yürütme

yetkisini Devlet Başkanınca tayin ve komitece tasvip edilen Bakanlar Kurulu eliyle

onaylar. 4.madde-MBK Bakanları her vakit denetleyebilir ve görevden çıkarabilir.”

(Cumhuriyet, 14 Haziran 1960, s.5)

Erkanlı bu geçici Anayasa hakkında şöyle diyecektir;

“Bu kanunu çıkarmakla yetkilerimizi sınırlamış, kendimizi kendi elimizle

Meclis yapmış ve askeri bir cunta yerine acayip bir parlamenter bir yönetim kurmuştuk,

hata ettiğimizi sonradan idrak ettik. Fakat artık iş işten geçmişti. Bu kanun müşavir

profesörlerimizin bize ilk hediyeleri oldu.” (Erkanlı,1973, s.23)

Erkanlı bu konuda profesörleri suçlasa da, radikallerin bile bu önerileri

reddedememesi 27 Mayıs hareketini yaratan koşullardan kaynaklanmış görünüyor. 27

Mayıs hareketine yol açan gösterilerin temel sloganlarından biri tahkikat komisyonunun

uygulamalarına karşı “hürriyet” olmuştu. Dolayısıyla siyasal özgürlükler için yapılan

Page 51: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

44

bir mücadelenin sonucunda gelmişlerdi ama son planda bu hareket askeri bir darbe

görünümünü almıştı. Dolayısıyla hem “bu sürecin” hem de “ihtilalin meşruluğu” gibi

bir sorun vardı. Anayasa profesörleri de bu sürecin en önemli figürleriydi. MBK’nin bir

cunta değil de bir meclis işlevi yüklenmesi de her şeyden önce askerler arasındaki

bölünmeye ve anlaşmazlığa da uygun düşmüş gözüküyor.

Bütün bu anlaşmazlık içinde, MBK’nın orduda reformdan, ekonomiye kadar

bir dizi konu hakkında karar vermesi gerekiyordu. Ekonomide ağır bir resesyon vardı ve

askeri ve devlet bürokrasisi içinde çözümlenmesi gereken sorunlar birikmişti.

MBK’nın ekonomi ile ilgili ilk kararı, yeniden tanzim edilene kadar 7 sayılı

tebliğle bütün banka işlemlerinin durdurulmasıydı. Bankalar ordunun nezaretine

bırakıldı ve kimsenin girmesine izin verilmedi. Yeni hükümetin ilk kararı Türkiye’deki

bütün banka faaliyetlerini felce uğratıyordu. Bu karar, mevduatların çekilmesini, yurt içi

ya da yurt dışına mevduat transferini ve kredi işlemlerini yasaklıyordu. (Rozaliyev,

1979, s.3)

Göker’e göre, “DP’nin yöneticilerine karşı yapılan operasyon onlarla sınırlı

kalmamış, onların ilişkide olduğu kapitalistlere karşı da bir soruşturmaya dönüşmüştü.”

MBK yolsuzluğa karşı kararlı bir tutuma sahip olduğunu, kanunsuz işlere bulaşmış

işadamlarının da peşlerini bırakmayacağını ilan ediyordu. (Göker, 2006, s.123)

MBK’nın önemli bir devlet kısıtlaması da, gerek devlet sektörü, gerekse de özel

sektörde endüstri tesislerinin yapımını durdurmak şeklinde oldu. Devlet sektöründe

kuruluş halinde1153 endüstri yapımından yalnızca 665 tanesinin yapımına devam

edilmesine ve 1960 yılında bu iş için önceki, 3,2 milyar liradan 2,5 defa daha az olan

1,4 milyar liranın harcanmasına karar verildi. Bu karar bütün faaliyeti, devlet

teşekkülleriyle 2,5 defa daha az olan 1,4 milyar liranın harcanmasına karar verildi. Bu

karar, bütün faaliyeti devlet teşekkülleriyle iç içe geçmiş olan büyük özel sermayeyi de

etkiledi. Bazı kararlar, tamamen Türkiye’de belli tekelleri hedef almıştı. (Rozaliyev,

1979, s.5)

Page 52: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

45

MBK, 22 Temmuz’da aldığı bir karara göre;

“Geçici Anayasanın 6.maddesinde sayılan şahıslar dışında kalan ve düşük

iktidar zamanında nüfuz suiistimali suretiyle ve sair gayrimeşru yollarla servet

edindiklerine dair haklarında ihbar ve şikayet vaki olanlarla durumları şüpheli

görülenler Geçici Anayasanın 23. maddesinin son fıkrası gereğince mal beyanına

“davet” edileceklerdir. Gene aynı karara göre, bu daveti yapmaya ve gerekli işlemi

ilgili merciler marifetiyle yürütmeye MBK Sekreterliği görevlendirilmiştir.” (Forum, 1

Ağustos 1960, s.1)

Kuşkusuz, bu önlemlerin bir kısmı, uygulanan ekonomik yavaşlama

politikasının parçasıydı. Her durumda, özel sermayenin en büyükleri dışında, yani

dayanma gücü olanlar dışında tepki uyandıracak önlemlerdi. Ama yapılanlar bunu

aşıyordu.”Anti-kapitalist”, büyük işadamları karşıtı bir söylem bütün bu uygulamalara

eşlik ediyordu. Ekonomik önlemlerle, askeri önlemler iç içe geçmişti.

Bu uygulamalar, büyük ticaret, tarım ve sanayi sermayesinde ciddi bir panik ve

endişe yaratır. Piyasa bu önlemlere yönetimin tahmin ettiğinin çok ötesinde bir

resesyonla karşılık verir. TOBB Raporunda “İstikrar programının tatbikatının 1960 yılı

Mayısından sonraki ikinci devresinde cereyan eden siyasi hadiseler memleket

ekonomisinde, bilhassa özel sektörde mevcut duraklamayı ve zorlukları

şiddetlendirmiştir. 1960 yılı Haziranından itibaren likiditeye karşı temayül artmış,

bankalarda tevdiat azalmıştır” diyecektir. (TTOSOTBB, 1962, s.42) 1961 senesinde,

özel yatırımlar 1960’a göre %31,8 oranında azalır. (TTOSOTBB, 1962,s.12)

MBK Komitesi Genel Sekreteri Orhan Erkanlı, “Birtakım kapitalistlerin

istikrar programını istismar etmek için uğraştıklarını” söyler. (Akis, 26 Eylül, 1960). 30

Haziran 1960’da İstanbul Sanayici temsilcileri, vali ile yaptıkları bir toplantıda, “eğer

normal düzen geri gelmezse, işletmelerini kapatma niyetinde olduklarını” açıkça

söylüyorlardı. (Rozaliyev, 1979, s.28)

Bu dönem; büyük sanayicilerinde, özel sermayenin doğrudan taleplerini

hükümete iletme konusunda, aktifleştiğine tanık olunuyordu. Sanayi sermayesinin

büyüklerinden Vehbi Koç, o dönemde ilk hükümetin bakanlarından Maliye Bakanı

Page 53: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

46

Ekrem Alican, Ticaret Bakanı Cihat İren’le, Dışişleri Bakanı Selim Sarper’le görüşür.

“Yapılan inkılâptan kimsenin memnun olmadığını, herkesin kazancı konusunda kaygı

duyduğunu söyleyen Koç, banka kredilerinin kesilmesinin, işleri durduracağını,

fabrikaların kapanmasına yol açacağını” belirtir. “Merkez Bankasının tedavüle para

çıkarması gerektiğini” söyler. İş Bankası Müdürü Ahmet Dallı’nın DP’ye yardım ettiği

için gözaltına alınmasına da değinen Koç, “piyasaya %60 oranında kredi veren bir

kurumun başına bunun gelmesinin, herkesi endişeye sevk ettiğini” söyler. Dönemin

basını da Koç için, “işadamları karşıtı haberleri”yle şikayet konusudur. (Dündar, 2006,

s.252-253)

Koç aynı günlerde İsmet İnönü’yle görüşmesini de nakleder. İnönü’ye,

“subayların acemi olduklarını, bu işlerde yanlışlık yaptıklarını devlet idaresini

bilmediklerini” söyleyen Koç, “seçimlerin tarihini” de sorar. İnönü, “subaylarla

temaslarının olmadığını” söyler, “seçim tarihi konusunda” da habersizdir. İnönü,

“DP’ye çok şey söylediğini ama dinlettiremediğini” anlatır. İnönü ayrıca, “yapılan

bütün askeri ihtilalleri incelediğini, bu devreden sonra normal idareye intikalin çok güç

olacağını” söyler. (Dündar, 2006, s.252-253)

CHP’nin 27 Mayıs olaylarına karşı tutumunun ikircikli olduğu görülüyor.27

Mayıs’a karşı muhalefetteki CHP’nin tutumunu ise ihtilalci subaylardan Yüzbaşı

Numan Esin şöyle açıklıyor;

“İsmet Paşa CHP’yi ihtilale angaje etmek istemiyordu. Tabi tecrübeli bir lider,

meşruiyetçi bir çizgisi var. O meşruiyetçi çizginin dışına çıkmak istemiyor. Onun için

ihtilalin içindeyiz demiyor, ama dışındayız da diyemiyor. O da tarihi gerçeklere bir

anlamda aykırı bir söz olurdu. Çünkü Türkiye’yi 27 Mayıs olaylarına getiren İktidar-

Muhalefet arasındaki çelişki ve bunun halk kütleleri üstünde yarattığı derin

ayrışmalardır. Burada CHP önderinin kendisini ihtilalin dışında da sayması mümkün

değil. Çünkü meclis’te yaptığı konuşmada da adeta onun işaretini vermişti. G.Kore’den

örnek göstererek sizi ben bile kurtaramam diyen ciddi bir mesajdı bu.” (Aktaran Kili,

1998, s.118)

Page 54: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

47

CHP, 27 Mayıs’a giden olaylar için bir “ateşleyici” görevi görmüşse de 27

Mayıs olaylarının ardında direkt olarak CHP’yi görmek mümkün gözükmüyor. Aksine

İnönü, bu dönemde iktidarı uzatmak isteyen radikal eğilimlere karşı, ciddi bir

mücadelenin öncülüğünü yapıyordu. Daha 6 Temmuz 1960’da, “Süratle umumi

seçimlerin yapılmasında sayısız faydalar vardır. Yapılması gerekli olan işlerin

sonbahara kadar bitirilmiş olmasını yürekten temenni ederim” diyerek, Milli Birlik

Yönetimine karşı tutumunu gösterecekti. (Cumhuriyet, 6 Temmuz 1960 Sayfa 1)İnönü,

29 Mayıs’ta Gürsel’le yaptığı ziyarette Gürsel’e kendi reçetesini sunuyordu; Ordu’ya

kesinlikle egemen olunmalıydı; ordu ve yönetim kendi arasında bölünmemeliydi;

Seçimlere en kısa süre gidilmeliydi; dış politika ve uluslar arası ilişkiler konusunda çok

duyarlı davranılmalıydı. (Gevgilli, 1987, s.164)

Bütün bu uygulamaların özellikle büyük sermayeye karşı tutuklamalara kadar

giden uygulamaların sorumlusunun MBK olduğu görülüyor.. Bu dönemde Gürsel’in

oluşturduğu hükümetin bakanları arasında özel sermayenin güçlü temsilcilerine

rastlıyoruz. Ticaret Bakanı Cihat İren, Odalar Birliği Başkanlığından gelmişti. Onun

için Henkel Şirketinin Türkiye kurucusu Alber Bilen, “Onun zamanında Odalar Birliği,

devlete ışık tutan ve söz sahibi olan bir teşkilattı” diyecekti. (Bilen, 1988, s.175) Maliye

Bakanı Ekrem Alican, 27 Mayıs’tan sonraki ikinci koalisyon hükümetinde YTP’nin

başında hükümette görev alacak, büyük sermayenin özellikle rahatsız olduğu artan

oranlı vergi yasası ve servet beyanı gibi uygulamaların çıkmaması için mücadele

edecekti. (Yön, 29 Ağustos 1962,s.6) Devlet Bakanı Şefik İnan ve Sanayi Bakanı Şahap

Kocatoçu, Ziya Müezzinoğlu, Çalışma Bakanı Cahit Zamangil, Dahiliye Bakanı

Muharrem İhsan Kızıloğlu, ihtilalden sonra kurulacak olan kurucu mecliste, özel

sermayenin taleplerinin güçlü bir şekilde savunacaklardır. (Yön, 27 Aralık 1961, s.11).

Radikallerle, ılımlılar arasındaki bölünme bir taraftan, hükümetle-MBK

arasında, bir yandan da MBK’nın kendi içinde hüküm sürüyordu. Kamuoyunda, bu iki

anlayış arasındaki çekişme, basın yoluyla sürüyordu. Komitenin verdiği izlenim tam bir

belirsizlikti. Komite üyeleri, ayrı ayrı yaptıkları özel konuşmalarda birbirlerinin tümüyle

karşıtı görüşler savunuyorlardı. Üstelik bu yalpalamalar, yalnızca konuşmalarda

kalmıyor, alınan kararlarda da görülüyordu. (Eroğul, 1990, s.135)

Page 55: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

48

Bu ilk hükümetle, MBK’nın süreç içinde yıldızları barışmamıştır. MBK

üyelerinde Numan Esin bu bakanlar için, “ilk kabinenin bakanları hiçbir zaman bizim

bakanlarımız olmadı. Herkes nasıl olsa geçici bir iktidar devresinden gelecek hakiki

sahiplerin kimler olduğunu bilmiyor ve davranışını ona göre ayarlıyordu” diyecekti.

(Yön, 23 Mayıs 1962, s.7) Nihayet ilk hükümetin programı 21 Haziran tarihli basında

yayınlanır. Yeni bir planlama dairesi haberini veren, yeni vergilerin getirilmeyeceğini,

bankaların üzerine konan mevduat yasaklarının hafifletildiğini ilan eden programın

liberal bir içeriği vardı. (Cumhuriyet,21 Haziran 1960, s.5) Bu programa karşı MBK

uzun bir zaman sessizliğini korur, programa onay vermez. (Killi, 1998, s.158) 27

Mayıs’ın en ciddi tartışma yaratacak iki maddesi; artan oranlı vergi yasası ve toprak

reformu programda yoktur.

DP iktidarını son döneminde, neredeyse bütün büyük işadamlarını, DP’ye

kaydetmesi ve İstanbul Odalar Birliği’nin 1960’da CHP’li ziyaretçileri dahi kabul

etmemesi, DP’yi büyük işadamlarıyla özdeşleştirmişti. (Buğra, 1997, s.188-90) Bener’e

göre, “27 Mayıs devrimini bir nedeni, DP’nin demokratik yöntemlerden

uzaklaşmasıysa, belki ondan da önemli olan, ülkedeki ekonomik sıkıntı ve mal

yokluğuydu. Menderes’in her mahallede bir milyoner yaratma politikasının sonucu,

aşırı kazanç sağlayanların çılgınca yaşayışları; sınıfsal çekişmenin kendiliğinden

doğmasına yol açıyordu.” Aşırı kazanç sağlayanların bir kısmı, devlet büyükleriyle

işbirliği halinde rüşvetle, yabancı güçlerle birleşerek gerçekleştirdiği söylentileri

yaygınlaşmıştı.DP bütün bu yolsuzluklarla özdeşleştirilmişti. (Bener, 1982, s.157)

Subayların öfkesinin merkezinde, DP döneminde devlet eliyle zenginleştiğini

düşündükleri bu büyük sermaye temsilcilerine karşı olduğu görülüyor.

İş dünyasını sakinleştirecek isimlerden kurulu olan ilk hükümet, bu görevi çok

başarıyla yürütebilmiş gözükmüyor. Hale’a göre, “MBK yasama organı olmanın

yanında perde arkasındaki kabine gibi hareket ediyordu.” Hükümetin programı 11

Temmuzda sunulmuştu, fakat hala MBK onaylamamıştı programı. Barikatı kırma

çabasıyla kabine 25 Ağustos’ta MBK, hükümetin programını onaylamama durumunda

topluca istifa etmeyi kararlaştırdı. Komite o gün toplandığında, uzun süreli askeri

rejimden yana olan subaylar, bütün kabinenin görevden alınmasını ve bakanlıklarının

Page 56: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

49

kendilerinin devralmasını önerdiler. Radikallerin seçilmiş bir hükümete giden yolu

kapatmak isteyen Gürsel buna karşı çıktı. Oylama sırasında, ancak bir oyla amacına

ulaşabildi. Uzlaşma için bakanlıklardan onunun görevden alınması ve diğerlerinin de

yerlerinin değişmesi için anlaşıldı. Bundan sonra kabine güçsüz ve belirsiz kaldı. En iyi

durumda komite ile sivil bürokrasi arasında bir tampon işlevi görür. (Hale, 1996, s.114)

MBK’nın bir ekonomi programı hazırlaması ise bundan sonra olur. Eski

hükümetle düşülen anlaşmazlığa düşmemek için MBK’nın Hükümete Direktifi” diye bir

belge hazırlanır Sonraki bölümlerde değineceğimiz vergi reformu, toprak reformu ve

devlet işletmelerine yapılan vurguyla beraber “karma ekonomi” politikaları hakimdir bu

belgede. (Torun’dan Aktaran Kili, 1998, s.158)

Devrimin içindeki emir komutanın dağılmasından kaynaklanan huzursuzluk ve

bölünme, iş dünyasından gelen hoşnutsuzluk dalgasıyla bu bölünmeyi aktifleştirmiştir

diyebiliriz. Generaller MBK içinde, özel büyük işadamlarının sıkıntılarını temsil etmeye

başlar. 7 Ekim 1960 günü Gürsel, Tüccar ve Sanayicilere;

“Sizin hukukunuz bizim hukukumuzdur ve korunacaktır. Sizi temin ederim…

Sizleri memleketin kuvvet ve kudreti olarak tanıyorum. İnkılâp elbette başlangıçta biraz

aşırı biraz muvazenesiz hallere düşebilir. Ama bunu tabii görmelisiniz. Şimdiye kadar

olmuş hadiseler tamamıyla olmuş ve bitmiştir… Bundan sonra sizin hukukunuzun

korunması bizim haklarımızın korunması kadar mukaddestir.” (Cumhuriyet, 7 Ekim

1960, s.1, s.5)

Yunanistan ve Portekiz askeri müdahalelerini yorumlayan Poulantzas askeri

yönetim dönemindeki güç ilişkilerini şöyle yorumlayacaktır;

“Silahlı kuvvetlerin üst kademeleri tarafından burjuvazinin siyasi partisinin

rolünün oynanması olgusu, güç bloğunun çelişkilerini devletin içinde özellikle sivriltir.

Esas itibarıyla burjuva devletin parlamenter-demokratik tarzında çoğulcu bir siyasi

partiler sisteminin işlemesi genellikle bu çelişkilerin yatıştırılmasını ve pazarlıkla

halledilmesine olanak sağlar. Halbuki diktatörlüklerin durumunda, silahlı kuvvetler üst

kademelerinin bir anlamda bütün burjuvazinin tek partisi haline gelme eğilimi ve

böylece iç çelişkilerin daha başlangıçtan kesinleşmesiyle de iş bitmez, bu durumun

Page 57: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

50

askeriyeye özgü hiyerarşik merkezci ve birlikçi zincir bağlamında meydana geldiği de

hesaba katılmalıdır. Öyle ki, bütün bu çelişkiler giderek sayısız grup ve hizip halinde

billurlaşır ve donarlar ve silahlı kuvvetlerin bölünmezliğini korumak maskesi altında bu

kalanlar karşılıklı birbirlerini saf dışı etmek azmindedirler. Dahası disiplinli, hiyerarşik

ve merkeziyetçi yapıyla bunun gerektirdiği tekil ideolojik dolaşım icabı öyle bir an gelir

ki silahlı kuvvetlerin değişik kısımları bütünüyle tepeden tırnağa, alt kademeler de

dahil, güç bloğunun çelişkilerini yansıtan başlıca grupları izlemeye başlar. Böylece bu

çelişkiler askeri gerecin dikey kesitleri arasında karşıtlıklar biçiminde dışa vurulmuş

olur.” (Poulantzas, 1981, s.84)

MBK içindeki tartışmada “Radikaller”, Komiteyi “Anayasa”yı referanduma

sunarken, kendi iktidarlarını da dört yıllığına referanduma sokacak bir duruma ikna

etmiş gözüküyorlardı. 14’lerin “aşırı merkeziyetçi” Türkeş’i bile böyle bir öneride

uzlaşmış, ılımlılardan da destek görmeye başladığı bir anda, MBK’nın 14 üyesi tasfiye

edilir. (Killi, 1998, s.119) İktidarı sürdürmek isteyen radikallerin temel fikirlerini subay

Dündar Seyhan şöyle özetliyordu;

“Temel fikirleri; Komitenin iktidarından faydalanarak devlet mekanizmasını

revize etmek ve bu işler düzen içerisinde ekonomik, sosyal ve kültürel reformlara

girişerek memleketi gerilik çukurundan çekip, çıkarmaktı. Benim de, dahil bulunduğum

grubun düşüncelerine göre; demokratik nizam ancak bu reformları tahakkuk ettirmiş ve

demokratik müesseselerini kurmuş bir sosyal ortamda gerçekleşebilirdi.” (Seyhan,

1966, s.113)

Bir yoruma göre temizlik, rütbeler arası çekişmeden kaynaklandı ve

generallerin albaylar karşısında zaferini temsil ediyordu. MBK içindeki durumun

generallerin hoşnutsuz olduğu açıktı. MBK içindeki bir toplantıda, alt rütbeli bir

subayın General Cemal Madanoğlu’nu kastederek” bu topluluk bir “ihtilal meclisi”dir.

Burası kışla değil, burada herkesin rütbesi ve sıfatı eşittir. Siz de burada general

değilsiniz” diyecek kadar, MBK’nde ast-üst ilişkileri dağılmıştı. (Erkanlı’dan aktaran

Hale, 1996, s.119) Askeri yapı içindeki bu bölünmenin sonuçlarının 27 Mayıs’ın

olguları üzerinde açıklayıcı bir yeteneğe sahip olduğu görülüyor. Bizce, buna eklenmesi

gereken, rütbe hiyerarşisindeki bu bölünmeyi aktifleştiren ve şiddetlendiren şeyin,

Page 58: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

51

MBK’nin içindeki “büyük özel sermaye” karşıtı uygulamalar olduğunu söyleyebiliriz.

Politikalarda ve uygulamalarda gözüken şey, CHP’nin ve askeri bürokrasinin üst

kesimlerinin ve büyük sermayenin bu dönemde otonom bir hareket yeteneği kazanmış

olan, “genç subaylara” karşı ortak bir tutum aldıklarıdır. Nihayet Gürsel, 14’lerin

atılmasının hemen ardından yaptığı ilk konuşmayı büyük sermayeye yapacaktır;

“Birbirini tutmayan beyanlar, aşırı fikirler ifade eden konuşmalar herkesi” ne

oluyoruz, nereye gidiyoruz gibi bir endişeye sevk etti. Bomba patlatmak tedbirleri

bilhassa iktisadi hayatı felce uğratacak tesirler yapmaya başladı. Komite müzakereleri

bir meseleyi halletmekten ziyade bir meydan muharebesi halini aldı… Umumi efkar,

sükunetli bir mekanizmanın kurulduğunu görünce, iktisadi hayat da emniyete

kavuşacaktır. Para gayet hassastır. Tehlikeden kaçar. Tehlike bertaraf edilince bu da

istikrar bulacaktır. Ben Türkiye’deki büyük zenginlerin para sahiplerinin de maddi

imkanlarını memleket hayrına sarf etmekte tereddüt göstermeyeceklerine inanıyorum.”

(Cumhuriyet, 14 Kasım 1960, s.1 ve s.5)

Ondört’lerin atılması, MBK içindeki reformlar peşindeki subayların gücünü

azaltsa da tümüyle eritememiş gözüküyor. Büyük sermayeye dönük artan oranlı vergi

kanunları 14’lerin atılmasıyla yürürlüğe girecektir. 192 sayıl Kurumlar vergisi ve 195

sayılı gelir vergisi Kanunları kabul edildi. Yıllık geliri 2500 TL’den az olanların vergisi

%15’ten % 10’a inerken, 2500-2750 TL arasında vergi oranı aynı kaldı (%20), 7500-

15.000 arası gelirlerde %25’ten, %30’a çıktı. 30.000’dn 500.000 liraya kadar olan yıllık

gelirlerde ise ciddi bir artış oldu. 30 bin-70 bin arası %40, 70 bin-157 bin arası % 50,

157 bin-217.500 arası %60, 217.500-500 bin arası ise %70’e çıktı. 500 bin liradan fazla

gelirlerde ise %60. Yeni kanun aynı zamanda, Türkiye’de ilk kez tarımdan elde edilen

gelire de vergi koyuyordu. Bu kanun 1 Ocak 1962’de yürürlüğe girecekti. (aktaran

Rozaliyev, 1979, s.29)

31 Ocak 1961’de İstanbul’da Tüccar ve Sanayicilerle toplantı yapan, Ticaret

Bakanı Mehmet Baydur ile Sanayi Bakanı Şahap Kocatopçu vergi yasaları konusunda

ağır eleştirilere maruz kalırlar. Servet vergisinin bir yıl sonraya alınmasını isteyen

sanayiciler, kurumlar vergisinde de değişiklik istediler. Üyelerden biri, kendi içlerinden

çıkan Bakanlara yanaşamadığını söylerken, bir diğer üye de, bu meseleler konuşulurken

Page 59: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

52

bir Sanayi Bakanının nasıl olup da hükümetin karşısına geçemediğine şaşırdığını ifade

ederken, bakanların askerlere söz geçiremediğini ima eder. (Cumhuriyet, 31 Ocak

1961, s.5)

Onların tasfiyesinin ertesi gün Kurucu Meclis çalışmasına geçilir. İhtilalin

aşırın kanadı temizlenmiştir. Kurucu Meclis uygulaması, sivil hükümete geçişi

sağlayacak daha pürüzsüz bir yol olarak düşünülür. Forum dergisi bunu vurgular;

“Özel teşebbüsün iş hacmini kısması, yeni yatırımlara gitmemesi iktisadi

durgunluğun başka bir yönü, ya da sebebidir. Buna da başlıca iki şey sebep olmuş

olabilir. Birincisi talep azlığı, ikincisi geleceğin belirsizliği. 27 Mayıs’ta başlayan

ihtilalin ertesi günü sona erdiği düşünülemez. İhtilal devresi devam ediyor. İçinde

bulunduğumuz şartlar bir ihtilalde bulunması gerekli olanlara ne kadar benzemezse,

benzemesin yaşadığımız devrenin adı ihtilal devresidir… Bu durum, normal olarak en

erken seçimlerde sona erebilir. Kurucu Meclisin çalışmaya başlaması havayı değiştirme

yönünde çok önemli bir adım sayılmalıdır.” (Forum,1 Şubat 1961, s.43)

13 Aralık 1960’ta kabul edilen ve 12 Haziran geçici Anayasasını değiştiren bir

yasa ile “Kurucu Meclis” kurulması kararlaştırmıştır. Yasaya göre Kurucu Meclis, iki

daldan oluşacaktı: biri MBK, diğeri ise sivil nitelikte bir Temsilciler Meclisi. Bu meclisi

oluşturmak için çok dereceli bir seçim yöntemi benimsemişti. Buna göre kapatılmış

olan DP dışındaki siyasal partilerin yani CHP ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin,

illerin, baroların, basının eski Muharipler Derneği’nin, esnaf kuruluşlarının, gençlik

kesimlerinin, işçi sendikalarının, sanayi ve ticaret odalarının, öğretmen derneklerinin,

tarım kuruluşlarının, üniversitelerin ve yargı organlarının belli sayıda temsilciyi kendi

aralarından seçmesi kararlaştırılmıştı. Böylece, DP dışında kalan sivil kamuoyunu geniş

ölçüde temsil eden korporatif nitelikte bir meclis yaratılmıştır. Yeni Anayasa’yı ve yeni

seçim yasasını hazırlama görevi bu meclise verilmiştir. Öngörülen usule göre,

Temsilciler Meclisinin kabul ettiği metinler, MBK’ya sunulacaktı. Kurucu Meclisin iki

dalı arasında anlaşmazlık çıktığı takdirde, iki meclisten eşit sayıda üyenin hazırlayacağı

bir karma komisyonu oluşturulacaktı. Karma Komisyonunun hazırlayacağı uzlaşma

metini, Kurucu Meclisin birleşik toplantısında üçte iki çoğunluk oyuyla

kararlaştırılacaktı. (Eroğul, 1990, s.137)

Page 60: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

53

“Ordu”nun durulması için ise Ondörtlerin tasfiyesi yetmemiş, bölünme Silahlı

Kuvvetlerin bütününe yayılmıştı. Ahmad 14’lerin atılmasına karşı olan durumu şöyle

özetliyor;

“14’lerin uzaklaştırılmasını, bunların kolektivist radikalizminden ürken Türk

Burjuvazisi rahat bir nefes alarak selamladı. Fakat silahlı kuvvetlerdeki tepki, özellikle

alt rütbeli subaylar arasında bir kızgınlık ve hüsran tepkisi oldu. 14’ler politikacıların

ve yerleşik kurumların ülkenin sorunlarını çözme yeteneklerine güvensizliğin yarattığı

bir radikalizmi temsil etmişlerdi ve ordunun tamamında bu radikalizm bulunuyordu.”

(Ahmad, 1996, s.170)

Devrimin kazanımlarının ellerinden gittiğini düşünen subaylar harekete geçer.

Daha sonraki süreçte iki kez, askeri müdahalenin başında bulunacak olan Talat

Aydemir’e göre “13 Kasım, devrimcilerin kendi çocuklarını yediği sessiz bir devrimdi.

(Aktaran Hale, 1996, s.123) Bu dönem, ordu içindeki bölünmenin 14’lerin atılmasıyla

bitmediği görülüyor. Sonradan ortaya çıkan belgelere göre, yasalarda görünmeyen

Silahlı Kuvvetler Birliği diye bir oluşum ortaya çıkar. Bu birlik, MBK üyelerinden,

Genelkurmay başkanı Cevdet Sunay ve ordu içinde çeşitli dönemlerde ortaya çıkan gizli

komitelerin bir araya getirilmesinden doğan bir kuruluştu. Silahlı Kuvvetler Birliği bu

dönemde kendi içinde bir meclis gibi davranacaktı. (Gevgilli, 1987, s.224) Ahmad’a

göre, üst düzey komutanların hiyerarşi dışı böyle bir örgütlenmeye, Silahlı Kuvvetler

Birliği’ne katılmasının sebebi, üst rütbeli subayların, alt rütbeli subayların yönetime

müdahalesini engellemek ve bu kesimleri kontrol etmek amacını taşıyordu. (Ahmad,

1996, s.170-171) Bu birliğe katılmakla komutanlar, ordu içindeki komplocu gurupların

yüksek komutayı devirdikleri 27 Mayıs’ta yaşanan öykünün tekrarlanmasından

sakınabilir, orta kademe subayların desteğini alıp, hiyerarşiyi koruyabilirlerdi. (Hale,

1994, s.127) MBK yönetiminin son aylarına doğru, ordu içindeki esas güç bu komiteye

geçmişti. Eroğul’a göre “Türkiye’de çok partili düzene geçilirken meydana gelen birçok

gelişme bu gizli iktidar çekişmesi ile açıklanmaktadır.” (Eroğul, 1990 s.138)

27 Mayısçı Subaylar, bir yandan Ordunun gençleştirme hareketi sonucu 2

Ağustos’ta 235’i general, 5000 subayı emekli ediyorlar, (Eroğul, 1990,s.135) genç bir

subaylar kuşağını yönetimin üst kademelerine getirerek 27 Mayıs ihtilalinin ordu

Page 61: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

54

içindeki tabanını yaratıyorlardı. (Seyhan, 1966, s.111) Aynı zamanda bu generaller

orduya geri dönmek için Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) adında bir teşkilat

kuruyorlar. (Zürcher, s.354, 1999) ve DP’nin mirasını savunan Adalet Partisi(AP) ve

diğer muhalefet partileriyle işbirliği yapıyorlardı. AP’nin başına da ordudan zorunlu

emekli edilmiş bir General Ragıp Gümüşpala getirilecekti. (Eroğul, 1990, s.138) DP,

düşürüldüğünde ülkede hala en çok oyu alan parti konumundaydı. Eroğul’a göre,

“Yönetimin kısa zamanda sivillere devri, eski DP’lilerin ordudan öç almalarına olanak

sağlayabilirdi.” (Eroğul, 1990, s.135) Tasfiye edilen subay ve generallerin, yargılanan

Demokrat Parti üyelerinin kısaca eski güçlerin, seçimlerle yeniden dönmeleri ve ihtilalci

subaylardan intikam alacağı düşüncesi, bu 27 Mayısçı subayları seçimlerden sonra dahi

parlamentoya müdahalesinde önemli motivasyonlar olacaklardı. Seçimlerden önce dahi

Silahlı Kuvvetler Birliği’nin, MBK’dan ya da ”Kurucu Meclis”e nazaran, iktidar

üzerinde oldukça etkili olduğu gözüküyor;

“Ordunun içinde, Yassıada mahkemelerinin uzaması, tedirginliğe sebep

oluyordu. İdam cezaları, orduyu bir kez daha karıştırdı. İdam cezalarının, komitede

onaylanmayacağı haberleri etrafa yayılıyordu. İhtilalde sorumluluk taşımayıp da,

sonradan katılanlar daha hızlı idiler. Böylece, idam taraftarlarının arzuları, gün

geçtikçe ağırlık kazanıyordu. Bu ağırlık, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin yayılmasını

kolaylaştırdı. Bu grup, Milli Birlik Komitesi (MBK) üzerindeki; önceleri, arzu şeklinde

yaptıkları baskıyı, tehditkâr tavırlara dönüştürmeye başlamıştı. Aslında... İsmet Paşa

ise, idamların aleyhindeki tavrını açıkça ortaya koydu. MBK'ya, bu hususta resmi

mektup bile gönderdi. İdamların onay günü, Meclis'in, Silahlı Kuvvetler Birliği'nin

yeminli ve inanmış pek çok üyesi tarafından, ellerinde makineli tabancalarla,

çevrildiğini İstanbul'da duyduk. Komite üyeleri toplantıya girecekti. Sağ olarak, dışarı

çıkabilecekleri belli değildi. O vakitten sonra, bizlerin de, Ankara'ya ulaşması zordu.

Geç kalınmıştı. Artık, Ankara’dakiler inisiyatifi ele geçirmişlerdi. Heyecanla sonucu

bekledik. Zira, Haliç Taşkızak Tersanesi'nde, çok adette sehpa hazırlanmıştı.” (Subaşı,

8 Şubat 2001, Zaman)

15 Ekim 1961 günü yapılan genel seçimlerde, DP’nin mirasçısı olduğunu ilan

eden iki parti, AP (Adalet Partisi) ile YTP (Yeni Türkiye Partisi) sırasıyla, oyların

Page 62: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

55

%34,8 ve %13,7’sini aldılar. CHP %36,3, CKMP ise %14 oy aldı. 27 Mayıs 1960 günü

düşürülen, örgütü kapatılan, yöneticileri cezalandırılan DP, yeni adlar altında da olsa

toplam %48,5 oy alarak Türkiye’nin en büyük partisi olarak ortaya çıktı. Seçimler nispi

temsil usulüne göre yapıldığından, yeni Millet Meclisi’ndeki sandalye dağılımı, bu

oranları abartmadan yansıttı. CHP 173, AP 156, YTP 154 oy aldı, CKMP ise 54

milletvekilliği kazandı. (Eroğul, 1990, s.139)

Seçim sonuçlarının belli olması üzerine 21 Ekim 1961 günü, Silahlı Kuvvetler

Birliği bir protokol imzalayarak, yönetime müdahale etmeye karar verirler. Sivil

yönetimi koruyabilmek için, İnönü ortaya çıkmış, Genelkurmay Başkanı Cevdet

Sunay’ı da yanına alarak, siyasal parti yöneticileriyle bir protokol imzalanır. Buna göre

partiler, Gürsel’i Cumhurbaşkanlığına seçmeyi, 2 Ağustos 1960’da büyük tasfiye ile

ordudan uzaklaştırılan subayları görevlerine iade etmemeyi, eski DP’liler için hemen bir

af çıkarmamayı, ayrıca İsmet İnönü’nün ilk başbakan olmasını da kabul etmişlerdir.

Bunun sayesinde, darbe tehlikesi atlatılabilmiş, sivil yönetim kurulmaya

başlanabilmiştir. Kasım 1961’de ilk hükümet CHP ile Adalet Partisi koalisyonu olarak

kurulur. Yine de bu durum, genç subayların hoşnutsuzluğunu dindirmemiş görünüyor.

21-22 Şubat 1962 günü, Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir önderliğinde bir grup

subay hükümete isyan eder. İnönü yine birtakım pazarlıklarla durumu kurtarmayı

başarır. Haklarında af çıkarmak ve yalnızca emekliye sevk edilmek suretiyle isyancılar

eylemlerinden vazgeçtiler. (Eroğul, 1990, s.140) O dönemde subay olan Tevfik Subaşı

ortamı şöyle anlatacaktır.

“Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri, askerî güçleri, Komite ve CHP aleyhine

kışkırtmaya başlamıştı. AP'nin kurulmasına izin verdikleri için, MBK üyelerini

suçluyorlardı. Demokrasinin, bu şartlar altında yaşamasının mümkün olmadığını, her

yerde ve alenen söyleyerek kişileri ikna etmeye çalışıyorlardı. ''Bu çocuk sakat doğdu.''

deyimi, kışlalarda, sakız gibi çiğnenerek örgütlenmenin hızla gelişmesi sağlanıyordu.

Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı ve İsmet İnönü'nün başbakan olması çok güçlükle

temin edilmişti. 22 Şubat olayı Askerî idareye son verilmesini hazmedemeyenler, bu

konudaki tasarrufu için komiteyi kınamaktan bıkmıyorlardı. Bu sloganlar ve eylemler,

yeniden, bir ihtilal havasını ciddi manada estirmeye başlamıştı. Nüve şeklindeki Silahlı

Page 63: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

56

Kuvvetler Birliği öylesine etkili hale gelmişti ki, bunu gören ve sinme zorunda kalan pek

çok komutan anlaşmaları tereddütsüz imza ediyordu. Öte yandan sivil kesimde de, yeni

örgütle bütünleşmeye çabalayanlar ve girişimlerinin sonuçlarını ciddi manada alanlar

vardı. Profesör, gazeteci ve hatta CHP'den bazı siyasiler, kendilerine açıkça cuntacı

denilmesine rağmen, örgütlenen askerle birlikte olmaktan sakınmıyorlardı.

Radyoevinde de bize karşı güçler tarafından bir tebliğ okutulmaması için önlemler kesin

olarak alınmıştı. 22 Şubatçıların' (Talat Aydemir ve arkadaşlarının 22 Şubat 1962 günü

yaptığı başarısız askerî müdahale girişimi) karşısında, hiç de önemli bir güç değildik,

aklımızla onları yenmesini bildik. Ancak, 22 Şubat potansiyeli patlama ile

boşalamadığından gizliden gizliye etkinliğini sürdürdü durdu.” (Subaşı, 8 Şubat 2001,

Zaman)

Hale’a göre, isyancı askerlerin bastırılması ve yatıştırılması sürecinde,

“generallerin de siyasal sistem üzerindeki ağırlıkları artacaktır.” 1961 Anayasası’nın

111. maddesine göre kurulmuş olan Milli Güvenlik Konseyinin yetkileri bu olağanüstü

dönemde arttırılmıştır. (Hale, 1996, s.144)

İkinci askeri isyan denemesi ise, CHP-YTP-CKMP koalisyonu sırasında

gerçekleşir. Kurulan bu koalisyonda da 27 Mayıs’ın topraklarından sürdüğü 455 ağanın

geri dönüşü ve 27 Mayıs’ın sembollerinden biri haline gelen ilk plancıların bu hükümet

döneminde istifaları, eski DP’lilere yapılan kısmi aflar, 27 Mayıs’ı destekleyenler ve

askerler arasında hoşnutsuzluğu arttırır. 22 Şubat 1962’de emekliye sevk edilmiş

bulunan Talat Aydemir kendisine bağlı subaylarla, 21 Mayıs 1963’te yeniden isyan

eder. Bu sefer isyan pazarlık ve uzlaşmayla çözülmez. İnönü, hükümete sadık ordu

güçlerinin başına geçerek operasyonu fiilen yönetirler. Aydemir ve arkadaşları

yakalanıp mahkeme karşısına çıkarılırlarken, Eylül 1963’te Talat Aydemir’le arkadaşı

Fethi Gürcan idam edilirler. (Eroğul, 1990, s.140) Bu tarih, ordu ve devlet bürokrasisi

içindeki bütünlüğün sağlandığı, ilk ihtilalci kuşağın tasfiye edildiği, isyan ve ihtilalin bir

döneminin kapandığını gösteren bir tarih olacaktı.

Page 64: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

57

5. 27 MAYIS AKTÖRLERİNİN “KALKINMA”

KONUSUNDA TUTUMLARI

27 Mayıs sonuçları açısından ithal ikameci bir sanayileşme stratejisinin

başlangıcı ve üretken sanayi burjuvazisinin geri kalan ticaret ve toprak sermayesi

karşısında hem siyasal hem de ekonomik birikimin önderliğine geçişinin doğum tarihi

olacaktır. Üretken sanayi sermayesinin uzun zamandır talep ettiği bir planlama

teşkilatının kuruluşu ve tarımsal üreticilerin güçlerinin kırılmasında 27 Mayıs dönüm

noktasıdır. Fakat 27 Mayıs’ın olguları, yarattığı sonuçlara rağmen bu “siyasi ihtilalin”

arkasında “sanayiciler” olduğunu göstermiyor. Olgular, “Sanayi burjuvazisinin

egemenliğine” yol açan bu süreçte, neden-sonuç bağlantısının bu kadar basit olarak

gerçekleşmediğini bunun daha dolaylı ve çatışmalı bir süreçten geçerek bu sonuca

ulaştığını göstermekte. 27 Mayıs üzerinde açıklayıcı bir “tahlil”, aynı zamanda bu

dolayım ve çatışmayı da anlamlandırma gibi bir görevle karşı karşıyadır. Yoksa

indirgemecilik tehlikesine düşer ve bu çatışmanın sunduğu tarihsel malzemeyi kaçırır.

27 Mayısın sonu darağaçlarıyla biten bu siyasal düzeydeki hesaplaşmaların iktisadi

düzeyde karşılığını açıklayacak bir çerçeve nedir? Bu soruya anlamlı bir yanıt vermek

için, yine sürecin içinde kendini ifade eden farklı ekonomik programların ve bunlar

etrafında verilen ideolojik ve siyasal mücadelelere bakmamız gerekir.

Özellikle büyük ticaret, sanayi ve toprak sahipleri grubunun, siyaset ve devlet

üst bürokrasisi ile planlamanın reformist devletçi bürokratlarına ve 27 Mayıs’ın “radikal

kanatlarına” karşı ortak tutum ve politika geliştirmiş görünüyorlar. Birinci plan, artan

oranlı vergi yasalarıyla, toprak reformu ve KİT’leri bağımsızlaştırma isteğiyle, bu

kesimlerin hepsini karşısına almıştı. Plancıların asıl kopuşunun tarım vergisi konusunda

olması, sanayicilerin Plancıları desteklemesi anlamına gelmedi. Sanayiciler, tarımın

vergilendirilmesi ve toprak reformu konusunda, Plancılardan ve 27 Mayıs’ın reformist

kesimlerinden destek isteyebilirdi. Bunu yapmadıkları gözüküyor. Aksine bu dönemde,

sanayiciler sermayenin bütün tabakalarının, ortak taleplerini hükümete ileten kesimler

olarak ortadaydılar. Onlar, 27 Mayıs’la dağılan toprak ve ticaret burjuvazisinin düştüğü

şaşkınlıktan çabuk kurtulmuş ve “büyük sermayenin temsili”ni bu dönem üzerlerine

almış ve dağılan bloğu kendi liderliğinde tekrar birleştirmiş görünüyorlar.

Page 65: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

58

Bu bloğun içinde, bu dönemde Amerika Merkezli uluslararası kurumların da,

“devletçilik” konusunda bu kontrolden çıkabilme eğilimi taşıyan bu yönelime karşı,

içeride bu büyük özel sermayeye destek verdiğini görüyoruz. Bu bloğun içindeki bütün

unsurlar, Amerikan Sermayesi ve uluslararası birikimin kontrolü ile ilgilenen yapılar

açısından kuşkusuz eş değildi. Sanayiciler bu koalisyonda ayrıcalık kazanmış

gözüküyorlar. Yine de bu ekonomi üzerinde “reformcu bürokratik egemenliğe” karşı

özel ulusal ve uluslararası sermayenin birlikte hareketi, “reformları durdurdu”

diyebiliriz. Bu yüzden 27 Mayıs’ta, tarımın vergilendirilmesi de toprak reformu da,

sanayi burjuvazisinin bu birleştiricilik ve öncülük karşılığında bu kesimlere verdiği

ödünler oldu. Sanayiciler açısından da bu dönemde 27 Mayıs’ın radikal kanadını,

kendisi için güvenilir bir müttefik olarak görmedikleri anlaşılıyor.

5.1 27 Mayısçı’ların Konumları

27 Mayıs’a sivil toplum-devlet ayrışması ikiliğiyle değil de sınıfsal bir

perspektifle değerlendiren Savran onun özellikle sanayi sermayesine yarayan

sonuçlarına bakarak, 27 Mayıs’ın siyasi aktörü olarak da sanayi burjuvazini görmekte

(Savran, 1987,s.147) Yerasimos 27 Mayıs’ın “tabanı”yla ilgili şöyle der;

“Ne var ki, büyük kent burjuvazisinin veya emperyalist güçlerin 27 Mayıs 1960

hareketinde yer aldığını veya bu hareketi körüklediğini söylememize olanak verecek

hiçbir olgu yoktur. Tam tersine olgunlaşması, uygulanması, bütün iç etkinliği ve uzun

süreli bazı sonuçlarıyla bu hareket, küçük burjuvaziden, ordunun genç subaylarından

ve aydın çevrelerinden gelen geleneksel eylem gruplarının eseri olarak belirmektedir.”

(Yerasimos, 1980, s.754)

Peki, bu ihtilali gerçekleştiren bu katmanların, ayrı bir başlık altında

incelememiz gereken, üretken sanayi burjuvazisinden bağımsız kendine özgü bir

kalkınma programı ve talepleri var mıydı ve 27 Mayıs kendi aktif desteğini hangi

sınıflardan ve katmanlardan alıyordu? Şunu anılardan ve derlemelerden biliyoruz ki, 27

Mayıs’ı gerçekleştiren genç subayların ihtilal başarılı olursa hangi ekonomik programı

uygulayacaklarına dair bir anlaşmışlık yoktu. (İpekçi, 1965, s.124) İhtilalin asıl aktörleri

genç subayların fikirlerine bakacak olursak, Yaşar Kemal’le, Cevat Fehmi Başkurt’un

Page 66: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

59

Cumhuriyette yapılan röportajlarda MBK Subaylarına sizce memleketin en önemli

meselesi nedir sorusuna şu yanıtları bulacağız; “Sosyal davalardır. Bunun içinde en

önemlisi kültürel faaliyettir, halk eğitimidir.” (Ersü, 25 Temmuz 1960, s.5) “Eğitim

davasından sonra en önemli dava toprak davasıdır.” (Özgüneş, 2 Ağustos 1960, s.5),

“Eğitim davasını başa alıyorum… Türk köylüsü ihtiyacına kafi gelmeyen bir toprağa

sahiptir. Kendisine yetecek kadar toprağa ihtiyacı vardır.” (Özkaya, 28 Temmuz 1960,

s.5) “Milletin hayat standardını yükseltmek. Bunun için toprak reformu. İş sahalarının

çoğaltılması… Büyük bir endüstri. 20 yy medeniyeti, endüstriyle başlar.” (Karaman, 10

Ağustos 1960, s.5) “Orman davası, vergi adaleti” (Yıldız, 9 Ağustos 1960, s.5) “Bence

memleketin bir tek önemli meselesi var; sosyal adalet ve ahlakın kurulması. Öteki

meseleler buna göre ikincil kalırlar. Yapılacak meseleler; toprak reformu, vergi adaleti,

eğitim meselesi. Her şeyden evvel fakir memleketimizi, din istismarcılarının,

mütegalibenin, çiftlik ve köy ağasının elinden kurtarmak lazımdır” (Karan, Cumhuriyet,

6 Ağustos 1960, s.5) “Meselelerin ağırlığı köy üstünedir. Gördüğüm yerlerdeki

köylülerin çoğunun toprağı yoktu. Bir toprak reformuna kati zaruret var… İkinci mesele

eğitim davamız.” (Esin, 26 Temmuz 1960, s.5)

Subayların öncelikli öfkesi, DP döneminin hakim sınıfı olan büyük toprak

sahiplerini hedef alıyordu. Ama onunla da sınırlı kalmıyor genel bir sosyal adalet talep

ederken, büyük sermaye sahiplerinin neredeyse tamamını hedef alıyorlardı. MBK üyesi

Erkanlı şöyle diyecekti; “Sosyal adalet fiilen tesis edilmelidir. Her mahallede 15

milyoner, her köyde 1500 aç teranesinden nefret ediyoruz. Milli serveti mütevasıl

kaplardaki suya benzetiyorum. Sermaye ve emek arasındaki katı muvazene tesis

edilmelidir. Hiç kimse ötekini istismar etmemelidir.” (Erkanlı, Cumhuriyet, 20 Temmuz

1960)

Dolayısıyla genç subayların ilk “icraatları” varolan hakim sınıfların iradesini

yansıtmıyordu. Aksine DP iktidarına karşı yapılan müdahale ona yakın iş adamlarının

sorgulanmasıyla, büyük işadamları karşıtı bir içeriğe büründü. Olaylar bölümünde

değindiğimiz gibi İş Bankası Müdürü’nün alınması, Koç’un İsmet İnönü’ye

şikayetlerinden biriydi. Bunu yaparken de, “büyük sermaye”yi, sanayici yada toprak

Page 67: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

60

sahibi olarak başlangıçta pek ayırmadığı görülüyor. Sanayicilerinde DP’ye yakın

kanadını sorgulamaktan çekinmedi

Büyük sermayeye karşı, radikal idari önlemler alan MBK subaylarının

ekonomiyle ilgili fikirlerinin ve reflekslerinin kaynağı 1954-60 dönemi içinde

aranmalıdır. Subaylara “gazozcu” deniyordu dönemin medyasında. İyi bir lokanta ya da

gazinoda yemek yiyecek durumları olmadığını, yalnızca gazoz içebileceklerini ima

ediyordu bu isim. (Subaşı, Zaman gazetesi)

Bu dönemde askerlerin mesleklerine özgü kurumsal ayrıcalıklara sahip

olmadığı ve alt-orta sınıflarla etkileşiminin güçlü olduğu görülmektedir. Bu onları

hakim gruplar karşısında özerk kılan şeylerden biri haline getirebildi ve emir kumandayı

çatlatacak bir hareket yeteneği kazanmalarında bu durumun önemli bir yeri vardı.

Mısır, Türkiye ve Japonya’daki askeri müdahaleleri yorumlayan Trimberger şu sonuca

varır;

“Bürokratik devlet aygıtının, ya da onun bir parçasının nispeten özerk olduğu;

üst düzey sivil ve askeri görevlere sahip olanlar şu iki şartı sağladığında söylenebilir:1)

Bunlar hakim durumda olan topraklı, ticari ve sınai sınıflardan gelmemişlerdir;2)

yüksek makamlara ulaştıktan sonra bu sınıflarla yakın şahsi ve iktisadi bağlar

kurmamışlardır. Görece özerk bürokratlar, üretim araçlarını kontrol eden sınıflardan

bağımsız olanlardır.” (Trimberger, 2003, s.23.)

Görece özerklik tartışmasına girmeden, yazarın bahsettiği koşulların 27 Mayıs

subayları için geçerli olduğunu kabul etmeliyiz. 27 Mayıs’ın genç subayları, bağımsız

hareket yeteneğine sahip olabilecek kadar özerkliğe sahip olabilir. Ama bu özerkliğin

düzeyini bizce çok vurgulamak, başka bir yakınlaşmayı gözümüzden kaçırmamıza

neden olacaktır. Subayların ruh hali de toplumun geri kalan, birikim sürecinin yarattığı

farklılıkların artmasına tepki duyan, özellikle kentli orta sınıfların maddi konumları ve

toplumsal reflekslerinden özerk değildi. Nadir Nadi, son 10 yıllık DP döneminde servet

sahiplerine duyulan düşmanlığın özellikle orta sınıflar arasında arttığını ifade eder;

“Görülmemiş kalkınma altında yürütülen enflasyon politikası toplumun

yapısını derinden yaralamış, sosyal dengeyi altüst edercesine bozmuştur. Bu yüzden en

Page 68: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

61

çok zarara uğrayanlar, içinde aydınların çoğunluk teşkil ettiği orta sınıf mensupları

olmuştur. Her mahallede 5 milyoner edebiyatı en çok bunlara zarar vermiştir. Her türlü

vergi kayıtları dışında har vurup, harman savuran hacıağalar en ziyade bunların

gözüne batmıştır.” (Cumhuriyet, 27 Ocak 1961, s.1)

Gerek 27 Mayıs’ın olguları gerekse de, 27 Mayıs’ın en aktif destekçisi Yön

bildirisinin imzacılarına baktığımızda, hareketin önündeki kesim olarak bu “orta

sınıflar” göze çarpıyordu. (Özdemir, 1986, s.54) Nihayet, böyle bir sınıfsal çözümleme,

27 Mayıs yönetimi içindeki, “ikili iktidar” görüntüsü, özellikle Kasım’da radikallerin

tasfiye edildiği zamana kadar yoğun olan, hükümet ile MBK arasındaki çelişik politik

uygulamaları da anlamamıza hizmet edeceği düşüncesindeyim.

Wright, sermayenin üretim araçlarına fiilen sahip olması olgusunu

incelediğimizde, “bazı konumların sınıf ilişkileri içerisinde nesnel olarak çelişkili bir

yer tuttuklarını” görmemiz gerektiğini savunur. Bu konumlarda bulunanlar farklı

sınıfların özelliklerini taşırlar ve bu yüzden farklı yönlere çekilirler. Wright, emek-

sermaye ilişkisini oluşturan üç temel süreç saptar; “Üretimin fiziksel araçlarının

denetimi, emek gücünün denetimi, yatırımın ve kaynak dağılımının denetimi.” Wright’a

göre, bu üç süreç birbiriyle her zaman tam tamına çakışmazlar. Sınıf ilişkileri içindeki

çelişkili ilişkileri belirleyen, sınıf ilişkilerinin boyutlarındaki bu çakışmazlıktır” der.

Wright’ın tanımladığı en önemli iki “çelişkili sınıf konumu” şunlardır; 1) Menajerler ile

müfettişler 2) doğrudan emek süreçleri üzerinde görece yüksek derecede denetim

sağlayabilen yarı-özek çalışan kategorileri. (Wright’dan aktaran Callinicos, 1994, s.37)

Callinicos’un “yeni orta sınıf” olarak adlandırdığı menajerler ile müfettişler, işletme

denetimine “sermaye sahibi” gibi katılıyor, stratejik denetimi uygulayanların

öngördükleri çerçeve içinde kararlar alabilmektedir. (Callinicos, 1994, s.40) Öte

yandan, yarı-özerk çalışanların gerek yatırımlar ve kaynak dağılımı, gerekse fiziksel

üretim araçları üzerinde ya çok az denetimleri vardır ya da hiç yoktur. Buna karşın

Wright’a göre kendi emekleri üzerinde bir denetime sahiptirler;

“Doğrudan çalışma ortamlarında bağımsız zanaatkârlara özgü bir çalışma

sürecini muhafaza ederlerken, sermaye tarafından ücretli işçiler olarak

kullanılmaktadırlar. Nasıl çalıştıkları hakkında söz sahibidirler ve en azından ne

Page 69: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

62

ürettikleri konusunda belirli bir denetime sahiptirler. Bunun iyi bir örneği, bir

laboratuardaki araştırmacı ya da seçkin bir üniversitedeki profesördür.” (aktaran

Callinicos, 1994, s.37)

27 Mayıs’a aktif destek veren kesimlerin, Wright’ın “çelişkili sınıf konumları”

ya da, Callinicos’un “yeni orta sınıf” diye kavramsallaştırdığı ikinci dünya savaşı

sonrası genişleyen bu “ara sınıflarla”, “geleneksel orta sınıflardan” geldiğini düşünmek

olguları açıklayıcı olabilir.

Her şeyden önce, 27 Mayısta da askerlerin, ortak politik ve tepkilerinden

bahsetmek zor gözüküyor. Generaller, Siyasi bürokrasinin üst kesimleriyle ve özel

sermayenin güçlü temsilcileriyle beraber genç subayların uzaklaştırılmasında birlikte

davranmışlardı. Ve ihtilalin başından itibaren, ihtilalin büyük sermaye karşıtı

uygulamalarına karşı, iş dünyasını sakinleştirmeye çalışacaktı. (Cumhuriyet, 7 Ekim

1960, s.5) Generaller, büyük özel sermayenin kaygılarını ve taleplerini temsil etmişti

genç subayların büyük sermaye karşıtı eğilimlerine karşı. 27 Mayıs’ın olgularını, askeri

hiyerarşi içindeki bu bölünmeyi ve mücadeleyi, sınıfsal bir eksene yerleştirmek

mümkün mü? Yerasimos, bu hareketin asıl gerekçelerini subayların, küçük burjuvazinin

bir kanadı olarak takındığı tutumda aramamız gerektiğini düşünür. Yerasimos’a göre,

“Ordunun ya da ordunun genç subaylarının DP rejimine karşı cephe almasıyla, küçük

burjuvazi sıralarında egemen olan hoşnutsuzluğu dile getirecek siyasal güç bulunmuş

olur.” (Yerasimos,1980, s.756)

Kuşkusuz bürokrasi özellikle askeri bürokrasi içinde böyle bir çözümleme

yapmak, bir fabrika içindeki ilişkiler gibi billurluk içinde gözüken bir ilişki değildir.

Poulantzas, Portekiz ve Yunanistan deneylerini yorumlarken şöyle der;

“Küçük burjuvazi ve burjuvazi arasındaki çelişkiler silahlı kuvvetlerde

burjuvazinin işçi sınıfı ile olan çelişkilerinden çok daha dolaysız yollarla kesişir. Silahlı

kuvvetler üst kademelerinin kapatılan ya da kaldırılan siyasi partilerin yerini çok

karmaşık bir tarzda alması ve burjuvazinin doğrudan siyasi temsilciliğini yapması da

bu çelişkileri de yoğunlaştıran bir olgudur. Üst kademelerin sınıfsal olarak yeniden

Page 70: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

63

belirlenmelerini (burjuvalaşmalarını) de buna eklersek, alt düzeylerle aralarındaki

bölünmenin daha da büyüyeceği şüphesizdir. (Poulantzas, 1981, s.85)

Poulantzas’ın vurgusunda da, küçük burjuvaziyle burjuvazi arasındaki

çelişkinin emek sermaye arasındaki çelişkiden güçlü hissedilmesi vurgusunda da

toplumsal orta sınıflarla, askeri bürokratik hiyerarşinin orta kademelerini birleştiren bir

kavrayış mevcuttur. Poulantzas’ın üzerinde çözümleme yaptığı, askeri hareketlerde, asıl

olarak, orta düzey subayların etkin olduğu hareketler olduğu düşünülürse, 27 Mayıs

süreci içinde böyle bir analoji kurulabilir. Doktor Hikmet Kıvılcımlıda Orduda böyle bir

sınıf analizi için, subayların rütbe hiyerarşisinin önemli olduğunu düşünür. Ve en

tepedeki generallerin de, üretim sürecinde hakim olan grupların eğilimlerini yansıttığını

düşünür. Orta düzeydeki subayların ise bürokrasi içindeki konumlarının onları “orta

sınıflara” yaklaştırdığını düşünür. (Kıvılcımlı, 1970, s.294)

27 Mayıs süreci boyunca, 1963’e kadar, yani askeri bürokrasi içindeki

bölünmenin sona erdiği, 1963’e kadar olan sürecin, böylesi bir sınıfsal eksen içinde

anlaşılması mümkündür. Sanayi sermayesinin ortaya çıkmaya başladığı bir toplumsal

farklılaşma düzeyine karşı, asıl olarak “orta sınıfların” merkezinde olduğu bir koalisyon

denemesi olarak görülebilir. 1954 sonrası, eski yönetici sınıflar dağılıp, toplumsal ve

ekonomik bunalım derinleşirken, bu ara sınıflar üzerinde hegemonik sınıfların etki

alanlarının zayıflaması, bu kesimlere bağımsız bir rol oynama fırsatı vermiş gözüküyor.

Bu orta sınıf ve katmanların, aynı zamanda gerek sosyal adalet söylemiyle, gerekse de,

27 Mayıs dönemi içinde çeşitli uygulamalarıyla, işçi sınıfını ve köylülüğü kendi etki

alanına almaya çalıştığı görülüyor. Avcıoğlu bu durumu şöyle anlatıyor;

“MBK yönetiminin çıkarttığı kanunlarda, bu sosyal adalet tepkisi açıkça

bellidir. Hemen uygulanmamakla birlikte, Gelir Vergisi kanunu ile düşük gelirliler için

genişçe bir asgari geçim indirimi sağlanmış ve büyük toprak sahiplerinin

vergilendirilmesi yoluna gidilmiştir. Arsa ve bina vergileri arttırılmıştı. İş çevrelerini

telaşlandıran ‘Servet Beyannamesi’ sistemiyle, yaygın vergi kaçakçılığı önlenmek

istemiştir. Grev hakkı benimsenmiştir. Sosyalizasyon kanunu ilen uzak köylere sağlık

hizmetlerinin götürülmesi arzulanmıştır. Eğitim seferberliği ve yedek subay öğretmenler

yoluyla, köylünün uyandırılması amaç edinilmiştir. Kurucu Meclis barajlarını

Page 71: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

64

aşamayan Toprak Kanunu tasarısı ile köylünün topraklandırılmasına yönelinmiştir.”

(Avcıoğlu, 1969, s.353)

27 Mayıs hükümeti, 7 yıldan beri memurların emekliye sevki ve muhtar

Üniversite öğretim üyelerinin haklarının kuşa çevrilmesini sağlamasına rağmen

yürürlüğe koymadığı, “Devlet Personel Kanun Tasarısı” bütün bu acayipliklerden

temizlenmiş halde çıkartacaktı. Devlet Personel Dairesi kurulacak, memur ve

hizmetlilerin standart bir şekilde işe alınması, terfii, tayin işlerine bakacak, eşit iş için

eşit ve adil ücret prensibi gözetilecekti. Subaylar, Astsubaylar ve Hakimler ayrı

hükümlere tabi olmakta ve daha yüksek maaş ve tazminat almaları imkan dahiline

sokulmuştu. Tasarıya göre memur maaşları %75 ile % 100 arasında arttırılmış olacak,

enflasyon karşısında otomatik güvenceye kavuşacaktı. (Akis, 3 Ağustos 1961, s.20)

Yine 27 Mayıs hükümeti, KİT yönetimlerine, KİT’lerde çalışan işçilerin

katılmasını sağlayan düzenlemelere gittiği görülüyor. KİT yönetimlerinin 1938 tarihli

ve 3460 sayılı yasa ile belirlenen yönetim yapısını askerler değiştiriyor. Bu zamana

kadar gelen yasada anonim ortaklıkların genel kuruluna benzer bir yapı var. Bu genel

kurulda, ilgili bakanlar, TBMM’nin ilgili komisyonun üyeleri, Sayıştay ve Yüksek

Denetleme Kurulu başkanları ile sermayesi bir milyondan fazla Milli Bankaların

yönetim kurulu başkanları ve müdürlerinden oluşuyor. 20 Temmuz 1960’da çıkarılan 23

sayılı yasa ile genel kurullar kaldırılıyor onun yerini müdürler kurulu alıyor. (Kepenek,

1993, s.130)

Müdürler Kurulunun başkanı aynı zamanda müessesenin Genel Müdürü

olacaktı. Kurulun diğer üyeleri Genel Müdürün emrindeki daire veya şube müdürleri ile

o müessesede çalışan işçi ve memurların seçecekleri temsilciler olacaktı. Ama bu

temsilciler çoğunlukta olmayacaktı. Özel sermayeyle ortaklığı bulunan kamu

işletmelerinde ise, özel teşebbüsün temsilcileri üye sıfatıyla Müdürler Kuruluna

katılacaktı. Akis, şöyle uyarıyordu askerleri; “Genel Müdürün kendi emrindeki daire

müdürleri tarafından denetlenemeyeceği açık olduğuna göre, bu yeni kurulan sistemde

kurum idaresini denetleyebilecek tek bağımsız unsur işçiler ve memurlar olacaktı. Fakat

bu işçi ve memur temsilcilerinin idareden bağımsız olabilmesi, böyle bir denetlemeyi

yapabilmesi için, güçlü işçi sendikaları gerekirdi. Bu da kısa zamanda mümkün

Page 72: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

65

görünmediği için, uygulamada Genel Müdür denetimsiz kalacaktı.” (Akis, Temmuz

1960, s.26-27) 1964 yılında Müdürler Kurulu kaldırılacak, eski yapıya benzeyen bir

yönetim Kurulu en üst yönetim organı olacaktı. (Kepenek, 1993, s.131) Sonuç olarak,

bunların ne kadarı bilinçli, ne kadarı bilinçdışı bir tepkinin ürünü olduğu tartışılabilir

ama 27 Mayıs’ı gerçekleştiren katmanların, işçileri, köylülük ve orta sınıfları kendi

çekim merkezlerine alma isteğinden bahsedilebilir.

İhtilali yaparken uygulayacakları ekonomik program henüz bilinçli bir şekilde

ifade edilmemiştir. Bu yüzden ilk Hükümet, Gürsel’le beraber, ihtilalin kapısından

“zahmetsizce” girerek kendi programını ilan ettiğinde MBK uzun bir zaman ses

çıkarmaz. Ama programı onaylamaz da. (Hale, 1996, s.114) Cemal Gürsel’in ilk atadığı

hükümetin programı sanayinin korumasından da bahsetmekle beraber asıl vurguyu,

gümrük duvarlarının indirilmesine ve Ortak Pazara yapan bir vurgusu vardı;

“İthalatımızda hedef liberasyon nispetini mümkün olduğu kadar yükseltmektir.

Bugünkü tatbikatımız Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı OECE’nin liberasyon koduna

intibak ettirilecektir. Hükümetimizin yeni iktisadi, ticari ve mali politikası iktisadi

bünyemizde yapılmakta olan şümullü reformlar, Müşterek Pazara iltihakımızı

kolaylaştıracak unsurlardır. Süratle kalkınmayı temin edecek yeni kurulmakta olan

sanayimizin himayesini mümkün kılacak, fakat aynı zamanda Müşterek Pazar

anlaşmasının mükellefiyetlerine de tedricen intikal etmemizi sağlayacak esasların

müşterek Pazar devletleri ile birlikte tespitine çalışılacaktır.” (Cumhuriyet, 12 Temmuz

1960, s.5)

Yeni vergilerin de alınmayacağını ilan eden ilk Hükümet kararları,

(Cumhuriyet, 21 Haziran 1960, s.5) bu anlamıyla tarımsal üretime yönelik toprak

sahiplerinin taleplerinin, sanayicilere dönük olan vurguyla en azından eş olduğu

söylenebilir. Görünüşe göre, 27 Mayıs’ta Ortak Pazar tartışması, asıl olarak toprak ve

ona bağlı olarak “ihracatçı ticaret sermayesi”nin talebidir. Bu dönemde serbest bir

gümrük politikasını asıl olarak savunan ihracata dönük tarım sermayesidir. Akis

dergisi, “bu talebin asıl olarak, ortak pazara gümrüksüz mal satmak isteyen, tarım

kesiminden geldiğini belirterek” bu politikayı eleştirir. “Plan uygulanacaksa eğer, dış

ticaretimizde, yasak, lisans kontenjan gibi usullere başvurmak zorunda kalacağını, genç

Page 73: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

66

bir sanayiyi korumak için tek yolun bu olduğu” yorumunu yapan dergi, “müşterek

pazara girişin ancak 50 yıllık bir dilimde düşünülebileceğini” ekler. (Akis, 19 Eylül,

1960, s.28)

Burada da daha önce 27 Mayıs öncesi bahsettiğimiz güç dengesinin, toprak

sahipleri ile sanayi burjuvazisi arasındaki çatışmanın ılımlı bir şekilde dengelenme

çabası göze çarpıyor. 27 Mayıs yönetimi bölümünde değindiğimiz gibi, General

Gürsel’in ilk hükümet için seçtiği bakanların iş dünyasına yakın olan farklı grupların

güvenini kazanabilecek bir kadroya sahipti. Burada orta düzeyli subayların ise beslenme

kanalları generallerden farklı kanallarda olacaktı. Özellikle “ihtisas komisyonları”

aracılığıyla, bürokrasinin içinde idealist, hızlı kalkınma konusunda fikirlere sahip bir

memurlar kadrosuyla çalışma imkanları, onlara bilinçdışı tepkilerini ifade edebilecek

politik-ekonomik bir program imkanı sağlamıştı. (Tunçkanat’tan aktaran Kili, 1998,

s.140) Nihayet, bu yakınlığı çeşitli düzeylerde 27 Mayıs’ın gelişimi üzerinde oldukça

etkili olan, MBK Direktifi ve Memleket Meseleleri Hakkında Temel Görüşleri, ilk

plancıların etkili oldukları Birinci Kalkınma Planı gibi belgeleri inceleyen birinin

gözüne rahatlıkla çarpar. MBK’nın yayınlanan bu ilk direktifi de, daha sonra Birinci

Kalkınma Planın doğrultusu da, özel sanayi birikiminden ziyade, “devlet

işletmeleri”nin merkezinde olduğu ulusal bir sanayi sermaye birikimini hedef alıyordu.

Dolayısıyla bu subayların birikim tarzına ilişkin, programlarını yorumlarken “devlet

bürokrasisi” içinde etkili olan bu inançların etkisini sorgulanmalıdır.

Hükümetin istifası ardından Milli Birlik Komitesi ilk olarak 16 Eylül 1960’da

Milli Birlik Komitesi Direktifini ve MBK’nın Memleket Meseleleri Hakkında Temel

Görüşleri olarak geçen programı yayınlar. 27 Mayısçıların ekonomi-politikalarını

yansıtan bu metinlerdeki temel görüşler Birinci Kalkınma Planının içeriğinde de yer

alacak, temel çatışma gündemleri ilk olarak bu metinde derli toplu olarak gündeme

gelir; Vergi Reformu, KİT reformu, Toprak reformu.

Toprak ve zirai reformların tatbikine başlanması istenen programda, zirai

gelirler vergisi, gelir vergisi oranları, bina ve arazi vergilerinde yeniden düzenleme

isteyen MBK, mevcut iktisadi Devlet Teşekküllerinin yeniden teşkilatlanmasını da

Page 74: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

67

gündeme getirecektir. (Kili, 1998, s.276-8) Bu direktifteki, temel fikirler ise, Birinci

Kalkınma Planda ayrıntılı bir şekil alacaktır.

5.2 Birinci Planda “Kalkınma Programı”

Birinci Kalkınma Planı, bütün dikkatleri biriktirim hacmini arttıracak tedbirler

üzerinde toplamıştır. Planın üç amacı olduğu söylenebilir. 1)Ulusal gelirin arttırılması

2) Artan nüfusa produktif alanlarda çalışma sahası yaratmak 3) Dışa bağımlılığın

azaltılması (Küçük, 1984 ,s.275-276)

“Plan strateji kararlarına uygun olarak, Devlet ve özel teşebbüslerinin yan

yana bulunduğu karma bir ekonominin bütünü için hazırlanmıştır. Devlet ve özel

teşebbüs kesimleri birbirinden ayrı ve menfaatleri birbiriyle çelişen iki parça olarak

değil, bir bütünün birbirini tamamlayan iki unsuru olarak ele alınmıştır.” (DPT, 1963,

s.591) Kalkınma Planı, kamu iktisadi kesimlerinin iktisadi faaliyetlerinin hedeflerini

tespitinde, özel kesimin gelişme imkanlarının da göz önünde tutulacağını

vurgulayacaktır. (DPT, 1963, s.59)

Odalar Birliği, Planın sanayiciler lehine korumacı önlemlerinin yanındadır;

“Yeni doğan sanayilerin selektif bir gümrük himayesine mahzar olacağı ve

dinamik bir karakter taşıyan bu himayenin tedricen kaldırılacağı kaydedilmektedir. Bu

himaye politikası ile mutabakat halindeyiz.” (TTOSOTTBB, 1962,s.18)

Yine de Kalkınma Planı, ekonomik program tartışmasında; büyük sanayi,

toprak ve ticaret sermayelerinin 27 Mayıs’a karşı ortak tutum aldığı gözüken kalkınma

gündemlerine sahiptir. 27 Mayıs’tan önce rekabet halinde olan çeşitli sermaye

fraksiyonlarını birleştiren bu gündemler, 27 Mayıs’a aktif destek veren kesimlerin bu

sınıflardan bağımsız programları olarak okumak gerektiğini düşünüyorum.

Birinci beş yıllık kalkınma planının ayrıntılarının açıklanmaya başladığı 1961

yazına kadar, DPT’nin kamusal tartışmalardan, bakanlıkların müdahalelerinden ve

sermayenin şikayetlerinden yalıtılmış olduğu söylenebilir. (Toros’dan aktaran, Göker,

Page 75: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

68

2006,s.125) Gökay’a göre “DPT liderliği kendi sanayi stratejisini izlerken bireysel

kapitalistlerin çıkarları için değil, genel olarak sermaye çıkarları için çalışacak bir

”kalkınmacı devlet” inşasını hedeflerler. Aynı zamanda da, 1961 Anayasasından cesaret

alan, ulusal solcu eğilimleri olan DPT liderliği birinci planda sosyal adalete vurgu

yapıyordu.” ( Sönmez ve Uras’tan aktaran Gökay, 2006,s.125)

Tam da Birinci Kalkınma Planı’na; TOBB’un itiraz ettiği noktaları çoğunlukta

tutarak, bu planı sanayicilerle dahi karşı karşıya getiren kalkınma programının hakim

sınıfların beklentilerinden farklı, özgün kalkınma gündemlerinin neler olduğuna bakmak

gerekiyor.

Birinci plan, tarımsal üretimin artması için Devletin bu sektöre sulama, enerji,

yol ve haberleşme tesisleri, kredi ve pazarlama imkanları sağlaması, teknik yardımda

bulunması ve toprak reformu gibi yapısal değişmelerin gerçekleşmesini önüne

koyuyordu. (DPT, 1963, s.60)

Plan toprak reformu gibi bir konuda tutum alarak büyük toprak sahipleri

karşısında, topraksız köylünün yanında tutum almıştır. Yeni rejime en çok küskünlük

gösteren büyük toprak sahipleridir. Ziraat Bankasında hesapların denetim altına

alınması, tarım kredilerinde ve özellikle tarım ürünleri fiyatlarının bir aşamada

tutulması için verilen kredilerdeki azalma, tarımın vergilendirilmesi ve toprak reformu

gibi yasa tasarıları, tarım alanında büyük bir güvensizlik dalgasına yol açar ve bunun

sonucu tarım üretimindeki önemli bir düşmeyle kendini gösterir. 1961 yılındaki bu

düşme bir önceki yıla göre, %6,7’ye varır. (Yerasimos, 1980,s.761)

Aslında plancılarında subayların da kafasında bu reform genel olarak, özel

olsun devlet olsun, tarımdan, sanayiye kaynak yaratmanın parçası olarak görülüyordu.

Yüzbaşı Numan Esin bu reform için şöyle der;

“1960 Türkiye’sinin en önemli sorunlardan birisiydi toprak sorunu. Çözüm

bulunsa idi Türkiye’de hem sanayileşmek için kaynak yaratma bakımından önemli bir

şans elde edilecekti hem de Türk Halkının sosyal yapısını devrimci bir yere oturtmak

bakımından da önemli bir hamle olacaktı. Toprak reformu maalesef ihtilal iktidarını

kaybettiği için fikir planında kalmak durumunda kaldı.” (aktaran Kili, 1998, s.125)

Page 76: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

69

Birinci plan ücret malları sınıfına giren temel tüketim mallarında da önemli

artışlar öngörür. Ulusal birikimi arttıracak tedbirlere rağmen, tüketim harcamalarında

yıllık %5,4’e varan bir artışı önüne koymuştur. Plan çalışan nüfusun çoğalmasıyla,

şehirleşme hareketinin artacağını ve ücret mallarına karşı olan talebin büyük bir şekilde

artacağını öngörür. Aynı zamanda ücret mallarında büyük fiyat oynamalarına da

müdahale edeceğini söyler. Bunun için zaruri gıda maddelerinin arzını arttıracak tarım

yatırımlarına öncelik verilmiştir. Tarım sektörünü daha çok piyasaya açmayı, satış

kooperatifleri gibi tedbirleri önüne koyar. Şehirlerdeki ucuz konut ihtiyacı içinse de,

vergi ve kredi tedbirleri önüne koyar. (DPT; 1963, s.46)

Sanayiye kaynak yaratma amacıyla da olsa Birinci Plan siyasal bir tercih de

yapmaktadır. Bu kaynağı varolan büyük tarım işletmelerini tekelleştirerek değil, bunlar

karşısında küçük-orta tarım işletmelerini kooperatifler biçimde birleştirerek

gerçekleştirmek isteyen bir model ortaya koyar. Bu onların hem piyasada rekabet

edebilecek düzeyde bir şekilde kaynakları merkezileştirerek, tarımsal sanayiye yeniden

yatırılmasını sağlayacak, ücret mallarının fiyatlarını da düşürecek ve diğer sanayilere

kaynak sağlayacaktı. Plan bunun varolan büyük işletmelerin parçalanmasının,

verimliliği düşürücü yanlarına karşı da devletin öncülüğünde, büyük işletmelerin

avantajlarından yararlanmak amacıyla üretim ve satış kooperatifleri öngörür. (DPT,

1963 s.188) Bu kooperatifler tarımsal ürünü taşıyan ticaret sermayesinin tekel karlarını

engelleyecek yapılar olarak düşünülür. Toprak reformunun sonuçları da toprak

sahiplerini etkilediği kadar aracılık yapan ticaret sermayesinin de rolüne bir tehdittir.

Tarımda devletin öncülüğünde, küçük işletmeleri birleştirebilen, sanayileşmeyi

hızlandıracak bir toprak reformu şehre büyük göçün de önüne geçebilecek tarımda bir

istihdam ve sanayileşme yaratacak, şehirdeki sanayi için de gerekli olan ücret mallarının

fiyatlarını düşürecek bir kalkınma kurgusu yapar Birinci Plan. Orta dönemdeki

kalkınma stratejisi ise; “tarım ve sanayi arasında dengeli bir gelişme hızı”dır.

Türkiye’nin uzun süreli kalkınma hedefi sanayileşme yönündedir ama sanayi

sektörünün gelişebilmesi için tarımda belirli ve ileri hedeflere ulaşılması da

gerekmektedir. DPT’ye göre; ”Tarıma yapılacak yatırımlar tarımsal gelirin 1975’e

kadar bir misli artmasını temin edecektir.” (DPT, 1963, s.39)

Page 77: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

70

Toprak reformunun etrafında orta vadedeki bu tarımsal sanayiye dönük

kalkınma önerilerine karşı TOBB eleştireldir. “Ücret malları” konusundaki müdahaleci

tutuma karşı şöyle diyecektir;

“Planda fiyat mekanizmasına şüpheyle bakıldığını, mesela ücret mallarında

büyük fiyat hareketlerini önlemek üzere tedbirler alma eğiliminde olduğu görülüyor.

Doğrudan doğruya fiyata müdahalelerden kaçınmak şarttır. Gıda maddelerinin ucuz

tutulması şeklinde bir tavsiye bir tenakuz intibaını uyandırmaktadır.” (DPT, 1963, s.7)

Ücret malları üretiminin, tarımsal kökenli, olduğu düşünülürse, TOBB,

tarımdan sanayiye bu çeşit bir kaynak aktarımına karşıdır. Fiyatlara dönük her türlü

anti-tekelci önlem, şiddetli bir eleştirinin konusudur.

“Fiyatlara müdahalenin piyasanın toplum tercihlerini yansıtmadığı

durumlarda, tekel ve yarı tekel durumlarında olacağı söyleniyor. Bu fevkalade

tehlikelidir. Tamamıyla karşıyız.” (TTOSOTTBB, 1962, s.20)

Odalar Birliği, üretim ve satış kooperatifleri konusundaki bir halk seferberliği

biçiminde düşünülen önlemler konusunda da, inançsızlığını da saklamaz;

“Piyasayı düzenleyecek tedbirler; Bunlar bilhassa aracı denen

mutavassıtların fiyatlar üzerinde arttırıcı tesirler icra ettikleri sebebine istinat

etmektedir. ..Bu itibarla aracıların tekel karlarının bertaraf edilmesi için küçük

üreticilerin kendi içinde teşkilatlanarak pazarlara doğrudan doğruya temas sağlayacak

kurumları kurmaları teklifinin bugünkü şartlar altında mümkün olduğunu

zannetmiyoruz.” (TTOSOTTBB, 1962, s.19)

Odalar Birliği, ticaret sermayesinin elinde yükselen birikimi, küçük köylülüğün

ve tarımda sanayileşmeye aktaran bir modele dönük eleştireldir. Ticaret sermayesinin

gücünü kırma fikrini, gerçekçi bulmazlar bu çeşit önlemlerle. İthal malları üstünde

tüccarların tekelci karlarına müdahalesi önerisini ise odalar reddedeceklerdir;

“İthal tekelleri hususunda teklif diğer deyişle ithal tekellerinden doğan aşırı

karların kamu fonlarına aktarılması ve bunun için vergi tedbirleri alınması teklifi de

vazıh değildir. Tasavvur edilen durumun çok daha sarahatle belirtilmesi icap eder…

Page 78: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

71

Kaldı ki yukarıda derpiş edilen fiyat politikasına ve tüccarın iktisadi fonksiyonunu inkar

eda taşıyan davranışa camiamızın külliyen muarız olduğunu ifade etmekte fayda

mülahaza ederiz.” ( TTOSOTTBB, 1962, s.19)

Birinci plan, ”özel işletmelerin yarattıkları fonların bir kısmının tüketime

gitmesi normal ve kaçınılmaz bir hadise” sayarak, “özel tasarrufların artması için alınan

tedbirlerin toplam tasarruf hacminin azalması ile neticeleneceği gibi adaletsiz bir gelir

dağılımını da meydana getireceği” yorumunu yapar. Bu sebeple iktisadi kalkınma ile

ilgili kaynakların sağlanmasında plana göre adil bir vergi sistemi ve devlet

teşebbüslerinin yaratacağı fonlarda büyük rol oynayacaktır. (DPT,1963, s.61)

Bu ifade özel sermayenin, ulusal kalkınmayı yönetme yeteneksizliğine yapılan

açık bir göndermedir. Birinci Planı, sanayicilerle karşı karşıya getirecek olanda, Kamu

İktisadi teşebbüslerini yeniden yapılandırılma isteği olacaktı. Bu yeniden

yapılandırmanın temel amacı, KİT’leri özel sermayeye kaynak aktarmaktan kurtarıp,

bağımsız işletmeler olarak rekabet ve verimliliğini arttırmaktır;

“İşletmecilik ve kuruluş bakımından kamu işletmeleri genel olarak daha ileri

metodlar kullanmaktadır. İleri üretim tekniği ile birlikte modern işletmecilik ve

muhasebe usüllerini Türkiye’ye getiren Kamu işletmeleri, memleketimizde teknik

elemanların eğitiminde büyük rol oynamışlardır. KİT’ler kuruluşundan beri yüksek

idareci ve teknik personel eğitimine çok önem vermiştir. İş başında ve diğer

kuruluşlarda eğitim için personele büyük imkanlar sağlamıştır. Ancak İktisadi Devlet

Teşekküllerine, bir müteşebbis gibi davranmak serbestliği sağlanmadığı için gerek

personel gerekse fiat politikasında çok dar sınırlar içinde hareket etme zorunda

kalmışlardır… Özel teşebbüs en fazla karı sağlamak amacına uygun olarak fiatlarını

piyasaya göre tespit etme imkanına sahipken, kamu sektörüne bu serbestlik

sağlanmamıştır. Özel sektöre olağanüstü durumlarda uygulanan fiyat kontrolleri, kamu

işletmeleri için esas olmuştur.” (DPT, 1963, s.77)

Plan ayrıca, kamu fonlarının maksatları dışında kullanılmasına sebep olan,

KİT’lerin özel sermayeye iştirakleri yoluyla oluşturulan karma teşebbüslere de “prensip

olarak karşı olduğunu” beyan eder.(DPT, 1963, s.62) Bu karma teşebbüsler

Page 79: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

72

konusundaki duyarlılık da bu dönemde, DP’nin iştirakler yoluyla kaynak yaratma

politikasının önüne geçme isteği ve bu kaynağı “devlet işletmeler”’nin birikimi için

kullanma isteği olduğu görülüyor. KİT iştirakleri yoluyla özel kesime kaynak aktarma

yolu, Demokrat Parti döneminde yaygınlaşmıştı.(Kepenek, 1993, s.33) Birinci Plan,

İktisadi Devlet Teşebbüslerine iyi bir müteşebbis gibi hareket ederek karlarını

azamileştirmelerini mümkün kılacak bir fiyat politikası yürütmesini hedefliyordu.

(DPT, 1963,s.62).

Odalar Birliği açısından ise, devlet işletmeleriyle yapılan “karma girişimler”,

temel taleptir;

“Hüsusi sektörün yetişemediği tehiri caiz olmayan üretime müteveccih

yatırımların Devletle hususi sektörün eşit olarak temsil edildiği bir konsey marifetiyle

karara bağlanmasını ve her halükarda bu alandaki kamu yatırımlarının ilk önce karma

şirket ve buna imkan olmadığı takdirde muayyen bir müddet sonunda özel teşebbüse

devir şartını haiz devlet şirketi şeklinde kurulmalarının esas olarak kabul edilmesini ve

bu hususun gerek planda gerekse yıllık programlarda ifade edilmesini zarururi

buluyoruz.” ( TTOSOTTBB, 1962, s.8)

Odalar raporundaki bu talebin de, öncelikle sanayicilerden geldiği açıktır.

Sanayiciler niye KİT’lerle ortaklık kurmak istemektedir? Kepenek’e göre “Bunlardan

birincisi, özel sermayenin kuruluş aşamasında, devlet desteğini yanında görmek

istemesidir. Girişimin gelecekte başarılı olup olmayacağının belirsiz olduğu ortamlarda,

kamu sermayesinin katılımı, bir yönden başarı için olanaklar sağlayacak, öbür yandan

olası başarısızlığa ortak edilmiş olacaktır.” “İkinci önemli ortaklık nedeni, KİT’lerin

başarısız olan, uygun deyimiyle batmakta olan özel girişimi kurtarma isteğidir.”

Özellikle, tekstil, demir-çelik ve bankacılık alanında başarısız özel ortaklıklar, KİT’ ile

ortaklık edilerek kurtarılmış ya da KİT’e dönüştürülmüştür. “Üçüncü ve asıl nedense

bu yolla sermaye aktarımıdır.” Bu ise uygulamada taahhüt edilen sermaye-ödenen

sermaye arasındaki farklılık mekanizmasıyla gerçekleşir çoğunlukla. KİT bu süreçte

taahhüt ettiği sermayenin tamamını öderken, özel sermaye vaat ettiği sermayenin

tamamını gerçekleştirmez. Kar ödemeleri ise başlangıçta vaat edilmiş sermaye

üzerinden gerçekleşir. Sonuç olarak bu durumda, KİT sermayesi özel sermaye

Page 80: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

73

tarafından kullanılmış olur.(Kepenek, 1993, s.116-117) Birinci plancıları, vergi

reformuyla beraber sanayicilerle karşı karşıya getiren talebin, KİT’lerin piyasada

bağımsız işletmeler haline getiren bu talep olduğu söylenebilir. Böyle bir mekanizma,

yani KİT’lerin bağımsız işletmeler gibi davrandığı bir durum, özel sanayi birikiminin

önünde gerçek bir engel oluşturacağı düşünülebilir. 1959 yılında imalat endüstrisinde 10

veya daha fazla işçi çalıştıran özel işletmelerdeki ortalama işçi sayısı 67 iken kamu

işletmelerinde 575 idi.-s.76 Milli gelirin %15’ini sağlayan sanayide katma değerin

%51’ini özel sektör vermektedir. Sayıları 60 bini bulan küçük işletmeler özel sektörün

sağladığı bu gelirin %34’ünü teşkil etmekte.(DPT, 1963, s.75). Bu hesaba göre,

sanayide büyük işletmeler katma değerin, %17’sini karşılarken, devlet işletmeleri,

%49’unu sağlıyordu.

1930’larda kurulan ilk KİT’lerin sermaye birikim düzeyini, bu düzeyde

merkezileşmiş bir “devlet sanayisine” karşı, sanayi burjuvazisinin 1960’ların

Türkiye’sinde rekabet edebilmesinin zor olduğunu düşünürsek, sanayicilerin bu

talebinin mantığı açıktır. Ulusal birikimin kontrolünü, denetimini, yeniden

yatırılmasının kararını, sanayi burjuvazisi, bürokrasinin eline bırakmak

istemeyecektir.Kendi sanayi birikiminin peşinde koşan, bir devlet işletmeleri, sanayi

burjuvazisi açısından ezici bir rakip olurdu. Sermayenin merkezileşme eğilimlerini de

hesaba kattığımızda, 1930’daki büyüklüklerle işe başlayan KİT’ler kendi birikimlerini

bağımsız bir girişimci gibi denetleyebilseydi, 1960’ların başında bir sanayi burjuvazisi

birikimi yaratılamazdı. Böylesi bir doğal eğilimi durdurabilmek için, KİT’ler genel

ekonomik faaliyetler artarken büyümeli, etkilileşmeli, ama bunu kendi etrafına, özel

sermaye birikimine kaynak aktararak yapmak zorundaydı yoksa onun tekelci gücüyle

rekabet edebilen özel bir sermaye kalmazdı. Çatışmanın özünün bu olduğunu düşünmek

anlamlı görünüyor.

Nihayet, ilk hükümet koalisyonunda, Adalet Partili Milletvekili, “ezop diliyle”

KİT’lerin bağımsızlık talebine karşı şöyle itiraz edecekti;

“Biz yeni vergiler koymak suretiyle serbest sektörden devlet işletmeciliğine

sermaye aktarılmasına asla taraftar değiliz. Memleketin umumi hasılasında bir yatırım

Page 81: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

74

imkanı bulunur ve bu imkanda Devlet tarafından çekilip alınırsa, diğer tarafı açıkta

kalır. Bir koyundan iki post çıkmaz.” (Demiray’dan aktaran Bozbeyli, 1969, s.99 )

Gerek, anayasa tartışmalarında olsun, gerekse de 1.planda, 27 Mayıs’ın en çok

öne çıkardığı söylem “sosyal adalet” ve buna bağlı olarak tartışılan vergi sorunudur.

Artan oranlı vergi yasaları, sanayileşme için gerekli kaynakların, sosyal adalet içinde

çözümü olarak belirir. (DPT, 1963, s.61) Plan kalkınmanın sosyal amaçları için alınacak

tedbirleri, iki dengenin sağlanması için alacaktır. Bunlardan birisi gelir grupları

arasında, ikincisi de bölgeler arasındaki denge. (DPT, 1963, s.48)

İlerleyen bölümlerde de, değineceğimiz gibi, bu “sosyal adalet” söylemi ve

tarım, ticaret ve sanayide artan oranlı vergi kanunu, toprak sahiplerinden, sanayi

burjuvazisine kadar egemen grupların hepsini birden birleştirmiş gözüküyor;

“Planda sık sık bahsi geçen ve her türlü tefsire müsait olan “sosyal adalet”

sözüne de sınır çekmek ve vüzuh vermek zorundayız. Bu söz umumiyetle sosyalist ve

welfare state taraftarlarınca servetin yeniden dağıtılması, müteşebbislerin kazancının

önlenmesi, gelirlerin tamamının veya büyük bir kısmının ellerinden alınması, elde

mevcut kaynakların , ne iktisadi ne de ahlaki olmayan bir kıstasla müsavat üzerinde

fertler arasında dağıtılması şeklinde tefsir edilmektedir. Bizim bu tarz bir sosyal adalet

anlayışına karşı olduğumuz açıkça belirtilmelidir.”(TTOSOTTBB, 1962, s.7)

5.2.1 Kurucu Meclis Tartışmaları

Kurucu Meclis’te yapılan tartışmalar ve alınan tutumlar da, toprak ve sanayi

çıkarlarını temsil eden öznelerin nasıl tutum aldıklarına dair ipucu verecektir bize;

Mümtaz Sosyal o zaman içinde bulunduğu Anayasaya tasarılarını hazırlayan komisyon

üyelerinin ve kurucu meclisin sınıfsal çözümlemesine ve bunun Anayasa yapımı

sürecindeki sonuçlarına ilişkin şunları analiz eder;

“Temsilciler Meclisi korporatif bünyeli bir meclisti. Çeşitli meslekler, zümreler

menfaat grupları, parti kalıplarını aşan bir temsil esasına göre meclise gelmişti.

Temsilciler Meclisini başından itibaren tek bir partinin CHP’nin etkisi altına girdiği

çok söylenmiştir. Fakat şu tez çok daha kolayca savunulabilir, zümreler ve menfaatler

Page 82: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

75

siyasi partilerin içinde erimemiş, aksine siyasi partiler zümre ve menfaat kadroları

içinde erimiştir.

Meclis korporatif bünyelidir ama, ticaret ve toprak burjuvazisine ayrılan

kontenjanlar hukuken tespit edilen sayıların çok üstüne çıkmıştır. Anayasa

komisyonunda büyük toprak sahiplerinden, ticaret odalarından ve sanayicilerden de bir

zümre bulunsaydı, sosyal adalet ve çalışma kavramlarının Genel Kurulca da

benimsenebileceği şeklinde bir hayale kapılmazdı kimse. Anayasa Komisyonu Üyeleri,

üniversitelilerden, partilerin araştırma ve fikir tespit etme organlarından çalışanlardan

ve hukukçulardan oluşan Komisyon daha çok kalem burjuvazisi denebilecek bir sınıfı

temsil etmekteydi. (Yön, 27 Aralık 1961, s.11)

Soysal, Kurucu Meclis’te en büyük tartışmaların “10 Mart 1961 günü taksitli

kamulaştırma ve millileştirmeyle ilgili 38.maddede koptuğunu, çalışma, sosyal

güvenlik, planlama sözlerinin gözlerdeki heyulayı büyüttüğünü” anlatır.7 Nisan 1961

günü Cumhuriyetin nitelikleri arasından, sosyal adalet ve çalışma kelimelerini

kaldırmak için verilen önergeler içinde şu isimlere rastlanacaktı. –Şefik İnan, Ziya

Müezzinoğlu, Fikret Pamir, Hamdi Orhon, Rauf Gökçen, Mehmet Altınsoy, Saadettin

Tokbey, Cevdet Aydın, Cahit Zamangil, Fethi Çelikbaş, Necip Bilge, Muhittin Gürün,

Salih Türkmen, Atalay Akan, Bedi Feyzioğlu, Kemal Türkoğlu, Nuri Kınık, Rıza

Göksu, Seyfi Öztürk, Feyyaz Köksal, Hıfzı Oğuz Bekata-Asıl önemli nokta şu, taksitli

kamulaştırma ve millileştirme maddelerinde de bu ekip tam kadro oarak ortaya

çıkacaklardır.” ( yön, 27 Aralık 1961, s.11) Bu isimlerin çoğunluğu, 27 Mayıs sonrası

oluşturulan sivil hükümetlerde ve seçimlerden sonra oluşacak hükümetler içinde

“bakanlık” görevleri yürüteceklerdir. Söyleyebileceğimiz ve gözlemleyebileceğimiz bu

kadronun “kurucu meclisin” karşısına blok bir grup olarak çıkacak, Anayasa

Komisyonu’nun reformist eğilimlerine karşı birlikte tutum alacaklardı. 27 Mayıs

Hükümeti döneminde Devlet Bakanı, seçimlerden sonra da CHP’den Maliye Bakanı

olacak Şefik İnan, Anayasa Komisyonu’na şöyle saldıracaktır;

“Muhterem arkadaşlarım, özel iktisadi teşebbüs hürriyetine güler yüz

göstermeyen, ona çatık kaşlarla bakan, mecburi iş mükellefi namı altında, paramiliter

teşkilat içinde yer alan kazma kürekli yüz binlerce insana geçit resmi yaptırmayı

Page 83: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

76

düşünen veraset müessesi hakkındaki düşüncelerini şimdilik gizli tutan, taksitli

istimlaklarla mülkiyet hakkına pek de hürmeti olmadığını açıklayan, kurulan her yeni

teşebbüsü, tekel mahiyeti taşıyor diye nasyonalize etmek tehdidi altında bulunduran,

dilediği meslek kollarını birbirinin ardından sosyalize edileceğini söyleyen bir Anayasa

tasarısı karşısında bulunuyoruz. (İnan, B:36, 3.4.1961, o:3, s.492)

Aynı Şefik İnan, “tarım sorununun da, topraksızlara toprak dağıtılmasıyla

değil, varolan tarım işletmelerinin daha da merkezileşmesi ve tekelleşmesiyle

yapılabileceğini savunur.” İnan’ın konuşması bile tek başına toprak sahiplerinin

çıkarlarının Demokrat Parti’de ifade edilmediğini göstermektedir. Görülen o ki, “kurucu

meclis”’te toprak sahipleri, CHP içinde de temsiliyet sorunu hissetmemişler, Kurucu

Meclis’te kendilerini diğer üst sınıflarla beraber ifade edebilmişlerdir. Yine Birinci

İnönü hükümetinde, sanayi çıkarlarını temsil edecek, “Sanayi Bakanlığı” koltuğuna

oturacak olan CHP’li Fethi Çelikbaş ise Komisyonun özel mülkiyet haklarına yeterince

saygı duymadığını ifade eder;

“İtiraf edelim ki komisyon, maalesef sosyal devlet anlayışına verdiği

ehemmiyeti vatandaş hak ve hürriyetlerinin, siyasi iktidar karşısında en kuvvetli maddi

teminatını teşkil eden mülkiyet ve miras hakkına vermekten açıkça çekinmiştir…Siyasi

iktidarı elinde tutanlara karşı vatandaş hürriyetini sağlama gücünün mülkiyet olduğunu

kabul etsinler.” (Çelikbaş, B:36 O:1, 3.4.1961)

Bu müdahaleler sonucunda Komisyonun getirdiği Anayasa maddeleri didik

didik edilir ve bir çok madde başlangıçtaki halinden oldukça değişecektir. Özellikle

özel sermayenin, devlet karşısındaki mülkiyet hürriyeti ve onun hakları, Kurucu

Meclisin bütün tartışmalarında temeldir. “Sosyal adalet” karşısında büyük sermayenin

kaygılarını Rauf Gökçen, şöyle ifade eder;

“İkinci fıkranın ikinci satırında “milli tasarrufu arttırmak, devletin vazifesidir

denilmektedir. Milli tasarrufu arttırmak vergilerle olacağına göre, Devlet şu gayeyi göz

önünde tutarak, yani herkes için insanlık haysiyetine yaraşan yaşama tarzı esasını

temin ediyor, ikinci görevleri de milli tasarruf için her türlü tedbiri almak olacak.

Page 84: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

77

Bunun arkasından büyük kapital sahipleri standardı ne olacaktır?” (B:45, O:3,

14.4.1961, s.259)

Kurucu meclisin içinde, tartışmayı gerçekten de özel sermaye temsilcileri; özel

mülkiyetin “hürriyet ve demokrasi” isteğine karşı “totaliter devlet” arasındaki

tartışmaya kilitleyecek, komisyon üyelerini “totaliter”likle suçlayacaklardır. Bu

eleştiriler karşı cevabı, Komisyon üyelerinden karanlık bir saldırıda öldürülen merhum

Muammer Aksoy komisyonun reformcu fikirlerini, dönemin popüler söylemi içinde,

şöyle özetler;

“Bazı arkadaşlar nasıl olur da, demokratik vasfından, insan haklarına hürmet

esasından sonra bir de sosyal manasına gelen çalışma ve sosyal adalet prensiplerinden

bahsedebilir…Keza böylece mülkiyet esası zedelenmiştir. (B:37, O:1, 4.4. 1961)

Bugünün liberalizmi dahi sosyaldir. Bugün artık sosyal olmak, medeni olmanın en başta

gelen şartıdır. Sosyal olmak komünizmin memleketten uzaklaştırılması için hakiki

çaredir. Evet “sosyallik” artık bir doktrin değildir” . (B:36, 3.4.1961, O:3, s.494)

Sosyal Adalet ilkesi en yoğun desteği, azınlık da olsa Kurucu Meclise girebilen

işçi temsilcilerinden gelecekti. İşçi Temsilcisi Bahir Ersoy;

“Bu tasarının ikinci maddesindeki çalışma ve sosyal adalet kelimeleri

ziyadesiyle demagojik tenkitlere hedef tutuldu. …Bir tarafta, Türk işçisi, Türk Köylüsü,

Türk memuru, Türk subayı harıl, harıl çalışacak didinecek; bu memleketin istihsalinde

hizmetlerinde ve döviz gelirlerinde en önemli rolü oynayacak ve öte tarafta, sayı

itibarıyla büyük kütlelerle asla kıyaslanamayacak olan bir zümre en yüksek kazançlara

sahip olduğu halde bu memleketin Gelir vergisinin sadece %39’unun sağlayacak, grev

hakkına sahip olmayan işçiyi istediği zaman fabrikasını kapayıp bir anda sefaletle karşı

karşıya bırakacak ve bütün bunlar özel teşebbüsü korkutmayalım düsturunun sihirli

büyülü ikna kabiliyeti sayesinde unutturulmak istenecek…Şunu size açıkça

bildiriyorum: Sosyal adaletsiz çalışma ve fedakarlık olmaz…Ama Şefik İnan Bey ve

benzerlerinden de bilhassa istirham ediyoruz. Eğer bu memlekette komünizm tehlikesini

sıfıra indirmek istiyorlarsa onlar da demokratik ama sosyal devlete inanmak lütfünde

bulunsunlar; inanmıyorlarsa kafalarını, 20.asrın icaplarına uydurmaya baksınlar, hem

Page 85: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

78

de bir an evvel baksınlar…Arkadaşlarım 10 senelik D.P iktidarı tarafından aldatılan

Türk işçisinin haklarının Anayasa teminatına alınmasında titizlik gösteren komisyona

teşekkür ediyorum. (B:35, O:2 ,31.3 1961,s.439-41)

Anayasa Komisyonu uzun tartışmalardan sonra, 26 Nisan 1961 günü, “sosyal

adalet” kavramını Cumhuriyetin temel nitelikleri bölümünden çıkaracak, “milli,

demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” formülüyle genel kurula yeniden getirir ve o

haliyle kabul edilir. (Soysal, Yön, 27 Aralık 1961, s.9)

Soysal, özel sermaye temsilcilerinin bu sert muhalefetine rağmen, reformcu bir

anayasanın çıkabilmesini bu dönemin olağanüstü koşullarına bağlar. Eğer, Anayasa

metni, bir uzlaşmayla çıkmazsa, yeniden bir askeri müdahale olacağı endişesinin,

uzlaşmayı zorunlu kıldığı” yorumunu yapar. (Yön, 20 Aralık 1961, s.9)İkinci

hükümetin Başbakan Yardımcısı, “ret” koalisyonunun içinde yer alan, Muharrem İhsan

Kızıloğlu’da büyük sermayenin bu önemli muhalefetine rağmen, uzlaşmayla önemli

reformların çıkabilmesini, Soysal’la aynı sebebe bağlar;

“Kurucu meclisin oluştuğu 6 Ocak 1961 tarihinden seçimlerin yapıldığı 15

Ekim 1961 tarihi arasına yeni bir Anayasa oluşturma döneminden çok askeri idareden

sivil idareye geçiş dönemi olarak bakmak doğru olur. Normal zamanda uzlaşmayacak

tutumların uzlaşabilmesi, Anayasa komisyonu tasarısının hiçbir muhalefet şerhi

olmadan kabul edilmesi, ve Anayasa oylamasında kırmızı oyun çıkmaması bu gerçeğin

ışığında değerlendirilmelidir…Daha önce muhalefet şerhlerinden boğulmuş Anayasa

tasarısının, MBK’daki etkisinin askeri düzeni sürdürmek isteyenlere güç verdiği

söylendi. Bu yüzden Kurucu Meclisin Anayasa tasarısı üzerinde anlaşılmış fazla

parçalanmaya gitmeden anlaşma gayretinde olmuşlardır. (Kızıloğlu, yön 20 Aralık

1961, s.9)

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz, “Kurucu meclise” damgasını vuran tartışma,

sermayenin şu ya da bu kesimleri arasında değil de, Anayasa’yı hazırlayan, 27 Mayıs

ihtilalinin etkili olduğu reformcu bir bürokratik anlayışla, onun karşısında “özel

sermaye”’nin hakları arasında kutuplaşmıştı. Ve bu tartışmalarda, özel sermayenin

Page 86: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

79

farklı kesimlerini birleştiren bir cepheyle komisyon üyelerini de içine alan işçi

temsilcilerinin destek verdiği, reformcu bir orta sınıf arasında şekillenecekti.

Anayasaya Cumhuriyetin nitelikleri arasında sosyal adalet amacını

koyamadıysa da, sosyal devleti yerleştirebilmişti. Anayasaya “sosyal devlet” ilkesinin

konulması uzun ve çetin mücadelelerden sonra elde edilebilmiştir. (Işıklı, 1996, s.145)

Normal koşullar altında, kurucu mecliste bu düzeyde, keskin bir muhalefete karşı, 27

Mayıs Anayasası gibi “sosyal adalet”e yer veren bir Anayasanın çıkışı zor olurdu.

İşçilerinde, sanayilerin de yararlanacakları “Anayasa”, böylesi olağan dışı bir

uzlaşmanın ürünüydü.

5.2.2 Reformlar ve Tepkiler

Vergi Reformu, Milli Birlik Komitesinden radikal 14’ler atıdıkran sonra

gerçekleşmişti. Onlar gittikten sonra dahi, MBK’da “reformcu” bir eğilim açıkça

gözüküyordu..Ahmet Yıldız vergi Reformunu savunurken;

“Bendeniz bu nispetlerin %80’lere kadar yükseltilmesini teklif ediyorum. 2

milyon kazanan insanın 800 bin lira vermesi yerinde olur. Fakat küçük kazançlarından

vergi alınması adalete uygun değildir…Paranın diğer yerlere yatırılması lazım” (B:67,

O:3, 31.12.1960, s.53)

MBK üyesi Kamil Karavelioğlu’da, “bugün bir çok insanın elinde gayrimeşru

servetler vardır…Bu işin daha 2. Dünya Harbinden sonra ele alınması gerekirdi…” diye

konuşur.Toplantıda MBK üyeleri içinde general Sıtkı Ulay karşı olduğunu açıkça beyan

eder:” Bu madde(Servet beyanı) bana anti-demokratik gibi görülüyor. İleride bunu

değiştirmek gerekecek, zaten bizim korktuğumuz da budur.”Ahmet Yıldız ise generali

cevaplayacaktır. ”Efendim bu hüküm o kadar demokratik o kadar sempatiktir ki, vergi

hususunda duyduğum sızı, bunun sayesinde bir deva buldu.” (31.12.1960, B:67, O;3,

s.53) General Sıtkı Ulay’ın tutumu, 27 Mayıs boyunca tekil bir örnek değildi. Bunu

önceki bölümlerde biraz vurgulamıştık. Tasfiye edilmeyen generaller, hükümet ve MBK

içinde, büyük sermayenin rahatsızlıklarını ve kaygılarını taşıyan bir grup olarak

davranmışlardı.

Page 87: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

80

Yeni vergi yasaları büyük sermaye açısından ciddi bir tedirginliğe yol açmış

gözüküyor;

1960 yılının sonunda Gelir Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanunu yeniden

yazılmaya başlandı. Aynı dönemde Kurumlar Vergisi Kanunu’nda da önemli

değişiklikler yapıldı. Sözü geçen girişimlerin amacı bir yandan toplam vergi

gelirlerinde bir artış sağlamak, öte yandan da vergi yükünü daha adil bir şekilde

dağıtmak idi. Bu amaçlarla getirilen tedbirlerin başlıcaları, evvelce politik nedenlerle

vergi dışında bırakılan tarım kesiminin Gelir Vergisi Kanunu içinde vergilendirilmeye

başlanmış olması ve vergi kaçakçılığını önlemek amacıyla bir güvenlik tedbiri olarak

servet beyanı müessesinin getirilmiş olmasıdır. Vergi kanunlarında yapılan sözü geçen

değişiklikler o tarihlerde büyük tepkilerin doğmasına sebep olmuştur. Özellikle servet

beyanı müessesesi 27 Mayıs İhtilali ortamında fevkalade büyük reaksiyon ve korku

yarattı. Servet beyanı aslında beyanın doğruluğunu kontrole yarayan bir sistem

olmasına rağmen, İhtilal ortamında her şeye el konulacak şüphesi getirdi.”(Nadaroğlu,

Vergi Dünyası Dergisi, 2001)

Basın açısından vergi reformuna karşı büyük sanayinin ve sermaye örgütlerinin

tepkileri bir dönem boyunca susmayacaktı;

Basın bu dönemde bu vergilerin tehlikesini işaret eden sermaye örgütlerini

tepkisiyle doluydu. Türkiye İktisat gazetesi, “Son Mali kanunlar eleştiriliyor” başlığı

altında büyük şirketlerin karlarına konan vergilerin kuvvetli protestolara yol açtığını

yazıyordu. 1950’de kurumlar vergisi 500 bin lira ve üstü gelirler için %35 iken bu oran

bugün %60’a çıkmıştır. Bu sermaye yatırımlarının düzeyini düşürmekte ve büyük

sermaye sanayi yatırımları için gerekli parayı bulamamaktadır. (aktaran Rozaliyev,

1979,s.29)

Kurucu Meclis’te Anayasa tartışmaları sırasında dahi gücünü gösteren “büyük

özel sermaye koalisyonu”, seçimlerin gerçekleşmesiyle, ilk koalisyon hükümetindeki ve

yine bürokrasi içindeki destekleriyle iyice güçlenmiştir. 27 Mayıs’ın isyancı birlikleri

bastırılırken, bu dönemde Birinci Plana alınmış “reformlar”ı geri aldırmak konusunda,

Page 88: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

81

büyük sermaye ciddi bir mücadele vermiştir. MBK döneminde alınan vergi yasalarını

geri aldırmak, en önemli gündem olmuş görünüyor.

Aslında vergi yasaları konusunda baskı, daha Milli Birlik Komitesi Hükümeti

zamanında sonuç vermiş. Vergileri incelemek için Odalar Birliğinin güçlü bir

temsiliyeti ile Maliye Bakanı Kemal Kurdaş 1961 yılında yeni bir komisyon kurar.

Vergi Reform Komisyonu 15 kişiden oluşmaktaydı. Üye kompozisyonu süreç içinde

sürekli değişmekle beraber genellikle 4 Hesap Uzmanı, 4 Maliye Müfettişi ve 6 Odalar

Birliği ve Üniversite temsilcisinden oluşmaktaydı. Komisyon’un üyeleri Maliye

Bakanlığı tarafından Ankara’da belirleniyordu. Yeni koalisyon hükümeti döneminde de

siyasal bürokrasinin de desteğiyle, ihtilal dönemi içinde alınan vergilerin bu komisyon

aracılığıyla eski haline dönmesi amaç edilmiş gözüküyor. Bu duruma ilk tepkiyse,

kaynak sorununun, planlamanın geleceği olduğunu düşünen planlamacılardan gelecekti

O dönem bu komisyonda görev alan Prof. Halil Nadaroğlu, şöyle anlatacaktı;

“DPT bu duruma tepki gösterdi. DPT’nin yaklaşımı daha koyu bir devletçilik

yönündeydi. Bazı akademik çevrelerden de DPT’ye destek vardı. Bu dönemde DPT

Dünyaca ünlü Macar kökenli iktisatçı Nicholas Kaldor ile irtibata geçti. DPT,

Kaldor’un 20 gün Türkiye’de kalarak bir rapor yazmasını sağladı.”-(Nadaroğlu, Vergi

Dünyası Dergisi, 2001)

Kaldor Raporu, özellikle, tarım kesimi için önerdiği, potansiyel hasıla

üzerinden artan oranlı vergi alınması görüşünü içeriyordu. Kaldor, bu konuda, matrahı

her bir bölgenin ve her bir arazi tipinin ortalama safi zirai hasılası olan artan oranlı bir

verginin uygulamasını önermiştir. Önerilen bu vergi, herhangi bir toprak parçasının fiili

hasılatından ziyade tahmine dayalı potansiyel hasılasını esas almaktaydı. Potansiyel

hasıladan kastedilen husus, toprağın ortalama bir etkinlikle işletilmesi halinde

yaratacağı hasılaydı. Burada, ekilmeyen boş arazi üzerinden de vergi alınması gerektiği,

bu vergiyi ödeyemeyenlerin topraklarını satmak zorunda kalacakları ve böylece toprak

reformunun doğal bir akış içinde gerçekleşeceği iddia ediliyordu. Kaldor vergisi,

öncelikle toprak sahiplerine dönüktü.( Nadaroğlu, Vergi Dünyası Dergisi, 2001)

Page 89: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

82

Görünen o ki, ticaret ve sanayi kesimlerine konan artan oranlı vergiler geri

çekilirken, plancılar en azından toprak sahiplerinden ve tarımdan alınabilecek bir

vergiyi tutmaya çalışıyorlardı. Ama plancıların destekleri hem uluslarararası

kurumlardan hem sanayi burjuvazisinden, hem de meclisin içinden çekilmiş

görülüyordu artık;

“İhtilaf büyüyünce zamanın Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Prodüktivite

Merkezi’nden Türkiye’ye uzman gönderilmesini istedi... Bu çalışmaların finansmanı da

tamamen Avrupa Prodüktivite Merkezi tarafından sağlandı. Bu heyet, çalışmaları

sırasında Vergi Reform Komisyonu ile Maliye Bakanlığı ile Odalar Birliği ile DPT ile

üniversiteler ile temas etti, toplantılar yaptı. İnceleme ve toplantılar sonunda da bir

rapor düzenleyip İsmet Paşa’ya verdiler. Eleştirilerden birisi, “Türkiye’de vergi

rezervlerinin büyük ölçüde dolaylı vergilerde ve özellikle de akaryakıttan alınan

vergilerde olduğu, bunların da yeterince vergilendirilmediği” yönündeydi…Bütün bu

olayların sonunda İsmet Paşa bu işle ilgili olarak bir toplantı düzenledi. ..Toplantıya

DPT’den yetkililer de geldi. Toplantının sonunda İsmet Paşa tercihini Vergi Reform

Komisyonu’ndan yana koydu.” (Nadaroğlu, Vergi Dünyası Dergisi, 2001)

DPT ekibi, müşteşarları Osman Nuri Torun aracılığıyla açıklanan “tasarıdaki

vergi gelirleri, planın finansmanına yetmeyecek açıklamasını” yaparlar. Ancak

Torun’un bu açıklaması “gazetelerin 8.sayfasında tek sütunda yayınlanan bir kayıp ilanı

gibi kalacaktır.” (Mortan ve Çakmaklı, 1987, s.171)

Doğan Avcıoğlu’da Plancıların Yüksek Planlama Kurulu’ndaki istifalarının

sebebini şöyle anlatır;

“Yüksek Planlama Kurulunda teknisyenler ve bakanlar arasında başlıca üç

noktada anlaşmazlık çıkmıştır. İlk anlaşmazlık toprak reformu ile ilgilidir. Toprak

verimine göre azami arazi büyüklüklerinin tespiti ve tarım reformu komisyonu

kurulması, plana ek olarak hazırlanmış bir dökümanda istenmekteydi. Bakanlar bir

tartışmaya dahi girmeden, bu dökümanı plandan çıkarmışlardır. İkinci anlaşmazlık,

İktisadi Devlet Teşebbüsleri ile ilgilidir. Teknisyenler, devlet teşebbüslerini, iş ve

politika çevrelerinin müdahalelerinden kurtarmak özel sektörle rekabet olanağı

Page 90: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

83

sağlamak için, Koç ve Sabancı gibi büyük kapitalistlerin yöneldiği biçimde “Holding”

tipi bir organizasyonu öngörmüştür. Bakanlar bu tedbiri de reddetmişlerdir.

Teknisyenlerin istifasında önemli olan diğer anlaşmazlık ise, vergileme konusunda

çıkmıştır. Özellikle “Kaldor Vergisi” diye bilinen Tarım Gelir vergisi anlaşmazlığın

esasını teşkil etmiştir.Politikacılar, vergilerin ve özellikle büyük çiftçilerin vergilerinin

arttırılmasına cesaret edememişlerdir.” (Avcıoğlu, 1969, s.356)

İlk plancıların karşılaştıkları tek zorluk bu değildi. İstifa aşamasına gelene

kadar, güçlerinin önemlice bir kesimini hükümet ve bürokrasi içinde tüketmiş

gözüküyorlar. Kalkınma planında 1950-60 arasında gelir dağılımının adaletsizleştiğine,

işçi ve memurların milli gelirden aldığı payın azaldığına dair bir bölüm yazıyor

plancılar. Bakanlar emekçilerin haklarını savunan bu bölümü beğenmiyor. Başbakan

yardımcısı, Ekrem Alican “objektif değil, siz emekçileri tutuyorsunuz” der. CHP’li

Forum dergisi başyazarlarından Feyzioğlu ise “plan kanununda bu bölümlere dayanarak

hak iddia etmek gibi bir durum yaratacağını ifade ederek bu bölümlerin düzeltilmesini”

istedi. (Yön, 8 Ağustos 1962, s.7)

Küçük’e göre “İlk plancıların enerjilerin önemli bölüğünü maliye bakanlığı,

tarım bakanlığı, karayolları genel müdürlüğü gibi kuruluşlar eritti. Bunları ikna etmek,

teknik sabotajlarını önlemek önemli zaman kullanımı gerektirdi. Maliye Bakanlığının

yöneticileri teknisyenleri her türlü iyileştirmenin karşısına çıktı, vergi önerilerinde

daima politikacıların yanında yer aldı, para ve kredi politikasını plan çerçevesinde

yönetmemekte diretti. (Küçük, 1984, s.303)

Bu dönemde, büyük sermayenin, reformcu bürokrasiye karşı verdiği

mücadelede, en önemli ittifak da, uluslararası kurumlar ve Batı bloğu olmuştur.

Planlamayla ilgili Adalet Partisi Milletvekili konuşma yaparken, reformlara karşı

OECD Raporundan destek alacaktır.

“OECD Raporunda görülen ve hususi teşebbüs lehine olan hususların bize

yapılacak yardımda büyük rol oynaması realiteleri üzerinde de durmak icap ediyor.

Raporda, hususi teşebbüs lehine takip edilen bir siyasetin tasvip edildiği gibi, böyle bir

siyasetin ileride de gevşetilmeden yürütülmesi ve hususi teşebbüs hakkındaki teminatın

Page 91: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

84

daha da kuvvetlendirilmesi lüzumuna işaret edilmektedir.” (Zeren’den aktaran

Bozbeyli, 1969, s.16)

Ve Odaların Plana dair raporları da, özel sermayenin teminatını Batı bloğuyla

ilişkilerimizle özdeşleştiren bir uyarıda bulunuyordu;

Ve en mühim nokta olarak hem özel sektörü yatırıma sevk edecek emniyet

unsurlarının gelişmesine yardım edeceğine hem de mukadderat birliği halinde

bulunduğumuz batı devletlerinden gelebilecek yardımların tahakkukuna hizmet

edeceğine kani bulunduğumuz şekilde kalkınma hamlemizde özel sektörün temel unsur

olarak kabul edildiğinin sarahatla ifade edilmesini zaruri görmekteyiz. (TTOSOTBB,

1962, s.21)

OECD Raporu’da; ‘Türk vergi yükümlüsü için kabul edilen ek yük oldukça

ağırdır. 1954-1960’ta merkezi hükümetin iç gelir, GSMH ortalamasının %12’si

düzeyindedir. 1963’te bu oran %16’dır. Bu vergi yükünde %25’lik bir artıştır.”

deniliyordu. 27 Mayıs reformlarını Batı bloğuda aşırı bulmuştu. (Mortan ve Çakmaklı,

1987, s.164)

12 Eylül 1962 sayısında Yön, AP temsilcilerinin, Ankara’da emperyalist

çevrelerle, hükümetin devlet kapitalizmi politikasına karşı savaşmak için ortak bir

anlaşma yaptığını yazıyordu. (aktaran Rosaliyev, 1979, s.36)

Yerasimos ise, ”önemli kısmı Amerikan kaynaklı 400 milyon dolar yardım

aldığını ve buna karşılık 27 mayısçı subayların özel sermayeye karşı niyetinden

vazgeçmek zorunda kaldığını” düşünür. 1960 yılında yatırım izni verilmiş 48 milyon

900 bin TL’lik yabancı yatırımın sadece 300 bininin ülkeye girişi, yeni rejime olan

yabancı sermayenin güvensizliğini gösterirken, yabancı devlet yardımlarının artışı,

“yardımın “siyasi yüzüne işaret ediyordu. (Yerasimos, 1980, s.760)

Chomsky, bu dönemde yardım politikalarının ABD hegemonyasını

sağlamlaştırmaya dönük yüzüne işaret eder. Dışişleri Bakanlığının 1958 yılında

“Afrika-Asya devrimini Yumuşatmak” başlıklı gizli bir rapor bu durumu şöyle ifade

eder. “Azgelişmiş alanlarda değişimi önlemek istemiyoruz ama bunun Asya ve

Page 92: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

85

Afrika’yı dizginsiz bir devrimci coşku ve ulusal tutku oyunu oynamaya hazır bir

duruma getirecek çizgilerde gelişmesi olasılığını da kabul edemeyiz. Yeni hükümetlere

makul hedefleri konusunda yardım etmek isteriz, tabii bizim belirlediğimiz kadar

makul.” (Chomsky, 2000,s.190)

Sonuç olarak Birinci Planda sözü edilen reformlar gerçekleştirilemedi. Sanayi

burjuvazisi açısından bunun bedelinin toprak sahipleriyle bir uzlaşmayla gerçekleştiği

toprak reformu ve tarımın vergilendirilmesinin geri çekilişinde açıkça gözüküyor.

Yerasimos’a göre;

“1960-61 rejimi, büyük burjuvazinin kendi başına gerçekleştiremediği bir dizi

önlem ve karar aldı. Toprak reformu ve tarım vergisi gibi önlemler, büyük burjuvaziyle,

toprak sahipleri arasında yapılan ittifaktan sonra donduruldu. Ama ekonomiyi

planlama önerileri olduğu gibi kaldı ve bunlar 1960-70 arası sanayileşmenin

hızlanmasına yardımcı oldular.” (Yerasimos, 1980, s.764)

Ayşe Buğra, “Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca, toprak reformunun

1940’larda, 1960’larda ve 1970’lerde sık sık gündeme geldiğini, her gündeme gelişinde

de, sadece büyük toprak sahipleri değil, aynı zamanda hiçbir zaman tam anlamıyla emin

olamadıkları mülkiyet haklarının çiğnenmesi tehlikesine karşı son derece duyarlı olan

öteki sermaye kesimleri arasında da huzursuzluk ve kargaşa yarattığını”(Buğra, 1997,

s.163) belirtiyor. Sanayi burjuvazisi, reformcu bir orta sınıf ve bürokrasinin

aşırılıklarına karşı kaygılanmış, toprak sahipleriyle olan sorunlarını bir tarafa bırakmıştı

ama görünen o ki, bu sorun onu özellikle 1980’lere kadar kaynak sorunu olarak yakasını

bırakmayacaktı. Sonraki yıllarda vergi gelirlerinin arttırılma ihtiyacı hükümeti vergi

toplama işlemini tekrar tekrar gözden geçirmeye zorluyor ve birçok vergi reform tasarısı

üzerinde çalışmaya itecekti. Hükümetlerin önerileri genelde büyük sermayelere

dokunmadan alt-orta sınıflardan vergi toplama yönündeydi. (aktaran Rozaliyev, 1979,

s.32)

Page 93: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

86

6. TÜRKİYE’DE KALKINMA SÜRECİNDE DEVLETÇİLİK

VE ÖZERKLİK

1923’ten 1946’ya geçen süreçte, CHP çeşitli dönüm noktalarından geçmiş,

ekonomik ve politik olarak çeşitli kararlar arasında tercihler yapmak durumunda

kalmıştır. Bu dönem boyunca gerçekten de, özel sermayenin aktif ve etkili kesimleriyle

belirli dönüm noktalarında CHP bürokrasisiyle anlaşmazlıklar ve rekabet yaşamıştır.

özellikle 1960’a kadar gelen süreçte, 3 dönüm noktası gözüküyor. 1929’da dünya

ekonomik bunalımının hemen ardından yaşananlar, 1940’larda savaşın ortasından

başlayıp 1946’da şiddetlenen süreçte yaşananlar ve 27 Mayıs 1960’da yaşananlar.

Bu dönemlerin hemen ardından, ekonomi-politikalarda ve birikim rejimi

üzerinde devlet müdahalesinin yapısı değişecek, Türkiye, dünya ekonomisiyle farklı

temellerle bir bağlantı kurmaya çalışacaktı. Bu krizler, parti içinde de bir çatışmayı,

bürokrasinin birikim ve ekonomi üzerindeki kontrolüyle ilgili bir tartışmayı açıyordu.

“Kadroculuk” akımı ve CHP içindeki Peker çizgisi, özel birikimden ziyade ulusal

devletçi bir birikimden yanaydılar. 1930’un başlangıcından parti içinde yükselen bu

eğilimin gücü, özellikle İstanbul tüccarlarının da etkili olduğu bir muhalefetle

kırılacaktı. Devletin etkin olduğu bir sanayi birikimine geçilecek ama partinin bu aşırı

kutuplarının siyasal güçleri törpülenip, “devletçiliğin”, özel sermaye birikimi için

konjönktürel bir uygulama olduğunun altı çizilecekti. 1946’da “kadrocular” ilk defa

kendi sanayi programlarını uygulamaya hazırlanırken yine bir kenara atılmışlar ve

ABD’ye dönük liberal bir ekonomik programa geçilmişti. Bu durum 27 Mayıs’ta da

değişmeyecekti. “Devlet işletmelerini”, özel sermayeden bağımsızlaştırmak isteyen

gruplar, 27 Mayıs ihtilalinin içinde yenilecekler, ama 1960 sonrası “devlet” birikim

süreçlerinde yine de aktifleşecekti. Sorun esasında bu müdahalenin sınırlarına dair

görülüyor. Özel sermaye, devletin müdahalesinden rahatsız değildi, müdahalenin

sınırları önemliydi. Devlet işletmeleri üzerinde yükselen bir bürokrasinin, özerk kendi

birikimi peşinde koşması tehlikeydi, özel sermaye için, yoksa devlet müdahalesinin

kendisi değil. Banka-Sanayi tekellerinin öncüleri bunu açıkça ifade ediyorlardı;

“Devletçilik olmasaydı biz gelişemezdik”

Page 94: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

87

Sonuç olarak, Türkiye’de “devletçilik” uygulaması 1946’ya kadar, özel

sermayeden bağımsız, özerk bir kalkınma politikası olmamıştı. CHP içinde “devletin”

ulusal birikimi denetlemesi gerektiğini düşünen bir grup ve tabaka vardı ama parti

içinde egemen olmayacaktı bu grup. CHP’li kadroların önemli bir bölümünün de, özel

sermayeyle ilişkileri çok güçlüydü. Hatta çoğu zaman, bu bürokratlar doğrudan

girişimciliği üstleniyorlardı. Bir ironi olarak, Türkiye’de planlama dönemi olarak

bilinen 1930’lar, CHP bürokrasisinden akın halinde iş dünyasına girişlere şahit olacaktı.

Sonuç olarak, Türkiye’de devletin ekonomiye müdahalesi ve devletçilik uygulaması

merkezine özel sermaye birikiminin orta ve uzun vadeli gelişimini hedefleyecektir.

Ama buraya kadar özetlediklerimiz ve özetleyeceklerimizle diyebiliriz ki, 27

Mayıs ihtilali içinden çıkan devletçiliği; radikal bir tarzda, “devlet işletmelerini” ve

“devleti” merkezine alarak düşünen bir “kalkınmacılık” ve birikim isteği, Cumhuriyet

tarihi boyunca yeni değildi. Cumhuriyet tarihini bir tarafa bırakıp, bu tartışmanın

köklerini Cumhuriyet öncesi döneme kadar götürebiliriz. Ama bu tarihin içinde,

özellikle 1960’lara kadar gelişen süreçte, ekonomik ve siyasal bir bunalımın yükseldiği

dönemde, bir yeniden düzenlenme dönemi gerektirdiğinde, tartışmanın ekseni “devleti”

merkeze alan bir kalkınma söylemi ile özel sermaye yanlısı bir söylem arasında

çatışmaya dönüşmüş gözüküyor.

Bu bölümde, Türkiye’de “devletçilik”in anlamına ilişkin bir tartışma

yürütülüyor. Bunu yaparken de özellikle, Cumhuriyet sonrası ve biraz da Cumhuriyet

öncesi dönemde “devletçi uygulamalar konusunda kritik dönemlerde gerçekleşen

olgulara ve bunların etrafında Türkiye’de Devletçilik uygulamalarına bakılacaktır.

6.1 Türkiye Tarihinde Devletçiliğe Bakış

Bazılarına göre Türkiye’de devletçilik bir “planlama hareketidir”, Bernard

Lewis “askerler ve bürokratlar arasında “ Batıya ve kapitalizme karşı hislerin yeniden

canlanışı”, Herslag da sadece pragmatik bir araç değil fakat temelde, köklü ve ideolojik

bir öğe”, Thornburg Türk uygulamasını “ devlet sosyalizminin aşırı bir ifadesi”, olarak

değerlendirmiştir (Aktaran, Tezel, 1982, s.221)

Page 95: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

88

Genç Türkler 1908’de iktidara geldikleri zaman, başlangıç halindeki bir

Müslüman girişimci sınıfı olmadığından ticaret yada sanayi girişimi yönündeki hemen

bütün inisiyatif ya bürokrasiden ya da İT cemiyetinden gelmekteydi. Çoğu durumda

insiyatif ya mevcut oldukları zaman yerel tüccarları, satıcıları ve esnaf ile ya da

ittihatçıların sonunda işadamları ve girişimcilik yönünde hevese geçeceklerini

umdukları, yerel eşraf ile işbirliği içinde uygulanıyordu. (Ahmad, 1985, s.69)

1914’te Yusuf Akçura şöyle diyordu;

“Modern devletin temeli burjuva sınıfıdır, çağdaş müreffeh devletler

burjuvazinin, iş adamlarının ve bankerlerinin omuzları üstünde ortaya çıkmışlardır.

Türkiye’nin Türk milli uyanışı, Türk burjuvazisinin başlangıcıdır. Ve eğer Türk

burjuvazisi doğal gelişmesi zarar görmeden ya da kesintiye uğramadan devam ederse,

Türk devletinin sağlam bir şekilde kuruluşu garanti altına alınmış demektir.” ( Aktaran

Ahmad, s.55) “…yalnızca köylülerden ve memurlardan oluşan bir Türk toplumunun

yaşama şansı fazla olmayacaktır.” (Ahmad, 1985, s.76)

Teşvik-i Sanayiden daha da önemlisi, İttihat Hükümeti ticaret kanunu ve

mülkiyet esaslarını özel girişimciliğe uygun hale getirmesiydi. Anonim şirket olarak

1909-30 arasında kurulmuş bankalar üzerinde yapılan bir araştırmada 1908-18 arasında

24 bankanın kurulmuş olduğuna işaret ediliyor.Bunların sadece 6’sı yabancılar

tarafından kurulmuş gerisi Müslüman Türkler tarafından kurulmuştur. (Buğra, 1997,

s.70)

Ayrıca İT Cemiyeti bir örgüt olarak da, hem başkentte hem de daha önemli

olmak üzere taşrada milli bir ekonomi yaratma görevine doğrudan katılmıştır. Anadolu

kentlerinde kalan irili ufaklı şirketlerin çoğu yerel İT Cemiyeti kulübünün doğrudan

inisiyatifiyle kurulmuştu. (Ahmad, 1985, s.69)

Bu dönemin etkili aydınlarından Namık Kemal ise Osmanlı devletinin askerlik

ve siyasal alanda güç kazanması için kapitalist birikimin gerekli olduğuna işaret

ediyordu. (Tezel, 1982, s.133)

Page 96: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

89

Dolayısıyla İttihat ve Terakki döneminden Kurtuluş Savaşını veren kadrolara

bir miras kaldıysa; bu her şeyden önce güçlü bir devlet yaratmanın önkoşulunun, bir

burjuvazi yaratmak olduğu söylenebilir. 1908 olaylarının ve arkasından gelen Jön

Türklerin siyasetlerinin, burjuva devrimlerinin ürünü, ulusal bir burjuvazi yaratma

işlevini yerine getirdiğini söylemek abartılı olmaz. Ahmad İT Cemiyetini Türk

burjuvazisinin öncü partisi diye nitelendirir. (Ahmad, 1985, s.34)

Yine birinci dünya savaşı döneminde Cumhuriyet sonrasına sarkan birçok

korumacı ve devletçi önlemlerin alındığını görüyoruz. Örneğin teşvik-i sanayi İzmir

İktisat kongresinde alınan bu karar ilk defa Haziran 1914’te çıkarıldı. Bu yasayla

Osmanlı sanayi ürünleri ithal edilen benzerlerinden %10 daha pahalı olsalar bile tercih

edilmesini şart koşuyordu. Hükümet kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırdı. Daha

sonra ise ithalattaki gümrük vergisi sistemini tek taraflı olarak değiştirdi; değişik ithal

malları için spesifik gümrük vergisi koydu, bu da hükümete ekonomi politikası

sürdürme olanağı veren bir diğer gelişmeydi. (Zürcher, s.183,1999)

İlginç gözlemlerden biri de 1930’larda bürokrasi içinde başlayan devletçiliğin

tanımına dair bir tartışmayı 1.Dünya Savaşı yıllarında görüyoruz. Savaş sırasında

vurgunculuk yaparak zenginleşen tüccarlara karşı İttihatın içinde bir grubun sesini

yükselttiğini anlatıyor Ahmad;

“Bu grup, ekonomi alanında bireyin hiçbir zaman genel yararı düşünmediğini

her zaman en fazla karı sağlamaya yöneldiğini savunuyordu. Savaş döneminde ve savaş

sonrasında hüküm süren olağanüstü koşullarda bu tutum kargaşalığa yol açan sınıf

farklılıklarını ve çatışmasını arttırırdı. Bu duruma önerilen çözüm, sınıf çatışması

sorunlarını önlemek amacıyla, muhtemelen bürokrasi tarafından yönlendirilecek

devletçi bir ekonominin kurulmasıydı.” (Ahmad, 1985, s.79)

“Tekin Alp”, ittihatçıların uyguladığı devletçilik politikasını savunmaya devam

ederek , devletçi bir ekonomide devletin yalnızca özel sektörü desteklemekle kalmaması

gerektiğini, onun için mümkün olan en fazla karı da elde etmesi gerektiğini anlatıyordu.

Bu tartışma da Cumhuriyete sarkan temel tartışmalardan olacaktı. (Ahmad, 1985, s.79)

Page 97: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

90

İttihatçıların milli burjuvazi oluşturma fikri Kurtuluş savaşını veren kadrolar

açısından da temel fikir oldu bu yönelim değişmedi. M.Kemal Paşa 1922 yılında Sovyet

Büyükelçisi Aralov’la yaptığı konuşmada şöyle diyordu;

“Türkiye’de işçi sınıfı yok, çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvanız ise

henüz burjuva sınıf haline getirmek gerekiyor. Benim amacım Anadolu ticaretine

yardım etmek zenginleşmesini sağlamaktır.” (Aralov,1967,s.234-235)

Türkiye’de devletçilik uygulaması, özel sermayenin gelişmesinin önünde bir

alternatif olarak düşünülmemişti. 1950’ye kadar iktidarda olan tek parti CHP’nin

1935’teki dördüncü büyük kongresinde şöyle tanımlanıyordu devletçilik;

“Özel kınav ve çalışma esas olmakla beraber, imkan olduğu kadar az zaman

içinde ulusumuzun genliği ve yurdu bayındırlığa eriştirmek için, genel ve yüksek

asığların gerektirdiği işlerde, hele ekonomik alanda, devleti filiğ surette ilgilendirmek

başlıca esaslarımızdandır. Devletin, ekonomi işleri ile ilgisi filiğ surette yapıcılık

olduğu kadar, özel girişimlere ön vermek ve yapılmakta olan işleri düzenlemek ve

kontrol etmektir.

Devletin, filiğ olarak hangi ekonomik işleri yapacağının belirtilmesi, ulusun

genel ve yüksek asığlarına bağlıdır. Bu lüzum üzerine devletin, filiğ olarak kendi

yapmaya karar verdiği i, eğer özel bir girişim elinde bulunuyorsa, onun alınması her

defasında özgü bir kanun çıkarmağa bağlıdır. Bu kanunda özel girişimin uğrayacağı

zararın devlet tarafından ödeme şekli gösterilecektir. Bu zarar oranlanırken gelecekteki

kazanç ihtimalleri, hesaba katılmaz. (Ahmad, 1996, s.18)

Bu programda da görüldüğü gibi esas olan özel girişimdir. Cumhuriyet’in

kurucularının 1923’teki görüşleri asıl olarak değişmemiştir. 1923 İzmir İktisat

Kongresindeki yönelim devam etmektedir. Mustafa Kemal bu kongrede şöyle diyordu;

“ Kaç milyonerimiz var. Hiç. Binaenaleyh biraz parası da olacak olanlara da düşman

olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerin, hatta milyarderlerin

yetişmesine çalışacağı. (aktaran Cem, 1986, s.280) Mustafa Kemal’in 1923’teki bu

tutumu 1930’larda devletçi politikalar uygulandığında da değişmemiş, özel sermaye

birikiminin artışına bu dönemde aynı şekilde önem verilmiştir. Türkiye’de Alman

Page 98: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

91

Henkel fabrikasının kuruluşunda önemli roller üstlenmiş. Alber Bilen bu dönemdeki

devletçilik için şöyle diyor;

“1929’da beliren dünya ekonomik krizi en az zararla atlatılmaya çalışılmıştı.

Yatırımlar, özel sektörün zayıf yapısından dolayı daha ziyade devletçe ele alınmış,

bugünkü KİT’lerin büyük bir kısmı o zamanlarda kurulmuştu. Bu fabrikaların harp

yıllarında faydaları ve özel sektör üzerindeki öğretici niteliği ve eleman yetiştirmedeki

faydaları inkar edilemez. Zamanımıza kadar birçok başarılı sanayicinin ekolü İktisadi

Devlet işkolunda özellikle Sümerbank olmuştur.” (Bilen, 1988, s.27)

Türkiye’de sanayinin en büyüklerinden Koç Holdinginin kurucularından Vehbi

Koç ise bu dönemdeki devletçiliğe bakışı şöyle özetliyor.

“Atatürk’ün kurduğu CHP bu memlekete büyük hizmetler yapmıştır,bu inkar

edilemez. Cumhuriyetin ilk yıllarında memlekette endüstri diye bir şey yoktu. Eğer başta

Atatürk olmak üzere Halk Partisi devlet teşekkülleri vasıtasıyla fabrikalar kurmasaydı

bugünkü özel sektör endüstriye giremezdi. Özel sektör, Devlet İktisadi Teşekküllerinin

yetiştirdiği eleman ve bilgiden yararlanarak, 1950’den sonra endüstriye girebilmiştir.”

(Koç, 1987, s.146)

Bu yorumlarda da göreceğimiz gibi, bu dönemdeki devlet sanayileri, özel

sanayi sermayesinin doğumu için bir ebe rolü üstlenmiş gözüküyor. Sadece özel

sanayinin teknik personel ihtiyacını karşılamamış, aynı zamanda bu dönemde

bürokrasiden iş dünyasına geçişlerin de yaygınlığına şahit oluyoruz. 1968’de E.Soral’ın

yaptığı bir araştırmaya göre 1968’de en az 50 kişinin çalıştığı firmaların sahiplerinin

mesleki geçmişlerine baktığımızda 1921-30 arasında iş hayatına atılanların atılanların,

%10,81’i memurken bu oran 1931-40 arasında bu oran %74,19’a çıkmış , bu oran 1941-

50 arasında bu oran %31,17 olmuştur. (Aktaran Buğra, 1997, s.91)

Devlet, özel sermayeye 1930’larda sadece teknik kadro yetiştirmekle kalmadı,

çeşitli şekillerde birikimin artmasını da sağladı. 1930’larda bu uygulamalar belki dış

ticaretle uğraşan yerli tüccarların gelirini biraz düşürdüyse de, geri kalan sektörlerde

gelir transferi devam etti. Özel ticaret ve sanayi kesimlerine sağlanan krediler içinde

devlet bankalarının payı, 1930’da %28’den, 1938’de %40’a çıktı. Bu yıllarda buhran

Page 99: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

92

koşullarına rağmen özel yatırımlar arttı. Devlet sanayi ürünlerinin, tekstil, kömür,

çimento, inşaat demiri gibi diğer ürünlerin pazarlanması da özel ticaret işletmelerine

bırakıldı. Devlet fabrikalarının ürünlerinin ticareti de özel birikime yeni olanaklar

sağlıyordu. (Tezel, 1982, s.22)

Yine de devlet ile özel sermaye arasında, işadamları ile bürokrasi arasında bir

tür gerginlik vardı. Ayşe Buğra bu dönemdeki devlet müdahaleciliğinin aşırı pragmatik

ve sınırlarının net çizilmediğini ifade ederek şöyle diyor;

“Meşru müdahalenin sınırlarındaki bu belirsizlik nedeniyle, Türkiye’de iktisat

politikalarının belirlenmesi süreci, girişimcilik faaliyetlerinin meşruiyetiyle ilgili bir

bulanıklığı kronik hale getirmiş. Böylesi bulanıklıklar, hükümetlerin girişimcilik

faaliyetinin sosyal kabul görmesini ulusal çıkarlara olumlu katkılar yapması koşuluna

bağlayan bir politik söylem kullanmalarıyla daha da artmış. Sonuçta hemen belli başlı

bütün hükümet değişikliklerinden sonra, en azından kısmi bir sistem değişikliği

potansiyeli ortaya çıkmış. Bunun sonucu olarak da işadamları toplum içerisindeki

konumlarını gösteren koordinatları bir türlü net belirleyememişler, içlerinde uzun

zaman, sosyal konumlarıyla ilgili kuşku taşımışlar.” (Buğra, 1987, s.144)

Buğra’nın ifadesi olguları açıklama noktasında aşırıdır. Yani bu bulanıklık

dönemleri bir kere, bir süreklilik arz etmiyordu. 1929 Kriz konjonktürü gibi, uluslar

arası ekonomi içinde önemli kırılma noktalarında dolayısıyla toplumsal bunalım ve kriz

noktalarında gerçekleşiyordu. Bunun sonuçları da devlet müdahalesinin yapısı

konusunda da gerçekten kısmi bir sistem değişikliği sonucunu getiriyordu. Ama böylesi

bir değişimin getirdiği “yeni karşılıklı sınırlar” da, 1929 Krizi sonrası uygulamalarda

gördüğümüz gibi çoğunlukla özel sermaye lehine çözümleniyordu.

1929’da , yani devletçilik uygulamasının başında ise bu gerilimin artmış

olduğu görülüyor. Bu dönemdeki gerilimin kökeninde ise, dış ticaretteki köklü

değişiklik beklentileriyle tüccarların ithal mallarında ve döviz kaynaklarında büyük bir

spekülatif harekete girmeleri oluşturdu, Bu spekülasyon ödemeler dengesinde, zaten

varolan bunalımı iyice derinleştirdi.Böylece dünya Krizinin etkileri başka yerlerde

hissedilmeye başlamadan, Türk ekonomisi bir kriz dönemine girdi. (Buğra, 1987, s.147)

Page 100: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

93

Gülalp 1930’lardaki devletçilik uygulamasını dünya krizinin ürettiği bir süreç

olarak görür;

“Ekonominin içe dönmesi bilinçli politikalardan çok, Bunalımın bir sonucu

olarak belirdi. Bunalım, ilkin ihraç pazarlarında bir daralmanın sonucu olarak tarımsal

ürünlerin iç ve dış fiyatlarında belirgin bir düşüşe yol açmıştı. İkincisi bunalım,

Türkiye’nin başka maddeler yanında, un, şeker tekstil gibi temel mallardan oluşan

ithalatına ağır bir kısıtlama getirmişti. Bu iki yönlü etki, içe dönük sınaileşme sürecinin

neden zorunlu hale geldiğini açıklar. İçe dönük sınaileşme yalnız geleneksel ihraç

ürünlerine yeniden iç pazar yaratmakla kalmayacak,, ayrıca artık dışarıda ithal

edilemeyen temel tüketim malları ihtiyacının yerli üretimle karşılanmasını da

sağlayacaktı. Bu tür tarihsel fırsattan yararlanacak bir burjuvazinin potansiyel olarak

bile varolamayışı devletin bir girişimci olarak harekete geçmesini yani devletçiliği

zorunlu kılıyordu.Bir başka deyişle, dünyadaki bunalımın sonucunda uluslar arası meta

dolaşımının sekteye uğraması, egemenlikleri tamamen bu dolaşımda tuttukları yere

dayanan sınıflar açısından bir krizin doğması anlamına geliyordu.Krizin çözümü meta

dolaşımının içselleşmesiydi; nitekim devlet de bu politikayı izledi. Dolayısıyla bu

dönemdeki resmi politika devlet işletmeleri tarafından uygulanan ve yerel girdilere

dayalı bir ithal-ikamesiydi.” (Gülalp,1993, s.31)

Dünya ekonomik krizinin, sermayenin aşırı üretiminin zorladığı kriz, uluslar

arası ticareti ve eski birikim düzeni de felç etmişti. Tarımsal ürünlerin fiyatlarının

düşüşüyle, ödemeler dengesinin bozuluşuyla hissedilen kriz, dünya çapında

Türkiye’nin karşı koyamayacağı eğilimlerden kaynaklanıyordu. Türkiye, bunun

yarattığı sonuçlara karşı içeride, bu sınıfların uluslar arası rollerinin değiştiği bir

ortamda, içeride de birikim rejimini bu koşullara uyarlamak durumundaydı.

1932 yılının Temmuz ayı içinde üst üste kabul edilen sekiz adet kanun

uygulamaya sokuldu. Bu kanunların en önemlileri, devlet sanayinin örgütsel çatısını

oluşturacak olan Devlet Sanayi Ofisi ile Sanayi Kredi bankasını kuran 2058 ve 2064

sayılı kanunlar, Türk limanları arasında bazı istisnalar dışında devlet tekeli kuran ve

özel gemileri devletleştiren 2068 sayılı kanun; Ziraat Bankası’na buğday destekleme

alımlarına girme yetkisi veren 2056 sayılı kanun ve çay ve şeker ithalatında devlet tekeli

Page 101: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

94

kuran 2054 sayılı kanundur. Boratav’a göre “Devletçilik bu kanunlarla oldukça cüretli

bir politikaya dönüşüyordu.” (Boratav,1983, s.278))

Devletçiliğin; kapitalist ve sosyalist olmayan üçüncü bir yol olarak

değerlendiren yorumlar da yaygındır ve bu yorumlar devletçilik uygulamasının

başladığı 1930’larda da Kadrocular nezdinde kısa bir dönemde olsa resmi bir hüviyete

bürünecektir. Avcıoğlu’na göre 1930’lu yıllarda devletçilik adını alacak olan bu

müdahalecilik, ekonomik bağımsızlık özlemini taşıyan milliyetçiliğin kaçınılmaz

sonucuydu. Bu milliyetçilik ise kaynağını Cumhuriyet’in kuruluşundaki Kurtuluş

savaşımızın, Anadolu eşrafı-milliyetçi subay işbirliğine dayanan toplumsal temelinden

almaktadır. (Avcıoğlu, 1969, s.212)

Bu politikaların parti içinde de kökleri vardır. Bu siyasi kadronun radikal

görünüşlü unsurlarından biri Parti genel Sekreteri Recep Peker’dir. Boratav’a göre,

“Devletçilik özellikle kuram düzeyinde en çok etkili olan siyasi liderin Recep Peker

olduğu” düşünülebilir. Peker 1931 sonunda, o zamanki CHP programını devletçiliğe

yöneltme kararırının ilk belirtisini verecek tarzda yorumlamıştır. Peker’in devletçilik ile

ilgili görüşleri daima radikal yönde olmuştur. Öte yandan CHP genel sekreterinin liberal

hayat görüşüne de karşı, sol akımlara ve sınıf kavgasına dair görüne her şeye karşı

müsamahasız bir tavrı vardır.Şevket Süreyya, Peker’in Mussolini İtalya’sına gezisinden

olumlu izlenimlerle döndüğünü söyler. (Boratav, 1983, s.281-282)

Ve yine devletçiliği kapitalist ve sosyalist olmayan bağımsız bir ideoloji olarak

üretmeye çalışan Kadrocuların dergileri de bu dönemde Mustafa Kemal’in izniyle çıkar.

(İlkin, 2003, s.22)Böyle bir yolun seçilmesi için konjönktür çok uygundur. Dünya

Buhranının ekonomik sorunları tüm şiddetiyle duyulmaktadır. Cumhuriyetçi Serbest

Fırka denemesi, Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı toplumda ne kadar yüksek bir birikim

olduğunu göstermiş, M.Kemal bunun üzerine yeni arayışlara girmiştir. Ülkede 90 gün

süren bir seyahata çıkmış ve halkın nabzını elinde tutmaya başlamıştır. Böyle bir arayış,

bu gruba yeni bir fırsat olarak gözükmektedir. (Tekeli ve İlkin,2003,s.122) Devletçiliğin

artık fikri temelleri vardır. Bu yorum şöyle tanımlar devletçiliği;

Page 102: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

95

“Bu yorum Türk devrimini bir sınıf hareketi olarak değil, anti-emperyalist ve

ulusal bir dönüşüm olarak değerlendirir. Sınıf çelişkilerinden türemeyen ve sınıf

ayrımlarının önemsiz olduğu bir ülkede meydana gelen bu devrimin oluşturacağı

toplumsal sistem de burjuvazi ve proletaryanın egemenliklerini yansıtan bir kapitalizm

ve sosyalizm dışında bir üçüncü yol olacaktır. Tüm ulusal kurtuluş hareketleri için

geçerli olacağı savunulan bu sistemin karşısına, kalkınmanın nimetlerini tek bir sınıfın

çıkarına sunmadan sanayileşmek, emperyalist sömürüye son vermek ve sınıf

mücadelesine imkan vermeyen, dengeli bağımsız bir ekonomik yapı kurmak görevleri

çıkar. Bu görevleri cılız burjuvazi gerçekleştiremeyeceği ve benimseyemeyeceği için

devletçilik doğar. Devletçilik bu yeni siteme verilen addır.” (aktaran Boratav, s.274,

1983)

Şevket Süreyya’nın sözleriyle;

“Şahsi mülkiyetin tasfiyesine müteveccih olmayacak…sadece milli iktisadın

kumanda manivelalarını…eline alacak….sosyalizmde olduğu gibi kolektif bir mülkiyete

değil, büyük iktisat faaliyetlerinde devlet mülkiyetine istinat edecektir.” (Aktaran

Boratav, s.274, 1983)

Recep Peker’in ve Forumun yaklaşımında egemen olan devletçilik anlayışı,

devletçiliğin o dönemdeki yorumlarına karşı “kamu yararı” kavramı getirmesidir.

Boratav’a göre “Tutucu yorum, devletçiliği yalnız bireyin yapamadığı işleri devletin

yapması olarak yorumlarken, Kadro ve Peker çizgisi “memleketin umumi menfaatleri

icap ediyorsa” bireyin yapabileceği işleri de devlet yapar anlayışındaydılar.” (Boratav,

s.275, 1983)

1932 senesini Limancı Hamdi adıyla da bilinen dönemin etkili fikir ve iş adamı

Ahmet Hamdi Başar şöyle anlatıyor;

“1932 senesi inkılap tarihi bakımından bazı mühim hadise ve cereyanlarla

doludur. Açık olarak iki cephe teşekkül etmiş ve çarpışmağa başlamıştır. Himayeler

sayesinde canlanan yeni sanayiciler ve yeni burjuva bir tarafta; devletin kuvvetlenmesi

nispetinde canlanan memur sınıfı diğer tarafta. Bunlardan birincisi İş Bankası etrafında

toplanmış; ikincisi de hükümet ve mecliste hakim olmağa başlamıştır. İş Bankası

Page 103: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

96

Gazi’nin himayesinde. Gazi işin ve zenginliğin çoğalmasını istiyor. Bunun yapacağı

fenalıklar üzerinde hiç durmuş değil. İkinci temayül ise daha çok İsmet paşa tarafından

himaye görüyor. 1932 senesinde İşbankçılarla hükümetçilerin gizli ve açık

çarpışmalarının şiddetlendiğini görüyoruz.” (aktaran Boratav, 1983, s.278)

Meclis dışında ustaca muhalefete geçen İş Bankası grubunun muhalefetinin

etkili olduğunu görüyoruz. Kağıt endüstrisi için hem hükümet çevreleri hem de İş

Bankası grubundan teklif gelmesiyle, Gazi ağırlığını İş Bankası tarafında koyar. Ve

sonrasında İktisat Bakanı istifa etmek zorunda kalır yerine İş Bankası grubunun önde

gelen siması Celal Bayar getirilir. Ardından işadamlarının tepkisini çeken,1933 yılında

alınan müdahaleci kararların çoğu geri çekilir. Böylece 1933 yılı devletçiliğin

gelecekteki gelişimi üzerinde özel teşebbüsün endişelerini dağıtan bir yıl olur. (Boratav,

1983, s.279) Sonrasında Kadro dergisi kapatılır. (Tekeli ve İlkin, 2003, s.122) Bütün bu

siyasal gelişmeleri tetikleyen unsur ise, 1929 krizi sonrası Türkiye’de devletin birikim

sürecinde farklılaşan rolüdür. Okyar’a göre; ”İktisadi hayatı topyekün planlama gibi

fikirler hükümet ve parti idarecileri tarafından benimsenmemekle beraber, devletin

iktisadi hayata büyük çapta katılması için karar verildi. Devletçilik ve ilk beş yıllık

sanayi planı dediğimiz tatbikatı yukarıdaki zaruret ve şartlardan ileri gelen birer netice

olarak görmek gerekir. O sırada Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkileri vardı ve Rusya

teknik ve sermaye sahasında yardım etmeye hazır olan tek yabancı devletti. Rusya

1932’de Türkiye’ye bir teknisyen heyeti gönderdi. Ve bu raporlar sonucunda başlıca üç

sanayi üzerinde duruldu:demir-çelik, tekstil ve kimya Hazırlanan beş yıllık planı,

topyekün bir plan olarak görmek doğru değildir. Daha ziyade plan sanayisi alanında beş

yıl zarfında kurulacak girişimlerin bir listesiydi.Özel sektörün yanında bilhassa sanayide

toplanan bir “devlet teşekkülleri” sektörü oluşmuştur.” (Okyar, 1963, s.5).

Bürokrasi ve özel sermaye arasında savaş ekonomisi olarak devletçiliğin bu

düzeyde gergin ilişkiler bir dahaki sefer 2.dünya savaşı içinde başlayacak 1946 yılında

doruk noktasına ulaşacaktır. Milli Müdafa Kanunu 1940 yılının başında çıkarıldı. Bu

kanun hükümete sınırsız yetkiler veriyor özellikle ticarette millileştirme eylemlerini ima

ediyordu.Saydam Hükümeti aynı yıl, ithalatçıları ve ihracatçıları denetlemeye ve dış

ticaretin bir bölümünün bazı kamu kuruluşları aracılığıyla yapmaya karar verdi.Ticaret

Page 104: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

97

Vekaletine bağlı bir İaşe Teşkilatı, Ticaret Ofisi ve Petrol ofisi kuruldu. Ticaret Ofisinin

gıda ve zorunlu tüketim mallarının fiyat denetimini ve tayınlamasını yapmak için

kurulmuştu. Petrol Ofisi’de akaryakıtın dağıtımını yapacaktı. Aynı yıl tüccarların

ellerindeki tahıl,pamuk ve yün stoklarını kamu kuruluşlarına satmalarını gerektiren

kararlar alındı. Köylüler de zorunlu ürünlerin haricine geri kalan ürünleri devlete teslim

edeceklerdi.Hükümet bu kararlarla savaş yıllarına gıda ve giyim mallarını dağıtımında

piyasa mekanizması yerine geniş kapsamlı bir tayınlama sistemi kurmak

istiyordu.Bütün bu önlemlere karşı hükümet silah altına alınan yaklaşık bir milyon

askeri beslemekte kentlerin temel ihtiyaçlarını gidermekte ciddi sorunlarla karşılaştı. Bir

yanda geniş halk yığınları sefalete itilirken, öte yandan büyük vurgunların vurulması,

yönetici kadronın bazı kesimlerinin tüccarlar ve toprak ağalarına karşı tavır almalarına

yol açtı. (Tezel, 1982, s.137) İnönü 1942 yılında Meclisi açarken şöyle diyordu;

“Şuursuz bir ticaret havası, haklı sebepleri ççok aşan bir pahalılık belası….

Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski çiftlik ağası ve elinden gelse

teneffüs ettiğimiz havayı ticaret metaı yapmağa yeltenen gözü doymaz vurguncu

tüccar…büyük bir milletin hayatına küstahça karşı koymağa

çalışmaktadırlar…Ticaretin ve iktisadi faaliyetin serbestliğini bahane ederek milleti

soymak hakkını hiç kimseye, hiçbir zümreye tanımamalıyız. (Tezel, 1982, s.137)

Ne var ki İnönü’nün de itiraf etmek zorunda olduğu bir şey vardı; fırsatçılar ve

soyguncuların siyasal kadrolar arasında da bağlantıları vardı.Saydam Hükümetinin

yerine gelen, Saraçoğlu hükümeti ise Saydam’a zıt piyasacı yaklaşım getirdi. Bu

değişiklik 1940-42 arasında güdülen politikanın siyasi kadrolar içinde de popüler

olmadığını gösteriyordu. Ekonomi piyasa güçleri ile dengelemek gerekçesiyle, ticaret

sektöründe fiyatlar serbest bırakıldı. Toptan eşya fiyatları indeksi;1938’de 100’den

1942’yde 164’e çıkmışken 1943 temmuzunda 715’e fırladı. Saraçoğlu hükümeti bu

sefer olağan dışı önlemlere girişti. Yönetici siyasal kadrolarla, varlıklı sınıflar

arasındaki ilişkileri bozan bu eylemlerin başında 1942 Varlık vergisi ve 1945 Çiftçiyi

Topraklandırma Kanunu geliyordu. (Tezel, 1982 s.237-238)

Büyük arazi mülklerini kamulaştırmaya yönelik hükümler taşıyan bu kanun ölü

doğdu, amacına ulaşamadı. Halk Partisi yöneticileri, başta İnönü olmak üzere,

Page 105: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

98

dayandıkları sosyal iktidar ilişkilerini bozmadan yasayı uygulayamayacaklarını

anladılar, büyük arazi sahiplerine ödünler vermeğe başladılar. İnönü, kanunun en

şiddetli muhalifi ve Adana’nın büyük toprak ağalarından Cavit Oral’ı Kanunu yürürlüğe

koymakla görevli Tarım Bakanlığına getirdi. Reform hedefine ulaşamadı ama kanunun

Mecliste tartışması sırasında yeni bir siyasi aktörün çıkışına zemin sağladı.Yasaya

muhalefette bulunanlar, yakınları toprak sahibi olan milletvekilleriydi. (Tezel, 1982,

s.140) Ve bunların temsilcileri de kendisi Aydın’lı büyük toprak sahibi olan Aydın

Menderes’ti. Tartışma parti içi bir demokrasi sorununa dönüştü. Ve daha sonra DP’nin

kurucuları olacak olan Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ile birlikte Dörtlü Takrir

denen bir önerge vererek, parti içinde anti-demokratikliğe karşı muhalefete (Zürcher,

s.306, 1999) geçtiler. Liberal fikirler de artık ateşli bir savunucuya sahip olacaktı.

1946 yılında da, parti içindeki “özerk devletçiler” ekonomi-politikalarda

iktidara yakın görünecekler ama mücadeleyi yine kaybedeceklerdi. “Kadrocu” aydınlar

ilk defa yeni bir devletçi sanayi planı hazırlamaya başlarken ve tek parti yanlısı devletçi

Recep Peker’in iktidarı, parti içinde bürokratik devletçiliğin zaferi olarak görülürken,

Batı Blokunun isteklerini yansıtan liberal bir programa geçilmiştir. (Gülalp, 1987, s.48)

Osman Okyar ve Oktay Yenal gibi yazarlar, devletçilik politikasının

Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi tarihi içinde köklü bir değişiklik olmadığını öne

sürmüşlerdir. Okyar’a göre; piyasa mekanizmasında, devletin rolü bazen genişleyebilir

bazen de daralabilir. Devletin ekonomideki yeri ve payı daima egemen durumda

kalmakla beraber, bazen özel kesime ayrılan faaliyetlerin genişlediği, yada devlet

kesiminin yalnızca tepeden inme emirlerle değil, özel teşebbüsleri andıran yöntemlerle

de yürütüldüğü görülür. (aktaran Özdemir, 1986, s.30-31)

Şeni’ye göre, “Kurtuluş savaşından sonraki tedbirlerin Türkiye’yi sınai

sermaye aracılığıyla dünya ekonomisine eklemlenmeyi hazırlayan tedbirlerdir. Bunların

bir kısmı artık değeri mutlak biçimde arttırmaya yöneliktir. 2. Dünya Savaşı sırasında

seferberlik sorunları bahane edilerek alınan tedbirler: iş-günü süresi uzatılmış, haftalık

tatil günü gerektiğinde kaldırılabilir duruma getirilmiş, varolan iş kanunu, kadın ve

çocuklar konusunda uygulanmamış ve zorunlu çalışma yasal kılınmıştır. Bunun dışında

Page 106: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

99

1923’ten, 1960’a kadar alınan tedbirler ve kanunlar mutlak ve görece artık değerin

arttırılışına yöneliktir.” (Şeni, 1978, s.73)

Türkiye’de 1946’ya kadar gelen süreçte uygulanan “devletçilik”, resmi olarak

özel sermaye birikiminin önünü açmak için uygulanan birikim sürecini hızlandırmanın

parçası olmuştur. Parti içinde özel sermayeden özerkleşmek isteyen, bürokrasinin

birikim sürecindeki denetim ve egemenliğini arttırmak isteyen bir grubun varlığına

rağmen, bu grup parti içinde egemen olamamış, tartışmayı “devletçiliği”, özel sermaye

birikiminin gerçekleştirilmesinde bir araç olarak gören taraf bu dönemde galip

çıkmıştır.

6.2 Özerklik ve Kapitalizm

“Bürokratik geleneğin” devamı olarak kurgulanan şeyin, bugünkü dünyada

kökleri yoksa, beslenemez. 1930’larda “Kadroculuğun” aldığı mirasın, 1960 ve 70’lere

kadar önemli ölçüde etkili olması, dünya ekonomisi ve siyaseti içinde aranmalıdır.

Kadrocular, böyle bir devletçiliği savunurken yalnız değildiler. Artan sayıda ülke, farklı

biçimler altında da olsa, sanayide geniş ölçekte bir devletleştirmenin tohumlarını attı bu

dönemde. 1930’ların kriz ortamında, savaş ekonomisinin içinde gerçekleşen Sovyet

deneyiminin uyguladığı devletçilik ve planlama deneyimi, alternatif ve etkili bir

kalkınma modeli olarak görülüyordu. Nihayet, Türkiye’de 1930’larda birinci sanayi

planını ciddi ölçekte bir Sovyet sermayesiyle gerçekleştirmişti.

Sovyet Bloku yada üçüncü dünya sosyalizmi denen ulusal kalkınma ve birikim

süreçlerinde, “devlet işletmeleri” yada bürokrasi, ulusal birikimin denetimi üzerinde,

Türkiye’nin izlediği yoldan farklı olarak, özel sermayenin karşısında bir bağımsızlık ve

özerklik kazanmıştı. Gerçekten de 1960’larda Doğu Bloğu ülkelerinin çoğunda özel

sermaye ya hiç yoktu, yada üçüncü dünya sosyalizmi denen ulusal kalkınma

süreçlerinde görüldüğü gibi, devlet işletmelerine ve ekonomisine göre zayıftılar. Bu

rejimlerde, bürokrasi, “Kadrocuların” ya da “Yöncülerin” arzuladıkları gibi, ulusal

birikimi denetleme ve yeniden yatırma konusunda, özel sermayeye nazaran özerk ve

ayrıcalıklıydılar. Bu bölümde 20.yüzyılda böylesi bir kalkınma modelinin 1930’larda ilk

örneği haline gelmiş, Rusya üzerinde olan tartışmaya yer verilecektir. Böylesi bir örnek

Page 107: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

100

üzerinde “ulusal kalkınma ve birikim sürecinde bürokrasi ve devletin özerkliği”

tartışması yapılacaktır. Literatürde, “devlet” ile sınıflar ya da egemen sınıflarla

bürokrasinin, rekabet ya da tabiiyet ilişkileri bağlamında yapılan bu tartışmayı; ulusal

ekonomilerin, dünya kapitalizminin karşısındaki bağımsızlık sınırı olarak tartışmak

istedim. Ulusal ekonomiler, dünya kapitalizmi karşısında uzun vadede bağımsız

davranabilme yetenekleri varsa, ulusal ekonomilere müdahale eden bürokrasilerin de

“özerk”liğinden bahsedilebilir. Eğer dünya kapitalizminin genel eğilimleri, ulusal

ekonomileri de belli bir şekilde hareket etmeye zorluyorsa; bu ekonomilerin üzerindeki

bürokrasilerin de, özel sermayeye bağlı egemen sınıfların hissettikleri tarzda bir birikim

zorlamasıyla karşı karşıya kalması demektir. Bu durumda ulusal özerk bürokrat da,

egemen sınıflar gibi, rekabet etmek, işçilerin ürettikleri artı-değerin daha büyük kısmını

yatırıma dönüştürmek zorunda kalacaktır. Bu üretim sürecinin üzerinde işçiler ile

müdürler ya da üst bürokrasi arasında eşit olmayan bir egemenlik ilişkisi zemininde,

yukarıda saydığımız şeyler gerçekleşiyorsa, “özerklik”, özel sermayeye dayanan üst

sınıflardan farklı olma anlamına gelmeyecektir.

Buradaki “özerklik” tartışması, böyle bir temel üzerinden yapılacaktır.

Yalnızca özel işletmelerin olmadığı, idari ve teknokratik bir yönetimin altındaki “ulusal

planlama” modelinin, dünya kapitalizminin zorlamalarından kurtulabilmesi mümkün

gözükmüyor. Kapitalizm nasıl bir dünya sistemiyse, ona alternatif olabilecek sistem de

küresel ölçüde etkili olabilir. 1930’lardaki Rus Ekonomisi ve Rus bürokrasisi de, dünya

kapitalizminden ve ulusal birikimi arttırma yönlü basınçtan “özerk” ve “bağımsız”

değildi. Sovyetler ve Doğu Bloğuna ilişkin tartışmada özünde bu sorulara yanıt

arıyoruz..

İkinci Dünya Savaşına doğru giden süreçte ve ondan sonrasında, bütün ulusal

ekonomiler üzerinde, devletin oynadığı rol kapitalizmin tarihinde ilkti. Keynesçilik ve

“kalkınma iktisadı” da kendi temellerini “devletin” ekonomi üzerinde oynadığı bu

bağımsız rol üzerine kurmuştu. Bu tartışmanın, 1960’larda altın yıllarında olan

Keynesçilik ve “kalkınma tartışmalarında” “devlet müdahalesinin” sınırlarına dair bazı

sonuçları da içinde taşıdığını düşünüyorum. Sonuç olarak odaklandığımız ve örnekleme

Page 108: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

101

yaptığımız dönem, 1930’lar’dan, ikinci dünya savaşı sonrasına kadar değişen

uluslararası bir yeniden yapılanma döneminin olgularıdır.

6.2.1 Doğu Bloğu Rejimleri ve Özerklik

Mandel’e Rus bürokrasisi için, 1930’lardan sonra hem işçi sınıfı, hem de

burjuvazi karşısında “Tarihsel olarak özerk bir rol oynadı” diyordu. (Mandel-Harman,

1994, s.55) Bu özerklikle bağlantılı olarak, Mandel’e göre, Rus Bloğu kapitalist bir

birikimin yasalarına tabi değildir ve diğer kapitalist ülkelerde gerçekleşen aşırı üretim

krizleri burada gerçekleşmezdi. Sanayi ve ekonomiyi etkileyen kapitalist çevrimlerden

ve krizlerden etkilenmeyecek bir yapısı vardır Sovyetlerin. Bunun araçları da özellikle,

piyasanın ve özel sermayenin yerine geçecek olan planlı ekonomi ve devletçiliktir.

(Mandel, 1994, s.106-107)

Tony Cliff ise buna karşı, Buharin ve Lenin tarafından geliştirilen emperyalist

aşamanın tahlilini “devlet kapitalizmi” kuramı için geliştirir. Sermayenin yoğunlaşması

ve merkezileşmesi süreci, yatay ve dikey şirket birleşme hareketlerini dikkatli bir

titizlikle planlayan ve bunları piyasanın rastlantılarına bırakmayan, sanayilere bütünüyle

hakim olan devasa firmalar yaratır. Bu sanayilerin liderleri, artan bir yakınlıkla devlet

bürokrasileriyle çalışır. Deyim yerindeyse, sanayi ve devletin birleşmesi söz konusudur.

Bu birleşme, en tam gelişmesini devlet ve sermayenin, dışarıda rakip kapitalizmleri

fiziki olarak yıkmaya çalıştıkları, içeride de savaş ekonomisini birlikte planlamaya

çalıştıkları büyük emperyalist savaşlarda bulur. (Harman, 1994, s.31) Bir sanayinin tüm

dallarını denetleyen ve tekelleştiren tröstlere doğru bir gelişmenin anlamı yalnız özel

üretimin değil, plan yokluğunun da son bulmasıdır. (Hilferding’ten aktaran Harman,

1994, s.67)

Aslında “devlet kapitalizmi” kavramını, Lenin 1921’de NEP’i (Yeni Ekonomik

Politika) yürürlüğe koyduğunda dile getirmişti. Bu uygulama piyasa ilişkilerini yeniden

başlattı ve Lenin’in sözleriyle NEP, “Savaş Komünizmi”nden, “Devlet Kapitalizmi”ne

doğru geri çekilmeyi sağladı. Beklediği uluslararası devrim gerçekleşmeyen Bolşevik

Parti, bu dönemde iç savaşın tahrip ettiği bir ekonomide, merkezi sanayilerin devlet

elinde olduğu bir piyasa ve parasallaşmış bir ekonomiye geçmek zorunda kaldı.

Page 109: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

102

Hobsbawm, Lenin’in planlama fikrini bu dönemde, 1914-18 arasında Alman savaş

ekonomisinden etkilenerek hayata geçirdiğini söyler. Bu dönemde kurulan Gosplan

(Devlet Planlama Komisyonu) planlamanın ya da 20.yüzyıl devletlerinin ekonomi

üzerinde kurmak için tasarladıkları bütün devlet kurumlarının atası ve esinlendiricisi

oldu. (Hobsbawm, 2003, s.458)

Savaş ekonomisinin tarih dışı bir kapitalizmin ürünü olduğu fikrinin altında

yatan, savaş ekonomisinin içinde üretimin yukarıdan aşağı planlanması ve piyasanın

yada meta fiyatlarının yükseliş ve inişine dayanmamasıdır. Cliff, savaş ekonomisini

kapitalizmin türlerinden birisi olduğu konusunda ısrar eder; “Birbirleriyle, askeri olarak

rekabet edebilmek için her ülkenin yöneticileri emirleri altındaki emek üretkenliğinin

rakiplerinin altına düşmediğinden emin olmalıdır.Rakiplerinin yeni donanım ve daha

ileri teknolojiye yatırım yapmaya çalıştıkları her sefer onlar da çabalarını buna

uydurmak zorundadırlar. Askeri yenilgi tehdidi dev devlet kapitalisti yönetici sınıfı,

tıpkı en küçük bireysel girişimcinin iflas tehdidiyle zorlanması gibi, işletmeleri üzerine

değer yasasını dayatmaya zorlar.” (Harman, 1993, s.32) 61 Mandel’de 2.dünya

savaşında yaşanan gelişmelerle savaş sonrası popülerleşen planlamacılık arasındaki

bağlantıyı vurgulayacaktır;

“Çağdaş orduların doğaları, çapları ve karmaşıklıkları göz önüne alınırsa,

bilimsel-teknolojik yeniliklerin savaştaki fiili kullanımı, kendi başına bilimsel buluşun

etkililiği kadar önemli, hatta belki de daha çok planlama ve üretime dayanıyordu. Bu

nedenle İkinci Dünya Savaşı bir sihirbazlar savaşından çok, bir idareciler ve

planlamacılar savaşıydı. Keitel, Eisenhower, hatta Stalin bir stratejistten daha çok

idarecilerdi.” (Mandel, 1995, s.108)

1940’lı, 50’li ve 60’lı yılların uzun süreli ekonomik boom’un sırrı ulusal

devletin aşırı birikime sürükleyen baskıları azaltabilmesinde, bir kısmını üretken

olmayan askeri kanallara yönelterek, yüksek bir sömürü haddini muhafaza etmeye

yönelik ücretler üzerindeki denetlemelerle, kilit işletmeler açık vermeye başlamadan

evvel boom’u yavaşlatmak üzere müdahalede bulunabilmesinde yatar. (Harman, 1994,

s.72) Yeni idareciler ve plancılar sınıfının başarılı hesapları bu dönemde yararlı

olacaktı. Askeri harcamaların Keynesçi politikalar üzerinde etkililiği, Sweezy’nin

Page 110: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

103

Amerikan ekonomisindeki istihdamla ilgili 1970 sonunda yaptığı bir hesaplamada

görülüyor. ABD ekonomisinde askeri harcamaların olmaması durumunda, oluşacak

işsizlik oranı, 1930’ların büyük bunalım yıllarından bile fazla olacağını iddia eder

Sweezy. (Itoh, 1983, s. 158)

Harman’a göre Devlet ile sermayenin füzyonu otuzlu yıllar ile 1970’li yıllar

arasında dünya kapitalist sisteminin bütünün bir eğilimiydi ve Doğu ülkelerinde olup

bitenler bu olgunun uç ifadesidir. Bir ülkeden diğerine, az çok uzun dönemler boyunca,

devletin üretken sanayinin tüm sektörlerinde doğrudan bir hakimiyeti, askeri sektörün

muazzam büyümesi, ekonominin çok önemli bir bölümünün askeri rekabetin

ihtiyaçlarına bağımlılığı ve devlet yönetimleri tarafından piyasa güçlerinin işleyişinin

aşılması türünden olgular meydana gelmiştir. (Harman,1993,s.83)

Savaş ya da ulusal kalkınma için ulusal kaynaklar üzerinde denetim ve kontrola

sahip bir “Merkezi Planlama” yönetimiyle, Pazarın kör rekabetlerine karşı koyan

girişimci burjuvazi aynı “sermaye” birikimi süreçlerine dahil olabilir mi? Cliff,

planlama işlevini, Çokuluslu ve anonim şirketler içinde karşılaştırır. Çıkardığı sonuç,

“ister dev bir şirketin yönetici müdürleri olsun, ister girişimci burjuvazi, isterse de,bir

bürokrasi tarafından yönetilen ulusal bir ekonomi olsun, sermaye birikimine etki eden

aynı baskılara maruz kalacağıdır.Bu durum da uluslararası ekonominin içinde, bu yapı

ve aktörlerin benzer tepkiler vermesine yol açar.” Şirketlerin içinde metalar arasındaki

değer yasası ilişkilerin tersi yönünde işleyen bir türlü, planlama vardır. Planlamanın

içinde yer aldığı idare keyfi bir irade değildir. İdare; her dev şirketin, uzun vadede ister

askeri isterse iktisadi şekillerde olsun, rekabete karşı koyabilmesini sağlamalıdır Dev bir

şirket içinde cereyan eden şeyler, her iki dünya savaşında da her ulusal ekonominin

tamamına hakim olan modern devletlerin muazzam askeri sektörleri çerçevesinde de

aynı şekilde cereyan ederler. (Harman, 1994, s.68) Dış rekabet, şirket yönetimlerini

devamlı surette iç maliyetlerle ilgilenmeye, yani denetimleri altındaki çeşitli üretim

süreçlerinde değer yasasını dayatmaya zorlayan dış rekabettir. Bir ulusal ekonomi

çerçevesindeki örgütlenme çabaları da uluslararası düzeydeki rekabet tarafından

devamlı şekilde sorgulanır. Bu sadece piyasalar için iktisadi bir rekabeti içermez. Aynı

zamanda uluslar arasında askeri rekabeti de belirler. (Harman, 1994, s.68)

Page 111: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

104

Harman’da Mandel’le tartışırken, Sovyet Ekonomisinin ulusal geliri içinde

tüketim harcamalarının giderek azalırken, yatırım harcamalarının nasıl sürekli

büyüdüğünü gösterir. Uluslararası piyasada rekabet eden sanayi burjuvazisiyle aynı

şekilde davranmaktadır. Üretimin giderek artan bir kısmı ağır sanayi birikimine

harcanırken kitlelerin tüketim harcamaları, yatırımlara oranla sürekli düşmektedir..Rus

iktisatçısı Vasiliy Selyunin SSCB’deki gerçek birikim düzeyinin 1920’lerden beri nasıl

düzenli olarak büyüdüğünü gösterir. 1928’de tüketim malları ulusal çıktının %60,5’unu

oluştururken, bu oranın 1940’da %39’a, 1960’da %27,5’a, 1985’te ise %25,2’ye

indiğini gösterir. (Harman, 1993 s.22) Sermayenin aşırı üretimi de, gerçek ihtiyaçlara

göre bir aşırı üretim değil, sermaye mallarının , tüketim mallarına göre bir aşırı üretimi

olarak görürsek, “sermayeyi aşırı değerlendirmeye” götüren, kapitalist üretim altındaki

eğilimlerin, Sovyet Ekonomisi içinde de geçerli olduğunun işareti değil miydi bu?

Dünya Ekonomisi, 70’lerin ortasından itibaren krize girmesiyle, Doğu Bloğu

ülkeleri Comecon’u da politikaları ve örgütsel biçimleri ne olursa olsun durgunluk

evresine geçmişlerdir. 1987’de bütün Comecon’daki büyümenin 1981 sonrası en düşük

düzeye indiğini görüyoruz. OECD ihracatında, Comecon’un payı, 1977-83 arasında

%5,2’den, %4’e düşerken, ithalat payı %3,6’dan %3,9’a yükselmişti. 1980-82

döneminde dünya ekonomisinde durgunluk genişlerken, gelişmekte olan ülkeler

OECD’ye yaptıkları ihracatı, %12-%13 arttırmayı becerdiği halde, Comecon’un ihracatı

düşüş kaydetti. (Haynes, 1992,s.172-173)

Peki Sovyet Ekonomisi bir bütün olarak kapitalist bir işletme gibi

davranıyorsa, partinin üst yönetici bürokrasisi de sanayi burjuvazisi ya da ticaret

burjuvazisi gibi bir sınıf mıydı? Ya da Anayasa’da her şey devlet mülkiyeti altındayken

nasıl bir egemen sınıftan bahsedebiliriz?

Marx ücretli emek üzerinde ilk ciddi incelemesinde sermayeyi, yalnızca

birikmiş, maddileşmiş emek olarak değil, aynı zamanda canlı, dolaysız emek üzerinde

egemenlik kuran birikmiş, maddileşmiş emek olarak tanımlanır. Sermaye, burjuva

politik iktisatçıları için toplumsal servetin bir biçimidir. Marksist politik iktisat

eleştirisinde ise, yalnızca bir servet biçimi olarak değil, aynı zamanda bir egemenlik

Page 112: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

105

ilişkisidir de. Dolayısıyla, ekonomik artıktan bahsetmek yetmez, bunun için de tasarruf

edildiği egemenlik ilişkisini de ele almak gerekir.” (Aktaran Somay, 1997, s.132)

Savran, “Bu toplumlarda kolektif mülkiyetin, sosyo-ekonomik yaşamın

belirleyici unsurlar olması, burjuvazinin burada yeniden hakim sınıf olmasını

engelliyor” görüşündedir. (aktaran Somay,1997, s.135) Somay buna karşın “özel

mülkiyeti” tanımlamaya çalışır. Özel Mülkiyet, saf hukuki ya da saf iktisadi bir kavram

değil bir politik iktisat kategorisidir. Dolayısıyla içinde bir egemenlik ilişkisi taşır. Özel

mülkiyet, kişisel bir mülk değildir. Kişisel, kurumsal, kolektif biçimler alabilir. Vakıf

mülkiyeti, hisse senetli şirket mülkiyeti, bütün bunlar özel mülkiyet biçimleridir, ama

buralarda mülk sahibi kişi değil kurumdur. Kısacası, üretim araçlarının doğrudan

üreticilerin dışında, özel yada tüzel kişiler, bireyler ya da kurumlar tarafından, tek ya da

kolektif olarak tasarruf edilmesi özel mülkiyettir. (Somay, 1997, s.137) Somay “özel

mülkün” hukuki olarak var olmamasının, üretim süreçlerinde bir hakimiyet ilişkisi

olmadığı anlamına gelmediğini ifade edecektir, “burada devlet, hakim sınıf olarak

örgütlenmiş bürokrasidir” der. (Somay, 1997, s.138) Yani bu anlamda Somay’a göre

Rusya’da Bürokrasi üretim araçları ve ilişkilerinde demokratik bir ilişkiye değil, bir

egemenlik ilişkisine dayandığı, üretilen artı değer ve yaratılan ürünün paylaşımını

plancılar ya da müdürler bir azınlık yerine getirdiği için, özünde bu da bir egemenlik

ilişkisidir. Ve bu anlamda da, Rus Bürokrasisi de, dev bir anonim şirketin yönetim

kurulu gibi davranacaktır.

Gülalp, 20.yüzyılın refah devletine dayalı ile kapitalizmi ile merkezi

planlamaya dayalı sosyalizmin aynı şeyin iki değişik varyantı olduğunu düşünüyor.

Üretim ilişkileri açısından belirleyici olanın artığın üretiliş ve ona el konuş tarzıdır.

Gülalp bu açıdan bakıldığında, söz konusu iki tür toplumda doğrudan üreticilerin

üretim koşullarının aynı olduğunu belirtir. (Gülalp, 1993, s.130)

6.3 27 Mayıs Döneminin Popüler Yayın Organlarında Devletçilik

27 Mayıs sonrasında popülerliğini kazanan Yön Dergisi, gerek etkilediği

kesimlerle, gerekse de içerdiği geniş aydın kadrosuyla, kalkınma tartışmalarına etkili bir

Page 113: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

106

şekilde katılmış, dönemin popüler muhalefetini kendi kadroları arasına toplamayı

becermiştir.

Yön, kendi deyimiyle yurtta ve dünyada huzursuzluk yılı olarak uğurlanan

1961 yılının sonlarında 20 Aralık’ta yayın hayatına atıldığında, 1960 ihtilalinden sonra

ortaya çıkan radikal eğilimlerin belki de en dikkate değer olanlarına sayfalarını açmıştır.

Yön Bildirisine göre, “Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine

ulaşmak, milli üretimi yükseltmekte gösterilecek başarılara bağlıdır. Bu nedenle

topluma şekil vermek durumunda olan aydınların, belli bir kalkınma felsefesinin ana

hatları üzerinde anlaşmaları gerekmektedir. Böyle bir kalkınma felsefesinin hareket

noktaları, bütün insanların seferber edilmesi, kitlelerin sosyal adalete kavuşturulması,

istismarın kaldırılması ve demokrasinin kitlelere mal edilmesidir. Bunun adı ise bildiriyi

hazırlayanlara göre yeni devletçiliktir.” (Özdemir, 1986,s.51)

Derginin sürükleyicisi Doğan Avcıoğlu’dur. Avcıoğlu Fransa’da siyasal

Bilimler eğitimi görmüş, DP’nin son yıllarında Akis dergisinin çıkmasında çalışmış,

CHP araştırma bürosunu yönetmiş ve nihayet 27 Mayıs sonrasında Kurucu Meclis’e

seçilmiş, yeni anayasanın hazırlanmasında etkin görevler almış, çok çalışkan,

gerektiğinde derginin tüm yazılarını yazabilecek kapasitede ve iktidar vizyonu taşıyan

bir kişidir.

“Yön” hareketi “devleti” temel alan ekonomik ve siyası yapısı nedeniyle,

Kadroculuğun yeniden dirilmesi olarak görülecektir. Gerçekten de, sadece fikirsel

olarak değil, isim olarak değil, somut olarak da “Yön” çevresini ve kitleleri etkilemeye

devam etmektedirler.Sık sık yapıldığı gibi Yön, Kadroyla karşılaştırılırsa, Avcıoğlu,

Yön’ün Şevket Süreyya’sıdır. Derginin çekirdek kadrosunu, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz

Sosyal, İlhan Selçuk, İlhami Sosyal ve Cemal Reşit Eyüboğlu oluşturmaktadır. Böyle

bir çekirdek kadronun varlığına karşın, Yön Kadrodan farklı olarak küçük bir grup

tarafından yürütülen bir dergi değildir. Dergide 187 yazarın birden fazla yazısı

çıkmıştır. Kadro, tek parti döneminin var olan iktidar odağını etkilemeye çalışırken

Yön, kamu alanını etkilemek ve bu yolla dolaylı olarak sonuç almak istemektedir. Ama

Yöncüler yine de bu etkileme çabasında tüm kamu alanından çok, daha sınırlı bir gruba

o zamanın terimiyle zinde kuvvetlere yönelmeye öncelik vermektedir. Kuşkusuz bu

Page 114: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

107

yönelimde 27 Mayıs askeri müdahalesinde yaşanan deneyimlerin etkisi vardır. Bu

durumda Yöncüler sadece dergi çıkarmakla yetinmemişler, siyaset içinde etkili

olabilmek için, İngiltere’deki Fabian derneklerine benzetilen, Sosyalist Kültür

Derneğinin değişik illerde şubelerini kurmuşlardır. (İlkin ve Tekeli, 2003, s.468-469)

Kadroculukla, Yöncülük arasında kuşkusuz önemli benzerlikler vardı. Ş.

Süreyya Aydemir’in derginin sayfalarında oldukça yer bulması boşuna değildi. Her iki

söylem de kalkınmayı merkeze alarak kurulmuştu. Her ikisi de devletin, özel sermaye

karşısında sanayinin denetimini elinde tutmasını ve planlamanın da buna hizmet etmesi

gerektirdiğini düşünüyordu;

“Plan iktisadi hayatı istenen amaçlara zamanında ve bütünüyle yöneltmeğe

imkan verecek yetkilerle araçları da beraberinde getirmelidir. Bunu sağlayacak belli

başlı şartlardan biri de, iktisadi hayatın çeşitli kesimlerine hakim olan kilit sanayilerin

mutlaka devlet elinde bulundurulmasıdır. Devletçiliği ciddi bir planlamanın vazgeçimez

unsuru sayıyoruz.” (Yön, 20 Aralık 1961, s.12-13)

Demokratik bir kalkınmaya duyulan inançsızlık her ikisinde de ortaktı. Yine de

farklı yönler vardır. Yöncüler bu benzetmeden habersiz değillerdir. 4 Temmuz 1962

sayısında bu eleştirilere kısa da olsa dergide yanıt verilir,

“Kadro hareketini tanıtmamız üzerine Yön’ü kadroya bağlayan yazılar çıktı.

Bunlar ciddi olmayan yakıştırmalardır. Kadro o zamanın şartlarına göre mevcut iktidar

için bir doktrin hazırlama gayretine girişmişti. Kadro siyasi bağımsızlığına kavuşmuş

azgelişmiş memleketleri, otarşik bir düzen içinde iktisadi bağımsızlığa kavuşturmanın

yollarını arıyordu. Kadro’nun bu gayretlerini takdirle hatırlıyoruz. Fakat Kadro’nun

halkçılık cephesini zayıf buluyoruz. Devletçiliğin emekçiden yana cephesi iyi belirtilmiş

değil… Yön, iktisadi bağımsızlığın yanı sıra içerideki her türlü sömürüye karşıdır.”

(Yön, 4 Temmuz 1962, s.4)

Yöncüler Kadroculardan, farklı olarak Türkiye’deki sınıf çelişkilerini

reddetmiyorlardı. 1961’de kurulan Türkiye İşçi Partisine de, bu dönemde gelişen işçi

hareketine de yakınlık göstermişlerdi. Ama Yöncülere göre Türkiye gibi azgelişmiş bir

ülkede işçi sınıfı zayıftır ve bilinci gelişmemiştir. Türkiye’deki ara tabakaların, asker-

Page 115: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

108

sivil aydın zümrenin ya da zinde güçlerin tarihten gelen devrimci bir geleneği

vardır.Öncülük ancak bu tabakalardan beklenebilecektir. O halde yapılacak olan zinde

güçlerin iktidarı kontrol etmesini ve bundan sonra sosyalist bir program uygulayarak

toplumun kalkınmasını ve değişmesini sağlamaktır. İlkin ve Tekeli’ye göre, “Açıkça

söylenmese de, bu askeri,sivil zinde güçler darbesini öngören bir stratejidir.” (İlkin ve

Tekeli, 2003, s.471)

Aydınoğlu’na göre, “Yön’ün ifade ettiği siyasal eğilimi, 27 Mayıs’ın hemen

ardından filizlenmiş tipik bir aydın ya da küçük burjuva radikalizmi olarak nitelemek

mümkün. Yön bildirisinde kendisini açıkça hissettiren kimi karekteristikler, bu

gözlemin kanıtı olarak sıralanabilir: Sosyo-ekonomik dönüşümlere duyulan samimi

özlem; “yukarıdan devrimcilik”e bağlılığı ifade eden bir elitizm anlayışı; devlet ve sınıf

olgularından habersizlik, modern sınıf mücadelesinin keskinleşme belirtilerinden

duyulan telaş; demagojik olmaktan çok, ütopik olarak nitelendirilebilecek bir “sınıfsız

toplum yaratma özlemi” vb. gibi.” (Aydınoğlu,1992, s.40)

Bildiriyi toplam 1042 kişi imzalamıştır. Çoğunluğu, üniversite öğretim üyeleri,

müfettişler, mühendisler, öğretmenler ve memurlardan oluşan bir kamu görevlileri

oluşturmaktadırlar. 1042 kişinin 992’si erkek, 62’si kadındır. Doğan Avcıoğlu’nun

verdiği bilgilere göre YÖN’ün tirajı, sıkıyönetim tarafından kapatıldığı 78.sayıya kadar

30 bindir. Eylül 1964’te ikinci kez yayın hayatına başladığında ise, 10 bine düşmüştür.

(Özdemir, 1986, s.54)

İlk dönemin Yön’ünde Türkiye aydınına kurtuluş yolunu göstermeye kalkışan

Yön’cüler o sıralarda sadece tek bir gelişme yolunun ve buna ait politik ve örgütsel

biçimlerin propagandasıyla içlerine kapanmış değillerdir. Bir yandan üçüncü dünyaya

ait deneylerin heyecanlı tanıtması yapılırken, diğer tarafta Batı Avrupa Sosyal

demokrasisinin dokümanları, Sosyalist Enternasyonal’e bağlı partilerden haberler,

iktidardaki sosyalist partilerin deneyleri de yoğun bir şekilde okuyucuya iletilir. Bu

eğilim özellikle Sosyalist Kültür Derneği’nin kuruluşunun ardından daha da güçlenir.

Bu derneğin, batı tipi bir sosyal demokrasinin savunuculuğunu üstlenen kimi

konferansçıları da Yön’ün yazarları durumundadır. Ne var ki, bu karmaşaya rağmen bu

dönemin Yön Dergisinde, üçüncü dünyacı kalkınma yolunun yada bunun vasıtası olarak

Page 116: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

109

düşünülen askeri darbeciliğin yegane politik seçenekler olarak düşünülmediği rahatlıkla

söylenebilir. Yön’ün kurmaylarının 3.dünyacı askeri bir sosyalizm eğilimlerinin

netleşmesi ve ayrışması da 1960’ların sonlarında olacaktır. (Aydınoğlu, 1992, s.44-45)

Özdemir’e göre, “DPT’den istifa eden ilk plancıların yönetiminde yer aldığı program

daha çok Avrupa Sosyal demokrasisinden etkilenmiştir. Derneğin kuruluş bildirisinde

sosyalist metodu, kapitalist gelişmenin bilhassa azgelişmiş bir toplumda meydana

getireceği, aşırı sınıf çatışmalarını demokratik yollarla önlemenin tek yolu olarak

görmekte idi. Bu ise, milliyetçi, hürriyetçi ve demokratik ilkelere dayanan bir sosyalizm

demekti.” (Özdemir, 1986, s.58-59)

Tabi bu buna bir program olarak bakabileceğimiz Birinci Kalkınma Programı

dahil, YÖN’ün Kalkınma Felsefesi özünde özel sermaye karşıtlığı içermiyordu. Bu

anlamda bir toplumsal egemenlik ilişkisi olarak sermaye karşıtlığına sahip değillerdi. En

radikal yorum olarak kabul edilebilecek YÖN bildirisinde özel sermayeye karşı tutum

şöyle sergileniyordu;

“Türkiye’nin iktisadi hayatında özel teşebbüsü ve devlet teşebbüsünü birlikte

yaşatan karma bir sistem kalacaktır. Fakat ağırlık merkezi özel teşebbüs olan bir

iktisadi sistemin, bugünkü yapısıyla Türkiye’yi hızla ve sosyal adalet içinde çağdaş

uygarlık seviyesine ulaştırabileceğini sanmıyoruz. İktisadi ilmin ve tarihin ışığında

inanıyoruz ki, özel teşebbüse dayanan kalkınma yavaştır, ıstıraplıdır, taraflıdır ve

sosyal adaletle bağdaşması az gelişmiş bir memlekette imkansızdır.” (Yön, 20 Aralık

1961, s.12-13)

YÖN bildirisinin bu kısmında bile, kalkınma sürecinde özel sermayeye karşı

güvensizlik ortaya konurken, “bugünkü yapısıyla” ve “az gelişmiş bir memleket”

olduğumuz için gibi önkoşullar mevcuttur. YÖN’cülerin çerçevesinde bile, özel

sermayeye karşı kalkınma sürecindeki güvensizlik konjonktüreldir ve köktenci bir

eleştirinin konusu değildir.

27 Mayıs’ın hemen sonrasında ortaya çıkmış ve Yön’ün “devletçilik”

konusunda yarattığı etkiye karşı kendi etki alanını yaratmaya çalışan “Barış Dünyası”

dergisi vardır. Gerçekten de, bu iki derginin ayrı ayrı bildirileri, 27 Mayıs döneminin

Page 117: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

110

içindeki iki temel ve çatışan eğilimi özetlemektedir; Nisan 1962’de ilk sayısı

yayımlanan “Barış Dünyası”’nın giriş yazısı ise tartışmaların sadece bir noktada

toplandığını ifade eder; “Devlet Kapitalizmi” mi yapmalıyız, yoksa özel teşebbüs ve

sermaye rejimini mi kabul etmeliyiz?

“Şimdi bizim iki tip cemiyetten birini seçmemiz gerekiyor. Bir ortalamanın yani

hem devlet işletmeciliği, hem de hususi işletmeler sisteminin bir rejim değil geçici

zaruretler icabı bir oportünizm olduğuna şüphe yoktur…Bizim kesin inancımıza göre,

iktisaden geri kalmış memleketlerde en büyük tehlike, devlet kapitalizmi sistemidir”

(Barış Dünyası, Nisan 1962, s.8-10)

İlk sayısında, Yön’ün bildirisine benzer, başlıca ticaret ve sanayi odalarının

katılımıyla ortak bir bildiri yayımlar. Bildirinin giriş kısmında, Yön’e atıfta bulunarak,

son zamanlarda kalkınmamızın ancak “devlet işletmeciliği ve yatırımı usulüyle

başarılabileceğini inanan bazı aydınlarımız bu fikri kitleye yaymaya girişmişlerdir diyen

bildiri bunun aksi görüşü savunan işadamları ve aydınların görüşlerini maddeler halinde

sıralar. İkinci maddesinde “Devletçilik hepimizin ortak kabul edeceği bir rejimdir.”

diyerek sorunun “devletçilik olmadığını söyleyen bildiri, sorunun ve tehlikenin

“devlet”’in kendi adına birikim ve sermayedarlık yapması olduğuna işaret eder;

“Devletin sermayedar ve işveren yerine geçmesi tarafsızlığını bozar. Sınıfların

kendi aralarında halledebilecekleri meselelerde, devletin sermayedar ve işveren olarak

bir sınıf mümessili gibi ortaya çıkması bütün sosyal düzeni bozabilir. Böyle bir rejimde

grev, devlete karşı ayaklanma manasına gelmektedir.” (Barış Dünyası, Nisan 1962, s.19)

Bu dönemde, özel sermaye Barış Dünyası Dergisi’nin Odalar Birliğinden

işadamlarıyla imzaladığı ortak bildiri, bu “devletçilikle” askeri iktidarın ömrünü uzatma

isteğine karşı, “seçimler” ve “hürriyet” talebindedir. 27 Mayıs içinde, “Barış Dünyası”

dergisi içinde “Odalar Birliği”nin temsil ettiği, özel sermayelerin genel eğilimi, bu

reformcu-bürokrasiye karşı seçimleri ve hürriyetleri savunmak olmuştu. Kurucu Meclis

tartışmalarında değineceğimiz gibi, “hürriyet” sloganı, “Kurucu Meclis”’te öncelikle

“özel mülkün”, devletin potansiyel müdahalelerine karşı haklarıydı. (Çelikbaş, B:36

O:1, 3.4.1961)

Page 118: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

111

7. 27 MAYIS’IN GALİBİ: SANAYİCİLER

Bu bölümde, 27 Mayısın sanayicilerin egemenliğine yol açan sonuçları üzerine

durmak istiyoruz. İhtilalin radikal devletçi görüşlere sahip kanatları temizlendikçe, toz

dumanın arasından egemen olarak çıkacak olan sanayi burjuvazisi olacaktı. İhtilalin

başlangıçtaki neredeyse bütün sermaye kesimlerini tehdit eden yanı, görünüşe göre

çeşitli büyük sermaye bloklarının arasında bir birliğe yol açmıştı. Ama bu birlik içinde

tarafların güçleri eşit değildi. Sanayi burjuvazisinin, bir yandan 27 Mayıs’ın gücünü

kullanarak, eski rakibi toprak sahiplerinin siyasi ve ekonomik güçlerini kırmış, bir

yandansa 27 Mayıs’ın radikal kesimlerine karşı, toprak ve ticaret sermayesiyle birlikte

ortak tutum alarak bu sermaye blokunun öncülüğünü ele aldığını söylemek bu dönemin

olgularını açıklayıcı bir çerçeve olacaktır.

Her şeyden önce 27 Mayıs, DP’nin uygulamayı sonuna kadar götüremediği

1958 programını, büyük sanayiciler lehine başarıyla uygulamıştı. DP’nin, yaratacağı

durgunluk ve kitlesel hoşnutsuzluğun dışında, sermaye kesimlerinin önemlice bir

kısmını tasfiyeye ve iflasa sürüklemeyi göze alamadığı için tam olarak uygulayamadığı

program 27 Mayıs’ın askeri gücü sayesinde hayata geçecekti. 1960 sonrası, ithal

ikameci sürece damgasını vuracak olan üretken sanayi sermayesi, yoğunlaşmasını ve

tekelleşmesini de önemli oranda bu dönemde gerçekleştirecekti. Başlangıçta sanayi

burjuvazisini de dahil yeni yönetime karşı belirsizlik ve şüphe resesyonu ağırlaştırırken,

radikal kesimler süreçten tasfiye edildikçe, resesyon sanayiler açısından yeni bir dönem

ve fırsata dönüşmüş görünüyor.

İhtilalden sonra,büyük anonim şirketlerin karlarını inceleyen, Hilmi Özgen, şu

sonuca varıyordu; Yassıada Duruşmalarının başlamasıyla büyük şirket karlarında bir

yandan düşme görülürken, toplam zarar miktarları da önemli ölçüde artıyordu. Özgen,

“duruşma sırasında karlarda dönen entrikaların ortaya çıkarılmasının iş çevrelerinde

müthiş bir huzursuzluğa yol açtığını” yazıyordu. (Aktaran Rosaliyev, 1979, s.26) Hilmi

Özgen

Odalar Birliği de durgunluğun keskinlemesinin sebebi olarak 27 Mayıs’ı

gösterecektir.

Page 119: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

112

“1960 Mayısında başlayan siyasi konjönktür değişikliğinin de sebep olduğu

1961 yılı içindeki ekonomik duraklamanın tesiriyle sanayi, ticaret ve ulaştırma

sektörlerinde de istihsal azalmaları olmuş ve netice itibarıyla safi milli hasıla 1961

yılında, 1960’ a nazaran %1,88 ve fert başına düşen milli gelir de %4,6 nispetinde

azalmıştır.” (TTOSOTTBB , 1962 s.11)

Görülen o ki, temel sanayi ürünlerinde de, koşullar 1958 ve 1959’dan daha

kötüdür. Özel yatırımların bütünündeki düşüş ise daha çarpıcıdır.1960’da 1959’e göre

%11,4 artan özel yatırımlar, 1961’de bir önceki yıla göre %31,8 oranında düşecektir.

(TOBB, s.12) Zirai üretimdeki düşüşte aynı derecede çarpıcıdır. Tarımsal üretim,

1961’de 1960’a nazaran %24;2 oranında düşmüştür. (TTOSOTTBB, 1962 s.17)

Kredilerin dondurulmasında da 27 Mayıs yönetimi, DP döneminin

yapamadığını yapmış kredilerin musluklarını önemli ölçüde kesmişti.1960 ile 1961

arasında gerçekleşen kredi kısıtlamaları, özel kesimle ilgili olarak %9,3 dolayında,

kamu kesimi içinse %75 dolayındaydı. Yerasimos’a göre “Kamu kesimi özel kesime

rant dağıtma aracı haline geldiği için, bu kısıtlama da özel kesimi vurmuştu.”

(Yerasimos, 1980, s.761) MB’nin faiz oranları, %6’dan, %9’a çıkarıldı.1961 yılında

krediler bir önceki döneme göre %35,06 azaldı. Düşüşün nedeni, dağıtılan tüm

kredilerin %80’ini oluşturan Merkez Bankası’nın kredilerini kısması yüzündendi.

Banka, 1960 yılında toplam kredilerin %48’ini dağıtırken, 1961 yılında %13’ünü

dağıtmaktaydı. (Yerasimos, 1980, s.761)

Bu politikaların kaçınılmaz sonucu sermayenin bir bölümünün tasfiyesi

olacaktı. Yerasimos bu durumu şöyle anlatıyor;

“Subaylar mali durumu düzeltmek amacıyla banka çevreleriyle, ticari ve sınai

işletme çevrelerinde iyice bir budamaya girişmek zorunda kalmışlardı. Büyük burjuvazi

için de bir yarışma öğesi olarak ortaya çıkan eski iktidarla sıkı fıkı bu türedi kesimin

elenmesine göz yummaktan başka yapacak bir şey yoktu. Böylece bir sürü banka

kapatıldı. Birçoğunun hesapları da kılı kırk yaran bir denetime tabi tutuldu.”

(Yerasimos, 1980, s.760)

Page 120: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

113

Devrimden sonraki dönemde, şirket sermayelerinin gelişme hızında bir düşüş

ve sermayeleri büyüyen şirket sayısında bir azalma görülüyordu. Fakat sayıları

azalmasına rağmen sermayesi artan eski şirketler arasında şirketlerin güçlenmesi

yönünde açık bir eğilim görülüyordu. 1959’da bu şirketlerde, şirket başına ortalama 14

milyon lira sermaye düşerken, bu miktar 1960’da 17 milyona, 1961’de 21 milyona,

1962’de ise 42 milyon liraya yükseldi. (Rosaliyev, 1979, s.27)

Sanayi ve Ticaret alanında Türkiye’de önemli bir rol oynayan Türkiye İş

Bankası, 1946 yılında özel kesimdeki banka girdilerinin %48’ini elinde tutuyordu. 1957

yılında içinde ise bu oran %40’a düşmüştü. 1963 yılında İş Bankasının girdileri 1957

yılına orana iki kat artarak toplam girdilerin %48’ini oluşturur. 1960 yılından önce

mantar gibi türeyen bankaların çoğu kapanırken, İş Bankasının rezervleri özel kesim

rezervlerinin %70’ini, karı ise özel kesimin karının 2/3’üne yükselmiştir. (Yerasimos,

1980, s.754)

Bu sürecin aynı zamanda, tekelleşmenin hukuksal zeminlerini de yarattığı

görülüyor. Türkiye’de holdinglerin oluşumu 1963 yılında başlamış, 1970 yılından sonra

hızlanmıştır.Holding, bankacılık, sanayi, ticaret, sigortacılık, tarım, basın vb. dallarda

yaratılan sermayenin tam anlamda bütünleşmesi ve akıcılık kazanmasını sağlayan bir

kurumsallaşmadır ve Türkiye’de finans-kapital olgusunun ortaya çıkışını belirlemiştir.

Holding yapısının ortaya çıkışı, bir çok yasanın böyle bir oluşuma olanak verecek

şekilde değiştirilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu yasal değişiklikler 1957-67 arasındaki 10

senelik dönemde yapılmıştır. (Tekeli, 1985, s.2390) Holdinglerin hukuki yapısının

oluşumu yine Vehbi Koç gibi sanayicilerin talepleriyle hızlanmıştır. (Buğra, 1997,

s.198)

27 Mayıs’ın sanayicilerin işine yarayan bir diğer yönü, Menderes’in

yapamadığı şeyi, toprak sahiplerinin mali ve siyasi gücünü kırmak olmuştur. Bu

gelişmeyi takip edebileceğimiz en önemli gösterge tarıma devlet tarafından açılmış

kredilerdir. Toprak Mahsulleri Ofisinin, toplam Merkez Bankası kredilerine oranına

bakarsak, 1953’te %34,9’la tepe noktasını bulan tarımsal krediler, 1956’da %14,9’a

düşmüş, 1958 programı sırasında tekrar yükselerek 1959’da %26,6 olmuş, 27 Mayıs

Page 121: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

114

döneminde; 1961 ve 1962’de sırasıyla; %18,6 ve %17,3’e düşer. (Küçük, 1984, s.325-

326)

Toplam kredilerdeki durum da çok farklı değildir. 27 Mayıs’ın hemen

arkasındaki bir tarihte bile sanayi kredileriyle ters bir oranda tarım kredilerinin düşme

eğilimini verir. Kredilerdeki durumda zirai krediler 1960’da 2392 milyon TL iken bu

rakam, 1961’in son ayında 1682 milyon TL’ye düşmüş, aynı zaman dilimi içinde sanayi

kredileri 223 milyon TL’den 282 milyon TL’ye çıkmıştı. (TTOSOTBB, 1962, s.49)

Daha uzun vadelerde kredilerdeki duruma baktığımızda ise tarım sektörünün

aldığı kredi oranlarındaki düşüş ise çok daha belirgin olduğu görülüyor. Her durumda,

27 Mayıs yönetimi, bu düşüşün en keskin virajlarından birini oluşturur. 1950’de %38,4

olan toplam krediler içinde tarımın payı, 1960’da %50,3’e yükselir, 1972’de %25,2’ye

düşecektir. (Küçük, 1984, s.354)

Kuşkusuz kredilerin düşüşü bir sonuçtur. Tarımsal üretimin ve ona bağlı olarak

toprak sahiplerinin, temel aktör olduğu konumu yitirmesiyle açığa çıkan bir sonuçtur.

Toplam krediler içinde tarıma ayrılan payın, ulusal birikim içindeki tarımın, ticaret ve

sanayi karşısındaki konumunu açığa çıkardığı düşünülebilir. Devlet kredilerinin düzeyi

ise bunun siyasal düzeyde yansıması olarak düşünmek anlamlıdır.

Ticaret ve Sanayi odalarının yönetiminde kendilerine yer bulamayan, odaların

seçimindeki demokrasiyi kendilerine ayak bağı olarak gören, büyük sanayi temsilcileri

de (Sönmez, 1987, s.168) 27 Mayıs’ın hemen arkasından gelen süreçte, özel sermayenin

temsilciliğine soyunmuşlardı. 1960 sonrası kurulacak sanayici hegemonyasın ilk

işaretleri 27 Mayıs’ın hemen sonrasında görülecekti. 27 Mayıs’ta TOBB bütün

organlarıyla feshedildikten sonra, Vehbi Koç, TOBB’a 5 Ağustos 1960 ile12 Eylül 1960

tarihleri arasında bir buçuk ay kadar sonra geçiş dönemi başkanlığı yaptı. Koç’tan sonra

iki dönem daha başkanlar askeri yönetim tarafından atandı.(Zaman, 07.05.2005)Koç’un

yardımcılığına da bir başka sanayici Eczacıbaşı getirilmişti. (Sönmez, 1987, s.168)

Kuşkusuz Koç’un ve büyük sanayicilerin böyle bir temsiliyet kazanmaları, 27

Mayıs’ın arkasında onların siyasal desteği olduğunu göstermiyordu. Koç’un anılarından

öğrendiğimiz gibi bu, 27 Mayıs’ın hemen arkasından Koç, genç subayların büyük

Page 122: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

115

sermaye karşıtı askeri uygulamalarına karşı destek için İnönü’yle görüşmeler yapar.

(Dündar, 2006, s.252-253) Bizce, sanayi burjuvazisinin etkililiği MBK’dan çok

hükümet düzeyindeydi. 27 Mayıs yönetimi bölümünde değindiğimiz gibi bu dönemde

yönetimin bölünmüş bir karakteri vardı ve iş dünyasıyla ilişkiler hükümet ve

genelkurmayın nezdinde kuruluyordu. Tabii bu durumla ilgili Milli Birlik Komitesi

subaylarından da bir tepki olduğuna dair bir işarete sahip değiliz. Dolayısıyla,

sanayicilerin iş dünyasının temsilcileri olarak ortaya çıkışı ister 27 Mayıs’ın radikal

kesimlerinin sessiz bir onayı biçiminde olsun, isterse askeri ve siyasi üst bürokrasinin

aktif desteğiyle olsun, bu kazanılmış bir hegemonyayı gösteriyordu. Radikal subayların

söylemlerinde de gördüğümüz gibi, asıl öfke duyulan “hacıağa” tipiyle, büyük toprak

sahibi ve gerici eşraf olarak adlandırılan “tüccar” sınıfıydı. Bu durum farklı ölçülerde

de olsa, ithal ikame dönemi olarak adlandırılan 1980’lere kadar bir ölçüde egemenliğini

koruyacaktı. Yön’ün yazarları için de, kalkınmanın tutucu ve gerici gücü, bu toprak

sahibi ve komprodor burjuvaziydi. (Yön, 24 Ocak 1962,s.16) Daha sonra, 1960’ların

ortalarında halk muhalefeti üzerinde etkili olacak olan “Milli Demokratik Devrim”

tezinde dahi, asıl mücadele anti feodal ve anti-emperyalist kalıntılara yönelik olacak,

sanayiciler ve sanayi burjuvazisi, “muhalefetin” hedefinin dışında olacaklardı. (Yetkin,

1998, s.120-23) Bu durumun, sanayi burjuvazisinin siyasal ve toplumsal hegemonyasını

gösterdiğini düşünmek anlamlı olacaktır.

Devlet kredilerindeki değişim, 27 Mayıs’tan sonra gerçekleşen kurumsal

değişimler için önemli bir göstergeydi, ama değişimin çapı bununla sınırlı değildi. 27

Mayısçılar 1980’e kadar yürüyecek olan ekonomi-politikalarda köklü bir değişimin

işaret taşları oldular. Keyder bu değişimi şöyle yorumluyor;

“1960 darbesini yapanlar ve onların aydınlar ve bürokrasi içindeki

danışmanları pek de farkında olmadan toplumsal politikası, siyasi dengeleri ve idari

mekanizmalarıyla birlikte yeni bir modelin temelini attılar. Sonraki 20 yıl içinde, bu

birikim modeli köklü dönüşümler geçirmeden ve oldukça başarılı biçimde işledi. Yeni

ortaya çıkan toplumsal ve iktisadi düzenleme ağı ve genel politika yönelimi, tabii ki bir

pazarlık sürecinin, özellikle dünya ekonomisindeki hakim güçlerle yapılan bir

pazarlığın sonucuydu. Söz konusu birikim modeli başlangıçta dünyadaki hegemonyacı

Page 123: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

116

güç ve onun finansman kuruluşları tarafından da savunulmuş ve aktif şekilde

desteklenmişti. OECD yoluyla yapılan dış baskı da, Menderes Hükümetine iktisadi

karar alma sürecini merkezileştirmesi için dış baskı yaparak, ve dış ticarette

liberasyondan uzaklaşılması onaylanarak, planlama, koordinasyon ve ithal ikamesine

dayanan yeni bir politikanın başlatılmasına izin veriyordu. Bu bakımdan darbe, gerek

dış baskılara gerekse şehir kamuoyunun çeşitli tabakaları arasında artan

memnuniyetsizliğe cevap veriyordu ve bütün bunlar sanayi burjuvazisinin projesini

desteklemesini gündeme getiriyordu. Bu zımni koalisyon içinde, restorasyoncu

bürokratların ümitleri, yeni kurulan planlama teşkilatındaki devletçi bürokratların

istifaya zorlanmasından anlaşılabileceği gibi kısa sürede tuz-buz edildi.Bundan böyle

hakim unsurun sanayi burjuvazisi olacağı belli olmuştu.” (Keyder, 1989, s.119-120)

Sanayi burjuvazisi açısından kuşkusuz en önemli değişim, 1980’lere kadar

ekonomi yönetiminde merkezi bir yere sahip olacak olan DPT’nin kuruluşuydu.Bu

dönemde DPT, ekonomiyle ilgili çeşitli bakanlıkların yanı sıra varlığını sürdürecek,

ancak Anayasadaki ayrıcalıklı konumu nedeniyle fiilen bu bakanlıkların üzerinde yer

alacaktı. DPT Müsteşarı, sanayiyle ilgili bir başbakan yardımcısının işlevini görüyordu.

Planlar yatırım kararlarını merkezi olarak koordine etme teşebbüsleriydi. Yine de

DPT’nin faaliyetlerinin en önemli yönü sübvansiyonlu kredilerin ve kıt dövizin tahsisi

için onayının gerekli olmasıydı. Böylece, siyasi tahsis süreçlerine ve dolayısıyla

piyasada pazarlık yerine en üst idari düzeyde pazarlığa ayrıcalıklı bir yer bulan bir

durum yaratılmıştı. Bu şekilde, kıt kaynakların ve bu kaynakları kullananların elde

edeceği rantın, en üst idari düzeye erişme imkanı bulunan sanayi burjuvazisine gitmesi

sağlandı. (Keyder, 1989,s.122,.) DPT, büyük sanayi burjuvazisinin odalar düzeyindeki

temsiliyet sorunlarını böylece halledecek, demokratik olmayan böylesi bir merkezi

yapıyla, devletin kaynaklarına rahatça ulaşabilecekti. Toplumsal artığın sanayicilerin

hesabına aktarılmasını sağlayan mekanizmalara gelince; himaye yoluyla sağlanan

rantlar başlıca araçtı. Hem dış rekabetin önlenmesi hem de iç pazarda tekel veya

oligapol yapılar oluşturulması nedeniyle, kar marjları yüksek düzeyde kalabildi. Temel

mekanizmalardan ikincisi sübvansiyon programlarıydı; bu programlarla devlet sanayi

burjuvazisinin düşük fiyatlı girdilerden, tercihli fiyatlardan, düşük maliyetli kredilerden

ve vergi iadelerinden dolaysız veya dolaylı olarak yararlanmasını mümkün kıldı. Bu

Page 124: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

117

subvansiyonlardan bir diğeri ise, Pazar görünümü arkasına gizlenmiş, döviz kuruydu.

(Keyder, 1989,s.136-137) TL’nin resmi değerinin şişirilmiş olması, iktisadi karar verme

mekanizmasını politize ederek bürokrasinin araçsal özelliğini pekiştirdi.Mevcut Dövizin

neredeyse tamamı için çeşitli devlet kademelerinde rekabet edenler sadece sanayicilerdi.

(Keyder, 1989,s.140) 1942 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunun yürürlükten kalkmasından

sonra ilk defa, beş yıllık kalkınma planlarının getirdiği bir dizi sistematik teşvikle ticari

etkinliğin sanayiye aktarılması bekleniyordu. (Buğra, 1997, s.197)

Gümrük ve vergi bağışıklığı ile uzun ve orta vadeli, düşük faizli kredi

politikası en önemli özendirme politikaları olarak özellikle 1968’den itibaren sistemli

biçimde uygulanmıştır. 1980’e kadar, özendirme belgesi çerçevesinde yatırım

tutarlarının sektörlere dağılımında; imalat sanayi %81,1, %8,9 ile enerji kesimi,

ulaştırma ve turizm %5,4, %3 ile madencilik, %1,6 tarım kesimi almış. (Saybaşılı,

1992, s.97)

Nihai malın ithali de yasaklandığı için sanayiciler korunmuş pazarda tekelci

ayrıcalıklara kavuşabilmişlerdir. Ayrıca ithalat rejimi çeşitli listelerden oluşmaktadır.

Bu listeler arasında malların transferi büyük ölçüde sanayicilerin baskısı ile olmaktadır.

Listelerin hazırlanmasında genel uygulama, iç üretim başladıkça o malın liberasyon

listesinden kotalara kaydırılması ve yerli üreticiler iç pazar için yeterli üretimde

bulundukça ithalatının tamamen yasaklanmasıdır. Böylece ithal permileri olan

sanayiciler çeşitli rantlar sağlama yoluna gitmişlerdir. (Eralp, 2003, s.621-622)

Aynı şekilde kamu yatırımlarının ağırlığı da 1963-80 döneminde, ezici bir

oranda sanayiye dönük olacaktır. Kamu kesimi yatırımlarının sektörlere göre dağılımına

baktığımızda, tarım 1963’te %16,2’den, 1980’e kadar görece düzenli sayılabilecek bir

düşüşle %7,2’ye düşer. İmalat ise 1963’ten itibaren düzenli büyüyor. 1963’te %10,2,

1972’de %29,4’le tepe noktasına ulaşıyor, 1980’e %27,5’la varıyor. Enerjide düzenli

artış gösterenlerden;1963’te %8,9’dan, 1980’de %27,5’a ulaşıyor. Ulaştırma ise dönem

boyunca %20’den düşmüyor. (Saybaşılı, 1992, s.89)

1963-80 arasında devlet sabit sermaye birikiminin en az %50’sini

gerçekleştirmiştir. Ayrıca 1968’den itibaren daha sistemli biçimde uyguladığı

Page 125: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

118

yatırımları özendirme politikası aracılığıyla kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının

en az %25’i oranında özel kesim yatırımlarını özendirmiştir. (Saybaşılı, 1992, s.102)

Devletin, 1960 sonrası, üretken sanayi burjuvazisi lehine açık uygulamalarına

rağmen plan hedefleri yine de sanayideki gerçek büyüme oranlarının gerisinde

kalmıştır. Birinci ve İkinci Beş yıllık kalkınma planları dönemlerinde sabit sermaye

yatırımlarında, İmalat Sanayi, Ulaştırma ve konut sektörlerindeki gerçekleşmeler plan

hedeflerini aşmış, Tarım, Eğitim ve Sağlık sektöründeki gelişmeler ise plan hedeflerinin

gerisinde kalmıştır. Saybaşılı’ya göre “Devlet yeğlemesini olumlu anlamda sanayi,

madencilik ve enerji kesimleri adına olumsuz anlamda ise eğitim, tarım ve sağlık

kesimleri adına kullanmıştır. (Saybaşılı, 1992, s.94-95)

Özellikle Birinci Plan özel kesimdeki, sanayi üretimi hedefleri konusunda

gerçekleşenin altında tahminlerde bulunurken, devlet sektörlerinde büyüme

tahminlerinin altında kalmıştır. Kuşkusuz bu durum basit bir hesaplama hatasından fazla

bir şeydir. İlk planın sanayi burjuvazisinin taleplerinden görece bağımsız, ulusal bir

sanayi birikimi hedefinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Küçük’ün yorumu şöyledir;

“Birinci planda gerçekleşen büyüme hızlarına kamunun katkısı konusunda

1.plan tahminlerinin çok altında kalmıştır. İlk plancılar kamu kesimi ile ilgili olarak 27

Mayıs 1960’ın coşkusu ile yapılabilecekleri abartmışlar, bu coşku geçip de koalisyon

güçlerinin gerçekleri ile karşılaşınca da istifa etmekten çekinmemişlerdi” (Küçük,

1984, s.280)

Sanayi çıkarlarının 27 Mayıs sonrası korunmuş pazarlarda güvenceye alınması,

meyvesini verecek, 1960’dan sonra, hem çokuluslu sanayi sermayesi ülke içinde miktar

olarak artacaktır, hem de , çokuluslu şirketler ülke içindeki büyük gruplarla yaygın bir

ilişkiler ağı geliştirecektir. 1950 öncesine kadar uluslararası tekellerin acenteliğini,

temsilciliğini yapan Türk tüccarları, özellikle 1950’lerde başlayan ve 1960’larda

hızlanan bir süreçte yabancı şirketlerle ortaklıklar kurup üretime geçtiler.İstanbul

Sanayi Odası’na kayıtlı, yabancı sermayenin toplam sermaye içindeki oranı 1958’den

başlayarak düzenli bir artış gösterir. 1958’de %2,4’den, 1960’da %3,5’a yükselir.

Page 126: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

119

Ülkedeki toplam sermaye miktarı 1962’den 1964 sonuna kadar, %32 düşerken bu

dönemde, yabancı sermaye miktarı hızla artar. 1962’de %89’u bulan artış, 1965 yılı

sonuna kadar %276’yı bulur. 1965’e gelindiğinde, yabancı sermayenin toplam

sermayeye oranı %19,5 oranını bulmaktadır. (Avcıoğlu, 1969, s.363)

Sönmez’e göre, “Yüksek gümrük duvarlarıyla korunan bir iç pazarın çekiciliği,

ucuz kredi, ucuz döviz ve her türlü devlet desteğinin beslediği bu süreç, hem yerli

patronlara hem de yabancı patronlara büyük paralar kazandırdı.”(Sönmez, 1987, s.65)

Türkiye’nin en büyük holdingi Koç Grubu ABD kökenli Ford ve İtalyan kökenli Fiat’la

otomotiv sektöründe, B.Alman kökenli Siemens ile elektrikli aletler konusunda ortak

üretimler gerçekleştirdi.1986 itibarıyla; Koç’un ortak olduğu 15 şirkette yabancı

sermaye ile ortaklığı vardı, İş Bankası ve en büyük hissedarı olduğu Sınai Kalkınma

Bankası’nın iştiraklerinden 22’si yabancı ortaklıydı, Eczacıbaşı Holding ilaçta ortak

yatırım yerine teknoloji işbirliğiyle çok uluslu şirketlerle bağını korurken diğer yatırım

alanlarında yabancı ortaklıklara sahipti. Sabancı Holding, 1970’lerin sonlarına kadar

yabancı tekellerle, patent, lisans, know-how biçiminde işbirliğiyle sürdürecekti.

(Sönmez, 1987, s.66)Büyük sermaye gruplarının oluşumunda dinamo görevi gören

şirketlerin çoğu yabancı sermaye ortaklıydı. Bu dönemde, uluslararası sermaye ile

kurulan ilşki, yatırım düzeyinde sınırlı kalmayacak, entegrasyon, teknoloji ithali, patent,

know-how ve lisans anlamalarıyla uluslar arası tekellerle çeşitli bağlar kurulacaktı.

(Sönmez, 1987, s.73)

İthal ikameci sanayici koalisyonu açısından devlet bürokrasisi içinde DPT gibi

kurumsal bir ittifakın, 27 Mayıs sonrası sanayi burjuvazisi açısından ciddi bir katalizör

etkisi yaptığı açıktır. Kuşkusuz bölüm sonunda da değineceğimiz gibi, kurumlar altta

yatan üretim süreçleri açısından bir evrim noktasına gelmeden salt kurumsal

müdahalelerle, sanayi birikiminin sağlanabileceğini düşünmek doğru olmaz. Nihayet

1930’lardaki planlama deneyimi, ticaret ve toprak sermayesinin hakimiyetini

kıramamıştı. Ama şunun söylenebileceğini düşünüyoruz, kurumlar varolan yapısal

üretim koşullar içinde, farklılaşma ve değişim ihtiyacı üzerinde yavaşlatıcı ya da

hızlandırıcı etkilerde bulunabilirler.

Page 127: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

120

İthal ikameci sanayici koalisyonun devlet bürokrasisi içinde 1960 sonrası

devlet içindeki kurumsal ittifakı sadece DPT’yle sınırlandırılamaz. Kuşkusuz bu

müttefiklerin siyasi ve devlet bürokrasisi için daha ayrıntılı bir çözümlemesini yapmak

gerekmektedir. Bu dönemde gözlenilen, sanayicilerin önemli müttefiklerden birinin de

Silahlı Kuvvetler bürokrasisi içinde olduğudur. Kuşkusuz burada konspiratif bir ilişki

ağından çok, iktisadi süreçler içinde yer alan ortak çıkarlardan bahsediyoruz. 27

Mayıs’ın hemen arkasından, ordunun Ordu Yardımlaşma Kurumu(OYAK) biçimindeki

örgütlenmesi, onu ulusal ekonomi içinde, ithal ikameci sanayicilerle ortak çıkarları

paylaşmasını sağlayan bir zemine çekmiştir.

27 Mayıs’ta gerçekleştirilen Cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesinin hemen

ardından, 3 Ocak 1961 tarihinde MBK tarafından kabul edilen 205 sayılı yasa ile

OYAK (Ordu Yardımlaşma Kurumu) kurulmuştur. OYAK Milli Savunma Bakanlığına

bağlı olup, mali ve idari bakımdan özerk bir tüzel kişiliktir. OYAK bir yandan üçüncü

kişilerle ilişkileri bağlamında özel hukuk kurallarına bağlıdır. Diğer yandansa kurumun

yetki ve imtiyazlarıyla kamu hukuku tüzel kişiliğindedir. Bu anlamıyla OYAK her iki

hukuk alanının da nimetlerinden yararlanacak bir şekilde kurulmuştur. OYAK’ın tüm

kilit organlarında askerlerin askerlerin hakimiyeti açıktır. Yasal olarak 7 kişiden oluşan

yönetim kurulunun 3’ü Türk Silahlı Kuvvetler’inde görevlidir. Diğer 4 üye Milli

savunma Bakanı, Maliye Bakanı, Sayıştay, Umumi Murakebe Heyeti Başkanı, Odalar

ve Borsalar Birliği Başkanı ve Bankalar Birliği Başkanından oluşan özel bir komite

tarafından seçilir. Asker olan bu 3 üye sayısı 1976 yılında 4’e çıkarılmıştır. (Akça,

2004,s.227-9) Hem bir sosyal güvenlik ve hizmet kuruluşu, hem de holding olarak

örgütlenen OYAK, 1980’lere kadar, gıda, turizm, inşaat, taşımacılık, vb. bir çok

sektörde yatırımlara girişecektir. (Akça, 2004, s.246)

Parla’ya göre, ”1960 darbesinin ardından oluşan toplumsal koalisyonun

OYAK’ın idari yapısına da yansıdığını ileri sürebiliriz”. Parla’nın ifadesiyle OYAK

silahlı kuvvetler, üst düzey bürokrasi ve büyük sermayeyi organik bir bütün içinde

birleştirmektedir. (Aktaran Akça, 2004, s.132) İlk Genel Kurul’un yapısına

baktığımızda Milli Savunma Bakanlığının atadığı kişiler arasında dönemin büyük

sermayesini teşkil eden, sanayici Vehbi Koç ve Kazım Taşkent gibi isimlere

Page 128: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

121

rastlanmaktadır.Yine ilk Yönetim Kuruluna bakıldığında(1961-1964) dönemin İstanbul

Sanayi Odası Başkanı Nüzhet Tekül, Forum Dergisi sahibi ve DPT Müsteşarı Prof.

Osman Okyar gibi isimlere rastlıyoruz. (Akça s, 2004, s.132)

Ordu açısından bakıldığında temel güdünün askerlerin geçmiş yıllarda oldukça

kötüleşmiş olan maddi koşullarını iyileştirme ve kendilerinin iktisadi özerkliklerini sivil

iktidarlar karşısında garantileme çabası olduğu söylenebilir. Akça’ya göre, “Sermaye

kesimleri açısından bakıldığında ise, siyasal alandaki varlığına karşı çıkamayacakları bir

güç olan orduyu ekonominin içine dahil ederek belli sınırlar dahilinde kendi egemenlik

alanına alma çabası olduğu” söylenebilir. (Akça, 2004,s.232-233) Aslında bu durumun

büyük sanayiciler ve ordu üst kademeleri açısından 27 Mayıs’ın olumsuz derslerinden

çıkarılan, önemli sonuçlardan biri olduğunu düşünebiliriz. Önceki bölümlerde

değindiğimiz, 27 Mayıs’ın gerçekleşmesinde önemli bir yeri olan ordu mensuplarının

maddi durumlarının kötüleşmesi, bu genç subayların varolan egemen sermaye kesimleri

ve generallerinden bağımsız davranabilmesinin önünü açan şeylerden biriydi. Bu genç

subayların önemlice bir kısmını etkileyen büyük sermaye karşıtı bir söylemin

oluşmasında kuşkusuz 27 Mayıs öncesi ordunun egemen iktisadi aktörlerden bağımsız

konumu olduğunu söylemek yanlış olmaz. İthal-ikameci sürecin önemli bir aktörü

olacak olan bir ordu ise, sanayi burjuvazisi açısından kurumsal olarak önemli bir destek

noktası olacaktır.

Yatırım faaliyetlerine ithal-ikameci sanayileşme döneminde başlayan OYAK,

sınai ve iktisadi faaliyetlerini 5 yıllık kalkınma planlarıyla uyumlu bir şekilde yaptığını

ısrarla vurgular. Nihayet OYAK bu dönemde, ithal ikameci sanayileşmeye dayalı

birikim sürecinden, yüksek gümrükler, ithal yasakları ve vergi muafiyetleri vs.

olanaklarından geniş ölçüde yararlanır. (Akça, 2004, s.246) Bir yandan Renault, Axa,

Goodyear, Elf gibi dünya devi yabancı sermaye gruplarının yanı sıra Sabancı, Koç, Eti,

Yaşar Holding, Gama gibi büyük sermaye ile ve de, Halk Bankası, Ziraat Bankası gibi

Kamu Kuruluşlarıyla çeşitli düzeylerde ortaklık içine girecektir. 1961 yılında 4871 olan

2001 itibarıyla da 668 milyon dolara ulaşan net kurum varlığı ile OYAK Türkiye’nin

ilk beş holdingi arasında yer alacaktır. (Akça, 2004, s.239)

Page 129: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

122

İlk plancıların, özellikle karşı oldukları KİT’lerin özel sermayeyle iştirakleri

ise, 1960 sonrasında, neredeyse geometrik bir şekilde arttırarak sanayi burjuvazisinin,

sermaye birikimini arttırmanın önemli bir biçimi olacaktı 1950’lerde Menderes

dönemiyle başlayan KİT-Özel Sektör ortaklığı ileriki yıllarda her alana yayılacaktı.

1966 yılında, sermayenin yarıdan fazlası kamuya ait olan İktisadi Devlet Teşekkülüne

ait olan 40 ortaklık varken, 1984’te bu sayı 281 olmuştur. Bunların o yılda, 20’si tasfiye

halinde, 35’i yabancı sermaye ve başka ülke kanunlarına göre faaliyet gösteren

kuruluşlardır. 281 ortaklığın 32’sinde KİT payı %50’nin üzerinde olup, 95’inde KİT

payı %15’in altındadır. 48 ortaklıkta ise birden fazla KİT ortaklığı olacaktır.(Sönmez,

s.23, 1987) Bu dönemde KİT’lerle ortaklık kuran büyük sermaye grupları içinde en çok

göze çarpanlar, Koç, İş Bankası Grubu ve OYAK’dı. 1956’da metal mobilya üretimi

yapan Arçelik’e Devlet Malzeme Ofisi, %15 oranında ortak oluyordu. Devletin

kırtasiye ihtiyaçlarını sağlayan bu kuruluşun ortaklığı sayesinde devlet daireleri Koç

üretimi büro eşyalarıyla donatılıyordu. Koç, otomotiv sanayinde de devletin ortaklığını

sağlamıştı. Türk Traktör’de, Ziraat Bankası, Zirai donatım Kurumu ve makine kimya

%45 ortak olurken, traktörlerin pazarlama işi Koç’a bırakılmıştı.Otomobil üreticisi

Tofaş’a da Makine Kimya %23 payla ortak olmuştu. Benzer şekilde, gıda sanayinde Tat

Konserve, süpermarketler zinciri Migros’a KİT’ler ortaktı. Bu durum Koç’a özel

değildi. İş Bankası’nın ise 1985 sonunda KİT’lerle 26 ortaklığı vardı. OYAK ise; konut

sektöründeki 4 firmaya, Emlak ve Kredi Bankası’nda, OYAK sigortada, Anadolu

Bankasında, çimento sektöründe KİT’lerle ortaklık kuracaktı. KİT’lerle ortaklık kuran,

sadece ulusal sanayi-finans grupları değildi. KİT’lerle ortaklık kuranlar arasında, 24

tane de yabancı şirket bulunuyordu. Bu ortaklıkların, 5’i ABD, 7’si Batı Almanya, 2’si

İtalyan kökenli çokuluslu şirketlerle kurulmuştu. (Sönmez, s.126, 1987) Keyder,

KİT’lerin, devletin birikim ve üretim araçları üzerindeki kontrolünün güçlenmesine yol

açabilecekleri için potansiyel olarak bürokrasinin eline araçsaldan öteye bir özerklik

imkanı vermesine rağmen, sanayi burjuvazisine değer aktarma işlevine devam

etmesinin, hakimiyet yapısını ortaya koyması açısından anlamlı olduğunu düşünür.

(Keyder, 1989, s.137)

1960-63 döneminde sanayi burjuvazisinin reformcu bir bürokrasiye karşı

mücadele ederken, geri kalan büyük sermayelerin temsiliyetini ve birliğini sağlaması

Page 130: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

123

için verilen ödün toprak sahiplerinden alınabilecek bir kaynağın geri iade edilmesi

oluyordu. Yerasimos sanayi burjuvazinin, toprak sahiplerine karşı olan bağımlılığını

ikiye ayırır. Birincisi, ekonomik olanı yani birisi ülkenin döviz kaynaklarının hala

büyük ölçüde tarıma bağlı olması. İkincisi ise siyasal, yani toprak sahiplerinin siyasal

temsiliyetteki güçleridir. (Yerasimos, 1980, 864)

Savran’a göre; “Türkiye’nin burjuva devriminin sınırlılığı kendini hiçbir alanda

tarım devriminin yaşanmamışlığında olduğu kadar yakıcı biçimde göstermemiştir.

Bunun sonucu, tarımsal üretimde üretkenlik artışının sanayinin çok gerisinde kalması ve

tarımsal artığın boyutlarının, sınai sermaye birikiminin önünde sınırlayıcı bir etken

olarak yükselişi olmuştur. Tarımın kısa istisnai dönemler dışında Cumhuriyet dönemi

boyunca vergilendirilmemesinden, yüksek tarımsal taban fiyatlarının sanayi üzerindeki

olumsuz etkilerine kadar birçok sorun sanayi burjuvazisinin siyasal hakimiyetini

sürdürmek için tarımsal sınıflarla, özellikle de büyük toprak sahipleriyle giriştiği

ittifakın kaçınılmaz bedelleri olmuştur.” (Savran, 1988,s.142-s.143)

Page 131: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

124

8. KALKINMANIN KURUMLARI

27 Mayıs kadrolarının, İhtilalin içine bıraktığı kurumlar ve Anayasanın içinde

duran “ikili bir miras” vardı. Bu ikili miras da, 1980’lere kadar varlığını sürdürdü. 27

Mayıs Anayasası, sanayicilere devlet içinde sağlam kurumsal ittifaklar yaratmıştı, bu

anlamıyla sanayicilerin egemenliğinin ilk dönemini temsil etmiş oldular. Peki nasıl

oluyor da, 27 Mayıs’ın reformcu subay ve memurları, ihtilalin içinden dışa atılmalarına

rağmen onların döneminde kurulan kurumlar, daha sonra tekelci bir sanayi burjuvazinin

gelişiminin katalizörü olabiliyordu?

Gerçekten 1960-63 döneminde, DPT’den Anayasa’ya kadar kurumlar

oluşurken, 27 Mayıs ihtilalini gerçekleştiren ve destekleyen kesimler yönetimdeydiler

ve bu kurumlara bir şekilde damgalarını vurmuşlardı. 27 Mayıs’ı gerçekleştiren radikal

subaylar ve orta sınıflar, bir taraftan, toprak sahipleri ve gericiliği temsil ettikleri

parlamento karşısında, aydın-memurların başında olduğu kurumlarla, siyasal yürütmeye

ortak olacak, denetleyecek merkezi kurumsal yapılar talep ettiler. DPT, 27 Mayıs

olmasaydı, subayların müdahalesi olmasaydı, büyük ihtimalle CHP döneminde de

kurulsaydı, CHP’li Şefik İnan’ın Tasarısında olduğu gibi, özel sektörün içinde ademi-

merkezi bir yapı olacaktı. Oysa 27 Mayıs sonrası, subaylar ve danışmanlarının etkisiyle,

DPT bürokratları, Bakanlardan daha üst bir konuma gelecekti. Tam burada 27 Mayıs’ın

radikal subaylarının, sanayi burjuvazisinin önünü açan bir ortaklık söz konusudur. 27

Mayısçılar, çözüm olarak siyasal demokrasinin dışında ister ekonomi ister hukuk

alanında olsun , teknokratik-bürokratik kurumları öne çıkarırken, büyük sanayicilerin

de çözülmemiş bir sorununu halledeceklerdi. Bu sınıf, 1960 öncesi, demokratik olarak

seçilmiş bir odalar seçimlerinde, servetleriyle orantılı olarak temsil edilememenin

sıkıntısını yaşıyordu. Bu aynı zamanda kaynaklara ulaşma problemiydi, çünkü Odalar

Birliği ekonomik yürütme ve kaynakların dağıtımında etkiliydi. Uluslararası ortaklıklar

yapmak isteyen büyük sanayi burjuvazisi, demokratik olmayan daha merkezi bir yapı

talep etmektedir. 27 Mayıs İhtilalinin, sanayi burjuvazisi açısından yerine getirdiği işlev

budur. DPT’nin 1960’tan, 1980’e kadar kaynakları bu üretken sanayi burjuvazisi için

çalışacaktı. Bunu 1950’lerdeki, Odalar Yönetimi içinde yapamazdı. DPT’nin, diğer

ticaret ve toprak burjuvazisinin çıkarlarını dikkate aldığı bir durum, 1960 sonrası büyük

Page 132: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

125

sanayicilerin birikiminin önünde engel olurdu Sanayi burjuvazisi, 27 Mayısçıların

reformcu yanlarını törpüleyip ihtilalin dışına atarken, onlardan miras kalan bürokratik

yapıları da kendi birikimine aldı. 27 Mayısçılar, genel olarak devlet merkezli bir

sanayileşme programı savunurken, özel değil ulusal bir sermaye birikiminin önünü

açmaya çalışırken, eski hakim sınıfların toprak sahiplerinin gücünü kırarak sanayi

burjuvazisinin işini kolaylaştırmışlardı. Devlet içinde bu kurumsal “ittifak”lar,

sanayiciler açısından seçim süreçlerinden bağımsız kendisi için kaynak yaratmaya

devam edecek, devlet içinde onun çıkarlarını temsil edeceklerdi. 27 Mayıs’ın yarattığı

yürütmeyi, siyasal iktidarla paylaşacak kurumlar hiyerarşisi sayesinde gerçekleşecekti

bu durum. 27 Mayıs’ın siyasete güvenmeyen bürokratik yüzüydü bu. Alt

sınıfların,toprak sahiplerinin siyasal güçlerinden kendini koruyacak gücü sanayi

burjuvazisi bu kurumlarda bulacaklardı. Nihayet, 27 Mayıs’ın aksine, 12 Martı ve 12

Eylül’deki askeri-teknokratik hükümetleri destekleyen büyük sanayiciler, 27 Mayıs’ın

içindeki bu bürokratik mirası devralacaktı.Sermayesine göre oy hakkı bulamadığı

Odaların ekonomik yürütmesinin büyük kısmı, bu devlet kurumlarına aktarılacak ve

sanayi burjuvazisi bu kurumlarda siyasal temsiliyet sağlayabilecekti.

27 Mayıs’ın ikinci mirası ise ezilen alt sınıflaraydı, 27 Mayıs Anayasası

sırasında baskıcı hükümetlere karşı “ihtilal hakkı” dahi Anayasa karar önergesi olarak

tartışılmıştı. 27 Mayıs’ı gerçekleştiren ve destek veren katmanların reformculuğu, alt

sınıfların da büyük sermayeye, farklılaşmaya ve sosyal adaletsizliğe duydukları tepkiyi

yansıtıyordu. ”Sosyal Adalet” , işçi sınıfı ve orta sınıfı nezdinde hızla popülerleşecek,

1980’lere kadar gündemde kalacaktır. 27 Mayıs Anayasası, bu dönemde toprak için

eylem yapan köylülerinde, grev çadırındaki işçilerinde, üniversite hareketlerinin de el

kitabı olacaktı. 27 Mayıs’ın gerçekleşmeyen reformları ve kaçırılan imkanlar hep

hatırlatılacaktı. Bu 27 Mayıs’ın reformcu ve asi yüzüydü. Baskıya karşı ihtilal hakkını

savunan, “hürriyetsizliğe ve adaletsizliğe karşı olan yüzüydü bu. Bu anlayış,

Anayasa’da da grev hakkının kabul edilmesiyle, “sosyal adalet”in Anayasanın girişine

konulamasa da, devlete böyle bir ödev yükleyen, devlete sınıflar arasındaki eşitsizliği

azaltmak gibi bir ödev yüklemeyi başarmıştı. Bu Türkiye’yi “sosyal refah devletleri”

Page 133: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

126

düzeyine getirmek isteyen bir reformculuğun ürünüydü. Bu reformculuğu ise 1960

sonrası, asıl olarak işçi hareketi ve alt sınıflar miras olarak devralacaktır. 27 Mayıs

Anayasasının küçük partiler lehine getirdiği uygulamalarla sendika kökenli “İşçi

Partisi”, Mecliste temsil olanağına kavuşacaktı. Gücüyle oransız bir etki yapacaktı

siyasette. Anayasa Mahkemesi de alt-orta sınıfların siyasal yürütmeye müdahale

edebilmelerinin önünü açmıştı. Kısaca Türkiye işçi sınıfı, 15-16 haziran 1970’de

kendiliğinden bir genel grev yaşayacak siyasal düzeye gelişiminde, 27 Mayıs dönüm

noktası olacaktır. 1960’dan, 1980’e kadar alt sınıfların, toplumsal siyasal

örgütlenmeleri ve alternatif hareketler, büyük güçlere ulaşacaklardı.

Bu durum, 27 Mayıs Anayasası’nın, 12 Mart Askeri müdahalesinde niye dar

geldiğini, 12 Eylül’de ise niye değiştirildiğini açıklayacaktır. 27 Mayıs’ın “Emek

yasaları”, 1970’lerin ortasından itibaren banka-sanayi burjuvazisi için artık lükse

dönüşecekti. 27 Mayıs’ın biri sanayi burjuvazisine, diğeri ise alt ve işçi sınıfına kalan

ikili mirası 20 yıl bir arada ancak yaşayabildi.

Bu ikili miras, 27 Mayıs İhtilali içindeki kesimlere egemen olan “bürokratik

reformculuk” anlayışının ürünüydü. İhtilal, egemen sınıflarla, bu kesim arasındaki

mücadelede şekillenecektir. Bu iki anlayışın yani hem “teknokratik” hem de reformcu

bir anlayışın bir arada sahiplenilmesi, 27 Mayıs’ın mirasını rakip sınıfların

paylaşmasına olanak sağladı.1970’lerin ortasında ise “dünya ekonomik bunalımının”

ortasında ekonomik kriz, hakim sanayici koalisyon açısından da bu uzlaşmayı iyice

zorlaştırdı. 12 Eylül 1980 müdahalesinin sonuçları ancak bu hareketliliği durdurup, yeni

“emek yasalarını” devreye sokarak, 27 Mayıs’la başlayan alt sınıfların yükselen

eylemliliğini durdurabilecekti.

8.1 Planlama Tartışmaları

Bu tartışmanın, en önemli kurumlarından biri DPT üzerine yaşanacaktı.

Gerçekten Menderes döneminin en büyük günahının plansız, savurgan yatırımlar

olduğu fikri popülerleşmişti. Planlama, Menderes döneminin “planı” komünizmle ve tek

parti diktatörlüğüyle özdeşleştirmişti uzun zaman boyunca. 1953’te şöyle diyordu

Menderes;

Page 134: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

127

“Demokrat Parti iktidarı, plan proje yapmak suretiyle memleket iktisadiyatını,

tepeden ve bir merkezden idare edilebilir bir güdümlü ekonomi halinde kalkındırmak

prensibini nehyeden bir iktidardır… Dünyanın bütün ekonomileri, totaliter devletlere

has beş yıllık planlarla değil, hususi teşebbüsün ve vatandaş zekasının kendi mahsülü

olarak meydana gelmiştir.” (Tayanç, 1973, s.137)

Kuşkusuz bu dönemde özel sermayenin genel çıkarlarını savunan işadamı-

aydın yazarlardan Hamdi Başar, DP’yi şöyle uyarıyordu;

“Plan, komünist ve totaliter rejimlere mahsus bir şey denmektedir. Bunun asla

böyle olmadığını, planın bir gaye değil, sadece bir vasıtadan ibaret bulunduğunu

mezkür lafları söyleyenler de bilmektedir. Bıçak adam öldürür, otomobil kaza yapar

diye bu vasıtaları kullanmamak nasıl akıl alır şey değilse, planı komünistler

kullanmıştır mütalaasiyle reddetmek de öyle bir şey olmak lazımdı. Eğer devlet hiçbir

işe karışmayacaksa plana ihtiyaç yoktur. Fakat işleri o idare etti mi plan fikri

kendiliğinden meydana çıkar. Bu gayet basit ve bedihi bir keyfiyettir. Devlet iktisadi ve

sosyal hayata müdahaleyi ne maksatla yapıyorsa planı da ona göre hazırlar. Şayet onun

maksadı memlekette ferdi mülkiyeti kaldırmak ve sosyalizmi kurmaksa, o zaman plan

bunu sağlar. Yok maksadımız ferdi mülkiyet nizamını kurmaksa onun için plan

yaparız.” (Başar, 1956, s.73-74)

Plan tartışmaları kuşkusuz 27 Mayıs 1960 günü başlamamıştı. 1930’larda

uygulanan ilk plan deneyiminden beri aydınlar arasında tartışma konusuydu. O zamanın

planın tartışması her ikisi de planı savunan Hamdi Başar’ın çıkardığı Kooperatif

Dergisi’yle, Kadro dergisi arasında gerçekleşiyordu. (Küçük, 1984, s.476) Planın

Sovyet komünizminin bir yöntem olarak nitelendirenlere karşı, Kadrocular Avrupalı

kaynaklara, referans yapıyor, planın teknik savunusunu yapıyorlardı. Sovyet planı için

de, Burhan Asaf şöyle diyecekti;

“5 senelik plan ile beraber, komünist doğmalardan, bariz bir inhiraf ve hatta

terakki ve Amerikalıların dar bir içtimai çerçeve yüzünden yarım bıraktıkları bir işi

determinist ve konstrüktif bir şekilde ceht ve iradesi, bugünkü Sovyet rejiminin artık

Page 135: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

128

‘taktik yapıyoruz’ mazereti ile örtemeyeceği kadar belli bir iştir.” (Küçük, 1984, s.475-

476)

Asaf, Pyatletka olarak adlandırılan Sovyet Planının, Amerikalıların yolunda

Amerikalılardan daha iyi yürümekten ibaret olduğunu ifade eder.” (Küçük, 1984, s.475-

476)

Radikallerin planlamanın örgütsel yapısını merkezileştirme çalışmaları, Ahmet

Hamdi başar tarafından Demokrasi Buhranları eserinde savunulmaktaydı;

“Kalkınma ve iktisadi hayatı tanzim ve idare işinin bir plan ve ihtisas işi, parti

mücadeleleri dışında, milli bir mesele halini alması bugünkü güçlüklerden bizi

kurtarabilecek tek yoldur.” (Başar, 1956, s.81)

Aynı kitapta;

“Demokrasiyi bu memlekette hakikaten kurmak isteyenler, her şeyden evvel,

hatta bütün hürriyetlerin teminat altına alınması gibi ilk mesele olarak ele alınan

davalardan önce, iktisadi ve sosyal devletçiliği idari ve siyasi devletçilikten ayırmak

noktasında birleşmelilerdir. Bunun için de gerekli organların kurulması ve planlı bir

kalkınma hareketine girişilmesi icap eder.” (Başar, 1956, s.73)

Nitekim Türkiye dışından gelen bu önermeler, Türk siyasi muhalefet

kadrolarını daha da etkileyecek ve plan her türlü düşmana karşı sihirli tek çözüm olarak

kabül edilecektir. CHP lideri İsmet İnönü, 1955 yılı bütçe görüşmelerinde, düzenli bir

plan yapma gereğinden söz ederken, DP saflarından koparak Hürriyet Partisini kuranlar,

parti olarak bir kalkınma planı hazırlığı yapıyorlardı. Bu amaçla o günlerin popüler

degisi Forum’un yayın kurulundan yardım isteniyordu. (Mortan ve Çakmaklı, 1987,

s.38)

8.1.1 Planın Uluslararası Kaynakları

Forum Dergisi’nde 1 Nisan 1957’de “plan kelimesinden maksat” başlıklı bir

editoryal yayınlanıyor. Hükümetin Chenery ve Barker raporundan haberdar olması

gerektiğini belirten Forum, “Türkiye’deki planlamanın temel fikirlerini bu raporların

Page 136: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

129

oluşturduğunu” ifade eder. “Hükümetin yapması gereken şeyin de, Avrupa İktisadi

İşbirliği Teşkilatı’nın tavsiye ettiği şekilde, istatistik metotlarımızı geliştirmek, bu

teşkilatın planlama eksperlerini Türkiye’ye davet etmek olmalıdır” yorumunu yapar.

Dünya Bankası ve Chenery raporları, iktidardaki, Bayar-Menderes rejimi tarafından

değil, bu rejime karşı aydın muhalefeti tarafından, etkin planlamanın temellerini atan,

dokümanlar olarak kabul ediliyor, istatistiklere ve programlama tekniklerine karşı aşırı

bir güven sergileniyordu. Aslına bakılırsa, 1950’li yılların ortalarından itibaren

planlama iktidardaki Bayar-Menderes rejimi dışında herkes tarafından savunuluyordu.

Kapitalist dünyanın uluslar arası ekonomik örgütleri, Türk Entelijiyans ve tüm

muhalefet partilerinin de bir tür plandan yana tutum aldıkları biliniyor. (Küçük, 1984,

s.477-478)

Planlama konusunda uluslararası baskıların 1958 devalüasyonu sonrasında

özellikle arttığını görüyoruz.. Türkiye’nin 1958’de OECC, IMF ve ABD otoriteleriyle

görüşmelerin ardından devalüasyon yapması bile OEEC’yi tatmin etmedi. 1958 OECC

Türkiye Raporunda Koordinasyon Bakanlığı adıyla kurulacak olan bir bakanlığın,

yatırımları bir kalkınma programı içinde planlaması gerektiği ifade ediliyordu. (Mortan

ve Çakmaklı,1987, s.38) Kuşkusuz OECD açısından da, içeride planlamayı talep eden

kesimler açısından da hesapsız kaynak dağıtmanın önüne geçilmesi isteği, kaynakların

toprak sahipleri yada ticaret burjuvazisi yada alt sınıflara dönük aktarılmasına karşı,

ulusal ve uluslar arası sanayi sermayesinin ihtiyacıdır. Sanayi birikimi, gelişimi için

gerekli kaynakları güven içinde temin edebilecek, küçük sermayelerin rekabeti ve oy

gücüne dayanarak işlemeyecek, merkezi yapılar talep etmektedir. Keyder’e göre,

“Sanayi burjuvazisinin uluslararası bağlantılarıyla birlikte gelişmesi birikim sürecinin

artık devlet tarafından düzenlenmesini gerektiriyordu.” (Keyder, 1987, s.118) Gerçekten

de, özellikle yabancı sermayelerle ortaklık yapabilecek büyüklükte olan sanayiciler,

maddi birikim ve servetleriyle orantılı olarak Odalar Yönetimi ve meclisinde temsil

edilmemekten, hegemonya kuramamaktan rahatsızlardı. (Sönmez, 1987, s.168) Büyük

Sanayi burjuvazisinin “planlama örgütü” gibi merkezi bir yapıyı talep etmesinin altında

da bu temsil ve kaynak sorunu vardı.

Page 137: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

130

DP iktidarının planlama yönünden bir çalışma başlamasında, kendi iradesinden

çok uluslararası kurumlardan gelen önerilerin ve içerideki sermaye kesiminin ve de

muhalefetinin taleplerinin uyumlanması önemli olmuştur. Bu nedenle Koordinasyon

Bakanlığı da çok gündeme çıkarılmadan neredeyse üstü örtülü biçimde kurulmuştur.

(Keyder, 1995, s.187) Türkiye’nin dış borçlarını ödeyemez hale gelmesinden sonra,

duruma bir çare bulmak için girişilen 1958 Paris müzakerelerinde, yardım şartlarından

birini, bir kalkınma programı çerçevesinde yatırımların zorunlu koordinasyonunu

sağlamak üzere gerekli yetkilere sahip bir Koordinasyon Bakanlığı’nın kurulması teşkil

etmiştir. (Avcıoğlu, 1969, s.355) Uluslararası baskılar sonuç verecek 1958’de bir

Koordinasyon Bakanlığı kurulacaktı, 1. Beş yıllık planın hazırlanmasında da görev alan

Tinbergen incelemeler yapmak için Türkiye’ye gelecek ve bir iktisadi danışmanlar

kurulu oluşturulacaktı. Ancak, bu girişimler tamamlanamayacak, 1960 sonrasının

planlamasının çekirdeğini oluşturmaktan öteye gidemeyecekti. (Tayanç, 1973, s.139)

8.1.2 MBK’da Plan Tartışmaları

27 Mayıs ise DP dönemine öfkeli olduğu ölçüde planlama fikrinin yanındaydı.

Bu dönemde planlama her kapıyı açacak bir anahtar gibi görülecekti. İlk planlama

örgütünün bürokratlarının prestiji 27 Mayıs’ı gerçekleştiren subaylar kadar

parlaktı.Nitekim onların 1962’deki istifası da o ölçüde yankı bulacaktı. İlk planlama

müsteşarlarının istifa ettiği dönemde, Yön’ün kapağı, “plancıların istifası ve hükümet”

üst başlığından sonra, bir mezarlık taşının üzerinde “merhumun” adının “plan” olduğu

bir çizimle çıkar. (Yön, 3 Ekim 1962, kapak)

27 Mayıs’ın sivil hükümetinin de ilk kararlarından biri de Planlama Örgütünün

yolda olduğuna dairdi. 20 Haziran 1960’da açıklanan Bakanlar Kurulu kararlarında,

“Bütün devlet yatırımlarının bir plan dairesinde yapılmasını teminen bir devlet plan

dairesinin kurulması kararlaştırılıyor.” (Cumhuriyet, 21 Haziran 1961, s.1)

Planlama Örgütü’ne dair ilk tartışmaların merkezinde, plancıların statüsü ve

özel sermayeyle ilişkisi, dolayısıyla hazırlanan planın siyasiler ve özel sermaye

karşısındaki konumu, DPT’nin kuruluşuna damgasını vuran yakıcı tartışmaydı.

Page 138: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

131

DPT’nin kurumsal oluşum sürecinde, ilk seçme mekanizması 5 Ağustos’ta

MBK toplantısında işlemiştir. Bu toplantıda planlama örgütünün yapısı hakkında farklı

tasarılar tartışıldı. Birinci olarak Hollandalı Uzmanların önerisi vardı, özel sektör

teşviklerinin ve planlama örgütünün KİT’lerin yatırım projeleri üzerindeki veto

hakkının ön plana çıkarıldığı, “yol gösterici planlama” üzerine kurulu bir yapı. Tasarıda

planlama uzmanlarının özerkliği de vurgulanmaktaydı.İkinci tasarı Maliye Bakanı şefik

İnan’dan geldi. Planlamacıların rolünü öne çıkarmayan, planlamanın “koordinasyon”

işlevine vurgu yapan bir tasarıydı. Buna göre koordinasyon özel sektör temsilcilerinin

de dahil olacağı geçici komitelerle sağlanacak, planlama bürokrasisi piyasa

ekonomisine tabi kılınacaktı. (Milör, Torus ve Torun’dan aktaran Göker,2006, s.124)

Türkeş-Orel tasarısı, askeri yönetimin uzun süre devam edeceği varsayımıyla, devlet

organizasyonun her yönüne nüfuz edecek biçimde hazırlanmıştır. Nitekim planlamanın

kuruluş taslağının organizasyon şemasında yer alan ve Ekonomik Konsey, Yüksek

Planlama Konseyi ve Merkezi Planlama Ofisi adları altında önerilen üçgen bunu daha

ilk anda hissettirmektedir. Türkeş-Orel tasarısı, MBK tarfından gerekli değişikliklerin

yapılması isteğiyle Orel’e iade edilir. Şefik İnan’ın tasarısı ise bütünüyle reddedilir.

“Orel tasarısı” adını alan yeni taslak, Türkeş-Orel tasarısının düzeltilmiş halidir. Türkeş-

Orel tasarısının planlamaya organlar üstü yetki veren bölümleri Şinasi Orel, Dr. Nejat

Bengül ve Dr. Atilla Karaosmanoğlu tarafından ayıklanmıştır. Ekonomik Konsey

önerisi yasadan tümüyle çıkarılmış, merkezi planlama organizasyonu düşüncesine

dönüştürülmüş olup, bu birim bir müsteşarlık şeklinde doğrudan başbakanlığa

bağlanmıştır. Yüksek Planlama Kurulu, 4’ü bakan, 4’ü planlamadan gelen 8 üyeden

meydana gelecektir. Organizasyonun adı “Ulusal Planlama Organizasyonu haline

getirilmiştir. (Mortan ve Çakmaklı,1987, s.94) Kabul edilen tasarı Tinbergen’inkini baz

almıştı, planlama bürokrasinin göreli özerkliğine biraz daha fazla vurgu yapıyor ve

benzer şekilde özel sektör için yol gösterici bir kurumsal çerçeve öneriyordu. Ek olarak

bu tasarıda kabine üyeleriyle örgüt yöneticilerinin birlikte çalışacakları bir YPK önerisi

de vardı. (Toros ve Torun’dan aktaran Göker, 2006, s.125)

Ordu ve planlama arasındaki tartışmada da askeri strateji ve planlama

anlayışının, ekonomi-politika tartışmalarına girişini de, “planlama.” tartışmalarında

görüyoruz. Planlamanın ilk müsteşarı olacak olan, MBK’nın görevlendirdiği Albay

Page 139: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

132

Şinasi Orel 91 Sayılı Kanunla çıkan DPT’nin örgüt modelini benzeri olarak, Nato

Güneydoğu Saha Komutanlığı modeliyle benzerliğini örnek verir MBK toplantısında.

(Mortan ve Çakmaklı, 1987, 95)

İlk planlama örgütünün yapısı konusundaki tartışmalarda ise, Albay Orel,

Bakan Şefik İnan’ın hazırladığı adem-i merkezileştirilmiş, planlama örgütü tasarısına

itiraz ederken strateji terimleriyle karşı çıkacaktı;

“Sayın Bakan! Bu planlama anlayışı hedefsiz bir planlamadır. İnsan önce ele

geçirmeye çalıştığı hedefi tayin eder. Daha sonra bu hedefe dönük olarak ara hedefleri

belirler. Ara hedef bilinirse, ateş desteği anlamlı hale gelir.” (Mortan ve Çakmaklı,

1987, s.91)

Bu dönemdeki DPT kanunu hakkında Milli Birlik komitesi toplantıları, Devlet

Planlama örgütünün kuruluşundaki temel tartışmaları ve duyarlılıkların neler olduğunu

daha ayrıntılı bir şekilde göstermektedir. 27 Mayısın içindeki radikaller ve ılımlılar

arasındaki geriliminde bu tartışmalara damgasını vurduğunu söyleyebiliriz.

MBK’ya gelen DPT tasarısını hazırlayanların Amme Enstitüsü, Siyasal Bilgiler

Fakültesinden profesörler ve doçentlerden oluşan İktisat Komisyonunun hazırladığını

söyler Şinasi Orel. SBF’den Atilla Karaosmanoğlu, Amme Enstitüsünden Nejat Nengül

diğer isimler olarak ise Prof. Reşat Atlan, Doç. Nur Yalman, Kembriç Üniversitesindan

Cemal Mıhçıoğlu’nun isimlerini verir. (MBK Genel Kurul toplantısı, B:9, O:2,

10.9.1960, s.10)

Orel sunuş konuşmasında Planlamaya duyulan ihtiyacı ve hassasiyeti şöyle

ifade eder;

“Eğer böyle bir plan olmazsa, her hükümet siyasi tazyikler altında kalarak

birçok şekillere başvurabilir. Nitekim geçmişteki misallere bakacak olursak, her tarafta

gelişigüzel yatırımlar yapıldığını ve hiçbir randıman alınmadığını görürüz.Üzerinde

hassasiyetle durduğumuz nokta; bu plan siyasi iktidarın elinde bir oyuncak olmasın,

yani siyasi iktidar bu planı bir köşeye itemesin diye düşündük.” (MBK Genel Kurul

toplantısı, Birleşim:9, Oturum:2, 10.9.1960, s.11)

Page 140: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

133

Hükümetin, siyasi seçim yatırımı olarak çarçur ettiği kaynakların talan

edilmesine karşı duracak, kaynakları kalkınmanın ihtiyacına yönlendirecek bir Planlama

Örgütü. Neredeyse bütün MBK üyelerinin üstünde hemfikir olduğu varsayım buydu.

Bunu sağlayabilecek bir Planlama Örgütünün yetkileri ise, siyasiler karşısında garantiye

alınabilmelidir.

Dolayısıyla planın ve planlama örgütünün siyasiler karşısında güvenceye

alınması MBK’da temel meseledir. Bu konuda neredeyse ortak bir tutum vardır. MBK

üyelerinden Suphi Gürsoytrak şöyle soracaktır Orel ve Karaosmanoğlu’na;

“Başbakanlığa bağlı bir planlama teşkilatı kurulacağı yerde Anayasa

Mahkemesi gibi müstakil bir teşkilat kurulması mevzubahis edilse….Huzurunuza

getirilen tasarıda kurulan kuruldan 4 üye, icra organından da 4 kişi alınıyor. Bundan

maksat bir muvazene kurulmasıdır. Başbakanın bu kurulda hakim olması ihtimali varit

olduğuna göre Başbakanın arzusuna göre bu planlama dairesi bir istikamet

alabilecektir. Acaba bu kontrolü Başbakanın arzu ettiği istikamete yöneltmeye mani

olabilecek bir mekanizma var mıdır?” (MBK Genel Kurul toplantısı, Birleşim:9,

Oturum:2, 10.9.1960, s.12-13)

Diğer taraftan bu güvencelerin sınırında, demokratik bir seçimle gelmiş

hükümetin yetkilerini elinden almak vardır. Orel şöyle ifade eder;

“Bu işi yürütürken, göz önüne tutmamız gereken husus, planlamanın demokrasi

ile yan yana yürümesini temin etmektir. Yüksek malümünüz olduğu üzere bu iş hayli

müşkül olacaktır. Planlama işleri genişlediği müddetçe demokrasi şaretları da ağır

ilerlemeye başlayacak bu iş bu mekanizma içinde yürüyebilecektir. (MBK Genel Kurul

toplantısı, Birleşim:9, Oturum:2, 10.9.1960, s.11)

Peki bu güvencenin sağlanması nasıl gerçekleşecek? Orel’in ağzından, bu

güvencenin o dönemde Onar Anayasasında bulunan, hükümetler karşısında özerk bir

İktisat Şurasıyla, planlama örgütünü birleştirerek oluşturulacağını öğreniriz;

“Biz bir İktisat Şurası düşündük. Mesela, şura 5 üyeden müteşekkil olsun. Bu 5

üye memleketin tanınmış ilim adamlarından ve bu sahada geniş tecrübe sahiplerinden

Page 141: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

134

teşekkül edecek ve bu heyet Anayasa teminatı altında bulunacaktır. Bunlar daimi olarak

faaliyet gösterecek ve bu faaliyetleri esnasında gerek yurt içinde, gerekse de yurtdışında

planlama işleriyle meşgul olarak dünya ve memleketimiz ekonomik durumunu yerinde

tetkik edecek ve adeta felsefi bir zaviyeden ekonomik düşüncelerini bu Planlama

dairesine aktaracaklardır. Bu birinci vazifeleridir. İkinci vazifeleri bu planlama

dairesine seçilecek azalar planı benimseyerek efkar-ı umumiyeye mal edecekler,

benimsemediği takdirde Anayasa teminatı altında oldukları için serbestçe kanaatlerini

söyleyebilecektir...Bu itibarla bizim sağlayacağımız garanti bundan ibarettir. Arz

ettiğim gibi demokratik mekanizma içine girecek bir hükümet böyle bir şeyi düşünemez.

Planlamayı bertaraf etmek isterse, ancak Anayasa teminatı altında bulunan 5 kişilik

heyet efkar-ı umumiyeye bütün imkanlara başvurmak suretiyle, siyasi otoritenin bu

planlamayı baltaladığını ifade etmesi lazımdır. (MBK Genel Kurul toplantısı,

Birleşim:9, Oturum:2, 10.9.1960, s.12)

Karaosmanoğlu ve Orel’in konuşmalarından bu İktisat Şurasının MBK

tarafından 10 yıllığına seçilmiş ve 10 senenin sonunda ise yine bu üyelerin kendi

varislerini seçtikleri bir organ olarak düşünüldüğünü görüyoruz. (MBK Genel Kurul

toplantısı, B:9, O:2, 10.9.1960, s.13-14) YPK’da bu İktisat Şurasından da iki üyenin fiili

olarak yer alması bu güvenceyi tamamlayacaktır. (MBK Genel Kurul toplantısı, B:9,

O:2, 10.9.1960, s.13-14) Düşünülen yapı, ekonomi konularında bir “genelkurmay

işlevi” görecek bir “merkezi”likte kurgulanacaktır.

İktisat Şurası ve YPK’daki eşit üye güvencesine rağmen MBK üyeleri tatmin

olmamış gibidir, özellikle radikaller. İrfan Solmazer Karaosmanoğlu’na şöyle sorar;

“Memlekette ihanet derecesinde hareket eden bir Reisicumhura sahip olanTürk

toplumu ileride meydana gelecek teşri organın kimlerden oluşacağını bilemez. Bu

durumda ne olacak?” ( MBK Genel Kurul toplantısı, B:9, O:2, 10.9.1960,s.20)

Karaosmanoğlu’nun ” İhtilalden başka yapacak bir şey yoktur.” cevabı

dönemin ruh halini yansıtır. (MBK Genel Kurul toplantısı, B:9, O:2, 10.9.1960, s.20)

29 ve 30 Eylül günü olan MBK toplantılarına ise DPT’nin kurulması

hakkındaki kanun tamamlanmış bir şekilde gelir ;

Page 142: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

135

“Madde1; Başbakanlığa bağlı bir Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur.

Başbakan bu teşkilatın yönetimleri ile ilgili yetkilerni Başbakan Yardımcısı vasıtasıyla

kullanabilir.

Madde2; Devlet Planlama Teşkilatının görevleri şunlardır;

a) Memleketin tabi, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve

imkanlarını tam bir şekilde tespit ederek takipedilecek iktisadi ve

sosyal politikayı ve hedeflerini tayinde Hükümete yardımcı olmak.

b) Hükümetçe kabul edilen hedefleri gerçekleştirecek uzun ve kısa vadeli

planları hazırlamak.

c) Planların başarı ile uygulanabilmesi için ilgili daire ve müesseselerle

mahalli idarelerin in kuruluş ve işleyişlerinin ıslahı hususunda tavsiyelerde bulunmak;

d) Planının uygulanmasını takip etmek ve değerlendirmek.

e) Özel Sektörün faaliyetlerini planın hedef ve gayelerine uygun bir

şekilde teşvik ve tanzim edecek tedbirleri tavsiye etmek. (MBK Genel Kurul toplantısı,

B:14, O:2, 29.9.1960, s.15)

91 sayılı DPT Kanunu bu maddelerle yürürlüğe giriyordu. Ama kanunda İktisat

Şurası yoktu. Nitekim bu Şura Anayasa Komisyonundan tümüyle çıkarılacaktı. Ama adı

hala vardır ve Anayasa Komisyonundan çıkar çıkmaz gerekli düzenlemelerin yapılacağı

söylenir. (MBK Genel Kurul toplantısı, B:15, O:1, 30.09.1960) Ama bu haliyle

radikaller başta olmak üzere MBK’nın çoğunluğu kanunun bu haliyle memnun değildir.

Erkanlı bu kanunun çıkmasının aciliyetini anlamlı bir şekilde ifade ederken kanunun bu

haline itirazını şöyle ifade eder;

“Bu kanunun süratle çıkması bir zarurettir. Bütün işlerimiz buna bağlıdır.

Kredi imkanları buna bağlıdır. Birçok yerden kredi mektupları almaktayız, onun için

uzatılması taraftarı değilim… Burada bakıyorum; ikinci maddenin aşağı yukarı her

fıkrasının sonunda yardım, tavsiye gibi kelimeler var. Bunlar bana iştişari bir şey gibi

Page 143: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

136

geliyor. Hükümet kabul ederse eder, etmezse etmez, böyle ise buna lüzum yoktur.”

(MBK Genel Kurul toplantısı, B:14, O:2, 29.9.1960, s.15)

Hatta MBK üyelerinden İrfan Solmazer bu konuda yeni bir değişiklik önerisi

yapar. 2. maddenin a fıkrasındaki DPT hedeflerin tayininde hükümete yardımcı 0olmak

yerine, hedefleri tayin eder şeklinde değişiklik önerisi getirir.( MBK Genel Kurul

toplantısı, B:15, O:1, 30.09.1960, s.13) Bu değişiklik önerisi reddedilir. Ama MBK

içinde ciddi bir desteğe sahip olduğu da görülmektedir. Dündar Taşar keskin ifadelerle

şöyle der;

“Politikacı mevcudiyetini vatandaşların reylerinden alan adamdır. Böyle bir

kanun olmazsa planı tatbik eder mi?...Hükümet heyetin tavsiyesini tatbik edecek, hem de

emir almış bir asker gibi tatbik edecek, emir aldığı zaman.” (MBK Genel Kurul

toplantısı, B:15, O:1, 30.09.1960, s.13)

Radikallerin önerisine karşı Mucip Ataklı “Biz bu teşkilata icrayı kontrol

hakkını verirsek, devlet içinde bir devlet vücuda getirmiş oluruz.Bu demokrasiye de

hukuk kurallarına da aykırıdır.” (MBK Genel Kurul toplantısı, B:14, O:2, 29.09.1960,

s.18) diyerek bu önerilerin mantıksal sonucunu dile getiriyordu.

DPT kanununa ikinci itiraz noktası ise özel sektörle ilişkili olan kısmıdır.

Orhan Kabibay bu maddeye itiraz ediyordu;

“F fıkrasında; özel sektör faaliyetlerini planın hedef ve gayelerine uygun

şekilde teşvik ve tanzim edecek şekilde tavsiye eder diyor. Bunu kim alır, kim tavsiye

eder, kim yapar; Özel sektör o kadar şümulludur ki, o bu istikamete götürülmezse,

hiçbir şey olacağı yoktur. ” (MBK Genel Kurul toplantısı, B:14, O:2, 29.09.1960, s.18)

MBK üyelerinden Solmazer ise Kabibay’ı destekleyerek, ”özel sektör,

tavsiyelere göre hareket etmezse, hükümetçe icap edilen tedbirler alınır ve tavsiye

edilen yola girilir denilmeli.” (MBK Genel Kurul toplantısı, B:14, O:2, 29.09.1960,

s.19) diyecekti.

Page 144: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

137

8.2 Kalkınmanın Rejimi: 27 Mayıs Anayasası

Kalkınmanın rejimi tartışması aslında Menderes döneminde başlamıştı.

Özellikle, 1958’den sonra krizin artmasıyla Menderes Hükümetinin anti-demokratik

uygulamaları arttırmasını, hürriyetlere karşı kalkınmanın önceliği söylemiyle

gerçekleştirdiği görülüyor. Dönemin etkili dergisi Forum’da bu tartışmaya dair şöyle

diyordu;

“İçtimai reformların yapıldığı sırada ve harp yılları içinde Türk Milletinin

hürriyetsiz kalabildiğine bakanlar, belki iktisadi kalkınmanın da aynı millete

hürriyetsizliği kabul ettirecek kadar önemli olduğunu düşünmüş olabilirler…Fakat bir

an için yukarıdaki hesabı yapanların haklı olduğu düşünülürse ve Türk Milletinin

hürriyetsizlik gerekçesi olarak iktisadi kalkınmayı kabul edeceği varsayılsa bile, iktisadi

kalkınma nerededir?...Kısaca söylemek gerekirse, Türk Milleti hürriyetsizlik karşısında

kendisine teklif edilen fiyatı beğenmemekte, hatta ortada bir değiş-tokuş olduğuna bile

inanmamaktadır. Bugünün tehlikesi, hem hürriyetsizlik, hem de sefalettir.” (Forum,15

Ocak 1959, s.2)

Görünen “kalkınmanın rejimi” ve demokratik yönetimin sorgulanması, 1958

krizinin şiddetlenmesiyle, Menderes Hükümeti tarafından yapılmaktadır. Bunalım,

Menderes’i “demokratik siyasal sistemin sürdürülmesi konusunda zorlamış görülüyor.

Kalkınmanın rejimi tartışmasına 27 Mayıs’ta hararetini veren şey ise, 27 Mayıs hareketi

ve onun arkasından bu hareketin yaşadığı bölünmeydi. İhtilalin askerler içindeki radikal

kanadı 14’lerin tasfiyesi ve daha sonra seçimlerle gelen koalisyon hükümetinin Albay

Talat Aydemir’in başında olduğu iki askeri girişimi bu tartışmayı, 1963’e kadar sıcak

tutuyor. Askerler içinde radikal reformları, demokratik bir hükümetin yapacağına

duyulan inançsızlık olduğunu ve bu yüzden 27 Mayıs askeri yönetiminin süresini

uzatmak istediklerinden bahsetmiştik. Bu tartışma sadece askerleri ve 27 Mayıs’ı

bölmemişti. Aydınlarda bu mesele etrafında bölünmüşlerdi. Kamuoyunda seçimlerin

tarihi ve çok partili sisteme dönüş tartışılırken, Metin Toker Akis’te şöyle yazıyordu;

“Seçimlerin tarihi aslında bir semboldür.Sembolün arkasında yatan mesele, bu

memleketin dertlerinin hangi yoldan halledileceği hususunun tayinidir. Demokrasinin

Page 145: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

138

en uygun vasıta olduğu kanaatini muhafaza edenler seçimlerin kısa zamanda yapılamsı

fikri etrafında birleşmişlerdir. Bir namuslu ve aydın, fakat otoriter askeri idarenin ilk

bakışta sahip göründüğü geniş imkanların Türkiye’de lüzumlu bünye değişikliğinin

müstesna fırsatını teşkil ettiğine inananlar seçimler için acele edilmemesini

istemektedirler.” (Akis, 20 Temmuz 1960, s.7)

Aynı yazısında, bu tartışmanın kalkınma için anlamını da yine kendisi

verecektir;

“Belirli bir seviyeye erişmemiş cemiyetlerin demokrasiye nazaran otoriter

idareler altında daha süratli gelişme kaydettiği son senelerin açık hakikatidir. Nitekim

bu seviyeye erişmek için elzem inkılaplar, reformlar aydın ve iyi niyetli bir şefin mutlak

hakimiyeti sayesinde mümkün hale gelmektedir. Güneydoğu Asya’da, Afrika’da hatta

Ortadoğu’da bir çok memlekette demokrasiye geçmeden önce böyle bir devreye lüzum

hissedilmesi bu sebeplerden dolayıdır.” (Akis, 20 Temmuz 1960, s.7)

İsmet İnönü’nün damadı Toker; bu tartışmayı verdikten sonra 27 Mayıs

hareketinin demokratik yönünü işaret ederken CHP’nin içindeki merkezi eğilimi dile

getiriyordu;

“Türk Cemiyetinin 1945’ten bu yana tarihin büyük ilerlemelerinden birini

kaydettiği muhakkaktır. Sadece 27 Nisan ile 27 Mayıs arasında genciyle ve yaşlısıyla,

siviliyle ve askeriyle bütün bir aydın sınıfın hayatını küçümseyerek sokaklarda hürriyet

savaşına giriştiğini unutursak vaziyete doğru teşhis koymuş sayılamayız.Türkiye

Cumhuriyeti bütün dertlerini, meselelerin demokratik sistem içinde halledebilecek

olgunluğa ulaşmıştır. (Akis, 20 Temmuz 1960, s.7)

Bu tartışmanın karşı kutbunda, kadrocu Vedat Nedim Tör, 27 Mayıs içindeki

bölünmeyi ve kendi çözümünü Forum dergisinde şöyle ifade edecekti;

“27 Mayıs ihtilali bizi iç çöküntüden kurtardı. Kurtardı ama, yarına yine de bir

türlü güvenle bakamıyoruz. Aydınlar ikiye bölündü, bir parçası selameti MBK

Hükümetinin sürüp gitmesinde, bir parçası da seçimlerin biran önce yapılarak normal

zamanların başlamasını arıyor. Ama bizim için normal olan nedir?...Bizim gibi fakir ve

Page 146: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

139

geri memleketlerde Avrupalı bir demokrasi oyunu yapacağız diye kaybedecek ne

zamanımız ne de enerjimiz var.. Biz en doğru, en kestirme yoldan, en kısa zamanda

ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmaya götürecek bir rejimin hasreti içindeyiz.”

(Forum, 1 Ağustos 1960, s.20)

Bir diğer kadrocu Şevket Süreyya Aydemir’de sık sık Yön sayfalarında kendi

görüşlerini aktarmaktadır. 30 Mayıs 1962’de “İhtilalin içinde iki cereyan” yazısında

Aydemir;

“Yarınki yazarlar 27 mayıs ihtilalinin içindeki, bizzat ihtilali gerçekleştiren

kadrolar arasındaki çatışmayı ilgiyle izleyeceklerdir. Bu cereyanlardan birine göre 27

Mayıs, DP döneminde kesintiye uğrayan demokrasi davamızı halletmek için

gerçekleşmiştir…İkinci cereyan ihtilalin önder kadrosu MBK içinde daha sonra belirdi.

Bunu savunanlara göre, ihtilal derinleşmeli, normal hukuk düzeni içine kendini

hapsetmemeliydi. Sosyal reformlar yapılmalı, sosyal meseleler ele alınmalıydı.” (Yön,

30 Mayıs 1962, s.8)

Taner Timur demokratik bir gelişmenin niye imkansız olduğunu yine Yön

sayfalarında şöyle açıklayacaktır;

“Çünkü Türkiye’de genel oya dayanan seçimler eşrafı başa getirmektedir.

Eşraftan kastedilen büyük çiftçiler, tüccarlar, zengin serbest meslek sahipleri, iş

adamlarıdır. Siyasi partileri de bunlar finanse ederler. Bu yüzden partilerin, il, ilçe

temsilcilikleri de bunların elindedir. Parlamentoya da bunlar girerler. Bu durumda

Türkiye’de eşraf demokrasisinden bahsedilebilir ancak. Eşraf demokrasisinde de

haklar, kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Demokrasiyi sağlam temellere oturtmanın

yolu hızlı kalkınmadır. Bu kalkınma da bugün özel sermayeye dayanarak

gerçekleştirilemez. Bu yüzden bugün Türk siyasetine yön verecek elitlerin kalkınmacı

bir müdahale planında birleşmeleri lazımdır. Bu felsefenin hareket noktası, işgücü

seferberliği, yatırımların arttırılması, iktisadi hayatın bütünü ile planlanması ve

istismarın önlenmesidir. (Yön, 24 Ocak 1962,s.16)

Page 147: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

140

8.2.1 Anayasa Mücadelesi

27 Mayıs hareketini gerçekleştiren MBK, ilk gün göreve çağrılan üniversite

üyelerinin hazırladıkları esaslardan sonra, 30 Mayıs 1960 günlü Resmi Gazetede

yayınlanan 13 sayılı tebliğle, İstanbul Üniversitesi Rektörü Profesör Sıdık Sami Onar

başkanlığında, İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin öğretim üyelerinden oluşan ve

İstanbul’da çalışacak olan, bir “bilim kurulu”na anayasa hazırlama görevini vermişti.

Soysal’a göre “Bu bilim Komisyonunca hazırlanan anayasa tasarısının temel özelliği,

genel oya ve genel oydan çıkan siyasal organlara karşı tam bir güvensizlik belirtisi

oluşuydu.” Yeni Anayasa fert hak ve hürriyetlerini olduğu kadar sosyal hakları da

teminat altına almaya çalışıyor, devlet organlarına da sosyal müesseseleri kuran ve

koruyan bir rol verirken, kanunların anayasaya uygunluğunu sağlayıp, siyasi iktidarlar

karşısında muhalefeti koruyacak esasları oluşturmaya çalışmıştı. (Soysal, 1990, s.21)

Soysal Komisyon için “Komisyon, bu amaçları gerçekleştirecek çözümleri

ararken, iktidarı iyice bölüp parçalayarak onu kudretsiz bir hale getirmişti. Millet

Meclisi yanında bir denge unsuru olarak meydana getirilen Cumhuriyet Senatosunun

seçim dışı yollardan gelen üye oranı üçte ikiyi bulmakta, halk tercihleri ikinci plana

itilmektedir; “devlet yardımcı kurulları” ve “muhtar müesseseler” başlığı altında

kurulan, “Milli İktisat Şurası”, “Türkiye Milli Bankası” gibi kuruluşlar, iktidarların

hareket olanaklarını kısmaktadır; cumhurbaşkanı sorumsuzluğuna karşın yürütme

organı içinde ayrı bir otorite haline getirilmiştir; nihayet Anayasaya aşırı bir

bükülmezlik verilerek bütün bu çözümlerin uzun süre donmuş olarak kalması

istenmiştir.”der. (Soysal, 1990, s.21)

İlk Anayasa hazırlığı sırasında da bu öneriler kurulun içindende de muhalafete

neden olacak, Anayasa Komisyonunun iki üyesi Tarık Zafer Tunaya ve İsmet Giritli

komisyondan çıkarılır. Onar bu üyelerin çıkarılmasıyla ilgili, ortada Anayasaya dair bir

tartışma olmadığını söylerse de, Tunaya ve Giritli bu iddiayı yalanlarlar. (Cumhuriyet, 2

Eylül 1960, s.1) Weiker, Anayasa komisyonundaki bu bölünmeyi, kanuncular grubu ile

politik grup arasında bir bölünme olarak okur. Kanuncular grubu, hangisi olursa olsun,

iktidarı alacak siyasal partinin hareket özgürlüğünün sınırlandırılmasından yanaydılar.

Page 148: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

141

Politik grup ise hızlı bir toplumsal ekonomik ve politik kalkınma için ileri görüşlü

siyasal partilere dayanılması tezini savunuyorlardı. (Weiker, 1967,s.86)

Olayların akışına baktığımızda, Onar grubuyla, ihtilalin radikal subayları

arasında da bir yakınlık olduğunu düşündüren ciddi sebepler vardır. “Milli İktisat

Şurası” gibi, ekonomide özerk bürokratik yapılar fikri, özellikle radikallerin istedikleri

önlemlerdi. Politik grup diye adlandırılan iki üyenin kuruldan atılması MBK kararıydı

ve radikallerin henüz MBK içinde egemen oldukları bir tarihte gerçekleşmişti.

Radikallerin tasfiyesi yaklaşırken de Onar Komisyonu da saygınlığını ve gücünü

yitirmeye başladı. CHP’de Onar Komisyonuna karşı tutum almaya başladı. Komisyonun

Anayasa için tavsiyelerini sorduğu CHP icra komitesi, Anayasa’dan beklentilerini

gerektiğini zaman devlet vasıtalarının rahatça kullanılması, planlama esneklik ve hızlı

kalkınma olarak ifade ederken, Komisyon’un tasarılarına dönük bir eleştiriyi de ifade

ediyordu. (Weiker, 1967, s.89) Nihayet kurucu meclis faaliyetine başladığında, artık

yeni bir Anayasa komitesi kurulmuştu ve bu 20 üyeli Anayasa Komisyonunun içinde

Politik grubun etkisi oldukça artmış, kanunculardan ise geriye iki üye kalmıştı; Profesör

Sarıca ile Velidedeoğlu. Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsünün başı

Profesör Enver Ziya Karal’ın başkanlığını yaptığı komisyon, Karal komisyonu olarak

adlandırılacaktı. (Weiker, 1967,s.91)

Soysal yine bu kurumların içindeki elitizme işaret eder;

“Haklar kısmı oldukça radikal. Fakat 2.meclise 40 kişilik kontenjan verilen

kurumlara baktığınızda , barolar, tabip odaları, ticaret ve sanayi odaları, mimar ve

mühendis odaları ve eczacı odaları gibi köklü reformlara izin vermeyecek tutucu

kurumlar.İstanbul komisyonu devrimlerin savunuculuğunu okumuşlarda ve belli

sınıflarda görmüş, bunların nasıl tutucu güçler haline gelebileceğini görmemişti.”

(Yön, 28 Şubat 1962, s.14)

Soysal yine bu teknokratik kurumlara yalnız Anayasa Komisyonunun içinde

değil, kamuoyunu etkileyen güçlü bir tabanı olduğunu söyler;

“Temsilciler Meclisi Anayasa Komisyonu; Bütün bu engellere rağmen,

İstanbul tasarısının az çok işler hale gelebilmesi, belli uğraşmalarla mümkün oldu. Bu

Page 149: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

142

uğraşmaların sonucunda çıkan Anayasada yine 2. Meclis ve Anayasa Mahkemesi gibi

kurumlar vardı. Ama bunda Komisyondakilerin inançlarından çok memlekette yaratılan

havanın payı vardı. Öyle bir hava yaratılmıştı ki, bunları istememek adeta demokrasi

düşmanlığıyla eş sayılmıştı. Bu kurumlar aleyhinde direnmek sonu belirsiz çatışmalara

yol açabilirdi. Anayasa Komisyonu tasarısı bu kurumlar bakımından Temsilciler

Meclisine muhalefet şerhi olmadan geldi.” (Yön, 28 Şubat 1962)

8.2.2 27 Mayıs Anayasası

Anayasa ile getirilecek siyasi sistemde, Reisicumhur ile Bakanlar kurulundan

müteşekkil bir yürütme organı, Millet Meclisi ile Senatodan müteşekkil bir yasama

organı ve nihayet Anayasa Mahkemesi, Hakimler Şurası, Yargıtay, Danıştay, Askeri

Yargıtay ve hakimlerden müteşekkil bir yargı organı vardır. Devleti temsil eden tarafsız

Reisicumhur, Başbakanı seçer. Başbakan ve Bakanlar Kurulu, Millet Meclisi ve Senato

tarafından denetlenir. Yasama organını teşkil eden Millet Meclisi ve Senatonun

çıkaracağı kanunlar Anayasa Mahkemesinin kontrolüne tabidir. (Forum, 1 Mayıs 1961,

s.1)

1961 Anayasa’sında yapılan değişikliklerin özüne dair fikir verebilecek ana

farklılıkları sıralarsak;1924 ve 1961 Anayasaları arasında en önemli fark; TBMM,

milletin yegane ve hakiki temsilcisi olup, millet namına egemenlik hakkını kullanır

diyen 1924 Anayasasına karşılık, 1961 Anayasası, “Millet egemenliğini, Anayasanın

koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır demekteydi. Parlamento, artık

egemenliği kullanan tek yetkili organ olmaktan çıkmış, Anayasadaki yetkili organlardan

sadece birisi olmuştur.Genel oydan çıkan TBMM’nin sistem içinde ağırlığı azalmıştır.

Buna karşılık doğrudan seçimle doğrudan doğruya seçimden çıkmayan ve bir kısmı

genel oydan çıkmış organlarca dolaylı olarak seçilen, bir kısmı ise genel oyla hiç

bağlantılı olmayan birtakım organlar Meclis ile birlikte ulusal egemenliği kullanır hale

gelmiştir: parlamentoca seçilen bir cumhurbaşkanı ve üyelerinin çoğunluğu yargı

organlarınca seçilen bir Anayasa Mahkemesi egemenliğin kullanılışını meclisle

paylaşmaktadır. Soysal’a göre “Meclis üstünlüğüne dayalı bir demokrasi anlayışı

yerine, Meclis’teki çoğunluk iradesinin Meclis dışındaki başka organlarla

dengelendirildiği değişik bir demokrasi anlayışı” gelmektedir. (Soysal, 1990, s.92)

Page 150: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

143

Cumhuriyet Senatosu ise genel oyla 6 yıl için seçilen, ama üçte biri iki yılda bir

yenilenen 150 üyeden başka, Cumhurbaşkanınca seçilen 15 üyeyi ve MBK’nin

üyelerinden oluşacaktı. Üyelerinin üniversite mezunu olması şart koşulmuştur. (Soysal,

1990,s.93)

Öyle görünüyor ki ihtilalin içindeki radikaller süreçten atılmalarına rağmen,

onların DPT’den tutunda, İktisat Şurasına kadar istediği siyasiler karşısında istenen

özerklik, MGK’nın konumunda sağlanabilmişti. İhtilal, kendi radikallerini yutar ama

onu yok ederken onun istediği aydınlar-memurlar iktidarını, yürütmeyi etkin şekilde

kullanabilen MGK’nın yapısında bir gerçeklik kazanabilir. Bu benzerliği İlhan Kesici

şöyle anlatır;

“1960 İhtilali Anayasal iki tane yüksek kurul kuruldu. Bunlardan birisi hala

bugün devam eden Milli Güvenlik Kurulu.1960 ihtilalinin ana felsefelerinden bir tanesi

ya da ana düşüncelerinden bir tanesi siyasi iktidara yeteri kadar güvenmemek. …Bunu

dengelemek için çeşitli çabalar var ama iki büyük yüksek kurul kuruluyor. Bunlardan

bir tanesi MGK.MGK’da Cumhurbaşkanlığının başkanlığı var, Başbakan, üç tane

bakan bir tarafta diğer tarafta ise Genelkurmay ve 3 tane kuvvet komutanı var. Yani

siyasal hayatla askeri bürokrasinin dengelendiğini görüyoruz. Orada bütün üyelerin

oyları da teorik olar eşittir. Kurulan ikinci yüksek Planlama Kurulu. YPK’nın başkanı

başbakan ama başbakanın muadili orada planlama müsteşarı, üç tane bakan var

onların muadili de planlama teşkilatının daire başkanları. Bu yapı bugünün gözüyle

doğru olmayabilir, o günün gözü ile de biraz aşırı da olmuş olabilir ama siyasi iktidarın

bürokrasiyle bir anlamda dengelenmesi amacı güdülüyor.” (Kesici’yle röportaj, Akçay,

2004, s.213)

Yeni kurumların, meclisin ve siyasal iktidarın yürütme gücünü paylaşması, 27

Mayıs’ın sonucuydu. Bu durum siyasi dünyada hala en önemli tartışma noktası olmaya

devam ediyor. Ak Parti Milletvekili, Bülent Arınç, 23 Nisan’da Meclis’te yaptığı

konuşmada 1960 sonrası yaratılan durumu bugünkü soruların kökeni olarak

görmektedir. “Kurtuluş savaşı sonrası meclislerin güçlü olduğunu” söyleyen Arınç’a

göre;

Page 151: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

144

“1961 Anayasası ile Meclisimizin kullandığı yetki, görev ve fonksiyonlarının

bir kısmı diğer erklere devredilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı arasında kuvvetler

ayrımı yapılmış; eşitlik, güç paylaşımı ve denge sağlanmaya çalışılmıştır… Türkiye’nin

geçirdiği bir takım olağanüstü şartlarla kuvvetler ayrımında bir denge sorununun

oluştuğunu kabul etmek gerekir. Bugün tüm dünyada geçerli olan parlamenter sistemin

genel kuralları ülkemizde uygulansa da, Meclisimizin fonksiyonu, gücü ve yetkileri

kısmen erozyona uğramışlardır.” (Yenişafak, 23.04.2006)

Kardaş’a göre; “Türkiye’de anayasal süreç içinde askeri güç ilk kez 1960

müdahalesinden sonra yapılan 1961 Anayasası ile anayasal planda sisteme ağırlığını

koymaya başlamış, 1971 ve 1980 askeri müdahalelerinden sonra anayasal planda

ağırlığını arttırmaya başlamış, 1971 ve 1980 askeri müdahalesinden sonra da anayasal

planda etkinliğini giderek arttırarak kendisine ait yargı alanını gerek ceza hukuku

gerekse idare hukuku alanında genişletmiş, yürütme erkini Bakanlar Kurulundan daha

etkin bir şekilde kullanarak siyasi temsilcileri etkisiz bırakmış, dolayısıyla siyaset

alanını da alabildiğine daraltmıştır.” (Kardaş, 2004,s.295)

Savran’a göre; “27 Mayıs’ın toplum içindeki sınıfsal dayanakları genellikle

görmezden gelindiği için, bu kurumlar geleneksel olarak bürokrasinin siyasal yaşam

üzerindeki etkisini güçlendirmeye yönelik tasarımlar olarak düşünülmüştür. Burada, 27

Mayıs’ı sanayi burjuvazisinin karşısında gören anlayışın sınırlarıyla bir kez daha

karşılaşıyoruz. Söz konusu kurumlar kuşkusuz doğaları gereği bürokrasinin seçilmiş

iktidarlar karşısında gücünü arttırmaktadır, ama bu henüz o aşamada kırsal çoğunluk

karşısında kendisini çaresiz hisseden sanayi burjuvazisinin de çıkarlarına hizmet

etmektedir.” (Savran, 1988, s.146) yorumunu yaparak 27 Mayıs sonrası kurulan

bürokratik-teknokratik yapıları sanayi burjuvazisinin, diğer sınıfların talepleri

karşısında, sanayi burjuvazisinin temsiliyetini sağlayan konumlarına işaret eder.

MGK içinse durum farklı olmuştu. 27 Mayıs’la başlayan süreç, askeri yönetimin

ömrünü uzatmak isteyen radikal isyancı askerleri sistemin dışına atarken, devlet yapısı

içinde genelkurmay ve kuvvet komutanlarının gücü olağanüstü artmıştı. (Hale, 1996,

s.144) 1961 Anayasası ile ilk kez, Askeri Yargı ve Askeri Yargıtay Anayasa içine alınıp,

anayasa kurumu haline getirilmiştir.Askeri yargının askeri mahkemeler ve disiplin

Page 152: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

145

mahkemeleri tarafından yürütüleceği 138.maddede düzenlenmiştir. Maddenin 2.

fıkrasıyla asker olmayan kişilerin de özel kanunda belirten suçları için askeri

mahkemelerde yargılanabilecekleri öngörülmüştür. Yürütme erki açısından ise 1961

Anayasası ile birlikte askeri bürokrasi yürütme erki açısından “üçüncü baş” olarak yer

almasıdır. Milli Güvenlik Kurulu idare üst başlığı altında gösterilmemiş; Anayasanın

yürütme bölümündeki Bakanlar Kuruluna ilişkin alt başlıkta yer alarak eş düzeyde

tutulmuştur. Anayasanın 110.maddesiyle Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na

değil, Başbakanlığa bağlanmıştır.Askeri güce anayasal zeminde ağırlıklı ve etkili olarak

istem ve görüşlerini bildirme olanağı sağlanmıştır. (Kardaş, 2004, s.295)

Yön yazarlarından Taner Timur’da “Türkiye’nin önündeki yılların huzurlu ve

dengeli geçmeyeceğini, çünkü “Anayasa”nın kontrolcü tarafı ile reformcu tarafı

arasındaki çelişkinin, o günlerin siyasal hayatında çözülmesi gereken bir büyük bir

sorun olarak durduğunu” yazıyordu. (Yön, 26 Ocak 1962, s.6)

27 Mayıs’tan sonra sendikacıların ilk defa yasama organlarında yer almaları

Kurucu Meclisle başladı.Gerçekten 27 Mayıs Anayasası bir taraftan da uzun ve çetin

savaşlardan sonra “sosyal devlet” ilkesi anayasaya konulmuş, Anayasa’nın 46.

maddesinde sendika hakkı tüm çalışanlara tanınmıştı. Sendikacılar kurucu Meclis

toplantılarında ilk kez siyasal bir etki kazanmışlardı. (Işıklı, 1996, s.146) Yine 657

sayılı devlet Memurları Yasası ile kamu çalışanlarına sınırlı bir sendikalaşma hakkı

tanındı. (Koç, 1998, s.65)

Gerçekten de,işçi sınıfı 27 mayıs’ın doğrudan aktörü olmasa da 27 Mayıs’ın

hemen arkasından hareketlenmişti. Işıklı’ya göre “27 Mayıs oluşumunda sendikaların

rolünden söz etmek yerine sendikacılığın evriminde 27 Mayıs’ın özellikle 1961

anayasa’sından bahsetmek anlamlı gözükmektedir.” O dönem işçilerin en büyük

sendikası olan, Türk-İş Yönetimi, 27 Mayıs hareketi ve Anayasası konusunda, 1965’e

kadar ateşli bir şekilde destekleyecekti. (Işıklı, 1996, s.134)

1961’de Anayasa’da kabul edilen grev hakkını, meclisin ve hükümetin

tanıması için tam 176 işçi eylemi gerçekleşir. Bu dönemde, sendikalar 1960 öncesi

görülmeyen işçi kalabalıklarıyla sokağa çıkarlar. 25 Ekim 1961’de Anayasa’ya alınan

Page 153: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

146

grev hakkının uygulanabilmesi için meclisin onaylaması için yoğun bir mücadeleye

girişirler. Meclisin grev hakkını kabul etmesi 1963’e kadar sürecektir. (Yerasimos,

1980, s.765) Gerçekten de toprak reformunun, Anayasa’ya konulup uygulanmadığını

göz önüne getirirsek, işçiler “grev haklarının” fiili kullanımı için mücadele etmeselerdi,

bu anayasal hakkın, “yasalaşması ne kadar gerçekleşirdi” söylemek zor. Koç’a göre,

“24 temmuz 1963 tarihli 274 sayılı “Sendikalar Yasası”, Anayasa’da yer almayan

lokavt uygulamasını işverenlere de tanıyarak, emeğe verilen hakları hızlıca ödünleme

yoluna gitmişti”. (Koç, 1998, s.65) Aydınoğlu, 27 Mayıs Anayasa’sının sonraki

dönemde, alt sınıflar için sağladığı örgütlenme ve haklara işaret eder;

“1961 Anayasası, modern Türkiye tarihihinde ilk defa pleblerin, aşağıdakilerin

bizzat kullanmaya çalıştığı bir anayasadır. Bu anayasa, sadece seçim sandığında değil,

sendikada dernekte, sokakta bildiriyle, yayınla, kollektiviteyi ifade eden örgütlenmelerde

kullanılır. 1961 Anayasası, 12 Mart Darbecileri tarafından bu nedenle lüks ilan edilir. Bu

uzun restorasyon çabasının kesin zafere ulaşması içinse, 1980’de bir diğer büyük çaplı

askeri harekat gerekecektir. Sonuç olarak denebilir ki, 1961 Anayasasının şahsında 27

Mayıs, Türkiye tarihinde en şiddetli restorasyon çabalarına maruz kalmış-neredeyse tek

siyasal devrim olarak öne çıkmaktadır.” (Aydınoğlu, 1992, s.30)

Keyder’de, 27 mayıs sonrası küçük burjuvazi ile büyük sanayi burjuvazisi

arasındaki mücadelenin, 27 mayıs Anayasa’sının yarattığı yürütme,yasama ve yargı

arasındaki farklılıklarla beslendiğini ifade edecektir;

“Ekonominin devletçe düzenlenmesinin yeni boyutları, küçük burjuvazinin ve

küçük sermayenin çıkarlarına uygun düşmediğinden, buna karşılık siyasi platformda

mücadele mümkün olduğundan, yeni dönemde idari ve siyasi alanlar arasında sürekli

bir gerilim görüldü ve bu devletin yasama ve yürütme organları arasındaki gerilimi de

beraberinde getirdi. İktidardaki hükümetler, katı bir Pazar ideolojisini paylaşan geniş

bir seçmen tarafından desteklenmesine rağmen, 1960 darbenin getirdiği kurumlar

nedeniyle, tekelci düzenleme paradigmasının kısıtları içinde hareket etmek zorunda

kaldılar. Sanayi burjuvazinin ideolojik hakimiyet kuramamasına rağmen, devlete hakim

olmasından kaynaklanan bu gerilim, 1960-80 dönemindeki bütün ideolojik ve siyasi

mücadelelerin temelinde yer aldı.” (Keyder, 1989, s.122)

Page 154: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

147

9. SONUÇ

Ele aldığımız dönem içinde, yani 1950’lerin ortasında başlayıp, 1963’lere

kadar süren durgunluk ve sanayi birikimi etrafında ekonominin yeniden yapılanma

süreci, yoğun bir siyasal ve toplumsal değişimle iç içe geçmiştir. Bu dönemin

sonucunda oluşan yeni “kurumsal yapılar”, yeni “Anayasa” gibi, sanayi işbölümünün

gereklerine uygun yeni yapıların ortaya çıkması, basitçe ithal-ikameci kalkınma

süreçlerinin, otomatik sonuçları olarak doğmamıştır. Yeni bir “Anayasa”’nın ve yeni

bir Planlama Örgütünün oluşma tartışmaları, çeşitli aktörler ve sınıflar arasında yoğun

bir “siyasal müdahale” süreci içinde şekillenmiştir. Sonuç olarak bu süreçten “öznesiz”

bahsedersek, pre-kapitalist öğelere karşı kazanan “sanayi birikimi” olmuştur.

Türkiye’nin 1980’lere kadar uygulayacağı özel sanayiye yönelik ithal ikameci modelin

parametreleri ise, 27 Mayıs İhtilali içinde şekillenmiştir. Bu dönemde, sanayi

birikiminin denetlenmesi ve yeniden yatırılması üzerinde aktörün “özel sanayiciler” mi,

yoksa “devlet işletmeleri” mi olacağı konusunda kritik tartışmalar yaşanmıştır.

Türkiye’nin uygulayacağı özel sanayinin birikimini arttırmaya yönelik ithal ikameci

model, “devlet işletmelerine” dayanan bir kalkınma modeline karşı alternatif olarak

seçilmiştir. Kalkınma konusunda, çeşitli alternatifler arasındaki seçimler, siyasal bir

mücadelenin de konusu olmuş, çeşitli kararların alınma sürecide siyasal bir görünüm

almıştır.

Sonuç olarak, Türkiye’de kalkınma ve birikim süreçleri üzerinde, üretim

süreçlerindeki aktörlerin “siyasal müdahaleleri”, etkili olmuş bu süreci şekillendirmiş ya

da bu süreçle beraber şekillenmiştir diyebiliriz. Birikim süreçlerini, salt ekonomik

parametrelere bağlı değil de, aynı zamanda toplumsal bir ilişkinin ifadeleri olarak

görürsek, “siyaset” de toplumsal ilişkileri belirleyen bir parametre olarak, “birikim

süreçlerine” kayıtsız kalmayacaktır. Bu dönemde, Türkiye’de, sanayi birikimine

geçilirken, bir “toprak reformu” ve “tarım vergisi”, sanayi birikiminin gelişimi için

önemliyken, bu süreçte bu reformlar siyasal bir mücadelenin konusu olmuş ve

uygulanmaya konulamamıştır.

Türkiye’yle aynı dönemde siyasal ve ekonomik dönüşümler yaşayan, Irak,

Güney Kore, Mısır gibi ülkelerde, “Devlet” Türkiye’den farklı olarak, sanayi birikimi

Page 155: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

148

üzerinde özerk bir denetimi elinde tutabilmiş, “toprak reformu” konusunda farklı

uygulamalar gerçekleştirmişti.

Bu dönemde “sanayi birikiminin” 1960’ların üçüncü dünya ülkelerde farklı

biçimlerde ve değişik kurumsallaşma süreçleri yaşaması, ekonomik düzeyde olduğu

kadar siyasal düzeyde de farklılıkların ifadeleri olarak yorumlayabiliriz. Bu farklılıklar,

2000’li yılların dünyasına geldiğinde oldukça açılmıştır. 1960’larda sanayileşmeye

benzer yerlerden başlayan “Üçüncü Dünya” ülkeleri birbirlerinden oldukça

farklılaştılar. “Üçüncü Dünya”, bir yanda büyüme umutlarını yitirmiş Afrika Ülkeleri,

bir yandan da durgunluğa meydan okuyarak büyüyen Çin gibi ülkelerin varlığıyla ortak

bir paydayı ifade etmemeye başladı.

27 Mayısçı’ların “devlet işletmelerine dayanan sanayileşme modeli” Çin ve

Güney Kore gibi ülkelerin gelişimi ve küreselleşmenin olumsuzlukları, örnek

gösterilerek hala alternatif bir model olmayı sürdürmekte.

Bir bütün olarak bakıldığında ise, 1970’lerin ortasından itibaren girilen

“durgunluk” dönemi, doğuda ve batıda, bütün ekonomilerde, sanayi birikimini

yavaşlatmış, iç pazara dönük üretimleri, dünya piyasasına açılmak, farklılaştırmak

zorunda bırakmıştı. Dünya Ekonomisindeki bu durgunluktan, “devlet denetimine dayalı

sanayiler”de şiddetli biçimde etkilendi. Sanayi birikiminin, dünya ölçeğinde yaşadığı

kriz, bürokratik kontrole dayalı ulusal ekonomilerde de, benzer etkiler ve basınçlar

yarattı. “Emek yasa”larının sıkılaştırılması ve “sosyal güvenlik harcamalarının kısılarak

rekabet gücünün arttırılmasına dönük politikalar bütün dünyada etkili oldu. “Devlet

işletmelerine dayanan kalkınma modelleri belki tek tek ülkelerde, sanayi birikiminin

genişlemesini ve artmasını sağladı. Ama bu büyüme, doğuda da batıda da, toplumsal

eşitsizlikleri azaltan bir gelişme yönünde olmadı. Bu anlamıyla alternatif olarak görülen

kalkınma modelleri, benzer sonuçlar doğurdu diyebiliriz.

Page 156: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

149

KAYNAKÇA

Kitaplar

Ahmad, Feroz ve Bedia Turgay(1976), Türkiye’de Çok Partili Politikanın

Açıklamalı Kronolojisi: 1945-71, Bilgi Yayınevi, Temmuz 1976, İstanbul

Ahmad, Feroz(1996). Demokrasi Sürecinde Türkiye, Hil Yayın, 2.baskı, Mart 1996.

Ahmad, Feroz(1985). İttihatçılıktan Kemalizme, çev. Fatmagül Berktay, Kaynak

yayınları, Kasım 1985

Akça, İsmet(2004). Kolektif Bir sermayedar Olarak Türk Silahlı Kuvvetleri, Bir

Zümre, Bir Parti: Türkiye’de Ordu, Der: Ahmet İnsel-Ali Bayramoğlu,

Birikim yayınları, 2004, s:225-271

Akçay, Ümit(2004), Türkiye’nin Kalkınma Sürecinde Bir Aktör Olarak DPT, MÜ

Sosyal Bilimler Enstitüsü(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2004

Akşin, Sina(2002). Siyasal Tarih, Çağdaş Türkiye 1908-1980, 7.Basım, Cem

Yayınevi, 2002, s.215-223

Aralov, S:İ(1967). Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları, çev. Hasan Ali Ediz,

Burçak Yayınevi, İstanbul 1967

Atay, Agah Sabri(1998). Çok Partili Dönemde Türkiye’de Ordunun Siyasal Rolü ve

Devlet Yapısı İçindeki Yeri, (Doktora Çalışması), Anadolu Üniversitesi

Yayınları No: 1029, İstanbul 1998

Avcıoğlu, Doğan(1969).Türkiye’nin Düzeni(Dün-Bugün-Yarın), Bilgi Yayınları,

Ankara 1969

Aydınoğlu, Ergun(1992).Türk Solu(1960-71): Eleştirel Bir Tarih denemesi, Belge

Yayınları, Kasım 1992

Page 157: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

150

Baran Paul ve Paul M. Sweezy(1970). Tekelci Kapitalizm, çev. Filiz Onaran

DoğanYayınevi, 1.basım, Mayıs 1970.

Başar, Ahmet Hamdi(1956) Demokrasi Buhranları, İstanbul Türkiye Yayınevi 1956

Bener, Erhan(1982). Bürokratlar-1, Adam yayıncılık, Haziran 1982

Bilen, Alber(1988) Türk Sanayinde Kırk Zorlu Yıl, İstanbul, Final Ofset 1988

Boratav, Korkut(1974), 100 soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, Mart

1974

Boratav, Korkut(1983). İktisat Politikaları ve Bölüşüm Sorunları, Belge

Yayınları:22, Haziran 1983

Bozbeyli, Ferruh(1969), Türkiye’de Siyasi partilerim Ekonomik ve Sosyal

Görüşleri, 2. Kitap birinci cilt, Ak Yayınları, İstanbul 1969

Buğra, Ayşe(1997), Devlet ve İşadamları. Çev. Fikret Adaman, İletim yayınları, 2.

Baskı,1997.

Bukharin, Nikolay İ.(1996). Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, Spartaküs Yayınları,

çev. Akalın, Gülsüm ve Uğur SelçukEkim 1996.

Callinicos, Alex(1994). Yeni Orta Sınıf ve Sosyalist Siyaset. Değişen İşçi Sınıfı: İşçi

Sınıfının Değişen Yapısı Üzerine Denemeler, çev: Osman Akınhay, Z

yayınları, Şubat 1994

Cem, İsmail(1986). Türkiye’de geri Kalmışlığın Tarihi, Cem yayınevi, 9. Baskı,

Nisan 1986

Chomsky, Noam(2000). Dünya Düzeni: Eskisi Yenisi, Metis yayınları, çev. Çakıroğlu

ve Birkan Nisan 2000

Cliff, Tony(1990). Rusya’da Devlet Kapitalizmi, çev. Ali Saffet-Tarık Kaya, Metis

yayınları, Nisan 1990

Page 158: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

151

Çeçen, Anıl(1973). Türkiye’de Sendikacılık. Özgür İnsan Yayınları, Nisan 1973

Dankwart A. Rustow(1989). Unutulan Müttefik Türkiye, Milliyet yayınları, 1989

Dündar, Can(2006). Özel Arşivinden Belgeleri ve Anılarıyla Vehbi Koç, Doğan

Kitapçılık, İstanbul 2006

Ekzen, Nazif(1984), 1980 Stabilizasyon Paketinin 1958, 1970 ve 1978-1979 Paketleri

ile Karşılaştırmalı Analizi, Türkiye’de ve Dünya’da Yaşanan Ekonomik

Bunalım, Yurt Yayınları, Ankara 1984, s:165-187

Ercan, Fuat ve Ş. Gürçağ Tuna(2006), İç Burjuvazinin Gelişimi: 1960’lardan

Günümüze Bakış,İktisat, Siyaset, Devlet Üzerine Yazılar Bağlam Yayınları,

Mart 2006, s:141-173

Eroğul, Cem(1990). Çok Partili Düzenin Kuruluşu, Geçiş Sürecinde Türkiye, Belge

Yayınları, Aralık 1990, s.112-151

Erkanlı, Orhan(1973),Anılar, Sorunlar, Sorumlular: 27 Mayıs 1960-12 Mart 1971

Türkiye’si, Baha Matbaası, 3.baskı, İstanbul 1973

Fröbel, F., Wallerstein, Itoh, Altvater, Magdoff, Frank, Oppenheimer, Canning,

Camilleri ve Yılmaz Öner(1983), Dünya Ekonomisi, Bunalım ve Siyasal

Yapılar, Belge Yayınları, 1983

Gevgilili, Ali(1987).Yükseliş ve Düşüş, Bağlam Yayıncılık, 2.Basım Ekim 1987

Göker, Emrah(2006), Sınıf Mücadelesi Neyi Açıklar?: Türkiye’de Kalkınma Sürecinde

Devlet-Kapitalist Çekişmesi,1958-67, İktisat, Siyaset, Devlet Üzerine Yazılar

Bağlam Yayınları, Mart 2006, s: 107-41

Gülalp, Haldun(1993).Kapitalizm, Sınıflar ve Devlet, Belge yayınları, Ekim 1993.

Gülalp, Haldun.(1987) Gelişme Stratejileri ve Gelişme İdeolojleri, Ankara Yurt

Yayınları

Hale, William(1996), Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Hil Yayın, Ocak 1996)

Page 159: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

152

Halliday Fred(1985). Yeni Soğuk Savaş: ABD-Sovyet İlişkilerinin Dünü ve Bugünü,

Çev. İlker Özünlü, Belge Yayınları, Kasım 1985

Haynes, Mike(1992). Şili, Yugoslavya ve Macaristan, Piyasa Sosyalizmi Tartışması,

Belge Yayınları, Mart 1992, s:165-216

Hobsbawm, Eric(2003). Kısa 20.Yüzyıl: 1914-1991, Aşırılıklar Çağı, Sarmal

yayınevi, Çev. Yavuz Alogan, İstanbul 2003

Işıklı, Alpaslan(1996). İş Hukuku, İmaj yayınevi, 2. Baskı Ankara 1996

Itoh, Makato(1983). Dünya Kapitalizminin Enflasyonel Bunalımı, Dünya Ekonomisi,

Bunalım ve Siyasi Yapılar, Belge Yayınları, 1983, s.152-167

İpekçi, Abdi(1965), İhtilalin İç Yüzü, Uygun yayınevi, 1965

Kalaycıoğlu, Ersin(1998), 27 Mayıs 1960 İhtilaline Giden Yol, 27 Mayıs 1960

Devrimi, Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası, edit. Prof. Dr. Suna Kili, Boyut

matbaacılık, Aralık 1998

Kardaş, Ümit(2004).Askeri Gücün Anayasal Bir Yargı Alanı Yaratması ve Yürütme

Erkini Etkin Bir Şekilde Kullanması, Bir Zümre, Bir Parti: Türkiye’de

Ordu, Der: Ahmet İnsel-Ali Bayramoğlu, Birikim yayınları, 2004, s: 295-311

Kepenek, Yakup(1993). 100 Soruda Gelişimi, Sorunları ve Özelleştirilmeleriyle

Türkiye’de Kamu İktisadi Teşebbüsleri, Gerçek Yayınevi, 2. Baskı 1993.

Keyder, Çağlar(1989). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim yayıncılık, İstanbul

1989

Kıvılcımlı, Hikmet(1970). 27 mayıs ve Yön hareketinin Sınıfsal Eleştirisi. Ant

Yayınları. İstanbul, Nisan 1970.

Kili, Suna(1998). 27 mayıs 1960 Devrimi, Kurucu Meclis ve 1961 Anayasası, Boyut

Kitapları, Aralık 1998

Page 160: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

153

Koç, Yıldırım(1998). 100 Soruda Türkiye’de İşçi Sınıfı ve Sendikacılık

Hareketi,Gerçek yayınevi, 1998

Koç, Vehbi(1987). Hayat Hikayem, Hürriyet Ofset A.Ş, 1987

Küçük, Yalçın(1984). Planlama Kalkınma ve Türkiye, Tekin Yayınevi, Dördüncü

Basım1984.

Magdoff, Harry(1983). Uluslararası Ekonomik Sıkıntı ve Üçüncü Dünya, Dünya

Ekonomisi, Bunalım ve Siyasi Yapılar, Belge Yayınları, 1983, s.117-130

Mandel, Ernest(1995). İkinci Dünya Savaşının Anlamı, çev. Bülent Tanatar, Yazın

Yayıncılık, Temmuz 1995.

Mandel, Ernest ve Chris Harman(1994). SSCB Tartışması, İstanbul Yazın Yayıncılık,

Temmuz 1994

Mortan, Kenan ve Cemil Çakmaklı(1987). Geçmişten Geleceğe Kalkınma

Arayışları,Altın Kitaplar Yayınevi, Kasım 1987

Özbudun, Ergun(1975), Türkiye’de Sosyal Değişme ve Siyasal Katılma, Ankara

Üniv. Hukuk Fak. Yayınları, No:363, Ankara 1975

Özdemir, Hikmet(1986), Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi, Bilgi

Yayınevi, Aralık 1986

Özdemir, Hikmet(2002), Siyasal Tarih(1960-1980), Tükiye Tarihi 4.Cilt Çağdaş

Türkiye:1908-1980, 7. Baskı Ekim 2002,Cem Yayınevi, s:227-286

Pamuk, Şevket(1987), İthal İkamesi, Döviz Darboğazları ve Türkiye, 1947-1979, Kriz,

Gelir Dağılımı ve Türkiye’nin Alternatif Sorunu, Kaynak Yayınları, 1987

Poulantzas, Nicos(1981), Portekiz, İspanya ve Yunanistan’da Geçiş Süreci, çev. B.

Yılmaz, Belge yayınları,Ekim 1981

Rosaliyev, Y. N(1979), Türkiye’de Sınıflar ve Sınıf Mücadeleleri, Belge yayınları

İkinci Basım, Kasım 1979.

Page 161: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

154

Savran, Sungur(1988), Yeni Liberalizm, Dünya Kapitalizminin Bunalımı, Alan

yayıncılık, Şubat 1988, s.19-66

Saybaşılı, Kemali(1992), Devletin Ekonomiye Müdahalesi, Birey ve Toplum

Yayınları, Ankara

Seyhan, Dündar(1966), Gölgedeki Adam, Uycan Matbaası, İstanbul 1966

Somay, Bülent(1997), Geriye kalan Devrimdir, Metis Yayınları, Mayıs 1997

Soysal, Mümtaz(1990), 100 Soruda Anayasa’nın Anlamı, Gerçek yayınevi, 8.baskı

Aralık 1990

Sönmez, Mustafa(1987), Kırk Haramiler: Türkiye’de Holdingler, Gözlem

Yayıncılık, Ekim 1987

Sönmez, Mustafa(1990), Doğu Anadolu’nun Hikayesi: Bölgesel Dengesizliğin

Kökeni, 1. Baskı, Ekim 1990

Şeni, Nora(1978), Emperyalist Sistemde “Kontrol Sanayii” ve Ereğli Demir-Çelik,

Birikim Yayınları, Temmuz 1978

Tayanç, Tunç(1973), Sanayileşme Sürecinde Elli Yıl, İstanbul Milliyet Yayınları 1973

Taylak, Muammer(1969), Saltanat, 2. Meşrutiyet ve 1. Cumhuriyet’te Öğrenci

Hareketleri, Ankara 1969

Tekeli, İlhan ve Selim İlkin(1981), Savaş Sonrası Ortamında 1947 Türkiye İktisadi

Kalkınma Planı. Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdari İlimler

Fakültesi

Tekeli, İlhan ve Selim İlkin(2003), Kadrocuları ve Kadroyu Anlamak, Tarih Vakfı ve

Yurt Yayınları, Haziran 2003

Tezel, Yahya Sezai(1982), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi, Yurt Yayınevi,

Ankara 1982

Page 162: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

155

Trimberger, Ellen Kay(2003), Tepeden İnmeci Devrimler, Gelenek yayıncılık:31,

Nisan 2003

Tuna, Gürçağ(2004). 1960-73 arasında Türkiye’de Sermaye Birikim Süreci, MÜ

Sosyal Bilimler Enstitüsü( Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1994)

Weiker Walter F.(1967), 1960 Türk İhtilali, çev.Mete Ergin, Cem Yayınevi, İstanbul

1967

Yerasimos, Stefanos(1980), Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye: Bizans’tan 1971’e,

Gözlem yayınları, Nisan 1980

Yetkin, Çetin(1998), 12 Mart 1971 Öncesinde Türkiye’de Soldaki Bölünmeler,

Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Mayıs 1998

Yıldızoğlu, Ergin ve Roni margulies(1990), Tarımsal değişim, Geçiş Sürecinde

Türkiye, Belge Yayınları, Aralık 1990

Zürcher, Erik Jan(1999), Modernleşen Türkiye’nin tarihi. İletişim Yayınları, çev.

Yasemin saner Gönen, Dördüncü baskı, İstanbul 1999

Page 163: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

156

Süreli Yayınlar

Akis, s.26, 27 Temmuz 1960, S.310

Akis, 20 Temmuz 1960, s.7

Akis, s.26, 27 Temmuz 1960

Akis, 3 Ağustos 1961

Akis, 19 Eylül, 1960, s.28

Akis, 26 Eylül 1960

Barış Dünyası, Nisan 1962, S.1

Coşkun, Alev(2004), 27 Mayıs ve Gençlik, Cumhuriyet 27.05.2004, URL

http://www.cumok.org/html/koseyazilari/040527acoskun_1.htm(Mart 2006)

Cumhuriyet, 23 Mayıs 1960

Cumhuriyet, 14 haziran 1960, s.5

Cumhuriyet, 21 Haziran 1960, s.5

Cumhuriyet, 6 temmuz 1960 Sayfa 1

Cumhuriyet, 12 Temmuz 1960, s.5

Cumhuriyet, 20 Temmuz 1960

Cumhuriyet, 25 Temmuz 1960, s.5

Cumhuriyet, 26 Temmuz 1960, s.5

Cumhuriyet, 28 Temmuz 1960, s.5

Cumhuriyet, 2 Ağustos 1960, s.5

Cumhuriyet, 6 Ağustos 1960, s.5

Page 164: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

157

Cumhuriyet, 9 Ağustos 1960, s.5

Cumhuriyet, 10 Ağustos 1960, s.5

Cumhuriyet, 2 Eylül 1960, s.1

Cumhuriyet, 7 Ekim 1960, s.1, s.5

Cumhuriyet, 14 Kasım 1960, s.1 ve s.5

Cumhuriyet, 27 Ocak 1961, s.1

Cumhuriyet, 31 Ocak 1961, s.5

Cumhuriyet, 21 Haziran 1961, s.1

Dumludağ, Devrim(2003), Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımlarının Tarihsel

Gelişimi, Toplum ve Bilim Dergisi, s.96, s:241-269

Eralp, Atilla(1980). Türkiye’de İzlenen İthal İkameci Kalkınma Stratejisi ve Yabancı

Sermaye, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.7, S.1-2, s.613-633

Forum,15 Ocak 1959, s.2

Forum, 1 Ağustos 1960, s.1,s.20

Forum,1 Şubat 1961, s.43

Forum, 1 Mayıs 1961,s.1

Nadaroğlu, Halil, Vergi Reform Komisyonu ve Ali Alaybek Üzerine Prof. Dr. Halil

Nadaroğlu ile Söyleşi, Vergi Dünyası dergisi: s:243, Kasım 2001

http://www.hud.org.tr/modules.php?.name=sohbet1(Nisan 2006)

Okyar, Osman(1963), Plan Fikrinin Doğuşu, Beş Yıllık Kalkınma Planı, Maliye

Enstitüsü Konferansları, Ankara 1963

Sabah, 23 Nisan 2005

Page 165: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

158

Savran, Sungur(1987), “1960, 1971, 1980: Toplumsal Mücadeleler, Askeri

Müdahaleler”, Onbirinci Tez Kitap Dergisi, S.6, s. 132-168

Subaşı Tevfik(2001), Bir 27 mayıs Subayının Anıları, Özel Dosya/27 Mayıs Darbesi,

Zaman 8 Şubat 2001, http://arşiv.zaman.com.tr/2001/02/08/odosya/27

Mayıs.htm (Şubat 2006)

Türkay, Mehmet(2002) Üçüncü Dünya Var mıydı? Ulusal Kalkınma Mümkün mü?,

Evrensel Kültür Dergisi, S:112, s.76-80

Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği, Kalkınma Planı

Hakkında Özel sektörün Görüş ve Dilekleri, Ankara: 1962

Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Matbaası, İktisadi

Rapor, Ankara 1962

Yenişafak, 23.04.2006

Yön, 20 Aralık 1961, s.9

Yön, 20 Aralık 1961, s.12-13

Yön, 27 Aralık 1961, s.9-11

Yön, 24 Ocak 1962,s.16

Yön, 26 Ocak 1962, s.6

Yön, 28 Şubat 1962, s.14

Yön, 23 Mayıs 1962, s.7

Yön, 23 Mayıs 1962, s.7

Yön, 30 Mayıs 1962, s.8

Yön, 4 Temmuz 1962,s.4

Page 166: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

159

Yön, 8 Ağustos 1962, s.7

Yön, 29 Ağustos 1962,s.6

Yön, 3 Ekim 1962, kapak

Page 167: 27 MAYIS İHTİLALİ’NDE KALKINMA TARTIŞMALARIdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER... · 2018-07-26 · paranın bir araya gelmesi, ABD’de yeni bir bolluk

160

Diğer yayınlar

MBK Genel Kurul toplantısı, (Birleşim:9, Oturum:2, 10.9.1960, s.10-20)

MBK Genel Kurul toplantısı, (B:14, O:2, 29.9.1960, s.15-19)

MBK Genel Kurul toplantısı, (B:15, O:1, 30.09.1960 s.13)

T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı, Kalkınma Planı Birinci Beş Yıl( 1963-

1967), Başbakanlık Devlet Matbaası, Ankara 1963

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (B:36, 3.4.1961, O:3, s.492)

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (B:36 O:1, 3.4.1961)

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (B:45, O:3, 14.4.1961, s.259)

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (B:36, 3.4.1961, O:3, s.494)

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (B:35, O:2, 31.3 1961,s.439-41)

Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi (31.12.1960, B:67, O:3, s.53)

Tekeli, İlhan(1985) Türkiye’de Şirketlerin Gelişimi ve Kapitalin Yoğunlaşma Süreci,

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul İletişim Yayınları,

1983-1985, s.2386-96